Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir.

Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz.

Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmamasının mevzuata dayalı yerleşik bir uygulamadan kaynaklanması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali sonucunu doğurur. Hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan, müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanlarının mahkûmiyete esas alınmaması gerekir. 

İlgili Kararlar:

♦ (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014)
♦ (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015)
♦ (Burhanettin Yalçın, B. No: 2013/2578, 8/9/2015)  
♦ (Burak Çileli, B. No: 2013/2541, 9/9/2015)  
♦ (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015)  
♦ (Metin Sarıgül, B. No: 2013/3287, 20/4/2016)  
♦ (Suna Ökmen ve Dursun Bütüner, B. No: 2013/717, 20/4/2016)
♦ (Bülent Şakar, B. No: 2014/1517, 30/6/2016)  
♦ (Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016)
♦ (Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016)  
♦ (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016)  
♦ (Ali Oğuz, B. No: 2014/15506, 12/6/2018)  
♦ (Yüksel Yiğitdoğan, B. No: 2015/12755, 12/6/2018)  
♦ (Erol Kaplan ve diğerleri, B. No: 2014/14284, 27/6/2018)  
♦ (Behzet Çakar ve diğerleri, B. No: 2014/16277, 13/9/2018)  
♦ (Cevdet Ayaz ve diğerleri, B. No: 2016/13689, 19/11/2019)
♦ (Mehmet Ali Ayhan (2), B. No: 2016/7967, 22/7/2020)
♦ (Cahit Tamur ve diğerleri, B. No: 2018/12010, 24/2/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SAMİ ÖZBİL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/543)

 

Karar Tarihi: 15/10/2014

R.G. Tarih-Sayı: 17/12/2014-29208

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Muharrem İlhan KOÇ

Başvurucu

:

Sami ÖZBİL

Vekili

:

Av. Özlem GÜMÜŞTAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, uzun süre devam eden tutukluluk, baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alınması ve hukuka aykırı arama yapılması nedeniyle Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 9/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/12/2012 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından, 12/2/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 15/2/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 13/5/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu vekili süresinden sonra 30/5/2013 tarihinde görüşe karşı beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığı görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, 15/6/2003 tarihinde terör örgütüne üye olma suçlamasıyla gözaltına alınmış ve 19/6/2003 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra yasadışı MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) adlı örgütünün amaçları doğrultusunda anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından tutuklanmıştır.

9. Başvurucunun 17/06/2003 tarihinde gözaltında iken "Benim herhangi bir dernek veya siyasi kuruluşa üyeliğim yoktur. Pasaportum veya ehliyetim yoktur. Bugüne kadar hiç yurt dışına çıkmadım. Herhangi bir legal alandaki toplantı gösteri yürüyüşlerine katılmadığım gibi bu hususta gözaltım da olmadı. 1984 Yılında DHKP/C ve 1996 yılında TKEP/l'den gözaltına alınıp müebbet cezası aldım ve 2001 yılında ceza ertelemesi neticesi tahliye oldum. Ben sosyalist fikirleri benimsiyorum. Ben bugüne kadar kendime göre yanlış bulduğum konuları protesto etmek amacı ile mesaj iletmek için eylemlerim olmuştur. Bu eylemleri yaparken birgün önceden eylem koyacağım yere gidip keşif yapıp daha sonra eylemi gerçekleştiriyordum. Bu esnada insanlara zarar gelmeyecek yere patlayıcı koyup ayrıca uygun bir saat tercih ediyordum" şeklinde beyanda bulunduğu gerekçeli kararda belirtilmektedir.

10. Başvurucunun DGM Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesi şöyledir:

 “Ben üzerime atılı bulunan suçlan kabul etmiyorum. 1996 yılında İstanbul DGM.de TKEP/L (Türkiye Kominist Emde Partisi-Lenınist) adlı örgüte üye olmak suçlamaları ile yargılandım. Yargılama 2001 yılında bitti. Bana TCK.nun 168. Maddesinden 12 yıl ceza hükmedildi, ölüm orucu eylemleri sürecinde organik beyin sendromu tanısıyla bana süresiz olarak izin verildi. 2001 yılı sonlarında cezaevinden tahliye edildim. O zamandan bu yana Muğla'daki ailemin yanında kalıyorum. İstanbuldaki İnsan Haklan Vakfi tarafindan da tedavim sürdürülmektedir. Görevliler beni birkaç gün önce Kuşadası Davutlar'da yakaladılar. En son Star Gazetesinin bulunduğu binaya patlayıcı atılması ile birlikte başka bazı benzer olaylara da karıştığım suçlamalarında bulundular. Ben suçlamaları kabul etmiyorum. Tahliye olduktan sonra yasadışı herhangi bir eylem ve faaliyetim olmamıştır.

 Diğer sanık İbrahim Söke'de büyümem nedeniyle tanıyorum. Benim babam şu anda bulunduğu Milas'a gitmeden önce Söke'de kireç ocağı işletiyordu. 1995 yılma kadar Söke'de oturduk. Daha sonra babam aynı işi Milas ta yapmaya başladı. Sökede akrabalarım da vardır. İbrahim'in babası da öğretmendir. Bu nedenle bir arkadaşlığımız söz konusudur. Ben cezaevinden tahliye edildikten sonra Söke'de öğretmen evinde İbrahim'i sordum. Babası Söke Öğretmenevinin müdürüdür. Bana İzmir'de okuduğunu söylediler. Bu olay geçen yıl geçmiştir. Cep telefonunu aldıktan sonra İzmir'de kendisi ile görüştüm, Bucadaki evine gittik. Bu arada ben İzmir'de akrabalarımın yanında da kalıyordum. Kendisi bana evinde kalabileceğimi söyledi. Sürekli kalmadım. Zaman zaman kalıyordum. Evinin anahtarlarından birisini bana vermişti. Kendisi yaz nedeniyle Davutlara gideceği için anahtarı bana verdi. En son bu eve yakalandığım günden bir gün önce gidip kalmıştım. Biraz önce söylediğim gibi sürekli olmamakla birlikte zaman zaman gidip kalıyordum, Çok ihtiyaç hissettiğim bir yer değildi. Nadir olarak bu evde kaldım, Yakalandıktan sonra polisler teni de İbrahim'in evine götürdüler, Ben arabada beklerken kendileri ere girip çıktılar. Ben polisler ile birlikte sadece iç çamaşırlarımı almak için eve girip çıktım. Evde ne elde ettiklerini de bilmiyorum. Bunu sizden sorabilir miyim dedi. Kendisine ev arama tutanağının içeriği okundu.

 Bu çok saçma ayıp bir komplodur dedi. Ben evin anahtarını değiştirmedim. İbrahim'in bana verildiği anahtarla polisler kapıyı açmışlardır. Aynı anahtarın bir tanesinin İbrahim'in ailesinde olması gerekiyor, denesinler,

 Emniyet İfadesi okunup, soruldu, Ben emniyette ifade vermedim, Biraz önce söylediğini rahatsızlığım nedeniyle çok halsiz ve güçsüzüm. Sonradan bana bir belge imzalattırdıklarını söylediler, İçeriğinde ne olduğunu bilmiyordum. Bu ifademin içeriğini de kabul etmiyorum, Gözaltında iken aileme dönük tehditler yapılmıştır. Gözaltında kaybedileceğim belirtilmiştir Bu nedenle ifademin içeriğini kabul etmiyorum, Yakalandığım sırada üzerimde ele geçirilen Recep Baysal adına düzenlenmiş kimliği bu işi yapanlardan satın aldım. Hem asker kaçağı olarak aranıyorum hem de tahliye edildiğim mahkeme beni yeniden tutuklamış bunu bu nedenle temin etmiştim,

 Bana aktardığınız İstanbul Eyüp'teki Akbank Şubesinin soyulması olayını ben basından takip etmiştim, Ancak olayın adi bir soygun mu yoksa bir örgüt eylemimi olduğu konusunda bilgi yoktu, Bu yönünü bilmiyorum ancak olayı duymuştum, Evrak içinde bulunan ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 17/06/2003 tarihli fotoğraf teşhis tutanağı okunup soruldu, Bu teşhis tutanağı polisin yönlendirmesi olabilir, Ben bu soygun olayına katılmadım. Ben TKEP/L adlı örgüte üye olmaktan hükümlendirildim. Bana söylediğinize göre bu olayı MLKP adlı örgüt gerçekleştirmiş. Bu kadar kısa süre içinde TKEP/L'den yararlanman ve hükümlendirilen kişinin MLKP adlı örgüte kabul edilip bu nitelikteki bir soygun olayını gerçekleştirecek kadar örgüt içinde öne çıkması uygun değildir, Bu hayatın olağan akışına ve hayatın mantık kurallarına aykırıdır, Dedi, Teşhis işlemine katılanlarla ilgili yeniden teşhis yapılmasının mümkün olup olmadığını sordu, Yargılama aşamasında bunun mümkün olduğu kendisine aktarıldı. Buradan ifadesinin tespitinden sonra serbest bırakılmayı umduğunu belirtti, Devamla sanık İbrahim'in kendisinden küçük olduğunu, onu en son 1995 yılında gördüğünü son bir yıl öncesinde ilişkisi olmadığı için sanık İbrahim'in o yıllardan kendisini hatırlayamayabileceğini söyledi, suçlamaları kabul etmiyorum.”

11. İzmir DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 22/08/2003 tarih ve 2003/216 esas sayılı iddianamesi ile başvurucunun anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etmek suçundan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 146(1)., 31., 33. ve 40. maddeleri gereğince cezalandırılması talep edilmiştir.

12. Başvurucu hakkında açılan kamu davası İzmir 1 No.lu DGM’nin 2003/286 Esas sayılı dosyasında görülmekte iken, 9/12/2003 tarihinde “aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunduğu” gerekçesiyle İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2003/213 Esas sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir.

13. Başvurucu 13/10/2004 tarihinde mahkemede yaptığı savunmada “yasadışı MLKP adlı terör örgütüne üye olmadığını, iddianamede belirtilen suçlamaları kabul etmediğini, patlayıcı madde ve gasp olaylarına katılmadığını” beyan etmiştir.

14. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasından sonra 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesiyle görevli İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen davada başvurucu 16/7/2002-14/6/2003 tarihleri arasında meydana gelen ve MLKP terör örgütü tarafından gerçekleştirilen dokuz ayrı bombalama ve yağma eylemini bizzat işlediği/iştirak ettiği iddiasıyla yargılanmıştır.

15. Yargılamanın yürütüldüğü 2003/213 Esas sayılı dosyada diğer 18 sanık hakkında 4/5/2011 tarihinde hüküm verilmiş, başvurucunun duruşmaya gelmediği, başvurucu müdafiinin doktor raporu göndererek duruşmaya gelmediği ve geçici olarak yerine müdafii Av. Z. K.'nın duruşmaya geldiği, geçici olarak çıktığı için savunmasını yapamayacağını beyan ettiği, dosyanın geldiği aşama, yargılamanın her celse çeşitli nedenlerle sanık ve müdafiileri tarafından uzatılmaya çalışıldığı, dosyanın yaklaşık olarak iki yıldan bu yana karar aşamasında olduğu ve benzeri nedenlerle karara çıkarılamadığı ve yargılamanın gereksiz yere uzadığı, yargılamanın tutuklu devam ettiği, sanık Sami Özbil yönünden dosyanın tefrik edilmesi halinde dahi yargılama bütünlüğünün bozulmayacağı anlaşıldığından Sanık Sami Özbil yönünden dosyanın tefriki ile bu sanık yönünden başka bir esas üzerinden yargılama yapılmasına” karar verilerek başvurucu hakkındaki dosya ayrılmıştır.

16. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/6/2011 tarih ve E.2011/105, K.2011/131 sayılı kararıyla isnat edilen suç nedeniyle başvurucu hakkında müebbet hapis cezasına hükmedilmiştir.

17. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/6/2011 tarihli mahkûmiyet kararının değerlendirme kısmı şöyledir:

 “Sanığın A.B. sahte kimliği ile İzmir'de yapılan soruşturma sonucunda yakalandığı, Uzun Kod adını kullandığı, kendi beyanı ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde 1994 yılında yasadışı DHKP/C örgütü içerisinde yer aldığı, bu süreçte tutuklanıp yargılandığı, 1996 yılı içerisinde TKEP/L örgütü adına eylem ve faaliyetlerinden dolayı İstanbul emniyet müdürlüğünce gözaltına alındığı, örgüt adına eylem ve faaliyetleri nedeni ile yargılanıp müebbet hapis cezasına çarptırıldığı, ölüm orucu eylemi nedeni ile sağlığının bozulması nedeni ile cezasının 6 ay ertelendiği, erteleme sonunda teslim olmayarak yasadışı MLKP örgütü adına İstanbul'da ve İzmir'de faaliyet gösteren örgüt mensupları ile tanıştığı ve yukarıda gerekçeleri ile anlatılan aşağıdaki eylemlere katıldığı kabul edilmiştir.

 08/04/2003 tarihinde saat 21:00 sıralarında Bornova ilçesinde bulunan hukuk mahkemelerinin bulunduğu binanın önüne patlayıcı madde atıldığı,

 09/04/2003 tarihinde Karşıyaka ilçesinde bulunan M... Kargo Ekspres binasının giriş kapısına patlayıcı madde atıldığı,

 14/06/2003 tarihinde Konak ilçesinde bulunan S. Gazetesi'nin bürosuna bulunduğu iş hanının giriş kapısının yanına patlayıcı madde atıldığı,

 02.07.2002 günü Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkına bomba konulması,

 16.07.2002 günü Beyoğlu ilçesi Taksim Gezi Parkına bomba konulması,

 02.09.2002 günü Beşiktaş ilçesi Çırağan Caddesi Ç. Taksi durağı önündeki çöp bidonuna bomba konulması,

 06.09.2002 tarihinde Şişli ilçesi, Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesindeki kıraathaneye bomba konulması,

 24.01.2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan A. Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi,

 17.03.2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde A. K. ve H. K.'ye ait silahların yağmalanması,

 Bu nedenle sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı niteliği vehamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozma veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun subuta erdiği kabul edilmiştir.

 Yukarıda ayrıntısı verilen sanık A. A.'nın hücre evi olarak kullandığı örgüt evinde ele geçirilen silahlar bu silahların kullanıldığı eylemler, buna ilişkin cerahim evrakı, ekspertiz raporları, müşteki ve tanık anlatımları, sanık A. A.'nın dosya kapsamıyla ele geçirilen silah ve dokümanlarla müşteki ve görgü tanıklarının beyanıyla, eylemlerin işleniş şekliyle, yine polis aşamasında beyanda bulunan sanık A. R. K.'ın beyanıyla teyit edilen ve bu nedenle doğru kabul edilen beyanı, sanık Sami Özbil'in İzmir Emniyet Müdürlüğünde dosya kapsamı ile ve İzmir'de işlenilen eylemlerle örtüşen beyanları, daha önce hakkında karar verilen Sanık İ. A.'nın emniyet aşamasındaki beyanı ve tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

18. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25/9/2012 tarihli ilamıyla mahkûmiyet hükmü onanmıştır.

B. İlgili Hukuk

19. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarih ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci şöyledir:

 “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.“

20. 16/6/1983 tarih ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

 “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

 Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.

 Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.

 Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

21. 15/7/2003 tarih ve 4928 sayılı Kanun’un 19. maddesi.

22. 16/6/2004 tarih ve 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılması Ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun.

23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 15/10/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 9/11/2012 tarih ve 2012/543 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu,

 i. Gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını,

 ii. Avukat ve şüphelinin yokluğunda ilgili mevzuatına göre hazır bulunması gerekenler katılmadan yapılan aramada bulunan delillerin suçlamaya dayanak yapıldığını, tutanak mümzileri ve arama yapılan yerin sahibi dinlenilmeden aramanın hükme esas alındığını,

 iii. Aleyhe tanıklık yapan ve teşhiste bulunan kişilerin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini ve sorgulama hakkı tanınmadığını,

 iv. Son duruşmada mazeretlerin davayı uzatma amacıyla beyan edildiği kabul edilerek savunmada avukat yardımından yararlandırılmadığını,

 v. Lehe delillerin toplanması taleplerinin değerlendirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının,

 vi. Makul sürede yargılanma ve yargılama sürerken salıverilme, özgürlüğün kısıtlanması işleminin kanuna uygun yapılıp yapılmadığının kısa sürede bir mahkemeye inceletme ve zararın tazmininin sağlanmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Yönünden

26. Başvurucu, kendisine isnat edilen suçlamalar nedeniyle uzun süre tutuklu kaldığını, makul sürede yargılanma ve yargılama sürerken salıverilme, özgürlüğün kısıtlanması işleminin kanuna uygun yapılıp yapılmadığının kısa sürede bir mahkemeye inceletme ve zararın tazmini haklarına ilişkin Anayasa’nın 19. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tutukluluğa ilişkin şikâyetlerinin, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun başladığı 23/9/2012 tarihinden öncesine ilişkin olduğu belirtilmiştir.

28. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

29. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

30. Başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

31. Ancak kişi serbest bırakılmadan yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, mahkûmiyet tarihi itibarıyla da tutukluluk hali sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkmaktadır. Bireysel başvuru incelemesi açısından, tutuklamanın şartları ile mahkûmiyete hükmedilmesi arasındaki esaslı fark bunu gerektirir. Zira mahkûmiyete karar verilmiş olmakla, isnat olunan suçun işlendiği, bundan failin sorumlu olduğunun sübuta erdiği kabul edilmekte ve bu nedenle sanık hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya ve/veya para cezasına hükmedilmektedir. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hali sona ermektedir. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 33).

32. Somut olayda başvurucu 15/6/2003 tarihinde gözaltına alınmış ve 19/6/2003 tarihli kararla tutuklanmıştır. Başvuru konusu davada başvurucunun mahkûmiyet kararının verildiği 17/6/2011 tarihinde “suç isnadına bağlı olarak tutukluluk” hali sona ermiştir.

33. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun “kişi hürriyeti ve güvenliğinin” ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda tutuklamaya ilişkin nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkı Yönünden

34. Başvurucu gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını, avukat ve şüphelinin yokluğunda ilgili mevzuatına göre hazır bulunması gerekenler katılmadan yapılan aramada bulunan delillerin suçlamaya dayanak yapıldığını, tutanak mümzileri ve arama yapılan yerin sahibi dinlenilmeden aramanın hükme esas alındığını, aleyhe tanıklık yapan ve teşhiste bulunan kişilerin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini ve soru sorma hakkı tanınmadığını, son duruşmada mazeretlerin davayı uzatma amacıyla beyan edildiği kabul edilerek savunmada avukat yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği, lehe delillerin toplanması taleplerinin değerlendirilmediğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

 i. Aramaya İlişkin Şikâyet

35. Başvurucu tutanak mümzileri ve arama yapılan yerin sahibi dinlenilmeden aramada ele geçen eşyalar nedeniyle suçlandığını ve hukuka aykırı aramanın hükme esas alındığını ileri sürmektedir.

36. Adalet Bakanlığı, diğer sanık İ.A.’ya ait konutta yapılan aramaya ilişkin tutanakta başvurucunun veya diğer sanığın imzasının olmadığını, ancak sanık İ. A.’nın beyanlarında arama sonucunda ele geçen delilleri doğruladığını belirtmektedir.

37. Taraflarca ileri sürülen kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu nedenle, açıkça keyfi olmadıkça, belirli bir kanıt türünün kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (B. No: 2013/7800, 18/6/2014, § 33).

38. İlk derece yargılaması sonunda verilen kararda İzmir'de peş peşe meydana gelen patlayıcı madde atılması olaylarının soruşturmalar sırasında İzmir DGM'de önceden alınan kararlarla sanığın telefon görüşmelerinin takibe alındığı, sanık Sami Özbil'in daha önce hakkında karar verilen diğer sanık İ.A. ile birlikte 15/06/2003 tarihinde Aydın ili Kuşadası ilçesinde yakalandıkları emniyet ifadelerine dayanılarak birlikte oturdukları Buca ilçesindeki evlerinin tespit edildiği, R. B. sahte kimliği ile yakalanan Sanık Sami Özbil'de bulunan el çantasında elde edilen anahtarla evin kapısının açıldığı, yapılan arama sonunda 1 adet Alman yapımı, 1 adet Rus yapımı olmak üzere 2 adet savunma tipi el bombası, çeşitli örgütsel dokümanlar, yabancı ülke konsolosluklarının ve şirketlerin adreslerinin bulunduğu, 4 adet bilgisayar disketi, ayrıca 1.255 lira, patlayıcı özelliği bulunan potasyumnitrat maddesi ele geçirildiği, evde ve maddeler üzerinde tespit edilen parmak izlerine ait ekspertiz raporlarında sanığın parmak izlerinin bulunduğu tespit edildiği” belirtilmektedir.

39. Arama yapılan yerin kiracısı olan diğer Sanık İ.A.'nın 16/06/2003 tarihinde nöbetçi hakimliğe verdiği ifadesinde “Ben yakalandıktan sonra Davutlar'dan acele gözaltına alınınca evimin anahtarını almadan çıktığım için Sami'nin üzerindeki anahtarı polisler bana verdi, kapıyı ben açtım, benim ona verdiğim anahtarı içeri girince sobanın üstünde değişen göbekle beraber duruyordu, eski göbek K. markaydı, ancak içeriye girince göbeğin değiştiğini anladım, Sami ile görüştürülmediğimiz için soramadım, salonda yer minderlerinin altında bir tane el bombası, mutfakta bankonun altında bir tane el bombası, diğer folyo ve benzeri maddeler bulundu, bunları kimin bıraktığını bilmiyorum, ben bu aramadan geriye doğru yaklaşık onbeş gün eve hiç uğramamıştım, anahtarın göbeğini kimin değiştirdiğini ve kaldığım eve malzemeleri kimin getirdiğini bilmiyorum, polislerin söylediğine göre Sami'nin getirdiği söylendi, onun takip edildiğini söylemişlerdi dedi. Ben Sami Özbilin adını Ahmet olarak biliyordum, ilk tanıştığımızda kendisi adının Ahmet olduğunu söyledi, soyadını ben hiç sormadım.” şeklinde 12/11/2003 tarihli Söke Asliye Ceza Mahkemesince alınan savunmasında"Ben iddia edildiği gibi patlayıcı madde üretmiş ve kullanmış değilim. Ben olay tarihinde Kuşadası Davutlar beldesinde bulunuyordum. Evin anahtarını bir vesileyle tanıştığım Sami Özbil'e vermiştim. Daha sonra düzenlenen bir operasyonla alındım. Daha önce ayrıldığım eve götürdüler. Benim üzerimde bulunan anahtar ile değil Sami Özbil'in çantasından çıkarttıklarını söyledikleri anahtarla evimi açtılar. İçeride yapılan aramalarda yakaladıklarını söyledikleri patlayıcıları gösterdiler. Benim evimde bulunan patlayıcılar ile ilgili bilgim ve ilgim bundan ibarettir.” şeklinde beyanda bulunduğu görülmektedir.

40. Suçlamaya dayanak olan bir kısım delillerin ele geçirildiği aramaya ilişkin konutta ikamet eden diğer sanık İ.A.’nın hâkim huzurunda verdiği ifadelerde aramanın yapılmasına ve delillerin elde edilmesine ilişkin hususlar anlatılmakta olup, bu yerde ikamet eden kişiye ait beyanlar dikkate alındığında, düzenlenen tutanakta ikamet sahibinin imzasının bulunmamasının tek başına aramanın ve ele geçirilen delillerin hukuka aykırı kabul edilmesine neden olmayacağı sonucuna varılmıştır.

41. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Çelişmeli Yargılama İlkesi ve Taleplerin Reddine İlişkin Şikâyetler

42. Başvurucu aleyhe tanıklık yapan ve teşhiste bulunan kişilerin mahkeme huzurunda dinlenilmediğini ve sorgulama hakkı tanınmadığını, lehe delillerin toplanması taleplerinin değerlendirilmediğini ileri sürmektedir.

43. Adalet Bakanlığı, başvurucunun ileri sürdüğü hususların maddi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından yargılamaya nasıl katkı sunacağının belirtilmediğini, şikâyetlerin gerekçelendirilmesi ve ispatlanmasının kural olarak başvurucuya ait olduğunu görüşünde belirtmiştir.

44. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) ve numaralı fıkrası şöyledir:

“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”

45. 6216 sayılı Kanun’un, “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

(1)Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.

(2) Mahkeme, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular ile açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.

46. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile İçtüzüğün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).

47. Başvuru dilekçesinde bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).

48. Somut olayda başvurucunun birlikte yargılandığı diğer on sekiz sanıkla birlikte, yirmi üç ayrı bombalama, patlayıcı madde bulundurma, yağma, mala zarar verme eylemi ile yasadışı silahlı örgüt üyesi olarak bu eylemlerle anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçundan yargılandığı, başvurucunun dokuz ayrı bombalama ve yağma eylemini gerçekleştirdiği veya bu eylemlere iştirak ettiğinin sabit görüldüğü anlaşılmaktadır.

49. Başvurucu, aleyhe tanıklık yapan ve teşhiste bulunan kişilerin mahkeme huzurunda dinlenmediğini ve kendisine sorgulama hakkı tanınmadığını, lehe delillerin toplanması taleplerinin değerlendirilmediğini ileri sürmekte olup, hangi tanık ve delille ilgili olduğu açıklanmaksızın ve yargılamaya etkisi belirtilmeden genel olarak haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

50. Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurularda ihlal iddiasının dayanağı olan olaylar açıkça gösterilmeli, başvuruyu aydınlatacak işlem ve kararlara ilişkin belgeler sunulmalıdır. Belirli bir işlem ve karar nedeniyle ortaya çıktığı ileri sürülen hak ihlalinin incelemeye imkân verecek biçimde somut olarak temellendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesinin, başvurucunun yerine geçerek genel ve soyut iddialardan hareketle resen her konuda hukuka uygunluğu denetleme ve temel hakların ihlal edildiğini tespit etme yükümlülüğü bulunmamaktadır (B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 20).

51. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 iii. Kovuşturma Aşamasında Avukat Yardımından Yararlandırılmama Şikâyeti

52. Başvurucu son duruşmada mazeretlerin davayı uzatma amacıyla beyan edildiği kabul edilerek savunmada avukat yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

53. Yargılamanın yürütüldüğü davada esasen 4/5/2011 tarihinde karar verilmiş ancak başvurucunun duruşmaya gelmediği, müdafiinin doktor raporu göndererek duruşmaya gelmediği ve geçici olarak yerine başka bir avukatın duruşmaya geldiği, duruşmaya giren avukatın geçici olarak çıktığı için savunmasını yapamayacağını beyan ettiği anlaşıldığından dosyanın geldiği aşama, yargılamanın her celse çeşitli nedenlerle sanık ve müdafileri tarafından uzatılmaya çalışıldığı, dosyanın yaklaşık olarak iki yıldan bu yana karar aşamasında olduğu ve benzeri nedenlerle karara çıkarılamadığı ve yargılamanın gereksiz yere uzadığı, yargılamanın tutuklu devam ettiği belirtilerek başvurucu hakkında dosya tefrik edilmiştir.

54. Başvurucu hakkında tefrik edilen dosyada hükmün verildiği 17/6/2011 tarihli duruşma başvurucu ve müdafiinin savunmalarını yaptıkları ve yazılı olarak sundukları, Mahkemece bu hususların duruşma tutanağında belirtildiği görülmektedir.

55. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 iv. Gözaltında Müdafi Yardımından Yararlandırılmama Şikâyeti

56. Başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başkaca bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı anlaşıldığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

57. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

58. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;

…”

59. Başvurucu gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını ileri sürmektedir.

60. Adalet Bakanlığı, ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararının gerekçesinde başvurucunun kolluk beyanlarının yanında diğer sanıklar A. G. A., İ. A. ve A. R. K.’nın beyanları, müşteki ve tanık anlatımları, ekspertiz raporları ve aramalarda ele geçen delillere dayandığını belirtmektedir.

61. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ifade etmektedir. Bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.

62. Bir ceza davasında kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Bu bakımdan söz konusu hak, AİHS’nin 6/2 maddesinin yer verdiği suçsuzluk karinesi ilkesine yakından bağlıdır (Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005; Salduz/Türkiye (BD), B. No: 36391/02, 27/11/2008).

63. AİHM içtihadına göre, susma hakkı ve onun bir görünümü olan kendi aleyhine beyan ve delil vermeye zorlanmama hakkı, AİHS’nin 6. maddesiyle güvence altına alınmış olan ve uluslararası normlar tarafından da kabul edilen adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biridir. Sanığı, yetkililerin aşırı baskısından koruyan bu güvenceler adli hataların yapılmasından kaçınmak ve hakkın amacını yerine getirmek için vardır (Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 14246/04 ve 16584/04, 25/11/2008).

64. Müdafi yardımından yararlanmakla ilgili AİHM içtihadı, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olabilmesi için, kural olarak şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerektiği yönündedir. Bu hakkın ancak, davanın kendine özgü koşulları bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler ortaya çıkarması halinde kısıtlanabileceği, avukata erişim hakkının kısıtlanmasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile, bu kısıtlamanın savunma haklarına zarar vermemesi gerektiği, avukat erişimi sağlanmayan sanığın kolluk soruşturması sırasındaki ifadelerinin mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma haklarına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacağı belirtilmektedir (Salduz/Türkiye).

65. Somut olayda, başvurucuya isnat edilen dokuz ayrı eylemden 1. Eylem (8/4/2003 tarihinde saat 21:00 sıralarında Bornova ilçesinde bulunan hukuk mahkemelerinin bulunduğu binanın önüne patlayıcı madde atılması), 2. Eylem (9/4/2003 tarihinde Karşıyaka ilçesinde bulunan M. Kargo binasının giriş kapısına patlayıcı madde atılması) ve 3. Eylemle (14/6/2003 tarihinde Konak ilçesinde bulunan S. Gazetesi'nin bürosuna bulunduğu iş hanının giriş kapısının yanına patlayıcı madde atılması) ilgili olarak, sanığın emniyet aşamasındaki kabulü, bu kabulü geçerli kılan kaldığı evde ele geçirilen patlayıcı maddeler, örgütsel dokümanlar, patlayıcı maddeler ve evdeki parmak izlerinin sanığa ait oluşu, aldırılan ekspertiz raporları, tüm evrak kapsamı dikkate alındığında sanığın savcılık ve mahkeme aşamasındaki inkara yönelik beyanları inandırıcı bulunmamış, sanığın atılı her üç eylemi de işlediği konusunda tam bir vicdani kanaat hasıl olduğu” gerekçede yer almıştır.

66. Başvurucunun gerçekleştirdiği kabul edilen 4. Eylem (2/7/2002 günü Beşiktaş İlçesi Kuruçeşme Cemil Topuzlu Parkına bomba konulması), 5. Eylem (16/7/2002 günü Beyoğlu ilçesi Taksim Gezi Parkına bomba konulması), 6. Eylem (2/9/2002 günü Beşiktaş ilçesi Çırağan Caddesi Ç. Taksi durağı önündeki çöp bidonuna bomba konulması), 7. Eylem (6/9/2002 tarihinde Şişli ilçesi, Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesindeki kıraathaneye bomba konulması) ve 9. Eylem (17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde Adem Köse ve Hakkı Köse'ye ait silahların yağmalanması) ile ilgili olarak sanık A. A.'nın emniyet beyanı, kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

67. Başvurucunun işlediği sabit görülen 8. Eylem (24/1/2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan A. Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi) ile ilgili olarak, sanık A. A.'nın emniyet beyanı, banka çalışanlarının S. D. G., F. K. ve G. E. ile bankada müşteri olarak bulunan N. Y.'ın video kamera görüntülerinde elinde uzun namlulu kaleşnikof markalı silah bulunan şahsın sanık Sami Özbil olduğuna ilişkin beyanı ile yine sanık Sami Özbil'in bu beyanlarını doğrulayan babasının emniyetteki beyanı, sanık A. A.'nın kullandığı hücre evinde ele geçirilen silahlar ve bu silahlara ait ekspertiz raporları ve tüm dosya kapsamı mahkumiyete esas alınmıştır.

68. Başvurucunun işlediği kabul edilen 1., 2. ve 3. Eylemlerin sübutunun, başvurucunun daha sonra kabul etmediği kolluk beyanına ve eylemlerle ilgisi belirtilmeksizin arama sonucunda ele geçirilen patlayıcı maddelere ve diğer malzemelere dayandırıldığı, 4., 5., 6., 7. ve 9. Eylemlerin ise diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği, müdafi olmaksızın alınan gözaltı ifadelerine ve bu sanığın ikametinde ele geçirilen malzemelere dayandırıldığı görülmektedir. Başvurucunun iştirak ettiği kabul edilen 8. Eylem ile ilgili olarak yine diğer sanık A.A.’nın daha sonra içeriğini kabul etmediği kolluk beyanı yanında tanık ifadelerinin hükme esas alındığı görülmektedir.

69. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele ve işkence altında verildiğinin belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi halinde, esasa geçilmeden bu konunun irdelenmeksizin, ikrarın dayanak olarak kullanılmasını önemli bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2007).

70. Bunun yanında gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmaması yönünde bir kurala dayanan uygulama tek başına adil yargılanma şartlarının yerine getirilmemesi sonucunu doğurabilir (Salduz/Türkiye).

71. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlarda dört gün gözaltında tutulduğu görülmektedir.

72. Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendisinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

73. Başvurucunun diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra mahkemede doğrulanmayan ifadesi doğrultusunda anılan eylemeleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucunun savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

74. Yargılama devam ettiği sırada yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, ilk derece yargılamasında bu husus tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.

75. Gözaltı aşamasında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmemesi sonucunu doğurmuştur.

76. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

77. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

78. Başvuruda, Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin giderilmesi için en uygun yolun başvurucunun yeniden yargılanması olacağı açıktır.

79. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiği iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik” KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmaması şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkına ilişkin diğer şikâyetlerin açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 172,50 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

15/10/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ABDULSELAM TUTAL VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2319)

 

Karar Tarihi: 8/4/2015

R.G.Tarih- Sayı: 3/7/2015-29405

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Serruh KALELİ

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Muharrem İlhan KOÇ

Başvurucular

:

Abdulselam TUTAL

 

 

Selim AYDIN

 

 

Emin KOÇHAN

Vekili

:

Av. Mehmet ERBİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, tutuklu olarak devam eden yargılamada savunma kapsamındaki taleplerin reddedilmesi, gözaltında fiziksel ve psikolojik baskı altında müdafi olmaksızın alınan ifadelere dayalı olarak mahkumiyet kararı verilmesi ile verilen hapis cezasının infazının ölünceye kadar devam edecek olması nedenleriyle Anayasa’nın 17., 19. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 28/3/2013 tarihinde İstanbul 12. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 30/5/2013 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm 22/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas hakkındaki incelemenin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

4. Başvuru konusu olay ve olgular 22/11/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 24/1/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

5. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvuruculara 10/2/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular görüşe karşı beyanlarını 17/2/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucular 30/4/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S. G.’nin evlerinde ateşli silahla öldürülmeleri kapsamında, yasadışı İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) örgütüyle bağlantılı olarak bu suçu işledikleri şüphesiyle 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmışlardır.

8. Gözaltına alındığında Abdulselam Tutal 22, Emin 20 yaşında ve Selim Aydın 19 yaşındadır.

9. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde başvurucuların müdafileri olmaksızın 16-17 Mayıs 2004 tarihlerinde isnat edilen suçlamayla ilgili ifadeleri alınmıştır. Düzenlenen tutanaklarda, başvurucuların bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemedikleri ve isnat edilen suçla ilgili ifade vermek istedikleri beyanı ayrıca yer almaktadır.

10. Başvurucuların gözaltı ifadelerinde, cezaevinde bulunan İBDA/C örgütü lideri S. M.’ye zihin kontrolü yoluyla işkence edilmesinden sorumlu olduğu düşünülen İ.G.’nin öldürülmesine karar verilmesi, bu amaçla adresinin tespiti, silah satın alınması/temin edilmesi, olay günü bir kısmı dışarıda gözcülük yaptığı sırada şüphelilerden birinin kurye kıyafetiyle eve giderek anılan kişiyi ve eşini öldürmesi ile olay sonrasına ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır.

11. Başvurucular gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına verdikleri ifadelerde, polis tarafından hazırlanan ifade tutanaklarının baskı altında imzalandığını, avukat yardımından yararlanmalarına imkan verilmediğini, avukatla görüşme ve müdafi yardımından yararlanma yönündeki girişimlerin engellendiğini belirtmişler ve anılan ifadeleri kabul etmediklerini beyan etmişlerdir.

12. Başvurucu Abdulselam Tutal müdafii, nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından 16/5/2004 tarihinde kolluğa havale edilen yazılı müracaatına rağmen şüpheli ile görüştürülmediğini 18/5/2004 tarihli ifade sırasında soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısına bildirmiştir. Diğer başvurucu Emin Koçhan, emniyette boğazı tutularak ve küfredilerek konuşmaya zorlandığını, “burada avukatın bir fonksiyonu yoktur, avukat istemenize gerek yok” şeklinde sözler söylendiğini belirtmektedir. Başvurucu Selim Aydın ise Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, emniyette psikolojik baskı altında hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını beyan etmiştir.

13. Başvurucular, 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Hâkimi tarafından yapılan sorgulama sonrasında 2004/42 Sorgu sayılı kararla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla tebdil ve ilgaya teşebbüs etmek ve bu amaçla eylem gerçekleştirmek suçundan tutuklanmışlardır. Başvurucular sorgularında gözaltı ifadelerini kabul etmediklerini, gözaltında avukatla görüştürülmediklerini, uykusuz bırakıldıklarını, kendilerine küfür edildiğini ve baskı uygulandığını belirterek suçlamaları reddetmişlerdir.

14. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucuların aralarında olduğu sanıklar hakkında düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede, İBDA/C örgütü lideri S. M.’nin “Telegram-Zihin Kontrolü” isimli kitapta kendisine uygulanan işkence metotlarının, ismini açıkça yazmadan İ.G.’nin eseri olduğunu belirttiği, bu kitabın tanıtımı ile ilgili olarak bir dergide İ.G’nin adının açık olarak yazıldığı, başvurucuların bu nedenle anılan şahsı öldürmeye karar verdikleri ve gözaltı ifadelerinde belirtilen şekilde eylemi gerçekleştirdikleri belirtilmiştir.

15. Tutuklu olarak devam eden yargılamada başvurucular, gözaltı ifade tutanaklarının içeriğini kabul etmediklerini, ifade tutanaklarının baskı ve yanıltmaya dayalı olarak imzalatıldığını, isnat edilen suçla ilgili kabul etmedikleri gözaltı ifadeleri dışında maddi bir delil olmadığını belirterek serbest bırakılmalarını talep etmişlerdir.

16. İlk Derece Mahkemesi 18/10/2004 tarihli duruşmada, başvurucuların gözaltı sonrası alınan doktor raporlarını dikkate alarak kötü muamele iddialarıyla ilgili bir karar vermemiş, başvurucuların bu konuda ilgili mercilere müracaat etmekte serbest olduklarını belirtmiştir.

17. 28/2/2005 tarihli duruşmada, soruşturma aşamasında şüpheli olarak gözaltına alınan ve daha sonra tanık olarak beyanda bulunan S. A. ve İ. K., başvuruculara gözaltı sırasında kötü muamelede bulunulduğunu, başvurucu Abdulselam Tutal’a yemek fişinin altında avukat istemediğine dair tutanak imzalatıldığını gördüklerini beyan etmişlerdir.

18. Davanın 11/7/2005 tarihli duruşmasında, olayın meydana geldiği binanın bazı dairelerinde tadilat olduğu belirtilerek çalışanların tespiti ve tanık olarak dinlenilmeleri talep edilmiş, ancak bu talep Mahkeme tarafından reddedilmiştir.

19. Daha önce duruşma günü olarak belirlenmeyen 2/6/2009 tarihinde başvuru üzerine celse açılarak tanık Ç.E.’nin beyanı alınmıştır. Bununla birlikte, bu tanık yargılama kapsamında başvurucular ve müdafilerinin olduğu 23/11/2005 tarihli duruşmada daha önce beyanda bulunmuş ve İ.G. ve eşinin öldürülmesiyle ilgili görgüye dayalı bilgisinin olmadığını ifade etmiştir.

20. Yargılama devam ettiği sırada, gözaltında kötü muamele ve baskıya maruz kalındığı yönündeki şikayetler üzerine yürütülen soruşturmada Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı 27/4/2006 tarihli ve Soruşturma No: 2004/26798 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

21. Yargılama sonunda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararıyla başvurucuların da aralarında bulunduğu beş sanık, İBDA/C örgütü adına bu eylemi işledikleri gerekçesiyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs suçundan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin birinci fıkrası kapsamında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

22. Mahkumiyet kararının gerekçesinin sonuç kısmı, “sanıklar her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ.G.'e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A.E'nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B.'nin olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasadışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına… gerçekleştirdikleri kanaatine varılmış” şeklindedir.

23. Mahkumiyet kararları Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamıyla onanmıştır.

24. Bu karar başvuruculara 1/3/2013, 8/3/2013 ve 21/3/2013 tarihlerinde tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucular 28/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

26. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

 4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

 a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

 b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

 c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

 d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

 e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

27. 1412 sayılı Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

28. 1412 sayılı Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

29. 1412 sayılı Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

30. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı (mülga) Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.”

31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

32. 4/1/2011 tarihli ve 5275 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

 (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

33. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, "Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar" başlıklı Dördüncü Bölüm, "Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar" başlıklı Beşinci Bölüm, "Milli Savunmaya Karşı Suçlar" başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

34. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 28/3/2013 tarihli ve 2013/2319 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

36. Başvurucular,

 i. Gözaltında baskı ve tehditle ifade tutanaklarının imzalatıldığını, müdafi yardımından yararlandırılmadıklarını, yargılama sürecinde tanıkları sorgulama imkânı verilmediğini, yargılama konusu olayın araştırılması taleplerinin reddedildiğini, lehe deliller dikkate alınmadan müdafi olmaksızın alınan ifadelere dayalı olarak ve tutuklu olarak devam eden yargılama sonunda mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek adil yargılanma hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliğinin,

 ii. Yargılama sonunda ölünceye kadar infazı devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma yasağının,

 ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve yargılamanın yenilenmesiyle birlikte tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliğine İlişkin İddialar

37. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

38. Başvurucular 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmışlar ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi hâkimi tarafından tutuklanmışlardır.

39. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk halinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hali devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).

40. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hüküm verildiği tarihtir. Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır (M. Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).

41. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, mahkumiyet kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını belirtmiştir (M. Emin Kılıç, § 28).

42. Somut olayda başvurucular İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.

43. Başvurucuların yargılama kapsamında 14/5/2004-25/1/2012 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüklerinden yoksun bırakıldıkları, mahkûmiyet kararından sonraki özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyete bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.

44. Bu belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak, başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkına İlişkin İddialar

45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

46. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;

…”

47. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22)

48. Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından, başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

49. Adalet Bakanlığı, Anayasa’nın adil yargılanma hakkına ilişkin hükümlerinin, AİHS’nin 6. maddesi ve bu maddeye ilişkin AİHM’nin içtihatları ışığında yorumlanması ve uygulanmasının doğru olacağını değerlendirdiğini belirtmekte ve AİHM’nin Salduz/Türkiye kararında ilgilinin kolluk aşamasında avukattan yararlanma hakkını incelediğini (Salduz/Türkiye [BD], B. No. 36391/02, 27/11/2008), bu kararda öncelikle adil yargılanma hakkının hazırlık soruşturmasını da kapsayan en temel haklardan biri olduğunu vurguladığını, delillerin toplanması aşamasında ilgili mevzuat karmaşık olduğundan, ilgilinin haklarının korunması için avukat yardımından faydalanmasının zorunlu olduğunu, ayrıca adil yargılanma hakkının, iddia makamının baskı ve zorlama olmaksızın elde ettiği delillerle iddiasını ispat etmesi gerekliliğini de kapsadığını belirtmektedir. Sonuç olarak AİHM’nin, her davanın kendine has koşulları içinde bazı kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte, ilgiliye kolluk tarafından ilk sorgulanmasından itibaren avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğunun belirtildiği ifade edilmektedir.

50. Adalet Bakanlığı, yargılama kapsamında 18/10/2004 tarihli duruşmada, başvuruculardan Abdulselam Tutal vekilinin “…polisteki ifadesinde müvekkilimin 2 ve 6 sayfasındaki imzalar kendisine ait değildir bu hususta adli tıp incelemesi yapılmasını talep ederim…” şeklindeki talebi üzerine, aynı duruşmanın 5 no.lu ara kararı ile bu hususun araştırılmasına karar verildiğini, başvuran vekilinin bu talebi ile ilgili 18/3/2010 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunun, 4/6/2010 tarihli duruşmada başvuruculara bildirildiğini, incelenen belgedeki imzanın başvurucu Abdulselam Tutal’ın eli ürünü olduğu yönünde görüşüne yer verildiğini belirtmiştir.

51. Başvurucular Adalet Bakanlığı görüşüne karşı başvuruda ifade ettikleri hususları tekrarlamışlardır.

52. Adil yargılanma hakkı kişilere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle, bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi, mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfiliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

53. Başvurucular genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ve bu kapsamda esas olarak, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini ileri sürmektedirler.

54. AİHS’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983, Kazım Albayrak, B. No:2014/3836, 17/9/2014, § 28).

55. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, B. No:2014/3836, 17/9/2014, § 29).

56. AİHS’nin anılan maddesi herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B.No: 13972/88, 24/11/1993, § 36-38). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B.No: 18731/91, 8/2/1996, § 63, Magee/Birleşik Krallık, 6/6/2000, B. No: 28135/95, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel unsurlarında biridir (Poitrimol/Fransa, B.No: 14032/88, 23/11/1993, § 34, Kazım Albayrak, B. No:2014/3836, 17/9/2014, § 30).

57. Bununla birlikte AİHM, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

58. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 59; Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, Aksin ve diğerleri/Türkiye).

59. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, § 55, 56; Kazım Albayrak, § 31).

60. Somut olayda, başvurucuların 14/5/2004 tarihinde yakalanmaları sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade verinceye kadar gözaltında tutuldukları görülmektedir. Gözaltı ifade tutanaklarında başvurucuların kendileri ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar yer almaktadır.

61. Başvurucuların gözaltında bulundukları sırada yürürlükte olan mevzuat kişilerin bir avukatın hukuki yardımından yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak bir kısıtlama öngörmemektedir. Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak kişinin talebine bağlıdır (§ 28, 29).

62. Başvurucuların ifade tutanaklarında 1412 sayılı Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar belirtilmektedir. Başvurucuların kolluk ifade tutanaklarında bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemedikleri hususu matbu olarak yer almaktadır.

63. Bununla birlikte, başvurucular gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdikleri ifadelerinde, emniyette psikolojik ve fiziksel baskı altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldıklarını, tutanakların içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediklerini beyan etmişlerdir.

64. Başvurucular hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerine dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesi (§ 22) dikkate alındığında, gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir.

65. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hakim önünde reddedilmesi halinde, bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

66. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit halinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında, ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87, Magee/Birleşik Krallık, § 43).

67. Bu kapsamda, başvurucuların gözaltında kötü muameleye maruz kaldıkları ve bu nedenle ifade tutanaklarını imzaladıkları yönündeki iddialarını doğrulayan somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucuların bu iddialar temelinde insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği yönünde ayrı bir şikâyetleri de yoktur.

68. Baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz önünde bulundurulmasına engel değildir (Kolu/Türkiye, B. No: 35811/97, 2/8/2005).

69. Başvurucular, yasadışı bir örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve böylece anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmışlar ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.

70. Yargılama sırasında suçsuz olduklarını ve suçla ilgilerini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucuların gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hakim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmedikleri, ifade tutanaklarının baskı ve yanıltmayla imzalatıldığını belirttikleri görülmektedir.

71. Başvurucuların savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına alınan ancak haklarında kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan ifadeler hükme esas alınmıştır.

72. Bu çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunmalar ve beyanlar dikkate alındığında, başvurucuların dört günlük gözaltı sırasında bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettikleri her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucuların bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildikleri somut olarak ortaya konulamamıştır.

73. Başvurucuların kabul etmedikleri ifadelerinin mahkûmiyetlerine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

74. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de, dava anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

75. Başvurucuların gözaltında avukat yardımından yararlanamamaları ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple, yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

76. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

77. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden

78. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

80. Başvurucular maddi tazminat taleplerinin dayanağını yargılama kapsamında özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmeleri muhtemel çalışma gelirlerinden mahrum kalmaları olarak göstermişlerdir. Ancak, ihlalin gözaltında avukat yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında, maddi tazminata ilişkin taleplerin ihlalin doğrudan sonucu olmadığından reddine karar verilmesi gerekir.

81. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin giderilmesi için en uygun yolun başvurucuların yeniden yargılanmaları olacağı açıktır.

82. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucuların kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlal edildiği yönündeki iddialarının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

B. Başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

C. Başvurucuların gözaltında avukat yardımından yararlanamamaları nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,

D. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin ayrıca incelenmesine yer olmadığına, OYBİRLİĞİYLE,

E. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

F. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE,

G. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar verildiğinden, ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların ayrıca incelenmesine YER OLMADIĞINA, Serruh KALELİ’nin karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

H. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,

İ. Ödemenin, kararın tebliğinden sonra Maliye Bakanlığına yapılacak başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OYBİRLİĞİYLE,

8/4/2015 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

Başvurucular, şikayetlerine konu eylem ve kamu gücü işlemlerini müracaat dilekçelerinde anlatırken, önce yakalanmalarından başlayarak, savcılıkta ve hakimlikte verdikleri ifadeleri ve duruşmalarda yapılanları kronolojik sırayla yazmışlar, ifadelerinden, emniyette uğradıkları kötü muamele, eziyet ve gördükleri işkenceye dayalı ifade sonucu tutuklu yargılandıkları ve tahliye taleplerinin de reddedildiği bir yargılama süreci geçirdiklerini anlattıkları anlaşılmıştır.

Başvurucuların temel şikayeti ilk olarak, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığının gelişim hakkı ve bu hakla ilintili, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer alan yaşama hakkı ve 3. maddesinde yer alan işkence yasağı yönündedir. İkinci olarak da Anayasa’nın 19. maddesinde yer alan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan yargı mercileri önünde iddia ve savunma hakkına sahiplik olgusu ile bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin ilgili suç ile itham edilen kişilerin sahip olduğu haklar kapsamından bahsettiği görülmektedir.

Nitekim, bu maddeler kapsamına giren olayları da başvuru formunda;

- Tehdit, hakaret, psikolojik ve manevi baskıya uğramak, kafalarına vurulmak,

- Gözaltında ve emniyette avukat yardımından faydalandırılmamak,

- Zorla istem dışı yazılı evrak imzalatılmak,

- Hukuka aykırı alınan ifadelere dayalı hüküm kurmak,

- Lehe olan tanık ve belgelerin dinlenme ve elde edilme taleplerine itibar edilmemek,

- Sanık ve avukatların tanıklara çapraz soru yapma hakkını tanımamak ve,

- Müebbet hapis cezasının niteliği itibarı ile yaşam hakkını korumadığı şeklinde ifade etmişlerdir.

Ayrıca uğradıkları haksızlığın giderimi için ise mahrum kaldığı gelir miktarını ispatlayabilmek ve çalışmadığı süreyi anlatabilmek için tutukluluk haline vurgu yaparak tazminat istemişlerdir. Tazminatın hak edilebilirliği için tutuklulukta geçen süreyi, kaybedilmiş- kazanılamamış kâr dönemini açıklayabilmek için ifade ettikleri, Asli şikayetlerinin tutuklanma ve tutuklu yargılanma değil, yargılama sürecinin tutuklu geçmesine sebep olan hukuksuz uygulamalar ve yargılama sürecindeki hukuka aykırılıklar olarak anlamak gerekir.

Özetle başvurucular Anayasa’nın 19. maddesinde ki kişi hürriyet ve güvenliğine yönelik iddialardan ziyade temelde ifadelerinin alınışından başlayan hukuksuzluklara atıfta bulunmuş bununda işkence ve eziyet altında alınan ifadeler nedeniyle oluştuğunu, eylemsel kamu gücü müdahalesinin, netice hukuksal haksız zarara yol açtığını ifade etmeye çalışmışlardır.

O halde Mahkemenin incelemesi kabul edilebilirlik yönünden gerçek şikayet konusu olmayan kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin tutma, tutukluluğun kanuniliği iddiaları açısından değil, kişi dokunulmazlığını, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına yönelmiş Anayasa’nın 17. maddesi yönünden yapmalıydı.

Gerekçeli kararımızda yer alan kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin iddialar başlığı altındaki 34 ve 41. paragraflar hukuki içerik itibarı ile doğru olmakla birlikte, başvurucunun talebinin karşılığı değildir.

Mahkemece ulaşılan netice değerlendirme adil yargılanma hakkı ihlali iddiası kapsamında başvurucuların sorgulanmasında Avukat yardımından yararlandırılmamaya özgülenmiş (45. - 48. paragraflar) ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ilişkin iddialar kabul edilebilirlik yönünde hiçbir incelemeye bu aşamada tabii tutulmamıştır. Bu eksik inceleme sonucunda esasa ilişkin değerlendirmede ise Avukat yardımından yararlandırılmadan yapılmış yargılamanın, hak ihlali olduğunu tespit eden mahkememiz dosyayı yeniden yargılama yapılması için mahkemesine gönderme kararı vermiştir.

Bu karar ile yapılacak yeniden yargılamada Avukat yoksunluğunda alınan ifadeler, gözaltında uğradıklarının iddia edildiği eziyet, işkence, baskıya uğradıklarına ilişkin itibar edilmemiş iddialar ve lehe tanıkların ifadelerine başvurma gerekliliği yargılama bütünlüğü içinde yeniden gözden geçirilecektir.

Hal böyle iken, verilen bu karar gereği gözden geçirilemeyecek tek husus ise başvurucunun Adil yargılanma hakkı kapsamında görülen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ilişkin iddiaları olacaktır. Çünkü Mahkememizin bu açık iddiayı, yapılacak yeniden yargılama sürecinde önceki cezadan sanık lehine çıkabilecek farklı bir sonuç ihtimaline bırakmış, iddiayı karşılamaktan uzak durmuştur.

Başvurucular, ölünceye kadar sürecek bir cezanın insan hakkı ihlali olduğunu, kendilerinin de terör suçlusu sayıldığını ve bu kapsamda hükmedilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasın da cezaların infazı hakkındaki kanunda yer alan şartlı salıvermeye ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını ve cezanın ölene kadar devam edeceğini söylemektedirler.

Anayasa’nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi kapsamındaki bu iddianın kararımızda esas yönünden incelenmediğine göre kabul edilemez, incelenemez bulunuşunun ya da kabul edilebilirlik kriterlerine uymadığının bir açıklanması bulunması gerekirken, bu konuda bir gerekçe kullanılmamış, somut iddianın dosyada Anayasa’nın 36. maddesi ile karşılanan Avukat yardımından yararlandırılmamış olması haline ilişkin ihlalin gölgesinde kaldığı anlaşılmaktadır. Bu kabule katılmaya olanak yoktur.

Mahkememiz başvuranların iddialarının hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp iddiaları kendisi niteleyebilmekte ve bu kapsamda karşılamaktadır.

Somut davada anılan iddia ne kabul edilebilirlik ne de esas yönünden aşamaları da değerlendirilmeye alınmamıştır. Başvuruda yer alan bir başka iddia kapsamında Mahkememizce bulunmuş ihlalin varlığı ve onun niteliği, özü insan onuruna saygıya dayalı İnsan Hakları Sözleşme sisteminin ve temel insan hak ve hürriyetinin ihlali sayılabilecek son derece önemli bu iddiayı incelemenin önüne geçmemeli, hukuki değerlendirmesini, yeniden yargılamanın olası sonuçlarına bırakmamalıydı.

Örneğin, işkence görüldüğü sabit bir olayda, etkin soruşturma yapılmadığı iddiasının da kabulü halinde, işkence iddiası yapılacak bir etkili soruşturma içinde tespit edilebilir, o halde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 13. maddesinden ihlal bulduk Sözleşmesi’nin 2. maddesinden ihlal incelemesine gerek yok denilebilecek midir?

Yeniden yargılanıp beraat etme veya koşullu salıverme hükümlerinden yararlanma hakkına sahip olacağı varsayımı başvurucuda insan haysiyeti ile bağdaşmamış bir cezaya çarptırılmış olmak duygusuyla yaşanmışlığı yok etmiş ya da, ortadan kaldırmış mı olacaktır.

Bir ihlal ya da ihlale konu iddianın yer aldığı olgu, somut da ve geçmiş zaman sürecinde doğmuş ve sabittir.

Anılan aykırılık tespit edilmeli ve hukuk dünyasında olması gereken etkili alanında yer almalıdır. Bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 3.madde kapsamında bu konuda verdiği ihlal kararları önümüzde durduğunda, infazda şartlı salıverme haklarını ortadan kaldıran düzenlemelerin Anayasa ve Sözleşme’ye uygunluğu net bir tartışma alanı olup, yasa koyucu ve mahkemelere düşen (Anayasa Mahkemesi gibi) ihlalleri tespit ve uygulanabilirliğini önlemedir. Bu nedenle de Anayasa Mahkemesi, somut davada ki gibi bir başka ihlal sonucuna bağlı olarak somut iddiayı incelemekten kaçınmamalı, bu yönde oluşmuş kararda yer alan inceleme usulü görüşü Anayasa Mahkemesi’nin hukuk düzeni bütünündeki etkili Anayasal şikayetleri inceleme görevi karşısında geçerli olmamalıdır.

Somut iddianın değerlendirilmesine gelince;

Başvurucular ölünceye kadar infazı devam edecek bir ceza verilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedirler.

Adalet Bakanlığı başvuruya konu somut olaydaki şikâyetin Anayasa’nın 17. maddesi ve AİHS’nin 3. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirttikten sonra, AİHM’nin yerleşmiş içtihatlarına göre, AİHS’nin 3. maddesi Sözleşme’de… tanımlanan hak ve özgürlükleri egemenliği altında bulunan herkes için güvence altına alır diyen AİHS’nin 1. maddesi ile birlikte yorumlandığında, devletlerin kendi egemenlik alanlarında bulunan bireylerin, özel kişilerin kötü muameleleri dahil, herhangi bir şekilde işkenceye ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye tabi tutulmalarını engellemeyi amaçlayan tedbirler almalarını gerektirir.

9/7/2013 tarihli Vinter/İngiltere (B. No:66069/09, 130/10, 3896/10) Büyük Daire kararında, müebbet hapis cezasının tek başına AİHS’nin ihlaline neden olmayacağını, bu tür bir cezanın AİHS’nin 3. maddesi ile uyumlu olması için, serbest bırakılma olasılığı ile birlikte yeniden gözden geçirme olasılığının da bulunmasının gerekli olduğu,

Müebbet hapis cezasının süre bakımından hukuki ve fiili olarak indirilebilir bir ceza olması gerektiği, aksi halde AİHS'nin 3. maddesinin ihlal edilmiş olacağının belirtildiği, ayrıca, hükmün verildiği an itibarıyla belirli olan bir süre sonunda yetkililer tarafından cezanın gözden geçirilerek, hükümlünün rehabilitasyonuna yönelik önemli gelişmelerin olup olmadığının ve kişiye müebbet hapis cezası verilmesi için geçerli olan gerekçelerin halen devam edip etmediğinin belirlenmesine yönelik bir sistem kurulması gerektiği, bununla birlikte yapılacak değerlendirmenin kişinin serbest bırakılacağı anlamına gelmeyeceği,

Hükümlü şahsın, hüküm verildiği tarih itibarıyla ne kadar süre sonra cezasının yeniden gözden geçirileceğini, tahliye şartlarını, serbest bırakılabilmesi için cezaevinde nasıl davranması, neler yapması gerektiğini bilebilmesi hususları üzerinde durulduğu, yerel mevzuatta yukarıdaki paragrafta belirtilen mekanizmaların ve imkânların bulunmaması durumunda, sanığın müebbet hapis cezasına mahkûm edildiği an itibarıyla AİHS'nin 3. maddesi ihlal edilmiş olacağını ifade etmiştir.

Başvurucular ölünceye kadar infazı devam edecek bir hapis cezası verilmesi nedeniyle ayrıca yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de, ölünceye kadar infazına devam edilecek bir hapis cezasına ilişkin şikâyetin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye tabi tutulma yasağı çerçevesinde Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve AİHS’nin 3. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı"başlıklı 17. maddesinde "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir" denilmektedir. Buna göre kişinin yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez, vazgeçilmez temel haklardandır. Bu haklara karşı her türlü engelin ortadan kaldırılması da Devlete görev olarak verilmiştir. Bu itibarla kişilerin yaşayışlarına ilişkin yasal düzenlemeler "maddî ve manevî varlığını koruma hakkını” önemli ölçüde zedeleyecek veya ortadan kaldıracak kuralları içeremez (Anayasa Mahkemesinin 22/5/2014 tarih ve E.2013/137, K.2014/94 sayılı kararı)

Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz"denilerek, bireyin başkalarının ya da kendisinin gözünde küçük düşüren,insan haysiyetiylebağdaşmayan veya onur kırıcı ceza ya da muameleye tabi tutulamayacağı öngörülmüş ve Anayasa Mahkemesi kararlarında, insan haysiyeti kavramı da insanın hangi durum ve şartlar altında bulunursa bulunsun sırf insan olması nedeniyle sahip olduğu değerin tanınması ve sayılması olarak ifade edilmiştir. Bu bağlamda, işlediği bir suç nedeniyle bireyin dayak, teşhir, aleni infaz ve benzeri bedensel ceza ya da muameleye maruz kalmasının insan onuruyla bağdaşmayacağı belirtilmiştir (E.2013/137, K.2014/94 sayılı karar)

Cezanın caydırıcılığı ve suçlunun toplumla uyum sağlayabilmesi başka bir deyişle topluma yeniden kazandırılması, ceza politikasının temel ilkelerden birini oluşturur. Suçun niteliği ve toplumun buna verdiği önem, cezanın tür ve miktarına esas olur. Bu husus, devletin cezalandırma politikasına uygun olarak yasa koyucunun bu konudaki değerlendirmesine ve takdirine göre belirlenir. Ancak, cezanın infazı, suçlunun topluma uyum sağlamasını ve topluma yeniden kazandırılmasını amaçlar (E.1991/18, K.1992/20, 31/3/1992).

Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına uygun olarak5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." denilmiş; yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir."hükmüne yer verilmiştir. Böylelikle, ceza infaz kurumlarında tutulan hükümlülerin cezaları infaz edilirken, infazın hükümlü üzerinde zalimane, aşağılayıcı ve insanlık dışı etki yapmasının engellenmesi ve cezanın insan onuruna yakışır bir biçimde yerine getirilmesi ve infazda gerekli özenin gösterilmesi yükümlülüğü ifade edilmiştir (E.2013/137, K.2014/94, 22/5/2014)

Bir mahkûmiyetin sonucu olan hapis cezasının infazının doğuracağı psikolojik etkilerin de, cezanın insan onuruna yakışır bir biçimde yerine getirilmesi ilkesine uygun olması gerekir. Bu kapsamda bir cezanın infazının onur kırıcı olmaması, maddi ve manevi varlığı yok edici nitelik taşımaması gerekir. Bu nedenle belirli suçlar nedeniyle verilen müebbet hapis cezasının infazının, suçlunun topluma yeniden kazandırılması amacının gerçekleştirilmesi imkânını ortadan kaldıracak nitelikte olması nedeniyle temel ilkelere uygun olduğu söylenemez.

Müebbet hapis cezasından yatanlar dâhil, bütün mahkûmlara rehabilitasyon ve bu rehabilitasyon başarıyla sonuçlanırsa serbest bırakılma şansının sunulması ilkesine artık Avrupa ve uluslararası hukukta açık destek bulunmaktadır (Vinter ve diğerleri/İngiltere, § 114).

 İnfaz sürecinde belirli bir süre sonunda bu kapsamdaki cezanın gözden geçirilerek, rehabilitasyona yönelik önemli gelişmelerin olup olmadığının ve müebbet hapis cezası verilmesi için geçerli olan gerekçelerin halen devam edip etmediğinin belirlenmesine yönelik bir uygulama yapılamamaktadır. Bu durum, başvurucuların bir gün serbest kalma umudu olmaksızın, af veya sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile cezalarının hafifletilmesi veya kaldırılması durumu olmaması halinde, ölünceye kadar hapsedilmeleri sonucunu doğurmaktadır.

Kanunda yer alan suçlar nedeniyle verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının hafifletilmesi, sonlandırılması veya şartlı tahliye amacıyla gözden geçirilmesi imkânının sağlamasının, (geçerli nedenlerle cezanın infazına devam edilse dahi) insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza verilmesi yasağı yönündeki Anayasal ilke bakımından gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, başvurucuların müebbet hapis cezalarının sabit ve gözden geçirilmez bir şekilde infaz edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza verilmesi yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Nitekim, 18/3/2014 tarihli 2. Dairenin B. No: 24069/03, 197/04, 6201/06, 10464/07sayılı başvurularına karşı verilen ÖCALAN kararında,

- Şikayetin hiçbir kabul edilemezlik engeli ile karşılaşmadığını(bizim kararın aksine) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi kapsamında inceleneceğini mahkemenin müebbet hapis cezasına mahkum edilen bir mahkumun serbest kalma şansına sahip olup olmadığının değerlendirileceğini Mahkemenin bu konudaki içtihatına bakıldığında, ulusal hukukun, müebbet hapis cezasının infazını askıya alındığı veya sonlandırıldığı veyahut da hükümlünün şartlı tahliyesi amacıyla cezasının indirilmesi amacıyla tekrar gözden geçirilmesine imkan tanıdığı durumlarda, 3.maddenin gereklerine uygun davranıldığı sonucu ortaya çıkacağına vurgu yaparak (Vinter ve diğerleri (BD) kararı, par. 108 ve 109) Cezalandırmanın BİEBER davasında denildiği gibi caydırıcılığı, kamu korumasını ve ıslahını içermesi gerektirdiğini, bu temeller müebbet hapis cezası verildiğinde de mevcut olmalıdır demektedir.

Ayrıca, şartlı tahliye olmaksızın bir müebbet hapis mahkumu serbest bırakılma ümidi olmaksızın ve cezasının gözden geçirilmesini isteme ihtimali olmadan hapsedilirse, suçunu asla telafi edememe riski bulunmaktadır: mahkûm cezaevinde ne yaparsa yapsın, ıslah yoluyla gelişimi ne kadar olağanüstü olursa olsun, cezası sabit ve gözden geçirilemez kalacaktır. Gerçek şu ki, cezalandırma zamanla daha ağır hale gelmektedir: mahkûm ne kadar çok yaşarsa, cezası da o kadar çok olacaktır. Böylece, bir şartlı tahliye olmaksızın müebbet hapis cezası uygulanma zamanında hak edilmiş bir ceza olsa bile, zamanın geçmesiyle birlikte - Wellington davasında Lord Justice Laws’ın kelimeleriyle ifade edilirse – adaletin ve orantılı cezalandırmanın zayıf bir güvencesi haline gelecektir(…).

Mahkeme aynı zamanda, önündeki karşılaştırmalı ve uluslararası hukuk materyallerinin, müebbet hapis cezasının uygulanmasından sonra yirmi beş yılı geçmeyecek bir gözden geçirmeyi ve sonrasında da periyodik gözden geçirmeyi güvence altına alan özel bir mekanizma kurulmasına açık bir destek verdiğini de gözlemler.

Dolayısıyla iç hukukun böyle bir yeniden değerlendirme ihtimalini düzenlemediği durumlarda, bir mutlak müebbet cezası Sözleşme’nin 3. maddesinin gereklerine aykırı olarak kabul edilecektir.

Gerekli yeniden değerlendirme, zorunlu olarak hükmün verilmesinden sonra ileriye dönük bir olgu olmasına karşın, bir mutlak müebbet hapis cezası mahkumu, cezasına eklenen hukuki koşulların 3. madde gereklerini bu açıdan yerine getirmediği şikayetini ileri sürebilmeden önce, süresi belli olmadan yıllarca beklemek ve cezasını çekmek yükümlülüğünde olmamalıdır. Bu hem hukuk güvenliği ilkesine hem de Sözleşme’nin 34.maddesinde mağdur kavramına verilen anlam kapsamında mağdur statüsü hakkındaki genel ilkelere aykırı olacaktır. Bundan başka, bir cezanın verildiği zaman iç hukuka göre indirim yapılamaz olduğu durumlarda, belirsiz, gelecekteki bir tarihte, gösterdiği ıslaha göre serbest bırakılmasının değerlendirilmesine olanak sağlayacak bir mekanizmanın uygulanacağını bilmeden, bir mahkumun kendi ıslahı yönünde çalışmasını beklemek tutarsız olacaktır.

Dedikten sonra özetle, şikayetleri haklı ve Sözleşme’nin 3. maddesini ihlal eder nitelikte bulmuştur.

Yukarıda açıklanan gerekçeler ile Genel Kurul’un 8/4/2015 günlü toplantıda Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların incelenmesine yer olmadığına şeklinde oluşan çoğunluk görüşüne katılınmamıştır.

 

Başkanvekili

Serruh KALELİ

--

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BURHANETTİN YALÇIN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2578)

 

Karar Tarihi: 8/9/2015

R.G. Tarih- Sayı: 23/10/2015-29511

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Burhanettin YALÇIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sürecinde kanuni hakların hatırlatılmaması, avukat yardımından yararlandırılmama, kötü muamele uygulanması, avukatın ifade alma işlemine katılmasına izin verilmemesi, gözaltı aşamasındaki işlem ve kötü muameleler ile soruşturma işlemlerine ilişkin iddia ve taleplerin mahkemece karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının; bir sınır belirtilmeksizin ölünceye kadar hapis cezası verilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 3/4/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 22/4/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 30/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık), 30/6/2015 tarihinde başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneğini görüş için gönderilmiştir.

6. Aynı konu ve şikâyetler kapsamında daha önce karar verilmiş olması (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015) nedeniyle Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince başvuru, Bakanlık cevabı beklenmeksizin kabul edilebilirlik ve esas yönünden incelenmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin, evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma başlatılmıştır.

9. Başvurucu, maktullerin ateşli silahla öldürülmeleri olayı kapsamında, yasa dışı İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) örgütüyle bağlantılı olarak bu suça iştirak ettiği şüphesiyle 15/5/2004 tarihinde gözaltına alınmıştır.

10. Başvurucu gözaltına alındığında 20 yaşındadır.

11. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, başvurucu ve diğer şüphelilerin, isnat edilen suçla ilgili ifadeleri alınmıştır. Bu kapsamda başvurucunun ifadesi 17/5/2004 tarihinde alınmıştır. Düzenlenen tutanaklarda, başvurucunun bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemediğine ve isnat edilen suçla ilgili ifade vermek istediğine yönelik beyanları yer almaktadır.

12. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltı sürecinde alınan ifadelerinde, cezaevinde bulunan İBDA/C örgütü lideri S.M.ye zihin kontrolü yoluyla işkence edilmesinden sorumlu olduğunu düşündükleri İ.G.nin öldürülmesine karar verilmesi, bu amaçla adresinin tespiti, silah satın alınması/temin edilmesi, olay günü bir kısmı dışarıda gözcülük yaptığı sırada şüphelilerden birinin kurye kıyafetiyle eve giderek anılan kişiyi ve eşini öldürmesi ile olay sonrasına ilişkin ayrıntılı anlatımlar bulunmaktadır.

13. Başvurucu, gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede, polis tarafından hazırlanan ifade tutanaklarını baskı altında imzalamaya mecbur bırakıldığını, dört gün boyunca uykusuz kaldığını, görevlilerin isteklerine uymak zorunda kaldığını ve direnemediğini belirterek kolluk görevlilerince alınan ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.

14. Başvurucu ve diğer şüpheliler, 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM hâkimi tarafından yapılan sorgulama sonrasında 2004/42 Sorgu sayılı kararla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı zorla tebdil ve ilgaya teşebbüs etmek ve bu amaçla eylem gerçekleştirmek suçundan tutuklanmışlardır. Başvurucu, avukatının hazır bulundurulmadığı sorgusunda, suçlamaları kabul etmediğini, Cumhuriyet savcısı huzurundaki savunmasını kabul ettiğini, kolluktaki savunmasını kabul etmediğini, anılan savunmasında anlattıklarının olduğu gibi yazılmadığını, görevlilerin kendilerince bir şeyler yazıp imzalattıklarını, uykusuz bırakıldığını, avukat istediği hâlde istemediğine dair tutanak imzalatıldığını, bir önceki gece sabaha kadar kendisini sorgulayan polis memurları tarafından iki kolundan tutulmuş vaziyette yer gösterme işlemi yapıldığını beyan etmiştir.

15. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca, başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede, İBDA/C örgütü lideri S.M. tarafından yazılan “Telegram-Zihin Kontrolü” isimli kitapta, kendisine uygulanan işkence metotlarının, ismini açıkça yazmadan İ.G.nin eseri olduğunun belirtildiği ve bu kitabın tanıtımı ile ilgili olarak bir dergide İ.G.nin adının açık olarak yazıldığı, başvurucu ve diğer şüphelilerin bu nedenle anılan şahsı öldürmeye karar verdikleri ve gözaltı ifadelerinde belirtilen şekilde eylemi gerçekleştirdikleri iddia edilmiştir.

16. Tutuklu olarak devam eden yargılamanın 18/10/2004 tarihli oturumunda başvurucu, gözaltı sürecinde düzenlenen ifade tutanaklarının içeriğini kabul etmediğini, anılan tutanakların baskı ve yanıltmaya dayalı olarak imzalatıldığını ileri sürmüş, tahliye ve beraatine karar verilmesini talep etmiştir. Aynı oturumda ilk derece mahkemesi, başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltı sonrası alınan doktor raporlarını dikkate alarak kötü muamele iddialarıyla ilgili bir karar vermemiş, başvurucuların bu konuda ilgili mercilere müracaat etmekte serbest olduklarını belirtmiştir.

17. Yargılamanın 28/2/2005 tarihli oturumunda, soruşturma aşamasında şüpheli olarak gözaltına alınan ve daha sonra tanık olarak beyanda bulunan S.A. ve İ.K., şüphelilere gözaltı sırasında kötü muamelede bulunulduğunu; şüpheli A.T.ye, avukat istemediğine dair yemek fişine tanzim edilmiş bir tutanak imzalatıldığını gördüklerini beyan etmişlerdir.

18. Yargılamanın 11/7/2005 tarihli oturumunda, olayın meydana geldiği binanın bazı dairelerinde tadilat olduğu belirtilerek çalışanların tespiti ve tanık olarak dinlenilmeleri talep edilmiş ancak bu talep Mahkeme tarafından reddedilmiştir.

19. Başvuru üzerine, daha önce duruşma günü olarak belirlenmeyen 2/6/2009 tarihinde celse açılarak tanık Ç.E.’nin beyanı alınmıştır. Bununla birlikte bu tanık daha önce, yargılama kapsamında başvurucular ve müdafilerinin hazır bulundukları 23/11/2005 tarihli duruşmada 2/6/2009 tarihli ifade ile benzer mahiyette beyanda bulunmuş ve İ.G. ve eşinin öldürülmesiyle ilgili görgüye dayalı bilgisinin olmadığını ifade etmiştir.

20. Yargılama devam ettiği sırada, gözaltında kötü muamele ve baskıya maruz kalındığı yönündeki şikâyetler üzerine yürütülen soruşturma kapsamında, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 27/4/2006 tarihli ve 2004/26798 Soruşturma sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

21. Yargılama sonunda İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararıyla başvurucunun da aralarında bulunduğu beş sanık, İBDA/C örgütü adına bahse konu eylemi gerçekleştirdikleri gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini ıskata veya vazifesini yapmaktan mene cebren teşebbüs suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

“[S]anıklar her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ.G.'e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A.E'nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B.'nin olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasadışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına… gerçekleştirdikleri kanaatine varılmış[tır].”

22. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamıyla onanmış ve aynı tarihte kesinleşmiştir.

23. Anılan karar, başvurucuya 21/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucu 3/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştu.

B. İlgili Hukuk

25. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

26. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

27. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

28. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

29. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.”

30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

31. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

(2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

32. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

33. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 8/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 3/4/2013 tarihli ve 2013/2578 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, gözaltı sürecinde kanuni haklarının hatırlatılmadığını, kanuni haklarını kullanmasının zorla ve hileyle engellendiğini, uykusuz bırakıldığını; tehdit, yanıltma ve kötü muamele uygulandığını, avukat istemediğine dair tutanağın zorla ve hileyle ile imzalatıldığını; avukatının, ifade alma işlemine katılmasına izin verilmediğini; polisin, kurgusunu kendi ifadesi gibi sunduğunu, bunun kendisine işkence ve tehditle ezberletildiğini ve yer gösterme işleminde tekrar ettirildiğini, kolluk birimine getirilen görgü tanığının, gördüğü zanlının kendisi olmadığını belirtmesine rağmen buna ilişkin tutanak tutulmadığını, olay yerine uydurma ve sahte deliller bırakıldığını, ifade tutanağının kendisini sorgulayan polislerce imzalanmadığını, Adli Tıp Kurumu raporundaki belirsizliklerin araştırılmadığını, yer gösterme işlemine ilişkin iddialarını ispata yarayan video kasetin bulunamadığını, sanıklar E.K. ve S.A.nın okul kayıtlarının Mahkemece görmezden gelindiğini, gözaltı aşamasındaki işlem ve kötü muameleler ile soruşturma işlemlerine ilişkin iddia ve taleplerinin Mahkemece karşılanmadığını, bir sınır belirtilmeksizin ölünceye kadar hapis cezası verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın 17., 19., 36., 38. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, yeniden yargılama ve tazminata hükmedilmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

37. Başvurucu, 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmış ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM hâkimi tarafından tutuklanmıştır.

38. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).

39. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir. Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).

40. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkûmiyet kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını belirtmiştir (Mehmet Emin Kılıç, § 28).

41. Somut olayda başvurucu, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

42. Başvurucunun yargılama kapsamında 15/5/2004-25/1/2012 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından sonraki özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyete bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.

43. Bu belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları

44. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

45. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;

…”

46. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

47. Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun, adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Adil yargılanma hakkı kişilere, dava sonucunda verilen kararı değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlere ilişkin bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

49. Başvurucu, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ve bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini ileri sürmektedir.

50. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31; Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).

51. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı, aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).

52. Sözleşme’nin anılan maddesi herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, 6/6/2000, B. No: 28135/95, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Kazım Albayrak, § 30).

53. Bununla birlikte AİHM, adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

54. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma hakkından vazgeçmenin, geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008 § 59; Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).

55. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55-56; Kazım Albayrak, § 31).

56. Somut olayda başvurucunun, 15/5/2004 tarihinde yakalanması sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade verinceye kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun, kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlarının yer aldığı görülmektedir.

57. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltında bulundukları sırada yürürlükte olan mevzuat, kişilerin bir avukatın hukuki yardımından yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak bir kısıtlama öngörmemektedir. Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak kişinin talebine bağlıdır (§§ 27-28).

58. Başvurucu ve diğer şüphelilere ait ifade tutanaklarında 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar belirtilmektedir. Başvurucu ve diğer şüphelilerin kolluk ifade tutanaklarında bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemedikleri hususu matbu olarak yer almaktadır.

59. Bununla birlikte başvurucu gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, polis tarafından hazırlanan ifade tutanaklarını baskı altında imzalamaya mecbur bırakıldığını, dört gün boyunca uykusuz kaldığını, görevlilerin isteklerine uymak zorunda kaldığını ve direnemediğini belirterek kolluk görevlilerince alınan ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.

60. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede, isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerine dayanmaktadır. Ayrıca mahkûmiyet kararının gerekçesi dikkate alındığında gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir (§ 21).

61. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

62. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).

63. Bu kapsamda başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı ve bu nedenle ifade tutanağını imzaladığı yönündeki iddialarını doğrulayan somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucunun bu iddialar temelinde insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği yönünde ayrı bir şikâyeti de bulunmamaktadır.

64. Baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz önünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal, 8/4/2015, § 68). AİHM’e göre de işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındaki şikayetlerin kabul edilemez bulunması nedeniyle incelenmemiş olması, belirtilen koşulların adil yargılanma hakkı açısından göz önünde bulundurulmasına engel teşkil etmez (Kolu/Türkiye, B. No: 35811/97, 2/8/2005, § 54).

65. Başvurucu, diğer sanıklarla birlikte yasa dışı bir örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve böylece anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

66. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun, gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir.

67. Başvurucunun savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına alınan ancak haklarında kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan ifadeler hükme esas alınmıştır.

68. Bu çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun, gözaltı süresi boyunca bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya konulamamıştır.

69. Başvurucunun, kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin, soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

70. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

71. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

72. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

73. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

74. Başvurucu, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ile maddi zararlarının yanı sıra 300.000 TL manevi zararının tazminine hükmedilmesini talep etmiştir.

75. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

77. Başvurucu, tazminat taleplerinin dayanağını yargılama kapsamında özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmesi muhtemel çalışma gelirlerinden mahrum kalması olarak göstermiştir. Ancak ihlalin, gözaltında avukat yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında ihlalin doğrudan sonucu olmayan maddi tazminata ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

78. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından en uygun yolun başvurucunun yeniden yargılanması olacağı açıktır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun;

1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Gözaltında avukat yardımından yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin ayrıca incelenmesine yer olmadığına,

B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar verildiğinden başvurucunun, ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasının ayrıca incelenmesine yer olmadığına,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

8/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BURAK ÇİLELİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2541)

 

Karar Tarihi: 9/9/2015

R.G. Tarih- Sayı: 13/10/2015-29501

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Burak ÇİLELİ

Vekili

:

Av. Güven YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında avukatıyla görüştürülmeme ve kötü muamele edilmesi, gözaltı sürecinde işkence ve baskıya dayalı alınan ifadelerinin hükme esas alınması, soruşturma işlemlerinin Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) faal olduğu dönemde yapılması, bazı kovuşturma işlemlerinin eksik bırakılması, mahkeme kararının uygun bir şekilde gerekçelendirilmemesi, temyiz duruşmasından haberdar edilmemesi ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının ömür boyu devam edecek olması nedenleriyle yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı, özgürlük ve güvenlik ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 17/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 20/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 20/2/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın görüş yazısı 28/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 18/5/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 25/5/2015 tarihinde sunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüş yazısı ile sunulan ek bilgiler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. 3/5/2004 tarihinde İ.G. ve eşi S.G.nin evlerinde ölü bulunmaları üzerine soruşturma başlatılmıştır.

9. Olay günü ve 4/5/2004 ile 5/5/2004 tarihlerinde maktullerin evinde olay yeri incelemeleri yapılmıştır.

10. 5/5/2004 tarihinde ifadesi alınan tanık N.Ö., 30/4/2004 Cuma günü saat 13.30-14.00 sıralarında iki el peş peşe “tak tak” sesi duyduğunu, kapı çalındığı zannıyla baktığında kimseyi görmediğini söylemiştir. Olay tarihlerinde apartman görevlisi olan M.B., maktullerin dairesinin bitişiğinde A.S.Y., karşısında ise S.K. isimli kişinin oturduğunu belirtmiştir. Tanık A.B., belirtilen gün saat 12.30 civarında ön bahçede oturmaya başladığını, bu esnada (7) numaralı dairede çalışma yapan iki kişi ile maktule iletilmek üzere bir poşet bırakan B. isimli bayanla karşılaştığını, 14.30 civarında servis için yukarıya çıktığını ama maktullerin kapıyı açmadığını ifade etmiştir.

11. 6/5/2004 tarihinde ifade veren Ç.E., maktul İ.G.nin bir keresinde “Telegram” isimli bir kelimeden bahsederek, “bu telegramda kendisini aşağılayıcı, küçültücü hareket tarzında tehdit edildiğini” söylediğini belirtmiştir.

12. 6/5/2004 tarihinde İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 2004/437 Müteferrik sayılı kararı ile bazı sanıkların öldürme olayının İBDA/C tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin basın kuruluşlarına mesaj attıklarını belirttikleri “[email protected]” elektronik posta adresine gelen, giden, bilgi akışı gibi elde edilebilecek her türlü bilginin üç ay süreyle tespitine karar verilmiştir. 13/5/2004 tarihinde ise İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2004/395 Müteferrik sayılı kararıyla “[email protected]” elektronik posta adresinin emniyet birimleri tarafından incelenmesine hükmetmiştir. Bu işlemlerin sonucuna ilişkin dosya içerisinde bir belge bulunamamıştır.

13. 11/5/2004 tarihinde kendisini B.Y. olarak tanıtan bir ihbarcı telefon ile Tuzla Polis Merkez Amirliğini aramış ve cinayeti açık adresini verdiği A.D. isimli kişinin işlediğini bildirmiştir.

14. 14/5/2004 günü saat 16.30’da, yapılan istihbari çalışmalar neticesinde cinayet olayıyla ilgili olabileceği değerlendirildiği ve daha önce de hakkında İBDA/C terör örgütü dolayısıyla işlem yapıldığı belirtilen sanık A.T. gözaltına alınmıştır. Başvurucu ise saat 19:30’da aynı suçla ilgili olarak gözaltına alınmıştır. Diğer sanıklar Y.A. ile İ.K.nin de aynı gün gözaltına alındığı anlaşılmaktadır.

15. Başvurucunun gözaltında bulunduğu ve ifadesi alındığı sırada bir avukatın hukuki yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiğine ilişkin 14/5/2004 tarihli “Avukat İstememe Tutanağı” düzenlenmiştir. Tutanakta, polislerin ve başvurucunun imzası bulunmaktadır.

16. 15/5/2004 tarihinde İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde, yasa dışı örgüt üyesi olmak ve bu örgüt adına anılan öldürme eylemine iştirak etmek suçundan başvurucunun ifadesi alınmıştır. Tutanağa göre, ifade öncesinde başvurucuya 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesindeki hakları hatırlatılmış, başvurucu avukat yardımından faydalanmak istemediğini belirtmiştir.

17. Başvurucu ifadesinde, kendisi gibi örgüt üyesi olan sanık A.T.nin maktul İ.G.yi öldürmek istediğini söylediğini, internetten sorgulama yaparak adresini tespit ettiklerini, kendisinin maktulü telefonla arayarak adresini öğrendiğini, daha sonrasında adresin bulunduğu yerde keşif yaptığını, adresi teyit ettiğini sanığa söylediğini, olaydan tahminen 15 gün önce sanığın öldürme eyleminde kullanacağını belirttiği iki adet tabanca getirdiğini ve kendisinin bunları evinde sakladığını, sanığın olaydan iki üç gün önce silahları geri aldığını, 1/5/2004 günü sanığın kendisine eve kargocu kıyafeti giyerek gittiklerini ve maktulü ve eşini ekibiyle birlikte öldürdüğünü anlattığını, il dışına çıkmak için para istediğini ve kendisine 100 TL verdiğini söylemiştir.

18. 15/5/2004 tarihinde gözaltında bulunan başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların avukatları olduklarını belirten H.S. ile A.A., başvurucu ve diğer sanık A.T. ile görüştürülmediklerine dair bir tutanak hazırlamışlar ve diğer bir müşahit avukatla birlikte imzalamışlardır. Tutanakta, saat 15.00 sıralarında polis merkezine gittikleri ve sanıklarla görüşmek istedikleri, konuştukları sanıklar İ.K. ve Y.A.nın kendilerine şiddet uygulandığını belirttikleri, Y.A.nın bazı ifadeleri zorla imzalattırdıklarını söylediği ve yüzünde şişlikler bulunduğu, fakat avukat istemediklerine dair tutanak bulunduğu gerekçesiyle başvurucu ve sanık A.T. ile görüştürülmedikleri, bunun üzerine barodan müşahit avukat talep ettikleri ifade edilmiştir.

19. 17/5/2004 tarihinde sanıklar B.Y. ve E.K.ye avukatları hazır bulunmaksızın Cumhuriyet Savcısı tarafından yer gösterme işlemi yaptırılmıştır.

20. Sanık B.Y., 30/4/2004 Cuma günü saat 11:30 sularında sanıklar A.T., E.K. ve S.A ile buluştuklarını, kendisini kamufle etmek amacıyla kargocu kıyafeti giydiğini ve yanına şeffaf poşete sarılı kitap paketini aldığını ve inceleme sırasında kapının arkasında bulunan kitapların da bunlar olduğu, sanık A.T.nin yolda indiğini, minibüsü eve 150 m kala park ettiklerini kendisinin dairenin bulunduğu kata geldiğini, kapıyı açmalarının ardından önce tekerlekli sandalyede oturan maktul İ.G.nin kafasına ateş ettiğini, ardından bağırarak yere yatmış olan maktule S.G.ye ateş ettiğini, sonrasında minibüse döndüğünü, gözcülük yapan sanık E.K.nin de gelmesiyle sanık S.A.nın kullandığı minibüsle olay yerinden ayrıldıklarını belirtmiştir.

21. Diğer sanık E.K. de olay yerine arabayla gittikleri ve kendisinin gözcülük yaptığına ilişkin diğer sanığın beyanlarını teyit eden ifade vermiştir.

22. 17/5/2004 tarihli tutanakla söz konusu kitaplar muhafaza altına alınmıştır.

23. Avukat A.A., 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM Başsavcılığından vekili olduğu, devam eden davalarda avukatlığını yaptığı ve emniyette kendisi ile görüştürülmediği başvurucu ile savcılık ifadesi öncesinde görüştürülmesini ve ifadesinde hazır bulundurulmasını talep etmiştir.

24. Cumhuriyet Başsavcılığının aynı günlü yazısıyla, dilekçelerin sanıkların ifadeleri alınırken verildiği, adliyede görüşme yeri bulunmadığı ve ifadeyi bölerek görüştürme imkânı olmadığı şeklinde cevap verilmiştir.

25. Başvurucu, 18/5/2004 tarihli DGM Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde fikrî olarak “İBDA’cı” olduğunu belirtmiş fakat öldürme olayıyla bağlantılı tüm suçlamaları reddetmiştir.

26. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliği önünde başvurucu, suçlamaları yine reddetmiş, ifadeleri polislerin uydurduğunu ve imzalamazsa daha önce gözaltına aldıklarında yaptıkları şeyleri yine yapacaklarını söyleyerek tehdit ettiklerinden imzalamak zorunda kaldığını belirtmiştir. Diğer sanık A.T. ise gözaltında psikolojik ve fiziki işkenceye tabi tutulduğunu, ifadesine söylemediği şeylerin de yazıldığını, imzaladığı bazı evrakların ne olduğunu dahi göremediğini, avukatıyla görüştürülmediğini beyan etmiştir. Avukatları, başvurucudaki psikolojik bulguların ve diğer sanıktaki işkence bulgularının tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevk edilmelerini talep etmiştir.

27. Yedek Hâkimlik sorgusu esnasında sanık B.Y., dört gün uykusuz bırakılması sonucunda polisin kendince hazırladığı ifadeyi ve avukat istediği halde istemediği şeklindeki belgeyi imzaladığını; sanık S.A. ise emniyette psikolojik ve fiziki baskı altında ifadesini imzaladığını belirtmiştir.

28. İstanbul 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliğinin 18/5/2004 tarihli ve 2004/42 Sorgu sayılı kararı ile tüm sanıkların tutuklanmasına karar verilmiştir.

29. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 14/6/2004 tarihli ve 2004/686 sayılı iddianamesi ile başvurucu ve sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K. hakkında 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 146. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, ayrıca diğer iki sanık hakkında farklı suçlamalardan ceza davası açılmıştır.

30. İstanbul 6 No.lu DGM tarafından davanın tensibi yapılmışsa da yargılamaya İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince devam edilmiştir.

31. 18/10/2004 tarihli ilk duruşmada başvurucu, avukat istemediğine dair tutanağı zorla imzalattırdıklarına, gözaltında dayak atıldığına ve işkenceyle tehdit edildiğine, beş yıldır panikatak tedavisi gördüğüne ve bu koşullar altında hazırlanan ifadeyi okumadan imzaladığına dair yazılı savunma sunmuştur. Başvurucu ayrıca emniyet ifadesini reddetmiştir. Diğer bir sanık S.A., lise son sınıfta okuduğunu ve 30/4/2004 tarihinde tam gün okulda bulunduğunun öğretmenlerinin ve arkadaşlarının beyanları ile yoklama tutanaklarıyla sabit olduğunu, emniyette işkence ve kötü muamele gördüğünü, tutanakların zorla imzalattırıldığını ve babasının getirdiği avukatla görüştürülmediğini ifade etmiştir. Sanık E.K. de olay günü okulda olduğunu beyan etmiştir.

32. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince duruşmaya ara verilerek, maktul İ.G.nin kolundaki giriş çıkış ve başındaki giriş izinin tek bir atışla meydana gelip gelemeyeceğine ilişkin Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasına, sanıklar S.A. ve E.K.nin öğretmen ve arkadaşlarıyla görüşülmesine ve derse devam çizelgelerinin istenmesine, tanık Ç.E. de dahil olmak üzere bazı tanıkların dinlenmesine, avukatların sanıklarla görüştürülmemesi hususunun, gereği için Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesine karar verilmiştir.

33. Maktuldeki kurşun izlerine ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 17/12/2004 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Raporda, “Otopsi tutanağında tanımlanan ateşli silah mermi çekirdeği giriş ve çıkış deliklerinin lokalizasyonlarına göre sorulduğu üzere sağ kolunu kaldırarak dirseğini sol göz bölgesine getirmesi şeklindeki bir pozisyonda tek bir atışla yaralanmış olabileceği gibi iki ayrı ateşli silah mermi çekirdeği ile de yaralanmış olabileceği, aralarında tıbben ayrım yapılamayacağı” belirtilmiştir.

34. 28/2/2005 tarihli duruşmada başvurucu vekili, net olmadığı ve varsayım üzerine kurulduğu gerekçesiyle Adli Tıp raporuna itiraz etmiştir. Başvurucu vekili ayrıca, 11/5/2004 tarihli ihbar tutanağında olayın faili olduğu iddia edilen ve emniyet tarafından verilen cevapta, radikal bir düşünceye sahip olmadığı ve İBDA/C ile ilişkisi tespit edilmediği belirtilen A.D.nin tanık olarak dinlenmesini istemiştir.

35. Dinlenen tanık İ.K., sanık A.T.ye avukat istemediğine ilişkin tutanağın yemek fişinin altına konmak suretiyle imzalattırıldığını gördüğünü, polisin ardından belgeyi göstererek “işte biz imzalatırız” dediğini, sanık A.T.nin kaşının patlamış olduğunu ve diğer sanık S.A.nın sakalının polislerce çekildiğini ve dudağının patlamış olduğunu gördüğünü beyan etmiştir. Tanık 15/5/2004 tarihli polis ifadesinin zorla alındığını, dayak atıldığını, silah dayanınca imzalamak zorunda kaldığını, buna ilişkin soruşturmanın Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Hz. sayılı dosyasında sürdürüldüğünü ifade etmiştir.

36. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma ve 2010/10531 numaralı kararı ile anılan iddialar yönünden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı itiraz yoluna başvurmamıştır.

37. Mahkeme, hazırlık evrakının akıbetinin sorulmasına karar vermiş fakat A.D.nin tanık olarak dinlenmesine dair bir ara karar almamıştır.

38. 11/7/2005 tarihli duruşmada sanıkların ifadelerini alan polisler dinlenmişlerdir. Polisler, ifadelerin zora dayalı alınmadığını ve sanıkların kendi istekleriyle avukat talep etmediklerini belirtmişlerdir. Diğer sanık A.T.nin avukatının, (7) numaralı dairede çalışanların dinlenmesi talebi, dosyaya bir yenilik getirmeyeceği gerekçesiyle reddedilmiştir.

39. 17/3/2006 tarihli duruşmada başvurucunun ve diğer sanık B.Y.nin avukatının talebi üzerine maktullerin yan komşusu olan G.K.nin dinlenilmesine karar verilmiştir.

40. 27/6/2007 tarihli duruşmada açık adresi Mahkemeye ibraz edilmediğinden tanık G.K.nin dinlenilmesinden vazgeçilmiştir.

41. 3/6/2009 tarihli duruşmada dinlenen tanık E.P., maktul İ.G.nin tekerlekli sandalye kullanmadığını belirtmiştir.

42. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli ve E.2004/196, K.2012/7 sayılı kararı ile başvurucu ile sanıklar A.T., B.Y., S.A. ve E.K.nin 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Mahkeme, başvurucunun yazdığı bir makalede ismini vermek suretiyle maktul İ.G.yi hedef gösterdiğini, yazı sonrası sanık A.T.de öldürme fikrinin oluştuğunu ve başvurucunun, maktulün adresini tespit ettiğini ve mahallinde keşif yaptığını, eylem öncesinde olayda kullanılan tabancaları bir müddet sakladığını ve sonrasında da A.T.ye para yardımında bulunduğunu belirtmiştir.

43. Ağır Ceza Mahkemesi, “tüm bu eylemleri bir bütün halinde değerlendirildiğinde ... [başvurucu] her ne kadar emniyet müdürlüğünde avukat istemediğini belirtmesi üzerine avukat huzurunda olmaksızın alınan ifadesinde bu hususları doğrular biçimde beyanda bulunmuş ancak daha sonraki ifadelerinde bunu reddetmiş ise de dosya bir bütün halinde diğer sanıklarında birbirlerini doğrular şeklindeki anlatımları, olaya ilişkin yukarıda deliller kısmında belirtilen ve tüm sanıkların emniyet müdürlüğünde alınan ifadelerini destekler nitelikteki araştırma, inceleme tutanakları otopsi raporları, adli top raporları, ekspertiz raporları ve tüm dosya içeriği bir bütün halinde değerlendiğinde ... [başvurucunun] eyleminin mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesine gösterilen şekilde diğer sanıkları 146/1 maddesinde belirtilen suçları işleme yönünde teşvik edici nitelikte rol aldığı” sonucuna varmıştır.

44. Mahkeme diğer sanıklar bakımından, “… her ne kadar eylemi tüm ayrıntılarıyla anlattıkları emniyette alınan ifadelerinden sonra aşamalarda ısrarla bu ifadelerini reddetmişlerse de, yukarıda deliller kısmında izah edilen maktullerin otopsi tutanakları, otopsi raporları, maktullerin vücutlarından çıkan kurşunlara ilişkin ekspertiz raporları, sanıkların birbirleriyle uyumlu olarak olaya ilişkin emniyetteki anlatımlarını destekler, doğrular mahiyette oldukları, olay mahallinde maktul İ… G…’e kargo paketi olarak hazırlandığı belirtilen kitapların ele geçirilmiş olması, ayrıca haklarında takipsizlik kararları verilen ancak tanık sıfatıyla ifadeleri hazırlık aşamasında tespit edilen tanıkların anlatımlarının gerek eylem öncesinde gerekse eylem sonrasında sanıkların davranışlarına ilişkin emniyetteki anlatımlarıyla uyumlu olacak şekilde verdikleri ifadeleri, ayrıca sanıklardan A… E…’nin emniyetteki anlatımı sonrasında savcılıkta vermiş olduğu ifadesinde sanıklardan B…’in olay sonrasında evine geldiklerinde maktullerin öldürülmesine ilişkin gazetedeki haberleri göstererek bu eylemi kendilerinin gerçekleştirdiklerini söylediğine dair ifadesi bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanıkların sonradan savunmalarında yapmış oldukları ifade değişikliklerine tüm bu nedenlerle mahkememizce itibar edilmemiş, sanıkların bu eylemi yasa dışı silahlı terör örgütü İBDA/C adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını tağyir ve tedbil veya ilgaya ve bu kanun ile teşkil etmiş olan Büyük Millet Meclisini Iskata veya vazifesini yapmaktan mene teşebbüs etmek için gerçekleştirdikleri kanaatine …” varmıştır.

45. Başvurucu belirtilen kararı temyiz etmiştir.

46. Yargıtay 9. Ceza Dairesince, sanık A.T. müdafisinin, usulüne uygun tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve geçerli bir mazeret de bildirmediği belirtilerek başvurucu ile sanıklar A.T. ve B.Y. yönünden temyiz incelemesi duruşmasız yapılmış ve 2/10/2012 tarihli ve E.2012/7356, K.2012/10175 sayılı ilamla ilk derece mahkemesi kararının onanmasına karar verilmiştir.

47. Onama kararı 21/3/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

48. Başvurucu 17/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

49. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

 1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

 2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

 3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

 4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

 5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

 6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

 7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

50. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

 Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

51. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

52. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

53. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olur.”

54. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

55. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

 (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

56. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

57. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 17/4/2013 tarihli ve 2013/2541 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

59. Başvurucu, uygulanan ceza maddesinin koşullarının oluşmadığını, mahkûmiyete esas alınan tüm sanıkların polis ifadelerinin zor ve tehdide dayalı alınmaları ve mahkeme önünde reddedilmeleri nedeniyle hukuka aykırı delil niteliğinde bulunduğunu, emniyette avukatıyla görüştürülmediğini, ifadeli yer gösterme işleminin işkence tehdidi altında yapıldığını, tüm hazırlık işlemlerinin DGM’lerin faal olduğu dönemde yapıldığını, parmak izi incelemesi ve yapılan ihbar yönünden soruşturma yapılmadığını, dinlenmesini talep ettikleri tanıkların ifadelerinin alınmadığını ve tanık Ç.E.nin belirlenen duruşma gününden bir gün önce yokluklarında dinlenildiğini, polis tarafından sanık olarak ifadeleri alınan S.D. ile Ö.P.nin tanık sıfatıyla mahkemedeki beyanlarında emniyet ifadelerinin zora dayalı olduğunu belirttiklerini, okul kayıtlarından sanıklar E.K. ve S.A.nın olay günü okulda oldukları anlaşılmasına rağmen bunun dikkate alınmadığını, Mahkemenin gerekçesinin kanuna uygun olmadığını, duruşma günü kendilerine tebliğ edilmediğinden temyiz duruşmasında hazır bulunamadıklarını, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının belirli bir infaz şekliyle ve ömür boyu devam edeceğini ileri sürmüştür.

60. Başvurucu bu nedenlerle, Anayasa’nın 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ve adil yargılanma (gerekçeli karar ve duruşma) hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ihlal iddiaları nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve 269.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

62. Başvurucu, 14/5/2004 tarihinde İstanbul’da polis tarafından gözaltına alınmış ve 18/5/2004 tarihinde İstanbul DGM hâkimi tarafından tutuklanmıştır.

63. Devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. Dolayısıyla belirtilen nedenlerle ve serbest bırakılmayı temin edebilecek bir karar alma amacıyla yapılacak bireysel başvuruların, olağan kanun yolları tüketilmek şartıyla, tutukluluk hâli devam ettiği sürece yapılabilmesi mümkündür (Korcan Pulatsü, B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 30).

64. “Bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin başlangıcı, başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda, gözaltına alındığı tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı ya da ilk derece mahkemesince hükmün verildiği tarihtir. Belirtilen tarihler arasında geçen süre esas alınarak “bir suç isnadına bağlı olarak” tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı değerlendirmesi yapılacaktır (Mehmet Emin Kılıç, B. No: 2013/5267, 7/3/2014, § 27).

65. Bu kapsamda “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu olma” durumunda, tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasıyla yapılacak bireysel başvurunun, ilk derece yargılaması devam ederken tutukluluğun devamına karar verilen her aşamada başvuru yolları tüketildikten sonra ve serbest bırakılma dışında, nihayet bu durumun ortadan kalktığı mahkûmiyet kararından itibaren süresi içinde yapılması gerekir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de mahkûmiyet kararından itibaren altı ay içerisinde yapılmayan “bir suç isnadına bağlı” tutma kapsamındaki başvurunun süresinde olmadığını belirtmiştir (Mehmet Emin Kılıç, § 28).

66. Somut olayda başvurucu, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 25/1/2012 tarihli kararıyla müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

67. Başvurucunun yargılama kapsamında 14/5/2004-25/1/2012 tarihleri arasında “bir suç isnadına bağlı olarak” özgürlüğünden yoksun bırakıldığı, mahkûmiyet kararından sonraki özgürlükten yoksun bırakmanın “mahkûmiyete bağlı tutma” olduğu anlaşılmaktadır.

68. Bu belirlemeler karşısında, “bir suç isnadına bağlı olarak” tutukluluğun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kapsamındaki yetkisinden önce gerçekleştiği dikkate alınarak başvurunun bu kısmının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiaları

69. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

70. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) ve (d) bentleri şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;

…”

71. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

72. Başvurucuların iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı, ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun adil yargılanma hakkına ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

73. Bakanlık görüş yazısında, Anayasa’nın adil yargılanma hakkına ilişkin hükümlerinin, Sözleşme’nin 6. maddesi ve bu maddeye ilişkin AİHM içtihatları ışığında yorumlanması ve uygulanmasının doğru olacağını değerlendirdiği, Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008) kararında ilgilinin kolluk aşamasında avukattan yararlanma hakkını incelediği, bu kararda AİHM’in öncelikle adil yargılanma hakkının hazırlık soruşturmasını da kapsayan en temel haklardan biri olduğunu vurguladığı, Mahkemeye göre delillerin toplanması aşamasında ilgili mevzuat karmaşık olduğundan ilgilinin haklarının korunması için avukat yardımından faydalanmasının zorunlu olduğu, ayrıca adil yargılanma hakkının, iddia makamının baskı ve zorlama olmaksızın elde ettiği delillerle iddiasını ispat etmesi gerekliliğini de kapsadığı bildirilmiştir. Sonuç olarak AİHM’in, her davanın kendine has koşulları içinde bazı kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte, ilgiliye kolluk tarafından ilk sorgulanmasından itibaren avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğunu belirttiği ifade edilmiştir.

74. Bakanlık görüş yazısında ayrıca, 15/5/2004 tarihli ifade tutanağına göre başvurucuya kollukta alınan ifadesi sırasında müdafi tayin etme ve isnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmama haklarının hatırlatıldığı, başvurucunun ifadesi alındığı sırada herhangi bir avukatın yardımından faydalanmak istemediğini beyan ettiği; başvurucunun avukatının, gözaltı sonrası Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiği esnada 18/5/2004 tarihli dilekçe ile İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak başvurucu ile görüşmeyi talep ettiği, başvurucunun aynı gün sevkini müteakiben anılan Cumhuriyet Başsavcılığının 18/5/2004 tarihli yazısı ile gözaltı süresi bittikten sonra dilekçe verildiği, adliyede uygun bir görüşme yeri bulunmadığı gerekçeleriyle talebin reddine karar verildiği bildirilmiştir. Görüş yazısında, başvurucunun Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 18/5/2004 tarihli ifadesi sırasında avukatın hazır bulunduğu, ayrıca Fatih Cumhuriyet Başsavcılığının 2004/26798 Soruşturma, 2010/10531 Karar numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına göre, başvurucunun gözaltında bulunduğu süre zarfında avukat yardımından yararlandırılmaması nedeniyle görevlilerce kötü muamele suçunun işlendiği iddiasıyla şikâyetçi olduğu, buna karşılık iddiaları doğrulayan ve atılı suçun işlendiğine dair yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği bilgileri sunulmuştur.

75. Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, diğer sanıklarda olduğu gibi başvurucuya da kolluk birimine adım atar atmaz birtakım belgeler imzalatıldığını, bunlar arasına avukat talep etmediğine dair tutanağın da eklendiğini, sonradan başvurucu ile görüşmeye gelen avukatlara, bir önceki gün tarihli tutanağın ibraz edildiğini, avukatların tutanağın tarihinin eski olmasına itiraz etmelerine rağmen görevlilerin görüşme izni vermediklerini, durumun ilgili barodan istenen müşahit avukat huzurunda tutanağa bağlandığını, en sonunda kolluk görevlileri tarafından “Emniyet Müdürünün ve DGM Başsavcılığının talimatı” nedeniyle avukatı ile görüştürülemeyeceğinin bildirildiğini, daha önce kolluk şubesine gelmiş ve bu nedenle tecrübeli olan başvurucunun avukat istememesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, Cumhuriyet savcısı ifadesi öncesindeki görüşme talebinin de adliyede görüşme yeri bulunmadığı gerekçesi ile reddedildiğini belirterek başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

76. Adil yargılanma hakkı, kişilere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânı verir. Bu nedenle bireysel başvuruda adil yargılanmaya ilişkin şikâyetlerin incelenebilmesi için başvurucunun yargılama sürecinde haklarına saygı gösterilmediğine, bu çerçevede yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığı veya bunlara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığı, kendi delillerini ve iddialarını sunamadığı ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediği veya kararın gerekçesiz olduğu gibi mahkeme kararının oluşumuna sebep olan unsurlardan değerlendirmeye alınmamış eksiklik, ihmal ya da açık keyfîliğe ilişkin bir bilgi ya da belge sunmuş olması gerekir (Naci Karakoç, B. No: 2013/2767, 2/10/2013, § 22).

77. Başvurucu genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini ve bu kapsamda esas olarak, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada, baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak karar verildiğini ileri sürmektedir.

78. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar; kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31; Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).

79. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).

80. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38). Diğer taraftan AİHM, müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin, gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Kazım Albayrak, § 30).

81. Bununla birlikte AİHM, adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

82. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin, geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59; Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).

83. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55 ve 56; Kazım Albayrak, § 31).

84. Somut olayda, başvurucunun 14/5/2004 tarihinde yakalanması sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına ifade verinceye kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar yer aldığı görülmektedir.

85. Başvurucu ve diğer şüphelilerin gözaltında bulundukları sırada yürürlükte olan mevzuat, kişilerin bir avukatın hukuki yardımından yararlanmalarını engelleme sonucunu doğuracak bir kısıtlama öngörmemektedir. Bununla birlikte, avukat yardımı kural olarak kişinin talebine bağlıdır (bkz. §§ 51 ve 52).

86. Başvurucuya ait ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve haklar belirtilmektedir. Başvurucunun kolluk ifade tutanağında, bir avukatın hukuki yardımından yararlanmak istemediği hususu matbu olarak yer almaktadır.

87. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında 18/5/2004 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, gözaltına alınmasını müteakiben hemen avukatla görüşmek istemediğine dair tutanak imzalatıldığını, sonrasında psikolojik ve fiziksel baskı altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanağının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

88. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 14/6/2004 tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerine dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesi dikkate alındığında, gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir (bkz. §§ 43 ve 44).

89. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın, kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

90. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).

91. Bu kapsamda, başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığı ve bu nedenle ifade tutanağını imzaladığı yönündeki iddialarını doğrulayan somut bir bulgu sunulmamıştır. Başvurucunun bu iddialar temelinde insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamelede bulunma yasağının ihlal edildiği yönünde ayrı bir şikâyeti de bulunmamaktadır.

92. Baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların göz önünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 68). AİHM’e göre de işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındaki şikâyetlerin kabul edilemez bulunması nedeniyle incelenmemiş olması, belirtilen koşulların adil yargılanma hakkı açısından göz önünde bulundurulmasına engel teşkil etmez (Kolu/Türkiye, B. No: 35811/97, 2/8/2005, § 54).

93. Başvurucu, diğer sanıklarla birlikte, yasa dışı bir örgütün amacı doğrultusunda iki kişiyi öldürmek ve böylece anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir.

94. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun, gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir.

95. Başvurucunun savunmaları ve şüpheli olarak gözaltına alınan ancak haklarında kamu davası açılmayan kişilerin beyanları ile avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin diğer iddialar irdelenmeksizin anılan ifadeler hükme esas alınmıştır.

96. Bu çerçevede, suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört günlük gözaltı sırasında bilinçli ve anlayışlı bir biçimde avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya konulamamıştır.

97. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir.

98. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

99. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple, yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

100. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

101. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın, tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

102. Başvurucu, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması ile 269.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

103. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

104. Başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

105. Başvurucu, tazminat taleplerinin dayanağını, yargılama kapsamında özgürlükten yoksun kalma nedeniyle elde etmesi muhtemel çalışma gelirlerinden mahrum kalması olarak göstermiştir. Ancak ihlalin, gözaltında avukat yardımından yararlanamama nedenine dayandığı göz önüne alındığında ihlalin doğrudan sonucu olmayan maddi tazminata ilişkin taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

106. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından en uygun yolun başvurucunun yeniden yargılanması olacağı açıktır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

107. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun;

1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Gözaltında avukat yardımından yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine yer olmadığına,

B. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere karar örneğinin ilgili mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

C. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. Tespit edilen ihlal kapsamında yeniden yargılamaya karar verildiğinden başvurucunun ölünceye kadar infazı devam edecek müebbet hapis cezası verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiasının ayrıca incelenmesine yer olmadığına,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

9/9/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ALİGÜL ALKAYA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1138)

 

Karar Tarihi: 27/10/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 9/12/2015-29557

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucular

:

1. Aligül ALKAYA

 

 

2. Hatice DUMAN

 

 

3. Ahmet DOĞAN

 

 

4. Hasan ÖZCAN

Vekilleri

:

Av. Faruk Nafiz ERTEKİN

 

 

Av. Keleş ÖZTÜRK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, isnat edilen suçlardan dolayı yapılan yargılamanın adil bir biçimde yürütülmediği, hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alındığı; davaya etkili katılma, silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, avukat yardımı, susma ve savunma gibi haklardan yararlandırılmadıkları, Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı, kararların hukuki gerekçeden yoksun verildiği, yargılamanın makul sürede bitirilmediği gerekçeleriyle Anayasa’nın 17., 36., 38. ve 141. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular, 17/1/2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemeleri neticesinde Komisyona sunulmalarına engel teşkil edecek bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 2013/1138 numaralı başvuru için 27/6/2013, 2013/1163 numaralı başvuru için 12/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Başvuruların incelemesi neticesinde, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden Bölüm tarafından 22/12/2014 tarihinde, 2013/1163 numaralı dosyanın 2013/1138 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından, 22/11/2013 ve 12/12/2013 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemelerinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 22/11/2013 ve 13/12/2013 tarihlerinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, tanınan ek süreler sonunda görüşünü 24/1/2014 ve 17/2/2014 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık görüşü 12/2/2014 ve 28/2/2014 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucular, karşı görüşlerini 13/3/2014 ve 24/3/2014 tarihlerinde sunmuşlardır.

8. Birinci Bölümün 11/3/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun Genel Kurula sevkine karar verilmiştir

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

9. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Genel Olarak Yürütülen Soruşturmanın Konusu

10. Başvurucular hakkında, 1994 yılında Marksist Leninist Komünist Partisi (MLKP) ismi ile yeniden yapılanan yasa dışı silahlı örgütün üyesi olmak, yağma, örgüt adına adam öldürmek ve yaralamak gibi eylemlere bağlı olarak “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme” suçundan değişik yer Cumhuriyet Başsavcılıklarınca soruşturmalar başlatılmıştır.

11. Bu soruşturmalar kapsamında, özellikle 1998 ila 2003 yılları arasında işlenen suçlardan dolayı başvurucular hakkında yakalama ve tutuklama kararları çıkartılmıştır.

2. Başvurucu Aligül Alkaya ile İlgili Yürütülen İşlemler

12. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince 9/4/2003 tarihinde başvurucunun İstanbul’da yeri tespit edilmiştir. Dosyadaki yakalama tutanağına göre başvurucu, direnmesine rağmen zor kullanılmak suretiyle üzerinde H. Ö. adına düzenlenmiş ve kendi fotoğrafı yapıştırılmış sahte kimlikle yakalanarak gözaltına alınmıştır.

13. Yakalama, el koyma ve arama tutanaklarına göre başvurucunun, diğer başvurucu Hatice Duman ile birlikte örgüt evi olarak kullandıkları tespit edilen evlerde 9/4/2003 tarihinde yapılan aramalarda; P. Ö. sahte kimliği ile yakalanan Hatice Duman yanında ayrıca, çok sayıda Kalashnikov marka tam otomatik tüfek, tabanca ile silahlara ait mermi ve şarjörler, MKE yapımı el bombası, bomba yapımında kullanılan kimyevi maddeler, beton çivisi, somun ve metal parçalar, çok miktarda maytap fitili, el telsizi ve anteni, dürbün, kamera, oto plakaları, sahte nüfus cüzdanları, kimlik kaplamada kullanılan çok sayıda şeffaf naylon, nüfus müdürlüğüne ait mühür, kar maskeleri, eldiven, bere, yasa dışı yayınlar, örgütsel dokümanlar, bomba yapımını anlatan daktilo edilmiş doküman, el yazısı ile yazılmış “birincisi merkezi bir askeri komite kurulması” ifadesi ile başlayan bir sayfa örgütsel doküman gibi malzemeler ele geçirilmiştir.

14. Başvurucu, müdafii olmadan verdiği 12/4/2003 tarihli kolluktaki ifadesinde, isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğini ayrıntıları ile açıklamıştır. Anılan ifade tutanağında başvurucuya susma, yakınlarına haber verme ve lehine olan hususları öne sürme gibi usul hakları hatırlatılmıştır. Tutanağın sonunda başvurucu; ifadesini, kendi hür iradesi ile hiçbir baskı ve cebir altında kalmadan isteği ile verdiğini, yaptıklarından pişman olmadığını belirterek imzalamıştır.

15. Başvurucunun, kollukta verdiği ifadesinin bazı bölümleri şöyledir:

"…devrimci görüşleri benimserim. MARKSİST LENİNİST KOMÜNİST PARTİ (MLKP) örgütünün program ve tüzüğünü benimserim. Türkiye'de halkların ve işçi sınıfının sosyalizme varmak için silahlı mücadele yoluyla, mücadelenin önündeki engelleri kaldırarak kızıl güneşimiz Marksist Leninist Komünist Partisiyle insanlığın altın çağa komünizmi gerçekleştirmek için bu uğurda mücadele yürütmekteyim… Benim MLKP adlı örgüt içerisinde bu güne kadar hatırladığım kadarıyla katıldığım eylemler sırası ile şu şekildedir.

- 08.04.2001 günü … Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüme bağlı …çelik zırhlı resmi Shortlan Dover otosuna ateş edilmesi:

Bu eylemin amacı 19 Aralıkta cezaevlerine yapılan müdahaleyi protesto etmekti. Eyleme üç kişi olarak katıldık. Benim yanımda Tufan kod Ahmet Doğan, Ertan Kod, E. Ö. isimli arkadaşlarım vardı. Bu eylemde bende 7,65 mm çaplı tabanca ve taarruz tipi el bombası vardı… Ahmet Doğan’da Kaleşnikof tüfek, …bulunuyordu… Ekip otosuna doğru ben üç el ateş ettim. Diğer arkadaşlar da ateş ettiler...

-10.04.2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı …ekip otosuna silahlı ve bombalı şadında bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli şahsın öldürülmesi, saldırganların aynı yerde bulunan 34 … plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları;

Bu eylemin amacı da 19 Aralıkta cezaevlerine yapılan müdahaleyi protesto etmekti. Eylemi (3) kişi gerçekleştirdik. Yine yanımda… Ahmet Doğan ile E. Ö. vardı. Eyleme ben kaleşnikof tüfekle gittim. Eylem sorumlusuydum… Ahmet Doğan'da Kaleşnikof tüfek ve el bombası, …vardı… Ben kaleşnikof ile ateş ettim. Yanımdaki arkadaşlar da ateş ettiler… Daha sonra bu eylem sonucunda bir vatandaşın öldüğünü duyduk.

- 22.07.2001 günü …meskun mahalde ateş etmek, molotof kokteyli atmak ve yasadışı örgüte ait pankart asmak ;

Bu eylem F tipi cezaevlerini protesto etmek için gerçekleştirildi. Eylemde hatırladığım kadarıyla 6-7 kişi vardı. Benden başka …Ahmet Doğan ile …katıldı. Yola molotof attık. Ses bombası patlatıldı, MLKP imzalı pankartı astık …ateş edildi…

- 31.07.2001 günü …Kalamış marina tel örgü kenarına bir adet fitil ateşlemeli, el yapımı, parça ve basınç etkili bomba konulması,

Bu bombayı ben hazırladım. Üç kişi eylem yerine gittik. Bombayı ben yerleştirdim. Diğer arkadaşım gözcülük yaptı. Bu eylemde yanımdaki şahıs burada benimle gözaltında bulunan devrim nikahlı eşim Hatice Duman'dı… Bu eylemin de amacı cezaevlerine yapılan müdahaleleri protesto etmekti…

- 24.01.2003 günü …Eyüp/Rami Akbank şubesinin maskeli ve silahlı 5 kişi tarafından soyulması, bankadan 14 milyar 289 milyon TL'si para ve güvenlik görevlisi …üzerinde bulunan MKE yapımı …tabancanın gasp edilmesi,

Bu eyleme (5) kişi katıldık. (2) bayan. (3) erkektik. Ben... benimle beraber gözaltında bulunan… devrim nikahlı eşim Hatice Duman ve …şahıslardı. Amacımız örgüte yardım etmek, yani kamulaştırmaktı. Bende 14'lü tabanca vardı. Bundan hariç diğer arkadaşlarda kaleşnikof marka silahlar vardı... Bir araca binerek silahları eve götürdüm…

- 17.03.2003 günü …döviz bürosu sahiplerinden …3 adet tabancanın gasp edilmesi,

Bu eylemin amacı dövize yönelikti. İlk anda silahlar gündemde yoktu. Dövizcilerin istihbaratı ben yapmıştım. Eylem günü dövizcilerin evinin önüne beyaz bir araç ile 5 kişi gittik. 2 bayan 3 erkektik. Benim yanımda …Hatice Duman …vardı...

İstihbarata göre dövizcilerde 200 Milyar Tl.sıma yakın para olması gerekiyordu. Eylem günü (2) şahıs evden çıktı. Ellerinde çanta vardı. İki arkadaşım bunlara müdahale ederek etkisiz hale getirdi. Üzerlerindeki silahları ve çantalarını alarak oradan uzaklaştık. İleride bıraktığımız araca bindik. E-5'e çıktık. Bizim ve dovizcilerin silahlarını ben aldım. Arabadan indim. Bir araca binerek eve geldim. Diğer dört arkadaş araba ile gittiler. Bu eylemde kar maskelerini taktık… Hücrelerdeki yapılanma şu şekildedir. 1. hücre: Ben Aligül Alkaya, Hatice Duman… 2.hücre: … 3.hücre: …Ahmet Doğan…”

16. Başvurucu, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Cumhuriyet Savcısının huzurunda ise kimliği hakkındaki bilgiler de dâhil olmak üzere, hiçbir beyanda bulunmayarak susma hakkını kullanmıştır.

17. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ve onların avukatları ile aynı tarihte avukatı olmaksızın çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise suçlamaları kabul etmediğini, emniyette kendine bir şey sorulmadığını, beyanları emniyet yetkililerinin yazdığını, kendisinin de imzalamak zorunda kaldığını ve avukat tutmak istediğini söylemiştir. Başvurucu sorgusunda, suçlamaları kabul etmemiş ise de dosyadaki kanıt durumu ve suçun niteliği göz önüne alınarak Mahkemece tutuklanmasına karar verilmiştir.

18. Anılan suçlar nedeniyle başvurucu ve sekiz şüpheli hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/822 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 23/7/2003 tarihli ve E.2003/834 sayılı iddianame ile başvurucunun adam öldürme ve yaralama, ruhsatsız silah bulundurma, yağma gibi tespit edilen yirmi beş eylemden dolayı 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 146/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı numarasına kaydedilmiştir.

19. Öte yandan Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.1994/204 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 14/4/1994 tarihli ve E.1994/108 sayılı iddianameyle başvurucu ve dört arkadaşı hakkında TKP/ML adlı silahlı örgütüne üye olmak suçundan 765 sayılı Kanun’un 168/2 ve 121/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 5. maddesine muhalefetten Malatya 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup söz konusu davada başvurucu gıyabi tutuklu aranmakta iken anılan Mahkemenin 21/10/2003 tarihli ve E.1998/13, K.2003/116 sayılı kararıyla dava dosyası, aralarında hukuki ve fiilî bağlantı bulunduğu gerekçesiyle İstanbul 4 No.lu DGM’nin E.2003/213 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir.

20. Benzer şekilde Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.1997/307 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 25/6/1998 tarihli ve 1998/234 sayılı iddianameyle başvurucu hakkında yasa dışı TKP/ML örgütünün üyesi olmak suçundan yargılanması istemiyle Adana 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkarılmıştır. Anılan Mahkemenin 24/2/2004 tarihli ve E.1998/305, K.2004/26 sayılı kararında, “sanık hakkında İstanbul 4 No.lu DGM’de aynı türden kamu davası bulunduğu, birleştirme önerimize olumlu yanıt verildiği, mahkememiz dosyası ile İstanbul 4 No.lu DGM’nin 2003/213 esas sayılı dava dosyası arasında şahsi, fiili ve hukuki bağlantı bulunduğu anlaşıldığından her iki davanın birleştirilmesi kanaatine varıldığı” belirtilerek söz konusu dava, İstanbul 4 No.lu DGM’nin 14/4/2004 tarihli ve E.2004/102, K.2004/74 sayılı kararıyla aynı Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir.

21. Ayrıca aynı suç örgütü ile ilgili olarak diğer bir kısım sanıklar yönünden İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmalar sonucunda düzenlenen 9/10/2003 tarihli ve E.2003/1082, 6/5/2004 tarihli ve E.2004/525, 17/5/2005 tarihli ve E.2005/602 sayılı iddianameler; İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının 22/8/2003 tarihli ve E.2003/216 sayılı iddianamesi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi ile görevli) 18/1/2007 tarihli ve E.2007/75 sayılı iddianamesi ile açılan davalar da İstanbul 4 No.lu DGM’nin 19/1/2004, 13/10/2004, 5/10/2005 ve 21/3/2007 tarihli kararları ile E.2003/213 sayılı dosya ile birleştirilmiştir.

22. Diğer taraftan, İstanbul 4 No.lu DGM’de yargılama devam ederken, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle yargılama İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK 250. madde ile görevli) yürütülmüştür.

23. Başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 4 No.lu DGM’de 28/7/2003 tarihinde, iddianamelerin de tebliğini içeren tensip tutanağının düzenlenmesiyle başlamıştır. İlk duruşma 3/10/2003 tarihinde yapılmış olup hükmün kurulduğu 4/5/2011 tarihine kadar toplam on yedi celse açılmıştır. Başvurucu, bu kovuşturma süreci boyunca avukat yardımından yararlandırılmıştır. Başvurucu 19/1/2004 tarihli oturumda, avukatı ile görüşüp detaylı savunmada bulunacağını, bu nedenle süre talep ettiğini belirtmiş ve istenilen süre 14/4/2004 tarihli oturuma kadar tanınmıştır.

24. Başvurucunun, müdafii ile birlikte 14/4/2004 tarihinde Mahkemede yapmış olduğu savunması şöyledir:

“Öncelikle ben bu olayla ilgili olarak iddianamede bana atılı suçlardan sadece MLKP üyesi olduğumu kabul ediyorum, ayrıca söz konusu evde yakalanan eşyaların da yine bu partinin ve benim olduğunu kabul ediyorum, bunun dışında iddianamede bana yüklenen eylemlerle hiçbir ilgim olmadığı gibi dosyada benimle beraber yargılanan diğer sanıklardan Hatice Duman benim eşimdir, bunun dışında diğer sanıkların hiçbiri ile ilişkim yoktur, kendilerini de tanımam, bu olayla ilgili olarak ben 8/4/2003 tarihinde gözaltına alındığımda görevli olduklarını da bilmediğim sivil şahıslar tarafından zor kullanılarak kaçırıldım …bu şekilde zorla şubeye getirildikten sonra çok yoğun bir şekilde işkenceye tabi tutuldum, bu arada hafıza zayıflatıcı bir ilaç bana uygulanmak suretiyle ve verilmek suretiyle hafızamda kısmen kayıplara sebep olacak şekilde işkenceye tabi tutuldum, daha doğrusu hafızamı tamamen kaybettim, bu şekilde bana değişik eylemleri zorla kabul ettirmek istediler, bununla tehdit ettiler, yine eşimle ilgili olarak tehditte bulundular; ben her defasında susma hakkımı kullandığımı bildirdiğim halde bana kendi gösterdikleri şahıslarla ilgili ve belirtilen eylemlerle ilgili bazı şeyleri kabul etmemi istediler, bu şekilde benim ifade vermediğim halde yazdıkları şeyleri bana imzalattılar, bu şekilde de savcılık huzuruna yine savcılık huzurunda da benzer şekilde çıkarılırken tabi tutuldum ve daha sonra, cezaevine gittiğimde bunlar tespit edilmiştir, sorumlular hakkında yasal işlemler talep ediyorum ve işkence yapan ve bana ilaç uygulaması yapan şahıslar hakkında suç duyurusunda bulunuyorum …sadece örgüt üyeliğini ve evde yakalanan malzemeleri kabul ediyorum…”

25. Müşteki mağdur C. Ö. aynı tarihli oturumda “…olay akşamı işyerimi kapattım… minibüse bindim… Acıbadem köprüsünün altında iki şahıs yüzleri maskeli …silahlarını çekip enseme ve göğsüme dayadılar, elimdeki çantayı istediler… Ben yüzlerine baktığımda gözleri ve alın kısmı …görünüyordu… Yanımdaki maktul S. O. ne oluyor diye deyince diğer şahıs ateş etti ve maktulü kafasında vurduğunu …gördüm… Çantamı alıp kaçtılar... Benim kafama silahı dayayan şahıs şu anda huzurda gösterdiğim …Aligül Alkaya’dır… Çantamda evrak vb şeyler vardı …para yoktu…” şeklinde teşhis ve anlatımda bulunmuştur.

26. Öte yandan 1/4/2009 tarihli oturumda Cumhuriyet Savcısı tarafından mütalaa okunmuş ve somut başvurudaki tüm başvurucular hakkında mahkûmiyet talebinde bulunulmuştur. Bu duruma karşı söz alan başvurucuların avukatının sarf ettiği sözlerden dolayı duruşma Savcısı tarafından Mahkeme aracılığı ile suç duyurusunda bulunulmuştur. Devam eden oturumlarda başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcısı ile olan tartışması nedeniyle hakkında dava açıldığını, Cumhuriyet Savcısının çekilmesi gerektiğini belirtmiş; Mahkemece bu talep kabul edilmemiştir. Başvurucular, Mahkeme heyetinin tarafsız davranmadığını ileri sürerek 17/6/2010 tarihli dilekçeleri ile “hâkimin reddi” talebinde bulunmuşlardır. Mahkemece, anılan talebin 25/2/2011 ve 25/3/2011 tarihli oturumlarda reddedilmesi üzerine başvurucuların 1/4/2011 tarihinde yaptıkları itiraz da “dosyanın karar aşamasında bulunduğu, daha önce defaatle benzer nedenlerle red taleplerinin reddedilip kesinleştiği, reddi hakim taleplerinin yargılamayı uzatmaya yönelik olduğu” gerekçesiyle 7/4/2011 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucuların bu karara karşı 28/4/2011 havale tarihli dilekçesi ile yaptığı itirazı değerlendiren İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi de verilen kararı usul ve yasaya uygun bularak başvurucuların talebini 6/5/2011 tarihinde reddetmiştir.

27. Anılan Mahkeme tarafından 3 maktul, 3 mağdur, 15 şikâyetçi ve 19 sanık ile 8 iddianame ve birçok eylemi kapsayan davada yapılan yargılama sonucunda, 71 sayfadan oluşan 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı kararda başvurucu ile ilgili olarak “sanığın 1996 tarihinden itibaren yasadışı MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, öldürme, yaralama, yağmalama ve bombalama gibi birçok eyleme katıldığı, değişik kod isimler kullandığı, sahte kimlik ile yakalandığı, hücre evinde çok sayıda silah vb. malzemelerin ele geçirildiği, ekspertiz raporlarına göre bazı olaylarda bu silahların kullanıldığının belirlendiği” şeklinde değerlendirmeler yapıldıktan sonra “sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı, niteliği, vahamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasa dışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir.” denilmek suretiyle 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/1. maddeleri uyarınca bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

28. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki değerlendirmesi şöyledir:

“Sanığın 1996-1997 tarihinden itibaren yasadışı MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, yakalandığı tarihe kadar bir dizi eyleme katıldığı, sanığın örgüt içerisinde Şişman-Saim-Süleyman kod isimlerini kullandığı, Halil Özdemir adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı hücre evinde yukarıda ayrıntısı verilen 8 adet muhtelif çapta tabanca, bu tabancalara ait fişek ve mermiler, 3 adet el telsizi, kar maskeleri, 1 adet el bombası, 2 adet kalaşnikof marka tam otomatik silah vb. malzemelerin ele geçirildiği, yine yukarıda ayrıntısı verilen söz konusu silahların ekspertiz raporlarına göre, sanığın beyanlarıyla da kabul ettiği eylemlerde bu silahların kullanıldığı, ekspertiz raporu içeriklerine göre örgüt evinde ele geçirilen 3 adet tabancanın kuyumculuk yapan müştekiler A. K. ve H. K.'den gasp edilen silahlar olduğu anlaşılmıştır. Sanığın yukarıda sabit kabul edilen ve ayrıntısı belirtilen;

08/04/2001 tarihinde polise ait zırhlı aracın taranması, 10.04.2001 tarihinde Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait ekip otomobiline bombalı ve silahlı saldırı, maktul A. Ö.’nün ateşli silahla öldürülmesi… 19.02.2003 tarihinde Kadıköy ilçesinde maktul S. O.'nun ateşli silahla öldürülmesi eylemlerini işlediği…”

29. Başvurucu Aligül Alkaya'nın, başvurucu Hatice Duman ile birlikte örgüt evi olarak kullandığı tespit edilen ikametinde yapılan aramada ele geçirilen malzemeler konusunda Mahkeme gerekçesinde yer alan bazı tespitler ise şöyledir (gerekçeli karar 71 vd.):

“Ele geçirilen silahların İstanbul Kriminal Polis Laboratuarınca yapılan balistik incelemeleri sonucu düzenlenen 10/4/2003 tarihli ekspertiz raporuna göre; …TARIG marka yarı otomatik tabancanın;

30/10/1998 günü …meydana gelen ve A. Y.'ye ait şahsa ait olan markette silah tehdidi ile para istemek ve ateş etmek olayında,

27/11/1998 günü …markette silahlı saldırı neticesi A. Y.'nin öldürülmesi eyleminde,

1/8/2000 günü …yerde bulunan iş yeri kepenklerine "HÜCRELER ÖLÜMDÜR MLKP" ibareli pankart asılması ve olay yerine intikal eden 79 222 kod nolu polis ekip otosuna ateş edilmesi olayında,

10/12/2000 günü saat 02.45 sıralarında maskeli ve silahlı şahısların Piyalepaşa Mahallesi Avcılar Sokak ile Nükhet Sokak üzerinde duvarlara yazılar yazdığı ihbarı alınması üzerine belirtilen adrese giderek olaya müdahale eden güvenlik kuvvetleri ile çıkan silahlı çatışmada Ö. T.'nin ölü, Fatih Buğrul sahte kimlikli Ş. C. ve Ş. Y. isimli şahısların yaralı ele geçirilmesi olayında,

22/7/2001 günü …korsan gösteri yapılması, meskun mahalde ateş edilmesi, molotof kokteyl atılması ve yasadışı MLKP örgütüne ait pankart asılması olayında,

16/10/2001 günü …E. Bilardo salonu içersinde S. Ç.'nin kafasına silahla ateş edilerek öldürülmesi olayında,

Çin yapısı Kalashnikov marka seyyar dipçikli otomatik tüfeğin;

8/4/2001 günü …şubemize bağlı 40-254 kod nolu zırhlı resmi Shortland Rover otosuna ateş edilmesi olayında,

10/4/2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı 97 160 kod nolu ekip otosuna silahlı ve bombalı saldırıda bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli öğretmenin yaralanarak öldürülmesi ve saldırganların aynı yerde bulunan 34 …plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları olayında,

Smith Wesson marka 6'h toplu tabancanın;

8/4/2001 günü …şubemize bağlı 40-254 kod nolu zırhlı resmi Shortland Rover otosuna ateş edilmesi olayında,

10/4/2001 günü …Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı 97 160 kod nolu ekip otosuna silahlı ve bombalı saldırıda bulunulması sonucu olay yerinden geçmekte olan A. Ö. isimli öğretmenin yaralanarak öldürülmesi ve saldırganların aynı yerde bulunan 34 …plaka sayılı otoyu gasp ederek kaçmaları olayında kullanıldıkları tespit edilmiştir.

Ayrıca BKF 2929-470 seri numaralı 357 kalibre Magnum tipi fişek atar A.B.D. yapısı Smith Weşson marka 19-6 model 6'lı toplu tabanca ile A01-00228 numaralı 9 mm çaplı Parabellum tipi fişek atar yerli yapım Sarsılmaz marka Kılınç 2000 model yarı otomatik tabancanın, 17/3/2003 günü saat 08.30 sıralarında Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesi Eczacıbaşı Caddesi Atilla Sokak No: 7 sayılı yer önünde A. Dövizcilik ve Kuyumculuğun sahibi A. K. ile H. K.'den gasp edilen silahlar oldukları anlaşılmıştır.

Sanık Aligül Alkaya'nın üzerinde çıkan Halil Özdemir adına tanzim edilmiş nüfus cüzdanının alınan ekspertiz raporu içeriğine göre tamamen sahte olarak hazırlandığı tespit edilmiştir.

Sanık Hatice Duman'ın yakalanmış olduğu örgüt evinden elde edilen ve İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilen Sanık Aligül Alkaya'nın fotoğrafı yapışık olan Yalçın Palamut adına düzenlenmiş V-03/527980 seri numaralı nüfus cüzdandaki halen mevcut fotoğrafın daha önce aynı yerdeki fotoğrafın sökülmesinden sonra yapıştırılmış olduğu,

Sanık Hatice Duman isimli örgüt mensubunun üzerinden elde edilen ve üzerinde bu şahsın fotoğrafının yapışık olduğu Perihan Özdemir adına düzenlenmiş S-06/000499 seri numaralı nüfus cüzdanındaki mevcut fotoğrafın daha önce aynı yerdeki fotoğrafın sökülmesinden sonra yapıştırılmış olduğu,

Boş vaziyetteki …seri numaralı nüfus cüzdanlarının hakiki oldukları, 'T.C.İLÇESİ NÜFUS MÜDÜRLÜĞÜ" ibareli dişili-erkekli bir adet soğuk mührün sahte nüfus cüzdanı düzenlemek amacıyla kullanıldığı, (4) adet PVC kaplamanın ise sahte nüfus cüzdanı kaplamaya elverişli malzemelerden olduğu ve İstanbul Kriminal Polis Laborotuvarı Müdürlüğünün 11.04.2003 gün BLG : 2003/1737 sayılı ekspertiz raporundan anlaşılmıştır.

Sanık Hatice Duman'ın hücre evi olarak kullandığı değerlendirilen ikamette yapılan incelemede,

Söz konusu evde, görevlilerce alınan bira şişesi üzerindeki parmak izinin Hatice Duman'ın sağ el yüzük parmak izi ile aynı olduğu,

Mutfak masası üzerindeki kül tablasında bulunan parmak izinin Hatice Duman'ın sağ el baş parmak izi ile aynı olduğu.

Söz konusu hücre evinin televizyon odası kapısının dış yüzeyi kapı kolu üst kısmı üzerinden tespit edilen parmak izinin Sanık Aligül Alkaya'nın sağ el orta parmak izi ile aynı olduğu,

Aynı evden alınan ASTUCA yazılı parfüm şişesi üzerinden tespit edilen parmak izi ile Sanık Aligül Alkaya'nın sağ el baş parmak izinin aynı olduğu,

Hücre evinden elde edilen Aselsan marka el telsizi içerisindeki pil üzerinden tespit edilen parmak iziyle yasadışı MLKP terör örgütüne yönelik olarak 8/1/1999 günü başlatılan operasyonlarda yakalanarak hakkında tanzim edilen tahkikat evrakı ile birlikte sevk edildiği ilimiz DMG.C.Başsavcılığının 15/1/1999 gün ve Hz: 1999/88, Sorgu: 1999/11 sayısına kayden tutuklanarak cezaevine konulan, …doğumlu M. T.'nin sol el baş parmak izinin aynı olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünün 11/472003 gün ve B.05.1.EGM.4.34.00.21/02/245 sayılı inceleme raporundan anlaşılmıştır.

Söz konusu evde yapılan aramada ele geçirilen (1) adet 34 …sayılı plakanın 1996 model Kartal SLX tipi metalik bordo renkli hususu otoya ait olduğu, aracın 21/8/2002 günü Beşiktaş bölgesinden çalındığı ve 12/3/2003 tarihinde de bulunduğu Bağcılar İlçe Emniyet Müdürlüğünün 11/4/2003 tarihli yazılarından anlaşılmıştır.

Yine hücre evi olarak değerlendirilen mekanda ele geçirilen bir kısım yazılı dokümanın da daha önce toplatma kararı verilen basılı evrak olduğu belirlenmiştir.”

30. Başvurucu tarafından 6/5/2011 tarihli süre tutum ve sonradan verilen gerekçeli temyiz dilekçeleri ile mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamla öncelikle başvurucunun hâkimin reddi talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddine dair merci kararının hükümden sonra verilmiş olması ve Mahkemece bu itiraz sonucu beklenmeden davanın sonlandırılmış olması durumu ön sorun olarak incelenerek denetim yapılmıştır. Anılan Dairece yapılan incelemede, “sanık Aligül Alkaya müdafiinin hâkimin reddi taleplerine ilişkin ileri sürdüğü nedenlerin tüm dosya kapsamına göre yerinde olmadığı anlaşıldığından ret isteminin geri çevrilmesine ilişkin itirazın reddine; reddi hâkim talebine ilişkin yasal sürecin işleyiş biçimine bağlı olarak ileri sürülen savunma hakkının kısıtlandığına yönelik iddialar, reddi hâkim talebinin ileri sürüldüğü tarih, bu tarihte kovuşturmanın geldiği aşama, tüm savunmalar ve reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddedilmiş olması karşısında yerinde görülmemiştir.” denilerek toplanan deliller karşısında başvurucunun diğer temyiz nedenleri yerinde görülmeyerek usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar verilmiştir.

31. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin başvurucunun müdafiinin yokluğunda verdiği onama kararı başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir.

32. Ayrıca başvurucunun psikolojik baskı gördüğü yönündeki şikâyeti de dikkate alınarak 9/4/2003 tarihinde yapılan muayenesinde “1 gün iş ve güç kaybı oluşturacak biçimde sağ el bileğinde ve sol el baş parmak üstünde sıyrık ve sol uyluk orta ön kısmında 1 cm.lik eski lezyon” tespit edilmiş, başvurucunun “sorulara rahat yanıt verdiği, herhangi bir psikolojik araz belirtisi bulunmadığı” saptanmıştır. Yine cezaevine alınmadan önce 13/4/2003 tarihinde yapılan ve dört günlük açlık grevi sırasında ilaç verilerek şuurunun zayıflatıldığı ve darp edildiği şeklindeki iddiaları da gözetilerek yapılan muayenede “sağ göz altında ekimoz, sağ el bileğinde kabuklu yara” tespit edilmiştir.

33. Başvurucu, kolluğun yakalama sırasında kendisini darp ettiğini ve gözaltı sırasında ise psikolojik baskı uygulayarak kötü muamelede bulunduğunu iddia etmesi üzerine Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/16662 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmış olup beş polis memuru hakkında 20/2/2004 tarihinde Fatih 1. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 26/7/2007 tarihinde beraat kararı vermesi üzerine, başvurucu tarafından temyiz kanun yoluna gidilmiş ve Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 18/3/2010 tarihli ve E.2010/4605 sayılı ilamıyla “suçun son kesme nedeninin oluştuğu tarihe göre temyiz süreci içinde dava zamanaşımının gerçekleştiği anlaşıldığından, katılan Aligül Alkaya vekilinin temyiz nedenleri yerinde bulunmakla sanık yararına olduğu anlaşılan 765 sayılı Kanun’un 102/4. maddesi uyarınca kamu davasının düşürülmesine” karar verilmiştir.

34. Öte yandan Bakanlık görüşünde şu ilave bilgilere yer verilmiştir:

i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 26/7/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS/Sözleşme) 6/1’inci maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM – B. No: 54693/12) başvurmuştur.

ii. Başvurucu, 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur.

iii. Komisyon, başvurucu hakkındaki kararın Yargıtay tarafından onandığı tarihe kadar olan yargılama süresini hesap ederek “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya 6.000,00 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına” karar vermiştir.

iv. Komisyonun kararı başvurucu vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

3. Başvurucu Hatice Duman ile İlgili Yürütülen İşlemler

35. Başvurucu, dosyadaki yakalama tutanağına göre 9/4/2003 tarihinde, başvurucu Aligül Alkaya ile birlikte kullanmış olduğu ikamette P. Ö. sahte kimliği ile yakalanmış, aynı evde birçok silah ve başka suç eşyasına da el konulmuştur (bkz. § 13).

36. Müdafii olmadan 12/4/2003 tarihinde alınan kolluk ifade tutanağında başvurucunun “açlık grevi yaptığı, susma hakkını kullandığı, ifadesini Cumhuriyet Savcılığında vereceği” belirtilmiştir. Anılan tutanak başvurucu tarafından imzalanmamıştır. 13/4/2003 tarihli kolluk tutanağına göre de başvurucu gözaltında iken açlık grevine başlamıştır.

37. Başvurucu, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Savcının huzurunda da susma hakkını kullanacağını belirterek ifade vermekten ve imza atmaktan imtina etmiştir.

38. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ile aynı tarihte çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise müdafii eşliğinde “Ben üzerime atılı suçları kabul etmiyorum, benim herhangi bir şekilde örgütsel bağım yoktur. Ayrıca Aligül Alkaya isimli sanığı da tanımıyorum. Ben iddia edildiği gibi Aligül Alkaya’nın evinde yakalanmadım, beni sokakta yakaladılar. Benim hakkımda neden bu şekilde suç isnadında bulunduklarını da bilemiyorum, suçların hiçbirini kabul etmiyorum, ben herhangi bir eyleme katılmadım…” şeklinde savunmada bulunmuştur. Dosyadaki kanıt durumu ve suçun niteliği göz önüne alınarak başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.

39. Başvurucu, müdafii eşliğinde Mahkemede verdiği savunmalarında ise olaylarla ilgisi olmadığını belirtmiştir.

40. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/822 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma sonucunda, 23/7/2003 tarihli ve E.2003/834 sayılı iddianame ile üç eylemde sorumluluğu ve örgüt üyeliği tespit edilen başvurucu ile sekiz şüpheli hakkında 765 sayılı Kanun’un 146/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

41. Başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 4 No.lu DGM’de 28/7/2003 tarihinde, iddianamenin de tebliğini içeren tensip tutanağının düzenlenmesiyle başlamıştır. İlk duruşma 3/10/2003 tarihinde yapılmış olup hükmün kurulduğu 4/5/2011 tarihine kadar toplam on yedi celse açılmıştır. Başvurucu bu kovuşturma süreci boyunca avukat yardımından yararlandırılmıştır. Başvurucu ilk oturumda “suçlamaları kabul etmediğini, diğer sanıkları tanımadığını, avukatı ile görüşüp detaylı savunmada bulunacağını, bu nedenle süre talep ettiğini” belirtmiş ve istenilen süre tanınmıştır.

42. Anılan Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda, 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı karar ile MLKP adlı terör örgütü mensubu olarak anayasal düzeni zor yoluyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçu kapsamında bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

43. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki gerekçeli değerlendirmesi şöyledir:

“İlk olarak 1992 tarihinde Gaziantep Emniyet Müdürlüğünce gözaltına alındığı ve salıverildiği, 1992 tarihinden yakalandığı tarihe kadar MLKP terör örgütü adına faaliyette bulunduğu, yakalandığı tarihte Aligül Alkaya ile birlikte kaldığı hücre evinden değişik çapta silahların ele geçirildiği, Perihan Özdemir adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı, Meral kod adını kullandığı, sanığın yakalandığı hücre evinde bira şişesi üzerinde sağ el yüzük parmağının izi ile yine mutfak masası üzerinde bulunan kül tablası üzerinde parmak izinin bulunduğu, oda kapısında Aligül Alkaya'nın parmak izinin bulunduğu, aynı evde bulunan parfüm şişesi üzerinde Aligül Alkaya'nın parmak izinin bulunduğu, sanığın yukarıda sabit kabul edilen ve ayrıntısı belirtilen;

31/7/2001 günü Kadıköy ilçesi Kızıltoprak mahallesi, Kalamış Marina dış tel örgü kenarına patlayıcı madde koymak,

24/1/2003 günü Eyüp ilçesi Rami Kuru Gıda Toptancılar Sitesinde bulunan Akbank Topçular Şube Müdürlüğünün silahla yağma edilmesi,

17/3/2003 günü Maltepe ilçesi Cevizli Mahallesinde A. K. ve H. K.'ye ait silahların yağmalanması,

Bu nedenle sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı niteliği vehamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir…”

44. Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir.

45. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir:

 i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 19/7/2012 tarihinde makul süreyi aşan yargılama sebebiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 50441/12) başvurmuştur.

 ii. Başvurucu, 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur.

 iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 6.000 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

 iv. Başvurucu hakkındaki Komisyon kararı, başvurucu vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

46. Öte yandan başvurucu, aynı olay kapsamında uzun tutukluluk ve devam eden tutukluluğun hukuka aykırılığına itiraz edilebilecek etkili bir başvuru yolu bulunmaması iddiası ile ilgili olarak AİHM’e başvuruda bulunmuş; AİHM’in 22/5/2012 (B. No: 43918/08) tarihli kararı ile anılan şikâyetler yönünden Sözleşme’nin 5/3 ve 5/4. maddesinin ihlaline karar verilmiştir.

4. Başvurucu Ahmet Doğan ile İlgili Yürütülen İşlemler

47. Başvurucu, iki ayrı soruşturma kapsamında aranmakta iken 12/3/2004 tarihinde İzmir ili Konak Çınarlı Polis Karakolu yakınında meydana gelen bir patlama olayından sonra olay mahallinden uzaklaşmaya çalıştığı sırada kolluk görevlilerince yapılan takip neticesinde yakalanmıştır. Başvurucu, aynı tarihli yakalama tutanağı içeriğine göre polislere direnmiş ve saldırmış, ayrıca üzerinde A. S. adına düzenlenmiş sahte kimlik ele geçirilmiştir.

48. Başvurucu, müdafii eşliğinde verdiği 16/3/2004 tarihli kolluk, Cumhuriyet Savcılığı ve sorgu ifadelerinde susma hakkını kullanmıştır.

49. Anılan suçlar nedeniyle başvurucu hakkında İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, 6/5/2004 tarihli ve Hz.2003/1583, E.2004/525 sayılı iddianame ile adam öldürme, silahlı saldırı, pankart asma ve patlayıcı atma gibi dokuz kadar eylemden dolayı 765 sayılı Kanun’un 146/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesine kamu davası açılmış olup dava, anılan Mahkemenin E.2004/164 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Bu dosya, 13/10/2004 tarihinde aynı Mahkemenin E.2003/213 sayılı dosyası ile birleştirilmiştir.

50. Başvurucu hakkındaki ilk duruşma, tensip tutanağının düzenlenmesinden sonra, 11/8/2004 tarihinde yapılmıştır.

51. Başvurucu 26/7/2006 tarihli oturumda özetle “Ben MLKP’nin üyesiyim ve askeriyim… Eylemlere katıldığım …Aligül Alkaya ve B. M.’nin beyanlarına dayandırılmıştır… Ayrıca İzmir’deki Çınarlı Karakolunun bombalanması olayı ile de bağlantı kurulmaya çalışılmaktadır… Delil elde edilmemiştir.” şeklinde savunmada bulunmuştur.

52. Başvurucunun, müdafii ile birlikte 4/5/2011 tarihinde yapmış olduğu Mahkemedeki savunması şöyledir:

“Sanık Ahmet Doğan'ın 4/5/2011 tarihinde mahkememizdeki ifadesinde; savunmamı yazılı olarak hazırladım. Okumak istiyorum dedi. Sanık 11 sayfadan ibaret olan yazılı savunmasını saat 14:10 itibariyle okumaya başladı 14:50'de son buldu. Beyanlarında özetle devrimci olduğunu, sosyalist olduğunu, MLKP'li olduğunu, bu nedenle yargılandığını, ancak isnat edilen eylemleri kabul etmediğini… Aligül Alkaya'nın ve …ayrıca İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan B. M.’nin beyanlarına dayalı olarak suçlandığını… MLKP'li olmaktan başka isnat edilen hiçbir suçu işlemedim…”

53. Anılan Mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda, 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı karar ile MLKP adlı terör örgütü mensubu olarak Anayasal düzeni zor yoluyla ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçu kapsamında bir kısım eylemden sorumluluğu tespit edilen başvurucunun 765 sayılı Kanun’un 146/1 ve 59/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

54. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki değerlendirmesi şöyledir:

“Sanık Aligül Alkaya'nın beyan ve teşhisleri, B. M. isimli örgüt mensubunun teşhis ve beyanları, yine Aligül Alkaya'nın fotoğraflı teşhis tutanağı, sanığın örgüt içerisinde Tufan kod adını kullandığı, 12/3/2004 tarihinde İzmir Konak ilçesi Çınarlı Polis Karakolu Binasının yan tarafına basınç etkili el yapımı bomba konularak patlatılması eyleminden sonra şüphe üzerine yapılan kimlik kontrolünde Adem Saykal adına düzenlenmiş sahte kimlik ile yakalandığı, sanığın 12/3/2004 günü İzmir Konak ilçesi Polis Karakolu binasının duvarına el yapımı bomba konulması eylemini, dosyada mevcut cerahim evrakı, 13/3/2004 tarihli olay yeri inceleme tutanağı ve krokisi, mahkememizin birleşen 2004/164 esas sayılı dava dosyası içerisinde bulunan tüm evrak kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir.

Sanığın ayrıca dosyamız kapsamında yargılaması yapılan ve yukarıda sübuta ilişkin ayrıntıları belirtilen;

8/4/2001 tarihinde polise ait zırhlı aracın taranması,

10/4/2001 tarihinde Üsküdar İlçe Emniyet Müdürlüğüne ait ekip otomobiline bombalı ve silahlı saldırı, maktul A. Ö.’nün ateşli silahla öldürülmesi ve Ş. G.’ye ait 34… plakalı aracın gasp edilmesi,

22/7/2001 günü Maltepe İlçesi Gülensu Mahallesi, ateş edilmesi ve molotof kokteyl atılması eylemi,

16/10/2001 tarihinde E. Bilardo salonunda S. Ç.’nin kafasına silahla sıkılmak suretiyle öldürülmesi eylemi,

25/7/2001 tarihinde Pendik İş Bankası, Kartal Garanti Bankası ve Pendik Finansbank şubelerine bomba konulması eylemlerine katıldığı tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir.

Bu nedenle sanığın işlediği kabul edilen eylemlerin sayısı niteliği vehamet arz eden boyutu dikkate alındığında yasadışı silahlı MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısımı bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçunun sübuta erdiği kabul edilmiştir…”

55. Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir.

56. Öte yandan Bakanlık görüşünde de başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir:

 i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 4/9/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 73347/12) başvurmuştur.

 ii. Başvurucu, 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur.

 iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 6.000 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

5. Başvurucu Hasan Özcan ile İlgili Yürütülen İşlemler

57. Başvurucu, 16/11/2005 tarihinde yakalanmıştır. Aynı tarihli yakalama tutanağı içeriğine göre başvurucu direnmiş ve O.G. adına düzenlenmiş sahte kimlikle yakalanmıştır.

58. Başvurucu, 19/11/2005 tarihinde müdafii eşliğinde kollukta susma hakkını kullanmış, Cumhuriyet Savcılığı ve sorguda müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde ise kollukta kötü muamele görmediğini belirterek suçlamaları reddetmiştir.

59. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK 250. madde ile görevli) tarafından düzenlenen 18/1/2007 tarihli iddianame ile başvurucunun tespit edilen eylemlerinden dolayı 765 sayılı Kanun’un 146/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış olup dava anılan Mahkemenin E.2003/213 sayılı numarası ile birleştirilmiştir.

60. Başvurucunun, müdafii eşliğinde 21/3/2007 tarihinde Mahkemede yapmış olduğu savunması şöyledir:

“İddianamedeki suçlamaları tek tek okudum. Bunların hiçbirini kabul etmiyorum. Öncelikle ben muhalif bir insan olduğum için polis tarafından yıllardır devamlı takip edilmiş, baskınlar düzenlenmiş ve üzerime işkenceler yapılmış olup, ben ve eşim hakkında… defalarca işlemler yapılmıştır. Ben daha önce bir kez daha gözaltına alınmıştım… Hiçbir örgütle ilişkim yoktur… devamla, ben devamlı olarak polis tarafından rahatsız edildiğim için ve basında da devamlı işkencelerle ilgili okuduğum hususları gözeterek eniştem Orhan G.’nin kimliğini alıp, kendi fotoğrafımı koymak suretiyle bu kimliği sahte olarak kullanıyordum, ancak sadece üzerimde taşıyordum, fakat hiçbir yerde de kullanmadım, ayrıca üzerimde bir öğrenci pasosu U. A. adına düzenlenmiş akbil kartı vardı, bunu bulmuştum, Karaköy merkezi olduğu için oraya getirip teslim edecektim, yanımda bulunmasının sebebi de budur, başka anlamı yoktur, ancak bu sahte değildir…”

61. Anılan Mahkemenin 4/5/2011 tarihli ve E.2003/213, K.2011/84 sayılı kararında başvurucu ile ilgili olarak kurulan hüküm şöyledir:

“Sanık… Hasan Özcan’ın … 765 sayılı TCK'nın 146/1. maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu konusunda tam bir kanaat oluşmuş ise de; dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK'nın 168/1. maddesi kapsamında kaldığı, …yasadışı MLKP örgütünün emir ve kumandaya haiz üyesi olduğu sabit görülmekle eylemine uyan 765 sayılı TCK’nın 168/1 maddesi… Sanığın eylemlerinin terör suçu niteliğinde bulunduğu anlaşıldığından 3713 sayılı Yasanın 5. maddesi… Duruşmalardaki iyi halleri lehine takdir edilerek TCK’nın 59/2 maddesi gereğince …18 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına…”

62. İlk Derece Mahkemesinin, başvurucuya isnat edilen eylemlerin sübutu konusundaki gerekçeli değerlendirmesi şöyledir:

“Sanığın Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinden 28/11/1991 tarihinde mezun olduğu, sanık hakkında daha önce İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde yasadışı MLKP terör örgütü üyesi olmaktan 1997/137 esasla kamu davası açıldığı, sanığın eniştesi Orhan G. adına düzenlenmiş kimlik kullandığı, örgüt içinde Şapkalı-Cem-Cemal kod isimlerini kullandığı, H. A'nın ek klasör (d:9-16 )'daki beyanı, S. G.’nin (d:6-8)'deki beyanı, S. Y.'nin beyan ve teşhisi, A. G.'nin beyan ve teşhisi (dizi:17-21) dikkate alındığında sanığın MLKP silahlı terör örgütünün merkez komite üyesi olduğu, örgüt içinde Anadolu Yakası sorumlusu olarak faaliyet yürüttüğü, S. Y.'nin beyan içeriği dikkate alındığından işbirlikçi olduğu iddiasıyla S. Y.'nin bu sanık tarafından sorgulandığı tüm dosya kapsamından anlaşılmış ve kabul edilmiştir.

S. Y.'nin Aligül Alkaya tarafından sanık Hasan Özcan'ın talimatıyla örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle öldürülmesi talimatının verildiği, S. Y.'nin İstanbul Bağcılar civarında bir yere götürülerek Aligül Alkaya tarafından ateş edildiği, öldüğü zannedilerek terk edildiği, daha sonra S. Y.'nin teslim olup olayı anlattığı tüm dosya kapsamından anlaşılmakta ise de;

İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2001/384 Esas sayısı üzerinden yapılan yargılama sonunda örgüt üyeliğinden beraate ilişkin karar, S. Y.'nin daha sonra ifade değiştirerek yaralanmanın kız meselesi nedeniyle yapıldığına ilişkin beyanı üzerine İstanbul C.Başsavcılığının bu eylem nedeniyle görevsizlik kararı verdiği hususu dikkate alındığında;

Esasen S. Y.'nin örgüt mensuplarınca özellikle sanık Hasan Özcan tarafından sorgulandığı konusunda gerek S. Y.'nin dosya kapsamıyla uyuşan beyanı gerekse yukarıda ayrıntısı anlatılan 16/10/2001 tarihinde E. Bilardo salonunda Suat. Ç. isimli maktulün Suat. Y. zannedilerek örgüt mensuplarınca öldürüldüğü dikkate alındığında tam bir kanaat oluşmuştur. Ancak İstanbul C.Başsavcılığının S. Y.'nin yaralanması ile ilgili görevsizlik kararı vererek İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin S. Y. hakkındaki beraat ve görevsizlik kararları dikkate alındığında sanık Hasan Özcan'ın Suat Y.'nin Bağcılar'da silahla vurulması eylemiyle ve Suat Ç.’nin Suat Y. zannedilerek öldürülmesi eylemiyle doğrudan bağ kurulamamıştır. En azından yukarıda bahsedilen yargısal kararlar dikkate alındığında bu hususta çelişki ve şüphe oluşmuştur.

Ancak daha önce yargılanan örgüt mensubu H. A.’nın beyanı, bu beyanı doğrulayacak şekilde Hasan Özcan tarafından teslim edildiği beyan edilen 2 adet anti-tank Law roketinin yakalanması, S. G. ve A. G.’nin 9 örgüt mensubu ve Hasan Özcan'ın katılımıyla delege seçimi yapıldığına ilişkin beyanı, yine A. G.’nin beyanına göre Hasan Özcan'ın merkez komite üyesi olabileceğine ilişkin beyanları ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında sanık Hasan Özcan'ın yasadışı MLKP terör örgütünün emir ve kumandaya haiz yöneticisi konumunda olduğu konusunda tam bir kanaat hasıl olmuştur.

Her ne kadar sanığın MLKP terör örgütü adına Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamını veya bir kısmını bozmaya veya kaldırmaya cebren teşebbüs etme suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmış ise de sanığın dosya kapsamında işlendiği kabul edilen eylemlere doğrudan katıldığı yönünde tam bir kanaat hasıl olmadığı gibi Suat Ç.’nin Suat Y. zannedilerek öldürülmesi eyleminin talimatını verdiği konusunda tam bir kanaat oluşmadığı, yine Suat Y.’nin Bağcılar civarında silahla vurularak öldüğü zannedilerek bırakılmasına ilişkin eylemde de daha sonra verilen görevsizlik kararı nedeniyle çelişki ve şüphe oluştuğundan sanığın eyleminin silahlı örgütün amir ve kumandaya haiz yönetici konumunda olduğu kabul edilerek dosya kapsamında işlenen eylemlerle doğrudan bağlantısı ve iştiraki tespit edilemediği anlaşıldığından sanığın eyleminin 765 sayılı TCK'nın 168/1. maddesi kapsamında kaldığı… kanaatine varılmıştır.”

63. Başvurucu tarafından mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin duruşmalı olarak yaptığı inceleme sonucunda 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.2012/10066 sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Bu karar başvurucu tarafından 11/1/2013 tarihinde öğrenilmiştir.

64. Öte yandan Bakanlık görüşünde, başvurucu ile ilgili şu ilave bilgilere yer verilmiştir:

 i. Başvurucu, yargılandığı davaya ilişkin olarak 5/9/2012 tarihinde “makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle AİHM’e (B. No: 81603/12) başvurmuştur.

 ii. Başvurucu, 6384 sayılı “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun” gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurmuştur.

 iii. Komisyon, başvurucunun “makul sürede yargılanma hakkının” ihlal edildiğine, başvurucuya 5.250 TL tazminat ödenmesine ve dilekçedeki diğer iddialar hakkında yetkisizlik nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

 iv. Başvurucu hakkındaki Komisyon kararı vekiline 13/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiş olup itiraz edilmediğinden 31/12/2012 tarihinde kesinleşmiştir.

65. Başvurucular, 17/1/2013 tarihli dilekçeleri ile süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

66. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men'e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.”

67. 3713 sayılı Kanun’un “Cezaların arttırılması” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 29/6/2006-5532/4 md.) 3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlîpara cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.”

68. 5271 sayılı Kanun’un “İfade ve sorgunun tarzı” kenar başlıklı 147. maddesi şöyledir:

“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:

c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.”

69. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin görevlendirilmesi” kenar başlıklı 150. maddesi şöyledir:

“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”

70. 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi'de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

71. 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”

72. 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı mülga Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Yakalama ve tutuklama” kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

 “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir.

Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.

Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

73. Mahkemenin 27/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 17/1/2013 tarihli ve 2013/1138 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

74. Başvuruculardan Aligül Alkaya,

 i. Gözaltında tutulduğu sırada maddi ve manevi baskı ve işkenceye uğradığını, iradesini zayıflatıcı ilaçlar verildiğini, ölümle tehdit edildiğini, ailesine ve gözaltına alınan eşi Hatice Duman’a zarar verileceği yönünde tehditlerde bulunulduğunu,

 ii. Emniyet, Savcılık ve sorgu ifadelerinde talep etmiş olmasına rağmen bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadığını,

 iii. Gözaltında iken kendisine yapılan kötü muamele sonucunda suçlamaları kabul etmek zorunda kaldığını, hukuka aykırı yöntemler kullanılarak elde edilen polis ifadesinin hükme dayanak yapıldığını,

 iv. Yargılama sırasında, iddia makamının talepleri derhâl kabul edilirken kendisinin ve avukatının savunmaya ilişkinin taleplerinin ısrarla reddedildiğini, özellikle esası etkileyecek tanıklar İ.S., O.N.B., Y.T., H.C., M.G., M.Y., C.L., G.D. ve A.T.nin duruşmada dinlenilmesi taleplerinin hiçbir gerekçe sunulmadan geri çevrildiğini, yüzleştirme yapılmadığını, bu suretle silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını,

 v. Yine, 19/2/2003 tarihinde S. O.nun öldürülmesi ile ilgili olarak iddianamede ve Mahkeme kararında beyanları delil olarak kullanılan M.Z. ve R.K.nın duruşmada dinlenmediklerini,

 vi. Maktul A.Ö.nün ölümüne neden olan ve vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğine ilişkin ekspertiz raporu alınmadığını, mermi çekirdeğinin hangi silaha ait olduğunun tespiti için bilirkişi incelemesi yapılmadığını ve bu konudaki taleplerinin de reddedildiğini,

 vii. Anılan olay sırasında yaralanan polis memuru S. T.nin, aynı ekipte yer alan polis memuru S. A. K. tarafından vurulduğunu, bu nedenle bu kişilerin vereceği ifadeler önemli olmasına rağmen duruşmada dinlenmediklerini,

 viii. Davanın esasını etkileyecek nitelikli birçok delilin araştırılmadığını, son kararda esaslı delil olarak kullanılan birçok delilin de duruşmaya getirilmediğini, Mahkemenin eksik araştırmayla karar verdiğini, somut dava dosyasıyla birleştirilen Malatya Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) ve Adana DGM dosyalarının ayrıntılı incelenmediğini, önemli bazı delillerin toplanması ve keşif yapılması gibi taleplerinin reddedildiğini, bu nedenle çelişmeli yargılama, davanın düzgün bir şekilde incelenmesi hakkı ve yargılamaya etkili katılma hakkının zedelendiğini,

 ix. Mahkeme heyetinin tarafsız olmadığını, hâkimin reddi talebinin reddine yapılan itiraz sonuçlanmadan hüküm kurulduğunu, ayrıca yargılamayı yapan Mahkemenin kuruluş ve işleyişinin de Anayasa’ya aykırı olduğunu, aynı tür uyuşmazlıkları çözen mahkemelerin aynı kurallara tabi olması gerekirken ağır cezalık fiiller arasında ağır ceza/özel ağır ceza ayrımı yapılmış olmasının yargılamanın birliği ilkesini ihlal ettiğini,

 x. Mahkemenin ara kararları ve son mahkûmiyet kararı ile Yargıtayın onama kararının hukuki gerekçeden yoksun olduğunu,

 xi. Hakkındaki iddianame 14/4/1994 tarihinde hazırlanmış olmasına rağmen İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin nihai kararını verdiği 4/5/2011 tarihine kadar 17 yıl, Yargıtayın onama kararına kadar da 18,5 yıldan fazla bir süre geçtiğini; yargılamanın uzun sürmesinde mahkemenin sorumluluğunun olduğunu, Mahkeme tarafından tutukluluğunun dikkate alınmadığını ve yargılamanın makul bir sürede tamamlanmadığını, yargılamanın uzun sürmesi karşısında başvurulabilecek bir hukuk yolu bulunmadığını belirterek,

 xii. Başvurucular Hatice Duman, Ahmet Doğan ve Hasan Özcan da başvurucu Aligül Alkaya ile benzer hak ihlali iddialarında bulunarak hukuka aykırı elde edilmiş Aligül Alkaya’nın ifadesinin mahkûmiyete esas alındığını, delillerin yeterince araştırılıp değerlendirilmediğini, müdafi yardımından yararlandırılmadıklarını, Mahkemenin tarafsız ve bağımsız olmadığını, makul sürede yargılamanın bitirilmediğini iddia ederek,

Anayasa’nın 17/3., 36., 38. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesini, her biri için 25.000 TL (Hasan Özcan için 50.000 TL) manevi tazminat, 3.960 TL maddi tazminat ödenmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

75. Başvurucuların iddiaları “işkence yasağı” ve “adil yargılanma hakkı” başlıkları altında ayrı ayrı incelenmiştir.

a. Başvurucu Aligül Alkaya’nın İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

76. Başvurucu, gözaltında tutulduğu sırada maddi ve manevi baskı ve işkenceye uğradığını, iradesini zayıflatıcı ilaçlar verildiğini, ölümle tehdit edildiğini, ailesine ve gözaltına alınan eşi Hatice Duman’a zarar verileceği yönünde tehditlere maruz kaldığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

77. Bakanlık görüşünde, başvurucunun işkence yasağına ilişkin şikâyetlerinin, Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun başladığı 23/9/2012 tarihinden öncesine yönelik olduğu ve bu konudaki adli sürecin anılan tarihten önce kesinleştiği belirtilmiştir.

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

79. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkemenin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (G.S., B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

80. Somut olayda başvurucunun kolluğun gözaltı sırasında kendisine kötü muamelede bulunduğunu iddia etmesi üzerine Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2003/16662 sayılı dosya üzerinden soruşturma başlatılmış olup beş polis memuru hakkında Fatih 1. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Mahkemenin 26/7/2007 tarihinde beraat kararı vermesi üzerine, başvurucu tarafından temyiz kanun yoluna gidilmiş ve Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 18/3/2010 tarihli ve E.2010/4605 sayılı kararıyla, zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir (bkz. §§ 32, 33).

81. Açıklanan nedenlerle başvurucunun “işkence yasağının” ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerine konu olayda yargılama sürecine ilişkin nihai kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

82. Başvurucuların bu başlık altındaki şikâyetleri; Mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı, makul sürede yargılanma, hakkaniyete uygun yargılanma, müdafii yardımından yararlandırılma hakları kapsamında ayrı ayrı incelenmiştir.

i. Mahkemenin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığı Şikâyeti

83. Başvurucular, Mahkemenin kuruluş ve işleyişinin Anayasa’ya aykırı olduğunu, aynı tür uyuşmazlıkları çözen mahkemelerin aynı kurallara tabi olması gerekirken ağır cezalık fiiller arasında ağır ceza/özel ağır ceza ayrımı yapılmış olmasının yargılamanın birliği ilkesini ihlal ettiğini, ayrıca Mahkeme heyetinin tarafsız olmadığını iddia etmişlerdir (bkz. § 26).

84. Bakanlık görüşünde, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yasayla kurulduğu, tabii hâkim ilkesinin gereklerini karşıladığı, işleyişine ilişkin düzenlemelerin Ceza Muhakemesi Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda öngörülmüş olduğu ve yasayla önceden belirlenmiş hükümler çerçevesinde yargılama faaliyetlerini sürdürdüğü, AİHM’in de benzer şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddettiği belirtilmiştir.

85. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı olarak başvuru dilekçelerindeki iddialarını tekrarlamışlardır.

86. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

87. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin ‘Adil yargılanma hakkı’ kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Sözleşme’nin 6. maddesinde, mahkemenin “kanunla kurulmuş” olması gerektiği hükme bağlanmıştır. Ayrıca Anayasa’nın 37. maddesinde hiç kimsenin kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamayacağı, bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamayacağı; 142. maddesinde mahkemelerin kuruluş, görev, işleyiş ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükümlerine yer verilmiştir.

88. Yukarıda belirtilen kuralların amacı, mahkemelerin bağımsızlığının sağlanması istikametinde, demokratik toplumda yargı sisteminin, yürütmenin müdahalelerine karşı korunması ve sistemin münhasıran millet iradesini temsil eden parlamento tarafından şekillenmesinin sağlanmasıdır. Pek tabii bu kural, sistemin teşekkül ve işleyişine ilişkin tüm ayrıntılarının mutlaka kanunla belirlenmesini gerektirmemektedir. Ayrıntılara ilişkin koşullar, yargı denetimi sağlanmak koşuluyla ikincil mevzuatla belirlenebilir. Yine Sözleşme’nin 6. maddesi, kanunla kurulmuş olmak şartıyla özel mahkemelerin (örneğin terör mahkemeleri) kurulmasını yasaklamamaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. X ve Y/İrlanda [KK], B. No: 8299/78, 10/10/1980).

89. Mahkemenin fiilen kanuna uygun olarak kurulmuş olması da kanunla kurulmuş olmanın diğer yönünü teşkil etmektedir. Buna göre bir mahkemenin, görev ve işleyişi ile ilgili kurallara uygun olarak teşekkül etmemiş ve faaliyet göstermemiş olması hâlinde belirtilen güvenceye aykırı bir durum oluşacaktır.

90. AİHM, özel yetkili mahkemelerde yargılanmış olmasının şikâyet konusu edildiği bir başvuruyu incelemiş ve bu mahkemelerin kanun ile kuruluşu ve oradaki hâkimlerin teminatları gibi güvenceleri dikkate alarak bir sorun olmadığını ifade etmiş ve bu yöndeki şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (Osman Keser/Türkiye, B. No: 29321/11, 15/10/2013, §§ 24-28).

91. Somut davada başvurucuların yargılandıkları Mahkeme kanunla kurulmuş olup genel adli yargı sistemi içerisinde yer almaktadır. Öte yandan suç tarihinde başvuruculara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan DGM’lerin hukuki dayanağını oluşturan Anayasa’nın 143. maddesi ve 2845 sayılı Kanun, suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun’la 1412 sayılı mülga Kanun’a 394/a maddesi eklenmiş, daha sonra da 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 2. ve 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 250. maddeleri ile bu suçlara ağır ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup anılan Kanunların amaç, kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın 37. ve 142. maddesi hükümleri çerçevesinde, yargılamayı yapan Mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara yönelik kurulan özel bir mahkeme olmadığı ve dolayısıyla doğal hâkim ilkesi ve kanunla kurulmuş mahkemede yargılanma hakkına yönelik bir müdahale olmadığı açıktır.

92. Öte yandan başvurucular, Mahkeme heyetinin tarafsız olmadığını, bu yönden yaptıkları “hâkimin reddi” taleplerinin sonuçsuz kaldığını belirtmişlerdir.

93. Adil yargılanma hakkından bahsedebilmek için mahkemenin tarafsız olması gerekir. “Tarafsızlık”, ön yargılı ve yanlı davranmamak anlamına gelmekte olup bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği ancak her somut olayda öznel ve nesnel testler uygulanmak suretiyle saptanabilir. AİHM’e göre adil yargılanma anlamında tarafsızlığın varlığı, hem belirli bir davada belirli bir hâkimin kişisel düşüncelerini temel alan öznel bir teste, hem de hâkimin bu konudaki meşru şüpheleri giderebilecek güvenceleri taşıyıp taşımadığına ilişkin nesnel teste göre belirlenmelidir (Hauschıldt/Danimarka, B. No: 10486/83, 24/5/1989, § 46).

94. Buna göre “tarafsızlık” koşulunda, “işlevsel/nesnel” ve “şahsi/öznel” yanlılık hâlleri birbirinden ayrı değerlendirilmelidir. Aynı kişinin yargısal faaliyetler çerçevesinde farklı işlevlere sahip olması ya da yargılamanın diğer taraflarıyla arasında hiyerarşik veya benzer nitelikli bağlar bulunması, mahkemenin nesnel tarafsızlığına dair meşru bir şüphe ortaya çıkarabilir. Kişisel tarafsızlıkla ilgili olarak değerlendirilebilecek husus ise hâkimin kişisel tutumunun böyle bir şüphe oluşturup oluşturmadığı veya yanlı bir davranış teşkil edip etmediğidir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Kyprianou/Kıbrıs, [BD], B. No: 73797/01, 15/12/2005, § 122).

95. Bir hâkimin başvurucuya karşı kişisel bir yanlılıkla hareket ettiğini gösteren bir delil olmadıkça hâkimin tarafsız olduğu kabul edilmelidir (Hauschıldt/Danimarka, § 47).

96. AİHM, nesnel tarafsızlık testinde önemli olanın, demokratik bir toplumda mahkemelerin halkta ve ceza davalarında yargılanan sanıklarda oluşturacağı güven duygusu olduğunu vurgulamıştır. Nesnel tarafsızlık incelenirken mahkemenin tarafsız olmadığını iddia eden tarafın görüşü önemli ama sonuca etkili değildir. Mühim olan, tarafsızlıkla ilgili şüphelerin nesnel olarak haklı gösterilip gösterilmediğidir. Şayet hâkimin tarafsızlığına yönelik meşru bir şüphe varsa o hâkim davadan çekilmelidir (Fey/Avusturya, B. No: 14396/88, 24/2/1993, § 30; Hauschıldt/Danimarka, § 48).

97. Nesnel tarafsızlık daha çok bir ceza davasında yargılamayı yapan hâkimin davanın önceki aşamalarına çeşitli nedenlerle katıldığı durumlarda teste tabi tutulmaktadır. Bir hâkimin aynı davada kovuşturmadan önceki aşamalarda görev ya da karar almış olması o hâkimin nesnel tarafsızlığına ilişkin şüphe veya endişeleri haklı kılmaz (Fey/Avusturya, § 30). Şayet soruşturma aşamasında savcılık sıfatıyla bir dosya ile ilgilenmesini gerektiren türden bir görev yapılmış ve daha sonra da aynı davada hâkim olunmuşsa ilgililerin o kişinin tarafsızlığını sağlamak için yeterli güvencelerin var olmadığı konusunda endişelenmeye hakları vardır (Piersack/Belçika, B. No: 8692/79, 1/10/1982, § 30).

98. Yargıtay kararlarında da hâkimin nesnel tarafsızlığı tartışılmış ve hangi hâllerde tarafsızlığın ihlal edileceği saptanmaya çalışılmıştır. Buna göre, iddianame veya son soruşturmanın açılması kararındaki suç niteliği yönünden görevsizlik kararı veren, soruşturma sırasında doğrudan doğruya ya da talimatla sanığın sorgusunu yapan ya da tanıkları dinleyen, soruşturma aşamasında sanığın tutuklanmasına ya da salıverilmesine karar veren hâkimin asıl davaya bakan mahkemeye katılmasının sakıncalı olmadığı ve tarafsızlığı ihlal etmediği kabul edilmiştir. Soruşturma aşamasında değişik sebeplerle görev almış olan hâkim için önemli olan, söz konusu dava ile ilgili olarak oy ve kanaatini belli etmiş olup olmadığıdır. Gerçekten esaslı işlemler niteliğinde bir soruşturmayı yapan veya duruşmayı yöneterek delilleri toplayan, olay hakkında belli bir kanıya varıp suçun niteliği ve uygulanacak yasa maddelerini açıklayan ve böylece kanaat ve oyunu belli etmiş bulunan hâkimin, bu işe ait davada hükme iştirak etmesi tarafsızlığı şüpheli hâle getirebilir [Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı (YİBK), E.1977/2, K.1977/3, 5/12/1977].

99. Bu genel ilkelerden hareketle somut olay incelendiğinde başvurucular tarafından, başvurucuların avukatı ile duruşma Savcısı arasında meydana gelen olay ve bu olay kapsamında Savcının duruşmadan çekilmesi gerektiği yönündeki talep ve talebi yerine getirmediği için heyetin tarafsızlığını yitirdiği gerekçesi ile Mahkeme heyetinin reddinin talep edildiği anlaşılmıştır. Bu talep, dosyanın karar aşamasına geldiği, haklı gerekçe bildirilmediği ve yargılamayı uzatma amacına matuf olduğu gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un 31. maddesi uyarınca reddedilmiştir. Bu itiraz temyiz aşamasında da ileri sürülmüş ve Yargıtay tarafından da hâkimin reddi talebinin yerinde görülmediğine karar verilmiştir.

100. Şikâyet konusuna ilişkin olarak Mahkemenin 25/2/2011 ve 25/3/2011 tarihli oturumlarındaki ara kararlarında şu tespitlere yer verilmiştir:

“1-Sanık Ali Gül Alkaya müdafi Av. Faruk Nafiz Ertekin'in 17/06/2010 havale tarihli heyeti red dilekçesi duruşmayı uzatmak amacıyla yapıldığı anlaşıldığından CMK 31/c maddesi uyarınca red talebinin REDDİNE, Kararın Av. Faruk Nafiz Ertekin'e tebliğinden itibaren 7 günlük süre içerisinde 13. Ağır Ceza Mahkemesine itirazı kabil olmak üzere…” (25/2/2011 tarihli oturum);

“1-Geçen celse 1 nolu ara karı uyarınca sanık Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Nafiz Ertekin'in 17/06/2010 havale tarihli heyeti red dilekçesinin duruşmayı uzatmayı matuf olduğundan bahisle CMK 31/c maddesi uyarınca red talebinin reddine karar verildiği ancak kendisine tebliğ edilmemiş olduğundan ve bu celse kendisine okunmakla sanık Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Nafız Ertekin'e bu günden itibaren 7 günlük yasal süresi içinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz hakkının bulunduğunun hatırlatılmasına, (ihtarat yapıldı)

2-Her ne kadar sanık …Hasan Özcan, Ahmet Doğan, … Hatice Duman… müdafii Av. Keleş Öztürk ve …sanıklardan Ali Gül Alkaya müdafii Av. Faruk Ertekin'nin özellikle mazeret nedeniyle mazeretlerinin yargılamayı uzatmaya matuf olduğu ve bunu alışkanlık haline getirdiklerinden bahisle barodan müdafii istenmesi ve yine daha önce duruşmalarda meydana gelen olaylar nedeniyle heyetin tarafsızlığını kaybettiğinden bahisle gerek önceki celse itibariyle ve gerekse bu celse itibariyle heyeti red taleplerinde bulunmuşlarsa da uzun zaman devam eden davanın karar aşamasında olduğu, sanıklar ve müdafilerinin heyeti red taleplerinin hiç bir geçerli sebebe dayanmadığı ve davayı uzatmaya yönelik olduğu anlaşıldığından CMK 31/c maddesi gereğince heyeti red taleplerinin REDDİNE, bu karara karşı yukarda belirtilen sanık ve müdafilerinin tebliğden itibaren 7 günlük süre içinde İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunabileceklerinin ihtarına, (ihtarat yapıldı)…

5-Sanık müdafilerinin özellikle heyeti red talepleri hususunda varsa itirazları ile ilgili hususlarda karara bağlandıktan sonra sanıkların… iddia makamının mütalaasına karşı savunmalarını hazırlamaları için yeniden ve son kez gelecek celseye kadar mehil verilmesine…” (25/3/2011 tarihli oturum).

101. Şikâyet konusuna ilişkin olarak Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 25/9/2012 tarihli ve E.2012/4794, K.10066 sayılı ilamında şu gerekçeye yer verilmiştir:

“CMK'nın 29 ve 31. maddelerinin kapsam ve gerekçesi, hakimin reddi talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddine dair mercii kararının hükümden sonra verilmiş olması göz önünde bulundurulup, CMK'nın ‘hakimin tarafsız olup olmadığı sorununun bir an önce çözümlenerek esasa ilişkin yargılamaya devam edilmesini’ öngören yaklaşımı dikkate alınarak; hakimin reddine ilişkin itirazların CMUK'nın 308. maddesi çerçevesinde Dairemizce ön sorun olarak incelenip sonuçlandırılması gerektiği değerlendirilerek yapılan incelemede;

Sanık Aligül Alkaya müdafiinin hâkimin reddi talebine ilişkin olarak ileri sürdüğü nedenlerin tüm dosya kapsamına göre yerinde olmadığı anlaşıldığından ret isteminin geri çevrilmesine ilişkin itirazın reddine,

Reddi hâkim talebine ilişkin yasal sürecin işleyiş biçimine bağlı olarak ileri sürülen savunma hakkının kısıtlandığına ilişkin iddialar, reddi hâkim talebinin ileri sürüldüğü tarih, bu tarihte kovuşturmanın geldiği aşama, tüm savunmalar ve reddi hâkim talebinin geri çevrilmesine yönelik itirazın reddedilmiş olması karşısında yerinde görülmemiştir.”

102. Buna göre başvurucuların hâkimin reddi taleplerinin genel ve soyut nitelikte olması ve yargılamayı uzatmaya matuf bulunması sebebiyle Mahkeme ve Yargıtay tarafından yerinde görülmediği anlaşılmıştır. Yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde anılan davada Mahkeme heyetinin öznel ve nesnel tarafsızlığı ile ilgili şüphe oluşmasına neden olabilecek bir husus saptanmadığı gibi başvuru dilekçelerinde de bu hususu ortaya koyacak esaslı bir bilgi ya da belge sunulmamıştır.

103. Açıklanan nedenlerle başvurucuların “mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı” ile ilgili şikâyetleri yönünden bir ihlalin bulunmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Makul Sürede Yargılanmama Şikâyeti

104. Başvurucular, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

105. Bakanlık görüş yazısında AİHM kararlarına atıf yapılarak yargılamanın (Aligül Alkaya ile ilgili olarak) iki dereceli yargılama sisteminde 9 yıl 5 ay 16 gün sürdüğü, ayrıca başvurucuların aynı nedenlerle Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına başvurdukları, Komisyonun, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini tespit ederek başvuruculara 6.000 TL (Hasan Özcan için 5.250 TL) tazminat ödenmesine karar verdiği, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları ile ilgili başvurucuların mağdur sıfatlarının olup olmadığı konusunda yukarıda anlatılanların Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği ifade edilmiştir.

106. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

107. Başvuru konusu olayda başvurucular hakkında, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme” suçundan 1994 yılında soruşturma başlatılmıştır. İsnat olunan suç 5237 ve 3713 sayılı Kanun hükümleri kapsamında hapis cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucular hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa’nın 36. maddesinin güvence kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 32).

108. Cezai alanda yöneltilen suç isnatları ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak kişiye bir suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama veya gözaltı gibi tedbirlerin uygulandığı an olup somut başvuru açısından bu tarih, başvurucuların (İlk gözaltına alınan başvurucular Aligül Alkaya ve Hatice Duman yönünden; diğer iki başvurucu ise daha sonraki tarihlerde yakalanmışlardır.) bahse konu suç kapsamında gözaltına alındığı anlaşılan 9/4/2003 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucular hakkında verilen mahkûmiyet kararının onandığı 25/9/2012 tarihidir.

109. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde, yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 9 yıl 5 ay 16 günlük yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Ancak anılan davada makul olmayan bir gecikme tespit edilmiş olmakla beraber başvurucuların “mağdur sıfatı”nı taşıyıp taşımadıklarının da incelemesi gerekir.

110. Anayasa Mahkemesi açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucu lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa’nın 36. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, yargılama sürecinin ve usulünün adilliğine riayet edilerek ve hakkaniyete uygun, makul bir gerekçeye dayalı olarak verilen bir karar mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 83; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 61, 74).

111. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01 ve 74860/01, 9/2/2006, § 68). Başvurucuya sunulan telafi imkânının uygun ve yeterli olup olmadığı kararı, söz konusu anayasal temel hak ve özgürlüğün ihlalinin niteliği göz önünde bulundurularak dava koşullarının tamamının değerlendirilmesi sonucunda verilebilecektir. Bu çerçevede bir başvurucunun mağdur sıfatı, Anayasa Mahkemesi önünde şikâyet ettiği durum için aynı zamanda idari veya yargısal bir kararla kendisine ödenmesine karar verilen tazminata da bağlı olabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 84; Yavuz Selim Akkoç, B. No:2012/1277, 20/11/2014, § 51; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Fatma Yüksel/Türkiye, B. No: 51902/08, 9/4/2013, §§ 48, 49; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 116).

112. Başvuru konusu olay açısından öncelikli olarak başvurucuların, makul süreyi aşan yargılama sebebiyle AİHM’e başvuruda bulundukları (bkz. §§ 34, 45, 56, 64), ayrıca 6384 sayılı Kanun gereğince AİHM önündeki başvuru ile ilgili Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına da başvurdukları; Komisyonun, başvurucular hakkındaki kararın Yargıtay tarafından onandığı tarihe kadar olan yargılama süresini hesap ederek “makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvuruculara 6.000,00’er TL (Hasan Özcan için 5.250,00 TL) tazminat ödenmesine” karar verdiği ve itiraz edilmeksizin kararların kesinleştiği görülmüştür. Komisyonun kararından sonra başvurucular vekilinin talebi üzerine, başvurucular Aligül Alkaya, Hatice Duman ve Hasan Özcan için 14/3/2014 tarihinde, başvurucu Ahmet Doğan için 10/7/2014 tarihinde hükmedilen tazminatların ödendiği belirlenmiştir. Bu şekilde Komisyon tarafından açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı, başvurucuların iddialarının kabul edilerek başvurucular lehine hükmedilen tazminatların ödendiği ve başvuruya konu edilen mağduriyetin ortadan kaldırıldığı anlaşılmıştır.

113. Buna göre başvuruya konu edilen şikâyetin Komisyon kararı ile başvurucular lehine sonuçlandığı, bu kararın başvurucular açısından belirli bir tatmin sağladığı ve ileri sürülen ihlal iddiasının bu yolla giderilmek suretiyle mağdur sıfatının ortadan kalktığı sonucuna varılmıştır.

114. Açıklanan nedenlerle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti yönünden başvurucuların mağdur sıfatının ortadan kalktığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Başvurucular Hatice Duman, Ahmet Doğan ve Hasan Özcan’ın Soruşturma Aşamasında Müdafii Yardımından Yararlandırılmamasına İlişkin Şikâyetleri

115. Başvurucular, soruşturma aşamasında bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadıklarını ileri sürmüşlerdir.

116. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

117. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek”

118. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında, genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Her davanın kendine özgü koşulları çerçevesinde zorunlu sebepler ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir ise de bu hâllerde dahi suç şüphesi altındaki kişinin savunma hakkına, telafisi mümkün olmayacak şekilde zarar verilmemesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 55; Mustafa Gür/Türkiye, B. No: 39182/08, 14/1/2014, § 31).

119. Başvuruculardan Hatice Duman’ın gözaltında tutulduğu dönemde, DGM’lerin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48).

120. Buna göre dört gün gözaltında tutulan başvurucu Hatice Duman, avukatı olmaksızın 9/4/2003 tarihinde kollukta, 13/4/2003 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzurunda susma hakkını kullanmıştır. Başvurucu, bir kısım şüpheliler ile aynı tarihte çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise müdafii eşliğinde savunmasını yapmış ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. §§ 36, 37, 38).

121. Başvurucu Ahmet Doğan, müdafii eşliğinde 16/3/2004 tarihli kolluk ve aynı tarihli Savcılık ile sorgu ifade tutanaklarında susma hakkını kullandığını belirtmiş ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. § 48).

122. Başvurucu Hasan Özcan, 19/11/2005 tarihinde müdafii eşliğinde kollukta susma hakkını kullanmış, Savcılık ve sorguda müdafii eşliğinde vermiş olduğu ifadesinde ise kollukta kötü muamele görmediğini belirterek suçlamaları reddetmiş ve kovuşturma süresince de avukat yardımından yararlanmıştır (bkz. § 58).

123. Görüldüğü üzere her ne kadar başvurucular, gözaltında bulundukları sırada bir avukatın hukuki yardımından yararlanmadıklarını iddia etmişlerse de başvurucu Hatice Duman’ın hâkim huzurundaki sorgusuna kadar devam eden süreçte susma hakkını kullandığı için kendisini suçlayıcı herhangi bir beyanda bulunmadığı veya aleyhine herhangi bir delil göstermediği saptanmıştır. Başvurucunun, bir avukatın hukuki yardımından mahrum bırakılmış olması savunma hakkının kullanılması bakımından bir eksiklik ise de bu durum, başvurucunun savunma hakkı bakımından telafisi mümkün olmayan bir zarara neden olmamış ve belirtilen bu eksiklik, sorgu işleminde avukatın katılımı ile giderilmiştir. Ayrıca başvurucunun bu aşamada, avukat yardımından faydalanmak için açık bir talebi de olmamıştır. Diğer iki başvurucu ise tüm aşamalarda avukat yardımından yararlanabilmişlerdir. Dolayısıyla başvurucuların belirtilen iddialarının, adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açıktır.

124. Açıklanan nedenlerle başvurucuların soruşturma aşamasında bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadıkları iddialarının adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal oluşturmadığı açık olduğundan başvurunun bu kısmının, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Başvurucu Aligül Alkaya’nın Müdafii Yardımından Yararlandırılmaması Şikâyeti

125. Yapılan inceleme neticesinde başvurucunun bu şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

v. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği Şikâyeti

126. Yapılan inceleme neticesinde başvurucuların bu şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

 a. Başvurucu Aligül Alkaya’nın Müdafii Yardımından Yararlandırılmadığı İddiası

127. Başvurucu; Emniyet, Cumhuriyet Başsavcılığı ve sorgu ifadeleri sırasında bir avukatın hukuki yardımından yararlandırılmadığını ileri sürmüştür.

128. Bakanlık görüş yazısında AİHM kararlarına atıf yapılarak başvurucu hakkında hükme esas alınan tek delilin kolluk aşamasında alınan ifadesi olmadığı, başvurucu ve diğer sanıkların beyanları ile birlikte mağdur beyanlarına, teşhis tutanağına, çeşitli ekspertiz raporlarına; arama, el koyma tutanaklarına dayanıldığının görüldüğü, şikâyet konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

129. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

130. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek…”

131. AİHM’e göre Sözleşme’nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir “mahkeme” tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin 3. fıkrası, yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme’nin 6. maddesinin 3(c) paragrafında belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye, § 50).

132. AİHM, -mutlak olmamakla birlikte- cezai bir suçla itham edilen herkesin, gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekle beraber (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50), avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye, § 51).

133. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından belirleyici bir rol oluşturuyorsa avukattan yararlanma hakkı, soruşturmanın ilk evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, eğer haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği tartışılmalıdır.

134. Sanığın müdafii yardımından yaralanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak üzere 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03…, 25/11/2008).

135. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlanma en az kovuşturma aşaması kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir avukatın yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Sami Özbil, § 64).

136. Avukattan yararlanma hakkı esasen iddia makamının, sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006; Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005; Salduz/Türkiye, § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama imtiyazının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında avukat erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır (Jalloh/Almanya). AİHM, bu bağlamda, tutuklunun avukat yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye, § 54).

137. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça şüpheliye, polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- sanığın 6. madde tarafından güvence altına alınan haklarına halel getirmemelidir (Magee/İngiltere, B. No: 28135/95, 6/6/2000). Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar gelir (Salduz/Türkiye § 55).

138. Somut olayda, başvurucuya isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Mahkemenin gerekçeli kararı incelendiğinde yasa dışı örgüt üyesi olmak, örgüt adına adam öldürmek ve yaralamak suçlarından aranan başvurucu, H. Ö. adına düzenlenmiş üzerinde kendi fotoğrafı yapıştırılmış sahte kimlikle birlikte 9/4/2003 tarihinde yakalanarak 4 gün gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, müdafii olmadan 12/4/2003 tarihli kolluktaki ifadesinde, isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğini ayrıntıları ile açıklamıştır. Anılan ifade tutanağında başvurucuya susma, yakınlarına haber verme ve lehine olan hususları öne sürme gibi usule ilişkin hakları hatırlatılmıştır. Tutanağın sonunda başvurucu; ifadesini kendi hür iradesi ile hiçbir baskı ve cebir altında kalmadan isteği ile verdiğini, yaptıklarından pişman olmadığını söyleyerek imza atmıştır.

139. Başvurucu, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Savcının huzurunda ise kimlik bilgileri dâhil olmak üzere hiçbir beyanda bulunmayarak susma hakkını kullanmıştır.

140. Başvurucu, yine müdafii olmadan bir kısım şüpheliler ve onların avukatları ile aynı tarihte çıkarılmış olduğu sorgu hâkimliğinde ise suçlamaları kabul etmediğini, emniyette kendisine herhangi bir şey sorulmadığını, beyanları emniyet görevlilerinin yazdığını, kendisinin de imzalamak zorunda kaldığını, avukat tutmak istediğini söylemiştir.

141. Başvurucu, müdafii ile birlikte 14/4/2004 tarihinde vermiş olduğu Mahkemedeki savunmasında da özetle, iddianamede kendisine atılı suçlardan sadece MLKP üyesi olduğu ve ayrıca söz konusu evde yakalanan eşyaların da yine bu partinin ve kendisine ait olduğu yönündeki suçlamayı kabul ettiğini, bunun dışındaki suçları ise kabul etmediğini, kendisi ile beraber yargılanan sanıklardan Hatice Duman’ın eşi olduğunu, diğer sanıkların hiçbiri ile ilişkisi bulunmadığını, kolluk aşamasında işkence görmesi nedeniyle eylemleri üstlendiğini söylemiştir.

142. Başvurucu Aligül Alkaya'nın, başvurucu Hatice Duman ile birlikte örgütevi olarak kullandıkları tespit edilen ikametinde yapılan aramada çok sayıda silah ve örgütsel doküman ele geçirilmiş, silahların hangi eylemlerde kullanıldığı ekspertiz raporları ile ortaya konulmuştur. Ayrıca başvurucu, bazı mağdurlar tarafından teşhis edilmiştir.

143. Yukarıdaki tespitler (bkz. §§ 127-142) ışığında başvurucuya, talebine rağmen avukat yardımının sağlanmamış olmasının ihlal nedeni oluşturup oluşturmadığı ayrıca incelenmelidir. Gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmaması yönünde bir düzenlemeye dayanan uygulamanın, müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı açıktır.

144. Nitekim başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada DGM’lerin görev alanına giren suçlar yönünden 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesi uyarınca kural olarak müdafi yardımından yararlanma hakkı ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilmekteydi. Dolayısıyla anılan tarihlerde ilgili mevzuat, gözaltı sırasında avukata erişim imkânını güvence altına almamıştır (Sami Özbil, § 71).

145. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlandırılma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

146. Başvurucu Aligül Alkaya, gözaltında gördüğü kötü muamele sonucunda verdiği ifadesinin hükme dayanak yapıldığını, esası etkileyecek tanıkların duruşmada dinlenilmesi gibi bir kısım savunmaya ilişkin taleplerinin reddedildiğini, yeterince delil araştırması yapılmadığını, dinlenilmesini talep ettiği tanıkların dinlenmediğini ve yüzleştirme yapılmadığını, birleşen dosyaların ayrıntılı incelenmediğini, kararların gerekçeden yoksun olduğunu, bu nedenle silahların eşitliği, çelişmeli yargılama, davanın düzgün bir şekilde incelenmesi ve yargılamaya etkili katılma gibi ilke ve haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, diğer başvurucular da benzer iddiaları dile getirmişlerdir.

147. Bakanlık görüşünde özet olarak, Anayasa Mahkemesinin yerel mahkeme kararlarını gözden geçiren dördüncü derece bir yargı organı olmadığı, delillerin kabul edilebilirliği veya değerlendirilmesi gibi konuların öncelikle yerel mahkemeleri ilgilendirdiği, başvurucular Aligül Alkaya ve Hatice Duman’ın evinde arama yapıldığı, birçok silahın ele geçirildiği, başvurucu Aligül Alkaya’nın duruşmadaki ifadeleriyle bu durumun kabul edildiği, başvurucular tarafından ileri sürülen soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin duruşmada değerlendirildiği, gerekçeleri belirtilerek taleplerin bir kısmının kabul edildiği, bir kısmının ise reddedildiği, Mahkeme heyetinin reddi talebinin Mahkeme ve Yargıtay tarafından tartışılıp reddedildiği, son savunma için başvurucular ve vekilleri tarafından istenen sürelerin verildiği, dava sürecinde başvurucuların, davaya katılma hakkına riayet edildiği ve yargılama süreci boyunca haklarını savunmak için kendi görüşlerini sunma imkânı buldukları, başvurucuların iddialarının Mahkeme tarafından esastan dinlendiği ve incelendiği, gerekçeli kararda silahlar ve diğer delillerin değerlendirilmesinin yapıldığı ve başvuruculara isnat edilen eylemlerle iş bu delillerin bağlantısının kurulduğunun anlaşıldığı, bu konuda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

148. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı sundukları dilekçelerinde önceki iddialarını tekrarlamışlardır.

149. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

150. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.

 …

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;

151. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

152. Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kişilerin, davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Bu hak, Sözleşme’nin 6. maddesinin diğer fıkralarında yer alan suç isnadı ile karşı karşıya bırakılmış kişilere yönelik asgari hak ve güvencelerle doğrudan bağlantılı olduğu gibi anılan fıkralardaki güvenceler, (1) numaralı fıkrada ifadesini bulan, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının somut görünümleridir. Dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılama hakkı, Sözleşme’nin 6. maddesinin özellikle (3) numaralı fırkasındaki somut güvenceler bakımından tamamlayıcı bir fonksiyon ifa etmektedir.

153. Görüldüğü üzere, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin, savunma hakkının gerektiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 75; Kerojarvi/Finlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.

154. Sözleşme’nin 6. maddesinde, delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin ilkeleri düzenleyen açık bir kural bulunmaması, yargılama makamının, taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterilen delilleri gereği gibi inceleme zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemesine aittir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın, bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir.

155. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında taraflara, iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması, tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında gerekli imkânların tanınması şarttır. Bu anlamda delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü esas alınarak değerlendirilmesi gerekir (Yüksel Hançer, B. No: 2013/2116, 23/1/2014, § 19).

156. Silahların eşitliği ilkesi davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

157. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan ve “suç isnadı altındaki kişiler”e ilişkin olan “suçlamayla ilgili bilgilendirilme”, “savunma için yeterli zaman ve kolaylıklara sahip olma”, “bizzat, müdafii vasıtasıyla veya adli yardımla savunma”, “tanık dinletme ve tanık sorgulama” ile “çevirmenden ücretsiz yararlanma” hakları, 6. maddenin (1) numaralı fıkrasında koruma altına alınmış daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Sakhnovskiy/Rusya [BD], B. No: 21272/03, 2/11/2010, § 94; Asadbeyli ve diğerleri/Azerbaycan, B. No: 3653/05…, 11/12/2012, §§ 130-132). Diğer taraftan 6. maddenin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri dikkate alınmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pélissier ve Sassi/Fransa [BD], B. No: 25444/94, 25/3/1999, §§ 51-54).

158. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde ilk olarak sanığın iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme hakkı güvence altına alınmıştır. Kovuşturma sırasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kuralın istisnaları olmakla birlikte eğer bir mahkûmiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya yargılama aşamasında sorgulama veya sorgulatma imkânı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları Sözleşme’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olur. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bu tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık duruşmada dinlenmeli ve sanık tarafından sorgulanmalıdır. Bu tanığın, sanığın sorgulama imkânı bulamadığı bir dönemde alınan önceki ifadesine dayanılarak mahkûmiyet kararı verilemez (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Sadak ve diğerleri (no. 1)/Türkiye, B. No: 29900/96-29903/96, 17/7/2001, §§ 64, 65).

159. Yukarıda anlatılan ilkeler doğrultusunda, kural olarak tüm delillerin sanığın huzurunda ortaya konulması gerekmekle birlikte bu şart, uyuşmazlık konusu kovuşturmanın öncesinde ya da haricinde alınan ifadelerin kesinlikle delil olarak kabul edilemeyeceği şeklinde anlaşılamaz. Tanık ifadelerinin okunulmasıyla yetinilmesi kimi durumlarda, sanık aleyhinde beyanda bulunan kişilerin mahkeme huzurunda dinlenmesini imkânsız kılacak bir zorunluluktan (ölüm, adresin tespit edilememesi vs.) kaynaklanabilmektedir. Dolayısıyla savunma haklarına saygı gösterilmek kaydıyla bu ifadelerin yargılamada kullanılması, adil yargılanma hakkına ve özelde tanıkları sorgulama veya sorgulatma hakkına aykırılık teşkil etmez (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Asch/Avusturya, B. No: 12398/86, 26/4/1991, § 25; Buglov/Ukrayna, B. No: 28825/02, 10/7/2014, § 58).

160. Hükme esas alınan bir delilin, başka delillerle desteklenmemiş olması, mutlak biçimde her durumda adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir şüphe bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması hâlinde bu durum, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir (Güllüzar Erman, § 63).

161. İkrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin hazır bulunmadığı ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların mevcut olup olmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Aksi yöndeki bir uygulama, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturabilir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

162. Somut olayda başvurucu Aligül Alkaya, bir avukatın katılımı sağlanmaksızın kollukta verdiği 12/4/2003 tarihli ifadesinde isnat edilen eylemleri kabul etmiştir (bkz. § 15). Başvurucu Aligül Alkaya, avukatı olmaksızın 13/4/2003 tarihinde çıkarılmış olduğu Savcılıkta susma hakkını kullanmış olup aynı tarihli sorgudaki ifadesinde ise özetle; suçlamaları kabul etmediğini, emniyette kendine bir şey sorulmadığını, beyanları emniyet yetkililerinin yazdığını, kendisinin de imzalamak zorunda kaldığını, avukat tutmak istediğini söylemiştir. Başvurucu Aligül Alkaya, müdafii ile birlikte 14/4/2004 tarihinde vermiş olduğu Mahkemedeki savunmasında ise MLKP üyesi olduğunu, evinde yakalanan eşyaların da yine bu Partiye ve kendisine ait olduğunu kabul ettiğini belirtmiş, diğer suçları ise reddetmiş ve kollukta kötü muamele altında ifade verdiğini ileri sürmüştür.

163. Başvurucu Aligül Alkaya’nın, işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak müşteki sıfatıyla Cumhuriyet Savcılığında verdiği ifadesinde ilgili görevlilerden şikâyetçi olduğu, bu konuda yapılan soruşturma sonucunda beş kolluk görevlisi hakkında dava açıldığı, yapılan yargılama neticesinde bu görevlilerin beraat ettiği ve temyiz aşamasında davanın zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğü anlaşılmıştır (bkz. § 33).

164. Öte yandan başvurucular Aligül Alkaya ve Hatice Duman’ın evinde çok sayıda silah bulunmuş ve bu silahların birtakım eylemlerde kullanıldığı hususunda ekspertiz raporları alınmıştır (bkz. § 29). Yine başvurucu Aligül Alkaya’nın bir öldürme olayına katıldığı hususunda da teşhis yaptırılmıştır (bkz. § 25). Başvurucu Ahmet Doğan’ın, katılmış olduğu bir bombalama olayı sırasında yakalandığı saptanmış; isnat edilen diğer eylemelere nasıl katıldığı ise Mahkeme tarafından yapılan değerlendirme ile ortaya konulmuştur. Başvurucu Hasan Özcan’ın örgüt üyeliği yönündeki kabul de başka sanık anlatımları ve diğer delillere dayandırılmıştır.

165. Ancak başvurucular, savunma tanıklarının dinlenilmesi taleplerinin hiçbir gerekçe sunulmadan geri çevrildiğini, yüzleştirme yapılmadığını, bu suretle silahların eşitliği ilkesine aykırı davranıldığını, 19/2/2003 tarihinde S.O.nun öldürülmesi ile ilgili olarak iddianamede ve Mahkeme kararında beyanları delil olarak kullanılan M.Z. ve R.K.nın duruşmada dinlenmediklerini iddia etmişlerdir. Yine başvurucu Aligül Alkaya, S.O.nun ölümünün Kadıköy ilçesinde meydana geldiğini ve kendisine isnat edilen başka bir eylemin ise aynı gün Beyoğlu ilçesinde meydana geldiğini, aynı anda iki eyleme katılmasının mümkün olmamasına rağmen bu durumun Mahkemece değerlendirilmediğini, ayrıca maktul A.Ö.nün ölümüne neden olan ve vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğine ilişkin ekspertiz raporu alınmadığını, mermi çekirdeğinin hangi silaha ait olduğunun tespiti için bilirkişi incelemesi yapılmadığını ve bu konudaki taleplerinin de reddedildiğini, bu olay sırasında yaralanan polis memuru S. T.nin, aynı ekipte yer alan polis memuru S. A. K. tarafından vurulduğunu, bu nedenle bu kişilerin vereceği ifadeler önemli olmasına rağmen duruşmada dinlenmediklerini de ileri sürmüştür.

166. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için “silahların eşitliği” ve “çelişmeli yargılama” ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

167. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendinde sanığın, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla “aynı koşullar altında” davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını isteme hakkı güvence altına alınmıştır. Sanığa tanınan bu güvence, silahların eşitliği ilkesinin bir gereğidir. Tanıkların dinlenmek üzere çağrılmasının uygun olup olmadığının değerlendirmesi kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilindedir. Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığın lehine olan bütün tanıkların çağrılmasını ve dinlenmesini gerektirmez. Bu düzenlemenin esas amacı, sanığın “aynı koşullar altında” ve “silahların eşitliği ilkesi”ne uygun olarak tanık dinletme talebinde bulunabilmesinin sağlanmasıdır. Dolayısıyla bir sanığın bazı tanıkları dinletemediğinden şikâyet etmesi yeterli olmayıp ayrıca bu tanıkların dinlenmesinin hangi nedenlerle önemli olduğunu ve gerçeğin ortaya çıkması için neden gerekli olduğunu açıklamak suretiyle tanık dinletme talebini desteklemesi gerekmektedir (Atila Oğuz Boyalı, B. No: 2013/99, 20/3/2014, § 47).

168. Başvuru konusu olayda, başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafii olmaksızın ifadesinin alınması nedeniyle başvurucunun, Sözleşme’nin 6/3.c paragrafında özel olarak düzenlenen ve Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan “soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlandırılma” hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dosya bir bütün hâlinde incelendiğinde başvurucu Aligül Alkaya'nın mahkûmiyetine esas olarak başvurucunun yalnızca kolluk aşamasında müdafii olmaksızın alınan ifadesinin dikkate alınmadığı, kolluk ifadesindeki genel ve Mahkemedeki kısmi ikrarı dışında, bu ikrarı doğrulayan kamera görüntü kayıtları, banka çalışanlarının ve diğer mağdurların teşhisleri, bir kısım tanıkların anlatımları, sanıkların birbirleri aleyhine olan savunmaları, olay yeri inceleme raporları, başvurucuların ev aramalarında bulunan silahlar, bu silahların isnat edilen olaylarda kullanıldığına dair ekspertiz raporları, sahte nüfus cüzdanları ve başkaca birçok delile dayandırıldığı anlaşılmıştır. Ancak başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasındaki ifadesinin de dikkate alındığı, hâlbuki bu ifadenin müdafi olmaksızın alınması ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlali nedeniyle gerekçe olarak dikkate alınamayacağı, ayrıca başvurucunun tanık olarak dinlenmesini talep ettiği bir kısım tanıkların dinlenmediği, bir kısmının dinlenmesi talebinin ise gerekçe gösterilmeksizin reddedildiği belirlenmiştir.

169. Sonuç olarak başvurucu Aligül Alkaya'nın müdafii olmaksızın alınan ifadelerin mahkûmiyete esas alınması, ayrıca tanık dinletme taleplerinin değerlendirilmemesi, bir kısım tanıkların dinlenmesi taleplerinin reddedilmesinde yeterli ve makul gerekçeler ortaya konulmaması, bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucunu doğurmaktadır.

170. Diğer başvurucuların mahkûmiyetleri ise esas olarak başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafi olmaksızın alınan ifadelerine dayandırıldığı, o ifadeler dikkate alınarak mahkûmiyet hükmünün gerekçesinin oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere, başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafii olmaksızın ifadesinin alınması nedeniyle başvurucunun, Sözleşme’nin 6/3.c paragrafında özel olarak düzenlenen ve Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlandırılma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu durumda başvurucu Aligül Alkaya'nın kolluk aşamasında müdafii olmaksızın alınan ifadeleri, diğer başvuruculara isnat edilen suçlamaların değerlendirilmesinde tek başına kullanılamayacağı gibi bu ifadelerden yola çıkılarak diğer başvurucular hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi de hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali niteliğindedir. Ayrıca başvurucu Aligül Alkaya dışında diğer başvurucular tanık dinlenmesini talep ettikleri hâlde Mahkemece bu konuda değerlendirme yapılmadığı, başvurucuların bir kısmının mahkûmiyetine esas olarak farklı mahkemelerce dinlenen tanıkların beyanlarının dikkate alınmasına rağmen bu tanıkların duruşmada dinlenmediği ve bir kısım tanıkların dinlenmesi taleplerinin reddedilmesinde yeterli ve makul gerekçeler gösterilmediği, bu şekilde tanık sorgulama/dinletme hakkının gereklerinin yerine getirilmemesi nedeniyle bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

171. Bu tespitler ışığında, başvurucular hakkındaki yargılamanın bir bütün olarak adil olduğu söylenemeyeceğinden başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

172. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

173. Başvurucular, ihlalin tespitini, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmişlerdir.

174. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

“Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

175. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvurucu Aligül Alkaya'nın Anayasa’nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlandırılma hakkının ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi, diğer başvuruların ise Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi nedenleriyle ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

176. Başvurucular tarafından tazminat talebinde de bulunulmuş olup mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlal sonucu yeniden yargılama yapılmasına karar verildiği için tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

177. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Aligül Alkaya’nın işkence yasağının ihlal edildiği iddiasının zaman bakımından yetkisizlik,

2. Başvurucuların Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığı iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması,

3. Başvurucuların makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarının kişi bakımından yetkisizlik,

4. Başvurucular Hatice Duman, Ahmet Doğan ve Hasan Özcan’ın soruşturma aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmadığına ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olması

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

5. Başvurucu Aligül Alkaya'nın müdafii yardımından yararlandırılmadığına ilişkin şikâyetinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

6. Başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucu Ali Alkaya’nın Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında güvence altına alınan soruşturma aşamasında avukat yardımından yararlandırılma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Başvurucuların, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma haklarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,

D. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

27/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

METİN SARIGÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3287)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucu

:

Metin SARIGÜL

Vekili

:

Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltı ve tutukluluk süresinin uzunluğu, gözaltında bulunduğu sırada ailesiyle görüştürülmemesi, müdafi yardımından faydalandırılmaması, maddi ve manevi baskıya maruz kalınması, müdafi yokluğunda alınan ifadelerin ve hukuka aykırı elde edilen delillerin mahkûmiyetine esas alınması, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yer göstermeye ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesi, ilk derece mahkemesi ve Yargıtayın yeterli gerekçe göstermemesi ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile işkence yasağının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 28/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 09/01/2015 tarihinde, başvurununedilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 16/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 23/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 6/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

 A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 27/3/2001 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır.

9. Başvurucu 28/3/2001 tarihinde müdafii olmaksızın Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde ifade vermiştir. Başvurucu, 1999 yılında HADEP tarafından kurulan seçim bürosuna gidip gelmeye başladığını; Mustafa (kod) adlı kişiyle birlikte 2000 yılında Ümraniye Cezaevinde bulunan PKK terör örgütü mensuplarıyla görüşmeye gittiklerini, örgüt adına vergilendirmek üzere ERNEK mühürlü makbuz aldıklarını, çeşitli kişilerden para alınması eylemlerinde bulunduğunu, 12/2/2001 tarihinde Mustafa kod adlı kişinin Abdullah Öcalan'ın Kenya'da yakalanarak getirilmesinin yıl dönümünde ses getirecek bir eylem yapmaları gerektiğini söylediğini, bir oyuncakçıdan torpil tabir edilen patlayıcıdan aldıklarını, 13/2/2001 günü saat 19.30 sıralarında buluşarak A... bakkal'a gittiklerini, Mustafa'nın fitilin ucuna sigara yerleştirdiğini ve bombayı dükkânın kepenginin arasına koyduğunu, ayrılmalarından iki üç dakika sonra patlamanın gerçekleştiğini söylemiştir. Başvurucu, ayrıca 21/3/2001 günüyapılan gösteri esnasında PKK lehine slogan atan bir grubun polis panzerinin gelmesi üzerine orada bulunan bir bankanın camlarını taşladığını belirtmiştir.

10. Başvurucuya müdafiinin yokluğunda aynı gün, bombalama eylemine ilişkin yer gösterme işlemi yaptırılmış ve işlem video kaydına alınmıştır. Başvurucu, polis ifadesinde belirttiklerine ek olarak torpilleri Mustafa'nın evine getirdiklerini, burada Mustafa'nın torpilleri kartondan yaptığı bir kutuya boşalttığını ve ucuna bir fitil taktığını söylemiştir.

11. 28/3/2001 tarihinde başvurucuyla birlikte diğer şüpheliler İ.B. ve T.A.ya polis tarafından yüzleştirme işlemi yaptırılmıştır. Başvurucu, diğer şüphelilere ilişkin bilgi vermiş;PKK üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğundaki komite içinde yer aldığını, örgüt için vergilendirme adı altında para aldıklarını ve ifadesinde belirttiği eylemleri gerçekleştirdiğini söylemiştir.

12. İ.B. 28/3/2001 tarihinde yapılan yüzleştirme tutanağında, başvurucunun PKK terör örgütü üyesi Mustafa isimli kişinin sorumluluğunda oluşturulan komite içinde yer aldığını, PKK için vergilendirme adı altında zorla para aldıklarını, cezaevindeki örgüt mensuplarıyla ilişki içinde olduklarını ve aldıkları talimat doğrultusunda hareket ettiklerini belirtmiştir. Diğer şüpheli T.A. ise başvurucu ile birlikte DHKP/C içinde faaliyet gönderirken PKK'ya katılarak ifadelerde geçen komite içinde yer aldıklarını, vergi adıyla para topladıklarını, PKK terör örgütü namına eylemler gerçekleştirdiklerini söylemiştir.

13. Başvurucu 30/3/2001 tarihindeki İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde, Emniyetteki beyanlarını kabul etmiş ve 15/2/2001 tarihinde meydana gelen olaylara da katıldığını belirtmiştir.

14. 30/3/2003 tarihinde İstanbul 5 No.lu DGM'de müdafii huzurunda yapılan sorgu tutanağına göre başvurucu, Cumhuriyet savcılığı ifadesini tekrar ettiğini söylemiştir. Ancak başvurucu, 15/2/2001 tarihli bombalı eyleme katılmadığını, bir gün önce Mustafa'yla birlikte torpil denilen patlayıcı maddeden aldıklarını, sonradan Gazi Mahallesi'ndeki bir bakkalın bombalanması olayının kendi üzerlerine kaldığını, psikolojik baskı altında olduğu için olaya katıldığını söylediğini, Emniyetteki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. İ.B. ise önceki savunmalarını kabul etmemiş ve yasa dışı bir eyleme katılmadığını belirtmiştir. T.A., başvurucudan bahsetmeksizin kendisinin katıldığını belirttiği vergi adıyla para alınması eylemlerine dair Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesini kabul ettiğini söylemiştir.

15. İstanbul 5 No.lu DGM 30/3/2001 tarihinde başvurucunun, İ.B. ve T.A.nın tutuklanmasına karar vermiştir.

16. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu, İ.B. ve T.A. hakkında PKK terör örgütü üyesi olmak, bu örgüt adına faaliyetlerde bulunmak ve patlayıcı madde atmak suçlarından dava açılmıştır.

17. Yargılamaya İstanbul 5 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinde başlanmıştır.

18. 19/6/2001 tarihli duruşmada başvurucu, suçlamaları reddetmiş; önceki ifadelerinin okunması üzerine polis ifadesinde sadece bombalama eyleminin Mustafa isimli şahıs tarafından yapıldığını duyduğunu söylediğini, DGM Cumhuriyet savcılığı ifadesinin de doğru olmadığını, ne söylediğini bilmediğini, savcıya Mustafa isimli kişiyle ilgili bildiklerini anlattığını, sorgudaki ifadesiyle ilgili olarak ise psikolojik sorunlarının olduğunu ve ne söylediğini bilmediğini belirtmiştir. Diğer sanık İ.B., Emniyet ifadesini baskı ve zora dayılı olduğunu, Cumhuriyet savcılığında ise polislerin aynı yönde ifade vermeleri hususunda kendilerini zorladığını ifade etmiştir. İ.B., sorgudaki ifadesinin doğru olduğunu söylemiştir. T.A., yüzleştirme tutanağını kabul etmemiştir.

19. A... bakkalın bombalanması olayına ilişkin olarak başvurucu ve diğer üç sanık hakkında 30/4/2001 tarihinde ayrı bir davanın daha açıldığı, yargılamayı yapan Gaziosmanpaşa 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 5/3/2002 tarihli kararıyla anılan dosyanın İstanbul 5 No.lu DGM'nin E.2001/108 sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Kanun ile 30/6/2004 tarihi itibarıyla DGM'lerin kaldırılmasının ardından yargılamaya İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir. 18/8/2005 tarihli duruşmadan itibaren iseMahkeme, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi uyarınca yetkili ağır ceza mahkemesi sıfatıyla yargılamayı sürdürmüştür.

21. 26/1/2006 tarihli duruşmada, yer gösterme işlemine ilişkin video kaydının naip hâkim huzurunda izlenmesine karar verilmiştir. Bu işlem 7/3/2006 tarihinde yapılmış ve başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur.

22. Başvurucu 25/12/2006 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır.

23. Yargılama süresince DGM heyetini oluşturan Mahkeme heyetinde zaman zaman değişiklikler olduğu görülmektedir.

24. Başvurucu vekilleri 27/4/2005 ve 22/3/2011 tarihli dilekçelerinde, gözaltında karşılaştığı maddi ve manevi cebrin etkisiyle başvurucunun gözaltında alınan ifadesini imzaladığını iddia etmişlerdir.

25. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 7/6/2007 tarihli ve E.2001/108, K.2007/161 sayılı kararının gerekçe kısmında başvurucunun vergilendirme, polise saldırma, banka şubesine zarar verme ve özel kişiye ait bir bakkala patlayıcı madde koyma eylemlerinden beraatinin gerektiğini; devletin birliğini ve ülkenin bütünlüğünü bozma suçlaması bakımından ise suçun silahlı terör örgütü üyeliği niteliğinde bulunduğunu belirtmiştir. Hüküm kısmında ise örgüt üyeliğine ek olarak patlayıcı madde imali ve muhafazası ile patlayıcı madde atma suçlarından da başvurucu mahkûm edilmiştir. Kararda, başvurucunun polis aşamasındaki baskı iddialarına yönelik herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Mahkeme ayrıca İ.B.nin örgüt üyeliği ile patlayıcı madde bulundurma ve atma, T.A.nın örgüt üyeliği ve yağma suçlarından mahkûmiyetine karar vermiştir.

26. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltı süresince polisin insafına bırakıldığından ifadelerinin onun özgür iradesinin ürünü olmadığını, maddi ve manevi cebir sonucu ifadeyi imzalamak zorunda kaldığını belirterek kararı temyiz etmiştir.

27. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/2/2010 tarihli ve E.2008/15775, K.2010/2211 sayılı ilâmı ile İlk Derece Mahkemesinin kararının gerekçe kısmında başvurucunun örgüt üyeliği suçunun delili ve dayanağını da oluşturduğu anlaşılan bakkala patlayıcı madde konması eylemine katıldığına dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi gerektiğinin belirtilmesine rağmen hüküm kısmında bu eylemden de cezalandırıldığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Diğer beraat hükümleri yönünden, usulüne uygun yapılmış bir temyiz olmadığından temyiz incelemesi yapılmamış ve bu hükümler kesinleşmiştir.

28. 16/9/2010 tarihli duruşmada bozma ilâmı başvurucuya okunmuş, başvurucu Yargıtay kararına uyulmasını talep etmiştir. Başvurucu, daha sonraki duruşmalarda hazır bulunmamış; müdafii tarafından temsil edilmiştir.

29. 7/12/2010 tarihli duruşmada diğer sanık İ.B.nin bozmaya karşı diyeceklerine ilişkin talimatla alınan ifadesi okunmuş, bozmaya uyulmasına ve dosyanın esas hakkındaki mütalaasını hazırlaması için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiş, 22/2/2011 tarihinde başvurucu müdafisi, Savcılık mütalaasına karşı diyeceklerini hazırlamak üzere süre talep etmiş; 19/4/2011 tarihli duruşmada eski zabıtlar yeni üye hâkim tarafından okunmuş ve başvurucu müdafii esas hakkındaki savunmasını yapmıştır.

30. 16/9/2010 ile 19/4/2011 arasında yapılan dört duruşmayı yürüten Mahkeme heyetini oluşturan üçüncü üyenin değiştiği görülmektedir.

31. (Kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 19/4/2011 tarihli ve E.2010/107, K.2011/75 sayılı kararı ile başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olmak, patlayıcı madde bulundurmak ve atmak suçlarından toplamda 9 yıl 17 ay hapis cezasının yanı sıra adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmetmiştir.

32. Mahkeme kararının başvurucuyla ilgili gerekçe kısmı şu şekildedir:

 "Sanık Metin Sarıgül'ün 1999 yılından önce yasadışı DHKP/C terör örgütü içerisinde faaliyet gösterirken HADEP seçim irtibat bürosuna gidip geldiği bu sırada PKK örgüt üyesi Mustafa Kod ile tanıştığı zaman zaman buluşup görüştüğü onunla birlikte cezaevinde bulunan yasadışı PKK örgüt mensuplarını ziyarete gittiği, örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya yönelik faaliyetlerde bulunduğu, örgüte ait yayınları takip ettiği, sanığın 13/02/2001 tarihinde Gazi Mahallesindeki .... A... Bakkal'a yönelik patlayıcı madde atmak eylemi ile ilgili ayrıntılı ikrarda bulunduğu, yer, zaman ve kişi belirterek patlayıcıyı nasıl temin ettiklerini ve hazırladıklarını anlattığı, bu olayın eylem tutanaklarının getirtilerek dosyaya konulduğu ve sanığın ikrarlarının bu şekilde denetlenerek doğru olduğunun anlaşıldığı, bu şekilde sanığın eylemlerinin süreklilik ve çeşitlilik gösterdiği örgüt üyeliği ağırlığına ve aşamasına ulaştığı, 13/02/2001 günlü A... Bakkal'a yönelik eylemden dolayı patlayıcı madde atmak ve patlayıcı madde bulundurma suçları da sübuta erdiğinden aşağıdaki gibi hüküm verilmesi gerektiği,"

33. Başvurucu; gözaltı süresince devam eden maddi ve manevi cebir sonrasında polis tarafından hazırlanan ifadeyi imzalamak zorunda kaldığı, polisin insafına bırakıldığı dönemdeki ifadeleri özgür iradesinin ürünü olmadığından hükme esas alınamayacağı, gözaltında müdafi yardımından faydalandırılmadığı, yer gösterme işleminin de polisin baskısının devam ettiği dönemde yaptırıldığı, yasal haklarının hatırlatılmadığı, hukuka aykırı delil niteliğindeki yer gösterme işleminin kayda alınmasının ve bu videonun izlenmesinin onu hukuka uygun hâle getirmeyeceği, videonun sadece naip hâkim tarafından izlenmesinin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırı olduğu, sanığın yakalanmasına neden olan diğer sanığın hazırlık ifadesini geri aldığını ve para toplama iddiasının müştekilerinin kendisini görmediklerini söylediğini, sonradan kabul etmediğini belirttiği hazırlık aşamasındaki ikrarının dışında mahkûmiyetini gerektirecek delil olmadığını, bu yönde Yargıtay kararları bulunduğu, örgüt üyeliği suçunun oluşmadığı, vergi adı altında para toplanması suçlamasından beraat etmesine ve örgüte ait yayınları takip ettiğine ilişkin delil bulunmamasına rağmen bu hususların örgüt üyeliğinden mahkûmiyetine gerekçe yapıldığı, tek bir bombalama eylemi nedeniyle örgüt üyeliği, patlayıcı madde atmak ve bulundurmak şeklinde üç ayrı suçtan mahkûm edildiği, yargılamanın uzun sürdüğü gibi gerekçelerle hükmü temyiz etmiştir.

34. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 4/12/2012 tarihli ve E.2010/8854, K.2012/14238 sayılı ilâmı ile verilen hükümde bir isabetsizlik olmadığını belirterek İlk Derece Mahkemesinin kararını onamıştır.

35. Başvurucu, nihai karardan 29/4/2013 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiştir. Başvurucunun karardan daha erken bir tarihte haber olduğunu gösteren herhangi bir bilgi veya belge tespit edilememiştir.

36. Başvurucu 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

37. 5271 sayılı Kanun'un "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148 maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz"

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

39. Başvurucu;

i. Gözaltı ve tutukluluk süresinin uzun olduğunu, gözaltı süresince ailesiyle görüştürülmediğini, hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının,

ii. Gözaltı esnasında fiziksel ve psikolojik şiddet gördüğünü, bu konuda herhangi bir adli soruşturma yapılmadığını belirterek işkence yasağının,

iii. Gözaltında bir müdafiin yardımından yararlandırılmadığını, yer gösterme ve yüzleştirme işlemi esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, zora dayalı olarak polis tarafından ifadesinin alındığını, yüzleştirme ve yer gösterme yaptırıldığını, yer gösterme esnasında savcı ya da hâkimin hazır bulunmadığını, işlemin kayda alınmasının ya da bu kaydın hâkim tarafından izlenmesinin yer gösterme işlemini hukuka uygun hâle getirmeyeceğini, yasa gereğince müdafiinin yokluğunda verdiği ifadelerin hükme esas alınamayacağını, bu beyanlarının hukuka aykırı delil niteliği taşıdığını, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, bu durumun Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğini gösterdiğini, delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesine aykırı biçimde yargılama süresince heyette pek çok değişiklikler olduğunu ve yer gösterme işlemine ilişkin videonun sadece naip hâkim tarafından izlendiğini, aynı eylemden dolayı birden fazla cezalandırılmama ilkesine aykırı olarak bakkala patlayıcı konulması şeklindeki tek bir eyleminden dolayı üç farklı cezaya çarptırıldığını, tek bir eylemin örgüt üyeliği suçunu oluşturmaya yetmeyeceğini, örgüte bağlılığını gösteren ve devamlılık arz eden bir durumun olmadığını, Mahkemenin bozma öncesi ve sonrasındaki kararındaki gerekçelerin birbiriyle çeliştiğini, Yargıtay ilâmında da temyizdeki itirazlarının karşılanmadığını, devlet güvenlik mahkemelerine bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda getirilen eleştirilerin 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemeler için de geçerli olduğunu belirterek makul sürede yargılanma da dâhil olmak üzere adil yargılanma hakkının ve masumiyet karinesinin,

iv. Adil yargılanma hakkının ihlallerine karşı etkili bir hukuk yoluna sahip olmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, tutukluluk süresine karşılık gelen asgari ücret miktarı olan 24.426 TL maddi tazminat ve uzun yargılama nedeniyle 29.500 TL manevi tazminat talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun gözaltı ve tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, gözaltında karşılaştığını belirttiği muamelelere ilişkin iddialarının işkence yasağı, mahkûmiyetinin haksız olduğuna ve yargılama süresine dair iddialarının ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

41. Başvurucu; gözaltında ve tutuklulukta geçirdiği sürenin uzun olduğunu, gözaltındayken ailesiyle görüştürülmediğini ve hâkim önüne derhâl çıkartılmadığını belirterek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

43. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu açık düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.

44. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

45. Somut olayda başvurucunun gözaltı hâlinin, hakkında tutuklama kararının verildiği 30/3/2001, tutukluluğunun ise salıverilmesine karar verilen 25/12/2006 tarihinde sona erdiği (bkz. §§ 15, 22); dolayısıyla özgürlük ve güvenlik hakkının ihlaline yol açtığı ileri sürülen olayların 23/9/2012 gününden öncesine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan nedenlerle başvurucunun kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına dair şikâyetlerinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

47. Başvurucu, gözaltında işkence gördüğünü ve bu hususta soruşturma yapılmadığını ileri sürmektedir.

48. Başvurucu 30/3/2003 tarihinde yapılan sorgusunda gözaltında psikolojik baskı altında olduğunu belirtmiş ve yargılama aşamasında müdafilerinin verdiği dilekçelerde ve temyiz aşamasında maddi ve manevi cebir iddialarını dile getirmiştir (bkz. §§ 14, 24, 26). Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmünde ve Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmında, başvurucunun iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirmede bulunulmadığı gibi iddiaların Cumhuriyet Savcılığına bildirilmesi yolu da seçilmemiştir (bkz. §§ 25, 27).

49. Bu itibarla işkence iddialarına yönelik bir soruşturma başlatılmayacağının, en geç Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla yani bireysel başvurunun başlamasının öncesinde ortaya çıktığının kabul edilmesi gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.), B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, 31/1/2008, §§ 23-26).

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun anılan şikâyetinin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

i. Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma Hakkı ile Doğrudan Doğruyalık İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

51. Başvurucu, 5190 sayılı Kanun'la kurulan mahkemelerin de bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda devlet güvenlik mahkemeleri gibi olduğunu ayrıca Mahkeme heyetinde değişiklikler olması nedeniyle delillerin yüz yüzeliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

53. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 "İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

54. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği olarak bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle iç hukukta düzenlenen başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).

55. Öte yandan olağan kanun yollarında ve genel mahkemeler önünde dayanılmayan iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20).

56. Başvuruya konu olayda başvurucu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/4/2011 tarihli kararını temyiz etmiş ise de temyiz dilekçesinde 5190 sayılı Kanun uyarınca görev yaptığı dönemdeki Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığına ilişkin ya da heyetteki değişikliklerin delillerin yüz yüzeliği ilkesine aykırılık oluşturduğuna dair herhangi bir gerekçeye dayanmadığı görülmektedir (bkz. § 33).

57. Anılan iddiaların temyiz aşamasında incelenme imkânı bulunmaktaydı. Bu itibarla başvurucunun iddia ettiği hak ihlalini düzeltme imkânını yargısal makamlara tanımaksızın başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır. Diğer bir ifadeyle bireysel başvuruya konu edilen şikâyetler Derece Mahkemeleri önünde ileri sürülmeksizin ilk defa Anayasa Mahkemesi önünde dile getirilmiştir (Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015, § 25).

58. Başvurucunun yer gösterme tutanağının sadece naip hâkim tarafından izlenmesine ilişkin şikâyeti ise asıl olarak hakkaniyete uygun yargılama yapılmadığı iddiasını ilgilendirdiği değerlendirildiğinden bu başlık altında incelenecektir.

59. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucu, gözaltı süresince bir müdafiin hukuki yardımından faydalandırılmadığını ileri sürmektedir.

61. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

62. Başvurucu, gözaltında yaptırılan işlemlerin ve bu aşamada verdiği beyanların hükümde kullanılmasının ve yapılan yargılamanın bir bütün olarak adil yargılanma hakkına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.

63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iv. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

64. Başvurucu, hakkında açılan davanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

65. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

66. Başvurucu, gözaltında bulunduğu sürede kendisine müdafi atanmadığını ileri sürmüştür.

67. Bakanlık yazısında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca zorunlu gerekçelerin söz konusu olmaması hâlinde ilke olarak müdafi yardımının ilk polis sorgusundan itibaren sağlanması gerektiği; AİHM kararlarında devlet güvenlik mahkemelerinde yapılan yargılamalar yönünden müdafiye erişim hakkına getirilen sınırlamanın gözaltında tutulan herkes için uygulandığının ve kişiler susma haklarını kullanmış olsa bile böylesine sistematik bir kısıtlamanın adil yargılanma hakkının gereklerine aykırı olduğunun belirtildiği ifade edilmiştir. Bakanlık, ayrıca polis ve Savcılık ifadesi esnasında başvurucuya haklarının hatırlatılmadığı ve müdafi talebinin olup olmadığının sorulmadığı belirtilmiştir.

68. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmıştır.

69. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

70. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

71. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 ...

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."

72. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin 3. fıkrası, yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).

73. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir müdafi tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat müdafi tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).

74. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından belirleyici bir rol oluşturuyorsa müdafiden yararlanma hakkı soruşturmanın ilk evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği tartışılmalıdır.

75. Şüphelinin/sanığın müdafii yardımından yaralanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak üzere 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 25/11/2008).

76. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir müdafi yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir müdafiin yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Sami Özbil, § 64).

77. Müdafi yardımından faydalanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 136; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama hakkının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında müdafiye erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır. AİHM, bu bağlamda tutuklunun müdafi yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).

78. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça şüpheliye, polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren müdafiye erişim hakkı sağlanması gerekir. Müdafiye erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- sanığın Sözleşme'nin 6. maddesi tarafından güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Magee/İngiltere, B. No: 28135/95, 6/6/2000). Müdafiye erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).

79. Somut olayda başvurucuya isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Başvurucu 27/3/2013 tarihinde gözaltına alınmış ve tutuklandığı 30/3/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuştur. Başvurucu, müdafii olmadan 28/1/2001 tarihli kollukta verdiği ifadesinde isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediğine dair beyanda bulunmuştur. Başvurucuya polis tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucu, üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; bu işlemler esnasında da müdafi yardımından faydalandırılmamıştır.

80. Başvurucu, müdafii olmaksızın 30/3/2001 tarihinde çıkarılmış olduğu savcının huzurunda Emniyetteki ifadesini kabul etmiştir. Başvurucu, aynı tarihte müdafii eşliğinde verdiği sorgu hâkimi ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir.

81. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, DGM'lerin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmanın ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabileceği kabul edilmiştir. Anılan tarihlerde, bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar kapsamında gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmamıştır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144).

82. Bu itibarla başvurucunun gözaltında bulunduğu dönemde müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuata dayandırılan yerleşik bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır. Gözaltında tutulan başvurucunun müdafiye erişimine olanak tanımayan böyle bir uygulamanın müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı açıktır.

83. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

84. Başvurucu; Emniyetteki beyanların hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu, yasa uyarınca müdafii yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınamayacağını, gözaltındaki ifadesinin zora dayalı olduğunu, yer gösterme ve yüzleştirme işlemleri esnasında yasal haklarının hatırlatılmadığını, yer gösterme işlemine savcı ya da hâkimin katılmadığını, yer göstermenin kayda alınmasının ve bu kaydın naip hâkim tarafından izlenmesinin yer göstermeyi hukuka uygun hâle getirmeyeceğini ayrıca tüm heyetin bu kaydı izlemediğini, yargılama esnasında aleyhine bir delil elde edilemediğini, aleyhinde beyanda bulunan İ.B.nin hazırlık ifadesini geri aldığını, Mahkemenin ön yargıyla hareket ettiğinin anlaşıldığını, mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini ve itirazlarının karşılanmadığını ileri sürmüştür.

85. Bakanlık yazısında, şüpheli şahısların polis önünde verdiklerin ifadelerin yargılamanın bütününü etkileyecek derecede önem arz ettiğinin kabul edildiği, AİHM tarafından da soruşturma aşamasında elde edilen delillerin iddia olunan suçun mahkemede değerlendirileceği çerçeveyi belirlemesi sebebiyle bu aşamanın ceza yargılamalarının hazırlanması konusundaki öneminin vurgulandığı, somut olayda Mahkemenin mahkûmiyet hükmünü kurarken ilgili madde atıfları dışında bir gerekçeye yer vermediği belirtilmiştir.

86. Başvurucu; gözaltında bulunduğu esnada baskı sonucu verdiği ifadelerin mahkûmiyet hükmünün esasını oluşturduğu, Yargıtayın yan delille desteklenip doğrulunmayan, baskıya dayalı olduğu bildirilerek sonradan geri alınan hazırlık soruşturmasındaki ikrardan başka kesin ve inandırıcı kanıtlar bulunmadığı durumlarda mahkûmiyet hükümlerini bozduğunu, son karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Kanun uyarınca müdafii katılmaksızın kollukta verilen ifadelerin hükme esas alınmaması gerektiğini, hazırlık soruşturmasında toplanan delillerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu belirterek Bakanlık yazısına karşı çıkmıştır.

87. Anayasa'nın 36 maddesinde, herkesin "adil yargılanma hakkına" sahip olduğu belirtilmektedir. Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise kişilerin, davalarının hakkaniyete uygun olarak görülmesini isteme hakları güvence altına alınmıştır. Bu hak, Sözleşme'nin 6. maddesinin diğer fıkralarında yer alan suç isnadı ile karşı karşıya bırakılmış kişilere yönelik asgari hak ve güvencelerle doğrudan bağlantılı olduğu gibi; anılan fıkralardaki güvenceler, (1) numaralı fıkrada ifadesini bulan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının somut görünümleridir. Dolayısıyla hakkaniyete uygun yargılama hakkı, Sözleşme'nin 6. maddesinin özellikle (3) numaralı fırkasındaki somut güvenceler bakımından tamamlayıcı bir fonksiyon ifa etmektedir.

88. Görüldüğü üzere hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ceza muhakemesini ilgilendiren boyutu, savunma hakkı ile ilintili olup özellikle yargılama faaliyeti kapsamında alınan önlemlerin savunma hakkının gerektiği gibi kullanılmasını teminat altına alacak düzeyde olmasını gerektirmektedir. Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın tarafının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin, gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki hakları güvence altına alma yönünde pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 75; Kerojarvi/Finlandiya, B. No: 17506/90, 19/7/1995, § 42). Ayrıca delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir.

89. Sözleşme'nin 6. maddesinde delillerin kabul edilebilirliğine ilişkin ilkeleri düzenleyen açık bir kural bulunmaması, yargılama makamının taraflarca ileri sürülen iddiaları ve gösterilen delilleri gereği gibi inceleme zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemesine aittir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, § 68). Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi, başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını değerlendirmektir.

90. Hükme esas alınan bir delilin başka delillerle desteklenmemiş olması, mutlak biçimde her durumda adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir şüphe bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması hâlinde bu durum hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir (Güllüzar Erman, § 63).

91. İkrar içeren ifadelerin müdafi huzurunda alınmış olması da önemli olup müdafiin yokluğunda verilen ifadelerin hükme esas alınabilmesi için kovuşturma aşamasında bu ifadelerin baskı altında alınıp alınmadığını kontrol edecek yeterli mekanizmaların bulunup bulunmadığı hususu önem kazanmaktadır. Ayrıca ikrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının -kovuşturma aşamasında- çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Aksi yöndeki bir uygulama, hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturabilir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

92. Somut olayda başvurucu, bir müdafinin katılımı sağlanmaksızın kolluk ve Savcılıkta farklı vesilelerle verdiği 28/3/2001 ve 30/3/2001 tarihli beyanlarında üzerine atılı suçlamaları kabul etmiştir (bkz. §§ 9, 11, 13). Başvurucu 30/3/2001 tarihinde müdafii eşliğinde sorgu hâkimi önünde verdiği ifadesinde ise Emniyette psikolojik baskı altında olduğunu ve oradaki ifadesini kabul etmediğini söylemiştir. Başvurucu vekilleri de yargılama aşamasında verdikleri dilekçelerde ve temyiz dilekçesinde başvurucunun maddi ve manevi cebir altında gözaltındaki ifadelerini verdiğini ileri sürmüşlerdir.

93. Mahkeme kararının gerekçe kısmına bakıldığında başvurucunun mahkûmiyetinin A... bakkalın bombalanması eylemi yönünden münhasıran sonradan kabul etmediğini belirttiği gözaltı aşamasındaki ifadelerine dayandırıldığı, örgüt üyeliği bakımından ise bu ifadelerin en azından esaslı delil oluşturduğu görülmektedir (bkz. § 32). Başvurucu aleyhinde beyanda bulunan diğer sanık İ.B., bu ifadelerini kovuşturma evresinde reddetmiştir (bkz. § 18). Öte yandan polis tarafından yaptırılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvurucuya haklarının hatırlatıldığına dair bir ibare bulunmamaktadır.

94. İlave olarak Derece Mahkemelerinin karar tarihleri itibarıyla 5271 sayılı Kanun yürürlükte olmasına rağmen daha sonradan kişi tarafından doğrulanmadığı sürece müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelere hükümde dayanılamayacağına ilişkin Kanun'un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası hükmüne değinilmediği anlaşılmaktadır.

95. Tüm bu hususlar birlikte gözetildiğinde başvurucunun müdafii olmaksızın verdiği ifadelerinin mahkûmiyetine esas alınmasının bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmesi gereğine uyulmadığı sonucunu doğurmaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 149). Ulaşılan bu sonuç doğrultusunda başvurucunun diğer iddialarının esasına dair ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

96. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

97. Başvurucu, yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürmektedir.

98. Bakanlık yazısında benzer bir şikâyetin Cevdet Genç (B. No: 2012/142, 9/1/2014) kararında da değerlendirildiği ve gözönüne alınacak ilkelerin belirlendiği gerekçesiyle görüş sunulmasına gerek görülmediği ifade edilmiştir.

99. Başvurucu, karşı beyanlarında ihlal olguların varlığının Bakanlık görüşünde kabul edildiğini belirtmiştir.

100. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

101. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

102. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun gözaltına alındığı 27/3/2001 tarihidir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir. Mevcut olayda Yargıtay onama kararının verildiği 4/12/2012 tarihinde yargılama tamamlanmıştır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Başvurucu hakkındaki yargılama bu itibarla 11 yıl 8 ay 7 günde sonuçlanmıştır.

103. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde 27/3/2001 tarihinde gözaltına alınan ve 30/3/2001 tarihinde tutuklanan başvurucu ile diğer iki sanık hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2001 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama, yaklaşık 5 yıl 9 ay süre başvurucunun tutukluluğunda devam etmiş, başvurucu 25/12/2006 tarihinde tahliye edilmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet kararı, Yargıtayın 18/2/2010 tarihli ilâmıyla bozulmuş; 19/4/2011 tarihli mahkûmiyet hükmü ise 4/12/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır.

104. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi ölçütler dikkate alındığında karmaşık olarak değerlendirilemez. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla ve usul haklarını kullanırken özensiz davranmasıyla yargılamanın uzamasına önemli ölçüde sebep olduğu da söylenemez. Yargıtayın ilk bozma kararı sonrasındaki yargılamanın İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay önünde 2 yıl 10 ay gibi kısa bir içinde tamamlanmış olmakla birlikte daha önceki dönemdeki yargılamanın neredeyse on yıllık bir süreyi kapsadığı dikkat çekmektedir. Öte yandan 7/6/2007 tarihli mahkûmiyet hükmüne kadar geçen dönemdeki yargılamanın büyük ölçüde başvurucunun tutukluluğunda devam ettiği de önem taşımaktadır.

105. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında iki dereceli bir yargılamada iki kez inceleme sonucunda geçen 11 yıl 8 ayın üzerindeki yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

107. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

108. Başvurucu maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

109. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

110. Müdafi yardımından yararlandırılma, hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere(kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

111. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

112. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

113. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkı ile doğrudan doğruyalık ilkesinin ihlaline ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.900 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SUNA ÖKMEN VE DURSUN BÜTÜNER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/717)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Başvurucu 1

:

Suna ÖKMEN

Vekili

:

Av. Yücel GÖKTAŞ

Başvurucu 2

:

Dursun BÜTÜNER

Vekili

:

Av. Sevgi EPÇELİ ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltında işkence görülmesi ve bu konuda soruşturma açılmaması nedeniyle işkence yasağının, gözaltına alınmalarından yakınlarına haber verilmemesi, derhâl hâkim önüne çıkarılmaması, rutin gerekçelerle ve çelişmeli bir yargılama yapılmaksızın tutukluluğun devamına karar verilmesi, tutukluğun uzun sürmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltı aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmaması, beyanların alınmasının öncesinde hakların hatırlatılmaması, hazırlık aşamasında sadece lehe delillerin toplanması, sonradan kabul edilmemesine rağmen müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan kolluk ifadelerinin hükme esas kabul edilmesi, suçun ve cezanın tespitinde hataya düşülmesi, kararın uygun biçimde gerekçelendirilmemesi, esaslı işlemlerin gerçekleştirildiği aşamadaki mahkeme heyetinde askerî hâkimin de yer alması, yargılamaya devlet güvenlik mahkemelerinin (DGM) yerine kurulan özel yetkili mahkemede devam edilmesi, mahkeme heyetinde değişiklikler olması, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle doğrudan doğruyalık ilkesini, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma haklarını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucu Suna Ökmen'e (Ökmen) ait 2013/717 numaralı bireysel başvuru 11/1/2013 tarihinde İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla, başvurucu Dursun Bütüner'e (Bütüner) ait 2013/1594 numaralı bireysel başvuru ise 18/2/2013 tarihinde İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/6/2013 tarihinde (B. No: 2013/1594) ve Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/11/2014 tarihinde (B. No: 2013/717) başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanları tarafından 25/9/2013 ve 26/6/2015 tarihlerinde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/11/2013 ve 12/8/2015 tarihlerinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/12/2013 ve 16/8/2015 tarihlerinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/12/2013 ve 25/8/2015 tarihlerinde ibraz etmişlerdir.

7. 4/11/2015 tarihinde 2013/1594 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasınınkonu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/717 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin 2013/717 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Dosyaların Birleştirilme Öncesinde Başvurucu Ökmen'e İlişkin Yargılama

9. 27/9/1992 tarihinde atış talimi yaparken yakalanan bir kişinin yer göstermesi üzerine operasyon düzenlenen evde ele geçen bazı dokümanların başvurucu Ökmen'in ve sanıklar Galip. A., Filiz K., Hacer A., Ahmet Ö., Nursel D. ve Mesude P. ile diğer kişiler Şükrü A. ile Savaş K. isimli kişilerin eli ürünü olduğu anlaşılmıştır. İki örgüt evinde daha yapılan aramada ele geçen bazı belgelerin de başvurucu ve diğer bazı şüphelilere ait olduğu belirlenmiştir.

10. Başvurucu Ökmen'in bulunduğu eve 29/9/1992 tarihinde operasyon gerçekleştirilmiş, yaşanan çatışma sonucunda Fatma S. ve Kayhan T. ölü olarak ele geçirilmiş, üzerinde sahte kimlikle yakalanan başvurucu gözaltına alınmıştır. Evde yapılan aramada, ikisi ölen kişilerin yanlarında olmak üzere üç adet tabanca, iki adet lav silahı, roketatar mermisi, telsiz, çeşitli patlayıcı madde, elektronik malzemeler ve örgütsel dokümanlar bulunmuştur. Başvurucu, ölen kişileri şüpheli Galip A.ya bağlı örgüt üyeleri olarak teşhis etmiştir.

11. Başvurucu, aynı gün avukatı olmaksızın alınan polis ifadesinde Dev-Sol Silahlı Devrimci Birlikleri üyesi olduğunu, 1990 yılında örgütün Beka Vadisi'ndeki kampına gönderildiğini ve 1992 Mart ayına kadar burada eğitim aldığını belirtmiş; hangi kod adlarını kullandığına, örgütlenme yapısının ne şekilde olduğuna, baskın yapılan hücrenin sorumlusu olduğuna, örgüt adına gerçekleştirdikleri beş eyleme ve gerçekleştirmeyi planlayıp yapamadıkları eylemlere dair bilgi vermiştir. Başvurucu kendisine gösterilen kişilerden 1990 yılında pankart asma eylemi nedeniyle birlikte tutuklandıkları Mesude P.yi ve diğer bazı kişileri teşhis etmiştir.

12. Başvurucunun katıldığını belirttiği eylemler şu şekildedir:

 i. 16/4/1992 tarihinde Beyoğlu'ndaki ABD Konsolosluğuna roket atılması eylemini Şükrü A. ve Ali Rıza K., Mustafa D.nin (talimat veren) de katılımıyla (44 No.lu olay)

 ii. 11/7/1992 tarihinde ABD Konsolosluğuna roket atılması eylemini sanık Filiz K. ve diğer kişiler Şükrü A. ile Mustafa D.nin (talimat veren) de katılımıyla (55 No.lu olay)

 iii. 24/7/1992 tarihinde Cağaloğlu Emniyet Müdürlüğü binasına lav silahı atılması eylemini sanık Galip A. (talimat veren) diğer kişiler Şükrü A. ve Ali R. K.nın da katılımıyla (57 No.lu olay)

 iv. 4/8/1992 günü İETT garajının soyulması ve bu amaçla Mustafa Z.ye ait aracın gasp edilmesi eylemini sanıklar Galip A. (talimat veren) ile Ahmet. Ö., Fatma S., Şükrü A. ile Ali R. K.nın da katılımıyla (59 No.lu olay)

 v. 14/9/1992 tarihinde Beylerbeyi Polisevi inşaatının bombalanması eylemini sanık Galip A. (talimat veren) ve Fatma S. ile Kayhan T.nin de katılımıyla (67 No.lu olay)

13. 30/9/1992 tarihinde başvurucunun örgüte ait bazı silahlarını sakladığı yeri göstereceğini belirtmesi üzeri gidilen boş bir arazideki çalılıklar arasında roketatar ve mermisi, bir inşaatın bodrum katında ise bir adet tabanca bulunmuştur.

14. Yapılan inceleme sonucunda ölen kişilerin yanında bulunan tabancaların ve inşaatta ele geçen tabancanın çok sayıda kişinin şehit edilmesiyle sonuçlanan saldırılarda kullanıldığı tespit edilmiştir.

15. Başvurucuya ve şüpheliler Şükrü A. ile Filiz K.ya 44, 55, 57, 59 ve 67 No.lu eylemlere dair yer gösterme işlemleri yaptırılmıştır.

16. Başvurucu 12/10/1992 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise hakkındaki suçlamaları reddetmiş; polis ifadesinin zorla imzalattırıldığını, polis ifadesinde geçen kişilerden sadece Mesude P.yi tanıdığını, olay günü sokakta yürürken yakalandığını, Emniyette kaldığı on beş gün boyunca çeşitli şekillerde işkence gördüğünü, yakalandığı gün parmakla kızlığının bozulduğunu ileri sürmüştür.

17. Başvurucu 12/10/1992 tarihinde çıkartıldığı Mahkemece tutuklanmıştır.

18. Sanık Galip A. (yaralı ele geçirilme 29/9/1992, gözaltı 14/10/1992), Emniyetteki ifadesinde 57 No.lu olayın başvurucu, Şükrü A. ve Ali R.K. tarafından kendi talimatı üzerine gerçekleştirildiğini belirtmiştir. 59 No.lu olaya ilişkin olarak ise başvurucudan bahsetmemiştir. Galip A., Cumhuriyet Savcılığı ve Mahkemeler önünde (yaralı ayağına) işkence yapılarak ifadesinin alındığını ve polisteki beyanını kabul etmediğini söylemiştir.

19. Sanık Filiz K. (gözaltı 28/9/1992) 55 No.lu eylemi başvurucu ve Şükrü A. ile birlikte gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcılığında, polisteki ifadesinin işkenceye dayalı olduğunu iddia etmiş; Mahkeme önünde polis ifadesini ve suçlamaları kabul etmemiştir.

20. Sanık Ahmet Ö. (gözaltı 27/9/1992), polisteki ifadesinde 59 No.lu olayı Ali R.K, Şükrü A., Fatma S. ve başvurucu ile birlikte gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. Cumhuriyet Savcılığında, polisteki ifadesinin işkence zoru ile imzalattırıldığını ileri sürmüştür. Ahmet Ö., sorgusunda ve Mahkeme önündeki ifadesinde polisteki beyanlarını ve hakkındaki suçlamaları reddetmiştir.

21. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 8/1/1993 tarihinde, başvurucunun da aralarında bulunduğu on sekiz sanık hakkında anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs veya silahlı örgüt üyeliği suçlarından iddianame düzenlemiştir. Başvurucu 44, 55, 57, 59 ve 67 sayılı eylemlerden sorumlu tutulmuştur.

22. Başvurucunun yargılanmasına İstanbul 3 No.lu DGM'ninE.1993/114 sayılı dosyasında başlanmıştır.

23. 14/4/1993 tarihli duruşmada başvurucu, işkence yapanlar hakkında suç duyurusunda bulunduğunu belirtmiştir. Sanık Nursel D. de Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 22/12/1992 tarihli raporunu sunmuş ve soruşturma yapılmasını talep etmiştir. Mahkeme, DGM Cumhuriyet Savcılığına 11/12/1992 tarihinde konuyla ilgili yazı yazıldığını ve sanıkların buraya başvurabileceklerini bildirmiştir.

24. 7/7/1993 tarihli duruşmada bazı sanıklar vekili, içeriği belirlenemeyen raporlar sunmuş ve işkence nedeniyle suç duyurusunda bulunulmasını talep etmiştir. Mahkeme, bu konuda daha önce yazı yazılmış olduğundan ilgili kişilerin Cumhuriyet Savcılığına başvurabileceklerini belirtmiştir.

25. 18/10/1993 tarihli duruşmada başvurucu; okunan ifadelerinden, beyanlarından polise vermiş olduğu ifadesini kabul etmemiştir.

26. 15/12/1993 tarihli duruşmada dosyada bulunan yakalama, yer gösterme, arama, teşhis tutanakları okunmuş; başvurucu ve hazır bulunan sanıklar okunan tutanakların polis senaryosu olduğunu iddia etmişlerdir. Sanık Savaş K., kendisine okunan tutanak ve belgelerin işkenceye dayalı olduğunu ve polis tarafından oluşturulduğunu ileri sürmüştür.

27. 22/6/1999 tarihli ve 4390 sayılı Kanun'la DGM'lerde görev yapan askerî hâkim ve savcıların görevi sona ermiştir.

28. 25/6/1999 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Başvurucu, esas hakkındaki savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir.

29. 7/4/2000 tarihli duruşmada başvurucuya savunmasını hazırlamak için son kez süre tanınmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer bazı sanıklar, müdafinin müvekkilleriyle cezaevinde usulüne uygun biçimde görüşemediklerini belirtmesi üzerine Mahkeme, bu konuda ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına ya da cezaevi idaresine başvurulması gerektiğine hükmetmiştir.

30. İstanbul 3 No.lu DGM, 2/7/2001 tarihinde başvurucu Ökmen'in tahliyesine karar vermiştir.

31. Başvurucu vekili 6/2/2002 tarihli duruşmada esasa ilişkin savunmalarını yazılı olarak sunmuştur.

32. Başvurucu vekilinin bazı duruşmalara mazeret bildirerek ya da mazeretsiz katılmadığı görülmektedir.

33. 16/4/2004 tarihli ve 5190 sayılı mülga Kanun'un yürürlüğe girmesinin ardından davanın görülmesine, anılan Kanun'un 1. maddesi uyarınca görevlendirilen İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edilmiştir.

34. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 2/5/2005 tarihli duruşmada, celse arasında başvurucunun önceki müdafiininistifa etmesi, yeni müdafiinin ise mazeret bildirmesi ve süre istemesi nedeniyle başvurucuyla ilgili davanın tefrikine karar vermiştir. Mahkeme, aynı tarihli ve E.1993/114, K.2005/64 sayılı kararı ile diğer sanıklar hakkında hüküm kurmuştur.

35. Bu karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi 11/7/2006 tarihli ve E.2006/1537, K.2006/4178 sayılı ilamı ile bozulmuş, dava Mahkemenin E.2006/221 sayısına kaydedilmiştir.

36. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi 17/11/2006 tarihli ilk duruşmadan itibaren 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi ile görevli mahkeme sıfatıyla davayı görmeye devam etmiştir.

37. Başvurucu yönünden tefrik edilen davada (kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. maddesi ile görevli) 27/5/2005 tarihli ve E.2005/116, K.2005/79 sayılı kararıyla başvurucuyu Anayasa'nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye teşebbüs etmek suçundan müebbet ağır hapis cezasına mahkûm etmiştir.

38. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 17/4/2007 tarihli ve E.2007/2260, K.2007/3345 sayılı ilamı ile başvurucu hakkındaki hükmü asıl dosyadaki belge örneklerinin konulmaması, bağlantılı dosyaların gerektiğinde birleştirilmesi hususunun değerlendirilmemesi ve Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklik nedeniyle kararı bozmuştur.

39. Başvurucu hakkındaki dava, bozma sonrası İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/221 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir.

2. E.1993/114 Sayılı Dosyaya Konu Soruşturma Kapsamında Alınan Raporlar

40. Başvurucunun 12/10/1992 tarihinde İstanbul Adli Tabipliğince yapılan muayenesinde her iki ayak sırtında kabuklu lezyonlar, sol kolda ve sol omuzda subjektif ağrı şikâyeti bulunduğu; parmakla kızlık zarının yırtıldığı iddiasıyla ilgili olarak kızlık zarının halkavi yapıda 2 mm genişlikte olduğu, fevhasının 1 cm büyüklükte olduğu, bu hususta kesin kanaat bildirilmediğinden uzman doktor tarafından muayene edilmesi gerektiği, kol ve omuzdaki ağrı ve şişlik nedeniyle ise ortopedi muayenesinin yaptırılması gerektiği belirtilmiştir.

41. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin 13/10/1992 tarihli raporunda, hymen anüler yapının parmak duhulüne müsait fevhalı olduğu tespit edilmiştir. Haseki Hastanesinin 26/10/1992 tarihli raporuna göre başvurucun sol kol ve elinde parezi, ön kolda kuvvet kaybı, ulnar sağda hipostez ve adelelerinde nörojen tutulma saptanmıştır. Başvurucunun 22/10/1992 ve 23/10/1992 tarihlerinde de muayene edildiği anlaşılmaktadır.

42. Başvurucu 9/12/1992 tarihinde Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından tekrar muayene edilmiştir. Önceki raporlarda yer alan bulguların da dikkate alınması suretiyle hazırlanan raporda, başvurucuda tespit edilen ekimoz kabuklu yara, kabuğu düşmüş iyileşmeye başlamış yara, ağrı, büllöz, kuvvet kaybı, hissizlik nörojen tutulmanın hayati tehlike oluşturmadığı fakat on beş gün iş güç kaybına yol açacağı sonucuna varılmıştır.

43. İstanbul Adli Şube Müdürlüğünün 12/10/1992 ve 13/10/1992 tarihli raporlara istinaden hazırladığı 12/11/1992 tarihli raporda hymen anüler yapıda doğal sünme bulunduğu, orifisin serçe parmağı genişliğinde bulunduğu, başvurucunun hâlen bakire olduğu subjektif ağrı ve şişliğin bir gün iş güç kaybına yol açacağı belirtilmiştir.

44. 12/10/1992 tarihinde yapılan muayenelerinde şüpheli Ahmet Ö.nün sol dirsek dış yanında 2 adet 1 cm boyunda kabuklu lezyon; şüpheli Şükrü A.nın sol kol ve sol bacak üstünde 1 cm'den ufak muhtelif kabuklu yaralar; şüpheli Filiz K.nın sağ lomber bölgesinde 3 cm çapında hafif hiperemi tespit edilmiştir.

45. Şüpheli Galip A. hakkında düzenlenen 19/10/1992 tarihli raporda kurşun yarası haricinde darp cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

3. Birleşme Öncesi Başvurucu Bütüner'e İlişkin Yargılama

46. Başvurucu, terör örgütü üyesi olduğu şüphesi ile 17/10/1993 tarihinde İstanbul’daki ikametgâhında gözaltına alınmıştır. Başvurucunun yastığının altında bir adet tabanca ele geçirilmiştir. Yapılan inceleme sonucunda bu silahın, Talat Ü.nün ve diğer bir kişinin yaralanması olaylarında ve 14/7/1993 tarihinde Rıza G. isimli kişinin öldürülmesi olayında kullanıldığı anlaşılmıştır.

47. Başvurucu, gözaltındaki ifadesinde 6/7/1993 tarihinde Enis T.nin tabancayla yaralanması (26 No.lu olay), 9/7/1993 tarihinde Talat Ü.nün yaralanması (28 No.lu olay) ve 14/7/1993 tarihinde Rıza G.nin öldürülmesi (29 No.lu olay) olaylarını ikrar etmiştir. Başvurucu, ilk olayda İsmail Y.nin (gözaltı 17/10/1993) ateş ettiğini; ikincisine ilişkin olarak mağdurun kendisini görünce bağırmaya başladığını, bunun üzerine Erol Ç. (gözaltı 16/10/1993) ve İbrahim D.(gözaltı 17/9/1993) ile birlikte mağduru yere yatırdıklarını ve bu ikisinin ateş ettiğini, üçüncü olay esnasında ise İsmail Y. ve Erol Ç.nin olay yerinin dışında durduklarını, kendisinin tabancasını çektiğini ama ateş etmediğini beyan etmiştir.

48. Bilinmeyen bir tarihte ifadesi alınan 26 No.lu olayın mağduru Enis T., silahla yaralanması olayına ilişkin olarak başvurucuyu, İsmail Y. ve Erol Ç.yi teşhis etmiştir.

49. 28 No.lu olayın mağduru Talat Ü., tanımadığı üç kişinin kendisine saldırdığını ve birinin ateş ettiğini belirtmiştir.

50. Erol Ç., 26 No.lu olayda İsmail Y.nin ateş ettiğini, kendilerinin silah kullanmadıklarını söylemiş; 29 No.lu olayı kabul etmiştir.

51. İsmail Y., 26 No.lu olayda ateş ettiğini belirtmiş ve 29 No.lu olaya katılımını ikrar etmiştir.

52. Erol Ç. ve İsmail Y., Cumhuriyet Savcılığı ve Mahkeme aşamasındaki beyanlarında kollukta verdikleri ifadelerini reddetmiştir

53. 26 ve 29 No.lu olaylara ilişkin olarak şüphelilere, 28 No.lu olay kapsamında şüphelilerden birine yer gösterme işlemi yaptırılmıştır.

54. Başvurucu 26/10/1993 tarihinde gözaltından çıkartılmasının ardından Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde üzerine atılı eylemleri kabul etmemiştir. Başvurucu Bütüner'in Mahkeme önündeki yargılama aşamasında da bu yönde savunma yaptığı anlaşılmaktadır.

55. 26/10/1993 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına kararı verilmiştir.

56. İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı 31/12/1993 tarihinde başvurucu, Erol Ç., İbrahim D., İsmail Y., Cemalettin E., ve diğer bazı sanıklar hakkında anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, silahlı terör örgütü üyeliği veya böyle bir örgüte yardım ve yataklık suçlarından iddianame düzenlemiştir.

57. İstanbul 3 No.lu DGM 17/12/2003 tarihli ve E.1993/593, K.2003/319 sayılı kararı ile başvurucunun mahkûmiyetine hükmetmiştir.

58. Bu kararın Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/4/2005 tarihli ilamıyla bozulması üzerine dosya, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/125 esasına kaydedilmiştir.

59. 21/12/2005 tarihinde başvurucu Bütüner'in tahliyesine karar verilmiştir.

60. Mahkeme 16/11/2007 tarihinde başvurucunun da sanık olarak yargılandığı dosyanınE.2006/221 sayılı asıl dosya ile birleştirilmesine karar vermiştir.

4. Dosyanın Birleştirilme Sonrası Yargılama

61. Diğer dosyaların birleştirilmesinin ardından İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2006/221 sayılı dosyasındaki yargılama 25 sanığın, 82 mağdur ve 40 maktüle karşı işlediği iddia olunan çeşitli eylemleri kapsamaktadır.

62. 24/6/2009 tarihli duruşmada Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasını vermiştir.

63. Başvurucu Bütüner müdafiinin 24/6/2009 tarihinden önceki bazı duruşmalara mazeret bildirdiği, anılan tarih ve sonrasında ise başvurucunun ya da müdafiinin duruşmaları takip etmediği anlaşılmaktadır. Bu duruşmalar esnasında Mahkemenin bazı bilgi ve belgeler araştırdığı veya sanıkların esas hakkındaki savunmalarını almaya çalıştığı, kimi sanık vekillerin de duruşmalara katılmadıkları görülmektedir.

64. (Kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 18/6/2010 tarihli ve E.2006/221, K.2012/214 sayılı kararı ile başvurucuların anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmalarına hükmetmiştir.

65. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

A-BU ANLATILAN GENEL ÖRGÜT YAPILANMASINDAN SONRA 93/114 ESAS NUMARALI İKEN 2006/221 ESASI ALAN DAVA DOSYASI SANIKLARIN DURUMLARINI TEK TEK ELE ALACAK OLURSAK,

Bu dosyada yukarıda deliller bölümünde A ŞIKKINDA BELİRTİLEN yakalama tutanakları,[]ele[]geçen silah ve patlayıcı maddeler,[]sahte kimlikler,[]silah ve sahte belgelere ait ve ele geçen dökümanlara ait ekspertiz raporu,[]müşteki ve tanık anlatımları,[]sanıkların anlatımları,[]sanıkların yer gösterme tutanakları birlikte değerlendirildiğinde

...

E-SANIK SUNA ÖKMEN (93/114 esasta sanık iken tefrikle 2007/291 esası alan ve birleşen dosyanın sanığı)

Sanık Suna Sökmen’in İstanbul Silahlı devrimci birlikler genel sorumlusu Eser kod adlı Galip A...’e bağlı olarak 3 birlik oluşturulduğu, bu birliklerden 3. Birliğin komutanın Hamiyet kod adlı Suna ÖKMEN olduğu, Hücresinin Sedat kod adlı Fatma S...., Atilla ve Abdullah kod adlı Kayhan T... olduğu ve bu şekilde örgütlendikleri, Galip A...'ün silahlı devrimciler birliğinin İstanbul genel sorumlusu olarak görevlendirildiği, sanığın da bu silahlı devrimciler birliği içerisinde görev alıp Lübnan BEKA vadisinde eğitim aldığı, SERAP, OLCAY ve EDA kod adlarını kullandığı, ayrıca Esma CAN, Hasibe KİRMAN ve Sevgi KARADAĞ s[a]hte kimliklerini kullandığı, 29.09.1992 tarihinde Üsküdar Beylerbeyi[]'ndeki örgüt evinde Hasibe KİRMAN sahte kimliğiyle yakalandığı, ayrıca diğer örgüt evlerinde ve yakalandığı evde örgütsel dokümanların bu sanığın eli ürünü olduğu, ayrıca sanığın gösterdiği yerlerde roketatar mermisi, silah ve mermilerin ele geçtiği, bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde faaliyetlerde bulunup,

1) İddianamede 44. olay olarak gösterilen 14.4.1992 tarihinde İstanbul ABD Başkonsolosluk binasına roket atılma olayına Mustafa D..., Suna ÖKMEN, Ali R... K... ile birlikte katıldığı, ..., sanığın anlatımları, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Şükrü A...’nun anlatımları, yine sanığın Klasör A dizi 48’deki teşhis tutanağı, dizi 74[']de sanığın Şükrü A... ile birlikte yaptığı yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.

2) İddianamede 55. olay olarak gösterilen 11.07.1992 günü İstanbul ABD başkonsolosluğuna roket atılma olayına Mustafa D..., Şükrü A..., Filiz K... ve Suna ÖKMEN'in katıldığı, ..., sanığın anlatımları, bunu doğrulayan cerahim evrakları, Filiz K... ve Şükrü A...’nun anlatımları, Klasör A dizi 48[']deki teşhis tutanağı ve dizi 73[']deki sanığın Şükrü[]A... ve Filiz K...’in katılımıyla yaptığı yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.

3) İddianamede 57. olay olarak gösterilen 24.01.1992'de Emniyet Müdürlüğü'ne roket atar atılması olayını Galip A..., Mustafa D..., Şükrü A..., Suna ÖKMEN ve Ali R... K...'ün katıldıkları, ..., sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Şükrü A..., Galip A...’ün anlatımları, Sanığın Klasör A dizi 48[']deki teşhis tutanağı, dizi 72[']de sanığın Şükrü A... ile birlikte yapmış olduğu yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.

4) İddianamede 59. olay olarak gösterilen 04.08.1992'de İETT garajının soyulması, Mustafa Z...'nun aracının gaspı olayına Galip A..., Mustafa D..., Şükrü A..., Ahmet Ö..., Suna ÖKMEN, Ali R... K... ve Fatma S...'in katıldığı, ..., sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, yine Ahmet Ö..., Şükrü A..., Galip A...’ün anlatımları, mağdur Mustafa Z...[']nun anlatımları, Klasör A[']daki dizi 48[']deki sanığın teşhis tutanağı ve dizi 67[']de Ahmet Ö..., Şükrü A... ile birlikte yapmış olduğu yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.

5- İddianamede 67. olay olarak gösterilen 24.09.1992'de Üsküdar Beylerbeyi'ndeki polis evi inşaatının bombalanması olayını Galip A..., Suna ÖKMEN, Kayhan T... ve Fatma S...'in katıldığı, ... sanığın anlatımı, bunu doğrulayan cerahim evrakları, Galip A...’ün anlatımları, Klasör A[']da dizi 48[']deki sanığın teşhisi ve dizi 68[']deki yer gösterme tutanağı ile anlaşılmıştır.

Bütün bu eylemler birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin şiddeti ve yoğunluğu ve yapıldığı tarihteki terör olayları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanık SUNA ÖKMEN’in eyleminin mensubu olduğu örgütün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal Düzenini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs niteliğinde bulunduğundan sanığın TCK. nun 146/1 madde gereğince cezalandırılmasına, karar verilmesi gerektiği, ...

...

C-MAHKEMEMİZİN 1993/593 ESASINDAN BOZULARAK 2005/125 ESASINA KAYDEDİLEN VE BU DOSYA İLE BİRLEŞTİRİLEN DOSYADA;

Bu dosyada yukarıda deliller bölümünde c ŞIKKINDA BELİRTİLEN yakalama tutanakları, ele[]geçen silah ve patlayıcı maddeler,[]sahte kimlikler,silah ve sahte belgelere ait ve ele geçen dökümanlara ait ekspertiz raporu,[]müşteki ve tanık anlatımları,[]sanıkların anlatımları,[]sanıkların yer gösterme tutanakları birlikte değerlendirildiğinde

4-SANIK DURSUN BÜTÜNER "SALİH, TARIK KOD "

FERİT kod Cemalettin E...'nin ön sorgusunda sorumlusunun TARIK kod Dursun BÜTÜNER olduğunu söylemesi ve göstermesi üzerine ... sayılı yerde evde sanık Dursun BÜTÜNER[]'in yakalandığı ve yatmakta olduğu yerde yastığının altında 7.65 mm Çeska marka ...21 seri nolu tabanca, bu tabancaya ait iki şarjör, şarjörlerde 16 merminin ele geçtiği,

THKP/C Devrimci Sol isimli örgütün üyesi olduğu, TARIK ve SALİH kod adlarını kullandığı, Muammer A...'ın sorumluluğunda ... mahallesi örgütlenmesinde yer aldığı, iki ay kadar yayın dağıtıp sattığı, bazı Emniyet mensupları hakkında topladığı bilgileri istihbarat raporu haline getirdiği ve sorumlusuna verdiği, sorumlusu MEHMET ve SALİH bu istihbarat raporların 14.03.1991 tarihinde yakalanan Mehmet A... Ç...'in ikametinde ele geçirildiği, 30.01.1992 de yakalanıp tutuklandığı, İstanbul 2 Nolu DGM 'nin ... kararıyla 159. maddeye aykırılık suçundan 2 yıl 6 ay ceza aldığı, 26.05.1992 de salıverildiği, tahliyesinden sonra bir ara A... örgütlenmesinde yer aldığı, Ercan T...'ye bağlı faaliyet gösterdiği, bu arada örgütte meydana gelen bölünme sonucu darbeci grupta yer aldığı, Ercan T...'nin karşı grup mensuplarınca öldürülmesi üzerine İbrahim D... ile temasa geçtiği, ona bağlı olarak İsmail Y..., Erol Ç..., Ahmet Ç... ve Turgut kod ile birlikte darbeciler silahlı milis örgütlenmesinde yer aldığı,

Levent N..., Yavuz U..., Ekrem A... ve Nebi A...'in kaçırılıp sorgulanmasında bulunduğu,

Rıza G...'in öldürülmesi, Enis T...'in yaralanması olayına katıldığı, evinde ele geçen tabancaların 28.06.1993 tarihinde ... sayılı yerdeki lokantada Erdal G... adlı şahsın yaralanması, Talat Ü...'nün yaralanması, Rıza G...'in öldürülmesi eylemlerinde kullanıldığı,

...'ın ölü olarak ele geçirildiği ... evde gele geçen A-117 - 120 arasın sayılarla işaretli örgütsel dokümanlardaki yazıların sanığın eli ürünü olduğunun ekspertiz raporlarıyla doğrulandığı,

ANLAŞILDIKTAN SONRA SANIĞIN DURUMUNA BAKACAK OLURSAK,

1- İddianamede 26 nolu olay olarak gösterilen 06.07.1993 günü saat 13:00 sıralarında ... Enis T...'in yaralanması olayında;

... olay günü sanıklar Erol Ç..., Dursun BÜTÜNER, İsmail Y... ve Ali P...'un mağdurun dükkanına silahlı olarak gittikleri, ... İsmail Y...'in tabancasıyla mağdurun ayaklarına doğru 2-3 el ateş ettiği, diğer sanıkların da silahlı olduğu, ...

Erol Ç...'ın Klasör 7 Dizi 238[']de İsmail Y... tabancayla bacaklarına doğru ateş edip yaraladı, bu olayda biz silah kullanmadık şeklinde beyanı,

Dursun BÜTÜNER Dizi 206 'da İSMAİL 'in ateş ettiği şeklindeki beyanı,

İSMAİL 'in hazırlıkta 2-3 el ateş ettim şeklindeki beyanı,

Klasör 5 'te ceraim evrakları,

Mağdur “iki kişi geldi devrimciyiz para vereceksin dediler reddettim, biri silah çekti tekrar para istedi reddettim eline tekmeyle vurdum düşmedi ayaklarıma doğru ateş etti” şeklindeki beyanı,

ve mağdurun Klasör 7 Dizi 366 'da İSMAİL, DURSUN ve EROL 'u kesin olarak yaptığı teşhis

Klasör 7 Dizi 376 'da sanıkların ifadeli yer gösterme tutanakları,

Olay yerinde ele geçen iki adet kovanın Cemalettin E...'de elde edilen silahtan atıldığının ekspertiz rapor birlikte değerlendirildiğinde,

Eylemin anlatılan biçimde sanık yönünden sübut bulduğu ve olaya bizzat katıldığı,

2- İddianamede 28 nolu olay olarak gösterilen 09.07.1993 günü ... Talat Ü...'nün yaralanması olayında;

... Talat Ü...'yü olay yerinde yakalayan sanıklar Erol Ç... ve İbrahim D...'ün mağduru kolundan yakaladıkları, ... Dursun BÜTÜNER 'in de sanıkların yanında olduğu, ... İBRAHİM ve EROL 'un ateş etmeye başladıkları, ...

Olay yerinde bulunana 4 adet kovanın Dursun BÜTÜNER 'in evinde yapılan aramada bulunan ...22 nolu tabancadan atıldığının belirten ekspertiz raporu,

Erol Ç...'ın yakaladık, üzerindeki tabancayı aldık, yere yatırdık, ben üzerindeki çek vizör tabancayla bacaklarına doğru dört el ateş ettim şeklindeki beyanı,

Dursun BÜTÜNER 'in Talat Ü... beni tanıdığı için gizlendim, İBRAHİM ve EROL çevirdiler ondörtlü tabancasını aldılar, beni görünce darbeciler hainler diye bağırınca yere yatırdık, İBRAHİM ve EROL 'da tabancayla ateş etti şeklinde beyanı,

Klasör 5 deki Ceraim evrakları,

Talat Ü...'nün üç kişi beni silahla çevirdi, birinde Kırıkkale vardı, arabaya bindirmek istediler binmedim, arkamdan ateş ettiler, üzerimde silah yoktu dediği, Mağdurun şahısları önceden tanımadığını, üç kişi olduklarını beyan ettiği, eşgal verdiği, Olayda bir kişinin ateş ettiği, ekspertizde dört kovanın tek silahtan atıldığının söylendiği şeklindeki beyanı,

Mermilerin tek silahtan çıktığının ekspertiz raporu,

Klasör 7 Dizi 382'de ifadeli yer gösterme tutanağı,

Bu olayda ateş eden kişi olarak Erol ÇAM 'ın dört el ateş ettiği, Dursun BÜTÜNER 'in olaya silahlı olarak katıldığı,

3-İddianamede 29 nolu olay olarak gösterilen 14.07.1993 tarihinde ... Rıza G...'in öldürülmesi olayında;

... olay yerine giden sanıklardan Erol Ç... ve İsmail Y...'in kahvehane dışında İbrahim D..., Dursun BÜTÜNER ve TURGUT M... kodun kahve içinde tertibat aldıkları ve beklemeye başladıkları, ... önce Erol Ç... ve İsmail Y...'in maktüle ateş etmeye başladıkları, isabet alan maktülün yaralı olarak kahveye girmesi üzerine bu kerede içerde olanların ateş ettikleri, maktülün yere yığılması sonucu kaçtıkları, ...

Dursun BÜTÜNER 'in evinde ele geçen vizör 7.65, İsmail Y...'in evinde ele geçen çeska 7.65, Erol Ç...'ın ... gaspettiği Browning, Cemalettin E...'nin üzerinde ele geçen 7.65 MP5 tabancanın bu olayda kullanıldıkları Klasör 7, Dizi 41, 3710, 3726, 3708, 3709 sayılı ekspertiz raporuyla teyid edildiği,

Erol Ç...ve İsmail Y... olayı anlatan beyanları,

Dursun BÜTÜNER[]'in, dışarıda EROL ve İSMAİL olduğunu, ateş sesleri geldiğinde maktülün kahvehaneye girince diğer dördü silahlarıyla eteş ediyorlardı, ben tabancamı çektim ancak ateş etmedim çünkü çok sayıda kurşun yarası almıştı şeklindeki beyanı,

Klasör 5 'teki Ceraim evrakları,

Klasör 7 Dizi 373 EROL, DURSUN ve İSMAİL 'in olayı ayrıntılı biçimde anlattıkları yer gösterme tutanakları,birlikte değerlendirildiğinde,

Sanığın bizzat olaya katıldığı anlaşılmıştır.

Bütün bu eylemler birlikte değerlendirildiğinde eylemlerin şideti ve yoğunluğu ve yapıldığı tarihteki terör olayları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sanığın eyleminin mensubu olduğu örgütün amaçları doğrultusunda Türkiye Cumhuriyetinin Anayasal Düzenini cebren ortadan kaldırmaya teşebbüs niteliğinde bulunduğundan sanığın TCK nun 146/1 madde gereğince cezalandırılmasına, karar verilmesi gerektiği..."

66. Başvurucu Ökmen'in mahkûmiyetine esas alınan 59 No.lu olaya ilişkin olaraktespit edilemeyen bir tarihte alınan ifadesinde mağdur Mustafa Z., biri kadın olmak üzere üç kişinin aracını gasp ettiklerini ve kendisini bağladıklarını söylemiştir.

67. Tespit edilemeyen bir tarihte tanıklar İkram O. ve Memduh S., İETT soygunuyla ilgili başvurucu ve Ahmet Ö.yü; tanık Muzaffer A., Ali R. K.ü (fotoğraftan); tanık Coşkun V., Şükrü A.yı (fotoğraftan) teşhis etmiştir (Gerekçeli kararda olay tarihi 14/8/1992 olarak belirtilmiştir.).

68. Başvurucu Ökmen; gözaltında kaldığı sürede işkence gördüğü ve ifade tutanağını bu baskı altında imzaladığı, Adli Tıp raporunun bu iddiasını doğruladığı, diğer sanıkların ifadelerinin de baskı ve şiddet altında alındığı, işkenceyle alınan ifadesi dışında örgütle ilişkisini gösteren bir delil bulunmadığı, olayların mağdurlarının kendisini teşhis edemediği, 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi uyarınca hukuka aykırı delillerin ve sanık tarafından daha sonraki aşamalarda kabul edilmemesi hâlinde Emniyette avukat yokluğunda alınan ifadelerin yargılamada delil olarak kullanılamayacağı, kendisinin ve diğer sanıkların sonradan inkâr ettikleri Emniyet ifadelerine hükümde dayanılmaması gerektiği, yakalandığı gün ve bir gün sonrasında yer gösterme yapmasının makul olmadığı, üzerine atılı eylemlerin sübutu kabul edilse dahi bunun mahkûmiyetine konu suç oluşturacak boyut ve yoğunluğa ulaşmadığı, yargılama aşamasındaki tavır ve sözlerinin delil olarak kabul edilmemesi gerektiği gerekçeleriyle kararı temyiz etmiştir.

69. Başvurucu Bütüner 24/6/2010 tarihinde kararı temyiz etmiştir. UYAP'taki dosyasında temyiz dilekçesi bulunamamış, dosyanın itiraz incelemesi için gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise anılan belgeye rastlanmadığı bildirilmiştir.

70. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 26/9/2012 tarihli ve E.2012/3285, K.2012/9894 sayılı ilamıyla başvurucular yönünden kararı onamıştır.

71. Nihai kararın 3/12/2012 tarihinde Mahkeme Kalemine döndüğü anlaşılmaktadır.

72. Başvurucu Ökmen 11/1/2013, başvurucu Bütüner 18/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

73. 5190 sayılı mülga Kanun'un 1. numaralı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394 üncü maddeden sonra gelmek üzere "Bazı suçlara ilişkin muhakeme usulü" başlıklı ÜÇÜNCÜ FASIL başlığı altında aşağıdaki maddeler eklenmiştir.

Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi

MADDE 394/a. - Aşağıdaki suçlarla ilgili davalar, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür:

1. 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 125 ilâ 139, 146 ilâ 157, 168, 169, 171 ve 172 nci maddelerinde yazılı suçlar, 403 üncü maddesinde yazılı toplu olarak veya teşekkül vücuda getirmek suretiyle işlenen suçlar.

..."

74. 5271 sayılı Kanun'un "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148. maddesinin (1), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

...

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

75. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

76. Başvurucu Ökmen,

i. Gözaltında kaldığı süre boyunca işkenceye maruz kaldığını ve Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporundan da anlaşılacağı gibi parmakla kızlığının bozulduğunu, manevi değerlerinin ağır biçimde aşağılandığını belirterek işkence ve kötü muamele yasağının,

ii. Gözaltına alındığının ailesine haber verilmediğini, derhâl hâkim önüne çıkarılmadığını, tahliye taleplerinin rutin ifadelerle reddedildiğini, tutukluk hâlinin devamı kararlarına karşı yaptığı itirazların çelişmeli yargılama ilkelerine uyulmaksızın ve savunmaları dikkate alınmasızın reddedildiğini, tutukluluk süresinin uzun olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının,

iii. Emniyetteki ifadesinde müdafi yardımından faydalandırılmadığını, işkence altında ve uzun süren gözetim süresi sonrasında özgür iradesi ile vermediği ifadesinin hükme esas alındığını, bu ifadesinin yasak yöntemlerce elde edilmiş delil olduğunu, diğer sanıkların da işkence altında alınan ifadelerinin delil olarak kabul edildiğini, dosyada mahkûmiyetini gerektirecek başkaca delil bulunmadığını, eylemlerinin mahkûmiyete konu suçu oluşturup oluşturmayacağının Mahkeme kararında yeterince tartışılmadığını, askerî hâkim sınıfından bir üyenin de bulunduğu heyetin tarafsızlık ve bağımsızlığının şüpheli olduğu, 1992 ile 1999 yılları arasındaki esaslı işlemlerin bu güvenceden yoksun yapıldığını, yargılamanın uzun sürede sonuçlandığını belirterek suçun kanuniliği ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu bu nedenle yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini ve toplamda 570.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

77. Başvurucu Bütüner,

i. Gözaltı süresince işkenceye uğradığını, ifadesini imzalamasının ardından polislerin yaralarına her gün merhem sürdüğünü ve izlerin geçmesini beklediklerini, işkence iddialarını dile getirmesine rağmen bu konuyla ilgili herhangi bir soruşturma başlatmadıklarını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesiyle korunan haklarının,

ii. Gözaltına alınmasından ancak dokuz gün sonra hâkim huzuruna çıkarıldığını, bu sürede ailesiyle ve başkalarıyla görüşme imkânının kendisine tanınmadığını belirterek Sözleşme'nin 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan derhâl hâkim önüne çıkarılma hakkının,

iii. Gözaltındaki ifadesinin işkence altında ve zora dayalı alındığını, bunun susma hakkını ihlal ettiğini, Cumhuriyet savcısı veya hâkimin hazır bulunmaksızın yapılan yer gösterme işlemine katılmak zorunda bırakıldığını, gözaltı süresinde alınan beyanlarının hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu fakat mahkûmiyetine esas alındığını, Cumhuriyet savcısı ve sorgu hâkimi tarafından susma ve müdafi yardımından yararlanma haklarının hatırlatılmadığını, gözaltında ve bu ifadeleri esnasında müdafi yardımından faydalandırılmadığını, kollukta verdiği ifade dışında dayanılan başka bir delil bulunmadığını, bazı belgelerin kendisinin eli ürünü olduğu yönünde hazırlanan polis raporlarının bilimsellikten uzak olduğunu, 5271 sayılı Kanun ve Yargıtay kararları uyarınca müdafi yokluğunda kollukta verilen, başka delillerle desteklenmeyen ve sonradan geri alınan ifadelerin hükme esas alınamayacağını, sonradan yürürlüğe giren bu usul hükmünün derhâl uygulanması ve kendisi ile diğer sanıkların ifadelerinin dikkate alınmaması gerektiğini; Mahkeme kararında savunmalarına neden itibar edilmediğinin, hangi yasa hükümleri uygulanarak sonuç cezanın belirlendiğinin, hangi eylemleri ve deliller temelinde suçlu bulunduğunun gösterilmediğini, Mahkeme ve Yargıtay kararlarının usulüne uygun gerekçe içermediğini, DGM'lerin kaldırılmasından sonra görev yapan mahkemelerin de doğal yargıç ilkesine aykırı olduğunu, bağımsız ve tarafsız olmadıklarını, DGM'lere yönelik eleştirilerin bu Mahkemeler için de geçerli olduğu, dava esnasında Mahkeme heyetinde birçok kez değişiklik olduğunu, yargılamanın uzun sürdüğünü belirterek delillerin doğrudan doğruyalığı ilkesini, bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma, makul sürede yargılanma haklarını içerecek biçimde adil yargılanma hakkının ve Sözleşme'nin 6. maddesinin,

iv. İdam cezası kaldırılmış olduğundan temel cezanın müebbet ağır hapis cezası olacağı ve yapılacak indirimle birlikte sonuç cezasının otuz yıl olarak belirlenmesi gerektiğini belirterek suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin,

v. Hazırlık soruşturması esnasında sadece lehe delillerin toplandığını, hukuka aykırı ve yetersiz delillerle yapılan suçlamalar sonucunda ispat yükünün haksız biçimde kendisine yüklendiğini, Mahkemenin suçu işlediği ön yargısıyla hareket ettiğini ve on iki yılı aşkın bir süre tutuklu yargılandığını belirterek masumiyet karinesinin,

vi. Sözleşme'nin 6. maddesi kapsamındaki ihlal iddialarına karşı etkili başvuru yollarının bulunmadığını belirterek Sözleşme'nin 13. maddesindeki etkili bir hukuk yoluna başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine, cezasının infazının durdurulmasına ve 30.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

78. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların gözaltında işkence gördüklerine ve bu hususta soruşturma yapılmadığına ilişkin iddialarının işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında, gözaltında tutulmalarına ve tutukluluk hâline yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında, diğer iddialarının ise adil yargılanma hakkı kapsamında ve yargılamanın bir kısmının askerî üyenin de yer aldığı heyet tarafından veya 5190 sayılı mülga Kanun'la görevlendirilen mahkemece yürütülmesini ilgilendirdiği ölçüde tarafsız ve bağımsız bir mahkemede yargılanma hakkı çerçevesinde, mahkeme heyetinden değişiklikler olmasını ilgilendirdiği ölçüde doğrudan doğruyalık ilkesi çerçevesinde, gözaltında iken müdafi atanmadığına ilişkin iddiaları ilgilendirdiği ölçüde müdafi yardımından yararlanma hakkı çerçevesinde, yargılamanın uzun sürede sonuçlandığı iddiasını ilgilendirdiği ölçüde makul sürede yargılanma hakkı çerçevesinde, diğer iddialarının ise yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

79. Başvurucular gözaltında işkence gördüklerini ileri sürmüşler, başvurucu Bütüner ek olarak işkence iddialarına ilişkin herhangi bir soruşturma yürütülmediğini iddia etmiştir.

80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

81. 6216 sayılı Kanun hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilir. Bu düzenleme karşısında anılan tarihten önce kesinleşmiş ya da sonuçlanmış hususları da içerecek şekilde Mahkemenin yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir.

82. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması hukuk güvenliği ilkesinin gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

83. Somut olayda, başvurucuların işkence gördüğünü belirttiği tarihlerin 1992 yılını yani bireysel başvuruların incelenmeye başlandığı tarih olarak belirlenen 23/9/2012 gününden öncesini ilgilendirdiği anlaşılmaktadır.

84. Başvurucu Bütüner, yetkili makamlar önünde işkence iddiasını dile getirmesine rağmen herhangi bir soruşturma yapılmadığından da şikâyet etmektedir.

85. Başvurucunun beyanlarından ve dosya içindeki belgelerden İstanbul 3 No.lu DGM'nin 17/12/2003 tarihli mahkûmiyet kararında ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 1/4/2005 tarihli bozma ilamında işkence iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirme yapıldığına ya da araştırılmak üzere konunun Cumhuriyet Savcılığına bildirildiğine dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır (bkz. §§ 57, 58).

86. Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında başvurucunun, en geç Yargıtayın bozma kararı verdiği 1/4/2005 tarihinde işkence iddialarına yönelik bir soruşturma başlatılmayacağını öğrendiği kabul edilmelidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İçöz/Türkiye (k.k.), B. No: 54919/00, 9/1/2003; Kenar/Türkiye (k.k.), B. No: 67215/01, 1/12/2005; Mehmet Reşit Arslan/Türkiye, B. No: 31320/02, , 31/1/2008, §§ 23, 25).

87. Bu itibarla başvurucunun işkence iddialarına yönelik soruşturma yapılmayacağını öğrendiği tarihin de bireysel başvurunun yürürlüğe girmesinin öncesine ilişkin olduğu görülmektedir.

88. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

89. Başvurucular gözaltı ve tutukluluk sürelerinin uzun olduğunu, gözaltına alınmalarına ilişkin yakınlarına haber verilmediğini, derhâl hâkim önüne çıkartılmadıklarını, çelişmeli yargılamaya uyulmaksızın ve şablon gerekçelerle tutukluluğun devamına karar verildiğini ileri sürmüşlerdir.

90. Başvurucuların gözaltı durumlarının tutuklama kararlarıyla sona erdiği görülmekle birlikte her hâlükarda başvurucu Ökmen'in 2/7/2001 ve başvurucu Bütüner'in 21/12/2005 tarihinde yani bireysel başvuru tarihi öncesinde tahliye edildikleri (bkz. §§ 30, 59) ve şikâyetlerin bu döneme ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

91. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

92. Başvurucular adil yargılanma haklarının çeşitli yönlerden ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

93. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesi şöyledir:

"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

94. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

95. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği olarak öncelikle olağan başvuru yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve adli mercilere usulüne uygun olarak iletmesi ve bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).

96. Öte yandan genel mahkemeler önünde ve olağan kanun yollarında dile getirilmeyen iddialar, bireysel başvuruya konu edilemeyeceği gibi genel mahkemelere sunulmayan yeni bilgi ve belgeler de Anayasa Mahkemesine sunulamaz (Bayram Gök, § 20; Metin Polat, B. No: 2013/1145, 10/6/2015, § 25).

97. Başvurucu Bütüner'in, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 18/6/2010 tarihli kararına karşı vermiş olduğu temyiz dilekçesi dosya içinde bulunmamaktadır. Bununla birlikte başvurucunun kararı temyiz ettiğinin açık olduğu, bu dilekçenin taranarak UYAP'taki dosyaya konmadığı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından belgeye fiziki dosya içinde rastlanmadığının bildirildiği (bkz. § 69) ve Bakanlıkça da başvurucunun temyiz aşamasında iddialarını dile getirmediğine yönelik bir görüş sunulmadığı dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmiş olduğunun kabulü gerekir.

i. Doğrudan Doğruyalık İlkesi ile Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkemede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

98. Başvurucular Mahkeme heyetinde değişiklikler olduğunu, yargılamanın bir kısmının askerî hâkimin de bulunduğu bir heyet tarafından veya 5190 sayılı mülga Kanun'la görevlendirilmiş bir mahkemede görüldüğünü ileri sürmüşlerdir.

99. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru usulü" kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Başvuru dilekçesinde ... işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, ... belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ih lale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır."

100. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir"

101. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) "Bireysel başvuru formu ve ekleri" kenar başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:

d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.

..."

102. 6216 sayılı Kanun'un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (2) numaralı fıkraları ile İçtüzük'ün 59. maddesinin ilgili kısmı uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuru konusu olaylarla ilgili delilleri sunmak suretiyle olaylar hakkındaki iddialarını ve dayanılan Anayasa hükmünün kendilerine göre ihlal edildiğine dair açıklamalarda bulunarak hukuki iddialarını kanıtlamak başvurucuya düşer (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, § 19).

103. Başvurucunun; kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak ve özgürlük ile dayanılan Anayasa hükümlerini, ihlal gerekçelerini, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğini başvuru dilekçesine eklemesi şarttır. Başvuru dilekçesinde kamu gücünün ihlale neden olduğu iddia edilen işlem, eylem ya da ihmaline dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, § 20).

104. Başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğü başvuruculara ait olmasına rağmen başvurucuların ihlal iddialarını yeterince detaylandırdıkları ve gerekçelendirdikleri söylenemez. Başvurucular, askerî hâkim sınıfından üyenin bulunduğu heyet tarafından ne gibi esaslı işlemlerin yapıldığına, Mahkeme heyetindeki değişiklikler sonucunda karar veren üyelerin doğrudan doğruyalık ilkesi uyarınca bizzat incelemeleri gereken ve sonuca etkili delillerin neler olduğuna ya da 5190 sayılımülga Kanun'la görevlendirilmiş mahkeme sıfatıyla yargılama yapılan dönemde gerçekleştirilen ve yargılamanın bir bütün olarak hakkaniyete uygun yürütülmesine halel getirecek işlemlerin bulunup bulunmadığına dair bir açıklama getirmemişlerdir.

105. Öte yandan5190 sayılı mülga Kanun uyarınca görev yapan Mahkemenin genel bir kanuni düzenlemeye dayanarak yargılamayı sürdürdüğü açık olduğundan gerçekliği ve niteliği kesin olarak tespit edilemeyen olgulardan ve yorumlardan hareketle ve ön yargılı bir işlem ve tutum göstermeksizin ilgili mahkemelerin kanuni hâkim güvencesine aykırı olduklarını ya da bağımsız ve tarafsız yargılama yapmadıklarını kabul etmek mümkün değildir (Ersin Ekmekçi ve Sinan Ekmekçi, B. No: 2013/6068, 18/11/2015, § 52).

106. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen ihlal iddiaları kanıtlanamadığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Diğer İhlal İddiaları

107. Başvurucular, gözaltında bulundukları sürede kendilerine müdafi atanmadığını, müdafi yokluğunda ve işkence altında verdiklerini belirttikleri ifadelerinin hükme esas alınması da dâhil olmak üzere çeşitli gerekçelerle yargılamanın hakkaniyete uygun görülmediğini, mahkeme kararlarının uygun biçimde gerekçelendirilmediğini ve haklarındaki yargılamanın uzun sürdüğünü ileri sürmüşlerdir.

108. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma, yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

109. Başvurucular, gözaltında tutuldukları sürede müdafi yardımından yararlandırılmadıklarını ileri sürmüştür. Başvurucu Bütüner, müdafi hakkının kendisine hatırlatılmadığını da iddia etmiştir.

110. Bakanlık yazılarında, başvurucu Ökmen yönünden herhangi bir görüş bildirilmemiş; başvurucu Bütüner yönünden ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca her davanın kendine has koşulları içinde bazı kısıtlamalar mümkün olmakla birlikte kolluk tarafından ilk sorgulanma anından itibaren ilgililere avukat yardımından yararlanma hakkının tanınmasının zorunlu olduğu belirtilmiştir.

111. Başvurucu Ökmen, cevap dilekçesinde ilave değerlendirmede bulunmamış; başvurucu Bütüner, ihlal iddiasını tekrarlamıştır.

112. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

113. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

114. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 ...

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."

115. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin soruşturma evresinde uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında 6. madde hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası, yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).

116. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye, § 51).

117. Özellikle hukuki düzenlemeler uyarınca sanığın soruşturma aşamasındaki ifade ve tutumu, kovuşturma aşamasında savunma açısından belirleyici bir rol oluşturuyorsa avukattan yararlanma hakkı, soruşturmanın ilk evrelerinden itibaren sağlanmalıdır. Öte yandan haklı sebeplerden ötürü bu hakkın sınırlamalara maruz kalabileceği düşünülebilir. Her durumda sınırlamanın haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı, haklı sebeplere dayanıyorsa dava sürecinin bütününe bakıldığında sanığı adil yargılama hakkından mahrum edip etmediği tartışılmalıdır.

118. Sanığın müdafi yardımından yararlanması ile aynı zamanda kamu görevlilerinin haksız uygulamalarının önlenmesi, adli hataların oluşmaması, sorgulama veya iddia makamı ile sanık arasında silahların eşitliğinin sağlanması ilkesi başta olmak üzere Sözleşme'nin 6. maddenin amaçlarının gerçekleştirilmesi de sağlanmış olacaktır (Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 63; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Dağdelen ve diğerleri/Türkiye, B. No: 1767/03, 25/11/2008).

119. Bu bakımdan soruşturma evresinde bir avukat yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir avukatın yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Sami Özbil, § 64).

120. Müdafi yardımından yararlanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 136; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006; Salduz/Türkiye, § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama hakkının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi de kovuşturmanın ilk aşamalarında avukat erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır. AİHM, bu bağlamda tutuklunun avukat yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye, § 54).

121. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir" ve "etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına halel getirmemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 137).

122. Somut olayda, başvurucu Ökmen ve Bütüner sırasıyla 29/9/1992 ile 12/10/1992 ve 17/10/1993 ile 26/10/1993 tarihleri arasında gözaltında kalmışlardır (bkz. §§ 10, 17, 46, 55).

123. Başvurucuları gözaltında tutulduğu dönemde, DGM'lerin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanma ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilmekteydi. Anılan tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır.Bu itibarla başvurucuların gözaltı süresince müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144). Gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmasına olanak tanımayan bir düzenlemeye dayanan uygulamanın müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali sonucunu doğuracağı açıktır.

124. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesi bağlamında güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Hakkaniyete Uygun Görülmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

125. Başvurucular, diğer hususların yanı sıra gözaltı süresince müdafileri olmaksızın ve işkence ya da baskı altında verdikleri ve daha sonraki aşamalarda kabul etmedikleri ifadelerine mahkûmiyet kararında dayanıldığını, diğer sanıkların da işkence sonucu verdikleri söyledikleri ifadelerin hükme esas alındığını, mevzuat ve Yargıtay kararları uyarınca bu ifadelerin kullanılamayacağını, Mahkeme kararlarının uygun gerekçe içermediğini ileri sürmüşlerdir.

126. Başvurucu Ökmen'e ilişkin Bakanlık yazısında, parmakla kızlık bozma iddiası bakımından başvurucunun bakire olduğu yönündeki Adli Tıp Kurumu raporundaki tespitin, aynı raporda belirtilen şişme bulgusu bakımından ise gözaltında olup olmadığına ve asgari ağırlık düzeyine ulaşıp ulaşmadığına bakılması gerektiği, diğer yandan başvurucunun kollukta alınan ifadesinin haricinde başvurucunun ifadesini doğrulayan teşhis tutanağının, yer gösterme tutanağının, arama tutanağının, çeşitli raporların da hükme esas alındığı; Mahkemenin sanıkların anlatımından daha ayrıntılı biçimde olayları değerlendirdiği, yakalama ve arama tutanaklarının gerçeği yansıtmadığı iddiası bakımından bazı şüphelilerin tutanakları imzadan imtina ettiklerinin dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

127. Başvurucu Ökmen cevap dilekçesinde Eyüp Adlı Tıp Şube Müdürlüğünün 9/12/1992 tarihli raporunun işkence iddialarını doğruladığını, bu raporun Bakanlık yazısında göz ardı edildiğini; sübuta eren işkence, kötü muamele, manevi eziyet, yorgun bırakma sonucunda elde edilen delillerin hukuka aykırı delil niteliği taşıdığını, bu delillere dayanılmasının yargılamanın adil olmadığını gösterdiğini ileri sürmüştür.

128. Başvurucu Bütüner'e ilişkin Bakanlık yazısında, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin ibraz edilen herhangi bir delilin bulunmadığı, başvurucunun mahkûmiyetinde esas alınan tek delilin kolluk aşamasında alınan ifadesi olmadığı, Talat Ü., Erol Ç. ve İsmail Y.nin beyanlarına, mağdur beyanlarına, teşhis tutanağına, çeşitli ekspertiz raporlarına ve arama el koyma tutanaklarına da dayanıldığı, Mahkemenin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. ve 59. maddelerine dayanarak sonuç cezayı belirlediği ifade edilmiştir.

129. Başvurucu Bütüner cevap dilekçesinde, baskı ve işkence iddialarını yargılama aşamasında dile getirdiklerini, işkence yasağı şikâyetinin zaman yönünde yetki haricinde kaldığı kabul edilse dahi adil yargılamaya etkisinin incelenmesi gerektiği, gözaltında alınan ifadelerin mahkûmiyet hükmünün esasını oluşturduğunu, müdafii yokluğunda alınan ifadelerin sonradan inkâr edilmesi durumunda bu beyanlara dayanılamayacağını ve bu ifadelerin hukuka aykırı delil niteliğinde olduğunu ifade etmiştir.

130. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

131. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fırkasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes ... cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının ... hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir."

132. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada sunulan delilin geçerli olup olmadığını, delil sunma ve inceleme yöntemlerinin yasaya uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 27).

133. Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır.

134. Ancak bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının kanuna uygun şekilde elde edilip edilmediklerini tespit etmekten ziyade bu türden "kanuna aykırılığın" Anayasa'da korunan başka bir hakkın ihlali ile sonuçlanıp sonuçlanmadığını ve bu "kanuna aykırılığın" bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52). Bu yapılırken delillerin elde edildiği koşulların, onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 61).

135. Adil yargılanma hakkı kapsamında güvence altına alınan hakların etkili bir şekilde korunması gereklidir. Bu itibarla işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler sonucunda elde edilen delillerin kullanılması da yargılamanın adilliğine yönelik ciddi sorunlar ortaya çıkarır. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 178).

136. Özetle hüküm kurulurken işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ile toplanan delillere dayanılması hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile bağdaşmamaktadır. Ancak işkence ve kötü muamele yasağına aykırı bir biçimde soruşturma aşamasında elde edilen bir ikrar yerine, daha sonra kişinin mahkeme huzurunda özgür iradesiyle verdiği ifadeye dayanılarak hüküm kurulmuş olması hâlinde salt önceki ifadenin işkence ve kötü muamele yasağı ile bağdaşmayan yöntemlerle elde edilmiş olması, yargılamanın bütününün hakkaniyete aykırı kabul edilmesini gerektirmez. Yargılama kapsamında dayanılan diğer delillerin sıhhatine bakılarak hakkaniyete uygun yargılama yapılıp yapılmadığı tespit edilmelidir (Güllüzar Erman, § 65).

137. İkrarın kişinin hür iradesine dayalı olup olmadığının, kovuşturma aşamasında çelişmeli bir usulle yargılama makamı tarafından irdelenip değerlendirilmiş olması da gereklidir. Dahası özellikle sanığın, soruşturma aşamasındaki ikrarını, kötü muamele veya işkence altında verdiğini belirterek hâkim önünde reddetmesi hâlinde işin esasına geçilmeksizin öncelikle bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekli olup aksi yöndeki uygulamalar hakkaniyete uygun yargılama hakkı bakımından önemli eksiklik oluşturur (Güllüzar Erman, § 67; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

138. Somut olayda başvurucu Bütüner, kollukta işkence ve baskıya maruz kaldığını belirterek soyut açıklamalarla haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; bu iddiasını incelemeye imkân verecek biçimde yeterli derecede ciddi ve tutarlı karinelerle temellendirme yapmamıştır. Başvurucu iddialarını bir doktor raporu veyaişkence gördüğüne dair makul bir açıklamayı destekleyen bir kanıt unsuruna ya da delil başlangıcına dayandırmadığı da görülmektedir. Başvurucu, gözaltında meydana gelen yaraların merhem sürülerek iyileştirildiğini iddia etmişse de bu yaraları tespit ettirmek üzere doktor muayenesi talep ettiğini gösteren bir bilgi de sunmamıştır. Bu itibarla başvurucu Bütüner yönünden işkence veya baskı altında verdiği ifadelerinin hükme esas alındığına ilişkin değerlendirme yapılmasını gerektirecek bir husus bulunduğu söylenemez.

139. Başvurucu Ökmen bakımından ise gözaltından çıkartıldığı 12/10/1992 tarihinden itibaren parmakla kızlığının bozulduğuna ve işkence gördüğüne dair iddialarını dile getirdiğini görülmektedir (bkz. §§ 16, 23). Başvurucu 12/10/1992, 13/10/1992, 22/10/1992, 23/101992, 26/10/1992 ve 9/12/1992 tarihlerinde muayene edilmiştir. Bu muayeneler sonucunda hazırlanan raporlarda başvurucunun bakire olduğu belirtilmiş ise de ayaklarında kabuklu lezyonlar, subjektif ağrı şikâyeti, parezi, kuvvet kaybı gibi çeşitli bulgular da tespit edilmiştir. İstanbul Adli Şube Müdürlüğünün 12/10/1992 ve 13/10/1992 tarihli raporlara istinaden hazırladığı 12/11/1992 tarihli raporda başvurucunun subjektif ağrı şikâyetinin ve şişliğin bir gün iş güç kaybını gerektireceği değerlendirilmiştir. Bununla birlikte Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğünün başvurucuyu muayene etmek ve önceki raporları da dikkate almak suretiyle hazırladığı 9/12/1992 tarihli raporda anılan bulguların başvurucunun on beş gün iş güç kaybına neden olacağı sonucuna varılmıştır (bkz. §§ 40-43).

140. Başvurucunun, işkence altında verdikleri ifadelerinin mahkûmiyeti bakımından dikkate alındığını belirttiği sanık Ahmet Ö.nün, Şükrü A.nın ve Filiz K.nın muayenelerinde de bazı bulgular saptanmıştır (bkz. § 44). Sanık Galip A.nın ayağında ise yakalanması esnasında oluştuğu anlaşılan kurşun yarası bulunmaktadır (bkz. § 45).

141. Başvurucuların, yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediği kapsamında ileri sürdükleri diğer bir iddia ise kendilerinin müdafileri olmaksızın kollukta verdikleri ve daha sonraki aşamalarda inkar ettikleri ifadelerinin hükme esas alınmasıdır. Başvurucu Bütüner, diğer sanıkların bu şekilde verdikleri ifadelerine dayanılmasından da şikâyet etmiştir.

142. Başvurucu Ökmen'in işkence altında ve müdafii olmaksızın kolluk aşamasında ifade verdiği ve yer gösterme işlemlerinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu kolluktaki ifadesinde, örgüt içinde kullandığı kod adlarına, örgüt içindeki konumuna ve katıldığını belirttiği beş eyleme dair beyanlarda bulunmuştur (bkz. §§ 11, 12). Diğer yandan başvurucuya tek başına ve diğer bir sanıkla veya sanıklarla birlikte bu beş olaya ilişkin yer gösterme işlemi de yaptırılmıştır (bkz. §§ 15). Son olarak başvurucunun gösterdiği iki yerde roketatar ve mermisi ile bir tabanca ele geçirilmiştir (bkz. §§ 13).

143. Başvurucu Ökmen'in de katıldığı belirtilen olaylara ilişkin olarak sanıklar Galip A., Ahmet Ö., Şükrü A. ve Filiz K. da kolluk aşamasında ifade vermiş ve yer gösterme işleminde bulunmuş iseler de gerekçeli kararda görülebileceği gibi sanıklar bu ifadelerini sonraki aşamalarda kabul etmemişlerdir.Galip A., Ahmet Ö. ve Filiz K. işkence altında bu yönde ifade verdiklerini iddia etmişlerdir (bkz. §§ 18-20). Gerekçeli karardaŞükrü A.nın ne şekilde beyanda bulunduğuna dair bir açıklamaya rastlanılmamıştır.

144. Başvurucu Ökmen ve diğer bazı sanıklar, rapor sunmak suretiyle işkence iddialarını Mahkeme önünde dile getirmişler; Mahkeme, bu konuda Cumhuriyet Savcılığına yazı yazmış ve sonraki tarihli iddialarla ilgili olarak sanıkları Cumhuriyet Savcılığına başvurmaya yönlendirmiştir (bkz. §§ 23, 24). Bununla birlikte gerekçeli kararda, bu soruşturmaların akıbetinin ne olduğuna ya da başvurucu Ökmen'in ve mahkûmiyet kararında ifadelerine dayanılan diğer sanıkların beyanlarını işkence altında verip vermediklerine yönelik bir değerlendirmede bulunulmamıştır. Başvurucunun daha sonraki aşamalarda reddettiği, kural olarak hüküm kurulurken dikkate alınmaması gereken ve müdafi yardımından faydalanma hakkına riayet edilmeksizin alınan kolluk ifadelerine dayanılmasını haklı gösterecek hangi nedenin bulunduğunun gerekçeli kararda tartışılmadığı da anlaşılmaktadır (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 168).

145. Bu ifadeler ve ifade işlemi sonucunda ele geçen silahlar dışında mağdur Mustafa Z.nin biri kadın üç kişinin aracını gasp ettiklerine dair beyanına, başvurucuya atılı suçun sübutu kısmında açıkça tartışılmamakla birlikte tanıklar İkram O., Memduh S., Muzaffer A. ve Coşkun V.nin yaptığı teşhis işlemine, ele geçen maddelere ilişkin hazırlanan raporlara, bazı belgelerin başvurucunun eli ürünü olduğunu gösteren raporlara ve olaylara ilişkin hazırlanan tutanaklara da gerekçeli kararda dayanılmıştır (bkz. §§ 65-67).

146. Belirtilen delillerin yine de işkence şüphesiyle alındığı ileri sürülen ve başvurucu Ökmen'in müdafii olmaksızın verilenbeyanlarına hükümde dayanılması gerçeğini ortadan kaldırdığı söylenemez.

147. Başvurucu Bütüner bakımından ise yapılan inceleme sonucunda başvurucunun evinde ele geçen silahın 28 ve 29 No.lu olaylarda kullanıldığı anlaşılmıştır (bkz. § 46). Ayrıca 26 No.lu olayın mağduru, başvurucuyu ve diğer iki kişi olayın failleri olarak teşhis etmiştir (bkz. § 48). Başvurucuyla birlikte hakkında dava açılan Cemalettin E. isimli kişi ise başvurucunun "Tarık" kod adını kullandığını ve ona bağlı faaliyet gösterdiğini söylemiştir (bkz. § 65). Aynı dosyada yargılanan Erol Ç. ve İsmail Y., başvurucuyla birlikte 28 ve 29 No.lu olayları gerçekleştirdiklerini belirtmişlerdir (bkz. §§ 50, 51). Ek olarak bir örgüt evinde ele geçen belgelerin başvurucunun eli ürünü olduğu anlaşılmıştır (bkz. § 65).

148. Başvurucu, müdafii olmaksızın kolluğa vermiş olduğu ifadesinde 26, 28 ve 29 No.lu olaylara katıldığını kabul etmiş; daha sonrasında ise bu ifadesini geri almıştır (bkz. §§ 47, 54). Diğer sanıklar da olaylar zamanında geçerli mevzuat uyarınca müdafileri olmaksızın verdikleri anlaşılan ifadelerini kabul etmemişlerdir (bkz. § 52). Ancak gerekçeli kararda ve dosya içindeki belgelerde sanık Cemalettin E.nin ifadesini geri aldığına ya da diğer sanıkların işkence veya kötü muamele iddiası dile getirdiklerine ilişkin bir bilgi veya belgeye rastlanılmamıştır.

149. Mahkemenin gerekçeli kararında, bununla birlikte başvurucunun ve diğer sanıkların müdafi yokluğunda verdikleri ifadelerin ve yaptıkları yer gösterme işlemlerinin hükmün dayanağı olarak kullanıldığı görülmektedir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 168, 170).

150. Bu itibarla başvurucuların müdafileri olmaksızın kollukta vermiş oldukları ifadelerin ve diğer sanıkların bir ölçüde delillendirmek suretiyle işkence altında yaptıklarını söyledikleri ya da aynı şekilde müdafileri olmaksızın verdikleri beyanların başvurucuların mahkûmiyetlerine gerekçe gösterilmesinin bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği ortaya çıkmaktadır.

151. Yukarıda ulaşılan sonuç doğrultusunda başvurucuların anılan hak kapsamında ileri sürdükleri diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmemiştir.

152. Açıklanan nedenlerle başvurucuların Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

153. Başvurucular, haklarında süren ceza davasının makul sürede sonuçlandırılmadığın ileri sürmüşlerdir.

154. Bakanlık yazılarında, başvurucu Ökmen'in şikâyeti yönünden Cevdet Genç (B. No: 2012/142, 9/1/2014) kararında ortaya konulan ilkeler dikkate alınarak görüş sunulmasına gerek görülmediği belirtilmiştir. Başvurucu Bütüner yönünden ise AİHM'in bir yargılama süresinin makul olup olmadığını her olayın kendi koşulları çerçevesinde incelediği, Cahit Demirel/Türkiye kararında (B. No: 18623/03, 7/7/2009) dokuz yıllık bir yargılamanın makul görülmediği fakat Ivanovas/Letonya ((k.k.), B. No: 25769/02, 4/12/2012) davasında yedi yıl üç ay civarındaki sürenin makul bulunduğu, başvurucunun yargılandığı davaya konu sanıkların ve eylemlerin sayısı ve eylemlerin niteliği itibarıyla dosyanın karmaşık olduğu ifade edilmiştir.

155. Başvurucu Ökmen cevap dilekçesinde, yukarıdaki Bakanlık görüşüne ilişkin herhangi bir beyanda bulunmamıştır. Başvurucu Bütüner, hakkındaki davanın Bakanlığın atıf yaptığı kararlardakinin iki katından fazla sürdüğünü, bu sürenin on iki yılında tutuklu olarak yargılandığını, dava süresine ilişkin kendisine izafe edilebilecek bir kusurun olmadığını, Mahkemenin delil toplama faaliyeti gerçekleştirmediğinden ve kararını hazırlık aşamasında toplanan delillere dayandırdığından 19 yıl 6 aydan daha fazla bir sürede sonuçlanan yargılamayı haklı gösterecek bir nedenin bulunmadığını belirtmiştir.

156. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesi de -Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

157. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde dikkate alınması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

158. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya kişinin isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, § 35).

159. Mevcut olayda yargılama, başvurucular Ökmen ve Bütüner yönünden sırasıyla 29/9/1992 ve 17/10/1993 tarihlerinde gözaltına alınmalarıyla başlamış; Yargıtayın onama kararı verdiği 26/9/2012 tarihinde sonuçlanmıştır (bkz. §§ 10, 46, 70).

160. Bu itibarla başvurucu Ökmen açısından dikkate alınması gereken yargılama süresi 19 yıl 11 ay 28 gün, başvurucu Bütüner açısından ise 18 yıl 11 ay 6 gündür.

161. Başvuruya konu ceza davası, bir terör örgütü bağlamında işlenen çok sayıda öldürme ve yaralama gibi olayları, hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, konunun kapsamı, davanın kapsadığı sanık, mağdur ve maktullerin sayısı gözönünde tutulduğunda, karmaşık bir nitelik taşımaktadır.

162. Somut olaydaki yargılamanın karmaşık bir nitelik taşıdığı anlaşılmakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında 19 yıl 11 ayı ve 18 yıl 11 ayı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

163. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

164. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

165. Başvurucular yargılamanın yenilenmesini ve manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir. Başvurucu Bütüner ayrıca maddi tazminat ve cezasının infazının durdurulması talebinde bulunmuştur.

166. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi, gerekçeli karar ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

167. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

168. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında somut olayın koşuları dikkate alınarak başvurucu Ökmen'e net 17.000 TL, başvurucu Bütüner'e 16.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

169. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu Bütüner'in bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

170. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Doğrudan doğruyalık ilkesi ile bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmaları nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

4. Yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

5. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

6. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi ve gerekçeli karar haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi (250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu Suna Ökmen'e net 17.000 TL, başvurucu Dursun Bütüner'e net 16.0000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT ŞAKAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/1517)

 

Karar Tarihi: 30/6/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Okan TAŞDELEN

Basvurucu

:

Bülent ŞAKAR

Vekili

:

Av. Murat SADAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve kanunda öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; daha önce örgüt üyeliğinden mahkȗmiyet hükmünün bulunması nedeniyle aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının; gözaltında müdafi atanmaması, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelerin hükme esas alınması, sunulan delillerin dikkate alınmaması, eksik soruşturma yapılması, hakimin reddi talebinin reddi kararı tebliğ edilmeksizin yargılamanın sürdürülmesi nedenleriyle müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının; yargılamanın uzun sürede sonuçlandırılması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/2/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 11/3/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısında başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Hizbullah terör örgütüne yönelik gerçekleştirilen soruşturma kapsamında 30/1/2000 tarihinde başvurucu hakkında gıyabi tutuklama kararı verilmiştir.

9. Başvurucu 2/12/2001 tarihinde gözaltına alındığını belirtmiştir.

10. Başvurucu 16/12/2001 tarihinde müdafii olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde örgüte öz geçmiş verdiğini, Bursa'da diğer bir kişiye bağlı faaliyet gösterdiğini, İ.E.nin M.S.yi sorgulanmak üzere M.C.K.nın evine getirmesini istediğini, bir gün öncesinde şahsın kaldığı dedesinin evine telefon açarak ertesi gün buluşmaları gerektiğini söylediğini, akşam namazından sonra eve getirdiğini, M.C.K. ve O.E.yle birlikte bayıltmaya çalışmalarına rağmen M.S.nin direndiğini, bunun üzerine O.E.nin piknik tüpüyle şahsın başının arkasına vurduğunu ve M.S.nin bu şekilde öldüğünü söylemiştir. Başvurucu ayrıca üç gün sonra İ.E.nin talimatı doğrultusunda yatsı namazının ardından R.Y.nin minübüsü ile eve döndüklerini, M.C.K. ile kendisinin cesedi halılara sararak minibüse koyduklarını ve bazı eşyaları da yüklediklerini, R.Y.ye bu olaydan kimseye bahsetmemesini söylediğini, bir köprüyü geçtikten sonra cesedi dere kenarına, eşyaları ise bir tarla içine attıklarını, olay sonrasında şehirden ayrıldığını belirtmiştir.

11. Başvurucuya 16/12/2001 tarihinde yer gösterme ve 17/12/2001 tarihinde teşhis işlemi yaptırılmıştır.

12. Başvurucu hakkındaki gıyabi tutuklama kararı 17/12/2001 tarihinde vicahiye çevrilmiştir.

13. Başvurucu 25/12/2001 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kollukta yaptırılan işlemlerin zora dayalı gerçekleştirildiğini, terör örgütüne öz geçmiş vermediğini, M.S.nin öldürülmesine katılmadığını ileri sürmüştür.

14. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2002 tarihinde, başvurucu hakkında Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nı cebren kaldırmaya teşebbüs etme suçundan, sanıklar O.E. ve M.C.K. hakkında bu suça iştirakten dolayı ve diğer beş sanık hakkında ise farklı suçlardan iddianame düzenlemiştir.

15. Sanık O.E. hakkında 16/8/2002 tarihinde gıyabi tutuklama kararı verilmiştir. O.E., 11/10/2002 ve 12/10/2002 tarihlerinde kollukta verdiği ifadelerinde Hizbullah terör örgütü içinde faaliyet gösterdiğini, M.S.nin öldürülmesi eyleminde kendisinin, başvurucunun ve M. isimli kişinin yer aldığını, başvurucunun maktulü akşam ezanından sonraki bir vakitte eve getirdiğini, örgütün talimatı doğrultusunda şahsı etkisiz hâle getirmeye çalıştıklarını, direnmesi nedeniyle bayıltmak için yerdeki maktulün başına bir kez vurduğunu söylemiştir.

16. Başvurucu 8/5/2002 tarihli duruşmada sunduğu dilekçesinde üzerine atılı suçları işlemediğini, Hizbullah üyesi olmadığını, kolluktaki ifadesini işkence altında verdiğini, iddianamede bahsi geçen ve dosyada beyanları bulunan kişilerin arkadaşları olduğunu fakat örgüt bağlantılarının bulunmadığını belirtmiştir.

17. Sanık O.E. 29/1/2003 tarihli duruşmada sunduğu yazılı savunmasında gözaltına alındığı İstanbul'da ve getirildiği Bursa'da uykusuz bırakıldığını, tazyikli suya ve elektriğe maruz bırakıldığını, hayalarının sıkıldığını, ıssız bir ormana götürülüp öldürülmekle tehdit edildiğini, işkenceyi iz bırakmayacak biçimde yaptıklarını, korkuyla önüne konan evrakları imzaladığını, tutanaklardaki birçok kişiyi tanımadığını, bazılarının ise komşuları olduğunu iddia etmiştir.

18. Başvurucu hakkındaki yargılamanın sonraki aşamalarda (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) E.2004/173 sayısına kaydedildiği anlaşılmaktadır.

19. Mahkeme 4/4/2008 tarihli ve E.2004/173, K.2008/75 sayılı kararıyla dosyanın M.S. isimli kişinin öldürülmesine ilişkin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasıyla resen birleştirilmesine karar vermiştir.

20. Yargıtayın dosyaların birleştirilmesinin uygun olmadığına ilişkin kararının ardından dava, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/308 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

21. Yargılama esnasında İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında bulunan evraklar da incelenmiştir. Anılan Mahkemedeki yargılamada ifade veren bazı kişilerin beyanları ile alınan otopsi raporunda belirtilen hususlar özetle aşağıdaki gibidir:

 i. R.D. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): R.Y.nin kendisine, başvurucu ve diğer bir kişinin battaniyeye sarılı bir erkek cesedini kendi minibüsüne yüklediklerini söylediğini, üst sorumlusundan aldığı talimat doğrultusunda R.Y.yiolaydan kimseye bahsetmemesi hususunda uyardığını söylemiştir.

 ii. R.Y. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Hizbullah terör örgütü içinde yer aldığını, 1998 yılı Şubat ayının 21 veya 22'si gecesi başvurucunun diğer bir kişiyle birlikte battaniyeye sarılı durumdaki bir erkek cesedini kullandığı minibüse koyduklarını, bir köprü üzerinde cesedi indirdiklerini ve bir süre sonra döndüklerini, eşyaları yaklaşık bir kilometre sonra yol üzerindeki tarlaya attıklarını, bir gün sonra olayı R.D.ye anlattığında bu işin örgüte ait olduğunu ve konudan kimseye bahsetmemesini söylediğini belirtmiştir.

 iii. İ.E. (27/1/2000 Tarihli Kolluk İfadesi): Örgütün Bursa il sorumlusu olan kişinin talimatı üzerine başvurucunun M.S.yi Salı günü M.C.K.nın evine getirdiğini, burada bayıltıcı sprey koklatarak ve sırtına vurarak etkisiz hâle getirdiklerini ve ellerini ayaklarını bağladıklarını, başvurucuya, M.C.K.ya ve O. isimli kişiye evden ayrılmalarını söylediğini, Çarşamba ilâ Pazar günleri arasında Ö. ve İ. kod adlı kişilerin M.S.yi sorguladığını ve bazen darbettiklerini, Pazar günü İ. adlı kişinin piknik tüpüyle şahsın başına vurduğunu, öldüğünün anlaşılmasının ardından başvurucunun getirdiği R.Y.ye ait minibüse battaniyeye sarılı cesedi halıfleksle birlikte yerleştirdiklerini ve bazı eşyaları da koyduğunu, ertesi gün başvurucunun cesedi bir dereye attıklarını kendisine söylediğini belirtmiştir.

 iv. Yusuf S. (25/2/1998 Tarihli Kolluk İfadesi): 17/2/1998 günü torunu olan M.S.nin saat 18.00 gibi yemeği yedikten sonra kendisini o gün arayan kişiyle buluşmaya gideceğini söylediğini ve bir daha geri gelmediğini belirtmiştir.

 v. Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığının 11/5/1998 Tarihli Otopsi Raporu: M.S.nin künt kafa travmasına bağlı şuur kaybı, gıda aspirasyonuna bağlı mekanik asfiksi sonucu hayatını kaybettiği, ölümün cesedin bulunduğu 23/2/1998 tarihinden yetmiş iki saat önce gerçekleştiği sonucuna ulaşılmıştır.

22. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki 17/2/2012 tarihli duruşmada daha önceki aşamalarda verilen Savcılık mütalaasına karşı başvurucu müdafiine savunmasını hazırlamak için süre verilmiş ve bir sonraki duruşmaya gelmesi gerektiği hususu ihtar edilmiştir. Başvurucu; kollukta işkence gördüğünü, cezaevine girdiğinde görevlilerin kendisini adli tıpa sevk ettiğini, bir gardiyanın % 50 işkence gördüğüne dair rapor verildiğini ve raporun dosyaya konduğunu söylediğini, Mahkeme tarafından sorulduğunda cezaevinin orada kalmadığı şeklinde cevap verdiğini ileri sürmüştür.

23. Başvurucu müdafii 4/5/2012 tarihli duruşmaya mazeret bildirerek katılmamıştır. Mahkeme, mazeretin reddine ve gelecek celsede hazır bulunması gerektiğine dair ihtaratlı davetiye yapılmasına karar vermiştir. Aynı duruşmada, başvurucunun Hizbullah terör örgütü üyeliğinden mahkȗmiyetine ilişkin Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşmiş kararı da okunmuştur.

24. Başvurucunun hâkimin reddi talebinde bulunması üzerine dosyayı inceleyen İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi 8/6/2012 tarihinde talebin reddine karar vermiştir. Bu kararın tebliğ alınmasında imtina edilmiştir.

25. Başvurucu müdafiinin hüküm duruşmasına katılmayacağını telefonla beyan ettiği ve Mahkeme kalemi tarafından bu hususta tutanak düzenlendiği anlaşılmaktadır.

26. Mahkeme, başvurucu müdafiinin 11/6/2012 tarihli duruşmaya gelmemesi üzerine zorunlu müdafiin duruşmada bulunması gerekiyor ise de bu kuralın usul hukukunda verilen hak ve yetkilerin kötüye kullanılması olduğunu ve nihai kararın verilmesini engelleme hakkı tanımayacağını belirterek yargılamaya devam etmiştir. Mahkeme, tutanak uyarınca müdafiin hâkimin redditalebinin reddine ilişkin kararı tebliğ almadığı ve mazeretsiz olarak duruşmaya iştirak etmediği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmasına ve disiplin soruşturması için bildirim yapılmasına karar vermiştir. Son savunması sorulan başvurucu, bir önceki celsede hazır olmadığından karar verileceğini bilmediğini söylemiş ve savunmasını hazırlamak için süre talep etmiştir.

27. (Kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 11/6/2012 tarihli ve E.2008/308, K.2012/131 sayılı kararı ile başvurucunun anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, birbirinden çok farklı tarihlerde alınan ifadelerinde başvurucunun, diğer sanık O.E.nin ve başka dosyanın sanıkları R.Y., R.D. ve İ.E.nin öldürme ve cesedin taşınması olayına dair tutarlı ifade verdiklerine dikkat çekmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2000/112 sayılı dosyasında yargılanan İ.E. ile başvuruya konu dosyanın sanıklarının ifadeleri arasında maktülün öldürülüş anına dair çelişki bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme bununla birlikte başvurucu ile diğer sanık O.E.nin ifadelerinin birbiriyle uyumlu olduğunu, diğer dosya sanığı R.Y.nin ifadesinin, maktülün dedesinin ifadesinin ve otopsi raporunun başvurucunun beyanlarını destekler mahiyette olduğunu belirterek başvurucunun ve O.E.nin kollukta verdikleri ifadelerini esas almıştır.

28. Mahkeme, dosya içindeki adli raporlarda kötü muamele iddialarını destekleyen bir bulgu bulunmadığını ve sanıkların iddialarının soyut kaldığını değerlendirmiş; sanıkların suçtan kurtulmak için böyle bir savunma yaptıkları sonucuna ulaşmıştır.

29. Başvurucu, diğer hususların yanısıra, öldürme olayına ilişkin Mahkemelerin çelişkili kabullerinin olduğunu, talebine rağmen gözaltında müdafi atanmadığını, müdafi yokluğunda ve işkence altında verilen kolluk ifadelerine dayanıldığını, işkence iddialarına ilişkin kurumlarla yapılan yazışmalardan bir sonuç elde edilemediğini, Bursa'da tutuklu kaldığı tüm cezaevlerinden sorularak bu raporların temin edilmesi gerektiğini, daha erken tarihlerde yazışma yapılsaydı ilgili kayıtlara ulaşılabileceğini, örgüt üyeliği suçundan başka bir mahkeme tarafından mahkȗm edildiğinden mevcut yargılamanın mükerrer olduğunu, Mahkemenin hâkimin reddine ilişkin kararı tebliğ etmeksizin yargılamaya devam ettiğini belirterek kararı temyiz etmiştir.

30. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 18/12/2013 tarihli veE.2013/7008, K.2013/14931 sayılı ilâmıyla kararı düzelterek onamıştır. Yargıtay, suçların mahiyetleri gereği başvurucunun ayrıca silahlı terör örgütüne üyelikten de mahkȗm edilemeyeceği gerekçesiyle Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin hükmettiği cezanın mahsup edilmesine hükmetmiştir. Yargıtay ilâmı 18/12/2013 tarihinde tefhim edilmiştir.

31. Başvurucu, nihai karardan 5/2/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Dosya içinde başvurucunun daha erken bir tarihte kararı öğrendiğini gösteren bir belgeye rastlanmamıştır.

32. Başvurucu 5/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

33. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 30/6/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, yaklaşık on üç yıl tutuklu kaldığını ve azami tutukluluk süresinin aşıldığını, gözaltındayken müdafi atanmadığını, kendisinin ve diğer kişilerin kollukta müdafileri olmadan ve işkenceye dayalı verdikleri ifadelere istinaden hakkında mahkȗmiyet kararı verildiğini, zamanında araştırma yapılmaması nedeniyle işkenceyi kanıtlayacak kayıtlara ulaşılamadığını, Mahkemenin maddi gerçekliği değil suçluluğunu ispatlamayı amaçladığını, sunduğu delillerin dikkate alınmadığını ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin reddedildiğini, hâkimin reddi talebinin reddine ilişkin kararın tebliğ edilmesini beklemeksizin Mahkemenin yargılamaya devam ettiğini, Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinin örgüt üyeliğinden mahkȗmiyetine hükmetmesi nedeniyle somut başvuruya konu yargılamanın mükerrer olduğunu, hakkındaki davanın uzun sürdüğünü ve bu hususta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurduğunu belirterek hukuk güvenliği ilkesinin, masumiyet karinesini, savunma ve makul sürede yargılanma hakkını da içerecek biçimde adil yargılanma hakkının, suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin, aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca son duruşmada yasa hükümlerine aykırı biçimde müdafi bulundurulmadığını ve M.S.nin öldürülmesine dair Mahkemelerin çelişkili kararlar verdiğini belirtmiştir.

36. Başvurucu, bu nedenlerle yargılamanın yenilenmesine ve 200.000 TL tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun tutukluluğuna yönelik iddialarının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı; gözaltında kendisine müdafi atanmadığına, müdafi yokluğunda ve işkence altında alınan ifadelere dayalı cezalandırılmasına karar verildiği, delillerinin dikkate alınmadığı ve soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin kabul edilmediği, hâkimin reddi talebinin reddine ilişkin karar tebliğ edilmeksizin yargılamaya devam edildiği yönündeki iddialarının müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkı; yargılamanın uzun sürdüğü hususundaki iddiasının makul sürede yargılanma hakkı; örgüt üyeliği nedeniyle iki farklı mahkemede yargılanıp mahkȗm edildiğine ilişkin iddiasının aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

38. Başvurucu, azami tutukluluk süresinin aşıldığını ve tutukluluğunun uzun sürdüğünü ileri sürmüştür.

39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

40. Somut olayda başvurucunun bir suç isnadına bağlı tutukluluğunun 23/9/2012 tarihinden önce İlk Derece Mahkemesinin karar verdiği 11/6/2012 tarihinde sona erdiği anlaşılmıştır (bkz. § 27).

41. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Aynı Suçtan İki Kez Yargılanmama ve Cezalandırılmama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

42. Başvurucu, hâlihazırda başka bir mahkemece örgüt üyeliğinden suçlu bulunduğunu ve somut başvuruya konu yargılamanın mükerrer olduğunu ileri sürmüştür.

43. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ..."

44. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

45. Belirtilen hükümlere göre Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) veya Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

46. Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol"ün 4. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Hiç kimse bir devletin ceza yargılaması usulüne ve yasaya uygun olarak kesin bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı aynı devletin yargısal yetkisi altındaki yargılama usulleri çerçevesinde yeniden yargılanamaz veya mahkûm edilemez."

47. Aynı suçtan iki kez yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi, Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olması dolayısıyla bu hakkın anayasal korumadan faydalanacağı düşünülebilir (ABP Gıda San. Tur. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/72, 25/3/2015, § 20). Bununla birlikte belirtilen ilkeyi özel olarak koruyan ek 7 No.lu Protokol'e Türkiye henüz taraf değildir. Bu itibarla başvurucunun hak iddiasının Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının haricinde kaldığı anlaşılmaktadır.

48. Öte yandan ek Protokol'e taraf olmayan devletlere karşı yapılan bazı başvurularda "ne bis in idem" ya da "non bis in idem" ilkesi Sözleşme'yle korunan haklar bağlamında da ileri sürülmüştür.

49. AİHM, bahse konu ilkenin münhasıran Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 4. maddesinde korunduğunu ve Sözleşme'de yer alan diğer maddelerin aynı suçtan iki kez yargılanmama ya da cezalandırılmama şeklinde bir hak bahşetmediğini belirterek bu tür şikâyetlerin konu bakımından yetkisinin haricinde kaldığına hükmetmiştir (S./Almanya, B. No: 8945/80, 13/12/1983, s. 43, 47; Ponsetti ve Chesnel/Fransa (k.k.), B. No: 36855/97, 41731/98, 14/9/1999; Öngün/Türkiye (k.k.), B. No: 15737/02, 10/10/2006; Ruotsalainen/Finlandiya, B. No: 13079/03, 16/6/2009, § 59).

50. Dolayısıyla başvurucunun aynı suçtan iki kez yargılandığı yönündeki iddiasının adil yargılanma hakkı altında incelenmesi de mümkün değildir. Aksi bir yaklaşım belirtilen ilkenin Sözleşme'yle teminat altına alınanlardan farklı bir hak olarak ek 7 No.lu Protokol içinde düzenlenmesiyle ve anılan Protokol'e taraf olmamak suretiyle ortaya konulan iradeyle bağdaşmaz (İffet İnci Gültekin, B. No: 2013/9585, 9/3/2016, § 45).

51. Açıklanan nedenlerle başvurucunun iddiasının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

52. Başvurucu, mahkȗmiyetiyle sonuçlanan yargılama esnasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

53. Başvurucu, yargılama süresinin uzunluğu hususunda AİHM'e başvuru yaptığını belirtmiştir. Bununla birlikte, AİHM'in resmî arama motoru olan HUDOC'ta yapılan araştırmada başvurucu adına verilmiş bir karara ya da görüş için tebliğ edilmiş bir belgeye rastlanmamıştır. Bu itibarla başvurucunun mağdur sıfatını kaybedip kaybettiğine ilişkin bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.

54. Sonuç olarak açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdafi Yardımından Faydalanma Hakkıyla Bağlantılı Biçimde Hakkaniyete Uygun Yargılama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

55. Başvurucu, diğer hususların yanı sıra gözaltında tutulduğu sürede kendisine bir müdafi atanmadığını ve müdafi yokluğunda alınan ifadelerin hükme esas alındığını belirterek müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

56. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, § 22).

57. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" başlıklı 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

 ...

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek."

58. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir "mahkeme" tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme'nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 50).

59. AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51).

60. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Her davanın kendine özgü koşulları çerçevesinde zorunlu sebepler ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir ise de bu hâllerde dahi suç şüphesi altındaki kişinin savunma hakkına telafisi mümkün olmayacak şekilde zarar verilmemesi gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, § 118).

61. Bu bakımdan soruşturma aşamasında bir avukat yardımından yararlanma en az kovuşturma aşamasındaki kadar önemlidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden sanık, kovuşturmanın bu aşamasında kendisini savunmasız bir durumda bulabilir ve ancak bu savunmasızlık ya da kendini suçlamaya karşı koruma hakkı bir avukatın yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir. Müdafiden yararlanma hakkı esasen kamu makamlarının, şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Salduz/Türkiye, § 54).

62. Avukattan yararlanma hakkı esasen iddia makamının, sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delilleri kullanmadan iddialarını ispat etmeye çalışmasını öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Kolu/Türkiye, B. No: 35822/97, 2/8/2005, § 51; Salduz/Türkiye [BD], § 54). Bir yargılamanın kendini suçlamama imtiyazının özünü yok edip etmediğini değerlendirirken AİHM'in özel bir ihtimamla gözettiği usul güvencelerinden birisi kovuşturmanın ilk aşamalarında avukat erişiminin sağlanıp sağlanmadığıdır (Jalloh/Almanya, § 101). AİHM, bu bağlamda tutuklunun avukat yardımı almasının kötü muameleye karşı temel bir koruma olduğunu vurgulayan İşkenceyi Önleme Komitesinin tavsiyelerini dikkate almakta ve ağır suçlamalar söz konusu olduğunda bu ilkelere özellikle uyulması gerektiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye [BD], § 54).

63. Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince "uygulanabilir ve etkili" olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama -gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).

64. Somut olayda, başvurucu 2/12/2001 ile 17/12/2001 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır (bkz. §§ 9, 12).

65. Başvurucunun gözaltında tutulduğu dönemde, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olabilmekteydi. Anılan tarihlerde, ilgili mevzuatta bu kapsamdaki suçlara yönelik soruşturmalar için normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânı tanınmamıştır. Bu itibarla, başvurucunun gözaltı süresince müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır (Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48; Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 144). Gözaltında şüpheliye avukat erişim imkânının sağlanmasına olanak tanımayan bir düzenlemeye dayanan uygulamanın müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağdaşmayacağı açıktır.

66. Başvurucunun iddialarının bir kısmı müdafi yokluğunda kollukta verilen ifadelerinin hükme esas alındığına ilişkindir.

67. Başvurucu, müdafi yardımından yararlanmadığı kolluk aşamasında alınan ifadesinde Hizbullah terör örgütü içindeki konumuna ve bu kapsamda M.S.nin öldürülmesi eylemine katıldığına dair beyanlarda bulunmuştur. Bu süre içinde başvurucuya yer gösterme ve teşhis işlemleri de yaptırılmıştır (bkz. §§ 10, 11). Bununla birlikte Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ve Mahkeme önünde kolluktaki beyanlarını kabul etmemiştir (bkz. §§ 13, 16). Başvurucuyla birlikte aynı davada yargılanan O.E. de kolluk aşamasında başvurucunun ve kendisinin M.S.nin öldürülmesi eylemine iştirak ettiğini belirtmiş fakat yargılama aşamasında bu beyanlarını reddetmiştir (bkz. §§ 15, 17).

68. Başvurucunun mahkȗmiyetine hükmedilirken İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2003/112 sayılı dosyasında yargılanan R.D., R.Y. ve İ.E. isimli kişilerin beyanlarına da dayanıldığı fakat bu ifadelerin de 2000 yılında kollukta verilen ifadeler olduğu görülmektedir (bkz. § 21). Mahkeme kararında, bu kişilerin kollukta müdafi yardımından faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu ifadelerini kabul edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.

69. Yukarıda değinilen kolluk ifadeleri dışında otopsi raporu ile maktülün dedesinin ifadesi de karara esas alınmıştır (bkz. § 27). Ancak başvurucuyu öldürme olayıyla ilişkilendirilmesi bakımından bu delillerin müdafi olmaksızın kollukta alınan beyanların kararın verilmesinde oynadığı esaslı rolü geçersiz hâle getirdiği söylenemez. Öte yandan 5271 sayılı Kanun'un 148. maddesi uyarınca bu beyanların hâkim veya mahkeme huzurunda doğrulanıp doğrulanmadığına ve kabul edilmeyen beyanlar yönünden maddenin (4) numaralı fıkrasındaki kısıtlamanın neden uygulanmadığına ilişkin yapılmış bir değerlendirme de bulunmamaktadır

70. Bu itibarla müdafi yokluğunda verildiği anlaşılan kolluk ifadelerinin başvurucunun mahkûmiyetine gerekçe gösterilmesinin bir bütün olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkını ihlal ettiği açıktır. Ulaşılan sonuç doğrultusunda, işkence altında alınan ifadelere hükümde dayanıldığı da dahil olmak üzere başvurucunun bu başlık altında ileri sürdüğü diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmemiştir.

71. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılama hakkının müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

72. Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun bir sürede sonuçlandırıldığını ileri sürmüştür.

73. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

74. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

75. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

76. Somut başvuruya konu yargılama başvurucunun gözaltına alındığı 2/12/2001 ile Yargıtayın onama ilamının verildiği 18/12/2013 tarihi arasında sürmüş yani 12 yıl 16 günde sonuçlanmıştır.

77. 5271 sayılı Kanun’un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede sonuçlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).

78. Başvuruya konu ceza davasının görece olarak karmaşık bir nitelik taşıdığı söylenebilirse de 12 yılı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

79. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

80. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

81. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

82. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

83. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

84. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

85. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Aynı suçtan iki kez yargılanmama ve cezalandırılmama hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı biçimde hakkaniyete uygun yargılama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma ve yargılamanın hakkaniyete uygun görülmesi haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK250. madde ile görevli) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca, tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından

başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAFTUTULMASINA 30/6/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

VELİ ÖZDEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/785)

 

Karar Tarihi: 27/10/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Veli ÖZDEMİR

Vekili

:

Av. Ercan KANAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkûmiyete ilişkin kararın gerekçeli olmaması, soruşturma aşamasında müdafi olmaksızın elde edilmiş ifadelerin mahkemece hükme esas alınması, talep edilen delillerin toplanmaması, yargılamanın makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmesinin kanuni sonucu olarak koşullu salıverme hükümlerinden faydalanılamayacak olması nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/1/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 8/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 18/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, yasa dışı TKP/ML-TİKKO terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 17/1/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır.

9. Başvurucuya 17/1/2003 ile 20/1/2003 tarihleri arasında yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.

10. Başvurucu 20/1/2003 tarihinde terör örgütüne ne şekilde katıldığına, örgütsel yapı içindeki konumuna ve katıldığı öldürme, yaralama, bomba koyma gibi eylemlere dair kollukta müdafii olmaksızın ifade vermiştir.

11. Başvurucu 21/1/2003 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadesinde ise kolluktaki ifadesini ve yer gösterme işlemlerini kabul etmemiş, psikolojik baskı altında veya tehditle bu beyanların alındığını ileri sürmüştür.

12. İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/1/2003 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.

13. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı 10/4/2003 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya teşebbüs etme suçundan başvurucu ve diğer üç şüpheli hakkında dava açmıştır.

14. Dava, İstanbul 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin E.2001/138 sayılı dosyasıyla birleştirilmiştir. Başvurucu ve diğer kişiler hakkında açılan diğer bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla birleştirilmiştir. Birleştirmelerin ardından yargılama, on bir sanığa isnat edilen çok sayıda eylemi kapsar hâle gelmiştir.

15. Başvurucu 2/7/2003 tarihli duruşmada, kolluktaki ifadesini baskı altında verdiğini, nişanlısı ve ailesinin gözaltına alınacağı yönünde tehdit edildiğini; ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.

16. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamaya nihai olarak (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) devam edilmiştir.

17. Başvurucu bu arada uzun tutukluluk ve uzun yargılama şikâyetleriyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. AİHM,başvurucunun 6 yıl 4 aydan fazla bir süre tutuklu olarak yargılandığını ve yargılamanın devam ettiğini saptamış, tutukluluğun ve yargılamanın makul süreyi aştığını belirterek 23/6/2009 tarihinde (B. No: 43824/07) ihlal kararı vermiştir.

18. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 21/11/2011 tarihli ve E.2001/138, K.2011/184 sayılı kararı ile başvurucunun üzerine atılı öldürme, yaralama, bomba koyma ve patlatma, vergilendirme adı altında para alma eylemlerinin sübut bulduğuna hükmetmiştir. Mahkeme, anayasal düzeni bozmaya teşebbüs etme suçundan başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararını, başvurucunun ve diğer sanıkların kollukta verdikleri ifadelerine, ekspertiz raporlarına, olay yeri inceleme ve fiziki takip tutanaklarına dayandırmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Sanıklar Y. E. ve VELİ ÖZDEMİR'in,

06/08/2000 günü İstanbul ili Maltepe ilçesi Gülsuyu mahallesi ... adresinde S. A.nın öldürülmesi, maktulun uyuşturucu ticareti ile uğraştığının anlaşılması üzerine İ. Y. tarafındancezalandırılması talimatı verildiği, olaydan birgün önce keşif mahalinde keşif yapıldığı ve olay günü her ikisininde yanlarındaki getirdikleri silahlarla maktule ateş ederek öldürdükleri,

07/09/2000 günü Tuzla merkez sağlık ocağı bahçesine zaman ayarlı el yapımı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

11/10/2000 günü Zeytinburnu Telsiz mahallesinde bulunana askeri lojmanların arka giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

11/11/2000 günü Bahçelievler ilçesinde bulunan metro istasyonu yanındaki Adalet Bakanlığına ait eğitim tesislerinin inşaatına zaman ayarlı el yapımı ses bombası konulması ve örgüt imzalı kuşlama bırakılması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patladığı,

29/12/2000 günü Zonguldak Emniyet Müdürlüğü merkez karakoluna plastik şişe içerisinde bu bi tuzaklı ve ''Karadeniz Şehitleri Ölümsüzdür'' yazılı bildiri bırakılması eylemini gerçekleştirdikleri, bombanın patlamadığı,

2000 yılı içerisinde Zeytinburnu merkez efendi polis karakoluna el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri,

2000 yılı Ağustos ayı içerisinde Okmeydanı'nda sanık VELİ ÖZDEMİR'in amcası olan Y.Ö.nün sanıklar İ. Y. ve VELİ ÖZDEMİR'in azmettirmesi ile sanık Y. E. ve D. A., tarafından dövüldüğü, sonrasında VELİ ÖZDEMİR'in müşteki Y. Ö.den olan alacağının ödenmemesi nedeniyle tekrar gidildiğinde bu defa sanık Y.nin müştekilerY. Ö. ve K. Ö. B.yi bacaklarından silahla yaraladığı,

26/02/2001 tarihinde müşteki C. T.nin Tuzla ilçesi A... köyünde silahla yaralanması eylemini gerçekleştirdikleri, müştekiC. T.nin 21/06/2002 tarihinde alınan ifadesinde sanık Y. ile yanındaki kişi tarafından vurulduğunu söylediği,

2000 yılı içerisinde Üsküdar ilçesi Örnektepe mahallesinde trafik müşavirliği yapan müşteki E. İ.den vergilendirme adı altında 1 milyar TL para alınması eylemini gerçekleştirdikleri, müşteki E. İ.nin 09/10/2002 tarihinde alınan ifadesinde kendisinden para isteyenlerden birinin Y. E.olduğunu, D. A. olmadığını söylediği, 26/04/2006 tarihli sanıklar D. A. ve VELİ ÖZDEMİR'inde hazır olduğu oturumda kendisinden para istemeye gelen ikinci kişinin duruşma salonunda olmadığını söylediği,

Sanıklar (...) bu eylemleri gerçekleştirdikleri birleşen dosyalarda dahil olmak üzere tüm dosya içerisindeki araştırma tutanakları, ekspertiz raporları, olay yeri inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve sanıkların emniyet müdürlüklerinde alınan ifadelerinden anlaşılmakla sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri kanaatine varılmış ayrıca lehe yasa değerlendirmesinde hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK 309/1 maddesi gereği sanıkların ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verileceği ayrıca TCK 309/2 maddesi gereği 1. Fıkrada yazılı suçun işlenmesi esnasında işlenen diğer suçlardan dolayı da ayrı ayrı ilgili maddeler uyarınca cezaya hükmolunacağı dolayısıyla sanıklar hakkındaki eylem çeşitliliği dikkate alındığında bu durumun sanıkların aleyhine sonuç doğuracağı, suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesi uygulamasının sanıklar lehine olduğu anlaşıldığından sanıkların aşağıda yazılı şekilde cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

19. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafiinin katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10/12/2013 tarihli ve E.2013/4630, K.2013/15327 sayılı ilamı ile kararı başvurucu yönünden onamıştır. Yargıtay ilamından 18/12/2013 tarihinde haberdar olunmuştur.

20. Başvurucu17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

21. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu, 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenmektedir.

22. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenmiştir.

23. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca olaylar tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 305. maddesinde, on beş sene ve üzerinde hükmedilen hapis cezalarına ilişkin kararların kişilerin talebi olmasa dahi resen temyiz incelemesine tabi tutulacağı belirtilmektedir.

24. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

 1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

 2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

 3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

 4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

 5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

 6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

 a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

 b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

 c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

 d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

 e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

25. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

26. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

27. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

28. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

29. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. (Mülga cümle: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.)

(Değişik fıkra: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.”

30. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

31. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

 (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

32. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

33. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu, gözaltında baskı altında ve müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını, kararın gerekçesiz olduğunu, delillerle ilişkilendirme yapılmaksızın karar verildiğini, yapılan teşhis işlemlerinin duruşmada kabul edilmediğini, atılı eylemelerle bağ kuracak deliller bulunmadığını, bazı kişiler huzurda dinlenilmeden karar verildiğini, eksik araştırma ile hüküm kurulduğunu, Mahkeme kararının diğer sanıkların kollukta baskı altında verdikleri ifadelerine dayandığını, yargılamanın uzun sürdürdüğünü, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

36. Başvurucu, ayrıca yargılama sonunda ölünceye kadar infazı devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

37. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.

38. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir. Somut olayda başvurucu, 17/1/2003 tarihinde yakalanmış; 21/1/2003 tarihinde tutuklanmış ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun tutukluluk hâli, nihai kararın verildiği 21/11/2011 tarihinde sona ermiş olduğundan başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29).

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

39. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

aMüdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

39. Başvurucu, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.

40. Bakanlık görüş yazısında, Salduz/Türkiye ([BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008) kararına atıfla ilk kez sorgulanmasından itibaren şüpheliye avukat yardımından yararlanma hakkı tanınmasının zorunlu olduğu, başvurucunun gözaltı sırasında beyanlarının müdafii olmadan alındığı ve bu beyanların da mahkûmiyet hükmüne esas alındığı ifade edilmiştir. Başvurucu ise başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

41. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

42. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

43. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

…”

44. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).

45. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).

46. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda AİHM, adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38).

47. Diğer taraftan AİHM; müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı, adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Kazım Albayrak, § 30).

48. Ayrıca AİHM; adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

49. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59;Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).

50. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55, 56).

51. Somut olayda başvurucunun 17/1/2003 tarihinde yakalanması sonrasında 21/1/2003 tarihine kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifade ve teşhis tutanaklarına genel olarak bakıldığında başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar ve ikrarların yer aldığıgörülmektedir.

52. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlardagözaltında tutulduğu görülmektedir. Başvurucuya ait kolluk ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve hakların hatırlatıldığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

53. Bununla birlikte, başvurucu gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısına ve sorgu sırasında hakime verdiği ifadesinde, psikolojik baskı ve tehdit altında ifade tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanaklarının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

54. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10/4/2003 tarihli iddianamede isnat edilen suçun işlenişine dair anlatım genel olarak gözaltı ifadelerindeki ikrarlara dayanmaktadır. Mahkûmiyet kararının gerekçesidikkate alındığında gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir.

55. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

56. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).

57. Diğer yandan baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddiaların ayrı bir şikâyet olarak ifade edilmemesi ve buna ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların gözönünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 68).

58. Başvurucu,anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun gözaltı sonrasında Cumhuriyet savcısı ve hâkim huzurunda kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifade tutanaklarının imzalatıldığını belirttiği görülmektedir. Mahkeme, avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin bu iddiaları irdelemeksizin anılan ifadeleri hükme esas almıştır.

59. Bu çerçevede suçlamanın niteliği ve cezanın ağırlığı ile gözaltı sonrası savunma ve beyanları dikkate alındığında başvurucunun dört günlük gözaltı sırasında bilinçli bir irade ile avukat yardımı istemeyerek ifade vermeyi kabul ettiği her türlü şüpheden uzak görünmemektedir. Başvurucunun bu vazgeçmenin sonuçlarını makul olarak öngörebildiği somut olarak ortaya konulamamıştır.

60. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası, kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

61. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

63. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

64. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65.Bakanlık yazısında, AİHM'in ihlal kararından sonra yargılamanın 4 yıl 6 ay daha sürdüğü, bunun 2 yıl 5 ayının ilk derecede, geriye kalanının temyizde geçtiği belirtilmiştir.

66. Başvurucu, dilekçesindeki açıklamalarını tekrar ettiğini söylemiştir.

67. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

68. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

69. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

70. Bu ilkeler temelinde yapılan incelemede başvurucu hakkındaki yargılama 17/1/2003 ile 10/12/2013 tarihleri arasında 10 yıl 10 ay 22 gün sürmüştür.

71. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 10 yıl 10 ay 22 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır. Anılan davada makul olmayan bir gecikme tespit edilmiş olmakla beraber başvurucunun "mağdur sıfatı"nı taşıyıp taşımadığının da incelenmesi gerekir.

72. Mağdur sıfatının ortadan kalkması, özellikle ihlal edildiği ileri sürülen hakkın niteliği ve ihlali tespit eden kararın gerekçesi ile bu kararın ardından ilgili açısından uğradığı zararların varlığını devam ettirip ettirmediğine bağlı bulunmaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Freimanis ve Lidums/Letonya, B. No: 73443/01, 74860/01, 9/2/2006, § 68).

73. Başvurucunun makul süreyi aşan yargılama sebebiyle yaptığı başvurudaAİHM'in, "makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine, başvurucuya 8.000 avro tazminat ödenmesine" karar verdiği görülmüştür. Anılan tazminatın ödenmediğine ilişkin bir bilgi bireysel başvuru dosyasında bulunmamaktadır. Bu şekilde AİHM tarafından açık bir şekilde ihlal tespitinin yapıldığı, başvurucunun iddiaları kabul edilerek başvurucu lehinetazminata hükmedildiği anlaşılmıştır. Ancak ihlal tespitinden sonra da 4 yıl 6 ay daha yargılamanın sürdüğü görüldüğünden başvurucunun mağdur sıfatının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

74. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

76. Başvurucu 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

77. Müdafi yardımından faydalanma ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

78. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye karar verilmesi gerekir.

79. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında AİHM tarafından hükmedilen tazminat miktarı da gözetilerek başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

80. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,.

D. Başvurucuya net 3.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYNUR AVYÜZEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/784)

 

Karar Tarihi: 27/10/2016

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucu

:

Aynur AVYÜZEN

Vekili

:

Av. Ercan KANAR

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mahkûmiyete ilişkin kararın gerekçeli olmaması, soruşturma aşamasında müdafi olmaksızın elde edilmiş ifadelerin mahkemece hükme esas alınması, talep edilen delillerin toplanmaması, yargılamanın makul süreyi aşması nedenleriyle adil yargılanma hakkının; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmesinin kanuni sonucu olarak koşullu salıverme hükümlerinden faydalanılamayacak olunması nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/1/2014 tarihinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 4/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 28/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 25/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 11/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) vasıtasıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, yasa dışı TKP/ML-TİKKO terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 5/6/2003 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvuru formunda gözaltında işkence yapıldığına ilişkin olarak kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunulduğu belirtilmiş ise de Giresun Başsavcılığının Bakanlığa gönderdiği 24/2/2016 tarihli yazıda, bu konuda herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı bildirilmiştir.

9. Başvurucu 9/6/2003 tarihinde terör örgütüne ne şekilde katıldığına, örgütsel yapı içindeki konumuna ve katıldığı eylemlere dair kollukta müdafii olmaksızın ifade vermiştir. İfade alma sırasında başvurucuya hakları hatırlatılmamıştır. Başvurucu, Savcılıkta ve sorguda susma hakkını kullanmıştır.

10. Giresun Sulh Ceza Mahkemesi 9/6/2003 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.

11. Erzurum Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı da 25/6/2003 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya teşebbüs etme suçundan başvurucu hakkında dava açmıştır.

12. Anılan dava, İstanbul'da örgüt üyesi olma, örgüt adına silahlı eylemlerde bulunma, yasa dışı pankart asma ve yağma suçlarından açılan dava dosyasıyla birleştirilmiştir. Başvurucu ve diğer kişiler hakkında açılan diğer bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla birleştirilmiştir. Birleştirmelerin ardından yargılama, on bir sanığa isnat edilen çok sayıda eylemi kapsar hâle gelmiştir.

13. Başvurucu 29/12/2004 tarihli duruşmada; kolluktaki ifadesini baskı altında verdiğini, tehdit edildiğini, ifadesini kabul etmediğini beyan etmiştir.

14. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamaya nihai olarak (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) devam edilmiştir.

15. Başvurucu 8/2/2006 tarihinde tahliye olmuştur.

16. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/11/2011 tarihli ve E.2001/138, K.2011/184 sayılı kararı ileanayasal düzeni bozmaya teşebbüs etme suçundan başvurucunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi kararını; başvurucunun ve diğer sanıkların kollukta verdikleri ifadelere, ekspertiz raporlarına, olay yeri inceleme ve fiziki takip tutanaklarınadayandırmıştır. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Sanıklar Y. E., V. Ö. ve AYNUR AVYÜZEN'in [Başvurucu],

31/12/2000 tarihinde Tekirdağ ili Çorlu ilçesi N...mahallesinde bulunan Hava Kuvvetleri Komutanlığına ait askeri kantine plastik şişe içerisinde hazırlanmış el yapımı zaman ayarlı bombanın konulması eylemini gerçekleştirdikleri, Y. ve V. tarafından hazırlanan el yapımı zaman ayarlı bombanın, eylem öncesinde Y. tarafından keşif yapılmasından sonra olay günü Y. ile birlikte Aynur'un arama yapılmadan girilen kantine girerek bombanın içinde olduğu plastik şişeyi kantinin rafına koyarak dışarı çıktıkları, sonrasında bombanın patladığı,

26/01/2001 tarihinde Kocaeli ili Körfez ilçesinde bulunan trafik amirliğine ve polis karakoluna bomba konulması eylemini gerçekleştirdikleri, V. ve Y.tarafından hazırlanan bombanın konulması için Körfez'e birlikte giden sanıklar Y., V., Aynur şeklinde oluşan grubun içinden Y. ile Aynur tarafından bombanın trafik amirliği yakınındaki polis karakoluna konulduğu, hazırlanan diğer bombanın ise V. Ö. ile Y. tarafından trafik amirliğine konulduğu, bombaların patlamadığı,

Sanık AYNUR AVYÜZEN hakkında iddia olunan eylemlerin, diğer sanıklar İ. Y., Y. E. ve V. Ö.ye göre daha az olmasına rağmen nitelikleri, vehamet arzettikleri anlaşıldığından sanığın eylemlerinin mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesindeki suçu oluşturduğu kanaatine varılmıştır.

(...)

Sanıklar (...) bu eylemleri gerçekleştirdikleri birleşen dosyalarda dahil olmak üzere tüm dosya içerisindeki araştırma tutanakları, ekspertiz raporları, olay yeri inceleme tutanakları, fiziki takip tutanakları ve sanıkların emniyet müdürlüklerinde alınan ifadelerinden anlaşılmakla sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri kanaatine varılmış ayrıca lehe yasa değerlendirmesinde hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK 309/1 maddesi gereği sanıkların ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verileceği ayrıca TCK 309/2 maddesi gereği 1. fıkrada yazılı suçun işlenmesi esnasında işlenen diğer suçlardan dolayı da ayrı ayrı ilgili maddeler uyarınca cezaya hükmolunacağı dolayısıyla sanıklar hakkındaki eylem çeşitliliği dikkate alındığında bu durumun sanıkların aleyhine sonuç doğuracağı, suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan mülga 765 sayılı TCK 146/1 maddesi uygulamasının sanıklar lehine olduğu anlaşıldığından sanıkların aşağıda yazılı şekilde cezalandırılmalarına karar verilmiştir."

17. Duruşmalı olarak yapılan ve başvurucu müdafiinin katıldığı temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay 9. Ceza Dairesi 10/12/2013 tarihli ve E.2013/4630, K.2013/15327 sayılı ilamı ile kararı başvurucu yönünden onamıştır. Yargıtay ilamından 18/12/2013 tarihinde haberdar olunmuştur.

18. Başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

19. Başvurucunun mahkûmiyetine esas alınan anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesinde düzenlenmiştir.

20. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 8. maddesi uyarınca olaylar tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 305. maddesinde, on beş sene ve üzerinde hükmedilen hapis cezalarına ilişkin kararların kişilerin talebi olmasa dahi resen temyiz incelemesine tabi tutulacağı belirtilmektedir.

21. Olay tarihinde yürürlükte olan 1412 sayılı mülga Kanun’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

 1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

 5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

 a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

 b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

 c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

 d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

 e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

22. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

23. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

24. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

25.1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

26. Başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. (Mülga cümle: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.)

(Değişik fıkra: 06/02/2002 - 4744 S.K../5. md.) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hakim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.”

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

28. 4/11/2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 3. maddesi şöyledir:

“(1) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan Türk Ceza Kanununa yapılan yollamalar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelere yapılmış sayılır.

 (2) Mevzuatta, yürürlükten kaldırılmış Türk Ceza Kanununun kitap, bab ve fasıllarına yapılmış olan yollamalar, o kitap, bab ve fasıl içinde yer almış hükümlerin karşılığını oluşturan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun maddelerine yapılmış sayılır. ”

29. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 107. maddesinin (16) numaralı fıkrası şöyledir:

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, ‘Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar’ başlıklı Dördüncü Bölüm, ‘Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar’ başlıklı Beşinci Bölüm, ‘Milli Savunmaya Karşı Suçlar’ başlıklı Altıncı Bölüm altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz.”

30. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 17. maddesinin son fıkrası şöyledir:

“Ölüm cezaları, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Kanunun 1 inci maddesi ile değişik 3/8/2002 tarihli ve 4771 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunla müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları ile ölüm cezaları ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen veya ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkûm olan terör suçluları koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamaz. Bunlar hakkında ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 27/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

32. Başvurucu, gözaltında baskı ve tehdit altında müdafi olmaksızın alınan ifadelerin hükme esas alındığını, kararın gerekçesiz olduğunu, atılı eylemlerle bağ kuracak deliller bulunmadığını, eksik araştırma ile hüküm kurulduğunu, Mahkeme kararının diğer sanıkların kollukta baskı altında verdikleri ifadelerine dayandığını, yargılamanın uzun sürdürdüğünü, tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını belirterek adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

33. Başvurucu, ayrıca yargılama sonunda ölünceye kadar infazı devam edecek bir cezaya hükmedilmesi nedeniyle yaşam hakkı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulma yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

34. Başvurucu; tutukluluğun devamı kararlarının gerekçelerinin ilgili ve yeterli olmadığını, bu kararların duruşmasız olarak verildiğini, tutukluluğun makul süreyi aştığını ileri sürmüştür.

35. Anayasa Mahkemesi, benzer iddiaların ileri sürüldüğü başvurulara ilişkin olarak birçok kararında “zaman bakımından yetkisi”yle ilgili ilkeleri belirlemiştir. İlk derece mahkemesince verilen mahkûmiyet kararının anılan yetkinin başladığı 23/9/2012 tarihinden sonra verilmiş olması gerektiği, bu tarihten önce verilen bir nihai kararla sona eren tutukluluk hâllerine ilişkin başvuruların zaman bakımından yetki dışında kaldığı kabul edilmiştir. Somut olayda başvurucu, 5/6/2003 tarihinde yakalanmış; 9/6/2003 tarihinde tutuklanmış; 8/2/2006 tarihinde tahliye olmuş ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/11/2011 tarihli kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun hükümle birlikte verilen karar doğrultusunda 5/4/2012 tarihinde yeniden tutuklanmasına karar verilmiştir. Anılan ilkeler temelinde yapılan değerlendirmede başvurucunun suç isnadına bağlı tutukluluk hâli 23/9/2012 tarihinden sona erdiğinden başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir (Osman Büyüksu, B. No: 2013/5512, 3/4/2014, §§ 20-24; Ali Öksüz, B. No: 2013/6065, 3/4/2014, §§ 20-23; Cevdet Genç, B. No: 2012/142, 9/1/2014, §§ 24-29).

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddialar

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan hakkaniyete uygun yargılanma ve makul sürede yargılanma yargılanma haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

aMüdafi Yardımından Faydalanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Başvurucu; genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen tutanaklarda yer alan ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmektedir.

38. Bakanlık görüş yazısında, Gafgen/Almanya (B. No: 22978/05) kararına atıfla işkence ve kötü muamele sonucu elde edilen ikrarın kullanılmasının yargılamanın adilliğini bir bütün olarak zedeleyeceği, ancak başvurucunun işkence gördüğüne ilişkin olarak suç duyurusunda bulunduğu iddiasına rağmen Giresun Cumhuriyet Başsavcılığında bu konuda bir soruşturma evrakının bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu ise başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

39. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

40. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, iddiada bulunma ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).

41. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

“1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;

…”

42. Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, isnat altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Kazım Albayrak, B. No: 2014/3836, 17/9/2014, § 28).

43. Müdafi yardımından yararlanma hakkı, adil yargılama için suç isnadı altındaki kişilere savunma hakkı verilmesinin tek başına yeterli olmadığını, ayrıca bu kişilerin kendilerini savunma imkânına da sahip olmaları gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu kapsamda savunma hakkını etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı, aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Kazım Albayrak, § 29).

44. Sözleşme’nin anılan maddesi, herhangi bir istisna gözetmeksizin suç isnadı altında bulunan herkesi kapsamakta ve ceza yargılamasının her aşamasında uygulanmaktadır. Dolayısıyla soruşturma aşamasında yapılan işlemler bakımından da bu hak güvence altına alınmıştır. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), adil yargılanma hakkının güvencelerinin yargılama öncesi işlemlere de uygulanması gerektiğini belirtmiştir (Imbrioscia/İsviçre, B. No: 13972/88, 24/11/1993, §§ 36-38).

45. Diğer taraftan AİHM; müdafi ile temsil hakkının sınırsız olmadığını, geçerli bir nedenle dava öncesi aşamada avukata erişimin kısıtlanabileceğini, her durumda yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında kısıtlamanın adil yargılamaya engel olup olmadığının değerlendirileceğini belirtmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41). Bu kapsamda suç isnadı altında bulunan kişinin gerekirse resen atanan bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulma hakkı adil yargılanma hakkının temel unsurlarından biridir (Kazım Albayrak, § 30).

46. Bununla birlikte AİHM; adil yargılanma hakkına ilişkin Sözleşme’nin 6. maddesinin, bu hakkın güvencelerinden kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağını belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48).

47. Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanma imkânından vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibarıyla asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, § 59; Aksin ve diğerleri/Türkiye, § 48).

48. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, §§ 55-56).

49. Somut olayda başvurucunun 5/6/2003 tarihinde yakalanması sonrasında 9/6/2003 tarihine kadar gözaltında tutulduğu görülmektedir. Gözaltı işleminin devamı sırasında düzenlenen ifadede başvurucunun kendisi ve diğer şüpheliler hakkında isnat edilen suç konusunda sorumluluk doğuracak ayrıntılı anlatımlar ve ikrarların yer aldığıgörülmektedir.

50. Başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. Anılan tarihlerlerde ilgili mevzuat normal gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlardagözaltında tutulduğu görülmektedir. Başvurucuya ait kolluk ifade tutanağında, 1412 sayılı mülga Kanun’un 135. maddesinde düzenlenen ifade vermeye ilişkin kurallar ve hakların hatırlatıldığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

51. Ayrıca başvurucu; kovuşturma evresinde, kollukta psikolojik baskı ve tehdit altında ifade ve teşhis tutanaklarını imzalamak zorunda kaldığını, ifade tutanaklarının içeriğini ve isnat edilen suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir. Mahkûmiyet kararının gerekçesidikkate alındığında gözaltı ifadelerinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir.

52. AİHM, soruşturma aşamasındaki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeksizin esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91).

53. Sanığın hâkim önüne çıkarılmadan uzun süre tecrit hâlinde gözaltında tutulması nedeniyle şüpheler ortaya çıktığında ikrara yönelik kuşkuların hakkaniyete aykırılıklar yaratabileceği belirtilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87; Magee/Birleşik Krallık, § 43).

54. Diğer yandan baskı ve zorlamaya maruz kalındığına ilişkin iddialara ilişkin somut olguların ortaya konulmaması, adil yargılanma hakkı kapsamında yapılacak incelemede belirtilen koşulların gözönünde bulundurulmasına engel değildir (Abdulselam Tutal ve diğerleri [GK], B. No: 2013/2319, 8/4/2015, § 68).

55. Başvurucu,anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etmek suçunu işlemekle suçlanmış ve yargılama sonunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Yargılama sırasında suçsuz olduğunu ve suçla ilgisini ortaya koyan delil bulunmadığını savunan başvurucunun kovuşturma evresinde kolluk ifadelerini kabul etmediği, tehdit ve zorlamayla ifadesinin alındığını belirttiği görülmektedir. Mahkeme, avukata erişim imkânının sağlanmadığına ilişkin bu iddiaları irdelemeksizin anılan ifadeleri hükme esas almıştır.

56. Başvurucunun kabul etmediği ifadesinin mahkûmiyetine dayanak oluşturduğu, daha sonra sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma haklarına verilen zararı gideremediği görülmektedir. Yargılama devam ederken yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak nitelikte ise de dava, anılan ifadelerin oluşturduğu çerçevede sonuçlanmış ve bu durum temyiz aşamasında değerlendirilmemiştir.

57. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma haklarına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının makul sürede yargılanma hakkı dışındaki diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

58. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

59. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının ölünceye kadar infaz edilmesinin Anayasa’nın 17. maddesini ihlal ettiğine ilişkin iddianın tespit edilen ihlal nedeniyle ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

b. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

61.Bakanlıkça bu konuda görüş sunulmasına gerek olmadığı, bu iddia yönünden Anayasa Mahkemesince Mehmet Ali İncesu başvurusunda (B. No: 2012/1145, 15/4/2014)daha önce kriterler belirlendiği, somut başvuruda bu kriterlerden ayrılmayı gerektirir bir yön bulanmadığı belirtilmiştir.

62.Başvurucu, dilekçesindeki açıklamalarını tekrar ettiğini söylemiştir.

63.Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesi de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulmalıdır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

64. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken ölçütlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

65. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarihtir (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35).

66. Bu ilkeler temelinde yapılan incelemede başvurucu hakkındaki yargılama 5/6/2003 ile 10/12/2013 tarihleri arasında 10 yıl 6 ay 5 gün sürmüştür.

67. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde yargılamanın konusunun Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını bozma ve değiştirme veya kaldırmaya teşebbüs etme suçu ile ilgili olduğu, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu 10 yıl 6 ay 5 günlük yargılama süresinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

68. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu 250.000 TL maddi, 250.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

71. Müdafi yardımından faydalanma ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

72. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin adil yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Makul sürede yargılanma hakkının ihlalinin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına ilişkin iddiaların zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. Müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 3. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUSUF KARAKUŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12002)

 

Karar Tarihi: 8/12/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 27/12/2016-29931

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. Hasan KILIÇ

Vekili

:

Av. Cüneyt TORAMAN

 

 

2. Yusuf KARAKUŞ

 

 

3. Mehmet ŞAHİN

Vekili

:

Av. Murat SADAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında hakların hatırlatılmaması, azami gözaltı süresinin aşılması, haksız olarak tutuklama ve gözaltı kararları verilmesi nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; işkence altında ifade alınması nedeniyle işkence yasağının; müdafi huzurunda alınmayan ifadelerin hükme esas alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 17/7/2014 ve 8/8/2014 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.

7. Başvurucu Mehmet Şahin, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

8. Aralarında hukuki irtibat bulunduğundan 2014/14272 ve 2014/12012 numaralı bireysel başvuru dosyaları bu dosya ile birleştirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. İstanbul Emniyet Müdürlüğü 17/1/2000 tarihinde, İstanbul’da Hizbullah terör örgütüne karşı operasyonlar düzenlemiştir. Emniyet görevlilerinin bir daireye yaptığı operasyonda örgüt lideri öldürülmüştür. Evde yapılan aramada, örgüt hakkında bilgiler içeren çok sayıda hard disk ele geçirilmiştir.

11. Başvurucular, anılan operasyonda elde edilen bilgiler üzerine başlatılan soruşturma kapsamında 6/5/2000 tarihinde yakalanmıştır. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) Şubesinde başvurucuların müdafileri olmaksızın ifadeleri alınmıştır. Başvurucular 7/5/2000 tarihinde, gazeteci U.M.nin öldürülmesi olayı ile ilgisi görülerek Ankara'ya gönderilmişlerdir.

A. Başvurucu Hasan Kılıç Hakkındaki Soruşturma Süreci

12. Başvurucu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesinde müdafi olmaksızın alınan ifadesinde suçlamaları reddetmiştir.

13. Başvurucu, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesindemüdafi olmaksızın alınan 12/5/2000 tarihli ifadesinde ise ayrıntılı ikrarlarda bulunmuştur. Başvurucu daha sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Savcılığı ve DGM Yedek Hâkimliğinde alınan ifadelerinde de suçlamaları kabul etmiştir.

14. Başvurucunun İstanbul'da 6/5/2000 ve 7/5/2000 tarihlerinde Haseki Hastanesi Acil Cerrahi Polikliniğinde, 14/5/2000 tarihinde Adli Tıp Kurumu Ankara Şubesinde yapılan muayenesinde başvurucuda herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

15. Başvurucu 19/5/2000 tarihinde tutuklanmış ve 28/7/2005 tarihinde tahliye edilmiştir.

16. Başvurucu; daha sonra kollukta şablon bir ifade tutanağı hazırlanarak baskı ile bu tutanağın kendisine kabul ettirildiğini, Ankara DGM'ye getirilirken kolluktaki ifadeyi değiştirmemesinin söylediğini, aksi takdirde geri götürülüp işkenceye devam edecekleri yönünde tehdit edildiğini, bu yüzden DGM Savcılığında ve Yedek Hâkimliğinde verdiği ifadelerinde gerçekleri açıklayamadığını belirtmiştir.

B. Başvurucu Yusuf Karakuş Hakkındaki Soruşturma Süreci

17. Başvurucu 12/12/1980 tarihi öncesi işlediği bir suç nedeniyle belli süre Bursa'daki bir cezaevindekalmış, 1989 yılında tahliye olmuştur.

18. Yasa dışı Hizbullah örgütünün ilim grubuna yönelik olarak İstanbul'da 1997 yılında operasyon başlatılmıştır. Başvurucu, operasyon sırasında "Bekir Kunduz" adına düzenlenmiş sahte kimlik ve bir adet tabanca ile yakalanmıştır.

19. Başvurucu 27/12/1997 gözaltına alınmış, 31/12/1997 tarihinde tutuklanmış ve 27/4/1999 tarihinde tahliye edilmiştir.

20. İstanbul 5 No.lu DGM'de, terör örgütüne üye olmak suçundan başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında kamu davası açılmıştır.

21. Başvurucu, örgüte yardım etmek suçundan cezalandırılmıştır. Başvurucunun temyizi üzerine hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

22. Bu arada başvurucu, Hizbullah terör örgütüne yönelik soruşturma kapsamında 7/5/2000 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesinde müdafi olmaksızın alınan ifadesinde kendisini ve diğer şüphelileri suçlayan beyanlarda bulunmuştur.

23. Başvurucu, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesindemüdafi olmaksızın alınan 12/5/2000 tarihli ifadesinde de ayrıntılı ikrarlarda bulunmuş ve yer göstermeleri yapmıştır. Başvurucu daha sonra DGM Cumhuriyet savcısı tarafından alınan 2/6/2000 ve 16/6/2000 tarihli ek ifadelerinde; Emniyette manevi baskı gördüğünü, U.M. cinayeti ile ilgisinin bulunmadığını söylemiştir.

24. Dosyadaki teşhis tutanaklarına göre gazeteci U.M.nin öldürüldüğü tarihte olay mahallinde nöbet tutan polis memurları K.A., R.K., ve A.T. ile yapılan yüzleştirmede başvurucular teşhis edilememiştir.

25. Başvurucu 14/5/2000 tarihinde tutuklanmış ve 26/11/2004 tarihinde tahliye edilmiştir.

C. Başvurucu Mehmet Şahin Hakkındaki Soruşturma Süreci

26. Başvurucunun evinde 6/5/2000 tarihindeyapılan aramada bir adet pompalı tüfekbulunmuştur.

27. Başvurucu; İstanbul Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesinde müdafi olmaksızın alınan ifadesinde ayrıntılı bir şekilde yaşantısını, Tevhid-Selam grubuna girişini ve grubunfaaliyetlerini anlatmıştır.

28. Dava dosyasındaki adli raporlarında; 6/5/2000 ve 7/5/2000 tarihlerinde İstanbul Haseki Hastanesi Acil Cerrahi Polikliniğinde, 14/5/2000 tarihinde de Adli Tıp Kurumu Ankara Şube Müdürlüğünde yapılan muayenesinde başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı bilgileri yer almıştır.

29. Başvurucu, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesinde müdafi olmaksızın alınan 12/5/2000 tarihli ifadesinde de ayrıntılı ikrarlarda bulunmuştur. Başvurucu, daha sonra Ankara DGM Cumhuriyet Savcılığı ve 2 No.lu DGM Yedek Hâkimliğinde alınan ifadelerinde Tevhid-Selam grubu ile ilgisi bulunduğunu ancak şiddete yönelik herhangi bir eyleme katılmadığını söylemiştir.

30. Başvurucu 19/5/2000 tarihinde tutuklanmış ve 28/7/2005 tarihinde tahliye edilmiştir.

D. Yargılama Süreçleri

31. Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 11/7/2000 tarihli iddianamesiyle başvurucular hakkında Anayasa'yı ihlal suçundan Ankara 2 No.lu DGM'de dava açılmıştır.

32. Başvurucu Mehmet Şahin kendisine işkence yapıldığı iddiasıyla kolluk görevlileri hakkında 28/9/2000 tarihinde suç duyurusunda bulunmuştur. Suç duyurusu üzerine 8/11/2000 tarihinde muayene edilmiştir. Aynı tarihli raporda, darp ve cebir izine rastlanmadığı bildirilmiştir.

33. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 21/11/2000 tarihinde, ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Anılan karar, itiraz üzerine 2001 yılında kesinleşmiştir.

34. Başvurucu Yusuf Karakuş hakkında İstanbul 5 No.lu DGM'de görülen dava (bkz. §§ 20, 21), Tevhid-Selam/Kudüs Ordusu örgütüne ilişkin davanın görülmekte olduğu Ankara 2 No.lu DGM'nin E.2000/102 sayılı dosyası ile 15/3/2001 tarihinde birleştirilmiştir.Diğer kişiler hakkında açılan bazı davalar da sonraki tarihlerde bu yargılamayla birleştirilmiştir.

35. Başvurucular duruşmalarda, soruşturma evresinde ikrar içeren beyanlarının baskı altında alındığını iddia ederek beyanlarını reddetmişlerdir.

36. Başvurucular Ankara 2 No.lu DGM'nin E.2000/102 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonunda 7/1/2002 tarihli kararla hapis cezalarına mahkûm edilmişlerdir. Başvurucular Mehmet Şahin ve Yusuf Karakuş anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeyi amaç edinen silahlı çetenin sair efradı olma suçundan, başvurucu Hasan Kılıç ise silahlı çetede özel görevli yöneticilik suçundan cezalandırılmıştır.

37. Anılan mahkûmiyet kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesince 12/11/2002 tarihinde karar bozulmuştur. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamaya nihai olarak (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK 250. madde ile görevli) (E.2004/216) devam edilmiştir.

38. Yapılan yargılama sonunda (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) 28/7/2005 tarihli kararı ile başvurucular bozma kararına konu suçlardan yeniden cezalandırılmıştır. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/11/2006 tarihli ilamıyla bozulmuştur.

39. Yeniden yapılan yargılama sonunda aynı Mahkemenin 17/1/2013 tarihli ve E.2006/294, K.2013/8 sayılı kararıyla başvurucular Mehmet Şahin ve Yusuf Karakuş silahlı örgüt üyesi olma suçundan, başvurucu Hasan Kılıç ise silahlı suç örgütü kurma suçundan hapis cezalarına mahkûm edilmiştir.

40. Gerekçeli kararda başvurucu Hasan Kılıç ile ilgili olarak:

- Başvurucunun 1979 yılında İran'da gerçekleştirilen İslam Devrimi'yle birlikte Türkiye'de de bu gelişmeye sempatiyle bakan bir grubun içinde yer aldığı, diğer yandan çeşitli gazete ve dergilerde İranlı ve Mısırlı yazarların (Ali Şeriati, Seyit Kutup gibi) eserlerinin Türkçeye tercümelerini yaparak yayımladığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun meydana gelen değişikliği görmek için 1980 yılında İran'a gittiği, 1986 ve 1987 yıllarında yasa dışı Hizbullah örgütünün ilim grubu lideriilegörüşmeler yaptığı,İran'dan İstanbul'a gelen yasa dışı Kudüs Ordusu yetkilisi N.T. ve onun aracılığı ile de Kudüs Ordusu'nda en üst yöneticilerden olan Vahidi ile tanıştığı belirtilmiştir. Başvurucunun 1990 yılı Ocak ayında Tevhid dergisini çıkarmaya başladığı, 1993 yılında Tevhid dergisi kapandıktan sonra Zamana Selam isimli gazeteyi çıkardığı, bir yıl sonra da gazetenin ismini Selam olarak değiştirdiği, 1997 yılında bu gazeteyi kapatıp ticarete atıldığı, sanığın yayınevi ve gazete sahibi olarak faaliyet gösterdiği dönemde İstanbul'da periyodik olarak bazı ev ve mahallelerde toplantı düzenleyerek İstanbul dışındaki şehirlerde de Tevhid dergisinin temsilciliklerini açarak yayılma çabasına giriştiği, İran'daki eğitim kamplarına bazı kişileri göndererek bu kişilere siyasi ve askerî eğitim aldırdığı ifade edilmiştir.

- Mahkûmiyet kararında, başvurucu Hasan Kılıç'ın ayrıca M.D. ve başvurucu Mehmet Şahin ile buluşarak J.K. adlı iş adamına suikast yapılması yönünde karar aldığı, bununiçin hazırlanan bombanın saklaması için başvurucu Yusuf Karakuş'a verildiği, eylemi gerçekleştirme şeklinde anlaşma sağlanamayınca eylemin gerçekleştirilemediği hükme gerekçe olarak gösterilmiştir. Gerekçeli kararda, eylem için hazırlanan bombanın Yusuf Karakuş tarafından bir müddet saklandığı, daha sonra bombayı N.T.ye teslim ettiği, Hizbullah örgütü liderinin evinde elde edilen bilgisayar, CD ve disket çözümlerinde bu olaydan ve başvurucu Hasan Kılıç'ın Tevhid-Selam örgütünü meydana getiren beş kişiden biri olarak söz edildiği belirtilmiştir.

41. Gerekçeli kararda başvurucu Yusuf Karakuş ile ilgili olarak:

- Başvurucunun Bursa'da cezaevinde iken ziyaretine gelen Tevhid-Selam grubu üyeleri N.Ş., M.A.T., Hasan Kılıç, Mehmet Şahin ve A.A. ile tahliye sonrası irtibat sağladığı, örgütsel faaliyet kapsamında İran'a gidip geldiği ve İran'da silahlar ve dinamit, C4, TNT gibi patlayıcılar konusunda uygulamalı eğitim aldığı belirtilmiştir. Kararda, başvurucunun bu gruptan ayrılarak Hizbullah terör örgütünün ilim grubuna geçtiği, örgütün amacı doğrultusunda ev çalışmaları yapan birimde görev aldığı ve faaliyet gösterdiği de ifade edilmiştir. Mahkûmiyet gerekçesine göre 1991 yılında İstanbul Beyazıt'ta Gazeteci Yazar O. E.nin eşi tarafından açılan resim sergisinde Kur'an ayetleri ile alay edildiği düşüncesi ile başvurucu Mehmet Şahin'in talimatı üzerine içinde başvurucu Yusuf Karakuş'un da bulunduğu Tevhid-Selam grubuna mensup 30-40 kişi, sergi salonuna giderek salonun camlarını kırmak ve sergilenen resimlere zarar vermek suretiyle sergiyi tahrip etmiştir. Başvurucu Yusuf Karakuş'un 1993 yılı içinde Mehmet Şahin, Hasan Kılıç'ın da aralarında bulunduğu bir grupla Bosna'ya giderek ziyaretlerde bulunduğu, daha sonra Bosna'ya toplanan paraların nerelere harcandığı konusunda ikna edici şekilde hesap verilememesi üzerine Tevhit-Selam grubundan koparak öz geçmiş raporu vermek suretiyle yasa dışı Hizbullah örgütünün ilim grubuna girdiği ifade edilmiştir. Gerekçede ayrıca, başvurucunun Hizbullah örgütüne yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonda sahte kimlik ile yakalandığı, evinde yapılan aramada ruhsatsız tabanca ve mermiler ele geçirildiği, böylece 1989 yılında cezaevinden çıktıktan sonra önceleri yasa dışı Tevhit-Selam örgütüne, daha sonra da Hizbullah örgütünün ilim grubuna dâhil olarak bu örgütlerin amaçları doğrultusunda yoğun ve sürekli faaliyetlerde bulunduğundan da söz edilmiştir.

42. Gerekçeli kararda başvurucu Mehmet Şahin ile ilgili olarak:

- Başvurucunun Tevhid-Selam örgütüne mensup bazı kişilerle değişik tarihlerde silahla atış talimi yaptığı, iş adamı J.K.ye karşı eylem yapılmasına karar verilen toplantıya iştirak ettiği, İran'a giderek örgüt üyelerinin Kudüs Ordusu'na ait kamplarda siyasi ve askerî eğitim almalarını organize ettiği, Bosna-Hersek ve Afganistan gibi ülkelere elamanlar göndererek buralardan derlenen anıları kitap hâline getirip Selam gazetesinin eki olarak dağıttığı belirtilmiştir.

43. Mahkûmiyet kararına, başvurucuların soruşturma evresindeki ikrarları ve sanıkların birbirlerine yönelik suçlayıcı beyanları da esas alınmıştır.

44. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) 28/7/2005 tarihli kararı, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 31/3/2014 tarihli kararıyla onanmıştır. Onama kararının ilgili bölümü şöyledir:

"a) Tevhid-Selam/Kudüs Ordusu

[Başvurucuların da] üyesi oldukları dava konusu "Tevhid-Selam/Kudüs Ordusu" adlı örgütün, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün 12.06.2000 tarih 4240 sayılı ve 13.04.2005 tarih 70495 sayılı yazı cevapları ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığı üzere; 1985 yılında yayına başlayan İstiklal ve Şehadet Dergileri ve sonra da Tevhid Dergisi, Zamana Selam ve Selam Gazetesi ile Selam Kültür ve Dayanışma Vakfı çevresinde oluştuğu, Türkiye'de mevcut Anayasal düzeni yıkarak yerine İran İslam Devrimini model alan bir devlet kurmayı amaçladığı, bir kısım üyelerinin İran'a giderek askeri bir kuruluş olarak bilinen Kudüs Ordusu ve İran gizli servisi Sawama mensuplarından askeri ve örgütseleğitiminyanındasilahve mühimmat yardımı aldıkları, İran'a ait istihbarat teşkilatları tarafından kullanıldıkları, bu teşkilat mensuplarıyla birlikte ülkemizdeki Halkın Mücahitleri örgütü mensupları, A.B.D, İsrail, Mısır, Irak ve İngiliz uyruklu şahıslar ile aydınlara yönelik silahlı eylemler gerçekleştirdikleri anlaşılmaktadır."

45. Başvurucular 10/7/2014 tarihinde nihai kararı öğrenmiştir.

46. Başvurucular 17/7/2014 ve 8/8/2014 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

47. Başvurucuların mahkûmiyetine konu suçlar 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında düzenlenmiştir.

48. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

“Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

 a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

 b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

 c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

 d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

 e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

49. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

 Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

50. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

51. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

“Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

52. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

“Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

53. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

“Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.

 Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.

 Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

54. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”

55. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

 1. İlgili Sözleşme

56. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

57. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber, adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).

58. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda, ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

59. İlke olarak şüpheliye,gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM, kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda, somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık, B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

60. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun, başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

61. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

62. Mahkemenin 8/12/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

63. Başvurucular; genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada baskı ve işkence altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere dayanılarak mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirtmektedirler.

64. Bakanlık görüş yazısında, Dağdelen ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1767/03) kararına atıfla işkence ve kötü muamele sonucu elde edilen ikrarların kullanılmasının yargılamanın adilliğini zedeleyeceği ancak başvurucunun işkence gördüğüne ilişkin olarak suç duyurusunda bulunduğu iddiasına rağmen Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında bu konuda bir soruşturma evrakının bulunmadığı belirtilmiştir.

65. Başvurucu Mehmet Şahin, başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının görünümlerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

67. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

69. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir.

70. Savunma hakkının sağladığı “güvenceler”, esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır.Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez.

71. Müdafi, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın, müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/10-182, K.2011/204, 11/1/2011).

72. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan" yararlandırılması da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir.

73. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde, bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkı düzenlenmiştir.

74. Savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşmemesi için şüpheli ve sanığın kendisini bireysel olarak (bizzat) savunabilmesinin yanı sıra müdafi yardımından yararlandırılması da gerekebilir. Suç isnadı altındaki kişinin müdafi yardımına olan ihtiyacı, delillere ulaşma bakımından yaşanan güçlüklerin aşılması, hukuki bilgi eksikliği veya içinde bulunulan psikolojik durumdan kaynaklanabilir. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine işlerlik kazandırmaktadır.

75. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı bakımından başka bir önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünden devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Anayasa'nın 36. maddesinde suç isnadı altında bulunan kişinin ekonomik durumunun elverişli olmaması veya ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gerekli görülmesi hâlinde resen atanacak bir müdafinin yardımından yararlandırılması da gerekir. Şüphelinin/sanığın öznel durumu (örneğin yabancı olması), dava konusunun karmaşıklığı ve isnadın ağırlığıyla bağlantılı olarak suçlamanın ciddiliği değerlendirilerek ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için suç isnadı altındaki kişiye müdafi atanması gerekebilir. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişiden kendisini bizzat savunması istenemez. Ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için şüphelinin/sanığa müdafi atanması zorunlu ise müdafi görevlendirme konusundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilmesi gerekir. Diğer yandan yetkili adli makamlar, görevlendirilen müdafinin etkin bir hukuki yardımda bulunmadığını (görevini gerektiği gibi yerine getirmekten kaçındığını) tespit etiklerinde -özen yükümlülükleri gereği- gerekli müdahalelerde bulunmalıdır.

76. Anılan hakkın, ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye, kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri, [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

77. Müdafi yardımından yararlanma hakkının yukarıda bahsedilen bazı gerekleri ilgili usul kurallarında da belirtilmiştir. Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun'da müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması, soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi, resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi, davranışları nedeniyle hazır bulunması hâlinde duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/10-182, K.2011/204, 11/1/2011). 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilecektir. Aynı Kanun’un 151. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre sanığa atanan müdafi, duruşmaya gelmez, duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapmak zorundadır.

78. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz.

79. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, mahkemece susmasından olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın, kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemecebu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir.

80. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır; kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önceşüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

81. Somut olayda başvurucular gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmak ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucuların belirtilen şartlarda 8 ile 13 gün arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.

82. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, kendileri ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların savunma hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.

83. Sonradan (yargılama devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur.

84. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

85. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür..

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

86. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

87. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak ise suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul süre şikâyetiyle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).

88. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).

89. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda yaklaşık 13 yıl 10 ay 25 gün sürdüğü anlaşılan yargılamanın süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

90. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Diğer İhlal İddiaları

91. Başvurucular özel statülü mahkemelerde yargılandıklarını, kararda adı geçen örgütün uydurulduğunu, masumiyet karinelerinin ihlal edildiğini, yargılamanın sonucun adil olmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

92. Başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki yukarıdaki tespit dikkate alındığında Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin kabul edilebilirliği ve esası hakkında ayrıca karar verilmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

D. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

93. Başvurucular azami gözaltı süresinin aşıldığını ve haksız yere gözaltına alındıklarını ileri sürmüşlerdir. Başvurucu Yusuf Karakuş ayrıca gözaltındayken haklarının hatırlatılmadığını ve yakınlarına haber verilmediğini, kendisine isnat edilen eylemlerin bir kısmının mahkûmiyete konu olmadığını, bu eylemlerden haksız yere tutuklandığını iddia etmiştir.

94. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'ungeçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18). Somut olayda başvurucuların gözaltı durumunun 14/5/2000 ve 19/5/2000 tarihlerinde tutuklanmalarıyla, başvurucu Yusuf Karakuş'un bir suç isnadına bağlı tutukluluk durumunun da 28/7/2005 tarihinde tahliye olmasıyla son bulduğu anlaşılmıştır.

95. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucular Hasan Kılıç ve Yusuf Karakuş Yönünden

96. Başvurucular, ifadelerinin kollukta işkence yapılmak suretiyle alındığını ve böylelikle işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

97. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Başvurucunun bireysel başvuru konusu şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında bu makamlara sunması, bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir(İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17).

98. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesi -"Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır (Tahir Canan, § 25).

99. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55)

100. Başvurucuların şikâyetleri açısından maddi olayın ortaya çıkarılması, olayda sorumluluğu bulunanların tespiti ve cezalandırılması şeklinde makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte olan yolun etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi yolu olduğu anlaşılmaktadır (Zeki Güngör, B. No: 2013/8491, 31/3/2016, § 40). Ancak başvuru konusu olaya yönelik resen ya da başvurucuların ihbarı üzerine başlatılmış bir ceza soruşturması bulunmadığı tespit edilmiştir.

101. Devletin sahip olduğu etkili soruşturma yükümü kapsamında, işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler mevcut olduğunda müdahale üçüncü kişilerden dahi gelmiş olsa şikâyet ya da ihbar yapılmadığında bile resen soruşturma açılmasının sağlanması gerektiği açıktır (Tahir Canan, § 25). Bununla birlikte devletin sahip olduğu resen soruşturma yükümünü yerine getirmemesi; bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği başvurucuların sahip olduğu, iddialarını idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletme yükümlülüğünü ortadan kaldırmamaktadır(Zeki Güngör, § 42).

102. Başvurucuların kolluk görevlileri tarafından darbedildiği iddiası karşısındamaddi olayın aydınlatılması ve olası cezai sorumluluğun belirlenmesi konusunda etkili yolun ceza soruşturması olduğu ancak dosyadan başvurucuların ceza soruşturması başlatılması amacıyla adli makamlara bir başvuruda bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucular da anılan tespitin aksine bir delil sunmamışlardır. Buna göre Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına giren eylemlere maruz kalındığı iddialarını ileri süren başvurucuların adli makamları hareket geçirmek için bir başvurusunun da olmadığı dikkate alındığında başvuruya konu olayın -bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği- Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.

103. Somut olayda başvurucuların hukuk sisteminde mevcut yargısal yolları tüketmeksizin bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

104. Açıklanan nedenlerle başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Başvurucu Mehmet Şahin Yönünden

105. Başvurucu; ifadelerinin kollukta işkence yapılmak suretiyle alındığını, bu hususun doktor raporlarına geçmediğini, ilgiler hakkındaki soruşturmanın takipsizlik kararıyla sonuçlandığını ve böylelikle işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

106. 6216 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 17).

107. Somut olayda başvuru konusu kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği anlaşılmıştır (bkz. § 33).

108. Açıklanan nedenlerle başvurunun, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

F. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

109. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

110. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle başvurucular Hasan Kılıç 100.000 TL, Yusuf Karakuş 10.000 TL, Mehmet Şahin 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucular diğer haklarının ihlal edilmesi nedeniyle ayrıca 500.000 TL maddi (Hasan Kılıç), 100.000 TL manevi (Yusuf Karakuş), 10.000 TL manevi (Mehmet Şahin)tazminat talep etmiştir.

111. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

112. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (CMK 250. madde ile görevli) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

113. Makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Yusuf Karakuş ve Mehmet Şahin'e talepleri de dikkate alınarak ayrı ayrı net 10.000 TL, başvurucu Hasan Kılıç'a 18.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

114. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucu Hasan Kılıç'ın uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu Hasan Kılıç'ın bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İşkence yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların başvuru yollarının tüketilmemesi ve zaman bakımından yetkisizlik nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2006/294, K.2013/8) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucular Yusuf Karakuş ve Mehmet Şahin'e ayrı ayrı net 10.000 TL, başvurucu Hasan Kılıç'a 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/12/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ OĞUZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/15506)

 

Karar Tarihi: 12/6/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Ali OĞUZ

Vekilleri

:

1. Av. Meral HANBAYAT

 

 

2. Av. Ümit SİSLİGÜN

 

 

3. Av. Mehmet Ali KIRDÖK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan beyanların belirleyici kanıt olarak mahkûmiyete esas alınması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/9/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden temin edilen ek bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:

8. 13/3/1998 tarihinde iki kişinin sokaktaki durumundan şüphelenilerek kolluk görevlilerince üzerilerinde arama yapılması sonucu bir tabanca, Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu(TKP/ML-TİKKO) silahlı terör örgütüne ait bağış makbuzu ve pankart ele geçirilmiştir. Bunun üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesince operasyon başlatılmıştır.

9. Anılan operasyon kapsamında, yakalanan örgüt üyelerinin beyanları ve yer göstermeleriyle birden çok örgüt üyesi yakalanmıştır. Yakalanan diğer sanıklardan H.İ., müdafii olmaksızın alınan kolluk ifadesinde Bra kod adlı başvurucunun Anadolu Yakası'nda kendisine bağlı olarak faaliyet gösterdiğini; başvurucuyla birlikte bir polis otosuna ateş etme eylemini gerçekleştirdiklerini belirtmiştir. H.İ. savcılık ifadesinde emniyet ifadesini, yer gösterme, yüzleştirme ve teşhis tutanaklarını kabul etmediğini; P.A. isimli şahsın Kalaşnikof marka silahı denedikten sonra saklaması için başvurucuya verdiğini beyan etmiştir. H.İ. mahkeme önündeki savunmasında ise polisteki ifadesinin baskı ve işkence yoluyla kendisine imzalatıldığını, başvurucuya silah verdiğini, doküman vermediğini ifade etmiştir.

10. Müdafisiz olarak gerçekleştirilen yer göstermede diğer sanık H.İ.nin gösterdiği evde başvurucu ile bir başka sanık yakalanmıştır. Müdafisiz olarak gerçekleştirilen bu yer gösterme işlemi sonrasında bir adet uzun namlulu silah, bir adet tabanca, bir adet bıçak ve muhtelif yayınlar ele geçirilmiştir. Bunun üzerine başvurucu 20/3/1998 tarihinde gözaltına alınmıştır.

11. Başvurucunun gözaltına alındığı tarihten sonra düzenlenen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Şube Müdürlüğü Adli Tabipliğinin 25/3/1998 tarihli raporunda başvurucunun muayenesinde sağ el parmaklarında fonksiyon bozukluğu, sağ omuz ve kolda subjektif ağrı tespit edildiği, Haseki Hastanesinden alınan 21/3/1998 tarihli raporda ve çekilen grafilerde ise herhangi bir bulgu saptanmadığı belirtilmiştir.

12. Başvurucu -gözaltı sırasında müdafi yardımı olmaksızın verdiği ifadesinde- 1997 yılında örgüte kazandırıldığına ve örgütün Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi semt komitesinde görev aldığına, iki kişiden örgüt için vergilendirme adı altında para toplamaya çalıştığına, Ümraniye'deki polis otosuna silahla ateş etme eylemine katıldığına, yine Ümraniye'deki bir parti binasına ateş ettiğine ilişkin suçlamaları kabul etmiştir.

13. Sonrasında DGM Cumhuriyet Başsavcılığındaki müdafi yardımı almaksızın verdiği ifadesinde kollukta baskı altında ifade verdiğini, kendisine kötü muamelede bulunulduğunu ve buna ilişkin adli rapor bulunduğunu, tutanakları zorla imzaladığını, evde ele geçen silahların herhangi bir örgütle ilişkisinin olmadığını belirterek hiçbir suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiş ve kendisine kötü muamelede bulunan polisler hakkında işlem yapılmasını talep etmiştir.

14. Başvurucu müdafi yardımı aldığına ilişkin bir bilgi içermeyen sorgu tutanağı uyarınca DGM'deki sorgusunda, kolluktaki ifadesini baskı altında verdiğini belirterek kolluk ifadesini reddetmiş; savcılık ifadesini ise kabul etmiştir. Başvurucu 25/3/1998 tarihinde TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün üyesi olmak suçundan tutuklanmıştır.

15. Başvurucu hakkında, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 1/5/1998 tarihli iddianamesiyle TKP/ML-TİKKO silahlı terör örgütünün üyesi olma ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarından kamu davası açılmıştır.

16. Başvurucu, kovuşturma evresinde de kolluktaki ifadesinin baskıyla elde edildiğini belirterek ifadesini kabul etmemiştir.

17. Yargılama sırasında başvurucunun da hazır bulunduğu 26/2/2001 tarihli celsede beyanda bulunan mağdur M.A., yolunu keserek para isteyen kişinin başvurucu olmadığını belirtmiştir.

18. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılmasının ardından yargılamanın devam edildiği İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) 8/4/2009 tarihli kararıyla başvurucunun örgütün sair efradı olma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesinde; mahkûmiyete sanığın emniyetteki samimi beyanlarını, diğer sanıkların bu ifadeyi doğrulayan beyanlarını ve tüm dosya kapsamını dikkate aldığını ifade etmiştir.

19. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 8/6/2010 tarihli kararıyla hüküm, örgüt adına vahamet arz eden olayların fiilen gerçekleştirildiği, dolayısıyla eylemlerin anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçunu oluşturduğunun gözetilmediği gerekçesiylebaşvurucu yönünden bozulmuştur.

20. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi 30/4/2013 tarihli kararıyla bozmaya uyarak başvurucunun diğer sanıklarla birlikte silahlı terör örgütünün üst düzey sorumlusu olduğunun, birlikte örgüt adına aldıkları kararlar doğrultusunda eylemler yaptığının, sanıkların emniyet ve savcılık ifadeleri, teşhis ve yer gösterme tutanakları, yakalanan silah ve örgütsel dokümanlar ve dosyadaki diğer tüm mevcut delillerden anlaşıldığını belirterek silahlı terör örgütünün emir ve kumandayı haiz yöneticisi olarak anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçundan neticeten müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçunun, mahkûm edilen diğer suçun bir unsurunu oluşturması nedeniyle bu suçtan ayrıca ceza tertibine yer olmadığına karar vermiştir.

21. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/5/2014 tarihli kararıyla hüküm onanmıştır.

22. Karar, başvurucuya 12/9/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 17/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk için bkz. Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433, 9/11/2017,§§ 27-40).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu; genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadığı sırada baskı altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere dayanılarak mahkûmiyetine karar verildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

30. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69; Yavuz Arslan, § 47).

31. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70; Yavuz Arslan, § 48).

32. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, § 49).

33. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73; Yavuz Arslan, § 50).

34. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren şüpheliyeavukata erişim hakkı sağlanması, kendini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

35. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79; Yavuz Arslan, § 52).

36. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78; Yavuz Arslan, §53).

37. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır, bu durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

38. Somut olayda başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanması, ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucunun gözaltında tutulduğu tarihlerde, anılan mevzuat gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlarda 20/3/1998 ile 25/3/1998 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.

39. Başvurucunun gözaltına alındıktan sonra ve emniyette tutulduğu sırada fiziki cebire uğradığına yönelik iddiasının ciddiye alınmasını gerektiren adli tabip raporu bulunmaktadır (bkz. § 11). Ayrıca başvurucu, savcılık ifadesinden itibaren her aşamada müdafii hazır bulunmaksızın alınan kolluk ifadesini baskı altında verdiğini belirtip bu ifadelerin içeriğini kabul etmemiştir.

40. Mahkûmiyet kararının gerekçesi dikkate alındığında başvurucunun gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen ifadesinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı görülmektedir (bkz. §§ 18, 20). Hükme esas alınan diğer sanığın teşhis ve yer gösterme işlemleri müdafisiz olarak gerçekleştirilmiş olup sonraki aşamalarda diğer sanık tarafından kabul edilmemiştir (bkz. § 9). Ayrıca, silahlar ve muhtelif yayınlar müdafisiz olarak gerçekleştirilen yer gösterme işlemi sonrasında ele geçirilmiştir (bkz. § 10).

41. Diğer yandan yargılamanın ileriki aşamalarında başvurucuya sağlanan avukat yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında savunma hakkına verilen zararı gideremediği görülmektedir. Başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamaması ve bu nedenle savunma hakkına verilen zarar, yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellemiştir. Bu sebeple yargılamanın daha sonraki aşamalarında adil yargılanma hakkının diğer güvencelerinin yerine getirilip getirilmediğinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

42. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Celal Mümtaz AKINCI ve M. Emin KUZ bu görüşe katılmamışlardır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

44. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ve tazminat taleplerinde bulunmuştur.

45. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

46. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

47. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

48. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Celal Mümtaz AKINCI ve M. Emin KUZ'un karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından faydalanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2010/269, K.2013/105) GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Tazminata ilişkin talebin REDDİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Gözaltı sırasında müdafi hazır bulunmadan alınan ifadelerin belirleyici kanıt olarak mahkûmiyete esas alınması sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Bölümümüz çoğunluğu, mahkûmiyet kararının gerekçesinden, başvurucunun gözaltında bulunduğu sırada müdafii olmaksızın elde edilen ifadesinin belirleyici şekilde hükme esas alındığının anlaşıldığını, hükme esas alınan diğer sanığın teşhis ve yer gösterme işlemlerinin müdafisiz olarak ve başvurucunun yokluğunda gerçekleştirildiğini ve sonraki aşamalarda diğer sanık tarafından kabul edilmediğini belirterek, başvurucunun gözaltında avukat yardımından yararlanamamasının ve bundan dolayı savunma hakkına verilen zararın yargılamanın bir bütün olarak adil olmasını engellediği gerekçesiyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır (§§ 40,41).

Kararın gerekçesinde; ceza yargılamasında savunma hakkının güvence altına alınması, savunma hakkının sağladığı güvenceler, şüpheli ve sanığın savunma için meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması, bu kapsamda müdafi yardımından yararlanma hakkı ve bu hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması zorunluluğu konusundaki genel ilkeler tekrarlanmaktadır (§§ 30-37).

Bununla birlikte, ilkelerin somut olaya uygulanmasıyla ilgili paragraflarda yapılan bazı değerlendirmelere katılmak mümkün görünmemektedir.

Somut olayda diğer sanığın savcılıktaki ifadesinde, müdafii olmaksızın alınan kolluk ifadesini, yer gösterme, yüzleştirme ve teşhis tutanaklarını kabul etmemesine rağmen bir şahsın “Kalaşnikof marka silahı denedikten sonra saklaması için başvurucuya verdiğini beyan et[tiği]… mahkeme önündeki savunmasında ise… başvurucuya silah verdiğini, doküman vermediğini ifade et[tiği]”, bu sanığın gösterdiği evde başvurucu ile bir başka sanığın yakalandığı ve arama sırasında “bir adet uzun namlulu silah, bir adet tabanca, bir adet bıçak ve muhtelif yayınlar[ın]” ele geçirildiği ve bunun üzerine başvurucunun gözaltına alındığı dikkate alındığında (§§ 9, 10), mahkûmiyet kararında, “başvurucunun gözaltında müdafii olmaksızın elde edilen ifadesinin belirleyici biçimde hükme esas alındığı” yönündeki değerlendirmenin (§ 40) isabetli olmadığı düşünülmektedir.

Öte yandan, diğer sanığın hükme esas alınan “teşhis ve yer gösterme işlemleri[nin] müdafisiz olarak ve başvurucunun yokluğunda gerçekleştirilmiş ol[duğu ve] sonraki aşamalarda diğer sanık tarafından kabul edilme[diği]” yönündeki tespit ve değerlendirmelerin (§ 40), başvurucunun zaten bu yer gösterme sırasında yakalandığı ve diğer sanığın savcılıktaki ifadesi ve mahkemedeki savunması sırasında hükme esas alınan kabulleri karşısında (§§ 9, 10), olgularla örtüşmediği anlaşılmaktadır.

Kuşkusuz soruşturmanın başlangıç safhasında, gözaltında bulunan kişinin müdafii hazır bulunmadan ifadesinin alınması ve bu ifadenin sonucunda elde edilen delillerin belirleyici olarak hükme esas alınması adil yargılanma hakkını ihlal eder. Bununla birlikte, başvurucu hakkındaki mahkûmiyet kararının sadece gözaltı sırasında alınan ifadelere dayanmadığı, başvurucunun başka bir sanıkla birlikte yakalandığı evde ele geçirilen silahların ve yer gösteren sanığın savcılık safhasındaki ifadesi ile mahkeme önündeki savunmasının yanında başvurucunun, yakalandığı evde söz konusu silahların ele geçirildiğine itiraz etmemesi, ancak bunu başka bir şekilde açıklamaya çalışması da dahil olmak üzere mahkemedeki savunmasının da hükme esas alındığı görülmektedir.

Dolayısıyla başvurucunun müdafii hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadelerinin dışında bunları destekleyen ve delillerin sıhhati konusundaki kuşkuları gideren delillere de dayanıldığı ve gözaltında avukat yardımından yararlanamamasının, bir bütün olarak yargılamanın adil olmasını engellemediği değerlendirilmektedir.

Sonuç olarak, başvurucunun gözaltında müdafi yardımından yararlanmadan verdiği ifadenin mahkûmiyet kararına esas alınan tek ve belirleyici delil niteliğinde olmadığı, bu sebeple somut olayda bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetinin zedelenmediği ve adil yargılanma hakkının ihlal edilmediği düşüncesiyle, çoğunluğun ihlal kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Celal Mümtaz AKINCI

Üye

M. Emin KUZ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YÜKSEL YİĞİTDOĞAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12755)

 

Karar Tarihi: 12/6/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2018-30483

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucu

:

Yüksel YİĞİTDOĞAN

Vekili

:

Av. Gülizar TUNCER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlalin yeniden yargılamayla giderilebileceğine dair kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. 1968 doğumlu olan başvurucu, Kocaeli 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta; hakkında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infaz edilmektedir.

10. Başvurucu, (kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) 12/9/2008 tarihli kararıyla anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 18/3/2010 tarihinde kesinleşmiştir.

11. Başvurucu, mahkûmiyetiyle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 7/10/2010 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; gözaltında tutulduğu süre boyunca işkence gördüğü, işkence iddialarıyla ilgili herhangi bir soruşturma yürütülmediği, mahkûmiyet kararının gözaltındayken müdafi yardımı almaksızın verilen ifadelere dayandığı, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığı, yargılamanın çok uzun sürdüğü, tanık dinletme ve tanık sorgulama taleplerinin reddedildiği hususlarını şikâyet konusu yapmıştır.

12. AİHM 3/6/2004 tarihli (Yiğitdoğan/Türkiye, B. No: 72174/10) kararıyla -aynı konuya ilişkin Salduz/Türkiye (B. No: 36391/02, 27/11/2008, §§ 56-63) kararına da atıf yapmak suretiyle- başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Anılan ihlal tespiti dikkate alınarak başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin diğer şikâyetlerinin incelenmesine gerek görülmemiştir. Ayrıca AİHM, başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) işkence yasağını düzenleyen 3. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine de karar vermiştir. AİHM, başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; ayrıca kararında başvurucunun talep etmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını belirtmiştir.

13. Başvurucu 9/3/2015 havale tarihli dilekçeyle anılan ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi 8/4/2015 tarihli ek kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinde öngörülen şartları taşımadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"Hükümlünün yargılanmanın yenilenmesi talebinde ileri sürdüğü tüm sebeplerin yargılama aşamasında ileri sürülmüş olması, İstanbul Kapatılan 9. Ağır Ceza Mahkemesincebu sebeplerin tartışılarak savunmaya itibar edilmemiş ve hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş olması veverilen kararınYargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş bulunması karşısında hükümlünün talebinin CMK 311. maddesinde belirtilen yargılanmanın yenilenmesi sebeplerinden sayılmadığı anlaşılmakla, CMK 318 ve 319 maddeleri gereğince yargılanmanın yenilenmesi talebinin kabule değer olmadığına karar vermek gerekmiştir."

14. Başvurucu; AİHM'in kararıyla gözaltında müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini, kabul edilebilir bulunan diğer iddiaların incelenmesine gerek görülmediğini, uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir.

15. İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi 11/6/2015 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını reddetmiştir.

16. Bu karar, başvurucu müdafiine 29/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

...

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

 (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. "

19. 5271 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi şöyledir:

"İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlali suretiyle bir ceza hükmünün verildiğini tespit eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararlarından, 15.6.2012 tarihi itibarıyla Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde denetlenmekte bulunanlar bakımından bu Kanunun 311 inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü uygulanmaz. Bu durumda olanlar, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabilirler.”

20. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

21. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

22. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye, § 51).

23. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

24.İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

25. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu vazgeçmenin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

26. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

27. AİHM; Sözleşme'nin 46. maddesi bağlamında, devletlerin taraf oldukları başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD],B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).

28. AİHM, taraf devletlerin -Mahkemenin kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138).

29. AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin 6. maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin 6. maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50).

30. AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki Hükûmetin itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu, AİHM'in ihlal kararına istinaden yaptığı yargılamanın yenilenmesi talebinin hukuka aykırı biçimde reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ile birlikte manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

33. Bakanlık, yargılamanın yenilenmesi talebini inceleyen yargı makamlarınca ulaşılan kanaate göre talebin reddine karar verildiğini belirtmiştir. Bakanlık;Sözleşme’nin 6. maddesinin yargılamanın yenilenmesi taleplerinde olduğu gibi sona ermiş bir davanın yeniden açılması hakkını güvenceye almadığına ilişkin AİHM içtihatlarına atıfta bulunmuş ve karar verilirken bu hususların dikkate alınmasının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu bildirmiştir.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta bireysel başvuru formundaki açıklamalarına atıfta bulunarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

37. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

38. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).

39. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

40. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

41. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımıyla gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

42. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilemeyecek şekilde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

43. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78). Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144; Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yardımından yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145; Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

44. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla ilgili olarak AİHM, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren bir suçla bağlantılı olarak gözaltında tutulan şüphelilerin müdafi yardımından yoksun bırakılmasının sistemik bir sorun olduğunu belirtmiş ve ihlal kararları vermiştir (Salduz/Türkiye §§ 56-63; Bayram Koç/Türkiye, B. No: 38907/09, 5/9/2017, § 23).

45. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).

46. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69). Nitekim AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, temel hak ve özgürlüklerin teoride olduğu gibi pratikte de etkili bir şekilde korunabilmesi amacıyla 5271 sayılı Kanun ile yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. 5271 sayılı Kanun, bu konuda ilgili yargısal mercilere takdir hakkı tanımayarak kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davanın yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görüleceğini öngörmüştür.

47. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemek Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).

48. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği mevzuatın yorumlanması ve uygulanması kural olarak derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi doğaldır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

49. Başvurucu, müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin karara istinaden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebi; yargılamanın yenilenmesi talebinde ileri sürülen hususların yargılama aşamasında da ileri sürüldüğü ve ilk derece mahkemesince bu hususların değerlendirilmesi suretiyle savunmaya itibar edilmeyerek bir karar verildiği, verilen kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş bulunduğu, dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinde belirtilen yargılanmanın yenilenmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

50. Somut olayda tartışılması gereken husus; AİHM'in ihlal kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi istemiyle derece mahkemesine başvuran başvurucunun müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialarının etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilip giderilmediğidir.

51. AİHM'in ihlal kararına konu olan olayda, terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 25/7/1999 tarihinde gözaltına alınan başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmasının ancak belirli bir aşamadan sonra mümkün olması nedeniyle başvurucuya gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucuya isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, başvurucunun ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın ve baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

52. AİHM, müdafi erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye, § 55).

53. AİHM tarafından verilen ihlal kararında Salduz/Türkiye kararına da atıf yapılarak başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada yürürlükte olan mevzuat uyarınca devlet güvenlik mahkemelerinin yargılama alanına giren suçlar yönünden avukata erişimin sistematik olarak reddedilmesinin tek başına Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen şartların yerine getirilmediği sonucuna ulaşmak için yeterli görüldüğü ifade edilmiş ve başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü diğer ihlal iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir. Gerekçede, talep edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağı da belirtilmiştir.

54. Anılan ihlal kararının kesin hükmün sıhhatini etkilediği, dolayısıyla yeniden yargılama yapılması konusunda ciddi bir gerekçe oluşturduğu hâlde 5271 sayılı Kanun'un uygulanması ile ilgili yapılan yorumun AİHM kararıyla örtüşmediği, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği ölçüde ve özende bir inceleme içermediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediği, müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilemediği anlaşılmıştır.

55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınanmüdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

56. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

57. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

58. Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

59. Başvurucuyla ilgili AİHM kararındaki ihlal tespitleri çerçevesinde müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

60. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi (E.1999/286) yerine bakan mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EROL KAPLAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/14284)

 

Karar Tarihi: 27/6/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2018-30491

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. Erol KAPLAN

 

 

2. Fazıl Ahmet TAMER

 

 

3. Hasan DEMİR

Vekili

:

Av. Mert Er KARAGÜLLE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yasak usullerle ve müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadelere dayanılarak mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/8/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucular Hakkındaki Yargılama Süreci

9. Başvurucular, yasa dışı bir örgüt olan "Türkiye Halk Kurtuluş Partisi (THKP)-Yeniden Kuruluş Birliği/Halkın Kurtuluş Güçleri"ne karşı İstanbul Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen operasyon kapsamında 19/4/1994 tarihinde gözaltına alınmış ve sorgulanmak üzere Terörle Mücadele Şubesine götürülmüştür.

10. Yakalama tutanağına göre başvurucular, Zeytinburnu'nda bir kahvehanede yakalanmışlardır. Tutanakta ayrıca başvurucuların Fazıl Ahmet Tamer yönetimindeki 34 F... 94 plakalı araçtan indikleri, kahvehanede başvurucular dışındaki diğer örgüt mensuplarının da yakalandığı belirtilmiştir. Araçta yapılan aramada üç adet el bombası, üç adet otomatik silah, iki adet tabanca, bol miktarda mermi, iki adet el telsizi, bir adet maske, iki adet maymuncuk ve ip ele geçirilmiştir.

11. Arama sırasında hazır bulunan Bomba İmha Uzmanı Polis Memuru K.T. başvurucuların yargılanması sırasında alınan beyanında; işini yaptığı sırada şüphelilerin orada bulunmadığını, tutanağın Emniyet Müdürlüğünde düzenlendiğini ifade etmiştir. Başka bir kolluk memuru da başvuruculardan Hasan Demir'in başka bir yerde (evde) yakalandığını beyan etmiştir.

12. Müdafileri, başvurucular Hasan Demir ve Fazıl Ahmet Tamer ile görüşmek için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığından 22/4/1994 tarihinde izin almıştır. Verilen izin, anılan başvurucuların yer gösterme için başka bir yerde bulundukları gerekçesiyle yerine getirilmemiştir.

13. Başvuruculara 19/4/1994 ile 27/4/1994 tarihleri arasında birçok defa yer gösterme işlemi yaptırılmıştır. Müdafileri olmaksızın hazırlanan tatbikatlı ve ifadeli yer gösterme tutanaklarına göre başvurucular isnat edilen birçok yasa dışı eylemi ikrar etmiş; kendilerini ve diğer şüphelileri suçlayıcı beyanlarda bulunmuşlardır.

14. 19/4/1994 tarihli ifadeli teşhis tutanağında belirtilen yerde (başvurucular Hasan Demir ve Erol Kaplan tarafından kullanıldığı iddia edilen evde) yapılan aramalarda tabanca ve örgütsel dokümanlar bulunmuştur. Örgüt tarafından depo olarak kullanıldığı iddia edilen yerde 20/4/1994 ve 26/4/1994 tarihlerinde yapılan aramalarda ise çok sayıda patlayıcı madde, tabanca, mermi ve örgütsel doküman ele geçirilmiştir. Anılan arama başvurucuların yer göstermeleri sonucu yapılmıştır.

15. Başvurucu Hasan Demir, kollukta yer gösterme sırasında alınan beyanlarının dışında ayrıca ifade vermemiş; diğer başvurucular kollukta ayrıca verdikleri ifadelerinde üzerlerine atılı suçlamaları kabul etmiştir. Başvurucuların ifadeleri; hakları hatırlatılmadan, müdafileri olmaksızın alınmıştır.

16. Başvurucu Fazıl Ahmet Tamer ve Erol Kaplan İstanbul DGM Başsavcılığındaki 2/5/1994 ve DGM Sorgu Hâkimliğindeki 3/5/1994 tarihli ifadelerinde suçlamaları inkâr ederek kolluk ifadelerinin ve tutanak içeriklerinin doğru olmadığını beyan etmiştir. Diğer başvurucu ise DGM Başsavcılığı ve Sorgu Hâkimliğinde aynı tarihlerde alınan ifadelerinde, tutanak içeriklerinin doğru olmadığını belirtmiştir. Müdafileri hazır bulunmaksızın başvurucuların ifadeleri alınmıştır.

17. Başvurucular 3/5/1994 tarihinde tutuklanmış ve 30/5/2001 tarihinde tahliye edilmiştir.

18. Başvurucular hakkında anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışma suçunu işlediklerinden bahisle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 11/7/1994 tarihli iddianamesiyle İstanbul 4 No.lu DGM'de (E.1994/457) kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuların örgütsel konumlarına ilişkin olarak;

i. Başvurucu Hasan Demir'in örgütün siyasi sorumlusu ve lideri olduğu, örgüt adına çok sayıda eylemi planlayıp bu eylemlerin talimatını verdiği, sahte kimlikle hücre evinde diğer başvurucu Erol Kaplan ile birlikte kaldığı, on adet silahlı yağma, hırsızlık ve hırsızlığa kalkışma eylemi gerçekleştirdiği,

ii. Başvurucu Fazıl Ahmet Tamer'in örgütün basın yayın ve depo sorumlusu olduğu, kaldığı yerde 6/5/1992 tarihinde yapılan aramada çok sayıda örgütsel doküman ele geçirildiği, örgüt adına on beş adet hırsızlık, hırsızlığa teşebbüs, patlayıcı madde atma, silahlı yağmaya teşebbüs eylemine katıldığı,

iii. Başvurucu Erol Kaplan'ın örgütün kurucu üyelerinden olduğu, değişik kod adları kullandığı, örgüt adına bildiri dağıtma, silahlı ve askerî eğitim alma, örgüt adına yirmi dokuz adet hırsızlık, pankart asma, silahlı çatışma, silahlı yağma, patlayıcı madde atma, bildiri dağıtma eylemine katıldığı iddia edilmiştir.

19. Başvuruculara isnat edilen eylemlerin bir kısmı şöyledir: 2/11/1990 tarihinde Şişli ilçesindeki T. T. Bankasından hırsızlık, 13/12/1990 tarihinde Üsküdar’daki T. H. Bankası Şubesinde hırsızlık, 17/10/1991 tarihinde Eminönü ilçesindeki E. Şubesine patlayıcı madde koyma, 30/12/1991 tarihinde Beşiktaş ilçesindeki S... Oteli oto garajına patlayıcı madde koyma, 29/6/1991 tarihinde Bursa Gemlik İlçesi A. Şirketi deposunda silahlı gasp.

20. 16/6/2004 tarihli ve 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılması ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun'un geçici 1. maddesi ile devlet güvenlik mahkemelerinin görev ve yetkilerine son verilmiş; aynı Kanun'un geçici 2. maddesi gereğince başvurucu hakkındaki yargılama, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.

21. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK mülga 250. madde ile görevli) anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etme suçunu işlediklerinden bahisle 27/4/2007 tarihinde başvurucuların mahkûmiyetine karar vermiştir. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13/2/2008 tarihli kararıyla bozulmuştur.

22. Başvurucular bozma sonrası yapılan yargılama sonunda İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/5/2012 tarihli kararıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya teşebbüs suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 146. maddesi gereğince müebbet hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. İlk derece mahkemesi başvurucuların ikrarları, yer gösterme ve arama tutanakları, ele geçirilen silahlar, teşhis tutanakları, ekspertiz raporları ve diğer sanıkların ifadelerini bütün olarak değerlendirerek sanıkların isnat edilen eylemleri işlediğine dairkesin kanaate ulaştığını gerekçesinde ifade etmiştir.

23. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 21/3/2014 tarihli ve 2012/287540 numaralı tebliğname şöyledir:

"19. 04.1994 tarihinde sanıkların içerisinde bulundukları 34 F... 94 plakalı araçta yakalanan çeşitli cins ve miktarda patlayıcı madde ve tabanca, 19.04.1994 tarihli ifadeli teşhis tutanağında belirtilen yerde Hasan Demir [başvurucu] ve Erol Kaplan [başvurucu] tarafından kullanılan örgüt evinde yapılan aramalarda ele geçirilen tabanca ve örgütsel dökumanlar, sanıklarca depo olarak kullanılan yerde 20.04.1994 ve 26.04.1994 günü yapılan aramada ele geçirilen çok sayıda patlayıcı madde, otomatik tabanca, tabanca, mermi, patlayıcı madde ve örgütsel dökümanların ele geçirildiği sabit ise de; sanıkların yakalandıkları ve gözlem altına alındıkları 19/04/1994 tarihli Zeytinburnu ilçesi [İ.] Bankası şubesini soyma girişiminin vahamet arz eden bir eylem olarak kabul edilememesi yanında henüz icrai işlemlere başlanılamaması nedeniyle sanıkların atılı hırsızlık eyleminden sorumlu tutulmalarının mümkün olmaması, bunun dışında mahkemece numara verilmek suretiyle belirtilen vahamet arz eden eylemleri ise sanıkların gerçekleştirdiklerine ilişkin olarak herhangi bir görgü şahidi, parmak izi ya da başkaca delil bulunduğuna ilişkin dosyada mahkumiyete yeterli her türlü kuşkudan uzak kesin ve inandırıcı delile rastlanmadığı, sanıklar aleyhine vahamet arz eden eylem olarak sadece 29.06.1991 tarihinde Bursa ili Gemlik ilçesi [A.] şirketine ait işyerinden patlayıcı madde gasp edilmesi olayına ilişkin olarak beyanları hükme esas alınan tanıklar [İ.K.] ile [R.Ö.nün] ifadeli teşhis tutanaklarının dosya arasında bulunduğu, sanıkların ise 26.04.1994 tarihli sanıklar Fazıl Ahmet Tamer [başvurucu] ve Erol Kaplan'a [başvurucu] ait tatbikatlı yer gösterme tutanağı, yine aynı tarihli sanık Erol Kaplan ve Fazıl Ahmet Tamer'e ait yer gösterme tutanağı, 23.04.1994 -25.04.1994 ve 26.04.1994 tarihli sanıklar Erol Kaplan'a ait yer gösterme tutanakları ile avukat yardımından faydalandırılmaksızın verdikleri kolluk beyanlarını baskı altında verdiklerini, işkenceye maruz kaldıklarını beyan etmeleri, (sanık Erol Kaplan'ın ise kollukta beyanda bulunmadığına ilişkin 15.07.1997 tarihli tutanak), bunun dışında beyanı hükme esasa alınan tanıklar [İ.K.] ile [R.Ö.nün] kollukta önce [T.D.]isimli bir şahsı teşhis etmeleri (daha sonra tanık [İ.K.] hakkında Bursa Ağır Ceza Mahkemesinin 1995/265 esas sayılı dosyasında yalan tanıklıktan dolayı dava açılması, [T.D.] isimli şahsın ise Bursa 1.Ağır Ceza Mahkemesinin 1993/135 esas sayılı dosyasında gasp suçundan yargılanıp beraat etmesi) daha sonra 23.04.1994 tarihli ifadeli teşhis tutunağında ise Hasan Demir ve Erol Kaplan'ı teşhis ettiklerine ilişkin kollukta alınan beyanlarından dönüp tanık [İ.K.nın] 22.01.1997 tarihli duruşmada huzurdaki sanıkları tanımadığını, daha önce hiç görmediğini, polis kendisini çağırdığında kendisini "budur" diyerek zorladığı için beyanda bulunduğunu beyan etmesi, savcılık ve mahkeme beyanları arasında bariz çelişkiler bulunması, beraber teşhiste bulunduğu diğer tanık [R.Ö.nün] ise 26.03.1997 tarihli beyanında "kimseyi teşhis edemediğini, sadece olay yerine üç kişinin geldiğini beyan ettiğini, emniyette budur diye baskı yaptıkları için beyanda bulunduğunu, huzurda bulunan sanıkları tanımadığını daha önce hiç görmediğini" beyan etmesi, dosyada bulunan raporlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 19028/02 nolu başvurusu üzerine vermiş olduğu 24/07/2007 tarihli sanıkların işkenceye maruz kaldıklarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 3.maddesinin ihlal edildiğine ilişkin kararı ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında söz konusu beyanlar ve teşhis tutanaklarının anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçu bakımından hükme esas alınmasının mümkün olmaması karşısında; sanıkların eylemlerinin suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 168/1-2, 264/4-5-8 ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarını oluşturması, daha sonra yürürlüğe giren mevzuat hükümleri ile lehe değerlendirmenin yapılması suretiyle cezalandırılmaları yerine suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs etme suçundan mahkumiyetlerine karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden res'en de temyize tabi olan hükmün BOZULMASI ... Tebliğ olunur."

24. Başvurucuların kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 13/6/2014 tarihli kararıyla ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

25. Başvurucular onama kararından 31/7/2014 tarihinde haberdar olmuşlardır.

26. Başvurucular 26/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. Başvurucular Hakkında Düzenlenen Sağlık Raporları

27. İddialarına göre başvurucular, gözaltı sırasında kötü muameleye uğramış ve günlerce uykusuz bırakılmıştır. Başvurucular, gözaltı sona erdiğinde ve sonrasında birçok defa sağlık muayenesinden geçirilmiş ve haklarında adli raporlar düzenlenmiştir.

1. Başvurucu Fazıl Ahmet Tamer Yönünden

i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda, başvurucunun iki kolunda ağrı ve his kaybı olduğu belirtilmiş; üç gün iş göremezlik sonucuna varılmıştır.

ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliğinin 4/5/1994 tarihli raporunda; başvurucunun vücudunda boyun her iki omuz, sırt, göğüs ve el bileklerinde yaygın ağrı, her iki omuzda hassasiyet ve kızarık alanlar, omuz eklem hareketlerinde ve el bilek hareketlerinde kısıtlılık, ön kol hareketlerinde güçsüzlük, sol el bileğinde belirgin olmak üzere his ve motor kusuruna yer vermiştir.

iii. Başvurucu gözaltına alınmasından sorumlu polis memurları aleyhinde başlatılan soruşturma kapsamında 11/2/2000 tarihinde tekrar muayene edilmiştir. Başvurucu 1994 yılındaki gözaltı sırasında askı ve dayak gibi işkencelere maruz kaldığını, bunun da dört ay boyunca kollarında güç kaybına ve sol elde his kaybına neden olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bu muayene sonucunda başvurucuya on beş gün iş göremezlik raporu verilmiştir.

iv. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 3. İhtisas Kurulu tarafından 20/12/2000 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı ve kollarında tespit edilen lezyonların iddia edildiği gibi kollarından asılmasından kaynaklanmış olabileceği sonucuna varılmıştır.

2. Başvurucu Hasan Demir Yönünden

i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda, her iki kolda his kaybı ve ağrının bulunduğuna yer verilmiştir. Ayrıca başvurucunun sol ön kolunda kabuklaşmış 2 cm çapında bir lezyon, ekimoz ve alnın sol kısmında üç beş günlük, mor renkli 1 cm çapında ödem tespit edilmiştir. Adli raporda, bu yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığını ancak beş günlük iş göremezlik raporunun verilmesini gerektirdiği sonucuna varılmıştır.

ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından hazırlanan 4/5/1994 tarihli raporda; başvurucunun her iki omzunda, dirsek bölgesinde, göğüste yaygın hassasiyet, her iki kolda güçsüzlük, sol başparmakta uyuşukluk, yüzde iyileşmeye başlamış 2-3 cm'lik lezyon, sol dirsekte eritemli lezyon, sağ elde kabuklu lezyon, dirsek eklemi hareketlerinde kısıtlılık, güçsüzlük, vücudun farklı yerlerinde ağrı saptandığı belirtilmiştir.

iii. Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından başvurucu hakkında 12/5/1994 tarihinde düzenlenen başka bir raporda; başvurucunun vücudunda hâlen sol koltuk altı bölgede 2x1 cm'lik ciltte soyulma gösteren, etrafı kızarık lezyon, sırtta sol kürek kemiği orta iç alanda 2 cm'lik çizgisel iyileşmeye başlamış sıyrık, omurga üzerinde 3x2 cm'lik bölümde kabuğu soyulmaya başlamış ekimozlar tespit edildiği ifade edilmiştir. Bu raporda ayrıca sol el üzerinde, içinde ve sağ ayakta değişik boylarda yara, her iki omuz, sol ve sağ el özellikle başparmakta uyuşukluk, hissizlik olduğu, anılan yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığı ancak on günlük iş göremezlik raporu verilmesi gerektiği belirtilmiştir.

iv. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 13/10/2000 tarihinde düzenlenen raporda, başvurucunun hayati tehlikesinin bulunmadığı ve kollarında tespit edilen lezyonların iddia edildiği gibi yumrukla da husulünün mümkün olduğu sonucuna varılmıştır.

3. Başvurucu Erol Kaplan Yönünden

i. Başvurucu hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 2/5/1994 tarihinde düzenlediği sağlık raporunda; başvurucunun sol omuz ve dizinde sıyrıklar bulunduğu, anılan yaraların başvurucunun hayatını tehlikeye sokmadığı ancak bu durumun kendisine beş günlük iş göremezlik raporu verilmesini gerektirdiği belirtilmiştir.

ii. Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği tarafından hazırlanan 4/5/1994 tarihli raporda; sol kolda uyuşukluk ve hareket kısıtlılığı, sol diz anterior yüzünde 3-4 cm’lik ekimotik lezyonlar, sol ayak bileği üzerinde belirgin lezyonlar bulunduğunun tespit edildiği ifade edilmiştir.

iii. Eyüp Adli Tıp Şube Müdürlüğünün başvurucu hakkında 11/5/1994 tarihinde düzenlediği raporda; başvurucunun sol omuz, sol kol ve elde ağrı ve hareket kısıtlılığı, uyuşma ve karıncalanma, aktif hareketlerinde ileri derecede kısıtlılık, sol omuz başında köprücük kemiği orta bölümünde ince çizgili kabukları düşmüş sıyrıklı yara, belde 2-3 cm arasında değişen ekimozlu lezyon, göğüs kafesi sağ yanda şiddetli ağrı, sol diz altta iyileşmeye başlamış yara, sol ayakta iyileşmeye başlamış yara saptanmış ve bu durumun kendisine on günlük iş göremezlik raporu verilmesini gerektirdiği belirtilmiştir.

iv. Polis memurları aleyhinde başlatılan ceza davasında Ağır Ceza Mahkemesinin talebi üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 13/10/2000 tarihli raporda, 2/5/1994 ve 4/5/1994 tarihli raporlarda belirtilen erezyonların künt travma ile meydana gelmiş olduğu ifade edilmiştir.

C. Gözaltında Kötü Muamele Yapıldığı İddiasıyla Başlatılan Yargılama Süreci

28. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 21/6/1994 tarihinde, başvurucuların gözaltına alınmasından sorumlu sekiz polis hakkında işkence yaptıkları iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda Terörle Mücadele Şubesindeki birçok polis memuru sorgulanmıştır. Söz konusu polis memurları verdikleri beyanlarda, başvuruculara kötü muamele yapıldığı iddiasını kabul etmemiştir.

29. Başvurucular 6/12/1994 tarihinde polislerden şikâyetçi olmuşlardır.

30. Yargılama sonunda sanıklar hakkında açılan kamu davalarının -dava zamanaşımının gerçekleştiği gerekçesiyle- ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir. Anılan karar 27/5/2004 tarihinde kesinleşmiştir.

D. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Süreci

31. Başvurucular, gözaltı sırasında polis karakolunda işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ve şikâyetlerini sunmak için etkili bir başvuru yolunun bulunmadığını belirterek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuşlardır.

32. AİHM, anılan başvuruda Sözleşme'nin 3. madddesinin hem esas hem de usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir (Fazıl Ahmet Tamer ve diğerleri/Türkiye, B. No: 19028/02, 24/7/2007). İlgili kararda AİHM; gözaltından sonra başvurucuların durumu hakkında kesin ve birbiriyle uyumlu bilgiler içeren sağlık raporlarının ortaya koyduğu gibi başvurucuların tamamen kendilerini sorgulayan kişilerin insafına bırakıldıklarını, vücutlarındaki yaraların kaynağı konusunda ikna edici bir açıklamanın bulunmadığını, tarafların sunduğu delil unsurlarıyla işkenceye maruz kaldıklarının doğrulandığını belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin esas bakımından ihlal edildiğini, Ağır Ceza Mahkemesinin dosyanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle yargılamaya son vermesi nedeniyle de Sözleşme'nin 3. maddesinin usul açısından da ihlal edildiğini belirtmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

33. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

 “Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

34. 1412 sayılı mülga Kanun’un 135/A maddesi şöyledir:

 “İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez.”

35. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

36. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

37. 765 sayılı mülga Kanun’un 146. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Türkiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununun tamamını veya bir kısmını tağyir ve tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül etmiş olan Büyük Millet Meclisini iskata veya vazifesini yapmaktan men’e cebren teşebbüs edenler, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasına mahkum olur.”

38. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "İfade alma ve sorguda yasak usuller" kenar başlıklı 148. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

...

 (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez."

39. 5271 sayılı Kanun'un "Delilleri takdir yetkisi" kenar başlıklı 217. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir."

40. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

 “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.

Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.

Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

41. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır."

2. Yargı Kararları

42. Yüce Divanın 19/12/2012 tarihli ve E.2011/1, K.2012/1 sayılı kararında konuya ilişkin şu ifadelere yer verilmiştir:

 “Çağdaş hukuk sistemlerinde, hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında hükme esas alınıp alınamayacağı hususunda iki ayrı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisine göre, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasındaki kamu yararı ile kişinin hukuka aykırı olarak delil toplanması sırasında ihlal edilen hakkının dengelenmesi, kamu yararının ağır basması hâlinde hukuka aykırı olarak toplanmış olan delillerin hükme esas alınması, aksi hâlde bunların hükme esas alınmaması gerekir. İkinci görüşe göre ise delillerin hukuka aykırı olarak toplanması sırasında kişilerin temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği, maddi gerçeğin araştırılmasındaki kamu yararının ağırlığı dikkate alınmaksızın elde edilen hukuka aykırı deliller hükme esas alınmamalıdır.

Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak değerlendirilemez.'; 5271 sayılı Kanun’un 217. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, 'Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir' denilmiştir. Aynı Kanun’un 206. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ortaya konulması istenilen bir delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması hâlinde reddolunacağı; 230. maddesinde (1) numaralı fıkrasında ise mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtileceği, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterileceği kurala bağlanmıştır. Söz konusu kurallar dikkate alındığında, hukukumuzda toplanmaları sırasında kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilip edilmediğine bakılmaksızın hukuka aykırı delillerin ceza yargılamasında kullanılması yasaklanarak ikinci görüşün benimsendiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte doktrinde ve kimi Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği üzere, delillerin toplanması için yapılan işlemlerin geçerliliğini etkilemeyen şekle ilişkin basit usul hatalarının bu kapsamda değerlendirilmemesi gerekir…”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

43. Sözleşme'nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

a. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkı Yönünden

44. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında suç isnadı altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).

45. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

46. İlke olarak şüpheliyegözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

47. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

48. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

b. Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkı Yönünden

49. AİHM, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının -ceza muhakemesini ilgilendiren boyutunda- savunma hakkı ile bağlantılı olduğunu vurgulamakta ve delillerin kabul edilebilirliği ile ilgili olarak somut davada kullanılan delillerin sanığın hazır bulunduğu duruşmada silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri gözetilerek tartışılıp tartışılmadığını ya da söz konusu delillerin yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmamasına etkisini değerlendirmektedir (Tamminen/Finlandiya, B. No: 40847/98, 15/6/2004, §§ 40, 41; Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya, §§ 67, 68, 81-89). Delil sunmak veya bazı belgeleri istemek gibi davanın taraflarının inisiyatifine bırakılan konularda dahi mahkemenin gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fırkasındaki hakları güvence altına alma pozitif yükümlülüğü bulunduğuna değinilmektedir (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, §§ 76-78).

50. AİHM, bariz bir şekilde keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün -iç hukuk açısından hukuka aykırı olarak elde edilmiş kanıtlar da dâhil olmak üzere- kabul edilebilir olup olmadığına veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin kendi görevi olmadığını kararlarında ifade etmektedir. AİHM, kanıtların elde edilme yöntemi de dâhil olmak üzere yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığını ve Sözleşme’deki bir hakkın ihlali söz konusu ise tespit edilen ihlalin niteliğini inceleme konusu yapmaktadır (Jalloh/Almanya, § 95; Ramanauskas/Litvanya [BD], B. No: 74420/01, 5/2/2008, § 52; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, B. No: 11082/06, 13772/05, 25/7/2013, § 699).

51. AİHM’e göre iç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak -başvurucuya gerekli usule ilişkin güvencelerin sağlanmış olması ve materyalin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek yöntemlerle elde edilmemiş olması şartıyla- Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz (Chalkley/Birleşik Krallık (k.k.), B. No: 63831/00, 26/9/2002).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

52. Mahkemenin 27/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

53. Başvurucular; yargılamanın hakkaniyete uygun şekilde yürütülmediğini, gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada baskı ve işkence altında imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere/tutanaklara dayanılarak mahkûmiyet kararı verildiğini belirtmektedir.

54. Bakanlık görüş yazısında; Salduz/Türkiye kararına atıfla işkence ve kötü muamele sonucu elde edilen ikrarların kullanılmasının yargılamanın adilliğini zedeleyeceği ancak Mahkemenin kanaatini olay yeri krokileri, tutanaklar, ifadeler ve ele geçirilen materyallerin oluşturduğu belirtilmiştir.

55. Başvurucular başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

56. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

57. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

59. Ceza muhakemesinin amacı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Ancak bu amacın gerçekleştirilmesi için yapılan araştırma faaliyetleri sınırsız değildir. Maddi gerçeğin hukuka uygun bir şekilde ortaya çıkarılması, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gereklidir. Bu bakımdan ceza yargılamasında hukuka uygun yöntemlerle delil elde edilmesi, hukuk devletinin temel ilkelerinden sayılmaktadır. Bu kapsamda Anayasa'nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında da kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlanmıştır (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 42).

60. Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında hakkaniyete uygun yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca değerlendirme yaptığı birçok kararında kanuni bir temele dayanmadan veya hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin yargılamada kullanılmasıyla ilgili olarak ileri sürülen iddiaları, adil yargılanma hakkının güvencelerinden olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelemektedir. Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında bu konuda yapılan değerlendirmelerde Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrası da dikkate alınmaktadır (Orhan Kılıç, § 43).

61. Ancak bireysel başvuruya konu davadaki eylemlerin kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Dolayısıyla somut başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin rolü, derece mahkemelerince yapılan değerlendirmelerin ve varılan sonuçların hukuka uygunluğunu denetlemek değildir. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç, § 44).

62. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin görevi, belirli delil unsurlarının hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediğini tespit etmek değildir. Anayasa Mahkemesinin görevi, hukuka aykırı olduğu ilk bakışta anlaşılabilen veya derece mahkemelerince hukuka aykırı olduğu tespit edilen delillerin yargılamada tek veya belirleyici delil olarak kullanılıp kullanılmadığını ve bu hukuka aykırılığın bir bütün olarak yargılamanın adil olup olmamasına etkisini incelemektir (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § 46).

63. Bu konuda değerlendirme yapılırken delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurup doğurmadığının da dikkate alınması gereklidir (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 60). Bununla birlikte işkence ve kötü muamele gibi yasak yöntemlerle elde edilen delillerin mahkûmiyet hükmüne varılırken kullanılması adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir. Zira işkence ve kötü muamele sonucunda elde edilen delillerin kabul edilebilirliğine karar verilmesi, mutlak surette yasaklanan işkence ve kötü muameleye yönelik bir tolerans olarak değerlendirilme ve bu noktada ilgili kamu görevlerinin bu yöntemlere başvurmalarını teşvik gibi sonuçlar doğurabilir (Güllüzar Erman, § 64 ).

64. Diğer taraftan ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma hakkı tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002,8/12/2016,§ 69; Yavuz Arslan, B. No: 2014/16433, 09/11/2017, § 47).

65. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70; Yavuz Arslan, § 48).

66. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72; Yavuz Arslan, § 49).

67. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

68. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafii hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79; Yavuz Arslan, § 52).

69. Bireysel başvuru incelemelerinde ölçü norm Anayasa'dır, bu durumda kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önceşüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, § 48) ancak müdafiden yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145; Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

70. Somut olayda başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’un eklenen 31. maddesiyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucunun belirtilen şartlarda 19/4/1994 ile 3/5/1994 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.

71. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendileri ve diğer sanıkların gözaltında hakları hatırlatılmaksızın ve müdafileri olmaksızın baskı altında verildiği iddia edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Başvurucular, polisler tarafından düzenlenen "kendilerini ve diğer sanıkları suçlayıcı ifadeler içeren" tutanakları imzalamak zorunda kaldıklarını ifade etmiş; soruşturma evresinden itibaren bu beyanların kendilerine ait olmadığını belirtip itiraz etmişlerdir.

72. Başvurucuların gözaltına alınırken ve emniyette tutuldukları sırada manevi baskı ve kötü muameleye uğradığı Adli Tıp Kurumu raporlarıyla ve AİHM kararıyla maddi bir vakıa hâlini almıştır. Gerekçeli kararda delil olarak gösterilen diğer bulgular başvurucuların manevi baskı gördüğü dönemde tanzim edilmiş ve müdafi olmaksızın düzenlenmiş tutanaklar ile başvurucuların yer göstermesi sonucu elde edilmiş belge ve maddelerdir. Diğer bir ifadeyle başvurucular hakkındaki yargılama; başvurucuların gözaltında olduğu dönemde yer göstermeleri sonucu elde edilen yasa dışı maddeler, bu dönemde müdafileri olmaksızın alınmış beyanlar ve mahkemede doğrulanmamış teşhisler üzerine inşa edilmiştir.

73. Sonradan (yargılamanın devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya Mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir.

74. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafileri olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyet kararı verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların savunma hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.

75. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye ait olmakla birlikte somut olayda, mahkûmiyete belirleyici olarak esas alınan delillerin elde ediliş yöntemindeki hukuka aykırılıkların bir bütün olarak yargılamanın hakkaniyetini zedelediği, delillerin elde edildiği koşulların onların gerçekliği ve güvenilirliği üzerinde şüphe doğurduğu anlaşılmıştır. Bu itibarla mahkûmiyet kararı verilirken yasak sorgu yöntemleriyle elde edilen ve Mahkeme huzurunda sanıklar tarafından doğrulanmayan beyanlara -belirleyici delil olarak- dayanılmasının yargılamanın bütünü yönünden adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerle bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.

76. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Masumiyet Karinesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

77. Başvurucular; Savcılıktan önce basın önüne çıkarılarak suçlu diye teşhir edildiklerini, gazetelerde örgüt mensubu olarak haberlere konu edildiklerini ve bu şekilde peşinen suçlu ilan edildiklerini belirterek masumiyet karinesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası,48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

79. Somut olayda başvurucular, ihlal iddialarını genel ifadelerle ileri sürmüş; ihlal iddialarına ilişkin delilleri açıklama yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmemişlerdir. Dolayısıyla başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların temellendirilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

80. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Adil Yargılanma Hakkı Kapsamındaki Diğer İhlal İddiaları

81. Başvurucular; özel statülü mahkemelerde yargılandıklarını, kararın gerekçesiz olduğunu ve yargılamanın sonucunun adil olmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

82. Başvurucuların hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiği yönündeki yukarıdaki tespit dikkate alındığında Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki diğer şikâyetlerin kabul edilebilirliği ve esası hakkında ayrıca karar verilmesine gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

83. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

84. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuşlardır.

85. Başvuruda, müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

86. Hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Masumiyet karinesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2008/81, K.2012/69) yerine bakan mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BEHZET ÇAKAR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/16277)

 

Karar Tarihi: 13/9/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Akif YILDIRIM

Başvurucular

:

1. Behzet ÇAKAR

 

 

2. Erdoğan YAKIŞAN

 

 

3. Ümit IŞIK

Vekili

:

Av. Muhammed Neşet GİRASUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tutuklamanın makul süreyi aşması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/10/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

7. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucu Erdoğan Yakışan Hakkındaki Soruşturma Süreci

9. Maktul C.E.nin üzerinden çıkan belgeler neticesinde başvurucu Erdoğan Yakışan 27/2/1994 tarihinde terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün Tatvan ilçesindeki eylem komitesinde yer aldığını, örgüt içinde Salih kod ismini kullandığını, 24/2/1994 günü Tatvan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) binasına bomba atılması eylemine katıldığını, yine aynı gün müezzin G.P.nin öldürülmesi eyleminde görev aldığını belirtmiştir.

10. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadelerinde suçlamaları kabul etmemiştir.

11. Başvurucunun kolluktaki ifadesinde Tatvan'daki evinin müştemilatında el yapımı bombanın bulunduğunu beyan etmesi üzerine bahse konu adrese gidilmiştir. Yer gösterme sonucu basınç etkili el yapımı bir bomba bulunmuştur. Yapılan inceleme sonucunda bombanın bina ve araçları tahrip edecek güçte olduğu tespit edilmiştir.

12. Başvurucu 17/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 5/4/2007 tarihinde tahliye edilmiştir.

B. Başvurucu Behzet Çakar Hakkındaki Soruşturma Süreci

13. Terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonlar kapsamında başvurucu Behzet Çakar, terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 14/3/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır.

14. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün mensubu olduğunu, PKK terör örgütü adına örgütlenme, propaganda çalışmaları yapma, bu örgüt adına silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunma amacıyla Tatvan'da komite kurduklarını ve kendisinin bu komite içinde yer aldığını belirtmiştir. Başvurucu, şüpheli (başvurucu) Ümit Işık ile birlikte PKK terör örgütü adına Tatvan'da, 7/1/1994 tarihinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki ve Devlet Demir Yolları (DDY) Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tanklarının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi olaylarına katıldığını da beyan etmiştir. Aynı ifadede başvurucu,

i. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki Millî Gençlik Vakfı binasına bomba atılması,

ii. 12/2/1994 tarihinde Tatvan'daki MHP binasına zaman ayarlı el yapımı bomba konulması ve el bombası atılması,

iii. 17/2/1994 tarihinde Anavatan Partisi (ANAP) Tatvan ilçe binasının giriş kapısına el yapımı zaman ayarlı bomba konulması eylemlerine katıldığını da belirtmiştir.

15. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır. Başvurucunun göstermiş olduğu bir yerde yapılan kazı neticesinde 1 adet 9 mm çapında tabanca ile bu tabancaya ait fişekler ele geçirilmiştir.

16. Başvurucu, sorguda ve Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarında kolluktaki ifadelerini tekrar etmiştir. Başvurucu 28/3/1994 tarihinde tutuklanmış ve 27/2/2003 tarihinde tahliye edilmiştir.

C. Başvurucu Ümit Işık Hakkındaki Soruşturma Süreci

17. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucu Ümit Işık terör örgütü üyesi olduğu şüphesiyle 9/6/1994 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; kollukta müdafii olmaksızın alınan ifadesinde PKK terör örgütünün fikirlerini benimseyip kabul ettiğini, bu örgütün istihbarat biriminde yer aldığını, örgüt mensupları arasında kuryelik yaptığını, örgüte ait silah ve patlayıcı maddelerin taşınmasında görev aldığını belirtmiştir. Başvurucu ayrıca;

i. 7/1/1994 tarhinde Tatvan eski ve yeni PTT binaları arasındaki yakıt tankının altına bomba yerleştirilmesi,

ii. 8/1/1994 tarihinde Tatvan DDY Depo Şefliği binasının yanındaki yakıt tankının altına zaman ayarlı bomba yerleştirilmesi,

iii. 18/2/1994 tarihinde Tatvan DDY bekleme salonuna zaman ayarlı bomba konulması,

iv. 24/2/1994 tarihinde 20.15 sıralarında Tatvan Cumhuriyet Caddesi No: 76 adresinde faaliyet gösteren MHP'nin binasına bomba atılması,

v. 27/2/1994 tarihinde Tatvan Bahçelievler Mahallesi Pompalar mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile silahlı çatışmaya girilmesi eylemlerine katıldığını ifade etmiştir. Başvurucuya anılan olaylarla ilgili olarak avukat yardımı olmaksızın yer gösterme ve teşhis işlemleri yaptırılmıştır.

18. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığındaki ifadesinde sonradan terör örgütü mensubu olduğunu öğrendiği Edip isimli şahsın baskısı sonucu Refah Partisi binasına bomba konulması eylemine katıldığını, bunun dışında herhangi bir eyleme katılmadığını ve kolluktaki beyanlarını kabul etmediği belirtmiştir. Başvurucu, sorguda Cumhuriyet Başsavcılığındaki beyanlarını da kabul etmemiş; suçlamaları reddetmiştir.

19. Başvurucu 5/7/1994 tarihinde tutuklanmış ve 16/12/2004 tarihinde tahliye edilmiştir.

D. Yargılama Süreçleri

20. Başvurucular, Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi yardımından yararlanmamışlardır. Kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.

21. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığının 28/3/1994, 8/4/1994 ve 15/7/1994 tarihli iddianameleriyle, atılı suçtan başvurucular hakkında kamu davaları açılmıştır. Başvurucular; yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış, suçlamaları reddetmiş ve önceki ifadelerini kabul etmemiştir.

22. Diyarbakır 3 No.lu DGM'nin 18/6/1998 tarihli kararıyla başvurucu Erdoğan Yakışan müebbet ağır hapis, başvurucu Behzet Çakar ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmışlardır. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 8/3/1999 tarihinde, sanıkların eylemine iştirak ettiği iddia olunan başvurucu Ümit Işık hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılarak gerektiğinde birleştirilmesi, mümkün olmadığı takdirde ifadelerinden ve ilgili belgelerin onaylı suretlerinin getirtilip delillerin birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

23. Bozma üzerine üç başvurucu hakkındaki dosyalar birleştirilmiş ve yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 3 No.lu DGM 19/10/2000 tarihli kararıyla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet ağır hapis, Behzet Çakar'ın ise 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

24. Anılan kararın temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 13/6/2001 tarihli kararıyla sanıklardan Ümit Işık'ın olay tarihinde ceza ehliyetini kısmen veya tamamen kaldıran bir hastalığının bulunup bulunmadığının araştırılarak sonuca göre hukuki durumunun tayin ve tespitinde zorunluluk bulunduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

25. Bozma sonrası yapılan yargılama neticesinde Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 16/2/2012 tarihli kararla başvuruculardan Erdoğan Yakışan ve Ümit Işık'ın müebbet hapis, Behzet Çakar'ın ise hapis ve adli para cezalarıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkûmiyet gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 ...

Sanık Erdoğan YAKIŞAN'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:

İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:

Sanık Erdoğan YAKIŞAN kolluk ifadesinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, sonraki aşamalarda bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Erdoğan YAKIŞAN arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,

Silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşılan sanık Erdoğan YAKIŞAN'ın, örgütün faaliyeti çerçevesinde kamu binalarına, siyasi parti temsilciliği binalarına bomba konulması ve patlatılması, güvenlik güçleri ile girişilen çatışmada bir polis memurunun yaralanması, İbadullah Cami İmamı Gıyasettin Barlak'ın öldürülmesi şeklinde gerçekleşen eylem ve faaliyetlerinin 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesinde belirtilen amaç suça yönelik vehamet arzeden eylemler olduğu,

...

Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 24/02/1994 tarihinde İbadullah Camii Müezzini G.P.nin öldürülmesi olayına katıldığı, sanığın Suriye uyruklu Edip kod adlı örgüt mensubunun emir ve talimatları altında örgütsel faaliyette bulunduğu, sanığın bu eylemleri sırasında "Salih" Kod adını kullandığı, PKK'nın Tatvan Milis örgütlenmesi eylem komitesinde yer aldığı, 24/02/1994 tarihinde MHP ilçe binasına bomba atılması, 07/01/1994 tarihinde PTT binasındaki motorin tankına saatli bomba bırakılarak maddi hasar meydana getirilmesi olaylarına katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.

Sanığın; geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak, sanığa verilen cezadan, 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 59. maddesi (5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 62. maddesi) gereğince; indirim yapılmasına ve sanığın; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanık Behzet ÇAKAR'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:

İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:

Sanık Behzet ÇAKAR kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde iddianamede kendisine isnat edilen suçlamaları kabul ettiği halde, kovuşturma aşamasında bu beyanlarını reddetmiştir. Ancak, sanığın ikrara dayalı kolluk, savcılık ve sorgu hakimliği ifadelerinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Behzet ÇAKAR arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Behzet ÇAKAR'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,

...

Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 12/02/1994'te Milli Gençlik Vakfı binasına bomba konulması, aynı tarihte MHP binasına bomba atılması, 17/02/1994 tarihinde Anavatan parti binasına bomba atılması eylemlerine katıldığı, 27/02/1994'te Tatvan'da öldürülen Garzan Edip kod adlı örgüt militanına yardım ve yataklıkta bulunduğu, eylemlerde kullanılacak silah ve mühimmatları evinde sakladığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.

İçişleri Bakanlığı tarafından sanığın pişmanlık yasasından faydalanmasının uygun olmadığına dair bildirilen görüşe göre; sanığın, güvenlik güçlerine, örgütün suç işleyişinin önlenmesi, dağıtılması, çökertilmesi bağlamında faydalı bilgi ve belge vermediği, operasyonlara katılmadığı anlaşıldığından; sanık Behzet ÇAKAR'ın 4959 Sayılı Pişmanlık Yasandan faydalandırılmayacağı kanaatine varılmıştır.

...

Sanık Ümit IŞIK'a isnat edilen eylemlerin nitelendirilmesine ilişkin kabulümüz:

İddia, sanıkların savunmaları, eylem evrakları, olay yeri inceleme ve zapt etme tutanağı, ölü muayene ve otopsi zaptı, adli raporlar, olay tutanakları, tanık ifadeleri, yer gösterme ve zapt etme tutanakları, yakalama tutanağı, ekspertiz raporları, adli tıp kurumu raporu ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde:

Sanık Ümit IŞIK; kollukta alınan ifadesinde, üzerine suçlamaları ayrıntılı bir şekilde anlatmış, Cumhuriyet Savcısı huzurunda alınan ifadesinde ise, Brüsk Kod C. E.yi babasının arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını ve onun yanındaki bir şahsın zorlamasıyla MGV binasına bomba yerleştirilmesi eylemine katıldığını ikrar etmiştir. Sanık sorgu hakimliğindeki ifadesinde de; eylemlere katılmadığını ancak zorlama neticesi bu eylemler sırasında havaya ateş etmesinin istendiğini fakat bu isteği de yerine getirmediğini belirtmiştir. Sanık kovuşturma aşamasında kolluk aşamasındaki ifadelerini reddederek, savcılık ve sorgu hakimliğindeki beyanlarına itibar edilmesini istemiştir.

Sanığın üzerine isnat olunan eylemlere katılmadığını ve suçsuz olduğunu aşamalarda savunmuş ise de, sanık Erdoğan YAKIŞAN tarafından yapılan yer göstermelerinde isminin geçtiği ve ayrıca H.B. isimli sanığın savcılık ifadesinde, bir akşam evlerine Erdoğan YAKIŞAN, A.O. ve Ü.I.nın gelerek bir torba getirdiklerini torbanın içerisinde silah olduğunu gördüğünü, sanık Erdoğan ve arkadaşlarının PTT binasına bomba konulması, DDY ve MHP ilçe binasına bomba konulması eylemlerini yaptıklarını duyduğunu söylediği görülmüştür.

...

Sanığın örgüt içerisinde "Agit" kod adını kullandığı, PKK terör örgütü içinde yer aldığı, örgüt adına Tatvan ilçe merkezinde milis teşkilatı kurduğu, ilçe içerisinde silahlı eylem ve faaliyetlerde bulunduğu ve bu kapsamda olarak sanığın; 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Sanığın ikrara dayalı kolluk ifadesinde, örgütsel faaliyetleri, örgütsel faaliyetler kapsamında yapılan eylemlerin gerçekleştirilme şekli, zamanı, eylemlerin yeri, eylemlere katılan kişiler ve eylemlerde kullanılan silahları ayrıntılı bir şekilde samimi olarak anlattığı, dosyada bulunan eylem evrakları, ev arama tutanağı, expertiz raporu, yer gösterme tutanakları, yüzleştirme tutanağı, eylemlerde adı geçen diğer sanıklar ile tanık beyanlarının, sanığın bu beyanlarını tamamen doğrular mahiyette olduğu, diğer sanıklar ve tanıklar ile sanık Ümit IŞIK arasında suç isnat etmelerini gerektirecek herhangi bir husumet olmaması göz önüne alındığında; sanık Ümit IŞIK'ın savunmalarına itibar edilemeyeceği,

Gerekçeleri yukarıda açıklandığı üzere; sanığın, nihai amacı Devletin birliğini bozmak ve Devlet idaresinden ayırmak olan PKK-KONGRA/GEL terör örgütünün faaliyetleri kapsamında kalır şekilde 07/01/1994'te Tatvan Belediye binasındaki motorin tankına bomba konulması, 08/01/1994'te Tatvan DDY'nın depo şeklindeki yakıt tankına bomba konulması, 24/02/1994'te MHP binasına bomba konulması, 18/02/1994 tarihinde DDY Bekleme Salonuna bomba konulması, 27/02/1994 tarihinde bir polis memurunun yaralandığı çatışmaya katıldığı anlaşılmıştır. Böylece; sanığın, Devletin birliğini bozmak ve Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya matuf fiil işlemek suçundan, eylemine uyan ve lehine hükümler içeren 765 Sayılı Türk Ceza Kanununun 125. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir."

26. Anılan karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesince 27/5/2014 tarihinde onanmıştır.

27. Başvurucular 2/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

28. Başvurucuların mahkûmiyetine konu suç 1/2/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenmiştir.

29. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

 “Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

30. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

31. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

32. 1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

33. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

 “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.

Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.

 Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

34. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”

35. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

 

 3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).

38. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

39. İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

40. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

41. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

42. Mahkemenin 13/9/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

43. Başvurucular, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere dayanılarak mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirterek müdafi yardımından yararlanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

2. Değerlendirme

44. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

46. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

47. Savunma hakkının sağladığı güvenceler, esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez(Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).

48. Müdafi, şüpheli veya sanığın ceza yargılamasında savunmasını yapan avukat olarak tanımlanmaktadır. Şüpheli veya sanığın müdafii aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma olanağına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi, ihtiyari müdafi; görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, E.2011/10-182, K.2011/204, 11/1/2011).

49. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollar" kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

50. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "... adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanması, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmesi hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

51. Savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşmemesi için şüpheli ve sanığın kendisini bireysel olarak (bizzat) savunabilmesinin yanı sıra müdafi yardımından yararlandırılması da gerekebilir. Suç isnadı altındaki kişinin müdafi yardımına olan ihtiyacı; delillere ulaşma bakımından yaşanan güçlüklerin aşılması, hukuki bilgi eksikliği veya içinde bulunulan psikolojik durumdan kaynaklanabilir. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesinin de gereğidir. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine işlerlik kazandırmaktadır (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 74).

52. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı bakımından başka bir önemi, suç isnadı altında olan kişinin bu haktan yararlandırılması yönünden devletin pozitif bir yükümlülüğü olduğunun kabul edilmesidir. Anayasa'nın 36. maddesine göre suç isnadı altında bulunan kişinin ekonomik durumunun elverişli olmaması veya ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için gerekli görülmesi hâlinde resen atanacak bir müdafinin yardımından yararlandırılması da gerekir. Dava konusunun karmaşıklığı ve isnadın ağırlığıyla bağlantılı olarak suçlamanın ciddiliği değerlendirilerek ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesi için suç isnadı altındaki kişiye müdafi atanması gerekebilir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 75).

53. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

54. Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78).

55. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemecebu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksiklikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

56. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır; kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Somut olayda başvurucular gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’a eklenen 31. maddeyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucuların belirtilen şartlarda 14 ile 29 gün arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.

58. Başvuruculara isnat edilen suçlar kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede kendileri ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Somut olayda başvuruculara isnat edilen birçok eylem bulunmaktadır. Başvurucular gözaltına alınmış ve tutuklandıkları tarihe kadar gözaltında tutulmuşlardır. Başvurucular, müdafi olmadan kollukta verdikleri ifadelerinde isnat edilen suçları nasıl ve kimlerle birlikte işlediklerine dair beyanda bulunmuşlardır. Başvurucular Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda da müdafi yardımından yararlanmamıştır. Başvuruculara kolluk tarafından yer gösterme ile yüzleştirme işlemleri de yaptırılmıştır. Başvurucular, bu işlemler esnasında da üzerine atılı eylemlere dair ifade vermiş; müdafi yardımından faydalandırılmamıştır. Öte yandan kolluk tarafından yapılan ifade alma, yer gösterme ve yüzleştirme işlemlerinde başvuruculara haklarının hatırlatıldığına dair bir ibare de bulunmamaktadır.

59. Başvurucuların mahkȗmiyetine hükmedilirken C.T., D.B. veH.Ç isimli kişilerin beyanlarına da dayanıldığı fakat bu ifadelerin de o dönemde kollukta verilen ifadeler olduğu görülmektedir. Başvuruculardan Behzet Çakar ile yüzleştirilen A.A., M.B. ve A.A.nın beyanlarına da İfadeli Yüzleştirme Tutanağı'nda yer verilmiştir. Anılan tutanak tanzim edilirken beyanda bulunanlara hakları hatırlatılmamış, avukat yardımı sağlanmamıştır. Mahkeme kararında, bu kişilerin müdafi yardımından faydalanıp faydalanmadıklarına veya yargılama aşamasında bu ifadelerini kabul edip etmediklerine ilişkin herhangi bir açıklamaya yer verilmemiştir.

60. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda anılan eylemleri gerçekleştirmek suretiyle isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı, sonraki aşamalarda sağlanan müdafi yardımı ve yargılama usulünün diğer güvencelerinin soruşturmanın başında başvurucuların savunma hakkına verilen zararı gideremediği anlaşılmaktadır.

61. Sonradan (yargılama devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi, hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmaması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur.

62. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

63. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

65. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı vetazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgilibaşarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35,36).

66. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

67. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.

C. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

68. Başvurucular, tutukluluklarının makul süreyi aştığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurular incelenebilir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18). Somut olayın başvurucuların 27/2/2003, 16/2/2004 ve 5/4/2007 tarihlerinde tahliye olmalarıyla son bulduğu anlaşılmıştır.

70. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

71. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

1. Genel İlkeler

72. 6216 saylı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde, gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.

73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanması zorunludur. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.

74. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin veya yargısal makamların ya da yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

75. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.

76. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.

77. Kanun 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir yargılamayı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak derece mahkemesinin yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmak yükümlülüğündedir.

78. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapar. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen yöntemsel bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usule ilişkin işlemin hak ihlaline yol açmayacak şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ilgili idari işlem veya uygulamanın kendisinin veya derece mahkemesi kararının sonucunun hak ihlaline yol açtığı Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilmişse bu takdirde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekebilir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucular ayrı ayrı 300.000 TL maddi, 300.000 TL manevi manevi tazminat talep etmiştir.

80. Anayasa Mahkemesi başvurucuların müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

81. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ikinci fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

82. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu sonucuna varıldığından diğer tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvuruculara ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

3. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (E.2006/294, K.2013/8) yerine bakan Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY GEREKÇESİ

Başvurucular hakkında gözaltı ve tutuklama işlemlerinin yürütüldüğü, kollukta ifade alma işlemlerinin cereyan ettiği tarihte (1994 yılında) 1412 Sayılı Ceza Mahkemeleri Usulü Kanununun müdafi tayini ile ilgili 135, 136, 138 ve 144 üncü maddelerinin 2845 Sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş Ve Yargılama Usulülleri Hakkındaki Kanun kapsamındaki suçlar yönünden uygulanmayacağı 18.11.1992 tarih ve 3842 Sayılı “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu İle Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 31 nci maddesinin birinci fıkrası ile hüküm altına alındığından, o tarih itibariyle başvurucuların gözaltında ve kolluk ifadesi sırasında müdafi yardımından yararlandırılmamalarında mevcut mevzuat açısından bir hukuka aykırılık olmadığı, yargılamanın devam ettiği aşamada yürürlüğe giren 4.12.2004 tarih ve 5271 sayılı Kanun 148 nci maddesinin (4) ncü fıkrasının geçmişe teşmilinin mümkün olmadığı ve o zamanki mevzuata uygun şekilde cereyan eden adli işlemlerin ihyasına imkân tanımayacağı, derece mahkemesince verilen ve onanan mahkûmiyet hükmünün sadece kolluktaki sanık ifadelerine dayalı olmayıp, tüm dosya kapsamının birlikte değerlendirilip tek tek gösterilen diğer delil ve olgulara dayandırıldığı, dolayısiyle hakkaniyete aykırı bir yargılamanın varlığından söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEVDET AYAZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13689)

 

Karar Tarihi: 19/11/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Zehra GAYRETLİ

Başvurucular

:

1. Cevdet AYAZ

 

 

2. Hatip YAZICI

 

 

3. Necati GÜZEL

Vekili

:

Av. Sedat ÇINAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; gözaltında avukat yardımından faydalandırılmama nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının, müdafi yokluğunda baskı ve zora dayalı verilen ifadelerin mahkûmiyete esas alınması nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucular Cevdet Ayaz ve Hatip Yazıcı Hakkındaki Soruşturma Süreci

8. Sırasıyla 1973 ve 1965 doğumlu olan başvurucular olayların geçtiği tarihte Diyarbakır'da ikamet etmektedirler.

9. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yasa dışı PŞK-KDP (Partiye Şoreşa Kürdistan-Kürdistan Devrim Partisi) örgütüne yönelik olarak soruşturma başlatılmıştır.

10. Soruşturma kapsamında 9/4/2001 tarihinde gözaltına alınan başvurucular, 18/4/2001 tarihinde tutuklanmışlardır.

11. Başvuruculardan Cevdet Ayaz, müdafii olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde; bahsi geçen örgütün kurucularından biri olduğunu beyan ederek örgütün organizasyon yapısı ve üyeleri hakkında detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Başvurucu, kolluk ifadesinde; Hoca (kod) Necati Güzel ile birlikte PŞK-KDP adı altında yeni bir oluşum kurmak için çalışmalar yaptıkları, bu oluşuma katılması hususunda Hatip Yazıcı'yı kendisinin ikna ettiği, örgüt toplantılarını Necati Güzel'e ait evde gerçekleştirdikleri yönünde bilgiler vermiştir.

12. Başvuruculardan Hatip Yazıcı, müdafii olmaksızın kollukta verdiği ifadesinde; Cevdet Ayaz'ın teklifi üzerine PŞK-KDP isimli oluşumun içinde yer aldığını, Cevdet Ayaz ve Necati Güzel ile birlikte koordineli olarak çalıştıklarını, muhtelif tarihlerde Necati Güzel'in ikametgâhında toplantılar düzenleyerek örgütün programı üzerinde görüştüklerini beyan etmiştir.

13. Başvurucular, Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı ve DGM Yedek Hâkimliği önündeki sorgularında; kollukta verdikleri ifadelerin baskı altında alındığını ve gözleri bağlı bir şekilde, okutulmadan, zorla imzalatıldığını belirterek kolluk ifadelerini reddetmişlerdir.

14. Soruşturma kapsamında aralarında başvurucuların da yer aldığı şüphelilerin ikametgâhlarında ve işyerlerinde arama yapılmıştır. Bu aramalarda örgütsel nitelikli olduğu değerlendirilen ve örgütün organizasyon yapısına ilişkin bilgilerin bulunduğu çok sayıda doküman, tabanca, dinamit lokumu, elektrikli fünye ele geçirilmiştir.

B. Başvurucu Necati Güzel Hakkındaki Soruşturma Süreci

15. 1951 doğumlu olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İzmir'de ikamet etmektedir.

16. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığı ile ulaşılan bilgi ve belgelerin incelenmesinden PŞK-KDP örgütüne yönelik olarak başlatılan soruşturma kapsamında 4/5/2001 tarihinde hakkında gıyabi tutuklama (yakalama) kararı verilen başvurucunun 9/7/2001 tarihinde tutuklandığı, 12/2/2002 tarihinde ise tahliyesine karar verildiği anlaşılmıştır.

C. Yargılama Süreci

17. Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığının 24/5/2001 tarihli iddianamesi ile başvurucuların da aralarında yer aldıkları bir kısım şüpheli hakkında yasa dışı PŞK terör örgütünün kurucusu ve üyesi olma suçundan kamu davası açılmıştır.

18. İddianamenin başvurucuların eylemleri ile ilgili kısımları şöyledir:

"Sanıkların, nihai amacı Türkiye Cumhuriyeti devletinin mevcut düzenini yıkarak sosyalist düzene dayalı doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi üzerinde KÜRDİSTAN adı altında bağımsız bir kürt devleti kurmak, Kürdistan ulusal bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde öngördüğü devrimci savaşımın ülke koşulları içerisinde oluşan iç dinamiklerin ve diğer ulusal demokratik güçlerin devrimci bir anlayışı ile sınıf ve sosyal yapı farklılıkları gözetmeden yakın hedefi Demokratik Devrim gerçekleştirmek olan yasadışı PŞK-KDP (PARTİYE ŞOREŞA KÜRDİSTAN-KÜRDİSTAN DEVRİM PARTİSİ) terör örgütünü kurarak örgüt adına merkez Diyarbakır olmak üzere (...) örgütlenme çalışmalarını yürüttükleri, Türkiye genelinde sansasyonel eylemler yaparak kurdukları örgütün adını duyurmak amacı ile eylem hazırlığı içerisinde oldukları;

Bu anlamda:

Sanıklar Niyazi Güzel (Hoca kod) Cevdet Ayaz (Ahmet kod) (...) Hatip Yazıcı (Orhan kod) (...) yasadışı PŞK terör örgütünün kurucuları oldukları, sanıklardan Necati Güzel, Cevdet Ayaz, [R.Ş.] Hatip Yazıcı, [Z.U.][N.C.] Merkez komiteyi oluşturdukları, (...) sanıkların yasadışı PKK terör örgütünün etkinliğinin azalması ve özellikle Abdullah Öcalan'ın yakalanmasından sonra karar verdikleri, daha önce yasadışı YEKBUN örgütünden yer alan o örgütün faal olduğu dönemlerde Kuzey Irak'taki kamplarda Askeri ve Siyasi eğitim gören sanıklar Yasadışı PŞK terör örgütünün çatısı altında toplandıkları, sürekli toplantı yaparak örgütün yapılanmasını oluşturdukları, artık sıra örgütün sesini duyurmak için Türkiye genelinde ses getirecek eylemlerin hazırlığı içerisindeyken güvenlik kuvvetlerinin yapılan ihbarları değerlendirmek sureti ile örgütü henüz eylem hazırlığı içerisinde iken ortaya çıkartarak yasadışı örgütün büyük bir kısmını yakalayarak (...)

Sanıkların evlerinde ve üzerilerinde yapılan aramalarda çok sayıda yasak yayın ve örgütsel doküman (...) ele geçirildiği, (...) güvenlik kuvvetlerinin istihbaratı araştırma neticesinde yaptıkları operasyonlar sonucunda sanıkların eylem yapmadan yakalandıkları ve böylece sanıkların müsned suçları işledikleri gerek kollukta alınan savunmalarından, gerek sanıkların evlerinde, işyerlerinde ve üzerilerinde yapılan arama neticesinde ele geçirilerek emanete alınan belge ve mühimmatlardan, gerek sanıklardan [N.C.] ait disketin Nöbetçi DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ Yedek Hakimliği tarafından yaptırılan çözümünde yasadışı PŞK terör örgütünün program taslağının bulunmasından(...) müsned suçu işledikleri anlaşılmakla..."

19. Diyarbakır 2 No.lu DGM'nin E.2001/197 sayılı dosyasına kaydedilen davanın 27/11/2001 tarihli celsesinde başvuruculardan Necati Güzel, müdafii eşliğinde savunma yapmıştır. Başvurucu, kolluk beyanı dışında suçlamaları kabul ettiğine dair herhangi bir beyanı bulunmadığını belirterek hakkındaki suçlamayı reddetmiştir.

20. Diğer başvurucular Cevdet Ayaz ve Hatip Yazıcı da yargılama sırasında müdafi yardımından yararlanmış, suçlamaları reddetmiş ve önceki ifadelerini kabul etmemişlerdir.

21. Devlet güvenlik mahkemelerinin kapatılması üzerine yargılamaya (kapatılan) Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. 250. maddesi ile görevli) (Mahkeme) E.2001/197 sayılı dosyası üzerinden devam edilmiştir.

22. Mahkemenin 27/11/2012 tarihli kararı ile başvurucuların atılı suçtan 15 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:

"PŞK-KDP (PARTİYA ŞOREŞA KÜRDİSTAN-KÜRDİSTAN DEVRİM PARTİSİ) GENEL DEĞERLENDİRME

KAWA, YEKBUN, PRNK/KUK, TSK ve TS isimli örgütler tarafından 16/03/1996-03/04/1996 tarihleri arasında Romanya-Köstence-Tekirgöl kasabasında yapılan toplantı ile PYSK-KSBP (Partiya Yetkiya Sosyalista Kürdistan - Kürdistan Sosyalist Birlik Partisi) adı altında bir oluşum gerçekleştirildiği,KAWA ve YEKBUN örgütleri arasında meydana gelen kişisel anlaşmazlıklar ve bu örgütlerin faaliyetleri birbirinden bağımsız olarak kendi isimleri altında sürdürme gayretleri neticesinde 10-11-12 TEMMUZ 1998 tarihlerinde Almanya'da toplantı ile PYSK(KSBP) oluşumunun fes edildiği,bir grup YEKBUN örgütü eski kadrolarınca PŞK-KDP(Partiya Şoreja Kürdistan - Kürdistan Devrim Partisi) adı altında yeni bir yapılanmaya gidildiği anlaşılmıştır.

(...)

AHMET SUAT KOD CEVDET AYAZ Emniyetteki ifadesinde; PŞK (PARTİYA ŞOREJA KURTİSTAN) KDP ( KÜRDİSTAN DEVRİM PARTİSİ) nin kurucularından olduğunu, (...)YEKBUN örgütünün 1998 yılı içerisinde fesih edildiğini, Genel Kürtçü Mücadele tarihçesi içerisinde gelinen aşamalarda mevcut Kürtçü örgütlerin ortak ve ferdi sorumluluklarına işaret edilerek, özellikle terör örgütü PKK lideri ABDULLAH ÖCALAN'ın yakalanması ile hızla bir çözüm aşamasına gelen örgütün yerini dolduracak herhangi bir örgütün olmayışı ve bu vesile ile gündeme güçlü girilerek bir örgütle söz konusu PKK tabanının kendi çevrelerinde toparlanabileceği düşüncesi ile bir birleşim sağlanabileceği ve bu fikre sıcak bakılması hususunda telkinlerde bulunulması üzerine kendisinin de yeni bir oluşum içerisinde yer almaya karar vermesi üzerine, HOCA KOD NECATİ GÜZEL ile kendisinin söz konusu çalışmalar çerçevesinde halihazırda ilimizde faaliyet gösteren bir grup YEKBUR örgütü eski kadrolarınca, PKK terör örgütünün halkın isteklerine cevap veremediği fikrinden hareketle PŞK-KDP (Partiya Şoreja Kürdistan- Kürdistan Devrim Partisi) adı altında yeni bir yapılanmaya gittikleri,yürütülün çalışmalar çerçevesinde ilimiz merkezli 11/04/1999 tarihi itibarı ile başlayan bir süreçte PŞK-KDP(Partiya Şoreja Kürdistan- Kürdistan Devrim Partisi)adı altında yeni bir örgütlenmeyi oluşturduklarını, bu oluşum içerisnde mücadele edecek şahıslara kendisinin ulaştığını ve bizzat kendisinin görüştüğü SEDAT KOD [N.C.] ile şu an göz atında bulunan ORHAN KOD HATİP YAZICI, ŞERZEN KOD [Z.U.] FIRAT KOD [R.Ş.] isimli şahısları örgütleyerek oluşumu sağlanan PŞK içerisinde faaliyet göstermelerine ikna ettiğini, örgütsel buluşmaları HOCA KOD NECATİ GÜZEL isimli şahsın evinde yaptıklarını (...)beyan etmiştir.

(...)

HATİP YAZICI Emniyetteki ifadesinde; 1989-1990’lı yıllarda ihracat ithalat işleriyle uğraştığından sürekli olarak Irak ve diğer ülkelere gidip geldiğini, Irak’a gittiğimde orada ilk önceleri PPKK (KÜRDİSTAN ÖNCÜ İŞÇİ PARTİSİ) örgütü mensupları ile tanıştığını, bu şahıslardan etkisi ve telkinleri sonucu 1993 yılı içerisinde ROJ dergisine gitmeye başladığını, burada HASAN (...) isimli şahsın propagandaları sonucu YEKBUN örgütüne sempati duyduğunu, (...) YEKBUN örgüt örgütünün propagandasını, eski faaliyetlerini ve amaçlarını anlattıklarını, SELİM KOD [M.B.nin] ikametinde AHMET KOD CEVDET AYAZ isimli şahısla tanıştığını, daha sonra bu şahsın önceden YEKBUN örgütü içerisinde faaliyet gösterdiğini öğrendiğini, bu şahsın kendisine kürt halkının bağımsızlığı için mücadele etmek için yeni YEKBUN örgütü içerisinde önceden faaliyet gösteren arkadaşları ile yeni bir oluşuma gittiklerin, bu şahsın teklifi ile bu oluşum içinde yer aldığını, bunun üzerine AHMET KOD CEDET AYAZ’ın kendisini HOCA KOD NECAT GÜZEL isimli şahısla tanıştırdığını, (...)

Sanıkların emniyet ifadeleri, yer gösterme tutanakları, teşhis tutanakları, yüzleştirme tutanakları, aramalarda ele geçirilen örgütsel dokümanlar- silahlar, bilgi alma tutanakları, Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünce tanzim edilen Ekspertiz raporu,Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünce tanzim edilenbomba imha raporu,PŞK MK Olağan Genel Toplantısı Karar Metni,PŞK Merkez Yürütme Komitesine hitaben yazılmış rapor,PŞK Merkez Komitesine hitaben yazılmış faliyet raporu,PŞK M.K (Geçici) ne sunulur başlıklı faaliyet raporu,yakalama, üst arama tutanakları,muvafakatlı ev arama tutanakları, muvafakatlı ev arama yer gösterme ve zapt etme tutanağı, ifadeli yer gösterme yakalama ve arama tutanağı,üst arama ve teslim tutanakları,mukayese el yazısı forumları,PŞK-KDP (Partiye Şoreşa Kurdistan-Kürdistan Dervim Partisi)'nin kuruluşu, faaliyet alanı, proğram taslağı, merkez komite kararları, amaç ve hedefleri, gerçekleştirilen operasyonlar bildirir yazı,yer gösterme tutanakları,Diyarbakır 2. Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Yedek Üyeliğinin 04/05/2001 tarih ve 2001/601 Müt sayılı kararı,Emniyet Genel Müdürlüğünün PŞK örgütü ile ilgili yazısı ve tüm dosya kapsamıyla birlikte değerlendirildiğinde,

(...)

Terör örgütü PKK lideri ABDULLAH ÖCALAN'ın yakalanması ile Avrupa alanında meydana gelen gelişmelere dahil olmak maksadıyla PŞK terör örgütü sansasyonel bir eylem gayreti içerisinde girmişse de temelde yine Avrupa alanındaki gelişmelerin göz önünde bulundurulması, özelde ise örgütlenmenin ülke genelinde tamamlanmaması gerekçe gösterilerek eylem gayretlerinin daha sonraki bir döneme ertelenmesinin daha sağlıklı olacağı değerlendirmesi ile bu yönlü girişimleri geçici olarak askıya almıştır.

Silahlı faaliyetlerin askıya alınması ile örgüt yapısının oturtulması ve geliştirilmesi çalışmalarına hız veren örgütün nadiren halihazırda ilişkide bulundukları terör örgütü PKK'ya mazahir YEKBUN kökenli örgüt mensupları ile irtibata geçerik MK üyesi mensupların, eski tanışıklarını baz almak suretiyle her bir alana ayrı ayrı girilerek örgütlenme ağını bire bir ikna yolu ile Türkiye geneline yayma gayreti içerisine girmişlerdir.

PŞK Kürdistan ulusal bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde öngördüğü devrimci savaşımın ülke koşulları sürecinde oluşan iç dinamiklerin ve diğer ulusal demokratik güçlerin devrimci bir anlayışı ile sınıf ve sosyal yapı farklılıkları göz ardı etmeden yakın hedefi olan Demokratik Devrimi gerçekleştirmektir.

PŞK'nın merkez komitesinin Hoca KOD Necati GÜZEL, Ahmet KOD Cevdet AYAZ, Fırat KOD [R.Ş.] Orhan KOD Hatip YAZICI, Şerzan KOD [Z.U.] ve Sedat KOD isimli şahıslardan oluştuğu Yurtiçi faaliyetlerini Ahmet KOD Cevdet AYAZ, Fırat KOD [R.Ş.] ve Orhan KOD Hatip YAZICI'nın yaptıkları, yurtdışı faaliyetlerini ise Hoca KOD Necati GÜZEL'in İsveç'te bulunan kardeşi [V.G.] ve daha önceden tanıdıkları aracılığı ile yaptığını, Askeri kanadın sorumluluk ve koordinesini Fırat KOD [R.Ş.nin] yaptığı, Siyasi kanadın sorumluluk ve koordinesini Ahmet KOD Cevdet AYAZ'ın yaptığı, diğer sanıkların örgüte üye oldukları, ele geçirilen silah ve malzemelerden örgütün silahlı bir örgüt olduğu hususu tüm dosya kapsamı ile sübuta ermiştir.

Sanıklar C. Savcı[lı]ğında ve Mahkemedeki savunmalarında atılı suçlamaları kabul etmemişlerdir.Sanıkların inkara yönelik savunmalarına, sanıkların hazırlık aşamasında emniyette verdikleri ve ele geçen belgeler ile uyumlu savunmaları, yer gösterme tutanakları, teşhis tutanakları, yüzleştirme tutanakları,aramalarda ele geçirilen örgütsel dokümanlar- silahlar, bilgi alma tutanakları,Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünce tanzim edilen Ekspertiz raporu,Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuarı Müdürlüğünce tanzim edilenbomba imha raporu,PŞK MK Olağan Genel Toplantısı Karar Metni,PŞK Merkez Yürütme Komitesine hitaben yazılmış rapor,PŞK Merkez Komitesine hitaben yazılmış faliyet raporu, PŞK M.K (Geçici) ne sunulur başlıklı faaliyet raporu,yakalama, üst arama tutanakları,muvafakatlı ev arama tutanakları, muvafakatlı ev arama yer gösterme ve zapt etme tutanağı, ifadeli yer gösterme yakalama ve arama tutanağı,üst arama ve teslim tutanakları,mukayese el yazısı forumları,PŞK-KDP (Partiye Şoreşa Kurdistan-Kürdistan Dervim Partisi)'nin kuruluşu, faaliyet alanı, proğram taslağı, merkez komite kararları, amaç ve hedefleri, gerçekleştirilen operasyonlar bildirir yazı,Emniyet Genel Müdürlüğünün PŞK örgütü ile ilgili yazısı ve tüm dosya kapsamı karşısında itibar edilmemiştir."

23. Başvurucular; PŞK isimli bir örgütün mevcut olmadığını, silahlı ya da silahsız herhangi bir eylem iddiasında bulunulmadığını, örgütün varlığına ve kendilerinin bu örgütün kurucusu ve yöneticisi olduklarına dair tek delilin kolluk beyanları olduğunu, bu beyanları ise tüm aşamalarda reddettiklerini belirterek hükmü temyiz etmişlerdir.

24. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 4/4/2016 tarihli kararı ile hüküm onanmıştır.

25. Nihai karar 3/6/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup başvurucular 1/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 168. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Her kim, 125, 131, 146, 147, 149 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder yahut böyle bir cemiyet ve çetede amirliği ve kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olursa onbeş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkum olur"

27. Olay tarihinde yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 135. maddesi şöyledir:

 “Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade almada ve hâkim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:

1. İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmak zorundadır.

2. Kendisine isnat edilen suç anlatılır.

3. Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda değilse baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır bulunacağı bildirilir; yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği söylenir.

4. İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı olduğu söylenir.

5. Şüpheden kurtulması için somut delillerinin toplanmasını talep edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkânı verilir.

6. İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi alınır.

7. İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;

a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,

b) İfade verme veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,

c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise sebepleri,

d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,

e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır.”

28. 1412 sayılı mülga Kanun’un 136. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık, soruşturmanın her hal ve derecesinde bir veya birden fazla müdafiin yardımından faydalanabilir. Kanuni temsilcisi varsa o da yakalanana veya sanığa bir müdafi seçebilir.

Zabıta amir ve memurları tarafından yapılacak sorgulama işlemlerinde, ancak bir müdafi hazır bulunabilir. Cumhuriyet Savcılığı işlemlerinde bu sayı üçü geçemez.

Zabıtaca yapılan soruşturma da dahil olmak üzere, soruşturmanın her safhasında müdafiin, yakalanan kişi veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.”

29. 1412 sayılı mülga Kanun’un 138. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan kişi veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse talebi halinde baro tarafından kendisine bir müdafi tayin edilir. Yakalanan kişi veya sanık onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafi’de bulunmazsa talebi aranmaksızın kendisine müdafi tayin edilir.”

30.1412 sayılı mülga Kanun’un 144. maddesi şöyledir:

 “Yakalanan veya tutuklu bulunan kişi vekaletname aranmaksızın müdafi ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafi ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.”

31. Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte bulunan 16/6/1983 tarihli ve 2845 sayılı mülga Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesi şöyledir:

 “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda yakalanan veya tutuklanan şahıs, yakalama veya tutulma yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç en geç kırksekiz saat içinde hakim önüne çıkarılır ve sorguya çekilir.

Üç veya daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya fail sayısının çokluğu ve benzeri nedenlerle Cumhuriyet savcısı, bu sürenin dört güne kadar uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Soruşturma bu sürede sonuçlandırılmazsa Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararı ile süre yedi güne kadar uzatılabilir.

Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde yakalanan veya tutuklanan kişiler hakkında ikinci fıkrada yedi gün olarak belirlenen süre Cumhuriyet savcısının talebi ve hakim kararıyla on güne kadar uzatılabilir.

Tutuklu bulunan sanık, müdafii ile her zaman görüşebilir. Hakim tarafından gözaltı süresinin uzatılmasına karar verildikten sonra gözaltında bulunan kişi hakkında da aynı hüküm uygulanır.”

32.Başvurucuların gözaltında bulunduğu sırada yürürlükte olan 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun’un 31. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Bu Kanunun 4, 5, 6, 7, 9, 12, 14, 15, 18, 19, 20 ve 22 nci madde hükümleri Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmaz. Bunlar hakkında 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu değişiklikten önce yürürlükte olan eski hükümleri değiştirilmeden önceki halleriyle uygulanır.”

33. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/2, 27/11/2008, § 51).

36. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konunun irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın avukat yardımı olmaksızın ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barberà, Messegué ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

37.İlke olarak şüpheliye, gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/3, 13/10/2009, § 31). AİHM diğer taraftan kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

38. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/5, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığının gerektirdiği asgari garantileri içermesi gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

39. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 19/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Müdafi Yardımından Yararlanma Hakkıyla Bağlantılı Olarak Hakkaniyete Uygun Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

41.Başvurucular, genel olarak yargılamanın hakkaniyete uygun yürütülmediğini, bu kapsamda esas olarak gözaltında avukata erişim imkânından yararlandırılmadıkları sırada imzalanan ancak içeriği kabul edilmeyen ifadelere dayanılarak mahkûmiyetlerine karar verildiğini belirterek adil yargılanma haklarının ve suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

43. Anayasa’nın 36. maddesinin(1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

45. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

46.Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez(Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).

47. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

48. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanması, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmesi hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

49. Savunmanın iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşmemesi için şüpheli ve sanığın kendisini bireysel olarak (bizzat) savunabilmesinin yanı sıra müdafi yardımından yararlandırılması da gerekebilir. Suç isnadı altındaki kişinin müdafi yardımına olan ihtiyacı; delillere ulaşma bakımından yaşanan güçlüklerin aşılması, hukuki bilgi eksikliği veya içinde bulunulan psikolojik durumdan kaynaklanabilir. Bu kapsamda savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan silahların eşitliği ilkesinin de gereğidir. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı hem savunma hakkının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamakta hem de silahların eşitliği ilkesine işlerlik kazandırmaktadır (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 74).

50. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

51. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78).

52. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

53. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır; kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yardımından yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Somut olayda başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmaları ancak belli bir aşamadan sonra mümkün olmaktadır. 3842 sayılı Kanun’a eklenen 31. maddeyle gözaltında bulundurmaya ve müdafi yardımından yararlanmaya ilişkin yeni düzenlemelerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlarda uygulanmayacağı, bunlar hakkında değişiklik yapılmadan önceki 1412 sayılı mülga Kanun hükümlerinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Başvurucuların gözaltında tutulduğu tarihlerde anılan mevzuat, gözaltı süresinde avukata erişim imkânını tanımamaktadır. Başvurucuların belirtilen şartlarda 10 ile 12 gün arasında gözaltında tutulduğu görülmektedir.Bu itibarla başvurucuların gözaltında bulunduğu dönemde müdafi yardımından faydalandırılmamalarının mevzuata dayandırılan yerleşik bir uygulama olduğu anlaşılmaktadır.

55. Başvurucular, PŞK isimli silahlı örgütün kurucusu olma suçundan yargılanarak mahkȗm edilmişlerdir. Başvurucuların mahkȗmiyetlerine hükmedilirken kendilerinin ve diğer sanıkların gözaltında müdafi olmaksızın elde edilen beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir. Somut olayda başvurucular, söz konusu terör örgütünün merkez komitesinde yer alarak örgütün yöneticileri olmakla suçlanmaktadırlar. Başvurucular gözaltına alınmış ve tutuklandıkları tarihe kadar gözaltında tutulmuşlardır. Başvurucular, müdafi olmadan kollukta verdikleri ifadelerinde; isnat edilen suçu nasıl ve kimlerle birlikte işlediklerine dair beyanda bulunmuşlardır. Cumhuriyet Başsavcılığında ve sorguda müdafi yardımından yararlanmayan başvurucular; Mahkeme önünde yaptıkları savunmalarında ise kolluk beyanlarının baskıya dayalı olarak alındığını, gözleri bağlı bir şekilde kendilerine okutulmadan imzalatıldığını belirterek bu beyanları reddetmişlerdir.

56. Öte yandan mahkȗmiyet hükmünün yer gösterme tutanakları, teşhis tutanakları, yüzleştirme tutanakları, aramalarda ele geçirilen örgütsel dokümanlar, silahlar, bilgi alma tutanakları, Emniyet Genel Müdürlüğünün PŞK örgütü ile ilgili yazısı ve sair delillere dayandırıldığını da not etmek gerekir. Bununla birlikte başvurucuların gözaltında verdikleri ifadelerin belirleyici ölçüde hükme esas alındığı görülmektedir (bkz. § 23). Mahkemenin gerekçeli kararında bahsi geçen diğer delillerin başvurucuların kolluk beyanları ile uyumlu olduğu yönünde değerlendirmede bulunularak başvurucuların kolluk beyanlarına itibar edildiği ifade edilmiştir.

57. Başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.

58. Sonradan (yargılama devam ettiği sırada) yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesi; hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan, müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanları bakımından kovuşturma aşamasında savunmanın etkinliğini sağlayacak niteliktedir. Ancak Mahkemece bu husus gerekçede tartışılmamış ve temyiz aşamasında da bu eksiklik telafi edilememiştir. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmamasının mevzuata dayalı yerleşik bir uygulamadan kaynaklanması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurmuştur.

59. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

60. Başvurucular, makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

61. Ferat Yüksel (B. No: 2014/13828, 12/9/2018) kararında Anayasa Mahkemesi; yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkânının getirilmesine ilişkin yolu, ulaşılabilir olma, başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesinin bulunup bulunmadığı yönlerinden inceleyerek bu yolun etkililiğini tartışmıştır (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

62. Ferat Yüksel kararında özetle anılan başvuru yolunun kişileri mali külfet altına sokmaması ve başvuruda kolaylık sağlaması nedenleriyle ulaşılabilir olduğu, düzenleniş şekli itibarıyla ihlal iddialarına makul bir başarı şansı sunma kapasitesinden mahrum olmadığı ve tazminat ödenmesine imkân tanıması ve/veya bu mümkün olmadığında başka türlü telafi olanakları sunması nedenleriyle potansiyel olarak yeterli giderim sağlama imkânına sahip olduğu hususunda değerlendirmelerde bulunulmuştur (Ferat Yüksel, §§ 27-34). Bu gerekçeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesi, ilk bakışta ulaşılabilir olan ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğu görülen Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 35, 36).

63. Mevcut başvuruda, söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

64. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduklarına karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

66. Başvurucular, adil yargılanma hakkı kapsamında müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğinin tespit edilmesi talebinde bulunmuşlardır.

67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan (B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir (Mehmet Doğan, §§ 57-60).

68. Başvuruda, başvurucuların gözaltında müdafi yardımından faydalandırılmaksızın alınan beyanlarının mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanılması nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

69. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ikinci fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli)(E.2001/197) dosyalarının devredildiği mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkıyla bağlantılı olarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga 250. madde ile görevli) (E.2001/197, K.2012/773) dosyalarının devredildiği mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET ALİ AYHAN BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2016/7967)

 

Karar Tarihi: 22/7/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 30/9/2020-31260

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin TURAN

Başvurucu

:

Mehmet Ali AYHAN

Vekilleri

:

1. Av. Meral HANBAYAT YEŞİL

 

 

2. Av. Mehmet Ali KIRDÖK

 

 

3. Av. Ümit SİSLİGÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanılarak yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/4/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak başvuru hakkında Birinci Bölüm Birinci Komisyonun 18/3/2019 tarihli kararıyla başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kısmi kabul edilemezlik kararı verilmiştir.

5. Komisyonca başvurucunun yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu 5/5/1993 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünce gözaltına alınmış ve 19/5/1993 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, soruşturma işlemleri sırasında müdafi yardımından yararlandırılmamıştır.

11. İstanbul 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) 24/2/2004 tarihinde "... sanığın emniyetteki samimi beyanları, sanığın evinde ele geçirilen silahların ekspertiz raporları, eylemlerdeki mağdur ve tanıkların sanığı teşhis ettiklerine dair teşhis tutanakları, emniyet ve aşamalardaki beyanları, sanığın örgütü ile süreklilik gösteren bağı, dosya içerisinde bulunan yer gösterme tutanakları, olaylarla ilgili cerayim evrakları ve tüm dosya kapsamı..." gerekçeleriyle başvurucunun Türkiye Komünist Emek Partisi (TKEP) silahlı örgütünün anayasal düzeni cebren ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerine aslen iştirak suçundan ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Bu karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 4/10/2004 tarihinde kesinleşmiştir.

12. Başvurucu, mahkûmiyetiyle sonuçlanan olaylara ilişkin olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucu; yargılama süresinin makul olmadığından, masumiyet karinesinin ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğinden, soruşturmanın ilk aşamasında müdafi tarafından temsil edilmediğinden ve baskı altında alınan ifadelerinin mahkûmiyetine esas alındığından şikâyetçi olmuştur.

13. AİHM 3/11/2009 tarihli (B. No: 20406/05) kararıyla başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki şikâyetlerine ilişkin iddialarını kabul edilebilir bulmuştur. AİHM, aynı konuya ilişkin verdiği Yıldız ve Sönmez/Türkiye (B. No: 3543/03 ve 3557/03, 5/11/2006) ve Böke ve Kandemir/Türkiye (B. No: 71912/01, 26968/02, 36397/03, 16/6/2006) kararlarına atıf yapmak suretiyle başvurucunun soruşturma evresinde müdafi yardımından yararlanma ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar vermiştir. AİHM, anılan kararlara atıfla ilgili dönemde gözaltı sırasında müdafi yardımından yararlanma hakkının kanunla engellendiğine ve gözaltında alınan bu ifadelerin mahkûmiyet hükmünde delil olarak kullanıldığına vurgu yapmıştır. AİHM, asıl hukuki sorunu -müdafi yardımından yararlanma hakkı- incelediğini dikkate alarak başvurucunun baskı altında toplanan aleyhe delillerin hükme esas alınması, kararın gerekçe içermemesi ve masumiyet karinesinin ihlal edilmesi kapsamında kalan şikâyetlerini incelemeyi gerekli görmemiştir. AİHM, başvurucuya manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; ayrıca kararında talep edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını da belirtmiştir.

14. Başvurucu, hükmü veren İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinden (Mahkeme) AİHM'in ihlal kararını gerekçe göstererek infazın durdurulması ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Mahkeme 3/5/2010 tarihinde yargılamanın yenilenmesi talebinin kabule değer olduğuna karar vermiştir.

15. Mahkeme 29/9/2011 tarihinde "...AİHM kararında belirtilen eksikliğin giderilmesi mümkün olmadığından kararın verildiği tarihteki usul ve yasalara uygun davranıldığından ve tüm dosya kapsamına göre esasa etki etmediğinden yargılanmanın yenilenmesi talebinin CMK. 311 ve 323. maddeleri gereğince reddine" karar vermiştir.

16. Başvurucu bu kararı temyiz etmiştir. Yargıtay, kararın itiraza tabi kararlardan olduğu gerekçesiyle dosyayı itiraz mercii olan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İtiraz mercii 9/7/2013 tarihinde "...CMK'nun 318, 319, 320 ve 321. maddeleri gereğince delil toplanması aşamasından sonra AIHM'nin verdiği ihlal kararı doğrultusunda hükümlünün soruşturma aşamasında müdafi yardımından yararlandırılmadan alınan beyanının hükümde delil olarak kabul edilmiş olması durumunda bu delilin hükümden çıkarılarak mevcut diğer deliller ile aynı kararın verilmesinin mümkün bulunduğu sonucuna varılması halinde CMK 323/1 maddesi gereğince önceki hükmün onaylanması, aksi takdirde önceki hükmün iptal edilerek yeniden hüküm kurulması gerektiği... " gerekçesiyle İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/9/2011 tarihli kararını kaldırmıştır.

17. Mahkeme 14/7/2015 tarihinde, İstanbul 1 No.lu DGM tarafından başvurucu hakkında verilen 24/2/2004 tarihli kararı "AİHM'in [başvurucu] Türkiye davasının yargılanması sonucunda 03/11/2009 tarihinde verilen kararda hazırlık soruşturmasında sanığın ifadesi alınırken avukat bulundurulmamasının Sözleşmenin 6/1 ve 3maddesini ihlal edildiğine ilişkin karar verildiği, İstanbul 1 nolu DGM'nin 24/2/2004 tarih, 1993/251 esas ve 2004/34 karar sayılı kararında, kararın gerekçesinde, mahkumiyet hükmü kurulurken sadece sanığın hazırlık soruşturmasında vermiş olduğu ifadelerin dayanak yapılmadığı, diğer deliller de dikkate alınarak mahkumiyet hükmü kurulduğu, Mahkememizce yapılan dosya incelemesinde; sanığın hazırlık aşamasında verdiği ifadeler dikkate alınmasa dahi mevcut diğer delillerin mahkumiyet hükmü kurmaya yeterli olduğu kanaatine varıldığından İstanbul 1 nolu DGM'nin 224/02/2004 tarih, 1993/251 esas ve 2004/34 kararının CMK 323/1 maddesi gereğince" şeklindeki gerekçe ile onaylamıştır.

18. Başvurucu, kararı temyiz etmiştir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi 23/3/2016 tarihinde anılan hükmü müebbet hapis cezası şeklinde düzelterek onamış ve karar bu şekilde kesinleşmiştir. AİHM'in ihlal kararının Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesince denetlenen kararlardan olduğu ancak dosyanın kapatıldığı yapılan incelemeden anlaşılmıştır.

19. Başvurucu, kararı 23/3/2016 tarihinde öğrenmiş ve 21/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri" kenar başlıklı 311. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

...

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

 (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. "

21. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 12/12/2017 tarihli ve E.2017/1519, K.2017/5547 sayılıilamının ilgili kısmı şöyledir:

"...AİHM'nin kararı gereği yeniden yargılama sonucunda verilen karar üzerine duruşmalı yapılan inceleme ile ... Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün Devletin birliğini bozma ve ülke topraklarından bir kısmını Devlet idaresinden ayırma amacına yönelik olarak vahamet arz eden olayları gerçekleştirdiği, sanığın sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğüne göre amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğunda ..."

22. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 16/7/2018 tarihli ve E.2016/3457, K.2018/2466 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir:

"... İşlenen suç ne kadar ağır olursa olsun, failin cezalandırılması adil bir yargılama sonunda, suçun hukuka uygun delillerle ispatına bağlıdır. Bu ispat, Yargıtay CGK’nın ve Ceza Dairelerinin bir çok kararında yer verdiği üzere; 'Ceza hukukunun genel prensiplerinden olan şüpheden sanık yargılanır ilkesi uyarınca bir suçtan cezalandırılmanın temel koşulunu, suçun kuşkuya yer verilemeyeceği şekilde ispat edilmesine bağlı olduğunu, kuşkulu ve tam olarak aydınlatılmamış olaylar ve iddiaların sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamayacağı, yine ceza mahkumiyetinin yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşan olası kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanması ve bu ispatın hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olması gerektiği, yüksek de olsa bir olasılığa dayalı olarak sanığın cezalandırılmasının ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına geleceği, bu durumda ceza yargılamasında mahkumiyetin büyük veya küçük olasılığa değil her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmasının şart olduğu, adli hataların önüne geçebilmenin de başka bir yolu olmadığı' şeklinde ifade edilmiştir.

...Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin ihlal kararları doğrultusunda yeniden yargılama yapmak CMK 311. maddenin 1/f fıkrasının emredici hükmüdür. Yerel mahkemenin bu çerçevede duruşma açarak yeniden yargılama yaparak, hukuki ve fiili olanaklar içinde ihlal kararında belirtilen ve resen topladığı delilleri değerlendirip, Adli Tıp raporu ile desteklenen zora dayalı ifade sonucu elde edilen delillerin hükme esas alınmayacağını isabetle belirleyip, şüpheli ve sanıkların savunmalarındaki çelişkileri vurgulayıp, mağdurun şifai ve elyazımı beyanlarını destekleyen anlatımlara itibar edip, önceden verilip kesinleşen kararları değerlendirmek suretiyle hükümlünün suçunun sabit olmadığına ilişkin ulaşmış olduğu sonuçta isabetsizlik bulunmadığından ..."

B. Uluslararası Hukuk

1. İlgili Sözleşme

23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

''Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...''

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. AİHM İçtihadı

24. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında suç isnadı altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafinin yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008, § 51).

25. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilerek ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya [GK], B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

26. İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık,B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

27. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren alabileceği bir ceza ve davanın karmaşıklığı avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

28. AİHM, Sözleşme'nin 46. maddesi bağlamında devletlerin taraf oldukları başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamakta (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137); bu, AİHM bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında AİHM tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).

29. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkından vazgeçmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu vazgeçmenin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

30. AİHM, taraf devletlerin -AİHM kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138).

31. AİHM, Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin 6. maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına ilişkin başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin 6. maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50).

32. AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 22/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

34. Başvurucu; AİHM'in ihlal kararına istinaden yaptığı yargılamanın yenilenmesi talebinin hukuka aykırı biçimde reddedildiğini, yapılan değerlendirmenin kanunla ve AİHM kararıyla açıkça çatıştığını, AİHM kararının yerine getirilemediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucu, ayrıca yargılamanın yenilenmesi talebine ilişkin açtığı davanın makul sürede bitirilmediğini de iddia etmiştir.

35. Bakanlık, yargılamanın yenilenmesi talebini inceleyen yargı makamlarınca ulaşılan kanaate göre talebin reddine karar verildiğini belirtmiştir. Bakanlık ayrıca Sözleşme’nin 6. maddesinin -yargılamanın yenilenmesi taleplerinde olduğu gibi- sona ermiş bir davanın yeniden açılması hakkını güvenceye almadığına ilişkin AİHM içtihatlarına atıfta bulunmuş ve karar verilirken bu hususların dikkate alınmasının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğunu bildirmiştir.

36. Başvurucu, Bakanlık görüşlerine karşı başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

37. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bu iddialarının müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

39. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bireysel başvurunun incelenebilmesi için kamu gücü tarafından ihlal edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme'ye ek protokoller kapsamına da girmesi gerekir. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan hak ihlali iddiasını içeren başvurular bireysel başvurunun kapsamında değildir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).

40. Sözleşme’nin 6. maddesinde, adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların ve bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına dayanan başvurular, Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamaz (Onurhan Solmaz, § 23).

41. Anayasa Mahkemesi H.Ç. (B. No: 2015/6867, 18/4/2018, §§ 24-27) kararında ve diğer birçok başvuruda yargılamanın yenilenmesine karar verilmeden önceki aşamalara ilişkin yargısal süreçleri de Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında görmüş ve adil yargılanma hakkının güvencelerinin söz konusu süreçlere de uygulanacağını kabul etmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi Nihat Akbulak ([GK], B. No: 2015/10131, 7/6/2018) kararıyla birlikte yargılamanın yenilenmesi talepleriyle ilgili yargısal süreçlerin adil yargılanma hakkı kapsamında olduğuna ilişkin içtihadında değişikliğe gitmiştir. Anılan kararla yargılamanın yenilenmesine karar verilmeden önceki aşamalarda başvurucuların suç isnadı altında olmadığı, dolayısıyla bu aşamalarda verilen kararların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenemeyeceği sonucuna varmıştır (Nihat Akbulak, §§ 30-39).

42. Ancak anılan kararda, Anayasa Mahkemesi ile AİHM'in ihlal kararlarının ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına dönük yeniden yargılama taleplerine ilişkin iddiaların adil yargılanma hakkının kapsamında olduğu ve bu iki durumun istisna teşkil ettiği açıkça vurgulanmıştır (Nihat Akbulak, § 39). Dolayısıyla somut başvuruya ilişkin şikâyetlerin Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisinde olduğu açıktır.

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

44. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

45. Savunma hakkının sağladığı güvenceler esasen adil yargılanma hakkı içinde yer almaktadır. Savunma hakkı, hukuk devleti ilkesinin gereklerinden ve adil yargılanma hakkının önemli güvencelerinden biri olması nedeniyle Anayasa'nın 36. maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Anılan hükümde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Savunma hakkı tanınmadan kişilerin cezalandırılması, Anayasa'nın 38. maddesinde güvence altına alınan masumiyet karinesine de uygun değildir. Bu nedenle savunma hakkının sağlanmadığı bir yargılamanın adil olduğundan söz edilemez (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 70).

46. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Savunmada başvurulacak meşru vasıta ve yollar arasında avukatların teknik bilgilerinden ve tecrübelerinden yararlanma olanağı da bulunmaktadır. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

47. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Sözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanması eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmesi hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

48. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımı ile gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

49. Müdafi yardımından yararlanma hakkı mutlak değildir. Bu hakkın istisnai hâllerde sınırlandırılması mümkündür. Zorunlu sebeplerin ortaya çıkması hâlinde bu hak kısıtlanabilir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 118, 137). Müdafi yardımından yararlanma hakkı bakımından önemli olan, yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında şüphelinin/sanığın müdafi yardımından etkili bir biçimde yararlanmış olmasıdır. Ancak avukata erişim yönünden getirilen kısıtlama yargılamanın sonraki aşamalarında telafi edilmiş ise savunma hakkı ihlal edilmiş sayılmaz (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 78).

50. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafi hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilmez biçimde zarar verilmiş sayılacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

51. Bireysel başvuru incelemelerinde, ölçü norm Anayasa'dır; kanuna uygunluk denetimi yapılmamaktadır. Bu nedenle kanuna dayalı olarak avukata erişimin kısıtlanması yönündeki uygulamanın Anayasa'ya uygun olduğu anlamına gelmez. Müdafi yardımından yararlanma hakkının Anayasa'nın 36. maddesini ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde yargılamanın bütünlüğü içinde somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi de daha önce şüphelilerin devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden müdafi yardımından faydalandırılmamasının mevzuattan kaynaklanan bir uygulama olduğunu tespit etmiş (Aligül Alkaya ve diğerleri, § 144, Sami Özbil, § 71; Güllüzar Erman, B. No: 2012/542, 4/11/2014, § 48) ancak müdafi yardımından yararlanma hakkının sonradan telafi edilmediği gerekçesiyle ihlal kararları vermiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 127-145, Sami Özbil, §§ 56-76; Aynur Avyüzen, B. No: 2014/784, 27/10/2016, §§ 37-58; Veli Özdemir, B. No: 2014/785, 27/10/2016, §§ 39-62).

52. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve Buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere, hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).

53. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69). Nitekim AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, temel hak ve özgürlüklerin teoride olduğu gibi pratikte de etkili bir şekilde korunabilmesi amacıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu ile yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir.

54. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını incelemek, bireysel başvuru yoluyla incelemeye yetkili olan Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).

55. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, mevzuatın yorumlanması ve uygulanması kural olarak derece mahkemelerinin görevi olmakla birlikte bu yorum ve uygulamaların etkilerinin Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında bulunan hak ve yükümlülüklerle bağdaşıp bağdaşmadığının Anayasa Mahkemesince incelenmesi doğaldır (Kemal İnan, B. No: 2013/1524, 6/10/2015, § 49).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

56. Başvurucu, AİHM'in müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararına istinaden hükmü veren mahkemeden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucunun bu talebi, önce eksikliğin giderilmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, daha sonra ise başvurucunun müdafii olmadan alınan emniyetteki beyanının dikkate alınmadığı durumda dahi mevcut delillerin mahkûmiyet hükmüne yeterli olduğu gerekçeleriyle önceki hükmü onaylamak suretiyle reddedilmiştir (bkz. §§ 14-17). Başvurucunun itirazını inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesi de Ağır Ceza Mahkemesinin yeniden yargılama sonucunda verdiği kararı onayarak anılan kararı hukuka uygun bulmuştur (bkz. § 18).

57. Somut olayda tartışılması gereken husus, AİHM'in ihlal kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi istemiyle derece mahkemesine başvuran başvurucunun müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialarının etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Diğer bir ifadeyle AİHM'in başvurucu hakkındaki kararda tespit ettiği ihlalin ve sonuçlarının derece mahkemelerince ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı önem taşımaktadır.

58. AİHM'in ihlal kararına konu İstanbul 1. No.lu DGM'de görülen davanın hazırlık soruşturmasında başvurucunun müdafii olmadan beyanının alındığı ve yargılama sürecinde ise müdafiinin bulunduğu, başvurucu hakkında hüküm kurulurken soruşturmanın ilk aşamasında müdafii olmadan alınan emniyetteki beyanına atıf yapıldığı anlaşılmaktadır (bkz. § 11).

59. AİHM tarafından verilen ihlal kararının yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde (bkz. §§ 44-55) gereklerinin yerine getirilmesi için ilk derece mahkemesinin öncelikle yargılamanın yenilenmesine ve -ihlalin niteliği de dikkate alındığında- duruşmanın açılmasına karar vermesi gerekir. AİHM'in ihlal kararı verip ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına hükmettiği bu gibi durumlarda ilgili yargısal merciler, ihlal kararının niteliğini dikkate alarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde hareket etmek zorundadır. Ancak ilk derece mahkemesi duruşmanın açılmasına karar vermiş, bu aşamada başvurucuyu ve müdafiini dinledikten sonra -hazırlık soruşturmasında alınan ifadelerin dikkate alınmadığı durumda dahi- mevcut diğer delillerin mahkûmiyet hükmü için yeterli olduğu gerekçeleriyle İstanbul 1. No.lu DGM'nin kararını yerinde bularak onaylamıştır.

60. Somut olayda, yeniden yargılama sırasında başvurucu müdafiinin hazır bulunmasıyla savunma yapmıştır. Gerekçeli kararda ise sanığın hazırlık aşamasında verdiği ifadeleri dikkate alınmasa dahi diğer delillerin mahkûmiyete yeterli olduğu ifade edilerek başvurucunun soruşturma evresinde alınan ve AİHM'in ihlal kararına konu olan ifadesinin mahkûmiyete esas alınıp alınmadığı tam olarak açıklığa kavuşturulmamıştır. Dahası gerekçeli kararda mahkûmiyete temel alınan diğer delillerin nelerden ibaret olduğu belirtilmemiştir. Savunma tarafının bu delillere karşı iddia ve itirazlarını dile getirme fırsatına sahip olup olmadığı da gerekçeli karardan anlaşılmamaktadır. Dolayısıyla Ağır Ceza Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin AİHM'in ihlal kararıyla örtüşmediği, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği ölçüde ve özende bir inceleme içermediği ve AİHM tarafından verilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmadığı anlaşılmaktadır.

61. Sonuç olarak adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafiden yararlanma hakkının sağladığı güvencelerle bağdaşmayacak şekilde AİHM'in ihlal kararının uygulanmaması nedeniyle müdafiden yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

62. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

63. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

64. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018,) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

65. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

67. İncelenen başvuruda müdafiden yararlanma hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

68. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

69. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Müdafiden yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafiden yararlanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafiden yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/64 ) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CAHİT TAMUR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/12010)

 

Karar Tarihi: 24/2/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 10/6/2021-31507

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Mehmet AKTEPE

Başvurucular

:

1. Cahit TAMUR

 

 

2. Eyyup YAŞAR

 

 

3. Fuat BOR

 

 

4. Hüseyin DUMAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Selahattin KAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Eyüp Yaşar ve Cahit Tamur, Patnos L Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda, Fuat Bor, Karabük T Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda, Hüseyin Duman, Burhaniye T Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmakta; haklarında bireysel başvuruya konu yargılama dosyasında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası infaz edilmektedir.

9. Başvurucular, (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile görevli) 22/2/2007 tarihli kararıyla devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik silahlı eylemlerde bulunma suçundan müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Anılan karar, Yargıtay incelemesinden geçerek 4/2/2008 tarihinde kesinleşmiştir.

10. Başvurucular, mahkûmiyetle sonuçlanan davaya ilişkin olarak 1/8/2008 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmuştur. Başvurucular; mahkûmiyet kararının gözaltındayken müdafi yardımı olmaksızın alınan ifadelere dayandırıldığı, bağımsız ve tarafsız bir yargılama yapılmadığı ve yargılamanın çok uzun sürdüğü hususlarını şikâyet konusu yapmıştır.

11. AİHM, Yaşar ve diğerleri/Türkiye (B. No: 1236/09, 28/11/2017) kararında başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada müdafi yardımından yararlanma hakkının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca başvurucuların diğer iddialarını kabul edilemez bulmuştur. AİHM, makul sürede yargılanma hakkı yönünden başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar vermiş; gözaltında avukat tarafından hukuki yardım sağlanmadığı iddiaları yönünden ise başvurucuların talep etmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağını kararında belirtmiştir.

12. Başvurucular 4/1/2018 havale tarihli dilekçeyle anılan ihlal kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. (Kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) 31/1/2018 tarihli ek kararıyla 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 311. maddesinde öngörülen şartlar oluşmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

" ... dosya içeriği deliller ve gerekçe üzerinde yapılan incelemede, sanıklar hakkında sadece kollukta avukat olmaksızın alınan beyanlar gerekçe yapılarak hüküm tayin edilmediği,

Sanık Eyüp YAŞAR yönünden kolluk beyanı dışında ekspertiz raporu, maktulu öldüren mermilerin sanığın tabancasından çıktığının belirtilmesi, sanık hakkındaki teşhis tutanağı, yer gösterme tutanağı, yüzleştirme tutanağı, tanık [R.nin] açıkça sanık Eyüp'ü teşhis ettiğine dair beyanı, sanığın sahte kimlik ile yakalandığına ilişkin kayıtların bulunduğu,

Sanık Cahit TEMUR yönünden sanığın hakim huzurunda da ikrarının olduğu, maktulün öldürüldüğü olayda kullanılan silahtan çıkan mermilerin sanığın evinde ele geçen tabancadan atıldığına dair ekspertiz raporu, yer gösterme tutanağı, yüzleştirme tutanağı, ve klasör iki de bulunan teşhis tutanağının bulunduğu,

Sanık Fuat BOR yönünden sanığın hakim huzurunda da ikrarının bulunduğu, teşhis tutanağı, ve yer gösterme tutanağında açıkça sanığın maktule rast gele bıçak salladığı ve yumrukladığının belirtildiği,

Sanık Hüseyin DUMAN yönünden ise sorgu beyanındaki ikrarı teşhis tutanağı, ve yer gösterme tutanağının bulunduğu,

Ceza muhakemesi kanunda da belirtildiği üzere hükme esas alınan delillerin salt sanıkların avukat olmaksızın kollukta verdiği ifadeler olmadığı, yukarıda belirtilen ve gerekçeye konu edilen deliller değerlendirilerek hüküm kurulduğu, nitekim temyiz incelemesinden de onanarak geçtiği, CMK 311 ve devamı maddelerinde yargılamanın yenilenmesi şartlarının sayıldığı, İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının kesinleşme tarihinden itibaren yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunabileceği düzenlense de ilgili karar içeriğinin dosyanın esasına etkileyen sanıkların ceza almayacakları yada daha az ceza alacakları durumlarına ilişkin olmadığı kolluktaki avukat olmaksızın alınan beyanları dışında birden çok ve ayrıntısı ile belirtilen delillerin hükme esas edildiği, soruşturma aşamasının uzun sürmesi hususunun ise sanıklar lehine tazminat hükmünde esas alınabileceği nitekim AİHM tarafından da sanıklar lehlerine tazminata hükmedildiği bu haliyle CMK 311 ve devamı maddelerinde yer alan yargılamanın yenilenmesi şartları oluşmadığından sanıklar müdafinin yeniden yargılama talebinin reddine ..."

13. Başvurucular, AİHM'in kararıyla gözaltında müdafi yardımından faydalanma hakkının ihlalinin tespit edildiğini ve uygun giderim yolu olarak yargılamanın yenilenmesine işaret edildiğini belirterek karara itiraz etmiştir.

14. Diyarbakır 7. Ağır Ceza Mahkemesi 13/4/2018 tarihli kararıyla başvurucuların itirazını reddetmiştir.

15. Bu karar, başvurucuların müdafiine 24/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucular 8/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 5271 sayılı Kanun’un 311. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir dava, aşağıda yazılı hâllerde hükümlü lehine olarak yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görülür:

...

f) Ceza hükmünün, İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin ihlâli suretiyle verildiğinin ve hükmün bu aykırılığa dayandığının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmiş olması. Bu hâlde yargılamanın yenilenmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilir.

 (2) Birinci fıkranın (f) bendi hükümleri, 4.2.2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararları ile, 4.2.2003 tarihinden sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvurular üzerine verilecek kararlar hakkında uygulanır. "

18. 5271 sayılı Kanun’un 148. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

“Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''1. Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir...

3. Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;''

2. AİHM İçtihadı

20. AİHM'e göre Sözleşme'nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendi kapsamında, suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafinin yardımından yararlanma, bir müdafi tayin etme olanağından yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması istenemez (Pakelli/Federal Almanya, B. No: 8398/78, 25/4/1983, § 31). Bir suçla itham edilen herkesin avukat yardımından etkili bir şekilde yararlanma hakkı, mutlak bir hak olmamakla beraber adil yargılanma ilkesinin temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır (Salduz/Türkiye,[BD], B. No: 36391/02, 27/11/2008 § 51).

21. Kendini suçlamama hakkı, kamu makamlarının şüphelinin/sanığın arzusu hilafına baskı ve zorlama metotları ile elde edilen delillere başvurmadan iddialarını ispat etmelerini öngörmektedir (Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 100; Salduz/Türkiye, § 54). AİHM, soruşturma evresindeki ikrarın kötü muamele veya işkence altında verildiği belirtilerek hâkim önünde reddedilmesi hâlinde bu konu irdelenmeden esasa geçilmek suretiyle ikrarın dayanak olarak kullanılmasını bir eksiklik olarak değerlendirmiştir (Hulki Güneş/Türkiye, B. No: 28490/95, 19/6/2003, § 91). Bu kapsamda ikrarın hiç kimseyle görüşülmesine izin verilmeyen ve uzun süren bir gözaltı sırasında yapılmış olması gibi hususlar da gözönünde bulundurulmalıdır (Barbera, Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 87).

22. İlke olarak şüpheliye gözaltına alındığı ya da tutuklandığı andan itibaren müdafi yardımından yararlanma imkânı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye, B. No: 7377/03, 13/10/2009, § 31). Diğer taraftan AİHM; kolluk tarafından ifade alınma aşamasını da kapsayan müdafi yardımından yararlanma hakkının geçerli bir nedene dayanılarak kısıtlanabileceğini, bu durumda somut olay açısından yargılamanın bütününe bakılarak söz konusu kısıtlamanın adil yargılanmaya engel olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir (John Murray/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18731/91, 8/2/1996, § 63; Magee/Birleşik Krallık, B. No: 28135/95, 6/6/2000, § 41).

23. Bu bağlamda AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin ne lafzı ne de ruhunun başvuranın iradi olarak açık ya da örtülü biçimde adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden feragat etmesini engellemediğini belirtmektedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 1/10/2013, § 48). Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan feragat edilmesinin geçerli ve etkin olabilmesi için açık bir biçimde dile getirilmesi, ayrıca bu feragatin önemiyle orantılı asgari güvencelerin de bulunması gerekir (Salduz/Türkiye, § 59).

24. AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da ücretsiz olarak resen avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin olanağının olmaması yanında ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, müdafi yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, §§ 55, 56).

25. AİHM; Sözleşme'nin 46. maddesi bağlamında, devletlerin taraf olduğu başvurulara ilişkin olarak verilen AİHM kararlarıyla bağlı olma yükümlülüğü altına girdiğini vurgulamaktadır (Del Rio Prada/İspanya [BD], B. No: 42750/09, 21/10/2013, § 137). AİHM'e göre bu, kendisinin bir ihlal bulduğunda davalı devletin sadece Sözleşme'nin 41. maddesine göre hükmedilen tazminatı ödeme yükümlülüğünü değil bunun yanında kendisi tarafından bulunan ihlalin ortadan kaldırılması için iç hukukta bireysel ve/veya -gerekiyorsa- genel tedbirler alma ve başvurucuyu Sözleşme ihlal edilmemiş olsaydı bulunacağı duruma mümkün olan en yakın konuma getirecek şekilde ihlalin etkilerini telafi etme yükümlülüğünü de barındırmaktadır (Del Rio Prada/İspanya, § 137).

26. AİHM, taraf devletlerin -AİHM kararında belirtilen sonuçlarla uyumlu olmak kaydıyla- bu yükümlülüklerini ifa edecekleri aracı seçmekte serbest olduklarını vurgulamaktadır. Bununla birlikte AİHM; bazı özel koşullarda, anılan yükümlülüğün ifası bağlamında -sorumlu devlete yardım etmek amacıyla- ihlal bulunmasına yol açan durumun ortadan kaldırılması için alınabilecek özel ve/veya genel tedbirlerin türünü de gösterebileceğini belirtmektedir. AİHM; istisnai bazı durumlarda ise bulunan ihlalin türünün telafi için alınması gereken tedbirler hususunda bir tercih imkânı bırakmayabileceğini, bu hâlde kendisinin hangi tedbirin uygulanacağını kararında gösterebileceğini ifade etmektedir (Del Rio Prada/İspanya, § 138).

27. AİHM Bochan/Ukrayna (2) (B. No: 22251/08, 5/2/2015) kararında Sözleşme’nin 6. maddesinin gerekçeli karar hakkı yönünden ihlal edildiğine hükmettikten sonra (Bochan/Ukrayna, B. No: 7577/02, 3/5/2007) başvurucu tarafından ulusal mahkemede yapılan yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti incelemiştir. AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin kural olarak kesin hükme bağlanmış bir davanın yeniden incelenmesini öngören olağanüstü kanun yollarına başvurulara uygulanmayacağını ancak ilgili hukuk sistemindeki söz konusu olağanüstü başvuru yoluna ilişkin yargısal sürecin türü, konusu ve somut özelliklerinin bu tür olağanüstü başvuru yolunu Sözleşme’nin 6. maddesinin kapsamına getirebileceğini ve adil yargılanma güvencelerini bu başvurucular yönünden de geçerli hâle getirebileceğini ifade etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), § 50).

28. AİHM, özellikle olağanüstü başvuru yolunun tür ve konu bakımından olağan başvuru yolu gibi görüldüğü durumlarda iç hukuktaki tanımlamadan bağımsız olarak bu tür yargısal süreçlerin Sözleşme’nin 6. maddesi kapsamında görülebileceğini belirtmiştir. AİHM, ilgili yargısal mercilere takdir hakkının tanınmadığı durumlarda ilgili olağanüstü yolun temyiz benzeri bir yol olduğunu kabul etmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 46-49). AİHM somut olayda Ukrayna ulusal hukukunu incelemiş ve kendisinin ihlal kararlarına ilişkin olarak öngörülen yargılamanın yenilenmesinin temyiz benzeri bir süreç olduğunu gözeterek Hükûmetin başvurunun adil yargılanma hakkı kapsamında olmadığı yönündeki itirazını reddetmiştir (Bochan/Ukrayna (2), §§ 51-56).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 24/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

30. Başvurucular, AİHM'in ihlal kararına istinaden yaptıkları yargılamanın yenilenmesi talebinin hukuka aykırı biçimde reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

33. Ceza yargılamasında savunma haklarının güvence altına alınması, demokratik toplumun temel ilkelerindendir (Erol Aydeğer, B. No: 2013/4784, 7/3/2014, § 32). Savunma, ceza adaletinin hakkaniyete uygun gerçekleşmesini sağlamaktadır. İddiaya karşı savunma tanınmadığı sürece silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine uygun muhakeme yapılması ve maddi gerçeğe ulaşılması da mümkün değildir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, B. No: 2014/12002, 8/12/2016, § 69).

34. Şüpheli ve sanığa salt savunma hakkının tanınması yeterli değildir. Şüpheli ve sanığın savunma için Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollardan yararlandırılması da gerekir. Şüpheli ve sanık için Anayasa'nın 36. maddesinde sözü edilen meşru vasıta ve yollardan en önemlisi müdafi yardımından yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle müdafi yardımından yararlanma hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen meşru vasıta ve yollar kavramının kapsamındadır. Bu itibarla müdafi yardımından yararlanmanın adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil ve bu hakkın doğal sonucu olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla suç isnadı altındaki kişi, adil yargılanma hakkı kapsamında kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkına sahiptir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 72).

35. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. NitekimSözleşme'nin6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde; bir suç ile itham edilen herkesin kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma, eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilme hakkı düzenlenmiştir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 73).

36. Anılan hakkın ilke olarak şüphelinin kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren sağlanması gerekir. Şüpheliye kolluk tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkı sağlanması, kendisini suçlamama ve susma hakları yanında genel olarak da adil yargılanma hakkının etkili bir koruma işlevine sahip olması bakımından gereklidir. Çünkü bu aşamada elde edilen deliller, yargılama sırasında söz konusu suçun hangi çerçevede ele alınacağını belirlemektedir. Özellikle delillerin toplanması ve kullanılması aşamasında cezai yargılamaya ilişkin mevzuat giderek daha karmaşık hâle geldiğinden şüpheliler, ceza yargılamasının bu evresinde kendilerini savunmasız bir durumda bulabilir. Belirtilen savunmasızlık hâli, ancak bir müdafinin hukuki yardımıyla gereği gibi telafi edilebilir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], B. No: 2013/1138, 27/10/2015, §§ 118, 135; Sami Özbil, B. No: 2012/543, 15/10/2014, § 64).

37. Sanık, olay hakkında doğrudan doğruya bilgiye sahiptir. Dolayısıyla sanığın beyanlarının olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli bir delil niteliğinde olduğu açıktır. Bu bakımdan suç isnadı altındaki kişinin müdafii hazır bulunmadığı hâlde kendini suçlayıcı beyanlarda bulunup bulunmadığı, bu itirafların aleyhinde kullanılıp kullanılmadığı, susmasından mahkemece olumsuz sonuçlar çıkarılıp çıkarılmadığı ve kendisine herhangi bir baskı uygulanıp uygulanmadığı her somut olayda değerlendirilmelidir. Bir ceza davasında kendi aleyhine tanıklık etmeme ve delil vermeye zorlanmama hakkı, suç isnadını zorla veya baskıyla sanığın isteğine aykırı olarak elde edilen delillere başvurmadan kanıtlamaya çalışmayı gerektirir. Avukata erişimi sağlanmayan sanığın kolluktaki ikrarının mahkûmiyet kararında kullanılması durumunda savunma hakkına telafi edilemeyecek şekilde zarar verilmiş olacaktır. Soruşturma evresinde elde edilen ikrarın kötü muamele ve işkence altında verildiği belirtilerek reddedilmesi durumunda mahkemece bu husus irdelenmeksizin ikrarın dayanak olarak kullanılması önemli bir özen eksikliğidir (Yusuf Karakuş ve diğerleri, § 79).

38. Müdafi yardımından faydalanma hakkıyla ilgili olarak AİHM, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren bir suçla bağlantılı olarak gözaltında tutulan şüphelilerin müdafi yardımından yoksun bırakılmasının sistemik bir sorun olduğunu belirtmiş ve ihlal kararları vermiştir (Salduz/Türkiye §§ 56-63; Bayram Koç/Türkiye, B. No: 38907/09, 5/9/2017 § 23).

39. Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4/11/1950 tarihinde imzalanan Sözleşme 10/3/1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun'la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18/5/1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir. Bakanlar Kurulunun 22/1/1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna bireysel başvuru hakkı, 25/9/1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile de AİHM'in zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır. Böylece Türkiye, Sözleşme'de bulunan temel hak ve özgürlükleri güvence altına alma yükümlülüğünü kabul etmiş ve yargı yetkisi içinde bulunan tüm bireylere hukuken bağlayıcı nitelikte ihlal kararı verebilecek bir uluslararası mahkemeye başvuru yapabilme hakkını tanımıştır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, B. No: 2013/2750, 17/2/2016, § 68).

40. Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması, AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmesi ile mümkündür. AİHM tarafından verilen ihlal kararlarının iç hukukta gereği gibi yerine getirilmemesi, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin uygulamada etkili bir şekilde korunamadığı anlamına gelir (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 69). Nitekim AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı, temel hak ve özgürlüklerin teoride olduğu gibi pratikte de etkili bir şekilde korunabilmesi amacıyla 5271 sayılı Kanun ile yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilmiştir. 5271 sayılı Kanun, bu konuda ilgili yargısal mercilere takdir hakkı tanımayarak kesinleşen bir hükümle sonuçlanmış bir davanın yargılamanın yenilenmesi yoluyla tekrar görüleceğini öngörmüştür (Nihat Akbulak [GK], B. No: 2015/10131, 7/6/2018 § 37).

41. Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasını bireysel başvuru yoluyla incelemek Anayasa Mahkemesinin görev alanına girer. Aksinin kabulü, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı içinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin bireysel başvuru yolu ile etkili bir şekilde korunmasını öngören Anayasa'nın amacı ile bağdaşmaz. Bu sebeple AİHM tarafından verilen bir ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. Ancak Anayasa Mahkemesince yapılacak bu inceleme, olayların baştan itibaren yeniden değerlendirilmesi şeklinde değil AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediği ile ilgili sınırlı bir inceleme olacaktır (Sıddıka Dülek ve diğerleri, § 70).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

42. Başvurucular, müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin karara istinaden yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur. Başvurucuların talebi; hükme esas alınan delillerin salt sanıkların müdafi bulunmaksızın kollukta verdiği ifadeler olmadığı, gerekçeye konu edilen diğer deliller değerlendirilerek hüküm kurulduğu, verilen kararın Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşmiş bulunduğu, dolayısıyla 5271 sayılı Kanun'un 311. maddesinde belirtilen yargılanmanın yenilenmesi şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

43. Somut olayda tartışılması gereken husus; AİHM'in ihlal kararı sonrasında yargılamanın yenilenmesi istemiyle derece mahkemesine başvuran başvurucuların müdafi yardımından yararlanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialarının etkili ve yeterli bir şekilde incelenip incelenmediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilip getirilmediğidir. Diğer bir ifadeyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilip giderilmediğidir.

44. AİHM'in ihlal kararına konu olan olayda, gözaltına alınan başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar yönünden kural olarak müdafi yardımından yararlanmasının ancak belirli bir aşamadan sonra mümkün olması nedeniyle başvuruculara gözaltı süresince müdafiye erişim imkânı tanınmadığı anlaşılmaktadır. Başvuruculara isnat edilen suç kapsamındaki eylemlere ilişkin değerlendirmede, gözaltında müdafi olmaksızın verildiği iddia edilen başvurucuların beyanlarının delil olarak kabul edildiği görülmektedir.

45. AİHM, müdafi erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğini belirtmektedir (Salduz/Türkiye, § 55).

46. AİHM tarafından verilen ihlal kararında Salduz/Türkiye, İbrahim ve diğerleri/Birleşik Krallık ([BD], B No. 50541/08, 50571/08, 50573/08 ve 40351/09, 13/9/2016) ile Bayram Koç/Türkiye kararlarına da atıf yapılarak başvurucuların gözaltında tutulduğu sırada yürürlükte olan mevzuat uyarınca devlet güvenlik mahkemelerinin yargılama alanına giren suçlar yönünden avukata erişimin sistematik olarak reddedilmesinin tek başına Sözleşme'nin 6. maddesinde öngörülen şartların yerine getirilmediği sonucuna ulaşmak için yeterli görüldüğü ifade edilmiş ve başvurucuların adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü diğer ihlal iddialarının incelenmesine gerek görülmemiştir. Gerekçede, talep edilmesi hâlinde yeniden yargılama yapılmasının ihlalin giderimi için uygun bir yol olacağı da belirtilmiştir.

47. Gözaltında avukata erişim imkânı sağlanmamasının mevzuata dayalı yerleşik bir uygulamadan kaynaklanması ve bu sırada elde edilen ifadelerin mahkûmiyet kararına esas alınması müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlali sonucunu doğurur. Hâkim veya mahkeme önünde doğrulanmayan, müdafi yardımı sağlanmadan alınan kolluk beyanlarının mahkûmiyete esas alınmaması gerekir. Somut olayda başvurucuların diğer deliller yanında müdafi olmaksızın alınan ve daha sonra Mahkemede doğrulanmayan ifadeleri doğrultusunda isnat edilen suçtan mahkûmiyetlerine karar verildiği, gözaltında iken alınan bu ifadelerin mahkûmiyet için belirleyici biçimde kanıt olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. İhlalin giderimi için bu ifadelerin mahkûmiyete esas alınmaması gerekir, bu yapılmadan ihlal giderilmiş sayılamaz. Sonuç olarak AİHM'in ihlal kararının kesin hükmün sıhhatini etkilediği, dolayısıyla yeniden yargılama yapılması konusunda ciddi bir gerekçe oluşturduğu hâlde 5271 sayılı Kanun'un uygulanması ile ilgili yapılan yorumun AİHM kararıyla örtüşmediği, Anayasa’nın 36. maddesinin gerektirdiği ölçüde ve özende bir inceleme içermediği, AİHM tarafından verilen ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmediği, müdafi yardımından yararlanma hakkına yönelik ihlalin giderilemediği anlaşılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

49. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1)Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

50. Başvurucular, yargılamanın yenilenmesi ile her biri için ayrı ayrı 500.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

51. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

52. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

53. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

54. İncelenen başvuruda AİHM'in ihlal kararına rağmen yargılamanın yenilenmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

55. Bu durumda müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (CMK 250. madde ile görevli) yerine bakan mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

56. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

57. Bu ihlal kararı başvurucular hakkında beraat veya mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirttiği ihlal gerekçeleri doğrultusunda yeniden bir değerlendirme yaparak gereken kararı vermek görevli mahkemenin takdirindedir.

58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki müdafi yardımından yararlanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin müdafi yardımından yararlanma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi (E.2005/106) yerine bakan mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihlerinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 24/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.