1- Öncelikli sebep infaz mevzuatının karmaşıklığı ve infaz mevzuatında sık sık değişikliklik yapılmasıdır. Ülkemizdeki suç oranının artmasıyla birlikte cezaevlerinin hızla dolması ve kapasitenin yetersiz hale gelmesi diğer yandan tabandan gelen af beklentileri infaz mevzuatında cezaevlerini boşaltmaya matuf değişiklikler yapma sonucunu doğurmuştur. Bu bir af değil infaz indirimidir bahanesi altında doksanlı yıllardan beri infaz mevzuatında sık sık değişikliğe gidildiği görülmektedir.

Sayacak olursak 1991 yılında Özal döneminde yapılan şartla tahliye indirimi (bu düzenlemeden terör suçluları da yararlanmıştır), 2000 yılında 4616 sayılı kanunla getirilen ve Rahşan affı olarak bilinen şartla tahliye indirimi, 2005 yılında yeni ceza kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte bazı suçların cezalarının azalması ve artması sonucu yapılan uyarlama yargılamaları, 2012 yılında infaz yasasına eklenen 105/A maddesiyle denetimli serbestlik uygulamalarının başlaması, Ağustos 2016 tarihinde khk ile yapılan infaz indirimi, 2020 yılında 7242 sayılı kanunla yapılan değişiklikler ve nihayetinde 7456 sayılı kanunla getirilen düzenlemeler.

765 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 647 sayılı infaz kanununun yürürlükte olduğu dönemde (yani 1 Haziran 2005 öncesi) infaz mevzuatında adli suç terör suçu ayırımı var iken bu tarihten sonra yapılan infaz kanunlarında çeşitlendirme artmış farklı suç tiplerine göre farklı şartla tahliye oranları, açığa ve denetimli serbestliğe ayrılma süreleri belirlenmiştir. Önüne bir infaz problemi gelen hukukçu suç tipine, suç tarihine, cezanın paramı hapismi olduğuna, hükümlünün yaşına, mükerrir olup olmadığına, koşullu salıverilmesinin geri alınıp alınmadığına bakacak bunlara göre koşullu salıverilme oranlarını, açık kuruma ve denetimli serbestliğe ayrılma sürelerini belirleyecektir. Karışık ve ayrıntılı infaz mevzuatı karşısında bu işlem hiç de kolay değildir.

2- Diğer bir sebep ise infaz hukuku alanındaki içtihat yetersizliğidir. Gerek maddi ceza hukuku gerekse özel hukuk alanındaki içtihat bolluğu maalesef infaz hukuku alanında yoktur. Zira gerek maddi ceza hukuku gerekse özel hukuk alanında istinaf ve temyiz yoluyla içtihat üretilebilmekte iken infaz hukuku alanında bu kanun yararına bozma yoluyla mümkün olmaktadır.

Şöyleki; Cezaevi idare ve gözlem kurulları tarafından verilen dönem değerlendirme kararları,iyi hal kararları, açık cezaevine ayırma kararları ve disiplin kararlarına karşı başvurulacak merci şikayet yoluyla infaz hakimliğidir. Keza çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa bu hususta infaz hakimliği karar vermektedir. Yine denetimli serbestlik ve koşullu salıverilme kararı verme yetkisi infaz hakimliğine aittir. İnfaz hakimliği kararlarına karşı ACM.ne itiraz edilebilmekte ve buradan da sonuç alınamazsa son olarak kanun yararına bozma (CMK.309) yolu kalmaktadır. İnfaz hukukuna ilişkin kanun yararına bozma talepleri çoğunlukla Yargıtay 1. ceza dairesi tarafından incelenmektedir. Ancak bu yolun hükümlüler tarafından kullanılmasının pratikte çok bir faydası olmamaktadır.

Yargılama aşamasında hükümlünün avukatı olsa bile bu görev infaz aşamasını kapsamadığı için hükümlüler infaz aşamasında avukatsız kalmakta ve kanun yararına bozma yolunu bilmedikleri için başvurmamaktadır. Diğer yandan bu yola başvurulsa bile süreç uzun sürmektedir.Örnekleyecek olursak;İdare ve gözlem kurulu tarafından iyi halli olmadığına karar verilen bir hükümlü bu karara karşı önce infaz hakimliğine sonra ACM.ne buradan da sonuç alamaz ise kanun yararına bozma yoluna gidecektir. Bu süreç en iyimser bir tahminle bir buçuk yıl sürecektir. Bu durumda olan bir hükümlünün yatacağı kalan süre uzun değil ise süreci hesaplayıp KYB yoluna başvurmaktan vazgeçecektir. Bu nedenle yargıtayın önüne infaz hukukuna ilişkin yeterli ihtilaf gitmemektedir.

Özetleyecek olursak; gerek infaz mevzuatında sık sık değişiklik yapılıp karmaşık hale getirilmesi gerekse uygulama farklılıklarını giderecek yeterli içtihadın çıkmaması farklı yerlerde farklı infaz uygulamalarına sebebiyet vermektedir.

Esat Faruk BENLİ-Hukukçu