Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır

Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

İlgili Kararlar:

♦ (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013)
♦ (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013)
♦ (Yağız Teks. ve Gıda Ürünleri Paz. Taah. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/650, 5/12/2013)
♦ (Ahmet Uçar ve diğerleri, B. No: 2018/32896, 10/12/2019)
♦ (Arzu Demirel ve diğerleri, B. No: 2020/17518, 31/12/2020)
♦ (Hasan Gülşen, B. No: 2019/21883, 9/6/2021)
♦ (Recep Tok, B. No: 2019/18178, 25/5/2022)
♦ (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013)
♦ (E.t.y.i. A.Ş., B. No: 2013/596, 8/5/2014)
♦ (Nusret Mutluca, B. No: 2014/14436, 5/12/2017)
♦ (Fatma Ülker Akkaya, B. No: 2014/18979, 22/2/2018)
♦ (Ahmet Yüksel ve Mehmet Yüksel, B. No: 2016/4338, 12/11/2019)
♦ (Başkent Doğalgaz Dağıtım Gyo A.Ş., B. No: 2019/28520, 31/12/2020)
♦ (Sema Değirmenci, B. No: 2019/18750, 28/1/2021)
♦ (Meral Korkmaz, B. No: 2018/26949, 15/6/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜHER ERGUN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/13)

 

Karar Tarihi: 2/7/2013

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucular

:

Güher ERGUN

 

 

Tosun Tayfun ERGUN

 

 

Olcay KOÇ

Vekili

:

Av. Murat NAS

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 25/9/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, başvurunun karara bağlanması için Bölüm tarafından ilke kararı alınması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 12/3/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 16/4/2013 tarih ve 37071 sayılı görüş yazısı 11/5/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 10/6/2013 havale tarihli beyan dilekçesi sunmakla, Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını on beş günlük yasal süre içerisinde ibraz etmemişlerdir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Muğla ili Fethiye ilçesi Kaya Köyü Tunçpınarı mevkiinde kain 1330 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespiti sırasında yarı hissesinin başvurucular murisi Aziz Bolel adına tespitine karar verilmiştir.

8. Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmazın tespit malikleri aleyhine Fethiye Tapulama Mahkemesinin E.1957/466 sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır.

9. Fethiye Tapulama Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin E.1957/466, K.1971/3 sayılı kararı ile taşınmazın tespit gibi, sunulan veraset ilamları uyarınca tespit maliklerinin mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir.

10. Belirtilen taşınmaz hakkında Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmaz malikleri aleyhine Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 ve E.2002/699 sayılı dosyaları ile tapu iptali ve tescil davaları açılmıştır.

11. Açılan bu davalarda Orman Genel Müdürlüğü tarafından, dava konusu parselin bulunduğu köyde 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 3302 sayılı Kanunla değişik 10. ve 11. maddeleri ile Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkındaki Tüzük’ün 28. maddeleri uyarınca uygulama yapıldığı ve dava konusu parselin bir kısmının kesinleşen orman tahdidi sınırları içinde kaldığı ifade edilerek, belirtilen kısmın tapusunun iptaline ve orman vasfı ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi talep edilmiştir.

12. Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan davalar Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir.

13. Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasında devam eden yargılama sırasında, Fethiye Kadastro Mahkemesince 27/12/2011 tarihli yazı ile dava konusu taşınmazın 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22-A bendi uyarınca yapılan uygulama çalışmalarında 251 ada 4 parsel sayılı taşınmaz olarak uygulamaya tabi tutulduğu ve tespit tutanaklarının Kadastro Mahkemesine gönderildiği bildirilmiştir.

14. Fethiye Kadastro Mahkemesinin bahsedilen yazısı üzerine Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/5/2012 tarih ve E.2002/175, K.2012/295 sayılı görevsizlik kararı ile dosyanın Fethiye Kadastro Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

15. Fethiye Kadastro Mahkemesinin 22/4/2013 tarih ve 2013/223 muhabere sayılı yazısında, Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasının henüz Fethiye Kadastro Mahkemesine devredilmediği bildirilmiştir.

B. İlgili Hukuk

16. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 2/7/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 25/9/2012 tarih ve 2012/13 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

18. Başvurucular, murislerinden intikal eden taşınmaza ilişkin Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasında yürütülen yargılamanın on yılı aşkın bir süre devam ettiğini, verilen görevsizlik kararı da nazara alındığında uzun bir süre daha devam edeceğini, açılan davanın tapu iptali ve tescil davası olup taşınmaz maliklerinin tapu kaydı uyarınca belirli olduğunu, taşınmaz maliklerinin mirasçılarının tespitinin ve dahili dava edilerek taraf teşkilinin sağlanmasının da mümkün ve kolay olduğunu, bu yönüyle davanın karmaşık olmadığını, ancak uzun süre taraf teşkili sağlanmasıyla uğraşılarak yargılamanın sürüncemede kaldığını, bu nedenle yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

19. Başvurucular, somut başvuruya ilişkin olarak ilk derece mahkemesince yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut olmadığını, AİHM kararlarında da belirtildiği üzere makul sürede yargılama yapılmaması iddiasına dayanan başvurular açısından başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranamayacağını, zira başvurunun esasen yargılamanın nihayete ulaştırılamaması nedenine dayandığını belirtmişlerdir.

20. Adalet Bakanlığı görüş yazısında Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi itibariyle başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıldır devam etmekte olduğunun ve halen ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğunun kabul edilebilirlik incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

21. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

22. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir.

23. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 25/9/2012 itibariyle derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.

24. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

25. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

26. Belirtilen hükümler uyarınca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, § 19,20, 12/2/2013).

27. Ancak, başvuru yollarının tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde uygulanması temel hak ve özgürlüklerin etkin kullanımını ve korunmasını engelleyecektir. Hali hazırda devam etmekte olan bir yargılamada, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiası ile bireysel başvuruda bulunulabilmesi, başvuru yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Zira bu durumda başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranması, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle meydana gelen sonuçları ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, makul olmadığı iddia edilen yargılama faaliyetinin daha da uzamasına ve başvurucu açısından zararın artmasına neden olacaktır.

28. Makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurular açısından, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen kanun yollarının tüketilmesi şartı, ancak makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne ilişkin etkin bir başvuru yolunun bulunması durumunda geçerli olabilecektir. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel başvuruda bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak hukuk sistemimizde, yargılama faaliyetinin uzamasını önleyici veya yargılama faaliyetinin uzamasından doğan zararları giderici nitelikte, etkin bir başvuru yolu bulunmamaktadır (Bahçeyaka/Türkiye, Başvuru No: 74463/01, 13/7/2006, § 27–29; Tamar/Türkiye, Başvuru No:15614/02, 18/7/2006, § 21–24; Ezel Tosun/Türkiye, Başvuru No:33379/02, 10/1/2006, §18,19; Danespayeh/Türkiye, Başvuru No: 21086/04, 16/7/2009, § 37).

29. Makul sürede yargılanma hakkı açısından bir başvuru yolu olarak 9/1/2013 tarih ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun ile ihdas edilen başvuru yolu ise, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince bu tür ihlal iddiaları açısından tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olarak kabul edilmekle birlikte (Müdür Turgut ve diğerleri/Türkiye, Başvuru No: 4860/09, 6/3/2013), ilgili Kanunun 1. maddesi ile 9. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, belirtilen Kanunun 23/9/2012 tarihi itibarıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde kaydedilmiş başvurular hakkında uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca aynı Kanunun 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası hükmüne göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokoller kapsamında korunan haklara ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatları doğrultusunda verilen ihlal kararlarının yoğunluğu dikkate alınmak suretiyle, Adalet Bakanlığınca teklif edilecek diğer ihlal alanları bakımından da Bakanlar Kurulu kararıyla bu Kanun hükümlerinin uygulanabileceği öngörülmüş olmakla beraber, hâlihazırda böyle bir başvuru yolunun ihdas edilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

30. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereği, somut başvuru açısından ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak nitelikte etkin bir başvuru yolu bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir.

31. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

32. Başvurucular, murislerinden intikal eden taşınmaza ilişkin olarak Fethiye 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin E.2002/175 sayılı dosyasında yürütülen yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

33. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu on yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.

34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, § 18, 26/3/2013)

35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

38. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan (Anayasa Mahkemesinin 19/1/2012 tarihli ve E.2011/43, K.2012/10 sayılı kararı) gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Anayasa Mahkemesinin 11/10/2012 tarihli ve E.2012/69, K.2012/149 sayılı kararı).

39. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

40. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunmasıdır. Hukuki uyuşmazlıkların çözüm sürecini uzatarak çoğu zaman elde edilecek hükmün yararını ortadan kaldıran bir yargılama, adaletin yerine getirilmesindeki etkililiğe ve güvenliğe zarar verecektir. Ancak, makul sürede yargılanma hakkı bakımından uyuşmazlığa ilişkin yargılamanın kısa sürede sonuçlandırılması önemli olmakla beraber, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir.

41. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, AİHM tarafından bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde içtihat yoluyla geliştirilmiş olan kriterlerdir (Frydlender/Fransa, Başvuru No: 30979/96, 27/6/2000, § 43; Ezel Tosun/Türkiye, Başvuru No:33379/02, 10/1/2006, §21,; Namlı ve Diğerleri/Türkiye, Başvuru No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Alhan/Türkiye, Başvuru No: 8163/07, 2/4/2013, § 21; Danespayeh/Türkiye, Başvuru No: 21086/04, 16/7/2009, § 28).

42. Yargılamaya intikal eden maddi vakıalar ve ispat araçlarından oluşan dava malzemesinin veya uygulanacak hukuk kurallarının karmaşık olması, yargılama faaliyetinin süresi üzerinde etkili olabilir. Bu nedenle her bir başvuru açısından sürenin değerlendirilmesi, çoğu zaman hem niteliğe hem niceliğe ilişkin bir inceleme yapılmasını gerektirir.

43. Hukuk sistemimiz açısından taraflarca hazırlanma ilkesi ve resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu yargılamalar arasında tarafların etkinliği noktasında farklılıklar bulunmakla beraber, genel olarak tarafların tutumunun yargılama sürecinin uzamasındaki etkisi, yargılama süresinin makul olma niteliğinin değerlendirilmesinde nazara alınması gereken önemli bir unsurdur. Zira tarafların yargılamayı uzatmaya yönelik davranışlardan kaçınması ve kendisine tanınmış olan usuli hakları kullanırken dikkat ve özen göstermesi gereklidir.

44. Yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken bir diğer unsur ilgili makamların tutumudur. Bu kapsamda sadece yargı makamlarının tutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir.

45. Yukarıda belirtilen unsurların yanı sıra, değerlendirmeye esas alınan sürenin makul olup olmadığının tespitinde, başvurucu için hukuki korumanın bir an önce gerçekleştirilmesindeki yararının ne olduğunun da nazara alınması gerekmekte olup, bu unsur her bir yargılama süresinin makullüğü açısından ortak bir standart oluşturulmaması tercihini güçlendirmektedir.

46. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır.

47. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin saptanması gereklidir.

48. Başvuru konusu olayda, bir taşınmaz hakkında genel yetkili mahkemelerde açılan tapu iptal ve tescil davasının, taşınmaza ilişkin kadastro uygulama çalışmaları yapılması nedeniyle görevsizlik kararıyla kadastro mahkemesine devredilmesine karar verildiği ve başvuru tarihi itibariyle yargılama faaliyetinin halen devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır.

49. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda taşınmazın davacı idare adına tapuya kayıt ve tesciline ilişkin bir mülkiyet sorunu bulunmakta olup, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 6100 sayılı Kanunda yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.

50. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir. Bununla birlikte, davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilecektir. Nitekim somut başvuru açısından benzer durum söz konusu olduğundan, dikkate alınacak sürenin tespiti ayrıca bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.

51. Yukarıda belirtildiği üzere (§ 21–23) Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi 23/9/2012 olup, 6216 sayılı Kanun’un 76. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile aynı Kanunun geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceleme yetkisine sahiptir. Belirtilen hükümlerin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirlerken, olay ve olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Dolayısıyla, bir hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamına girip girmediği noktasında dikkat edilecek husus, başvuruya konu işlem veya eylemin meydana geliş tarihi değil, bu işlem veya eyleme karşı müracaat edilen kanun yollarından sonra verilen kararın kesinleşme tarihidir. Bu çerçevede 23/9/2012 tarihinden önce açılmış ve bu tarih itibariyle derdest olan davalarla ilgili olarak yapılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını konu alan şikayetlerde dikkate alınacak süre, belirtilen tarihten sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir. Dolayısıyla, 23/9/2012 tarihinde derdest olmak şartıyla uyuşmazlığın başladığı tarihten, sona erdiği veya halen devam ediyorsa Anayasa Mahkemesi’nin başvuruyu karara bağladığı tarihe kadar geçen süre dikkate alınacaktır. Başvuru konusu yargılamanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi itibariyle yaklaşık on bir yıllık bir süredir devam ettiği ve belirtilen tarih itibariyle halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, davanın ikame edildiği tarihtir.

52. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak yukarıda belirtildiği üzere (§ 27–30) devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını konu alan şikâyetler bakımından başvuru yollarının tüketilmesi koşulu aranmayacaktır. Bu tür şikâyetler açısından yargılama faaliyetinin devamı sırasında başvuru yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı başvurunun karara bağlandığı tarihtir.

53. Başvuru konusu davada, başvurucu Olcay Koç’un 27/11/2002 havale tarihli dava dilekçesinde gösterilen davalılar arasında bulunduğu, başvurucular Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun’un ise 6/12/2005 tarihli ara karara istinaden davada yer almayan tapu malikleri olarak yargılamaya dâhil edildikleri anlaşılmaktadır.

54. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun bir parsel taşınmaza ait tapunun iptali ile orman vasfı belirtilerek hazine adına tapuya tesciline karar verilmesi ve taşınmaza yapılan müdahalenin önlenmesi talebi olduğu anlaşılmaktadır. İlgili davanın bir davacısı ve başvurucuların da aralarında yer aldığı dahili davalılarla beraber kırkbir davalısı bulunmaktadır. 27/11/2002 havale tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, görevsizlik kararı ile neticelenen yargılama diliminde toplam otuz dört duruşma yapılmıştır. Belirtilen celseler arasında iki ila dört aylık sürelerin bulunduğu ve yargılama süresince her yıl genel olarak üç, bazı seneler ise yılda toplam dört duruşma yapıldığı anlaşılmıştır.

55. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, tensip duruşması sonrasında yaklaşık on sekiz aylık bir süreyle ve toplamda dört celsede davacı tarafa, tebligat yapılamayan davalıların adreslerinin ve tebligat masraflarının ibrazı hususunda süre verildiği, sonrasında kamu kurumları vasıtasıyla adres tetkikine başlandığı görülmektedir. Devam eden yargılama sürecinde, bu defa vefat eden tapu maliklerinin veraset ilamlarının ibrazı hususunda davacı tarafa süre verilmiş ve belirtilen eksikliğin ikmali için yaklaşık on yedi aylık bir süre geçmiş, bu arada davacı tarafça verilen mazeret dilekçeleri kabul edilmiştir. İlgili belgelerin ibrazı üzerine, taraf teşkilinin sağlanması amacıyla tapu maliki mirasçılarının davaya dâhil edilmesi hususunda davacı tarafa yeniden süre verilerek, bu işlemlerin tamamlanması için on beş aydan fazla bir süre geçtiği anlaşılmıştır. Taraf teşkilinin sağlanmasının ardından muhtelif tarihlerde üç defa keşif ara kararı verildiği, ancak keşiflerin müracaat yokluğu, hava koşulları ve davacı vekilinin mazeret dilekçeleri gibi nedenlere dayalı olarak icra edilemediğine ilişkin keşif talik tutanakları tanzim edildiği görülmektedir. 28/11/2008 tarihinde icra edilen keşfin ardından bilirkişilerin raporlarını ibrazı hususunda keşif tutanağında verilen süreye aykırı şekilde dört aydan fazla bir süre beklenerek, raporlar duruşmada elden tebliğ edilmiş ve beyanda bulunmak üzere taraflara süre verilmiştir. Yapılan keşif sonrasında dosyada eksik evrak bulunduğundan bahisle bunların temini hususunda tekrar çeşitli kamu kurumlarına müzekkereler yazılmış, belirtilen eksiklikler yaklaşık on bir aylık bir sürede ikmal edilmiş, bu arada davacı vekili mazeretleri kabul olunarak, yeniden keşif ara kararı verilmiş, ancak bu karar ve daha sonra verilen iki adet keşif ara kararı, yetkili hakimin farklı bir mahkemede görevli olması, hava şartları ve bilirkişi temin edilememesi gibi mazeretlerle yaklaşık on beş aylık süreçte icra edilmemiştir. Sunulan müdahale talebinin değerlendirilmesi için dört aydan uzun bir süre daha yargılamanın ertelenmesinden sonra, 16/12/2012 tarihli celsede dava mahkemesi tarafından, Fethiye Kadastro Mahkemesince 27/12/2011 tarihli yazı ile, dava konusu taşınmazın 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22 maddesinin (A) bendi uyarınca yapılan uygulama çalışmalarında 251 ada 4 parsel sayılı taşınmaz olarak uygulamaya tabi tutulduğu ve tespit tutanaklarının Kadastro Mahkemesine gönderildiğinin bildirildiği belirtilerek dosya incelemeye alınmış ve üç aydan uzun bir süre sonra yapılan duruşmada Fethiye Kadastro Mahkemesi lehine görevsizlik kararı verilmiştir.

56. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın bir taşınmazın mülkiyetine ilişkin bir uyuşmazlık olduğu, davanın taraflarında toplam kırk iki kişinin bulunduğu, yargılamanın özellikle vefat eden tapu maliki mirasçılarının davaya dâhil edilerek taraf teşkilinin sağlanması ve taşınmazın aynına ilişkin bir ihtilaf olması nedeniyle, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde duruşmalar arasında geçen sürelerin oldukça uzun tutularak yılda ortalama üç duruşma yapıldığı ve verilen ara kararların birçoğunda davacı tarafa eksikliklerin ikmali hususunda usul hükümlerine aykırı şekilde süreler verildiği anlaşılmaktadır.

57. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanunun 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

58. Her ne kadar belirtilen usul hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz.

59. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.

60. Somut yargılama açısından, davacı tarafa defalarca ve kesin sürelere ilişkin hükümlere aykırı mahiyette, bir kısım eksikliklerin ikmali hususunda süreler verildiği, ara karar gereklerinin yerine getirilmemesi karşısında usul kanununda yer alan kesin sürelere ilişkin müeyyidelerin uygulanmadığı, defalarca verilen keşif ara kararlarının özellikle müracaat yokluğu nedeniyle yerine getirilmediği, ara kararı gereklerinin yerine getirilmediği ve keşiflerin icra edilmediği süreçlerde davacı vekili mazeretlerinin bir çok kez kabul edildiği, ancak yine kesin süreye riayet edilmemesinin müeyyidelerinin ve celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (1086 sayılı Kanun md. 163, 271, 278/son, 282, 414; 6100 sayılı Kanun md. 94, 114/1-g, 115/2, 120, 253, 269, 280; 2/7/1964 tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).

61. Yukarıda belirtilen hususların yanı sıra, taşınmaza ilişkin uygulama çalışmaları yapıldığını bildirir 27/12/2011 tarihli Fethiye Kadastro Mahkemesi yazısının 16/2/2012 tarihli celsede dosya içine alındığı, aynı celsede dosyanın incelemeye alınarak üç aydan uzun bir süre sonra 29/5/2012 tarihinde görevsizlik kararı verildiği ve dosyanın görevli Mahkemesine 22/4/2013 tarihi itibariyle yaklaşık on bir aylık süreçte devredilmemiş olduğu görülmektedir.

62. Başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

63. Davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

64. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

65. Başvurucular, taşınmazlarını uzun süren yargılama boyunca kullanamadıklarını belirterek, yargılama süresi itibariyle taşınmazdaki hisseleri nazara alınarak bilirkişi marifetiyle tespit edilmesini istedikleri zararın karşılığının maddi tazminat olarak hüküm altına alınmasını ve uzun yargılama nedeniyle maruz kaldıkları manevi zararın giderilmesi için manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

66. Adalet Bakanlığı görüşünde, her ne kadar başvurucular tarafından dava konusu taşınmaz üzerine ilk derece mahkemesince ihtiyati tedbir şerhi konulduğu ve bu nedenle yargılama süresince taşınmazdan yararlanamadıkları belirtilmiş ise de, taşınmaz üzerinde somut yargılama nedeniyle herhangi bir tedbir kararı bulunmadığı, yalnızca taşınmaza ilişkin tapu kaydında ilgili taşınmazın kadastro mahkemesinin 2011/75 esas sayılı dosyasında davalı olduğu bilgisinin bulunduğu bildirilmiştir.

67. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Başvurucular tarafından taşınmazın tapu kaydı üzerine ihtiyati tedbir şerhi konulduğu ve bu şekilde taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkilerinin engellendiği iddia edilmiş olmakla beraber, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde mevcut uyuşmazlıkla ilgili “taşınmazın 22461.25 m2’si orman sınırları içinde” ve “Kadastro Mahkemesi 2011/175” ifadesini içeren iki adet kaydın yer aldığı ve beyan niteliğindeki bu kayıtların başvurucuların taşınmaz üzerindeki tasarruf yetkilerini kısıtlar nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

69. Başvurucular Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun açısından yaklaşık sekiz, başvurucu Olcay Koç açısından ise yaklaşık on bir yıllık yargılama süreleri nazara alındığında, başvurucuların yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında takdiren başvurucular Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun’ a ayrı ayrı 5.200,00 TL, başvurucu Olcay Koç’a 8.300,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

70. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıl sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucular Güher Ergun ve Tosun Tayfun Ergun’a ayrı ayrı 5.200,00 TL, başvurucu Olcay Koç’a 8.300,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

2/7/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUHİTTİN KAYA VE MUHİTTİN KAYA İNŞAAT TAAHHÜT MADENCİLİK GIDA TURİZM PAZARLAMA SANAYİ VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1213)

 

Karar Tarihi: 4/12/2013

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucular

:

Muhittin KAYA

 

 

Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm

 

 

Pazarlama Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi

Temsilcisi

:

Muhittin KAYA (Başvurucu şirket yönünden)

Vekili

:

Av. Sabri COŞKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular taraflarınca tanzim edilen teminat çekinin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru değerlendirilmeyerek açtıkları iptal davasının reddine karar verilmesi ve uyuşmazlık hakkında yürütülen yargılamanın beş yılı aşkın bir süre devam etmesi nedeniyle Anayasa’nın 35., 36., 38., 40., 41. ve 48. maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına ve uğradıkları maddi zararın tazminine karar verilmesini talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/2/2013 tarihinde Karşıyaka 2. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. İkinci Bölümün 26/3/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 3/6/2013 tarihli görüş yazısı 13/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

6. Başvurucu vekili tarafından 18/6/2013 tarihinde ibraz edilen Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanları süresi içinde sunulmuştur. Dilekçede, Adalet Bakanlığı’nın başvuru dilekçesinin kesinleşme tarihinden önce verildiği, başvurucu tarafından ihlal iddialarına ilişkin açıklamada bulunulmadığı ve başvurucunun iddialarının gerek ilk derece Mahkemesince, gerekse kanun yolu mercii tarafından objektif olarak ve gerekçeleriyle değerlendirildiği noktasındaki tespitlerine itiraz ettikleri yönünde beyanda bulunulmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Türkiye Halk Bankası Dikili şubesine ait, 11.07.2007 keşide tarihli, 500.000,00 YTL değerli, “100000040” hesap ve “8511492” numaralı çekin tahsili için, başvurucular aleyhine Dikili İcra Müdürlüğünün 2007/439 sayılı dosyası ile icra takibine başlanılmıştır.

9. Başvurucular tarafından, bahse konu çeke ilişkin olarak açılan menfi tespit davası, Dikili Asliye Hukuk (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) Mahkemesinin 9/6/2011 tarih ve E.2007/243, K.2011/162 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

10. Başvurucuların temyiz talebi üzerine, ilk derece mahkemesi kararı Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 26/3/2012 tarih ve E.2011/12339, K.2012/4909 sayılı ilamı ile onanmıştır.

11. Başvurucuların karar düzeltme talebi, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19/11/2012 tarih ve E.2012/10902, K.2012/17096 sayılı kararı ile reddedilmiş, karar 15/1/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

12. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

13. Mahkemenin 4/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 5/2/2013 tarih ve 2013/1213 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

14. Başvurucular, taraflarınca tanzim edilen çekin teminat çeki olduğunu, bu niteliğine rağmen icra takibine konulan çeke ilişkin olarak açtıkları menfi tespit davasının reddedildiğini, çekin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru değerlendirilmediğini ve uyuşmazlık hakkında yürütülen yargılamanın beş yılı aşkın bir sürede sonuçlandırıldığını belirterek, Anayasa’nın 35., 36., 38., 40., 41. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden

15. Başvurucular, somut başvuruya ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte olan karar düzeltme talebinin reddine dair bir karar bulunduğunu ve bu kararın tebliği tarihinden itibaren süresinde başvuruda bulunulduğunu belirtmişlerdir.

16. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar başvuruya konu yargılamanın yaklaşık beş yılı aşkın süredir devam etmekte olduğunun ve uyuşmazlığa ilişkin kararın 26/3/2013 tarihinde kesinleştiğinin, başvurunun ise 30/1/2013 tarihinde yapılmış olduğunun dikkate alınması gerektiği bildirilmiştir.

17. Başvurucularca verilen Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyan dilekçesinde, uyuşmazlığa ilişkin nihai kararın 19/11/2012 tarihinde verilerek kesinleştiği ve belirtilen kararın 15/1/2013 tarihinde tebliğini müteakip, 5/2/2013 tarihinde başvuruda bulunulduğu yinelenmiştir.

18. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

19. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, uyuşmazlığa ilişkin nihai karar tarihi olan 19/11/2012 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.

20. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden

21. Başvurucular, taraflarınca tanzim edilen çekin teminat çeki olduğunu, bu niteliğine rağmen icra takibine konulan çeke ilişkin olarak açtıkları menfi tespit davasının reddedildiğini, yargılama sırasında ileri sürdükleri iddia ve delillerinin gerektiği gibi incelenmediğini, yapılan yargılama sırasında verilen ilk derece Mahkemesi ve Yargıtay kararlarının yeterli gerekçe ihtiva etmediğini ve çekin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru değerlendirilmediğini iddia etmişlerdir.

22. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların tüm iddialarını ilk derece Mahkemesi ve temyiz mercii önünde belirttikleri, davaları ile ilgili delilleri sundukları ve karşı tarafça ileri sürülen iddiaları ve delilleri değerlendirip karşı çıkabildikleri, gerek ilk derece Mahkemesi gerekse Yargıtay tarafından taraf delilleri objektif olarak değerlendirilmek suretiyle kararların ilgili gerekçeleriyle kurulduğunu, ayrıca başvurucular tarafından kararların sonucundan, delillerin yanlış değerlendirilmesinden ve yasanın yanlış uygulanışından şikayet edilmekle beraber, hangi anayasal temel hak ve özgürlüğün ne şekilde ihlal edildiğinin açıklanmadığı belirtilerek, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilirlik koşulları taşıyıp taşımadığı ve bu itibarla açıkça dayanaktan yoksun olup olmadığının değerlendirilmesinde belirtilen bu hususların göz önünde bulundurulması yönünde görüş bildirilmiştir.

23. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

24. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

25. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dahil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No:2012/13, 2/7/2013,§ 38). Ayrıca, hakkaniyete uygun yargılamanın bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı Anayasa’nın 141. maddesinin 1. fıkrasında yer verilen “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” hükmüyle, mahkemelerin uyması gereken bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir.

26. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır. Bunun yanı sıra, kanun yolu mahkemelerince verilen karar gerekçelerinin ayrıntılı olmaması da bu hakkın ihlal edildiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Kanun yolu mahkemelerince verilen bu tür kararların, ilk derece mahkemesi kararlarında yer verilen gerekçelerin kabul edilmiş olduğu şeklinde yorumlanması uygun olup, bu husus AİHM içtihadında da, üst dereceli mahkeme tarafından benimseme yöntemiyle önceki mahkeme kararının gerekçesinin özümsenmesi şeklinde yorumlanmaktadır (Bkz. Ruiz Torija/İspanya, B. No. 18390/91, 09.12.1994, § 29-30; Hiro Balani/İspanya, B. No. 18064/91, 09.12.1994, § 28; Georgiadis/Yunanistan, B. No. 21522/93, 29.05.1997, § 40-43; H.A.L./Finlandiya, B. No. 38267/97, 27.01.2004, §50-51; X/Yunanistan, B. No. 8769/79, 16.07.1981; Les Travaux Du Midi/Fransa, B. No. 12275/86, 02.07.1991).

27. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No:10590/83, 6/12/1988, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkanların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir.

28. Somut başvuru açısından, başvuruya konu Mahkeme kararında, çekin bir ödeme vasıtası olduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğinin kabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilince beyan edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını ispat edemedikleri gerekçesine dayanılarak başvurucuların davasının reddine karar verildiği ve ilk derece Mahkemesince oluşturulan karar ve gerekçesi hukuka uygun bulunmak suretiyle kanun yolu Mahkemelerinin denetiminden geçerek kesinleştiği, ayrıca başvuru dosyası kapsamından başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, yargılamaya etkin olarak katılma imkânının ellerinden alındığına ve yargılamadaki konumlarının önemli bir zarar gördüğüne dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.

29. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun” olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

30. Başvurucular ayrıca açtıkları menfi tespit davasının reddedilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 38., 41. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

31. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

32. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucular tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

33. Başvurucular 4/10/2007 tarihinde açılan dava ile başlayan uyuşmazlığın, karar düzeltme talebinin reddi tarihi olan 19/11/2012 tarihinde sonuçlanmakla beş yılı aşkın süre devam ettiğini belirterek, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

34. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu beş yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.

35. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, § 18, 26/3/2013)

36. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

37. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

38. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

39. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, § 38, 2/7/2013).

40. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

41. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, § 40, 2/7/2013).

42. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, § 41–45, 2/7/2013).

43. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, § 46, 2/7/2013).

44. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

45. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, bir kambiyo senedine ilişkin olarak ticaret mahkemesi sıfatıyla genel yetkili mahkemelerde açılan menfi tespit davasının söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, § 49, 2/7/2013).

46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 4/10/2007 tarihidir.

47. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu yargılamanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu ve belirtilen tarih itibarıyla halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, davanın ikame edildiği tarih olan 4/10/2007 tarihidir (B. No: 2012/13, § 51, 2/7/2013).

48. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Başvuruya konu menfi tespit davasının, başvurucunun karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay kararı ile sonuçlandığı nazara alındığında, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak tarih, karar düzeltme talebinin reddine dair karar tarihi olan 19/11/2012 tarihidir.

49. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun davalının başvuruculardan herhangi bir hak ve alacağı olmadığının tespiti ile bedelsiz olduğu iddia edilen çekin iptali talebi olduğu anlaşılmaktadır. İlgili davanın iki davacısı ve bir davalısı bulunmaktadır. 4/10/2007 havale tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, davanın reddi kararı ile neticelenen yargılama diliminde toplam yirmi altı duruşma yapılmıştır. Belirtilen celseler arasında bir buçuk ila iki aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

50. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, 5/10/2007 tarihli tensip duruşması ara kararı gereğince istenen ve 27/12/2007 tarihli celsede dosya arasına alındığı bildirilen İcra Tetkik Mercii dosyasının ve Dikili Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasının yeniden talep edildiği, yargılamanın 27/12/2007 tarihli celse ara kararı uyarınca talep edilen Dikili Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/271 sayılı dosyasının ilgili mahkemece gönderilmesi hususunda 8/7/2008 tarihli celseye kadar üç celse boyunca ve toplamda altı ayı aşkın bir süre beklenildiği, belirtilen ceza davası dosyasının temyiz incelemesinde olduğunun tespit edildiği 8/7/2008 tarihli celsede taraflara anlaşmaları hususunda süre verilerek duruşmanın 14/10/2008 tarihine ertelendiği, aynı tarihli celsede başvurucu vekilinin ilgili dosyanın Yargıtay incelemesinde olmadığı yönündeki beyanı üzerine dosyanın tekrar talep edildiği, ilgili Mahkemece istenilen dosyanın temyiz incelemesinde olduğunun yinelenmesi üzerine 28/5/2009 tarihli celseye kadar dört celse boyunca ve toplamda beş buçuk ay süreyle ilgili dosyanın temyiz incelemesinden dönüşünün beklenildiği ve bu arada taraf vekillerinin mazeretlerinin kabul edildiği, 28/5/2009 tarihli celse ara kararı uyarınca 23/6/2009 tarihinde keşif icra edilerek, keşif zaptında yer verilen arar karar uyarınca bilirkişilere raporlarını ibraz hususunda on gün süre verilmesine rağmen, yapılan keşif sonrası iki celse boyunca ve yaklaşık beş aylık bir süre ile bilirkişi raporlarının ibrazının rapor akıbetleri tetkik edilmeksizin beklenildiği ve bu arada davalı vekili mazeretlerinin tekrar kabul olunduğu, raporların elden tebliğ edildiği 19/11/2009 tarihli celsede taraf vekillerine beyanda bulunmak üzere süre verilirken, yeniden Dikili Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/271 sayılı dosyasının temyiz incelemesinden dönüşünün beklenilmesine dair ara karar tesis edildiği, yaklaşık bir ay sonra açılan celsede ek rapor alınmasına ve belirtilen ceza dosyasının beklenilmesine karar verilerek, dört celse boyunca ve toplamda dört ayı aşkın süre ek rapor ve belirtilen ceza dosyası akıbetinin beklenildiği, bu arada açılan 27/5/2010 tarihli celsede, dokuzuncu celse ara kararı uyarınca tapu sicil müdürlüğünden talep edilen ve onuncu celsede ibraz edildiği belirtilerek dosya arasına alınan bir kısım tapu kaydının yeniden ilgili müdürlükten talep edildiği, ek raporun ibraz edildiği 17/6/2010 tarihli celsede taraf vekillerine rapor hakkında beyanda bulunmaları hususunda süre verilerek yargılamanın yaklaşık bir ay süreyle tehir edildiği, 22/7/2010 tarihli celsede, davalı vekilince verilen 21/11/2007 havale tarihli cevap dilekçesinde ileri sürülmesine rağmen, bu talepten yaklaşık iki yıl sekiz ay sonra eksik harcın tamamlanması hususunda başvurucular vekiline süre verildiği ve ilgili hususun ikmal edilmemesi üzerine dosyanın 22/7/2010 tarihinde işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular vekili tarafından verilen 5/10/2010 tarihli yenileme dilekçesi üzerine yargılamaya devam edildiği, 20/1/2011 tarihli celseye kadar yenileme dilekçesinin tebliği sağlanarak aynı celse başvurucu tanıklarının dinlenilmesine karar verilerek duruşmanın 24/3/2011 tarihine ertelendiği, davacı tanıklarının dinlenilmesini müteakip aynı celse ara kararıyla dava konusu çeke istinaden açılan Dikili İcra Müdürlüğünün E.2007/439 sayılı dosyasının talep edilerek taraf vekillerine esasa ilişkin beyanda bulunmaları hususunda süre verildiği ve 9/6/2011 tarihli celsede davanın reddine karar verildiği görülmektedir.

51. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya esas yargılamanın konusunun davalının başvuruculardan herhangi bir hak ve alacağı olmadığının tespiti ile bedelsiz olduğu iddia edilen çekin iptali talebi olduğu, davanın taraflarında toplamda iki gerçek bir tüzel kişinin bulunduğu, dava sırasında başvurucuların delilleri arasında yer verilen ve başvurucu Muhittin Kaya’nın karşılıksız çek keşide etme suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bir yıl süreyle çek hesabı açmasının yasaklanmasına karar verildiği anlaşılan Dikili Asliye Ceza Mahkemesinin E.2007/271 sayılı dosyasının temyiz incelemesinden dönüşünün on bir celse boyunca ve toplam on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği, 17/6/2010 tarihli celsede mübaşir marifetiyle yaptırılan araştırma sonucunda ilgili dosyanın temyiz incelemesinden dönmediği tespitine yer verilmekle birlikte belirtilen celse ve sonraki celselerin yanı sıra karar gerekçesinde, uzun süre sonucu beklenilen ilgili ceza dosyasına ilişkin bir tespit ve değerlendirmeye yer verilmediği, belirtilen bekleme periyodunun yanı sıra yaklaşık on aylık bir süre boyunca ve akıbetleri tetkik edilmeksizin bilirkişi raporlarının ibrazının beklenildiği ve belirtilen sürenin raporların ibrazı için verilen sürelerin fevkinde olduğu, ayrıca belirtilen bu süreçlerde taraf vekillerinin mazeretleri kabul olunmakla birlikte, celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (2/7/1964 tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).

52. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

53. Her ne kadar belirtilen usul hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz.

54. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.

55. Somut yargılama açısından, bir ceza dosyası akıbetinin on bir ayı aşkın bir süre beklenildiği ve bu uzun bekleme sürecine rağmen ilgili dosyanın somut yargılama açısından nasıl bir değerlendirme için kullanılmak istendiği hususuna hüküm gerekçesinde yer verilmediği, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında uyuşmazlığın dava konusu çekin teminat amacıyla verilip verilmediği noktasında toplandığı, çekin bir ödeme vasıtası olduğu ve kural olarak mevcut bir borcun tediyesi amacıyla verildiğinin kabulünün gerektiği, bu durumda mevcut çekin teminat amacıyla verilmiş olduğu yönündeki iddianın başvurucular tarafından yazılı delille ispatlanması gereğine rağmen, belirtilen husus yazılı delille ispatlanmadığı gibi yemin deliline de başvurulmayacağının başvurucular vekilince beyan edildiği ve bu itibarla başvurucuların iddialarını ispat edemedikleri gerekçesine yer verildiği ve hükmün gerekçesinde dinlenilen başvurucu tanıkları ile yapılan keşif ve bilirkişi raporlarına da dayanılmadığı nazara alındığında, tanık dinlenilmesi, keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usuli işlemler için geçirilen on ayı aşkın süreyi içeren bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen hususların yanı sıra, davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde belirtilen usule ilişkin itirazlar arasında yer verilen dava harcının eksik olduğu noktasındaki itirazın yaklaşık iki yıl sekiz ay sonra değerlendirilerek eksik harcın tamamlanması hususunda başvurucular vekiline süre verildiği ve ilgili hususun ikmal edilmemesi üzerine dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve belirtilen tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

56. Kanun yolu incelemesinde geçen sürenin ise temyiz ve karar düzeltme aşamaları dâhil bir yıl iki aylık bir yargılama dilimini kapsadığı görülmektedir.

57. Başvurucular vekilince üç defa mazeret dilekçesi sunulduğu ve eksik harcın tamamlanması nedeniyle dosyanın işlemden kaldırıldığı süreçte başvurucuların tutumu nedeniyle yaklaşık iki aylık bir gecikme periyodu yaşandığı anlaşılmakla birlikte, başvurucuların tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

58. Yapılan bu tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, davanın taraflarında yer alan kişi sayısı ve davanın konusu itibariyle karmaşık olarak nitelendirilemeyecek olan yargılama faaliyetinde, yetkili makamların yargılamaya ilişkin usul işlemlerinde yeterli özeni göstermemeleri nedeniyle, başvuruya konu beş yıl üç ay süren yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

59. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

60. Başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki iddialarını ise yargılama neticesine dayandırdıkları, özellikle uyuşmazlık konusu çekin mahiyetinin derece mahkemelerince doğru değerlendirilmediği ve adil olmayan yargılama neticesinde verilen ret kararının başvurucuların sahip oldukları ekonomik değerleri aleyhe etkileyerek, sonucu itibariyle mülkiyet haklarını ihlal ettiğinin iddia edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucular tarafından mülkiyet haklarının ihlal edildiği hususundaki iddianın yargılamanın sonucuna dayandırıldığı ve yargılama sürecine ilişkin olarak yukarıda yapılan değerlendirme neticesinde (§2-29) başvurucuların delillerinin ve iddialarının adil yargılanma hakkı çerçevesinde derece mahkemelerince ayrıntılı bir değerlendirmeye tabi tutularak karar verildiği tespit edilmiş olmakla, mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddianın ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

61. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesine yönelik iddialarının ise, başvurunun makul sürede yargılanma hakkı açısından değerlendirilerek, somut başvuru açısından bu hakkın ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

62. Başvurucular, uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaması halinde ise faiziyle birlikte, Dikili İcra Müdürlüğünün 2007/439 sayılı dosyası kapsamında tahsil edilen 500.000,00 TL’nin tazminine hükmedilmesini talep etmişlerdir.

63. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucular tarafından uyuşmazlık hakkında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talep edilmiş olup, tespit edilen ihlal açısından yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların yeniden yargılama yapılması hususundaki taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucular tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.838,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma haklarının ve Anayasa’nın 38., 41. ve 48. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuların yargılamanın yenilenmesi ve maddi tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

4/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YAĞIZ TEKS. VE GIDA ÜRÜNLERİ

PAZ. TAAH. SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

 

(Başvuru Numarası: 2012/650)

Karar Tarihi: 5/12/2013

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Mehmet ERTEN

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucu

:

Yağız Teks. ve Gıda Ürünleri Paz. Taah. San. Ve Tic. Ltd. Şti.

Temsilcisi

:

Ediz ERKOVAN

Vekili

:

Av. Ali TÜPTÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 2001 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 2., 5., 10., 36., 40., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 15/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölümün 16/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 19/6/2013 tarihli görüş yazısı 24/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu tarafından 18/6/2001 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde menfi tespit davası açılmıştır.

8. Mahkemenin E.2001/411 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamada ilk duruşma 2/10/2001 tarihinde yapılmıştır.

9. Başvuru yapılmasını takiben, Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 12/12/2012 tarihli ve E.2001/411, K.2012/554 sayılı kararı ile, başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir.

10. Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 29/12/2012 tarihli müzekkeresinde, kararın tebligat işlemleri nedeniyle halihazırda kesinleşmemiş olduğu bildirilmiştir.

B. İlgili Hukuk

11. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Mahkemenin 5/12/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 15/11/2012 tarih ve 2012/650 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

13. Başvurucu, 18/6/2001 tarihinde Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2001/141 sayılı dosyası üzerinde menfi tespit davası açtığını, Mahkemenin 5/7/2002 tarihli ihtiyati tedbir kararı uyarınca Mahkeme veznesine 2.070.000,00 TL nakdi teminat yatırdığını, davanın ilk duruşmasının 2/10/2001 tarihinde yapıldığını ve başvuru tarihi itibariyle davanın halen derdest olduğunu, bu nedenle yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan makul sürede yargılanma hakkının, ayrıca Anayasa’nın 2., 5., 10., 40., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden

14. Başvurucu, somut başvuruya ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut olmadığını, AİHM kararlarında da belirtildiği üzere makul sürede yargılama yapılmaması iddiasına dayanan başvurular açısından başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranamayacağını, zira başvurunun esasen yargılamanın nihayete ulaştırılamaması nedenine dayandığını ve böyle bir şartın aranmasının başvurucunun mağduriyetini artıracağını belirtmiştir.

15. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıl üç aydır devam ettiğinin ve 12/12/2012 tarihinde ilk derece Mahkemesi nezdinde sonuçlandığının kabul edilebilirlik incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

16. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

17. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir.

18. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 15/11/2012 itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.

19. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

20. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

21. Belirtilen hükümler uyarınca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. (B. No: 2012/1027, 12/2/2013,§ 19, 20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26). Ancak, başvuru yollarının tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde uygulanması temel hak ve özgürlüklerin etkin kullanımını ve korunmasını engelleyecek olup, devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranması, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle meydana gelen sonuçları ortadan kaldırmayacağından, bu durum başvuru yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurular açısından, yalnızca yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel başvuruda bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak hukuk sistemimizde, belirtilen etkiye sahip etkin bir başvuru yolu bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 27, 28).

22. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

23. Başvurucu ayrıca Anayasa’nın 2., 5., 10., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

25. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvurucuya ait olmasına rağmen, başvurucu tarafından soyut şekilde birtakım Anayasa hükümlerine atıfta bulunulmakla birlikte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden İnceleme

26. Başvurucu, 2001 yılında açmış olduğu hukuk davasına ilişkin olarak Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesin E.2001/411 sayılı dosyası üzerinde yürütülen yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

27. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu on yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi yönünde beyanda bulunulduğu anlaşılmıştır.

28. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

29. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

30. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

31. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

32. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

33. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

34. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

35. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).

36. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

37. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

38. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuruya konu yargılamanın, bir kambiyo senedinin iptali ve menfi tespit talebine ilişkin olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 49).

39. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 18/6/2001 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

40. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisini belirleyen hükümlerin, olay ve olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu yargılamanın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık on bir yıl beş aydır devam ettiği ve belirtilen tarih itibarıyla halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, davanın ikame edildiği tarih olan 18/6/2001 tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

41. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun bir adet kambiyo senedinin iptali ve menfi tespit talebine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. İlgili davanın bir davacısı ve iki davalısı bulunmaktadır. 18/6/2001 tarihli dilekçe ile yargılamasına başlanıldığı anlaşılan davanın tensip zaptının tanzimi sonrasında, davanın reddi kararı ile neticelenen yargılama diliminde toplam kırk altı duruşma yapılmıştır. Belirtilen celseler arasında üç ilâ dört aylık sürelerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

42. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, 21/6/2001 tarihli tensip duruşması ara kararı gereğince istenilen İcra Müdürlüğü dosyasının 2/10/2001 ve 7/11/2007 tarihli celselerde yeniden talep edildiği, benzer şekilde Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının 17/9/2002 tarihli celse ara kararı uyarınca talep edilmesine karar verilmesine rağmen, belirtilen dosyanın istenilmesi hususunda 26/11 2002 tarihinde yeniden ara karar tesis edildiği, 26/11/2002 tarihli celsede Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının sonucunun beklenilmesine karar verildiği ve 16/12/2003 tarihli celsede davacı vekilince başvuruya konu yargılamayla ilgisi olmadığı iddia edilerek belirtilen ceza davası sonucunun beklenilmemesi talep edilmesine rağmen 24/2/2004 tarihli celseye kadar belirtilen dosyanın akıbetinin beklenildiği, daha önce talep edilmesi hususunda iki defa ara karar tesis edilen İcra Müdürlüğü dosyasının ise 1/7/ 2003 tarihli celsede yeniden talep edildiği anlaşılmaktadır.

43. 24/2/2004 tarihli celse sonrası Ankara Barosu Hakem Kurulunun 2003/154 sayılı dosyasına gönderildiği anlaşılan başvuruya konu yargılama dosyasının, 4/5/2004 ilâ 19/4/2005 tarihli celseler arasında ve yaklaşık bir yıllık bir süreçte Mahkemeye iadesinin teminine çalışıldığı ve bu süreçte davacı vekili mazeretlerinin kabul olunduğu, 19/4/2005 tarihli celse zaptı itibariyle bu defa Denizli 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği anlaşılan yargılama dosyasının 6/12/2005 tarihli celseye kadar ve yaklaşık sekiz ay süreyle Mahkemeye iadesinin teminine çalışıldığı, 6/12/2005 tarihli celsede Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının sonucunun beklenilmesi hususunda yeniden ara karar tesis edildiği ve 29/2/2012 tarihli celseye kadar toplam altı yıl üç ay süreyle belirtilen ceza dosyası sonucunun beklenildiği ve bu süreçte davacı vekili mazeretlerinin kabul olunmaya devam edildiği anlaşılmaktadır.

44. Belirtilen ceza mahkemesi dosyasının Yargıtaydan dönmesi akabinde başvuruya konu yargılamanın 29/2/2012 tarihli celsesinde incelendiği, aynı celsede davanın esası hakkında beyanda bulunmak üzere davacı vekiline süre verildiği ancak 4/4/2012 tarihli celsede davacıya ait ticari defterler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek 6/6/2012 tarihli celse ara kararı uyarınca bilirkişi raporu sonucunun beklenildiği, 19/9/2012 tarihli celsede raporların incelenmesi hususunda davacı vekiline süre verilerek 7/11/2012 tarihli celsede davanın esası hakkında beyanda bulunmak üzere taraf vekillerine yeniden süre verildiği ve 12/12/2012 tarihli celsede davanın reddine dair hüküm kurulduğu, ancak Ankara 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 29/11/2012 müzekkeresi kapsamında, kararın tebligat işlemleri nedeniyle halihazırda kesinleşmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

45. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu davanın taraflarında toplamda iki gerçek, bir tüzel kişinin bulunduğu, dava sırasında başvurucunun delilleri arasında yer verilen ve dava dilekçesi içeriğinde de belirtilen icra müdürlüğü dosyasının tensip ara kararı uyarınca istenilmesine karar verilmesine rağmen talep edilmeyerek üç ayı aşkın süre sonra yapılan celsede yeniden bu hususta ara karar tesis edildiği, ayrıca yargılamanın iki farklı celse ara kararı uyarınca gerekçe gösterilmeksizin yeniden talep edildiği, başvuruya konu davanın davalılarının sanık ve müşteki sanık konumunda olduğu ve sanıklar hakkında verilen berat kararıyla neticelendiği anlaşılan Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının kesinleşmesi hususunda yedi yıl altı aylık bir süre boyunca beklenildiği, belirtilen kararın kesinleştiğinin tespit edilmesi üzerine başvuruya konu yargılamanın esası hakkında beyanda bulunulması hususunda taraflara üç ayı aşkın bir süre verilmesine rağmen 4/4/2012 tarihli celsede bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilerek usul işlemlerinin kısım kısım yerine getirildiği, ayrıca belirtilen bu süreçlerde taraf vekili mazeretleri kabul olunmakla birlikte, celse harcı tayini gibi usuli imkanların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (492 sayılı Harçlar Kanunu md.12).

46. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanunun 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.

47. Her ne kadar belirtilen usul hükümlerine tabi olan somut yargılama açısından dava malzemesinin taraflarca hazırlanması ilkesinin geçerli olması yargılama faaliyetinin makul sürede neticelendirilmemesinin sonuçlarına tarafların katlanması düşüncesini destekler nitelikte olsa da, bu ilkeler yargılama makamlarını davayı gerekli süratle yürütme yükümlülüğünden kurtarmaz.

48. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır.

49. Somut yargılama açısından Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/142 sayılı dosyasının akıbetinin yedi yıl altı aylık bir süre boyunca beklenildiği ve gerekçeli kararda bu dosyaya ilişkin değerlendirmelerde bulunulduğu görülmekle beraber, yargılama faaliyetinin süresine ilişkin değerlendirmede göz önünde bulundurulması gereken ilgili makamların tutumu kapsamında sadece yargı makamlarının tutumu dikkate alınmayıp, Devletin kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir bir gecikme olup olmadığı üzerinde durulmalıdır. Yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir. Belirtilen ceza dosyası sonucunun beklenilmesi noktasındaki takdir ilgili usul hükümleri uyarınca derece Mahkemelerine ait olmakla beraber, belirtilen ceza davası akıbetinin yedi yıl altı ay boyunca beklenilmesinin somut yargılamanın süresi üzerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır.

50. Belirtilen hususların yanı sıra, ilk derece Mahkemesinin gerekçeli kararında bilirkişi raporunda başvurucunun ticari defterlerinde davalılar adına herhangi bir kayda ve bu kapsamda dava konusu çek kaydına rastlanmadığının tespit edildiğinin ve karar gerekçesinin takip eden kısmında dava konusu çekin başvurucunun ticari defterlerinde kayıtlı olmamasının çekin bedelsiz olduğunun kanıtı sayılamayacağının belirtilmesi karşısında, bilirkişi incelemesi için geçen yedi ayı aşkın bekleme periyodunun da üzerinde durulması gereken bir diğer süreç olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, dosya aslının farklı yargı mercilerine gönderilmesi neticesinde, yargılama dosyasının ilgili mahkemeye iadesinin sağlanması hususunda yaklaşık bir yıl sekiz aylık bir sürenin geçtiği görülmektedir. Yargılama süresince bir kısım dosya ve kayıtların gerekçe gösterilmeksizin müteaddit defa ilgili mercilerden talep edildiği ve belirtilen tüm bu hususların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.

51. Başvurucu vekilince yargılama süresince dört defa mazeret dilekçesi sunulduğu görülmekle birlikte, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

52. Yapılan bu tespitler çerçevesinde davaya bütün olarak bakıldığında, başvuruya konu on iki yıl beş aylık yargılama faaliyetinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

53. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

54. Başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesine yönelik iddialarının ise, başvurunun makul sürede yargılanma hakkı açısından değerlendirilerek, somut başvuru açısından bu hakkın ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ayrıca değerlendirilmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

55. Başvurucu, uzun yargılama nedeniyle maruz kaldığı manevi zararın giderilmesi için 10.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

56. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucuların tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

57. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

58. Başvurucu tarafından 10.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin on iki yıl beş aylık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucunun talebi de nazara alınmak suretiyle, başvurucuya takdiren 10.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

60. Başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on iki yıl beş ay sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucunun Anayasa’nın 2., 5., 10., 90. ve 148. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya 10.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine,

5/12/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET UÇAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/32896)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucular

:

Ahmet UÇAR ve diğerleri [bkz.ekli tablo]

Vekili

:

bkz. Ekli Tablonun F Sütunu

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, işe iade davasında delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve uzun yargılama nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır.

5. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2018/32896 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/32896 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Özel bir işletmede işçi olarak çalışmakta iken iş sözleşmeleri feshedilen başvurucular, fesih işleminin haklı bir nedene dayanmadığını iddia ederek işe iade edilmelerine karar verilmesi talebiyle tespit davaları açmışlardır.

10. Derece mahkemeleri, dava konusu fesih işleminin haklı sebebe dayalı olduğu gerekçesiyle davaların reddine karar vermiştir. Kararlar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.

11. Başvurucular, delillerin eksik değerlendirilmesi sonucu hatalı karar verilmesi ve yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

13. Başvuruculardan bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak gelirleri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

14. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

15. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

16. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

17. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

18. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

19. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 4 yıl 3 ay şeklindeki yargılama sürelerinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

20. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

1. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular, delillerin takdirinde açık bir keyfîliğin bulunduğunu, eksik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak karar verildiğini, itirazlarının dikkate alınmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

22. Başvurular, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru inceleme yetkisi kapsamında ve sunulan bilgi ile belgeler çerçevesinde değerlendirilmiştir. Başvurularda ileri sürülen iddialar, mahkemelerce delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup mahkeme kararlarında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir hususun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır (Necati Gündüz, Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

23. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

25. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

26. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

27. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ekli tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

28. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

29. Başvuruculara 2.475 TL vekâlet ücretinin müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

30. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu Halil Özmaya'ya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara ekli tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294.70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucu Halil Özmaya'ya, 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin ise BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için ilgili mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ARZU DEMİREL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/17518)

 

Karar Tarihi: 31/12/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Eyup GÖNENBABA

Başvurucular

:

Arzu DEMİREL ve diğerleri [bkz. ekli (1) numaralı tablo]

Başvurucular Vekilleri

:

bkz. ekli (1) numaralı tablonun (F) sütunu

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Ekli (1) numaralı tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyona sunulmuştur.

3. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuşlardır.

5. Konularının aynı olması sebebiyle ekli (1) numaralı tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/17518 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/17518 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen hukuk yargılamalarının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

10. Mahkemenin 31/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

11. Başvuruculardan bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak gelirleri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

12. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

13. Başvurucular, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

14. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

16. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

17. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ekli tablonun (G) sütununda belirtilen yargılama sürelerinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

18. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları

19. Başvuruculardan bir kısmı, makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

20. Başvurucuların iddiaları, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru inceleme yetkisine girdiği ölçüde ve sunulan belgeler çerçevesinde değerlendirildiğinde temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğu, 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunda düzenlenen diğer kabul edilebilirlik kriterlerini de karşılamadığı anlaşılmaktadır.

21. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

22. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

23. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

24. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

25. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında ekli (1) numaralı tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

26. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

27. Dosyadaki belgelerden tespit edilen ekli (1) numaralı tablonun (E) sütununda belirtilen harç ve ekli (2) numaralı tabloda belirtilen vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinde bulunan başvurucuların adli yardım taleplerinin KABULÜNE,

B. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Diğer ihlal iddialarının kabul edilebilirlik kriterlerini karşılamaması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara ekli (1) numaralı tablonun (H) sütununda belirtilen net tutarlarda manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. Vekille temsil edilen başvuruculara vekalet ücretinin aynı avukatla temsil edilenler yönünden -ekli (2) numaralı tabloda gösterildiği gibi- MÜŞTEREKEN, diğerlerine AYRI AYRI; ekli (1) numaralı tablonun (E) sütununda belirtilen harçlarının da ekli tabloda gösterildiği gibi başvuruculara ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için ekli (1) numaralı tablonun (D) sütununda belirtilen mahkemelere GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HASAN GÜLŞEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/21883)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucu

:

Hasan GÜLŞEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kadastro tespitinin iptali istemiyle açılan davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Bireysel başvuruya konu kadastro tespitine itiraz davasının 18/2/1988 tarihinde Kaş Kadastro Mahkemesinde açıldığı, başvurucunun babası D.G.nin müdahil davacı sıfatıyla davada taraf olduğu, D.G.nin uyuşmazlık konusu taşınmazı başvurucuya devretmesi üzerine de babası D.G. yerine başvurucunun 11/9/1996 tarihinden itibaren müdahil davacı olarak davada taraf durumunda bulunduğu anlaşılmaktadır.

9. Söz konusu davada mahkemece verilen kararlar müteaddit kereler Yargıtayca bozulmuştur. Anılan dava yerel mahkeme aşamasında derdest durumda bulunmaktadır.

10. Başvurucu, müdahil davacı sıfatıyla tarafı olduğu davada yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle 20/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

12. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

14. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

16. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda başvuru konusu davada başvurucu yönünden yargılamanın 24 yıl 8 aydır devam etmesinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

18. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

19. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

20. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

21. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 20.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

22. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE,

D. 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Kaş Kadastro Mahkemesine (E.1996/86) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RECEP TOK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18178)

 

Karar Tarihi: 25/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 23/8/2022 - 31932

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Recep TOK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmazın bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/5/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1964 doğumlu olup Ordu'da ikamet etmektedir.

6. Başvurucu, Erzurum ili Uzundere ilçesi Çağlayanlı köyü Civil mevkiinde kâin 145 ada 15 parsel sayılı taşınmazın malikidir. Tarım arazisi niteliğinde olan taşınmazın üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın veya kamu irtifakı tesis edilmeksizin 1956 yılından önce enerji nakil hattı geçirilmiştir.

7. Başvurucu 22/2/2012 tarihinde Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketine (TEİAŞ) başvurarak taşınmazının kamulaştırılmasını ve bedelinin ödenmesini talep etmiştir. Talep, enerji nakil hattının 1956 yılından önce inşa edilmiş olması sebebiyle istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

8. Başvurucu 28/5/2012 tarihinde Tortum Asliye Hukuk Mahkemesinde (Asliye Hukuk Mahkemesi) TEİAŞ'a karşı kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, taşınmazının üzerinden haksız olarak enerji nakil hattı geçirildiğini ve bu durumun taşınmazının kullanımını engellediğini ileri sürmüştür. Dava dilekçesinde ayrıca zamanaşımının söz konusu olmadığını belirtmiş, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak üzere 6.000 TL tazminatın el atma tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi talibinde bulunmuştur.

9. TEİAŞ'ın sunduğu cevap dilekçesinde, Erzurum-Tortum enerji iletim hattının yapımına 1952 yılında başlanıp 1956 yılından önce bitirildiği belirtilmiştir. Cevap dilekçesinde 5/1/1961 tarihli ve 221 sayılı Amme Hükmi Şahısları veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkında Kanun'un 1. maddesi uyarınca, taşınmazın elektrik direklerinin geçtiği kısmının kamulaştırılmış sayıldığı, tazminat hakkının da anılan Kanun'un yürürlüğe girmesinin üzerinden iki yıl geçmekle zamanaşımına uğradığı ifade edilmiştir.

10. Asliye Hukuk Mahkemesi 1/11/2012 tarihinde davayı hak düşürücü sürenin aşıldığı gerekçesiyle reddetmiştir. Kararın gerekçesinde 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 38. maddesi Anayasa Mahkemesinin 10/4/2003 tarihli ve E.2002/112, K.2003/33 sayılı kararıyla iptal edilmiş ise de iptal kararının verildiği tarihte başvurucunun dava hakkının sona erdiği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararının geçmişe yürümeyeceğinin vurgulandığı kararda, düşmüş olan dava hakkının iptal kararıyla canlanmayacağı ifade edilmiş; hak düşürücü sürenin dolmuş olması nedeniyle davanın reddi gerektiği açıklanmıştır.

11. Asliye Hukuk Mahkemesinin kararı, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin (Daire) 3/6/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında, enerji nakil hattının 1960 yılında işletmeye açıldığı ve davacı adına olan tapu kaydının da 6/12/2008 tarihinde yapıldığı belirtilerek başvurucunun mülkiyet hakkının bu tarihte doğduğu, buna göre işin esasına girilerek 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi doğrultusunda hareket edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

12. Bozma kararına uyan Asliye Hukuk Mahkemesi, bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi Kurulu tarafından hazırlanan 15/5/2014 havale tarihli raporda başvurucuya ödenmesi gereken tutar; irtifak alanında kalan ağaçların bedeli 27.479,14 TL, taşınmazda oluşan değer azalışı ise 6.738,15 TL olmak üzere toplam 34.217,29 TL olarak hesaplanmıştır.

13. Asliye Hukuk Mahkemesi 25/7/2014 tarihinde davayı kabul etmiş ve bilirkişi raporunda belirlenen 34.217,29 TL'nin başvurucuya tazminat olarak ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinde, kamulaştırma yapılmadan taşınmaza el atıldığı olgusu kabul edilmiş; bilirkişi raporunun da hükme esas alınmaya elverişli olduğu ifade edilmiştir.

14. Daire 11/2/2015 tarihinde bu kararı da bozmuştur. Bozma gerekçesinde, ağaçların enerji nakil hattından sonra dikildiği gözetildiğinde bunlar için bedel belirlenemeyeceği ifade edilmiştir.

15. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma kararına uyararak yeniden tahkikata başlamıştır. Davalı vekili 5/5/2016 tarihli duruşmada enerji nakil hattının söküldüğünü bildirmiştir.

16. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/1/2018 tarihinde konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; enerji nakil hattının dava tarihinden sonra kaldırılmış olduğu, bu sebeple davanın konusuz kaldığı belirtilmiştir.

17. Başvurucu bu karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Temyiz dilekçesinde; el atmanın devam ettiği yaklaşık elli yıllık süre boyunca taşınmazından tam olarak yararlanamadığını, bu dönemde taşınmazını kullanamamasından kaynaklanan tazminatın hesaplanarak ödenmesi gerektiğini belirtmiştir. Daire, usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek 14/3/2019 tarihinde kararı onamıştır. Nihai karar 29/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Şevket Karataş [GK], B. No: 2015/12554, 25/10/2018, §§ 20-33.

19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yel ve diğerleri/Türkiye (B. No: 28241/18, 13/7/2021) kararında, bir kimsenin taşınmazı kamulaştırmaya konu olduğunda ilke olarak kamulaştırılan taşınmazın değeriyle orantılı tazminat ödenmesi, tazminat hakkına sahip maliklerin tespit edilmesi ve kamulaştırmayla ilgili diğer meseleler dâhil olmak üzere kamulaştırmanın tüm sonuçlarının değerlendirilmesini temin eden ve iddia sahibinin yeni bir dava açmasına gerek bırakmayacak bir yargısal sürecin bulunması gerektiğini ifade etmiştir (Yel ve diğerleri/Türkiye, § 72).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Anayasa Mahkemesinin 25/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu, idarenin kamulaştırma yapmaksızın taşınmazının üzerinden enerji nakil hattı geçirmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini belirtmiştir.

2. Değerlendirme

22. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

24. Somut olayda başvurucunun taşınmazının bir bölümü üzerinden kamulaştırma yapılmaksızın enerji nakil hattı geçirildiği ve hattın başvuruya konu dava devam ederken söküldüğü hususu tartışmasızdır. Başvurucunun taşınmazına kamulaştırma yapılmaksızın el atılması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Bu müdahalenin mülkten yoksun bırakmaya ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

25. Anayasa Mahkemesi, daha önce çeşitli kararlarında kamulaştırmasız el atma yoluyla yapılan müdahalelerin kanuni bir dayanağı bulunmadığından mülkiyet hakkının ihlaline yol açtığını kabul etmiştir (Celalettin Aşçıoğlu, B. No: 2013/1436, 6/3/2014; Mustafa Asiler, B. No: 2013/3578, 25/2/2015; İbrahim Oğuz ve diğerleri, B. No: 2013/5926, 6/10/2015; Şevket Karataş).

26. Kamulaştırmasız el atma, idareye taşınmazı kullanma ve kamulaştırma işlemi yapmadan taşınmazı elde etme imkânı sağlamaktadır. Böyle bir kamulaştırma işlemi olmadığından, kullanılan taşınmazın devrini meşrulaştırma ve belli bir hukuki güvence sağlama imkânı sunan tek unsur, idare tarafından kullanımın yasal olmadığının tespit edildiği ve bireylere kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat ödenmesine hükmedildiği mahkeme kararıdır. Kamulaştırmasız el atma uygulaması, hukuki planda taşınmazların maliki olarak kalan başvurucuları, herhangi bir kamu yararı gerekçesi ile eylemini haklı kılmayan idareye karşı dava açmak zorunda bırakmaktadır. Böyle bir kamu yararı gerekçesinin gerçekliği ancak daha sonra mahkemeler tarafından değerlendirilmektedir. Başka bir deyişle kamulaştırmasız el atma -her ne olursa olsun- idare tarafından istenerek neden olunmuş kanuna aykırı bir durumun mazur görülmesine ve idarenin kanuna aykırı davranışından fayda sağlamasına yol açmaktadır. İdareye resmî kamulaştırma kurallarının ötesine geçme imkânı sağlayan böyle bir uygulama, kişilerin öngörülemez ve keyfî durumlarla karşılaşması tehlikesini taşımaktadır. Söz konusu uygulama, yeterli derecede hukuki güvence temin edecek ve gerektiği şekilde gerçekleştirilen bir kamulaştırmanın alternatifini oluşturacak nitelikte değildir (Celalettin Aşçıoğlu, § 57).

27. Somut olayda da anılan ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Sonuç olarak başvurucunun taşınmazına yapılan kamulaştırmasız el atmanın Anayasa'nın 13., 35. ve 46. maddeleri ile 2942 sayılı Kanun'da belirtilen usule uymayan bir müdahale olduğu ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanunilik ilkesini ihlal ettiği kanaatine ulaşılmıştır.

28. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

29. Başvurucu, taşınmazına altmış yıldan fazla bir süre kamulaştırmasız olarak el konulduğu hâlde yaptığı tüm idari ve adli başvurulardan sonuç elde edememesinden yakınmıştır. Başvurucu, taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atıldığı döneme ilişkin olarak herhangi bir tazminat ödenmemesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

30. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir."

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, kamulaştırmasız el atma dolayısıyla tazminat elde edememesinden yakınmıştır. Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

33. Etkili başvuru hakkı anayasal bir hakkının ihlal edildiğini ileri süren herkese hakkın niteliğine uygun olarak iddialarını inceletebileceği makul, erişilebilir, ihlalin gerçekleşmesini veya sürmesini engellemeye ya da sonuçlarını ortadan kaldırmaya (yeterli giderim sağlama) elverişli idari ve yargısal yollara başvurabilme imkânı sağlanması olarak tanımlanabilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 47; Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 44).

34. Öte yandan şikâyetlerin esasının incelenmesine imkân sağlayan ve gerektiğinde uygun bir telafi yöntemi sunan etkili hukuk yollarının olması ilgililere etkili başvuru hakkının sağlanmasının bir gereğidir. Buna göre kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla öngörülen yargı yollarının mevzuatta yer alması yalnız başına yeterli olmayıp bu yolun aynı zamanda pratikte de başarı şansı sunması gerekir. Söz konusu yola başvurulabilmesi için öngörülen koşullar somut olaylara tatbik edilirken dayanak işlem, eylem ya da ihmallerden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaların bu doğrultuda geniş şekilde değerlendirilmesi, koşulların oluşmadığı sonucuna ulaşılması durumunda ise bu durumun yargı makamları tarafından ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir (İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, §§ 47, 49).

35. Anayasa'nın 35. maddesinde "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." hükmüne yer verilerek mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 5. maddesinde ise insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır. Mülkiyet hakkının etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin bu haklara müdahaleden kaçınmasıyla sağlanamaz. Anayasa’nın 5. maddesi ile birlikte değerlendirildiğinde 35. maddesi uyarınca devletin pozitif yükümlülükleri de bulunmaktadır. Bu pozitif yükümlülükler kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere söz konusu temel hakların korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir (AYM, E.2019/40, K.2020/40, 17/7/2020, § 37; AYM, E.2019/11, K.2019/86, 14/11/2019, § 13; Türkiye Emekliler Derneği, B. No: 2012/1035, 17/7/2014, §§ 34-38; Eyyüp Boynukara, B. No: 2013/7842, 17/2/2016, §§ 39-41; Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri Petrol Ürünleri Sanayi Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2014/8649, 15/2/2017, § 43).

36. Devletin pozitif yükümlülükleri nedeniyle mülkiyet hakkı bakımından koruyucu ve düzeltici bazı önlemler alması gerekmektedir. Koruyucu önlemler mülkiyete müdahale edilmesini önleyici; düzeltici önlemler ise müdahalenin etkilerini giderici, diğer bir ifadeyle telafi edici yasal, idari ve fiilî tedbirleri kapsamaktadır. Mülkiyet hakkına müdahalenin malik üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçların mümkünse eski hâle döndürülmesi, mümkün değilse malikin zarar ve kayıplarının telafi edilmesini sağlayan idari veya yargısal birtakım hukuki mekanizmaların oluşturulması devletin pozitif yükümlülüklerinin bir gereğidir (Osmanoğlu İnşaat Eğitim Gıda Temizlik Hizmetleri A.Ş., B. No: 2014/8649, 15/2/2017, §§ 46, 48).

37. Kamulaştırmasız el atma birçok anayasal güvenceyi zedeleyen ağır bir mülkiyet hakkı ihlalidir. Diğer yönüyle kamulaştırmasız el atma Anayasa'da yasaklanan bir müdahale biçimidir. Bu sebeple kamulaştırmasız el atma yasağının ihlali hâlinde bu ihlali giderecek, oluşan zararları telafi edecek, benzer olayların tekrarlanmasını önleyecek ve caydırıcılığı sağlayacak başvuru yollarının oluşturulması Anayasa'nın 40. maddesinin gereğidir. Öte yandan oluşturulacak yargısal yolun mülkiyet hakkının ihlalinden doğan tüm zarar iddialarını inceleme ve gerekirse tazminata hükmetme kapasitesinin ve maliki yeni bir dava açmak zorunda bırakmayacak niteliğinin olması zorunludur.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

38. Somut olayda 1952 ile 1956 yılları arasındaki bir dönemde başvurucunun taşınmazının bir bölümünün üzerinden enerji nakil hattı geçirilmiş ve bireysel başvuruya konu kararın verildiği 18/1/2018 tarihinden önce de sökülmüştür. Dolayısıyla kamulaştırmasız el atma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale en geç 18/1/2018 tarihinde sona ermiştir. Bununla birlikte başvurucu, taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atıldığı dönemde taşınmazını tam olarak kullanamadığını ileri sürmüş; bu sebeple oluştuğunu iddia ettiği zararın tazmin edilmesini istemiştir. Dolayısıyla başvurucunun talebinin sadece geleceğe yönelik olarak irtifak bedeline hükmedilmesinden ibaret olmadığı anlaşılmıştır. Başvurucu, geçmiş dönemde gerçekleşen müdahaleden kaynaklanan zararlarının da tazmin edilmesini talep etmiştir. Bu durumda etkili başvuru hakkı yönünden Anayasa Mahkemesince incelenecek ilk mesele başvurucunun zararının bulunup bulunmadığının tespiti ve varsa tazminini sağlayabileceği etkili bir başvuru yolunun mevcut olup olmadığıdır.

39. Kamulaştırmasız el atma sebebiyle açılan tazminat davasının taşınmazın üzerinden enerji nakil hattı geçirilmesi sebebiyle kullanım durumunda bir kısıtlılık meydana gelip gelmediğinin tespit edilmesi ve varsa zararın hesaplanarak tazminata hükmedilmesi yönünden etkili bir dava yolu olduğu hususunda tereddüt yoktur.

40. Anayasa Mahkemesince incelenecek ikinci mesele ise teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen bu yolun başvurucunun davasında fiilen işleyip işlemediği, diğer bir ifadeyle pratikte başarı şansı sunup sunmadığıdır. Asliye Hukuk Mahkemesi enerji nakil hatlarının dava devam ederken sökülmüş olduğunu gözeterek davanın konusuz kaldığını değerlendirmiş ve dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmetmiştir.

41. Başvurucunun açtığı davanın enerji nakil hatlarının sökülmesi istemine ilişkin olmadığının altını çizmek gerekir. Başvurucu, kamulaştırmasız el atma sebebiyle tazminat talebiyle dava açmıştır. Kamulaştırmasız el atma fiilinin dava devam ederken sona erdiği ve ihlal teşkil eden durumun ortadan kalktığı gözetildiğinde Asliye Hukuk Mahkemesinin kamulaştırma bedeli ödenmesi istemini karara bağlamaması keyfî ve temelsiz değildir. Bununla birlikte başvurucunun zararı sadece kamulaştırma bedeli ödenmemesinden ibaret değildir. Başvurucunun ayrıca taşınmazdaki enerji nakil hattı sebebiyle taşınmazı kullanamamasından kaynaklanan zararları da bulunmaktadır.

42. Bir taşınmazın kamulaştırılması veya Anayasa'ya aykırı olarak taşınmaza kamulaştırmasız olarak el atılması hâlinde ödenecek tazminatın tespitine yönelik davanın kamulaştırma işleminden ya da kamulaştırmasız el atma fiilinden doğan tüm zararları kapsayacak nitelikte olması gerekir. Malikin, aynı kamulaştırmasız el atma fiilinden doğan farklı zarar türleri için ayrı davalar açmak zorunda bırakılması mülkiyet hakkına ilişkin anayasal güvencelerle uyumlu olmayacağı gibi etkili başvuru hakkının ihlaline de yol açar. Somut olayda Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın kapsamını geleceğe yönelik irtifak bedelinin tespitiyle sınırlaması, geçmiş dönemde gerçekleşen müdahaleden kaynaklı zararlar yönünden bir inceleme yapmaması, -davanın kamulaştırmasız el atma sebebiyle uğranılan zararların tazmini için açıldığı da dikkate alındığında- teorik düzeyde etkili olduğu tespit edilen başvuru yolunun olayda başarı şansı sunma kapasitesini yitirmesine sebep olmuştur.

43. Nitekim Anayasa Mahkemesinin İbrahim Sözer ve diğerleri (B. No: 2016/10425, 4/4/2019) kararına konu olayda imar planında ilköğretim tesis alanı olarak ayrılan ancak aradan yaklaşık otuz yıl geçmesine rağmen kamulaştırılmayan taşınmazın kullanılamamasından dolayı uğranılan zararın tazmini istemi, taşınmazın kamulaştırılması ihtiyacının ortadan kalktığına vurgu yapılarak reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların sadece kamulaştırma bedelinin değil bugüne kadar taşınmazı kullanamamaktan dolayı uğradıklarını öne sürdüğü zararın da karşılanmasını talep ettiğine vurgu yapmış; müdahalenin ölçülü olabilmesi için başvurucular yönünden anılan kısıtlamaların yol açtığı zararların da tazmin edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi sonuç olarak herhangi bir tazminat ödenmemesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı ve olağan dışı bir külfet yüklediğine işaret ederek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir (İbrahim Sözer ve diğerleri, §§ 48-52).

44. Sonuç olarak Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından başvurucunun taşınmazı için uğradığı zararlara yönelik bir inceleme yapılmamış olması nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

45. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

47. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

48. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

49. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 6 yıl 9 ay 16 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Giderim Yönünden

51. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

54. İncelenen başvuruda; başvurucunun taşınmazına kamulaştırmasız olarak el atılması nedeniyle mülkiyet hakkının, başvurucunun zarar ve tazminata ilişkin iddialarının incelenmemesi nedeniyle etkili başvuru hakkıyla bağlantılı olarak mülkiyet hakkının, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

55. Mülkiyet hakkına ilişkin ihlal, idarenin eyleminden kaynaklanmıştır.

56. Kamulaştırmasız el atma uygulaması Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri yanında doğrudan 46. maddesine aykırı olarak mülkiyet hakkının ihlaline yol açan çok önemli bir sorundur. Bununla birlikte 221 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 9/10/1956 tarihine kadarki, 2942 sayılı Kanun'un geçici 6. maddesi ile de 9/10/1956 ile 4/11/1983 tarihleri arasındaki kamulaştırmasız el atma uygulamalarının tasfiyesi amacıyla düzenlemeler yapılmıştır. Buna rağmen 4/11/1983 tarihi sonrasında da idarelerce kamulaştırmasız el atma uygulamasına başvurulduğu gözlemlenmektedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi temel bir hak olarak güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlaline sebebiyet veren kamulaştırmasız el atma uygulamasının ülkemizde yapısal bir sorun teşkil ettiğine dikkati çekmektedir.

57. Buna karşın derece mahkemelerince yalnızca kamulaştırma bedelinden ibaret olan maddi tazminata hükmedilmesi ve manevi tazminat gibi başka yaptırımların uygulanmaması idarelerin olağan kamulaştırma usulüne başvurmak yerine kamulaştırmasız el atma uygulamasını tercih etmesine yol açmaktadır. Hâlbuki kanuni bir dayanağı bulunmayan kamulaştırmasız el atma uygulaması Anayasa'nın öngördüğü mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerini de içermediğinden olağan kamulaştırma usulünün bir alternatifi olamaz. Nitekim 1/3/2014 tarihli ve 28928 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararına ekli Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı'nda da idarelerin kamulaştırmasız el atma yoluna başvurmalarının önlenmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el atma uygulamasına son verilmesi bakımından öngörülen bu tedbirlerin ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinin önemine vurgu yapmaktadır.

58. Sonuç olarak Anayasa'nın doğrudan sözüne aykırı olduğu ve kanuna dayalı olmadığı tespit edilen kamulaştırmasız el atma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin yukarıda değinildiği üzere yapısal bir sorun teşkil ettiği dikkate alınmalıdır. Buna göre Anayasa ile güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlaline yol açıldığının bilinerek idari anlamda gerekli tedbirlerin alınması ve benzeri nitelikte yeni ihlallere yol açılmaması için kararın bir örneğinin taşınmaza el atan sorumlu idare olan TEİAŞ'ın ilgili olduğu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına da gönderilmesi gerekir.

59. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile makul sürede yargılanma hakkı ihlalleri yargı mercilerinin kararları ve hareketsizliklerinden kaynaklanmıştır.

60. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

61. Bunun yanında başvurucunun kamulaştırmasız el atma sebebiyle uğradığı manevi zararlarının karşılığı olarak başvurucuya 13.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlali sebebiyle ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmesi gerekir.

62. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Tortum Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/33, K.2018/18) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SELAHATTİN AKYIL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/1198)

 

Karar Tarihi: 7/11/2013

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Şebnem NEBİOĞLU ÖNER

Başvurucu

:

Selahattin AKYIL

Vekili

:

Av. Ahmet YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, 2002 yılında idari yargıda açmış olduğu davanın hâlihazırda karara bağlanmamış olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 17/12/2012 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 33. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. İkinci Bölümün 6/6/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 2/8/2013 tarih ve 74317 sayılı görüş yazısı 16/8/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunulmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru dilekçesindeki ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun adına kayıtlı olan İzmir ili Konak ilçesi II. Aziziye mahallesi 2494 ada 58 ve 60 parsel sayılı taşınmazlar, Konak Belediye Meclisinin 23/3/1987 tarih ve 957/949 sayılı kararı ile park alanı olarak belirlenmiştir.

8. Başvurucu tarafından 18/3/2002 tarihinde Konak Belediye Başkanlığı ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığına yapılan, park alanına dönüştürülen ancak uzun süredir kamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi, bunun mümkün olmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imara açılması hususlarını içeren talepler reddedilmiştir.

9. Başvurucu tarafından her iki belediye başkanlığı aleyhine, İzmir 2. İdare Mahkemesinin E.2002/604 sayılı dosyasıyla, imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmış, başvurucunun talepleri Mahkemenin 1/10/2003 tarih ve E.2002/604 K.2003/1185 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

10. Başvurucunun temyiz istemini inceleyen Danıştay 6. Dairesinin 27/12/2005 tarih ve E.2004/480 K.2005/6658 sayılı kararıyla, ilk derece mahkemesi kararı bozulmuştur.

11. Bozma üzerine yürütülen yargılama neticesinde verilen 16/11/2006 tarih ve E.2006/997 K.2006/1816 sayılı davanın reddine ilişkin hüküm temyiz edilmekle, Danıştay 6. Dairesinin 24/2/2009 tarih ve E.2007/3614, K.2009/1800 sayılı kararı ile bozulmuştur.

12. Bozma kararı üzerine, davalı belediye başkanlıklarınca karar düzeltme başvurusunda bulunulmuş, yapılan karar düzeltme başvurusu, Danıştay 6. Dairesinin 22/7/2011 tarih ve E.2009/12286, K.2011/3045 sayılı kararı ile reddedilmiştir.

13. Bozma üzerine yürütülen yargılama sonucunda verilen 21/9/2011 tarih ve E.2011/1616, K.2011/1178 sayılı davanın kabulüne dair hüküm temyiz edilmiş olup, başvuru tarihi itibarıyla dava Danıştay 6. Dairesi önünde derdesttir.

B. İlgili Hukuk

14. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kapsam ve nitelik” kenar başlıklı 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulanır ve inceleme evrak üzerinde yapılır.”

15. 2577 sayılı Kanun’un “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” kenar başlıklı 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

“(3) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:

a) Görev ve yetki,

b) İdari merci tecavüzü,

c) Ehliyet,

d) İdari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi gereken bir işlem olup olmadığı,

e) Süre aşımı,

f) Husumet,

g) 3 ve 5 inci maddelere uygun olup olmadıkları,

Yönlerinden sırasıyla incelenir.

(4) Dilekçeler bu yönlerden kanuna aykırı görülürse durum; görevli daire veya mahkemeye bir rapor ile bildirilir. Tek hakimle çözümlenecek dava dilekçeleri için rapor düzenlenmez ve 15 inci madde hükümleri ilgili hakim tarafından uygulanır. 3 üncü fıkraya göre yapılacak inceleme ve bu fıkra ile 5 inci fıkraya göre yapılacak işlemler dilekçenin alındığı tarihten itibaren en geç onbeş gün içinde sonuçlandırılır.”

16. 2577 sayılı Kanun’un “Dosyaların incelenmesi” kenar başlıklı 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde dosyalar, bu Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibariyle tespit edilip Resmi Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler gözönünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre incelenir ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanır. Bunların dışında kalan dosyalar ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır.”

17. 2577 sayılı Kanun’un “Kararın bozulması” kenar başlıklı 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Kararın bozulması halinde dosya, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderilir. Mahkeme, dosyayı diğer öncelikli işlere nazaran daha öncelikle inceler ve varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar verir.”

18. 2577 sayılı Kanun’un “Tebliğ işleri ve ücretler” kenar başlıklı 60. maddesi şöyledir:

 “Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işleri, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır. Bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretler ilgililer tarafından peşin olarak ödenir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 7/11/2013 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/12/2012 tarih ve 2012/1198 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, kendisine ait taşınmazlara ilişkin olarak, imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi hususunda ilgili belediye başkanlıklarına yaptığı taleplerin reddi işlemlerinin iptali istemiyle açtığı davanın on yıl yedi aylık bir süredir devam ettiğini ve bu nedenle makul yargılama süresini aştığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. Başvurucu, somut başvuruya ilişkin olarak yapılan yargılamayı sonlandırır nitelikte bir karar mevcut olmadığını ve başvuruya konu yargılamanın hâlihazırda devam ettiği belirtmiştir.

22. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruları inceleme hususunda zaman bakımından yetkisinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve eylemlere ilişkin başvuruları kapsadığı belirtilerek, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihine kadar başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıldır devam etmekte olduğunun ve temyiz incelemesi için Danıştay önünde derdest olduğunun kabul edilebilirlik incelemesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

23. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

24. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup, Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir. Bu nedenle Mahkeme, ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir.

25. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi olan 17/12/2012 itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir.

26. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

27. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

28. Belirtilen hükümler uyarınca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmektedir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 19, 20; B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

29. Ancak başvuru yollarının tüketilmesi ilkesinin mutlak şekilde uygulanması temel hak ve özgürlüklerin etkin kullanımını ve korunmasını engelleyecektir. Hâlihazırda devam etmekte olan bir yargılamada, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiası ile bireysel başvuruda bulunulabilmesi, başvuru yollarının tüketilmesi kuralının istisnalarından birini teşkil etmektedir. Zira bu durumda başvuru yollarının tüketilmesi şartının aranması, makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne aykırı davranılması nedeniyle meydana gelen sonuçları ortadan kaldırmayacaktır. Aksine, makul olmadığı iddia edilen yargılama faaliyetinin daha da uzamasına ve başvurucu açısından zararın artmasına neden olacaktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 27).

30. Makul sürede yargılama yapma yükümlülüğünün yerine getirilmediği iddiasını içeren başvurular açısından, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen kanun yollarının tüketilmesi şartı, ancak makul sürede yargılama yapma yükümlülüğüne ilişkin etkin bir başvuru yolunun bulunması durumunda geçerli olabilecektir. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmesini temin eden, bir başka ifade ile yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun var olması halinde, bireysel başvuruda bulunulmadan önce bu başvuru yolunun tüketilmesi şartı aranacaktır. Ancak hukuk sistemimizde, yargılama faaliyetinin uzamasını önleyici veya yargılama faaliyetinin uzamasından doğan zararları giderici etkiye sahip, Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasının kastettiği nitelikte etkin bir başvuru yolu bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 28).

31. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas İnceleme

32. Başvurucu 2002 yılında idari yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

33. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, makul süreye ilişkin değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012’den sonraki sürenin nazara alınması, ancak bu tarihten önceki yargılama süresinin de sürenin makul olma niteliği değerlendirilirken Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadına paralel olacak şekilde göz önünde bulundurulması ve sürenin makul olup olmadığı hususunda AİHM tarafından geliştirilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle, başvuruya konu on bir yılı aşkın yargılama süresinin makul olup olmadığının tespit edilmesi yönünde beyanda bulunulduğu, ayrıca yargılama sürecinde temyiz ve karar düzeltme talepleri sonrasında Danıştay’da geçen her inceleme periyodunun iki yıldan fazla sürdüğüne işaret edildiği anlaşılmıştır.

34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”

38. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

39. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır.

40. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No:2012/13, 2/7/2013, § 40).

41. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).

42. Ancak belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

43. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

44. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Geouffre de la Pradelle/Fransa, B. No: 12964/87, 16/12/1992). Başvuruya konu davanın, başvurucuya ait taşınmazlara ilişkin imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, başvurucunun mülkiyet hakkına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebini konu alan somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.

45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucu tarafından park alanına dönüştürülen ancak uzun süredir kamulaştırılmayan taşınmazların kamulaştırılarak bedelinin ödenmesi, bunun mümkün olmaması durumunda ise belediyeye ait başka taşınmazlarla takas edilmesi veya imara açılması hususlarını içeren taleplerini ilgili idarelere ilettiği 18/3/2002 tarihidir.

46. Uyuşmazlığın başlangıç tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarih farklı olabilmekle beraber, zaman bakımından yetkiyi belirleyen hükümlerin, olay ve olguların meydana geldiği tarihi değil, hak ihlali oluşturan işlem ve eylemlere karşı başvurulabilecek kanun yollarının tüketildiği, yani işlem veya kararın kesinleştiği tarihi esas aldığı görülmektedir. Başvuru konusu uyuşmazlığın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcını teşkil eden 23/9/2012 tarihinden önce başlamış olduğu, başvuru tarihi itibarıyla yaklaşık on yıl dokuz ayı aşkın bir süredir devam ettiği ve belirtilen tarih itibarıyla uyuşmazlığa ilişkin davanın halen derdest olduğu anlaşılmakla, somut başvuruya ilişkin olarak yapılacak makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak sürenin başlangıcı, 18/3/2002 tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

47. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).

48. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun başvurucuya ait taşınmazlara ilişkin imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemi olduğu anlaşılmaktadır. 28/5/2002 havale tarihli dava dilekçesi kapsamında yargılamasına başlanılan davada 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerinde, 31/5/2002 tarihinde dosyanın ilk incelemesinin yapıldığı, taraflara tebligat işlemlerinin yapılarak cevap ve ikinci cevaplar hususunda Kanun’da öngörülen sürelere uyulmasının sağlandığı, ancak davalı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığınca 2/7/2002 tarihinde verilen cevap dilekçesinde başvurucunun talebinin zımnen reddedilmediğinin ileri sürülmesine rağmen, bu hususun yaklaşık sekiz ay sonra ve 5/3/2003 tarihli ara karara istinaden davalı idareden sorulduğu, verilen keşif ara kararı uyarınca gerekli tebligat işlemleri yerine getirilerek 20/6/2003 tarihinde keşif icra edildiği ve bilirkişi raporlarının taraflara tebliğ edilerek taraflarca en son 22/8/2003 tarihinde raporlara karşı beyanda bulunularak dosyanın tekemmül etmesinin akabinde, 1/10/2003 tarihinde ilk derece Mahkemesince dosyanın karara bağlandığı anlaşılmaktadır.

49. Kararın temyiz edilmesi üzerine ilk derece Mahkemesince süresinde temyiz ilk inceleme tutanağı düzenlenerek dosya temyiz incelemesi için 5/2/2004 tarihinde Danıştay’a gönderilmiş, 9/2/2004 tarihinde temyiz merciinde kayda alındığı anlaşılan dosyaya ilişkin olarak yaklaşık bir yıl on bir ay sonra 27/12/2005 tarihinde Danıştay 6. Dairesince kısmen onama ve kısmen bozma kararı verilmiştir. 21/3/2006 tarihinde ilk derece Mahkemesine ulaşan dosyanın Mahkemenin E.2006/997 sırasına kaydı yapılarak, 31/5/2006 tarihli ara karara istinaden 29/9/2006 tarihinde yeniden keşif icra edildiği ve 16/11/2006 tarihinde dosyanın karara bağlandığı, ancak taraflara tebligat işleminin 5/2/2007 tarihinde başlatıldığı anlaşılmıştır.

50. Başvurucu tarafından 27/2/2007 tarihinde kararın temyiz edilmesi üzerine, dosyanın 30/4/2007 tarihinde Danıştay Başkanlığına gönderildiği görülmektedir. 16/5/2007 tarihinde temyiz merciinde kayda alınan dosyaya ilişkin olarak, kayıt tarihinden yaklaşık bir yıl altı ay sonra Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği ve 24/2/2009 tarihinde Danıştay 6. Dairesince bozma kararı verilerek dosyanın 13/5/2009 tarihinde ilk derece Mahkemesine ulaştığı, davalı idarelerce yapılan karar düzeltme istemi üzerine 16/9/2009 tarihinde tekrar Danıştay Başkanlığına gönderilerek 28/10/2009 tarihinde kayda alındığı, bu tarihten yaklaşık altı ay sonra 6/4/2010 tarihinde Danıştay Başsavcılığı tarafından görüş bildirildiği ve görüş yazısını takiben yaklaşık bir yıl dört ay sonra 22/7/2011 tarihinde Danıştay 6. Dairesince karar düzeltme talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

51. İlk derece Mahkemesince 21/9/2011 tarihli ara karar ile bozma kararına uyulmasına ve dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş olup, karar davalı idarelerce temyiz edilmiş, temyiz dilekçeleri başvurucuya en son 10/1/2012 tarihinde tebliğ edilen dava dosyası 9/2/2012 tarihinde Danıştay Başkanlığına gönderilerek 16/2/2012 tarihinde temyiz merciinde kayda alınmıştır. Dosya hâlihazırda Danıştay 6. Dairesi önünde derdesttir.

52. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, özellikle ilk derece mahkemesince, taraflarca verilen dava ve temyiz dilekçeleri üzerine 2577 sayılı Kanun’un 14. maddesinde öngörülen süre içerisinde ilk inceleme tutanaklarının tanzim edildiği, verilen keşif ara kararlarının gününde icra edildiği ve dosyanın tekemmül etmesini müteakip 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen düzenleyici süre de nazara alınarak dosyanın karara bağlandığı, ancak özellikle taraf dilekçelerinde belirtilen hususların ikmali, 2577 sayılı Kanun’un 60. maddesinde yer verilen Danıştay ile bölge idare, idare ve vergi mahkemelerine ait her türlü tebliğ işlerinin, Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılacağı ve bu suretle yapılacak tebliğlere ait ücretlerin ilgililer tarafından peşin olarak ödeneceği şeklindeki düzenlemeye rağmen, verilen karar sonrasında gerekçeli kararın taraflara tebliğ işlemlerinin başlatılması ve kanun yoluna başvurulması üzerine dosyanın üst mahkemeye sevki sürecinde gecikmelerin yaşandığı anlaşılmaktadır.

53. Kanun yolu incelemesinde yer alan süreçlerin değerlendirilmesinde, kararın ilk kez temyiz edilmesi üzerine, temyiz merciinde kayda alınma tarihi nazara alındığında yaklaşık bir yıl on bir ay sonra kısmen onama kısmen bozma kararı tesis edildiği, ilk derece Mahkemesince verilen kararın tekrar temyiz edilmesi üzerine bir yıl on bir ay sonra dosyanın bozma kararı ile neticelendirildiği, davalı idareler tarafından yapılan karar düzeltme talebi sonrasında, bir yıl altı aylık bölümü Danıştay Başsavcılığınca görüş bildirilmesi sürecini kapsamakla birlikte, toplam bir yıl dokuz ay sonra karar düzeltme talebinin değerlendirilerek reddine karar verildiği, ilk derece Mahkemesince üçüncü kez verilen kararın temyiz edilmesi üzerine dosyanın 16/2/2012 tarihinde Danıştay Başkanlığı kaydına alındığı ve dava halihazırda Danıştay 6. Dairesi nezdinde derdest olmakla, bu sürecin yaklaşık bir yıl dokuz aydır devam etmekte olduğu anlaşılmaktadır. Bu haliyle özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama süresinin, 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesinde öngörülen, Danıştay, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerindeki dosyaların, 2577 sayılı Kanun ve diğer kanunlarda belirtilen öncelik veya ivedilik durumları ile Danıştay için Başkanlar Kurulunca; diğer mahkemeler için Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca konu itibarıyla tespit edilip Resmî Gazete'de ilan edilecek öncelikli işler göz önünde bulundurulmak suretiyle geliş tarihlerine göre inceleneceği ve tekemmül ettikleri sıra dahilinde bir karara bağlanacağı, bunların dışında kalan dosyaların ise tekemmül ettikleri sıraya göre ve tekemmül tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılacağı hükmüne rağmen, uzun bir yargılama süresini kapsadığı anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra, dosyanın karara bağlanmasının akabinde ilk derece mahkemesine aktarılması hususunda da gecikmeler yaşandığı, Danıştay 6. Dairesince 27/12/2005 tarihinde kısmen onama kısmen bozma kararı ile sonuçlandırılan dosyanın 21/3/2006 tarihinde ilk derece Mahkemesinde havale edilerek kayda alındığı, benzer şekilde Danıştay 6. Dairesince 24/2/2009 tarihinde verilen bozma kararı sonrasında dosyanın 13/5/2009 tarihinde ilk derece Mahkemesince işleme alındığı görülmektedir.

54. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).

55. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Foti ve Diğerleri/İtalya, B. No: 7604/76, 10/12/1982, § 61; Neumeister/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 20-21; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/07/1983, § 29-32; Reilly/İrlanda, B. No: 21624/93, 22/2/1995, § 65-66; Eckle/Almanya, B. No: 8130/78, 15/07/1982, § 84).

56. Başvuruya konu yargılama faaliyeti açısından söz konusu olan yaklaşık on bir yıl sekiz aylık yargılama süresinin yedi yıl dört aylık bölümünün kanun yolu incelemesinde geçtiği nazara alındığında, somut başvuru açısından özellikle değerlendirilmesi gereken yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliklerinin yol açtığı gecikmeler AİHM tarafından da müteaddit defalar incelemeye tabi tutulmuştur. Bu kapsamda, mahkemeler nezdindeki iş yükünün özellikle kriz dönemlerinde artış gösterdiği durumlarda ve taraf devletlerin ekonomik destek veya yasal düzenlemeler yapmak suretiyle yargılama faaliyetinin hızlandırılması hususunda gerekli tedbirleri alması koşuluyla, makul süre açısından ihlal oluşmadığı sonucuna ulaşılmakta, ancak iş yükü nedeniyle dava sürelerinin uzamasının geçici bir iş yükü artışına bağlı olmaksızın ilgili makamların yeterli ilgi göstermediği bir yapısal sorun olması ve yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların uzun bir müddet zarfında artması ve birikmesi sonucu yargılamalarda makul sürenin aşılması durumunda, Sözleşme’nin 6. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır (Bkz. Buchholz/Almanya, B. No: 7759/77, 6/5/1981; Guincho/Portekiz, B. No: 8990/80, 10/7/1984; Unıon Alımentarıa Sanders S.A./İspanya, B. No: 11681/85, 7/7/1989; Zimmermann-Steiner/İsviçre, B. No: 8737/79, 13/7/1983). Zira devlet, yargılama sisteminde çözüm bekleyen uyuşmazlıkların nicelik itibarıyla artmasına rağmen, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilebilmesi için gerekli tüm tedbirleri almakla yükümlüdür. Bu yükümlülük, hukuk sisteminin adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunun bir görünümüdür.

57. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup (Bkz. Akmansoy/Türkiye, B. No: 14787/07, 28/5/2013; Tekin/Türkiye, B. No: 26252/06, 28/5/2013; Alhan/Türkiye, B. No: 8163/07, 2/4/2013; Mehmet Salih Uçar/Türkiye, B. No: 5485/07, 2/4/2013; Kayak/Türkiye, B. No: 60444/08, 10/7/2012; Nurcan Kara ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 16785/08, 22/1/2013), özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır (Bkz. Yücel Doğan/Türkiye, B. No: 24647/04, 6/10/2009; Hasefe/Türkiye, B. No: 25580/03, 8/1/2009; Büker/Türkiye, B. No: 29921/96, 24/10/2000).

58. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince özellikle taraf dilekçelerinde belirtilen hususların ikmali, verilen karar sonrasında gerekçeli kararın taraflara tebliğ işlemlerinin başlatılması ve kanun yoluna başvurulması üzerine dosyanın üst mahkemeye sevki sürecinde gecikmelerin yaşandığı, kanun yolu incelemesinde de benzer şekilde dosyanın karara bağlanmasının akabinde ilk derece Mahkemesine aktarılması hususunda aksamalar olduğu tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi gereğince, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi zorunluluğu göz önünde bulundurulduğunda, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksikliklerin, yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesini izah edemeyeceği açıktır.

59. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

60. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın başvurucuya ait taşınmazlara ilişkin imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi ve ilgili idarelerin ret işlemlerinin iptali istemi olması, yargılamanın yürütüldüğü Mahkemenin tabi olduğu yargılama usulü ve özellikle yargılamanın imar planında değişiklik yapılarak inşaat izni verilmesi talebini içermesi nedeniyle keşif ve bilirkişi incelemesi gibi icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında henüz sonuçlandırılmamış olan on bir yıl sekiz aylık yargılama sürecinde özellikle kanun yolu merciinde geçen yargılama sürecine ilişkin yapısal bir sorun ve yargı sisteminin yapısından kaynaklanan ve makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

61. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

62. Başvurucu, taşınmazlarına ilişkin kamulaştırma bedeli ve inşaat izni alamaması nedeniyle, uzun süren yargılamaya bağlı olarak elde edemediği fırsat kaybı ile kâr nazara alınarak 10.000,00 TL maddi ve uzun yargılama nedeniyle maruz kaldığı manevi zarar karşılığında 15.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

63. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirilmemiştir.

64. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık on bir yıl sekiz aylık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya takdiren 10.600,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 172,50 harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

68. Başvuruya konu yargılamanın yaklaşık on bir yıl sekiz ay sürdüğü ve bu hususun makul sürede yargılanma hakkını ihlal ettiği gözetilerek, anayasal bir hakkın ihlal edildiği açık olan bir yargılama dosyasında, hukuka, adalete ve mahkemeye güven ilkesinin gördüğü zararın devam etmesinin önlenmesi amacıyla, yargılamanın mümkün olan en kısa sürede sonuçlandırılmasını teminen, kararın bir örneğinin ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 10.600,00 TL MANEVİ TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 TL harç ve 2.640,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.812,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla ilgili mahkemesine gönderilmesine,

7/11/2013 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

E.T.Y.İ. A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/596)

 

Karar Tarihi: 8/5/2014

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Bahadır YALÇINÖZ

Başvurucular

:

E.T.Y.İ. A.Ş.

Vekili

:

Av. Ahmet Mithat KILIÇOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, hakkında tarh edilen katma değer vergisi (KDV) ve vergi ziyaı cezasına ilişkin açtığı iptal davasının reddedildiğini, bu nedenle Anayasa’nın 10., 36. ve 73. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatı nedeniyle uğradığı maddi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 18/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruların Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölümün İkinci Komisyonunca, 17/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 18/11/2013 tarihli görüş yazısı başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve başvurucu vekili de 4/12/2013 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucunun 2002, 2003, 2004 ve 2005 yılı hesaplarının incelenmesi neticesinde düzenlenen … tarih ve … sayılı vergi inceleme raporu uyarınca, … işlettiği golf sahası, otel ve tatil köyü ile ilgili olarak yönetim anlaşması yaptığı … isimli şirkete yurt dışında yaptırdığı reklam ve tanıtım hizmetlerine ilişkin ödediği fatura bedelleri üzerinden KDV hesaplayarak sorumlu sıfatıyla 2 No.lu KDV beyannamelerini vermediğinden bahisle, başvurucu aleyhine … YTL KDV ve bu tutar üzerinden … YTL vergi ziyaı cezası ikmalen tarh edilmiştir.

8. Başvurucu tarafından hakkında tarh edilen KDV ve vergi cezasının iptali istemiyle açılan dava, … Vergi Mahkemesinin 22/10/2008 tarih ve … sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar oy çokluğuyla verilmiş olup, kararın gerekçesi şöyledir:

“Yukarıda belirtilen kanun hükümlerinin olayla birlikte değerlendirilmesinden; davacı kurumun yurt dışında yaptırmış olduğu reklam ve pazarlama hizmetlerinin Türkiye'deki ticari faaliyetlerinin devamlılığı ve karlılığıyla doğrudan ilişkisi bulunduğu, bu ilişkinin faaliyet konusu olan otelcilik hizmetlerinden faydalanan müşteri sayısının arttırılmasıyla sağlandığı ve hizmetten sonuç olarak Türkiye'de faydalanıldığı açık olup, bu reklam ve tanıtım işlemlerinin yurt dışındaki potansiyel müşterilere yapılıyor olmasının yapılan hizmetten anıldığı şekilde Türkiye'de faydalanıldığı gerçeğini değiştirmeyeceği sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, davacı firmanın yurt dışında yaptırdığı reklam ve pazarlama hizmetlerinden Türkiye'de faydalanıldığının kabul edilmesi gerektiğinden, bu hizmetlere ait fatura bedelleri üzerinden sorumlu sıfatıyla katma değer vergisi hesaplayarak 2 nolu beyanname ile bağlı bulunduğu vergi dairesine beyanda bulunulmayan davacı şirket adına davalı idarece ikmalen yapılan cezalı katma değer vergisi tarhiyatlarında yasal isabetsizlik bulunmamaktadır.”

9. Başvurucu tarafından karar temyiz edilmiş ve Danıştay … Dairesinin 6/10/2011 tarih ve … sayılı kararı ile temyiz istemi reddedilerek karar onanmıştır.

10. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 26/11/2012 tarih ve … sayılı kararı ile reddedilmiştir.

11. Karar, başvurucuya 4/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

12. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

 “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”

13. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun “İkmalen vergi tarhı” kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:

“İkmalen vergi tarhı, her ne şekilde olursa olsun bir vergi tarh edildikten sonra bu vergiye müteallik olarak meydana çıkan ve defter, kayıt ve belgelere veya kanuni ölçülere dayanılarak miktarı tespit olunan bir matrah veya matrah farkı üzerinden alınacak verginin tarh edilmesidir.

 Özel kanunlarında ikmalen tarhiyata ilişkin olarak yer alan hükümler saklıdır.”

14. Aynı Kanun’un “Vergi ziyaı” kenar başlıklı 341. maddesi şöyledir:

“Vergi ziyaı, mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder.

Şahsi, medeni haller veya aile durumu hakkında gerçeğe aykırı beyanlar ile veya sair suretlerle verginin noksan tahakkuk ettirilmesine veya haksız yere geri verilmesine sebebiyet vermek de vergi ziyaı hükmündedir.

Yukarıki fıkralarda yazılı hallerde verginin sonradan tahakkuk ettirilmesi veya tamamlanması veyahut haksız iadenin geri alınması ceza uygulanmasına mani teşkil etmez.”

15. 25/10/1984 tarih ve 3065 sayılı Kanun’un “İşlemlerin Türkiye’de yapılması” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“İşlemlerin Türkiye'de yapılması:

 a) Malların teslim anında Türkiye'de bulunmasını,

 b) (Değişik : 27/1/2000 - 4503/3 md.) Hizmetin Türkiye'de yapılmasını veya hizmetten Türkiye'de faydalanılmasını,

İfade eder.”

16. Aynı Kanun’un “Vergi sorumlusu” kenar başlıklı 9. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

“Mükellefin Türkiye içinde ikametgahının, işyerinin, kanuni merkezi ve iş merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye Bakanlığı, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 8/5/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/1/2013 tarih ve 2013/596 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu şirket, işlettiği golf sahası, otel ve tatil köyü ile ilgili olarak … isimli şirket ile yönetim anlaşması yaptığını ve işletmenin yönetimini belirli şartlarla bu şirkete bıraktığını, belirtilen tesislerin yurt dışı tanıtım ve pazarlama faaliyetlerinin de bu şirket tarafından yapıldığını, Haziran 2002 ila Aralık 2005 döneminde toplam … YTL yurt dışı tanıtım ve pazarlama gideri yapıldığını, başvurucu şirket hakkında düzenlenen vergi inceleme raporunda, … isimli şirkete ödendiği belirtilen hizmet bedelinin KDV’nin konusuna girdiği ve başvurucu şirket tarafından sorumlu sıfatıyla 2 No.lu KDV beyannamelerinin verilmediğinden bahisle, … YTL KDV ve bu tutar üzerinden … YTL vergi zıyaı cezası tarh edildiğini, hakkında tarh ettirilen KDV ve vergi cezasının iptali istemiyle açılan davanın, … Vergi Mahkemesi kararı ile reddedildiğini ve kararın kanun yollarından geçerek kesinleştiğini, dava konusu hizmetin KDV’ye tabi olmadığını gösteren genelgeler, idari kararlar ve Mahkeme içtihadı olmasına rağmen hakkında KDV ve vergi cezası tarh ettirildiğini, tarh ettirilen KDV’nin doğru olduğu kabul edilse bile, bu hizmet nedeniyle ödenen verginin 1 No.lu KDV beyannamesinde indirim konusu yapılacağını ve bu suretle ödenen KDV tutarının değişmeyeceğini, bu nedenle uygulanan vergi cezasının yerinde olmadığını, ancak belirtilen tüm bu hususlar göz ardı edilerek KDV ve vergi ziyaı cezası tarh ettirilmesinin, ayrıca belirtilen işlemlerin iptali için açılan davanın reddedilmesinin, eşitlik ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu, kıyas yoluyla vergi cezası yaratıldığını ve yürütülen yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek, Anayasa’nın 10., 36. ve 73. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş, haksız yere tarh ettirilen KDV ve vergi ziyaı cezasının tahsil tarihinden itibaren faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

19. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun, açtığı davada verilen kararın sonucundan ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesinden şikâyetçi olduğu görülmektedir. Bu nedenle, başvurucunun yargılama süresinin makul olmadığı iddiasının yanında Anayasa’nın 10. ve 73. maddesinde tanımlanan haklar ile bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialar adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.

 1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Konu Bakımından Yetki

20. Başvurucu, vergi aslı ve vergi cezasının birlikte tarh ettirilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını ve mahkeme kararının adil olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

21. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

22. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

23. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. Hüküm açık oturumda açıklanır; ancak, demokratik bir toplumda genel ahlak, kamu düzeni ve ulusal güvenlik yararına, küçüklerin korunması veya davaya taraf olanların özel hayatlarının gizliliği gerektirdiğinde veya davanın açık oturumda görülmesinin adaletin selametine zarar verebileceği bazı özel durumlarda, mahkemenin zorunlu göreceği ölçüde, davanın tamamı süresince veya kısmen duruşmalar basına ve dinleyicilere kapalı olarak sürdürülebilir.”

24. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Maddede geçen “adil yargılanma” ifadesi, 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun ile Anayasa’ya eklenmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir.

25. AİHS’in adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve AİHS kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz. (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).

26. Belirtilen doğrultuda Sözleşme’nin 6. maddesi bağlamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konu bakımından yetki alanını belirleyen içtihadına bakıldığında, Mahkeme; vergi mükellefi ile hakim olan toplum arasındaki ilişkinin kamusal nitelikte olması dolayısıyla vergi meselelerinin kamusal ayrıcalıkların sert çekirdeğinden bir kısmını oluşturduğunu dikkate alarak, mükellefler açısından zorunlu olarak maddi etkiler ortaya çıkarsa da vergi uyuşmazlıklarının “medeni hak ve yükümlülükler” dışında kaldığını kabul etmektedir. (Ferrazzini/İtalya [BD], B. No:44759/98, 12/6/2001, §29). Ancak, AİHM Bendenoun/Fransa kararındavergi para cezalarını düzenleyen kanunun, özel bir durumda olan belli bir grubu değil vergi mükellefi olan bütün vatandaşları kapsamasını, ek vergi yükümlülüklerinin bir zarara karşılık maddi tazminat amacını değil, fakat esas itibarıyla yeniden suç işlemeyi caydırıcı bir yaptırım amacı taşımasını, bunların hem caydırıcılık hem de cezalandırma amacı olan genel bir kurala göre uygulanmış olmasını, miktarın hem başvurucu hem de başvurucunun şirketi açısından oldukça önemli bir miktar olmasını ve başvurucunun öngörülen miktarı ödememesi halinde ceza mahkemelerince hapse mahkûm edilebileceğini göz önünde bulundurarak, bu uyuşmazlığı “suç isnadı” kapsamında değerlendirmiş ve Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu uyuşmazlığa uygulanabileceğine işaret etmiştir (Bendenoun/Fransa, B. No:12547/86, 24/2/1994, §47). Öte yandan AİHM Jussila/Finlandiya kararında vergi para cezasının miktarının düşük olması halinde dahi suçun cezai niteliğinin 6. maddeyi uygulanabilir kılmak için yeterli olduğunu kabul etmiştir (Jussila/Finlandiya [BD], B. No:73053/01, 23/11/2006, §38). Mieg de Boofzheim/Fransa kararında ise, mükellefin iyiniyetle hareket etmesini gerektiren “salt geç ödeme faizi”nin 6. madde kapsamında “bir suç isnadı” oluşturmadığı bu nedenle 6. maddenin uygulanabilir olmadığı tespiti yapılmıştır (Mieg de Boofzheim/Fransa, B. No: 52938/99, 3/12/2002, (k.k.)). Diğer taraftan Georgiou/İngiltere kararında ise KDV aslı ve buna bağlı vergi kaçakçılığı cezasına karşı birlikte açılan davada başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlâl edildiği iddiasını inceleyen AİHM, kaçakçılık cezasının suç isnadını içerdiğini, olayın niteliğine bakıldığında, suç isnadına ilişkin bölümlerle suç isnadı olmayan vergi aslına ilişkin bölümleri birbirinden ayırmanın güç olduğuna ve bu nedenle başvuru hakkında yapılacak değerlendirmenin zorunlu olarak vergi tarhiyatını da kapsayacak şekilde olması gerektiğine karar vermiştir (Georgiou/İngiltere, B. No: 40042/98, 16/5/2000). AİHM bu kararı ile vergi aslı ile vergi cezalarına karşı birlikte dava açılması durumunda, adil yargılanma hakkının, davanın bütününe uygulanması gerektiğini ifade etmektedir.

27. Yukarıda yer verilen tespitler neticesinde, Anayasa Mahkemesince, Sözleşme’nin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkına ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarında da, bir ihlal iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanına girip girmediğinin tespitinde Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı esas alındığından, başvurucunun medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması hâlleri dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvuruların Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının kapsamı dışında kalacağı ve dolayısıyla bireysel başvuruya konu olamayacağı kabul edilmiştir. AİHM içtihadında cezai nitelik taşımayan vergisel uyuşmazlıkların, 6. maddenin güvence kapsamı dışında kalacağı sonucuna ulaşılmasında vergi aslı yönünden başvuru konusu yapılan uyuşmazlıkların vergi yükümlüsü ile vergi alacaklısı konumunda bulunan taraf devlet arasında kamusal niteliği ağır basan bir uyuşmazlık olmasının ve taraf devletlerin kamusal yetkisinin sert çekirdeği içerisinde yer aldığının kabul edilmesinin rol oynadığı anlaşılmaktadır.

28. Bununla birlikte, hukuk sistemimizdeki vergi uyuşmazlıkları ayrı bir yargı kolu içerisinde değil idari yargı kolu içinde ve özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, genel olarak 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu uyarınca, diğer idari uyuşmazlıklarla aynı yargılama usulüne tabi bir yargılama prosedürü çerçevesinde çözümlenmektedir. Ayrıca, vergilendirme yükümlülüğüne aykırı bir davranışın tespiti halinde, ilgili idare tarafından tarh edilen vergi ve öngörülen vergi cezası aynı ihbarname kapsamında mükellefe tebliğ edilerek, tarh edilen vergi ve kesilen vergi cezaları aynı yargılama prosedürü içerisinde dava konusu edilmekte, usulsüzlük cezaları gibi ayrıksı durumlar dışında vergi aslı ve vergi cezası arasındaki bu organik bağ, vergi alacağının tahsili aşamasında da varlığını sürdürmektedir. Bunun yanı sıra, resen veya ikmalen yapılan tarhiyat işlemlerine karşı açılan davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, ilgili mevzuat uyarınca, hesaplanacak gecikme faizinin dava süresiyle doğru orantılı olarak artması öngörülmekte ( bkz. 213 sayılı Kanun’un 112. maddenin (3) numaralı fıkrası, 2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinin (5) numaralı fıkrası), bu yönüyle vergi aslını ilgilendiren uyuşmazlıklar açısından da, özellikle adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan güvence hükümleri arasında yer verilen makul sürede yargılanma hakkının işlevsel bir rol oynayabileceği ve bu yönüyle daha çok kamusal niteliği ağır basan bir ilişki olarak kabul edilen salt vergisel uyuşmazlıkların, başta mülkiyet hakkı olmak üzere medeni hak ve yükümlülükler alanında önemli yansımaları bulunan bir ilişki olduğu anlaşılmakta ve belirtilen tespitler çerçevesinde, vergi uyuşmazlıklarının adil yargılanma hakkına ilişkin güvenceler kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durumda başvuru konusu uyuşmazlığa yönelik ihlal iddiaları Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanı içerisinde yer almaktadır.

29. Başvuruda şikâyet konusu yapılan hususların diğer kabul edilebilirlik kriterleri açısından farklı niteliklerinin bulunması nedeniyle her bir şikâyete ilişkin değerlendirmenin ayrı ayrı yapılması gerekmektedir.

b. Yargılamanın Adil Olmadığı İddiası Yönünden

30. Başvurucu, dava konusu hizmetin KDV’ye tabi olmadığını gösteren genelgeler, idari kararlar ve mahkeme içtihadı olmasına rağmen hakkında KDV ve vergi cezası tarh ettirildiğini, tarh ettirilen KDV’nin doğru olduğu kabul edilse bile, bu hizmet nedeniyle ödenen verginin 1 No.lu KDV beyannamesinde indirim konusu yapılacağını ve bu suretle ödenen KDV tutarının değişmeyeceğini, bu nedenle uygulanan vergi cezasının yerinde olmadığını, ancak belirtilen tüm bu hususlar göz ardı edilerek KDV ve vergi ziyaı cezası tarh ettirildiğini, ayrıca belirtilen işlemlerin iptali için açılan davanın reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

31. Adalet Bakanlığı görüşünde, kural olarak yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve hukuki hataların ancak AİHS ve Anayasa tarafından güvence altına alınmış hak ve özgürlüklerin ihlali söz konusu olduğu ölçüde bireysel başvuruya konu edilebileceğini, AİHS'in 6. maddesi ve Anayasa'nın 36. maddesi her ne kadar adil yargılanma hakkını teminat altına almakta ise de, bilgi-belgelerin kabul edilebilirliği veya mevzuatın değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle yerel mahkemeleri ilgilendirdiğini, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmamasının, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamayacağını, başvurucuya salınan verginin KDV olduğu ve ilk derece mahkemesinin ilgili kanun hükümlerinin uygulanmasında takdir hakkını kullanarak, salınan verginin mevzuata uygun olduğu yönünde karar verdiğini, başvurucunun şikâyetlerinin kabul edilebilirlik ve esas yönünden incelenmesinde yukarıda belirtilen hususların dikkate alınması gerektiğini bildirmiştir.

32. Başvurucu cevap dilekçesinde, haklı olan başvurusunun kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

33. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

34. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”

35. Anılan kurallar uyarınca, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

36. Başvuru konusu olayda, başvurucu şirketin 2002, 2003, 2004 ve 2005 yılı hesaplarının incelenmesi neticesinde düzenlenen vergi inceleme raporunda, başvurucunun ortaklarından … şirketine yurt dışında yaptırılan reklam ve pazarlama hizmetlerinden Türkiye'de faydalanılmış olmasına rağmen, söz konusu hizmetlere ilişkin fatura bedelleri üzerinden KDV hesaplanarak 2 No.lu beyanname ile sorumlu sıfatıyla beyan edilmediğinden bahisle vergi ziyaı cezalı katma değer vergilerinin ikmalen salındığı, başvurucu şirket tarafından açılan davada; tarhiyat öncesi uzlaşmadan yararlandırılmadığı, söz konusu reklam ve tanıtım hizmetlerinden yurt dışında faydalanıldığı, dolayısıyla 3065 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (b) bendi uyarınca vergiye tabi olmadığı, ayrıca bu yönde yayımlanmış çeşitli muktezalar bulunduğu halde inceleme elemanınca aksi yönde yapılan değerlendirmeler üzerine salınan cezalı vergilerin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kaldırılmasının istendiği anlaşılmaktadır.

37. … Vergi Mahkemesi ise, Danıştay tarafından onaylanan kararında, 3065 sayılı Kanun’un 1., 8. ve 9. maddelerini birlikte değerlendirerek, yurt dışında yaptırılan reklam ve pazarlama hizmetlerinin Türkiye'deki ticari faaliyetlerin devamlılığı ve karlılığıyla doğrudan ilişkisi bulunduğu, bu ilişkinin, faaliyet konusu olan otelcilik hizmetlerinden faydalanan müşteri sayısının arttırılmasıyla sağlandığı ve hizmetten sonuç olarak Türkiye'de faydalanıldığı, başvurucu şirketin bu hizmetlere ait fatura bedelleri üzerinden sorumlu sıfatıyla KDV hesaplayarak 2 No.lu beyanname ile bağlı bulunduğu vergi dairesine beyanda bulunmaması nedeniyle ikmalen yapılan cezalı KDV tarhiyatlarında yasal isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

38. Başvurucu şirketin iddialarının mevzuatın yorumlanmasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

39. Adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararların değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da bariz takdir hatası veya açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir. Somut olayda başvurucu şirketin yargılama sürecinin hakkaniyete aykırı olduğuna dair bir bilgi ya da belge sunmadığı, aksine yargılama sonucunda verilen kararın içeriğinin adil olmadığı şikâyetini dile getirdiği anlaşılmaktadır.

40. Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 c. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden

41. Başvuru konusu dava, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlama tarihi olan 23/9/2012’den önce açılmış olup, başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmakla, başvurunun incelenmesi Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dâhilindedir. Ayrıca, bireysel başvuruda bulunulmadan önce, ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerekmekle birlikte, hukuk sistemimizde, yargılamanın uzamasını önleyici etkiye sahip olan veya yargılamanın makul sürede yapılmaması sonucunda oluşan zararları tespit ve tazmin edici nitelik taşıyan bir idari veya yargısal başvuru yolunun bulunmadığı anlaşıldığından, başvuru kanun yollarının tüketilmesi yönünden kabul edilebilir niteliktedir. (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 21-30).

42. Açıklanan nedenlerle, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

43. Başvurucu, açmış olduğu idari davanın beş yıldan uzun bir süre sonra karara bağlandığını beyan ederek, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

44. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

 “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”

45. Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38).

46. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 39).

47. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 40).

48. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 41–45).

49. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 46).

50. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.

51. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin ve cezai alandaki bir suç isnadını konu alan uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Geouffre de la Pradelle/Fransa, B. No: 12964/87, 16/12/1992). Bu kapsamda başvuruya konu uyuşmazlıkta suç isnadını içeren vergi cezasıyla birlikte vergi aslına karşı birlikte açılan davaya ilişkin ihlal iddialarının bireysel başvuruya konu edildiği anlaşılmaktadır.

52. Makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. König/Almanya, B. No: 51963/99, 23/5/2007, § 24; Poiss/Avusturya, B. No: 8163/07, 2/4/2013, § 21). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, başvurucuya vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatlarına ilişkin ihbarnamelerin tebliğ edildiği, 9/11/2007 tarihidir.

53. Mevcut başvuruda olduğu gibi, uyuşmazlığın başlangıç tarihi ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, makul süre değerlendirmesinde dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 51).

54. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden anlaşıldığı kadarıyla, ilgili vergi dairesi müdürlüğünce, 2/11/2007 tarihli vergi inceleme raporuna istinaden, başvurucu hakkında vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatları yapılarak, ilgili ihbarnameler 9/11/2007 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu tarafından, 6/12/2007 havale tarihli dilekçe ile … Vergi Mahkemesinden, vergi inceleme raporuna istinaden yapılan vergi ziyaı cezalı KDV tarhiyatlarının kaldırılması talep edilmiştir. 7/12/2007 tarihinde düzenlenen ilk inceleme tutanağı sonrasında gerekli tebligat işlemleri yapılmış, tarafların cevap ve ikinci cevaplarını Mahkemeye ibraz etmeleri üzerine 15/4/2008 tarihi itibariyle tekemmül ettiği anlaşılan dosya kapsamında, 22/10/2008 tarihli karar ile başvurucunun davasının reddine karar verilmiştir. Kararın 17/12/2008 tarihinde yürütmeyi durdurma talepli olarak temyiz edilmesi üzerine Danıştay … Dairesi 22/1/2009 tarihinde yürütmenin durdurulması isteminin davalı idarenin savunmasının alınmasından sonra incelenmesine karar vermiş, 10/6/2009 tarihinde yürütmenin durdurulması talebini ve 6/10/2011 tarih ve … sayılı kararıyla da temyiz talebini reddederek Mahkeme kararını onamıştır. Danıştay … Dairesinin kararı 28/11/2011 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucunun 8/12/2011 tarihli karar düzeltme talebi üzerine dava dosyası yeniden Danıştay … Dairesine gönderilmiş ve Dairenin … tarih ve … sayılı kararı ile karar düzeltme talebi reddedilmiş ve bu karar, başvurucuya 4/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Uyuşmazlığın başladığı 9/11/2007 tarihinden itibaren ilk derece Mahkemesince 11 ay 13 gün içinde karar verildiği, kararın verildiği tarihten itibaren ise temyiz mercii tarafından temyiz ve karar düzeltme taleplerinin 4 yıl 1 ay 4 gün içinde tamamlandığı görülmektedir.

55. Yargılama sürecinin uzamasında yetkili makamlara atfedilecek gecikmeler, yargılamanın süratle sonuçlandırılması hususunda gerekli özenin gösterilmemesinden kaynaklanabileceği gibi, yapısal sorunlar ve organizasyon eksikliğinden de ileri gelebilir. Zira Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, hukuk sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesi sorumluluğunu yüklemektedir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 44).

56. Bu kapsamda, yargı sisteminin yapısı, mahkeme kalemindeki rutin görevler sırasındaki aksamalar, hükmün yazılmasındaki, bir dosyanın veya belgenin bir mahkemeden diğerine gönderilmesindeki ve raportör atanmasındaki gecikmeler, yargıç ve personel sayısındaki yetersizlik ve iş yükü ağırlığı nedeniyle yargılamada makul sürenin aşılması durumunda da yetkili makamların sorumluluğu gündeme gelmektedir.

57. Başvuru konusu yargılama süreci değerlendirildiğinde, ilk derece Mahkemesince 15/4/2008 tarihinde tekemmül eden dava dosyasının 22/10/2008 tarihinde karara bağlandığı, arada geçen bu süre zarfında uyuşmazlığın çözümü için usuli bir işlem yapılmadan dosyanın bekletildiği, diğer yandan yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması değerlendirilmesinin yapılacağı yerin ise kanun yolu incelemesinde geçen sürenin olduğu, zira bu inceleme safhasında iki kere yürütmenin durdurulması hakkında karar verilmesine karşın temyiz talebinin esastan sonuçlandırılmasının 4 yıldan fazla sürdüğü ve bu süre zarfında ilgili Daire tarafından yürütmenin durdurulması kararları dışında herhangi bir usuli işlem yapılmadığı tespit edilmekle beraber, yukarıda yer verilen tespitler ışığında, özellikle yargı sisteminin yapısından kaynaklanan iş yükü ve organizasyon eksikliğinin somut başvuruya ilişkin yargılama süresinin uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Anayasa’nın 36. maddesi ile Sözleşme’nin 6. maddesi, yargılama sisteminin, mahkemelerin davaları makul bir süre içinde karara bağlama yükümlülüğü de dâhil olmak üzere adil yargılama koşullarını yerine getirebilecek biçimde düzenlenmesini zorunlu kıldığından, hukuk sisteminde var olan yapısal ve organizasyona ilişkin eksiklikler yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleştirilmemesine mazeret sayılamaz.

58. Başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilmemiştir.

59. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın yurt dışında yaptırılan reklam ve pazarlama hizmetlerinden Türkiye’de faydalanılıp faydalanılmadığı ve bu durumun KDV beyannamesi verilmesi gereken bir sorumluluk ortaya çıkarıp çıkarmadığına yönelik olması ve uyuşmazlığın çözümünde başvurucu dilekçeleri ve davalı idare savunmaları dışında yargılama mercilerince herhangi bir araştırmaya gidilmemiş olmasına karşın, derece mahkemelerindeki incelemenin toplam 5 yıl 17 gün sürmesi ve bu sürenin 4 yıl 1 ay 4 gününün kanun yolunda geçmiş olması, şikâyete konu yargılamada makul olmayan bir gecikmenin olduğunu ortaya koymaktadır.

60. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

61. Başvurucu, haksız yere tarh ettirilen KDV ve vergi ziyaı cezasının tahsil tarihinden itibaren faiziyle birlikte tazminine karar verilmesini istemiş, ancak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.

62. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

63. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, başvurucu tarafından talep edilen tazminat talebi ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

64. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucunun, tarh edilen KDV ve vergi ziyaı cezasından dolayı uğradığını ileri sürdüğü maddi zararının tazmini talebinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

8/5/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NUSRET MUTLUCA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/14436)

 

Karar Tarihi: 5/12/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Nusret MUTLUCA

Vekili

:

Av. Vural SOYTEKİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tazminat davasının makul sürede tamamlanmayarak hatalı bir değerlendirme sonucu reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve ölüme sebebiyet verdiği ileri sürülen şofbenlerin yetkili makamlar tarafından toplanmamış olması nedeniyle de yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun eşi ile kızı 12/12/2005 tarihinde evlerinde banyo yapmakta iken karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu vefat etmiştir.

9. Bağcılar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda banyoda bulunan şofbenin sönmesinin ölüme sebep olduğunun tespit edildiği ve 2006 yılında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmaktadır.

10. Başvurucu 13/10/2016 tarihinde, eşi ile kızının evdeki tüp ile şofbenin birlikte kullanılmasıyla elde edilen sıcak suyla banyo yaparken CO intoksikasyon (karbonmonoksit zehirlenmesi) sonucu ölmüş olduğunu belirterek destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat talebiyle İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesinde, kullanılan tüp ile şofbenin üretici firmaları ile tüp gaz zorunlu sorumluluk sigortacısı aleyhine dava açmıştır.

11. İstanbul 8. Asliye Ticaret Mahkemesi 30/4/2009 tarihinde, olayda kullanılan tüp ya da şofbende kaçak veya imalat hatası olup olmadığının başvurucu tarafından tüp ve şofbenin muhafaza edilmemesi nedeniyle tespit edilemediği, tüp ve şofbenin bozuk, ayıplı imal edildiği yönünde bir delile de ulaşılamadığı, tüpte gaz kaçağı, yangın, infilak oluşmaması nedeniyle "Tüp Gaz Zorunlu Sorumluluk Sigortası Genel Şartları" uyarınca sigorta şirketinin sorumluluğunun bulunmadığı, başvurucu tarafından Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümleri uyarınca kusursuz sorumluluk ilkesine dayanılmış ise de olayda imalat hatasının kanıtlanamamış olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar vermiştir.

12. Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 7/3/2011 tarihinde, ölüm nedeninin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunun sabit olması karşısında bu sonuca nelerin sebep olabileceği yönünde bir tabip bilirkişisinin de aralarında olduğu bilirkişi heyetinden rapor alınıp neticesine göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle anılan karar bozulmuştur.

13. İstanbul 30. Asliye Ticaret Mahkemesince aldırılan bilirkişi kurulu raporunda; ölüm olayının meydana gelmesinin hemen ardından düzenlenen Adli Tıp raporuna göre ölüm nedenlerinin karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunun sabit olduğu, bu sonucun tüp gaz sızıntısına bağlı olarak meydana gelmeyeceğinin tıbben bilinmekte olduğu, anılan sonucun şofbenin fonksiyonlarının tam olarak yerine getirmemesi ve gazın tam olarak yanmaması durumunda ortamdaki oksijen yetersizliği durumunda ya da baca ve havalandırma yoluyla dışarı atılması gereken ürünün havalandırmadaki yetersizlik, tıkanıklık ya da rüzgâr gibi nedenlerle ortama yayılması durumunda ortaya çıkabileceği, şofben ve baca sistemi üzerinde bir inceleme yapılmamış olması nedeniyle somut olayda bu olasılıklardan hangisinin gerçekleşmiş olduğu tespitinin yapılamadığı belirtilmiştir.

14. İstanbul 30. Asliye Ticaret Mahkemesince 6/5/2013 tarihinde, tüp içinde likit hâlde bulunan propan ve bütan karışımının ortama yayılmasının karbonmonoksit zehirlenmesine sebebiyet vermesinin mümkün olmaması nedeniyle tüp gaz üreticisi firmanın ölüm olayından sorumlu olma imkânı bulunmadığı, sigorta şirketinin sorumlu olabilmesi için ise tüpün bulunduğu yerde infilak etmesi, gaz kaçırması, yangın çıkarması sonucu zararın oluşması gerektiği, şofbende imalat hatası olduğu yönünde de bir tespit bulunmadığı, kusursuz sorumluluk ilkesinin ise ancak imalat hatası bulunması hâlinde uygulanabileceği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.

15. Yargıtay 11. Hukuk Dairesince 1/7/2014 tarihinde onanan karar kesinleşmiştir.Anılan karar 14/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu otuz günlük başvuru süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazadaki kusurundan dolayı mesul olur. "

17. 23/2/1995 tarihli ve 4077 sayılı mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

"Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda ya da reklam ve ilânlarında yer alan veya satıcı tarafından bildirilen veya standardında veya teknik düzenlemesinde tespit edilen nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan ya da tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar, ayıplı mal olarak kabul edilir.

Tüketici, malın teslimi tarihinden itibaren otuz gün içerisinde ayıbı satıcıya bildirmekle yükümlüdür. Tüketici bu durumda, bedel iadesini de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme haklarına sahiptir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte ayıplı malın neden olduğu ölüm ve/veya yaralanmaya yol açan ve/veya kullanımdaki diğer mallarda zarara neden olan hallerde imalatçı-üreticiden tazminat isteme hakkına da sahiptir."

18. Tüp Gaz Zorunlu Sorumluluk Sigortası Genel Şartları'nın 1. maddesi şöyledir:

"Bu sigorta, Likit Petrol Gazı (LPG) tüpleyen firmaların, doldurdukları veya doldurttukları ve yetkili bayileri vasıtasıyla veya doğrudan doğruya tüketiciye intikal ettirdikleri tüplerin kullanılmak üzere bulundurdukları yerlerde infılaki, gaz kaçırması, yangın çıkarması sonucu (kusurları olsun veya olmasın) verecekleri bedeni ve maddi zararlara karşı sorumluluklarını, aşağıdaki şartlar dairesinde temin eder.

...

Zarar meydana geldiğinde sigorta ettirenin kusurlu olup olmadığına bakılmadan zarara uğrayan üçüncü şahısların tazminatı ödenir. Zararın LPG tüpünün takılması sırasında servis hatasından, kullanıcının kullanma hatasından, tüpün imalat hatasından, dolum hatasından, hortum, kelepçe, dedantör, cihaz, musluk hatalarından meydana gelmesi durumu değiştirmez."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, 1997 yılında şofbenlerde atık gaz tahliyesi emniyet cihazı takılması zorunlu kılınmış olmasına karşın bu tarihten önce üretilmiş ve kullanılmakta olan şofbenlerin toplanmasına yönelik yetkili makamlar tarafından bir düzenleme ve uygulama yapılmadığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

21. Başvurucu ayrıca LPG tüp ve şofbeni üreten firmalar ile zorunlu sorumluluk sigortacısına açtığı davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, davanın hukuk kurallarının yanlış yorumlanması nedeniyle reddedilmesi nedeniyle etkili başvuru hakkı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

23. Başvurucunun, gaz tahliyesi emniyet cihazı takılmamış cihazların toplatılmasına yönelik olarak kamu makamları tarafından bir önlem alınmamış olması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiası Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devletin sahip olduğu yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında incelenmiştir. Başvurucu tarafından tüp ve şofbenin üretici firmaları ile zorunlu sorumluluk sigortacılarına açılan davanın kusursuz sorumluluk ilkesine dayandığı, ölüm olayına ilişkin başvurucu tarafından bu firmalara herhangi bir kusur atfedilmediği, bireysel başvurunun zorunlu sorumluluk sigortası şartlarının yanlış yorumlanması nedeniyle tazminat talebinin reddedildiği iddiasına ilişkin olduğunun anlaşılması nedeniyle bu davanın reddedilmesine ilişkin ihlal iddiaları Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.

1. Yaşamı Koruma Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

24. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişilerin babası ve eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

25. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

26. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

27. Yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif yükümlülük yükleyen haklardandır (AYM, E.2007/78, K.2010/120, 30/12/2010). Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

28. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

29. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

31. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında; bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

32. Somut olayda başvurucu; eşi ve kızının karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu vefat etmesi olayına ilişkin olarak, kullanılan tüp ve şofbeni üreten firmalar ile tüp gaz zorunlu sorumluluk sigortacısına kusursuz sorumluluk ilkesine göre tazminat davası açmış bu davanın reddedilmesi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anılan dava yaşamı koruma yükümlülüğü yönünden kamu makamlarının sahip oldukları yükümlülüklere ilişkin olmayıp açılan dava kapsamında da üretici firma ve sigorta şirketlerine bu yönde bir sorumluluk atfedilmediği anlaşılmaktadır. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında devletin sahip olduğu koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkin olarak ihlalin tespitini ve giderimini sağlayabilecek hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

33. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığına İlişkin İddia

34. Başvurucu, LPG tüp ve şofbeni üreten firmalar ile zorunlu sorumluluk sigortacısına açtığı davanın hukuk kurallarının yanlış yorumlanması nedeniyle hukuka aykırı olarak reddedildiğini ileri sürmektedir.

35. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ileuyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

36. Somut olayda İstanbul 30. Asliye Ticaret Mahkemesince yapılan yargılamada ilgili mevzuat hükümleri, somut olaya ilişkin bilgi ve belgeler ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilmek suretiyle bir karar verildiği anlaşılmıştır. Başvurucunun anılan iddialarının esas itibarıyla derece mahkemelerince verilen kararların hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet bulunmadığına, dolayısıyla kararın sonucuna ilişkin olduğu görülmektedir. Mahkemenin kararında bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

37. Başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu sonucuna varıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

38. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

40. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52).

41. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

42. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 7 yıl 8 ay sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

43. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

45. Başvurucu, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

46. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

47. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

48. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun davanın makul sürede tamamlanmaması nedeni ile maddi zarara uğradığına ilişkin herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

49. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığına ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin İstanbul 30. Asliye Ticaret Mahkemesine (E.2011/425, K.2013/138) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATMA ÜLKER AKKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/18979)

 

Karar Tarihi: 22/2/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 9/3/2018-30355

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Ayhan KILIÇ

Başvurucu

:

Fatma ÜLKER AKKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, 3600 olan emeklilik ek gösterge rakamının 2200 olarak düzeltilmesi neticesinde emeklilik aylığının azalması ve geriye yönelik olarak fazladan ödendiği belirtilen emeklilik aylıklarının iadesinin istenmesi nedeniyle mülkiyet hakkının; bu işleme karşı açılan davada yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, Şahin Akkaya tarafından 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

7. Başvurucu Şahin Akkaya 10/10/2017 tarihinde vefat etmiştir.

8. Başvurucunun eşi Fatma Ülker Akkaya 10/12/2017 tarihinde kayda giren dilekçe ile başvuruya devam etmek istediğini bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu 1944 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

11. Başvurucunun eşi Şahin Akkaya (bundan sonra Ş.A. biçiminde ifade edilecektir) yüksek mimar unvanına sahip olup Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinde (Banka) genel idare hizmetleri sınıfına dâhil uzman kadrosunda 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'na tabi olarak çalışmakta iken 14/10/1999 tarihli ve 4456 sayılı Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanun uyarınca 14/2/2000 tarihinde Emekli Sandığı ile ilişkilendirilmiş ve 1. derece 4. kademe teknik hizmetler sınıfına dâhil bir mimar gibi 3600 ek gösterge rakamı üzerinden Ş.A.nın intibakı yapılmıştır.

12. Ş.A. 22/10/2001 tarihinde Emekli Sandığına tabi olarak emekli olmuş ve kendisine 3600 ek gösterge rakamı üzerinden emekli aylığı bağlanmıştır.

13. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından 2/11/2009 tarihli işlemle Ş.A.nın 3600 olan ek gösterge rakamı 2200 şeklinde düzeltilmiştir. Düzeltme işleminde Ş.A.nın fiilen genel idare hizmetleri sınıfına dâhil kıdemli uzman kadrosunda görev yapmış olması dikkate alınmıştır. Ek gösterge rakamının 2200 olarak düzeltilmesi nedeniyle Ş.A.nın emekli aylığı azalmıştır.

14. SGK 4/11/2009 tarihli yazıyla, ek gösterge rakamının 2200 olarak düzeltildiğini ve geçmişe yönelik olarak (22/10/2001 ile 2/11/2009 tarihleri arasında) fazladan ödenen 16.439,25 TL'nin borç çıkarıldığını Ş.A.ya bildirmiştir. Anılan yazıda ayrıca üç ay içinde ödeme yapılmaması hâlinde üçüncü ayın dolduğu tarihten itibaren hesaplanacak kanuni faiziyle birlikte emekli aylığından her ay 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle borcun tahsil edilmeye başlanacağı ihtar edilmiştir.

15. Ş.A. tarafından 10/12/2009 tarihinde Ankara 7. İdare Mahkemesinde ek göstergesinin 2200 olarak düzeltilmesi ile geçmişe yönelik borç çıkarılmasına ilişkin işlemin iptali ve maaşından tahsil edilen tutarların yasal faiziyle birlikte iadesi istemiyle dava açılmıştır. Mahkeme 30/9/2010 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde Ş.A.nın fiilen kıdemli uzman kadrosunda görev yapması nedeniyle teknik hizmetler sınıfı kadrosu için belirlenen ek gösterge rakamından yararlanmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir. Gerekçede ayrıca Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun (İBK) 7/12/2007 tarihli kararına göre de ek gösterge rakamının öğrenim sonucu elde edilen unvana göre değil kadro unvanına göre belirlenmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.

16. Mahkeme kararı, Danıştay Onbirinci Dairesinin 16/9/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Nihai karar 17/11/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

17. Ş.A. 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

18. Bireysel başvuru dilekçesinde, başvurucunun eşinin maaşından 1/4 oranında kesinti yapılmaya başlandığı belirtilmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 36. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Bu Kanuna tabi kurumlarda çalıştırılan memurların sınıfları aşağıda gösterilmiştir.

...

II Teknik Hizmetler Sınıfı:

Bu Kanunun kapsamına giren kurumlarda meslekleriyle ilgili görevleri fiilen ifa eden ve meri hükümlere göre yüksek mühendis, mühendis, yüksek mimar, mimar, jeolog, hidrojeolog, hidrolog, jeofizikçi, fizikçi, kimyager, matematikçi, istatistikçi, yöneylemci (Hareket araştırmacısı), matematiksel iktisatçı, ekonomici ve benzeri ile teknik öğretmen okullarından mezun olup da, öğretmenlik mesleği dışında teknik hizmetlerde çalışanlar, Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi veya bölümlerinden mezun şehir plancısı, yüksek şehir plancısı, yüksek Bölge Plancısı, 3437 ve 9/5/1969 tarih 1177 sayılı Kanunlara göre tütün eksperi yetiştirilenler ile müskirat ve çay eksperleri, fen memuru, yüksek tekniker, tekniker, teknisyen ve emsali teknik unvanlara sahip olup, en az orta derecede mesleki tahsil görmüş bulunanlar, Teknik Hizmetler Sınıfını teşkil eder.”

20. 657 sayılı Kanun'un 43. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinin ilgili bölümü şöyledir:

“B) Ek Gösterge: Bu Kanuna tabi kurumların kadrolarında bulunan personelin aylıkları; hizmet sınıfları, görev türleri ve aylık alınan dereceler dikkate alınarak bu kanuna ekli I ve II sayılı cetvellerde gösterilen ek gösterge rakamlarının eklenmesi suretiyle hesaplanır. II sayılı cetvelde yer alan unvanlarda değişiklik yapmaya ve yeni unvanlar ilave etmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.

 Bu ek göstergeler, ilgililerin belirtilen sınıf ve görevlerde bulundukları sürece ödemelere esas alınıp, terfi bakımından kazanılmış hak sayılmaz. ...”

21. 657 sayılı Kanun'a ekli I sayılı Cetvel'in ilgili bölümü şöyledir:

UNVANI

Derece

1/1/1994’den İtibaren

Uygulanacak Ek Göstergeler

1/1/1995’den İtibaren

Uygulanacak Ek Göstergeler

I - GENEL İDARE HİZMETLERİ SINIFI

...

i) Bu sınıfa dahil olup da yukarıda sayılanlar dışında kalanlardan,

1

1900

2200

II- TEKNİK HİZMETLER SINIFI

Kadroları bu sınıfa dahil olup, en az 4 yıl süreli yükseköğretim veren fakülte veya yüksekokullardan mezun olarak yürürlükteki hükümlere göre Yüksek Mühendis, Mühendis, Yüksek Mimar ve Mimar ile şehir plancısı ve Bölge Plancısı unvanını almış olanlar

1

3200

3600

22. İBK'nın 7/12/2007 tarihli kararının ilgili bölümü şöyledir:

“İçtihadın birleştirilmesi istemine konu olan kararlarda uyuşmazlığı, kimya mühendisi unvanına sahip olmakla beraber, teknik hizmetler sınıfında kimyager kadrosunda görev yapanların ek göstergelerinin tespitinde tahsil durumunun mu, yoksa kadro unvanının mı esas alınacağı, buna göre 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na 527 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 3'üncü maddesi ile eklenen (I) sayılı Cetvelin Teknik Hizmetler Sınıfı bölümünün (a) bendinde öngörülen (3600) ek gösterge rakamından mı, yoksa (b) bendinde öngörülen (3000) ek gösterge rakamından mı yararlandırılacağı hususu oluşturmaktadır.

Bugün bir çok ülkede uygulanan personel sınıflandırma sistemleri, sınıflandırmaya personel ya da hizmet kavramlarından hangisinin esas alınacağına göre değişkenlik göstermektedir. Bu sistemlerden kadro sınıflandırmasında, hizmete ağırlık verilerek görev ve sorumluluklar esas alınmakta; personel sınıflandırılması sisteminde ise, ayırıma, personel veya iş esas alınmaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile kamu personel rejimimize kazandırılan kadro kavramı, devlet örgüt yapısının oluşturulmasında, kamu hizmet ve faaliyetleri ile bunu yürütecek kamu işgücünün planlanmasında kullanılan hukuksal bir araçtır. Başka bir anlatımla kadro, memurun çalıştığı belli bir görev yerini ifade etmekte, memurun yapacağı iş, onun kadrosu ile ilişkili bulunmaktadır.

Kamu hizmetinin yürütümüne yönelik olan örgütü, kadrolar oluşturur. Örgütün kamu hizmetini yürütecek hizmet grupları ve bu hizmet grupları içerisinde yer alan unvanlar, kurum teşkilat şemasında gösterilir. Kişiyi örgütle kaynaştıran bir araç olarak kadro, ilgili kuruma, üstlendiği kamu hizmetini yürütebilmek için ihtiyaç duyulan personeli istihdam etme imkanını sağlar. Bu nedenle bir kuruma tahsis edilecek kadrolar, o kurumun yerine getireceği görevlere göre tespit edilir. Bu bağlamda bir kurumun kadro cetveline bakılarak ne tür bir kamu hizmeti üstlendiğini, bu hizmet ve faaliyetlerin yöneldiği alanı, yerini ve etkinliğini saptamak mümkündür. Aynı zamanda kadro, personelin sayısının, niteliğinin, görev yerinin, unvanının, sınıf ve derecesinin, yükselmesinin, parasal ve özlük haklarının da genel olarak belirleyicisidir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 128'inci maddesinde, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görüleceği ve memurların nitelik, atanma, ödev, yetki, hak ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiş, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda da memurların hizmet şartları, nitelikleri, hak ve yükümlülükleri ile parasal ve özlük hakları objektif kurallara bağlanarak hukuki statüleri belirlenmiştir. Bu bağlamda, Devlet personel rejimimiz ve bunun hukuki sujesi olan memurluk, statü hukukuna dayanmakta, kadroda bu hukukun ayrılmaz parçasını oluşturmaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 33'üncü maddesi ile kanun koyucu, her kurumda çalıştırılacak personelin tamamı için görev yerlerinin belirtilerek kadro tespiti zorunluluğunu getirmiş, kadrosuz memur çalıştırılamayacağını kurala bağlamıştır. Yasada, hizmetin önemi, hizmet yerinin özellikleri ve yoğunluğu gibi kriterler esas alınmak suretiyle personel kadrolarının tespit edilmesi ve bu hizmetleri göreceklerin kendi sınıfları içindeki derece durumlarına uygun olmak kaydıyla o kadronun aylığını almaları amaçlanmıştır. Başka bir anlatımla, kadro kavramı, kişilerden soyutlanarak hizmete bağlanmış; hizmette, görevin niteliğine göre sınıflara ayrılmıştır.

Öte yandan, 657 sayılı Kanunun 43'üncü maddesinin gerekçesinde, Devlet memurlarına ödenecek aylıklar konusunda, mevcut barem sisteminden ayrılarak yeni bir sistem getirildiği hususuna yer verilmiş ve aylığın tespitinde hizmetin Devlet için taşıdığı değer, hizmetin riski, zorluğu ve şartları ile önem derecesinin belirleyici olacağı kabul edilmiştir. Yine aynı Kanunun 147'nci maddesinin gerekçesinde ise, aylık tabirinin, ister esas görev, ister vekalet görevi, ister ise ikinci görev şeklinde olsun, işgal edilen bir kadro karşılığında ay itibarıyla ödenen parayı ifade ettiği açıkça belirtilmiştir.

Buna göre aylık, memurlara esas görevleri dolayısıyla bir aylık hizmetleri karşılığında, görevin önemi, riski ve devlet için taşıdığı değer dikkate alınmak suretiyle belirlenerek ödenen parayı ifade etmektedir. Ek gösterge ve değişik adlar altında yapılan ödemeler ile aylık arasında niteliği itibarıyla bir farklılık bulunmakta, bunlar, aylık adı altında birleştirilebilecek; sebebi, amacı ve işlevi aynı olan parasal bir hakkın unsurlarını oluşturmaktadır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 43'üncü maddesinde, ek göstergelerin bir takım görevlerin önem ve niteliklerinden ötürü kabul edildiğini, memura yapılacak aylık ödemenin gösterge tablosundaki rakama bu ek gösterge rakamlarının eklenmesi suretiyle bulunacak gösterge rakamı üzerinden hesaplanacağını belirten hükümler, bunların kesinlikle göreve bağlı, sunulan hizmetin ve yapılan görevin karşılığı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu bağlamda ek gösterge, kadro görevini yürüten personele verilen önemin göstergesi, yetki ve sorumluluğunun karşılığıdır. Yetki ve sorumluluk ise, eğitim sonucu elde edilen unvana göre değil, kadro unvanına bağlı olarak kullanılır.

Anılan Kanunun 33'üncü maddesinde ise, kadrosuz memur çalıştırılamayacağının hükme bağlandığı, ek göstergeden yararlanabilmek için cetvellerde karşılığı gösterilen kadroların birine atanmış ve bu görevi fiilen ifa ediyor olma şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği, ayrıca 147'nci maddesinde de aylığın hizmetlerin karşılığında kadroya dayanılarak ay itibarıyla ödenen parayı ifade ettiği belirtilmiştir.

657 sayılı Kanunun 33'üncü ve 147'nci maddeleri gereğince mühendis kadrosuna atanmadan mühendisler için öngörülen ek göstergeden yararlanılamayacağı, bu düzenlemelerde görüldüğü üzere, bu Kanuna tabi kurumlarda görev yapan personelin ek göstergelerinin, kadro şartına bağlandığı, bu durumda ek göstergeden yararlanabilmek için salt unvana sahip olmanın yeterli olmadığı o unvana ilişkin görevde (kadroda) bulunmak gerektiği anlaşılmaktadır.

Bu itibarla anılan hükümler dikkate alınmaksızın 657 sayılı Kanuna ekli (I) sayılı ek gösterge cetveli tek dayanak alınmak suretiyle ek göstergenin unvana göre uygulanması gerektiği sonucuna varmak mümkün değildir. Kadro ve bunun karşılığı ödenen parayı ifade eden aylığın ve bunun bir parçasını oluşturan ek göstergenin, başka bir anlatımla memurun parasal haklarını düzenleyen kuralların, yorum yoluyla kapsamlarının genişletilmesi veya boşluklarının doldurulması mümkün değildir.

657 sayılı Kanunun 43'üncü maddesi, ek gösterge konusunda bu Kanuna ekli (I) ve (II) sayılı cetvellere atıf yaptığından, ilgililere uygulanacak ek göstergenin tespitinde söz konusu cetvellerin yanında 43'üncü maddede yer alan düzenlemelerin de (unvana ilişkin görevde-kadroda bulunma koşulunun da) gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

Buna göre, Devlet memurlarının fiilen görev yapmakta oldukları kadro unvanları için ek gösterge öngörülmesi halinde bundan yararlanacakları, kadro unvanında herhangi bir değişiklik olmadığı sürece mezuniyet diplomasında yer alan unvan, başka bir anlatımla tahsil durumu dikkate alınarak ek gösterge uygulamasından yararlanamayacakları sonucuna ulaşılmaktadır."

B. Uluslararası Hukuk

23. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Uğur Ziyaretli, B. No: 2014/5724, 15/2/2017, §§ 28-31.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 22/2/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

25. Ş.A., emekliye ayrıldığı 22/10/2001 tarihine kadar Bankada fiilen mimar unvanıyla görev yaptığını ve teknik hizmetler sınıfına göre intibakı yapılarak unvanına uyan 3600 ek gösterge rakamı üzerinden sekiz yıl boyunca emekli aylığı aldığını belirtmiştir. Ş.A., Bankada görev yapan uzmanların teknik personel olduğunu ve fiilen teknik işlerde çalıştıklarını ifade etmiştir. Ş.A., SGK tarafından genel hizmetler sınıfında çalıştığının kabulüyle sekiz yıl sonra ek gösterge rakamının 2200 olarak değiştirilmesi ve geçmişe yönelik borç çıkarılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

26. Ş.A., kıdemli uzman pozisyonunda görev yapan teknik kökenli mimar ve mühendislerin genel idare hizmetleri sınıfına dâhil oldukları yolundaki kabulün İBK'nın 7/12/2007 tarihli kararıyla oluştuğunu vurgulamış ve bu içtihadın geçmişe yürütülmesi sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyetinde bulunmuştur.

2. Değerlendirme

27. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

 Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Ş.A.nın şikâyetlerinin özü, emekli maaşının ödenmesinde esas alınan ek gösterge rakamının geçmişe yönelik değiştirilmesi sebebiyle emekli aylığının azalması ve yeni ek gösterge rakamına göre geçmişte fazladan ödenen tutarların geri istenmesine yönelik olduğundan adil yargılanma hakkına ilişkin şikâyetlerin de mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Emekli Aylığının Azaltılmasına İlişkin Şikâyet Yönünden

29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Anayasa Mahkemesince kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

30. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir." denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa'nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20).

31. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

32. Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı, bireylere bir tür sosyal güvenlik ödemesi alma hakkı içermemekle beraber yürürlükteki mevzuatta, önceden prim ödeme şartıyla veya şartsız olarak sosyal yardım alma hakkı şeklinde bir ödeme yapılması öngörülmüş ise yargısal içtihatlara paralel olarak ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin mülkiyet hakkı kapsamına giren bir menfaatinin doğduğu kabul edilmelidir (Hüseyin Remzi Polge, B. No: 2013/2166, 25/6/2015§ 36).

33. Somut olayda Ş.A.nın emekli aylığı almaya hak kazandığı hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. İhtilaf konusu olan husus, Ş.A.nın emekli aylığının 3600 ek gösterge rakamı üzerinden mi yoksa 2200 ek gösterge rakamı üzerinden hesaplanacağına yöneliktir. 3600 ek gösterge rakamı üzerinden intibakı yapılarak Ş.A.ya bu rakama göre 22/10/2001 tarihinden itibaren emekli aylığı ödendiğinden 3600 ek gösterge rakamı üzerinden emekli aylığı ödenmesinin Ş.A. yönünden meşru beklenti teşkil ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.

34. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı; kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun semerelerinden yararlanma olanağı veren bir haktır(Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Ayrıca "meşru beklenti" teşkil eden mülk edinme beklentilerini zedeleyici kamu işlem ve eylemleri de mülkiyet hakkına müdahale oluşturur (Süleyman Oktay Uras ve Sevtap Uras, B. No: 2014/11994, 9/3/2017, § 57).

35. Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. "Mülkten yoksun bırakma" ve "mülkiyetin kontrolü", mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir. Mülkten yoksun bırakma şeklindeki müdahalede mülkiyetin kaybı söz konusudur. Mülkiyetin kullanımının kontrolünde ise mülkiyet kaybedilmemekte ancak mülkiyet hakkının malike tanıdığı yetkilerin kullanım biçimi, toplum yararı gözetilerek belirlenmekte veya sınırlandırılmaktadır. Mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale ise genel nitelikte bir müdahale türü olup mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin kullanımının kontrolü mahiyetinde olmayan her türlü müdahalenin mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında ele alınması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

36. Müteveffa başvurucu yönünden meşru beklenti oluşturduğu tespit edilen 3600 ek gösterge rakamının 2200 olarak değiştirilmesi ve bunun sonucu olarak emekli aylığının azalması mülkiyet hakkına müdahale teşkil etmektedir. Meşru beklenti oluşturan, 3600 ek gösterge rakamı üzerinden hesaplanan emekli aylığının azaltılması mülke erişimin engellenmesi mahiyeti taşımakta ve bu durumun mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

37. Mülkiyet hakkı mutlak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

38. Ş.A.nın mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden ek gösterge rakamının değiştirilmesi işlemi, 657 sayılı Kanun'un 43. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine dayandırılmıştır. Anılan kural uyarınca 657 sayılı Kanun'a tabi kurumların kadrolarında bulunan personelin aylıklarının hizmet sınıfları, görev türleri ve aylık alınan dereceler dikkate alınarak bu Kanun'a ekli I ve II sayılı cetvellerde gösterilen ek gösterge rakamlarının eklenmesi suretiyle hesaplanması gerekmektedir. Kanun'a ekli I sayılı Cetvel'de, genel idare sınıfına dâhil olup Cetvel'de özel olarak sayılanlar dışında kalanlardan 1. derecede bulunanların ek gösterge rakamı 2200 olarak gösterilmektedir.

39. Somut olayda müteveffa başvurucunun 3600 olan ek gösterge rakamı, genel idari hizmetler sınıfına dâhil uzman kadrosunda görev yaptığı gerekçesiyle 2200 olarak değiştirilmiş ve buna bağlı olarak emekli aylığı azaltılmıştır. Müteveffa başvurucu ise fiilen yerine getirdiği görevin teknik bir hizmet olan mimarlık ve mühendislik olduğunu, emekli aylığının teknik hizmetler sınıfına uyan ek gösterge rakamı üzerinden hesaplanması gerektiğini ileri sürmüştür. İBK'nın 7/12/2007 tarihli kararıyla Danıştay Onbirinci Dairesi ile İdari Dava Daireleri Kurulu arasındaki görüş ayrılığı giderilmiş ve bu husustaki içtihat, ek gösterge rakamının öğrenim sonucu elde edilen unvana göre değil işgal edilen kadro unvanına göre yapılacağı yönünde birleştirilmiştir. Mahkeme tarafından da bu içtihat doğrultusunda karar verilmiş ve başvurucunun ek gösterge rakamının değiştirilmesi yolundaki idari işlem hukuka uygun bulunmuştur. Müteveffa başvurucu İBK kararının geriye yürütüldüğünü ileri sürmekte ise de içtihadın birleştirilmesi bir kanun hükmüne ilişkin var olan yorum farlılıklarının giderilerek tek bir yorumun geçerli kılınmasına yönelik olup İBK kararıyla yeni bir kural ihdas edilmemektedir. İçtihat üretme konumunda bulunan yargı organlarının herhangi bir kanun hükmüne ilişkin yorumlarının derdest olan tüm uyuşmazlıklara uygulanması işin doğası gereğidir. Bu nedenle İBK kararıyla birleştirilen içtihadın derdest olan uyuşmazlıklara uygulanmış olmasının kuralın geriye yürütülmesi biçiminde yorumlanması mümkün değildir. Sonuç olarak müdahalenin yasal dayanağının bulunduğu kanaatine varılmaktadır.

40. Ş.A.nın emekli aylığının azaltılmasının temelinde yatan amaç, sosyal güvenlik sisteminin korunması ve devamlılığının sağlanmasıdır. Bu amacın kamu yararına dönük olduğu açıktır. Bu nedenle müdahalenin sosyal güvenlik sisteminin devamlılığını ve sınırlı kamusal kaynakların doğru şekilde harcanmasını gözeten meşru bir amacının bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

41. Öte yandan genel idare hizmetleri sınıfında uzman kadrosunda çalıştığı hâlde sehven teknik hizmetler sınıfı üzerinden intibakı yapılan Ş.A.nın ek gösterge rakamının da buna göre düzeltilmesi -emekli aylığı alma hakkının devam ettiği de gözetildiğinde- Ş.A.ya aşırı ve katlanılamaz bir külfet yüklememektedir. Bu nedenle Ş.A.nın emekli aylığının geleceğe yönelik olarak azaltılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik açık bir ihlalin bulunmadığı kanaatine varılmaktadır.

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Geçmişe Yönelik Borç Çıkarılmasına İlişkin Şikâyet Yönünden

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan geçmişe yönelik borç çıkarılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

(1) Mülkün Varlığı

44. Somut olayda, SGK tarafından Ş.A.ya 22/10/2001 ile 2/11/2009 tarihleri arasında fazladan ödenen 16.439,25 TL emekli aylığının iadesi istenmektedir. Emekli aylıkları Ş.A.ya ödenmekle Ş.A.nın mevcut mal varlığı hâline gelmiştir. Bu nedenle bunların geri istenmesine yönelik işlemin de Anayasa'nın 35. maddesi bağlamında mülk teşkil ettiğinin kabulü gerekir.

(2)Müdahalenin Varlığı ve Türü

45. Müteveffa başvurucuya ödenmek suretiyle müteveffanın mevcut mal varlığına dâhil olan emekli aylıklarının iadesi yolunda işlem tesis edilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

46. Ş.A.nın ek gösterge rakamının 2200 olarak düzeltilmesi ve bu rakama göre geçmişte fazla ödendiği tespit edilen emekli aylıklarının iadesi yolunda işlem tesis edilmesi sosyal güvenlik sisteminin devamlılığının ve kontrolünün sağlanması amacına yöneliktir. Dolayısıyla fazladan ödenen emekli aylıklarının iadesinin istenmesi suretiyle Ş.A.nın mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanılmasının düzenlenmesi şeklindeki üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

(3) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

(a) Kanunilik

47. Emekli aylığının azaltılması suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağına ilişkin olarak yukarıda yapılan açıklamalar aynen geçerlidir (bkz.§§ 38, 39).

(b) Meşru Amaç

48. Müdahalenin meşru amacına ilişkin olarak yukarıda yapılan açıklamalar aynen geçerlidir (bkz.§ 40).

(c) Ölçülülük

(i) Genel İlkeler

49. Ölçülülük ilkesi “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2012/102, K.2012/207, 27/12/2012; E.2012/149, K.2013/63, 22/5/2013; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2015/43, K.2016/37, 5/5/2016; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

50. Hukuka aykırı ödemelerin tahsiline ilişkin uyuşmazlıklarda mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilebilmesi için başvurucuya kanuna aykırı olarak ödeme yapılması biçiminde ortaya çıkan sonuca tarafların katkı derecelerine de bakılması gerekmektedir. Bu bağlamda tarafların yasal yükümlülüklerinin neler olduğu, bunların yerine getirilmesinde ihmalkârlık gösterilip gösterilmediği ve ihmalin varlığının tespiti hâlinde bunun hukuka aykırı sonucun doğmasında bir etkisinin bulunup bulunmadığı da gözönünde bulundurulmalıdır (Uğur Ziyaretli, § 65).

51. Öte yandan idarenin "iyi yönetişim" ilkesine uygun hareket etme yükümlülüğü bulunmaktadır. "İyi yönetişim" ilkesi, kamu yararı kapsamında bir konu söz konusu olduğunda kamu otoritelerinin uygun zamanda, uygun yöntemle ve her şeyden önce tutarlı olarak hareket etmelerini gerektirir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No 2013/711, 3/4/2014, § 68).

52. İdarenin hatalı işleminden kaynaklanan mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığının tespitinde idarenin hatalı işlemi karşısındaki tutumunun yanında işlemin fark edilmesinde geçen süre, hatalı işlem nedeniyle ödenen paranın tahsil edilmesindeki yöntem, alacağa kanuni faiz uygulanması gibi yaptırımların öngörülüp görülmediği önem arz etmektedir (Tevfik Baltacı, B. No: 2013/8074, 9/3/2016, § 71).

53. Sosyal adaletin gereği olarak idarenin tesis ettiği hatalı işlemi somut olayın koşullarına göre geri alabileceği veya belli durumlarda kaldırabileceği hususunda kuşku yoktur. Bu tespit hatalı idari işlemden kaynaklanan sosyal güvenlik ödemeleri için de geçerlidir. Aksi durum kişilerin sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği gibi sosyal güvenlik fonlarına katkıda bulundukları hâlde kanunlardaki koşulları sağlamadıkları gerekçesiyle ödemelerden mahrum kalan kimseler yönünden adil olmayan sonuçlar doğurabilir. Bu durum, sınırlı kamu kaynaklarının uygun olmayan yöntemlerle dağıtımına cevaz verilmesi anlamına gelebileceğinden kamu yararı ile örtüşmez (Tevfik Baltacı, § 74).

(ii) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Olayda idari hizmetler sınıfına dâhil uzman kadrosunda görev yapan Ş.A.nın mezuniyet unvanının mimarlık olduğu gözetilerek teknik hizmetler sınıfına dâhil olan mimar kadrosuna göre 3600 ek gösterge rakamı üzerinden 14/2/2000 tarihinde intibakı yapılmıştır. 22/10/2001 tarihinde Emekli Sandığına tabi olarak emekli olan Ş.A.ya 3600 ek gösterge rakamı üzerinden emekli aylığı bağlanmış ve 2/11/2009 tarihine kadar bu ek gösterge rakamına göre emekli aylığı ödenmesine devam edilmiştir. Ancak SGK tarafından 2/11/2009 tarihli işlemle, Ş.A.nın ek gösterge rakamı fiilen görev yaptığı sınıfı ve kadrosuna uygun olarak 2200 şeklinde düzeltilmiş ve buna göre geçmiş dönemde fazladan ödenen tutarların iadesi yolunda işlem tesis edilmiştir.

55. İntibak işlemi idare tarafından yapılmış olup Ş.A.nın fiilen genel idare hizmetleri sınıfına dâhil uzman kadrosunda görev yaptığı hususu kamu makamlarınca bilinmektedir. Ş.A.nın görev yaptığı sınıf ve kadroya ilişkin olarak kamu makamlarını yanıltması söz konusu değildir. Ş.A.nın intibakının fiilen görev yaptığı kadro yerine mezuniyet unvanı esas alınarak yapılması idarenin yasal düzenlemeleri hatalı yorumlamasından kaynaklanmıştır. Bu nedenle hatalı ödeme nedeniyle Ş.A.ya herhangi bir kusur atfedilmesi mümkün değildir.

56. Öte yandan intibak işleminin hatalı yapıldığının tespit edilmesinde geçen yaklaşık sekiz yıllık süre oldukça uzundur. Bu süre boyunca Ş.A.nın intibak işleminin düzeltilmesi hususunda Banka ile SGK arasında herhangi bir iletişimin kurulmadığı gözlemlenmiştir. Ayrıca Ş.A.nın durumunu tespit etmek için derin bir araştırmaya ihtiyaç duyulmayacağı da açıktır. Bu durum, idari işlev gören ayrı hukuksal statülere bağlı değişik kurum ve kuruluşların bir bütün oluşturduğunu ifade eden idarenin bütünlüğü ilkesi ile bağdaşmamaktadır.

57. Hatalı intibak yapılmasındaki bütün kusur kamu makamlarına ait olsa da idarece yersiz ödendiği tespit edilen anapara tutarının iadesinin talep edilebileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. Aksi durumun belirtildiği üzere (bkz. § 53) başvurucunun sebepsiz zenginleşmesine yol açabileceği ve sosyal adaletle bağdaşmayacağı açıktır. Buna karşın alacağın başvurucudan tahsilindeki yöntem önem arz etmektedir. Anayasa Mahkemesi, daha önce benzer konuda verdiği Tevfik Baltacı ve Uğur Ziyaretli kararlarında başvurucuların anaparanın yanında faiz ödemekle de yükümlü kılınmış olmalarının kusurlu davranışlarıyla orantısız bir külfet yüklenmeleri sonucunu doğurduğunu belirterek müdahalenin ölçülü olmadığı kanaatine ulaşmıştır (Tevfik Baltacı, § 79; Uğur Ziyaretli, § 76).

58. Somut olayda dava konusu idari işlemle iadesi istenen 16.439,25 TL'nin sadece anaparadan oluştuğu ve faiz içermediği anlaşılmıştır. Bununla birlikte anılan idari işlemde 16.439,25 TL olan anaparanın üç ay içinde ödenmesi istenmiş ve üç ay içinde ödeme yapılmaması hâlinde üçüncü ayın dolduğu tarihten itibaren hesaplanacak kanuni faiziyle birlikte emekli aylığından her ay 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle borcun tahsil edilmeye başlanacağı Ş.A.ya ihtar edilmiştir. İdarenin hatalı intibak işlemi sebebiyle sekiz yıllık sürede ve aylık olarak Ş.A.ya yersiz ödenen tutarların toplu bir şekilde üç ay içinde iadesinin istenmesi -hiçbir kusurunun bulunmadığı da gözetildiğinde- Ş.A.ya aşırı bir külfet yüklemektedir. Emekli aylığının sosyal bir ödeme olduğu hususu da dikkate alındığında yersiz yapılan ödemelerin iade edilebilmesi için Ş.A.nın ekonomik anlamda dara düşmesini önleyecek şekilde bir takvime bağlanması, kamu yararı ile bireysel yarar arasında denge kurulması bakımından gereklidir.

59. Esasen idare tarafından emekli aylığından her ay 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle tahsil seçeneği de Ş.A.ya sunulmuştur. Yersiz ödenen tutarların aylığından 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle geri ödenmesi Ş.A.nın menfaatlerinin de korunması bakımından uygun bir yöntem olarak görülebilir. Ancak üç ay içinde toptan ödemenin alternatifi olarak sunulan bu seçeneğin tercih edilmesi durumunda ayrıca faiz de tahsil edilmesi öngörülmüştür. Ş.A.nın menfaatleri ile kamu yararı arasında makul denge kurulmasında önemli bir işlev gördüğü tespit edilen emekli aylığından 1/4 oranında kesinti yapılmak suretiyle ödeme durumunda Ş.A.dan ayrıca faiz de tahsil edilmesinin öngörülmüş olması menfaatler dengesini Ş.A. aleyhine bozmuş ve mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçüsüz kılmıştır.

60. Açıklanan gerekçelerle faiz yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

61. Ş.A., yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

62. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

63. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

64. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

65. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olaydaki yaklaşık 4 yıl 9 ay 6 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

66. Açıklanan gereçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

67. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

68. Ş.A., ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesine ve 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmedilmesitalebinde bulunmuştur.

69. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

70. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya miras hissesi gözetilerek net 2.700 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

71. Geçmişe yönelik borç çıkarılması şikâyeti yönünden başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

72. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilebilmesi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 7. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden Ş.A.nın 206,10 TL harç ödediği ve ayrıca kendisini avukatla temsil ettirdiği anlaşılmaktadır. Şahin Akkaya'nın ölümüyle Av. Müjgan Sürek ile olan vekâlet ilişkisi sona ermiş olsa da bireysel başvurunun avukat aracılığıyla yapılmış olması sebebiyle, bakılan başvuruda başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Emekli aylığının azaltılmasına yönelik şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Geçmişe yönelik borç çıkarılmasına dair şikâyet yönünden mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Geçmişe yönelik borç çıkarılmasına dair şikâyet yönünden Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın Ankara 7. İdare Mahkemesine (E.2009/1832) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 2.700 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Güvenlik Kurumuna GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET YÜKSEL VE MEHMET YÜKSEL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/4338)

 

Karar Tarihi: 12/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Umut FIRTINA

Başvurucular

:

1. Ahmet YÜKSEL

 

 

2. Mehmet YÜKSEL

Vekili

:

Av. Mustafa ÖZTOK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; taşınmazın tapu kaydının tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının, verilen kararın hukuka aykırı olması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/2/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmuştur.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuşlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Uyuşmazlığın Arka Planı

9. Antalya'nın merkez ilçesi zabıt defterinin Zeytinköy Nisan 1325 tarihli ve 71-80 sıra numaralı tapu kayıtlarına göre 2.000 dönümlük (1.838.000 m²) olan paylı mülkiyete konu taşınmaza ilişkin olarak 1926 yılında Antalya Sulh Hukuk Mahkemesinde ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Mahkemece 11/1/1940 tarihli kararla taşınmazın yüz ölçümü artırılarak tapu kayıtlarının kapsadığı alan 22.201.202 m² olarak belirlenmiş ve hisseleri oranında sahipleri adına tescili ile ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilmiştir.

10. Bu taşınmaz, Antalya Satış Memurluğunca açık arttırma suretiyle 13/4/1944 tarihinde tapu kaydına yapılan tescile göre K.K. ve H.Ü.ye satılmıştır.

11. Bu arada K.K. ve H.Ü. 1965 yılında taşınmazı ifraz ettirerek muhtelif kişilere satmışlardır. Taşınmazın 4.000 m²lik bölümü de 21/3/1974 tarihinde fundalık olarak tapuda başvurucuya satılmıştır.

12. Köyün bağlı olduğu ilçe ile adı Aksu ilçesi Çamköy olarak değişmiş olup 1980 yılında bu köyde kadastro çalışmalarına başlanmıştır. Yapılan kadastro çalışmaları sırasında 229 parsel olarak sınırlandırılan bir taşınmaz makilik olarak Maliye Hazinesi (Hazine) adına tespit edilmiştir. Bu tespite yapılan itirazlar, Tapulama Komisyonunca 2/6/1981 tarihinde reddedilmiştir.

13. Diğer taraftan kadastro çalışmaları sırasında başvurucunun dayandığı kök tapu kaydı Koyunlar köyü 364-444, 673-677, 743-754, 757-768, 230, 234, 235, 242, 243, 244, 207, 245, 356-363; Varsak köyü 2454-2459, 2475-2603, 2611- 2790, 2797-2820, 2863-2873 ve 3078-3082 parsel sayılı taşınmazlara uygulanmıştır. Bu taşınmazların toplam yüz ölçümü 3.931.926 m2'dir.

B. Kadastro Tespitine İtiraz Süreci

14. Başvurucular ve diğer 390 davacı, Hazine aleyhine 6/12/1982 tarihinde Antalya merkez Çamköyde kain 229 no.lu parselin kadastro tespitinin iptali ile adlarına tescili istemiyle Antalya Kadastro Mahkemesine dava açmışlardır.

15. Mahkemenin verdiği ilk karar Yargıtay tarafından bozulmuş, bozma sonrası Mahkeme 25/4/2005 tarihli 2004/1 Esas ve 2005/5 sayılı kararı ile başvurucuların davasının reddine, taşınmazın Hazine adına tesciline karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 3/11/2006 tarihli 2006/2115 Esas ve 2006/3955 sayılı kararı ile Mahkeme kararını onamış ve karar düzeltme talebinin reddi üzerine karar 1/7/2008 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucular Ahmet Yüksel ve Mehmet Yüksel davada taraf değillerdir. Ancak Ulusal Yargı Ağı ve Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede başvurucuların davada davacı sıfatıyla yer aldıkları anlaşılmıştır.

C. AİHM'e Başvuru Süreci

17. Başvurucular 19/2/2009 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesine dayanarak adil yargılanma ile mülkiyet haklarının ihlal edildiğinden bahisle şikâyetçi olmuşlardır.

18. AİHM tarafından 18/9/2014 ve 2/10/2014 tarihlerinde yapılan tek yargıçlı oturumda başvurucuların, Sözleşme'nin 6/1 maddesi kapsamında yargılamanın uzunluğuna dair şikâyetleri yönünden 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun hükümleri uyarınca Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonuna (Tazminat Komisyonu) başvurmaları gerektiğine, bunun dışındaki diğer şikâyet konuları yönünden ise kabul edilebilirlik koşullarının bulunmadığı gerekçesiyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.

19. Başvurucular Tazminat Komisyonuna vekilleri aracılığıyla 4/11/2015 tarihinde başvuruda bulunmuşlar, davalarının makûl sürede sonuçlandırılmadığından ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğinden şikâyet etmişlerdir.

20. Tazminat Komisyonunun 28/9/2015 tarihli kararında, başvurucuların davada taraf sıfatları bulunmadığı ifade edilmiş ve taleplerinin 6384 sayılı Kanun'un 6/1-c maddesi gereğince reddine karar verilmiştir.

21. Başvurucular 12/11/2015 tarihinde tebliğ edilen söz konusu Tazminat Komisyonu kararına karşı 13/11/2015 tarihinde Ankara Bölge İdare Mahkemesine itirazda bulunmuşlardır. Başvurucular itiraz dilekçesinde; Tazminat Komisyonunca başvurucuların davada taraf sıfatlarının bulunmadığı ileri sürülmüş ise de dava dosyasında Antalya Kadastro Mahkemesince verilen E.1988/302, K.1994/2476 sayılı kararın ibraz edilen 18 ve 19. sayfalarında da görüleceği üzere isimlerinin bulunduğunu ve dolayısıyla davada taraf olduklarının görüldüğünü, söz konusu davada başlangıçta 550'nin üzerinde taraf mevcut iken bunun daha sonra 1150 civarına çıktığını, kararda sadece 350 kişinin adının yazılmasının usulsüz olduğunu, son kararlar dâhil verilen tüm kararların ve bu kararlara ilişkin tebligatların hatalı olduğunu, hatta bu davanın yeniden görülmesi gerektiğini ileri sürerek itirazlarının kabulüne ve kendilerine tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.

22. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 3. Kurulu (Mahkeme) 24/12/2015 tarihli kararıyla itirazı kesin olarak reddetmiştir. Kararın gerekçesinde; yerel mahkemece verilen en son nihai kararda başvurucuların isimlerine yer verilmediği, bu ve bundan önceki yerel mahkeme kararlarının hatalı ve usulsüz olduğunun ileri sürülmesine karşın söz konusu hatalı ve usulsüz işlemleri temyiz edilmesine veya yanlışlığın düzeltilmesine konu edilmediği, kararın bu şekilde kesinleşmiş olduğunun anlaşıldığı, tazminat talebinin reddinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

23. Nihai karar, başvurucular vekiline 3/2/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucular 23/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

D. Başvuru Tarihinden Sonra Yaşanan Gelişmeler

25. Başvurucu vekili 14/12/2016 tarihinde Adalet Bakanlığına sunduğu dilekçeyle Antalya Kadastro Mahkemesinin (E.2004/1, K.2005/5 sayılı) kararının hatalı olduğunu belirterek kanun yararına bozma talebinde bulunmuştur. Antalya Kadastro Mahkemesine ulaşan dilekçe 2016/4 temyiz numarasına kaydedilmiş ve bu dilekçeye ilişkin 19/2/2017 tarihinde ek karar verilmiştir. Anılan kararda Mahkeme temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"... Mahkememiz 2004/1E-2005/5 K (bozma öncesi 1988/302E-1994/2476K) sayılı dava dosyası incelendiğinde talepte bulunan Ahmet ve Mehmet Yüksel'in kararda müdahil davacı olarak adlarının geçtiği haklarında (1988/302-7994/2476 E-K sayılı dosyada) hüküm de kurulduğu ancak karar başlığında isimlerinin bulunmadığı ve kendilerine karar tebliği yapılmadığı anlaşılmıştır.

Bu nedenle davacılar vekilinin kararı öğrenme tarihi itibariyle temyiz talepli dilekçesi süresinde kabul edilmiş, ancak15/12/2016 tarihindetemyiz karar harcının(maktu) yatırıldığı diğer gider avansı ve eksik harçların yatırılmadığı anlaşılmakla, 28/12/2016 tarihindetemyiz harç ve masraflarının tamamlattırılması için muhtıra yazıldığı ve muhtıranın davacılar vekili Av Mustafa Öztok'a 11/1/2017 tarihinde usulüne uyguntebliğ edildiği ancak süresi içinde belirtilen giderlerin yatırılmadığı, davacılar vekilinin 11/1/2017 hakim havale tarihli dilekçesinde, daha önceki dilekçe ve taleplerinin yazılı emir yoluyla dosyanın bozulması için Adalet Bakanlığı'na gönderilmesi gerektiğini yinelediği anlaşılmıştır.

1086 sayılı HUMK'nun 434/3 maddesi ( HMK.nun 344/1)uyarınca temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Bunların eksik ödenmiş olduğu sonradan anlaşılırsa, kararı veren hakim veya mahkeme başkanı tarafından verilecek yedi günlük kesin süre içinde tamamlanması, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432 nci maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır.

Bu doğrultuda yapılan açıklamalı tebligata rağmen söz konusu eksik harcın yatırılmaması nedeniyle, temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar vermek gerekmiş ..."

E. Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde Görülen Dava Süreci

26. Başvurucular, tapu siciline güvenerek aldıkları taşınmazın Hazine adına tescil edilmesi sebebiyle zarara uğradıklarını belirtmek suretiyle 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1007. maddesine dayanarak 8/1/2013 tarihinde Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açmışlardır.

27. Mahkeme 6/6/2018 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme; Antalya Sulh hukuk Mahkemesinin kararına göre tapuda infaz yapıldığını, daha sonra 229 parselin kadastro tespitine itiraz davalarının reddedilip taşınmazın tapu kaydının Hazine adına kesinleştiğini, bu nedenle tapu memurunun kusurundan bahsedilemeyeceğini, eski tapu maliklerinin kök tapunun miktarından daha fazla yer aldıklarının anlaşıldığını belirterek 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesinde belirtilen tazminat şartlarının oluşmadığını ifade etmiştir.

28. Başvurucular vekili tarafından 6/8/2018 tarihinde istinaf talebinde bulunulmuştur. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi 25/2/2019 tarihinde ilk derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddine karar vermiştir.

29. UYAP üzerinden yapılan incelemede davanın temyiz aşamasında derdest olduğu anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

30. 6384 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış bazı başvuruların tazminat ödenmek suretiyle çözümüne dair esas ve usullerin belirlenmesidir."

31. 6384 sayılı Kanun'un "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"Bu Kanun;

a) (...) idare hukuku kapsamındaki yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı,

 (...)

iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılmış başvuruları kapsar."

32. 6384 sayılı Kanun'un "Müracaatın reddi" kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

"(1) Komisyon;

a) Müracaat konusu başvurunun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince öngörülen iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu dışındaki diğer kabul edilebilirlik şartlarını taşımadığını,

b) Komisyona süresinde müracaat edilmediğini,

c) Müracaat edenin hukuki menfaati olmadığını,

ç) Müracaatın 2 nci madde kapsamına girmediğini,

tespit ederse müracaatı reddeder."

33. 6384 sayılı Kanun'un "Müracaat hakkında karar ve karara itiraz" kenar başlıklı 7. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"Komisyon, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin emsal kararlarını da gözetmek suretiyle müracaat konusunda gerekçeli olarak karar verir.

Komisyon kararlarına karşı tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Komisyon aracılığıyla Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz dilekçesi müracaata ilişkin diğer tüm belgelerle birlikte derhal itiraz merciine gönderilir. Bu itiraz öncelikli işlerden sayılarak üç ay içinde karara bağlanır. Mahkeme tarafından Komisyon kararı yerinde görülmezse işin esası hakkında karar verilir. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 12/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35. Başvurucular kendilerine ait taşınmazın tapu kaydının iptal edilmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

36. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

37. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluna başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

38. Somut olayda başvuruculara Antalya Kadastro Mahkemesince temyiz talebinin incelenebilmesi için olanak tanındığı, Mahkemenin 19/1/2017 tarihinde eksik harcın yatırılmaması nedeniyle temyiz başvurusunun yapılmamış sayılmasına karar verdiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan başvurucular tarafından 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak tazminat davası açıldığı ve bu davanında temyiz aşamasında derdest olduğu hususları gözönünde bulundurulduğunda başvurucuların hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

39. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucular, 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak açılan tazminat davasına ilişkin yargılama esnasında ilgili kamu idaresince Mahkemeye sunulan cevaplar gözönüne alındığında kendilerine tazminat ödenmesi gerektiğini, verilen kararın hukuka aykırı olduğunu belirterek hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

41. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

42. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvuru yoluna başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

43. Somut olayda başvurucular tarafından 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak tazminat davası açıldığı ve bu davanında temyiz aşamasında derdest olduğu hususu gözönünde bulundurulduğunda başvurucuların hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Tazminat Davası Yönünden

a. Başvurucuların İddiaları

45. Başvurucular 4721 sayılı Kanun'un 1007. maddesine dayanarak açılan tazminat davasına ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin ortadan kaldırılması ve tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

46. Bakanlık, başvurucunun bu iddiaları hakkında bir görüş bildirmemiştir.

b. Değerlendirme

47. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır.

48. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

49. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Kadastro Tespitine İtiraz Davası Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

51. Başvurucular, Tazminat Komisyonu tarafından şikâyetlerine konu davanın tarafı olmalarına rağmen gerekçeli kararda isimlerinin yer almaması nedeniyle tazminat taleplerinin reddedildiğini, bu süreçte verilen kararların hatalı olduğunu, Mahkemenin usul hatası nedeniyle hak kaybı yaşadıklarını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

52. Bakanlık görüşünde, iç hukuk yollarının tüketilmediği yönünde görüş bildirmiştir.

53. Başvurucular ise cevap dilekçesinde Bakanlık görüşünde gerçeklerin gizlenmeye çalışıldığını belirtmişlerdir.

b. Değerlendirme

54. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

55. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlali iddiasına konu davanın tarafı oldukları hâlde sadece şekli bir inceleme yapılarak karar başlığında isimleri gösterilmemesi nedeniyle tazminat talepleri reddedilmiş, böylece makul sürede yargılanma haklarının ihlali iddiası incelenmemiştir. Bu nedenle başvurucuların iddialarının adil yargılanma hakkı kapsamında makul sürede yargılanma hakkı yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

56. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (a). Genel İlkeler

57. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

58. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

 (b). İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Somut olayda başvurucular kadastro tespitine itiraz davasına yönelik olarak makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddiasıyla Tazminat Komisyonuna başvurmuşlar ancak söz konusu davanın tarafı oldukları hâlde Tazminat Komisyonunca bu hususun göz ardı edildiğinden yakınmışlardır.

60. Uyuşmazlığa konu süreçte Tazminat Komisyonu, başvurucuların şikâyetçi oldukları yerel mahkeme dosyasında verilen gerekçeli kararda taraf sıfatları bulunmadığı tespitini yapmış, bu tespit itiraz aşamasında Bölge İdare Mahkemesince de kabul görmüştür. Derece mahkemeleri bu tespiti yaparlarken yalnızca yerel mahkeme kararlarında isimleri bulunan başvurucuların mağdur olduklarını iddia edebilecekleri kabulünden yola çıkarak gerekçeli kararda isimlerin bulunup bulunmadığı yönünde yapılan şekli bir inceleme sonucunda talebin reddine karar vermişlerdir. Oysa ki Tazminat Komisyonunun 28/9/2015 tarihli kararının altıncı paragrafında bozma öncesi kararın hüküm fıkrasında başvurucuların adlarına paylı olarak taşınmaz tesciline karar verildiği tespitine de yer verilmiştir. Buna rağmen derece mahkemelerinin başvurucuların taraf sıfatı bulunup bulmadığı hususuna ilişkin incelemeleri sadece karar başlığında başvurucuların taraf gösterilip gösterilmemesi ile sınırlı kalmıştır.

61. Hâlbuki Antalya Kadastro Mahkemesinin 19/1/2017 tarihli ek kararıyla Mahkemenin E.2004/1, K.2005/5 sayılı kararında; başvurucuların müdahil davacı olarak isimlerinin geçtiği, haklarında hüküm kurulduğu, karar başlığında isimlerinin bulunmadığı, bu nedenle de kararın tebliğ edilemediği tespitlerinde bulunmuştur.

62. Tazminat Komisyonu ve Antalya Kadastro Mahkemesince verilen kararlardaki tespitler gözönüne alındığında başvurucuların şikâyetçi oldukları yerel mahkeme dosyasında davanın tarafı oldukları açıkça bellidir.

63. Bu durumda başvurucuların şikâyetlerine konu kadastro tespitine itiraz davasında taraf oldukları hâlde makul sürede yargılanma haklarının ihlali iddialarının Tazminat Komisyonunca incelenmediği anlaşılmaktadır. Yukarıda anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında ise somut olayda 6/12/1982 tarihinde açılan kadastro tespitine itiraz davasının 1/7/2008 tarihinde sona erdiği, buna göre yaklaşık 25 yıl 7 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varılmıştır.

64. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

66. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

67. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

68. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

69. Başvurucular, ihlalin giderilmesi ve tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

70. Anayasa Mahkemesi başvurucuların makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Somut olayda bu ihlalin sonuçlarının giderimi bakımından Tazminat Komisyonuna müracaat yolu mevcut olup başvurucular da bu yolu tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Ancak başvurucuların bu talepleri reddedilmiş, Bölge İdare Mahkemesi de başvurucuların itiraz taleplerini reddetmiştir. Dolayısıyla makul sürede yargılanma haklarının ihlalinin sonuçları giderilememiştir.

71. Bu durumda makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

72. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Tazminat davası yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Kadastro tespitine itiraz davası yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -Anayasa'nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince- yetkili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE (Karar, Ankara Bölge İdare Mahkemesi 3. Kurulu'nun 24/12/2015 tarihli ve K.2015/1209 sayılı kararıyla ilgilidir.),

D. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BAŞKENT DOĞALGAZ DAĞITIM GYO A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/28520)

 

Karar Tarihi: 31/12/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan y.

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Selçuk KILIÇ

Başvurucu

:

Başkent Doğalgaz Dağıtım GYO A.Ş.

Vekili

:

Av. Nuray YILDIRIM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davada gerekçesiz karar verilmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılmasına ilişkin talebin dikkate alınmaması, davanın hatalı değerlendirme sonucu reddedilmesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/8/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi (BOTAŞ) tarafından, doğal gaz borcu zamanında ödenmediğinden bahisle 87.852.354,44 TL borcun tahsili amacıyla 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun uyarınca başvurucu Şirket adına 1/9/2008 tarihli ödeme emri düzenlenmiştir.

9. Başvurucu, söz konusu ödeme emrinin iptali istemiyle 19/9/2008 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır.

10. Mahkemenin 2/12/2008 tarihli kararıyla davanın süre aşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş, bu karar Danıştay Onüçüncü Dairesinin (Daire) 9/11/2009 tarihli ilamı ile bozulmuştur.

11. Mahkemece bozma kararına uyulmuş, 21/1/2013 tarihinde davanın reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde özetle; BOTAŞ tarafından başvurucuya Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait gaz bedeli olarak toplam 80.001.500,63 TL asıl alacak ve bu asıl alacağa 6183 sayılı Kanun gereği işletilen 7.850.583,81 TL gecikme zammı olmak üzere toplam 87.852.354,44 TL tutarında ödeme emri gönderildiği belirtilmiştir. Başvurucu ile BOTAŞ arasında doğal gaz alım satımına ilişkin imzalanan sözleşme gereği borcun vade tarihinin her takvim ayının 15. günü olduğu bilgisine yer verilmiştir. Ödenmeyen faturaların son ödeme tarihlerinin 2008 yılının mart, nisan, mayıs, haziran aylarının 15. günleri olduğu, başvurucu tarafından bu dönemlere ilişkin olarak 5/5/2008 ile 3/7/2008 tarihleri arasında toplam 66.559.750 TL ödemede bulunulduğu, bu ödemelerin en eski fatura borcundan mahsup edilerek yapıldığı, 3/7/2008 ile 14/8/2008 tarihleri arasında ise toplam 39.465.344,75 TL ödemede bulunulduğu tespitine yer verilerek, Nisan 2008 dönemine ait faturadan bakiye 15.274.705,57 TL dahil Nisan-Mayıs-Haziran 2008 dönemine ait toplam 87.852.354,44 TL borcun süresinde ödenmemesi üzerine 1/9/2008 tarihli ödeme emrinin düzenlendiği vurgulanmıştır. Vadesinde ödenmeyen amme alacağına yönelik ödeme emri düzenleneceğinin mevzuatta açık olduğu ve başvurucunun doğal gaz bedelinden kalan bakiye borcunu vadesinde ödemediği sabit olduğundan söz konusu alacağın tahsiline yönelik olarak düzenlenen ödeme emrinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir.

12. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Dairenin 31/10/2018 tarihli kararı ile onanmış; kararın düzeltilmesi istemi de yine Dairenin 25/6/2019 tarihli kararı ile reddedilerek karar kesinleşmiştir.

13. Nihai karar 23/7/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 20/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

14. 18/4/2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu'nun "Diğer hükümler" kenar başlıklı 12. maddesinin (g) bendi şöyledir:

"BOTAŞ'ın doğal gazla ilgili alacakları hakkında 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri uygulanır."

15. 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme zamanı ve önce ödeme" kenar başlıklı 37. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Amme alacakları hususi kanunlarında belli edilen zamanlarda ödenir. Hususi kanunlarında ödeme zamanı tesbit edilmemiş amme alacakları Maliye Vekaletince belirtilecek usule göre yapılacak tebliğden itibaren bir ay içinde ödenir. Bu ödeme müddetinin son günü amme alacağının vadesi günüdür.

..."

16. 6183 sayılı Kanun'un "Ödeme emri" kenar başlıklı 55. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Amme alacağını vadesinde ödemiyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları lüzumu bir 'ödeme emri' ile tebliğ olunur.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme ile korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmediği sürece ulusal mahkemelerce yapılan hukuki ya da maddi hataları ele almanın yerleşik içtihadı uyarınca kendi görevi olmadığını belirtmektedir (García Ruiz/İspanya [BD], B.No: 30544/96, 21/1/1999, § 28; Perez/Fransa [BD], B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 82). Bu içtihada göre Sözleşme'nin 6. maddesi adil yargılanma hakkını güvenceye almakla birlikte delillerin kabul edilebilirliğine ya da delillerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin herhangi bir kural koymaz; bu hususlar öncelikli olarak ulusal hukukun ve mahkemelerin düzenleme alanına girer. Normal şartlarda ulusal mahkemelerin belirli delil unsurlarına ya da önlerindeki uyuşmazlıktaki tespit ya da değerlendirmelere tanıyacakları ağırlık gibi meseleler AİHM'in yeniden inceleme alanına girmez. AİHM bir dördüncü derece yargı yeri gibi davranmamalıdır, dolayısıyla keyfî olduğu ya da makul olmadığı açıkça görülebilecek tespitlerde bulunmadıkları takdirde ulusal mahkemelerin kararlarını 6. maddenin birinci fıkrası kapsamında sorgulamaz (Bochan/Ukrayna (No. 2) [BD], B. No: 22251/08, 5/2/1015, § 61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 31/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu Şirket; BOTAŞ tarafından kendilerine 148.141.638,75 TL ödeme yapıldığı beyanında bulunulmasına karşın, yapılan toplam ödemelerin 606.282.505,72 TL olduğu ve mahkeme kararında bu hususa yönelik bir değerlendirme yapılmadığını, vade ve gecikme zammına ilişkin itirazlarına yönelik de hiçbir açıklamada bulunulmadığını, temyiz ve karar düzeltme isteminin reddine ilişkin kararların herhangi bir gerekçe içermediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

21. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş ancak açıkça gerekçeli karar hakkından söz edilmemiştir. Bununla birlikte Anayasa'nın 36. maddesine "...adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının kapsamına gerekçeli karar hakkının da dâhil olduğu AİHM'in birçok kararında vurgulanmıştır. Dolayısıyla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının gerekçeli karar hakkı güvencesini de kapsadığının kabul edilmesi gerekir (Abdullah Topçu, B. No: 2014/8868, 19/4/2017, § 75).

22. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrasında da “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilerek mahkemelere kararlarını gerekçeli yazma yükümlülüğü yüklenmiştir. Anayasa’nın bütünlüğü ilkesi gereği anılan Anayasa kuralı da gerekçeli karar hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Abdullah Topçu, § 76).

23. Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli görülmektedir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).

24. Mahkemelerin anılan yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde cevap verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Ancak derece mahkemeleri, kendilerine sunulan tüm iddialara cevap vermek zorunda değilseler de (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56) davanın esas sorunlarının incelenmiş olduğu gerekçeli karardan anlaşılmalıdır.

25. Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).

26. Aksi bir tutumla mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ya da esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).

27. Öte yandan temyiz merciinin yargılamayı yapan mahkemenin kararını uygun bulması hâlinde bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Yasemin Ekşi, § 57).

28. Somut olayda mahkeme, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davayı incelemiş ve ilgili mevzuat kapsamında değerlendirme yaparak sonuca ulaşmıştır. Bu bağlamda yapılan açık yargılama sonunda tarafların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddia ve savunmaları tartışılarak verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu (bkz. § 11) görülmektedir. Ayrıca temyiz ve karar düzeltme aşamalarında değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu belirtilmiştir. Bu hâle göre gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.

29. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Silahların Eşitliği ve Çelişmeli Yargılama İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

30. Başvurucu Şirket; uzmanlık ve hesaplama gerektiren bir uyuşmazlıkta taleplerine karşın bilirkişi raporu alınmadığını, davalı idarenin sunduğu belgelere göre karar verildiğini, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasının engellendiğini belirterek silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

31. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

32. Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca herkes iddia, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa'nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

33. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkenin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkeye uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Mehmet Fidan, § 38).

34. Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32). Bu usul güvencesi gereğince uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 18).

35. Silahların eşitliği ilkesi kapsamında yapılacak inceleme, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir (Yüksel Hançer, § 19).

36. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ilkesi ışığında taraflara delillerini sunma, inceletme noktasında uygun imkânların tanınması ve yargılamaya etkin katılımlarının sağlanması gerekir. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsiz olma iddiaları da yargılamanın bütünü kapsamında değerlendirilecektir. Ceza davaları ile medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin davaların usul kuralları da dâhil olmak üzere yargılamanın tüm aşamalarında silahların eşitliği ilkesinin güvence altına alınarak adil yargılanma hakkının korunması hukuk devleti olmanın bir gereğidir (Mustafa Kupal, B. No: 2013/7727, 4/2/2016, §§ 50-52).

37. Somut olayda görülen davanın tarafları arasındaki ihtilaf, başvurucu Şirketin BOTAŞ'a olan doğal gaz borcunun ne kadarlık kısmını ödediği ve düzenlenen ödeme emrinin borcun ödenmeyen kısmıyla uyumlu olup olmadığı noktasındadır.

38. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin görevi herhangi bir davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 68). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin tarafların öne sürdüğü ve esasa etkisi olan iddiaların işin mahiyetinin gerektirdiği ölçüde incelenip incelenmediğini ve özellikle ispat külfeti konusunda taraflardan birinin diğerine nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülüp düşürülmediğini denetleme görevi bulunmaktadır (Ahmet Korkmaz, B. No: 2014/16232, 25/1/2018, § 29).

39. Somut başvuruda Mahkemece uzman bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek görülmeyerek, sunulan belgeler kapsamında mevcut borç durumu ile yapılan ödemeler belirlenerek kalan ödeme miktarı hesaplanmış ve uyuşmazlık hakkında hüküm kurulmuştur.

40. Delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esasen derece mahkemelerine ait olduğu, derece mahkemelerinin dava konusuna, elde edilen delilerin ağırlığına ve iddia ile savunmalara göre tanık beyanı, keşif icrası ve bilirkişi incelemesi gibi delilleri toplamama veya incelememe konusunda takdir yetkisine sahip olduğu dikkate alındığında bilirkişi incelemesi yaptırılmamasına ilişkin ileri sürülen husus yönünden silahların eşitliği ilkesine yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu sonucuna varılmaktadır.

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesince açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemez olduğuna karar verilebilir. Başvurucunun ihlal iddialarını temellendiremediği, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 24).

42. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

43. Başvurucu Şirket, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

45. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50-52).

46. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

47. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında 10 yıl 9 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

D. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

49. Başvurucu Şirket; Başkent Vergi Dairesi Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 20/5/2008 tarihli haciz bildirimi ile zaten BOTAŞ'ın alacaklarına haciz işlendiğini, BOTAŞ tarafından ilgili Vergi Dairesince konulan haczin bitiminin beklenmesi ve ardından varsa bakiye alacağın ödenmesinin talep edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca taraflarından mevcut borcun ödendiği bildirilmesine karşın BOTAŞ tarafından ödeme yapılmadığının iddia edildiğini, bu hâliyle talep edilen bedelin taraflarınca hesaplanabilir nitelikte olmadığını, likit bir alacağın varlığından söz edilemeyeceğini, Mahkemece eksik inceleme ve mevzuatın yanlış yorumlanması suretiyle verilen hükmün hukuka aykırı olduğunu ileri sürmektedir.

2. Değerlendirme

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiaları delillerin takdiri, somut olayın ve mevzuatın değerlendirilmesine ilişkin bulunduğundan şikâyetin yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

51. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiştir. Bu kapsamda ilke olarak mahkemeler önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun adil olup olmaması bireysel başvuru konusu olamaz. Ancak bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden, bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik içeren tespit ve sonuçlar bu kapsamda değildir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 42).

52. Somut olayda iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı incelenerek ilgili kısımları yukarıda belirtilen (bkz. § 11) gerekçe ile hüküm kurulmuştur.

53. Başvurucu tarafından ileri sürülen iddialar, delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olup kararda bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan bir durumun da bulunmadığı dikkate alındığında ihlal iddialarının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

54. Açıklanan gerekçelerle başvurunun kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

56. Başvurucu, ihlalin tespitine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

57. Somut olayda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

58. Başvurucu, manevi tazminat talebinde bulunmadığından tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 8. İdare Mahkemesine (E.2011/714, K.2013/50) GÖNDERİLMESİNE,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SEMA DEĞİRMENCİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/18750)

 

Karar Tarihi: 28/1/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Sema DEĞİRMENCİ

Vekili

:

Av. Zülküf Önal ÇEPE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, idari işlemin iptali ile yoksun kaldığı parasal haklarının tazmini istemiyle açılan davada mahkeme kararının uygulanmaması nedeniyle kararın icrası hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun 13/7/2010 tarihinde İdare Mahkemesinde açtığı davanın yargılaması 5/3/2019 tarihinde Danıştay Onikinci Dairesinin karar düzeltme talebinin reddi ile tamamlanmıştır. Bireysel başvuruya konu İdare Mahkemesi kararı 8/5/2019 tarihinde İdareye tebliğ edilmiştir.

9. Başvurucu, İdarenin yargı kararını uygulamaması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkı ve mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

10. Başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü kararın gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ve başvurucu hakkında konuya ilişkin olarak bir işlem yapılıp yapılmadığı hususlarında Anayasa Mahkemesince İdareden bilgi istenmiştir. İdare tarafından gönderilen 8/1/2021 tarihli yazı ve eklerinde; Ankara 2. İcra Müdürlüğü'nün 21/11/2019 tarihli ve 2019/10732 sayılı ödeme emri gereği yasal faiz uygulanarak 30/6/2020 tarihinde toplam 62.283,44 TL'nin başvurucu adına yatırıldığı bildirilmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

11. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

12. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

13. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

14. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

15. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

16. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında yaklaşık 8 yıl 7 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

17. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kararın İcrası Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

18. Başvurucu, lehine hüküm kurulan mahkeme kararının İdare tarafından uygulanmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Somut olayda başvurucu tarafından İdare Mahkemesinin kararının İdare tarafından uygulanmamış olduğu iddia edilmekteyse de İdare Mahkemesi kararının 3/5/2019 tarihinde İdareye tebliğ edildiği ve kararın 30/6/2020 tarihinde uygulandığı anlaşıldığından başvuruya konu kararın 1 yıl 1 aylık süre içinde uygulandığı tespit edilmiştir. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

19. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

20. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 30.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

21. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

22. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 16.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

23. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

24. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kararın icrası hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 16.000 TL tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 9. İdare Mahkemesine (E.2018/1389, K.2018/1441) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Danıştay Onikinci Dairesine (E.2019/978 K.2019/1576) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MERAL KORKMAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/26949)

 

Karar Tarihi: 15/6/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Meral KORKMAZ

Vekili

:

Av. Yıldız İMREK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının, buna ilişkin açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Otuz haftalık gebe olan başvurucu, sancı ve bel ağrısı şikâyetiyle 4/12/2008 tarihinde Kahta Devlet Hastanesine müracaat etmiştir. Kadın Doğum Uzmanı Dr. F.E.İ. tarafından yapılan muayenesi ve tetkikleri sonucunda, kollumun (rahim dibine uzanan kanal) kapalı, USG normal, idrarda lokosit pozitif, protein negatif tespit edilmiş, idrar yolu enfeksiyonu ve gebelik tanısıyla hastaneye yatışı yapılmıştır. Burada serum takılarak hidrasyonantibiyotik ve seleston tedavisi uygulanmıştır. 5/12/2018 tarihinde ağrısı azalan başvurucunun ertesi gün ağrısı tekrar artmıştır. Son iki gündür kostipe (kabız) ve konfüze (sersemlik) olduğunu söyleyen hastada bulantı ve kusma başlamış, lavman yapılmış ve Ulcuran amp uygulanmıştır. Hastanede yapılan rutin NST (fetusun kalp atış hızı kontrolü) testinde erken doğumla ilgili herhangi bir bulgu tespit edilmemiştir. Başvurucu, Malatya Devlet Hastanesinde yakınları olduğunu ve orada tedavi olmak istediğini doktorundan talep etmiştir. Bunun üzerine başvurucu 6/12/2008 tarihinde Adıyaman Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir.

6. Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde aynı gün yapılan muayenesi ve çekilen NST değerlendirilmesinde, vital bulgularının normal olduğu, ödeminin ve doğum sancısının olmadığı, kostrovertebral (kaburga ve omur arası) ve hipokondrik bölgede (batın sağ ve sol yanı) ağrı tespit edildiğinden başvurucunun genel cerrahi uzmanınca değerIendirilmesine karar verilerek ambulansla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.

7. Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisinde 6/12/2008 tarihinde karın ağrısı şikâyetiyle genel cerrahi uzmanı tarafından yapılan muayenesinde gebelik ve kolesistit (safra kesesi iltihabı) tanısı konulmuştur. Başvurucu buradan kendi isteği üzerine Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir.

8. Malatya Devlet Hastanesinde 7/12/2008 tarihinde gebelik ve kolesistit ön tanısıyla yatırılan hastaya yapılan kadın doğum konsültasyonu sonucu in utero ex ve hellp sendromu olduğu değerlendirilerek ileri tetkik ve tedavi amacıyla İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmiştir. Burada gebelik ve preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) tanısı konulan başvurucu, acil sezaryene alınmıştır. 7/12/2008 tarihinde 31 haftalık prematüre hellp sendromlu (gebelikte karaciğer ve kandaki bozukluk) bebek ölü olarak doğmuş, kalp atımı ve spontan solunumu olmayan bebek entübe edilmiş, kardiopulmoner resusitasyon uygulanmış ise de tedaviye cevap vermemiştir.

9. Sezaryenden sonra aynı hastanede tedavisine devam edilen başvurucu 23/12/2008 tarihinde taburcu olmuştur.

10. Başvurucu 13/2/2009 tarihinde gebelik sürecinde yapılan hatalı tıbbi müdahalelerden ötürü bebeğin ölmesi ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde yoğun bakım ünitesinde tedavi görmesinden ötürü zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığına müracaat etmiştir. Sağlık Bakanlığı 13/4/2009 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir.

11. Bunun üzerine başvurucu müdahalede bulunan hekimlerin hatalarından ötürü ağır hizmet kusuru işlenmesi sonucu bebeğini kaybettiği ve kendisinin de hayati tehlike geçirecek şekilde hastalandığı iddiasıyla maddi ve manevi zararlarının tazmini için Sağlık Bakanlığı aleyhine 15/6/2009 tarihinde Malatya 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır.

12. Başvurucunun dava dilekçesindeki iddiaları şöyledir: Gebelik sürecinde kanama şikâyetiyle müracaat ettiği Kahta Devlet Hastanesinde görevli Dr. F.E.İ. takiplerini gerektiği şekilde yapmamıştır. Malatya'ya sevkini talep etmiş, ancak Dr. F.E.İ. kendisini Malatya yerine Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine sevk etmiştir. Ambulans yerine hasta nakil aracıyla sevki gerçekleştirilmiş, kendisine refakat edecek hemşire ya da ebe verilmemiştir. Sevk edildiği Adıyaman Kadın Doğum Hastanesinde acılar içinde yirmi dakika beklemiş, buradaki tedaviden sonra Adıyaman Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Safra kesesi enfeksiyonu tanısıyla Malatya Devlet Hastanesine ambulansla sevk edilmiştir. Ambulansın ısıtma sistemi çalıştırılmamış ve kendisi dışında hiçbir sağlık çalışanı ambulansta bulunmamıştır. Adıyaman'daki hastanelerde doğru tıbbi teşhis konulamadığı için ameliyat gecikmiştir. Malatya Devlet Hastanesine geldiğinde ise kendisine preeklampsi tanısı konulmuş hayati tehlikesi olduğundan bahisle İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezine sevk edilmiştir. Sevk sırasında kendisine oksijen verilmemiş, sezaryenle acil doğum gerçekleşmiştir. Bebek 45 dakika yaşadıktan sonra vefat etmiş, kendisinin de iki kez kalbi durmuştur.

13. İdare Mahkemesi ilgili hastanelerden epikriz raporları, müşahade ve muayene formları, hasta giriş ve çıkış kâğıtları, taburcu formu gibi tıbbi bilgi ve belgeleri getirtmiştir.

14. İdare Mahkemesi; hastanelerde yapılan muayene ve tetkiklerin gereği gibi yapılıp yapılmadığı, teşhis ve tedavi sürecinde gecikme olup olmadığı varsa bu durumun hastalığın seyrine etkisi, sevk edildiği hastanelere gönderilmesi için seçilen aracın davacının hastalığa uygun olup olmadığı, araç donanımının yeterli olup olmadığı, Malatya Devlet Hastanesinden Malatya Turgut Özal Tıp Merkezine ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemiş olmasının bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanması sonucunun meydana gelmesinde etkisinin olup olmadığı, hastanelerin bebeğin kaybedilmesi ve başvurucunun hastalanmasında hizmet kusurlarının bulunup bulunmadığının tespiti için Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor düzenlenmesine karar vermiştir.

15. ATK 1. İhtisas Kurulunca 6/6/2012 tarihinde rapor düzenlenerek İdare Mahkemesine gönderilmiştir. Başvurucu vekili 6/8/2012 tarihinde ATK raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; ATK'nın bağımsız olmadığını, başvurucunun beyan ve iddialarının dikkate alınmadığını, raporun yeterli gerekçe içermediğini belirterek yeni bir bilirkişi heyetinden rapor tanzim edilmesini talep etmiştir. İdare Mahkemesi; öne sürülen ihmal iddialarının başvurucunun sağlığına etkisi olup olmadığı, sevk işlemlerinden ve ambulansla sevk sırasında oksijen verilmemesinin bebeğin ölümü ve başvurucunun sağlığı üzerinde etkisi konusunda daha detaylı ve gerekçeli değerlendirme yapılarak ek rapor düzenlenmesi için 18/10/2012 tarihinde müzekkere yazmıştır. İlk düzenlenen rapordaki sonuçlarla birlikte ATK 1. İhtisas Kurulunun 12/12/2012 tarihinde verdiği ek raporun sonuç kısmı şöyledir:

"1-Zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte tıbbi belgelere göre; HELLP Sendromu ve şiddetli preeklamsi nedeni ile acil sezaryenle 31 haftalık 1.700 gr ağırlığında doğurtulan, doğduğunda kalp atımı ve solunumu olmayan, uygulanan CPR’a yanıt vermeyen bebeğin intrauterin anoksi sonucu öldüğünün kabulü gerektiği,

2-04/12/2008 tarihinde sancı ve bel ağrısı şikayetleri ile Kahta Devlet Hastanesi Acil Polikliniğine başvuran. ... idrar yolu enfeksiyonu tanısıyla yatışı yapılan, antibiyotik, seleston tedavisi verilen, hidrasyon yapılan, NST sonuçları reaktif olan, ... iki gündür konstipasyonu olan, lavman ve i.m. ulcuran yapılan, sancıları gerilemeyen, hastaneye yatışında yapılan tetkikleri ve muayene bulguları ile preeklamsi tablosu olmayan hastanın kendi isteği üzerine ambulans ile sevk edilmesinin uygun olduğu, [Dr. F.E.İ.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,

06/12/2008 günü saat 20:00 sıralarında Adıyaman Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesine getirilen, ... sağ kostovertebral ve hipokondriak bölgedeki ağrıya bağlı genel cerrahi açısından değerlendirilmek üzere Adıyaman Devlet Hastanesi Acil Servisine ambulans ile sevkinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.G.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı,

Adıyaman Devlet Hastanesinde yapılan genel cerrahi konsültasyonunda muayenesinde tansiyon ve nabız değerleri normal, karın sağ üst kısmında ağrısı şiddetli dinlemekle bağırsak sesleri normal olan hastada mevcut laboratuar bulguları eşliğinde safra kesesi iltihabı durumu gelişmiş olabileceği kanısına varılan hasta ve hasta yakınına hastanın yatışının gerekeceği, ilaç tedavisi ile takip edilmesi gerektiği, takip sırasında ağrısının hemen geçmeyebileceği, ilaç tedavisi ile takip sırasında hastanın tedaviye yanıtının olmaması halinde ameliyat gerekebileceği, hastanın gebe olması sebebiyle ameliyat olması gerekebilecek durumda kadın doğum uzmanının davet edilerek ameliyatın yapılabileceği bilgisi verilen, hasta yakınının Malatya Devlet Hastanesinde bir yakınlarının görev yaptığını genel cerrahide hemşire olarak çalıştığını, sevklerinin Malatya Devlet Hastanesine yapılmasını istemeleri nedeniyle tetkiklerinde karaciğer enzimlerinin yüksek ve lökositozu olduğu, tespit edilen hastanın yatışının yapılarak takip edilmesinin önerilmesinin ve genel durumu stabil olan hastanın isteği ile ambulansla Malatya Devlet Hastanesine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. H.T.T.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı, genel durumu stabil olan hastanın Malatya Devlet Hastanesi’ne sağlık memuru ile ambulansla sevk edildiği, sevki sırasında damar yolunun açık olduğu, oksijen verildiği, hastanın durumunda sevkinden kaynaklanan bozulma olmadığı.

Malatya Devlet Hastanesinde 07/12/2008 tarihinde yapılan genel cerrahi ve kadın doğum konsültasyonunda in utero ex ve HELLP? düşünülerek tetkik ve tedavi amaçlı, hastanın [İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğine sevk edilmesinin uygun olduğu, [Op.Dr. M.S.ye] atfı kabil kusur bulunmadığı.

Hastanın Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ebe ve hemşire ile ambulans ile sevk edildiği, sevki sırasında ambulansta görevli sağlık personelinin ifadesinde de belirttiği gibi hastanın solunum problemi olmadığı, oksijen ihtiyacı bulunmadığı, ambulansla 7 dakikada Turgut Özal Tıp Merkezi’ne getirildiği muayenesinde solunum problemi tespit edilmediği, Malatya Devlet Hastanesi’nden Turgut Özal Tıp Merkezi’ne ambulansla 7 dakikada sevk edilen solunum problemi olmayan sevki sırasında ihtiyacı olmadığı için oksijen verilmeyen HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınan hastaya sevki sırasında gerekli olmadığı için oksijen verilmemesinin bebeğini kaybetmesi ve kendisinin hastalanması sonucunun meydana gelmesine etkisinin olmayacağı,

 [İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi] Kadın Doğum Kliniğinde yapılan muayenesinde ... hastanın HELLP Sendromu + şiddetli preeklamsi tanısı ile sezaryene alınmasının, sezaryenle doğurtulan, kalp atımı ve solunumu olmayan bebeğin entübe edilip yeniden canlandırma işlemi uygulanmasının uygun olduğu, sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı,

6-Ek tıbbi belge gönderilmediğinden 6.06.2012 tarih ve 2211 karar nolu mütalaamıza ilave edecek bir husus bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur."

16. Başvurucu vekili ATK tarafından düzenlenen ikinci rapora da ilk itiraz dilekçesindeki benzer nedenlerle itiraz etmiştir. Ancak gerekçeli kararda açıklandığı üzere bilirkişi raporunun karara esas alınabilecek nitelik ve yeterlilikte olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir.

17. İdare Mahkemesi 12/4/2013 tarihinde, ATK'nın tanzim ettiği bilirkişi raporu doğrultusunda olayda idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

18. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Temyiz istemini inceleyen Danıştay Onbeşinci Dairesi 25/1/2018 tarihinde maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddine ilişkin kararın onanmasına, idare lehine vekâlet ücreti verilmesine ilişkin kısmın bozulmasına karar vermiştir.

19. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı karar düzeltme istemi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 21/6/2018 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir.

20. Nihai karar 25/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. İlgili hukuk için bkz. Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, §§ 34-38; Fesih Aydar, B. No: 2015/4259, 10/1/2019, §§ 24-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 15/6/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

24. Bakanlık görüşünde, makul sürede yargılanma hakkı konusunda bir açıklama bulunmamaktadır.

2. Değerlendirme

25. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

26. Başvurucunun yargılamanın uzun sürdüğüne ilişkin şikâyetinin Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

28. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 45, 47).

29. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin idari yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Selahattin Akyıl, § 41).

30. Somut başvuru açısından sürenin başladığı tarih, tam yargı davasının açıldığı 15/6/2009 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise karar düzeltme talebinin reddedildiği 21/6/2018 tarihidir.

31. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında başvuruya konu olaydaki 9 yıl 6 günlük yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

32. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Kişinin Maddi ve Manevi Varlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucu; sevk ve nakil süreçlerindeki gecikmeler, sevk sırasında oksijen verilmemesi, ambulansta ısıtma sisteminin çalışmaması, refakatçi olarak bir sağlık görevlisinin bulundurulmamasının tıbbi müdahaleyi geciktirdiğini, preeklampsi ve hellp sendromu açısından önemli olan kan ve idrar tahlillerinin yapılmadığını, Kahta Devlet Hastanesinden kendi talebi üzerine sevk işlemi yapılmasından ötürü doktorun kendisini cezalandırmak amacıyla Adıyaman Devlet Hastanesine sevk ettiğini, preeklampsi tanısı koyması gereken doktorun ilgisiz şekilde Adıyaman Devlet Hastanesine kendisini sevk etmesinin zaman kaybına yol açtığını, bu ihmaller nedeniyle sezaryen sırasında bebeğin vefat ettiğini, kendisinin de iki kez kalbi durarak ölüm tehlikesi geçirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca hükme esas alınan ATK raporundaki değerlendirmelerin yetersiz olduğunu, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından ele alındığını, ATK'nın yapısının bağımsız ve tarafsız rapor düzenlenmesine elverişli olmadığını belirterek yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

34. Bakanlık görüşünde; olayla ilgili içtihatlara yer verildikten sonra, bebeğinin ölü doğmasından ötürü idare aleyhine açılan tam yargı davasında başvurucunun iddia ve savunmalarını yargı mercileri önünde sunma fırsatı elde ettiği, bilirkişi raporları ve diğer tüm delillerin ilgili mevzuat çerçevesinde değerlendirilmek suretiyle sonuca ulaşıldığı belirtilmiştir.

35. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmiştir.

2. Değerlendirme

36. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

37. Anayasa'nın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması" kenar başlıklı 56. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

39. Anayasa Mahkemesi daha önce Adem Aydın ve Zübeyda Aydın (B. No: 2018/1156, 18/5/2021, § 38) ile Zeki Kartal (aynı kararda bkz. § 77) kararlarında ceninin yaşam hakkına ilişkin hukuki durumu değerlendirmiştir. Bu kararlarda ceninin yaşam hakkı süjesi olduğu konusunda olumlu veya olumsuz bir sonuca varılmamakla birlikte tıbbi ve hukuki durumu dikkate alındığında ceninin anne ve babasının maddi ve manevi varlığından ayrı düşünülemeyeceği, sağlığına ilişkin menfaatin hem anne hem de baba bakımından ortak olduğu kuşkusuzdur. Özellikle anne ile çocuğun menfaatlerinin çatışmadığı hatta birbiriyle örtüştüğü durumlarda ceninin sağlığı annenin maddi varlığının, dolayısıyla yaşamının korunmasıyla yakından bağlantılıdır ve annenin sağlığının korunmasını düzenleyen hükümler dolaylı olarak cenini de korumaktadır. Yaşam hakkı süjesi olduğu kabul edilmese bile annenin maddi ve manevi varlığının bir parçası olduğu açık olan ceninle ilgili somut başvurunun belirtilen nedenlerle annenin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı çerçevesinde incelenmesi gerekir. Adli Tıp Kurumu raporuna göre ceninin ölü olarak doğduğu anlaşılmıştır. Öte yandan tıbbi ihmale dayanan başvurularda adil yargılanma hakkı şikâyetleri de maddi ve manevi varlığın korunması hakkı kapsamında incelendiğinden (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017) diğer ihlal iddialarının ayrıca değerlendirilmesine gerek duyulmamıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

41. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).

42. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

43. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).

44. İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).

45. Maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttüğü yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadığının ya da ne ölçüde yaptığının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).

46. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, § 44).

47. Bu bağlamda derece mahkemelerinin gerekçeleri, tarafların kanun yoluna başvuru imkânını etkili şekilde kullanabilmesini sağlayacak surette ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır (Murat Atılgan, § 45).

48. Bir tedavi işlemi sırasında ya da sonrasında sağlık personelinin herhangi bir hatası olmaksızın hasta için istenmeyen sonuçların meydana gelme olasılığının her türlü tıbbi işlem için kaçınılmaz olduğunun öncelikle belirtilmesi gerekir. Hastalıktan koruma yöntemi veya tedavi işleminin anormal ve öngörülemez sonuçları tıbbi işlemlerin risklerinden kaynaklanmaktadır (Eliçe Aydın ve diğerleri, B. No: 2015/5228, 20/3/2019, § 53).

49. Öte yandan bir mesleğin belirli riskler içermesi, icrası sırasında meydana gelecek tüm risklerin hukuki sorumluluk dışında olduğu ve ilgililerin sorumlu olmadığı anlamına gelmemektedir. Sağlık personeli, mesleğini yerine getirirken özen yükümlülüğü kapsamında bu tür risklerin gerçekleşmesini önlemeye ilişkin olarak elindeki tüm imkânları kullanmak mecburiyetindedir. Buna göre riskleri mümkünse önleyici, değilse asgariye indirici şekilde davranmaları, buna rağmen riskler doğduğunda yapacakları müdahaleyle zarar veya tehlike neticesini mümkün olduğunca ortadan kaldırmaları gerekmektedir (Eliçe Aydın ve diğerleri, § 54).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

50. Somut olayda başvurucunun iddiaları; otuz haftalık gebelik sürecinde gebelikle bağlantılı rahatsızlıklarına hastanelerde zamanında yeterli ve isabetli müdahaleler yapılmamasından ötürü sezaryenle gerçekleşen doğumda bebeğini kaybetmesi ve kendisinin de ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmesi üzerine açtığı tam yargı davasının reddedilmesine yöneliktir.

51. Mahkeme; çeşitli hastanelerde başvurucuyu tedavi eden doktorların bir kusurunun bulunmadığına, başvurucunun hastanelere nakledilmesinin sevk prosedürüne uygun olarak gerçekleştiğine karar vermiştir. Mahkeme bu sonuca ulaşırken başvurucunun içinde bulunduğu duruma göre solunum sorunu ve oksijen ihtiyacı bulunmadığı, hastanın durumunda sevkten kaynaklanan bir bozulma olmadığı, hastanın başka bir ilde tedavisine devam edilmesini bizzat kendisinin istediği yönündeki ATK raporu tespitlerine dayanmıştır.

52. Başvurucu; sevk esnasında gecikmeler ve olumsuzluklar nedeniyle tıbbi müdahalenin geciktiğini, hizmet kusurunun tüm yönleriyle değil yalnız sağlık personeli açısından değerlendirildiğini öne sürmüş ise de -başvurucunun da itiraz ettiği- ilk rapordan sonra Mahkemenin aldırmış olduğu 12/2/2012 tarihli ATK raporunda anılan iddialar detaylı olarak değerlendirilmiştir. Kahta Devlet Hastanesinden başvurucunun kendi talebi ve ısrarı üzerine sevk işlemlerinin gerçekleştirildiğine vurgu yapıldığı, Kahta Devlet Hastanesinde yapılan müdahalenin tıbbi kurallara uygun olduğu, sevklerin Sağlık Bakanlığı uygulamalarına uygun biçimde gerçekleştirildiği gerekçeleriyle birlikte açıklanmıştır.

53. Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada ilgili hastanelerden bütün tıbbi belgelerin toplandığı, bilirkişi raporunda bu bilgi ve belgeler yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucunun tıbbi hata iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı görülmüştür. Başvurucu bilirkişi raporunun yetersiz olduğunu öne sürmüş ise de hangi tıbbi nedenlerle ve hangi yönden raporun yetersiz olduğuna dair ikna edici bir açıklamada bulunmamıştır.

54. Başvurucuya bilirkişi raporunun tebliğ edildiği, rapora karşı itirazlarını dile getirmesine fırsat tanındığı görülmüştür. Ancak mahkeme, raporun yeterli bilimsel ve teknik inceleme üzerine verildiğini değerlendirerek yeniden rapor aldırılmasına gerek duymamıştır. Yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucunun kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği ve bu surette meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır.

55. Başvurucu diğer bir iddiasında ise ATK'nın Adalet Bakanlığına bağlı olmasının raporun tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşürdüğünü öne sürmüştür. Adalet Bakanlığının davanın tarafı olmadığı, bütün kamu kurumlarının devlet teşkilatında bir örgütlenme şeması içinde yer almasının devlet olmanın bir gereği olduğu, kaldı ki mahkemeleri bu kurumdan rapor almalarını zorlayan bir düzenleme bulunmadığı gibi raporların mahkemeler açısından bağlayıcı olmadığı, raporun içerik itibarıyla yetersiz görülmesi hâlinde başka bir kurumdan da rapor aldırılabileceği hukuki bir olgudur. Başvurucunun ATK'nın yapısı nedeniyle raporun tıbben taraflı olarak hazırlandığını destekleyen hiçbir tıbbi ve bilimsel temeli bulunmayan soyut iddiaları üzerinde daha fazla değerlendirme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

56. Sonuç olarak başvurucuya yapılan tıbbi müdahalenin tıp kurallarına uygun olduğunun uzman bilirkişi raporuyla belirlendiği ve söz konusu raporun mahkeme kararına dayanak yapılarak idarenin kusurlu olmadığının tespit edildiği gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ilgili ve yeterli bir gerekçeyle karşılandığı görülmektedir. Bu durumda uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların derece mahkemelerince Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelendiği anlaşılmaktadır. Somut olay bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerinin yerine getirilmediği söylenemeyeceğinden kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. Giderim Yönünden

58. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

59. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 140.000 TL maddi ve 210.000 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

60. Somut olayda, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

61. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında 36.000 TL tutarındaki manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

62. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmaması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvurucuya makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 36.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.