İfade özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimi kapsamında sınırlanabilen bir hak olmakla birlikte “radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanması” ifade özgürlüğüne mahsus bir düzenleyici sınırlama biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Fakat bu sınırlamanın da “yayımını engellememek kaydıyla” yapılabileceği Anayasa’da açıkça vurgulanmış bulunmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’ne göre gibi işitsel ve görsel kitle iletişim araçları haber ve fikirlerin iletilmesinde basılıp çoğaltılabilen araçlara göre çok daha önemli bir role sahiptir. Özellikle mesajların ses ve görüntü ile iletilmesinden kaynaklanan gücü nedeniyle bu tür medya organları, basılı eserlerden çok daha hızlı ve güçlü etkiye sahiptir.

Türkiye’de radyo ve televizyon yayınları bakımından yayın lisansları Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından verilmektedir ve bu kurum tarafından mevzuata aykırılık nedeniyle yayın durdurma da dâhil olmak üzere idari yaptırım uygulanabilmektedir. RTÜK tarafından uygulanacak herhangi bir idari yaptırım ifade özgürlüğüne müdahale oluşturacaktır. Bu noktada ifadenin içeriği kadar radyo ve televizyon yayıncılığına ilişkin belirlenen kurallara aykırılık nedeniyle yaptırım uygulanması durumunda da bir müdahale söz konusudur.

İfade özgürlüğünün kullanımında en yaygın kullanılan ifade araçlarından olan televizyon, diğer ifade araçlarına kıyasla daha geniş kitlelere ulaştığından küçüklerin korunması, ayrımcılığın önlenmesi, içerik çeşitliliğin ve medyada çoğulculuğun korunması gibi amaçlarla daha sıkı düzenlemelere tabi tutulabilir. Bu kapsamda ilk olarak belli türdeki programların, yayınının yapılabileceği saat aralıklarının sınırlandırılması, program hizmetlerinin içeriği hakkında izleyicileri sesli veya yazılı olarak bilgilendiren koruyucu sembol sisteminin usul ve esaslarının belirlenerek televizyon kanalları tarafından kullanılmasının zorunlu tutulması şeklindeki düzenlemeler makul görülebilir. Medya hizmet sağlayıcıları, yayın hizmetlerini yerine getirirken belirli ilkelere uymakla yükümlü tutulabilir. Bununla birlikte anılan yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin hangi temele dayandığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulması gerekir.

Bu alanda ayrıca devam eden ceza soruşturmaları kapsamında yayım yasağı konulabilmesine imkân veren bir kanuni düzenlemenin bulunmaması nedeniyle de Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararı verilmiştir.

İlgili Kararlar:

♦ (R. V. Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015)
♦ (Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019)

♦ (A Dokuz Televizyonu Dijital Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2016/13960, 30/3/2022) ​

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

R.V.Y. A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/1429)

 

Karar Tarihi: 14/10/2015

R.G. Tarih – Sayı: 3/12/2015-29551

 

BİRİNCİ BÖLÜM-

 

KARAR

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

R. V. Y. A.Ş.

Temsilcisi

:

C. E.

Vekili

:

Av. Metin KAYAÇAĞLAYAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru R.V.Y. A.Ş.’nin (Radyo) yayınlarının Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından durdurulması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 19/2/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. Adalet Bakanlığına (Bakanlık) başvuru konusu olay ve olgular bildirilmiş, başvuru belgelerinin bir örneği görüş için gönderilmiştir. Bakanlığının 25/11/2013 tarihli görüş yazısı 26/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü 4/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu R.V.Y. A.Ş. -Türkiye'de yayın yapmakta olan diğer radyolar gibi- yayın yapmak amacıyla ulusal karasal lisans (Rl) almak için 1995 yılında RTÜK’e başvuruda bulunmuş ve bu başvuruya dayanılarak RTÜK tarafından kayıt yapılmıştır. Başvurucu 1995 yılından itibaren yayınlarına devam etmiştir.

8. 16/9/2002 tarihinde o zamanki Şirket Genel Müdürü’nün imzasıyla RTÜK Başkanlığına verilen dilekçede, yaşanan deprem ve arkasından gelen ekonomik krizlerin radyo yayıncılığına yük getirmesi ve reklam sektörünün daralmasından dolayı normal yayına 2000 yılının Ağustos ayından itibaren ara verildiği ve geçen sürede mevcut vericilerinden sinyal jeneratörü ile 1 khz’lik sinyal yayımlandığı belirtilmiş ve aynı frekanstan tekrar düzenli yayın akışına geçileceği bildirilmiştir. Başvurucu, bu tarihten itibaren yayınlarını düzenli olarak yapmaya devam etmiştir.

9. RTÜK, 27/10/2008 tarihli ve 2008/51 numaralı toplantısında bazı kararlar almıştır. RTÜK öncelikle karasal ortamdan yayın izni almak için müracaatı bulunmayan ve yayınları 13/4/1994 tarihli ve 3984 sayılı mülga Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un Geçici 6. maddesi çerçevesinde olmayan kuruluşların; Üst Kuruldan izin alınmadan yapılan karasal yayınlarının tespit tutanağı ile belirlenerek Türkiye’de izinsiz sürdürülen verici faaliyetlerinin durdurulması yönünde uyarılması için İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığının görevlendirilmesine karar vermiştir. Bu kararda ayrıca RTÜK’ün ihtarına rağmen izinsiz yayınlarını durdurmayanlar hakkında yasal işlem başlatılması talimatı da yer almaktadır.

10. RTÜK yukarıda adı geçen toplantısında ikinci olarak yayınlarına ara verdiği hâlde bir üst kurul kararı olmadan izinsiz yayına geçen kuruluşların, yargı kararları saklı kalmak kaydıyla yayınlarının durdurulması hususunda uyarılmasına; yayına devam edenler hakkında ise yasal işlem başlatılmasına karar vermiştir.

11. RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı, Üst Kurul kararının gereğini yerine getirmesi için 11/11/2008 tarihinde başvurucuya bir yazı yazmıştır. Söz konusu yazıda, 27/10/2008 tarihli ve 2008/51 numaralı toplantısında alınan karar uyarınca Üst Kuruldan izin alınmadan karasal ortamdan Ankara ilinde … MHz, İstanbul ilinde … MHz, İzmir ilinde … MHz ve Denizli ilinde … MHz frekanslarından yapılan yayınların durdurulması ve üç gün içinde Üst Kurula bilgi verilmesi istenmiş, yayınların durdurulmaması hâlinde 3984 sayılı mülga Kanun’un 34. maddesi uyarınca yasal işlem yapılacağı da bildirilmiştir.

12. Başvurucunun yukarıda bahsedilen RTÜK işleminin iptali talebiyle açtığı dava Ankara 8. İdare Mahkemesinde görülmüştür. Başvurucunun, işlemin yürütülmesinin durdurulması talebi 15/1/2009 tarihinde kabul edilmiş; daha sonra yapılan yargılama sonucunda Ankara 8. İdare Mahkemesi 27/5/2011 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, başvurucu Şirketin karasal ortamda Ankara, İstanbul, İzmir ve Denizli illerinde yayın yapmakta olmasına rağmen sadece İstanbul ili için ulusal radyo (R1) lisans başvurusunun mevcut olduğunu ifade etmiştir.

13. Başvurucunun temyizi üzerine anılan karar, Danıştay 13. Dairesinin 17/4/2012 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi ise aynı Dairenin 4/12/2012 tarihli kararı ile reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

14. Karar, başvurucuya 28/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Anayasa Mahkemesine 19/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

1. RTÜK’ün Konuya İlişkin Görüşü

15. RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı 2/11/2009 tarihinde Ulaştırma Bakanlığı Haberleşme Genel Müdürlüğüne bir yazı yazmıştır. Başvuru konusu olayın RTÜK nezdindeki aşamalarına değinilen yazıda şöyle denilmiştir:

“Üst Kurul, R.V.Y. A.Ş. unvanlı kuruluşun yeniden yayına geçme talebinin de içinde bulunduğu, yayınlarına ara veren kuruluşların durumunun değerlendirilmesine yönelik kararını 11/12/2002/63 No’lu toplantısında vermiştir. Karara ilişkin yönetmelik değişikliği 22/01/2003 tarih ve 25001 sayılı Resmi gazetede yayınlanmıştır.

Lisans tipi değişikliğine de imkan veren söz konusu yönetmelik değişikliğinde R.V.Y. A.Ş. unvanlı kuruluşunda yer aldığı yayınlara ara veren kuruluşlar için de hüküm konulmuş ancak uygulamaya geçilemeden 22/10/2003 tarihinde Danıştay’ca verilen yürütmeyi durdurma kararı ile Yönetmeliğin bazı maddelerinin uygulaması durdurulmuştur. İlerleyen süreçte Yönetmeliğin bu maddeleri esastan iptal edilmiştir.

Sonuç olarak R.V.Y. A.Ş. unvanlı kuruluşun yayınlarına ara verme ve yeniden yayınına başlama talebi Üst Kurulun Kararı ve bu karara göre çıkarılan Yönetmeliğin Mahkemece iptal edilmesi nedeniyle karşılanamamıştır.”

2. Başvurucunun Sorumlu Yöneticisi Hakkındaki Ceza Soruşturmaları ve Ceza Davalarına İlişkin Süreçler

16. Başvurucu, RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığının 11/11/2008 tarihli kararından sonra yayınlarına devam etmiştir. Başvurucunun RTÜK’ten izin almaksızın karasal radyo yayını yaptığı ve yayınlarına devam ettiği iddiasıyla Radyo Yöneticisi C. E. aleyhine çeşitli tarihlerde soruşturmalar ve ceza davaları açılmıştır. Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi 10/12/2007 tarihinde, Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi 24/4/2008 tarihinde, Kadıköy 2. Sulh Ceza Mahkemesi 18/2/2010 tarihinde, Üsküdar 4. Sulh Ceza Mahkemesi 20/11/2012 tarihinde sanığın beraatine karar vermiştir. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı 3/12/2010 tarihinde, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı 16/10/2012 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 31/8/2012 tarihinde Yönetici C. E. hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Ceza Mahkemelerinin beraat gerekçesi ile Cumhuriyet Savcılıklarının kovuşturmaya yer olmadığı kararlarının gerekçeleri genel olarak başvurucunun 3984 sayılı mülga Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte yapmış oldukları usulüne uygun başvuruya dayanarak yayın yaptığı ve bunun aksine izinsiz olarak yayın yaptığının sabit olmadığı şeklindedir.

B. İlgili Hukuk

17. 3984 sayılı mülga Kanun’un geçici 6. maddesi şöyledir:

“Üst Kurul, kendi oluşumu ile yayın izni ve lisansı vermeye başlayacağı tarihe kadar geçecek süre zarfındaki radyo ve televizyon yayınları rejimini ayrıca ve öncelikle düzenler.

Bu süre zarfında kullanılmakta olan kanal ve frekanslar, kullananlar için herhangi bir suretle müktesep hak teşkil etmezler. Ancak, Üst Kurul yayın izni verip kendilerine kanal ve frekans bandı tahsis edilen Radyo ve televizyonlara; yayına geçmeleri için kendilerine verilen süre sonuna kadar 29 uncu maddenin son fıkrasının son cümlesi tatbik edilmez.”

18. 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un “Kanal ve frekanslarla ilgili geçiş hükümleri” kenar başlıklı geçici 4. maddesi şöyledir:

“(1) Üst Kurulca sıralama ihalesi yapılıp, karasal yayın lisansları verilene kadar geçecek süre içerisinde, sadece 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun geçici 6 ncı maddesi uyarınca karasal ortamda yayında olan radyo ve televizyon kuruluşları, Üst Kurulca yayın yapmalarına müsaade edilmiş olan yerleşim yerleri ile sınırlı olmak kaydıyla, yayınlarına devam ederler. Bu kuruluşlardan, 41 inci maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen kanal ve frekans yıllık kullanım bedeli, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren tahsil edilir. Kanal ve frekans kullanım bedelini 42 nci maddeye göre ödemeyen veya karasal yayın lisansları için sıralama ihalesinin yapılmasının ardından tahsise hak kazanmayan kuruluşların karasal yayınları bir ay içinde Üst Kurulca durdurulur. Sıralama ihalesinde tahsise hak kazanan kuruluşların yayınları Üst Kurulca belirlenen takvimde, daha önce yayın yaptıkları kanal ve frekanslardan, tahsis edilen kanal, multipleks kapasitesi ve frekanslara taşınır.

(2) (Değişik: 10/9/2014 - 6552/136 md.) Sıralama ihalesinde karasal sayısal televizyon multipleks kapasitesi tahsisine hak kazanan kuruluşlardan bir bölümüne, ihaledeki sıraları ve analog kanal kapasitesi dikkate alınarak en fazla iki yıl süreyle karasal sayısal yayının yanı sıra analog televizyon yayını yapmalarına da imkân tanınır. Tahsisi müteakip en geç iki yıllık süre sonunda analog karasal televizyon yayınları ülke genelinde tümüyle sonlandırılır ve analog karasal televizyon yayınları durdurulur. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu da kendisine yapılan tahsisler çerçevesinde ve Üst Kurulca verilen süre içinde karasal radyo ve televizyon yayınlarını eski kullandığı kanal ve frekanslardan tahsis edilen kanal, mültipleks kapasitesi ve frekanslara taşır.

(3) Bu madde uyarınca Üst Kurulca yayınları durdurulan kuruluşların yayınlarına izinsiz olarak devam etmeleri durumunda bu kuruluşlar hakkında, 33 üncü maddenin birinci fıkrası uyarınca işlem yapılır.

(4) Karasal yayın lisanslarının verilmesinin ardından mevcut verici tesisleri özel medya hizmet sağlayıcılar tarafından kaldırılır veya tarafların mutabık kalacakları bir bedel karşılığında verici tesis ve işletim şirketine devredilir. Verici tesis ve işletim şirketi tarafından devralınmayan verici tesisleri Üst Kurulca yapılacak uyarının ardından üç ay içinde kaldırılır. Verilen süre içinde kaldırılmayan ve faaliyetine devam eden verici tesisleri Üst Kurulca mühürlenerek kapatılır.

(5) Frekans planları ve uygulama takvimi bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir yıl içinde hazırlanır.

(6) Üst Kurula tahsis edilen frekans bantları dışındaki frekans bantları, sayısal yayına geçişin tamamlanmasını takiben Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun talebi çerçevesinde Üst Kurul tarafından boşaltılır.

(7) (Ek: 10/9/2014 - 6552/136 md.) Ulusal karasal sayısal yayın lisansları verilinceye kadar, 26 ncı maddenin sekizinci fıkrasına göre kurulması gereken verici tesis ve işletim şirketi, bu maddenin birinci fıkrası kapsamında yayın izni verilmiş olan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar tarafından kurulabilir ve bu şirkete Üst Kurulca geçici yayın iletim yetkisi verilebilir.”

19. 1995 yılından itibaren Ankara il merkezine yönelik … frekansından radyo yayını yapan ve daha sonra yayınına ara veren … Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. isimli kuruluşun … frekansından tekrar yayın yapma talebiyle 10/11/2009 tarihinde yaptığı başvurunun zımnen reddine dair RTÜK işlemine karşı açtığı dava, Ankara 8. İdare Mahkemesinin 18/5/2011 tarihli ve E.2010/110, K.2011/656 sayılı kararı ile kabul edilmiştir. Söz konusu kararın temyizi üzerine Danıştay 13. Dairesi, 28/12/2012 tarihli ve E.2011/2950, K.2012/4183 sayılı ilamında temyiz istemini reddetmiştir. Dairenin gerekçesi şöyledir:

“1995 yılında Ankara il merkezine yönelik … frekansından radyo yayını yapmak üzere Üst Kurul'a başvurusu bulunan, ancak yayınlarına ara veren davacı şirketin, … frekansından tekrar yayın yapmak istemiyle 10.11.2009 tarihinde Üst Kurul'a yaptığı başvurunun zımnen reddine yönelik işlemin iptali istemiyle açılan davada, her ne kadar İdare Mahkemesi'nce, yayın izni ve lisansı verme yetkisine sahip olan davalı idarenin, davacı yayın kuruluşunun ara verdiği yayınlarına tekrar başlama istemiyle yaptığı başvurusuna izin verilmesini engelleyecek hukuken haklı ve geçerli bir neden ortaya konulamadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ise de; davacının başvurusunun davalı idare tarafından, 3984 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik uyarınca yayıncı kuruluşlarca yerine getirilmesi gereken idarî, malî ve teknik şartlar yönünden ve Kanun'un Geçici 6. maddesi dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekirken, bu değerlendirme yapılmaksızın tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığından, işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında sonucu itibarıyla hukukî isabetsizlik görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; dava konusu işlemin iptali yolundaki temyize konu Ankara 8. İdare Mahkemesi'nin 18.05.2011 tarih ve E:2010/110, K:2011/656 sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek, anılan Mahkeme kararının yukarıda belirtilen gerekçeyle onanmasına, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 28.12.2012 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.”

20. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 30/10/2013 tarihli ve E.2010/1316, K.2013/3337 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“Ankara 9. İdare Mahkemesinin 24/01/2008 günlü, E: 2007/580, K: 2008/94 sayılı kararıyla; 10/03/1995 günlü, 22223 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Radyo ve Televizyon Kuruluşlarına Kanal veya Frekans Tahsisi Şartları ve Bunlara İlişkin İhale Usulleri ile Yayın ve İzin Yönetmeliği"nin 22/01/2003 günlü, 25001 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile eklenen Ek 11. maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (5) nolu bentleri ile, Ek 13. maddesinin (3) nolu bendinin yürütmesinin durdurulmasına ilişkin Danıştay 10. Dairesi'nin 22/10/2004 günlü, E:2004/7923 sayılı kararı uyarınca sıralama ihalesi yapılarak bir an önce kanal ve frekans tahsislerinin dağıtımının yapılması gerekirken bunun yapılmayarak geçiş sürecinin devamına yol açılmak suretiyle fiili olarak ulusal yayınlarına devam eden kuruluşlar ile ulusal yayın yapmak isteyen kuruluşlar arasında eşit olmayan uygulamaların doğmasına neden olunduğu ve yapılacağı tarih belli olmayan ihale nedeniyle ulusal yayın yapmak isteyen yayıncı kuruluşların yapmış oldukları başvuruların reddedilerek yayın hakkının sınırlandırılmasına da yol açıldığı; bu durumda, yayın izni ve lisans verme yetkisine sahip olan davalı idarenin, davacı yayın kuruluşuna T1 tipi ulusal yayın lisansının verilmesini engelleyecek hukuken geçerli ve haklı bir nedeni bulunmadığından, başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka ve eşitlik ilkesine uygunluk görülmediği; Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 21/03/2007 günlü, E:2007/48, K:2007/377 sayılı kararının da aynı yönde olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.

Anılan karar, temyiz istemi sonucunda Danıştay Onüçüncü Dairesinin 21/05/2009 günlü, E: 2008/2988, K: 2009/5595 sayılı kararıyla; 3984 sayılı Yasadaki düzenlemeler uyarınca, Yasanın yürürlüğe girdiği 20/04/1994 tarihinden sonra usulüne uygun bir sıralama ihalesi yapılarak kanal veya frekans tahsisi yapılmasının mümkün olması, geçici maddelerdeki düzenlemelerin ise Yasa'nın yürürlük tarihinden önce fiilen radyo veya televizyonculuğa başlamış olanların hukukî durumlarını düzenlemesi karşısında, bu tarihten sonra başvuranlara sıralama ihalesi yapılmaksızın kanal veya frekans tahsisi yapılmasına hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, İdare Mahkemesince bozma kararına uyulmayarak önceki kararında ısrar edilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun kuruluş, görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin esas ve usuller belirlenirken, geçici maddelerle Yasanın yürürlüğünden önceki durum da gözetilerek, Yasa yürürlüğe girmeden önce fiilen radyo ve televizyon yayıncılığına başlamış olan özel kuruluşların yeni hukuki duruma intibakları yapılmış ve yeni uygulamaya ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Bu bağlamda, Yasa'nın Geçici 5. maddesinde, Üst Kurul'un oluşumunu takip eden en geç dört ay içinde öncelikle ihtiyaç duyduğu kanal ve frekans bantları planlamasını yaptırması öngörülmüş; Geçici 6. maddesinde ise, Üst Kurul'un kendi oluşumu ile yayın izni ve lisansı vermeye başlayacağı tarihe kadar geçecek süre içindeki radyo ve televizyon yayınları rejimini ilgilileri için kazanılmış hak teşkil etmeyecek şekilde ayrıca ve öncelikle düzenleyeceği hükme bağlanmıştır.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca 02/04/2001 günlü, 24361 sayılı Resmi Gazete'de sıralama ihalesi duyurusu yayımlanmış, ancak buna ilişkin Şartnamenin 2. maddesinin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, Danıştay Onuncu Dairesinin temyiz edilmeyerek kesinleşen 20/05/2002 günlü, E: 2001/892, K: 2002/1651 sayılı kararıyla iptal kararı verilmiş; öte yandan, 10/03/1995 günlü, 22223 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Radyo ve Televizyon Kuruluşlarına Kanal veya Frekans Tahsisi Şartları ve Bunlara İlişkin İhale Usulleri ile Yayın ve İzin Yönetmeliği"nin 22/01/2003 günlü, 25001 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Yönetmeliğin 5. maddesi ile eklenen Ek 11. maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (5) nolu bentleri ile, Ek 13. maddesinin (3) nolu bendinin iptali istemiyle açılan davada Danıştay Onüçüncü Dairesinin 24/05/2005 günlü, E:2005/5054, K: 2005/2729 sayılı kararıyla Yönetmeliğin dava konusu edilen kısımlarının iptaline karar verilmiştir.

Bu durum karşısında, usulüne uygun bir sıralama ihalesi yapılıp Yasaya uygun kanal ve frekans tahsisleri yapılıncaya kadar, Yasa'nın yürürlüğe girdiği tarihte yayında olan ve mevcut lisans tipine uygun olarak yayın alanlarını genişletmek veya lisans tipini değiştirmek isteyen kuruluşların başvuruda bulunmalarına ve bu kuruluşlara yayın alanlarını genişletme veya lisans tipini değiştirme izni verilmesine olanak bulunmadığından, davacının başvurusunun cevap verilmeyerek reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 14/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 19/2/2013 tarihli ve 2013/1429 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu,

i. 1995 yılında RTÜK’ten izin alarak radyo yayınına başladığını ancak RTÜK’ün 27/10/2008 tarihli ve 200/51 sayılı kararıyla yayınlarına ara verdiğini ve bu ara verme nedeniyle yayın izninin hükümsüz kaldığı gerekçesiyle yayınlarının durdurulmasına karar verdiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, yayınlarına ara verdiğine ilişkin dilekçenin temsil yetkisi olmayan bir kişi tarafından verildiğini, bu beyanın hukuken geçersiz olduğunu iddia etmiştir.

ii. Bugüne kadar hiçbir kuruluşa karasal ortamdaki radyo yayınları için lisans veya yayın izni verilmediğini, ülkedeki bütün radyoların 1995 yılında yapılan başvuruya dayanarak yayın yaptıklarını ifade etmiştir.

iii. Açmış olduğu davanın reddine karar veren Ankara 8. İdare Mahkemesinin yaklaşık iki hafta önce kendisi ile aynı durumda olan … Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş isimli kuruluşun açmış olduğu davayı kabul ettiğini, bu şekilde çelişkili kararların hukuki güvenlik ilkesini zedelediğini ileri sürmüştür.

iv. RTÜK’ün; yayınlarına ara veren radyoların tekrar yayına başlayamayacaklarına ilişkin kararının kanuni dayanağının bulunmadığını, kaldı ki RTÜK’ün herhangi bir kanuni dayanak olmadan radyo yayınlarına müdahale ettiğini kabul ettiğini, müdahalenin kanuniliği unsurunun gerçekleşmediğini ileri sürmüştür.

v. Şirket sahibinin farklı bir dinî inanca sahip olduğunu, bu sebeple şirket hakkında tutanaklar tutulduğunu, şirket sahibinin öldürülecek kişiler listesinde yer aldığını, bir kitap fuarında Şirketin standına bomba konulduğunu belirtmiştir. Başvurucu; Emniyet Genel Müdürlüğünün, Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün ve Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığının 2001 tarihli bazı yazılarında başvurucu Şirketin sahibi hakkında dinî inanışları nedeniyle birtakım tespitlerin yapıldığını ileri sürmüş; bazı gazete kupürleri ile resmî yazışmaları iddialarına delil olarak göstermiştir. Başvurucu, başka kuruluşlara yayın izni verilmişken kendisine verilmemesinin Şirket sahibinin farklı dini inançtan olması dışında gösterilebilecek hiçbir nedeninin bulunmadığını iddia etmiştir.

vi. Radyo yayınlarına müdahale edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, çelişkili kararlar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Başvurucu, yayınlarının durdurulması kararı verilmesinin basın özgürlüğü ve Derece Mahkemelerinin farklı kararları nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mevcut başvurunun koşullarında Derece Mahkemelerince başvurucu hakkında verilen kararlar arasındaki farklılıkların, başvurucunun ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği yönünden değerlendirilmesi gerektiğinden başvurucunun söz konusu şikâyetinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiaları ile birlikte değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

24. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyetlere ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

25. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) içtihatları hatırlatılmıştır. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.

26. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

27. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

28. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43). İfade özgürlüğü, yalnızca düşünce ve kanaatlerin içeriğini değil; iletilme biçimlerini de koruma altına almaktadır. Radyo ve televizyon yayınlarının ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe ya da anlaşmazlık bulunmamaktadır.

29. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Anayasa’nın 28. maddesine ek olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkı 30. maddede medya araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu tüzel kişilerinin elindeki medya dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir.

30. Anayasa’nın basın özgürlüğünü düzenleyen hükümlerinde yer alan “yazanlar”, “bastıranlar”, “başkasına verenler”, “dağıtımı önleme”, “toplatma”, “süreli yayın” ve “süresiz yayın” gibi ifadeler ancak “gazete”, “kitap”, “dergi” gibi basılıp çoğaltılabilen kitle iletişim araçları için kullanılabilir. Dolayısıyla Anayasa’ya göre basın, kitle iletişim araçlarından biridir ancak diğer kitle iletişim araçlarından ayrılarak özel olarak korunmuştur. Anayasa’nın 28. maddesinde basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği belirtildikten sonra yedinci fıkrasında süreli ve süresiz yayınların toplatılması ve sekizinci fıkrasında süreli veya süresiz yayınların zapt ve müsaderesi düzenlenmiştir. (Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 59).

31. Öte yandan radyo ve televizyon gibi işitsel ve görsel kitle iletişim araçları haber ve fikirlerin iletilmesinde basılıp çoğaltılabilen araçlara göre çok daha önemli bir role sahiptir. Özellikle mesajların ses ve görüntü ile iletilmesinden kaynaklanan gücü nedeniyle bu tür medya organları, basılı eserlerden çok daha hızlı ve güçlü etkiye sahiptir (Centro europa 7 s.r.l. Et di stefano/İtalya, B. No: 38433/09, 7/7/201, § 132; Manole ve diğerleri/Moldova, B. No: 13936/02, 17/9/2009, § 97). Bu bağlamda basılıp çoğaltılabilen kitle iletişim araçlarından farklı bir konumda bulunan radyo ve televizyon yayınlarına yapılan müdahalelere ilişkin bireysel başvuruların Anayasa’nın 26. maddesi altında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

32. Sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin birinci fıkrasında, söz konusu fıkranın “radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına” engel olmadığı yer almış; radyo ve televizyon yayınlarının izin sistemine bağlanabileceği belirtilmiştir. 26. maddenin ikinci fıkrasında ise sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve ifade özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı diğer maddeler göz önüne alınarak Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (Fatih Taş, § 62).

33. Radyo ve televizyon yayınları Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında düşünce ve kanaatlerin açıklanması, yayılması, haber veya fikir almak ya da vermek serbestliği bağlamında düzenlenmiştir. Bu kapsamda ifade özgürlüğünün, işitsel ve görsel medya alanında faaliyet yürüten kuruluşların izin sistemi ile faaliyetlerini yürütmesine engel olmadığı belirtilmiştir. Bu düzenlemenin, işitsel ve görsel medyanın haber ve fikirlerin iletilmesindeki öneminden kaynaklandığı açıktır. Dolayısıyla işitsel ve görsel medyanın yaptığı iş çerçevesinde basın özgürlüğünden tamamen ayrı düşünülerek incelenmesi de mümkün değildir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Fatih Taş, § 65).

34. Demokratik bir sistemde devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekmektedir. Yazılı, işitsel ve görsel basın, kamu gücünü kullanan organların siyasi kararlarını, eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak ve vatandaşların karar alma süreçlerine katılımını kolaylaştırarak demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesini ve bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini güvence altına almaktadır. Bu sebeple basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür (Fatih Taş, § 66).

35. İfade özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de ifade özgürlüğü gibi sınırsız değildir. Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Basının, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında konmuş olan sınırlandırmalara uyması gerekmesine karşın somut başvuru açısından işitsel ve görsel basının uyması gereken en önemli kural, Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında bahsi geçen izin sisteminin koşullarını yerine getirmesidir.

36. Somut başvuruya benzer başvurularda göz önünde bulundurulması gereken bir diğer önemli kural ise radyo ve televizyon gibi basın araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlerin ancak “bunların yayımını engellememek kaydıyla” yapılabileceğine ilişkin 26. maddenin dördüncü fıkrasıdır.

37. Öte yandan işitsel ve görsel medyaya ilişkin olarak yapılacak düzenlemelerde ifade özgürlüğünün etkin kullanılması için sadece “izin sisteminin” koşullarının belirlenmesi veya “yayımı engellememek” temelinde bir düzenlemenin yapılması yeterli olmayacaktır. Bunun dışında demokrasinin temeli olan çoğulculuğun, bu tür izin sistemlerinde veya yapılacak diğer düzenlemelerde esas unsur olarak göz önünde tutulması gerekir (Benzer yönde AİHM kararları için bkz. Centro europa 7 s.r.l. Et di stefano/İtalya, § 129; Manole ve diğerleri/Moldova, § 95). Özellikle işitsel ve görsel medyanın haber ve fikirleri iletmedeki hızı ve etkinliği gözetildiğinde çoğulculuğun önemi daha fazla ön plana çıkmaktadır.

38. Yukarıda anlatılan ilkeler ışığında, başvuru konusu olayda ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığı ve daha sonra da müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı değerlendirilecektir.

a. Müdahalenin Varlığı

39. İzin almadan yayın yaptığından bahisle başvurucunun radyo yayınları, RTÜK tarafından durdurulmuştur. Dahası başvurucu radyonun sorumlu yöneticisi ceza soruşturmalarına ve kovuşturmalarına uğramıştır. Sonuç olarak bu koşullarda başvurucunun, Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulduğunun kabul edilmesi gerekir.

b. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması Hakkında

40. Yukarıda anılan müdahaleler, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu nedenle sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet’in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 i. Kanunilik

41. Başvurucu, Anayasa’nın 13. maddesi ile 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucuya göre yayınlarına ara veren radyoların tekrar yayına başlayamayacağına ilişkin RTÜK kararının kanuni dayanağı bulunmamaktadır. Yukarda adı geçen Danıştay kararları (bkz. §§ 19, 20) ile birlikte değerlendirildiğinde 3984 sayılı mülga Kanun'un Geçici 6. maddesi ile daha sonra yürürlüğe giren 6112 sayılı Kanun’un geçici 4. maddesinin “kanunilik” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

42. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen amaçlara yönelik olması gerekir (Fatih Taş, § 83). Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında radyo ve televizyon yayınlarının izin sisteminden ve dördüncü fıkrasında ise medya araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlerden bahsedilmiştir. Dolayısıyla radyo yayınlarının izin sistemine uymadığından bahisle durdurulmasına ilişkin müdahalede 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan kamu düzeninin sağlanması meşru amacının bulunduğu sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük

43. Başvurucu, yayınlarının durdurulmasının ifade özgürlüğüne müdahale oluşturduğunu ve bu müdahalenin demokratik toplumun gereklerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin varlığı hâlinde alınan önlemleri haklı kılacak, konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler ileri sürülüp sürülmediğinin ve sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının demokratik toplum gerekleri açısından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

44. İfade özgürlüğü bazı sınırlandırmalara tabi olabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlandırmaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (Fatih Taş, § 90).

45. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “demokratik toplum” ölçütü, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle temel hak ve özgürlükler, istisnai olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilir (AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008; AYM, E.2009/59, K.2011/69, 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 17/4/2008; Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

46. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Sebahat Tuncel, B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84). Öte yandan mevcut başvurudaki gibi radyo ve televizyon yayınların sınırlanmasında kamusal yetki kullanan makamların çok dar bir takdir aralığı olduğuna işaret etmek gerekir.

47. Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan Derece Mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır. (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 73). Bu nedenle somut başvuruda müdahalenin arzulanan hedeflere uygun olup olmadığının ve RTÜK ile Derece Mahkemelerinin kararlarında belirtilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir (Fatih Taş, § 99).

48. Başvurucu 1995 yılında RTÜK’ten ulusal karasal lisans almak için başvuruda bulunmuş ve bu başvuruya dayanılarak 1995 yılından itibaren yayınlarına devam etmiştir. Başvurucu, 2002 tarihinde RTÜK’e verdiği dilekçede 2000 yılının Ağustos ayından itibaren ara verdikleri yayına aynı frekanstan tekrar geçileceğini bildirmiş; bu tarihten itibaren yayınlarını düzenli olarak yapmaya devam etmiştir. RTÜK 27/10/2008 tarihli kararında, yayınlarına ara verdiği hâlde bir üst kurul kararı olmadan izinsiz yayına geçen kuruluşların yargı kararları saklı kalmak kaydıyla yayınlarının durdurulması hususunda uyarılmasına karar vermiştir. Üst Kurulun adı geçen kararına dayanarak RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığı 11/11/2008 tarihinde başvurucuya bir yazı yazmıştır. Söz konusu yazıda Üst Kuruldan izin alınmadan karasal ortamdan yapılan yayınların durdurulması istenmiştir. Oysa yine RTÜK İzin ve Tahsisler Dairesi Başkanlığının başvurucuya ilişkin 2/11/2009 tarihli bir yazısında başvurucunun yayınlarına ara verip yeniden başlayan kuruluşlar kapsamında değerlendirildiği bildirilmiştir. Bundan başka Ceza Mahkemeleri ve Cumhuriyet Başsavcılıkları, genel olarak başvurucunun 3984 sayılı mülga Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte yapmış oldukları usulüne uygun başvuruya dayanarak yayın yaptığı ve bunun aksine izinsiz olarak yayın yaptığının sabit olmadığını tespit etmiştir.

49. Buna karşın yukarda adı geçen RTÜK işlemine karşı açılan dava sonucunda Ankara 8. İdare Mahkemesi, başvurucunun karasal ortamda Ankara, İstanbul, İzmir ve Denizli illerinde yayın yaptığını oysa yalnızca İstanbul ili için ulusal radyo (R1) lisans başvurusunun mevcut olduğunu ifade etmiş ve davayı reddetmiştir.

50. Başvurucu, 1995 yılından itibaren yayın yapmaktayken 2000 ile 2002 yılları arasında yayınlarına ara vermiş, 2002’den 2009 yılına kadar da yayınlarına devam etmiştir. Dolayısıyla başvurucu, RTÜK ve Derece Mahkemesi kararlarında adı geçtiği gibi “izin almadan yayın yapan” değil; “yayınlarına ara veren” statüsünde bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilen Danıştay kararlarında (bkz. §§ 19, 20) bu iki statüye farklı hukuki sonuçlar bağlandığı açıktır. Bu hususlar dikkate alındığında RTÜK ile Derece Mahkemelerinin kararlarında belirtilen gerekçelerin “ilgili ve yeterli” olmadığı ve bu nedenle de somut başvuruda müdahalenin “arzulanan hedeflere uygun” olmadığı değerlendirilmiştir.

51. Son olarak başvurucu, Şirket sahibinin farklı dinî inanca sahip olması nedeniyle kendisine farklı muamele yapıldığını iddia etmiş ise de kamu gücünü kullanan organların ve Derece Mahkemelerinin gerekçelerinden başvurucunun yayınlarının durdurulmasının Şirket sahibinin dinî inancından kaynaklandığı yönünde bir kanaate ulaşılamamıştır.

52. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun yayınlarının durdurulmasının arzulanan amaçlara uygun olmadığı dolayısıyla da demokratik bir toplumda gerekli olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

53. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56. Derece Mahkemelerinin “ilgili ve yeterli” olmayan gerekçe ile başvurucunun yayınlarının durdurulmasına ilişkin kamu gücü işlemine karşı açtığı davayı reddetmeleri ve bu hususun ifade özgürlüğünü ihlal ettiği gözetilerek başvurucu hakkındaki idari davada 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun kamuya açık belgelerde kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Başvurucunun,

1. İfade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca gereği yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 8. İdare Mahkemesine gönderilmesine

14/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

HALK RADYO VE TELEVİZYON YAYINCILIK A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19270)

 

Karar Tarihi: 11/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 17/9/2019-30891

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Ceren Sedef EREN

Başvurucu

:

Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş.

Vekili

:

Av. Şahin MENGÜ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir soruşturma kapsamında verilen yayın yasağı kararı nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

8. İkinci Bölüm tarafından yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

10. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 24/11/2014 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı 9/8 Esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonu (Komisyon) tarafından eski bakanlar M.Z.Ç., M.G., E.B. ve Er.B. hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin gizliliği ihlal edici ve masumiyet karinesini zedeleyici yayınlar yapıldığını belirterek soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ihtiyacı gerekçesiyle soruşturma kapsamında yayım yasağı konulması talebinde bulunmuştur.

11. Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği 25/11/2014 tarihinde, soruşturmanın gizliliğinin ihlal edilmesinin önlenmesi ve haklarında soruşturma yürütülen eski bakanların şöhret ve diğer haklarının korunmasının sağlanması ihtiyacı gerekçesiyle soruşturmaya ilişkin yayım yasağı konulmasına karar vermiştir. Bu kapsamda Komisyonun istemiş ve getirtmiş olduğu bilgi ve belge içerikleri ile tanık, bilgi sahibi, bilirkişi sıfatıyla veya diğer ilgililerin ve beyanlarına başvurulan kişilerin Komisyona vermiş oldukları beyanlarına yönelik olarak 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun 3. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca soruşturmanın tamamlanacağı 27/12/2014 tarihi mesai sonu bitimine kadar tüm yazılı, görsel ve internet ortamında yapılan yayınlar hakkında yayım yasağı konulmasına hükmedilmiştir.

12. Başvurucu tarafından anılan karara itiraz edilmiştir. Ankara 8. Sulh Ceza Hâkimliği 28/11/2014 tarihinde söz konusu kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir.

13. İtirazın reddine dair karar başvurucuya 10/12/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu aynı tarihte bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

14. 5187 sayılı Kanun'un "Basın özgürlüğü" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir."

B. Uluslararası Hukuk

15. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin "Ceza Yargılamalarına Dair Bilgilerin Yayımlanmasına İlişkin Hukuki Kuralların Düzenlenmesi" ile ilgili 10/7/2013 tarihli ve R(2003)13 sayılı Tavsiye Kararı'nda (Tavsiye Kararı) medyanın, kamuoyunu devam eden ceza yargılamaları hakkında bilgilendirmesinin, hem ceza hukukunun caydırıcı etkisinin görünür hâle gelmesi hem de ceza adaleti sisteminin işleyişi üzerinde halk denetimi sağlanması açısından oldukça önemli olduğu belirtilmiştir. Buna rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6., 8. ve 10. maddelerinde öngörülen haklar arasında meydana gelebilecek olası çatışmalar ile söz konusu haklar arasında her somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak bir dengeleme yapılması, ayrıca Sözleşme'den doğan yükümlülüklere uyulmasının sağlanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) denetleyici rolünün de gözönünde tutulması gerektiği eklenmiştir.

16. Tavsiye Kararı'nın ekinde öngörülen (1) numaralı ilkeye göre kamu, medya aracılığıyla adli makamların ve emniyet birimlerinin çalışmaları hakkında bilgi alabilmelidirTavsiye kararının devamında ise gazetecilerin, ceza yargılaması sisteminin işleyişi hakkında haber yaparken uymaları gereken sınırlar belirtilmiştir. Bu ilkeler şu şekildedir:

"İlke 2 - Masumiyet karinesi

Masumiyet karinesi ilkesine saygı duyulması, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle, devam eden ceza yargılamalarıyla ilgili bilgi ve fikirler, suçlu veya şüphelinin masumiyet karinesi hakkına zarar vermeyecek şekilde medyada yer almalı veya yayımlanmalıdır.

İlke 8 – Devam eden ceza yargılamalarında mahremiyetin (özel hayatın) korunması

Şüpheli, sanık veya mahkûm kişiler veya ceza yargılamalarıyla ilgisi bulunan diğer taraflar hakkında bilgi edinimi düzenlenirken, Sözleşme'nin 8. maddesi uyarınca özel hayatın korunması hakkına saygı gösterilmelidir. Bu kapsamda çocuklar ya da dezavantajlı gruplara dahil diğer bireylere olduğu gibi şüpheli, sanık ve mahkûm aileleri ile tanık ve mağdurlara da özel bir koruma sağlanmalıdır. Her durumda, kimliklerini ortaya çıkarabilecek bir bilginin yayımlanmasının, bu ilkede belirtilen kişiler üzerinde oluşturabileceği zararlı etkilere de özellikle dikkat edilmelidir."

17. Yukarıda zikredilen Tavsiye Kararı'nın ekinde yetkili kamu otoritelerinin yerine getirmesi gereken birtakım yükümlülüklerden de söz edilmiştir. Söz konusu ilkelerin eldeki başvuruya ışık tutabilecek olanları şunlardır:

"İlke 3 - Bilginin doğruluğu

Adli makamlar veya emniyet birimleri, medyaya sadece doğrulanmış bilgiyi veya makul varsayımlara dayandırılmış bilgiyi vermelidir. Varsayımlara dayalı bilginin verilmesi halinde, bu durum medyaya açıkça ifade edilmelidir.

(...)

İlke 6 – Ceza yargılamaları esnasında düzenli bilgi sağlanması

Kamuoyunu ilgilendiren ya da kamuoyunda özellikle tartışılan ceza yargılamaları hakkında adli makamlar veya emniyet birimleri, soruşturma ve polis işlemlerinin gizliliğine zarar vermemesi veya yapılan ceza yargılamasını geciktirmemesi ya da engellememesi kaydıyla, konuyla ilgili yaptıkları çalışmalar hakkında medyayı bilgilendirmelidirler. Ceza yargılamalarının uzun sürmesi halinde bu tür bilgiler düzenli aralıklarla verilmelidir.

İlke 7 – Bilginin kötüye kullanımının yasaklanması

Adli makamlar veya emniyet birimleri, devam eden ceza yargılamalarıyla ilgili bilgileri, kanunun uygulanmasına yönelik olmayan veya ticari amaçlar nedeniyle kullanmamalıdırlar.

(...)

İlke 10 - Kovuşturma makamlarında ön yargı oluşturabilecek etkinin önlenmesi

Özellikle jüri sisteminin geçerli olduğu ya da hâkim asistanlarının yer aldığı ceza yargılamaları kapsamında, adli makamlar ve emniyet birimleri, kovuşturmanın adilliği konusunda ciddi ön yargı riski oluşturabilecek bilgiyi açıklamaktan kaçınmalıdırlar.

İlke 11 - Kovuşturma öncesi zarar verici yayımlar

Suçlanan kişi medyada yer alan bilgiler sonucu adil yargılanma hakkının ciddi bir ihlal tehditi altında kaldığını veya ihlal edildiğini ispat edebilirse, kendisine etkin bir yasal telafi yolu sunulmalıdır. "

18. Sözleşme'nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddesi şöyledir:

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."

19. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin ilkelerin basın söz konusu olduğunda daha da önemli olduğunu belirterek bu ilkelerin de geniş anlamda yargı erkinin işleyişinin güvence altına alınması kapsamında kaldığını, nitekim toplumsal konularda aydınlatılmış bir kamuoyunun yargı erkinin düzgün işleyişi için gerekli olduğunu ifade etmektedir. AİHM, yargı sisteminin dışarıya tamamen kapalı biçimde fonksiyon gösteremeyeceği üzerine genel bir fikir birliği olduğunu ve mahkemelerin uyuşmazlıkları çözmek için yetkilendirilmiş makamlar olmasının, başka hiçbir alanda uyuşmazlıklar üzerine tartışılamayacağı anlamına gelmediğini de belirtmektedir. Ayrıca yargının etkili işleyişini engelleyecek hareketlerden kaçınması gerekmekle beraber kamuyu ilgilendiren diğer meselelerde olduğu gibi yargıya intikal eden konularda da medyanın bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olduğu, buna karşılık toplumun da bu konularda bilgi alma hakkının bulunduğu AİHM tarafından vurgulanmaktadır (Sunday Times/Birleşik Krallık (No.1) [GK], B. No: 6538/74, 26/4/1979§ 65).

20. AİHM, Sözleşme'nin 10. maddesinin, madde metninden ve Mahkemenin içtihadından da anlaşıldığı üzere ifade özgürlüğüne yönelik önleyici nitelikteki sınırlamaları yasaklamadığını belirtmektedir. AİHM bununla birlikte önleyici nitelikteki sınırlamaların, Mahkemenin en sıkı denetimini gerektirecek ölçüde tehlike içerdiğini de ifade etmektedir. AİHM ayrıca basın söz konusu olduğunda denetimin daha da önemli olduğunu, nitekim çok kısa sürede güncelliğini yitirme tehlikesi bulunan haberlerin önleyici nitelikte sınırlamalara tabi tutulmasıyla değerini ve kamuoyu ilgisini kaybettiğini eklemektedir (Association Ekin/Fransa, B. No: 39288/98, 17/7/2001, § 56).

21. AİHM RTBF/Belçika (B. No: 50084/06, 29/3/2011) kararında, yargılamanın etkililiğini sağlamak amacıyla bir televizyon programının geçici olarak yayımının yasaklanması nedeniyle ilgili yayın şirketinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasını incelemiştir. Söz konusu yasak kararı, devam eden yargılamalarda verilebilecek ihtiyati tedbir niteliğinde kararların öngörüldüğü bir genel usul hükmü uyarınca verilmiş ve yasağın ihlal edilmesi hâlinde her yayım için 2.000.000 Belçika Frankı para cezasına hükmedileceği belirtilmiştir (RTBF/Belçika, § 10). AİHM öncelikle basın alanında geçici bir önlem olarak yayım yasağına karar verilmesi konusunda gerek ilk derece gerek üst mahkeme içtihadı arasında birlik bulunmadığını ifade etmiştir. Daha sonra basın alanında önleyici bir tedbir olarak konulacak yayım yasakları konusunda kesin ve belirli kurallar içeren özel bir hukuki çerçeve bulunmamasının, bu kapsamda yapılabilecek şikâyetlerin ve sahip oldukları takdir yetkisi doğrultusunda yargı mercilerinin somut olay bağlamında ulaşacakları çözümlerin çeşitliliğini artırma tehlikesi doğurması sebebiyle bilgi verme özgürlüğünün özünü zedeleyebileceğini eklemiştir. Basın alanında önleyici nitelikte sınırlamaların uygulanabilmesi için yasağın kapsamı üzerinde sıkı bir denetim ve muhtemel suistimalleri engellemek üzere etkili yargısal başvuru yolları öngören hukuki bir çerçevenin zorunlu olduğunu da vurgulayan AİHM, başvuru konusu olayda yeterli öngörülebilirliğin ve dolayısıyla kanunilik koşulunun sağlanmadığı gerekçesiyle başvurucu yayın şirketinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir (RTBF/Belçika, §§ 113-117).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 11/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu, kamuoyunun dört eski bakan hakkında alenileşmiş bir yolsuzluk iddiası nedeniyle yürütülen soruşturmaya ait bilgi ve belgelerden haberdar edilmesinde bakanların kişisel şöhret ve haklarının korunmasından daha üstün bir yarar olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda başvuru konusu yayım yasağı kararında gösterilen sebeplerin meşru, ilgili ve gerekli olmadığını iddia eden başvurucu, söz konusu yayım yasağı nedeniyle basın ve ifade özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Bakanlık görüşünde öncelikle, ihlale neden olduğunu ileri sürdüğü kamu gücü işleminden kişisel olarak ve doğrudan etkilenmeyen başvurucunun mağdur sıfatı bulunmamasından ötürü başvurunun "kişi bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez bulunması gerektiği belirtilmiştir. Esasa ilişkin olarak ise yayım yasağı kararının dayanağı olan Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrası ile 5187 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasının (bkz. § 14) kanunilik şartını sağladığı ifade edilmiştir. Haklarında soruşturma yürütülen eski bakanların kişilik haklarının zedelenmesinin önlenmesi gerekçesiyle verilen kararla "başkalarının şöhret ve haklarının korunması" ile soruşturmanın etkin şekilde yürütülmesi amaçlarının hedeflendiği ve bu amaçların Anayasa'nın ilgili maddesinde öngörülen meşru amaçlar kapsamında kaldığı da eklenmiştir. Son olarak kapsamı ve geçerli olacağı süre belirli olan yayım yasağı kararıyla bir orantısızlık yaratılmadığı ve anılan meşru amaçlara ulaşmada daha hafif bir yol izlenmesinin mümkün olmadığına ilişkin değerlendirmeye yer verilmiştir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa'nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

..."

26. Anayasa'nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir :

"Basın hürdür, sansür edilemez...

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.

...

Yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi için, kanunla belirtilecek sınırlar içinde, hâkim tarafından verilen kararlar saklı kalmak üzere, olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.

..."

27. Anayasa'nın, başvuru tarihinde yürürlükte olan "Meclis soruşturması" kenar başlıklı 100. maddesi şöyledir:

"Başbakan veya bakanlar hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği önerge ile, soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.

Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, Meclisteki siyasî partilerin, güçleri oranında komisyona verebilecekleri üye sayısının üç katı olarak gösterecekleri adaylar arasından her parti için ayrı ayrı ad çekme suretiyle kurulacak onbeş kişilik bir komisyon tarafından soruşturma yapılır. Komisyon, soruşturma sonucunu belirten raporunu iki ay içinde Meclise sunar. Soruşturmanın bu sürede bitirilememesi halinde, komisyona iki aylık yeni ve kesin bir süre verilir.Bu süre içinde raporun Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslimi zorunludur.

Rapor Başkanlığa verildiği tarihten itibaren on gün içinde dağıtılır, dağıtımından itibaren on gün içinde görüşülür ve gerek görüldüğü takdirde ilgilinin Yüce Divana sevkine karar verilir. Yüce Divana sevk kararı ancak üye tamsayısının salt çoğunluğunun gizli oyuyla alınır.

Meclisteki siyasî parti gruplarında, Meclis soruşturması ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Anayasa Mahkemesi bir ceza soruşturmasına ilişkin yayım yasağı kararı nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yapılan bir başvuruyu, başvurucuların yasaktan kişisel olarak ve doğrudan etkilendiklerini somut olarak gösteremedikleri gerekçesine yer vererek "kişi bakımından yetkisizlik" nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (Mahmut Tanal ve diğerleri [GK], B. No: 2014/18803, 10/12/2014, §§ 36-37). İncelenen başvuru bir basın kuruluşu tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla bir basın organı tarafından başvurunun yapıldığı dönemde güncel olan bir olaya ilişkin verilen yayım yasağı kararının basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasıyla yapılan somut başvuruda, başvurucunun mağdur statüsü bulunduğunun kabulü gerekir.

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

30. Demokratik bir sistemde devletin eylem ve işlemlerinin, adli ve idari yetkililerin olduğu kadar basının ve aynı zamanda kamuoyunun da denetimi altında bulunması gerekir (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 57; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 66; R.V.Y., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 34). Bu bağlamda eski bakanların görevlerinden dolayı işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle haklarında yürütülen soruşturma konusunda basının bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü bulunmakta, buna karşılık kamuoyunun da basın aracılığıyla bilgilendirilmeyi talep hakkı doğmaktadır.

31. Başvuru konusu yayım yasağı kararıyla eski bakanlar hakkında yürütülen söz konusu soruşturmaya dair bazı bilgi ve belgelerin haber yapılması ve yayımlanması geçici bir süre için yasaklanmıştır. Bu nedenle başvuru konusu yayım yasağı kararıyla başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulduğu anlaşılmaktadır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir.

33. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

34. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma ve demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.İlk olarak mevcut müdahalenin kanunilik koşulunu taşıyıp taşımadığı incelenecektir.

i. Genel İlkeler

35. Hak ya da özgürlüğe bir müdahale söz konusu olduğunda öncelikle tespiti gereken husus, müdahaleye yetki veren bir kanun hükmünün mevcut olup olmadığıdır. Anayasa’nın 28. maddesi kapsamında yapılan bir müdahalenin kanunilik şartını sağladığının kabul edilebilmesi için müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunması zorunludur (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36; Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61).

36. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında kanunilik ölçütü ilk olarak şeklî bir kanunun varlığını gerekli kılar. Bir yasama işlemi olarak kanun, TBMM'nin iradesinin ürünüdür ve TBMM tarafından Anayasa’da öngörülen kanun yapma usullerine uyularak yapılan işlemlerdir. Bu anlayış temel hak ve özgürlükler alanında önemli bir güvence ortaya çıkartır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 54).

37. Fakat kanunilik ölçütü aynı zamanda maddi bir içeriği de gerektirir ve bu noktada kanunun niteliği önem kazanır. Bu anlamıyla kanunilik ölçütü, sınırlamaya ilişkin kuralın "erişilebilirliği" ve "öngörülebilirliği" ile kesinliğini ifade eden "belirliliği"ni garanti altına alır (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) ve diğerleri [GK], § 55).

38. Belirlilik, bir kuralın keyfîliğe yol açmayacak bir içerikte olmasını ifade eder. Temel hakların sınırlandırılmasına ilişkin kanuni düzenlemenin içerik, amaç ve kapsam bakımından belirli ve muhataplarının hukuksal durumlarını algılayabilecekleri açıklıkta olması gerekir. Bir kanuni düzenlemede, hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisinin doğacağı belirli bir kesinlik ölçüsünde ortaya konulmalıdır. Bu durumda bireylerin hak ve yükümlülüklerini öngörerek davranışlarını bu doğrultuda tanzim etmeleri mümkün hâle gelebilir. Böylece hukuk güvenliği sağlanarak kamu gücünü kullanan organların keyfî davranışlarının önüne geçilmiş olur (Hayriye Özdemir, §§ 56, 57).

39. Anayasa'nın 28. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca ifade ve basın özgürlüklerinin önleyici tedbir niteliğindeki yayım yasaklarıyla geçici olarak sınırlanmasına izin verilmiştir (bkz. § 26). Bununla birlikte bir sınırlama yöntemi olarak yayım yasağından, Anayasa'nın anılan maddesinde özel olarak söz edildiği ve "yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi" sebebi dışında olaylar hakkında yayım yasağı konulamayacağı ifade edilerek yayım yasağı yönünden sınırlama sebeplerinin de sınırlandırıldığı görülmektedir. Bu bağlamda Anayasa koyucunun, ifade ve basın özgürlüklerinin önleyici bir tedbir niteliğindeki yayım yasaklarıyla sınırlanması hususuna ayrı bir önem atfettiği ve bu konuda yalnızca yargılama görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesi sebebini meşru görmekle söz konusu müdahalenin uygulama alanını daralttığı anlaşılmaktadır. Nitekim anılan Anayasa maddesinin gerekçesinde de bu gereklilik, yayım yasağının basın özgürlüğünü ağır şekilde tehdit eden bir önleyici tedbir olduğu belirtilerek ortaya konulmuştur.

40. Anayasa'nın 28. maddesinin beşinci fıkrasına (eski altıncı fıkra) ilişkin madde gerekçesi şu şekildedir:

"Altıncı fıkra, olaylar hakkında yayım yasağı konmayacağı ilkesini koymakta ve bu kurala bir tek halde istisna getirmektedir. Bu istisna da yargılama görevinin etkiden uzak tutulması amacına yöneliktir. Gerçekten 'yayım yasağı' basın hürriyetini tıpkı sansür gibi, ağır şekilde tehdit eden bir 'önleyici' tedbirdir. Bu nedenle uygulama alanının gayet dar biçimde sınırlanması gerekir. Kabul edilen istisnanın meşruluğu üzerinde şüpheye yer yoktur. Yargılama görevi, ancak her türlü etkiden uzak olarak yerine getirildiği takdirde güven verecek; ancak bu şartla mahkeme kararı 'doğru' yu ifade edecek ve 'kesin hüküm kuvvetine' sahip olacaktır."

41. İfade ve basın özgürlüklerine müdahale teşkil eden yayım yasağı kararlarının Anayasa'nın 13. maddesi uyarınca kanuni bir dayanağı bulunmalıdır. Anayasa'nın 13. maddesine ilave olarak Anayasa'nın 28. maddesinin beşinci fıkrasında kanunilik ilkesi tekrarlanarak yayım yasaklarının, Anayasa'nın anılan maddesinde öngörülen diğer asgari şartlar temelinde "kanunla belirtilecek sınırlar içinde" konulabileceği vurgulanmıştır. Anayasa koyucunun da belirttiği üzere ifade ve basın özgürlükleri yönünden oluşturduğu tehlikenin ağırlığı doğrultusunda yayım yasağı; kamu otoriteleri tarafından gerçekleştirilebilecek muhtemel suistimalleri engelleyecek belirli ve kesin kurallar ile sıkı denetim öngören özel bir kanuni düzenleme uyarınca gerçekleştirilmelidir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

42. Başvuru konusu yayım yasağı kararı, eski bakanlar hakkında Anayasa'nın 100. ve devamı maddeleri (bkz. § 27) uyarınca yürütülen TBMM soruşturmasına ilişkin olarak verilmiştir. TBMM soruşturmalarının klasik yasama işlemi olmayıp yargısal veya yarı yargısal bir işlem olduğu uygulama ve doktrinde genel kabul gören bir yaklaşımdır. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da TBMM soruşturmaları, Anayasa tarafından TBMM'ye verilmiş bir "adli görev" olarak tanımlanmış ve yasama organı eliyle yürütülen bir yargı faaliyeti olduğu kabul edilmiştir (AYM, E.1970/25-26, K.1970/32, 18/6/1970). Bu bağlamda hazırlanan raporun daha sonra açılabilecek ceza davasında iddianame yerine geçen belge olarak kabul edildiği TBMM soruşturması, nitelik olarak bir ceza soruşturmasıdır.

43. Bu nedenle başvuru konusu olayda, yayım yasağına karar veren mahkemece yasağın dayanağı olarak gösterilen 5187 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasının, devam eden bir ceza soruşturması kapsamında önleyici bir tedbir olarak konulacak yayım yasağı yönünden kanunilik şartını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilmelidir.

44. 5187 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasında basın özgürlüğü yönünden geçerli olan sınırlama sebepleri sayılmıştır (bkz. § 14). Anılan hükmün şeklî manada bir kanun niteliği taşıdığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak değinilen hükmün önleyici bir tedbir olarak yayım yasağı uygulanmasıyla ilgili olarak hiçbir düzenleme ihtiva etmediği görülmektedir. Bu nedenle sözkonusu hükümde, bir ceza soruşturması kapsamında yayım yasağı uygulanması hâlinde hangi davranış veya olgulara hangi hukuksal sonuçların bağlanacağı ve bu bağlamda kamusal makamlar için nasıl bir müdahale yetkisi doğacağının belirli bir kesinlik ölçüsünde düzenlendiğinden söz edilemez. Bu doğrultuda devam eden bir ceza soruşturmasına ilişkin önleyici bir tedbir olarak yayım yasağı uygulanması yönünden "öngörülebilirlik" ve "belirlilik" ölçütlerini sağlamadığı tespit edilen 5187 sayılı Kanun'un 3. maddesinin ikinci fıkrasının kanunilik şartını karşılamadığı sonucuna varılmıştır.

45. Öte yandan Anayasa'nın yukarıda belirtilen şartları sağlamak koşuluyla (bkz. §§ 39-41) önleyici bir tedbir olarak yayım yasağı uygulanmasına izin verdiği görülmektedir. Bununla birlikte devam eden bir ceza soruşturması kapsamında yayım yasağı konulabilmesine imkân veren ve yukarıda belirtilen nitelikleri taşıyan bir kanuni düzenlemenin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.

46. Açıklanan gerekçelerle başvuru konusu olayda yayım yasağı şeklindeki müdahalenin, Anayasa'nın 13. ve 28. maddelerinde açıkça emredilen kanunilik ölçütünü karşılamadığı görüldüğünden başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

48. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin uygulanmasına ilişkin olarak kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan (GK), B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60.

49. Başvurucu ihlalin tespiti ile ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılması taleplerinde bulunmuştur.

50. Anayasa Mahkemesi, verilen yayım yasağı kararının Anayasa'nın 13. ve 28. maddelerinde öngörülen kanunilik ölçütünü karşılamadığı gerekçesiyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin, kanunilik koşulu sağlanmadan yayım yasağına hükmeden mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

51. Başvuru konusu yayım yasağı kararının süreli olup, belirtilen tarihte (bkz. § 11) geçerliliğinin sona erdiği, bu sebeple tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmıştır.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A DOKUZ TELEVİZYONU DİJİTAL YAYINCILIK SAN. VE TİC. A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13960)

 

Karar Tarihi: 30/3/2022

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportörler

:

Derya ATAKUL

 

 

Yunus HEPER

Başvurucu

:

A Dokuz Televizyonu Dijital Yayıncılık San. ve Tic. A.Ş.

Vekili

:

Av. Nihan TOKLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında toplumun manevi değerlerine aykırı yayın yapılması nedeniyle uyarı yaptırımı uygulanmasının ifade özgürlüğünün ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte "A9 TV" logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan bir kanal olup anılan televizyon kanalında yayımlanan programlardan biri de "Adnan Oktar ile Sohbetler" adlı programdır.

9. Söz konusu programın 30/5/2014 tarihinde saat 23.23.12'de başlayan ve dört saatten biraz fazla süren, "genel izleyici" akıllı işareti ile yapılan canlı yayını ile ilgili olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulunca (RTÜK) inceleme başlatılmış; RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca rapor hazırlanmıştır. Rapora göre anılan yayın ile ilgili uzman görüşünün ilgili kısmı şöyledir:

"A9 TV logolu medya hizmet sağlayıcı kuruluşta 30.05.2014 tarihinde saat 23.23,12'den itibaren 4 saat 5 dakika 36 saniye süren genel izleyici logolu ve canlı olarak 'Adnan Oktar ile Sohbetler' adlı bir program yayımlanmıştır.

A9 logolu yayın kuruluşu Harun Yahya mahlası ile yazılı ve görsel birçok eseri olan Adnan Oktar adlı kişinin öğrencileri veya kendisine gönül veren kimseler olduğu anlaşılan kimi erkek ve kadınlarla birlikte söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program ana yayın olmak üzere söz konusu grubun görsel anlatım eşliğinde belgesel niteliğinde anti-darwinist ve yaratılış gerçeğini esas alan ve onu ispata yönelik hazırlanmış bilimsel yayınlar ile ahirzaman, mehdilik ve mesihin nüzulü gibi konular etrafında gerek eski ahit ve yeni ahitten gerekse Kur'an'ı Kerim ve bazı hadis rivayetlerinden, gerekse ağırlıklı olarak son dönem olmak üzere geçmiş islam alimlerinin bazı eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle doğrudan olmasa da dolaylı olarak (Mehdilik vasıflarını zikrettikten sonra kendisindeki benzer vasıfları zikrederek) kendisini işaret etmek suretiyle mehdilik iddiasını zımnen ortaya koyacak şekilde yayınlar yapan bir yayın kuruluşudur. A9 logolu yayın kuruluşunda kuşak reklamları yer almamakta, Adnan Oktar'ın bazı eserlerinin ve bazı web tasarımları haricinde herhangi bir ticari iletişim faaliyetine rastlanmamaktadır.

Yayımların odak noktasını günlük canlı olarak veya daha önce yayınlanmış olan bölümlerin tekrar yayımlanması suretiyle Adnan Oktar ile stüdyoda bulunan kimi kadın ve erkeklerin söyleşi şeklinde gerçekleştirdiği program oluşturmaktadır. Bu sohbet ve söyleşi programında konuklar siyasi ve sosyal konulu haber başlıkları ve yorumları arz etmekte bunun üzerine Adnan Oktar yorumlama yapmaktadır....

Bu yorumlar esnasında zaman zaman bir müzik açılmakta, stüdyoda bulunanlar tempolar tutarak değişik dans figürleriyle çalan müziğe eşlik etmektedirler. Müzik sona erdiğinde veya aniden kesildiğinde sohbete kalındığı yerden devam edilmekte, Kur'an ayetleri, hadis rivayetleri okunmaya ve şahsi yorumlarla açıklanmaya devam edilmektedir. Teknik olarak değerlendirildiğinde konuşması esnasında Adnan Oktar'ın gerek Kur'an gerekse hadis metinlerinde geçen Arapça kavram ve ifadelerin orijinalinin telaffuzunda ciddi yanlışlıklar yapıldığı tespit edilmiş olup geçen ibare ve kavramların telaffuzunda 'galat' sayılabilecek ve bu konuda asgari Arapça dilbilgisi ve teolojik akademik bilginin olmadığının göstergesi sayılabilecek yanlışlıklar yapıldığı da görülmüştür. Bu yanlışlıkların doğrudan Arap harfleri ile değil, Türkçe transkribe edilmiş Arapça metinler üzerinden okumadan kaynaklı yanlışlar olduğu değerlendirilmiş olup kendisinin orijinal dilini bilmediği bir kutsal metni okuma ve yorumlama faaliyetinin son derece teknik ve bilimsel yeterlilik gerektirmesine karşın bu yeterliliğe sahip olmadığı yaptığı açıklama ve yorumlardan anlaşılmaktadır.

Stüdyoda yer alan kadın konukların ağır makyajlı, dekolte kıyafetler giyen, bazılarının yoğun estetik operasyonlar geçirdikleri belli son derece bakımlı ve alımlı olduğu ifade edilen, kendilerine Adnan Oktar'ın söyleşi esnasında da sürekli iltifatlarda bulunduğu ve 'kedi, tavşan, aşkım, birtanem, ruhum, bebeğim' gibi yakıştırmalar ile güzelliklerine vurgu yaptığı yakın sohbet halkasında yer aldığı söylenen kadınlardır.

 Gerek kadınlara yaptığı iltifatlar, gerek kadınların alımlılığı ve yoğun estetik ve makyajları gerekse müzik eşliğinde oynamaları gibi yayın içeriğine ilişkin sosyal medya üzerinde Adnan Oktar ile ilgili istihza içeren paylaşımlara çokça rastlanmakta ve söz konusu içeriğe alaycı bir dille yaklaşıldığı görülmektedir. Yine söyleşi esnasında Adnan Oktar ve kadınların gerekli gereksiz sürekli olarak kullandıkları 'inşallah, maşallah, elhamdülillah' kelimeleri dikkat çekmekte ve yine sosyal medya üzerinde bir alay konusu teşkil etmekte olduğu görülmektedir.

...

30.05.2014 tarihinde yayınlanmış olan 'Adnan Oktar ile sohbetler' programı da yine stüdyo ortamında gerçekleştirilen, gece geç saatlerde canlı olarak yayınlanan, programın bir bölümünün tekrarına ise gündüz saatlerinde yer verildiği bir sohbet programı formatıdır. Yukarıda anlatıldığı şekilde dini konuların konuşulduğu, gelen izleyici mesajları üzerinden iç ve dış gündemle ilgili değerlendirmelerin yapıldığı sohbette zaman zaman yabancı konukların da yer aldığı görülmektedir.

...

Özetle, 'Adnan Oktar ile sohbetler' adlı programda on dört asırlık geçmişi olan İslami gelenek ve Türk milletinin dini değerlere ilişkin İslam kültürü ile yoğrulmuş örfü ve konuya duyarlılığı dikkate alındığında; İslam dininin belirlemiş olduğu ve Türk milletinin genel ahlaki yapısı içerisinde uygulana gelen mahremiyet ilişkilerinin ötesinde kadının cinsel bir meta halinde sunularak ekrana yansıtıldığı; bir İslam âliminin ilminin izzet ve vakarına yakışmayacak, temsil ettiği konum ve bahsedilen dini meseleler ile bir arada bulunması hoş karşılanmayan bir tutum sergilemesinin yanı sıra 'talk show' formatında dini içerik ile alay konusu olacak kadar bir hafiflik içerdiği; gerekli gereksiz 'inşallah, maşaallah' gibi dini terminolojinin önemli kavramlarının izleyiciyi rahatsız bir üslupta kullanıldığı ve dolayısıyla İslam Dini açısından son derece önemli olan bu kavramların hafife alındığı; tefsir yapma ve müfessirde aranan şartları taşıyıp taşımadığı bilinmeyen, bu konuda yetkinliği tartışmaya açık, internet ve sosyal medyada kendisine 'Hocadan çok Hugh Hefner'a benziyor' (Amerikalı, Playboy dergisi ve malikanesinin sahibi) şeklinde bir teşbih yapıldığının görülmektedir. Yine kendisinin ve kadın olsun erkek olsun stüdyo konuklarının estetik ve kareografik değeri olmayan ve ritme uygun olmayan dans figürleri de son dönemde bilhassa gençlerin rağbet ettiği ve sosyal medyada yoğun takip edilmiş olan Gangnam Style'a benzetilerek 'Adnan Style' şeklinde nitelenmekte ve sosyal medyada alay konusu edilmekte, temsil ettiği konumdan dolayı olarak Adnan Oktar'ın şahsında manevi değerlerin alaya alınmasına yol açıldığının görülmektedir.

A9 logolu yayın kuruluşunda söz konusu program ve yapılan söyleşi yalnızca grubun kendi aralarında yaptığı bir söyleşi olsa ve dini bir hüviyet taşımamış olsa fikir ve ifade hürriyeti kapsamında rahatlıkla değerlendirilebilecek olmasına karşın, gerek Adnan Oktar'a "hocam" şeklinde hitaptan da anlaşıldığı üzere dini bir kişilik olarak takdim edilmesi hatta zımnî bir mehdilik iddiası, gerekse Kur'an tefsiri yapma iddiası, bunun kamuoyuna açık bir şekilde bir kitle iletişim aracı ile yapılıyor olması, arada müzik eşliğinde stüdyodaki dekolte giyimli kadın konukların dans edip akabinde Kur'an tefsirine geçilmesi yapılan dini metinleri arz ile yorumlama faaliyetini ve inançlı izleyici kitlesinin dini değerlerini hafife alma, tahkir etme ve dini değerleriyle alay etme şeklinde de mütalaa edilebilecek olup, dini değerleri ve İslam mukaddesatı konusunda asgari düzeyde hassasiyeti olan izleyiciyi bile incitebilecek, değerlerinin hafife alındığı şeklinde bir algıya sebep olabilecektir. Nitekim yoğun bir şekilde Alo RTÜK ve web üzerinden gelen izleyici şikayetleri de bu yöndedir.

...

 Sonuç olarak; yukarıdaki argümanlar çerçevesinde yayın kuruluşunun söz konusu yayınıyla 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde belirtilen 'toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.' hükmünü ihlal ettiği kanaatine varılmıştır."

10. RTÜK 25/6/2014 tarihinde başvurucuya 15/2/2011 tarihli ve 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendindeki "Toplumun ... manevi değerlerine, ... aykırı olamaz" hükmü uyarınca aynı Kanun'un -17/4/2017 tarihli ve 690 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (690 sayılı KHK) 61. maddesi ile yapılan ve 1/2/2018 tarihli ve 7077 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un 51. maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önceki- 32. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre "uyarı" yaptırımının uygulanmasına karar vermiştir. Uzman raporuna dayandırılan kararın gerekçesi şöyledir:

"Rapora konu siyasal ve sosyal konulu haber başlıklarının yorumlandığı, dini konuların konuşulduğu, özellikle Kuran'ı Kerim ve Türkçe meali üzerinden yorumların yapıldığı, ayet ve hadislerden çıkarımlarda bulunulduğu, sohbet türündeki programda, dini içerikli yorumlar esnasında çeşitli türlerden müziklerin kullanılması programda bulunan kişilerin müziklere danslarıyla eşlik etmesi ve akabinde Kuran'ı Kerim'den ayetlerin okunarak yorumların yapılması, izleyicilerin nezdinde güçlü bir manevi değer olarak kabul edilen din, Kuran'ı Kerim, ayet, hadis gibi değerlerin hafife alındığı anlayışının verildiği hususunda şüphe bulunmamaktadır. Bütün dinlerde kutsal sayılan mekan ve kurumlara karşı belli bir saygının gösterilmesi gerektiği kabul gören husustur. Ziyaretçiler, kilise, cami, havra vb. Mekanlara girerken özel örtü almakta ve asgari bir saygı göstermektedir.

Demokratik toplumlar için vazgeçilmez bir ölçü olan ifade özgürlüğünün kullanılmasında belli din ve değerlere inanan insanların rencide edilmemesine önem verilmesi gerekmektedir.

Söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesi, belli dini değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet vermiştir.

Bunun yanı sıra anılan programda dini konuların konuşulduğu ve ayet ve hadis meallerinin verildiği ancak konunun ciddiyetle bağdaşmayacak şekilde dekolteli kadınlar ile erkeklerin müzik yayını eşliğinde dans etmelerinin, toplumun genelinin bu konudaki hassasiyetinin yayıncı kuruluş tarafından gözetilmediği ve bu şekilde toplumun manevi değerlerine aykırı yayın icra edildiği değerlendirilmiştir.

Bu nedenlerle A9 TV logosuyla yayın yapan yayın kuruluşunun söz konusu yayını ile, 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendini ihlal ettiği, bu nedenle uyarılması gerektiği kanaatine varılmıştır."

11. Başvurucu, idari işlemin iptali için dava açmış; dava dilekçesinde dinî sohbet programında müzik bulunmasının, dans edilmesinin, programı dinleyen kadınların dekolteli olmasının ifade özgürlüğüne müdahaleyi gerektirecek ve kamu düzenini tehlikeye sokacak bir nitelik taşımadığını, ifade hürriyetinin toplumun genel anlayışına aykırı ve aleyhinde olan düşünceleri de kapsadığını belirtmiştir. Başvurucu, diğer ulusal ve yerel kanallarda da kadın ve erkeklerle birlikte dinî sohbetler yapıldığını, sanatçıların bu programlarda da şarkılar söyleyebildiğini, dekolteli ve makyajlı kadınların yer aldığını somut örneklerle açıklamış; bu yayınlar hakkında idare tarafından herhangi bir yaptırım kararı uygulanmazken başvuru konusu programa uygulanan yaptırımın hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, yayımladığı programın toplumsal manevi değerlere aykırı olmadığını gösteren Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri ile Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesinden aldığı üç bilimsel mütalaa raporu ile idari işlemin hukuka aykırı olduğunu gösteren Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalı öğretim üyesinden aldığı bir bilimsel mütalaa raporunu dava dilekçesinin ekine eklemiştir.

12. Ankara Üniversitesi ile Marmara Üniversitesinin İlahiyat Fakültelerinde görevli üç öğretim üyesi tarafından ayrı ayrı düzenlenen raporlarda özetle millî ve manevi değerler kavramının muğlak ve dinamik bir yapıya sahip olduğu, demokratik toplumların çoğulcu yapıya sahip olduğu, toplumun bir kesiminin millî ve manevi değerlerine aykırı yönü bulunan müzik, dans ve dekolte kıyafetlerin toplumun diğer bir kesiminin değerleri ile çelişmeyebileceği, demokratik yönetimin tolumun tümünü gözönünde bulundurmak zorunda olduğu ve bir kesimin hassasiyetlerine göre özgürlüklerin kısıtlayıcı olamayacağı, ibadet yapılmadığı müddetçe her türlü kıyafetle iken dinî içerikli sohbet yapılabileceği, erkeler ve kadınlar ile aynı ortamda dinî sohbet yapılabileceği zira, haremlik-selamlık uygulamasının İslami değil Arap kültürünün bir değeri olduğu, dinî içerikli bir sohbetin belli bölümlerinde müzik çalma ve dans etmenin millî ve manevi değerlere aykırı olmadığı, dinin insanın bütün hayatını kapsayan bir form olduğu, İslam dininin sadece Allah ile kul arasındaki değil kulların birbirleri arasındaki ilişkileri de gözönünde bulunduran bir yapıda olduğu, bu nedenle dinî alanın ekonomi, siyaset, bilim, sanat gibi konuları da kapsadığı, bu nedenle dinî konuların münasebeti geldiği zaman her ortamda ele alınıp konuşulabileceği belirtilmiştir.

13. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyesi tarafından düzenlenen raporda özetle idare tarafından ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli ve ölçülü olmadığı Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı kapsamında ele alınmıştır. Raporda; ifade özgürlüğünün sınırlanmasında başvurulması gereken ölçütün maddi düzenin ifade açıklamasıyla bozulup bozulmayacağı olduğu, maddi düzen bozulmadığı sürece ifade özgürlüğünün genel ahlak, millî ve manevi değerler gibi içeriği değişen kavramlarla sınırlanamayacağı, idarenin dinî esaslara dayanarak temel hak ve özgürlükleri sınırlayamayacağı ve tüm inançlara eşit mesafede durması gerektiği, dinin nasıl ve ne şekilde yaşanacağını belirlemenin ve insanları belli bir din anlayışına göre yaşamaya zorlamanın Anayasa'ya aykırı olduğu açıklanarak idari işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

14. Ankara 14. İdare Mahkemesi 17/4/2015 tarihinde, RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca hazırlanan uzman raporunu ve RTÜK'ün kararını gerekçeli kararına yansıtarak idari makamla aynı sonuca ulaşmış, anılan kararda hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir.

15. Başvurucu, temyiz talebinde bulunmuş; esasa ilişkin şikâyetlerinin yanında ayrıca dava konusu şikâyetin çözümünün genel hukuk bilgisi dışında özel ve teknik bilgi gerektirdiğini, ilk derece mahkemesinin bilirkişilik müessesesine başvurmadığını, kendisinin sunduğu bilimsel mütalaaları da dikkate almadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

16. Karar, Danıştay Onüçüncü Dairesince 23/11/2015 tarihinde "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek" onanmıştır.

17. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 27/4/2016 tarihinde reddedilmiştir.

18. Ret kararı başvurucuya 29/6/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 6112 sayılı Kanun'un "Yayın hizmeti ilkeleri" kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini kamusal sorumluluk anlayışıyla bu fıkrada yer alan ilkelere uygun olarak sunarlar. Yayın hizmetleri;

...

f) Toplumun millî ve manevî değerlerine, genel ahlaka ve ailenin korunması ilkesine aykırı olamaz.

..."

20. Aynı Kanun'un "İdari yaptırımlar" kenar başlıklı 32. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları 690 sayılı KHK'nın 61. maddesi ile yapılan ve 7077 sayılı Kanun'un 51. maddesi ile aynen kabul edilen değişiklikten önce şöyledir:

"(1) Bu Kanunun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (d), (g), (n), (s) ve (ş) bentlerindeki yayın hizmeti ilkelerine aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcı kuruluşlara, ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde ikisinden beşine kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz. Ayrıca, idarî tedbir olarak, ihlale konu programın yayınının beş keze kadar durdurulmasına, isteğe bağlı yayın hizmetlerinde ihlale konu programın katalogdan çıkarılmasına karar verilir. İhlalin mahiyeti göz önünde bulundurularak, bu fıkra hükümlerine göre idarî para cezası ile birlikte idarî tedbire karar verilebileceği gibi, sadece idarî para cezasına veya tedbire de karar verilebilir.

(2) 8 inci maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan medya hizmet sağlayıcıları uyarılır. Uyarının ilgili kuruluşa tebliğinden sonra ihlalin tekrarı hâlinde medya hizmet sağlayıcıya ihlalin ağırlığı ve yayının ortamı ve alanı göz önünde bulundurularak, ihlalin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz."

B. Uluslararası Hukuk

21. AİHM içtihadı çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin(Sözleşme) 9. maddesi, dinî duygulara saygı gösterilmesi hakkını da koruma altına almaktadır (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, B. No: 13470/87, 20/9/1994, § 47).

22. AİHM, Sözleşme ile güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklere getirilecek sınırlamaların demokratik bir toplum için gereklilik arz edip etmediğini incelerken Sözleşmeci devletlerin belirli bir takdir marjını haiz olduklarını fakat bunun sınırsız olmadığını daha önce pek çok defa belirtmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, B. No: 17419/90, 25/11/1996, § 53). AİHM, dinî kanaatlere yönelik saldırılar bakımından başkalarının haklarının korunması noktasındaki ihtiyaçlarla ilgili bir Avrupa standardının olmadığı tespitini yapmıştır. Bu nedenle devletler ahlak veya din gibi konulardaki samimi kişisel inançlara yönelik saldırılar çerçevesindeki ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda daha geniş bir takdir marjına sahiptir. Ancak ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamanın Sözleşme ile uyumu konusunu nihai olarak karara bağlama yetkisi AİHM'indir. AİHM, bu yetkisini davanın koşulları altında müdahalenin demokratik bir toplumda sosyal bir ihtiyaç baskısına karşılık gelip gelmediğini ve izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını değerlendirmek suretiyle kullanacaktır (Wingrove/Birleşik Krallık, § 58; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 50;Aydın Tatlav/Türkiye, B. No: 50692/99, 2/5/2006, §§ 24, 25).

23. AİHM; ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun vazgeçilmez temel taşlarından, toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biri olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda ifade özgürlüğünün sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen bilgi ve düşünceler için değil aynı zamanda devlet veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu, demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülüğün bunu gerektirdiğini ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

24. AİHM -Sözleşme'nin 10. maddesinin ikinci paragrafında öngörüldüğü üzere- ifade özgürlüğünün kullanılmasının beraberinde görev ve sorumluluklar getirdiğini belirtmektedir. Bu görev ve sorumluluklar arasında dinî inançlar bağlamında başkaları için yersiz, saldırgan nitelikte, saygısızca(İ.A./Türkiye, B. No: 42571/98, 13/9/2005, § 49; Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 49) ve bu suretle insan ilişkilerindeki gelişmeyi güçlendirecek herhangi bir kamusal tartışmaya katkı sunmayan ifadelerden kaçınma yükümlülüğü de yer alabilir (Gündüz/Türkiye, B. No: 35071/97, 4/12/2003, § 37).

25. AİHM'e göre bir devlet meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinine saygı ile bağdaşmayan -haber ve fikirlerin iletilmesi de dâhil olmak üzere- bazı tutumların cezalandırılmasını amaçlayan tedbirler alınmasını gerekli görebilir (Otto-Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 47). İlke olarak derin saygı duyulan dinî hususlara yönelik yakışıksız saldırıların cezalandırılması gerekli görülebilir (İ.A./Türkiye, § 24). Bununla birlikte AİHM, Sözleşme ile getirilen kısıtlamanın ve yapılan müdahalenin olayların koşulları dikkate alındığında sosyal bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığının ve öngörülen meşru amaçla orantılı olup olmadığının tespit edilmesi gerektiğini ifade etmiştir (Wingrove/Birleşik Krallık, § 53).

26. AİHM; somut başvuruya benzer başvurularda ifade özgürlüğü ile düşünce, vicdan ve dinine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurulması gerektiğini belirtmektedir (İ.A./Türkiye, § 27; Otto Preminger Enstitüsü/Avusturya, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Anayasa Mahkemesinin 30/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu;

- İdari yaptırım kararına konu programda kimsenin inancından, yaşam tarzından ve düşüncelerinden dolayı dışlanmaması gerektiğinin, İslam dininin sevgi ve barış esaslı olduğunun anlatıldığını, konuşulan konuların, yapılan yorumların ve İslam inancını ifade etme şeklinin ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini, idarenin subjektif değerlendirmelerle başvurucunun İslam inancının uygulanması konusunda savunduğu düşüncenin yerinde olmadığına karar vererek kişilere inanç ve davranışların nasıl olması gerektiğini dikte ettiğini,

- Birçok televizyon kanalında benzer programların yapıldığını ancak RTÜK tarafından bu programların hiçbirine idari yaptırım uygulanmadığını,

- İdarenin bir hükûmet yetkilisinin söz konusu programı hedef alan açıklamaları üzerine ve siyasi saikle karar verdiğini, bu itibarla idari yaptırımın amaçsal yönden de hukuka aykırı olduğunu,

- Yargı makamlarının eksik inceleme ile hüküm kurduğunu, bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı gibi dosyaya sunduğu uzman görüşlerine de itibar edilmediğini, kararların gerekçesiz olduğunu belirterek Anayasa'nın 10., 13., 24., 25., 26., 28., 36. ve 141. maddelerinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ticari itibarının korunması amacıyla kimliğinin kamuya açık belgelerde gizli tutulması talebinde bulunmuştur.

29. Başvurucu 18/9/2017 tarihinde, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalında görevli öğretim üyesi tarafından hazırlanan ve başvuru konusu idari yaptırım kararı nedeniyle başvurucunun Anayasa'nın 10., 24., 25., 26., 36. ve 141. maddelerinde yer alan haklarının ihlal edildiğini gösteren bilimsel mütalaa raporunu Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Anılan raporda özetle;

- İdari yaptırımın ifade özgürlüğünü sınırlandırdığı, programa katılanların dinî anlayış ve yorumlarını yanlışlamaya kalkışmakla Anayasa'nın 24. ve 25. maddelerini ihlal ettiği,

- Programda dinî kavram ve kutsalların hedef alındığına dair bir veri bulunmadığı, idarenin hakim İslami yoruma dayanarak ve yetkilerini aşarak dinin nasıl anlaşılması gerektiği, hangi grubun din adına hakikat iddiasında bulunabileceği, dinî konuların hangi ortamlarda tartışılabileceği, Kur'an-ı Kerim tilavetinin nasıl yapılması gerektiği gibi soruları cevaplamaya çalışmasıyla özgürlükçü ve çoğulcu laiklik ilkesini ağır bir şekilde ihlal ettiği,

- İdarenin kararında karara dayanak kılınan izleyici şikâyetlerinin idarece objektif bir hukuki tasnife tabi tutulup tutulmadığı yönünde bir analizin yer almadığı,

- Yine idarenin kararında "manevi değerlere aykırılık" kavramının hukuk metodolojisinin meşru yöntemlerine aykırı bir şekilde anlamlandırıldığı,

- İdarenin programda geçen sözlü ve görsel ifadelerin kamu düzenini nasıl bozduğuna veya bozma ihtimalinin nasıl ortaya çıktığına ilişkin kanıt sunmadığı, programda geçen ifadelerin Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasını nasıl ihlal ettiğine ilişkin bir değerlendirme yapmadığı,

- İlk derece mahkemesince -idarenin yaptırım kararındaki gerekçelerin alıntılanmasının dışında- programda sözü edilen kanun kurallarının nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir muhakeme yapılmadan sonuca varıldığı, Danıştayın onama ve karar düzeltme isteminin reddi kararlarında başvurucunun usule ve esasa ilişkin hiçbir itirazının karşılanmadığı, derece mahkemelerindeki yargılamada adeta başvurucunun yok sayıldığı, usule ve esasa ilişkin itirazlarının hiçbirine cevap verilmediği belirtilmiştir.

30. Bakanlık görüşünde, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hak ve özgürlükleri kullanan herkesin görev ve sorumluluklar üstlenmiş olduğu hususunun gözden kaçırılmaması gerektiği, ayrıca müdahalenin orantılılığı tespit edilirken verilen cezaların niteliğinin ve ağırlığının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Başvurucunun tüm iddialarının Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

32. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... kamu düzeni, ... suçların önlenmesi ... başkalarının şöhret veya haklarının ... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir.”

1. Gizlilik Talebi Yönünden

33. Başvurucunun ileri sürdüğü gerekçeler dikkate alındığında somut olayda, gizlilik talebinin kabulüne imkan verecek korunmaya değer yüksek menfaat bulunmaması nedeniyle gizlilik talebinin reddi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

35. Somut olayda ihtilaf konusu programın başvurucunun sahibi olduğu televizyon kanalında yayımlanması nedeniyle başvurucuya uyarı yaptırımının uygulanmasına karar verilmesi (bkz. § 10) ile başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

36. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

37. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

38. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma ve demokratik toplum düzeni ile ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

39. Başvurucu toplumun manevi değerlerine aykırılık koşulunun somut olayda gerçekleşmediğini ve bu nedenle kanunilik koşulunun sağlanmadığını ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesine göre başvurucunun bu başlık altındaki şikâyeti özü itibarıyla müdahalenin zorunlu bir sosyal ihtiyaç baskısına karşılık gelmediğine ilişkindir ve bu sebeple demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk başlığı altında incelenmesi daha uygundur. Öte yandan yapılan değerlendirmede 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

40. Din, hem bir dine bağlı olan bireyler tarafından hayatı anlama ve anlamlandırmada başvurdukları temel kaynaklardan biridir hem de toplumsal yaşamın şekillenmesinde önemli bir işleve sahiptir (Tuğba Arslan, B. No: 2014/256, 25/6/2014, §§ 51, 52; İhsan Taş, B. No: 2014/11255, 21/11/2017, § 32). Bu kapsamda devlet, meşru olarak başkalarının düşünce, vicdan ve dinlerine saygı ile bağdaşmayan bazı davranışlara yönelik yaptırım uygulanmasını gerekli görebilir; devletin bu çerçevede ifade özgürlüğünü düzenleme konusunda belli bir takdir payı vardır. Bu kapsamda başvurucu hakkındaki yargılamada verilen uyarı yaptırımı uygulanmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "başkalarının haklarının" ve "kamu düzeninin" korunması yönünde meşru amaçlara uygun olduğu sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

41. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme, bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

42. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

43. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§ 59).

 (c)İfade Özgürlüğünün Kullanımında Ödev ve Sorumluluklar

44. Anayasa'nın 12. maddesinin kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapan "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası çerçevesinde; Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına herkes için geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (örnek kararlar için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 43). Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir cezanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezlikten gelmeyecektir.

45. Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü kapsamında, dinî inançlar bağlamında meseleye yaklaşıldığında kamusal bir tartışmaya katkı sunma kapasitesi olmaksızın başkaları için temelsiz biçimde yaralayıcı nitelik taşıyan, saldırgan ve yakışıksız ifadelerden kaçınma yükümlülüğü söz konusudur (İhsan Taş, § 40; Mehmet Emre Döker, B. No: 2015/486, 19/9/2018, § 46; Ufuk Çalışkan, B. No: 2015/1570, 7/3/2019, § 47).

46. Kural olarak demokratik bir toplumda büyük hürmet gösterilen dinî sembollere karşı uygun olmayan saldırıların cezalandırılması hatta gerektiğinde önlenmesi, alınan tedbirlerin izlenen meşru amaçlarla orantılı olması koşuluyla gerekli görülebilir. Bu konuda derece mahkemelerinin belli bir takdir payı söz konusudur. Ancak bu takdir payı sınırsız olmayıp ifade özgürlüğüne yönelik müdahalelerin ikna edici bir biçimde gerekçelendirilmesi gerekir. Anılan takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (İhsan Taş, § 41; Mehmet Emre Döker, § 46; Ufuk Çalışkan, § 49).

47. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin gözetilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin “uygun ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 58).

 (d) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır. Yargısal makamların bir temel hak ve özgürlüğün sınırlandırılmasında idari makamlarla aynı sonuca ulaşmaları ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararlarına yansıtmaları, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterlidir. Bununla birlikte idari kararların gerekçelerini tekrar ettiği veya atıfla yetindiği hâllerde Anayasa Mahkemesi, dayanılan idari kararların gerekçelerini denetleyecektir. İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Birgün İletişim ve Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2015/18936, 22/5/2019, § 73).

49. Başvuru konusu olayda "A9 TV" logosuyla uydu üzerinden tematik yayın yapan televizyon kanalında 30/5/2014 tarihinde gece yarısına doğru başlayan ve dört saat süren "Adnan Oktar ile Sohbetler" adlı programın 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi uyarınca toplumun manevi değerlerine aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle RTÜK İzleme ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığınca hazırlanan uzman raporuna dayanılarak Üst Kurul tarafından uyarma yaptırımının uygulanmasına karar verilmiştir. Uzman raporunda; A9 TV logolu yayın kuruluşunun ağırlıklı olarak Adnan Oktar adlı kişi ile irtibatlı olduğu anlaşılan erkek ve kadınlarla birlikte yaratılış gerçeğini esas alan ve onu ispata yönelik hazırlanmış yayınlar ile ahir zaman, mehdilik ve Mesih'in nüzulü gibi konulara yönelik yayın yaptığı, bu yayınlarda Adnan Oktar'ın kutsal kitaplar ile bazı yazarların eserlerinden alıntılar yapmak suretiyle doğrudan olmasa da zımni olarak mehdilik iddiasında bulunduğu belirtilmiştir.

50. Raporda; İslam dinine ait Kur'an, hadis gibi kutsal değerlerin konu edildiği bir programda müzik çalınması, programdaki konukların oturdukları yerde müziğe dans ederek eşlik etmeleri, kadın konukların ağır makyaj yapmış ve dekolteli kıyafetler giymiş olması ile Adnan Oktar tarafından söyleşi esnasında kadın konuklara sürekli "kedi, tavşan, aşkım, birtanem, ruhum, bebeğim" şeklinde iltifatlarda bulunulması ve yayında kadın konukların dekolte bölgelerine ilişkin görüntülere odaklanılmasının İslam geleneği ile bağdaşmayacağı kabul edilmiştir. Rapora göre kadın cinsel bir meta hâlinde sunularak ekrana yansıtılmıştır, üstelik programda bir "İslam aliminin" temsil ettiği konum ile bağdaşmayacak, dinî meseleler ile bir arada bulunması hoş karşılanmayan bir tutum sergilenmiştir. Raporda, programda sergilenen dans figürleri de incelenmiş; bunların ritme uygun ve estetik olmadığına, kareografik değerlerinin bulunmadığına karar verilmiştir. Raporda ayrıca; programın "talkshow" türündeki yapısı ile dinin alay konusu edilebileceği düzeyde hafiflik içerdiği, "inşallah, maşallah" gibi dinî terminolojinin yayın esnasında izleyiciyi rahatsız edecek bir üslupta ve gerekli gereksiz kullanılarak dinî kavramların hafife alındığı belirtilmiştir. Raporda; Adnan Oktar'ın Arapça dil bilgisi ve teolojik bilgisi ile Arapça kavram ve ifadelerin orijinalinin telaffuzu hususlarındaki yetkinliği de değerlendirilmiş, Adnan Oktar'ın tefsir etmede ve müfessirde aranan şartları taşıyıp taşımadığının tartışmaya açık olduğu ifade edilmiştir. Raporda ayrıca; anılan programda tespit edilen aykırılıkların 30/5/2014 tarihli yayın ile sınırlı olmadığı, programın bu tarihten önce yayımlanan bölümlerinin de aynı aykırılıkları barındırdığı belirtilmiştir.

51. Rapordan, başvurucuya "uyarma yaptırımının uygulanmasına karar verilmesi gerektiği" sonucuna ulaşılmasında, program içeriğinin yanı sıra sosyal medyada Adnan Oktar ile ilgili yapılan paylaşımlar ile Alo RTÜK ve RTÜK'ün web sitesi üzerinden gelen izleyici şikâyetlerinin de önemli ölçüde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Uzman raporu, sosyal medyada Adnan Oktar ile ilgili yapılan paylaşımların dolaylı olarak manevi değerlerin alaya alınmasına yol açtığı ve dinî değerlerle alay ettiği değerlendirilebilecek programın İslam mukaddesatı konusunda asgari düzeyde hassasiyeti olan izleyiciyi bile incitebileceği kanısındadır. Raporda; Alo RTÜK ve RTÜK'ün web sitesi üzerinden yoğun şekilde gelen izleyici şikâyetlerinin de bu yönde olduğu belirtilmekle yetinilmiş, şikâyetlerin sayısına ve içeriklerine ilişkin herhangi bir somutlaştırma yapılmamıştır.

52. Raporda başvuru konusu programın hukuki veya idari bir temelden ziyade herhangi bir nesnel temele dayanılmasa da İslam dininin Türk toplumunca benimsenen hâkim yorumunun genel kabullerine dayanılarak değerlendirme yapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim programda yer alan kadınların giyim ve yaşam tarzları, programda müzik eşliğinde dans edilmesi, sohbetin kadın ve erkeklerin bir arada bulunduğu ortamda gerçekleştiriliyor oluşu, sohbet ettiği kişilerin hocası olduğu iddia edilen program sunucusunun İslamı ve dinî meseleleri yorumlamakta yetkin olmadığı, bu kişinin asgari düzeyde dahi Arapça ve teolojik akademik bilgisinin bulunmadığı yönündeki tespitler dinî içerikli bir programın nasıl olmaması gerektiğini açıklamaktadır. RTÜK kararında, dinî meselenin konuşulduğu bir programda kadınların kutsal bir mekanda bulunuyormuş gibi giyinmesinin beklenilmesi de rapordaki yaklaşımı pekiştirmektedir.

53. İdare ve derece mahkemelerinin aynen benimsediği söz konusu raporda başvuru konusu programda benimsenen dinî anlayışın İslam dininin Türk toplumunca benimsenen hâkim yorumuna ne derece ve niçin aykırı olduğuna dair detaylı bir değerlendirmeye yer verilmemiş, başvuru konusu programdaki tutum ve davranışların toplumun genel anlayışına aykırı olduğu soyut olarak kabul edilmekle yetinilmiştir. Anayasa Mahkemesinin dinî bir uygulama davranışı olan başörtüsüne yönelik müdahaleleri ele aldığı Tuğba Arslan kararında ayrıntılı olarak ifade edildiği gibi öğreti ve uygulamaları yerleşmiş, belli bir hiyerarşik yapılanmaya sahip din veya inançlarda bile söz konusu din veya inancın öğretileri farklı şekillerde yorumlanabilmektedir. Bu bağlamda aynı nitelikteki belli bir inancın mensupları arasında da sıklıkla farklılıklar görülebilir. Bu farklılıkları çözümlemek için ne yargı organlarının ne de kamu gücü kullanan idari organların yeterince donanımlı oldukları söylenemez. Ayrıca açığa vuruma ilişkin güvence dinsel bir inancın bütün mensuplarınca paylaşılan inançlar ile sınırlı da kabul edilemez. Bu hassas alanda, özellikle belirli bir din veya inancın mensuplarının hangisinin ortak inançlarının emirlerini daha doğru anladığını araştırmak ne yargılama faaliyetinin ve yargılama yetkisinin ne de idari faaliyetlerin ve idare yetkisinin kapsamında değerlendirilebilir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 70).

54. Açıktır ki idare ve mahkemeler bir tutum veya davranışın bir din veya inanca uygun olup olmadığını değerlendirmek zorunda kaldıkları durumlarda o din veya inanç mensubunun neleri yapabileceğini, başka bir deyişle bir kişinin neye inanması ve nasıl davranması gerektiğine karar vermek gibi bir durum içine girmekten de sakınmalıdırlar (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Tuğba Arslan, § 71).

55. Aynı şekilde başvurucunun televizyonunda yer alan programa katılanların kendi dinleri ile ilgili yorumlarını ve alışıldık dinî uygulamaların neler olduğunu sorgulamak yargı organlarının ve idarenin ilgisi dışındadır. Aksine bir yaklaşım mahkemelerin veya kamu gücünü kullanan diğer organların kendi değer yargılarını fiilen başvurucuların vicdani değerlendirmesinin yerine koyarak onların din veya inancın uygulamaları konusunda neye inanmalarının veya nasıl davranmalarının yerinde olduğunu belirlemeleri anlamına gelecektir(Tuğba Arslan, § 72).

56. Raporda ve RTÜK kararında başvuruya konu programın sosyal medyada alay konusu yapılması, manevi değerlere aykırı olmasının diğer bir gerekçesi olarak gösterilmiş; bundan başka RTÜK'e yapıldığı söylenen -ancak hiçbir tafsilatına yer verilmeyen- izleyici şikâyetleri dinî hassasiyeti olan insanların program nedeniyle incindiği kanaatine delil olarak getirilmiştir.

57. Sosyal medyada herhangi bir filtreye tabi tutulmadan dolaşan doğrulanmamış içeriklerin yargının geleneksel süreçlerinin yerine ikame edilmesi hukuk devletinin gerekleriyle bağdaştırılamaz. Dolayısıyla somut olayda olduğu gibi nesnel hiçbir veriye dayanmaksızın ve yalnızca soyut bazı mülahazalarla sosyal medya kampanyaları ve RTÜK şikâyetleri herhangi bir özgürlüğe yapılan müdahalenin gerekçesi olarak kullanılamaz.

58. Aksi bir tutum kişilerin şöhret ve itibarlarının zedelenmesine, kariyerlerinin yok edilmesine, kurumların güvenilirliğinin sorgulanmasına ve kurumların yıpratılmasına, sosyal medyanın adalet mekanizmasına etki etmesine neden olabilir.

59. Sonuç olarak başvurucu hakkında, söz konusu yayında ayet ve hadislerle ilgili yapılan yorumların ardından çeşitli müzikler eşliğinde dekolteli kadınlar ile erkeklerin dans etmesinin dinî konuların ciddiyeti ile bağdaşmadığı ve bunun belli dinî değerleri taşıyan insanların incinmesine sebebiyet verdiği gerekçesiyle idari yaptırım kararı uygulanmıştır. Buna karşın ne idare ne de derece mahkemeleri başvuruya konu programdaki söz, tutum veya davranışların toplumun bir kesimi tarafından saygı duyulan dini hususlara yönelik saldırı olduğunu ileri sürmüş değildir. Programda katılımcılar herhangi bir toplumsal kesimin dini kanaatlerini veya uygulama davranışlarını tahkir kastıyla ele almış da değildir. Katılımcılar toplumun büyük çoğunluğunca kabul görmese de kendi dini anlayışlarına uygun değerlendirmelerde veya tutumlarda bulunmuşlardır. İfade özgürlüğünün devlet yetkililerini veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğu gözetildiğinde (bkz. § 23) sonsuz bir çeşitlilik alanı olan dinî alandaki bazı tutum ve davranışlara sırf başkalarınca uygun bulunmadığından bahisle müdahale edilmesi ifade özgürlüğünün ihlaline neden olacaktır.

60. İfade özgürlüğünün kullanımında en yaygın kullanılan ifade araçlarından olan televizyon, diğer ifade araçlarına kıyasla daha geniş kitlelere ulaştığından küçüklerin korunması, ayrımcılığın önlenmesi, içerik çeşitliliğin ve medyada çoğulculuğun korunması gibi amaçlarla daha sıkı düzenlemelere tabi tutulabilir. Bu kapsamda ilk olarak belli türdeki programların, yayınının yapılabileceği saat aralıklarının sınırlandırılması, program hizmetlerinin içeriği hakkında izleyicileri sesli veya yazılı olarak bilgilendiren koruyucu sembol sisteminin usul ve esaslarının belirlenerek televizyon kanalları tarafından kullanılmasının zorunlu tutulması şeklindeki düzenlemeler makul görülebilir. İkinci olarak 6112 sayılı Kanun'un 8. maddesinde de belirtildiği üzere medya hizmet sağlayıcılar, yayın hizmetlerini yerine getirirken belirli ilkelere uymakla yükümlü tutulabilir. Bununla birlikte anılan yükümlülüklere uyulmaması nedeniyle ifade özgürlüğüne yapılacak müdahalenin hangi temele dayandığının ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulması gerekir.

61. Başvurucunun idari işlemin iptali talebiyle açtığı dava ilk derece mahkemesince başkaca bir değerlendirme yapılmaksızın idarenin aynı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu, anılan programın toplumun manevi değerlerine aykırılık teşkil etmediğini gösteren mütalaalar ya da emsal televizyon programlarına yönelik idari yaptırım uygulanmaması gibi esaslı iddiaları mahkeme kararında tartışılmamış, başka bir ifadeyle başvurucunun idari işlemden kaynaklanan savunulabilir nitelikteki iddiaları değerlendirilmemiştir. Derece mahkemeleri başvurucunun ifade özgürlüğü ile toplumun bir kısmının dinine uygun bir biçimde saygı gösterilmesini isteme hakkı arasında adil bir denge kurmaya çalışmamıştır. Başvurucuya uyarı yaptırımının uygulanması şeklindeki müdahalenin haklı olduğu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamamıştır.

62. Sonuç olarak başvurunun bütün koşulları gözönünde tutulduğunda şikâyet edilen uyarı yaptırımının uygulanması kararı ile Anayasa'nın 26. maddesinde koruma altında olan ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna varılmıştır.

63. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

66. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

67. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

68. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

69. Anayasa Mahkemesi, uyarı yaptırımının uygulanması kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla başvurucunun idari işlemin iptali talebiyle açtığı davanın reddedilmesinin Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla ihlalin, idari işlemin iptali talebini reddeden mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

70. Bununla birlikte başvurucunun sahibi olduğu kanalın yayını son bulduğundan ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmadığı anlaşılmıştır.

71. Öte yandan ihlal tespiti ile yeterli giderim sağlandığı değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

72. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun gizlilik talebinin REDDİNE,

B. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Basri BAĞCI'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA ,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.739,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/3/2022 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

Anayasa’nın 133. maddesi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’na radyo ve televizyon faaliyetlerinin sadece düzenlenmesi görevini değil aynı zamanda denetlenmesi vazifesini de vermektedir. 6112 sayılı Kanunun 8. maddesinde “Yayın hizmet ilkeleri” belirlenmiştir. Yayınların denetlenmesi bu madde kapsamında belirlenen prensipler çerçevesinde gerçekleşmekte olup ilgili kurum açısından bu fonksiyon bir hak değil yükümlülüktür.

Bu mükellefiyet çerçevesinde Radyo ve Televizyon Üst Kurulu yayın hizmet ilkeleri doğrultusunda yapılan yayınların içeriklerini de değerlendirmek durumundadır. 8. maddede yer alan ve bazıları soyut nitelik gösteren ilkelerin özellikleri gereği, yapılacak değerlendirmelerin sübjektif özellik arz etme ihtimali de bulunmaktadır.

Somut olay bağlamında tatbik edilen 8. maddenin 1. fıkrasının “f” bendinde yer alan ve yayın hizmet ilkelerinden biri olarak belirlenen “Toplumun...manevi değerleri” kriterinin ne olduğu sorusunun cevaplandırılması da kavramın soyutluğundan dolayı sübjektif değerlendirilme riski taşıyan bir konudur.

Mevzunun daha da zorlaşmasına neden olan husus ise bu değerlere “aykırılığın” ne olduğunun belirlenmesidir.

Dosya muhtevasından anlaşıldığı kadarıyla; inceleme konusu yapılan olayda Kurum resen harekete geçmemiş, kendisine iletilen yoğun yakınmalardan hareketle bir inceleme başlatmıştır. Yaptığı değerlendirme sonucunda da 6112 sayılı Kanunun 51. maddesinin 2. fıkrasında yer alan ve o dönem yürürlükte bulunan idari müeyyidelerden en hafifi olan “Uyarı” yaptırımının tatbik edilmesine karar vermiştir.

Somut uygulama, geneli itibariyle toplumda bu konuda oluşan ve belli bir düzeyi aştığı anlaşılan hassasiyetin muhatabına iletilmesinden ibarettir. Tecziyeden ziyade bilgilendirme niteliği ön plana çıkan işlemin ifade ve basın hürriyetine ağır bir müdahale olduğu, dahası uygulamanın bu haliyle ölçüsüz bulunduğunu ileri sürmek de mümkün gözükmemektedir.

Açıklanan bu gerekçelerle çoğunluğun ihlal yönündeki görüşüne iştirak edilmemiştir.

Üye Basri BAĞCI