Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu hükümde mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare lehine herhangi bir istisnaya yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu makamlarınca zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoriteleri ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple Anayasa'nın 2. maddesinde öngörülen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez.

Mahkeme kararlarının uygulanması yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır. Bu nedenle yargı kararlarının uygulanması mahkeme hakkı kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkeme hakkı da anlamını yitirecektir.

Kesinleşmiş mahkeme kararlarının makul sürede uygulanmaması ya da icra edilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. 

İlgili Kararlar;

♦ (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014) 
♦ (Halil Afşin ve diğerleri, B. No: 2013/4824, 25/2/2015) 
♦ (Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015) 
♦ (Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015) 
♦ (Ali Kayan, B. No: 2015/9814, 20/3/2019) 
♦ (Süleyman Koçlar, B. No: 2017/16996, 29/9/2020) 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KENAN YILDIRIM VE TURAN YILDIRIM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/711)

 

Karar Tarihi: 3/4/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucular

:

1. Kenan YILDIRIM

 

 

2. Turan YILDIRIM

Vekilleri

:

Av. Yusuf İzzettin DOĞAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine açtıkları kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda Mahkemece hükmedilen bedelin ödenmediğini, Belediye aleyhine yaptıkları icra takiplerinin sonuçsuz kaldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 11/1/2013 tarihinde Küçükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 31/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 14/11/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 27/12/2013 tarihli görüş yazısı 13/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 15/1/2014 havale tarihli dilekçesinde, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. İstanbul ili Büyükçekmece ilçesi Esenyurt köyü, 190 ada 15 parsel numaralı taşınmaz, Esenyurt Belediyesi tarafından başvuruculara yapılan satış sonucu, 21/8/1991 tarihinde başvurucular adlarına 1/2'şer pay oranlarıyla tapuya tescil edilmiştir.

8. Başvurucular, 14/5/2008 tarihinde Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, davalının, tadilat imar planı ile 190 ada 15 parsel numaralı taşınmazın tamamını park alanına dönüştürdüğünü, fiilen taşınmaza el attığını, yapılan imar değişikliği ile ikinci kez Düzenleme Ortaklık Payı (DOP) kestiğini ileri sürerek kamulaştırma yapılmaksızın el atılan taşınmazın bedeli olarak 7.000 TL'nin tahsilini talep etmişlerdir.

9. Mahkemece, 26/11/2008 tarih ve E.2008/519, K.2008/1438 sayılı kararla; imar planı değişikliği ile taşınmazın park alanı olarak ayrıldığı ve bu doğrultuda davalı tarafından kamulaştırma kararı alınarak taşınmazın tapu kaydına şerh verildiği, başvurucuların taşınmazı kullanmalarının engellendiği, taşınmaza kamulaştırma yapılmaksızın el atıldığı gerekçesiyle; taşınmazın 158.012 TL olan toplam değerinden taleple bağlı kalınarak 7.000 TL'sinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsili ile eşit oranda başvuruculara ödenmesine taşınmazın davacılar adına olan tapu kaydının iptali ile davalı Belediye adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

10. Temyiz üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 14/12/2009 tarih ve E.2009/10244, K.2009/17487 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.

11. Karar düzeltme istemi, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 8/4/2010 tarih ve E.2010/5515, K.2010/6076 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

12. Başvurucular, 4/2/2010 tarihinde anılan Mahkeme kararına dayalı olarak Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine Küçükçekmece 1. İcra Müdürlüğünün E.2011/3809 sayılı dosyasında 7.000 TL asıl alacak, işlemiş faiz, vekalet ücreti, faiz ve yargılama giderleri ile birlikte 10.058,77 TL'nin asıl alacağa uygulanacak %9 faiz ile tahsili amacıyla ilama dayalı icra takibi başlatmışlar ve Esenyurt Belediye Başkanlığına icra emri gönderilmiştir.

13. Başvurucular, 11/5/2010 tarihinde Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davada, davalının 190 ada 15 parsel numaralı taşınmaza kamulaştırma yapmaksızın el attığı iddiasıyla ilk kararda hesaplanan 158.012 TL'den Mahkemece 26/11/2008 tarih ve E.2008/519, K.2008/1438 sayılı kararla hükmedilen 7.000 TL kamulaştırmasız el atma bedelinin mahsubu ile bakiye 151.012 TL'nin tahsilini talep etmişlerdir.

14. Mahkemece, 15/9/2010 tarih ve E.2010/687, K.2010/959 sayılı kararla; davalının kamulaştırma yapmaksızın taşınmaza el attığı, taşınmazın değerinin 158.012 TL olduğu ve ilk kararda 7.000 TL'nin davalıdan tahsiline ve taşınmazın Belediye adına tapuya tesciline karar verildiği gerekçesiyle davanın kabulüne, bakiye 151.012 TL taşınmaz bedelinin 14/5/2008 tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsili ile eşit oranda başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.

15. Temyiz üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 29/9/2011 tarih ve E.2011/5379, K.2011/15196 sayılı kararıyla hüküm onanmıştır.

16. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 26/3/2012 tarih ve E.2011/21571, K.2012/5735 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

17. Başvurucular, 19/10/2010 tarihinde, temyizden önce, anılan Mahkeme kararına dayalı olarak Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine Küçükçekmece 2. İcra Müdürlüğünün E.2010/10753 sayılı dosyasında 151.012 TL asıl alacak, işlemiş faiz, vekalet ücreti, faiz ve dava giderleri ile birlikte 198.949,30 TL'nin asıl alacağa uygulanacak %9 faiz ile tahsili amacıyla ilama dayalı icra takibi başlatmışlar ve Esenyurt Belediye Başkanlığına icra emri gönderilmiştir.

18. Başvurucular, 4/12/2012 tarihinde Esenyurt Belediye Başkanlığına başvurarak, kesinleşmiş Mahkeme kararlarına dayalı alacaklarının ne zaman ödeneceğinin ve ödeme sırasının bildirilmesini talep etmişlerdir.

19. Esenyurt Belediye Başkanlığınca, 11/12/2012 tarih ve 5056 sayılı yazı ile her iki icra takip dosyasındaki taleplerin, 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 34. maddesi gereği ödeme yapılmak üzere sıraya alındığı bildirilmiş, icra ödeme listesinde başvurucuların alacaklarının ödenmediği ve ödeme yapılacaklar arasında 30. ve 31. sırada oldukları belirtilmiştir.

20. Anılan yazı 18/12/2012 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

21. 16/5/1956 tarih ve 1956/1-6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı şöyledir:

 “Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan malik, el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, bu eylemli duruma razı olduğu takdirde taşınmaz bedelini isteme hakkı da bulunmaktadır. Taşınmaz sahibinin el konulan taşınmazın bedelini talep ederek dava açması halinde, taşınmazın el koyma tarihindeki bedeli değil, mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki değerinin belirlenerek tahsiline karar verilir.”

22. 5018 sayılı Kanun'un “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.

Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.”

23. 5018 sayılı Kanun’un “Taşınır ve taşınmaz edinme” kenar başlıklı 45. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki devri yoluyla bir başka kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir.”

24. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun Haczi Caiz Olmıyan Mallar ve Haklar” kenar başlıklı 82.maddesinin 1.fıkrası şöyledir:

“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

…”

25. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la eklenen Kamulaştırmasız el koyma sebebiyle tazmin” kenar başlıklı geçici 6. maddenin son fıkrası şöyledir:

 “Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez."

26. 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013 tarih ve 4687 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile değiştirilen, “Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti” kenar başlıklı geçici 6. maddesinin sekizinci ve onbirinci fıkraları şöyledir:

“Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.

….

 “Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”

27. 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı 15. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 3/4/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 11/1/2013 tarih ve 2013/711 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

29. Başvurucular, Esenyurt Belediye Başkanlığından satın aldıkları ve adlarına tapuya tescilli taşınmazlarına Belediye tarafından kamulaştırma yapılmaksızın el atıldığını, Belediye aleyhine Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davalar sonunda taşınmazın bedelinin Belediyeden tahsiline karar verildiğini, Mahkeme kararlarının icrası amacıyla Küçükçekmece 1. ve 2. İcra Müdürlüklerinde yapılan ilama dayalı icra takibine rağmen hükmedilen bedellerin ödenmediğini, Belediyenin kamu mallarının haczedilmezliğine dayalı kanun hükümlerine dayanarak ödemeden kaçındığını, taşınmazın mülkiyetinin Belediyeye geçtiğini, buna rağmen taşınmazın bedelinin ödenmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, ihlalin tespitini, taşınmazın değerinin artması nedeniyle Mahkemece karar verilen ve ödenmeyen 158.012 TL tazminatın rayiç değeri olarak, 395.000 TL maddi tazminata ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Başvurucuların, Mahkeme kararıyla hükmedilen taşınmaz bedelinin ödenmemesiyle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

31. Başvurucular, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesi davaları sonunda hükmedilen bedellerin ödenmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

32. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların, kesinleşmiş ve infaz edilebilir mahkeme kararının infazının sağlanmadığına dair ihlal iddialarının, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali iddiaları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

33. Adalet Bakanlığının görüşüne karşı başvurucular, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini, başvuru dilekçelerindeki hususları tekrar ettiklerini bildirmişlerdir.

34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

35. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”

36. Başvurucunun ihlal iddiaları, iki ayrı başlık altında değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

37. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

38. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

39. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

40. Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).

41. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby / Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

42. Yargı kararlarının uygulanması “mahkemeye erişim hakkı” kapsamında değerlendirilmektedir. Buna göre, yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, “mahkemeye erişim hakkı” da anlamını yitirir (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

43. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin, bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında “dava”nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (bkz. Burdov / Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 34).

44. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. Şayet idare, yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş. / Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115).

45. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (bkz. Apostol / Gürcistan, B. No:40765/02, 28/2/2007, § 54).

46. Devlet, bir kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcunu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunu mazeret olarak ileri süremez (bkz. Burdov / Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35).

47. Devlet aleyhine birey lehine verilmiş olan nihai bir kararın söz konusu olduğu durumlarda, birey ayrı bir icra takibi yapmaya zorlanamaz (bkz. Manushaqe Puto ve Diğerleri / Arnavutluk, B. No: 604/07, 34770/09, 43628/07, 31/7/2012, § 71).

48. Başvuru konusu olayda, kamulaştırma yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el atıldığı iddiasıyla Belediye aleyhine açılan dava sonucunda taşınmazın bedelinin Belediyeden tahsiline karar verilmiş olup, bu sorunun çözümüne yönelik olarak yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

49. Başvurucular, Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davalar sonunda tazminatın Belediyeden tahsiline karar verildiğini, Mahkeme kararlarının icrası amacıyla Küçükçekmece 1. ve 2. İcra Müdürlüklerinde başlattıkları ilama dayalı icra takiplerine rağmen hükmedilen alacakların ödenmediğini, taşınmazın mülkiyeti Belediyeye geçtiği halde Belediyenin kamu mallarının haczedilmezliğine dayalı kanun hükümlerine dayanarak ödemeden kaçındığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

50. Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesince başvurucular lehine verilen kararın icra edilebilir olmasına ve başvurucuların hukuk sisteminde düzenlenen tüm başvuru yollarını kullanmalarına rağmen, Mahkeme kararıyla hükmedilen taşınmaz bedeli herhangi bir sebep gösterilmeden İdare tarafından ödenmemiş ve bu şekilde Mahkeme kararı başvurucular aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanmamıştır.

51. Mahkemece hükmedilen taşınmaz bedelinin ödenmesindeki normal olmayan gecikmeler, paranın değer kaybetmesi göz önünde tutulduğunda, taşınmazına el konulan kişileri belirsizlik içinde bırakarak maddi kayıplara neden olabilir. Hatta mahkemece faize hükmedilse dahi bu faiz miktarının, maddi zararların tamamını karşılama imkanı olmayabilir (bkz. Akkuş / Türkiye, B.No:19263/92, 9/7/1997, § 29).

52. 2942 sayılı yasaya eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak hukuka aykırı olarak bireyin mülkiyet hakkına müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkının kapsamında mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararlarıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz.

53. Kesinleşmiş mahkeme kararlarının makul sürede uygulanmaması ya da icra edilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Somut olayda başvurucular lehine verilen Mahkeme kararları, başvurucuların bu kararların icrası için gerekli tüm girişimlerde bulunmalarına rağmen Belediye tarafından gerekçe gösterilmeksizin dört yılı aşkın süre boyunca yerine getirilmemiştir. Anılan kararların niteliği dikkate alındığında bu sürenin makul olmadığı açıktır.

54. Belediyenin, aleyhine verilen, kesinleşmiş ve infaz edilebilir yargı kararlarının infazını sağlamak için gerekli tedbirleri almamakla başvuranların mahkemeye erişim haklarını ihlal ettiği ve dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesini etkili sonuçları bakımından konusuz bıraktığı anlaşılmış olup, başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

55. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

56. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez”

57. Anayasa’nın 35. maddesi ve Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

58. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth / İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

59. Anayasa’nın 35. maddesi de Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.

60. AİHM, yargı kararlarının icrasının gecikmesini, “mülkten barışçıl yararlanma” hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (bkz. Burdov / Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40).

61. Somut olayda olduğu gibi, kamulaştırma işlemi yapmaksızın bireylere ait taşınmaza el atan idarenin, bu fiili nedeniyle aleyhine açılan dava sonucunda hükmedilen alacağı veya tazminatı ödememesi, mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesini ihlal niteliğindedir.

62. Anayasa’nın 35. maddesine uygun olarak bir kimsenin mülkiyet hakkına devlet tarafından müdahale edilmişse veya malvarlığı üzerindeki hakları kullanılamaz hale getirilmişse, bu kişinin hakkının korunması gerekir. Bu da ancak mülkiyete konu malvarlığının değerinin ödenmesi suretiyle gerçekleştirilebilir. Kural olarak devlet tarafından el atılan malvarlığının değerini, devletin kendiliğinden ödemesi beklenir (bkz. Carbonara ve Ventura / İtalya, B. No: 24638/94, 30/5/2000, § 67).

63. Mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin de belirlenmesi gerekir. Anayasa’nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

64. Bir mahkeme hükmünden doğan alacak, icra edilebilir olduğunun kanıtlanması durumunda mal ve mülk olarak kabul edilebilir (bkz. Burdov / Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40). Kamulaştırma yapılmaksızın el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesine yönelik mahkeme kararının icra edilebilir olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

65. AİHM, demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesine atıfla, alacak hakkı bulunduğunu gösteren yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini kabul etmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş. / Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 155).

66. Öte yandan, Sözleşme’nin 6. maddesi ile Protokol’ün 1. maddesi, devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir. (bkz. Fuklev / Ukrayna, B. No: 71186/01, 30/11/2005, § 84). Bir mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durum Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinin ihlali anlamına gelir.

67. Başvuruya konu Mahkeme kararlarıyla Belediye tarafından kamulaştırma yapılmaksızın el atılan taşınmaz bedelinin Belediyeden tahsiline karar verilmiş olup, hüküm altına alınan taşınmaz bedeli, başvurucuların alacak hakları olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla mahkeme kararına dayalı bu alacaklar “mülkiyet” hakkı kapsamında değerlendirilir.

68. “İyi yönetişim” ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda, kamu otoritelerinin, uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (bkz. Krstic / Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78).

69. Yukarıda açıklandığı üzere (bkz. §§ 26-27), kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez. Bu kuralın amacı, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunmasıdır. Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli bir şekilde sürdürülebilmesi için zorunlu olan kamu hizmetlerinin kesintisiz bir biçimde yürütülmesi, idarelerin belli ayni ve nakdi varlıklara sahip olmalarına bağlıdır. İdarelerin, kamu hizmetlerini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu malların haczedilmesi halinde bu hizmetlerin aksayacağı ya da hiç yerine getirilemeyeceği açıktır. İdarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi nedeniyle bireyler tazminat alacaklarını daha geç tahsil edebileceklerse de bu gecikme için kanuni faiz ödenmesiyle kamu yararı ile birey hakları arasında makul bir denge kurmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesini güvence altına almak amacıyla birey haklarına getirilen bu sınırlamanın ölçüsüz olduğu söylenemez (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).

70. Ancak idarelerin, mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi kuralının arkasına sığınarak mahkeme kararıyla hükmedilen ve kesinleşen kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelini ödemekten imtina etmeleri, kamu yararı ile kişi hakları arasındaki dengeyi kişilerin zararına olacak şekilde bozabilir. Bu durum, taşınmazına el konulduğu halde, Mahkemece hükmedilen taşınmazının bedeli ödenmeyen kişi yönünden mülkiyet hakkının ihlali niteliğinde kabul edilir.

71. Başvuru konusu olayda, başvurucular tarafından Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine 14/5/2008 tarihinde Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda verilen 26/11/2008 tarihli karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince karar düzeltme isteminin reddedildiği tarih olan 8/4/2010 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular anılan karara dayalı olarak Belediye aleyhine 4/2/2010 tarihinde Küçükçekmece 1. İcra Müdürlüğünde ilama dayalı icra takibi başlatmışlardır.

72. Yine başvurucular tarafından Esenyurt Belediye Başkanlığı aleyhine 11/5/2010 tarihinde Büyükçekmece 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda verilen 15/9/2010 tarihli karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince karar düzeltme isteminin reddedildiği tarih olan 26/3/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular anılan karara dayalı olarak, Belediye aleyhine 19/10/2010 tarihinde Küçükçekmece 2. İcra Müdürlüğünde ilama dayalı icra takibi başlatmışlardır.

73. Başvurucuların her iki karara dayalı olarak başlattıkları icra takiplerine rağmen Belediye tarafından başvuruculara ödeme yapılmamış, yalnızca ödemenin sıraya konulduğu bildirilmiştir.

74. Başvurucuların, Mahkeme kararına dayalı ve mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilen alacaklarının tahsili amacıyla İdare aleyhine yaptıkları icra takibinin uzun sürmesi ve alacağa ulaşmada bir belirsizlik bulunması, Mahkemece verilen kararı, etkili sonuçları bakımından konusuz bırakmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle; Mahkemece hükmedilen taşınmaz bedelinin Belediye tarafından ödenmemesi nedeniyle başvurucuların, Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

76. Başvurucular, Mahkeme kararına dayalı alacaklarının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespitini, 395.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminatın ödenmesini talep etmişlerdir.

77. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucuların tazminat talebi konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

78. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucular, hak ihlalinin giderilmesi için maddi ve manevi tazminat talep etmişlerdir. Başvurucuların mahkeme kararına dayalı alacaklarının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği anlaşılmıştır. Başvurucuların maruz kaldıkları zarar, derece mahkemelerinin nihai kararları verdikleri tarihte almaları gereken tazminatın ödenmemesiyle ilişkilidir. Başvurucuların, Mahkeme kararlarının icrasına başladıkları 4/2/2010 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesince karar verildiği tarihe kadar 4 yıl 1 ay 29 gün süren icra safhasının makul olmadığı ve başvurucuların mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği nazara alındığında, başvurucuların yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında her bir başvurucuya takdiren 6.650,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

80. Başvurucular, taşınmazın rayiç değerinin arttığını, dava tarihindeki rayiç değerin üzerinde değer kazandığını, aradaki değer farkının faizle karşılanmasının mümkün olmadığını belirterek, maddi tazminat talebinde de bulunmuşlardır. Maddi zararın karşılanması için tazminata hükmedilmesi, başvurucuların ihlal ile mali kayıp arasında illiyet bağı olduğunu kanıtlamalarına bağlıdır. Başvuruya konu kararlarda Mahkemece, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin yasal faiziyle Belediyeden tahsiline karar verilmiş, başvurucular tarafından da icra takiplerinde yasal faizle tahsil talebinde bulunulmuştur. Başvurucular, dava tarihi itibarıyla taşınmazın gerçek rayicinin belirlendiğini ve o tarih itibarıyla belirlenen değerin uygun olduğunu, ancak aradan geçen süre içinde taşınmazın rayiç değerinin çok arttığını, rayiç değer farkının faizle karşılanamayacağını ileri sürmüşler, ancak başka bir sebebe dayalı olarak maddi zarar iddiasında bulunmamışlardır. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucuların, faiz ile enflasyon oranı arasındaki farktan kaynaklanan zarar iddiasında bulunmadıkları, Mahkeme kararıyla taşınmazın değerinin tespit edildiği ve mülkiyetinin el değiştirdiği dikkate alındığında, taşınmazın rayiç değerinin artması nedeniyle talep ettikleri maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

81. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Başvuruya konu yargılama sonunda verilen kararların icra edilmediği ve bu hususun başvurucuların mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiği gözetilerek, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, Mahkeme kararlarının mümkün olan en kısa sürede yerine getirilmesini teminen, kararın bir örneğinin ilgili Belediyeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi sonucu alacak hakkının ödenmemesiyle ilgili şikâyet yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara ayrı ayrı olmak üzere 6.650,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucuların diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin Esenyurt Belediye Başkanlığına gönderilmesine,

3/4/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HALİL AFŞİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4824)

 

Karar Tarihi: 25/2/2015

R.G. Tarih-Sayı: 27/5/2015-29368

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucular

:

1. Halil AFŞİN

 

 

2. Ayşe EKE

 

 

3. Ümmü TAPUR

 

 

4. Ayfer AFŞİN

 

 

5. Yaşar KILINÇ

Vekilleri

:

Av. Fatih ABAY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine açtıkları kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda Mahkemece hükmedilen bedelin ödenmediğini, Belediye aleyhine yaptıkları icra takiplerinin sonuçsuz kaldığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, tazminat talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 28/6/2013 tarihinde Antalya 2. İcra Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 12/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/2/2014 tarihli görüş yazısı başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular dışında A.K. ve iki arkadaşı Konyaaltı Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine 21/1/2011 tarihinde Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde, hissedar oldukları 777 parsel numaralı taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu ileri sürerek, taşınmaz bedelinin ödenmesi talebiyle E.2011/38 sayılı dosyasında dava açmışlardır.

8. Başvurucular dışında A.K. ve iki arkadaşı Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine 21/1/2011 tarihinde Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde, hissedar oldukları 778 parsel numaralı taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu ileri sürerek, taşınmaz bedelinin ödenmesi talebiyle E.2011/37 sayılı dosyasında dava açmışlardır.

9. Başvurucuların, Belediye aleyhine 16/2/2011 tarihinde Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesinde, hissedarı oldukları 777 ve 778 parsel numaralı taşınmazlarına kamulaştırma yapılmaksızın el konulduğunu ileri sürerek taşınmaz bedelinin yasal faiziyle ödenmesi talebiyle açtıkları dava, Mahkemenin E.2011/67 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

10. Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, Mahkemenin E.2011/38 ve E.2011/37 sayılı dava dosyası ile Antalya 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2011/67 sayılı dava dosyası arasında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu gerekçesiyle anılan dosyaların birleştirilmelerine, yargılamanın E.2011/38 sayılı dosyasında devamına karar vermiştir.

11. Mahkemece, 16/2/2012 tarih ve E.2011/38, K.2012/37 sayılı kararla; davalının kamulaştırma işlemi yapmaksızın başvuruculara ait taşınmaza el koyduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, her bir başvurucu için ayrı ayrı 290.916,00 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

12. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 3/7/2012 tarih ve E.2012/9454, K.2012/14798 sayılı ilâmıyla hüküm onanmış ve karar düzeltme yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiştir.

13. Başvurucular, Belediye aleyhine, 19/4/2012 tarihinde, Antalya 7. İcra Müdürlüğünün E.2012/1624 sayılı dosyasında ilâma dayalı icra takibi başlatmışlardır.

14. Takibin kesinleşmesinden sonra anılan Belediyenin hesaplarına haciz konulmuştur.

15. Belediye, Antalya 7. İcra Müdürlüğüne başvurarak, 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu gereği tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğini ileri sürerek haciz işlemlerinin kaldırılmasını talep etmiş, bu talebi 7. İcra Müdürlüğünce reddedilmiştir.

16. Belediye, başvurucular aleyhine, 14/8/2012 tarihinde Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinde açtığı davada, 2942 sayılı Kanun gereği tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceğini ileri sürerek, İcra Müdürlüğü işleminin iptalini ve haciz işlemlerinin kaldırılmasını talep etmiştir.

17. Mahkemece, 24/9/2012 tarih ve E.2012/791, K.2012/805 sayılı kararla, 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesinin son fıkrasına göre kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan alacakların tahsilinde idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği gerekçesiyle şikâyetin kabulüne, Antalya 7. İcra Müdürlüğünce yapılan işlemin iptaline, hacizlerin kaldırılmasına karar verilmiştir.

18. Temyiz üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 12/3/2013 tarih ve E.2012/33128, K.2013/8961 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.

19. Karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 6/6/2013 tarih ve E.2013/14392, K.2013/20999 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.

20. Karar, 27/6/2013 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular, 28/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

 B. İlgili Hukuk

22. 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.

Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.

23. 5018 sayılı Kanun’un “Taşınır ve taşınmaz edinme” kenar başlıklı 45. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri, kamu hizmetlerinin zorunlu kıldığı durumlarda gereken nicelikte ve nitelikte taşınır ve taşınmazları, yurt içinde veya yurt dışında, bedellerini peşin veya taksitle ödeyerek veya finansal kiralama suretiyle edinebilirler. Kamu idareleri, taşınmaz satın alma veya kamulaştırma işlemlerini yetki devri yoluyla bir başka kamu idaresi eliyle yürütebilir. Genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin edindiği taşınmazlar Hazine adına, diğer kamu idarelerine ait taşınmazlar ise tüzel kişilikleri adına tapu sicilinde tescil olunur. Hazine adına tescil edilen taşınmazlar Maliye Bakanlığı tarafından yönetilir. Bu tescil işlemleri, adına tescil yapılan idarenin taşınmazın bulunduğu yerdeki ilgili birimine bildirilir.”

24. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 443. maddesi şöyledir:

“Temyiz dava icrayı tehir etmez. Ancak müstedi indettemyiz haksız çıktığı takdirde mahkümun bihi eda ve teslim edeceğine dair kefaleti kaviye göstermek veyahut mahkümunbih olan nutuk ve eşyayı bir mevkii resmiye depozito etmek veya hasmı tarafından emval ve emlakı haczedilmiş olmak şartiyle Mahkemei Temyiz talep üzerine müstacelen icranın tehirine karar verebilir.

Müstedi Devlet ise veya müzahareti adliyeye nail olup da davanın ve hükmün mahiyetine ve ahvali saireye nazaran icranın tehiri icap ediyorsa bila teminat icranın tehirine karar verilebilir.

Nafaka hükümleri müstesnadır.

Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz.

 (Ek:12/6/1979-2248/9 md.) Hükmün kesinleştiği; ilamın altına veya arkasına yazılıp tarih ve mahkeme mührü konmak ve mahkeme başkanı veya hakimi tarafından imzalanmak suretiyle belirtilir.”

25. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun İcranın geri bırakılması için verilecek süre” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

“İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir.

Borçlu, Devlet veya adlî yardımdan yararlanan bir kimse ise teminat gösterme zorunluluğu yoktur.

…”

26. 2004 sayılı Kanun’un “Haczi Caiz Olmıyan Mallar ve Haklar” kenar başlıklı 82. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

…”

27. 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na 18/6/2010 tarih ve 5999 sayılı Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la eklenen Kamulaştırmasız el koyma sebebiyle tazmin” kenar başlıklı geçici 6. maddenin son fıkrası şöyledir:

 “Bu madde uyarınca ödenecek olan tazminatın tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez."

28. 2942 sayılı Kanun’un, 24/5/2013 tarih ve 4687 sayılı Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile değiştirilen, “Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti” kenar başlıklı geçici 6. maddesinin sekizinci ve onbirinci fıkraları şöyledir:

“Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir. Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.

….

Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez.”

29. 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı 15. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

30. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 28/6/2013 tarih ve 2013/4824 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

31. Başvurucular, Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine açtıkları dava sonunda kamulaştırma yapılmaksızın taşınmazlarına el konulduğu gerekçesiyle taşınmaz bedelinin Belediyeden tahsiline karar verildiğini, hükmün kesinleştiğini, Antalya 7. İcra Müdürlüğü nezdinde ilâma dayalı icra takibi başlattıklarını, takibin kesinleşmesinden sonra Belediyenin hesapları üzerine haciz konulduğunu, Belediye tarafından Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonunda 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi uyarınca haciz işlemlerinin kaldırıldığını, alacaklarını tahsil edemediklerini, Belediyenin, Mahkemece hüküm altına alınan taşınmaz bedelini ödemediğini, anılan Kanun ile alacaklarını tahsil etme imkânlarının ortadan kaldırıldığını, Mahkeme kararının uygulanmadığını, haciz yasaklarının kaldırılarak alacaklarının ödenmesi gerektiğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Başvurucuların, Mahkeme kararıyla hükmedilen taşınmaz bedelinin ödenmemesiyle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

33. Başvurucular, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesi davası sonunda Mahkemece hükmedilen bedelin ödenmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

34. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların, kesinleşmiş ve infaz edilebilir Mahkeme kararının infazının sağlanmadığına dair ihlal iddialarının, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali iddiaları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, Belediyenin 16/2/2014 tarihli yazısına göre icra takibine konu alacağın kısmen ödendiği, bu hususun göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

35. Adalet Bakanlığının görüşüne karşı başvurucular beyanda bulunmamışlardır.

36. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

37. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

38. Başvurucuların ihlal iddiaları, iki ayrı başlık altında değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

39. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

40. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

41. Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

42. Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).

43. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

44. Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü getirilmektedir.

45. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

46. Yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, "mahkemeye erişim hakkı" da anlamını yitirir (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

47. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin, bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında "dava"nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 34).

48. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. Şayet idare, yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş /Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115).

49. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No:40765/02, 28/2/2007, § 54).

50. Öte yandan Devlet, bir kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcunu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunu da mazeret olarak ileri süremez (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35).

51. Devlet aleyhine, birey lehine verilmiş olan nihai bir kararın söz konusu olduğu durumlarda, birey ayrı bir icra takibi yapmaya zorlanamaz (bkz. Manushaqe Puto ve Diğerleri/Arnavutluk, B. No: 604/07, 34770/09, 43628/07, 31/7/2012, § 71).

52. Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kuralına yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek, sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

53. Kesin hükme saygı uluslararası hukuk düzenine özgü hukukun genel ilkelerinden biri olarak kabul görmektedir. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).

54. Yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin başvurucunun adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, dava konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 66).

55. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, Sözleşme’nin 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz., Di Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24).

56. Başvuru konusu olayda, kamulaştırma yapılmaksızın ve bedeli ödenmeksizin taşınmaza el atıldığı iddiasıyla Belediye aleyhine açılan dava sonucunda taşınmazın bedelinin Belediyeden tahsiline karar verilmiş olup, bu sorunun çözümüne yönelik olarak yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

57. Başvurucular, Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları dava sonunda kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin Belediyeden tahsiline karar verildiğini, Mahkeme kararlarının icrası amacıyla Antalya 7. İcra İcra Müdürlüğü nezdinde başlattıkları ilâma dayalı icra takibine rağmen hükmedilen alacaklarının ödenmediğini, taşınmazın mülkiyeti Belediyeye geçtiği halde Belediyenin kamu mallarının haczedilmezliğine ilişkin kanun hükümlerine dayanarak ödemeden kaçındığını belirterek, adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

58. Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince başvurucular lehine verilen kararın icra edilebilir olmasına ve başvurucuların hukuk sisteminde düzenlenen tüm başvuru yollarını kullanmalarına rağmen, Mahkeme kararıyla hükmedilen taşınmaz bedeli herhangi bir sebep gösterilmeden İdare tarafından tam olarak ödenmemiş ve bu şekilde Mahkeme kararı başvurucular aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanmamıştır.

59. Mahkemece hükmedilen taşınmaz bedelinin ödenmesindeki normal olmayan gecikmeler, paranın değer kaybetmesi göz önünde tutulduğunda, taşınmazına el konulan kişileri belirsizlik içinde bırakarak maddi kayıplara neden olabilir. Hatta mahkemece faize hükmedilse dahi bu faiz miktarının, maddi zararların tamamını karşılama imkanı olmayabilir (bkz. Akkuş/Türkiye, B.No:19263/92, 9/7/1997, § 29).

60. 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin onbirinci fıkrası, kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen taşınmaz bedellerinin tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilemeyeceği hükmünü içermektedir. Kanun'da bu amaçla idarelerin bütçelerinden belli bir pay ayrılması ve ödemelerin bu paylar üzerinden yapılması, ayrılan payın hükmedilen tazminat miktarını karşılamaması halinde ödemelerin gelecek yıllara aktarılarak taksitle ve garameten yapılması öngörülmüştür. Taksitlendirme halinde kanuni faiz ödenmesi de kurala bağlanmıştır (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012). Ancak hukuka aykırı olarak bireyin mülkiyet hakkına müdahale eden idarenin, kesinleşen mahkeme kararıyla hükmedilen alacakları veya tazminatları ödememekte ısrar etmesi halinde, adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olur. Anılan düzenleme, kesinleşen mahkeme kararıyla hükmedilen alacak veya tazminatları ödememe sebebi olamaz.

61. Öte yandan, 1086 sayılı mülga Kanun’un 443. maddesi ile 2004 sayılı Kanun’un 36. maddesine göre parasal bir alacağın tahsiline yönelik kararın icrası için hükmün kesinleşmesi şartı aranmadığı gibi, başvuru konusu olayda Belediye tarafından tehiri icra talebinde de bulunulmadığı anlaşılmaktadır.

62. Kesinleşmiş mahkeme kararlarının makul sürede uygulanmaması ya da icra edilmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Somut olayda başvurucular lehine verilen Mahkeme kararı, başvurucuların bu kararın icrası için gerekli tüm girişimlerde bulunmalarına rağmen Belediye tarafından kısmen yerine getirilmiş, taksitlendirme veya ödeme planı düzenlenmemiş ve gerekçe gösterilmeksizin iki yıl dokuz ayı aşkın süre boyunca tam olarak icra edilmemiştir. Anılan kararların niteliği dikkate alındığında bu sürenin makul olmadığı açıktır.

63. Belediyenin, aleyhine verilen, kesinleşmiş ve infaz edilebilir yargı kararının infazını sağlamak için gerekli tedbirleri almamakla başvurucuların mahkemeye erişim haklarını ihlal ettiği ve dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesini etkili sonuçları bakımından konusuz bıraktığı anlaşılmış olup, başvurucuların adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

64. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

65. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez"

66. Anayasa'nın 35. maddesi ve Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

67. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

68. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 59).

69. AİHM, yargı kararlarının icrasının gecikmesini, "mülkten barışçıl yararlanma" hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (bkz. Burdov /Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40).

70. Somut olayda olduğu gibi, kamulaştırma işlemi yapmaksızın bireylere ait taşınmaza el atan idarenin, bu fiili nedeniyle aleyhine açılan dava sonucunda hükmedilen alacağı veya tazminatı ödememesi, mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesini ihlal niteliğindedir.

71. Anayasa'nın 35. maddesine uygun olarak bir kimsenin mülkiyet hakkına devlet tarafından müdahale edilmişse veya malvarlığı üzerindeki hakları kullanılamaz hale getirilmişse, bu kişinin hakkının korunması gerekir. Bu da ancak mülkiyete konu malvarlığının değerinin ödenmesi suretiyle gerçekleştirilebilir. Kural olarak devlet tarafından el atılan malvarlığının değerini, devletin kendiliğinden ödemesi beklenir (bkz. Carbonara ve Ventura/İtalya, B. No: 24638/94, 30/5/2000, § 67).

72. Bu kapsamda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

73. Bir mahkeme hükmünden doğan alacak, icra edilebilir olduğunun kanıtlanması durumunda mal ve mülk olarak kabul edilebilir (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40). Kamulaştırma yapılmaksızın el atılan taşınmaz bedelinin ödenmesine yönelik mahkeme kararının icra edilebilir olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

74. AİHM, demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesine atıfla, alacak hakkı bulunduğunu gösteren yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini kabul etmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 155).

75. Öte yandan, Sözleşme'nin 6. maddesi ile Protokol'ün 1. maddesi, devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (bkz. Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 30/11/2005, § 84). Bir mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durum Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinin ihlali anlamına gelir (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 66).

76. Başvuruya konu Mahkeme kararıyla Belediye tarafından kamulaştırma yapılmaksızın el atılan taşınmaz bedelinin Belediyeden tahsiline karar verilmiş olup, hüküm altına alınan taşınmaz bedeli, başvurucuların alacak hakları olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla mahkeme kararına dayalı bu alacaklar "mülkiyet" hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.

77. Yukarıda açıklandığı üzere (bkz. §§ 24-27), kamulaştırmasız el atmalar nedeniyle mahkemelerce hükmedilen tazminatların tahsili amacıyla idarelerin mal, hak ve alacakları haczedilemez. Bu kuralın amacı, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunmasıdır. Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli bir şekilde sürdürülebilmesi için zorunlu olan kamu hizmetlerinin kesintisiz bir biçimde yürütülmesi, idarelerin belli ayni ve nakdi varlıklara sahip olmalarına bağlıdır. İdarelerin, kamu hizmetlerini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu malların haczedilmesi halinde bu hizmetlerin aksayacağı ya da hiç yerine getirilemeyeceği açıktır. İdarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi nedeniyle bireyler tazminat alacaklarını daha geç tahsil edebileceklerse de bu gecikme için kanuni faiz ödenmesiyle kamu yararı ile birey hakları arasında makul bir denge kurmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesini güvence altına almak amacıyla birey haklarına getirilen bu sınırlamanın ölçüsüz olduğu söylenemez (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).

78. Ancak idarelerin, mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi kuralının arkasına sığınarak mahkeme kararıyla hükmedilen alacak ve tazminatları ödemekten imtina etmeleri, kamu yararı ile kişi hakları arasındaki dengeyi kişilerin zararına olacak şekilde bozabilir. Bu durum, mahkeme kararıyla hükmedilen alacak ve tazminatları ödenmeyen kişi yönünden mülkiyet hakkının ihlali niteliğinde kabul edilir (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 70).

79. Başvuru konusu olayda, başvurucular tarafından Konyaaltı Belediye Başkanlığı aleyhine 16/2/2011 tarihinde Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan dava sonucunda verilen 16/2/2012 tarihli karar, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince 3/7/2012 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular anılan karara dayalı olarak Belediye aleyhine 19/4/2012 tarihinde Antalya 7. İcra Müdürlüğünde ilâma dayalı icra takibi başlatmışlardır.

80. İcra takibinin kesinleşmesinden sonra başvurucuların talebi üzerine, Antalya 7. İcra Müdürlüğünün kararıyla 10/8/2012 tarihinde Belediyenin hesapları üzerine haciz konulmuştur. Belediye, haczin kaldırılmasına yönelik talebinin Antalya 7. İcra Müdürlüğünce reddedilmesi üzerine Antalya 1. İcra Hukuk Mahkemesinde başvurular aleyhine dava açmış ve Mahkemece Belediyenin şikâyeti kabul edilerek, 24/9/2012 tarihinde hacizlerin kaldırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar, temyiz ve karar düzeltme aşamalarından sonra 6/6/2013 tarihinde kesinleşmişse de bu kararın, yalnızca daha önce Mahkeme kararıyla hüküm altına alınan alacak hakkının icra yoluyla infazına engel olduğu, alacak hakkını ortadan kaldırmadığı ve Belediyenin Mahkeme kararının yerine getirme yükümlülüğünün devam ettiği anlaşılmaktadır.

81. Başvurucuların, Mahkeme kararına dayalı ve mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilen alacaklarının tahsili amacıyla İdare aleyhine yaptıkları icra takibinin uzun sürmesi ve alacağa ulaşmada bir belirsizlik bulunması, Mahkemece verilen kararı, etkili sonuçları bakımından konusuz bırakmıştır.

82. Açıklanan gerekçelerle; Mahkemece hükmedilen taşınmaz bedelinin Belediye tarafından ödenmemesi nedeniyle başvurucuların, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

83. Başvurucular, Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararda belirtilen taşınmaz bedelinden Belediye tarafından yapılan ödemelerin düşülmesinden sonra, kalan alacak miktarının kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranıyla tahsilini ve ayrı ayrı 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.

84. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucuların tazminat talepleri konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

85. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

86. Başvurucular, hak ihlalinin giderilmesi için Belediye tarafından yapılan ödemelerin düşülmesinden sonra kalan alacak miktarının, kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranıyla tahsilini ve manevi tazminat ödenmesini talep etmişlerdir. Başvurucuların mahkeme kararına dayalı alacaklarının ödenmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği anlaşılmıştır. Başvurucuların maruz kaldıkları zarar, derece mahkemelerinin nihai kararları verdikleri tarihte almaları gereken tazminatın ödenmemesiyle ilişkilidir. Başvurucuların, Mahkeme kararının icrasına başladıkları 19/4/2012 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesince karar verildiği tarihe kadar iki yıl dokuz ayı aşkın süredir devam eden icra safhasının makul olmadığı ve başvurucuların mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği nazara alındığında, başvurucuların yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında her bir başvurucuya net 7.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

87. Başvurucular, Belediye tarafından yapılan ödemelerin düşülmesinden sonra kalan alacak miktarının kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranıyla ödenmesini talep etmişlerdir. Başvurucuların bu talepleri maddi tazminat talebi olarak değerlendirilmiştir. Maddi zararın karşılanması için tazminata hükmedilmesi, başvurucuların ihlal ile mali kayıp arasında illiyet bağı olduğunu kanıtlamalarına bağlıdır. Başvuruya konu kararda Mahkemece, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin yasal faiziyle Belediyeden tahsiline karar verilmiş, başvurucular tarafından da icra takiplerinde yasal faizle tahsil talebinde bulunulmuştur. Başvurucular, Belediye tarafından yapılan ödemelerin düşülmesinden sonra kalan alacak miktarının kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranıyla ödenmesini talep etmişler, başka bir sebebe dayalı olarak maddi zarar iddiasında bulunmamışlardır. Başvuru konusu olayda, Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucuların, faiz ile enflasyon oranı arasındaki farktan kaynaklanan zarar iddiasında bulunmadıkları, bakiye alacağın kamu alacaklarına uygulanan faiz oranıyla ödenmesini talep ettikleri anlaşılmıştır. Başvurucuların, dava dilekçelerinde yasal faizle tahsil talebinde bulundukları ve Mahkemece yasal faizle tahsile karar verildiği, bu yönden temyiz isteminde bulunulmadığı gibi icra takibinde de yasal faizle tahsil talebinde bulunulduğu dikkate alındığında, başvurucuların, bakiye alacak miktarlarına kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz oranının uygulanması yönündeki maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir. Başvurucular ayrıca Belediye tarafından yapılan ödemelerin düşülmesinden sonra kalan alacak miktarının ödenmesini talep etmişlerse de başvurucuların talep ettikleri maddi tazminatın Mahkemece hüküm altına alındığı, dolayısıyla aynı konuda yeniden maddi tazminata hükmedilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınarak, bu konudaki maddi tazminat taleplerinin de reddine karar verilmesi gerekir.

88. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvuruya konu yargılama sonunda verilen kararın icra edilmediği ve bu hususun başvurucuların mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiği gözetilerek, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, Mahkeme kararının mümkün olan en kısa sürede yerine getirilmesini teminen, kararın bir örneğinin ilgili Belediyeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucuların,

1. Mahkeme kararının yerine getirilmemesi sonucu alacaklarının ödenmemesiyle ilgili ihlal iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucuların her birine net 7.500,00 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin Konyaaltı Belediye Başkanlığına gönderilmesine,

25/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞENAL HAYLAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3457)

 

Karar Tarihi: 25/2/2015

R.G. Tarih-Sayı: 27/5/2015-29368

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucu

:

Şenal HAYLAZ

Vekili

:

Av. Yusuf ŞİMŞEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, Büyüknacar Belediye Başkanlığı (Belediye) aleyhine açtığı iş akdinin feshinden kaynaklanan tazminat ve alacak davası sonunda hükmedilen bedellerin ödenmediğini, Belediye aleyhine yaptığı icra takibinin sonuçsuz kaldığını belirterek, çalışma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 20/5/2013 tarihinde Adana 1. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/10/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 14/11/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 27/12/2013 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi Büyüknacar Belediye Başkanlığında (Belediye) işçi olarak çalışmakta iken, Belediye Başkanlığınca 23/6/2009 tarihinde, işyerindeki verimi düştüğü gerekçesiyle başvurucunun iş akdi feshedilmiştir.

8. Başvurucu, 31/7/2009 tarihinde Belediye aleyhine Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı davada, iş akdinin haksız feshedildiğini ileri sürerek kıdem, ihbar, kötüniyet, iş güvencesi tazminatlarının tahsili ile diğer ücret alacaklarının ödenmesini talep etmiştir.

9. Mahkemece, 4/5/2010 tarih ve E.2009/551, K.2010/355 sayılı kararla başvurucunun yazı işleri müdürü olarak çalıştığı sırada 29 Mart yerel seçimlerinden sonra temizlik işine verildiği, akabinde de iş akdinin haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 20.779,00 TL kıdem tazminatının 23/6/2009 tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte, 2.480,80 TL ihbar tazminatının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 2.380,80 TL'sinin ıslah tarihi olan 22/3/2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, 1.075,00 TL yıllık izin ücretinin 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 975,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte, 10.100,00 TL iş güvencesi tazminatının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 10.000,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren en yüksek işletme kredi faiziyle birlikte, 600,00 TL ilave tediye alacağının 100,00 TL'sinin dava tarihinden, 500,00 TL'sinin ıslah tarihinden itibaren en yüksek işletme kredi faiziyle birlikte davalıdan tahsili ile başvurucuya verilmesine karar verilmiştir.

10. Başvurucu, 3/8/2010 tarihinde anılan Mahkeme kararına dayalı olarak Belediye aleyhine Adana 9. İcra Müdürlüğünün E.2010/10062 sayılı dosyasında, hükmedilen tazminat ve alacaklar ile yargılama gideri, vekalet ücreti ve işlemiş faiz toplamı olan 47.123,76 TL'nin faiziyle tahsili amacıyla ilâma dayalı icra takibi başlatmış ve Belediyeye icra emri gönderilmiştir.

11. Takibin kesinleşmesi sonucu başvurucunun talebi üzerine, Belediyenin Ziraat Bankasında bulunan ve İller Bankasından gelen alacaklarının bulunduğu hesaplarına haciz konulmuştur.

12. Belediye, başvurucu aleyhine 12/11/2010 tarihinde Adana 2. İcra Hukuk Mahkemesinde açtığı şikâyet davasında, İller Bankasından gelen ödemeler üzerine haciz konulamayacağı iddiasıyla haczin kaldırılmasını talep etmiştir.

13. Mahkemece, 23/11/2010 tarih ve E.2010/1016, K.2010/996 sayılı kararla Belediyeye ait banka hesaplarında bulunan vergi, resim, harç ve İller Bankasından gelen payların nitelikleri gereğince haczedilemeyecekleri gerekçesiyle Ziraat Bankası Pazarcık Şubesinde Belediyeye ait hesapta bulunan 37.067,84 TL üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

14. Temyiz üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 22/2/2012 tarih ve E.2012/20652, K.2012/4701 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.

15. Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) verilen kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 25/2/2013 tarih ve E.2010/46966, K.2013/6641 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.

16. Karar, başvurucuya 19/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu, 20/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

18. Adana 9. İcra Müdürlüğü 15/12/2014 tarihli yazısında, 29/4/2014 tarihi itibarıyla toplam borcun 83.547,75 TL olduğunu, dosya kapsamında hiçbir ödeme yapılmadığını, icra dosyasının yenilenerek E.2013/7460 sayılı dosyasında takibin devam ettiğini bildirmiştir.

B. İlgili Hukuk

19. 10/12/2003 tarih ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun “Ödenemeyen giderler ve bütçeleştirilmiş borçlar” kenar başlıklı 34. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Ödeme emri belgesine bağlandığı halde ödenemeyen tutarlar, bütçeye gider yazılarak emanet hesaplarına alınır ve buradan ödenir. Ancak, malın alındığı veya hizmetin yapıldığı malî yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar talep edilmeyen emanet hesaplarındaki tutarlar bütçeye gelir kaydedilir. Gelir kaydedilen tutarlar, mahkeme kararı üzerine ödenir.

Kamu idarelerinin nakit mevcudunun tüm ödemeleri karşılayamaması halinde giderler, muhasebe kayıtlarına alınma sırasına göre ödenir. Ancak, sırasıyla kanunları gereğince diğer kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, prim, fon kesintisi, pay ve benzeri tutarlara, tarifeye bağlı ödemelere, ilama bağlı borçlara, ödenmemesi halinde gecikme cezası veya faiz gibi ek yük getirecek borçlara ve ödenmesi talep edilen emanet hesaplarındaki tutarlara öncelik verilir.

20. 18/6/1927 tarih ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 443. maddesi şöyledir:

“Temyiz dava icrayı tehir etmez. Ancak müstedi indettemyiz haksız çıktığı takdirde mahkümun bihi eda ve teslim edeceğine dair kefaleti kaviye göstermek veyahut mahkümunbih olan nutuk ve eşyayı bir mevkii resmiye depozito etmek veya hasmı tarafından emval ve emlakı haczedilmiş olmak şartiyle Mahkemei Temyiz talep üzerine müstacelen icranın tehirine karar verebilir.

Müstedi Devlet ise veya müzahareti adliyeye nail olup da davanın ve hükmün mahiyetine ve ahvali saireye nazaran icranın tehiri icap ediyorsa bila teminat icranın tehirine karar verilebilir.

Nafaka hükümleri müstesnadır.

Gayrimenkule ve buna mütaallik aynı haklara ve aile ve şahsın hukukuna mütedair hükümler katiyet kesbetmedikçe icra olunamaz.

 (Ek:12/6/1979-2248/9 md.) Hükmün kesinleştiği; ilamın altına veya arkasına yazılıp tarih ve mahkeme mührü konmak ve mahkeme başkanı veya hakimi tarafından imzalanmak suretiyle belirtilir.”

21. 9/6/1932 tarih ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun İcranın geri bırakılması için verilecek süre” kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

“İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir.

Borçlu, Devlet veya adlî yardımdan yararlanan bir kimse ise teminat gösterme zorunluluğu yoktur.

…”

22. 2004 sayılı Kanun’un “Haczi Caiz Olmıyan Mallar ve Haklar” kenar başlıklı 82. maddesinin 1.fıkrası şöyledir:

“Aşağıdaki şeyler haczolunamaz:

1. Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar,

…”

23. 3/7/2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” kenar başlıklı 15. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

“Belediyenin proje karşılığı borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri, şartlı bağışlar ve kamu hizmetlerinde fiilen kullanılan malları ile belediye tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harç gelirleri haczedilemez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 20/5/2013 tarih ve 2013/3457 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, Büyüknacar Belediye Başkanlığınca iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, tazminat ve işçi alacaklarının tahsili amacıyla açtığı dava sonunda tazminat ve işçi alacaklarının davalıdan tahsiline karar verildiğini, karar gereği alacağın tahsili amacıyla Adana 9. İcra Müdürlüğünde yaptığı icra takibine rağmen tazminat ve alacaklarının ödenmediğini, Belediyenin hesapları üzerine konulan haczin de kaldırıldığını, Belediyenin kamu mallarının haczedilmezliğine dayalı kanun hükümlerine dayanarak ödemeden kaçındığını belirterek, mülkiyet ve çalışma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

26. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı dava sonunda tazminat ve işçi alacaklarının davalıdan tahsiline karar verildiği hâlde, Belediye tarafından icra takibine rağmen Mahkemece hükmedilen alacak ve tazminatlarının ödenmediği belirtilerek, çalışma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Bu kapsamda, başvurucunun iddialarının Mahkemece hükmedilen alacak ve tazminatların ödenmeyerek Mahkeme kararının yerine getirilmemesine yönelik olduğu anlaşılmış olup ihlal iddiaları mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Başvurucunun, Mahkeme kararıyla hükmedilen işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmemesiyle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi, bu şikâyetler için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

28. Başvurucu, Mahkeme kararıyla hükmedilen işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmediğini belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun, kesinleşmiş ve infaz edilebilir mahkeme kararının infazının sağlanmadığına dair ihlal iddialarının, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali iddiaları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

30. Adalet Bakanlığının görüşüne karşı başvurucu beyanda bulunmamıştır.

31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

32. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

33. Başvurucunun ihlal iddiaları, iki ayrı başlık altında değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

34. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

35. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

36. Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

37. Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren, bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, K.T. 14/1/2010).

38. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu, mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceğini ve uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

39. Yargı kararının geciktirilmeksizin uygulanması, Anayasa'nın 138. maddesinin dördüncü fıkrasında mahkemelerin bağımsızlığının bir parçası olarak görülmekte ve devlete yargı kararlarını değiştirmeden ve geciktirmeden uygulama yükümlülüğü getirilmektedir.

40. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (bkz. Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

41. Yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir; ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hale getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hallerinde, "mahkemeye erişim hakkı" da anlamını yitirir (B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

42. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin, bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında "dava"nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 34).

43. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. Şayet idare, yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa, bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş /Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 115).

44. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (bkz. Apostol/Gürcistan, B. No:40765/02, 28/2/2007, § 54).

45. Öte yandan Devlet, bir kurumu aleyhinde verilen nihai ve bağlayıcı mahkeme kararıyla ortaya konulan borcunu ifa etmemek için ekonomik kaynak yokluğunu mazeret olarak ileri süremez (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 35).

46. Devlet aleyhine birey lehine verilmiş olan nihai bir kararın söz konusu olduğu durumlarda, birey ayrı bir icra takibi yapmaya zorlanamaz (bkz. Manushaqe Puto ve Diğerleri/Arnavutluk, B. No: 604/07, 34770/09, 43628/07, 31/7/2012, § 71).

47. Anayasanın 138. maddesi metninde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna hükmüne yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında icra edilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu bir devlette, bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargı kararlarının zamanında icra edilmeyerek, sonuçsuz bırakılması kabul edilemez (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

48. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse, adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 65).

49. Yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin başvurucunun adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber, kararların icrasında ne kadar süreli bir gecikmenin hak ihlali sayılacağının, davanın konusu, dava konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir (B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 66).

50. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, Sözleşme’nin 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Bkz., Di Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24).

51. Başvuru konusu olayda, iş akdinin haksız feshedildiği iddiasıyla Belediye aleyhine açılan dava sonucunda işçilik alacaklarının ve tazminatlarının tahsiline karar verilmiş olup, bu sorunun çözümüne yönelik olarak yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

52. Başvurucu, Büyüknacar Belediye Başkanlığı aleyhine Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi sıfatıyla) açtığı dava sonunda işçilik alacakları ve tazminatlarının Belediyeden tahsiline karar verildiğini, Mahkeme kararlarının icrası amacıyla Adana 9. İcra Müdürlüğünde başlattığı ilama dayalı icra takibine rağmen hükmedilen alacak ve tazminatların ödenmediğini, Belediyenin kamu mallarının haczedilmezliğine ilişkin kanun hükümlerine dayanarak ödemeden kaçındığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

53. Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla), başvurucu lehine verilen kararın icra edilebilir olmasına ve başvurucunun hukuk sisteminde düzenlenen tüm başvuru yollarını kullanmasına rağmen, Mahkeme kararıyla hükmedilen işçilik alacakları ve tazminatları herhangi bir sebep gösterilmeden İdare tarafından ödenmemiş ve bu şekilde Mahkeme kararı başvurucu aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanmamıştır.

54. İş mahkemelerinin görevi 30/1/1950 tarih ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan maddede, işçiyle işveren veya işveren vekili arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının iş mahkemelerinde çözümleneceği hüküm altına alınmıştır.

55. Bu şekilde kanun koyucu, iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır (B. No: 2013/4701, 23/1/2013, § 47).

56. İş akdine dayalı olarak açılan alacak ve tazminat davasında derhal bir yargı kararı verilmesinde ve kararın gecikmeksizin icra edilmesinde, çalışanın önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi ve verilen kararların derhal yerine getirilmesi hususunda yargı organlarının ve aleyhine karar verilen Devlet kurumlarının özel bir itina göstermesi gerekir.

57. 1086 sayılı mülga Kanun’un 443. maddesi ile 2004 sayılı Kanun’un 36. maddesine göre parasal bir alacağın tahsiline yönelik kararın icrası için hükmün kesinleşmesi şartı aranmadığı gibi, başvuru konusu olayda Belediye tarafından tehiri icra talebinde de bulunulmadığı anlaşılmaktadır.

58. Hukuka aykırı olarak işçinin iş akdine son veren idarenin, işçilik alacakları veya tazminatlarının tahsiline ilişkin mahkeme kararını makul sürede uygulamaması ya da icra etmemesi adil yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Somut olayda başvurucu lehine verilen Mahkeme kararı, başvurucunun bu kararın icrası için gerekli tüm girişimlerde bulunmasına rağmen Belediye tarafından gerekçe gösterilmeksizin 3/8/2010 icra takip tarihinden itibaren dört yılı aşkın süre boyunca yerine getirilmemiştir. Anılan kararın niteliği dikkate alındığında bu sürenin makul olmadığı açıktır.

59. Belediyenin, aleyhine verilen, infaz edilebilir yargı kararının infazını sağlamak için gerekli tedbirleri almamakla başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği ve dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesini etkili sonuçları bakımından konusuz bıraktığı anlaşılmış olup, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

60. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

61. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez"

62. Anayasa'nın 35. maddesi ve Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

63. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanıyan üçüncü kural ise, ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

64. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 59).

65. AİHM, yargı kararlarının icrasının gecikmesini, "mülkten barışçıl yararlanma" hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (bkz. Burdov /Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40).

66. Bu kapsamda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

67. Bir mahkeme hükmünden doğan alacak, icra edilebilir olduğunun kanıtlanması durumunda mal ve mülk olarak kabul edilebilir (bkz. Burdov/Rusya, B. No:59498/00, 7/5/2002, § 40). İş akdi haksız olarak feshedilen işçi tarafından açılan dava sonunda, işçilik alacaklarının ve tazminatlarının ödenmesine yönelik mahkeme kararının icra edilebilir olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

68. AİHM, demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesine atıfla, alacak hakkı bulunduğunu gösteren yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini kabul etmektedir (bkz. Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No:6334/05, 23/10/2012, § 155).

69. Öte yandan, Sözleşme'nin 6. maddesi ile Protokol'ün 1. maddesi, devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (bkz. Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 30/11/2005, § 84). Bir mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durum Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinin ihlali anlamına gelir (B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 66).

70. Başvuru konusu olayda Mahkemece, iş akdine haksız olarak son verilen işçinin açtığı dava sonunda işçilik alacakları ve tazminatların Belediyeden tahsiline karar verilmiş olup, hüküm altına alınan alacak ve tazminatlar, başvurucunun alacak hakkı olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla mahkeme kararına dayalı bu alacaklar "mülkiyet" hakkı kapsamında değerlendirilmelidir.

71. "İyi yönetim" ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda, kamu otoritelerinin, uygun zamanda, uygun yöntemle ve herşeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (bkz. Krstic/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78).

72. 2004 sayılı Kanun’un 82. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Devlet malları ile mahsus kanunlarında haczi caiz olmadığı gösterilen mallar haczedilemez.” Bu kuralın amacı, idarelerin yerine getirmekle görevli oldukları kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için gerekli olan kaynaklarının korunmasıdır. Toplumsal yaşamın sürekli, düzenli ve sistemli bir şekilde sürdürülebilmesi için zorunlu olan kamu hizmetlerinin kesintisiz bir biçimde yürütülmesi, idarelerin belli ayni ve nakdi varlıklara sahip olmalarına bağlıdır. İdarelerin, kamu hizmetlerini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu malların haczedilmesi halinde bu hizmetlerin aksayacağı ya da hiç yerine getirilemeyeceği açıktır. İdarelerin mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi nedeniyle bireyler alacak ve tazminatlarını daha geç tahsil edebileceklerse de bu gecikme için kanuni faiz ödenmesiyle kamu yararı ile birey hakları arasında makul bir denge kurulmaya çalışılmıştır. Bu nedenle kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesini güvence altına almak amacıyla birey haklarına getirilen bu sınırlamanın ölçüsüz olduğu söylenemez (AYM, E.2010/83, K.2012/169, K.T. 1/11/2012).

73. Ancak idarelerin, mal, hak ve alacaklarının haczedilememesi kuralının arkasına sığınarak mahkeme kararıyla hükmedilen alacak ve tazminatları ödemekten imtina etmeleri, kamu yararı ile kişi hakları arasındaki dengeyi kişilerin zararına olacak şekilde bozabilir. Bu durum, mahkeme kararıyla hükmedilen alacak ve tazminatları ödenmeyen kişi yönünden mülkiyet hakkının ihlali niteliğinde kabul edilir.

74. Başvuru konusu olayda, başvurucunun, iş akdinin Belediye tarafından feshedilmesi üzerine, 31/7/2009 tarihinde Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı dava sonucunda verilen 4/5/2010 tarihli karar, Yargıtay 9. Hukuk Dairesince onanarak 25/2/2013 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu anılan karara dayalı olarak Belediye aleyhine 3/8/2010 tarihinde Adana 9. İcra Müdürlüğünde icra takibi başlatmıştır.

75. Takibin kesinleşmesi sonucu başvurucunun talebi üzerine borçlu Belediyenin, Ziraat Bankası Pazarcık Şubesindeki hesaplarına haciz konulmuştur.

76. Borçlu Belediye, haczin usulsüz olduğu iddiasıyla Adana 2. İcra Hukuk Mahkemesinde haczedilmezlik şikâyeti davası açmış ve Mahkemece 23/11/2010 tarihinde şikâyetin kabulüne, başvurucunun talebi üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmiştir. Kararın temyizi sonucu, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 22/2/2012 tarihli ilâmıyla hüküm onanmıştır.

77. Başvurucunun, Mahkeme kararına dayalı olarak 3/8/2010 tarihinde borçlu Belediye aleyhine başlattığı ilâma dayalı icra takibinin halen devam ettiği, borçlu Belediye tarafından hiçbir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

78. Başvurucunun, Mahkeme kararına dayalı ve mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilen alacaklarının tahsili amacıyla İdare aleyhine yaptığı icra takibinin uzun sürmesi ve alacağa ulaşmada bir belirsizlik bulunması, Mahkemece verilen kararı, etkili sonuçları bakımından konusuz bırakmıştır.

79. Açıklanan gerekçelerle; Mahkemece hükmedilen işçilik alacakları ve tazminatların Belediye tarafından ödenmemesi nedeniyle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

80. Başvurucu, Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesince verilen kararda belirtilen tazminat miktarları ile Belediye tarafından yapılan iş değişikliğinden kaynaklanan 70.000,00 TL maddi tazminatın ödenmesini talep etmiştir.

81. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat talebi konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

82. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

83. Başvurucunun maruz kaldığı zarar, Derece Mahkemesinin nihai kararı verdiği tarihte alması gereken alacak ve tazminatların ödenmemesiyle ilişkilidir. Başvurucunun, Mahkeme kararının icrasına başladığı 3/8/2010 tarihinden itibaren Anayasa Mahkemesince karar verildiği tarihe kadar 4 yıl 4 aydır süren icra safhasının makul olmadığı ve başvurucunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği belirlenmişse de başvurucunun yalnızca maddi tazminat talebinde bulunduğu anlaşılmıştır.

84. Başvuru konusu olayda, Mahkeme kararıyla hükmedilen alacak ve tazminatların ödenmemesi nedeniyle Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucunun maddi tazminat talebinin, Mahkeme kararıyla hüküm altına alınan işçilik alacakları ve tazminatlarının ödenmemesi ile Belediye tarafından yapılan iş değişikliğinden kaynaklandığı, faiz kaybı veya manevi tazminat talebinin olmadığı belirlenmiştir.

85. Başvurucunun talep ettiği maddi tazminatın Pazarcık Asliye Hukuk Mahkemesince hüküm altına alındığı, dolayısıyla aynı konuda yeniden maddi tazminata hükmedilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınarak, maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

86. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

87. Başvuruya konu yargılama sonunda verilen kararın icra edilmediği ve bu hususun başvurucunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiği gözetilerek, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, Mahkeme kararlarının mümkün olan en kısa sürede yerine getirilmesini teminen, kararın bir örneğinin ilgili Belediyeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun;

1. Mahkeme kararının yerine getirilmemesi sonucu alacak ve tazminatların ödenmemesiyle ilgili ihlal iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin Pazarcık Belediye Başkanlığına (kapatılan Büyüknacar Belediye Başkanlığı) gönderilmesine,

25/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET HOCAOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3207)

 

Karar Tarihi: 15/10/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 25/12/2015-29573

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucu

:

Mehmet HOCAOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Mahkeme kararının Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/5/2013 tarihinde Babaeski Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 20/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 31/10/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığın 25/11/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, Bulgaristan’dan zorunlu göçe tabi tutularak Türkiye’ye gelmiş; 5/1/1998 tarihinde sözleşmeli öğretmen olarak, 11/2/1998 tarihinde ise kadrolu öğretmen olarak göreve başlamıştır.

8. Başvurucu, Kırklareli ili Babaeski ilçesinde öğretmen olarak görev yapmakta iken Bulgaristan'da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin kazanılmış hak aylığı intibakının tespitinde değerlendirilmesi amacıyla Kırklareli Valiliği aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde dava açmıştır.

9. Mahkeme, 17/9/2003 tarihli ve E.2003/400, K.2003/794 sayılı kararı ile başvurucunun Bulgaristan’da öğretmen olarak görev yaptığı sürelerin kazanılmış hak aylık derecesinin tespitinde değerlendirilmesine yönelik başvurusunun davalı tarafından reddine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar vermiş ve Mahkeme kararının kesinleşmesi üzerine buna ilişkin emekli keseneği ve karşılık farkları ilgili kurumdan tahsil edilmiştir.

10. Başvurucu, Bulgaristan'da geçen ve Mahkeme kararı uyarınca kazanılmış hak aylığı intibakında değerlendirilen sürelerin Emekli Sandığı hizmetleri ile de birleştirilmesi talebiyle SGK'ya müracaat etmiş ancak bu talebi reddedilmiştir.

11. Başvurucu, redde ilişkin işlemin iptal edilmesi istemiyle SGK aleyhine Edirne İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır.

12. Mahkeme, 25/9/2007 tarihli ve E.2007/187, K.2007/1096 sayılı kararı ile dava konusu işlemin iptaline karar vermiştir.

13. Davalının temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesi, 16/1/2008 tarihli ve E.2009/2080, K.2011/1416 sayılı ilamı ile "... Uyuşmazlık konusu olayda işlem tesisine yetkili makam Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı (devredilen T.C. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü) olduğundan, uyuşmazlığın Sosyal Güvenlik Başkanlığının bulunduğu yer idare mahkemesi olan Ankara İdare Mahkemesince görülüp çözümlenmesi gerekmekte olup, genel yetki kurallarına aykırı olarak açılan davayı işin esasına girerek çözümleyen Edine İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir..." gerekçesiyle yer yönünden yetkisizlik nedeniyle kararı bozmuştur.

14. Yargılamaya devam eden Ankara 4. İdare Mahkemesi, 25/6/2008 tarihli ve E.2008/1234, K.2008/1639 sayılı kararında "... 657 sayılı Kanun’a göre yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerin 12 yılı geçmemek üzere 2/3’ünün intibaklarında değerlendirileceği, Türk soydaşı olan ve Bulgaristan'da öğretmen olarak görev yapmakta iken zorunlu göç kapsamında Türkiye'ye gelip Türk vatandaşlığına geçen ve 657 sayılı Kanun'a tabi öğretmen kadrosunda görev yapan davacının, Bulgaristan'da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin anılan Kanun hükümleri karşısında emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır" gerekçesiyle dava konusu işlemin iptal edilmesine karar vermiştir.

15. Davalının temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesi, 18/5/2010 tarihli ve E.2008/5294, K.2010/4328 sayılı ilamı ile hükmü onamıştır.

16. Davalının karar düzeltme talebi, aynı Dairenin 27/6/2012 tarihli ve E.2010/8757, K.2012/4592 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

17. Diğer taraftan başvurucunun 9 aylık 4/1-a (SSK) kapsamındaki sigortalı hizmeti ile 15 yıl 1 aylık 4/1-c kapsamındaki hizmeti olmak üzere toplam 15 yıl 10 aylık hizmet süresi üzerinden 15/3/2013 tarihinden itibaren 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre emekli aylığı SGK tarafından bağlanmıştır.

18. Başvurucunun aylık bağlamaya esas alınan hizmet süresine -Ankara 4. İdare Mahkemesinin 25/6/2008 tarihli kararına rağmen- Bulgaristan'da geçen öğretmenlik hizmetlerinin ilave edilmemesi üzerine başvurucu, 10/4/2013 tarihli dilekçesi ile SGK'ya müracaat ederek Mahkeme kararının uygulanmasını ve Bulgaristan'da geçen hizmetlerinin emekliliğine esas hizmet süresinin tespitinde dikkate alınmasını talep etmiştir.

19. Başvurucunun talebi SGK'nın 17/5/2013 tarihli işlemi ile reddedilmiştir.

20. Başvurucu 8/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

21. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36. maddesi şöyledir:

“…

C) 1 - Teknik hizmetler sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel müesseselerde ifa edenlerle memuriyetten ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memuriyete girmek isteyenlerin teknik hizmetlerde geçen süresinden bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen sürenin tamamı ve geri kalan sürenin 3/4 ü toplamı memuriyette geçmiş sayılarak bu süreler her yılı bir kademe ilerlemesi ve her üç yıl için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir.

2 - Sağlık hizmetleri ve yardımcı sağlık hizmetleri sınıfına girenlerden memurluğa girmeden önce yurt içinde veya yurt dışında mesleklerini serbest olarak veya resmi veya özel kurumlarda yapanlarla, memurluktan ayrıldıktan sonra bu işlerde çalışarak yeniden memurluğa girmek isteyenlerin sağlık hizmetlerinde geçen süresinden, bu kanun ve bu kanunun 87 nci maddesinde sözü edilen kurumlarda geçen süreleri ile 196 ncı maddede belirtilen şekilde tespit edilecek mahrumiyet bölgelerinde en az 3 yıl çalışanların veya çalışacak olanların sürelerinin tamamı ve geri kalan sürelerinin 3/4 ü toplamı memurlukta geçmiş sayılarak bu sürelerin her yılı için bir kademe ilerlemesi ve her üç yılı için bir derece yükselmesi verilmek suretiyle değerlendirilir.

…”

22. 657 sayılı Kanun’un ek geçici 2. maddesi şöyledir:

“1/3/1970 tarihi ile 30/11/1970 tarihi arasında görevde bulunmaları nedeniyle intibakı yapılmış olanlar ile 30/11/1970'den 1/3/1975 tarihine kadar olan sürede göreve alınanlardan bu madde gereğince değerlendirmeye esas alınan, hizmetlerde öğrenim durumları değişmemiş olanların derece ve kademelere intibakı aşağıdaki esaslara göre yapılır.

C) Aşağıda gösterilen görevlerde başarılı olarak geçen süreler (B) fıkrasındaki sürelere eklenir.

k) Yabancı memleketlerde öğretmen olarak Türk kültürüne hizmet edenlerden Türk vatandaşlığına geçmiş ve Devlet memuru olmuş olanların, yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerinin, (12 yılı geçmemek üzere 2/3'ü)”

23. 657 sayılı Kanun’un ek geçici 59. maddesi şöyledir:

 “Bu kanuna tabi kurumlarda halen sürekli işçi statüsü veya sözleşmeli statüde çalışmakta olan Ahıska Türkleri ve Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlardan Türk vatandaşlığına geçmiş olup bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren 1995 yılı sonuna kadar memurluğa geçmek için yazılı olarak başvuranlar, öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri tavanı aşmamak kaydı ile bu Kanunun Ek Geçici 1, 2 ve 3 üncü maddeleri hükümlerine göre; 458 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümleri de dikkate alınarak derece ve kademeleri tespit edilmek suretiyle sınav şartı aranmaksızın boş memur kadrolarına intibak ettirilebilirler.

 Bu Kanunun yayımı tarihinden sonra hizmete alınan Ahıska Türkleri ve Bulgaristan'dan zorunlu göçe tabi tutulan soydaşlardan Türk vatandaşlığına geçmiş olanlardan göreve başladıkları tarihten itibaren 6 ay içinde memurluğa geçmek için yazılı olarak başvuranlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.”

24. 24/5/1983 tarihli ve 2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanun’un 4. maddesi şöyledir:

“Kurumlara tabi çeşitli işlerde çalışmış olanların hizmet süreleri, aynı tarihlere rastlamamak kaydıyla bu Kanuna göre aylık bağlanmasına hak kazanıldığında birleştirilir.

Ancak, hizmet süreleri toplamının aylık bağlanmasına yeterli olmaması halinde, bu Kanun hükümleri uygulanmaz.”

25. 8/5/1985 tarihli ve 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:

Türk vatandaşları ile doğumla Türk vatandaşı olup da çıkma izni almak suretiyle Türk vatandaşlığını kaybedenlerin on sekiz yaşını doldurduktan sonra Türk vatandaşı olarak yurt dışında geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri hâlinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.”

26. 3201 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesi şöyledir:

“Sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkelerden 1/1/1989 tarihinden bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihe kadar zorunlu göçe tabi tutulan, Türk vatandaşı olup Türkiye’de ikamet eden ve 1/7/1976 tarihli ve 2022 sayılı Kanun dahil olmak üzere sosyal güvenlik kuruluşlarından gelir veya aylık almamak koşulu ile yurt dışında geçen ve belgelendirilen çalışma süreleri bu Kanuna göre borçlandırılmak suretiyle yaşlılık aylığı bağlanmasında sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 15/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 8/5/2013 tarihli ve 2013/3207 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, Mahkeme kararına rağmen Bulgaristan'da öğretmen olarak geçen hizmet sürelerinin Türkiye'de çalıştığı hizmet süresine eklenmeden emekli aylığının bağlandığını, Bulgaristan'da geçen hizmetlerinin emekliliğine esas hizmet süresinin tespitinde dikkate alınmadığını, konu ile ilgili olarak SGK'ya yaptığı müracaatların reddedildiğini, emekli maaşı ve emekli ikramiyesinin ödenmesinde Mahkeme kararına rağmen eksik ödeme yapıldığını, emeklilik hizmet süresine dâhil edilmeyen 12 yıl için ödeme yapılması gerektiğini belirterek sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; Bulgaristan’daki hizmetinin karşılığı olan emekli ikramiyesi ve emekli maaşına yansıyacak tutarın faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

29. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, Ankara 4. İdare Mahkemesinin kararına rağmen Bulgaristan'da geçen hizmetlerinin emekliliğine esas hizmet süresinin tespitinde SGK tarafından dikkate alınmadığını, emekli maaşı ve emekli ikramiyesinin eksik ödendiğini belirterek sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu kapsamda, başvurucunun iddialarının Mahkeme kararının yerine getirilmemesine yönelik olduğu anlaşılmış olup ihlal iddiaları, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Başvurucunun, Bulgaristan’da geçen hizmet sürelerinin Mahkeme kararına rağmen emekliliğe esas hizmet süresine eklenmemesiyle ilgili şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

31. Başvurucu, Bulgaristan’da geçen hizmet sürelerinin Mahkeme kararına rağmen emekliliğe esas hizmet süresine eklenmediğini, bu şekilde emekli maaşı ve emekli ikramiyesinin eksik ödendiğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

32. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun kesinleşmiş ve infaz edilebilir mahkeme kararının infazının sağlanmadığına dair ihlal iddialarının, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlali iddiaları kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

33. Bakanlığın görüşüne karşı başvurucu beyanda bulunmamıştır.

34. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

35. Başvurucunun ihlal iddiaları iki ayrı başlık altında değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası

36. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."

38. Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında ilgili hükmü, Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

39. Anayasa'nın 36. maddesinde ifade edilen hak arama özgürlüğü, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biri olmakla birlikte aynı zamanda toplumsal barışı güçlendiren; bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme, haksızlığı önleme uğraşının da aracıdır. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı, sadece yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunmada bulunma hakkını değil, yargılama sonunda hakkı olanı elde etmeyi de kapsayan bir haktır (AYM, E.2009/27, K.2010/9, 14/1/2010).

40. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan adil yargılanma hakkı, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasa'nın, yasama ve yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu ve mahkeme kararlarının değiştirilemeyeceği ile uygulanmasının geciktirilemeyeceğini ifade eden 138. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 57).

41. Sözleşme'nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde açıkça kararların icrasından bahsedilmediği için AİHM, mahkemeye erişim hakkından yola çıkarak kararların icrası hakkını adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç vermesini sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40).

42. Yargılama sonucunda mahkemenin bir karar vermiş olması yeterli değildir, ayrıca bu kararın etkili bir şekilde uygulanması da gerekir. Hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını, taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde "mahkemeye erişim hakkı" da anlamını yitirir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28).

43. AİHM, kesinleşmiş ve bağlayıcı bir yargı kararının, lehine karar verilen tarafın zarar görmesine rağmen infaz edilmemesi durumunda, Sözleşme'nin 6. maddesinin teminat altına aldığı mahkemeye erişim hakkının bir anlam ifade etmeyeceğini vurgulamaktadır. Hangi yargı makamı verirse versin bir yargı kararının veya hükmünün infaz edilmesi, 6. madde anlamında "dava"nın tamamlayıcı unsuru olarak değerlendirilmelidir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 34).

44. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. Şayet idare, yargı kararını uygulamayı reddediyor veya ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar, her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş. /Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, § 115).

45. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamında bir yargı yerine ulaşma hakkının, sadece teorik olarak bu hakkın tanınmasını değil, aynı zamanda o yargı yerinden alınan nihai kararın icrasına yönelik meşru bir beklentiyi de koruduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).

46. Anayasa’nın 138. maddesinde mahkeme kararlarına uyma, bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme hususunda yasama ve yürütme organları ile idare makamları lehine herhangi bir istisna kurala yer verilmemiştir. Yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette, bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün olmaz (Arman Mazman, § 61).

47. Anayasa'nın 138. maddesinin son fıkrasında düzenlenen yargı kararlarının geciktirilmeksizin uygulanması yükümlülüğü, hukukun genel ilkelerinden biri olarak da kabul edilen kesin hükme saygı ilkesinin de bir gereğidir. Çünkü bir hukuk sisteminde yargının verdiği ve bağlayıcı olan kesin hüküm, zarar gören taraflardan biri açısından işlevsiz duruma getirilmişse adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerin bir anlamı kalmayacaktır (Arman Mazman, § 65).

48. Yargı kararlarının icrasındaki gecikmenin başvurucunun adil yargılanma hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmekle beraber kararların icrasında yaşanan gecikmenin hangi sürelere ulaştığında hak ihlali sayılacağının somut davanın koşullarına göre incelenmesi gerekir (Arman Mazman, § 66). Bu koşulları; davanın konusu, dava konusu bir alacağın veya tazminatın ödenmesiyse alacak veya tazminatın mahiyeti, başvurucunun kararın icrasındaki menfaati, yargı kararının icrasının başvurucu için önemi, ödeme ile sorumlu idarenin bütçe imkânları ve ödeme konusundaki tutumu, alacak veya tazminatın ödemenin gecikmesi nedeniyle değer kaybedip kaybetmediği, davanın kararın icra safhasıyla beraber toplam süresi ile kararın icrasında geçen süre gibi unsurlar belirleyebilir.

49. Nitekim AİHM, mahkeme tarafından verilen hükmün yerine getirilmesini, Sözleşme’nin 6. maddesi bakımından yargılamanın bütünleyici bir parçası olarak görmekte ve yargılamanın uzunluğuyla ilgili davalarda da incelemektedir (Di Pede/İtalya, B. No: 15797/89, 26/9/1996, §§ 20-24).

50. Başvuru konusu olayda başvurucunun Bulgaristan’dan zorunlu göçe tabi tutularak Türkiye’ye geldiği, 5/1/1998 tarihinde sözleşmeli öğretmen olarak göreve başladığı, 11/2/1998 tarihinde ise kadrolu öğretmen olarak atandığı, Türkiye’deki 15 yıl 10 aylık hizmet süresi sonunda 15/3/2013 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekliye ayrıldığı ve başvurucuya 15 yıl 10 aylık hizmet süresi üzerinden emekli aylığı bağlandığı anlaşılmıştır.

51. Başvurucu, kazanılmış hak aylık derecesinin tespitinde değerlendirilen Bulgaristan’da geçen öğretmenlik süresinin, emekliliğe esas hizmet süresinin tespitinde de değerlendirilmesi talebiyle SGK’ya başvuruda bulunmuş; SGK tarafından bu talep reddedilmiştir.

52. Başvurucu, anılan işlemin iptali amacıyla SGK aleyhine İdare Mahkemesinde dava açmıştır. Davalı SGK savunmasında, Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında sosyal güvenlik anlaşması imzalanmadığını, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi işlem görerek devlet memurluğuna atanan kişilerin Bulgaristan vatandaşı olarak Bulgaristan’da görev yapmak suretiyle geçen hizmetlerinin gerek kazanılmış hak aylıklarının gerekse emekli keseneğine esas aylıklarının tespitinde değerlendirme olanağının bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

53. Ankara 4. İdare Mahkemesi, iddia ve savunma ile tüm delilleri inceleyerek 25/6/2008 tarihinde, yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerin 12 yılı geçmemek üzere 2/3’ünün intibak işlemlerinde değerlendirilebileceği ve başvurucunun Bulgaristan’da öğretmenlik yaptığı hizmet sürelerinin emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle SGK’nın işleminin iptaline karar vermiştir. Davalı SGK’nın temyiz ve karar düzeltme talepleri Danıştay Onbirinci Dairesince reddedilerek 27/6/2012 tarihinde karar kesinleşmiştir.

54. Başvurucu, Ankara 4. İdare Mahkemesinin 25/6/2008 tarihli kararının kesinleşmesinden sonra 15/3/2013 tarihinde emekli olmuş ve SGK’ya başvurarak Mahkeme kararının uygulanmasını, Bulgaristan’da geçen öğretmenlik süresinin emekliliğe esas hizmet süresinin tespitinde dikkate alınmasını ve bu doğrultuda emekli ikramiyesi ve emekli maaşı ödenmesini talep etmiştir.

55. SGK, 17/5/2013 tarihli yazısıyla Bulgaristan ile Türkiye Cumhuriyeti arasında Sosyal Güvenlik anlaşması imzalanmadığı, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi işlem görerek devlet memurluğuna atanan kişilerin Bulgaristan’da görev yapmak suretiyle geçen hizmet sürelerinin, gerek kazanılmış hak aylıklarının gerekse emekli keseneğine esas aylıklarının tespitinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Bu nedenle başvurucunun Bulgaristan’da geçen hizmetlerinin intibakta ve hizmet kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığını belirterek talebi reddetmiştir.

56. Başvuru dosyasının incelenmesinden SGK tarafından, Ankara 4. İdare Mahkemesinin kesinleşen kararının hâlen uygulanmadığı, başvurucunun anılan kararın uygulanması talebinin reddedilmesine ilişkin yazıda belirtilen hususların Derece Mahkemelerinde de ileri sürüldüğü ve bu savunmalar yerinde görülmeyerek işlemin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. Bu şekilde başvurucunun lehine olan ve 27/6/2012 tarihinde kesinleşen Mahkeme kararının, başvurucunun emekli olduğu 15/3/2013 tarihinden Anayasa Mahkemesince kararın verildiği 15/10/2015 tarihine kadar iki yıl yedi aydır uygulanmadığı, anılan kararın niteliği dikkate alındığında bu sürenin makul olmadığı açıktır.

57. Öte yandan SGK tarafından gönderilen 27/8/2015 tarihli yazıda, anılan Mahkeme kararı uyarınca yapılacak borçlanma işlemi sonrasında Bulgaristan’da geçen hizmet süresinin emekliliğe esas hizmet süresinde dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Ancak bu iddianın, başvurucunun ilk talebi üzerine SGK tarafından verilen cevapta yargılama sırasında savunma, temyiz ve karar düzeltme dilekçelerinde, Mahkeme kararının kesinleşmesinden sonra kararın uygulanmasına yönelik başvurucunun talebinin reddine dair yazıda ileri sürülmediği, Mahkeme kararının uygulanıp uygulanmadığını belirlemek amacıyla Anayasa Mahkemesince yazılan yazı üzerine bildirildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla sonradan ileri sürülen bu iddianın somut başvuru açısından kararın uygulanmasına engel teşkil etmeyeceği kabul edilmiştir.

58. Açıklanan nedenlerle SGK’nın, aleyhine verilen ve infaz edilebilir yargı kararını uygulamamasının başvurucunun mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği dolayısıyla Anayasa'nın 36. maddesini etkili sonuçları bakımından konusuz bıraktığı anlaşılmış olup başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

59. Anayasa'nın 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

60. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez"

61. Anayasa'nın 35. maddesi ve Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

62. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

63. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 59).

64. AİHM, yargı kararlarının icrasının gecikmesini, "mülkten barışçıl yararlanma" hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov /Rusya, § 40).

65. Bu kapsamda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek mal varlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008).

66. Bir mahkeme hükmünden doğan alacak, icra edilebilir olduğunun kanıtlanması durumunda mal ve mülk olarak kabul edilebilir (Burdov/Rusya, § 40).

67. Ancak somut olayda olduğu gibi Bulgaristan’da öğretmenlik yapan başvurucunun, orada geçen hizmet sürelerinin Türkiye’deki emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlem nedeniyle mülkiyet hakkına müdahale olup olmadığının belirlenmesi için bu durumun mülkiyet hakkı kapsamında bir hak teşkil edip etmediğinin belirlenmesi gerekir.

68. AİHM’in, Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında genel olarak uyguladığı tüm ilkeler, sosyal haklar için de geçerlidir. Dolayısıyla Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi gelecekte bir mülkü edinme hakkını garanti altına almadığı gibi belli miktarda emekli aylığı alma hakkını da garanti altına almamaktadır. Benzer şekilde, Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, Sözleşme’ye taraf olmayan bir devletteki çalışma karşılığı hak edilen emekli aylığı alma hakkını da garanti altına almaz. Ayrıca Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, Sözleşme’ye taraf olan devletlere, herhangi bir sosyal güvenlik programına sahip olup olmama veya böyle bir program kapsamında sağlanacak hakların türünü veya miktarını belirleme konusundaki karar verme özgürlüğüne de sınır koymamıştır. Ancak Sözleşme’ye taraf olan devlet, bir sosyal hak olarak emekli aylığı ödemesini yasal bir hak olarak kabul etmişse (bu hakka sahip olmak, daha önce ödenen katkı paylarına bağlı olsun ya da olmasın) bu yasal hakkın, şartları sağlayan kişiler için Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında maddi bir menfaat oluşturduğu kabul edilmelidir (Andrejeva/Letonya, B. No: 55707/00, 18/2/2009, § 77).

69. AİHM demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğü ilkesine atıfla, alacak hakkı bulunduğunu gösteren yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle mülkiyet hakkının da ihlal edildiğini kabul etmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 155).

70. Başvuru konusu olayda Ankara 4. İdare Mahkemesince başvurucunun yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerinin 12 yılı geçmemek üzere 2/3’ünün intibaklarında değerlendirilebileceği ve başvurucunun Bulgaristan’da öğretmenlik yaptığı hizmet sürelerinin emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle işleminin iptaline karar verilmiştir. Başvurucuya SGK tarafından Türkiye’deki görev süresi olan 15 yıl 10 aylık hizmet süresi üzerinden emekli maaşı bağlanmış, Bulgaristan’da geçen görev süreleri emeklilik ikramiyesi ve maaşının hesaplanmasında dikkate alınmamıştır. Ankara 4. İdare Mahkemesi kararında belirtildiği şekilde Bulgaristan’daki hizmet sürelerinin dikkate alınmamasının, başvurucunun daha fazla emekli ikramiyesi ve maaşı almasına engel olabileceği, kararın uygulanmamasının başvurucunun maddi menfaatini etkilediği, Mahkeme kararı ile belirlendiği üzere başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki bir menfaatinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

71. Bir mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durum Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinin ihlali anlamına gelir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, § 66).

72. Başvuru konusu olayda başvurucunun, Bulgaristan’da öğretmen olarak geçen sürelerin emekliliğe esas hizmet süresinde değerlendirilmesi talebiyle SGK’ya yaptığı başvurunun reddedilmesi üzerine SGK aleyhine açtığı davada Ankara 4. İdare Mahkemesi, başvurucunun yurt dışında öğretmenlikte geçen hizmetlerinin 12 yılı geçmemek üzere 2/3’ünün intibaklarında değerlendirilebileceği, Bulgaristan’da öğretmenlik yapan başvurucunun orada geçen hizmet sürelerinin emeklilik intibakında değerlendirilmemesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle SGK’nın işleminin iptaline karar vermiş, SGK’nın temyiz ve karar düzeltme talebinin Danıştay Onbirinci Dairesince reddedilmesi üzerine 27/6/2012 tarihinde karar kesinleşmiş ve başvurucu da 15/3/2013 tarihinde emekli olmuştur.

73. Başvurucu, anılan kararın kesinleştiğini belirterek karar doğrultusunda işlem yapılmasını ve Bulgaristan’da geçen görev sürelerinin emekliliğe esas fiilî hizmet süresinin tespitinde değerlendirilmesini talep etmiş; SGK tarafından bu talep 17/5/2013 tarihinde reddedilmiştir. Bu şekilde başvurucunun lehine olan kesinleşmiş Mahkeme kararının, başvurucunun emekli olduğu 15/3/2013 tarihinden itibaren uygulanmaması, kararı etkili sonuçları bakımından konusuz bırakmıştır.

74. Açıklanan gerekçelerle Mahkemece verilen ve kesinleşen karar doğrultusunda işlem yapılmaması nedeniyle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

75. Başvurucu Bulgaristan’daki hizmetinin karşılığı olarak emekli ikramiyesi ve emekli maaşına yansıyacak tutar olan 21.600 TL’nin faiziyle birlikte ödenmesini talep etmiştir.

76. Bakanlık görüşünde, başvurucunun tazminat talebi konusunda değerlendirme yapılmamıştır.

77. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesi şöyledir:

 “Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

78. Başvurucunun maruz kaldığı zarar, Derece Mahkemesinin kararı doğrultusunda işlem yapılmaması ile ilişkilidir. Başvurucunun emekli olduğu 15/3/2013 tarihinden Anayasa Mahkemesince karar verilen 15/10/2015 tarihine kadar geçen iki yıl yedi aylık sürenin makul olmadığı ve başvurucunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği belirlenmişse de başvurucunun, yalnızca emekli ikramiyesi ve emekli maaşının faiziyle ödenmesine yönelik maddi tazminat talebinde bulunduğu, manevi tazminat talebinin olmadığı anlaşılmıştır.

79. Başvurucunun talep ettiği maddi tazminatın, Ankara 4. İdare Mahkemesince verilen karar doğrultusunda yapılacak işleme ilişkin olduğu dolayısıyla aynı konuda yeniden maddi tazminata hükmedilmesinin mümkün olmadığı dikkate alınarak maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

80. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

81. Başvuruya konu yargılama sonunda verilen kararın icra edilmediği ve bu hususun başvurucunun mülkiyet ve adil yargılanma haklarını ihlal ettiği gözetilerek hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla Mahkeme kararlarının mümkün olan en kısa sürede yerine getirilmesini teminen, kararın bir örneğinin SGK’ya gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun, Mahkeme kararının yerine getirilmemesi nedeniyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun,

1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına gönderilmesine

15/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ KAYAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/9814)

 

Karar Tarihi: 20/3/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 1/5/2019 - 30761

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Ali KAYAN

Vekilleri

:

Av. Necmettin POLAT

 

 

Av. Nafiz ÖLMEZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru taşınmazın tapuya tesciline ilişkin kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması sebebiyle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/6/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Tescil Davası Süreci

9. Başvurucu Diyarbakır'ın Dicle ilçesine bağlı Çavlı köyünde bulunan ve tapuda kayıtlı bulunmayan iki taşınmazın kendi adına tescil edilmesi talebiyle 29/7/2009 tarihinde Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinde Maliye Hazinesi, Çavlı köyü ve Orman Genel Müdürlüğü aleyhine dava açmıştır. Başvurucunun ayrıca aynı köyde yer alan bir başka taşınmaz yönünden açtığı tescil davası da bu dava ile birleştirilerek yargılamaya devam edilmiştir.

10. Mahkeme 7/1/2010 tarihinde kadastro, ziraat ve orman alanlarında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında keşif yapmıştır. Keşif sırasında dinlenilen mahalli bilirkişiler ve davacı tanığı, bu taşınmazın 30-35 yılı aşkın bir süreden beri başvurucu tarafından tarla olarak kullanıldığını beyan etmişlerdir.

11. Kadastro uzmanı teknik bilirkişinin 19/1/2010 tarihli raporunda, dava konusu taşınmazların Çavlı köyü kadastro çalışma alanı sınırı dışında bırakıldığı belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca krokide (A) harfi ile gösterilen 1.691,23 m2 yüz ölçümlü kısmın bağ olarak, (B) harfi ile gösterilen 10.976,21 m2 yüz ölçümlü ve (C) harfi ile gösterilen 37.505,58 myüz ölçümlü kısımların buğday ekilmek suretiyle tarla olarak kullanıldığı bildirilmiştir. Orman uzmanı teknik bilirkişi, bu taşınmazların en eski tarihli memleket haritası ve orman amenajman planında orman olmadığını ve bitki örtüsü ile toprak yapısına göre orman sayılmayan yerlerden olduğunu belirtmiştir. Ziraat uzmanı teknik bilirkişi raporunda da taşınmazın toprak yapısı, derinliği ve eğimi itibarıyla tarıma elverişli olduğu ifade edilmiştir.

12. Mahkeme 7/7/2010 tarihinde davanın kabulü ile kadastro uzmanı teknik bilirkişinin raporunda (A), (B) ve (C) harfleri ile gösterilen taşınmazların tarla vasfında başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Hüküm kesinleştiğinde kararın ve ekli krokili raporun tapu müdürlüğüne gönderileceği ayrıca belirtilmiştir. Kararın gerekçesinde, dava konusu taşınmazların yapılan keşif, dinlenilen tanık ve mahalli bilirkişi beyanları ile ziraat, orman ve kadastro uzmanı teknik bilirkişilerin raporlarına göre orman niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Mahkeme bu taşınmazların bulunduğu köyde yapılan kadastro çalışmalarının 30/4/1987 tarihinde kesinleştiğini, kesinleşme tarihinden itibaren on yıllık sürenin geçtiğini, bu yüzden kadastrodan önceki sebeplere dayanılmasının olanaksız olduğunu vurgulamıştır. Mahkeme bununla birlikte kadastro tespitinden sonra başvurucunun malik sıfatıyla aralıksız ve çekişmesiz olarak yirmi yıl boyunca söz konusu taşınmazlara zilyet olduğunu belirterek davanın kabulü gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

13. Orman idaresi ve Hazine tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesince 25/6/2012 tarihinde onanmıştır. Onama kararında, orman uzmanı bilirkişi tarafından eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada çekişmeli taşınmazların orman sayılmayan yerlerden olduğunun anlaşıldığı belirtilmiştir. Daire ayrıca başvurucu yararına 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde öngörülen kazandırıcı zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak taşınmazı edinme koşullarının oluştuğunu gerekçe göstererek temyiz itirazlarını reddetmiştir.

B. Kadastro Çalışmaları Süreci

14. Uyuşmazlık konusu taşınmazların bulunduğu Çavlı köyünün bitişiğindeki Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında kadastro çalışmaları yapılmıştır. Bu kadastro çalışmaları sırasında 104 ada 1 parsel sayılı taşınmaz orman vasıflı olarak, 142 ada 1 parsel sayılı taşınmaz ise ham toprak niteliğinde Hazine adına tespit edilmiştir. Yapılan bu sınırlandırma ve tespitler 21/6/2011 tarihinde kesinleştirilerek taşınmazlar tapuya tescil edilmiştir.

C. Kararın Uygulanmasına İlişkin Süreç

15. Mahkemece, hükmün karar düzeltme yoluna başvurulmadığı için 8/10/2012 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir. Kesinleşme şerhinin düzenlenmesinden sonra 1/11/2012 tarihinde söz konusu karar ve eki krokili bilirkişi raporu Dicle Asliye Hukuk Mahkemesince Dicle Tapu Müdürlüğüne gönderilmiştir.

16. Dicle Tapu Müdürlüğü değişiklik beyannamesi düzenlettirilmek üzere kararı Diyarbakır Kadastro Müdürlüğüne bağlı Ergani Kadastro Birimine göndermiştir. Ergani Kadastro Birimince yapılan inceleme sonucu dava konusu tesciline karar verilen taşınmazların Diyarbakır'ın Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde 2011 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında Hazine adına tespit ve tapuya tescil edilen 142 ada 1 parsel ve 104 ada 1 parsel sayılı taşınmazlarda kaldığını bildirmiştir.

17. Ergani Kadastro Biriminin 21/1/2013 tarihli yazısı ile dava konusu taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilen taşınmazlardan terkini hususunda muvafakatının bulunup bulunmadığı Ergani Mal Müdürlüğünden sorulmuştur. Mal Müdürlüğü 12/4/2013 tarihinde muvafakatlarının bulunmadığını bildirmiştir.

18. Diyarbakır Tapu ve Kadastro VII. Bölge Müdürlüğü (Bölge Müdürlüğü) 20/8/2014 tarihinde tavzih talebinde bulunmuş ancak Mahkeme 23/9/2014 tarihinde kesinleşmiş kararın yerine getirilmesi gerektiği ve değiştirilemeyeceği gerekçesiyle tavzih talebinin reddine karar vermiştir.

19. Eğil Tapu Müdürlüğü 12/12/2014 tarihinde Bölge Müdürlüğünden talimat talebinde bulunmuş, Bölge Müdürlüğü de konuyu Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne (TKGM) intikal ettirmiştir. TKGM 6/3/2015 tarihinde Bölge Müdürlüğüne konu hakkında bir talimat yazısı göndermiştir. Bu yazıda, taşınmazların başvurucu adına tesciline ilişkin mahkeme kararının uygulanması durumunda aynı taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edilmesi nedeniyle mükerrerliğe yol açılacağı belirtilmiştir. Bu bağlamda yargı kararlarının bağlayıcılığına ilişkin Anayasa'nın 138. maddesi ile ayrıca ormanların mülkiyetinin devredilemeyeceğine yönelik Anayasa'nın 169. maddesine atıfta bulunulmuştur. TKGM, Bahşiler köyü 104 ada 1 parsel ile 142 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tapu kütük sayfalarının beyanlar hanesine tescile yönelik mahkeme kararının bulunduğu yönünde belirtme yapılarak başvurucuya tapu iptali ve tescil davası açabileceği yönünde açıklayıcı bir yazı gönderilmesi gerektiğini bildirmiştir. Tapu Müdürlüğü bu talimat doğrultusunda 18/5/2015 tarihinde başvurucuya bildirimde bulunmuştur.

20. Bu yazı başvurucuya 20/5/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 9/6/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

D. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

22. Başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmaza yönelik olarak Hazine aleyhine 9/6/2015 tarihinde Eğil Asliye Hukuk Mahkemesinde yine tapu iptali ve tescil davası açmıştır.

23. Mahkeme 17/11/2015 tarihinde davanın kabulü ile dava konusu taşınmaz bölümünün başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kararda, Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinin daha önce kesinleşen kararı gerekçe olarak gösterilmiştir.

24. Karar davalı Hazine tarafından temyiz edilmiş olup Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) sisteminden yapılan sorgulama sonucuna göre davanın Yargıtay 16. Hukuk Dairesinde temyiz incelemesi devam etmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

25. 3402 sayılı Kanun’un 5. maddesi şöyledir:

 “Kadastro müdürü çalışma alanında işe başlamadan önce mahalli hukuk mahkemesinde, bu alandaki taşınmaz mallar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davalarla hükme bağlanmış olup da henüz kesinleşmeyen davaların listesini alır ve bunu çalışma alanı ile ilgili tüm tapu, vergi, harita ve diğer belge örnekleri ile birlikte kadastro teknisyenliğine verir.

Listenin müdür tarafından alınmasından sonra o çalışma alanında bulunan taşınmaz mallar hakkında mahalli hukuk mahkemelerine açılan davalar, derhal kadastro müdürüne bildirilir. Bu halde de kadastro müdürü, yukarıdaki fıkra hükmü uyarınca işlem yapar.

Kadastro müdürü, bu listedeki davalı taşınmaz malların tespiti yapıldıktan sonra, bunlarla ilgili tutanakları bir hafta içinde kadastro mahkemesine gönderir ve durumdan listenin alındığı mahalli mahkemeyi haberdar eder.”

26. 3402 sayılı Kanun’un 14. maddesi şöyledir:

 “Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir.

 (Değişik ikinci fıkra: 3/7/2005 - 5403/26 md.) Sulu veya kuru arazi ayrımı, Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümlerine göre yapılır.

 (Değişik : 3/7/2005 - 5403/26 md.) 4342 sayılı Mera Kanununun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrası gereği 3402 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak işlemlerde Kadastro Komisyonlarına konu uzmanı Ziraat Mühendisi dâhil edilir.

Taşınmaz malın, yukarıdaki fıkranın kapsamı dışında kalan kısmının zilyedi adına tespit edilebilmesi için, birinci fıkra gereğince delillendirilen zilyetliğin ayrıca aşağıdaki belgelerden birine dayandırılması lazımdır.

...”

27. 3402 sayılı Kanun'un 12. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.

Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.

Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.

..."

28. 3402 sayılı Kanun'un 27. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Mahalli hukuk mahkemelerinde görülmekte olan kadastro ile ilgili ve henüz kesinleşmemiş bulunan taşınmaz mala ilişkin davalar hakkında o taşınmaz mal için kadastro tutanağı düzenlendiği tarihte bu mahkemelerin görevi sona erer ve davalara ait dosyalar mahkemesine resen devrolunur."

29. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713. maddesi şöyledir:

 “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.

Aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya yirmi yıl önce hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.

Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.

Davanın konusu, mahkemece gazeteyle bir defa ve ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde uygun araç ve aralıklarla en az üç defa ilân olunur.

Son ilândan başlayarak üç ay içinde yukarıdaki koşulların gerçekleşmediğini ileri sürerek itiraz eden bulunmaz ya da itiraz yerinde görülmez ve davacının iddiası ispatlanmış olursa, hâkim tescile karar verir. Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.

...

Kararda, tescili istenilen taşınmazın niteliği, yeri, sınırları ve yüzölçümü belirtilir ve karara, uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisi de eklenir.

...”

30. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 28. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.

Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. "

31. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 367. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez."

2. Yargıtay İçtihadı

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24/2/2016 tarihli ve E.2014/8-1084, K.2016/158 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"...Olağanüstü zamanaşımı iddiası ile açılacak davalarda mülkiyet hakkının ne zaman kazanılacağıhususunda Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesinde bir düzenlemeye yer verilmediğinden, oluşan yasal boşluk 04.12.1998 tarih 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK) ile 'kazandırıcı zamanaşımı yolu ile tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1 maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdasi nitelikte kararlardır, mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır' denilmek sureti ile giderilmiştir.

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorunu yasal düzenleme ile çözülmüş ve 04.12.1998 gün 1996/4 Esas; 1998/3 Karar sayılı YİBK'nın uygulama kabiliyeti kalmamıştır. Anılan yasa hükmü sonucunda, mülkiyet 713/1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır. Başka bir deyişle, mahkeme kararımülkiyet yönünden 743 sayılı mülgaTürk Kanunu Medenisinin 639/2 maddesinin aksine kurucu değil açıklayıcı nitelik arz edecektir..."

33. Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 1/3/2018 tarihli ve E.2017/12082, K.2018/3264 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Dosya kapsamına göre dava konusu yerin kamuya özgülendiği tarih olan 22.06.1996 gününden önce E.D. yönünden zilyetlikle kazanma koşullarının oluştuğu, 4721 sayılı 713/5. maddesine göre mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanıldığının hüküm altına alındığı, bu itibarla mahkemece verilen bu kararın esasen mülkiyetin tespiti mahiyetinde olduğu ve zilyetliği devralan davacı M.K.nın kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açma ehliyetinin bulunduğu anlaşıldığından, işin esasına girilerek ve dosyada mevcut raporlar denetlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden yazılı şeklide davacının dava açma ehliyeti bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

35. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından davasının ... görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları

a. Mülkiyet Hakkı Yönünden

36. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetinin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme’nin 6. maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).

37. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).

38. Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale etmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).

b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

39. AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla, medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 1. paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın, davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin 6. maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34).

40. Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54).

41. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115).

42. AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116,117).

43. AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin, kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir(Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

44. Mahkemenin 20/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

45. Başvurucu 4721 sayılı Kanun'un 705. ve 713. maddelerine göre kesinleşmiş yargı kararıyla uyuşmazlık konusu taşınmazların mülkiyetini edindiğini ancak bu yargı kararının idare tarafından tapuya tescil işleminden kaçınılması suretiyle uygulanmadığını belirtmiştir. Başvurucu bu gerekçeyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

46. Bakanlık görüşünde, başvurucunun söz konusu taşınmaza ilişkin olarak tapu iptali ve tescil davası açtığı belirtilerek başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

47. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

48. Somut olayda da başvurucunun açtığı tescil dava lehine sonuçlanmış ve bu karar Yargıtayca onararak kesinleşmiştir. Ancak bu davanın taraflarından olan Hazinenin muvafakatı olmadığı gerekçesiyle söz konusu karar Tapu Müdürlüğünce uygulanmamış, başvurucuya ayrıca tapu iptali ve tescil davası açması gerektiği bildirilmiştir.

49. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

50. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında başvurucu lehine olan bir mahkeme kararının uygulanmamasının söz konusu olduğu durumlarda başvurucunun bu işleme karşı ayrı bir icra takibi yapmaya ve dava açmaya zorlanmasının beklenemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 47; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, § 39). Somut olayda da anılan kararlardaki bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

51. Buna rağmen başvurucu, başvuru tarihinde Eğil Asliye Hukuk Mahkemesinde ayrıca tapu iptali ve tescil davası da açmıştır. Ancak söz konusu davanın açılmış olması ilk davada verilen kesinleşmiş kararın makul bir süre içinde uygulanıp uygulanmadığını incelemeye engel teşkil etmediği gibi bu çerçevede yapılacak incelemede dikkate alınması gereken bir olgudur.

52. Diğer taraftan bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

53. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

54. Anayasa Mahkemesi de yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânı tanıyan bu hukuk yolunu tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olarak görmüştür (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 26-36).

55. Ancak somut olayda başvurunun konusu yargı kararına dayalı bir para alacağının ödenmesine ilişkin değildir. Başvurucu, mülkiyet hakkı kapsamında bir taşınmazın tapuya tesciline ilişkin yargı kararının icra edilmediğinden yakınmaktadır. Buna karşın 6384 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yargı kararlarının icrasına ilişkin başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümünün amaçlandığı belirtilmektedir.

56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

57. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

58. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazların açılan tescil davası neticesinde Dicle Asliye Hukuk Mahkemesince 1/7/2010 tarihinde başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Bununla birlikte 6100 sayılı Kanun'un 367. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ayni hakka ilişkin kararın kesinleşmedikçe yerine getirilmeyeceği düzenlenmiştir. Söz konusu hüküm ise Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 25/6/2012 tarihli kararı ile onanmış olup karar düzeltme yoluna gidilmediği için 8/10/2012 tarihinde kesinleştiği ilk derece mahkemesince belirtilmiştir. Dolayısıyla söz konusu kararın kesinleşme tarihinden itibaren uygulanabilir hâle geldiği açıktır.

59. Diğer taraftan 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur. Ancak aynı maddenin ikinci fıkrasında mahkeme kararının tescilsiz mülkiyeti kazanma hâllerinden biri olduğu hüküm altına alınmıştır. Bunun da ötesinde başvurucunun açtığı tescil davası yönünden 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesinin beşinci fıkrasında özel bir düzenleme daha mevcuttur. Bu fıkraya göre olağanüstü zamanaşımı yoluyla zilyetliğe dayalı olarak taşınmaz mülkiyeti, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur. Nitekim Yargıtay içtihadında da bu durumda tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar yönünden mülkiyetin yirmi yıl boyunca çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulundurma koşulunun gerçekleştiği anda mülkiyetin kazanıldığı kabul edilmiştir. Bu içtihada göre mahkeme kararı kurucu değil açıklayıcı bir nitelik taşımakta olup hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük olarak sonuç doğurduğundan esasen mülkiyeti tespit mahiyetindedir(bkz. §§ 29-31).

60. Nitekim olayda derece mahkemeleri kadastro tespitinin kesinleştiği 30/4/1987 tarihinden itibaren başvurucunun yirmi yıl süreyle zilyet çekişmesiz, aralıksız ve malik sıfatıyla söz konusu taşınmazları zilyetliğinde bulundurmak suretiyle bu taşınmazların mülkiyetini edindiğini kabul etmişlerdir. Bu durumda söz konusu hükme göre başvurucunun dava tarihinden (29/7/2009) önce anılan taşınmazların mülkiyetini edindiği, hükmün ise bu durumu tespit eden açıklayıcı bir mahiyet taşıdığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla söz konusu taşınmazlar yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

61. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

62. Başvuru konusu olayda uyuşmazlık konusu taşınmazların Asliye Hukuk Mahkemesince 1/7/2010 tarihinde başvurucu adına tapuya tesciline karar verilmiş ve bu karar Yargıtayca onanarak 8/10/2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte Tapu Müdürlüğü başvurucuya söz konusu taşınmazların 2011 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında orman arazisi olarak Hazine adına tescil edildiğinden bahisle tapuya tescil edilemeyeceğini bildirmiştir. Buna göre söz konusu taşınmazların başvurucu adına tapuya tescil edilmemesi başvurucunun bu taşınmazlar üzerinde tasarrufta bulunmasını engellemektedir. Üstelik bu taşınmazların kadastro sonucu Hazine adına tescil edildiği dikkate alındığında başvurucunun taşınmazlardan dilediği gibi yararlanma veya taşınmazları kullanma hakkının da kısıtlanmış olduğu söylenebilir. Dolayısıyla tapuya tescil etmeme işleminin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.

63. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

64. Başvurucunun lehine olan yargı kararının uygulanmaması mülkten yoksun bırakma sonucunu doğurmamaktadır. Somut olayda müdahalenin mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesi gibi bir amacı da bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesine ilişkin birinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Necdet Çetinkaya, B. No: 2013/7725, 24/3/2016, § 57).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

 (1) Genel İlkeler

65. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

66. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

67. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).

68. Diğer taraftan Necdet Çetinkaya başvurusunda ortaklığın giderilmesi davasında yapılan yargılama neticesinde satışına karar verilen taşınmazın yapılan ihale sonucu başvurucu tarafından mülkiyetinin edinilmesi söz konusudur. Bu başvuruya konu olayda da Tapu Müdürlüğü ortaklığın giderilmesi davasında Hazinenin taraf olmaması sebebiyle tescil talebini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun taşınmazın ihale bedelini ödediği ve tescilden önce mülkiyetini kazandığı hâlde başvurucunun ihale yoluyla edindiği taşınmazın Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Necdet Çetinkaya, §§ 64-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Somut olayda başvurucu 29/7/2009 tarihinde Dicle ilçesine bağlı Çavlı köyünde bulunan, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar için 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesine dayalı olarak Dicle Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil davası açmıştır. Ancak bu dava devam ederken 2011 yılında Eğil ilçesine bağlı Bahşiler köyünde kadastro çalışmalarına başlanmıştır. 3402 sayılı Kanun'un 5. maddesinde kadastro çalışma alanında işe başlamadan önce bu alandaki taşınmazlar hakkında görülmekte olan kadastro ile ilgili davaların listesinin mahalli hukuk mahkemesinden alınacağı düzenlenmiştir. Bu Kanun'un 27. maddesinde de bu davaların kadastro mahkemesine devredileceği hüküm altına alınmıştır. Kanun koyucu böylece kadastro çalışmalarının tasfiye amacını da gözeterek uygulamada karışıklıklara yol açılmaması için kadastro çalışmalarından önce devam eden davaların da tek elden görülmesini amaçlamıştır.

70. Bununla birlikte başvurucunun açtığı dava kadastro çalışmalarında gözetilmemiş ve Bahşiler köyünde yapılan kadastro çalışmaları sırasında bu taşınmazlar Hazine adına tespit edilerek tapuya tescil edilmiştir. Öte yandan aynı taşınmazlar ile ilgili olarak kadastro öncesinde açılan ve devam eden söz konusu dava da kadastro mahkemesine devredilmemiş ve Mahkeme taşınmazların başvurucu adına tapuya tesciline karar vermiştir. Kesinleşmiş olmakla uygulanabilir nitelikte bulunan bu hüküm yukarıda da izah edildiği üzere ilgili mevzuat ve Yargıtay içtihadına göre tespit niteliği taşımakta olup kadastro çalışmaları ve dava öncesinde mülkiyetin başvurucu tarafından edinildiğini göstermektedir. Üstelik başvurucu lehine olan söz konusu hüküm kadastro çalışmalarından sonra kesinleşmiştir.

71. Buna rağmen anılan karar Tapu Müdürlüğünce uygulanmamıştır. Tapu Müdürlüğü, taşınmazın kadastro sonucu Hazine adına tescil edildiğinden mükerrerliğe yol açılmaması gerekçesine dayanmaktadır.

72. Ancak kadastro çalışmaları sırasında çalışma alanındaki taşınmazlar ile ilgili dava listelerinin temini yönünden idarece gerekli özenin gösterilmediği, bunun yanında kadastro çalışmalarına rağmen dava dosyasının Mahkemece kadastro mahkemesine devredilmediği anlaşılmaktadır. Her ne kadar kadastro çalışmaları önceden duyurulmakta ise de bu taşınmazların Bahşiler köyü kadastro çalışma alanına dâhil edilebileceğinin başvurucu tarafından öngörülemeyebileceği dikkate alındığında bu konudaki asıl görevin bu taşınmazların kadastrosunu yapan kadastro müdürlüğüne ve sonrasında da yargılama makamlarına düştüğü açıktır. Olayda kamu makamlarının bu koordinasyon ve iş birliği eksikliği neticesinde devam eden davanın varlığına rağmen uyuşmazlık konusu taşınmazlar Hazine adına tapuya tescil edilmiş olup başvurucu lehine olan yargı kararı da buna dayalı olarak uygulanmamıştır. Dolayısıyla yargı kararının uygulanmamasına kamu makamlarının özensiz tutum ve davranışlarının yol açtığı, başvurucuya ise atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı görülmektedir.

73. Diğer taraftan başvurucunun lehine olan kararın verildiği yargılamanın tarafları Hazine ve orman idaresidir. Bu kararın uygulanmasına orman idaresinin muvafakat ettiği ancak Hazinenin ise muvafakat etmediği anlaşılmaktadır. Somut olayda birbiriyle çelişen birden fazla yargı kararı bulunmamaktadır. Ayrıca Hazinenin muvafakatı hâlinde kararın Tapu Müdürlüğünce uygulanabilmesinin mümkün olduğu yönündeki TKGM yazışmaları da dikkate alındığında anılan kararın uygulanmasına fiilen imkân bulunmadığı da söylenemez. Nitekim başvurucunun açtığı ve Hazine ile orman idaresinin de tarafı olduğu tescil davasında yapılan çelişmeli yargılama neticesinde tarafların delilleri, bilgi ve belgeleri ilk derece mahkemesince değerlendirilmiştir. Mahkemece yapılan keşif, dinlenen tanık ve mahalli bilirkişiler ile uzman bilirkişi raporları dikkate alınarak ilgili hukuk kurallarının yorumu çerçevesinde uyuşmazlık konusu taşınmazların orman niteliğinde olmadığı ve başvurucu lehine zilyetlik yoluyla mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşullarının gerçekleştiği kanaatine ulaşılmıştır. Bu karar Yargıtay tarafından da onanarak kesinleşmiştir.

74. Bu durumda söz konusu kesinleşmiş yargı kararının sonuçları itibarıyla davanın taraflarından biri olan Hazineyi de bağladığı kuşkusuzdur. Üstelik derece mahkemelerinin bu kararlarından söz konusu taşınmazların mülkiyetinin başvurucu tarafından kadastro çalışmalarından çok önce kazanıldığı anlaşılmasına rağmen kadastro sırasında bu taşınmazların hatalı olarak Hazine adına tespit edildiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bu durum, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutumundan kaynaklanmış ancak meydana gelen sonuçtan yine kamu makamları yararlanmıştır. Bu olgulara rağmen ve kesinleşmiş yargı kararının sonucunun değiştirilemeyeceği de dikkate alındığında başvurucudan tekrar dava açması istenerek yargı kararının nihai hâle geldiği 8/10/2012 tarihinden bu yana yaklaşık 6 yıl 5 ay boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı sonucuna varılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

76. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

77. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

78. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

79. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

80. Anayasa Mahkemesi daha önce yargı kararlarının uygulanmasını Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirmiştir. Buna göre Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle, bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukuk devletinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargının kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Sonuç olarak hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlamına geleceği kabul edilmiştir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

81. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda mahkemeye erişim hakkının da ihlaline yol açılmıştır.

82. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

1. Genel İlkeler

84. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmenin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

85. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

86. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.

87. Ancak ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunmadığı durumlarda ise ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın bir örneğinin ilgili idareye gönderilmesine gerekebilir. Bu bağlamda idarece öncelikle yapması gereken şey, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda bir temel hak ve hürriyetin yol açan idari eylem veya işlemin ortadan kaldırılarak tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemlerin yapılmasıdır. Bu çerçevede ihlal, yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

88. Başvurucu, ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

89. Anayasa Mahkemesi başvurucunun lehine olan tescile ilişkin yargı kararının idarece uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

90. Tapu Müdürlüğü yukarıda da değinildiği üzere yargı kararının uygulanmamasına gerekçe olarak orman idaresi muvafakat ettiği hâlde tescile kayıt maliki Hazinenin muvafakat etmemesini gerekçe göstermektedir. Hâlbuki Hazinenin de söz konusu tescil davasının tarafı olduğu anlaşılmaktadır. Bireysel başvuru incelemesinde ise ihlale konu kamu gücü müdahalesi bir bütün olarak dikkate alınarak değerlendirilmektedir. Buna göre yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar olmadığı açıktır. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için ise yargı kararının uygulanması ve uyuşmazlık konusu taşınmazların başvurucu adına tapuya tescil edilmesi gerekmektedir. Bu durumda ihlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TKGM'ye düşmektedir. Böylelikle yargı kararının mümkün olan en kısa sürede icra edilmesi ve hukuk devleti ilkesi ile adalete olan güvenin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi sağlanmış olur. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının belirtilen şekilde giderilmesi için Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TKGM'ye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

91. Diğer taraftan somut olay bağlamında kararın orman idaresine gönderilmesine karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Nitekim ilgili yargı kararı kesinleştiği 8/10/2012 tarihinden itibaren yaklaşık 6 yıl 5 ay geçmesine rağmen uygulanmış değildir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın idareye gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92. Yargı kararının uygulanması kapsamında ihlal kararının idare tarafından yerine getirilmesi ve manevi tazminata hükmedilmesi yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

93. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜLEYMAN KOÇLAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16996)

 

Karar Tarihi: 29/9/2020

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

M. Emin ŞAHİNER

Başvurucu

:

Süleyman KOÇLAR

Vekili

:

Av. İsmail ERTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargı kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/1/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İzmir'in Dikili ilçesine bağlı Çandarlı köyünde bulunan 1 ada 1088 parselde kayıtlı bulunan 21.500 m² tarla vasfındaki arazinin 250 m²lik bölümünün malikidir.

9. İzmir 1 No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun (Kurul) 10/3/1993 tarihli kararıyla taşınmazın bulunduğu alan 1/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 6. maddesi uyarınca 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlenmiştir.

10. Başvurucu 29/6/2001 tarihli ve 4076 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun'un 6. maddesi uyarınca trampa işlemlerinde kullanılmak üzere taşınmazın bedelini gösterir sertifika almak için 16/2/2005 tarihinde Millî Emlak Genel Müdürlüğüne başvurmuştur. Genel Müdürlük, mezkûr başvuruyu talebi öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığına yapılması gerektiği gerekçesiyle reddetmiştir.

11. Başvurucu, akabinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurmuş ve taşınmazın trampa programına alınarak uygun herhangi bir Hazine arazisiyle takas edilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük, mezkûr başvuru üzerine cevap yazısında ilgili arazinin takas kapsamına alınabilmesi için gerekli 1/1000 ölçekli imar planının bulunmadığını, söz konusu imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eşgüdümünde bir irdeleme çalışması yapılması gerektiğini, bu irdeleme çalışmasının gerçekleştirilmesinden sonra takas başvurusunun değerlendirmeye alınacağını bildirmiştir.

12. Başvurucu, müteakiben 6/9/2006 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığına 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (a) bendi uyarınca taşınmazının kamulaştırılması talebiyle başvurmuştur. İlgili Bakanlık 18/9/2006 tarihli kararı ile mezkûr talebin reddine karar vermiştir.

13. Başvurucu bu defa kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle İzmir 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde mülkiyet hakkının zedelendiğini, mülkiyet hakkının korunabilmesi için sertifika hakkı verilmesi gerekirken verilmediğini, bu durumun Anayasa'ya ve diğer yasalara aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

14. Mahkeme 10/1/2008 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde davalı idare tarafından söz konusu taşınmazın kamulaştırılmasının önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceği belirtilmiştir.

15. Temyiz edilen karar 20/10/2010 tarihinde Danıştay Altıncı Dairesince (Daire) onanmıştır. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu neticesinde Daire 4/6/2012 tarihli kararı ile karar düzeltme talebini kabul etmiş ve somut olayda başvurucuya ait taşınmazın Kurulun 10/3/1993 tarihli kararı gereği 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edildiği, sit alanı ilan edilmesinden uzun yıllar geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmadığı ve bu nedenle de başvurucunun mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlandığı gerekçesiyle kararı bozmuştur.

16. Bozma kararına uyan Mahkeme 19/10/2012 tarihli kararıyla bozma gerekçeleri doğrultusunda davayı kabul etmiştir. Bu karar Dairenin 19/6/2015 tarihli kararı ile onanmıştır. Söz konusu nihai karar başvurucuya 29/9/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu bu defa da Mahkeme ilamının yerine getirilmesi için 1/11/2016 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurmuştur. Başvuru üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 28/11/2016 tarihli cevap yazısında taşınmazın Hazine taşınmazı ile değiştirilebilmesini teminen İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından inceleme ve araştırma yapılarak rapor hazırlanması yönünde karar verildiği belirtilmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise 28/11/2016 tarihli yazısında; trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceği ifade edilmiştir.

18. Başvurucu 25/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 2863 sayılı Kanun'un ''Kamulaştırma'' kenar başlıklı 15. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, aşağıda belirlenen esaslara göre kamulaştırılır:

...

Sit alanı ilan edilen ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planında kesin inşaat yasağı getirilen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının bulunduğu parseller, (…) başka Hazine arsa veya arazileri ile müstakil veya hisseli olarak değiştirilebilir. Sit alanı ilan edildiği tapu kütüğüne şerh edilen taşınmazları, miras ve ölüme bağlı tasarruflar dışında, sonradan edinenlerin talepleri değerlendirilmez. Ancak, Bakanlık izniyle gerçekleştirilen kazıların yapıldığı alanlarda bulunan parsellerde, maliklerin başvurusu ve kabulüne ilişkin koşul parsele yönelik uygulanır ve 1/1000 ölçekli onanlı koruma amaçlı imar planı şartı aranmaz. Bu parsellerin üzerinde bina veya tesis varsa malikinin başvurusu üzerine rayiç bedeli, 2942 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükümlerine göre belirlenerek ödenir. Bu bentle ilgili usul ve esaslar Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle belirlenir.''

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.

...

3. Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabilir.

4. (Değişik: 21/2/2014-6526/18 md.) Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir."

21. 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 28. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz davalarında davacının lehine hüküm verildiği takdirde mahkeme davacının talebine hacet kalmaksızın hükmün tefhimi ile beraber hulasasını tapu sicili dairesine bildirir. İlgili daire bu ciheti hükmolunan taşınmazın kaydına şerh verir. Bu şerh, Türk Medeni Kanununun 1010 uncu maddesinin ikinci fıkrası hükmüne tâbidir.

Taşınmaz davası üzerine verilen karar ileride davacının aleyhine kesinleşirse mahkeme, derhal bu hükmün hulasasını da tapu sicili dairesine bildirir. "

22. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 367. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kişiler hukuku, aile hukuku ve taşınmaz mal ile ilgili ayni haklara ilişkin kararlar kesinleşmedikçe yerine getirilemez."

23. Anayasa'nın "Kamulaştırma" kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

"Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.

Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.

Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.

İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

1. Mülkiyet Hakkı Yönünden

24. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yargı kararlarının icra edilmemesini veya icrasının gecikmesini genellikle mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale olarak kabul etmektedir (Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 40). AİHM yargı kararının uygulanmamasının adil yargılanma hakkı yanında mülkiyet hakkının da ihlaline yol açtığı sonucuna varmıştır (Burdov/Rusya, §§ 33-42). Bunun yanında müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolü çerçevesinde yoksun bırakma sonucuna yol açtığı değerlendirilen bir başvuruda AİHM, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, B. No: 6334/05, 23/10/2012, §§ 142-155). Öte yandan AİHM'e göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesi ile ek 1 No.lu Protokol’ün 1. maddesi devlete, yargı kararlarının uygulanması bakımından etkili bir sistem kurma yükümlülüğü getirmektedir (Fuklev/Ukrayna, B. No: 71186/01, 7/6/2005, § 84).

25. AİHM, başvurucu lehine kesinleşmiş bir yargı kararının sonradan yeniden gözden geçirme suretiyle değiştirilerek başvurucunun taşınmazından yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Brumarescu/Romanya [BD], B. No: 28342/95, 28/10/1999, §§ 66-80). AİHM ihlalin giderimi bakımından ise eski hâle getirme kuralı çerçevesinde aynen iadesi gerektiğini belirtmiştir (Brumarescu/Romanya [BD] (A.T.), B. No: 28342/95, 23/1/2001, § 22). AİHM bu kararda hükûmetin başvurucunun yeni bir dava açabileceği yönündeki savunmasını ise kabul etmemiştir (Brumarescu/Romanya (A.T.), § 22).

26. Öte yandan AİHM ölçülülük bağlamında dile getirdiği iyi yönetişim ilkesinin kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu makamlarının uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmesini gerektirdiğini vurgulamıştır (Bogdel/Litvanya, B. No: 41248/06, 26/11/2013, § 65; Krstić/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 78). Ancak AİHM'e göre eski bir yanlışın düzeltilmesi gereği, meşruiyeti kamu otoritesinin eylemine dayalı olarak birey tarafından iyi niyetle kazanılmış yeni bir hakka orantısız bir şekilde müdahale edilmemelidir. Başka bir ifadeyle kendi prosedürlerine uymayan ya da onlara bağlı kalmayan devlet makamlarının yanlış davranışlarından fayda elde etmelerine ya da yükümlülüklerinden kaçmalarına izin verilmemelidir (Bogdel/Litvanya, § 66). AİHM mülkiyetin hatalı olarak başkasına devredilmekle yoksun bırakılmaya yol açılan müdahaleler yönünden iyi yönetişim ilkesinin kamu makamlarına hatalarını uygun bir biçimde düzeltme yükümlülüğü getirdiği gibi ayrıca iyi niyetli mülk sahibine yeterli bir tazminat ödenmesini veya uygun bir başka giderim sağlanmasını da gerektirdiğini kabul etmiştir (Bogdel/Litvanya, § 66; Moskal/Polonya, 69; Pincová ve Pinc/Çek Cumhuriyeti, B. No: 36548/97, 5/11/2002, § 53; Toşcuţă ve diğerleri/Romanya, B. No: 36900/03, 25/11/2008, § 38).

2. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

27. AİHM yerleşik içtihadına göre Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci paragrafının herkesin bir mahkeme veya yargı yeri önüne getirilen medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin herhangi bir iddiada bulunma hakkını güvence altına aldığını tekrarlamaktadır. Bu yolla medeni uyuşmazlıklarla ilgili mahkemeye başvurma hakkına ilişkin erişim hakkının bir yönünü oluşturan mahkeme hakkı somutlaştırılmaktadır. Bununla birlikte bir taraf devletin iç hukuk sistemi, nihai ve bağlayıcı bir yargının kararının (davanın) bir tarafın(ın) zararına olacak şekilde hükümsüz/etkisiz kalmasına izin verirse bu hak aslından yoksun hâle gelebilir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin birinci paragrafının yargı kararlarının uygulanmasını korumaksızın davacılara garanti edilen -yargılamanın adil, kamuya açık ve makul süreli olması gibi- usule ilişkin güvenceleri detaylarıyla tanımlaması gerektiği tasavvur edilemez. Bu maddeyi yalnızca mahkemeye erişim ile yargılamaların yürütülmesi ilgili olarak yorumlamak, taraf devletlerin Sözleşme'yi onayladıkları esnada saygı duymayı taahhüt ettikleri hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı durumlara yol açabilir. Dolayısıyla AİHM herhangi bir mahkeme tarafından verilen bir kararın icra edilmesinin 6. maddenin amaçları bakımından yargılamanın ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmiştir (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40; Burdov/Rusya, § 34).

28. Mahkeme hakkı, bir mahkeme kararı vasıtasıyla yalnızca hak sahipliğinin tanınmasını güvence altına alan teorik bir hak değildir; aynı zamanda kararın icra edileceğine dair meşru bir beklentiyi de içerir. Davacıların etkili bir şekilde korunması ve evvelki hukuki durumun yeniden tesis edilmesi, idari yetkililerin bağlayıcı bir hükme riayet etme yükümlülüğünü zorunlu kılmaktadır (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/11/2016, § 54).

29. Davaya taraf olan kişinin etkin korunması ve hukuka uygunluğun sağlanması, idarenin kendisi hakkında verilebilecek nihai yargı kararlarına uymasını gerektirmektedir. İdare yargı kararını uygulamayı reddediyor, ihmal ediyor ya da onu uygulamayı geciktiriyorsa bu durumda davada taraf olan kişinin davanın safahatı süresince yararlandığı Sözleşme’nin 6. maddesinde öngörülen teminatlar her türlü varlık nedenini kaybetmektedir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 115).

30. AİHM, infaz usulleri ve idari sistemi ne kadar karmaşık olursa olsun devletin Sözleşme gereğince herkesin kendi lehine verilmiş, uygulanması zorunlu ve bağlayıcı yargı kararlarının makul bir sürede uygulanması hakkını teminat altına alma yükümlülüğü altında olduğunu vurgulamıştır. Aynı şekilde hiçbir devlet makamı, örneğin bir yargı kararıyla tespit edilen bir borcun ödenmemesine mali veya diğer kaynakların eksikliğini bahane gösteremez. AİHM ilgililerin bir yargı kararının uygulanmasını mümkün kılacak veya hızlandıracak bazı usule ilişkin girişimlerde bulunmak zorunda kalabileceklerini ancak kişilerden beklenen iş birliği yükümlülüğünün mutlak gereklilik düzeyini aşmaması gerektiğini ve her hâlde bu yükümlülüğün idareyi, aleyhine verilen kararı infaz etmek için Sözleşme’de öngörüldüğü şekilde elindeki bilgilere dayanarak, kendiliğinden ve öngörülen zamanda hareket etme zorunluluğundan muaf tutmaması gerektiğini belirtmiştir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, §§ 116, 117).

31. AİHM her halükârda, devlet aleyhine bir yargı kararı aldırmış bir kişinin kararın cebri icrasını sağlamak için ayrı bir dava açmak zorunda olmadığını vurgulamıştır. AİHM'e göre verilen bir yargı kararının uygulanmasını teminat altına almak, bu zorunlu ve bağlayıcı kararın zamanında uygulanmasını sağlamak, bu kararın kesinleştiği ve infaz edilebilir hâle geldiği tarihten itibaren uygulamak kamu makamlarının öncelikli görevidir. Bu kararlar, davalı devletin ilgili makamına kurallara uygun olarak bildirilmelidir; böylece bu yetkili makam kararı uygulamak için gerekli tüm girişimlerde bulunmalı veya yargı kararlarının infazı konusunda yetkili bir diğer devlet kurumuna bu kararı iletmelidir. Cebren veya ihtiyari infaz usullerinin çakıştığı veya karmaşık olduğu hâllerde bu durum özellikle önemlidir zira kişi bu konuda hangi makamın yetkili olduğu konusunda haklı olarak şüpheye düşebilir (Süzer ve Eksen Holding A.Ş./Türkiye, § 118).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 29/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu; idarece sit alanı ilan edilen yer için takas yoluyla sertifika verilmesi veya bu yerin kamulaştırılması gerektiğini, idarenin eylemsizliğinden kaynaklanan belirsizlik nedeniyle 1. derece doğal sit alanı içinde yer alan taşınmazı üzerindeki mülkiyet hakkının kullanılamaz hâle getirildiğini, taşınmazına yönelik inşaat ve devir yasağının uzun bir süredir devam ettiğini, mahkeme kararının yerine getirilmesi talebiyle yaptığı başvurunun da trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceği gerekçe gösterilip sonuçsuz bırakıldığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

34. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Somut olayda başvurucunun kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle açtığı dava lehine sonuçlanmış ve bu karar Danıştayca onararak kesinleşmiştir. Başvurucu, lehe olan mahkeme ilamının yerine getirilmesi için 1/11/2016 Çevre ve Şehircilik Bakanlığına başvurmuştur. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü 28/11/2016 tarihli cevap yazısında, taşınmazın Hazine taşınmazı ile değiştirilebilmesini teminen İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü tarafından inceleme ve araştırma yapılarak rapor hazırlanması yönünde karar verildiğini belirtmiştir. İzmir Valiliği Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ise 28/11/2016 tarihli yazısında, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiğini, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti hâlinde konunun Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne iletileceğini ifade etmiştir.

36. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

37. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında başvurucu lehine olan bir mahkeme kararının uygulanmamasının söz konusu olduğu durumlarda başvurucunun bu işleme karşı ayrı bir icra takibi yapmaya ve dava açmaya zorlanmasının beklenemeyeceğini belirtmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 47; Üças Gıda Pazarlama ve Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/16633, 6/12/2017, § 39). Somut olayda da anılan kararlardaki bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

38. Diğer taraftan bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

39. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

40. Anayasa Mahkemesi de yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânı tanıyan bu hukuk yolunu tüketilmesi gereken etkili bir başvuru yolu olarak görmüştür (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 26-36).

41. Ancak somut olayda başvurunun konusu yargı kararına dayalı bir para alacağının ödenmesine ilişkin değildir. Başvurucu, mülkiyet hakkı kapsamında bir taşınmazın kamulaştırılması gerektiğine ilişkin yargı kararının icra edilmediğinden yakınmaktadır. Buna karşın 6384 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yargı kararlarının icrasına ilişkin başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümünün amaçlandığı belirtilmektedir.

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

43. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

44. Somut olayda uyuşmazlık konusu taşınmazın kamulaştırılması talebine dair başvurunun reddine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanlığı işleminin iptali talebiyle açılan dava neticesinde İzmir 3. İdare Mahkemesi, kamulaştırma işlemlerinin geciktirilmeksizin sonuçlandırılması gerekirken davalı idare tarafından söz konusu taşınmazın kamulaştırılmasının önümüzdeki yıllarda ödenekler çerçevesinde değerlendirileceğinden bahisle tesis edilen işlemi hukuka aykırı görüp iptal etmiştir. Bununla birlikte 6100 sayılı Kanun'un 367. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ayni hakka ilişkin kararın kesinleşmedikçe yerine getirilmeyeceği düzenlenmiştir. Söz konusu hüküm ise Dairenin 19/6/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Dolayısıyla söz konusu kararın kesinleşme tarihinden itibaren uygulanabilir hâle geldiği açıktır. Bu durumda başvurucunun kesinleşmiş ve icra edilebilir nitelikteki yargı kararına istinaden taşınmazının kamulaştırılacağına ve kamulaştırma neticesinde de kamulaştırma bedelinin ödeneceğine yönelik meşru bir beklentisi bulunmaktadır. Nihayetinde başvuru konusu olayda ilgili taşınmazın da başvurucu adına tapuda kayıtlı olduğundan mülkün varlığında bir tereddüt bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve ondan tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, mülkün semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

46. Başvuru konusu olayda başvurucunun kamulaştırma talebine dair başvurusunun reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptali talebiyle açılan davada Mahkeme, davanın kabulüne karar vererek dava konusu işlemi iptal etmiş ve bu karar Danıştayca onanarak 19/6/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Bununla birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti halinde konunun değerlendirileceği gerekçesiyle kamulaştırma işleminin hâlihazırda yerine getirilmeyeceğini bildirmiştir. Buna göre dava konusu taşınmazın bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlendiğinden başvurucu mezkûr taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunamamaktadır. Diğer yandan başvurucu taşınmazının kamulaştırılmaması sonucu kamulaştırma bedelinden mahrum kalmıştır. Dolayısıyla yargı kararına rağmen kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmemesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur.

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

 (1) Genel İlkeler

47. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

48. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

49. Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkına yönelik nihai bir yargı kararının uygulanmamasının ihlale yol açtığını daha önce çeşitli kararlarında kabul etmiştir. Buna göre ilgili mahkeme kararını uygulamakla görevli kamu makamları, bu kararın uygulanmasını engellemekte ya da kararın uygulanması için gerekli özeni göstermemekteyse bu durumun Anayasa'nın 35. maddesinin ihlali anlamına geldiği sonucuna yol açtığını vurgulamıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, §§ 55-75; Mehmet Hocaoğlu, B. No: 2013/3207, 15/10/2015, §§ 59-74).

50. Diğer taraftan Necdet Çetinkaya (B. No: 2013/7725, 24/3/2016) başvurusunda ortaklığın giderilmesi davasında yapılan yargılama neticesinde satışına karar verilen taşınmazın yapılan ihale sonucu başvurucu tarafından mülkiyetinin edinilmesi söz konusudur. Bu başvuruya konu olayda da tapu müdürlüğü ortaklığın giderilmesi davasında Hazinenin taraf olmaması sebebiyle tescil talebini reddetmiştir. Anayasa Mahkemesi başvurucunun taşınmazın ihale bedelini ödediği ve tescilden önce mülkiyetini kazandığı hâlde başvurucunun ihale yoluyla edindiği taşınmazın Hazinenin payı dışındaki diğer payları yönünden başvurucu adına tescil işleminin yapılmamasının mülkiyet hakkına yapılan ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Necdet Çetinkaya, §§ 64-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Somut olayda başvurucunun 1. derecede doğal sit alanı olarak belirlenen alanda bulunan taşınmazının kamulaştırılması talebinin reddine ilişkin Bakanlık işleminin iptalini teminen açtığı dava kabul edilmiş ve karar kesinleşmiştir. Bununla birlikte başvurucunun yargı kararının yerine getirilmesini teminen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı nezdinde yaptığı başvuru, trampa işleminin 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesi çerçevesinde değerlendirilebilmesi için bilgi ve belgelerin toplanması gerektiği, bilgilerin tam ve eksiksiz olduğunun tespiti hâlinde konunun değerlendirileceği gerekçesiyle sonuçsuz bırakılmış ve hâlihazırda mahkeme kararı yerine getirilmemiştir.

52. İdare başvurucuya hitaben cevap yazısında her ne kadar kesinleşmiş yargı kararının yerine getirilmesini teminen gerekli bilgi ve belgelerin toplanmasının akabinde gerekli işlemlerin gerçekleştirileceğini bildirmiş ise de uzun bir süre geçmiş olmasına karşın hâlihazırda idarenin bu taahhüdünü gerçekleştirmediği görülmektedir. Buna göre yargı kararının yerine getirilmesinin temini yönünden idarece gerekli inisiyatifin sergilenmediği ve özenin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

53. Başvurucu, öncelikle taşınmazından yararlanamaması nedeniyle uğradığı zararın ortadan kaldırılması talebiyle hukuk kurallarının kendisine sağladığı tüm imkânları kullanmıştır. Bu kapsamda başvurucu, bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edilmesi nedeniyle üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunamadığı taşınmazı için Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne başvurmuş ve taşınmazın trampa programına alınarak uygun herhangi bir Hazine arazisiyle takas edilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük, cevap yazısında ilgili arazinin takas kapsamına alınabilmesi için gerekli 1/1000 ölçekli imar planının bulunmadığını, söz konusu imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eş güdümünde bir irdeleme çalışması yapılması gerektiğini, bu irdeleme çalışmasının gerçekleştirilmesinden sonra takas başvurusunun değerlendirmeye alınacağını bildirmiştir. Başvurucu akabinde 2863 sayılı Kanun'un 15. maddesinin (a) bendi uyarınca taşınmazının kamulaştırılması talebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde başvuru yapmış, talebinin reddi işlemine karşı dava açmış ve davayı da kazanmıştır. Bu durumda başvurucu, yukarıda da belirtildiği üzere taşınmazı üzerindeki kısıttan kurtulmak amacıyla kanunun tanıdığı tüm imkânları usulünde ve zamanında kullanmıştır. Buna mukabil idare ise başvurucunun mahkeme kararıyla ortaya konulan hakkının tesisi noktasında gerek yasal gerekse de taahhüt ettiği görevlerini yerine getirmemiştir. Bu kapsamda idare, somut olarak 1/1000 ölçekli imar planının hazırlanabilmesi ve takas programının başlatılabilmesi için kurum eş güdümünde herhangi bir irdeleme çalışması yapmamış ve başvurucunun yargı kararının yerine getirilmesi talebine karşı verdiği cevap yazısında taahhüt ettiği hususları gerçekleştirmemiştir.

54. Sonuç olarak mahkeme karar gerekçesinde de belirtildiği üzere somut olayda başvurucuya ait taşınmazın sit alanı ilan edilmesinden uzun yıllar geçmesine rağmen herhangi bir işlem yapılmamış ve bu nedenle de başvurucunun mülkiyet hakkının süresi belirsiz bir zaman diliminde kısıtlanmıştır. Üstelik anılan kararın kesinleşmesinden itibaren beş yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen hâlâ herhangi bir işlem yapılmamakla başvurucunun mülkiyet hakkı üzerindeki kısıntı devam etmektedir. Bu durumda somut olayda kamu makamlarının koordinasyon ve iş birliği eksikliğinin bulunduğu ve idarece mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren beş yılı aşkın bir sürenin geçmiş olmasına karşın çözüme yönelik bir girişime tanık olunamadığı gerçeği dikkate alındığında yargı kararının uygulanmamasına kamu makamlarının özensiz tutum ve davranışlarının yol açtığı, başvurucuya ise atfedilebilecek bir kusurun bulunmadığı görülmektedir.

55. Nihayetinde bulunduğu alan 1. derecede doğal sit alanı olarak ilan edilmesi nedeniyle taşınmaz üzerinde oluşan mülkiyet kısıtı, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutum ve işlemlerinden kaynaklanmıştır. Buna mukabil meydana gelen sonuçtan takas işlemiyle taşınmaz tahsisinde bulunmak ya da yargı kararına istinaden zorunlu kamulaştırma işlemini gerçekleştirip kamulaştırma bedeli ödemek durumunda kalmayan yine kamu makamları yararlanmıştır. Bu olgulara rağmen ve yargı kararının nihai hâle geldiği 19/6/2015 tarihinden bu yana beş yılı aşkın bir süre boyunca uygulanmamasının Anayasa Mahkemesince yargı kararlarının uygulanması çerçevesinde daha önce ortaya konulan ilkelere göre kanunilik ölçütü yönünden mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığı sonucuna varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

57. Başvurucu, lehine olan kesinleşmiş yargı kararının uygulanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

58. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

59. Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrası şöyledir:

"Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

60. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

61. Anayasa Mahkemesi daha önce yargı kararlarının uygulanmasını Anayasa’nın 36. maddesinde ifade edilen adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı çerçevesinde değerlendirmiştir. Buna göre Anayasa'nın 36. ve 138. maddeleri uyarınca yargı kararlarının ilgili kamu otoritelerince zamanında yerine getirilmediği bir devlette bireylerin yargı kararıyla kendilerine sağlanan hak ve özgürlükleri tam anlamıyla kullanabilmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak bireyler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemekle ve bu yolla bireylerin kamu otoritelerine ve hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bu sebeple hukuk devletinin bir gereği olarak bireylerin kamu otoritesi ile hukuk sistemine olan güven ve saygılarını koruma adına vazgeçilemez bir görev ifa eden yargının kararlarının zamanında yerine getirilmeyerek sonuçsuz bırakılması kabul edilemez. Sonuç olarak hukuk sisteminde, nihai mahkeme kararlarını taraflardan birinin aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler bulunması veya mahkeme kararlarının icrasının herhangi bir şekilde engellenmesi hâllerinde mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği anlamına geleceği kabul edilmiştir (Ahmet Yıldırım, B. No: 2012/144, 2/10/2013, § 28; Arman Mazman, B. No: 2013/1752, 26/6/2014, § 61).

62. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılan kısımda yapılan değerlendirmeler esas alındığında başvurucu lehine olan nihai ve kesinleşmiş nitelikteki yargı kararının uygulanmaması nedeniyle aynı zamanda mahkemeye erişim hakkının da ihlaline yol açılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

67. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

68. Anayasa Mahkemesi başvurucunun lehine olan yargı kararının idarece uygulanmaması nedeniyle mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

69. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için yargı kararının uygulanması gerekmektedir. İhlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığına düşmektedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi için Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

70. Diğer taraftan somut olay bağlamında kararın Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilmesine karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Nitekim ilgili yargı kararı kesinleştiği 19/6/2015 tarihinden itibaren beş yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen uygulanmış değildir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet ve mahkemeye erişim haklarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın idareye gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yargı kararının en kısa sürede icra edilmesi için kararın bir örneğinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.