Mahkeme, açıklanan ve yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılmasının sübjektif unsurlar ihtiva edeceğini, bu değerlendirmelerden hareketle ifade özgürlüğü alanının belirlenmeye çalışılmasının bu özgürlüğün keyfi biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurabileceğini vurgulamıştır. Mahkemeye göre, ifade özgürlüğü, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.

Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğünün büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünü güvence altına aldığını ve bu nedenle de düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olmasının doğal karşılanması gerektiğini, öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğunu vurgulamıştır.

Buna karşılık bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduğunu ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır.

Bu çerçevede Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir.

Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek bazı kriterler Anayasa Mahkemesi tarafından belirtilmiştir. Buna göre,

  • Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı
  • Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı
  • Haber veya makalenin yayımlanma şartları
  • Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları
  • Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı
  • Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği
  • Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları
  • Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı

gibi kriterler söz konusu dengenin kurulmasında gözönüne alınabilir.

İlgili Kararlar:

♦ (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014)
♦ (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015)
♦ (Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015
♦ (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015)
♦ (Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017)
♦ (Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017)
♦ (Mustafa Nihat Behramoğlu ve Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2015/11961, 11/6/2018)  
♦ (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018)
♦ (Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018)
♦ (Mehmet Doğan Uğurlu ve Murat Alan, B. No: 2016/14942, 18/7/2019)
♦ (Selahaddin Aydoğdu, B. No: 2016/80280, 23/10/2019)
♦ (Mehmet Güngör, B. No: 2016/14951, 11/12/2019)
♦ (İleri Yayımcılık Tanıtım ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2017/30756, 1/7/2020)
♦ (Ramazan Fatih Uğurlu (3), B. No: 2017/22265, 30/9/2020)
♦ (Osman Palçik, B. No: 2018/25073, 15/12/2020)
♦ (Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/24677, 28/1/2021)
♦ (Hacı Yakışıklı ve diğerleri, B. No: 2019/13768, 26/5/2021)
♦ (Kenan Gül (2), B. No: 2018/24311, 15/6/2021)
♦ (Mehmet Kuzulugil ve Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2018/36201, 15/9/2021)
♦ (Mustafa Hidayet Vahapoğlu, B. No: 2019/19608, 22/2/2022)
♦ (Kayseri Yeni Haber Radyo Televizyon Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2019/21340, 22/2/2022)
♦ (Haydar Akar, B. No: 2019/2593, 15/3/2022)
♦ (Kadri Eroğul, B. No: 2019/976, 11/5/2022)
♦ (Hüseyin Kocabıyık, B. No: 2020/15593, 22/11/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EMİN AYDIN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2602)

 

Karar Tarihi:23/1/2014

 

BİRİNCİBÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Mehmet ERTEN

 

 

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

Raportör

:

Selami TURABİ

Başvurucu

:

Emin AYDIN

Vekili

:

Av. Murat ÖZCAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, yerel bir gazetede yazdığı köşe yazıları nedeniyle hakkında soruşturma açılarak Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hakaret ve iftira suçlarından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 10/4/2013 tarihinde Çine Asliye Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 14/11/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığı görüşünü 25/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 7/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, diyeceklerini süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Aydın ili, Çine ilçesinde faaliyet gösteren Çine Madran Gazetesi yayın yönetmeni olup aynı zamanda gazetenin köşe yazarlığını yapmaktadır.

9. Çine Madran Gazetesinin 2/4/2012 tarihli sayısında başvurucunun “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısı nedeniyle Çine Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılarak başvurucunun Çine ilçe emniyet müdür vekili H.Y’nin kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla hakaret suçundan kamu davası açılmıştır.

10. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Ucuz olmak” başlıklı yazı şöyledir:

Ucuz olmak

Geçenlerde değerli bir büyüğümün anlattığı fıkra, ders alınacak türdendi.

Osmanlı döneminde köyün birine asayiş memuru komutan atanmış. Komutan köy halkını küçümsüyor, erkeklerini kadınların önünde rencide ediyor, köyün önde gelenlerini alaya alıyor, kısacası kendisine verilen kamusal görevi istismar ediyormuş. Bu komutana ders vermek isteyen köyün ağası bir yemek vermiş ve yemeğe komutanı da davet etmiş.

Yemek sırasında Ağa’nın torunlarından biri gelerek, “Dede, yan köydekiler 35 bin lira istediler” demiş. Ağa, “vermeyin oğlum” yanıtını vermiş. Bir süre sonra ikinci torun gelip, “Dede öbür köydekiler 45 bin lira istiyorlar” haberini getirmiş. Ağa, “Ona da vermeyin” talimatını vermiş. Üçüncü torun gelmiş ve “Dede karşı köydekiler 550 bin lira istediler” deyince; Ağa büyük bir keyifle, “Tamam oğlum hiç durmadan, hemen verin” demiş.

Bunun üzerine komutan merak etmiş ve ağaya sormuş, “Ağam siz ne alıyorsunuz?”

“Evlilik çağında bir torunum var, ona gelin alıyoruz”

Komutan, “Ağam 550 bin lira başlık parası mı?”

“Evet”

Komutan, “Ağam çok değil mi, babam bile anamı 2,5 liraya almış” deyince

Ağa, “Oğlum belli zaten senin ucuz kadından olduğun” diyerek komutana önemli bir ders vermiş.

Bu fıkrada yaşananların benzerini günümüzde çok farklı alanlarda ve farklı şekillerde yaşıyoruz.

Kamusal yetkisini kullanarak motosikletine (son üç rakamı aynı olan) özel plaka takan kurum amirlerini, en üst makama yalakalık olsun diye yalancı şahitlik yapan kamu görevlilerini, halkın iradesi ile geldikleri makamları kendilerine çıkar temin etme ve daha da yükselme yeri görüp kaynakları çarçur edercesine kullanan siyasetçileri, makam ve mevkileriyle kendini adam sananları, halkın varlığını yok sayıp zenginin askeri, güçlünün uşağı gibi davrananları ve çok daha fazlasını “Ucuzlar” sınıfına koyabiliriz.

Bir de var olan gazeteleri ve gazetecileri şahsi çıkar ve çakallıkları için kullanamayan, onlar üzerinden sahtekârlıklarını topluma empoze edemeyip de alternatif oluşturmaya çalışan toplum mühendisleri ve memleket şekilcilerini de, “Ucuzlar” sınıfına koyuyorum.

Bu yazıdan kendine pay çıkarıp da, bugüne kadar olduğu gibi bizimle hesap görmeye çalışanları da malum grubun en başköşesine yerleştiriyorum.

Ayrıca ucuzluklarında analarının pek bir kabahati olmadığını, durumlarının kendi şahsiyetsizliklerinden, açgözlülüklerinden ve çirkin dünya hırslarından kaynaklandığını düşünüyorum.

Ucuza prim yaptırmaya çalışmak da ucuzluktur. O yüzden ucuzlardan medet ummayı bırakıp, zengin olmasalar da insanlık ve toplum yararına çok kaliteli iş ve hizmetler üreten kıymetlere değer vermeliyiz.

Ucuzlar hepimizi ucuzlatmadan!…

11. Başvurucu, “Ucuz olmak” başlıklı yazısı nedeniyle Çine Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/386 esas sayılı dosyasında hakaret suçundan yargılanırken aynı gazetenin 3/10/2012 tarihli sayısında başvurucunun “Motosikletli zibidiler” başlıklı ikinci bir köşe yazısı yayınlanmıştır.

12. Bu yazı nedeniyle başvurucu hakkında Çine Cumhuriyet Başsavcılığınca ikinci bir soruşturma başlatılmış ve yine ilçe emniyet müdür vekili H.Y’ye karşı hakaret ve iftira suçunun işlendiği iddiasıyla kamu davası açılmıştır.

13. Başvurucunun 3/10/2012 tarihli “Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe yazısı şöyledir:

Motosikletli zibidiler

Alo, başkanım polisler benim oğlanı motosikletle yakalamışlar. Ehliyet yok, plaka yok, motorda hız, geçtiği yerde güzel bir kız varmış, egzozu açık, direksiyonu da yatık. Sen bir emniyet müdürünü arasan, ceza yazmasalar olur mu?”

- Alo, Mustafa Bey, rahatsız ediyorum.

- Estağfurullah. Buyur başkan!

- Bizim partili bir abinin başına bir iş gelmiş, yardımınıza ihtiyacımız var.

- Seve seve başkan, yapabileceğimiz bir şeydir inşallah.

- Sizin aranız iyidir. Şirket olarak bir dediklerini iki etmiyorsunuz. Hatta araba bile alıyorsunuz. Müdür/Amir beye söyleseniz de şu motosikleti görmezden gelseler.

- Olur başkan, konuşurum. Siz de bizim az işimizi görmüyorsunuz. Bir eksiğiniz olursa bilgimiz olsun.

Sonra motosiklet serbest kalır. Çocuk çok mutlu olur. Babası evde karısına hava atar; “Hanım sen, siyasetle uğraşıyorum, delegeyim, sizden çok siyasete zaman ayırıyorum diye bana kızıp söyleniyorsun ama bak gördün mü?”

Başkan mutlu olur ve parti toplantısında gururla anlatır; “Filanca delegenin oğlunun motosikletini kurtardık. Mustafa Bey ve amir bey sağ olsun”
Mustafa Bey, patrona rapor verir, “Abi başkanın bize artık bir gebeliği daha var. ‘Halk için, mazlum için, masum için’ safsataları ile karşımıza zor gelir”

Başka partilerde de benzer durumlar, benzer yollarla çözülür.

Sonra bir gün, emniyet haddini aşan bir uygulama yapar ve kadına, kıza baktıkları, laf attıkları için Çine’nin erkeklerine kahvehane önlerine oturmanın yasaklandığını duyuruverir.

Aslında tüm topluma hakaret olan bu uygulama karşısında, halkın temsilcisi olan siyasetçiler suskun kalır.

Siyasi otoritesizlik filan diye değerlendirmeyin.

Bütün suç motosikletli zibidilerindir.”

14. Çine Asliye Ceza Mahkemesi iki ayrı davayı birleştirerek 9/1/2013 tarih ve E.2012/386, K.2013/16 sayılı kararıyla başvurucu hakkında, “Ucuz olmak” başlıklı makale nedeniyle kamu görevlisine hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası, “Motosikletli zibidiler” başlıklı makale nedeniyle iftira suçlarından 10 ay hapis ve kamu görevlisine hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası vererek verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

15. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:

“…

Mahkememizce yapılan yargılama sonucunda; İddia, sanık savunması, katılan beyanı, gazete yayınları ve internet sayfası çıktısı, Emniyet Müdürlüğü yazıları, nüfus-sabıka kaydı ile tüm dosya kapsamından; Katılanın Çine İlçe Emniyet Müdürlüğünde emniyet müdür vekili/amiri olarak görev yaptığı, sanığın ise Çine Madran Gazetesi yayın yönetmeni olduğu ve aynı gazetede ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde köşe yazıları yazdığı, sanığın 02/04/2012 tarihli Çine Madran Gazetesinin 3. sayfasındaki ucuz olmak başlıklı köşe yazısında ve internet sitesinde öncelikle Osmanlı dönemindeki bir olaya atıf yaparak o olayda bahsi geçen kamu görevlisine hitaben "...oğlum belli zaten senin ucuz kadından olduğun" diyerek hikayeyi sonlandırdıktan sonra bu olayın benzerinin kamusal yetkisi olan, motosikletinin plakasının son 3 rakamının aynı olan ve özel plaka takan kurum amiri şeklinde tasvir ederek katılanın da "ucuzlar" sınıfına koyulacağını belirtmek suretiyle hakarette bulunduğu, her ne kadar köşe yazısında açıkça katılanın ismi zikredilmemiş ise de dosyaya getirtilen belgelerden de anlaşılacağı üzere katılanın emniyet müdür vekili/amiri olması, katılana ait motosikletin son 3 rakamının "888" olması, kurum amiri pozisyonunda motosikletinin son üç rakamı aynı olan sadece katılanın bulunması, Çine Kaymakamı hakkında yapılan adli soruşturmada tanık olarak ifadesinin alınmış olması karşısında sanığın köşe yazısında katılanı kastettiğinin aşikar olduğu, bu nedenle sanığın köşe yazısının herhangi bir kişiye yönelik olmadığına dair savunmasına itibar edilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Sanık Emin Aydın' ın yukarıda anlatılan olaydan sonra 03/10/2012 tarihli Çine Madran Gazetesinin 3. sayfasındaki motosikletli zibidiler başlıklı köşe yazısında ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde öncelikle aslında var olmayan ve emniyet müdürü/amirinin kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü belgesiz yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını ifade ederek esasen katılanın işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacıyla suç isnadında bulunduğu, yazısının sonlarına doğru ilçede emniyetin, haddini aşan bir uygulama yaptığını ve kadına kıza baktıkları, laf attıkları için Çine'nin erkeklerine kahvehane önlerine oturmanın yasaklandığını duyurduğunu, bundaki bütün suçun motosikletli zibidilerin olduğunu dile getirdiği, Çine ilçesinde bu yönde bir uygulamanın yapıldığı, bu yazıda da yukarıda da ayrıntılı şekilde verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere katılanı kastederek motosikletli zibidiler diyerek katılana basın yoluyla hakaret ettiği, her ne kadar sanığın yazılarında katılanın ismi açıkça belirtilmemişse de, yazıların niteliğinde ve katılanın şahsına yönelik bulunduğuna duraksanmayacak bir durum olduğu, bu halde TCK 126. maddesi gereğince hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılacağından sanığın üzerine atılı katılana yönelik iftira ve kamu görevlisine basın yoluyla hakaret suçlarını işlediği anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafi aşamalardaki savunmalarında konunun ifade özgürlüğüyle doğrudan ilgisi olması nedeniyle hukuka uygunluk nedenini oluşturan eleştiri hakkı kapsamında ve toplumun genelini ilgilendiren konularda bir olguyu dile getirdiğinden bahisle atılı suçları işlemediğini, bu bakımdan suçun unsurlarının oluşmadığını ifade etmiştir. Bilindiği üzere iç hukukumuzun parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(AİHS) 10. maddesi ile Anayasanın 25 ve 26. maddelerinde ifade özgürlüğü en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır. Demokratik toplumun asli temellerinden biri olan ifade özgürlüğü toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Ancak bu hak şüphesiz ki sınırsız değildir. AİHS’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında bu hakkın dar anlamda yorumlanmaması gereken sınırlamalara tabi olduğu hüküm altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında, AİHS’nin 10. maddesinin halkı yakından ilgilendiren konuların basın tarafından ele alınması hususunda bile bütünüyle sınırsız bir ifade özgürlüğünün güvence altına alınmadığına işaret edilmektedir. Söz konusu maddenin ikinci fıkrası gereğince, bu özgürlüğün kullanılması beraberinde basın için de geçerli olan çeşitli “görev ve sorumluluklar” getirmektedir. Bu görev ve sorumluluklar kamu davasına konu olayda olduğu gibi özel kişilerin şöhretine saldırı ve “başkalarının hakları”na zarar verme söz konusu olduğunda önem kazanır. İfade özgürlüğünün kullanılmasının gerektirdiği görev ve sorumluluklar dolayısıyla 10. maddenin kamu yararını ilgilendiren konularda haber vermeye ilişkin olarak gazetecilere sağladığı güvence, gazetecilerin basın etiğine uygun tarzda doğru ve güvenilir haber vermek amacıyla iyi niyetli davranmaları koşuluna tabidir(Goodwin-UK davası kararı,27.03.1996). Somut olayda “ucuz kadından olduğu” ve “motosikletli zibidi” olarak katılanı hedef alan köşe yazılarında yukarıda belirtilen ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan, açıkça hakaret niteliği taşıyan sözcüklerin kullanılması karşısında sanığın savunmalarına itibar edilmemiş, atılı suçlardan sanığın cezalandırılmasına dair oluşan vicdani kaanate göre Türk Milleti Adına aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.”

16. Başvurucu verilen karara karşı Aydın 1. Ağır Ceza Mahkemesine itirazda bulunmuş, Mahkemenin 7/3/2013 tarih ve 2013/390 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir.

17. Ret kararının gerekçesi şöyledir:

“…

Çine Asliye Ceza Mahkemesi'nin 09/01/2013 tarih ve 2012/386-2013/16 sayılı kararına sanık müdafii ve katılan vekilince itiraz edilmişse de; delillerin takdiri ve suçun hukuki nitelendirmesinin mahkememizce yapılamayacağı, hükmün ileride açıklanması durumunda ileri sürülen hususların temyiz merciince değerlendirileceği, somut zarar bulunmaması ve sanığın önceden kasıtlı bir suçtan mahkum olmaması gözetilerek CMK.231/5-6 maddesindeki şartların oluştuğu kanaatiyle itirazların ayrı ayrı reddine karar vermek gerekmiştir.”

18. Ret kararı başvurucuya 2/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

19. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) …

İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.”

20. 5237 sayılı Kanun’un “Mağdurun belirlenmesi” kenar başlıklı 126. maddesi şöyledir:

“Hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya isnat üstü kapalı geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksanmayacak bir durum varsa, hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.”

21. 5237 sayılı Kanun’un “İsnadın İspatı” kenar başlıklı 127. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması hâlinde kişiye ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı verilmesi hâlinde, isnat ispatlanmış sayılır. Bunun dışındaki hâllerde isnadın ispat isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararı bulunmasına veya şikâyetçinin ispata razı olmasına bağlıdır.”

22. 5237 sayılı Kanun’un “İftira” kenar başlıklı 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

23. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesigerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(7) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.

(8) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur… Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

 (9) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir.

 (10) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

(12) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

(13) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 23/1/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 10/4/2013 tarih ve 2013/2602 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, Çine Madran Gazetesinin yayın yönetmenliğini ve aynı zamanda köşe yazarlığını yaptığını, 2/4/2012 tarihinde yazdığı “Ucuz olmak” ve 3/10/2012 tarihinde yazdığı “Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe yazıları nedeniyle hakkında mahkemece 10 ay hapis ve iki kez 7.080 TL adli para cezasına hükmedilerek, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, yazılarında emniyet müdür vekilinin ismine yer vermediğini, yaşanan olayları eleştirdiğini, yazının bütününe bakıldığında herhangi birinin kişilik haklarına saldırı amacı taşımadığının açıkça görüldüğünü, konunun ifade ve basın hürriyetiyle doğrudan ilgili olduğunu, mahkemenin bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırmadan eksik inceleme ve araştırma sonucu karar verdiğini belirtmiştir.

26. Başvurucu ayrıca ifade ve basın özgürlüğü kapsamında; basının olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve sorumlu olduğunu, basının görevinin toplum menfaati ile doğrudan veya dolaylı, ilgili tüm olaylar hakkında halkı objektif kurallar içinde kalarak gerçekleri yansıtacak biçimde aydınlatmak olduğunu ifade etmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri hakkının demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir hak olduğunu, toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için zorunlu olduğunu, ifade özgürlüğünün sadece lehte olanlar için değil devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanacağını, kendisinin iki köşe yazısının da eleştiri kapsamında kaldığını, eleştiri yapabilmenin zor bir iş olduğunu, her iki yazıda da bütün kamu görevlilerinin görevini yaparken kamusal yetkilerini amacına uygun olarak kullanmaları gerektiğine dikkat çekmek istediğini, kaleme aldığı köşe yazıları nedeniyle açılan ceza davaları sonucu verilen kararların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde düzenlenen ifade ve basın hürriyetini ihlal ettiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile yeniden yargılanma ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Başvurucunun ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde; şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 10. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin bu konudaki içtihatları ışığında yorumlanmasının doğru olacağı ifade edilmiştir.

28. Başvurucu, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı bir diyeceğinin olmadığını, başvurusunun kabulüne karar verilmesini talep ederek esasa dair açıklamalarda bulunmuştur.

29. Başvurucunun Anayasa’nın 26. ve 28. maddesine ilişkin şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Başvurucunun ve Bakanlığın Esasa Dair Görüşleri

30. Başvurucu, yerel bir gazetede yazdığı köşe yazıları nedeniyle hakkında soruşturma açılarak Mahkeme tarafından hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

31. Adalet Bakanlığı esasa dair görüşünde; AİHM kararlarına atıfla ifade özgürlüğünün toplumların ilerlemesi ve gelişmesi için esaslı koşullardan biri ve çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğunu, bunlar olmadan demokratik toplumdan bahsedilemeyeceğini, ifade özgürlüğünün ancak meşru amaçla sınırlandırılabileceğini, ifade özgürlüğüne müdahale olup olmadığı konusunda AİHS’in 10. maddesinde belirtilen kriterlerin uygulanmasının yerinde olacağını, bu nedenle somut olayla ilgili olarak müdahalenin yasayla öngörülmüş olup olmadığı, müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı ve müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı temelinde inceleme yapılması gerektiğini belirtmektedir.

32. Bakanlık, AİHM içtihatları doğrultusunda ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda sarf edilen sözlerin ulusal mahkemelerce olgusal iddia ya da değer yargısından hangisinin kapsamına gireceğinin incelenebileceğini, gazeteci ve siyasetçi özgürlüğü söz konusu olduğunda değer yargısı kavramının geniş tutularak ifade özgürlüğünü genişleten yorum yapıldığını, görüş ve yorum gibi değer yargılarının kanıtlanmaya elverişli olmadığını, gazetecilerin insanların kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan olgular isnat ettiğinde bu iddiasını desteklemek için güvenilir delil sunmaları gerektiğini, gazetecilik etiğine uygun biçimde davranılarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarının olduğunu belirtmektedir. Sonuç olarak Bakanlık, bu çerçevede değerlendirme yapılmasını ve somut olayla ilgili olarak takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir.

33. Başvurucu bakanlık görüşüne karşı; ifade özgürlüğü konusunda AİHS’nin 10. maddesi ve AİHM kararları doğrultusunda inceleme yapılmasının uygun olacağını, AİHM içtihatlarına göre gazetecilerin halkın gözü kulağı olma rolü dikkate alındığında verilen cezaların bu rolün icrasını engelleme riski taşıdığını, yazısının tamamen genel nitelik arz eden bir değer yargısı yazısı olduğunu ve kimseyi hedef almadığını, verilen cezanın haksız olduğunu ayrıca emniyet müdür vekilinin kendisi hakkında 30.000 TL tazminat davası açtığını, mahkemece aleyhine 10.000 TL tazminata hükmedildiğini, kararın temyiz aşamasında olduğunu, kendisine bu tazminat nedeniyle 14.752.02-TL haciz yapıldığını, aracına sabah saatlerinde emniyet tarafından haczin infazı işlemi yapılarak aracın işyerinin önünden alınıp emniyete götürüldüğünü, kendisinin yazı yazmaktan çekinir hale geldiğini belirtmiştir.

34. Ayrıca başvurucu “Ucuz olmak” başlıklı yazı içeriği ile ilgili olarak; makaleye fıkra ile başlandığını, fıkrada geçen asayiş komutanı ile emniyet müdür vekili arasında irtibat kurmanın doğru olmadığını, kendisinin bu fıkrada geçen olayları örnekseme yöntemiyle günümüze uyarladığını, motosikletin örnek olarak verildiğini, gazetenin ve internet sitesinin istatistiklerine bakıldığında 126 ülkeden ve 42 ilden takip edildiğini, motosikletinin son üç rakamı aynı olan araç sahibinin niçin sadece Çine ilçesinin baz alınarak değerlendirme yapıldığını anlayamadığını, yazısını genel olarak dünyada ve ülkede takip eden tüm kişileri dikkate alarak kaleme aldığını, bu nedenle küçük bir ilçe olan Çine’de sadece bir kişinin motosikletinin son üç rakamının aynı olduğu yönündeki tespite itiraz ettiklerini, tüm Türkiye’de plakasının son üç rakamı aynı olan kurum amirlerinin tespit edilmesini mahkemeden talep ettiklerini ancak mahkemenin bu taleplerini kabul etmediğini, yazıda motosiklet aracının en küçük motorlu araç olması sebebiyle örnek olarak verildiğini, herhangi bir şahıs ve kurumu doğrudan hedef almadığını ifade etmiştir.

35. Başvurucu “Motosikletli zibidiler” başlıklı yazısıyla ilgili olarak; Çine ilçesinde yapılan bir uygulamayı eleştirmek maksadıyla makaleyi kaleme aldığını zira Çine ilçesi Emniyet Müdürü A.T.T’nin Aydın Denge Gazetesine verdiği “Çine’de motosiklet terörü vardı” başlıklı basına yansıyan demecinde; “…Özellikle Çine’de motosiklet terörü vardı. İşin üzerine gittik… O uygulamaya devlette hatırı sayılır kademelerde bulunan insanlar tarafından “bizi çok sıkıştırıyorsunuz, vatandaşla neden uğraşıyorsunuz, başka yapacak iş mi kalmadı, motosikletleri neden bağlıyorsunuz” gibi serzenişler oldu.” diyerek kendisinin kaleme aldığı eleştiriyi doğruladığını, Çine’deki kahvehane önlerine erkeklerin oturmalarının yasaklanmasını eleştirdiğini ve bu uygulamayı kamuoyunda tartışmaya açtığını, yazısının amacının düşünmeye yönlendirici tartışmalar açmak, yöneticileri eleştirmek ve bu surette denetleyerek basının görev ve sorumluluğunu yerine getirmek olduğunu, bireysel olarak kimseyi hedef almadığını, tamamen değer yargılarını ifade ettiğini, eleştiri sınırını aşmadığını, verilen cezaların ağır olduğunu, ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini belirtmiştir.

b. Genel İlkeler

36. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

37. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. …

Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

38. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

“Basın hürdür, sansür edilemez. …

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27’nci maddeleri hükümleri uygulanır.

...”

39. 9/6/2004 tarih ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi şöyledir:

“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.

Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.”

40. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü bireylerin serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.

41. İfade özgürlüğü, demokratik toplumun temellerinden biri olup toplumun gelişmesi ve bireyin kendini geliştirmesi ve gerçekleştirmesi için vazgeçilmez koşullar arasında yer alır. Hakikat ışığı fikirlerin çarpışmasından doğar. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir.

42. İfade özgürlüğünün sözü edilen toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için, AİHM’nin de ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında sıkça belirttiği gibi, sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü “haber” ve “düşüncelerin” değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. İfade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın “demokratik toplumdan” bahsedilemez (bkz. Handyside/Birleşik Krallık,B.No: 5493/72, 7/12/1976, §49).

43. Anayasa’da sadece düşünce ve kanaatler değil, ifadenin tarzları, biçimleri ve araçları da güvence altına alınmıştır. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir.

44. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, Anayasa’da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmı ile doğrudan ilişkilidir. Görsel ve yazılı medya araçları yoluyla fikir, düşünce ve haberlerin yayılmasını güvence altına alan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılma araçlarından biridir. Basın özgürlüğü, AİHS’de ifade özgürlüğüne ilişkin 10. maddenin altında koruma altına alınmışken, Anayasa’nın 28-32. maddelerinde özel olarak düzenlenmiştir.

45. Basın özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar (bkz. AYM, E.1996/70, K.1997/53, K.T. 5/6/1997). Basın özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir. Basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü iken diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıyla yakından ilgilidir.

46. Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamuoyu denetimi en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının işlevini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan basın özgürlüğü, herkes için geçerli ve yaşamsal bir özgürlüktür(bkz. AYM, E.1997/19, K.1997/66, K.T. 23/10/1997),(benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41;Özgür radyo-Ses Radyo Televizyon Yapım ve Tanıtım AŞ/Türkiye, B. No: 64178/00, 64179/00, 64181/00, 64183/00, 64184/00, 30/3/2006 § 78; Erdoğdu ve İnce/Türkiye, B. No: 25067/94, 25068/94, 8/7/1999, § 48;Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89, 23/9/1994, §31).

47. Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan basın özgürlüğü de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü gibi mutlak ve sınırsız değildir. Yukarıda belirtilen toplumsal işlevini yerine getirebilmesi için basının özgür olması kadar sorumluluk bilinci ile hareket etmesi de şarttır. Bu bağlamda geniş halk kitlelerinin düşünce ve kanaatleri üzerinde etki yapan ve onları harekete geçirebilen basının basın etik kurallarına uyması, bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir. Nitekim Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin koruma altına aldığı düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile basın hürriyeti Anayasa’nın 13. maddesindeki koşullara uygun olarak, bu maddelerde belirtilen sebeplerle sınırlandırılabilir. Anayasa’nın 13. maddesine göre temel hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamalar ancak kanunla yapılabilir ve demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı gibi hak ve özgürlüklerin özlerine de dokunamaz.

48. İfade ve basın özgürlüğüne yönelik sınırlamalar konusunda devletin ve kamu makamlarının takdir yetkisine sahip olduğu belirtilmelidir. Ancak bu takdir alanı da Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk, ölçülülük ve öze dokunmama kriterleri çerçevesinde yapılacak denetimde genel ya da soyut bir değerlendirme yerine, ifadenin türü, şekli, içeriği, açıklandığı zaman, sınırlama sebeplerinin niteliği gibi çeşitli unsurlara göre farklılaşan ayrıntılı bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Öze dokunmama ya da demokratik toplum gereklerine uygunluk kriterleri, öncelikle ifade hürriyeti üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. Nitekim AİHM de demokratik toplumda gerekli olmayı, “zorlayıcı sosyal ihtiyaç” şeklinde somutlaştırmaktadır. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, zorlayıcı bir sosyal ihtiyacın karşılanması ya da gidilebilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilmemektedir. Aynı şekilde zorlayıcı sosyal ihtiyacın varlığı araştırılırken de soyut bir değerlendirme yapılmayıp, ifade ortamına dahil olan ifade edenin sıfatı, hedef alınan kişinin kimliği, tanınmışlık düzeyi, ifadenin içeriği, ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı gibi çeşitli hususlar göz önünde bulundurulmalıdır. (Bu konudaki AİHM kararları için bkz. Axel Springer AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012; Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012)

49. İfade ve basın özgürlüğüne yapılacak müdahalenin haklılığı konusunda “hedef alınan kişinin kimliği ve ifadenin içeriği” üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir. Kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmak gereklidir. Kamuya mal olmuş kişilerin özellikle siyasetçilerin ve gazetecilerin şöhreti söz konusu olduğunda toplumun bu kişilerle ilgili olarak haber alma hakkı da dikkate alınarak daha fazla eleştiriye tahammül etmeleri gerektiği ve bu alanda basın özgürlüğünden daha geniş olduğu, kamu görevlileriyle ilgili haber ve yorumlarda kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerektiği, bunun ise kamu görevlilerinin asılsız suçlamalara karşı korunmakla sağlanabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

50. İfadelerin içeriği konusunda ise sarf edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin olgusal iddia ya da değer yargısı olup olmadığına göre bir incelemenin yapılması gerektiği, değer yargısı ifade eden görüş ve yorumların kanıtlanmaya elverişli olmadığı, gazetecilerin insanların kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan olgular isnat ettiğinde bu iddialarını desteklemek için güvenilir delil sunmaları gerektiği, basın etik kurallarına uygun biçimde davranarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarının olduğu unutulmamalıdır. İlke olarak demokratik toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşru amaç ve araçlarla ve ölçülü olmak kaydıyla ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulabileceği, nefreti ve şiddeti teşvik eden hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanmasının ve bunların önlenmesinin gerekli olduğu ifade edilmelidir.

51. Müdahalenin haklı sebeplere dayanarak, hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması sırasında hakların özüne dokunulmaması ve ölçülü olunması gerekmektedir. Hakkın amacına uygun şekilde kullanımını son derece zorlaştıran, ciddi suretle güçleştiren, örtülü bir şekilde kullanılamaz hale koyan ve etkisini ortadan kaldıran sınırlamalar öze dokunur niteliktedir (bk. AYM, E.2006/121, K.2009/90, K.T. 18/6/2009). Sınırlama amacı ile aracı arasında adil bir dengenin gözetilmesi şeklinde tarif edilen ölçülülük ilkesi ile daha az sınırlayıcı ya da daha hafif tedbirlerle sınırlama amacına ulaşılması mümkün olduğu halde hak ve hürriyetleri daha çok sınırlayan, haklardan yararlanacak kişilere daha ağır yükümlülükler getiren düzenlemelerin önlenmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla belli bir amaca ulaşmak için alınan sınırlayıcı tedbir, gereğinden ağır ve katı ise o sınırlama ölçülü olmayacağı gibi demokratik toplum düzenine de uygun bir sınırlama olmayacaktır.

52. İfade ve basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında başvurulabilecek Anayasa’nın 26., 27. ve 28. maddelerinde yer alan özel sınırlama sebepleri bulunmaktadır. Bu kapsamda Anayasa’nın 28. maddesinin üçüncü fıkrasında basın özgürlüğünün sınırlanmasında 26. ve 27. madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Böylece basın özgürlüğü, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile ilgili genel hüküm niteliğindeki 26. maddedeki ve sanatsal ve akademik ifadelerle ilgili 27. maddedeki sınırlama rejimine tabi tutulmuştur. Basın özgürlüğüne yönelik diğer sınırlamalar ise 28. maddenin dördüncü ve izleyen fıkralarında yer almaktadır. 26. maddeye göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden birisi de başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunmasıdır.

53. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

54. Bireylerin maddi ve manevi varlığına üçüncü kişilerin müdahalelerine karşı etkili mekanizmalar kurma çerçevesinde Devletin pozitif yükümlülüğü, mutlaka cezai soruşturma ve kovuşturma yapılmasını gerekli kılmaz. Üçüncü kişilerin haksız müdahalelerine karşı bireyin korunması hukuk muhakemesi yoluyla da mümkündür. Nitekim üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür. Hakaret ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmekte ve tazminat davasına konu edilebilmektedir. Dolayısıyla bireyin, üçüncü kişilerce şeref ve itibarına müdahale edildiği iddiasıyla, hukuk davası yoluyla da bir giderim sağlaması mümkündür (B.No: 2013/1123, 2/10/2013, § 35). Mahkemelerce ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulurken basının düşüncenin iletilmesi ve yayılmasındaki rolü, bireyin ve toplumun bilgilenmesine sağladığı katkı ve bu anlamda çoğulcu demokratik düzenin vazgeçilmez unsurlarından olduğu gözetilerek ifade edilen söz, yazı, resim ve benzeri şeylerin içeriğinde şiddet çağrısı veya nefret söylemi olmadığı sürece kişilerin cezai soruşturmalara maruz kalmamalarına dikkat edilmeli, özellikle hapis cezası vermekten kaçınılarak haksız müdahalelere karşı bireyin korunmasında diğer tedbirlere öncelik verilmelidir.

55. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B.No:23144/93, 16/3/2000, §43).

56. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir.

57. Nitekim AİHM, Axel Springer AG davasında ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını belirlemeye yönelik bazı kriterler geliştirmiştir. Bu kriterler; a) basında yer alan yazı veya ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin tanınmışlık düzeyi ve yazının amacı, c) ilgili kişinin yayından önceki davranışı, d) bilginin elde edilme yöntemi ve doğruluğu, e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları ve f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir (bkz. Axel Springer AG / Almaya, [BD], B.No: 39954/08, 7/2/2012).

58. Bu kriterlerden özellikle “yazının hedef aldığı kişinin kimliği ve yazının amacı”nın özel önemi bulunmaktadır. Zira AİHM, başkalarının şöhret ve haklarının korunması kapsamında ifade özgürlüğüne müdahalenin demokratik toplumlarda gerekliliği konusunda sade vatandaşlarla, kamuya mal olmuş kişileri, kamu görevlileriyle siyasetçileri birbirlerinden ayırarak değerlendirmeler yapmaktadır. Özellikle ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi sade vatandaş ise korumayı üst düzeyde şöhretten yana tutmakta, siyasetçinin şöhreti söz konusu ise ilke olarak tercihini ifade özgürlüğünden yana kullanmaktadır.

59. AİHM, kamu görevlileriyle ilgili olarak farklı bir tutum sergilemektedir. Kamu görevlilerinin kabul edilebilir eleştiri sınırını, sade vatandaşlar gibi görmese de siyasetçiler için kabul edilen eleştiri sınırı kadar geniş olmadığını, kamu görevlilerinin görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerektiğini, bunun ise kamu görevlilerini asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabileceğini vurgulamaktadır (bkz.Steur/Hollanda,B.No: 39657/98, 28/10/2003, §40; Lesnik/Slovakya, B.No: 35640/97, 11/3/2003, §53). Mahkeme ayrıca basının ifade özgürlüğünü kullanırken görev ve sorumluluklarına uygun davranmak zorunda olduğunu, bu görev ve sorumluluklar kapsamında yayımlanan haberlerin bireylerin şeref ve hakları üzerinde ağır etkiler yaratma riski nedeniyle “başkalarının şeref ve haklarının korunması”yla ilgili konulmuş sınırlara dikkat edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır (bkz.Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, B.No: 13585/88, 26/11/1991).

60. Kişilerin hak ve şöhretlerinin korunması ile ifade ve basın özgürlüğü arasındaki adil dengenin kurulması konusunda “yayının içeriği” kriterinde AİHM, ilke olarak nefret ve şiddete teşvik söylemlerinin varlığı hâlinde kamu makamlarınca meşru amaçla ve orantılı olmak kaydıyla ifade ve basın özgürlüğüne müdahalede bulunulabileceğini, demokratik toplumlarda “formaliteleri”, “koşulları”, “kısıtlamaları” veya “müeyyideleri” izlenen meşru amaçla orantılı olmak kaydıyla, hoşgörüsüzlük de dahil olmak üzere, nefreti teşvik eden, hatta meşru sayan her türlü ifadeye yaptırım uygulanmasının ve hatta bunların önlenmesinin gerekli olduğunu ifade etmektedir (bkz. Sürek/Türkiye, (No:1), B.No: 26682/95, 8/7/1999, § 62; Jersild/Danimarka, B.No: 15890/89, 23/9/1994).

61. Anayasa Mahkemesi, müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını, müdahalede bulunulurken hakkın özüne dokunulup dokunulmadığını, ölçülü davranılıp davranılmadığını ve ifade ve basın özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde adil bir dengenin kurulup kurulmadığını her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir.

c. Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

62. Somut olayda başvurucu, yerel gazetede yazdığı iki köşe yazısı nedeniyle hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin geri bırakılması kararı nedeniyle ifade ve basın hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Genel ilkelerin açıklanmasından sonra bu genel ilkelerin somut olaya uygulanması sırasında ifade ve basın özgürlüğüne “müdahale olup olmadığı”, müdahale varsa "müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığı”, haklı sebep varsa “müdahalenin demokratik toplum düzeni için gerekli olup olmadığı ve ölçülü olup olmadığı" hususları değerlendirilecektir.

63. Müdahalenin varlığı konusunda öncelikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun ifade ve basın özgürlüğüne müdahale teşkil edip etmediği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır. Zira derece mahkemesi tarafından başvurucu, iftira ve hakaret suçlarından 10 ay hapis ve iki kez 7.080 TL adli para cezasıyla cezalandırılmış ve neticede verilen mahkûmiyet hükümlerinin geri bırakılmasına karar verilmiştir

64. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, niteliği gereği mahkûmiyet kararı olmayıp denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun’un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğuran bir uygulamadır.

65. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda sanığın suçlu olduğu konusunda ulaşılmış bir vicdani kanaat bulunmakta ve bu kanaat “kasten yeni bir suç” işlenmemesi şartına bağlı olarak hüküm ifade etmemektedir. Gerçekten, hükmün açıklanmasının geri bırakılması, mahkûmiyet konusunda vicdani kanaate ulaşmış mahkemenin, buna ilişkin hükmü açıklamayı belirli bir süre ertelemesini, bu süre zarfında hükmün sanık hakkında bir hukuki sonuç doğurmamasını ve bu süre sonunda kişinin başka suç işlememesi halinde açıklanması geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak davanın düşmesine, denetim süresi içerisinde yeni bir suç işlenmesi hâlinde ise geri bırakılan hükmün aynen açıklanmasına karar verilmesini ifade eder. Bu sebeple hükmün açıklanmasının geri bırakılmasıyla sonuçlanan ceza davalarında kişiler bir ceza tehdidi altında kaldığından bu kararlar mahkûmiyet olarak değerlendirilmeseler bile ifade ve basın hürriyetine müdahale olarak kabul edileceği açıktır.

66. Somut olayda başvurucu hakkında ceza soruşturması açılmış, ceza soruşturması kovuşturma aşamasına geçmiş ve neticede mahkeme tarafından mahkûmiyet hükmü verilerek verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Dolayısıyla ortada ifade ve basın hürriyetine mahkeme kararı yoluyla yapılan müdahale bulunmaktadır.

67. Çine Asliye Ceza Mahkemesince ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahale 5237 sayılı Kanun ile düzenlenen hakaret ve iftira suçları (bkz: §§19-22) nedeniyle yapılmış olup bu suçların ve özellikle hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin hukuki düzenlenişine karşı başvurucu tarafından ileri sürülen bir itiraz bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin kanun tarafından öngörüldüğü açıktır.

68. Müdahaleyi gerektiren meşru amaca bakıldığında hakaret ve iftira suçlarının Anayasa’nın 17. ve 26. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla hüküm altına alındığı ve somut olayda kamu makamlarının ifade özgürlüğüne bu amaçla müdahalede bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle müdahalenin meşru bir amacının olduğu görülmektedir.

69. Müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı ve müdahalede bulunulurken ölçülü davranılıp davranılmadığı konusunda hangi genel ilkelerden hareket edileceği yukarıda belirtilmişti (§§ 48-51). Bu genel ilkelerin somut olayda uygulanması sırasında dikkat edilmesi gereken en önemli husus, ifade ve basın özgürlüğü ile başkalarının hak ve şöhret değerlerinin çatışması hâlinde adil ve ölçülü bir dengenin nasıl kurulacağı konusudur. Somut olayda, başvurucunun iki köşe yazısı nedeniyle ilçe emniyet müdür vekilinin şöhret ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu gerekçesiyle açılan iftira ve iki ayrı hakaret davaları nedeniyle başvurucunun iftira suçundan 10 ay hapis ve hakaret suçlarından iki kez 7.080 TL adli para cezasına mahkûmiyetine ve verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir. Dolayısıyla ortada iki ayrı yazı ve iki ayrı yazı nedeniyle verilen cezalar bulunmaktadır. Bu sebeple iki ayrı yazı nedeniyle verilen cezaların demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı, yazıların içerikleri de dikkate alınarak genel ilkeler ışığında çatışan haklar arasında adil ve ölçülü bir dengenin kurulup kurulmadığı hususlarının ayrı ayrı değerlendirilmesinde yarar görülmektedir.

i. “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısı yönünden

70. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Ucuz olmak” başlıklı yazı nedeniyle hakaret suçundan Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 7.080 TL adli para cezası verilmiş ve verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Yerel Mahkeme gerekçesinde; başvurucunun 2/4/2012 tarihli Çine Madran Gazetesinin üçüncü sayfasındaki “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısında, Osmanlı döneminde bir komutanla bir ağa arasında yaşandığı hikaye edilen ve ağanın olayda bahsi geçen kamu görevlisine hitaben "...oğlum belli zaten senin ucuz kadından olduğun" dediği, akabinde bu olayın benzerinin kamusal yetkisi olan, motosikletinin plakasının son üç rakamı aynı olan ve özel plaka takan kurum amiri şeklinde tasvir ederek katılan emniyet müdürünün "ucuzlar" sınıfına koyulacağını belirtmek suretiyle hakarette bulunduğu, her ne kadar köşe yazısında açıkça katılanın ismi zikredilmemiş ise de dosyaya getirtilen belgelerden de anlaşılacağı üzere katılanın emniyet müdür vekili/amiri olması, katılana ait motosikletin son üç rakamının "888" olması, kurum amiri pozisyonunda motosikletinin son üç rakamı aynı olan sadece katılanın bulunması, Çine Kaymakamı hakkında yapılan adli soruşturmada tanık olarak ifadesinin alınmış olması karşısında sanığın köşe yazısında katılanı kastettiğinin aşikar olduğu, bu nedenle başvurucunun köşe yazısının herhangi bir kişiye yönelik olmadığı savunmasına itibar edilemeyeceği sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmektedir.

71. Dosyanın incelenmesinde; mağdurun Çine Emniyet Müdürlüğünde müdür vekili olarak görev yaptığı, “Ucuz olmak” isimli yazının başlığının Osmanlı döneminde geçen bir hikayeden esinlenerek konulduğu, hikayede köye atanan ve asayişten sorumlu bir komutan ile köy ağası arasında geçen konuşmaların yer aldığı, komutanın annesinin başlık parasının az olması sebebiyle köy ağasının komutana “...oğlum belli zaten senin ucuz kadından olduğun” dediği hikaye edilmektedir. Yazar bu hikayeden esinlenerek “ucuzlar sınıfı”nı günümüze uyarlamış ve ucuzlar sınıfına giren kimseler olarak; kamu yetkisini kullanarak motosikletine özel plaka takan kurum amirlerini, üst makama yalakalık yapmak için yalancı şahitlik yapan kamu görevlilerini, halkın iradesiyle geldikleri makamları kendi çıkarları için kullanan siyasetçileri, halkı yok sayıp zenginin askeri, güçlünün uşağı gibi davrananları, gazeteleri ve gazetecileri şahsi çakallıkları için kullanamayan, sahtekarlıklarını topluma empoze edemeyip de alternatif oluşturmaya çalışan toplum mühendislerini, yazıdan kendisine pay çıkarıp kendisiyle hesap gören kişileri gördüğünü, sonuç olarak bu kişilerin ucuz olmalarında kabahatin annelerinde değil de, kamusal yetkiyi kötüye kullanmaları, şahsiyetsiz oluşları, açgözlü ve çirkin dünya hırslıları olmaları nedeniyle kendilerinde olduğu belirtilmektedir.

72. Makale bir bütün olarak değerlendirildiğinde bazı kamu görevlilerinin yetkilerini kullanma biçimine yönelik eleştiri amacı taşıdığı görülmektedir. Başvurucu söz konusu yazıda bu eleştirilerini “ucuz olmak” kavramı üzerinden kurgulamıştır. Bu kavramın kişileri değersizleştirme amacıyla kullanıldığı açıktır. Ayrıca yazının başında anlatılan hikaye ile kavram arasında kurulan bağlantı dikkate alındığında, kadının metalaştırılarak para ile satın alınabileceği ve kadının değerinin parasal karşılığıyla belirlenebileceği yönündeki cinsiyetçi bir söylem üzerinden “ucuzluk” mefhumunun temellendirildiği görülmektedir.

73. Ucuz olmak” şeklinde yer alan bu kavramla kimin değersizleştirilemeye çalışıldığı konusu önem arz etmektedir. Zira yazıda açıkça bir isim zikredilmemektedir. Bu konuda derece mahkemesi, yazıda geçen “Kamusal yetkisini kullanarak motosikletine (son üç rakamı aynı olan) özel plaka takan kurum amirleri…” şeklindeki ifadeyi işaret ederek, yaptıkları araştırma sonucunda ilgili cümlenin yalnızca bir kişiyi hedef aldığını onun da motosikletinin son üç rakamı aynı (888) olan ve Çine ilçesinde kurum amiri olarak çalışan şikâyetçi emniyet müdür vekili H.Y’nin olduğunu, 5237 sayılı Kanun’un 126. maddesi uyarınca başvurucunun Çine Emniyet Müdür vekilini hedef aldığı konusunda duraksama yaşamadıklarını belirtmektedir. Derece mahkemesinin bu delillerle vardığı sonuca açıkça keyfilik ve bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin müdahalesi sözkonusu olamaz. Yazıda geçen “hakaret içerikli” ifadelerin emniyet müdür vekiline yöneldiği ve kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı açıktır. Bu sebeple başvuru konusu yazıyla şikayetçinin manevi bütünlüğünün korunması kapsamında ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin haklı ve demokratik toplum düzeni açısından gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

74. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğü ile şikayetçinin itibar hakkı arasında makul bir dengenin kurulup kurulmadığı bu çerçevede başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir. Burada sözü edilen her iki hak da anayasal haklar olup eşit düzeyde korunmaları gerekir.

75. Yukarıda belirtildiği gibi yazının bütünü dikkate alındığında genel bir kamusal eleştiri amacı taşıdığı görülmekle birlikte bu eleştirinin sözü edilen kamu görevlilerini itibarsızlaştırma yoluyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Şikayetçinin kamu yetkisini kötüye kullanarak özel plaka aldığı için “ucuzlar” sınıfında olduğu, dolayısıyla diğer ucuzlar sınıfı gibi şahsiyetsiz, açgözlü ve dünya hırsına sahip biri olduğu, bu durumda annesinin bir kabahatinin olmadığı gibi ifadelerin kamuoyunun bilgilendirilmesinden ziyade şikayetçinin itibarsızlaştırılmasını amaçladığı görülmektedir. Yazıda yer verilen değerlendirmeler bir olgudan ziyade yazarın değer yargılarını içermektedir. Bu çerçevede yazarından bunları ispatlaması beklenemezse de yazının içeriğinin genel olarak basın etiğine uygun olması beklenmelidir. Gazetecilik mesleğinin belli ölçüde abartı hatta kışkırtıcı yargıları da hoş görebileceği kabul edilmekle birlikte, bu hiçbir şekilde üçüncü kişilerin anayasal haklarının ihlal edilebileceği anlamına gelemez.

76. Kamu görevlilerinin kamusal yetki kullanmaları nedeniyle sıradan insanlara göre daha fazla eleştiriye katlanmaları gerekli ise de bu kişilerin görevlerini layıkıyla yapabilmeleri belli ölçüde kamunun güvenine bağlı olduğundan bunlara yönelik eleştirilerin onları kamuoyu önünde itibarsızlaştırılması sonucunu doğuracak düzeye ulaşmaması gerekir. Elbette kişiler kendi fiillerinin sonuçlarına katlanmak durumundadırlar. Somut olayda başvurucunun şikayetçinin önceki hangi fiilleri nedeniyle böyle bir eleştiye yöneldiği açık olmamakla birlikte kişinin nüfuzunu kullanarak son üç rakamı aynı olan plaka aldığı bu nedenle “ucuzlar” sınıfına dahil olduğu yönündeki yargıya katlanması gerektiği sonucuna ulaşılamaz. Özellikle söz konusu yazıda yer alan cinsiyetçi söylem ve bu kişilerin ucuzluklarında annelerinin suçu olmadığı gibi ifadelerin demokratik bir toplumda korunması gerektiği söylenemez.

77. Nitekim AİHM, Janowski davasında, gazeteci olan başvurucunun belediye görevlilerinin yüzlerine karşı “aptal” ve “hödük” ifadelerini kullanması sonucu yerel mahkemece cezalandırılmasını ifade özgürlüğü kapsamında inceleyerek, başvurucunun bu sözlerinin, kamuoyunu ilgilendiren konularda yapılan bir fikir alışverişi kapsamında olmadığını, bu sözlerin kamuya açık bir alanda ve birçok kişinin önünde sarf edildiğini bu sebeple başvurucunun olayda gazeteci değil sıradan bir vatandaş olarak kabul edileceğini, kamu görevlilerine yapılan bu hakaretin kabuledilebilir eleştiri sınırını aştığını belirterek, kullanılan sözlerin ifade ve basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyeceğine karar vermiştir (bkz. Janowski/Polonya, B.No: 25716/94, 21/1/1999, §§32-35).

78. Diğer taraftan müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken dikkate alınması gereken başka bir husus da uygulanan yaptırımın ağırlığıdır. Söz konusu olayda başvurucuya adı geçen yazının hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle 7.080 TL adli para cezasının verildiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı görülmektedir.

79. Basın yoluyla işlenen hakaret suçlarına ilişkin olarak hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesi halinde bunun tüm basın üzerinde baskı kurabileceği ve kamuoyunu ilgilendiren konuların tartışılmasından gazetecileri caydırabileceği, böylece bir otosansür kurumuna dönüşebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle demokratik bir toplumda şiddet çağrısı veya nefret söylemi gibi çoğulcu demokrasiyi ortadan kaldırmayı amaçlayan ifadeler söz konusu olmadıkça hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmekten kaçınılması gerekir. Somut olayda başvurucu hakkında ceza davası açılmış ve yargılanmış olmakla birlikte başvurucu aleyhine hapis cezası verilmekten kaçınılarak adli para cezasına hükmedildiği ve verilen cezanın da hükmün açıklanmasının geri bırakılması suretiyle uygulanmadığı görülmektedir.

80. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde “Ucuz olmak” başlıklı yazının içeriği ve amacı, hedef alınan kişinin kimliği ve konumu, yazının bağlamı, uygulanan yaptırımın ağırlığı gibi hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.

81. Açıklanan nedenlerle, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olduğu anlaşıldığından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan hakların ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

ii. Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe yazısı yönünden

82. Başvurucu tarafından kaleme alınan “Motosikletli zibidiler” başlıklı yazıyla ilgili olarak Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından başvurucuya iftira suçundan 10 ay hapis ve hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası verilmiş ve verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararı incelendiğinde; başvurucunun Çine Madran Gazetesinin üçüncü sayfasında ve www.cinemadran.com adlı internet sitesinde yayınlanan “Motosikletli zibidiler" başlıklı köşe yazısında, öncelikle aslında var olmayan ve emniyet müdür vekilinin kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü belgesiz yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını ifade ederek esasen katılanın işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacıyla suç isnadında bulunarak iftira ettiği, yazısının sonlarına doğru ilçede emniyetin, haddini aşan bir uygulama yaptığını ve kadına kıza baktıkları, laf attıkları için Çine'nin erkeklerine kahvehane önlerine oturmanın yasaklandığını duyurduğu, bütün suçun motosikletli zibidilerde olduğunu dile getirdiği, Çine ilçesinde bu yönde bir uygulamanın yapıldığı, bu yazıda da katılanı kastederek ve motosikletli zibidi diyerek basın yoluyla iftira ve hakaret ettiği kanaatine varıldığı belirtilmektedir.

83. Makale bir bütün olarak değerlendirildiğinde; siyasi partili olduğu anlaşılan bir vatandaşın oğlunun, motosikletini ehliyetsiz, plakasız, yüksek hızda ve egzozu açık olarak kullanırken polis memurlarınca durdurularak cezai işlem yapılması sırasında vatandaşın cezaya engel olmak için bir partinin ilçe başkanı olduğu anlaşılan kişiyi arayarak emniyet müdürünü aramasını ve cezaya engel olmasını istediği, parti ilçe başkanının da bir şirket yetkilisini telefonla arayarak söz konusu cezanın yazdırılmaması yönünde aralarında geçen karşılıklı konuşmaların yer aldığı, ilçe başkanının şirket yetkilisine emniyetin bir dediğini ilgili şirketin iki etmediğini, emniyet müdürlüğüne araba dahi hibe ettiğini, bu sebeple şirket yetkilisinin emniyet müdürünü araması hâlinde cezanın yazılamayacağını söylemektedir. Yazının bu bölümleri genel olarak bir soruna işaret eden ve siyaset, özel sektör ve kamu kurumları arasındaki ilişkileri eleştiren belli kişileri hedef almayan genel nitelikli bir değer yargısını ifade etmektedir. Makalenin bundan sonraki bölümlerinde emniyetin, Çine ilçesinde yaşayan erkeklerin kahvehane önüne çıkmasını kızlara laf attıkları gerekçesiyle yasakladığını, bu durumun topluma hakaret teşkil ettiği, bu durum karşısında halkın temsilcileri olan siyasetçilerin suskun kaldığı, butün suçun motosikletli zibidilerde olduğu belirtilmektedir.

84. Çine Asliye Ceza Mahkemesinin söz konusu yazıda hem hakaret hem de iftira suçlarının oluştuğu kanaatiyle karar verdiği görülmektedir. Mahkeme topladığı delillere göre “Çin’e ilçesinde kahvehane önüne erkeklerin çıkmaması yasağının” uygulamasının Çine’de yapılması nedeniyle olayın doğru olduğunu, bu sebeple Çine Emniyetinin hedef gösterildiğini, aslında var olmayan ve emniyet müdürünün kanuna aykırı şekilde plakasız ve sürücü belgesiz yakalanan motosikleti işlem yapmadan serbest bıraktığını, esasen emniyet müdürünün işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacıyla suç isnadında bulunarak iftira suçunun işlendiğini, yazıda yer alan tüm hukuksuzlukların sebebinin motosikletli zibidiler olduğunun belirtilmesi karşısında bu zibidinin “Ucuz olmak” yazısı nedeniyle motosikletinin son üç rakamı aynı olan emniyet müdürünün olduğu, kendisine “motosikletli zibidi” denildiği kanaatine duraksamayarak vardığını belirtmektedir.

85. Başvurucunun yazısı, Çine Asliye Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı, dosyada yer alan tüm deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; başvurucu tarafından kaleme alınan yazı nedeniyle iftira ve hakaret suçlarından başvurucuya öngörülen yaptırımın, ifade ve basın hürriyetine müdahale teşkil ettiği görülmektedir. Bu müdahalenin haklı, öngörülebilir, demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olup olmadığı yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir.

86. Makalede genel olarak siyaset, özel sektör ve emniyet kurumları hakkında değer yargısı taşıyan eleştirel bir yaklaşım sergilediği, eleştirilerin kamuoyunu ilgilendiren ve genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlama amacı taşıdığı, şiddet çağrısı veya nefret söylemi içermediği, yazıda yer alan siyasetçilerin, emniyet yetkililerinin ve özel şirket sahiplerinin kim olduklarının açıkça belirtilmediği, yazıda geçen “motosikletli zibidiler” ifadesiyle emniyet müdürünün mü yoksa yazının başında ifade edilen bir partilinin motosikletli oğlu gibilerinin mi kastedildiği konusunun açık bırakıldığı anlaşılmaktadır. Yazıda doğrudan bir kişi hedef alınmadığı için sarf edilen sözlerin kişiler hakkındaki değer yargısını mı yoksa olguyu mu ifade ettiği hususlarının ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir. Yazının bir bütün olarak incelenmesinden sözü edilen ifadelerin muhatabının şikayetçi olduğu açık bir şekilde anlaşılmamaktadır. Bu nedenle başvuru konusu yazı nedeniyle başvurucuya uygulanan yaptırımın şikayetçinin manevi bütünlüğünün korunması amacıyla uygulandığı ve ifade ve basın özgürlüğüne yönelik bu müdahalenin haklı ve demokratik toplumda gerekli olduğu söylemez.

87. Diğer taraftan müdahalenin ölçülülüğü değerlendirilirken dikkate alınması gereken hususlardan biri de uygulanan yaptırımın ağırlığıdır. Somut olayda başvurucuya 10 ay hapis ve 7.080 TL adli para cezası verilerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmektedir. Her ne kadar hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları mahkumiyet hükmü niteliğinde olmasalar da beş yıl içinde kasıtlı bir suç işlenmesi hâlinde öngörülen cezaların aynen uygulanması söz konusudur. Hapis cezası tehdidinin gazetecileri kamusal meseleleri tartışmaktan caydırıcı bir rol oynayacağı ve otosansüre neden olabileceği göz önünde tutularak ertelenen cezaların miktarı ve maruz kalınan ceza tehdidinin ağırlığı dikkate alındığında ifade ve basın özgürlüğüne yapılan müdahalenin ölçülü olduğu söylenemez. Bu çerçevede müdahalenin amacının şikayetçinin şeref ve itibarının korunması olduğu kabul edilse bile şikayetçinin bu hakkı ile başvurucunun bir gazeteci olarak ifade ve basın özgürlüğü arasında adil bir dengenin kurulduğu sonucuna ulaşılamaz.

88. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde “Motosikletli zibidiler” başlıklı yazının içeriği ve amacı, hedef alınan kişinin kimliği ve konumu, yazının bağlamı, uygulanan yaptırımın ağırlığı gibi hususlar birlikte değerlendirildiğinde Çine Asliye Ceza Mahkemesi tarafından başvurucuya verilen cezaların ifade ve basın özgürlüğüne ölçüsüz müdahale niteliğinde olduğu sonucuna varılmıştır.

89. Açıklanan nedenlerle, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı anlaşıldığından Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde korunan hakların ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un50. Maddesinin Uygulanması

90. Başvurucu 30. 000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

91. Adalet Bakanlığı, başvurucunun tazminat taleplerine ilişkin görüş bildirmemiştir

92. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şu şekildedir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

93. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; (2) numaralı fıkrada ise ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklanması hâlinde dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği, mahkemenin ihlal nedeniyle dosyayı yeniden ele alarak ihlali giderecek tarzda karar vermek zorunda olacağı hüküm altına alınmıştır.

94. Başvuru konusu olayda “Motosikletli zibidiler” başlıklı makale yönündenifade ve basın özgürlüğüne haksız müdahale edildiği gözetilerek, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin Çine Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

95. Başvurucunun manevi zararlarının ihlalin tespiti ve ortadan kaldırılması suretiyle tamamen giderilebileceği anlaşıldığından başvurucuya manevi tazminat ödenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmektedir.

96. Başvurucu, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu tarafından yapılan 1.698, 35 TL yargılama giderinin ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucu tarafından kaleme alınan 2/4/2012 tarihli “Ucuz olmak” başlıklı köşe yazısı yönünden Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğünün İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvurucu tarafından kaleme alınan 3/10/2012 tarihli “Motosikletli zibidiler” başlıklı köşe yazısı yönünden Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucunun manevi tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, İHLALİN VE SONUÇLARININ ortadan kaldırılmak üzere Çine Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine,

23/1/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

BEKİR COŞKUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12151)

 

Karar Tarihi: 4/6/2015

R.G. Tarih- Sayı: 1/7/2015-29403

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Bekir COŞKUN

Vekili

:

Av. Mustafa Gökhan TEKŞEN

 

 

Av. Özlem GÜNEL TEKŞEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, köşe yazarı olan başvurucunun bir yazısı nedeniyle cezalandırılmasının ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 23/7/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı, 29/12/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için 29/12/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 28/1/2015 tarihli görüş yazısı 4/2/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, görüşünü süresi içinde 11/2/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. 21/5/2015 tarihinde yapılan Bölüm toplantısında, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, ulusal düzeyde yayın yapan Cumhuriyet Gazetesinin 4/7/2013 tarihli nüshasında, 31/8/2013 tarihinde İstanbul’da başlayıp yurt geneline yayılan merdiven boyama eylemlerini konu alan “Boyalı Merdivenler” başlıklı yazıyı kaleme almıştır. Yazı şöyledir:

“Merdivenim boyalı…Kırmızı…Mavi…Sarı…*Aslında ayakları boyayacaksın…Nereye gitsen renk…*Belki de çatışma noktası buydu:Renklilik ile renksizliğin kavgası…*Dans; pembedir mesela…Rakı; beyaz…Aşk; kırmızı…Ağaç; yeşil…Dere; mavi…Sarı lacivertliler, sarı kırmızılılar, siyah beyazlılar…Dev posterini asmışlardı duvara aslanımızın; gözleri mavi, saçları altın sarısı…*Hâlâ “Oyları yüzde 44” diyorlar…Bunca kıyamet, bunca olay, bunca skandal, bunca kepazelik, bunca rezillik…Yani sadece yüzde 6’sı mı anladı, Türkiye’nin başına geleni?..Renkli televizyona bakıyor oysa…Renk körü müsün mübarek…*Savaş; siyahtır…Barış; kar beyazı…Cumhuriyet; beyaz kırmızı…Laiklik dediğimiz şeydir; gökkuşağı…*Sevmiyorlar renkleri…Milletvekili koltukları turuncu olduğu için, oturanların asabileştiğine ve bu yüzden çok kavga ettiklerine karar verdiler…Kırmızıyı görünce saldırıyor demek…Möölletvekili…*Boyayın…Alın fırçaları…Kaldırım, yol, duvar, taş, yer, gök…Nereyi isterseniz boyayın…*Softanın kuşağı değil bu…Gökkuşağı…Beyaz…Kırmızı…Mavi…Sarı…”

9. Söz konusu yazı nedeniyle başvurucu hakkında, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) İstanbul milletvekili Mihrimah Belma Satır 1/10/2013 tarihinde, AK Parti İstanbul milletvekili Metin Külünk 10/10/2013 tarihinde, kamu görevlisine hakaret ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun işlendiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuşlardır.

10. Aynı yazı ile ilgili olarak, 30/10/2013 tarihinde AK Parti Manisa milletvekili Selçuk Özdağ tarafından da kamu görevlisine hakaret suçunun işlendiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunulmuştur.

11. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 2013/136853 numaralı soruşturma dosyasında, başvurucunun kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı alenen hakaret suçunu işlediği iddiasıyla cezalandırılması için 21/11/2013 tarihli iddianame ile kamu davası açmıştır.

12. Bununla birlikte İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 2013/136853 numaralı soruşturma dosyasında başvurucu hakkında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle 21/11/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

13. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 21/11/2013 tarihli iddianamesiyle açtığı kamu davası İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinde görülmüştür.

14. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, 29/4/2014 tarihli kararı ile başvurucunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı basın yoluyla hakaret suçunu işlediği gerekçesiyle 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin gerekçesi şöyledir:

“…

Dava konusu yazı konusu itibariyle bir bütün olarak değerlendirildiğinde Yazar, bir siyasetçi olan müştekilerin siyasi yaşantısında ve Milletvekilliği gibi bir kamu görevini yaptıkları esnada siyasi bir konuda veya toplumu ilgilendiren kamusal konuda yapmış olduğu eylemlerinden, sözlerinden, toplumu ilgilendiren fikir açıklamalarından hiç bahsetmemekte, müştekilerin fikir ve tavırlarını keşfetme ve bu konulardaki fikrine karşı yeni veya karşı bir fikir oluşturmamaktadır. Bir siyasetçi olan milletvekillerinin toplumun bir kısmını bile ilgilendirecek bir konuda olumlu veya olumsuz ortaya koymuş oldukları bir düşünce, bir eylem konusunda herkesten daha çok, basın tarafından kaba, sert ve kırıcı bile olsa eleştirilmesi siyasi bir yaşamın ve kamusal bir görev yapmasının doğal bir sonucudur. Ancak bir kimsenin eleştirilebilmesi için ortada bir eleştiri konusunun da olması gerekir.

Siyasetçilerin siyasi veya kamuyu ilgilendiren konularda yaptığı açıklamalar, toplumu ilgilendiren örneğin sağlık, eğitim, dış politika vb. gibi konularda yapılan uygulamalar veya başka kamusal uygulamalar Basın tarafından ele alınabilir ve eleştiri konusu yapılabilir. Yazar yazısında milletvekilleri hakkında "...Kırmızıyı görünce saldırıyor demek... Möölletvekili..." şeklinde beyan ve nitelendirme yaparken müştekilerin hangi açıklamalarından veya hangi kamusal eylemlerinden dolayı bunu yaptığını ortaya koyamamaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonundaki milletvekili koltuklarının renkleri ile ilgili açıklama ve yorumlarda bulunan sanığın, mizahi bir dil ile de olsa düşünce ve yorumlarını küçültücü ve aşağılayıcı olmayan sözlerle açıklamasının mümkün olduğu, ancak yazı içeriği ile düşünsel bir bağ bulunmaksızın ve ayrıca açıklanmasında kamu yararı bulunmayan bir şekilde "...Kırmızıyı görünce saldırıyor demek... Möölletvekili..." şeklindeki ifadenin tek amacının müştekileri aşağılamak olduğu, müştekilerin içsel değere ve kamuoyu nezdindeki şeref ve saygınlığına saldırıda bulunarak hukuka uygunluk ve eleştiri sınırının aşıldığı ve küçültücü değer yargısı içermesi nedeniyle sanığın üzerine yüklenen basın yoluyla kurul halinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı alenen hakaret suçunu işlediği sanık savunması, şikayet dilekçesi, gazete örneği ve tüm dosya kapsamından anlaşılmıştır.”

15. Bu karara karşı başvurucu tarafından yapılan itiraz, İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/6/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

16. Başvurucu hakkında aynı yazı ile ilgili olarak Manisa Cumhuriyet Başsavcılığınca da soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık, 30/1/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiş; karara itiraz edilmesi üzerine itirazı inceleyen İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi de 10/3/2014 tarihli kararı ile itirazın reddine karar vermiştir.

17. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

18. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı 125. maddesi şöyledir:

“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,

İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./15.mad) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

 (5) (Değişik fıkra: 29/06/2005-5377 S.K./15.mad) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin Madde hükümleri uygulanır.”

19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez…. “

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 4/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 23/7/2014 tarihli ve 2014/12151 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu,

 i. hakkında yürütülen cezai kovuşturma kapsamında aynı konuya ilişkin olarak, Manisa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar (KYO) verilmesine ve bu kararın itiraz incelemesi sonucu kesinleşmesine rağmen, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından mahkûmiyetine karar verildiğini hatırlatmıştır. Başvurucu, aynı sanık için aynı fiil nedeniyle yargılama yapılamayacağı ilkesine aykırı davranıldığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini,

 ii. İlk Derece Mahkemesinin gerekçeli kararında savunma makamının görüşlerine yer verilmediğini, mahkûmiyet kararının hangi temele dayandığının gösterilmediğini belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının bir unsuru olan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini,

 iii. başvuruya konu gazete yazısında güncel ve siyasi bir eleştiri yaptığını, hiçbir milletvekilini hedef almadığını, siyasetçilerin görev ve faaliyetleri açısından daha esnek ve hoşgörülü olması gerektiğini belirterek Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve onun ayrılmaz bir parçası olan basın özgürlüğünün ihlal edildiğini,

 ileri sürmüştür. Başvurucu ihlalin tespiti ile 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.

23. Her ne kadar başvurucu, aynı makale nedeniyle bazı Cumhuriyet Savcılıklarınca kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesine rağmen İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından mahkûmiyetine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüş ise de bu şikâyet, yazmış olduğu makale nedeniyle cezalandırılmasına yöneliktir ve bu sebeple söz konusu şikâyetin Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

24. Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri bağlamında yapılan şikâyetlerde ifade ve basın özgürlüklerine yönelik müdahalelerin varlığı halinde derece mahkemelerinin kararlarının müdahaleyi haklı kılacak “konuyla ilgili ve yeterli gerekçeler” içerip içermediğinin ve “sınırlama amacı ile aracı arasında makul bir dengenin bulunup bulunmadığının” demokratik toplum düzeninin gerekleri açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu sebeple başvurucunun, İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinin yeterli olmadığı ve mahkûmiyet kararının hangi temele dayandığının gösterilmediği yönündeki şikâyetlerinin de bir bütün olarak ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmesi gerekir.

25. Başvurucunun, yazdığı bir gazete makalesinden dolayı aleyhinde verilen hürriyeti bağlayıcı cezanın ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

26. Başvurucu, yazdığı bir gazete makalesinden dolayı aleyhinde hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesinin Anayasa’nın 26. maddesinde korunan ifade özgürlüğü ile Anayasa’nın 28. maddesinde korunan basın özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık, başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.

27. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

28. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

29. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır.

30. Anayasa’nın 26. maddesinde ifade özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiş ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın [GK], B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43). İfade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan diğer hak ve özgürlüklerin önemli bir kısmını doğrudan etkiler. Gerçekten de gazete, dergi veya kitap biçiminde basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasının başlıca aracı olan basın da ifade özgürlüğünün kullanılma biçimlerinden biridir (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 73).

31. Anayasa’da basın özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almıştır. Basın özgürlüğü alanındaki temel düzenleme Anayasa’nın 28. maddesinde yer almaktadır. Anayasa’nın 28. maddesine ilave olarak 29. maddede süreli ve süresiz yayın hakkına, 30. maddede basın araçlarının korunmasına yer verilmiştir. Anayasa’nın 31. maddesinde ise kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı düzenlenmiştir.

32. Anayasa’nın 28. maddesinin birinci fıkrasında basının hür olduğu ve sansür edilemeyeceği, üçüncü fıkrasında basın ve haber alma özgürlüğü bakımından devletin pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu belirtilmiştir. Anayasa’nın 28. maddesinin dördüncü fıkrasında ise basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. Düşünce ve kanaatlerin özel bir ifade biçimini koruyan basın özgürlüğüne ilişkin bireysel başvuruların bu konuyu özel olarak düzenleyen Anayasa’nın 28. maddesi kapsamında incelenmesi gerekmekle birlikte anayasanın bütünlüğü ilkesi uyarınca konuya ilişkin diğer maddeler de bu inceleme kapsamında gözetilmelidir. Bu çerçevede 28. madde ile Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin somut başvuru yönünden birlikte dikkate alınması gerekmektedir. İfade özgürlüğü ile basın özgürlüğü arasındaki sıkı ilişki dolayısıyla, mevcut başvuruda, basın yayın yoluyla düşüncenin yayılmasına yapılan müdahale iddialarının incelenmesinde basın özgürlüğünü de kapsayan “ifade özgürlüğü” kavramı esas alınmıştır.

33. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında vurgulandığı üzere ifade özgürlüğü, herkesin söz, yazı, resim veya başka yollarla düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hakkını ve buna bağlı olarak haber veya görüş alma ve verme özgürlüklerini kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir.

34. Basın özgürlüğünü kapsayan ifade özgürlüğü, gazete, dergi, kitap gibi araçlar ile düşünce ve kanaatleri açıklama, yorumlama, bilgi, haber ve eleştirilerin yayın ve dağıtım haklarını kapsar. İfade özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan, § 74).

35. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (Emin Aydın, § 41).

36. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkraları, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Açıklanan ve yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması sübjektif unsurlar ihtiva eder. Bu değerlendirmelerden hareketle ifade özgürlüğünün alanının belirlenmeye çalışılması bu özgürlüğün keyfi biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurabilecektir. İfade özgürlüğü, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.

37. Bununla birlikte ifade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural olarak 28. maddenin dördüncü fıkrası gereğince Anayasa’nın 26. ve 27. maddeleri hükümleri uygulanacaktır. Bundan başka basın özgürlüğünün sınırlanmasında 28. maddenin beşinci, yedinci ve dokuzuncu fıkralarında bazı özel sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Mevcut başvuruya benzer başvurularda Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlama sebepleri dikkate alınmalıdır.

38. Ancak ifade ve basın özgürlüklerine yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında yapılması gerekmektedir.

39. Başvuru, başvurucunun bir köşe yazısında Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekillerine hakaret ettiği gerekçesiyle 1 yıl 2 ay 17 gün hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılması nedeniyle yapılmıştır. İlk Derece Mahkemesi ayrıca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucu aleyhine hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesinin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahaleye dayanak olarak gösterilen amacın meşru olup olmadığının, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantılı olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

 i. Müdahalenin Mevcudiyeti Hakkında

40. Başvurucunun, bir gazetede yazdığı makalede yer alan sözlerinin milletvekillerine hakaret suçunu oluşturduğu kabul edilerek 1 yıl 2 ay 17 gün hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. O halde söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

 ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı Hakkında

41. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 1. Kanunla Sınırlama

42. Başvurucu, Anayasa’nın 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir” hükmüne ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan temel hak ve özgürlüklerin ancak “kanunla sınırlanabileceği” kuralının gereğine aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 5237 sayılı Kanun’un 125. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 2. Meşru Amaç

43. Başvurucu, milletvekillerine hakaret ettiği iddiasıyla hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Hürriyeti bağlayıcı cezaya ilişkin söz konusu kararın “başkalarının şöhret veya haklarının” korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 3. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük

44. Başvurucunun bir gazetedeki köşe yazısında sarf ettiği sözlerden dolayı cezalandırılmasına ilişkin kararda, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

45. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan kişinin “manevi varlığı” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

46. İfade özgürlüğü ve özel olarak basın özgürlüğü alanında devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43).

47. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak, başvurunun ihtilaflı makale ve sözlerin sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu makaleye veya sözlere konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa’nın 13. maddesinde ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir denge kurmaları gerekir.

48. Bu denge kurulurken, Anayasa’nın 13. maddesi kapsamında hakkın özüne dokunulmamalı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasındaki ölçü gözetilmelidir (Nilgün Halloran, § 43).

49. Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Demokratik bir hukuk devletinde, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalara yer verilemez. Anayasa’nın, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını düzenleyen 13. maddesinde de temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’da öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabileceği kabul edilmiştir. Anayasal açıdan dokunulamayacak öz, her temel hak ve özgürlük açısından farklılık gösterir. Bununla birlikte kanunla getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmadığının kabulü için temel hakların kullanılmasını ciddi surette güçleştirip, amacına ulaşmasına engel olmaması ve etkisini ortadan kaldırıcı bir nitelik taşımaması gerekir.

50. Temel hak ve özgürlüklerin özlerine dokunulmaksızın yapılan sınırlamalar yönünden ise bu sınırlamaların, demokratik toplum düzeninin gerekleri ile ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı belirtilmiştir. Bir başka deyişle, öze dokunan sınırlamalar, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine evleviyetle aykırı olacağından, Anayasa koyucu temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan sınırlamalar yönünden “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkeleri bakımından ayrıca inceleme yapılmasına gerek görmemiştir.

51. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).

52. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).

53. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında sıkı bir ilişki vardır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007).

54. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Abdullah Öcalan, § 97).

55. Belirtilen nitelikleri gereği, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ve aralarında sıkı bir ilişki bulunan, “temel hak ve hürriyetlerin özü”, “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük ilkesi” kavramları, bir bütünün parçaları olup, “demokratik bir hukuk devleti”nin özgürlükler rejiminde gözetilmesi gereken temel ölçütleri oluşturmaktadır.

56. Bu bağlamda, ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Abdullah Öcalan, § 97).

57. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında mahkemelerin, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata veya cezaya karar verirken ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114). Bunun sonucu olarak başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerini ihlal boyutuna ulaşıp ulaşmadığı incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp; başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılmalıdır.

58. Basının bir demokraside bilgi ve fikir iletme yükümlülüğü olan kamusal gözetleyici fonksiyonuyla birlikte değerlendirildiğinde, başvurucunun bir gazeteci olarak politikacılara veya hükümet politikalarına yönelttiği eleştiriler sırasında söylediği sözlerden dolayı cezai yaptırıma tabi tutulmasının ölçülü olduğundan söz edilebilmesi için, ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçelerinin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli olmaları gerekir.

59. Başvurucu, Türkiye’nin bilinen köşe yazarlarındandır. Başvuruya konu köşe yazısının kaleme alındığı tarihten önce 2013 yılının Haziran ayında “Gezi Olayları” diye bilinen toplumsal olaylar meydana gelmiş, ardından çevre bilincini artırmak iddiasıyla Türkiye’nin değişik yerlerinde merdiven boyama eylemleri başlamıştır. Olayların geçtiği tarihte “gökkuşağı eylemi” olarak da ifade edilen merdiven boyama eylemine bazı belediyeler karşı çıkmış ve gökkuşağı renklerine boyanan merdiven basamakları griye boyanmıştır. Başvuruya konu makale, olayların meydana geldiği tarihte basın ve yayın organlarında ve siyaset alanında devam eden tartışmaların bir parçası olarak kaleme alınmıştır.

60. Söz konusu makalede esprili bir tarzda ve dolaylı bazı ifadelerle merdiven boyama eylemine destek verilmekte, bu eyleme karşı çıkanlar ise eleştirilmektedir. Başvurucuya göre Türkiye’deki mücadele, renkleri sevenler ile sevmeyenlerin mücadelesidir. Başvurucu, merdiven boyamaya karşı olmak ile milletvekillerinin Mecliste asabileşmeleri ve kavga etmeleri arasında bir ilişki kurmakta ve bazı renklerin milletvekillerini asabileştirdiği yönünde basında çıkan iddialara gönderme yapmaktadır. Başvurucu ayrıca “bütün yaşananlara” rağmen iktidar partisinin “oylarının yüzde 44” olmasını da eleştirmekte, iktidar partisine oy verenleri “renk körü” olmakla suçlamaktadır.

61. İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucunun, milletvekillerinin somut bir eylemini ya da düşüncesini eleştirmediği, makalede olumlu ya da olumsuz olarak toplumsal meseleleri ilgilendiren bir konuda değerlendirmeye yer verilmediği, herhangi bir eleştiri konusu olmadan yapılan eleştirel açıklamaların yalnızca küçümseme amacıyla yapıldığı gerekçesine dayanmıştır. İlk Derece Mahkemesine göre siyasetçilerin kamuyu ilgilendiren konularda yaptığı açıklamalar ile toplumu ilgilendiren sağlık, eğitim, dış politika gibi konulardaki uygulamalar basın tarafından eleştiri konusu yapılabilir. Buna karşın Mahkemeye göre başvurucu, genel olarak milletvekilleri hakkında “Kırmızıyı görünce saldırıyor”, Möölletvekili” şeklindeki sözlerle milletvekillerinin somut bir açıklamasını veya eylemini eleştirmiş değildir. Bu sözlerdeki amaç aşağılama ve küçük düşürmedir. TBMM Genel Kurul salonundaki koltukların renkleri ile ilgili yorumların, mizahi bir dille de olsa küçültücü ve aşağılayıcı olmayan sözlerle yapılması mümkündür. Mahkemeye göre başvurucunun makalesi dolayısıyla milletvekillerinin şeref ve saygınlığı zedelenmiştir ve yapılan eleştiri ile hukuka uygunluk sınırı aşılmıştır.

62. Bireysel başvurularda, tek başlarına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez. İlk olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin somut olarak bir milletvekiline karşı söylenmediği göz önünde bulundurulmalıdır. İkinci olarak ise yargılamaya konu “Kırmızıyı görünce saldırıyor”, Möölletvekili” şeklindeki ifadelerin içinde geçtiği yazının bütünü ile birlikte ve bunların söylendikleri bağlamından kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52).

63. Başvurucu, merdivenlerin boyanması eylemini savunmuş ve bu eylemi eleştiren yetkililere yönelik olarak sert ifadeler kullanmıştır. İlk Derece Mahkemesi ise başvurucunun sözlerinin TBMM’deki tüm milletvekillerine hakaret anlamı taşıdığına karar vermiştir. Buna karşın başvurucunun sözlerini doğrudan herhangi bir milletvekiline yönelttiği sarih değildir. Başvurucu, milletvekilleri de dahil siyasetçilerin tamamına daha soyut düzeyde bir eleştiri yöneltmektedir. İlk Derece Mahkemesinin başvurucunun kullandığı sert sözlerin hedefinin şikayetçi milletvekili olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere yazarının verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Öte yandan İlk Derece Mahkemesinin kabul ettiği gibi başvurucunun sözleri ile tek tek milletvekillerini hedef aldığı kabul edilse bile başvurucunun ifadelerinin yazının bütünlüğü ile birlikte ve bunların söylendikleri bağlamından kopartılmaksızın değerlendirilmesi gerekir

64. İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir. Bu nedenle, düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir. AİHM de kararlarında sıklıkla siyasi bir tartışmayı savunmanın demokratik bir toplumda temel bir unsur olduğunu vurgulamaktadır. AİHM, zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerektiğini kaydetmektedir (örnek bir karar için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).

65. Başvurucu, mahkumiyetine neden olan sözleri ile “Gezi Olayları” olarak bilinen ve Türkiye’yi uzun süre meşgul etmiş olaylardan sonra bazı şahısların kendilerince çevre sorunlarına dikkat çekmek için başlattığı şehir merdivenlerini boyama etkinliğine karşı bazı belediye yetkilileri ile bazı siyasilerin gösterdikleri tepkiyi eleştirmektedir. Başvurucu ayrıca daha önce TBMM Genel Kurul salonunun renklerinin ve özellikle koltukların kırmızı renginin milletvekillerinin ruh durumunu bozduğu yönünde basında çıkan haberlere gönderme yapmaktadır. Başvurucu “Kırmızıyı görünce saldırıyor” ve Möölletvekili” ifadeleri ile elinde kırmızı pelerin bulunduran matadora saldıran boğaları hatırlatmakta ve esprili bir tarzda rengârenk bir çevrenin siyasiler tarafından hoş karşılanmamasını eleştirmektedir.

66. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (örnek bir karar için bkz. Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).

67. Aynı şekilde siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar; bu nedenle de daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (benzer bir yaklaşım için bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

68. Yine de siyasetçilerin daha hoşgörülü olmak zorunda olmaları Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “şöhret ve haklarının” korunmayacağı anlamına gelmez. Aksine 26. maddenin ikinci fıkrası bütün bireylerin itibarlarının korunmasına imkân verir. Ancak, şahsi sıfatları dışında hareket eden siyasetçiler bakımından söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır (aynı konuya AİHM’in yaklaşımı için bkz. bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

69. Başvurucunun dava konusu makalede kendi bakış açısından Türkiye’deki çevre sorunlarına dikkat çeken bir eyleme destek vermesinin ve bu eyleme karşı olanları eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca hükümetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha geniştir.

70. Başvurucu yazdığı makale nedeniyle 1 yıl 2 ay 17 günlük hapis cezası ile cezalandırılmıştır. İlk Derece Mahkemesince hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olsa bile başvurucu 5 yıl denetimli serbestlik tedbiri altına alınmıştır ve bir yazar olan başvurucunun bu süre içerisinde cezasının infaz edilmesi riski her zaman vardır. Yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişi denetim süresini yeni bir mahkûmiyet almadan geçirse bile kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır. Sonuç olarak başvurucunun gelecekte cezasının infaz edilebileceği olasılığının kendisinde stres ve cezalandırılma endişesi yarattığı kabul edilmelidir.

71. Bu sebeplerle, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin “başkalarının şöhret ve haklarının” korunması için demokratik toplum düzeninde gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır.

72. Başvurucunun Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

73. Başvurucu, 20.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

74. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

75. Başvuruda, Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası ile 28. maddesinin birinci fıkrasının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

76. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik başvuru açısından, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

77. Başvurucu, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. İfade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile Anayasa’nın 28. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

B. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

C. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.

D. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için YENİDEN YARGILAMA YAPMAK ÜZERE İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

4/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ALİ RIZA ÜÇER BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2013/8598)

 

Karar Tarihi: 2/7/2015

R.G. Tarih- Sayı: 12/8/2015-29443

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Alparslan ALTAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Engin YILDIRIM

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Ali Rıza ÜÇER

Vekili

:

Av. Erkin GÖÇMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Ankara içme suyu üzerine hazırladığı raporlarda kullandığı ifadelerin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı’na hakaret oluşturduğu iddiasıyla açılan davada başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 27/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde, belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/12/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/2/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 5/2/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 23/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 3/4/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 17/4/2015 tarihinde sunmuştur.

7. 25/6/2015 tarihinde yapılan Bölüm toplantısında, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvurucu, radyasyon onkolojisi uzmanıdır ve Tıp Kurumu Derneğinin Genel Sekreterliği görevini yürütmektedir.

9. 2008 yılı Haziran ayında, kamuoyunda Ankara ilinin içme suyunda arsenik miktarına ilişkin bir tartışma başlamış ve başvurucu, üyesi bulunduğu derneğin internet sitesinde başka bir uzman ile birlikte üç ayrı basın açıklaması yayımlamıştır.

10. Başvuruya konu 2/6/2008 tarihli basın açıklamasında şu ifadeler yer almaktadır:

“Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melik Gökçek, 28 Mayısta Büyükşehir Belediyesi Basın Merkezinde düzenlediği basın toplantısında “Kızılırmak suyunun içilmediği yönünde söylentiler çıkaran muhalefete sürpriz yaptıklarını” belirterek, “Ankara 21 günden beri Kızılırmak suyunu içiyor, Ankara’ya hayırlı uğurlu olsun” diye açıklama yaptı. Gökçek, “Suyun verildiğini ilan etmeleri halinde bazı sivil toplum kuruluşlarının yaygara çıkaracağını ifade ederek, “Kızılırmak suyunu verdiğimiz günü söyleseydik olay büyütülecekti. 3 Ağustos tarihinde Ankara Tabipler Odası haberlerini örnek vermiştim. Su kesintileri yapılınca ishal vakaları olacağını duyurdular. Kızılırmak suyunun Ankara’ya verildiği gün ajitasyon yapılacağını söyledim, 21 günden beri Ankaralılar Kızılırmak suyunu içiyor. Kimse bunun farkına varmadı. İshal vakaları artmadı. Benim bu konuşmamdan sonra bazı odalar feryada başlayacak. Bizim suyumuz son derce sağlıklıdır. Koparılan yaygaranın ideolojik olduğu ortaya çıkmıştır.” diye konuştu.

Gökçek, insan sağlığı yönünden içme suyu kalitesini, kullananlardaki ishal vakalarına indirgeyerek konuyu son derece yüzeysel bir yaklaşımla ele almıştır. İçme suyundaki patojen mikroorganizmaların varlığına bağlı olarak gelişebilecek ishal vakaları içme suyu kalitesinin gözle görünür ve erk(e)n ortaya çıkan bir sonucudur. Ancak su kalitesi ne kadar kötü olursa olsun klorlama gibi basit dezenfeksiyon işlemleriyle sudaki patojen organizmalar yok edilebilir ve bu suyu kullananlar da ishal vakaları görülmez. Diğer bir deyişle kullananlarda ishal vakası görülmemesi içme suyunun sağlık yönünden sorunsuz olduğunu göstermez. İçme suyu kalitesinde insan sağlığı için esas olan parametre basit arıtma işlemleri ile kolaylıkla bertaraf edilemeyen toksik etkili kimyasal kirliliklerdir. Bu kimyasal kirliliklerin etkisi içme suyunu tüketen topluluklarda yıllarca sonra başta kanser olmak üzere çeşitli kronik hastalıkları arttırmasıyla ortaya çıkar. Gökçek’in açıklamasına göre Kesikköprü projesiyle 7 Mayıstan bu yana Ankara’ya Kızılırmak suyu veriliyor, Ankara Kızılırmak suyunun verilmesinden 6 gün sonra 13 Mayıs 2008 tarihli ASKİ Genel Müdürlüğü Arıtma Tesisleri Dairesi Başkanlığı’nın “Su Deney Raporunda” dikkat çeken yönler var. Bu nedenle 13 Mayıs tarihli analizin dikkatle irdelenmesi gerekiyor. ASKİ su analizine göre 1 Nolu Numune: Arıtılmamış Ham Su, 2 Nolu Numune ise İvedik Çıkışındaki Arıtılmış Sudur.

Dünyada başta kanserojen etkisi olmak üzere insan sağlığına zararlı etkileri nedeniyle içme suyunda en fazla sorun oluşturan toksik maddelerin başında Arsenik gelmektedir. İçme suyunda yüksek oranlarda Arsenik mesane, akciğer, cilt, böbrek ve karaciğer kanserine yol açabilir. Ayrıca merkezi ve periferik sinir sisteminde, kalpte, damarlarda ve ciltte ciddi boyutlarda hasara neden olabilir. Gerek Dünya Sağlık Örgütü (WHO), gerek Türk Standartları Enstitüsü (TS 266), gerek Sağlık Bakanlığı İnsani Tüketim (A)maçlı Sular Yönetmeliği’ne göre 1 litre suyun için verilen maksimum arsenik değeri 10 mikrogramdır. ASKİ İvedik Su Arıtma Tesislerinde Kızılırmak suyu gelmeden önce yapılan Ham Su Analizinde Arsenik değeri 10 mikrogramın (0,01 miligram) altında raporlanmıştır. Bu rapora göre eski Ankara su(y)undaki Arsenik miktarı 10 mikrogramın ne kadar altında olduğu belirtilmemiştir.

Yukarıda sözünü ettiğimiz 13 Mayıs tarihli ASKİ Kızılırmak suyu analizindeyse 1 No’lu Arıtılmamış Ham Su örneğindeki Arsenik Miktarı 12.1 mikrogram litre olarak raporlanmıştır. Ancak İvedik Çıkışındaki Arıtılmış Suda (2 Nolu Numune) Arsenik değeri 1 mikrogramın altında raporlanmıştır. Melik Gökçek dün gece (1 Haziran) SES TV’deki canlı yayın programında 27 Mayısta yapılan analizde Ham Su örneğindeki Arsenik oranını 13.7 mikrogram olarak açıklamıştır. Geleneksel (konveksiyonel) arıtma yöntemleriyle Arsenik miktarının bu kadar düşük düzeylere nasıl çekildiğinin açıklanması gerekmektedir. İçme suyu Arsenik konsantrasyonuna bağlı olarak her 10 bin nüfus için mesane ve akciğer kanseri olgularındaki artış riski şöyledir.

 İçme Suyu Mesane Kanseri Akciğer Kanseri

Arsenik Kons Kadın Erkek Kadın Erkek

 3 4 7 5 4

 5 6 11 9 7

 10 12 23 18 14

 20 24 45 36 27

İçme Suyundaki Arsenik Miktarının toplam kanser yapma risk oranı da şöyledir.

Arsenic Level in Tap Water Yaklaşık Toplam Kanser Riski

(in parts per billion, or ppb) (Günde 2 litrelik tüketimde)

 0. 5 ppb 1 in 10,000

 1 ppb 1 in 5,000

 3 ppb 1 in 1,667

 4 ppb 1 in 1,250

 5 ppb 1 in 1,000

 10 ppb 1 in 500

 20 ppb 1 in 250

 25 ppb 1 in 200

 50 ppb 1 in 100

Yukarıdaki tabloda görüldüğü gibi içme suyunda Arseniğin 1 ppb ya da 5 ppb gibi düşük düzeylerinde bile sırasıyla beş binde bir ve on binde bir oranlarında toplam kanser riski ortaya çıkmaktadır. NAS’ın verileri üzerinden Ankara’da şebeke suyunda ortalama 3 mikrogram Arsenik olduğu takdirde ortaya çıkacak kanser riskine dönelim. Kadın erkek dağılımının eşit olduğu varsaydığınızda bu durumda Ankaralı kadınların yaşamları boyunca 850’sinde, Ankaralı erkeklerin de 1500’ünde de yalnızca bu düzeydeki Arsenik konsantrasyonuna bağlı yeni mesane kanseri ortaya çıkacaktır. (toplam 2350 yeni mesane kanseri olgusu. Yine ortalama 3 mikrogram Arsenik konsantrasyonunda Ankaralı 1050 kadında ve 850 erkekte yeni akciğer kanseri olgusu ortaya çıkacaktır. (Toplam 1900 yeni akciğer kanseri olgusu). Bu durumda, içme suyunda 3 mikrogram ortalama arsenik yoğunluğu olduğu takdirde 4250 Ankaralıda yeni mesane ve akciğer kanseri olgusu demektir. 5 mikrogram ve 10 mikrogram Arsenik yoğunluğunda ortaya çıkan akciğer ve mesane kanseri olguları çok daha yüksek düzeylerdedir. Konu bu nedenle çok hassastır. Medyatik şovlarla geçiştirilecek bir mahiyette değildir.

ASKİ verilerine göre 1 nolu Araştırma Ham Su örneğindeki Arsenik miktarı 12.7 mikrogram/litredir. Bunun 2 Nolu İvedik Çıkışındaki Arıtılmış Suda (2 Nolu Numune) nasıl 1 mikrogramın altına düştüğü sorusuna verilecek yanıt yukarıda bilimsel verile(r) ışığında büyük önem taşımaktadır.

Kızılırmak suyunun toksikoloji değerlendirmesinde önem taşıyan diğer bir ağır metal kadmiyumdur. Ancak ASKİ Kızılırmak Suyu Analizinde Kadmiyum ölçümüne ait değerler yoktur. Neden Kadmiyum analizi yapılmamıştır?

Kızılırmak Nehri, 1150 kilometrelik Devlet güzergâhı boyunca tarımsal ilaçlarla da kontamine olmaktadır. Tarımsal ilaç kökenli toksinlere ait bir analiz neden yapılmamıştır?

Kızılırmak sularında gerek Devlet Su İşlerinin (DSİ), gerekse Orta Doğu Teknik Üniversitesinin (ODTÜ) yaptığı analizlerde Sülfat (SO 4), azami değerlerin üzerinde bulunmuştur. Sülfat için bir litre suda önerilen değer 25 miligram, sınır değer ise 250 miligramdır. Kızılırmak suyunda (Kesikköprü Baraj Çıkış İstasyonu) DSİ 2005 yılı sülfat ortalaması 330.5 miligram/litredir. ODTÜ’nün 2007 yılındaki analizlerinde aynı noktadaki sülfat miktarı 506 miligram/litredir. ASKİ’nin 13 Mayıs tarihli su analizinde Numune 1’deki (Arıtılmamış Ham Su) sülfat miktarı 50 miligram/litredir. Numune 2’deki (İvedik Çıkışındaki Arıtılmış Su) 68 miligram/litre olarak raporlanmıştır. ASKİ Sülfat analiz sonuçlarının gerek DSİ, gerekse ODTÜ analizleriyle bu kadar farklı çıkmasının nedeni nedir? Kızılırmak suyunun diğer sularla harmanlanmaması (paçallanmaması) v(e) mevsimsel koşullar bu büyük farkı açıklayıcı nitelikte olabilir mi? Kurak geçecek yaz dönemlerinde şu andaki harmanlama oranını yakalama olanağınız olmadığına göre bu soruna nasıl bir çözüm bulacaksınız?

ASKİ Su Analiz laboratuarlarının sonuçlarının güvenilirliliğine ilişkin kanıtlar nelerdir? Bu laboratuarın madde bazında akredite olduğu uluslar arası referans laboratuarlar var mıdır?

Kızılırmak güzergâhındaki Kayseri dışındaki illerde atık su arıtma tesisleri yoktur. Kanalizasyon suları da Kızılırmak’a karışmaktadır. Ne denli başarılı bir arıtma gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin bu durum Kızılırmak suyunun Ankaralılar tarafından tüketilmesini engelleyecek önemli bir psikolojik faktördür. Nitekim Kırıkkale’de Kızılırmak suyu kuyu sularıyla paçallanarak içme suyu olarak kente verilmektedir. Ancak sular kalitesiz olduğundan halk tarafından kabul görmemektedir. Bu yüzden Ankara’da hızla damacana ve diğer formlardaki su tüketiminde patlamaya yol açılacak ve su pazarlarında yıllık 1 katrilyon lirayı ( 1 milyar YTL) aşan dikkat çekici bir büyüme gerçekleşecektir. Su pazarımızın da (diğer) sektörlerde olduğu gibi hızla ulus ötesi şirketlerin hakimiyeti altına girdiği böylesi bir iklimde bu şirketlerin yerli iş birlikçileri de rant dağıtımından paylarına düşeni alacaktır.”

11. Söz konusu basın açıklaması Tıp Kurumu Derneğinin internet sitesinde aynı tarihte yayımlanmıştır. Devam eden tarihlerde ise bazı basın ve yayın organlarında haber konusu yapılmıştır. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan davacı, basın açıklamasında yer alan bazı ifadelerin kendisine hakaret niteliğinde olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında 26/6/2008 tarihinde tazminat davası açmıştır.

12. Davacı, ulusal ölçekte yayın yapan dört gazetenin 2008 yılı Haziran ayının değişik günlerindeki sayılarında yayımlandığını ve başka bazı yayın organlarında başvurucu ve arkadaşının Kızılırmak suyunda arsenik olduğu; arseniğin mesane, akciğer, cilt, böbrek ve karaciğer kanserine yol açtığı şeklinde iddialarının yer aldığını, yapılan haberlerin bilimsel dayanağının olmadığını ileri sürmüştür. Davacı, basın açıklamasındaki iddiaların iftira niteliğinde olduğunu ve bu nedenle de kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu, eleştiri sınırını aştığını, halk arasında panik yaratma amacı taşıdığını iddia etmiştir. Davacı, Ankara’nın musluktan akan suyunun temiz olduğunu ve uluslararası kriterlere uyulduğunu ileri sürmüştür. Davacı, yapılan analiz sonuçlarına göre Ankara'da musluktan akan suda hiçbir problem bulunmadığının tespit edildiğini belirtmiştir. Davacı, basın açıklaması sebebiyle itibarının zedelendiğini, söz konusu açıklamaların kendisini üzdüğünü belirterek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

13. Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, 31/10/2013 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüyle yedi yüz ellişer TL manevi tazminatın başvurucu ve diğer davalılardan alınarak davacıya verilmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“… Yapılan bu basın açıklaması içeriği ile davacı Büyükşehir Belediye başkanı İbrahim Melih Gökçek'in Ankara halkına sağlıksız suyu kullandırdığı, Ankaralıların bu suyu kullanmalarından kaynaklanan mesane ve akciğer kanseri vakalarının kendilerini beklediği iddiasında bulunmuşlar ve suyun zehirli kimyasal maddeler içerdiklerini açık bir şekilde yazarak halkı bu şekilde etkilemişlerdir. Kamuoyu bu basın açıklaması ile ekinde herhangi bir bilimsel veri olmadan bilgilendirilerek Ankaralılara bu hizmeti sunmakla görevli olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanını zan altında bırakmışlar, bu söylemleri ile Başkan'ın halkın sağlığını bu şekilde etkileyecek bir içme suyunu kullandırdığı iddiası ile davacıyı kamuoyu önünde küçük düşürmüşlerdir. Basın ve bireylerin kamu görevlilerini eleştirme hakları vardır. Ancak bu hak kullanılırken eleştiri çerçevesinin aşılmaması tolere edilebilecek inciticilikten çıkıp, kamu görevlilerini küçük düşürücü, aşağılayıcı ve şiddeti teşvik edici değer yargılarında bulunulmaması gerekir. Özellikle dikkat edilecek husus kullanılan sözün kişinin görev değerlerini ihlal eder nitelikte bulunup bulunmadığı, mağduru tahkir maksadı ile sarf edilmiş olup olmadığıdır. Bundan hareketle her ne kadar davalılar kendi elde ettikleri veriler ile Kızılırmak Suyunun halk sağlığına zararlı olduğunu vurguladıklarını belirtmişler ise de davacı tarafından da kendi elde ettiği verilerle sağlık açısından sıkıntı bulunmadığını belirtmiştir. Yani Kızılırmak Suyunun sağlık durumu taraflar ve bilim dünyası açısından kesin değildir. Bu durumda davalıların davacının yapmış olduğu hizmeti eleştiri sınırlarını aşarak kamuoyunu bu kişiye karşı tahkir maksadı ile bu beyanların sarf edilmesi davacıyı etkilemiş, bu olayda üzüldüğü gibi halk tarafından da yanlış değerlendirmelere sebebiyet verilebilecek bir ortam yaratılmıştır. Yukarıda açıklanan sebeplerle eleştiri sınırı aşılarak beyanda bulunan davalılar aleyhine aşağıdaki manevi tazminat miktarına hükmetmek (gerekmiştir.)”

14. Miktar itibarıyla kesin nitelikte olan karar, 31/10/2013 tarihli duruşmada başvurucu vekilinin yüzüne karşı verilmiştir.

15. Başvurucu, 27/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 2/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 27/11/2013 tarihli ve 2013/8598 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, başvuruya konu 2/6/2008 tarihli basın açıklamasının başvurunun konusunu oluşturduğunu, açıklamada arsenik maddesinin insan sağlığı üzerine etkileri konusunda bilgiler verilip Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan davacının açıklamalarının eleştirildiğini, basın açıklamasının çeşitli basın yayın kuruluşlarında haber konusu edildiğini, basın açıklamasının tamamen bilimsel verilerle hazırlandığını, arsenik maddesinin kanserle olan ilişkisinin sağlam kaynaklara dayanarak incelendiğini ve Ankara ilinin içme suyunda bu riskin mevcut olduğunun değerlendirildiğini ileri sürmüştür.

19. Başvurucu, dava konusu basın açıklamasında davacının kişilik haklarına herhangi bir saldırıda bulunulmadığını, kendisine cevaplaması için bazı sorular yöneltildiğini, bilimsel verilere atıf yapılarak hazırlanmasına rağmen ilk derece mahkemesince bunun göz önüne alınmadığını, açıklamada yer alan iddialar hakkında bilirkişi incelemesi dahi yaptırılmadığını iddia etmiştir. Başvurucu, bilimsel verilere dayanarak Ankara iline getirilen Kızılırmak suyunun niteliklerini kamuoyuna açıklamanın hukuka aykırı bir yanı bulunmadığını, aksinin kabulünün ifade özgürlüğüne aykırı olacağını belirterek Anayasa'nın 26. ve 36. maddelerinde tanımlanan ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesine bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.

21. Her ne kadar başvurucu, yaptığı basın açıklaması nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu ileri sürmüş ise de bu şikâyet, basın açıklaması nedeniyle tazminat ödemeye karar verilmesine yöneliktir ve bu sebeple söz konusu şikâyetin Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

22. Başvurucunun şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekmektedir.

2. Esas Yönünden

23. Başvurucu, bilimsel verilere dayalı olarak hazırladıkları raporu kamuoyuna açıklamaktan dolayı tazminata mahkûm edilmesinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki beyanlarını tekrar etmiştir.

24. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

25. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

26. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).

27. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil, aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin Aydın, § 40). Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Emin Aydın, § 41).

28. İfade özgürlüğü düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindedir. Bu itibarla ifade özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 34).

29. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Açıklanan ve yayılan bir düşüncenin, içeriğinden hareketle kişiler ve toplum açısından “değerli-değersiz” veya “yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması subjektif unsurlar ihtiva eder. Bu değerlendirmelerden hareketle ifade özgürlüğünün alanının belirlenmeye çalışılması bu özgürlüğün keyfî biçimde sınırlandırılması sonucunu doğurabilecektir. İfade özgürlüğü, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülen düşüncelerin açıklanması ve yayılması özgürlüğünü de içermektedir.

30. Sınırlanabilir bir hak olan ifade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve ifade özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı diğer maddeler göz önüne alınarak Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir.

31. Başvuru, önce internet sitesinde, daha sonra ulusal ölçekte yayın yapan bazı gazetelerde yayımlanan ve başvurucu tarafından kaleme alınan bir basın açıklamasında başvurucunun davacıya hakaret ettiği kabul edilerek 750,00 TL tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle yapılmıştır. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği değerlendirilecektir.

a. Müdahalenin Mevcudiyeti

32. Başvurucu, basın açıklaması nedeniyle davacıya tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. O hâlde söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

 b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

33. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

34. Başvurucu, Anayasa’nın 13. maddesi ile 26. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan, müdahalenin “kanun”la yapılması şartına aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 6098 sayılı Kanun’un 49. maddesinin “kanunlar tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

35. Başvurucunun davacıya hakaret ettiği iddiasıyla tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin söz konusu kararın, başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninde Gerekli Olma ve Ölçülülük

36. Son olarak başvurucunun basın açıklamasında sarf ettiği sözlerden ve iddialardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin kararda, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

37. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

38. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı, pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43).

39. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Mevcut olaydaki gibi başvurularda başvurunun sonucu, prensip olarak başvurunun, ihtilaflı açıklamanın sahibi tarafından Anayasa’nın 26. maddesine dayanılarak yapılmış olması ile bu açıklamaya konu olan kişi tarafından Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasına dayanılarak yapılmış olmasına göre değişmez. Aksi halde Anayasa’nın anılan maddelerinde korunan hakların dengelenmesinde, benzer olaylarda çelişkili sonuçlar ortaya çıkabilir. Yargı mercilerinin bu iki maddede düzenlenen haklar arasında Anayasa’nın 13. maddesinde ve bu maddenin uygulanmasına ilişkin Anayasa Mahkemesi içtihadında ortaya konulan kriterlere uygun bir denge kurmaları gerekir (bkz. Bekir Coşkun, § 47).

40. Bu denge kurulurken Anayasanın 13. maddesi kapsamında hakkın özüne dokunulmamalı, demokratik toplum düzeninin gerekleri ve sınırlama amacı ile aracı arasındaki ölçü gözetilmelidir (Nilgün Halloran, § 43).

41. Demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).

42. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).

43. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007).

44. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Bekir Coşkun, § 54).

45. Bu bağlamda, ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısını karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir Coşkun, § 56).

46. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında mahkemelerin, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata veya cezaya karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114).

47. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin Anayasa’nın 26. maddesini ihlal boyutuna ulaşıp ulaşmadığı incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılmalıdır.

48. Dolayısıyla başvurucunun onkoloji uzmanı ve Tıp Kurumu Derneği üyesi bir tıp doktoru olarak bir politikacı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan davacının politikalarına yönelttiği eleştiriler sırasında söylediği sözlerden dolayı aleyhine tazminata hükmedilmesinin ölçülü olduğunun kabul edilebilmesi için ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin gerekçelerinin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli olması gerekir.

49. Yapılan bireysel başvurularda yalnızca ve tek başına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile yetinilemez. Başvurucunun basın açıklamasında ileri sürdüğü iddiaların ve kullandığı ifadelerin içinde geçtiği yazının bütünü ile birlikte ve bunların söylendiklerinin, bağlamından kopartılmaksızın olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52).

50. Başvuruya konu basın açıklamasının yayımlandığı tarihlerde Ankara’nın içme suyu tedarikinde yaşanan bir dizi problem nedeniyle Kızılırmak suyunun Ankara’da içme suyu olarak kullanılması için Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresince (ASKİ) çalışmalar yapılmaktaydı. Buna karşın kamuoyunda Kızılırmak suyunun kalitesine ilişkin tartışmalar yaşanmakta, bu konuyla ilgili olarak pek çok basın ve yayın organında haber ve yazılar yayımlanmaktaydı. Başvuruya konu basın açıklamasının da olayların meydana geldiği tarihte basın ve yayın organlarında ve kamuoyunda devam eden tartışmalar kapsamında kaleme alınmış olduğu anlaşılmaktadır.

51. Söz konusu basın açıklamasında, davacının içme suyu üzerinde yapılan tartışmalara cevap olarak yaptığı açıklamalar ele alınmıştır. Basın açıklamasında davacının, Kızılırmak suyunun 21 gündür Ankaralılar tarafından içildiği ve ishal vakalarının artmadığı, su konusunda yapılan tartışmaların karalamadan ibaret olduğu yönündeki sözleri hatırlatılmaktadır. Basın açıklamasında ishal vakaları ile suyun kalitesinin aynı şey olmadığı, su kalitesi ne kadar kötü olursa olsun bazı dezenfeksiyon yöntemleri ile ishal vakalarının önlenebileceği, buna karşın toksik etkili kimyasal kirliliğin hiçbir arıtma ile bertaraf edilemeyeceği ve yıllar sonra başta kanser olmak üzere çeşitli kronik hastalıkların artacağı ileri sürülmektedir. Basın açıklamasında, ASKİ su analizine değinildikten sonra söz konusu analizde bazı çelişkiler olduğu iddia edilmekte, işlenmemiş ham su arsenik miktarının işlendikten sonra düşürülmesinin mümkün olmadığı iddia edilerek ASKİ raporunun kuşkulu olduğu ileri sürülmektedir. Basın açıklamasında, sudaki arsenik miktarı ile kanser vakaları arasındaki ilişkiler bazı uluslararası kuruluşlar tarafından yayımlanmış verilere dayanılarak gösterilmekte ve Kızılırmak suyundaki arsenik miktarı nedeniyle önümüzdeki süreçte Ankaralılarda görülecek kanser vakası sayılarına ilişkin bazı değerlendirmelerde bulunulmaktadır.

52. Basın açıklamasında 1.150 kilometre uzunluğundaki nehir suyuna tarımsal ilaç kökenli toksinlerin ve kanalizasyon sularının karıştığı, buna karşın toksik analiz ile kadmiyum ve sülfat analizlerinin yapılmadığı ileri sürülmektedir. Basın açıklamasında son olarak Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Devlet Su İşleri analizleri ile ASKİ analizleri arasındaki çelişkiler sıralanmış, güvenilir ve bağımsız laboratuarlara analiz yaptırılması çağrısında bulunulmuştur. Başvurucu raporun sonuç kısmında Ankaralıların, şebeke suyuna güvenmediklerini, bu sebeple önümüzdeki süreçte içme suyu pazarının bir milyar Türk lirasını aşacağının öngörüldüğünü ve su pazarının giderek ulus ötesi şirketlerin hâkimiyetine gireceğini iddia etmektedir.

53. Başvurucu hakkında açılan tazminat davasının görüldüğü Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi kararında, herhangi bir bilimsel veri olmadan kamuoyunun yanlış yönlendirildiği, davacının halkın sağlığını etkileyecek olan içme suyunu kullandırdığı iddia edilerek onun kamuoyu önünde küçük düşürüldüğü kabul edilmiştir. Mahkeme, Kızılırmak suyunun kalitesinin hem taraflar hem de “bilim dünyası açısından” kesin olmadığını belirtmiş, buna karşın başvurucunun “davacının yapmış olduğu hizmeti” eleştiri sınırlarının ötesinde karaladığını kabul etmiştir.

54. İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan somut olaydaki gibi kamuoyunu yakından ilgilendiren meseleleri tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alınmalıdır. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir.

55. Başvurucu üyesi olduğu Tıp Kurumu Derneği adına başka bir onkoloji uzmanı ile birlikte Ankara’nın içme suyuna ilişkin yayımlanan raporlar arasında çelişkiler bulunmasını, yapılması gereken bazı analizlerin ise hiç yapılmamış olmasını eleştirmekte ve Ankara’da görülmesi muhtemel kronik hastalıklara dikkat çekmektedir. Başvurucunun eleştirileri Ankara Büyükşehir Belediyesinin faaliyetlerine ve belediye başkanı olan davacının açıklamalarına yönelik olup belediye veya belediye başkanı kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, kamu gücünü kullanan bir organın yalnızca yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (bkz. Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).

56. Aynı şekilde siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, diğer kişilere yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi diğer kişilerden farklı olarak her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar, bu nedenle de daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42).

57. Somut olayda, bir tıp doktoru olan başvurucu yayımladığı basın açıklamasında Kızılırmak suyunun kalitesine ilişkin şüphelerini kamuoyu ile paylaşmıştır. Başvurucunun iddiaları bazı kuruluşların raporlarına dayanmakta, bu raporlara kıyasla çok düşük olan zararlı madde oranlarının nasıl düşürüldüğü sorgulanmaktadır. Davacının, başvurucunun dayandığı raporların doğruluğuna ilişkin bir itirazı bulunmamaktadır. Başvurucunun dayandığı raporların ibrazı başvurucudan istenebileceği gibi bilirkişi raporu aldırılması yoluna da gidilmesi mümkündür.

58. Buna karşın ilk derece mahkemesinin kararının özü, başvurucunun iddialarının doğru olmadığı değil, yeterince kesin olmadığı varsayımına dayanmaktadır. Başka bir deyişle Mahkeme, bir bilim insanı olan başvurucunun kimi kuruluşlarca hazırlanan raporlara dayanarak belediyenin kamuoyuna açıkladığı su raporlarını sorgulayabilmesi için, kendisine göre, bilimsel kesinlik aramıştır.

59. Kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku bulunmayan bir kamusal tartışmaya katılmak için bilimsel kesinliğin bir ölçüt olarak aranması, başvurucunun kamusal tartışmaya katılabilmesini olanaksız kıldığı gibi açık bir toplumdan söz etmeyi de imkânsızlaştırmaktadır. Kamusal meselelerin tartışılmasına bilimsel kesinlik bulunmadığı düşüncesiyle yapılan müdahalelerin gerekçesi, ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez.

60. Son olarak bu tür yaptırımların kamusal tartışmayı zorlaştırma ve bireyleri caydırma etkisi bulunduğu hatırda tutulmalıdır. Somut başvuruda, başvurucunun 750,00 TL tazminat ödemesine karar verilmiştir. Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları, bireylerin düşüncelerini açıkça ifade etmeleri üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur. Kişilerin böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski bulunmaktadır.

61. Mevcut başvuruda olduğu gibi toplumu yakından ilgilendiren meselelere ilişkin bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasında kamu yararı olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca kamu gücünü kullanan organlara ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha fazladır. Bu sebeplerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin “başkalarının şöhret ve haklarının” korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır.

62. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

63. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

64. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için YENİDEN YARGILAMA YAPMAK ÜZERE Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

65. Başvurucu, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu tarafından ödenen ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için YENİDEN YARGILAMA YAPMAK ÜZERE Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu tarafından ödenen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına.

2/7/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TANSEL ÇÖLAŞAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6128)

 

Karar Tarihi: 7/7/2015

R.G. Tarih- Sayı: 14/8/2015-29445

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Tansel ÇÖLAŞAN

Vekili

:

Av. Mutluhan KARAGÖZOĞLU

 

 

Av. Tamer SAĞCAN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir toplantıda yaptığı konuşmada davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla başvurucu aleyhine açılan davaların sonucunda mahkemelerce “davalının tecavüzünün kınanması”na (kınama) kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. 2014/6128 sayılı başvuru 6/5/2014 tarihinde, 2014/10098 ve 2014/10100 numaralı başvurular 24/6/2014 tarihinde, 2014/14415 ve 2014/14417 numaralı başvurular 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 2014/6128 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 15/9/2014 tarihinde; 2014/10098 sayılı başvurunun, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 14/5/2015 tarihinde; 2014/10100 sayılı başvurunun, İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 5/5/2015 tarihinde; 2014/14415 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde; 2014/14417 sayılı başvurunun, Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 30/6/2015 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Birinci Bölüm Başkanı, 10/11/2014 tarihinde, 2014/6128 sayılı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

5. 2014/6128 sayılı başvuruya konu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 9/1/2015 tarihli görüş yazısı 20/1/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

6. 2014/10098, 2014/10100, 2014/14415 ve 2014/14417 numaralı başvuruların konu bakımından aynı nitelikte bulunmaları nedeniyle 2014/6128 sayılı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Danıştay Eski Başkanvekili ve Danıştay Eski Başsavcısıdır. Emekliliğini müteakip 14 Haziran 2010 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Kurulunca Genel Başkan seçilmiş ve halen bu görevine devam etmektedir.

9. Anayasa’nın 26. maddesini değiştiren Kanun Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından 10/9/2010 tarihinde referanduma sunulmuş ve halkoylaması sonucunda Anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Söz konusu değişiklikte başta Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı olmak üzere kamuoyunu yakından ilgilendiren bazı değişiklikler yapılmış, Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar ile değişikliği isteyenler arasında uzunca bir süre tartışmalar meydana gelmiştir.

10. Başvurucu, ADD Hatay Şubesi tarafından referandum tarihinden 9 gün sonra 19/9/2010 tarihinde düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı panelde ADD Genel Başkanı sıfatıyla bir konuşma yapmıştır.

11. Başvurucu, söz konusu konuşmada dinleyicileri, Türk Milletinin bir ferdi olma sorumluluğunu yerine getirip getirmediğini düşünmeye çağırmıştır. Başvurucuya göre önemli olan, emperyalizmin mevcut olduğu bir dünyada emir alarak mı yoksa bağımsız bir şekilde mi yaşandığıdır. Bu noktada başvurucu herkesi Atatürk’ü ve onun felsefesini yeniden düşünmeye davet etmektedir. Başvurucuya göre Cumhuriyetin kurucu felsefesi demokrasidir. Oysa bugün Türkiye gibi ülkelere dayatılan demokrasi içi boşaltılmış bir demokrasidir. Başvurucuya göre Türkiye’nin kurucu felsefesini bilmeyen kişiler iktidardadır. Başvurucu, konuşmasının bu noktasında daha sonra pek çok dava açılacak olan şu sözleri sarf etmiştir:

“Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir. Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse ne ala bilinçli olmayan yani % 42’nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar. Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar”

12. Başvurucu, konuşmasının devamında kimi zaman bölücü, kimi zaman toprak ağalığı ve kimi zaman da siyasi demokratikleşme şeklinde cumhuriyetin ilkelerine ters düşüldüğünü ve bireylerin vurdumduymazlıkları sebebiyle devrim karşıtı güçlerin ülkeyi idare ettiklerini ileri sürmektedir. Başvurucu daha sonra kuruluş felsefesinin kendisine göre anlamını açıklamaya girişmekte Atatürk İlkelerinin demokrasinin üstünde olduğunu savunmaktadır. Başvurucu, 1961 Anayasası ile ülkeye özgürlükçü bir rejimin hâkim olduğunu, 1971 ve 1982’de yaşanan “darbeyle” geriye gidiş yaşandığını düşünmektedir. Başvurucuya göre Adnan Menderes demokrat değildi ve anayasayı ihlal etmekten yargılanmıştı. Sonunda idam edilmiş olmasını eleştiren başvurucu Menderes’in Atatürk ilkelerinden taviz verdiğini düşünmektedir. Başvurucu bu düşüncelerinden dolayı kendisi hakkında pek çok dava açılmış olmasından da yakınmaktadır. Başvurucu, Amerika’nın demokrasi ihracı bahanesiyle bölgeye “İslamcılık” getirdiğini, 1980 darbesinden sonra “gerici ve bölücü güçlerin” Türkiye’de desteklendiğini ileri sürmekte ve kendi bakış açısından 1980 sonrası Türkiye’de başta, yargı, üniversiteler, bazı anayasal kurumlar olmak üzere meydana gelen değişimleri analiz etmektedir. Başvurucu daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisinin (AK Parti) kuruluşundan sonraki süreci değerlendirmekte ve Amerika ile söz konusu parti arasında şüpheli ilişkiler bulunduğunu iddia etmektedir. Başvurucuya göre AK parti ve “Fetullah Gülen Cemaati” devlet ve yargıda kadrolaşmaktadır ve “Ergenekon”, “Balyoz” gibi davalar ise bu kadrolaşmanın neticesidir. Başvurucu, son yapılan referanduma da değinmekte ve “hayır” oyu verenlerin bilinçli olarak oy verdiklerini ancak 13-l4 milyon kişinin oy vermediğini bunların eğitilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, referandum sonrası değişen Anayasa kurallarını değerlendirmiş ve son olarak yapılacak genel seçimlerde AK Partinin halkın oyları ile iktidardan uzaklaştırılması halinde “Atatürkçülerin” yeni Anayasa yapımı konusunda siyasilere katkı sunabileceğini iddia etmiştir.

13. Başvurucu ayrıca 20/9/2010 tarihinde ulusal yayın yapan Haber Türk Televizyonunda bir programa katılmıştır. Başvurucu televizyon programında “Eğitimli kesim hayır diyor, eğitimsiz kesim evet diyor” ifadelerini kullanmıştır.

14. Başvurucunun dosyaya sunduğu belgelere göre bu konuşmasından dolayı 16 farklı ilde toplam 58 adet tazminat davası açılmıştır. Başvuru tarihi itibarıyla söz konusu tazminat davalarından 34’ü hakkında ilk derece mahkemelerince ret kararı verilmiş, bunlardan 20 tanesi Yargıtay tarafından görüşülerek onanmıştır. Başvurucunun yukarıda zikredilen konuşmasında tırnak içinde alıntılanan sözleri ve referandumda “evet” oyu verenleri eğitimsiz olarak nitelendirmesi nedeniyle açılan davalar nedeniyle yapılan bireysel başvurulardan dördü mevcut başvuru ile birleştirilmiştir.

 Birinci Dava

15. AK Parti milletvekili yedi davacı tarafından 24/10/2010 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendilerine hakaret ettiğini iddia etmişlerdir. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesindeki davaya cevabında davacıları hedef almadığını, sarf ettiği sözlerin referanduma ilişkin sonuçların değerlendirilmesi safhasında eleştiri sınırları içerisinde olan genel geçer açıklamalardan ibaret olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, oylamanın gizli yapıldığı için kimsenin hangi yönde oy verdiğinin bilinemeyeceğini ve davacının oyunun kendi tasarrufu olduğunu, kimseyi ilgilendirmediğini, davacının doğrudan zarar görmemesi nedeniyle tazminat isteme hakkının da bulunmadığını, davacı açısından matufiyet şartının oluşmadığını savunmuştur.

16. İlk Derece Mahkemesi, 20/9/2011 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacılar lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamı ile tazminat yerine tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Dairenin gerekçesi şöyledir:

“Davacı, iktidar partisi milletvekili olduğunu, üyesi bulunduğu partinin Anayasa değişikliği önerisini meclise sunduğunu, teklifin yasalaşma sürecinde ve sonraki "halk oylaması" aşamasında halkı "evet" oyu kullanmaya davet eden çalışmalar yaptığını halk oylamasında "evet" oyunun daha fazla çıkması nedeniyle bu halk oylamasından sonra, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olan davalının 18/09/2010 tarihinde Hatay'da düzenlenen "Türkiye Nereye Gidiyor" konulu panelde ve buradaki konuşmaların tartışıldığı 20/09/2010 tarihli Habertürk adlı televizyonda yayınlanan ‘Söz Sende’ adlı programdaki konuşmaları ile kendisi gibi "evet" oyu kullanan kesimi gaflet, delalet, hıyanet ve cahillikle itham ettiğini ve kişilik hakkına saldırıldığını belirterek manevi tazminat istemiştir.

Davalı taraf, sözlerin davacıya yönelik olmadığını, davacının ‘evet’ oyu kullanıp kullanmadığını bilmesinin gerekmediğini, bu nedenle sözlerin davacıya yönelik olmadığını, tahkir amaçlı olmayan sözlerin, bilinçli olarak oy verenler dışında kalan kimselere yönelik olarak kullanıldığını, oyunu bilinçsiz olarak kullananların hatasının vurgulandığını, kaldı ki, siyasi kişilerin eleştiri sınırının geniş olduğunu, sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kaldığını, sözlerin hakaretle ilgisi olmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece, davacının mensubu olduğu siyasi partinin Anayasa değişikliği teklifini meclise sunması, yasalaşma sürecinde halkı ‘evet’ oyu kullanmaya davet eden kampanyalar yürütmesi, açık hava toplantıları, radyo ve televizyon konuşmaları yapmaları bu itibarla davacının da ‘evet’ oyu kullanacağının aşikar olması nedeniyle matufiyet unsurunun bulunduğunu kabul ederek, davalı tarafından söylenen ‘Gaflet, delalet, hıyanet içinde olmak ve cehalet’ sözlerinin eleştiri sınırlarını aşıp davacıyı aşağılayan, kişilik hakkını zedeleyen, halkın gözünde küçük düşmesini sağlayan sözler şeklinde olduğundan davayı kısmen kabul etmiştir.

Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Kişide oluşan manevi zararın giderilmesi bakımından hâkimin olayın özelliklerine, fail ve mağdurun durumlarına, kişilik değerlerinde meydana gelen eksilmenin niteliğine göre manevi tazminat olarak bir miktar paranın ödenmesine veya Borçlar Kanunu 49/3. maddesi gereğince tazminat yerine diğer bir tazmin yoluna başvurması mümkündür. Bahsedilen madde gereği diğer tazmin yöntemleri konusunda örnekseme yapılarak haksız saldırının kınanması ve kınama kararıyla birlikte bu kararın basın yoluyla ilan edilmesi yöntemlerine değinilmişse de bu yöntemler sınırlı olmayıp hakimin takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda, özür beyanı, isnadın geri alınması vb. bir tazmin şeklinin benimsenmesi de düşünülebilir. (4. HD. 14/11/1996, 8472/11191). Somut olayda, tarafların sıfatı, sarf edilen sözlerin niteliği, sözlerin söylendiği ortam, hedef alınan kitle ve potansiyel etkisi ile sözlerde davacı tarafın tek olarak hedef alınmayıp bir topluluğun içinde yer aldığı hususları dikkate alındığında tazminat yaptırımı yerine BK.49/3. maddesinde bahsedilen diğer yaptırımlardan olan tecavüzün kınanmasına dair kararla yetinilmesi gerekirken tazminat yaptırımına başvurulması usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.”

17. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 5/11/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve başvurucunun “doğrudan davacıları hedef almamakla birlikte Anayasa referandumunda evet oyu verilmesini sağlayan veya evet oyu veren şahısların hedef alındığı, matufiyet unsurunun gerçekleştiği, söylenen sözlerin de eleştiri sınırını aştığı” gerekçesiyle, kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 4/3/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 7/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

İkinci Dava

18. Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi ve Ticaret Komisyonu Başkanvekili olan başka bir davacı tarafından 18/1/2011 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 4/1/2012 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacı lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla birinci davada belirtilen gerekçeler ile tazminat yerine Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 5/11/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 14/4/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 4/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Üçüncü Dava

19. AK Parti milletvekili diğer bir davacı tarafından 23/11/2010 tarihinde Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendilerine hakaret ettiğini iddia edilmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 21/6/2012 tarihli kararı ile davayı, başvurucunun sözleri ile davacıyı hedef almadığı, beğenilmeyen eleştirilere tazminat ödenmesinin demokratik bir toplumda kabul edilemeyeceği, kaldı ki başvurucunun da amacının demokrasi olduğunun açık olduğu, başvurucunun sözlerine tahammül edilmesi gerektiği gerekçesiyle reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 12/2/2013 tarihli ilamı ile davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bahisle oy çokluğu ile bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir:

“Dosyadaki belgelerden davacının, Anayasa değişikliğinin halk oylamasına sunulması teklifini meclise sunan, bu teklifin komisyon ve genel kurul aşamasında yasalaşması için ve halkın "halk oylaması" sırasında "evet" oyu vermesi için çalışmalar yapan, kampanya yürüten, bu bağlamda açık hava konuşmaları, radyo ve televizyon programları ile halkı "evet" oyu kullanmaya çağıran iktidar partisinin milletvekili olduğu anlaşılmaktadır.

Davalının konuşmalarında geçen ve "evet" oyu veren %58'lik kesimin içinde davacının yer almadığını iddia etmek davacının üyesi olduğu partinin eylemleri ve davacının sıfatı ile bağdaşmaz. Şu durumda davalının sözlerinin, Anayasa değişikliği teklifini yapan, değişiklik için "evet" oyu kullanılması için kampanyalar düzenleyen partinin milletvekili olan davacıya yönelik olduğunun kabulü, sözlerin davacıya da matuf olduğu gözetilerek işin esasına girilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi usul ve yasaya aykırı olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.”

20. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 10/12/2013 tarihli kararı ile davayı birinci davadaki gerekçelere benzer gerekçeler ile kabul etmiş ve “davalının tecavüzünün kınanması”na karar vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 21/5/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 16/6/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Dördüncü Dava

21. Milletvekili olan bir başka bir davacı tarafından 8/12/2010 tarihinde Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 15/11/2011 tarihli kararı ile davayı kısmen kabul etmiş ve davacı lehine tazminata hükmetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla birinci davada belirtilen gerekçeler ile tazminat yerine Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 27/2/2014 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 23/6/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

 Beşinci Dava

22. Milletvekili olan bir başka bir davacı tarafından 27/9/2010 tarihinde Ankara Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesine açılan tazminat davasında başvurucunun referandumda “evet” oyu kullananlara ve dolayısıyla kendisine hakaret ettiğini iddia etmiştir. Davacı birinci davadaki cevabına benzer bir savunmada bulunmuştur. İlk Derece Mahkemesi, 28/7/2011 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/2/2013 tarihli ilamıyla üçüncü davada belirtilen gerekçeler ile Borçlar Kanununun 49. maddesinde belirtilen tedbirlerden birine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma üzerine İlk Derece Mahkemesi, 25/7/2013 tarihli kararı ile davayı kabul etmiş ve birinci davadaki gerekçeyle kınama kararı vermiştir. Temyiz üzerine karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 12/6/2014 tarihli ilamı ile onanmıştır. Onama kararı 6/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu, birinci dava yönünden 6/5/2014 tarihinde; ikinci ve üçüncü davalar yönünden 24/6/2014 tarihinde; dördüncü ve beşinci davalar yönünden 3/9/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

24. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

 Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

25. 6098 sayılı Kanun’un 50. maddesi şöyledir:

“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.

Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.”

26. 6098 sayılı Kanun’un 58. maddesi şöyledir:

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 7/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 6/5/2014 tarihli ve 2014/6128 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu,

 i. İlk Derece Mahkemesinin tamamen ifade hürriyeti kapsamında kalan bir konuşması nedeniyle kınama kararı verdiğini, bu kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yerleşik içtihatlarına aykırı olduğunu,

 ii. Dava konusu ifadelerde belli bir kişinin hedef alınmadığını, 2010 yılında yapılan Anayasa referandumuna ilişkin sonuçların değerlendirilmesi sırasında kullandığı sözlerde “evet” oyu kullananları eleştirdiğini, seçimlerin gizli yapıldığını, davacıların oy tercihlerinin bilinemeyeceğini, mahkemenin matufiyet unsurunun oluştuğunu kabul etmesinin hukuka aykırı olduğunu,

 iii. Yargıtayın manevi tazminat talep etmek hakkının yalnızca eylemden doğrudan doğruya zarar görenlere ait olduğuna ve yansıma yoluyla acı duyan kişilerin manevi tazminat talep edemeyeceklerine dair önceki yerleşmiş içtihatlarına aykırı olarak somut davada herhangi bir kişi hedef alınmadığı halde yansıma yoluyla zarar gördüğünden bahisle davacıların davasının kabul edilmesinin usul ve kanunlara aykırı olduğunu,

 iv. Aynı olaya ilişkin hakkında açılan 58 davadan 20 tanesi hakkında verilen ret kararlarının Yargıtay aşamasından geçerek kesinleştiğini ancak kanun ve içtihatlarda bir değişiklik olmadığı halde başvuru konusu dosyada verilen kınama kararının aynı Daire tarafından aynı olaya ilişkin olarak verdiği önceki kararlarına aykırı olarak onandığını,

 v. Başvuruya konu davaların Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde görüşüldüğünü, bu Dairenin üye yapısı değiştikten sonraki incelediği davalarda tutum değiştirdiğini,

 Anayasa’nın 26. maddesinde tanımlanan ifade hürriyeti, 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkı, 37. maddesinde tanımlanan kanuni hâkim güvencesi ile Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, toplam 14.931,00 TL maddi ve 15.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucu, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin tarafgir davrandığını ve bu sebeple Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin, Anayasa’nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ve 37. maddesinde tanımlanan kanuni hâkim güvencesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun bu şikâyetleri, yapmış olduğu konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle kınama kararı verilmesine yöneliktir ve bu sebeple söz konusu şikâyetlerin Anayasa’nın 26. maddesi bağlamında incelenmesi uygun görülmüştür.

30. Başvurucunun, yapmış olduğu konuşmada sarf ettiği sözler nedeniyle aleyhine kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

31. Başvurucu, bir toplantıda yaptığı konuşmada kullandığı sözler nedeniyle davacılara tazminat ödemesinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun iddialarına karşı Bakanlık görüşünde, başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

32. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

33. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

34. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollar” olarak ifade edilmiştir ve “başka yollar” ifadesiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu gösterilmiştir (Emin Aydın, B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §43).

35. Anılan düzenlemeler uyarınca ifade özgürlüğü, sadece “düşünce ve kanaate sahip olma” özgürlüğünü değil aynı zamanda sahip olunan “düşünce ve kanaati (görüşü) açıklama ve yayma”, buna bağlı olarak “haber veya görüş alma ve verme” özgürlüklerini de kapsamaktadır. Bu çerçevede ifade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (Emin Aydın, § 40).

36. Bu bağlamda toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Aynı şekilde birey özgün kişiliğini düşüncelerini serbestçe ifade edebildiği ve tartışabildiği bir ortamda gerçekleştirebilir. İfade özgürlüğü, kendimizi ve başkalarını tanımlamada, anlamada ve algılamada, bu çerçevede başkalarıyla ilişkilerimizi belirlemede ihtiyaç duyduğumuz bir değerdir (Emin Aydın, § 41).

37. Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. Başka bir deyişle hem gerçek hem de tüzel kişiler için geçerli olan ifade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır. Aynı şekilde açıklanan ve yayılan bir düşüncenin “değerli-değersiz” veya “topluma yararlı-yararsız” biçiminde ayrıştırılması da bu özgürlükten yararlanmak bakımından önemli bir ölçüt değildir.

38. İfade özgürlüğü, düşüncenin iletilmesini ve dolaşımını gerçekleştirerek bireyin ve toplumun bilgilenmesini sağlar. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirmek ve gerçekleştirme konusunda ikna etmek çoğulcu demokratik düzenin gereklerindedir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (bkz. Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 74).

39. Öte yandan ifade özgürlüğü, sınırlanabilir bir haktır ve Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir (bkz. Abdullah Öcalan [GK], § 41).

40. Başvuru, bir toplantıda başvurucu tarafından kullanılan sözlerin davacıların şeref ve itibarına zarar verdiği kabul edilerek kınama kararı verilmesi nedeniyle yapılmıştır.

41. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, başvurucu aleyhine kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturup oluşturmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın demokratik toplumda gerekli olup olmadığının ve kullanılan araçların orantısız olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

a. Müdahalenin Mevcudiyeti

42. Bir toplantıda başvurucu tarafından kullanılan sözlerin davacıların şeref ve itibarına zarar verdiği kabul edilerek kınama kararı verilmiştir. Başvurucu davacılara tazminat ödemek zorunda kalmamış olsa bile “tecavüzünün kınanması” kararı 6098 sayılı Kanun’un 58. maddesi göre ancak davacının kişilik hakkının zedelendiği kabul edildiğinde, manevi tazminatın ödenmesi yerine veya bu tazminata ilave olarak kararlaştırılabilen bir giderim yoludur. Dolayısıyla başvurucunun bir toplantıda sarf ettiği bazı siyasi ifadelerinden dolayı mahkeme kararı ile “tecavüzünün kınanması” başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahaledir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

43. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanmadığı ve Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebepten dolayı, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 i. Kanun Tarafından Öngörülme

44. Başvurucu Anayasa’nın 26. maddenin beşinci fıkrasında yer alan “bu hakların kullanılması kanunla düzenlenir” hükmüne ve Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan “kanun tarafından öngörülme” gereğine aykırılık bulunduğuna ilişkin bir iddiada bulunmamıştır. Yapılan değerlendirmeler neticesinde, 6098 sayılı Kanun’un 49., 50. ve 58. maddelerinin “kanun tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

45. Başvurucunun “tecavüzünün kınanmasına” ilişkin söz konusu mahkeme kararının başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gerekli Olma ve Ölçülülük

46. Son olarak başvurucunun bir toplantıda sarf ettiği sözlerden dolayı aleyhine hükmedilen “tecavüzünün kınanması” kararında, demokratik bir toplumda, başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.

47. Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa’nın 17. maddesinde yer alan “manevi varlık” kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara keyfi olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında, görsel ve işitsel yayınlar yoluyla da olabilir. Bir kişi görsel ve işitsel yayın yoluyla bir kamuoyu tartışması çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33).

48. İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasa’nın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça düşüncenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır (Nilgün Halloran, § 43; benzer yöndeki AİHM görüşü için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 43). Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahaleler için ülkemizde hem cezai hem de hukuki koruma öngörülmüştür (Nilgün Halloran, § 42; Adnan Oktar (3), § 35).

49. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Von Hannover/Almanya (no.2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 99). Bu denge kurulurken Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir (Nilgün Halloran, § 43).

50. Anayasa Mahkemesi yerleşik içtihatlarında demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimler olarak kabul edilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) Diğer bir deyişle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (Bkz. AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008).

51. Öze dokunma yasağını ihlal etmeyen müdahaleler yönünden gözetilmesi öngörülen “demokratik toplum düzeninin gerekleri” kavramı, öncelikle ifade özgürlüğü üzerindeki sınırlamaların zorunlu ya da istisnai tedbir niteliğinde olmalarını, başvurulabilecek en son çare ya da alınabilecek en son önlem olarak kendilerini göstermelerini gerektirmektedir. “Demokratik toplum düzeninin gerekleri”nden olma, bir sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik olmasını ifade etmektedir. Buna göre, sınırlayıcı tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da başvurulabilecek en son çare niteliğinde değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bu konudaki AİHM kararı için bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48).

52. O halde ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, toplumsal bir ihtiyaç baskısı nedeniyle yapılıp yapılmadığının tespiti gerekecektir. Bu çerçevede bir müdahale, meşru amaçla orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).

53. Buradan çıkan sonuca göre demokratik toplumun temellerinden olan ifade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen ifadeler için değil, Devletin veya toplumun bir bölümünü eleştiren, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden ifadeler için de geçerli olduğu kuşkusuzdur. Çünkü bunlar, demokratik toplum düzeninde geçerli olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, § 49).

54. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007).

55. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Abdullah Öcalan [GK], § 97).

56. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin, ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” ve “ölçülülük ilkesi”ne uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır.

57. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında mahkemelerin, düşüncelerin açıklanması ve yayılmasına yönelik olarak tazminata veya cezaya karar verirken düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan, korunması gereken bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 114).

58. Bunun sonucu olarak başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin Anayasa’nın 26. maddesini ihlal edip etmediği incelenirken soyut bir değerlendirme yapılmayıp; başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakılmalıdır.

59. Başvuruya konu konuşma yapılmadan önce 12/9/2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği referandumu nedeniyle uzunca bir süre kamuoyunda yoğun bir tartışma yaşanmıştır. Referandumdan sonra ise Anayasa değişikliğinin referandum ile kabul edilmesi nedeniyle referandum sonuçları üzerinde tartışmalar devam etmiştir. Başvuruya konu konuşma 19/9/2010 tarihinde yapılmış, başvurucu bir gün sonra 20/10/2010 tarihinde ulusal bir televizyon kanalında katıldığı programda referandum sonucunda Anayasanın değiştirilmiş olmasına ilişkin düşüncelerini aktarmaya devam etmiştir.

60. Başvurucu, yapılan Anayasa değişikliği ile Mustafa Kemal Atatürk’ün yerleştirmeye çalıştığı “felsefenin” tasfiye edilmeye çalışıldığını, yapılan değişikliklerin Türkiye’nin bağımsızlığının aleyhine ve emperyalizmin çıkarlarının lehine olduğunu savunmaktadır. Başvurucu “Cumhuriyet değerlerinin” giderek unutulduğunu, referandumda “evet” oyu verenlerin bilinçsiz oy kullandığını, toplumun eğitilmesi gerektiğini, “bilinçli olarak oy kullananlar bir yana” bilinçsiz bir şekilde hareket edenlerin “gaflet, dalalet ve hıyanet içinde” olduklarını, Türklerin “kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi” olmayacaklarını ifade etmiştir. Başvurucu, kendi bakış açısından referandumda “evet” oyu kullananların “düştükleri hatayı” anlatmak istemiştir.

61. Başvurucu hakkında açılan birinci ve ikinci tazminat davaları İlk Derece Mahkemelerince kabul edilerek başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmiş, üçüncü dava ise İlk Derece Mahkemesince reddedilmiştir. Buna karşın Yargıtayca kararlar kınama kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Daha sonra İlk Derece Mahkemeleri, Yargıtay bozma gerekçesinde belirtilen gerekçelerle davayı kabul ederek başvurucunun kınanmasına karar vermiştir. O halde başvurucu hakkında kınama kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine ilişkin şikâyetin incelenmesi sırasında Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin bozma ilamlarında yer alan gerekçeler değerlendirilmelidir (§ 15, 18).

62. Öte yandan, yapılan bireysel başvurularda yalnızca ve tek başlarına derece mahkemelerince verilen kararların ele alınması ile de yetinilemez. İlk olarak başvurucu tarafından söylenen sözlerin konuşmanın bütünü ile birlikte ve bunların söylendikleri bağlamından kopartılmaksızın, olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52).

63. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, “tarafların sıfatı, sarf edilen sözlerin niteliği, sözlerin söylendiği ortam, hedef alınan kitle ve potansiyel etkisi ile sözlerde davacı tarafın tek olarak hedef alınmayıp bir topluluğun içinde yer aldığı hususları dikkate alındığında” tecavüzün kınanmasına karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Başvurucuya göre ise başvuru konusu sözler referandumda “evet” oyu vermekle “insanların düştüğü hatayı vurgulamak” için söylenmiştir. Gerçekten de başvurucu söz konusu sözleri, Anayasa değişikliği nedeniyle kendi bakış açısına göre ülkenin ve rejimin bulunduğu tehlikeli duruma dikkat çekmek için söylemiştir.

64. İfade özgürlüğü büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” (bkz. Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 41-42) olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi siyasal politikaları ve siyasileri eleştiren, siyasi politikaları veya açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir.

65. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası, siyasi ifadeler ile kamuyu ilgilendiren ifadelere yönelik pek az bir sınırlamaya yer vermektedir. Siyasi bir tartışmayı savunmak demokratik toplumun temel bir unsurudur. Bu sebeple zorlayıcı nedenler olmadıkça siyasi ifadeye kısıtlama getirilmemesi gerekir (örnek bir AİHM kararı için bkz. Feldek/Slovakya, B. No: 29032/95, 12/7/2001, § 83).

66. AİHM’in yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükümetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükümetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (örnek bir karar için bkz. Castells/İspanya, B. No: 11798/85, 23/4/1992, § 46).

67. Aynı şekilde siyasetçilere yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel bir şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek halkın ve aynı zamanda diğer siyasetçilerin denetimine açar; bu nedenle de daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır (benzer bir yaklaşım için bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

68. Yine de siyasetçilerin daha geniş hoşgörülü olmak zorunda olmaları Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “şöhret ve haklarının” korunmayacağı anlamına gelmez. Aksine 26. maddenin ikinci fıkrası bütün bireylerin itibarlarının korunmasına imkân verir. Ancak, şahsi sıfatları dışında hareket eden siyasetçiler söz konusu olduğunda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır (aynı konuya AİHM’in yaklaşımı için bkz. bkz. Lingens/Avusturya, § 42).

69. Somut olayda başvurucu, referandum sonucunda Anayasa’da önemli ölçüde değişiklik yapılmış olmasına yönelik olarak sert ifadeler kullanmıştır. Buna karşın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi başvurucunun dile getirdiği düşüncelerin ve sarf ettiği sözlerin bir bütün olarak davacıların şeref ve itibarlarına saldırı anlamı taşıdığına karar vermiştir. Dairenin, başvurucunun asıl amacının davacıları küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Başvurucunun kullandığı ifadelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemelidir.

70. Son olarak, Anayasa Mahkemesinin görevi mevcut başvuruya benzer davalarda derece mahkemelerince uygulanacak içtihadı belirlemek değildir. Buna karşın başvurucunun referandumda evet oyu kullananlara yönelik olarak dile getirdiği sözler nedeniyle aleyhine onlarca tazminat davası açıldığını belirtmek gerekir. Somut başvuruda, başvurucunun beş kez kınanmasına karar verilmiştir. Bu tür yaptırımların kamusal tartışmayı zorlaştırma ve bireyleri caydırma etkisi bulunduğu belirtilmelidir. Kamusal tartışmalara katılan bireylerin hafif bile olsa yaptırıma maruz kalma endişesi taşımaları onlar üzerinde kesintiye uğratıcı bir etki doğurur.

71. Ayrıca, mağdurun belirlenmesinin oldukça güç olduğu bu gibi sınır alanlarında belirli bir toplumsal kesime yönelik düşünce açıklamalarından dolayı o toplumsal kesimde bulunanların tamamının açtıkları davaların kabul edilmesinin de ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı bir etkisi olacaktır. Kişilerin böyle bir etki altında, ileride düşüncelerini açıklamaktan ve yaymaktan imtina etme riski bulunmaktadır.

72. Başvurucunun dava konusu konuşmalarında Anayasa değişikliği referandumunu analiz etmesinin ve değişikliği eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir mesele olduğunda kuşku yoktur. Ayrıca hükümetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da diğer kişilere göre daha fazladır. Bu sebeplerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin “başkalarının şöhret ve haklarının” korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır.

73. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.

 3. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

74. Başvurucu, hakkında herhangi bir tazminata hükmedilmemiş olmakla birlikte davacıların kendilerini bir vekil ile temsil ettirmeleri nedeniyle vekâlet ücreti, takip masrafı ve faiz ücreti olmak üzere birinci davada 10.910,00 TL’yi, ikinci davada 1.800,00 TL’yi ve üçüncü davada 2.221,00 TL’yi davacılara ödemiştir.

75. Başvurucu, aleyhine açılan davalar nedeniyle ödemek zorunda kaldığı yargılama giderleri ve vekâlet ücretleri toplamı olarak 14.931,00 TL maddi tazminat talep etmiştir. Başvurucu dördüncü ve beşinci davalar yönünden maddi tazminat talebinde bulunmamıştır. Başvurucu her bir dava için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 25.000,00 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

76. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, esas inceleme sonunda ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedileceği belirtilmiş; ancak yerindelik denetimi yapılamayacağı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

77. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik başvuru açısından, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

78. Başvurucu aleyhine verilen karar nedeniyle başvurucunun davacılara ödediği vekâlet ücreti ve diğer masraflar nedeniyle maddi zarara uğradığı anlaşıldığından başvurucuya net 14.931,00 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucu, vekâlet ücreti ve yargılama giderlerinin tahsilini talep ettiğinden başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen toplam 1.030,50 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.530,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. İfade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OY BİRLİĞİYLE,

2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE, Erdal TERCAN’ın karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

3. Başvurucunun yeniden yargılama yapılması talebinin hukuki yarar bulunmadığından REDDİNE, başvurucuya 5.000,00 TL manevi, 14.931,00 TL maddi olmak üzere toplam net 19.931,000 TL TAZMİNAT ÖDENMESİNE, Erdal TERCAN’ın karşıoyu ve OY ÇOKLUĞUYLA,

B. Başvurucu tarafından yapılan 1.030,50 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.530,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNEOY BİRLİĞİYLE,

C. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına, OY BİRLİĞİYLE,

7/7/2015 tarihinde karar verildi.

 

KARŞI GÖRÜŞ

Başvurucu, Atatürkçü Düşünce Derneği Hatay Şubesi tarafından, 2010 Anayasa değişikliği ile ilgili olarak, 19/9/2010 tarihinde düzenlenen “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlıklı panelde Dernek Genel Başkanı sıfatıyla bir konuşma yapmıştır. Yapılan bu konuşmada, referandumda evet oyu kullananlarla ilgili olarak şöyle denilmiştir:

“Çözüm bizlerdedir. Yani sizlerdedir. Yani oylarımızdadır. O oylar bilinçliyse ne ala bilinçli olmayan yani % 42’nin dışında olan oylar bana göre gaflet, delalet ve hıyanet içindedir. Hıyaneti hepimiz biliyoruz. Bizi sömürmek üzere kendi menfaatlerine göre buraya gelmiş olanları ben suçlamam. Onlar kendi ülkeleri için çalışıyorlar. Bizimkilerde kendi ülkeleri için çalışırlarsa o emperyalist güçlerin emrinde iş birlikçi olmazlar.”

Başvurucu tarafından kullanılan bu sözler nedeniyle aleyhine çok sayıda dava açılmış, açılan bu davalarda, ilk derece mahkemeleri başvurucunun kınanmasına karar vermişler, bu kararlar da temyiz üzerine Yargıtay tarafından onanmıştır.

Bölüm Çoğunluğu, kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kanaatine vararak, başvurucu hakkında verilen kınama kararı nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlâl edildiği sonucuna varmıştır.

Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin 1. ve 2. fıkrası şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.”

Görüldüğü gibi, herkes kural olarak düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne sahiptir. Bu, demokrasi için son derece önemli bir haktır. Özellikle yönetime muhalif olanlar açısından, bu hak daha da önem arz etmektedir. Bununla birlikte ifade özgürlüğü sınırsız bir hak olmayıp, sözkonusu maddenin 2. fıkrasında belirtilen hallerde, somut olay açısından, başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla sınırlandırılabilir. Bu sınırlandırma için yine Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen sınırlama ölçütlerine de riayet edilmelidir.

 Başvurucu, konuşma esnasında kullanmış olduğu sözler nedeniyle kanaatimce ifade özgürlüğü ve eleştiri sınırlarını aşarak, % 42 oranındaki referanduma hayır diyenlerin dışındaki diğer kişileri yani % 58 oranındaki evet diyenleri açık bir şekilde, gaflet, dalalet ve ihanetle yani hainlikle itham etmektedir. Bu ifadeler, eleştiri sınırlarının ötesinde hakaret niteliği taşımaktadır. Bu açıdan da muhataplarının kişilik haklarına açıkça saldırıda bulunulmuştur.

İlk derece mahkemeleri ve Yargıtay, davacıların kişilik haklarına yapılan bu saldırı nedeniyle Borçlar Kanunu m. 58,2 gereğince kınama kararı verilmesini uygun görmüştür. Verilen bu karar, Anayasa m. 13 ve 26 açısından değerlendirildiğinde, ölçülü bir yaptırımdır. O nedenle, başvurunun ihlâl olmadığı gerekçesiyle reddedilmesi gerekirdi.

Ayrıca, Bölüm çoğunluğumuz tarafından verilen ihlâl kararına bağlı olarak, başvurucuya 5000 TL manevi tazminat ve aleyhine açılan davalarda ödediği yargılama giderleri miktarınca maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Kanaatimce, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin 2. fıkrası gereğince yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hallerde tazminata hükmedilebilir. Somut başvuruda, ihlâl kararı verilse dahi, başvurucunun hukuki yararı yeniden yargılama ile gerçekleşebilir. Tazminat ödenmesine ihtiyaç olmamalıdır. Başvurucu aleyhine açılan dava sayısının fazlalığı da bu konuda belirleyici bir rol oynamamalıdır. Mahkememiz tarafından somut olaya benzer şekilde ifade özgürlüğü nedeniyle verilen ihlâl kararlarında, daha önceki dava nedeniyle ödenen yargılama giderlerinin maddi tazminat olarak ödenmesine de karar verilmemiştir.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, Bölüm çoğunluğu tarafından verilen ihlâl kararına ve ihlâlin sonuçlarının giderilmesi için, maddi tazminat ödenmesi kararına katılmam mümkün olmamıştır.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÖNDER BALIKÇI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/6009)

 

Karar Tarihi: 15/2/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 5/5/2017 - 30057

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Önder BALIKÇI

Vekili

:

Av. Ömer Faruk CAN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, İnternet haber sitesindeki köşe yazısı nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, 1972 yılından itibaren Balıkesir ilinin Bandırma ilçesinde gazetecilik yapmaktadır. Başvurucu, sürekli basın kartı sahibidir. Başvurucu, meslek yaşamı boyunca gazetecilik faaliyetleri nedeniyle hakkında hiçbir ceza veya hukuk davası açılmadığını ifade etmektedir.

10.Başvurucu 14/3/2013 tarihinde, Bandırma Manşet isimli İnternet gazetesinde, Bandırma ilçesinde kurulu Eti Maden İşletmeleri Bandırma Bor ve Asit Fabrikası İşletme Müdürü R.Ş. (müşteki) hakkında "Gözlerim Yaşardı Doğrusu" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Söz konusu yazıda başvurucu şu ifadelere yer vermiştir:

"... Törende Mehmet Akif'in Çanakkale Destanını dile getiren çok duygusal şiirler dile getiriliyor. Sevgili müdürüm Şekerci'ye bakıyorum gözleri sulanmış! Ona bakarak ben de duygulanıyorum. Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Şekerci'nin gözleri çakmak çakmak, gel de duygulanma.

İşte ülkeyi sevmek böyle olur Recep müdürüm. Devlet memurluğu çalışma saatlerin bile bir yana bırakıp koşarak gelmiş törene. İyi ki 7 CHP'li milletvekilinin Bandırma fabrikasını ziyaret için geldikleri günde olduğu gibi aniden bir kent dışı görevi çıkmamış. Yoksa bu töreni nasıl izleyecekti.

Ne diyelim Allah herkesin gönlüne Recep Şekerci gibi vatan ve ulus sevgisi versin, amin!"

11. Başvurucu, müştekinin seçimler öncesinde bir siyasetçi gibi davrandığını ve seçimlerde aday adayı olması nedeniyle de birçok törene katıldığını gözlemlemiştir. Başvurucuya göre bir kamu görevlisi olan müşteki, taraflı davranmaktadır. Zira ana muhalefet partisinin milletvekillerinden yedisi müştekinin müdürü olduğu fabrikayı ziyarete geldiğinde mazeret bildirerek onları karşılamadığı hâlde başka toplantı ve törenlere katılmıştır. Başvurucu, ayrıca törende şiir okunması sırasında müştekinin gözlerinin yaşarmasını hicvetmiştir.

12. Müşteki, başvurucunun kaleme aldığı yazıda kendisi hakkında asılsız iddialarda bulunması nedeniyle itibarının zedelendiğini ileri sürerek 21/3/2013 tarihinde Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır.

13. Müşteki, İnternet gazetesine bir cevap metni göndermiş ve bu metin 2/4/2013 tarihinde gazetede yayımlanmıştır.

14. Bandırma Asliye Hukuk Mahkemesi, söz konusu yazının müştekiyi tahkir ettiğine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde, demokratik bir toplumda ifade ve basın özgürlüklerinin önemine dikkat çekilmiş ve Anayasa'da yer alan kurallara atıf yapılmıştır. Mahkeme ayrıca, başvuruya konu yazının bazı bölümlerinde hiciv ve mizah unsurlarının yer aldığını tespit etmiştir. Mahkemeye göre hiciv, bir kimseyi incitmeden yapılan "ince alay"dır. İlk Derece Mahkemesi bu açıklamalarının ardından müştekinin şiir okunması sırasında gözlerinin yaşarmasına getirilen eleştirinin mizah sınırlarını aşarak aşağılayıcı ve alaycı bir anlam kazandığını değerlendirmiştir. Mahkemeye göre kişilerin duygularını dışa vurma biçimlerinin alay konusu yapılması kişilik haklarına haksız saldırı oluşturmaktadır. Mahkeme, başvurucu aleyhine 1.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir.

15. Yargıtay, başvurucunun temyiz talebini 19/2/2014 tarihli ilamı ile reddetmiştir. İlam, başvurucuya 27/3/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 25/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

18. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)10. maddesi şöyledir:

1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, (...) için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.

 19. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Bu, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976 § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).

 20. AİHM, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre -her ne kadar başkalarının şöhret ve haklarının korunmasıyla ilgili olarak bazı sınırları aşmaması gerekse de- basının görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2), § 102).

 21. AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) davasında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:

"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. 10. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..."

 22. AİHM, bir gazete makalesinde hakaret içerdiği iddia edilen beyanlara karşı bir kimsenin itibarının korunması hakkını özel yaşam kapsamında görmektedir (White/İsveç, B. No: 42435/02, 19/12/2006, §§19, 30). AİHM'e göre kamusal bir tartışma bağlamında ve yayımlanan yazılar nedeniyle eleştirilmiş olsa bile bir kişinin itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur (Pfeifer/Avusturya, B. No: 12556/03, 15/11/2007, § 35; Axel Springer AG/Almanya, B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 83).

 23.AİHM, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi bir siyasetçi ise ilke olarak ifade özgürlüğü lehine bir değerlendirme yapmaktadır. AİHM, Lingens/Avusturya (B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42) kararında politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamıştır:

"... Basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü Sözleşme'ye hakim olan demokratik toplum anlayışının tam da merkezinde yer alır.

Bir siyasetçiyle ilgili eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahısla ilgili eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Siyasetçi kendisine yönelik eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 15/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İfade ve Basın Özgürlüklerinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucu, müşteki hakkında kaleme aldığı eleştiri yazısında mizah ve hiciv ögelerinin bulunduğunu ancak müştekiye hakaret etmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, müştekinin Bandırma ilçesinde tanınan bir kişi olduğunu, olayların geçtiği tarihte siyasete atılacak olması nedeniyle sık sık toplantılara katıldığını ve sonuçta belediye başkan adayı olduğunu belirtmiştir.

26. Başvurucuya göre söz konusu yazı, müştekinin törenlere katılıp gözyaşı dökmesini mizahi bir dille eleştirmiştir. Başvurucu, müştekinin cevap ve düzeltme metninin İnternet sitesinde yayımlanmasına rağmen ayrıca tazminat ödemeye mahkûm edilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen bireyin şeref ve itibarının korunması hakkı ile 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü arasında demokratik toplumun gerekleri dikkate alınarak adil bir denge kurulması gerektiği belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca Anayasa Mahkemesinin ve AİHM'in içtihatlarından örnekler verilerek zikredilen kararlarda yer alan ilkelerin gözönüne alınması gerektiği ifade edilmiştir.

2. Değerlendirme

28. İddianın değerlendirilmesinde ifade ve basın özgürlüklerinin korunduğu Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri dayanak alınacaktır. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

29. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

31. Başvurucunun bir İnternet sitesinde yayımlanan köşe yazısı nedeniyle 1.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

32. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

34. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

35. 6098 sayılı Kanun’un 49. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

(2) Meşru Amaç

36. Başvurucunun tazminat ödemekle cezalandırılmasına ilişkin kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

37. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.

38. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir(AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, §§ 96-98; Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple hükmedilen tazminatın, müştekinin maruz kaldığı düşünülen zararıyla makul bir ölçülülük ilişkisi içinde olması gerekir.

39. İnternet haberciliğinin -basının temel işlevini yerine getirdiği sürece- basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir (Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş., B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 36-42).

40. Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37). Bu itibarla eleştirel bir yazı türü olan hiciv yazıları, başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasındadır.

41. İfade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63). Buna, mevcut başvurudaki gibi davalarda halkın siyasetçilere ilişkin bilgileri alma hakkının eklendiği de hatırda tutulmalıdır.

42. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82).Buna karşılık demokratik bir toplumda basına, siyasetçileri ve kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin itibarlarına zarar verir boyuta ulaşmaması gerekir.

43. Bu sebeple Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğü garanti etmemiştir. 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar" getirmektedir (Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 22/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35).

44. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45).

45. Bu sebeplerle Anayasa Mahkemesi benzer başvurularda, başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin derece mahkemelerinin kararlarında başvurucunun ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret veya haklarının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 39). Bu, soyut bir değerlendirme olmayıp Anayasa Mahkemesi başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine bakar (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2), § 56). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin, yazının tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvuruya konu yazı, 30/3/2014 tarihinde yapılan mahallî seçimlerden bir yıl kadar önce kaleme alınmıştır. Bu tarihte müşteki, Bandırma ilçesinin sosyal ve ekonomik hayatında çok önemli bir yeri olan bor ve asit fabrikalarının işletme müdürü olarak görev yapmaktadır ve bu sebeple de tanınan bir kişidir. Müşteki, mahallî siyasetle ilgilenmekte ve yaklaşan belediye seçimlerinde, o tarihte ve hâlen iktidarda olan partiden aday olacağı konuşulmaktadır. Nitekim başvuruya konu davanın İlk Derece Mahkemesinde devam ettiği sırada müşteki, iktidar partisinden belediye başkan adayı olmuş ve seçimlerde yarışmıştır. Bu sebeple müştekinin yerel ölçekte bilinir bir kişi olmasına onun siyasi kimliği de eklenmiştir.

47. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz. Buna karşın somut olayda İlk Derece Mahkemesi, başvurucunun basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibarına saygı hakları arasında bir denge kurma işlemi yapmamıştır. Mahkeme, bahse konu yazının mizah sınırlarını aşarak aşağılayıcı ve alaycı bir anlam kazandığı biçiminde soyut bir değerlendirme yapmakla yetinmiş ve yazının ne genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığı sorusuna önem vermiş ne de haberin yapıldığı şartlar üzerine eğilmiştir. Mahkeme, müştekinin aktif siyasete hazırlandığını gözönünde bulundurmadığı gibi kamuoyunun müştekinin tutumunu bilme ve takip etme hakkını da değerlendirmemiştir. İlk Derece Mahkemesinin başvurucu tarafından kaleme alınan yazının tamamını, yazıldığı bağlamdan kopartmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirdiği de söylenemez.

48. Dahası İlk Derece Mahkemesi, müştekinin İnternet gazetesine gönderdiği cevap metninin gazetede yayımlanmış olmasını da değerlendirmeye almamıştır. Oysa cevap metninin gazetede yayımlanmasıyla müşteki, kendisi hakkındaki yanlış olduğunu düşündüğü yayının muhatabı olmuş kitleye ulaşarak tartışmaya katılma ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini sağlama fırsatını bulmuştur (Cevap ve düzeltme hakkının demokratik bir toplumdaki önemine ilişkin bkz. Ahmet Oğuz Çinko ve Erkan Çelik [GK], B. No: 2013/6237, 2/7/2015, §§ 43-57).

49.Bahse konu yazıda başvurucunun mizahi bir dille müştekiyi eleştirdiği açıktır. Başvurucu, ayrıca törende şiir okunması sırasında müştekinin gözlerinin yaşarmasını hicvetmekte ve kinayeli bir üslupla müştekinin gözyaşlarının inandırıcı olmadığını dile getirmektedir. Buna karşın köşe yazısının müştekiyi aşağıladığı ya da müştekiyle kaba bir şekilde alay ettiği değerlendirilmemiştir. İnternet gazetesinin hitap ettiği mahalde müştekinin önemli bir kuruluşun yöneticisi olduğu ve üstelik siyasi bir kimliği bulunduğu, başka bir deyişle itiraz götürmeyen tanınmışlık derecesi gözetildiğinde kendisine yöneltilen eleştiri ve düşünce açıklamalarına daha toleranslı olması gerektiği açıktır.

50. Müştekinin siyasete atılma iradesi -şu veya bu şekilde- belli olduktan sonra gazetecilerin onun sözlerini ve davranışlarını takip etmeleri, onun hakkında fikir oluşturarak kamuoyunu bilgilendirmeye hatta yönlendirmeye çalışmaları demokratik bir toplumda kaçınılmazdır. Rahatsız edici de olsa siyasilere ve tanınmış kişilere ilişkin yapılan bilgilendirme ve eleştirilerin cezalandırılması “caydırıcı etki” doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (Ergün Poyraz (2), § 79). Bu nedenle somut olayda başvurucunun 1.000 TL tazminat ödemesine karar verilmesi, bilgilendirme ve eleştiri ortamına zarar verebilecektir.

51. Sonuç olarak yukarıdaki hususlar dikkate alındığında İlk Derece Mahkemesinin gerekçeleri, başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahale için yeterli ve ilişkili sayılamaz. Bu nedenle verilen kararda, ilgili çıkarlar arasında adil bir denge kurulduğu söylenemez.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

53. Başvurucu, temyiz talebinin Yargıtayca incelenmeden reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mevcut koşullarda, başvurunun sonucu da değerlendirildiğinde başvurucunun bu şikâyeti hakkında bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucu, yeniden yargılama ile 1.000 TL maddi ve 2.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

56. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

57.İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

58.İfade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Bandırma 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

59. Yeniden yargılamaya hükmedildiğinden maddi tazminat talebi yönünden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bandırma 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/157 ve K.2013/409) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 1.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, yeniden yargılamaya hükmedildiğinden maddi tazminata ilişkin talep hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

E. 206.10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KORAY ÇALIŞKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/4548)

 

Karar Tarihi: 5/12/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucu

:

Koray ÇALIŞKAN

Vekili

:

Av. Bilhan GÜVEN

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, siyasetçiye yönelik eleştiriler nedeniyle adli para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, olaylar tarihinde ve hâlen siyaset bilimi ile uluslararası ilişkiler alanında çalışan bir akademisyendir. Ayrıca olaylar tarihinde ulusal bir gazetede köşe yazarlığı, bir televizyon kanalında kadrolu TV yorumcusu ve bir başka kanalda ise program sunuculuğu yapmaktadır.

9. 23/1/2013 günü ana dilde savunma hakkını da içeren “Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir Milletvekili B.A.G. (müşteki), "Kürt sorunu", "Kürt milliyetçiliği", "Türk ulusu" gibi bazı kavramlarla ilgili görüşlerini açıklamıştır.

10. B.A.G.nin ulusal basında geniş bir ölçekte yer bulan ve kamuoyunda haftalarca tartışılan konuşmasının -TBMM tutanaklarına göre- ilgili kısımları şu şekildedir:

" ...

[B.A.G.] (İzmir) – AKP’nin, Türk ulusunu tarihten silmeye, Türk vatandaşlığını tarihten silmeye dönük olan girişimlerinde BDP’yle nasıl iş birliği yaptıklarını onun konuşmasında gördük.

...

[B.A.G.] (Devamla) – Öyle bir şey nasıl yok? Anayasa Uzlaşma Komisyonuna vatandaşlık maddesi için partiniz ne önerdi arkadaşlar? “Türk vatandaşlığı”nı değil, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı öneriyorsunuz. Başbakanınız salı günü “Bizim temelimiz Anasırı İslam’dır.” diyor.

...

[B.A.G.] (Devamla) – “Türklük ırkçılıktır.” diyor.

...

[B.A.G.] (Devamla) –“Ve biz bunu tarihten sileceğiz.” diyor. Burada büyük Türk milleti önünde yemin ettiniz, büyük Türk milleti önünde yemin ettiniz.

...

[B.A.G.] (Devamla) – O büyük ulusa parti olarak, tek tek şahıs olarak ihanet ediyorsunuz.

...

[B.A.G.] (Devamla) – Kürt milliyetçiliğini bana “ilericilik” ve “bağımsızcılık” diye yutturamazsınız. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz.

...

[B.A.G.] (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, AKP ve BDP iş birliğinin yaptığı şey tektir. Türkiye’de Kürt sorunu yoktur. Türkiye’de siz sorunu Türk sorunu yaptınız..."

11. Başvurucu 25/1/2013 günü Radikal gazetesinde yayımlanan "[B.A.G.], CHP'den İstifa Etmeli" başlıklı bir köşe yazısı yazmıştır. Yazıda B.A.G. tarafından yapılan konuşma şu şekilde eleştirilmiştir:

 "...CHP’nin neo-faşist ve ırkçı olmadığını anlatsın diye [T.nin] grup adına konuşacak dediği birinin kalkıp milletler hiyerarşisi yapıp bir de Kürtleri aşağılaması, ‘Türk ulusuyla Kürt milliyeti’ ne eşittir ne eşdeğerdedir demesi neo değil, doğrudan faşistliktir, ırkçılıktır. CHP programına aykırı, parti değerlerine terstir. Hele hele kendini korumak için bir siyasetbilimci profesörün “Bilimsel bir açıklama yaptım” demesi tam anlamıyla kendini rezil etmektir.

...

Zaten [B.A.G.nin] ırkçı sözlerine karşı parti bir şey yapmazsa bu sözler CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun sözü olarak algılanır. Bunu kendisine sosyal demokrat diyen bir lider ve örgüt kaldıramaz. Mesele bu kadar net. Var mı başka izahı?"

12. Öte yandan başvurucu 1/2/2013 günü sosyal medya hesabından -Twitter- yaptığı paylaşımda "[B.A.G.ye] göre Kürt, Türk Ulusu içindeki milletlerden biriymiş. Hanımefendi ulumaya devam ediyor. Yazık..." şeklinde ifadelere yer vermiştir. Paylaşımın içeriğinde yer alan bir gazete kupüründe -gazetenin adı ve tarihi anlaşılamıyor- B.A.G.ye atfen yer verildiği anlaşılan şu ifadeler yer almaktadır:

 "...Oysa Anadil hakkı dediğiniz şey bir tek yolla yapılabilir.Ulusal devleti ortadan kaldıracaksınız, yerine milletler devletini getireceksiniz. Bunu başka türlü yapamazsınız.Bu şarta bağlı olduğu için bu tartışma anayasaya sıkıştı zaten. Bu düzeyde tartışarak hiçbir yere varmak mümkün değil ki. Peki, nasıl olabilir diye soruyorum ben size, peki yapalım, nasıl olabilir? Şartı var, ulusal devletten vazgeçeceksiniz ve şu anda Türk ulusunun içindeki milliyetlerden biri olan Kürt topluluk için anadilini eğitimde, yargıda her yerde Türkçe gibi kullanılabilir hale getireceksiniz. Bunu yapmak demek devleti ulusal devlet olarak örgütlemekten vazgeçmek demektir..."

13. B.A.G.nin söz konusu köşe yazısı ve paylaşımla ilgili şikâyeti üzerine başvurucunun "[B.A.G.ye] göre "kürt, türk ulusu içindeki milletlerden biriymiş. Hanımefendi ulumaya devam ediyor. Yazık..." diyerek hakaret ettiği ve başka bir haber sitesinde müştekinin istifa etmesi gerektiği konusunda yazı yazdığı, ...şüphelinin üzerine atılı suçu bu haliyle işlediği ... anlaşıldığı..." iddiasıyla hakaret suçundan cezalandırılması için iddianame düzenlenmiştir. Başvurucu, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanlarında "ulumak" sözcüğünü sözlük anlamıyla değil Türk milliyetçiliğinin sembolü olarak bilinen "kurt"un çıkardığı ses olarak ve müştekinin aşırı milliyetçi söylemlerde bulunduğunu göstermek maksadıyla kullandığını ifade etmiştir. Başvurucu, köşe yazısının ise siyasi eleştiri mahiyetinde olduğunu belirtmiştir.

14. Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda köşe yazısı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmamış, başvurucunun paylaşımında geçen "Hanımefendi ulumaya devam ediyor." şeklindeki ifadelerin "düşüncelerin açıklanması ve eleştiri sınırlarının ötesinde TCK 125. maddesi gereğince şeref, onur ve saygınlığı rendice etme niteliğindeki lafız olduğuna" kanaat getirilmiş ve başvurucunun 2.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına 4/3/2014 tarihinde kesin olarak karar verilmiştir.

15. Başvurucu 2/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarışöyledir:

(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...

 (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”

B. Uluslararası Hukuk

1. İfade Özgürlüğünün Demokratik Toplumdaki Önemi

17.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)10. maddesi şöyledir:

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar...

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ... başkalarının şöhret ve haklarının korunması ... için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre 10. maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).

2. İfade Özgürlüğü ve İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasındaki İlişki

19. AİHM, kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde 10. maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan "başkalarının... haklarının korunması" ifadesine müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda - Von Hannover/Almanya (2) [BD] vAxel Springer AG/Almanya [BD], B. No:39954/08, 7/2/2012- ifade hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109),ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; Von Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/9/2004, §§ 63-66; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005), ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111), yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliğidir (Axel Springer AG/Almanya, § 95).

3. Siyasetçilerin İtibar Haklarının Korunması

 20. AİHM, ifade özgürlüğü ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin çatışması hâlinde şöhret ve itibarı söz konusu olan kişi bir siyasetçi ise ilke olarak ifade özgürlüğü lehine bir değerlendirme yapmaktadır. AİHM, Lingens/Avusturya (B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 42) kararında politikacıların kendilerine yöneltilen ağır eleştirilere tahammül etmek durumunda olduğunu vurgulamıştır:

" ...Basın özgürlüğü, halka siyasal liderlerinin düşünce ve davranışlarını tanıma ve onlar hakkında fikir oluşturma imkanı verir. Daha genel olarak siyasal tartışma özgürlüğü Sözleşme'ye hakim olan demokratik toplum anlayışının tam da merkezinde yer alır.

Bir siyasetçiyle ilgili eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahısla ilgili eleştiri sınırına göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak, her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Siyasetçi kendisine yönelik eleştirilere karşı daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır..."

21. AİHM, anılan kararında başvurucu tarafından kullanılan "adi fırsatçılık", "gayriahlaki" ve "onursuzluk" şeklindeki ifadelerin seçim sonrası siyasal tartışma ortamı içinde değerlendirilmesi gerektiğini ve bu sözlerin o tarihte Federal Hükûmetin başbakanı olan Kreisky’nin benimsediği tutuma yöneltildiğini belirterek başvurucunun hakaret suçundan mahkûm edilmiş olması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır (Lingens/Avusturya, §§ 43, 45).

22. Oberschlick/Avusturya (2) (B. No: 20834/92, 1/7/1997, §§ 31, 33) kararında, başvurucu tarafından kullanılan "geri zekâlı" kelimesinin davanın bütün koşulları ışığında bu ifadenin geçtiği makale ve makalenin yazıldığı koşullar gözetilerek değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. AİHM, "geri zekâlı" ifadesi polemiğe açık olsa da bu ifadenin Parti Lideri ve Eyalet Valisi Jörg Halder'in kendisinin de provokatif olan bir konuşmasına yanıt olarak hazırlanan bir makalede geçtiğine dikkat çekmiştir. AİHM'e göre, olgusal bir temel olmasa aşırı olarak nitelendirilebilecek bu ifade olayın şartları altında aşırı olarak değerlendirilemez.

23. Lopes Gomes Da Silva/Portekiz (B. No: 37698/97, 28/12/2000, §§ 32-34) kararında, gazeteci olan başvurucu şehir konseyi seçimlerinde aday olan birine (Bay Resende) yönelik olarak yayımladığı bir yazıda "acayip derecede gülünç", "soytarıca" ve "bayağı" şeklinde ifadeler kullanmıştır. AİHM, Portekiz mahkemelerinin kararlarını davanın bütün koşulları ışığında, ifadenin geçtiği yayın ve makalenin yazıldığı koşulları gözeterek değerlendireceğini belirtmiştir. AİHM, başvurucunun yazısının Bay Resende'nin Halk Partisi tarafından seçimlerde aday gösterileceği yönündeki haberler üzerine yayımlandığına dikkat çekmiştir. Bu durumun kamusal çıkarları ilgilendiren politik tartışmalar kapsamında olduğunu ve bu nedenle ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların dar yorumlanması gerektiğini belirten AİHM, başvurucunun yazısı ve kullanılan ifadeler polemiğe açık olsa da bunların boş yere yapılmış bir kişisel saldırı niteliğinde olmadığı tespitini yapmıştır.AİHM'e göre, olgusal bir temel olmasa aşırı olarak nitelendirilebilecek bu ifadeler olayın şartları altında aşırı olarak değerlendirilemez.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 5/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu; bir siyasetçiye yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı mahkûm edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, cezanın ertelenmemesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmaması nedenleriyle de suç ve cezada kanunilik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

26. İddianın değerlendirilmesinde esas alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

29. Başvurucunun bir siyasetçiye yönelik paylaşımları nedeniyle 2.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

31. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

(1) Kanunilik

32. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

(2) Meşru Amaç

33. Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

(3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

 i. Kavram

34. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

35. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun, §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72).

36. Diğer taraftan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40).

ii. Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanımında Ödev ve Sorumluluklar

37. Demokratik bir toplumda siyasetçileri eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte Anayasa'nın 26. maddesi tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Somut başvuruyla bağlantılı olarak söylenecek olursa siyasetçilere yönelik eleştirilerin kişilerin itibarlarına zarar verir boyuta ulaşmaması gerekir. Bu, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapan "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına herkes için geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar" getirmektedir (Örnek kararlar için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67;Önder Balıkçı, § 43). Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir cezanın "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezlikten gelmeyecektir.

iii. Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

38. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44). Bununla beraber elbette siyasetçilerin de şöhretlerini koruma hakları vardır.

39. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).

iv. İfade Özgürlüğü ile İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasında Adil Denge

40. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneltildiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ve ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

41. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir “kısıtlama”nın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir.

42. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin “gözetilen meşru amaçla orantılı” olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin “ilgili ve yeterli” görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir.

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken ilk husushem başvurucu hem de müştekinin toplumsal konumudur. Bir yanda siyaset bilimi alanında çalışan bir akademisyen olan, aynı zamanda gazeteci kimliğine sahip ve görüşleri yaygın kitleler tarafından takip edilen başvurucu; diğer yanda ise CHP'nin tanınmış bir milletvekili bulunmaktadır. Bu çerçevede kamuoyunca bilinen bir siyasetçi olarak müştekinin açıklamalarının akademik olarak ve gazeteci kimliğiyle siyasi meseleler üzerinde çalışma yapan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir.

44. Başvuru konusu olaydaki paylaşım kamuoyu tarafından tanınan bir siyasetçiye yönelik olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayın taraflarından biri olan müştekinin kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.

45. Öte yandan başvuruya konu olay, tarafların yaşamının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin olmayıp siyasi alanda yer almaktadır. Başvuruya konu paylaşımın basında ve kamuoyundamüştekinin "Kürt sorunu", "Kürt milliyetçiliği", "Türk ulusu" gibi bazı kavramlarla ilgili görüşlerine ilişkin devam eden tartışmalar kapsamında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır. Paylaşımda yer verilen milliyetçilik konusunun kamusal çıkarları ilgilendiren politik meseleler arasında olduğu ve paylaşımın çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır.

46. Başvurucu, cezalandırılmasına neden olan paylaşımında müştekinin açıklamalarına "[B.A.G.ye] göre Kürt, Türk Ulusu içindeki milletlerden biriymiş." şeklinde yer vermiş ve "Hanımefendi ulumaya devam ediyor. Yazık..." şeklindeki ifadelerle bu açıklamaları eleştirmiştir.

47. Başvuru konusu olayın şartları ve arka planı dikkate alındığında başvurucu tarafından yapılan paylaşım ve paylaşımda kullanılan ifadeler olgusal bir temele sahiptir. Şöyle ki anılan paylaşım müştekinin TBMM Genel Kurulunda ifade ettiği "Kürt sorunu", "Kürt milliyetçiliği", "Türk ulusu" gibi bazı kavramlarla ilgili görüşlerine yönelik olarak ve kamuoyunda müştekinin bu konudaki görüşlerine ilişkin yaygın tartışmaların olduğu bir dönemde yapılmıştır. Gerçekten de müştekinin 23/1/2013 tarihinde TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşma basında ve kamuoyunda geniş yankı bulmuş, bu konuşma üzerine haftalar süren bir tartışma yaşanmıştır. Anılan konuşma siyasi aktörler, köşe yazarları, akademisyenler gibi çok farklı toplum kesimlerince farklı açılardan değerlendirilmiş; lehte ve aleyhte değerlendirmelere konu olmuştur. Nitekim başvurucu cezalandırılmasına neden olan paylaşımdan önce25/1/2013 tarihinde yazdığı bir köşe yazısında da anılan konuşmayı sert bir biçimde eleştirmiştir (bkz. § 11). Anılan konuşmaya ilişkin tartışmaların devam etmekte olduğu 1/2/2013 tarihinde yaptığı paylaşımda da müştekinin görüşlerine yönelik eleştirilerini sürdürmüştür.

48. Diğer taraftan "kurt" bir sembol olarak Türk siyasal yaşamında önemli bir yer tutmakta ve çeşitli toplumsal kesimler ile bazı siyasi partiler bu sembolü kullanmaktadır. Paylaşımın yapıldığı bağlam da dikkate alındığında paylaşımda yer alan "uluma" kelimesinin Türk siyasal yaşamında bazı siyasal hareketlerin sembol olarak kullandığı "kurt"la ilişkilendirildiği anlaşılmaktadır. Bu tespit, başvurucunun paylaşımının tamamı ile paylaşımın yapıldığı tarihte kamuoyunda müştekinin milliyetçilik konusundaki görüşlerinin yaygın bir biçimde tartışılmakta olması birlikte değerlendirildiğinde anılan paylaşımın müştekinin milliyetçilik konusundaki politik görüş ve inançlarını eleştirmeye yönelik olarak yapıldığı görülmektedir.

49. Yukarıdaki tespitlere karşın, ilk derece mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan paylaşımın yapıldığı koşullara ve paylaşımda yer verilen diğer ifadelere temas etmeksizin başvurucunun paylaşımında geçen "Hanımefendi ulumaya devam ediyor." şeklindeki ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğu sonucuna varmış ve başvurucuyu mahkûm etmiştir. İlk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde olgusal bir temele sahip olmadığı takdirde aşırı olarak değerlendirilebilecek "Hanımefendi ulumaya devam ediyor." şeklindeki ifade, olayın koşulları ve paylaşımın bütünlüğü gözetilmeksizin değerlendirme konusu yapılmıştır. Bu sebeple ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyeti bakımından ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli bir gerekçelendirme sayılamaz.

50. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

52. Başvurucu; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasını, tahsil edilen ceza ve yargılama giderlerininkendisine ödenmesiniistemiş ve 100 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu, maddi tazminat talebinde bulunmamıştır.

53. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

54. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi yerine bakmakla görevli Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

55. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında talebiyle bağlı kalınarak başvurucuya net 100 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

56. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi (E. 2013/1119, K. 2014/260) yerine bakmakla görevli Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 5/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA NİHAT BEHRAMOĞLU VE GÜNEŞ BASIM YAYIM ORGANİZASYON VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/11961)

 

Karar Tarihi: 11/6/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucular

:

1. Mustafa Nihat BEHRAMOĞLU

 

 

2. Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret LTD. ŞTİ.

Vekilleri

:

Av. Özlem ŞEN ABAY

 

 

Av. Özgür Murat BÜYÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasetçiye yönelik açıklamaları nedeniyle gazeteci olan başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu (Bu karardaki başvurucu ibaresiyle aksi belirtilmedikçe birinci başvurucu Mustafa Nihat Behramoğlu kastedilmektedir.) Nihat Behram adıyla tanınmakta olup kamuoyu tarafından bilinen bir şair, yazar ve gazetecidir. Başvurucu; olay tarihinde, ikinci başvurucunun sahibi olduğu günlük Sol gazetesinde (gazete) köşe yazıları yazmaktadır.

A. Arka Plan Bilgisi

10. Ankara'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Ormanı olarak bilinen bölgeden Anadolu Bulvarı'nı Konya Yolu'na bağlayacak şekilde yol geçirilmesine ilişkin tartışmalar 1990'lı yılların başında başlamıştır. Konuyla ilgili olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) ve ODTÜ yönetiminin karşı karşıya geldiği uzun yıllar süren dava süreçleri yaşanmıştır.

11. 2013 yılında bu konudaki tartışmalar yeniden alevlenmiştir. 2013 yılı yaz aylarında yaşanan ve kamuoyunda"Gezi Parkı olayları" olarak bilinen sürecin de etkisiyle ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışmasına karşı çıkan bazı gruplar, siyasi parti temsilcileri, öğrenciler ve akademisyenler tarafından Ağustos 2013 tarihinden itibaren konuyla ilgili etkinlikler düzenlenmeye ve gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bu gösteriler zaman zaman şiddet eylemlerine dönüşmüş ve güvenlik güçleri ile protestocular arasında ciddi çatışmalar yaşanmıştır.

12. Konuyla ilgili olarak ODTÜ tarafından "Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörlüğü'nün Anadolu Bulvarı'nın Devamı Olan Yol Hakkında Açıklaması" başlığı altında 3/9/2013 tarihinde yapılan ve Belediye ile ODTÜ arasındaki ihtilaflı hususların geçmişine dair bilgiler içeren açıklamada şu hususlara yer verilmiştir:

i.Anadolu Bulvarı ve devamı olan yol, Belediye tarafından onaylanan “Ankara Nazım Planı 1990”da yer almış ve Anadolu Bulvarı bu plan uyarınca 1987 ile1988 yıllarında inşa edilmiştir. ODTÜ, Anadolu Bulvarı’nın devamı olan bu yolun kısmen arazisinden geçmesini kabul etmiş ve yolun ODTÜ arazisinin doğu sınır bölgesinden geçeceği kabul edildiğinden 1980’lerden sonra yola ayrılan bölgede ağaçlandırma yapmamıştır. Yola ayrılan arazinin bir kısmı daha sonra ilgili makamlarca I. derece doğal sit alanı olarak belirlenmiştir. Bu sit alanı kararı nedeniyle Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun statüsü Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Ankara Tabiat Varlıklarını Koruma Komisyonunun görüşlerine ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının onayına tabidir. Anadolu Bulvarı’nın devamı olan yolun yapımı sırasında ODTÜ arazisi içinde yaklaşık 3.000 ağacın yol yapımından etkilenmesi söz konusudur. Bu konu da ODTÜ mensuplarının, öğrencilerinin, mezunlarının ve doğasever Ankaralıların tepkisine neden olmaktadır.

ii. Yukarıda bahsedilen yol planlamasından farklı olarak Belediye tarafından 2007 tarihinde “Ankara Nazım Planı 2023” önerisine eklenen ikinci bir yol daha vardır. Bu ikinci yol, ODTÜ Kampüsünü ikiye bölecek bir hemzemin yol olarak tasarlanmıştır. ODTÜ, bu yol önerisine itiraz etmiş ve dava açmıştır. Dava ODTÜ lehine sonuçlanmış ve bu ikinci yol önerisi iptal edilmiştir. ODTÜ, bu yolu ancak tünel olarak yapılması hâlinde kabul edilebileceğini ifade etmiştir.

13. Nihayet 18/10/2013 tarihinde Belediye ekipleri, ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden geçecek yol çalışması için güvenlik güçleri eşliğinde çalışma başlatmışlardır. Konuyla ilgili olarak Belediye tarafından 19/10/2013 tarihinde yapılanaçıklamada, yol çalışmalarıyla ilgili gerekli izinlerin alındığı ve çalışmalara ilişkin yasal bir engel bulunmadığı ifade edilmiştir.

14. ODTÜ tarafından 19/10/2013 tarihinde "18 Ekim 2013 Cuma Gecesi ODTÜ Yerleşkesine Yapılan Müdahale ile İlgili Rektörlük Açıklaması" başlığı altında yapılan açıklamada ise yol çalışmalarıyla ilgili yasal süreçler henüz tamamlanmamasına rağmen Belediye görevlilerinin ve iş makinelerinin izinsiz olarak ODTÜ yerleşkesine girdiği belirtilmiş, bu tutumun kabul edilemez bulunduğu ve kınandığı ifade edilmiştir.

15. Ciddi toplumsal olaylar yaşanmasına neden olan ve kamuoyunda, siyaset dünyasında ve medyada uzun süren tartışmalara konu olan yol çalışmaları tamamlanarak ODTÜ yolu adıyla da bilinen 1071 Malazgirt Bulvarı 25/2/2014 tarihinde hizmete açılmıştır.

B. Başvuru Konusu Olay

16. Başvurucu tarafından gazetenin 27/10/2013 tarihli nüshasında "Vızzzz gelir" başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. Oldukça kısa olan ve sadece bir paragraftan oluşan yazının ilgili kısımları şu şekildedir:

"...Şuna bak yolsuzluk şampiyonu Gökçek'in yol yapma bahanesi ile ODTÜ ormanına yönelik hayat düşmanı saldırısını Hacı Bozdağ orman kanuncusu ruhu ile savunup eklemiş, her hizmetin çevreye dokunan bir yanı vardır..."

17. Olayların yaşandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye başkanı olan İbrahim Melih Gökçek (davacı) söz konusu yazıda geçen "yolsuzluk şampiyonu" şeklindeki ifadelerin kişilik haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle manevi tazminat davası açmıştır.

18. Davayı gören Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesi aşağıdaki gerekçelerle temyiz yolu açık olmak üzere davanın kısmen kabulüne karar vermiş ve başvurucuları 1.250 TL manevi tazminat ödemeye mahkûm etmiştir:

"..27/10/2013 tarihli yazıda Büyükşehir Belediye Başkanı olan davalı hakkında ... ifadelerine yer verildiği , sarf edilen sözlerin katlanılması gayrikabil nitelikte olup, eleştiri sınırlarını aştığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği, davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu ve dolayısıyla manevi tazinatın koşullarının oluştuğu anlaşıldığından tarafların mali ve içtimai durumları ve gazetenin tirajı da nazara alınarak davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verilmesi yönünde mahkememizde tam ve sağlam bir vicdani kanaat hasıl olmuş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur..."

19. İlk derece mahkemesinin temyiz yolu açık olmak üzere verdiği bu karara karşı başvurucuların yaptığı başvuru, Yargıtayca 13/5/2015 tarihinde temyize konu olan tutarın Kanun'da öngörülen düzeye ulaşmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Red kararı başvuruculara 17/6/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucular 20/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

22. İfade özgürlüğünün demokratik toplumdaki önemi, ifade özgürlüğü ve itibarın korunmasını isteme hakkı arasındaki ilişki ve siyasetçilerin itibar haklarının korunmasıyla ilgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir.

23. Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rolün altını birçok kez çizmiştir. AİHM'e göre basının -görev ve sorumluluklarının bilincinde olarak- kamu yararını ilgilendiren her konuyu iletme görevi vardır. AİHM, basının böyle konularda bilgi ve fikir yaymadan ibaret olan görevine kamunun bu fikir ve bilgileri alma hakkı eklendiğini hatırlatmıştır. AİHM’e göre bu görevi olmasa basın, vazgeçilmez kamusal “gözetleyici” (watchdog) rolünü oynayamaz (Bladet Tromsø ve Stensaas/Norveç [BD], B. No: 21980/93, 20/5/1999, §§ 59, 62;Pedersen ve Baadsgaard/Danimarka [BD], B. No: 49017/99, 17/12/2004, § 71; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD]B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 102).

 24. AİHM, Radio France/Fransa (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37) kararında basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini belirtmiştir:

"Mahkeme "görev ve sorumluluklar"ın, ifade özgürlüğünün doğasından kaynaklandığını yineler. 10. madde tarafından kamusal yararlara ilişkin meselelerin aktarılması içingazetecilere sağlanan güvencenin şartı, gazetecilik etiğine uygun olarakonların kesin ve güvenilir bilgi sağlamak konusunda iyi niyet sahibi olmalarıdır (örneğin bkz.Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 65;Colombani ve diğerleri/FransaB. No: 51279/99,25/06/2002, §65). Ne var ki basın özgürlüğü belli dereceye kadar abartmaya hatta kışkırtmaya (provocation) izin verir (bkz. özellikle, Bladet Tromsø and Stensaas/Norveç, § 59)..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 11/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

26. Başvurucular; bir siyasetçiye yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı aleyhlerine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün, bilirkişi incelemesi yapılması yönündeki taleplerinin reddi ile davada aleyhlerine karar verilmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

27. Bakanlık görüşünde;

 i. Anayasa Mahkemesi ve AİHM'in konuya ilişkin içtihatlarından hareketle, somut başvuruda değerlendirilmesi gereken hususun başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediği olduğunu,

 ii. Siyasal bir rolü olan kişilere karşı yöneltilen eleştirinin kabul edilebilir sınırlarının sıradan bir kişiye göre daha geniş olduğunu ancak AİHM'in bir kişinin kamu tarafından tanınan bir kişi olması veya kamusal bir tartışma bağlamında eleştirilmiş olması hâlinde bile özel hayatına saygı gösterilmesi ve özel hayatının korunması konusunda meşru bir beklentisinin olduğunu kabul ettiğini,

 iii. Öte yandan kişinin “belli bir olay temelinde, somut argümanlar kullanılarak ve belli bir disiplin çerçevesinde” eleştirilmesi ile “hiçbir somut argüman ve illiyet unsuru bulunmaksızın hakaret içeren söz ve eylemlere muhatap olması” arasındaki ayırımı sağlıklı oluşturmak gerektiğini, bu ayırım oluşturulurken uygulayıcıların kullanacakları temel ölçütlerin “somut, rasyonel, ölçülebilir ve denetlenebilir” olmasına özen göstermek gerektiğini, toplumda hâkim olan örf, gelenek, ahlak, estetik gibi değer yargılarının da bu ölçme ve değerlendirme mekanizmasında dikkate alınması gerektiğini,

 iv. Bir söz veya davranışın “bağlamı” önemli olmakla birlikte “toplumdaki karşılığı”nın da hukuki yorum ve değerlendirmelerde gözönünde bulundurulması gerektiğini; bu ayrım doğru bir şekilde yapılmaz ise sosyal ve siyasal hayatta hiçbir karşılığı bulunmayan, kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşan, hakarete varan ifadelerin hukuki koruma şemsiyesi altında meşruiyet kazanma tehlikesi bulunduğunu,

 v. Siyasal hayatta rol alan kişilere yöneltilen eleştiri daha geniş olmakla birlikte bu durumun eleştiri sınırlarını aşarak hakaret içeren söz ve ifadelerin kullanılabileceği şeklinde asla yorumlanamayacağını, dolayısıyla siyasetçilerin veya kamuoyu önünde daha fazla olan tanınmış ve meşhur kişilerin kişisel şeref ve itibar haklarını yok edecek veya anlamsız kılacak söz veya davranışların adil denge kurulurken ifade özgürlüğü bağlamında daha fazla korumayı hak edeceği şeklinde kesin bir kanaatin ön yargılı bir değerlendirme olacağını,

 vi. Anayasa Mahkemesinin;

 - Nilgün Halloran (B. No: 2012/1184, 16/7/2014) başvurusunda, başvurucunun “aşağılık duygularının yansısı” şeklinde hakaret içeren elektronik ileti göndermesi nedeniyle derece mahkemesince tazminata mahkûm edilmesini,

 - Emin Aydın (B. No: 2013/2602, 23/1/2014) başvurusunda ise gazeteci olan başvurucuya bir ilin ilçe emniyet müdürünü kastederek “ucuz olmak” şeklinde kaleme aldığı köşe yazısı nedeniyle verilen adli para cezasını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararını ifade özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmediğini,

 vii. AİHM'in de;

 - Pakdemirli/Türkiye (B. No: 35839/97, 22/2/2005) başvurusunda başvurucu tarafından kullanılan bazı kelimelerin (yalancı, iftiracı, Çankaya'nın şişmanı, dar kafalı, lastikleri patlasın, öbür dünyaya gidince Allah affetmez), siyasi bir eleştiri olmaktan çok bir hakaret ve beddua tufanı olduğunu belirttiğini; polemik gibi görünen ve belli ölçüde asılsız bir kişisel saldırı içeren bu sözlerin siyasi bir tartışma içindeki bir görüş kapsamında çözümlenebilmesinin zor olduğunu ifade ettiğini,

 - Jalbă/Romanya (B. No: 43912/10, 18/2/2014) kararında bir kamu görevlisinin itibarının yeterince korunmamış olması nedeniyle ihlal kararı verdiğini,

 - Janowski/Polonya ([BD], B. No: 25716/94, 21/01/1999) kararında bir gazetecinin hakaret nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal etmediğine karar verdiğini,

 viii. başvuruya konu ifadelerin o dönemde kamuoyunun ciddi manada ilgisini çeken ve üzerinde birçok tartışma yaşanan bir olay kapsamında kullanıldığını; bu kapsamda bu ifadelerin kullanılış biçiminin, hedeflenen gayenin, olayın gelişiminin ve tarafların tutumunun da dikkate alınmasının yerinde olacağını;

 ix. yazıdaki ifadelerin o tarihte gündemde olan toplumsal tartışmaya ve bu tartışmaya katkı sağlamak amacıyla kaleme alındığı belirtilen yazıya katkı sağlayıp sağlamadığının, görüşün açıklanması için kullanılmasının gerekli olup olmadığının ve siyasi dahi olsa üçüncü şahısların kişilik haklarının tecavüzü niteliğinde bulunup bulunmadığı hususlarının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesinin uygun olacağını,

 x. ayrıca mevcut başvuruda şikâyete konu yaptırım kararının orantılılık açısından da incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

28. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında esas olarak başvuru formunda ileri sürdükleri iddiaları tekrar etmişlerdir. Başvurucular ayrıca, bazı AİHM kararlarından örnekler sunarak Bakanlığın yarışan haklar arasında önceliğin şeref ve itibarın korunmasına verilmesi gerektiği ve kendi aleyhlerine hükmedilen tazminatın orantılı görülebileceği yönündeki değerlendirmelerine katılmadıklarını ifade etmişlerdir.

B. Değerlendirme

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

30. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Somut başvuruda, ilk derece mahkemesince verilen kararda başvurulabilecek kanun yolunun hatalı gösterilmesi nedeniyle başvurucunun temyiz başvurusu reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında; ilk derece mahkemelerinin bir davanın taraflarını kanun yoluna ilişkin meselelerde hatalı yönlendirmesi hâlinde oluşan hukuki belirsizliğin onların aleyhine yorumlanamayacağına karar vermiştir (Temyiz sürelerinin hatalı gösterilmesine ilişkin başvurular yönünden bkz. Aktif Elektrik Müh. İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2012/855, 26/6/2014, §§ 28-50; Kommersan Kombassan Mermer Maden İşletmeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri, B. No: 2013/7114, 20/1/2016, §§ 30-57). Bu nedenle somut başvuru bakımından etkili olmayan temyiz yoluna başvuru konusunda başvurucu ilk derece mahkemesi kararı nedeniyle yanılgıya düşmüş olduğundan başvurunun süresinde yapıldığının kabulü gerekir.

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

33. Köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucuların 1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

35. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

36. 6098 sayılı Kanun’un “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

37. Başvurucuların tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii.Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(1) Genel İlkeler

(a) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

38. Anayasa Mahkemesi "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.

(b) Ölçülülük

39. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir(AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72). Bu sebeple mevcut başvuruda hükmedilen tazminatın davacının maruz kaldığı düşünülen zararıyla makul bir ölçülülük ilişkisi içinde olması gerekir.

(c) Basın Özgürlüğü

40. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunudaha önce pek çok kez ifade etmiştir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ve bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

(d)İfade Özgürlüğünün Kapsamı

41.Öte yandan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40). Bu itibarla bir gazetede yer alan köşe yazısında yer alan bilgiler başkaları açısından “değersiz” veya “yararsız” görülse bile kişilerin subjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasındadır.

(e) Basının Ödev ve Sorumlulukları

42. Demokratik bir toplumda basına, siyasetçileri ve kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı "görev ve sorumluluklar" getirmektedir (Basının görev ve sorumluluklarına ilişkin bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67; Önder Balıkçı, § 43).

43. Bu görev ve sorumluluklar "başkalarının şöhret ve hakları"nın zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır. Kötü niyetli olarak gerçeğin çarpıtılması kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşabilir. Dolayısıyla haber verme görevi zorunlu olarak ödev ve sorumluluklar ile basın kuruluşlarının kendiliğinden uymaları gereken sınırlar içermektedir (Orhan Pala, § 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61).

44. Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi basın özgürlüğüne yapılan müdahalelerin "demokratik bir toplumda gerekli" olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezden gelmeyecektir.

(f) Bireyin Şeref ve İtibarının Korunması

45. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda basının uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemekle ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44). Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduğunu ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).

46. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda, aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun konuşmasındaki iddialar ve ifadeler nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir.

(g) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

47. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şu şekilde sayılabilir:

1- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı

2- Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı

3- Haber veya makalenin yayımlanma şartları

4- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları

5- Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı

6- Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği

7- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları

8- Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı

48. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından yazılan yazının -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

(h) İfade Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi

49. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik toplum düzeninin gerekleri”ne ve “ölçülülük” ilkelerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan § 56; Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, § 36). İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvuruya konu yazıda ele alınan konu, ODTÜ Ormanı'nda bulunan arazi içinden çok sayıda yetişmiş ağacın kesilmesi suretiyle gerçekleştirilecek olan bir yol çalışmasına ilişkin olup bu konunun kamusal çıkarları ilgilendiren meseleler arasında olduğu ve yazının çerçevesinin baskın bir şekilde kamusal meseleler alanında kaldığı açıktır.

51. Diğer taraftan başvuruya konu yazının konusu oluşturan olay, tarafların yaşamının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin olmayıp siyasi alanda yer almaktadır. Gerçekten de ODTÜ Ormanı olarak bilinen bölgeden yol geçirilmesine ilişkin çalışmalar basında ve kamuoyunda geniş yankı bulmuş, bu mesele üzerine haftalar süren bir tartışma süreci yaşanmıştır. Anılan çalışmalar siyasi aktörler, köşe yazarları, akademisyenler gibi çok farklı toplum kesimlerince farklı açılardan değerlendirilmiş; lehte ve aleyhte değerlendirmelere konu olmuştur.

52. Bu çerçevede kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılmakta olan bir konuya ilişkin olarak yazılan yazının kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır. Başka bir ifadeyle başvurucunun dava konusu yazıda kendi bakış açısından Türkiye'de gündemde olan ve bu yönüyle kamunun bu konudaki fikir ve bilgileri alma hakkının da önemli olduğu bir icraatı eleştirmesinin genel olarak kamu yararını ilgilendiren bir meseleyle ilgili olduğu konusunda şüphe yoktur. Öte yandan başvuru konusu yazı, yol çalışmasına ilişkin tartışmaların devam ettiği ve konunun güncelliğini koruduğu bir tarihte yazılmıştır.

53. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken bir diğer husus hem başvurucu hem de davacının toplumsal konumlarıdır. Bir yanda gazeteci kimliğine sahip ve görüşleri yaygın kitleler tarafından takip edilen başvurucu, diğer yanda ise tanınmış bir siyasetçi olan ve olay tarihinde Ankara Büyükşehir Belediye başkanı sıfatına sahip davacı bulunmaktadır. Bu çerçevede kamuoyunca bilinen bir siyasetçi olarak davacının icraatlarının gazeteci kimliğiyle siyasi meseleler üzerinde yazılar yazan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir.

54. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayda davacıya yönelik olarak kullanılan sözlerin onu incittiği söylense bile Ankara Büyükşehir Belediye başkanı ve tanınmış bir siyasetçi olan davacının üstelik çokça tartışılan bir icraatla ilgili olarak kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.

55. Başvurucunun, tazminat ödemesine neden olan yazısında kullandığı "yolsuzluk şampiyonu" ifadesiyle davacıyı sert bir şekilde eleştirdiği kabul edilebilir. Bununla birlikte ilk olarak bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemek yargı mercilerinin görevi değildir. İkinci olarak ise basın özgürlüğünün -demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak- bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık,B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 77).

56. Öte yandan ilk derece mahkemesi kararında başvuruya konu yazının yayımlanmasının davacının hayatına kayda değer bir etkisinin olduğu gösterilmemiştir. Yazının davacının özel hayatı ile ilgisinin olmadığı, kaba hakaret içermediği ve keyfî kişisel saldırı boyutuna da ulaşmadığı gözetildiğinde geriye başvurucunun yazıyı yazarken kullandığı polemik içeren agresif usulü kalmaktadır. Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık, § 78).

57. İlk derece mahkemesi, başvurucunun yazısındaki sözlerin davacının şeref ve itibarına karşı hangi surette saldırı oluşturduğu ve tazminat ödemeyi gerektiği hususunda yeterli bir değerlendirme yapmaksızın yazının bir bütün olarak katlanılamaz nitelikte olduğu, yazıda eleştiri sınırlarının aşıldığı, öz ile biçim arasındaki dengenin muhafaza edilmediği ve yazının davacının kişilik haklarını ihlal eder nitelikte olduğu sonucuna ulaşmıştır.

58. İlk derece mahkemesi; başvurucunun yazısının yazıldığı koşulları, davacının siyasi kimliğini, yazıya konu olan meselenin kamusal niteliğini, kamuoyunda bu konuda süregelen bir tartışma olduğunu ve halkın kamusal meselelere ilişkin bilgi alma hakkını dikkate almadan başvurucuları tazminat ödemeye mahkûm etmiştir.

59. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında ilk derece mahkemesinin davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucuların Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüğü haklarına uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesince ifade ve basın özgürlüğünün korunması ile özel hayatın bir unsuru olan şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu kapsamda ilk derece mahkemesince, başvurucular aleyhine hükmedilen tazminat kararı için gösterilen gerekçeler ilgili ve yeterli kabul edilemez.

60. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

1. Genel İlkeler

62. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde, gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.

64. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Bkz. Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

65. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.

66. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.

67. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.

68. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Başvurucular; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasını ve her biri için ayrı ayrı 10.000 TL maddi 5.000 TL manevi olmak üzere toplam 30.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

70. Başvurucuların, ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

71. Anayasa Mahkemesi köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle başvurucuların 1.250 TL tazminat ödemesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

72. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucuların bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade ve basın özgürlüklerinin ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile Anayasa'nın 28. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan basın özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/461, K.2014/307) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müştereken net 4.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SİNAN BARAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/11494)

 

Karar Tarihi: 11/6/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucu

:

Sinan BARAN

Vekili

:

Av. Kenan MAÇOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, siyasetçiye yönelik eleştirilerden dolayı adli para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 1989 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir.

10. Kamuoyunda kürtaj konusunda yoğun tartışmalar yaşanan bir dönemde, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Melih Gökçek (müşteki) 27/5/2012 tarihinde sosyal medya sitesi Twitter'daki G.S. isimli bir kadın kullanıcıyla aralarında geçen tartışma sonucu "Sen çok mu kürtaj yaptırdın. Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu?" şeklinde G.S.ye doğrudan mesaj atmıştır.

11. G.S. kendi Twitter hesabından müştekinin anılan mesajını herkes tarafından görülecek şekilde paylaşmıştır. Bu paylaşım üzerine Twitter'da "EdepsizsinMelihGökçek" ve "TerbiyesizsinMelihGökçek" isimli konu başlıkları (hashtag) açılmıştır.

12. Başvurucu, kendi Twitter hesabından "Twitterdaki #EdepsizsinMelihGökçek hastagine bile tahammül edemeyip sansürlettiğin için #EdepsizsinMelihGökçek" şeklinde paylaşım yapmıştır.

13. Müşteki bu paylaşımla kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle şikâyette bulunmuştur. Şikâyet sonucunda düzenenlenen iddianameyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istenmiştir.

14. Yargılamayı yapan Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi 4/5/2015 tarihinde; başvurucunun www.twitter.com isimli sosyal paylaşım sitesi hesabından "edepsizsin" sözcüğünün yer aldığı mesajı yazmak suretiyle müştekiye hakaret ettiği gerekçesiyle başvurucunun hakaret suçundan 1.500 TL para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir.

15. Başvurucunun bu karara itirazı Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25/5/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı 15/6/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 10/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun

17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarışöyledir:

(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...

 (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”

2. Yargıtay Kararı

18. Yargıtay 18. Ceza Dairesinin konuyla ilgili 16/5/2017 tarihli ve E.2015/29159, K.2017/5842 sayılı kararı şöyledir:

"...İnceleme konusu somut olayda; suça sürüklenen çocuğun, twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde, EdepsizsinMelihGökçek adlı konu başlığı altında iki adet yorumda bulunduğu ve bu şekilde katılana hakaret ettiği iddiası ile dava açılıp, suçun maddi unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir...

Sonuç olarak, suça sürüklenen çocuğun yorumlarının yazıldığı yer ve zaman unsurları da gözetildiğinde, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, eleştiri niteliğindedir. Aksi düşünce, suçla korunmak istenen değeri ölçüsüz bir şekilde genişletmek ve ifade özgürlüğünü ön plana çıkaran evrensel hukuk düşüncesiyle bağdaşmayan bir yorum anlamına gelebilecektir. Bu itibarla, hakaret suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığından tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir.

Eylemeve yükletilen suça yönelik, katılan İbrahim Melih Gökçek vekilinin temyiz iddiaları yerinde görülmediğinden, tebliğnameye aykırı olarak, temyiz davasının esastan reddiyle hükmün onanmasına, 16/05/2017tarihinde oy birliğiyle karar verildi."

B. Uluslararası Hukuk

19. İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 11/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

21. Başvurucu; bir siyasetçiye yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı mahkûm edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

22. Bakanlık görüşünde;

 i. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin konuya ilişkin içtihatlarından hareketle somut başvuruda değerlendirilmesi gereken hususun başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında adilbir dengenin gözetilip gözetilmediği olduğunu,

 ii. Bu değerlendirme yapılırken genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı, hedef alınan kişinin tanınmışlık seviyesi, açıklamanın konusu, ilgili kişinin olaydan önceki tutumu, yayımın içeriği, şekli ve sonuçları ile somut olayın koşulları gibi hususların gözönünde bulundurulması gerektiğini,

 iii. Somut başvuru kapsamında başvurucunun sözlerinin o dönemde kamuoyunun ciddi manada ilgisini çeken ve üzerinde birçok tartışma yaşanan bir olay kapsamında söylendiğini, bu kapsamda paylaşımda kullanılan konu başlığının başvurucu tarafından açılıp açılmadığı, konu başlığının kullanılış biçimi, hedeflenen gaye, olayın gelişimi ve tarafların tutumunun da dikkate alınmasının yerinde olacağını,

 iv. Ayrıca mevcut başvuruda şikâyete konu yaptırım kararının orantılılık açısından da incelenmesi gerektiğini ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

23. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

25. Başvurucunun bir siyasetçiye yönelik paylaşımları nedeniyle 1.500 TL para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

26. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

27. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenmiş olan kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

28. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

29. Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(1) Genel İlkeler

(a) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

30. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Derece mahkemelerinin böyle bir ihtiyacın bulunup bulunmadığını değerlendirmede belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir.

(b) Ölçülülük

31. Öte yandan temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72).

(c) İfade Özgürlüğünün Kapsamı

32. Diğer taraftan Anayasa’nın 26. maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40).

 (d)Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanımında Ödev ve Sorumluluklar

33. Demokratik bir toplumda siyasetçileri eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte Anayasa'nın 26. maddesi tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Somut başvuruyla bağlantılı olarak söylenecek olursa siyasetçilere yönelik eleştirilerin kişilerin itibarlarına zarar verir boyuta ulaşmaması gerekir. Bu, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapan "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki Anayasa'nın 12. maddesinin ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Anayasa'nın 26. maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına herkes için geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (Örnek kararlar için bkz. Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67;Önder Balıkçı, § 43). Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun koşullarına ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir cezanın demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelerken meselenin bu yönünü görmezlikten gelmeyecektir.

(e) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

34. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44). Bununla beraber elbette siyasetçilerin de şöhretlerini koruma hakları vardır.

35. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır(Siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).

(f)İfade Özgürlüğü ile İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasında Adil Denge

36. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin, yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

37.Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir.

38. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin gözetilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir.

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvuru konusu olayda sade bir vatandaş olan başvurucu, tanınmış bir siyasetçi olan müştekiye yönelik ifadeleri nedeniyle adli para cezası ile cezalandırılmış ve hakkında HAGB kararı verilmiştir. Başvurucu, cezalandırılmasına neden olan paylaşımında müştekinin açıklamalarına "Twitterdaki #EdepsizsinMelihGökçek hastagine bile tahammül edemeyip sansürlettiğin için #EdepsizsinMelihGökçek" şeklindeki ifadelerle müştekinin paylaşımını eleştirmiştir.

40. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken ilk hususmüştekinin toplumsal konumudur. Müşteki kamuoyu tarafından yakından tanınan ve takip edilen, olayların yaşandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olan bir siyasetçidir.

41. Başvuru konusu olaydaki paylaşım kamuoyu tarafından tanınan bir siyasetçiye yönelik olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeple eldeki başvuruya konu olayın taraflarından biri olan müştekinin kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.

42. Öte yandan başvuruya konu olay, tarafların yaşamının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin değildir. Başvurucunun paylaşımı, basında ve kamuoyundaKürtaj konusuyla ilgili devam eden tartışmalarla ilgili olarak müştekinin paylaşımı üzerine yapılmıştır.

43. Başvuru konusu olayın şartları ve arka planı dikkate alındığında başvurucu tarafından yapılan paylaşım ve paylaşımda kullanılan ifadeler olgusal bir temele sahiptir. Şöyle ki anılan paylaşım kamuoyunda kürtaj tartışmalarının süregeldiği bir dönemde ve müştekininG.S. isimli bir kadın kullanıcıya yönelik "Sen çok mu kürtaj yaptırdın. Bu kadar bağırmanın nedeni bu mu?" şeklindeki doğrudan mesajının sosyal medyada yayılması üzerine yapılmıştır. Başvurucu, paylaşımıyla müştekinin paylaşımına yönelik eleştirileri ifade etmiştir. Nitekim Yargıtay da başvuru konusu olayı ilgilendiren bir kararında, "EdepsizsinMelihGökçekadlı konu başlığı altında yapılan bazı yorumları değerlendirmiş ve hakaret suçunun oluşmadığına karar vermiştir (bkz. § 18).

44. Yukarıdaki tespitlere karşın ilk derece mahkemesi, başvurucu tarafından yapılan paylaşımın yapıldığı koşullara ve paylaşımda yer verilen diğer ifadelere temas etmeksizin başvurucunun paylaşımında geçen "edepsizsin" sözcüğünün hakaret suçunu oluşturduğu sonucuna varmış ve başvurucuyu mahkûm etmiştir. İlk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde başvurucunun paylaşımı olayın koşulları ve paylaşımın bütünlüğü gözetilmeksizin değerlendirme konusu yapılmıştır. Bu sebeple ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyeti bakımından ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli bir gerekçelendirme sayılamaz.

45. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

1. Genel İlkeler

47. 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde, gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında “ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi”, diğer bir ifadeyle “ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedil[mesi]” de gerekir.

48. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir.

49. Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Bkz. Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

50. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır.

51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir.

52. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesiyle işaret edilen yeniden yargılama kavramı, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan belli yönlerden farklılık taşımaktadır. Kuşkusuz ki Anayasa Mahkemesinin yeniden yargılamaya hükmettiği durumlarda da derece mahkemesi kesin hükme bağlanmış bir uyuşmazlığı yeniden ele almaktadır. Bu yönüyle ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi müessesesi ile Anayasa Mahkemesince yeniden yargılamaya hükmedilmesi arasında bir farklılık bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür.

53. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir.

2. İlkelerin Olaya Uygulanması

54.Başvurucu; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasını istemiştir.

55. Anayasa Mahkemesi başvurucunun, sosyal medya paylaşımları nedeniyle mahkeme tarafından hakaret suçundan 1.500 TL para cezası ile cezalandırılmasına ve HAGB'ye karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

56. Bu durumda ifade özgürlüğü ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2015/442, K.2015/527)GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KEMAL KILIÇDAROĞLU BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2015/1220)

 

Karar Tarihi: 18/7/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 2/8/2018-30497

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Yunus HEPER

Başvurucu

:

Kemal KILIÇDAROĞLU

Vekili

:

Av. Halil İbrahim YOLCU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasi parti lideri olan başvurucunun dile getirdiği bazı iddialardan dolayı tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

7. Konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/1225, 2015/3100, 2015/6165, 2015/6939, 2015/11072 ve 2017/6656 numaralı bireysel başvuru dosyalarının 2015/1220 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu -olayların geçtiği tarihte ve hâlen- Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Genel Başkanıdır. Başvurucu, başka birçok platform yanında Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) grup toplantılarında ve TBMM Genel Kurulunda da belirli periyotlarla gündeme dair görüşlerini açıklamaktadır.

10. Başvurucu, 2010 yılı sonunda TBMM Genel Kurulunda, CHP grup toplantılarında, bazı basın açıklamalarında ve televizyon programlarında Kayseri Büyükşehir Belediyesiyle (Belediye) ilgili bazı iddialarını kamuoyuyla paylaşmıştır. Anılan iddialar aynı tarihlerde, siyasi aktörler, köşe yazarları, akademisyenler gibi çok farklı toplum kesimlerince değerlendirilmiş; lehte ve aleyhte değerlendirmelere konu olmuştur.

11. Derece mahkemelerinin kararlarındaki tespitlere göre başvurucu, H.A.H.nin ifadelerini konuşmalarına dayanak almıştır. Bu şahıs, Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında yürütülen dolandırıcılık iddiasına dayalı soruşturmada yaptığı savunmalarında bazı belediye çalışanları hakkında rüşvet aldıklarına yönelik iddialarda bulunmuştur. Adı geçen şahıs 17/7/2007 tarihinde münhasıran Belediyedeki yolsuzluklara ilişkin ifade vermiştir. H.A.H. hakkında Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış ve dolandırıcılık ile resmî belgede sahtecilik suçlarından H.A.H.nin cezalandırılmasına karar verilmiştir. H.A.H.nin bahsi geçen iddiaları sonucunda elli kişi hakkında soruşturma açılmış, ancak soruşturmanın sonucunda Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı bu kişilerin tamamı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Konuyla ilgili idari soruşturmada da iddialar soyut olduğundan ilgililer hakkında soruşturma açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

12. Başvurucunun konuşmalarından bir kısmı sebebiyle aleyhine manevi tazminat davaları açılmıştır. Aşağıda sırasıyla başvurucunun iddialarını dile getirdiği konuşmalara, açılan tazminat davalarına ve Anayasa Mahkemesine başvuru sürecine ilişkin bilgilere yer verilmektedir.

A. Başvurucunun Kayseri Büyükşehir Belediyesine Yönelik İddiaları

13. Derece mahkemeleri tarafından verilen bazı kararlarda başvurucunun 27/12/2010 tarihinde Star TV Arena Programında, 28/12/2010 tarihli CHP Grup Toplantısında, 8/1/2011 tarihinde Adana ilinde yaptığı bir konuşmada, 11/1/2011 tarihli CHP Grup toplantısında da aynı iddiaları dile getirdiği ifade edilmiştir. Ancak derece mahkemeleriyalnızca 13/12/2010 tarihinde TBMM Genel Kuruluna hitaben yapılan konuşmada ve konuşma sonrası basına yapılan açıklamalar ile 14/12/2010 tarihli basın açıklamasını kararlarına dayanak almışlardır. Başvurucunun, daha sonra tazminat davasına konu edilen ve derece mahkemeleri tarafından değerlendirilen konuşmaları şu şekildedir:

1. 13/12/2010 Tarihinde TBMM Genel Kuruluna Hitaben Yapılan Konuşma ve Konuşma Sonrası Basına Yapılan Açıklamalar

14. TBMM tutanaklarına göre 13/12/2010 tarihinde başvurucu tarafından 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2009 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri esnasında yapılan konuşmanın başvuru konusu olayla ilgili kısımları şu şekildedir:

[Kemal Kılıçdaroğlu] - …Değerli arkadaşlarım, yolsuzluk, bu iktidarın en ciddi sorunlarından birisidir, en ciddi temel sorunlarından birisidir. Bakın, 17/07/2007 tarihinde … diye bir yurttaş -Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise rüşvet çarkının nasıl döndüğünü bütün ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından, imzalıyor ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor. Rüşveti toplayan kişi bu; taksi duraklarından, benzin istasyonlarından ve diğer yerlerden. Yıllardır devam eden bir prosedür. Bütün bunların hepsini ayrıntılı anlatıyor. Anlattıktan sonra emniyet, rüşvet, irtikap, resmî belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılıkla cumhuriyet savcılığına gönderiyor. Filme de alınıyor, videoya da alınıyor ama video gizli. 26 sayfalık bu itiraf ne oluyor biliyor musunuz? 16 sayfaya indiriliyor. Şimdi, birinci soru: 26 sayfalık itiraf niçin 16 sayfaya indi? Kime soruyorum? Adalet Bakanına soruyorum. Bilmeliyiz. Onun içinde Kayseri Ana Kent Belediye Başkanının rüşvet olaylarıyla ilgili bölümler mi çıkarıldı yoksa başka bir nedenle mi çıkarıldı? Bu sorunun yanıtını bekliyorum.

 [A.K.] (Afyonkarahisar) – Varsa söyle.

 [Kemal Kılıçdaroğlu] (Devamla) – İki tutanak da elimde. Ben onlardan önce isterim.

Sonra ne oluyor? Gidiyor savcıya. Savcı Bey’in adı … Savcı, emniyetin gönderdiği rüşvet, irtikap değil, bunu memur suçlarıyla ilgili bir olay dolayısıyla Bakanlığa yazıyor ve izin istiyor Adalet Bakanlığından. Adalet Bakanlığı, haklı olan bir gerekçeyle bunu Valiliğe gönderiyor, konuyu ön inceleme yapın, izin verip vermeyeceğimize karar verelim diye. Ön inceleme yapılıyor değerli arkadaşlar, bir vali vekili konuyu araştırıyor, …. Komisyon kuruluyor, raporu düzenliyor, Adalet Bakanlığına gönderdiği yazıda diyor ki: Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı [M.Ö.] ve diğer belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu’nun 252’sine giriyor, rüşvet suçunu oluşturduğundan 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 17’nci maddesi kapsamında işlem yapılmasını istiyor. Vali vekili basıyor imzayı ve gönderiyor. Bir önemli gelişme oluyor. Bunun ekinde de bir rapor var, bu yazının ekinde daha önce alınmış ifadeler, tutanaklar ve raporlar da var. Bu Vali, bunu imzaladıktan otuz sekiz gün sonra görevden alınıyor, başka bir ile gönderiliyor, Gaziantep’e. Olabilir, bir ihtiyaç çıkmıştır, olabilir.

Bakanlık gayet güzel bir uygulama yapıyor ve bunu savcılığa gönderiyor, diyor ki: ‘Bize geldi, ekindeki raporlar da bunlardır, gereğini yapın.’ Savcılık diyor ki: Vali Bey’in yaptığı gibi değil, emniyet müdürünün yaptığı gibi değil. Yine, memur suçlarından ötürü, dava açmak için izin istiyor. Yanıt gelmiyor Bakanlıktan. İkinci bir yazı yazıyor, ‘izin verin’ diye. Bunun üzerine Bakanlık yazı yazıyor, ‘İzin verdik, araştırın konuyu.’ Diyor. Konu araştırılıyor, yine gidiyor, bu kez bir başka vali yardımcısı olayı araştırmakla muhakkik olarak atanıyor. Prosedürde bir eksiklik yok. Bu Vali Yardımcısı, …, Kocasinan ve Melikgazi belediyelerinden bilirkişi istiyor olayı araştırmak üzere. Kocasinan Belediyesi 30/11/2007’de bir halk sağlığı uzmanı ile bir harita mühendisini görevlendiriyor. Melikgazi Belediyesi ise 4/12/2007 tarihinde görevlendiriyor. Ama ciddi bir şey var: 4/12’de bilirkişi görevlendiriyorsunuz, ama bu Vali Vekilimiz 3/12’de raporunu Valiliğe sunuyor bir gün önceden. Nasıl oluyor bu? Daha bilirkişi gelecek, inceleyecek; bir gün önceden gönderiyor. Şimdi, bir gün önceden görevlendiriyor ve Sayın Vali [O.G.] -Vali o zaman orada, bir dönem bakanlık yaptı kısa süre- ‘Ben de aynı kanaatteyim, burada hiçbir şey yoktur, dosyanın kapatılması lazım.’ Diyor, basıyor imzayı. Ama bir şey var değerli arkadaşlar: Sayın Vali, ondan önce kararnamesi çıkmış ve Müsteşarlık görevine atanmış birisi yani imzalarken, kararnamesi daha önce Resmî Gazete’de yayımlanmış, Müsteşarlığa atanmış birisi yani Kayseri Valisi değil. O gidiyor, imzaladıktan sonra Bakanlığa gönderiyor. Bakanlığa gittikten sonra, aynı [O.G.], bu kez de Müsteşar olarak kendisinin gönderdiği yazıyı alıyor, Sayın Bakanın onayına sunuyor ve diyor ki: ‘Burada hiçbir şey yoktur, dosyayı kapatalım.’ Ve dosya kapanıyor.

Şimdi, benim sorum şu: Ben Sayın Başbakana burada siz bunu yaptınız demiyorum, ama Sayın Başbakanın vicdanına sesleniyorum: Bu olayın üzerine giderseniz -ben daha bir ucunu çektim yalnız, çok büyük bir olay bu- olayı ben soruşturacağım derseniz, biz CHP Grubu olarak sonuna kadar sizin arkanızdayız, hiç endişeniz olmasın, yeter ki kararlılıkla olayın üzerine gidin ama gitmez, siz de o Vali ve Savcı gibi, ‘Ya, bunu kapatalım, ya, bu da çok önemli bir olay değildir.’ Derseniz, o zaman çıkıp bu kürsüden ‘Biz yolsuzluklarla mücadele edeceğiz.’ Demeyeceksiniz. ‘Biz yolsuzluklara kol kanat geren bir iktidarız.’ Dersiniz ve bu iş burada biter.

Benim Sayın Başbakandan araştırmasını istirham ettiğim bir soru daha var: Bu değerli, adını söyleyeyim, … şu anda nerededir? Bu, çok önemli bir soru. Nerede olduğunu Sayın Başbakan araştırdığı zaman görecektir. Çünkü Sayın Başbakanın bir lafı vardı: ‘Benim mal varlığımı eleştirenler şimdi Silivri’de.’ Diyordu. Bunu da bir araştırsın bakalım, nerede?

Ve benim bir sorum daha var: Avukat …, kimdir bu adam?

Eğer Sayın Başbakan benim bu konuştuklarımla ilgili olarak, her satırıyla ilgili belge istiyorsa masamın üzerinde, her satırıyla ilgili, bütün yazışmalar, o iki ifade tutanakları, 26 ve 16 sayfalık ifade tutanakları. Elimde olmayan bir şey var, kayıp olan ve ilk Valinin yazdığı rapor, o elimizde yok, mahkeme dosyasında da yok. Nerede bu dosya? Niye gizleniyor? Mademki her şey aleni, mademki avukat da istediği zaman verecekler, ona da ulaşamıyorum, ulaşamıyoruz.

…’i eğer Sayın Başbakan merak ederse, yanında Sayın [B.A.] var, ona sorarsa sanıyorum benden çok daha fazla bilgi alacaktır.”

15. TBMM Genel Kurulunda bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerin ardından başvurucu, TBMM kulisinde gazetecilerin sorularını yanıtlamıştır. Anadolu Ajansının konuya ilişkin haberinin ilgili kısımları şöyledir:

“…Kılıçdaroğlu, Kayseri’deki yolsuzluk iddiasına karşılık Erdoğan’ın açıklamalarının tatmin edici olup olmadığına ilişkin soru üzerine, ‘konuşmanın tatmin edici olmadığını, iddialarına yanıt vermediğini’ söyledi. Kılıçdaroğlu, ‘17 kişilik bir çetenin sözkonusu olduğunu’ öne sürerek, ‘…’nun çete arasında çıkan özel bir uyuşmazlık nedeniyle ihbarda bulunduğunu’ savundu. ‘Özel uyuşmazlığın’ sorulması üzerine, Kılıçdaroğlu, daha sonra bu uyuşmazlığı CHP Kayseri Milletvekili [Ş.K.nin] açıklayabileceğini, bu konudaki ayrıntılara girmek istemediğini kaydetti. Bütçe konuşması sırasında dile getirdiği iddiaları yineleyen Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın ‘26 sayfalık ifadeden söz etmediğini’ söyledi. Kılıçdaroğlu, ‘Kayseri’deki Valilik, adliye ve belediye arasında şeytan üçgeni var. Bu arada tezgah dönüyor…’ dedi. Kılıçdaroğlu, …nun şu anda Silivri Cezaevinde olduğunu bildirerek, ‘Sayın Başbakan hapiste olduğunu söyledi. Onu ben de biliyorum. Nerede hapiste? Silivri diyemiyor. Niye diyemiyorsun? Yani sen bunu yaparsan ben de seni Silivri’ye gönderirim..’ şeklinde konuştu. ‘Konuşmanızda ben bir ucundan tuttum, çok büyük dediniz, uyuşmazlığın nedenini mi kastettiniz?’ sorusuna, Kılıçdaroğlu, ‘Onun arkasında başka olaylar var. Onu daha sonra aktaracağız’ karşılığını verdi.’Yıllardır süren bir rüşvet tezgahının sözkonusu olduğunu’ öne süren Kılıçdaroğlu, ‘Başındaki kişiler belli, ifadeler belli. Ben Başbakan’dan ne istedim? Siz yolsuzlukların üstüne kararlılıkla gitmek mi istiyorsunuz, bu olayı soruşturun. Biz de CHP Grubu olarak sizi destekleyeceğiz. Soruşturun diyoruz. Somut şeyler koyuyoruz ortaya. Kim nasıl kapattı? Rüşvet çetesi açığa çıkmalı’ diye konuştu. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, ‘dosyanın diğer uçlarını da açacaklarını’ da bildirdi.”

2. Başvurucunun 14/12/2010 Tarihinde Basına Yaptığı Açıklamalar (CHP İnternet Sitesinde Yayımlanmıştır)

16. Başvurucu 14/12/2010 tarihli basın mensuplarının soruları üzerine yaptığı açıklamasında aşağıdaki sözlerle Belediye ile ilgili iddialarını sürdürmüştür:

[Soru]: …

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- Benim açtığım dosyayla Sayın Başbakanın söyledikleri arasında hiçbir ilgi yok. Ben 17 kişilik bir rüşvet çetesinin yargıya çıkarılmamasını nasıl sağladınız. Bunu anlattım, bunun soruşturulmasını istedim. O bana bir kişinin nasıl hapse girdiğini söylüyor. Ben zaten onun hapiste olduğunu biliyorum. O ayrı bir dava. O dava sonuçlandı. Ben sonuçlanmayan ve kapatılan bir davadan söz ediyorum. Valinin rüşvet, irtikap vardır dediği, emniyetin rüşvet, irtikap vardır dediği bir dosyanın hangi gerekçeyle niçin kapatıldığını söylüyorum. Ve ben bilirkişi atanmadan önce aklama raporunun hazırlandığını, aklama raporunu hazırlayan vali yardımcısının ismini, o tarihte Kayseri valisi olmayan bir kişinin nasıl bu dosyayı imzaladığını, kapatma dosyasını imzaladığını, aynı kişinin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olduktan sonra kendi aklama yazısını nasıl atlattığını söyledim. Sayın Başbakan bunlardan hiçbirisine yanıt vermedi.

Kendi internet sitemizde bugün öğleden sonra bütün bu belgelerin tamamını göreceksiniz. Tamamını göreceksiniz. Sayın Başbakan birileri tarafından oltaya yakalattırıldı. Sayın Başbakan oltadadır. Benim sorduğum sorulara hala yanıt bekliyorum. Başbakan yolsuzlukların üzerine gidiyoruz diyorsa, yolsuzlukları soruşturmak bizim görevimizdir diyorsa bu dosyayı yeniden açar. Bu dosyayı yeniden açar. Başbakanın görevi dosyaları kapatmak değildir. Başbakan şu soruyu kendi bürokratlarına sormalı. Ayın 4.12.2007’de bilirkişi tayin ediliyor. Peki bu vali yardımcısı aklama raporunu nasıl 3.12.2007’de veriyor bir gün önceden? Bu soruya Sayın Başbakan yanıt verdi mi? Vermedi. Niye vermiyor? Kayseri vali vekili burada rüşvet vardır, irtikap vardır diye rapor hazırlıyor. Raporu hazırlayan vali vekili niçin 38 gün sonra görevden alınıyor? Buna yanıt verdi mi Sayın Başbakan? Vermedi.

Belgelerin tamamı bugün öğleden sonra Cumhuriyet Halk Partisinin internet sitesine konulacak. Hem sorular, hem bunun yanıtlarını göreceksiniz. Ben 26 sayfalık bir ifade var diyorum. Bu tutanaktan niçin 10 sayfa eksildi diye soruyorum. Sayın Başbakan başka bir dosyadaki tutanakları anlatıyor. O tutanakları da bugün göreceksiniz. Tamamını yükleyeceğiz arkadaşlar. Biz bir şey söylüyorsak biliyoruz ki onu en az 5–6 ay araştırıyoruz. Doğruluğunu araştırmadan, ayrıntıları bilmeden bir şey açıklamıyoruz. Ama Sayın Başbakanın eline bir dosya tutuşturuldu incelemeden dahi çıktı birilerini savunmak konumuna düştü. Başbakanın görevi yolsuzlukları savunmak değildir. Yolsuzlukların üzerine gitmektir. Eğer gitmezse Kayseri’de dönen rüşvet tezgahının bir parçası olur. Biz gitmesini istiyoruz. Ve şunu da söyledim Sayın Başbakana. Bu olayın üzerine gidin CHP grubu olarak senin arkanda duracağız. Diyeceğiz ki bizim Başbakan yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gidiyor. Bugün belgeleri alsın. Onlar öyle bulunmuş belgeler, hayali belgeler değildir. Devletin belgeleridir. Devletin arşivlerinde var o belgeler. Biz o belgelerin tamamını ayrıca onaylattık. Onaylatılmayan bir belge bizim zaten kullandığımız belge değildir.

[Soru]: Efendim Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı…

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- O benim muhatabım değil. Benim muhatabıma sorularımı sordum internet sitesinde onları okusun.

 [Soru]: Efendim Başbakan …

[Kemal Kılıçdaroğlu]- Hukukçu arkadaşlarım zaten çalışıyorlar. Bu dosyayı yeniden açtıracağız. Yeniden açtıracağız bu dosyayı.

 [Soru]: Efendim dün Sayın Başbakan size bütçe görüşmesinde yine …………. İfadesini kullandı. Sizce bu üslup ne kadar doğru? Bir de size twitterdan ……………

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- Sayın Başbakan mecliste bütçe görüşmelerini yaparken siyasette üslubun ne kadar önemli olduğunu söyledi. Ama kendi söylediğini kendi üslubuyla yalanladı. Bir Başbakan sokak ağzıyla konuşmaz. Bizim elimizde dokümanlar var, belgeler var. Ben başka bir davadan, açılmayan bir davadan söz ediyorum. O sonuçlanan bir davadan söz ediyor. Ben kapatılan bir davadan söz ediyorum. O 17 kişilik çeteden rüşveti toplayan birisinin nasıl mahkum edildiğini söylüyor. Zaten kendisi itiraf etmiş, rüşveti ben topluyordum diyor. Onun mahkum olması kadar doğal bir şey yok zaten. Biz o 17 kişilik çeteyi nasıl bire indirdi, hangi gerekçeyle bire indirdi biz onu soruyoruz.

 [Soru]: Bir de avukattan söz ettiniz efendim.

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- Bunların yanıtını alayım daha öbürü devamı gelecek. 32 kısım tekmili birden gelecek.

 [Soru]: …………….

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- Ben Sayın Başbakana sordum. Bu kişi şu anda nerede yatıyor? Silivri’de olduğunu biliyordum. Sayın Başbakanın kürsüye çıkıp şuanda Silivri’de hapiste demesini bekliyorum. Ama ısrarla Silivri lafını kullanmadı. Niye kullanmadı? Benim malvarlığımla ilgili iddiada bulunanlar şimdi Ergenekon’dan yatıyorlar demişti. Bende Kayseri’deki davayı kapatıp rüşveti ben alıyordum, dağıtıyordum, bizim bir çetemiz vardı diyen adam şuanda Ergenekon’da yatıyor, yani hapiste yatıyor. Ben bu ilginç olaya kamuoyunun dikkatini çekmek istedim ve Sayın Başbakanın bunu itiraf etmesini istedim. Ama Sayın Başbakan Silivri adını kullanmaktan özenle kaçındı.

 [Soru]: Efendim dün Sayın Başbakan sizin ortaya atmış olduğunuz iddialarla, dosyalarla ilgili olarak neden yargıya gitmiyor, yargıya gitmeli, yargıda bunun hesabını araması gerek dedi.

 [Kemal Kılıçdaroğlu]- Bende Sayın Başbakana sizin siyasallaştırdığınız bir yargının dosyaları nasıl kapattığını bu örnek olayla göstermek istedim zaten. Yargıya gitsin. …’la ilgilide yargıya gitmediniz dedi. Yargıya gittik davaları devam ediyor. Sayın Başbakanın haberi yok. Haberi olsa belki yine dosyayı kapatacaktı. Ama meraklanmasın bütün davalarını izliyoruz. Bütün hukukçularımızla izliyoruz. Başbakan görecek tabloyu.

Teşekkür ediyorum arkadaşlar. “

B. Başvurucuya Karşı Açılan Tazminat Davaları

17. Başvuru formunda sunulan bilgilere göre; başvurucunun yukarıdaki iddiaları dile getirmesinden sonra Belediye Başkanı da dâhil olmak üzere soruşturmalarda adı geçen bazı kişiler tarafından manevi tazminat talebiyle kırk civarında dava açılmıştır. Somut başvuruyu ilgilendiren davalarda verilen kararlara ilişkin bilgiler şu şekildir:

1. Belediye Basın Yayın Müşaviri Tarafından Açılan Dava (2015/1220 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

18. Olayların yaşandığı tarihte Belediye basın yayın müşaviri olan davacı Y.Y. tarafından açılan davada Kayseri 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/3/2014 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 17/11/2014 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 5.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Kayseri 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin gerekçesi başvuruya konu diğer davalarda da aynen kullanılmıştır. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şu şekildedir:

“…Davaya konu olan olayda; davalı ana muhalefet partisi genel başkanı beyanlarında, dava dışı … adlı şahsın ifadelerini dayanak almıştır. Dosya kapsamından, bu şahsın Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında yürütülen dolandırıcılık iddiasına dayalı2007/17518 sayılı soruşturma dosyası sırasındaki savunmalarında davacının da içinde bulunduğu belediye çalışanları hakkında rüşvet aldıklarına yönelik ihbarda bulunduğu ve 17.07.2007 tarihinde bu yönde ayrıca ifade verdiği anlaşılmaktadır. Sonrasında kendisi hakkında Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında 2007/253-2008/3 sayılı ilamla kamu kurum ve kuruluşları ve benzeri tüzel kişiliklerin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçundan ceza verilmiş ve kararYargıtay 11.Ceza Dairesi tarafından onanarak kesinleşmiştir. …’nun bahsi geçen ihbar ve şikayeti sonucunda davacı dahil elli kişi hakkında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2007/24740 sayılı soruşturma dosyasında 12.03.2008 tarih ve 2008/3088 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Yine aynı şekilde yürütülen idari soruşturmada da 03.07.2007 tarihli muhakkik raporunda ‘…iddialar soyut olduğundan ilgililer hakkında soruşturma açılmasına yer olmadığına…’ dair karar verilmiştir. Tüm bu gelişmelere rağmen ve davacı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği halde, davalı tarafından aradan 2-3 yıl zaman geçtikten sonra yapılan açıklamalarda bahsi geçen … adlı şahsın beyanlarına atıfta bulunularak 13.12.2010 tarihli T.B.M.M oturumunda ‘….17.07.2007 tarihinde [H.A.H.] diye bir yurttaş -Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise rüşvet çarkının nasıl döndüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından imzalıyor ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor…..Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı ve diğer belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu 252’sine giriyor, rüşvet suçunu oluşturduğundan….’ şeklindeki ve devam sözleri ile yine 14.12.2010 tarihinde yapılan basın toplantısında sarfettiği ‘…biz o on yedi kişilik çeteyi nasıl bire indirdin, hangi gerekçeyle bire indirdin, biz onu soruyoruz….. Kayseri’de dönen rüşvet tezgahının bir parçası olur… rüşveti biz ben alıyordum, dağıtıyordum. Bizim bir çetemiz vardı diyen adam şu anda Ergenekon’da yatıyor…’ şeklindeki sözlerin davacının ismi açıkça belirtilmese dahi davalı beyanlarına tarihi de verilerek dayanak gösterilen şikayetçi …’nun soruşturma dosyasındaki 17.07.2007 tarihli ifadesinde davacının isminin açıkça zikredilmesi ve davalınınkonumu gereği beyanlarının basında geniş yer bulması karşısında, davacınınkişilik haklarına hukuka aykırı olarak saldırıda bulunulduğu açık olup … davanın kısmen kabulü yoluna gidilmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

2. Belediye Ulaşım Daire Başkanı Tarafından Açılan Dava (2015/1225 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

19. Olayların yaşandığı tarihte Belediye Ulaşım Daire Başkanı olan davacı A.E. tarafından açılan davada Kayseri 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 18/2/2014 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 10/11/2014 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 5.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

3. Belediye Çalışanı A.K. Tarafından Açılan Dava (2015/3100 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

20. Olayların yaşandığı tarihte -ilgili soruşturma dosyasındaki 17/7/2007 tarihli ifadede adı geçen- belediye çalışanı davacı A.K. tarafından açılan davada Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/4/2014 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 12/1/2015 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 4.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

4. Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Tarafından Açılan Dava (2015/6165 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

21. Olayların yaşandığı tarihte Belediye genel sekreter yardımcısı olan davacı H.B. tarafından açılan davada Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/4/2014 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 2/3/2015 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 4.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

5. Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Tarafından Açılan Dava (2015/6939 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

22. Olayların yaşandığı tarihte Belediye genel sekreter yardımcısı olan davacı E.K. tarafından açılan davada Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/4/2014 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 2/3/2015 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 4.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

6. Belediye Özel Kalem Görevlisi Tarafından Açılan Dava (2015/11072 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

23. Olayların yaşandığı tarihte Belediye özel kaleminde çalışan davacı H.Ç. tarafından açılan davada Kayseri 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 10/2/2015 tarihinde verdiği ve Yargıtay tarafından 25/5/2015 tarihinde onanan kararıyla başvurucu aleyhine 2.500 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

7. Belediye Çalışanı H.T. Tarafından Açılan Dava (2017/6656 Numaralı Bireysel Başvuru Konusu)

24. Olayların yaşandığı tarihte -ilgili soruşturma dosyasındaki 17/7/2007 tarihli ifadede adı geçen- belediye çalışanı davacı H.T. tarafından açılan davada Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 6/10/2016 tarihinde başvurucu yönünden kesin olarak verdiği kararıyla başvurucu aleyhine 1.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir (Karar gerekçesi için bkz. § 18).

C. Anayasa Mahkemesine Başvuru Süreci

25. Nihai kararlar başvurucuya sırasıyla 17/12/2014, 17/12/2014, 9/2/2015, 2/4/2015, 21/4/2015, 30/6/2015 ve 25/1/2017 tarihlerinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu sırasıyla 16/1/2015, 16/1/2015, 19/2/2015, 6/4/2015, 22/4/2015, 1/7/2015 ve 27/1/2017 tarihlerinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurular süresinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. İlgili ulusal hukuk için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 24-28.

B. Uluslararası Hukuk

1. İfade Özgürlüğünün Demokratik Toplumdaki Önemi

27.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. Maddesi şöyledir:

1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”

28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM’e göre 10. Maddenin ikinci paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen bilgi ve fikirler için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü; yokluğu hâlinde demokratik bir toplumdan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. Maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976 § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2) [BD], B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).

2. İfade Özgürlüğü ve İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasındaki İlişki

29. AİHM, kamuya mal olmuş kişilerin şöhret ve itibarı ile ifade özgürlüğünün çatışması hâlinde 10. Maddenin (2) numaralı fıkrasında yer alan “başkalarının… haklarının korunması” ifadesine müracaat etmektedir. AİHM Büyük Dairesi 7/2/2012 tarihinde verdiği iki kararda – Von Hannover/Almanya (2) [BD] vAxel Springer AG/Almanya [BD], (39954/08, 7/2/2012)- ifade hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının dengelenmesinde kullanılan ilkeleri sistematik olarak açıklamış ve uygulamıştır. Bunlar, ifade özgürlüğüne konu açıklamanın kamu yararına ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı (Von Hannover/Almanya (2), § 109; Von Hannover/Almanya, B. No:59320/00, 24/9/2004, §§ 63-66),ilgili kişinin tanınırlığı, toplumdaki rolü ve işlevi ile yazıya konu olan faaliyetin niteliği, haber veya makalenin konusu (Von Hannover/Almanya (2), § 110; kamu tarafından tanınan kişiler için korumanın daha esnek olacağına ilişkin bir karar için bkz. Minelli/İsviçre (k.k.), B. No: 14991/02, 14/6/2005), ilgili kişinin daha önceki davranışları (Von Hannover/Almanya (2), § 111), yayının içeriği, şekli ve etkileri (Von Hannover/Almanya (2), § 112), bilgilerin elde edilme koşulları ve gerçekliği (Axel Springer AG/Almanya, § 93; Von Hannover/Almanya (2), § 113) ve uygulanan yaptırımın niteliğidir (Axel Springer AG/Almanya, § 95).

3. Maddi Olgular ile Değer Yargısı Arasındaki Fark

30. AİHM’e göre, maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilirse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). AİHM, değer yargılarının doğruluğunu ispat etmenin yerine getirilmesi imkânsız bir talep olduğunu ve böyle bir yükümlülüğün kendiliğinden Sözleşme’nin 10. Maddesinde korunan hakkın temel bir bileşeni olan görüş sahibi olma özgürlüğünü ihlal edeceğini belirtmektedir. AİHM bununla birlikte, bir açıklamanın değer yargısı düzeyine ulaştığı durumlarda dahi -kendisini destekleyen bir olgusal temel olmayan değer yargıları aşırı görülebileceğinden- müdahalenin orantılılığının dava konusu sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına dayanabileceğini ifade etmiştir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, §§ 42, 43).

31. Brasilier/Fransa (B. No: 71343/01, 11/4/2006) kararına konu olayın eldeki başvuruya benzer yönleri bulunmaktadır:

i. Bay Brasilier (başvurucu) 1997 yılı parlamento seçimlerinde, daha sonra Paris Belediye Başkanı olan Bay Tiberi’ye karşıParis’ten milletvekili adayı olmuştur. Başvurucu, seçimlerin ilk turu yapıldıktan sonra daha önce yeterli sayıda oy pusulası bastırmış olmasına ve bu pusulaları oy verme yerlerine teslim edilmesi için resmî görevlilere vermiş olmasına rağmen bazı oy verme yerlerinde kendi oy pusulalarını bulamadığını iddia etmiş; bu nedenle oy pusulalarının çalındığı şikâyetinde bulunmuş ancak savcı bu şikâyetle ilgili işlem yapmamaya karar vermiştir.

ii. Başvurucu, bunun üzerine konuyla ilgili tepkilerin dile getirildiği bazı gösteri yürüyüşlerine katılmış ve bu gösterilerden birinde Bay Tiberi’nin seçimlerde hile yaptığı ve bu nedenle seçimin iptal edilmesi gerektiği yönünde ibareler içeren bir broşür dağıtılmıştır. Gösteriler esnasında Bay Tiberi’nin seçimlerde entrikalar yaptığı yönünde sloganlar da atılmıştır. Bay Tiberi bu olaylar üzerine hakaret suçlamasıyla bir dava açmış ve broşür ve sloganlarla ilgili sorumluluğu kabul eden başvurucu adli soruşturmaya maruz kalmıştır.

iii. Bunun dışında, bu olaylardan kısa bir süre sonra seçimlerin iptali istemiyle Anayasa Konseyine yapılan başvuru reddedilmiştir. Ret kararında seçimler esnasında bazı usulsüzlükler meydana geldiği ancak bu usulsüzlüklerin seçim sonucunu değiştirmeyeceği yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. Anayasa Konseyi, başvurucunun ve bir başka adayın oy pusulalarının kaybolması hususunda, adayların oy pusulalarını süresi içinde yetkili makamlara ulaştırmadıkları yönünde bir tespitte bulunmuştur.

iv. Yapılan ceza yargılaması sonunda başvurucu beraat etmiş, ancak iddialarını ispatlayamadığı için haksız fiilden sorumluluğunun doğduğuna ve Bay Tiberi’ye zararları için başvurucunun 1 Fransız Frankı ödemesine karar verilmiştir (Brasilier/Fransa, §§ 8-23).

v. AİHM; ilk olarak maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmesi gerektiği, maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı, bir açıklamanın değer yargısı olarak görüldüğü durumlarda müdahalenin orantılılığının dava konusu sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına dayandığı yönündeki içtihadını hatırlatmıştır.

vi. AİHM, başvuru konusu olaydaki açıklamaların kamu menfaatleriyle ilgili konularda olduğunu ve bunların somut olguların açıklanmasından ziyade değer yargısı olarak görülmesi gerektiğini belirtmiştir. AİHM, ayrıca açıklamaların basında ve ilgili kesimlerde konuyla ilgili sıcak tartışmaların olduğu bir ortamda yapıldığına ve Bay Tiberi’nin de daha sonra seçim sonuçlarının çarpıtıldığı yönündeki bazı iddialarla ilgili olarak adli soruşturmaya tabi tutulduğuna işaret etmiştir. AİHM, her ne kadar masumiyet karinesi gözönüne alındığında bir soruşturmaya maruz kalan kişinin suçlu olduğu varsayılamaz ise de isnada maruz kalan kişinin belediye başkanı sıfatıyla seçimlerin organizasyonu ve iyi idaresi bakımından görevleri de bulunan Bay Tiberi olması hasebiyle bu başvuru bakımından olgusal bir temelin bulunduğunu kabul etmiştir.

vii. AİHM, başvurucunun ifadelerinin negatif bir anlam içerdiği, ancak içerdiği belli bir düzeydeki husumet ve öneme rağmen açıklamalardaki temel konunun bir seçimin yürütülmesiyle ilgili olduğu tespitini yapmıştır.

viii. AİHM verilen cezanın verilebilecek en düşük ceza olmasına rağmen -ifade özgürlüğüne yönelik herhangi bir müdahalenin bu özgürlüğün kullanımı üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği gerçeğinden hareketle- başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleyi kendiliğinden haklı gösteremeyeceği sonucuna varmıştır (Brasilier/Fransa, §§ 33-44).

4. Siyasetçilerin İfade Özgürlüklerinin Korunması

32. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, herkes için önemli olmasına karşın halkın seçilmiş temsilcileri bakımından özel bir öneme sahiptir. Çünkü seçilmiş kişiler, seçmenleri temsil ederler ve seçmenlerin kaygılarına dikkat çeker ve menfaatlerini savunurlar (Lombardo ve diğerleri/Malta, B. No: 7333/06, 24/4/2007, § 53). Başvurucu gibi muhalefet partisinden bir milletvekilinin ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler, AİHM’i daha sıkı bir denetim gerçekleştirmeye sevk etmektedir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, § 36).

33. AİHM, siyasi ifade özgürlüğünün önemini göstermek maksadıyla caydırıcı etki doktrinini kullanmakta; bu nedenle siyasetçilere yönelik olarak verilen cezalar küçük de olsa ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı etki doğabileceği sonucuna ulaşmaktadır(Lombardo ve diğerleri/Malta, § 61).

i. Lombardo ve diğerleri/Malta (bkz. §§ 5-32) kararına konu olayda, Malta merkezî hükûmetiyle Fgura Yerel Konseyi arasında bir yol projesi konusunda anlaşmazlık ortaya çıkmıştır. Bu anlaşmazlık yargıya konu olmuş, yerel basında da yer bulmuştur. Yerel Konseyin üyesi olan ilk üç başvurucu, Yerel Konseyin bir toplantısı esnasında anlaşmazlık konusu olaya ilişkin kamusal bir toplantı yapılmasını istemişler ancak bu önerileri reddedilmiştir. Bunun üzerine ilk üç başvurucu konuya ilişkin olarak bir gazetede makale yayımlamıştır. Makalede Yerel Konseyin kamuya danışmadığı ve kamunun görüşlerini gözardı ettiği şeklinde ifadelere yer verilmiştir. Yerel Konsey, makalenin yazarı olan ilk üç başvurucu ve yayının editörü olan dördüncü başvurucuya hakaret ve iftira davası açmıştır. Yargılama sonunda başvurucuların iddialarını kanıtlayamadıkları gerekçesiyle yaklaşık 4.800 Avro tazminata mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz incelemesi sonucu tazminat yaklaşık 1.440 Avroya düşürülmüştür. Başvurucuların konuyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine yaptıkları anayasa şikâyeti de reddedilmiştir.

ii. AİHM bu başvuruda; Yerel Konsey gibi seçilmiş bir kuruluşun ihmal ya da icraatına yönelik eleştirilere ilişkin kısıtlamaların çok istisnai koşullarda haklı gösterilebileceğine, Yerel Konsey gibi siyasi bir kurumun kendisine yönelik eleştirilere karşı daha yüksek düzeyde bir hoşgörü göstermesi gerektiğine işaret etmiştir. AİHM’e göre kamusal menfaatlerle ilgili politik konuşmaları ya da tartışmaları sınırlamaya dair alan oldukça dardır. AİHM, başvuru konusu olayın kamusal menfaatlerle ilgili politik tartışmalar kapsamında olduğunu ve makalenin de olaya basın aracılığıyla kamunun dikkatini çekmek amacını taşıdığını belirtmiştir.

iii. AİHM bu başvuru kapsamında; politik tartışmaların belli kelimelerin yorumu üzerinde oybirliği gerektirmediği, başvurucuların toplantı tekliflerinin reddedilmesinin Yerel Konseyin halka danışmadığı yönündeki iddialar için kullanılan değer yargıları bakımından yeterli bir olgusal temel oluşturduğu tespitini yapmıştır. AİHM, böyle olmasa dahi değer yargılarının ispatlanmasının beklenemeyeceğini ve başvuru konusu olaydaki değer yargılarının iyi niyetle dile getirilmediğini gösteren hiçbir bulgu olmadığını belirtmiştir. AİHM -her koşulda- devam etmekte olan bir politik tartışma kapsamındaki ifadeler bakımından olgu isnadı ve değer yargıları arasındaki ayrımın da daha az önemli hâle geldiğine işaret etmiştir.

iv. AİHM, başvuruculara yönelik yaptırımın onların gelecekte Yerel Konseyi eleştirme konusunda isteksiz davranmaya sevk edebileceği hususunun da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir. AİHM bu gerekçelerle, başvuru konusu olaydaki ifadelerin kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aşmadığı, yargılamanın ceza yargılaması olmayıp tazminat davası olmasının ve verilen tazminatın nispeten düşük olmasının da müdahaleye dayanak olan gerekçelerin ilgili ve yeterli olmadığı sonucunu değiştirmediği kanaatine varmış ve başvuruculara yönelik müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Lombardo ve diğerleri/Malta, §§ 52-63).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 18/7/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu;

i. Davaya konu konuşmalarda davacıların ismini zikretmediğini ve davacıların şahsına saldırı teşkil edecek hiçbir beyanda bulunmadığını, matufiyet unsuru oluşmadığını, dolayısıyla derece mahkemelerinin yerleşik Yargıtay içtihatlarına da aykırı karar vererek ifade özgürlüğünü ihlal ettiklerini,

ii. Aynı konuşmalara karşı açılan başka davaların reddedilmesi sonucu ortaya çıkan çelişkili kararlarla adil yargılanma hakkı kapsamındaki hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğini,

iii. İfade özgürlüğüne müdahale teşkil eden mahkeme kararlarının gerekçelerinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığını,

iv. Ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı sıfatıyla, yolsuzlukla mücadele konusunda eline ulaşan bilgi ve belgelerle kamuoyunu aydınlatmasının ve bu konuda kamuoyu oluşturmasının ve gerekli yasal başvuruları yapmasının kendisine yüklenen yasama faaliyetinin yanı sıra denetim görevinin de bir parçası olduğunu,

v. Belediye ile ilgili konuyu gündeme taşımasından sonra CHP grubuna mensup milletvekillerinin 2011 yılında Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları suç duyurusu üzerine Savcılık tarafından soruşturmanın yeniden başlatıldığını ve bir kısım kişilerin rüşvet, icbar suretiyle irtikâp ve teşebbüs ile dolandırıcılık suçlamasıyla açılan davalarda cezalandırıldıklarını; bütün bunların kendisi aleyhine verilen tazminat kararlarının haksızlığını gösterdiğini ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkı bağlamındaki ihlal iddialarının da bir bütün olarak Anayasa’nın 26. Maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

37. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…

Bu hürriyetlerin kullanılması,… başkalarının şöhret veya haklarının,… korunması … amaçlarıyla sınırlanabilir…

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

39. TBMM Genel Kuruluna hitaben yaptığı konuşmada ve basına yaptığı açıklamalarda kullandığı sözler nedeniyle başvurucu aleyhine manevi tazminata hükmedilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararları ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … demokratik toplum düzeninin … gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

41. Bu sebeple müdahalenin, Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

42.22/11/2001 tarihli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. Ve 25. Maddeleri ile 6098 sayılı Kanun’un 58. Maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

43. Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesine ilişkin kararların başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

 (a)Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

44. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü, kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42-43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

45. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. Maddesinde “demokratik toplum düzeninin gereklerineaykırı olmama” ve “ölçülülük ilkesine aykırı olmama” biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72;AYM, E.2018/69, K.2018/47, K.T. 3/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, K.T. 29/11/2017, § 18).

46. İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veyaulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

47. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır ( bkz. Bekir Coşkun, § 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 61, 66).

48. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengeninkurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti halinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, §§ 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, §§ 59, 68).

49. Buna göre, ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya dazorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (c) İfade Özgürlüğünün Kapsamı

50. Anayasa’nın 26. Maddesinin birinci fıkrası, ifade özgürlüğüne içerik bakımından bir sınırlama getirmemiştir. İfade özgürlüğü; siyasi, sanatsal, akademik veya ticari düşünce ve kanaat açıklamaları gibi her türlü ifadeyi kapsamına almaktadır (Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 37; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 40). Bu itibarla bir siyasetçinin kamuoyuna aktardığı görüşleri başkaları açısından değersiz veya yararsız görülse bile kişilerin übjektif değerlendirmelerinden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün korumasındadır (Kemal Kılıçdaroğlu, § 52).

 (ç) Temel Hak ve Özgürlüklerin Kullanımında Ödev ve Sorumluluklar

51. Demokratik bir toplumda siyasetçilerin diğer siyasetçileri ve kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı bulunmakla birlikte Anayasa’nın 26. Maddesi sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Somut başvuruyla bağlantılı olarak söylenecek olursa siyasetçilere yönelik eleştirilerin kişilerin itibarlarına zarar verir boyuta ulaşmaması gerekir. Bu, Anayasa’nın 12. Maddesinin, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapan “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder” biçimindeki ikinci fıkrasından doğan bir zorunluluktur. Anayasa’nın 26. Maddenin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına herkes için geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (örnek kararlar için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 53; Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 22/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67;Önder Balıkçı, § 43). Söz konusu sorumlulukların kapsamı, başvurucunun durumuna ve ifade özgürlüğünü kullandığı vasıtalara göre değişir. Anayasa Mahkemesi, bir mahkûmiyetin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığını incelerken bu hususu dikkate alacaktır.

 (d) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

52. Anayasa’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. Maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44; Kemal Kılıçdaroğlu, § 54).

53. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır(siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2), § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42; Kemal Kılıçdaroğlu, § 55).

 (e) İfade Özgürlüğü ile İtibarın Korunmasını İsteme Hakkı Arasında Adil Denge

54. Anayasa Mahkemesi mevcut başvuruya benzer başvurularda, aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun konuşmasındaki iddialar ve ifadeler nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmektedir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 56; Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49, 66). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların şöhret derecelerinin ve ilgili kişilerin önceki davranışlarının, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 56; Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 08/04/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin, yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan koparılmaksızın olayın bütünselliği içinde ele alınması gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

55. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı orantısız olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).

56. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığına karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 57).

57. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil, fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa’nın 26. Maddesi ile uyumlu olup olmadığını denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin gözetilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

58. CHP Genel Başkanı olan başvurucu kamuoyuna hitaben yaptığı bazı konuşmalarda Kayseri Büyükşehir Belediyesinde yolsuzluk yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu iddialarını Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülmüş olan bir soruşturmada bazı hukuksuzluklara adı karıştığı ileri sürülen bir kişinin beyanlarına dayandırmıştır. Başvurucu, söz konusu kişinin adli makamlarda verdiği ifadelerini kendi perspektifinden yorumlamış ve anılan soruşturmada da usulsüzlükler bulunduğu yönünde iddialarda bulunmuştur.

59. Bu konuşmalara karşı belediye görevlileri tarafından açılan davalarda, başvurucunun konuşmalarında geçen “….17.07.2007 tarihinde … diye bir yurttaş -Kayseri Büyükşehir Belediyesinde çalışıyor- gidiyor polise rüşvet çarkının nasıl döndüğünü ayrıntılarıyla anlatıyor, 26 sayfa. Arkasından imzalıyor ve kendisi bu itiraflarda bulunuyor … belediye görevlilerine isnat edilen suç Türk Ceza Kanunu 252’sine giriyor, rüşvet suçunu oluşturduğundan….”, “…biz o on yedi kişilik çeteyi nasıl bire indirdin, hangi gerekçeyle bire indirdin, biz onu soruyoruz….. Kayseri’de dönen rüşvet tezgahının bir parçası olur… rüşveti ben alıyordum, dağıtıyordum. Bizim bir çetemiz vardı diyen adam şu anda Ergenekon’da yatıyor…” şeklindeki sözlerin davacıların kişilik haklarını ihlal ettiği sonucuna ulaşılmış ve başvurucu tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir.

60. Eldeki başvurunun çözümlenmesinde gözönünde tutulması gereken ilk husushem başvurucunun hem de davacıların toplumsal konumlarıdır. Bir yanda olayların meydana geldiği dönemde ana muhalefet görevinde bulunan partinin lideri olan başvurucu, diğer yanda ise olayların yaşandığı tarihte Belediyede üst düzey bürokrat ve belediye çalışanı olarak görev yapan davacılar bulunmaktadır.

61. Eleştirilerin hedefinde olan kişiler kamusal görev üstlenmiş olan Belediye çalışanları olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeplerle eldeki başvuruya konu olayın tarafları olan kamu görevlilerinin gördükleri işlev nedeniyle kendilerine yönelik eleştirilere diğer vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermeleri gerekir.

62. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle ana muhalefet partisinin genel başkanının ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 60).

63.Başvurucu, başvuruya konu konuşmalarında Belediyeye yönelik bazı iddialarını dile getirmiştir. Gözönüne alınması gereken ikinci husus ise bu bağlamda ortaya çıkmaktadır. Başvurucunun konuşmalarında dile getirdiği iddialar kişilerin hayatlarının diğer bireylere kapalı ve mahrem alanına ilişkin değildir. Başvurucunun konuşmalarında ele alınan konular kamusal çıkarlarla ilgilidir ve toplumu yakından ilgilendiren konuşmalarının çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır. Bu çerçevede önemli kamusal hizmetler sunan bir belediyenin görevlilerinin adının karıştığı soruşturmaların bir siyasi parti lideri olan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir. Bu nedenle de belediye görevlilerinin şöhret ve itibarı ile başvurucunun ifade özgürlüğünün çatıştığı mevcut davada dengelemenin yapılması sırasında kamunun menfaatlerinin gözetilmesi hayatidir.

64. Başvurucu, tazminat ödemeye mahkûm edilmesine neden olan konuşmalarında davacıların ismini zikretmemiş ancak “17 kişilik bir çete” ifadesini kullanmıştır. Derece mahkemeleri ise başvurucunun iddialarına dayanak yaptığı soruşturma dosyasındaki 17/7/2007 tarihli ifadede davacıların isminin açıkça zikredilmiş olmasını gerekçe göstererek başvurucunun sözlerinin davacıların kişilik haklarını ihlal ettiğine karar vermiştir. Derece mahkemeleri, başvurucunun kullandığı sert sözlerin hedefinin davacılar olduğu sonucuna başvurucunun konuşmalarını değil konuşmada sözü edilen soruşturma dosyasını esas alarak ulaşmıştır. Başvurucu, konuşmalarında davacıların kimliklerini açıklamamıştır. Doğrudan hedef almadığı halde dolaylı bağlantılarla davacıların kimliklerinin ortaya çıktığı veya çıkma tehlikesinin bulunduğunun kabul edilmesi aşırı bir yorum olarak değerlendirilmiştir. Aksinin kabulü kamusal konuşmaları imkansız hale getirecektir.

65. Öte yandan derece mahkemelerinin kabul ettiği gibi başvurucunun sözleri ile davacıları hedef aldığı kabul edilse bile başvurucunun ifadelerinin konuşmaların bütünlüğü ile birlikte ve söylendikleri bağlamdan koparılmaksızın değerlendirilmesi gerekir.

66. Somut davanın kendine has koşullarında başvuruya konu ihtilafın büyük ölçüde dava konusu sözlerin maddi vakıaların açıklanması ile ilgili olduğu görülmektedir. Başvurucunun TBMM Genel Kurulunda ve diğer platformlarda yaptığı konuşmalarda ileri sürdüğü iddialar Belediyeyi ve olay tarihinde Belediye çalışanı olan davacıları da ilgilendiren bir soruşturmada yer alan bazı bilgilere dayanmaktadır. Başvuruya konu olayda bir şahsın davacılar dahil bazı belediye çalışanlarının rüşvet aldıklarına yönelik ihbar ve ifadeleri üzerine bir soruşturma başlatılmış, ancak bu soruşturma kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun kullandığı ifadeler bakımından olgusal bir temel bulunduğu açıktır.

67. Öte yandan başvurucunun davacılar için kullandığı çete ifadesi aynı zamanda bir değer yargısıdır. Başvurucu, bu kişilerin organize bir şekilde gayrimeşru işler yaptıklarını ifade etmeye çalışırken söz konusu ifadeyi kullanmayı tercih etmiştir. İsnada maruz kalan kişilerin belediye görevlileri olması, H.A.H.nin açıklamaları ve davacılar hakkında bir soruşturma yürütülmüş olduğu gerçeği, dava konusu değer yargısı içeren sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olduğunu göstermektedir.

68. Başvurucu, konuşmalarında soruşturma sürecinde yaşanan bazı hususlarla özellikle de davacılarla ilgili kovuşturmaya yer olmadığına yönelik karar verilmesiyle ilgili şüphelerini açıklamış ve bundan hareketle soruşturmanın yeniden açılması ve gerektiği gibi yapılması yönünde ilgililere çağrıda bulunmuştur. Başvurucunun konuşmalarında kullandığı bazı ifadelerin incitici ve rahatsız edici olduğu açıktır. Ancak siyaset adamlarının kullandıkları bazı sözler açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olarak kabul edilebilir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 65).

69. Yukarıdaki tespitlere karşın ilk derece mahkemeleri, başvurucu tarafından yapılan konuşmada geçen bazı ifadelerin (bkz. § 59) davacıların kişilik haklarını ihlal ettiğine karar vermiş ve başvurucuyu tazminat ödemeye mahkûm etmiştir. Mahkemeler tarafından yapılan değerlendirmelerde olgusal bir temele sahip olmadığı takdirde aşırı olarak değerlendirilebilecek ifadeler, olayın koşulları gözetilmeksizin değerlendirme konusu yapılmıştır. Mahkemeler, başvuruya konu sözleri kaba olarak nitelendirmiştir. Buna karşılık mahkemeler, bu sözlerle konuşmadaki diğer açıklamalar arasındaki bağlantıları gözardı etmiş, bunların başvurucunun yorum ve değerlendirmelerinde kullanılmasının gerekli olup olmadığını değerlendirmemiştir.

70. Başvurucunun ifadelerinin negatif bir anlam içermesi, seçmenleri temsil eden başvurucunun açıklamalarında temel olarak seçmenlerinin menfaatlerini savunduğu ve kamusal yararı yüksek bir meseleyi ele aldığı olgusunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu sebeplerle başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin toplumsal bir ihtiyacı karşıladığının ikna edici bir şekilde, ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

71. Başvurucu aleyhine toplam yedi davada 25.500 TL tazminata hükmedilmiştir. Bilhassa siyasetçilerin ifade özgürlüğüne yönelik herhangi bir müdahalenin bu özgürlüğün kullanımı üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği gerçeği gözetildiğinde bazı davacılara önemsiz miktarlarda tazminata hükmedilmiş olması başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleyi kendiliğinden haklı gösteremez. Buna ilave olarak toplam tazminatın başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik orantısız bir müdahale olduğu kanaatine varılmıştır.

72. Başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı ve orantılı da olmadığı; bu sebeplerle de demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. Maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

73. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

74. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

75. Mehmet Doğan kararında özetle; uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre, ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57-58).

76. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre; Anayasa Mahkemesinin, tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hallerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hallerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

77. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin, idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hallerde derece mahkemesinin, usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).

78. Başvurucu; ihlalin tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasını, yeniden yargılama yapılması yönündeki talebi kabul edilmezse her bir başvuru için davacılara ödediği tazminat da gözetilerek ayrı ayrı 20.000 TL tazminata karar verilmesini istemiştir.

79. Anayasa Mahkemesi başvurucunun düşünce açıklamaları nedeniyle mahkemeler tarafından 20.500 TL tazminat ödemesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

80. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemelere gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

81. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 1.618,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.598,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. Maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA

C. Kararın birer örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere; Kayseri 8. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/33, K.2014/90; E.2013/618, K.2014/54; E.2014/363, K.2015/24) ve Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/8, K. 014/150; E.2013/390, K.2014/148; E.2014/9, K.2014/152; E.2016/346, K.2016/594) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 1618,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.598,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2018 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY

Siyasetçilerin ifade özgürlüğü ve bunun sınırları, Kemal Kılıçdaroğlu (1) kararında detaylı bir biçimde ortaya konulmuştur. Buna göre seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir (Kemal Kılıçdaroğlu (1),§ 60).

Öte yandan, eleştirilerin hedefinde olan kişiler kamusal görev üstlenmiş olan Belediye çalışanları olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırlarının, sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olduğu, bu sebeplerle kamu görevlilerinin gördükleri işlev nedeniyle kendilerine yönelik eleştirilere diğer vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermeleri gerektiği de açıktır (bkz. § 61).

Bununla beraber başvurucunun belediye çalışanlarına yönelik sarf ettiği kimi sözlerin kişisel saldırı içerdiği ve eleştiri sınırlarını aştığı da kabul edilmelidir. Başvurucunun konuşmalarında belediye çalışanlarına yönelik sarf ettiği "on yedi kişilik çete" ve "rüşvet çarkı” şeklindeki sözlerin belediye çalışanlarının kişilik haklarını ihlal etmediğini söylemek güçtür. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET DOĞAN UĞURLU VE MURAT ALAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14942)

 

Karar Tarihi: 18/7/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Gülsüm Gizem GÜRSOY

Başvurucular

:

1. Mehmet Doğan UĞURLU

 

 

2. Murat ALAN

Vekili

:

Av. Ali PACCİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan haber nedeniyle gazeteci olan başvurucular aleyhine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

7. Bakanlık 9/4/2019 tarihinde görüş bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvuruculardan Mehmet Doğan Uğurlu başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte Yeni Akit isimli gazetenin sahibidir. Başvurucu Murat Alan ise başvuruya konu haberi yapan kişidir.

A. Arka Plan Bilgisi

10. 28/2/1997 tarihinde yapılan Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında irticayla mücadeleye ilişkin kararlar alınmıştır. MGK'da alınan kararlar Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda büyük değişimlere neden olmuştur. 28 Şubat olarak bilinen süreçte yaşananlar kamuoyunda post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır.

11. 28 Şubat sürecinde İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA/C) örgütüne ilişkin yargılamalar görülmeye başlanmıştır. İBDA/C örgütü 90'lı yıllarda kamuoyu gündemini oldukça meşgul etmiştir. 90'lı yıllarda İBDA/C'nin birçok terör eyleminin yanı sıra bazı suikastleri de gerçekleştirdiği iddia edilmiştir. Söz konusu iddialara ilişkin olarak örgütle ilgili yargılamalar yapılmaya başlanmış ve (S. M.) ismiyle bilinen gerçek adıyla S.İ.E. (S.M.) 1998 yılında örgütün lideri olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştır. S.M. 2001 yılında idam cezasına çarptırılmış, idam cezasının kaldırılması nedeniyle cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmiştir. Daha sonra 2014 yılında S.M.nin yeniden yargılanma talebinde bulunması üzerine talep kabul edilerek yargılama sonunda tahliyesine karar verilmiş ve 2016 yılında beraat etmiştir.

12. S.M.nin yargılandığı dava 28 Şubatın sembol davalarından biri olmuştur. Bu süreçte yapılan yargılamalarla ilgili olarak hâkimlerin askerlerden talimat alarak yargılama yaptıklarına ilişkin iddialar ortaya atılmıştır. S.M.nin de bu talimatlar çerçevesinde, herhangi bir delil olmamasına rağmen idam cezasına çarptırıldığı iddiası bir kısım çevrelerde sürekli olarak dile getirilmiştir.

13. M.Ç., 2001 yılında S.M. Hakkında idam hükmünü veren 6 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) heyetinin başkanıdır. M.Ç. emekliye ayrıldıktan sonra avukatlık yapmaya başlamıştır.

14. 2011 yılında sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve dönemin mağduru olduğunu belirten kişiler, 1995 genel seçimlerinde birinci parti olan Refah Partisi (RP) ile ikinci olan Doğru Yol Partisinin (DYP) oluşturduğu 54. Hükûmet'in 28 Şubat 1997'de yapılan darbeyle görevden uzaklaştırıldığını ifade ederek dönemin sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bu doğrultuda 28 Şubat süreci ile ilgili soruşturmalar başlatılmıştır. İlgili soruşturmalar kapsamında 28 Şubatta görev alan dönemin Genelkurmay 2. başkanı, Genelkurmay istihbarat daire başkanı, MGK genel sekreteri, Genelkurmay harekat başkanı, Hava Kuvvetleri komutanı, Kara Kuvvetleri komutanı, Jandarma genel komutanı gibi üst düzey askerler tutuklanmışlardır. Bu sebeple genel olarak 28 Şubat dönemi ve özel olarak da İBDA/C davası kamuoyunda yoğun olarak tartışılmıştır.

15. Başvuruya konu olayların meydana geldiği tarihte M.Ç., avukatlık yapmaktadır. İBDA/C davalarının tekrar tartışılmaya başlanması üzerine 28 Şubat sürecinde mahkeme başkanlığı yapmış olan M.Ç.ye basın mensupları sorular sormuşlardır. 25/9/2011 tarihli gazetelerde yer alan haberlere göre basın mensuplarının kendisine S.M. ile ilgili verilen kararı sorması üzerine özetle şu şekilde cevap vermiştir:

"...Önümüze gelen dosyaya göre değerlendirme yaptık... Burada kişileri değerlendirmek istemiyorum. Dosyanın detaylarını da hatırlamıyorum. Biz o günkü şartlara göre karar verdik. Ben bir hata yapılmadığını düşünüyorum ama bu o dosyada hata yapılmadı demek değil. Allah'ın adaleti değil ki mutlak ve kesin olsun. Hiçbir hakim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez. Hakimler de hata yapabilir."

B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar

16. İkinci başvurucunun D.Y. isimli bir avukatla yaptığı röportaj Yeni Akit gazetesinin 29/11/2011 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. "Brifingi Aldı İdamı Bastı" başlığı ile yayımlanan röportajın ilgili kısımları şu şekildedir:

"28 Şubat darbesine yönelik soruşturma devam ederken, Akit; yaşanan süreci deşifre eden çok önemli bir tanığa ulaştı... Yeni Akit'ten Murat Alan'a konuşan Av. [D.Y.] 'Harbiye’de gizli bir toplantı yapıldı, önemli kararlar alındı', dedi... 'O toplantıya katılanlardan biri de, hakim [M.Ç.] idi... [M.Ç.], brifingte alınan kararlar doğrultusunda [S.M.ye] idam cezası verdi' iddiasında bulundu.

Murat Alan: 28 Şubat döneminin şu ana kadar gizli kalmayı başarmış tanıklarından olduğunuz söyleniyor?

 [D.Y.] : Doğrudur, o döneme ilişkin birçok şey gördük yaşadık. Dönemin öncesi ve sonrasına vakıf biriyim...İlk eylem yargıdaki kadrolaşma oldu...

....

Murat Alan: O dönem DGM’lerinde nasıl bir hava hakimdi?

 [D.Y.] : DGM’lere gelecek olursak PKK’nın insan kaynakları ve ekonomik altyapısını çökertmek için kurulsa da asıl hedefi derin devletin izlerini örtmek, Müslümanları baskı altında tutmak olmuştur. Bunlara talimatın gittiği nokta da Genelkurmay’dı. Devletin askeriyesi, Genelkurmay’ı Yargıtay, HSYK ve diğer mahkemeleri ile pek sıkı fıkıydı. Şahidi olduğum toplantılarda nasıl tavır alacakları izah ediliyordu.

Murat Alan: ‘Şahidi olduğum’ dediniz, açar mısınız?

 [D.Y.]: Benim saklayacak gizleyecek hiçbir şeyim yok. Birazdan söyleyeceklerimle istiyorum ki gerçekler açığa çıksın. 28 Şubat post modern darbesinin sivil örgütlenmesi askerin sivilleri koordinesi Harbiye Orduevi’nde yapıldı. 1. Ordu Komutanlığı’na bağlı Harbiye Orduevi’nde toplantı yapıldı. Benim de katıldığım toplantıya yargı mensupları başta olmak üzere akademisyenler ve o dönem çok etkili olan birçok gazeteci katıldı. Toplantıda irticadan ve hükümetin irticayı körüklediğinden bahsedildi. Buna karşılık toplantıya katılanların koordineli harekete etmesi ve kendi konumlarından doğan gücü lehte kullanmaları gerektiği vurgulandı.

Murat Alan: Bu çok önemli bir açıklama. Yani karargâhın gizlice toplandığını söylüyorsunuz kimler katıldı isim verebilir misiniz?

 [D.Y.]: Elbette gizli ve seçmece bir toplantıydı. Harbiye Orduevi’nin konferans salonuna girdiğimde içeride Genelkurmay Başkanı İ.H.K, dönemin 1. Ordu Komutanı H.K, ne ilginçtir şimdi Balyoz’un bir numarası eski 1. Ordu Komutanı Ç.D, Genelkurmay Genel Sekreteri E. Ö. ve daha birçok asker vardı.

Murat Alan: Sivillerden kim vardı?

[D.Y.]: Dönemin DGM Başsavcısı, mahkeme başkanları, hatta Susurluk ve İBDA-C davasında hakimlik yapan şu meşhur hakim [M.Ç.] da vardı. Ve hatta [M.Ç.] kürsüde konuşma yaptı...

...O dönem yapılan anti demokratik uygulamaların hepsinin geri planında o toplantıda alınan kararların olduğunu biliyorum. Toplantıya katılan DGM hakimleri karşılarına gelen dosyaları buna göre değerlendirdi. Delil aramadı gerekçe önemli değildi. Brifing Medyası irticacı yaftasıyla hedef üretti, brifinge katılan kolluk kuvveti bu kişiler hakkında sahte delil üretti, yargısı ise dosyada suç var mı yok mu umursamadan irticacı diye yaftalanan kişilere müebbet hapis cezası ve hatta idam cezası verdi. İBDA-C davası Susurluk davası ve benzeri birçok dava bunun neticesi. Bunların araştırılması aydınlatılması lazım, bu anti demokratik uygulamaların deşifre edilmesi, hesap sorulması lazım."

17. Bahse konu haber üzerine M.Ç. 5/12/2011 tarihinde başvurucuların hakaret ve iftira suçlarından cezalandırılmaları talebiyle Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık tarafından, 25/1/2012 tarihinde yapılan haberin "ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı" gerekçesiyle başvurucular hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmiştir. İtiraz üzerine karar İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/10/2012 tarihli ret kararıyla kesinleşmiştir.

18. M.Ç., bahsi geçen haberde yer alan bazı ifadelerin hakaret niteliğinde olduğu iddiasıyla kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 31/1/2012 tarihinde başvurucular aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

19. Bakırköy 8. Asliye Hukuk Mahkemesi 12/12/2014 tarihli kararıyla 4.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...dava konusu yapılan haberde, davacının, mahkeme başkanı olarak katılmış olduğu toplantıda alınan karar gereğince idam cezasına karar verdiğinin ifade edildiği, söz konusu kararı veren İstanbul 6 Nolu DGM'nin heyet halinde çalışan mahkeme olduğu, mahkeme başkanının tek bir oya sahip olduğu, davacının tek başına karar vermesinin hukuken mümkün olmadığı, kaldı ki verilen kararın da diğer üyelerin katılımıyla oy birliğiyle verildiği, davalı gazetenin yapmış olduğu haberde davacının hakim olarak almış olduğu talimat gereğince karar verdiğinin açıkça ifade edildiği, bağımsız ve tarafsız olan hakimin almış olduğu talimatla gereğince karar vermiş olmasının ilgili hakimin kişilik haklarına açıkça haksız saldırı niteliğinde bulunduğu, davalı tarafın davacının bu yönde karar verdiği hususunda dosyaya herhangi bir delil de sunmadığı hususları hep birlikte değerlendirildiğinde davalı gazetede yer alan haberin davacının mesleki itibarı ve kişilik haklarına açıkça haksız saldırı niteliğinde bulunduğu, davacının duymuş olduğu elem ve ızdırabı bir nebze de olsa gidermek amacıyla tarafların ekonomik ve sosyal durumları, haberin niteliği, olayın meydana geldiği tarih de dikkate alınarak davacı lehine 4.000-TL manevi tazminata hükmetmek gerektiği kanaat ve sonucuna varılarak aşağıdaki hüküm kurulmuştur. "

20. Temyiz üzerine karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 9/6/2016 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar, başvuruculara 26/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucular 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

22.11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 18/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucular; yayımlanan röportajın 28 Şubat sürecindeki yargılamalara ilişkin olduğunu, sürece tanıklık etmiş olan D.Y.nin söylediklerinden yola çıkarak bu haberin yapıldığını, o süreçte yapılan yargılamalara ilişkin eleştirilerin basında defalarca dile getirildiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, olayların meydana geldiği dönemde 28 Şubat soruşturmalarının başlaması üzerine İBDA/C davalarının akıllara geldiğini belirtmişlerdir. Başvurucular, İBDA/C davalarında görev yapan hâkimlerin askerlerden brifingler aldığı, yanlı ve taraflı yargılamalar yaptığı tartışmalarının yeniden gündeme geldiğini öne sürmüşlerdir. Başvuruculara göre dava konusu haberde geçen söyleşide, söyleşi yaptıkları kişinin M.Ç. ile ilgili tanıklık ettiği bir brifing aktarılmıştır. Başvurucular söz konusu haberin doğrudan M.Ç.yi hedef almadığını, söyleşinin 28 Şubat süreci ve bu süreçteki olguların yargı üzerindeki etkilerine ilişkin olduğunu öne sürmüşlerdir.

25. Söz konusu haber "Brifingi Aldı İdamı Verdi" başlığı ile yayımlanmıştır. Başvurucular; söyleşi yaptıkları D.Y.nin davacıyı 28 Şubat döneminde bir brifingte gördüğünü söylemesi, davacının da "Hata yapmış olabiliriz." açıklamasını bir arada değerlendirerek bu şekilde başlık attıklarını açıklamışlardır. S.M.nin yeniden yargılama sonucu beraat ettiğini, dolayısıyla idam hükmünü veren DGM'de heyet başkanı olarak görev yapmış olan M.Ç.nin, yargının bağımsız hareket etmediğine ilişkin tartışmaların içine çekilmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; ilk derece mahkemesinin gerekçesinde M.Ç.nin "talimatla karar verdiği" şeklinde itham edildiği belirtilmişse de bunun doğru olmadığını, haberde M.Ç.nin brifinglerin etkisinde kalarak karar verdiğinin aktarıldığını, bununla da tek bir davaya ilişkin talimat değil o süreçte yargı mensuplarına sürekli brifing verildiğinin kastedildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; sürece tanıklık eden biriyle yapılan söyleşinin haberleştirildiğini, DGM hâkimi olarak görev yapmış M.Ç. ile ilgili söylemlerin olağan kabul edilmesi gerektiğini belirtmişler, ilk derece mahkemesince bu hususlar dikkate alınmadan aleyhlerine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

26. Bakanlık görüşünde, söz konusu müdahalenin kanun ile öngörülmüş ve başvurucuların iddialarının yapılan yargılama sonucunda kanıtlanamamış olduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda Bakanlık görüşünde; eleştiri sınırlarını aşan itham nedeniyle hükmolunan manevi tazminatın -özel hayata saygı hakkını devletin pozitif yükümlülükler kapsamında koruması gerekliliğini de nazara alarak- gerekli ve orantılı olduğu ayrıca bu durumun, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinin tavsiye kararları ile de uyumluluk gösterdiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

27. İddianın değerlendirilmesinde Anayasa'nın ifade ve basın özgürlüklerinin korunduğu 26. ve 28. maddeleri dayanak alınacaktır. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

28. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

30. Başvurucuların ulusal bir gazetede yayımlanan haber nedeniyle 4.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulduğu belirlenmiştir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

31. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

32. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma,demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

33. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 6098 sayılı Kanun’un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

34. Başvurucuların davacıya manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

35. Demokratik toplumda ifade özgürlüğünün önemine ilişkin detaylı açıklamalar için bkz. Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38.

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

36. Müdahalenin demokratik toplum düzenine uygun olmasına ilişkin ilke paragrafları için bkz. Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48, 51, 53-55, 57; Mehmet Ali Aydın, §§ 68, 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50, 51; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 59, 61, 66, 68.

37. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (c) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

38. Mevcut başvuruda başvurucunun basın özgürlüğü ile davacının itibarının korunması hakkı arasında bir çatışma meydana gelmiştir. Çatışan söz konusu haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için eldeki olaya uygulanabilecek kriterlerden bazıları şu şekilde sayılabilir:

a) Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı

b)Toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı

c)Haber veya makalenin yayımlanma şartları

ç) Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları

d) Habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı

e) Haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği

f) Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları

g) Kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı

39. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından yazılan yazının -yayımlandığı bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 45).

 (d) İfade Özgürlüğüne Yapılan Müdahalenin Gerekçesi

40. Başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, derece mahkemelerinin müdahaleye neden olan kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan § 56; Ahmet Temiz (6), B. No: 2014/10213, 1/2/2017, § 36). İfade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Başvuruya konu haber 28 Şubat soruşturmalarının devam ettiği dönemde yapılmıştır. İlgili soruşturmalarının başlamasıyla birlikte 28 Şubat sürecindeki yargılamaları yürüten DGM'lerin tarafsızlığı ve bağımsızlığı konuları tartışılmaya başlanmıştır. DGM'lerde görev yapan hâkimlerin askerlerden talimat alarak yanlı ve haksız kararlar verdiği iddiaları toplumun gündemini meşgul etmiştir. Basında bu konuyla ilgili çok sayıda haber ve köşe yazısı yayımlanmıştır.

42. Somut olayda, gazeteci ve yazar kimliği ile tanınan başvurucular 28 Şubat sürecinde DGM hâkimi olan M.Ç.nin açıklamasını da vurgulayarak bir söyleyişi yayımlamıştır. Söyleşi DGM'lerin faaliyet gösterdiği dönemde avukatlık yapmış olan bir kişi ile yapılmıştır. Bu kişi o dönemde DGM'lerde hâkimlik yapmış olanları da içeren birtakım ithamlarda bulunmuştur (bkz. § 14).

43. Eldeki başvuruyla ilgili olarak gözönünde bulundurulması gereken ilk husus M.Ç.nin toplumsal konumudur. Anayasa Mahkemesi daha önce kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82).

44. Başvuruya konu uyuşmazlığın tarafı olan M.Ç. kamuoyunda çok tartışılan DGM'lerde hâkimlik ve mahkeme başkanlığı yapmıştır. Başvuruya konu haberde öne çıkartılan ve M.Ç.nin karar veren heyette yer aldığı İBDA/C davaları Türkiye gündemini uzunca süre meşgul etmiştir. Bahsi geçen davalar kapsamında S.M. önce idam cezası ile cezalandırılmış daha sonraki süreçte cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmiştir. Uzunca bir süre ceza infaz kurumlarında kaldıktan sonra S.M. yeniden yargılanmış ve beraat etmiştir.

45. Gazetecilerin kamuoyunun ilgisini çeken ve görevleri nedeniyle tanınmış kamu görevlilerinin sözlerini ve davranışlarını takip etmeleri, onlar hakkında fikir oluşturarak kamuoyunu bilgilendirmeye ve hatta yönlendirmeye çalışmaları demokratik bir toplumda kaçınılmazdır. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre aradan uzunca bir zaman geçmiş olsa dahi başvuruya konu röportajın yayınlandığı sıralarda dahi güncelliğini koruyan son derece tartışmalı ve politik yönü ağır basan bir davanın hâkimliğini yapmış davacının kendisine yöneltilen eleştirilere herhangi bir kişiye nazaran daha fazla katlanması gerekir.

46. Başvurunun çözümlenmesinde dikkat edilmesi gereken ikinci husus ise başvuruya konu yazının türüdür. Somut olayda başvurucular tarafından "Brifingi Aldı İdamı Bastı" şeklinde yapılan haber başlığının davacı açısından "kışkırtıcı" bir yanının olduğu ve katlanılmasının güç olduğu kabul edilmelidir. Bunun yanı sıra haberde 28 Şubat sürecinde DGM hâkimi olan davacının açıklamasının da vurgulanarak, DGM'lerin tasarruflarını eleştirir ağır eleştirilere yer verildiği görülmekle birlikte, söz konusu haberin bir söyleşi olduğunun göz ardı edilmemesi gerekir. Söyleşide gazeteci, karşısındaki kişiye sorular sormakta, aldığı yanıtları bir yorum, kişisel bir gözlem olmadan olduğu gibi aktarmaktadır. Haber başlığının temelini de söyleşide aktarılanlar oluşturmaktadır. Bu bağlamda başvurucular tarafından bir başkasının düşüncelerini aktaran bir haberin yayımlanmasının ifade özgürlüğü bakımından yüksek bir korumadan faydalanması gerektiği açıktır.

47. Bunun yanı sıra olayların meydana geldiği tarihte, çok sayıda yüksek rütbeli asker hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle kamuoyunun gündeminde olan 28 Şubat sürecine ilişkin çok sayıda tartışma yapılmaktadır. Bahse konu röportajda 28 Şubat sürecinde bir kısım üst düzey askerin yalnızca siyaset üzerinde değil aynı zamanda sivil bürokrasi ile yargı üzerinde de baskı kurduğu ve onları yönlendirdiği ileri sürülmektedir. Bir bütün olarak yargı erkinin tarafsızlığının ve bağımsızlığının kazanmasının önemi üzerine durulduğu gözönüne alındığında ilgili röportajın kamuoyunda tartışma yaratan bir konuya ilişkin olarak ciddi ve olgusal bir aktarım olduğu, belli bir ölçüde genel yarar nitelikli bir tartışmaya katkı sunduğu kabul edilmelidir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ufuk Çalışkan, B. No: 2015/1570, 7/3/2019, § 55; Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 50). Ayrıca başvurucuların söz konusu haber nedeniyle tazminat ödemesine karar verilmesi, bilgilendirme ve eleştiri ortamına da zarar verebilecektir. Zira yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişinin bu etki altında ileride düşünce açıklamalarından veya basın faaliyetlerini yapmaktan imtina etme riski bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucular aleyhine tazminata hükmedilmesinin, başvurucuların üzerinde caydırıcı etki yaratacağı kabul edilebilir.

48. İlk derece mahkemesi; yazının genel çıkarı ilgilendiren bir tartışmaya katkı sunup sunmadığını, haberin yapıldığı dönemi, davacının hâkim olarak yürüttüğü kamu görevini gözönünde bulundurmadığı gibi kamuoyunun davacının tutumunu bilme ve takip etme hakkını da değerlendirmemiştir. Yine mahkemenin başvurucular tarafından yayımlanan haberin tamamını, yazıldığı bağlamdan koparmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirdiği de söylenemez

49. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Buna karşın somut olayda ilk derece mahkemesinin gerekçesi, başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahale için ilgili ve yeterli kabul edilemez. Bu nedenle başvurucuların basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarına saygı hakları arasında adil bir denge kurulduğu söylenemez. Dolayısıyla başvurucuların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

53. Başvurucular, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

54. Somut başvuruda, başvurucuların yaptıkları gazete haberi nedeniyle aleyhlerine manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ihlalin Mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

55. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

56. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucuların bu sürede uğradıkları bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucuların muhatap oldukları yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 5.500 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

57. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/51, K.2014/679) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 5.500 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SELAHADDİN AYDOĞDU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/80280)

 

Karar Tarihi: 23/10/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Fatma Gülbin ÖZCÜRE

Başvurucu

:

Selahaddin AYDOĞDU

Vekili

:

Av. Dursun KÜÇÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yerel yayın yapan bir televizyon kanalında yayımlanan ifadeleri nedeniyle başvurucunun cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/12/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 2014-2015 yılları arasında Adana Demirspor Kulübü Başkanlığını yürüten başvurucu 23/6/2015 tarihinde kulübün yönetiminin seçileceği kongre öncesinde, başkan olarak yerel bir televizyon kanalında canlı yayına katılmıştır. Soru cevap şeklindeki programda başvurucuya 2012 yılında kulüp başkanlığı yapmış olan M.G.nin (müşteki) yeniden adaylığıyla ilgili görüşleri sorulmuştur.

9. Başvurucu; başkanlığı döneminde müştekinin kulübe zarar verdiği yönünde değerledirmelerde bulunmuş ve ifadelerine “Kulüp başkanları para çalmasın, kulüpler kendi kendine döner.” Şeklinde bir cümle kullanmıştır. Sunucu tarafından kendisine yöneltilen “Bu yönde bir tespitiniz mi var?” sorusu üzerine başvurucu; daha önce aynı televizyon kanalında yayına katılan müştekinin kulüpten olan alacağının faizini talep etmeyeceği yönünde açıklama yaptığını ifade ederek müştekinin sözünde durmadığını, 500.000 TL olan alacağını icra kanalı ile 587.000 TL olarak tahsil ettiğini belirtmiştir.

10. M.G.nin yapmış olduğu şikâyet sonucunda başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmıştır

11. Başvurucu, Adana 7. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yaptığı savunmasında televizyon programındaki açıklamalarında müştekinin kulüpten olan senede bağlı alacağını tahsil ederken icra yolunu kullanmasını eleştirdiğini belirtmiş; “Kulüp başkanları para çalmasın.” Şeklindeki ifadesinin ise genel ifade niteliğinde olduğunu ve müştekiyi hedef almadığını ileri sürmüştür.

12. Yargılamayı yapan Mahkeme 1/12/2016 tarihli kararında başvurucunun yerel yayın yapan televizyon kanalında canlı yayında kullandığı “ [M.G.] aday olsaydı ben de aday olacaktım. Vicdanen rahatsız olurdum. Bu kulübe zarar veren kim olursa olsun, önüne çıkarım. Ben [M.G.]nin kulübe zarar verdiğini düşünüyorum. Belgeler var, zaten ben anlamıyorum. Kulübe zarar vereceksin. Utanmadan gelip aday olacaksın. Ben böyle bir şey görmedim. Kulüp başkanları para çalmasın, kulüpler kendi kendine döner.” Şeklindeki ifadelerinin hakaret mahiyetinde olduğunu belirterek başvurucunun 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir.

13. Mahkûmiyet kararı 2/12/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu 30/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı 125. Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden … veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyleişlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.”

B. Uluslararası Hukuk

16.İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 18-24) kararına bakılabilir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 23/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu;

i. Öncelikle canlı yayında kullanmış olduğu ifadelerin hakaret niteliğinde kabul edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini,

ii. Cezalandırmaya konu ifadelerin temelini oluşturan olayların tespiti amacı ile Türkiye Futbol Federasyonuna müzekkere yazılması talep etmesine karşın söz konusu müzekkere yazılmayarak adil yargılanma ve silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini,

iii. Hakaret suçu kapsamında neredeyse herkes hakkında hükmün açıklanmasının geriye bırakılması (HAGB) kararı verilirken kendisi hakkında doğrudan ve kesin olarak adli para cezasına hükmedilmesinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu tarafından eşitlik ilkesine aykırılık iddiası ileri sürülmüş ise de hangi nedene dayalı olarak ayrımcılığa uğradığı belirtilmemiştir.

B. Değerlendirme

19. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. Maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar…

Bu hürriyetlerin kullanılması,… başkalarının şöhret veya haklarının,… korunması … amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

21. Yerel bir televizyon kanalında canlı yayında kullanılan ifadeler nedeni ile başvurucu adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulduğu belirlenmiştir.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

22. Anayasa’nın 13. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, … yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, … demokratik toplum düzeninin … gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

23. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. Maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 26. Maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. Maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

24. 5237 sayılı Kanun’un 125. Maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

25. Başvurucunun adli para cezasına mahkûm edilmesine ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

26. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

27. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 59, 68).

 (b) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

28. Anayasa’nın 26. Maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. Maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

 (c) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

29. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

30.Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, §37).

31. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa’nın 26. Maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir. Anayasa Mahkemesi, başvuru konusu olan müdahalenin gözetilen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bunu haklı göstermek için ulusal makamlar tarafından ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini tespit edebilmek amacıyla söz konusu müdahaleyi davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (Sinan Baran, § 38).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

32. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruda ilk olarak şikâyet konusu ifadelerin sarf edildiği atmosferi gözönünde bulunduracaktır. Şikâyete konu demeç başvurucunun başkanı olduğu Adana Demirspor Kulubünün başkanlık ve divanının seçiminin yapıldığı kongre günü verilmiştir. Müşteki de 2012 yılında aynı spor kulübünün başkanlığını yapmıştır. Dolayısıyla başvuruya konu sözlerin belirli bir derecede gerilimli geçen seçim yarışı çerçevesinde dile getirildiğinin gözönünde alınması gerekir.

33. Gözönünde bulundurulması gereken diğer bir husus ise başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin niteliğidir. Olayda başvurucunun canlı yayında verdiği mülakatta kullandığı “ …ben her zaman söylüyorum kulüp başkanları para çalmasın kulüpler kendi kendine döner…” şeklindeki ifade lafzi yorumla suç isnadı olarak nitelendirilebilir. Buna karşın başvurucu tarafından söylenen sözlerin ve yapılan konuşmaların tamamının söylendiği bağlamdan koparılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). İlk olarak müştekiyi hedef alarak onu hırsızlıkla suçladığının kabul edilmesi başvurucunun sözlerine onun kastettiğinin ötesinde bir anlam yüklemek olacaktır. Öte yandan sözleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucu, müştekinin kulübe vermiş olduğu borç paraya karşı kulüpten aldığı senedi icra takibi yolu ile tahsil etmesini ve kulüpten anapara dışında ayrıca faiz de almasını eleştirmektedir.

34. Öte yandan dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi önemlidir. Bu noktada maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir (Meral Özata Özgürol, B. No: 2015/2326, 26/12/2018, § 46). Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).

35. Somut olaya dönersek gerçekten de müşteki tarafından söz konusu senedin tahsilinde icra yolunun tercih edildiği anlaşılmaktadır. Başvurucuya göre müşteki icra takibine başvurarak kulübün asıl alacaktan daha fazla para ödemesine sebebiyet vermiş ve kulüp müşteki tarafından zarara uğratılmıştır. Bu itibarla başvurucu tarafından ileri sürülen somut olguların tümüyle gerçek dışı olduğu ileri sürülemez. Öte yandan başvurucunun müştekiye yönelik değer yargısı niteliğindeki eleştirileri kimi somut unsurlarla desteklendiğinden ölçüsüz olduğu da değerlendirilmemiştir.

36. Bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar çok boyun eğmesi gerekir (İlhan Cihaner (2), § 74; Kadir Sağdıç, § 67). Bu doğrultuda kulübün eski başkanlarından olan müştekinin eylemlerinin yeni yönetimin seçileceği kongre sürecinde kulüp başkanı olan başvurucu tarafından değerlendirilmesi, anılan spor kulübünü takip eden bireyleri yakından ilgilendirir niteliktedir. Dolayısıyla başvurucunun konuşmasının kulüp kamuoyu gündeminin ilk sırasında yer alan seçim sürecinde yaşanan tartışmalara faydası yüksek bir katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.

37. Yukarıdaki değerlendirmeler ışığında başvurucu tarafından mülakatta kullanılan değerlendirmelerin kabul edilebilir eleştiri sınırını aşmadığı, derece mahkemelerinin müştekinin itibarını koruma amacının başvurucunun ifade özgürlüğüne uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Derece mahkemelerince ifade özgürlüğünün korunması ile şeref ve itibar hakkı arasında adil bir denge kurulmamıştır.

38. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. Maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

39.Başvurucunun adil yargılanma hakkının bazı usule ilişkin güvenceleri ile eşitlik ilkesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerinin de bulunduğu görülmekle birlikte ifade özgürlüğü yönünden ihlal bulunması nedeniyle bu şikâyetlerin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

40. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. Maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

41. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin uygulanmasına ilişkin kabul edilen ilkeler için bkz. Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna ilişkin karar.

42. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama ve 15.000 TL manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

43. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun katılmış olduğu televizyon programında kullanmış olduğu ifadeler nedeni ile adli para cezasına mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

44. Bu durumda ifade özgürlüğü ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 7. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

45. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. Maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Yıldız SEFERİNOĞLU’nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 7. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2016/376, K.2016/826) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/10/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Adana Spor Kulübü Başkanı olan, yeniden yapılacak kongre öncesinde yerel bir televizyon kanalında canlı yayına katılan Başvurucu'nun, daha evvel kulüp başkanlığı yapmış M.G.nin yeniden adaylığıyla ilgili görüşleri sorulması üzerine, M.G.nin başkanlığı döneminde kulübe zarar verdiği yönünde değerlendirmelerde bulunmuş ve devamında "Kulüp başkanları para çalmasın, kulüpler kendi kendine döner" şeklindeki ifadeleri nedeniyle M.G.nin şikayeti üzerine, bu ifadeler nedeni ile adli para cezasına mahkum edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine dair çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Bireyin şeref ve itibarı, Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "Manevi varlık" kapsamında yer almaktadır. Devlet, bireyin manevi varlığının bir parçası olan şeref ve itibara üçüncü kişilerin saldırısını önlemekte yükümlüdür.

Başvurucunun TV programındaki ifadeleri müştekiyi hedef alarak, kongre öncesi onu hırsızlıkla suçlamaktadır. Kişilerin manevi varlığını oluşturan şeref ve haysiyeti hiçe sayan, toplum nazarında küçük düşüren bu beyanların ifade hürriyeti olarak görmek mümkün değildir. Zira bu beyanlar eleştiri sınırlarını ziyadesi ile aşmış durumdadır.

 

 

 

 

Üye

 Yıldız SEFERİNOĞLU

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET GÜNGÖR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/14951)

 

Karar Tarihi: 11/12/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M.Emin KUZ

Raportör

:

Gülsüm Gizem GÜRSOY

Başvurucu

:

Mehmet GÜNGÖR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, üst düzey bir kamu görevlisi hakkında yapılan haberler nedeniyle cezalandırılan başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/8/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Isparta'ya yönelik haber yapan www.ispartanews.com isimli internet sitesinin imtiyaz sahibidir. Bu internet sitesinde yapılan haberlerin altına okuyucular tarafından yorum yazılabilmektedir. Ancak başvuruya konu yazılar internet sitesinde yayımlanan haberler olup derece mahkemesi kararında okuyucu yorumları değerlendirme konusu yapılmamıştır.

9. Müşteki ise 14/5/2015 tarihinden beri Süleyman Demirel Üniversitesinde (SDÜ) rektör olarak görev yapmaktadır.

10. Sözü edilen internet sitesinde müşteki hakkında birden fazla sayıda haber yapılmıştır. Bu haberlerin ilgili kısımları şöyledir:

i. 29/6/2015 tarihli "SDÜ'de binasız kaldı ama..." başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ zarara mı uğratılıyor. Binası, öğrencisi, okulu olmayan Meslek Yüksek Okulu'na (MYO) SDÜ yönetiminin atama yaptığı ortaya çıktı. 5 yıldır faaliyete geçirilemeyen ...MYO binasız kaldı ama SDÜ rektörü [Ç.nin] buraya müdür, müdür yardımcısı atadığı ortaya çıktı. MYO'ya tahsis edilen... Taşınmazın 20 yıllığına 22.000 TL'ye bir otel işletmesine kiraya verildiği, yıllık kira bedelinin 1.100 TL olduğu öğrenildi".

ii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 11/9/2015 tarihli "SDÜ'nün Rektörü Eleverir Öğüdü Ama" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ rektörü eleverir öğüdü kendi yer salkım söğüdü, SDÜ rektörü bakın neler yazmış: 'Bölüm açmak kolay ama ben bu kolayı seçmem. Kendi çocuğumu tam donanımı olmayan, altyapısı eksik bir bölüme nasıl göndermezsem, başkasının çocuğunu da riske atamam'. Bir çok kez yazmamıza rağmen, SDÜ güzel sanatlar fakültesine ...asgari 3 öğretim üyesi olmamasına rağmen öğrenci kaydı yapıldı.

 ...

 Gelecek günlerde öğrenci almaması gereken lisans ve ön lisans bölümlerinde neler olup bittiğini, nelerin döndüğünü açıklamaya devam edeceğiz."

iii. 29/9/2015 tarihli "SDÜ Rektöründen Paralele Tam Destek" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ Rektörü İ.H.Ç. ve ekibinin öğretime başlayan SDÜ'de paralelci cemaatin fakülte ve MYO'larda öğrenci toplanmasını engellemek için hiçbir tedbir almadığı tespit edildi ve böylece paralelcilerin çalışmalarına sessiz kaldığı iddia edildi.

 ...

 Ispartanews in daha önce SDÜ yönetimini bu konuda bizzat sözel ve yazılı olarak uyarmasına rağmen hiçbir tedbir alınmamasını nasıl yorumlamak gerekir.

Eğer SDÜ rektörü İ.H.Ç bu iddiaya hayır diyorsa ne tedbir aldığını açıklasın da biz de fakülte ve MYO önlerinde neler olduğunu anlatalım.

 ...

 Şimdi SDÜ rektörüne soruyoruz bunun sebebi ne olabilir acaba...

...İşbirlikçileri bu görevlere kimler getirdi, atama kararnamelerinde sizin imzanız var mı..."

iv. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 23/10/2015 tarihli "SDÜ'nün 1 Kasım Sendromu" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ'nün geçici çırak rektörünün 1 Kasım seçim sonuçlarına göre hareket etme fikri, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a olan bağlılığında şüphelerin oluşmasına neden oldu.

Paralelle mücadelede samimi olan kişinin seçim sonuçlarını beklemeden gereğini yapması gerekirken, seçim sonuçlarını beklemesi, SDÜ rektörünün gerçekte Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bağlılığında şüphelerin oluşmasına neden oldu.

Göreve geldiği günden bu yana gerçek anlamda paralelle mücadele konusunda parmağını kıpırdatmayan rektör 1 Kasım seçimlerini mi bekliyor diye halk arasında konuşmalar yapılmaktadır.

...Geçici rektör geçmişten beri birlikte çalıştığı paralelcilerle paylaştığı birtakım çalışmaların ve projelerin ortaya çıkmasından mı korkuyor...

...Paralelin eski rektör yardımcılarından birinin zamanında ilkasker üssüyün [başvurucu zaman zaman müşteki ile ilgili böyle bir kısaltma kullanıyor] referansı ile ... Müdürü olduğunu üniversite kamuoyu halen unutmamıştır... Bu kripto paralelcinin halen devletin en üst kurumlarında bilim kurulu olarak görev yaptığını ve yönetimin bu hususta parmağını kıpırdatmadığını biliyor musunuz.

SDÜ'deki paralelcilerin mevzilerini güçlendirdiklerini ve üzerilerine gidilmediği için kendilerini kamufle ettiklerini biliyor musunuz...

1 kasımdan sonra Türkiye'de çok şey değişecek, ... Paralelciler girecek delik ararken, paralelcilere göz yumanların nerelere gireceğini de hep birlikte göreceğiz"

v. 2/11/2015 tarihli "SDÜ'de Paralelcilere Mahkeme Şoku" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ'de paralelci yönetimin mobbing uyguladığı gerekçesiyle açılan mahkemenin açıkça kararında 8 madde halinde saydığı mobbing fiillerinin de sayıldığı karar temyizde onandı. Şimdi ne olacak...

Mahkemenin kararı gereği ilgili personele ödenen .. tazminatınparalelci yönetime rücu edilip edilmeyeceği merak konusu.

... SDÜ'nün çırak rektörünün bu kararın bozulması için karar düzeltilmesi talebinde bulunduğu bilindiği için, şimdi nasıl bir tavır takınacağımerak konusu..."

vi. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 6/11/2015 tarihli "SDÜ Rektörü Kendine Gel" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ'nün geçici çırak rektörü, kendi kendisini dekan vekili atayarak, rektörlükten dekan vekilliğine terfi etti. İ.H.Ç.nin spor bilimleri fakültesinde dekan vekili olarak görev yaptığı ortaya çıktı.

 ...

 Allahım Ispartanın ve bizim ne günahımız var...

...bu kadroyu birine mi saklıyorsunuz

...başkasını atarsanız o koltuktan kalkmayacağını mı düşünüyorsunuz

...dekan vekilliği maaşı alıyor musunuz..."

vii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 7/1/2016 tarihli "SDÜ Rektörü Paralelcilerin Aldığı Memurlara Yemin Ettirdi" başlıklı yazının ilgili kısmı:

" SDÜ'de paralelci yönetim tarafından açıktan atanarak memuriyete geçirilen K.Y., F.Y., O.A, M.Ö. gibi isimlerin, paralelle mücadele kapsamında hiçbir araştırma yapılmadan memuriyete kabul edildiği iddia edildi...

... Geçmişte alınan personel hakkında devletin ilgili birimlerine hiçbir araştırma yaptırmadan, asaletlerini tasdik etmek, insanın kafasında, paralelcilik acaba beyin arkasında birilerinde devam mı ediyor sorularını gündeme getiriyor..."

viii. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 16/1/2016 tarihli "SDÜ'nün Bilgisiz Rektörü" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ rektörü 2011'den bu tarafa diplomalar imzalanmadığı için ben imzalıyorum, mesajını basına dağıttı. Fakat ey bire cahil rektör, sen hiç SDÜ mezunlarına verilecek belgelerin düzenlenmesine ilişkin yönergeyi okumaz mısın, her önüne konanı yer misin...

 ...

Diplomalar düzenlenme tarihindeki bilgileri içerir ce o tarihteki yetkililer tarafından imzalanması gerekir.

SDÜ'nün çırak rektörü olarak, 2011,2012,2013,2014 mezunlarının diplomalarını imzalama yetkiniz bulunmamaktadır.

 ...

Kamuoyuna ve ilgililere sesleniyoruz:

-SDÜ sahipsizdir, SDÜ'de başıbozukluk hakimdir.

- Kanunsuzlukların üzeri örtülmektedir.

 ...

-SDÜ'de paralelciler kollanmaktadır

 ...

-SDÜ rektörü sayın Cumhurbaşkanımıza artık zarar vermektedir.

-SDÜ rektörü emanete ihanet etmiştir."

ix. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 19/1/2016 tarihli "SDÜ Rektörü Yalanmı Söylüyor Doğrumu Söylüyor" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ'nün geçici çırak rektörüne soruyoruz, yönerge senato kararı ile değişir. Sizin tüm senato kararlarınız elimizde, eğer gizli oturum yapmadıysanız, siz senato kararı olmadan yönergeyi nasıl değiştirdiniz..."

x. Müştekinin fotoğrafına yer verilen 27/1/2016 tarihli "SDÜ REKTÖRÜNE İMAN DERSLERİ" başlıklı yazının ilgili kısmı:

"SDÜ'nün yöneticileri abdesti bozan şeyleri, namazı ve orucu bozan şeyleri bizden iyi bilir... İmanı bozan haller neler pekala:

1-Kul hakkı yemek (metresi 24.90 TL yerine metresi 35 TL yüzelerce metrelik perde almak

2-Emeği hiçe saymak (daire başkanının emekli kaynı işe devam ederken, iki çocuğu olan bir genci kış vakti evden çıkarmak)

3- işi ehline vermemek (yapı işleri daire başkanlığına mühendis veya teknik olmayan birini atamak)

4- adam kayırmak (kadro verilirken adrese teslim ilanlar çıkarmak)

 ...

 8- büyük görünce dalkavukluk etmek

 ...

 İmanı bozuk olanın, abdesti olsa namaz için başı secdeye varsa, oruç tutsa ne olur... Kendini adam sanar ahir zaman abdestsizleri,,, paralelin hiçbir baskısına ses çıkarmazken, onlar gidince tüm mücadeleyi ben yaptım der...

Şimdi soralım bu kişi kim diye:

-Önceki rektörlük seçiminde, cemaatin adayı olan N.D.yi, destekleyen

-Sonraki 2011 rektörlük seçiminde de cemaatin Isparta imamı ile rektörlük seçim platformunu kuran ve başkanlığını yürüten

-sonra da paralelin görevden aldığı insanlarla, cemaat arasında arabuluculuk yapıp, cemaat sizinle çalışmak istemiyor bizi fazla zorlamayın diyen kişi kim acaba" şeklindedir.

11. Müşteki, yukarıdaki yazıların tamamı hakkında tekzip metni yayımlatmıştır.

12. Müşteki, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle de 26/2/2016 tarihinde şikâyetçi olmuştur.

13. Isparta Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle 16/3/2016 tarihli iddianame düzenlenmiştir.

14. Yargılamayı yapan (kapatılan) Isparta 6. Asliye Ceza Mahkemesinin (devredilen Isparta 3. Asliye Ceza Mahkemesinin) (Mahkeme) 10/5/2016 tarihli duruşmasında başvurucu şu şekilde beyanda bulunmuştur:

"yazdığımı belirttiğim yazılar şikayetçi İ.H.Ç.nin paralelci olduğuna ilişkin iddia ve yazılara ilişkindir, hakaret olduğu iddia olunan yazılar tarafımca yazılmamıştır, bu yazılar paralel ile ilgili değildir, zaten müştekinin de paralel ile ilgili yazılardan bir şikayeti yoktur, yani ben sadece müştekinin paralelci olduğunu belirten yazıları yazdım hakaret içeren yazıları ben yazmadım."

15. Mahkeme 23/5/2016 tarihinde başvurucunun 9.100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB)karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava konusu yazılarda bahsi geçen ve sanık tarafından katılanın paralelci olduğuna dair bizzat kendisi tarafından yazıldığını kabul ettiği yazılarda geçen 'dalkavuk', 'imanı olmayan', 'kendini adam sanmak', kelimeleri ile şahsen SDÜ rektörü olan katılanın kastedildiği, bu kelimelerin, yapılmak istenen haber ve verilmek istenen bilgi için gerekli olmayan, katılanı kamuoyu önünde küçük düşürmeye yönelik kişilik haklarına saldırı niteliğinde kelimeler olduğu; yine paralel/paralelci/paralel yönetim sözleriyle de katılanı, terör örgütü olan PDY/FETÖ 'nün mensubu ve bu örgütünamaç ve saiki doğrultusunda hareket ediyormuş gibi farklı göstererek imtiyaz sahibi olduğu haber sitesinin gücünü ve etkisini kullanarak katılanı itibarsızlaştırmaya, küçük düşürmeye yönelik kişilik haklarınasaldırı niteliğinde tanımlamalar olduğu, bu itibarla sanığın üzerine atılıgörevinden dolayıkamu görevlisine hakaret suçunun yasal unsurlarının oluştuğu,suçunun sabit olduğu kabul ve kanaatiyleatılı suçtan cezalandırılmasına,sanıkaynı suçuişleme kararlılığıyladeğişiktarihlerdebu suçu birden fazla işlediğindensarf edilen sözlerin içeriği ve suç kastının yoğunluğu dikkate alınarak TCK'nun 43. maddesi gereğince yapılacak artırımın 2/4 oranında belirlenmesine, ancak koşulları oluştuğundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermek gerekmiştir".

16. İtiraz üzerine Isparta 2. Ağır Ceza Mahkemesi 29/6/2016 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir.

17. Nihai karar 25/7/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

18. Başvurucu 23/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...

 (2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 11/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

21. Başvurucu; müştekinin hangi kelime ve cümlelerden şikâyetçi olduğunu belirtmediğini, buna karşın Mahkemenin müştekiyi paralelci olarak itham ettiği gerekçesiyle kendisini mahkûm ettiğini, yazılarda geçen ifadelerin bağlamından koparılarak cezalandırma konusu yapıldığını, müştekinin rektör olmasından önce bir önceki rektör hakkında yazılan yazıların da müştekiye yönelik olarak kabul edildiğini ve deliller değerlendirilmeden karar verildiğini belirterek ifade ve basın özgürlükleri ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Erol Balcı, B. No: 2015/7325, 10/5/2018, § 21). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

23. İddianın değerlendirilmesinde esas alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…”

24. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

26. İnternet sitesinde yayımlanan haberler nedeniyle başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

27. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

28. Yukarıda belirtilen müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

29. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 5237 sayılı Kanun’un 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

30. Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a)Genel İlkeler

 (1)Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi

31. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın,[GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).

 (2) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

32. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın,§§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

33. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bkz. bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder, [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise; bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§ 59).

34. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).

35. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının, temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).

(b) Somut Olayın Değerlendirilmesi

36. Somut olayda Isparta'ya yönelik haberler yapan bir internet sitesinde habercilik yapan başvurucu, aynı ildeki üniversitede rektör olan müşteki hakkında birden fazla haber yapmıştır. İlgili haberler müştekinin üniversitedeki tasarruflarının eleştirilmesinin yanı sıra müştekinin paralel yapılanma ile yeterince mücadele etmediği iddialarını içermektedir.

37. İlk derece mahkemesi; 'dalkavuk', 'imanı olmayan', 'kendini adam sanmak', ibareleri ile müştekinin kastedildiği, paralel/paralelci/paralel yönetim sözleriyle de müştekinin terör örgütü Fetullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması(PDY/FETÖ) mensubu olarak gösterildiği haberlerin müştekinin toplum içindeki itibarını ve diğer fertler nazarında saygınlığını zedelediğini ve ilgili haberlerin hakaret suçunu oluşturduğunu belirterek başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

38. Benzer başvurularda derece mahkemelerinin başvurucunun basın özgürlüğü ile müştekinin itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge sağlamaları gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45, 47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019,§ 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit,§ 61). İlk derece mahkemesinin çatışan haklar arasında dengeleme yapabilmesi için;

1- Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği

2- Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları; basının sıkı denetiminde olup olmadığı; katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı

3- Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları

4- Haber veya makalenin yayımlanma şartları

5- Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı

6- Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı

7- Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği

8- Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları

9- Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı

10- Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri

kriterlerini elindeki somut olaya uyduğu ölçüde uygulaması gerekir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç, [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; basının sorumluluğuna ilişkin bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, §§ 47-48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61).

39. Somut olayda, ilk derece mahkemesi başvurucu tarafından yazılan yazıları yayımlandıkları bağlamdan ve çok sayıda yazı içerisinde geçen birkaç kelimeyi yazıların bütününden kopartarak olayların ve yazıların bütünselliğini gözetmeksizin bir değerlendirme yapmıştır ( benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017 § 45). Mahkeme, başvurucunun basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; haberlerden bazı ifadeleri çekerek yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin tahkir edici ve küçük düşürücü olduğuna karar vermiştir.

40. Başvuru konusu haberlerde gözönünde bulundurulması gereken ilk husus kullanılan ifadelerin türüdür. Başvurucunun müştekinin itibarına yönelik sert ifadeler kullandığı görülmekle birlikte ifade özgürlüğü, ifadenin gerçek veya duygusal olup olmadığına ve başkalarının onu yararlı veya zararlı, değerli veya değersiz olarak değerlendirmesine bakılmaksızın ifadeyi korur. İfadenin polemik içermesi veya kırıcı olması bile onu koruma kapsamından mahrum etmez (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ali Gürbüz ve Hasan Bayar, B. No: 2013/568, 24/6/2015, § 42; Önder Balıkçı, § 40). Dolayısıyla kullanılan ifadelerin başvuru konusu olay kapsamında, yazıların tamamının ışığı altında ve özellikle hedef aldığı kişi ile başvurucunun konumu ve söylenme şekli bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

41. Başvurunun çözümlenmesinde gözününde bulundurulması gereken ikinci husus başvurucunun ve müştekinin konumudur. Isparta'da üst düzey kamu görevlilerinden biri olan müştekinin, aynı ilde habercilik yapan başvurucunun sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir. Eleştirilerin hedefinde olan müşteki kamusal görev üstlenmiş olan bir rektör olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, diğer vatandaşlarla karşılaştırıldığında daha geniştir. Bu sebeplerle müştekinin kendisine yönelik eleştirilere diğer vatandaşlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ali Suat Ertosun (7), B. No: 2014/1416, 15/10/2015, § 36).

42. Dikkate alınması gereken bir başka husus da ilgili haberlerde ele alınan konudur. Başvuruya konu haberlerde, rektör olan müştekinin görevini layıkıyla yerine getiremediği iddialarının yanı sıra FETÖ/PDY ile irtibatı olan kişilere kayırmacı bir tavır sergilediği iddiaları dile getirilmiştir. Başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların müştekinin yürüttüğü kamu görevine ilişkin olduğu, bu anlamda yapılan haberlerin kamuoyunu ilgilendiren bir konuda yapılan tartışmanın bir parçası olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda bir haber veya yazının kamuyu bilgilendirme değeri ne kadar yüksek ise kişinin söz konusu haber veya makalenin yayımlanmasına o kadar rıza göstermesi gerekir (benzer yöndekideğerlendirmeler için bkz. İlhan Cihaner (2), § 74; Kadir Sağdıç, § 67).

43. Somut olayda; haberlerin kaleme alındığı dönemde pek çok kamu görevlisinin FETÖ/PDY ile irtibatı olup olmadığı tartışılmış ve bu konu ülke gündemini uzunca bir süre meşgul etmiştir. Bu çerçevede; başvurucu, müştekinin görevi kapsamında yaptığı tasarruflardan somut örnekler vermiştir. Başvurucunun bu olgusal temellerden yola çıkarak müşteki hakkında birtakım değer yargılarına ulaştığı görülmektedir. Bunun yanı sıra müştekinin yazılan yazıların tamamı hakkında tekzip metni yayımlatarak hakkındaki iddiaları yalanladığı anlaşılmaktadır. Bu yönüyle müştekinin, hakkındaki iddialara nasıl cevap verileceğini bilen biri olarak görevi nedeniyle kendisine yöneltilen eleştirilere katlanması beklenir. Öte yandan müştekinin yapılan haberler nedeniyle kişisel kariyerinin etkilenmediği ve 2019 yılında yeniden aynı üniversiteye rektör olarak seçildiği göz önünde bulundurulmalıdır.

44. Bunun yanı sıra gazetecilerin üst düzey kamu görevinde bulunanların sözlerini ve davranışlarını takip etmeleri, onlar hakkında fikir oluşturarak kamuoyunu bilgilendirmeye hatta yönlendirmeye çalışmaları demokratik bir toplumda kaçınılmazdır. Rahatsız edici de olsa bu kişilere ilişkin yapılan bilgilendirme ve eleştirilerin cezalandırılması caydırıcı etki doğurarak toplumdaki ve kamuoyundaki farklı seslerin susturulmasına yol açabilir. Cezalandırılma korkusu, çoğulcu toplumun sürdürülebilmesine engel olabilir (benzer yöndekideğerlendirmeler için bkz. Ergün Poyraz (2), § 79). Bu nedenle yazının yayımlandığı dönemde ve hâlen Isparta Üniversitesi rektörü olan müştekinin kamu görevine yönelik olarak kaleme alınan ve ağır eleştiri içeren haberleri yapan başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi, bilgilendirme ve eleştiri ortamına zarar verebilir.

45. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2),§ 49). Buna karşılık yukarıdaki tespitler dikkate alındığında ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyduğunun kabul edilmesi mümkün olmamıştır.

46. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48.Başvurucu ihlalin tespiti ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

52. İncelenen başvuruda, başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulamaması nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

53. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerine ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Isparta 3. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesi gerekir.

54. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlali nedeniyle yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesinin yeterli giderimi sağladığı değerlendirildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Isparta 3. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2016/874, K.2016/1012) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

İLERİ YAYIMCILIK TANITIM VE TİC. LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/30756)

 

Karar Tarihi: 1/7/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 7/8/2020-31206

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Gülsüm Gizem GÜRSOY

Başvurucu

:

İleri Yayımcılık Tanıtım ve Tic. Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Özgür Murat BÜYÜK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, internet sitesinde yayımladığı haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, www.habersol.org.tr isimli internet gazeteciliği yapan haber sitesinin sahibidir. E.Ç. ise ulusal düzeyde yayım yapan çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yapmıştır. Hâlen S. isimli gazetede (gazete) köşe yazarlığı yapmaktadır.

A. Arka Plan Bilgisi

9. 3/11/2002 milletvekili seçimleri sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisinin (Ak Parti) tek başına iktidara gelmesi sonucu 58. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti kurulmuştur. Recep Tayyip Erdoğan 15/3/2003 tarihinde Ak Partiden 59. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti başbakanı olarak göreve başlamıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan göreve geldikten sonra Türk lirasından altı sıfır atılmasına yönelik düzenlemeler yapılacağını ifade etmiş, bu konu kamuoyunda tartışmalara neden olmuştur.

10.E.Ç., o dönem köşe yazarlığı yaptığı H. gazetesinin 11/9/2003 tarihli nüshasında "Masal Bunlar Masal" başlıklı bir yazı kaleme almıştır. Yazının ilgili kısmı şöyledir:

"...Eğer yaşar da 2004 yılının sonunu görürsek ve Törkiş liradan 6 adet sıfır atılmış olursa, ben bu hükümetten burada özür dilemeyi görev bilirim..."

11. 28/1/2004 tarihli ve 5083 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Para Birimi Hakkında Kanun’a göre 1/1/2005 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Türk lirasından altı sıfır atılmıştır.

12.E.A. isimli gazeteci 27/10/2004 tarihinde "Ya 'Anırırım' Deseydi?" başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazının ilgili kısımları şöyledir:

"Konumuz yine diğer gazeteler, yine [E.Ç.] Yeni Şafak'tan [B.H.] hatırlattı. Meğer [E.Ç], paradan 6 sıfırın atılmasına ilişkin olarak, 11 Eylül 2003'te 'Masal bunlar masal' diye yazmış. Ve devam etmiş: 'Eğer yaşar da 2004 yılının sonunu görürsek ve Törkiş liradan 6 adet sıfır atılmış olursa, ben bu hükümetten burada özür dilemeyi görev bilirim.'

Hepimiz hata yaparız. Öngörülerimiz boşa çıkabilir. Peki bu hatalar niye olur? İşte birkaç neden: Bilgi eksikliği, dalgınlık, ideolojilerin yarattığı akıl tutulması, şanssızlık, vb...

... Neyse... Yine de dua etsin. İyi ki olayı abartıp 'Anırırım' ya da 'Kendimi Taksim meydanında asarım' filan dememiş."

13. O tarihte başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan, 2013 yılında Viyana'da yaptığı bir konuşmada Türkiye ekonomisi ile ilgili bilgiler verirken konuyla ilgili şunları söylemiştir:

"... Çok enteresan o büyük geçinen köşe yazarlarından birisi köşesinde ne yazmıştı biliyor musunuz? Paradan altı sıfır atılırsa Taksim meydanında eşek gibi anırırım demişti. Bu altı sıfır tutmaz demişti. Siz kim olduğunu bilirsiniz. Bunlar sözlerinin eri hiç bir zaman olmadıkları için oraya çıkıp tabii anırmadı. Ama şu an köşesinde o görevi ifa ediyor..."

14. E.Ç. gazetenin 1/3/2013 tarihli nüshasında "Biri Anırıyor da, Acaba Kim!" başlıklı bir yazı yazmıştır. Yazının ilgili kısımları şöyledir:

"... 2003 yılında bir yazımda paradan altı sıfır atılamayacağını biraz da iddialı bir biçimde yazmış, atıldığı takdirde özür dileyeceğimi belirtmiştim. Paradan altı sıfır atıldı ve ben yanılmış oldum. Bir süre sonra da yazımda özür diledim... Gazeteci ve başkaları herkes belli tahminlerinde yanılabilir. Bu da benim yanılgımdı. Şimdi Viyana'daki sözleri bant çözümünden aynen veriyorum... [bu kısımda yukarıda belirtilen konuşma aynen yazılmış.]

... Aynı konuda aynı 'anırma' sözcüğünü kullanarak başka konuşmalar da yapmıştı.

... Bu arkadaş anırmaya ve anırtmaya çok meraklı! İstiyor ki ille de birileri çıksın anırsın! Bu sözlerinin tamamında beni kastediyor ama isim veremiyor. Çünkü yalan söylüyor. Ben onun iddia ettiği sözleri hiç bir zaman söylemedim, yazmadım. Beni de bırakın bir yana, başka bir köşe yazarı da yazmadı.

... Bu anırma yalanını burada daha önce birkaç kez yazdım, kanıtlamasını istedim. ...Burada bir kez daha vurguluyorum: yalan söylüyor..."

B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar

15. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2015 yılında bir mitingde aynı konuyu gündeme getirerek özetle şunları söylemiştir:

"...Paramızdan altı sıfırı attık. Paramız dolar karşısında bir yere geldi. O zamanın köşe yazarlarından bir tanesi ne demişti biliyor musunuz? 'Altı sıfırı atsınlar Taksim Meydanı'nda anıracağım.' Hala bekliyorum anıracak..."

16. Başvurucunun sahibi olduğu internet sitesinde 11/5/2015 tarihinde "Erdoğan'dan E.Ç.ye: Hâlâ Bekliyorum Anıracak" başlıklı haber yapılmıştır. İlgili haber şu şekildedir:

"Cumhurbaşkanı Erdoğan, S. gazetesi yazarı [E.Ç.ye] 'hâlâ anırmasını bekliyorum' sözleriyle seslendi. Rize'de AKP mitingi düzenleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefete sert sözlerle yüklendiği konuşmasında [E.Ç.yi] de hedef aldı. 'Paramızdan 6 sıfırı attık. Paramız dolar karşısında bir yere geldi' diyen Erdoğan, 'O zamanın köşe yazarlarından bir tanesi ne demişti biliyor musunuz?' '6 sıfırı atsınlar Taksim Meydanı'nda anıracağım.' Hala bekliyorum anıracak" ifadelerini kullandı.

17. E.Ç. bahsi geçen haber dolayısıyla kişilik haklarının zedelendiğini ileri sürerek 23/2/2016 tarihinde başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

18. Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesi 29/9/2016 tarihli kararıyla 3.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...davalı yayıncılık şirketinin sahibi olduğu İnternet sitesinde bahsi geçen ifadelerin yer aldığı, haberde isim belirtilerek yer alan ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu anlaşılmakla, daha önce verilen ve onanarak kesinleşen aynı konuya ilişkin emsal kararlar [E.Ç., benzer şekilde haber yapanlar hakkında başkaca manevi tazminat davaları açmış, bu davaların bir kısmı da [E.Ç.] lehine sonuçlanmıştır] da gözetilerek ... manevi tazminata hükmedilmiştir... "

19. İstinaf yoluna başvurulması üzerine karar, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesince 14/6/2017 tarihinde istinaf talebinin reddi üzerine kesinleşmiştir. Nihai karar, başvurucuya 14/6/2017 tarihinde tefhim edilmiştir.

20. Başvurucu 14/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

22. İlgili hukuk için bkz. Haci Boğatekin, B. No: 2014/18101, 26/10/2017, §§ 16-20; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, §§ 19-24.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 1/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucu;

i. Davanın gıyabında yürütüldüğünü ve tebligatların usulüne uygun yapılmadığını, bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini,

ii. Davaya konu haberin basında birçok defa yer alan bir iddia olduğunu ve toplumda davacının hedef alındığına dair genel bir kanı oluştuğunu, kendisinin bu kanıyı haberleştirdiğini, nitekim davacının da bu konu ile ilgili köşe yazıları yazarak kendisinin kastedildiğini belirttiğini, davacıyı bizzat hedef almadığını, buna karşın aleyhine tazminata hükmedildiğini belirterek ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Bakanlık görüşünde; başvurucunun ifade ve basın özgürlükleri ile davacının şeref ve itibar hakkı arasında adil bir denge kurulması gerektiği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra Bakanlık görüşüne göre başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin açıkça dayanaktan yoksun olduğu değerlendirilmelidir.

B. Değerlendirme

26. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

27. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

29. Başvurucunun internet sitesinde yayımlanan haber nedeniyle 3.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

31. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

32. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 6098 sayılı Kanun’un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

33. Başvurucunun davacıya manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1)Genel İlkeler

 (a)Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi

34. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), § 38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

35. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

36. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).

37. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).

38. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).

 (2) Somut Olayın Değerlendirilmesi

39. Somut başvuruya ilişkin olayların meydana geldiği tarihte başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan bir mitingde yaptığı konuşmasında "O zamanın köşe yazarlarından bir tanesi ne demişti biliyor musunuz?, '6 sıfırı atsınlar Taksim Meydanı'nda anıracağım.' Hala bekliyorum anıracak." şeklindeki sözleriyle herhangi bir isim vermeden kendilerinin ekonomik alanda başarısız olacağını iddia edenleri eleştirmiştir. Gazeteci olan başvurucu, "Erdoğan'dan E.Ç.ye: Hâlâ Bekliyorum Anıracak" başlığı ile Erdoğan'ın bahsi geçen miting konuşmasını haberleştirmiştir.

40. İlk derece mahkemesi, haberde isim belirtilerek yer alan ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğuna karar vermiştir. Daha ayrıntılı bir gerekçeye yer vermeyen Mahkeme, davacının daha önce açtığı emsal davaların da davalılar aleyhine sonuçlandığını ifade etmekle yetinmiş ve başvurucu aleyhine manevi tazminata hükmetmiştir.

41. Mevcut başvuruda derece mahkemeleri başvurucunun basın özgürlüğü ile davacının itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge sağlamalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45, 47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). İlk derece mahkemesinin çatışan haklar arasında dengeleme yapabilmesi için;

i. Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,

ii. Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı,

iii. Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,

iv. Haber veya makalenin yayımlanma şartları,

v. Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,

vi. Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,

vii. Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,

viii. Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde, iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,

ix Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,

x. Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerini elindeki somut olaya uyduğu ölçüde uygulaması gerekir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; basının sorumluluğuna ilişkin bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, §§ 47, 48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61).

42. Buna karşın somut olayda ilk derece mahkemesi başvurucunun tazminat ödemesine neden olan yazının yazılma nedeni, arka plan bilgisi olup olmadığı, olgusal temellere dayanıp dayanmadığı, muhatap aldığı kişi ya da kurumlar gibi hususları gözetmeksizin yayımlandığı bağlamdan kopartarak olayların ve yazının bütünselliğini gözetmeksizin bir değerlendirme yapmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 45). Mahkeme, başvurucunun basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibar hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğuna karar vermiştir.

43. Eldeki başvuruda gözönünde bulundurulması gereken hususlardan biri başvuruya konu haberin konusudur. Başbakan Erdoğan haberde geçen sözleri daha önce de söylemiş, bu sözlerin davacıya yönelik olduğu yazılı ve görsel basında çok sayıda haberde yer almış, davacı da bir köşe yazısında ilgili sözlerin kendisine yönelik olduğunu ifade etmiş ve Başbakan'ın sözlerinin doğru olmadığını belirterek bunun ispatlanmasını istemiştir (bkz. § 15). Aradan bir süre geçtikten sonra Başbakan yine ekonomik meselelere ilişkin değerlendirmeleri sırasında kendilerinin ekonomik alanda başarısız olacağını öngörenlerin yanıldıklarını ifade etmiş ve isim vermeden başvuruya konu sözleri bir kez daha yinelemiştir. Konunun tekrar gündeme gelmesi üzerine başvurucu başvuruya konu haberi yayımlamıştır.

44. Basın mensuplarının başka kişiler tarafından kullanılan ifadelerin yayılmasına katkıda bulundukları gerekçesi ile cezalandırılmaları şiddete teşvik gibi çok ciddi gerekçeler olmadığı müddetçe kabul edilemez. Bir başka ifadeyle -tek başına- daha önce kamuya açıklanmış ve yayımlanmış olan sözlerin yayılmasına katkıda bulunmuş olma, basın özgürlüğünün sınırlandırılması için yeterli gerekçe oluşturamaz. Aksi durum basının kamu çıkarlarına ilişkin meselelerin tartışılmasına olan katkısına zarar verecektir (benzer değerlendirmeler için bkz. Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2015/2461, 30/10/2018, § 61; Mustafa Kemal Çelik, B. No: 2015/20153, 10/10/2018, § 71).

45. Bunlardan başka başvurucunun tazminat ödemesine neden olan yazısında basın meslek ahlakına saygı göstermediği, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmediği, bir gazeteci olarak ödev ve sorumluluklarına uygun davranmadığı ileri sürülmediği gibi yapılan haberdeki olgusal iddiaların yanlış veya uydurma olduğu da iddia edilmemiştir.

46. Somut olayda gözönüne alınması gereken bir başka husus başvurucunun haberi verirken kullandığı dildir. Başvurucunun haberi verirken kullandığı "Erdoğan'dan E.Ç.ye: Hâlâ Bekliyorum Anıracak" başlığının davacı yönünden incitici olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte öncelikle ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş., §§ 41, 42; Ergün Poyraz (2), § 77; İlhan Cihaner (2), §§ 59, 86; Kadir Sağdıç, §§ 52, 76; Ali Kıdık, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 78). Öte yandan bu tür başvurularda basının yerine geçip belli bir durumda kullanılacak haber yapma şeklinin ne olacağını belirlemek yargı mercilerinin görevi değildir. İkinci olarak ise basın özgürlüğünün -demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak- bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Ali Kıdık, § 77).

47. Daha önce pek çok kez ülke gündemine gelmiş, basın tarafından yayımlanmış ifadeler Başbakan'ın yaptığı konuşmayla yeniden gündem olmuştur. Başvurucunun haberi kışkırtıcı bir üslup ile kaleme alması alıntı yaptığı ifadeleri doğrudan benimsediği şeklinde bir sonuç çıkarılması için yeterli sayılamaz.

48. Son olarak ilk derece mahkemesi, davacının hakkındaki iddialara cevap verme imkânlarının varlığı üzerinde hiç durmamıştır. Oysa bir gazeteci olan davacının kendisi hakkındaki yanlış olduğunu düşündüğü yayının muhatabı olan kitleye ulaşarak tartışmaya katılma ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmeyi sağlama fırsatına sahip olduğu açıktır.

49. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2), § 49). Buna karşılık yukarıdaki tespitler dikkate alındığında başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğinin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya konulduğunu kabul edilmesi mümkün olmamıştır.

50. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

52. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

56. İncelenen başvuruda yapılan haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

58. İhlal tespiti ile birlikte yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından ayrıca tazminata hükmedilmesine gerek görülmemiştir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 6. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/94, K.2016/408) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminata ilişkin taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/7/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Başvurucu tüzel kişi tarafından, işletmekte olduğu internet sitesinde 11.5.2015 tarihinde “E.’dan E.Ç.’na: Hâlâ anırmasını bekliyorum” başlıklı yazı üzerine, başlıkta ve yazıda adı geçen gazeteci E.Ç. tarafından kişilik haklarının zedelendiği iddiasıyla açılan manevi tazminat davasının derece mahkemeleri tarafından kabul edilerek, manevi tazminata hükmedildiği ve kesinleşen bu karar nedeniyle başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlâl edildiği iddiasıyla bireysel başvuru da bulunulduğu anlaşılmaktadır.

İnternet haberine konu olayın incelenmesinde ise Başbakanca bir mitingde yapılan konuşmada gazeteci E.Ç.’ın adının hiç geçmediği, dolayısiyle sadece Başbakanca sarfedilen bir sözün naklinin söz konusu olduğundan bahsedilemeyeceği, kaldı ki adı geçen gazetecinin evvelce yazdığı 1.3.2013 tarihli yazıda, kendisinin hiç bir zaman “anırmadan” söz etmediğini, dolayısiyle böyle bir ithamın doğru olmadığını ifade ettiği, başvurucu tüzel kişinin de mitingde yapılan konuşmayı aynen yazması gerekirken, gazeteci E.Ç.’nın adını açıkça belirterek, Başbakan’ın E.Ç.’a karşı “Hâlâ bekliyorum anıracak” şeklinde sözler sarfettiği imajını verecek şekilde tamamen yanıltıcı bir haber yaptığı, miting konuşmasında adı hiç geçmeyen gazeteci E.Ç.’ı kamuoyu önünde refüze edecek ve onun kişilik haklarına saldırı teşkil edecek şekilde afişe ettiği, bu haber şeklinin ifade ve basın hürriyetleri ile telif edilemeyeceği, nitekim derece mahkemelerinin de isabetli şekilde konuya bu şekilde yaklaşarak manevi tazminata hükmettikleri, haberi olduğu gibi (biçimiyle) vermek dururken gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olunması, toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel yararın gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına haklılık kazandıramayacağı hukuki gerçeği karşısında, ifade ve basın hürriyetlerinin kişilik değerlerinin korunmasına nazaran ikinci plânda kalacağı, mevcut haliyle haberin kişilik değerlerine saldırı mahiyetinde olduğu, dolayısiyle Anayasanın 26. ve 28. maddelerinin ihlâl edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamadım.

 

 

 

 

Üye

 Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAMAZAN FATİH UĞURLU BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2017/22265)

 

Karar Tarihi: 30/9/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Gülsüm Gizem GÜRSOY

Başvurucu

:

Ramazan Fatih UĞURLU

Vekili

:

Av. Ali PACCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ulusal yayın yapan bir gazetede yayımlanan haberler nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Yeni Akit isimli ulusal gazetenin (gazete) olay tarihindeki sahibidir. Davacı Kemal Kılıçdaroğlu, -olayların geçtiği tarihte ve hâlen- Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) Genel Başkanı, diğer davacı CHP ise olayların meydana geldiği tarihte ana muhalefet partisi konumundadır.

A. Arka Plan Bilgisi

10. H.A. 2011 yılında CHP Tunceli milletvekili olarak seçilmiştir. 2012 yılında PKK tarafından kaçırılarak 48 saat sonra serbest bırakılan H.A, olayla ilgili olarak şunları söylemiştir:

"...Örgüt bu eylemi siyasi propaganda olarak yaptığını söyledi. Bu eylemi yapan genç arkadaşlar, bu ülkenin çocukları. Bu eylem aracılığıyla Türk kamuoyuna barış ve ateşkes mesajı vermek istediklerini söylediler. Benden parlamentoda Kürt sorunun çözülmesi konusunda daha fazla rol üstlenmem konusunda ricacı oldular."

11. H.A.nın yukarıdaki açıklaması kamuoyunda H.A.nın PKK'ya yakın bir duruş sergilediği tartışmalarına neden olmuştur. Kemal Kılıçdaroğlu konuyla ilgili görüşünün sorulması üzerine şöyle cevap vermiştir:

"[H.A.] yaşadıklarını anlatıyor. Kaçırılan bir milletvekilinin yaşadıklarını anlatmasında ne var? Bu anlatım parti ile alakalı değil. Parti ile alakalı bir duruş değil. Bu bir CHP söylemi de değil. Sanki CHP söylemi gibi anlatmak yanlış, söylem CHP söylemi değil. Ama bir yanlış da bulmuyorum. Şimdi onun kaçırılmasını, bir milletvekilinin kaçırılmış olmasını, bunun milletvekili ve Türkiye üzerindeki travmasını düşünmeden bunları yapmak, konuşmak, bütün bunlar yanlış. Buradan CHP’yi parçalama girişimi yapılmak isteniyor. Bunu başaramazlar. Milletvekilimizin arkasındayım. İnsani bir duruş ve anlatım gerçekleştirmiştir."

12. Milletvekili H.A. 16/1/2013 tarihinde, öldürülen PKK'lı S.C.nin ailesine taziye ziyaretinde bulunması hakkında kamuoyunda çıkan tartışma nedeniyle taziye ile ilgili olarak bazı açıklamalarda bulunmuştur. H.A.nın açıklamalarının ilgili kısmı şöyledir:

"...Ölen bir insanın cenazesine gitmek dünyanın her yerinde insani bir görevdir. Ölen kişi PKK’lı da olsa, suçlu da olsa, cinayet zanlısı da olsa, onun yakınlarına baş sağlığı dilemek bütün kültürlerde var olan bir davranıştır. [S.C.nin] ailesi de benim yakın hemşehrim, seçmenlerim, annesi ve babasını en az 30 yıldır tanırım. Kardeşlerinin avukatlığını yaptım. Dolayısı ile bu aileyi, kızları her ne suretle olursa olsun, Türkiye’nin barışına darbe vurmak, barış arayışını raydan çıkarmak, Türkiye’yi yeniden kanlı bir sürece çekmek için yapılmış bir provokasyon olan Paris’teki cinayetten dolayı ziyaret etmek, baş sağlığı dilemek, acılarını paylaşmak, insani bir görevdir. Bunun siyasetin dışında ele alınması lazım. Bu ziyareti CHP’li kimliğimle değil, Dersimli kimliğimle, insani kimliğimle yaptım. Herkesin böyle anlaması, kanımca daha yararlı olur. Türkiye’nin barışını düşünüyorsak birbirimizin acılarına duyarlı olmamızda fayda var..."

13. Taziye ziyareti ile ilgili görüşleri sorulan Kemal Kılıçdaroğlu şöyle cevap vermiştir:

"Herhangi bir görüşmemiz olmadı. Ankara'ya gidince olayları dinleyeceğim ve gereğini yapacağım."

14. Diğer taraftan, 21/1/2013 tarihinde DHKP-C'li olduğu ileri sürülen kişilere yönelik olarak yapılan operasyonda aralarında Ç.H. Derneği avukatları da olan birçok kişinin gözaltına alınması üzerine, içlerinde H.A.nın da bulunduğu bazı milletvekilleri gözaltına alınan kişilere destek olmak amacıyla İstanbul Adliyesine gitmiştir. Kemal Kılıçdaroğlu yapılan operasyonlarla ilgili şu şekilde konuşmuştur:

"Çözemedikleri bir şey vardı; avukatlar. Şimdi ne yaptılar avukatlara operasyon yaptılar. Avukatların sabah evlerini basıyorlar. Türkiye'de hukuk yok ki... 'Orada savcı olmasın, ben basar alırım'. Nasıl olsa polis devleti..."

B. Başvuruya Konu Olaylar

15. Gazetenin 22/1/2013 tarihli nüshasında gazeteci Y.D. tarafından "CHP ve DHKP-C" başlıklı bir yazı yazılmıştır. İlgili yazı şöyledir:

"Geçen hafta 'CHP ve PKK' başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu haftaki yazımda ise başka bir terör örgütüyle CHP'nin ilişkilerini anlatmak durumunda kalıyorum. Daha önce de sayısız defa Ergenekon terör örgütüyle CHP'nin ilişkilerini irdelemiş, halkına terör uygulayan Esad'la CHP'nin ilişkilerine değinmiştim.

Nerede bir terör örgütü ve terörist varsa CHP, destek için orada oluyor çünkü. Ve benim kendisini devletin kurucusu olarak niteleyen CHP'yle bu örgütsel bağlantılar üzerinde defalarca durmam iktiza ediyor.

CHP'nin teröristlerle ilişkilerden sorumlu milletvekili [H.A], dağda uyuyakalan PKK'lının başında sabaha kadar nöbet tutup sarılarak ayrıldıktan sonra Paris'te öldürülen [S.nin] taziyesine katılıp karalar bağlamış, ardından 'yandaş medyayı' PKK'nın içindeki Dersimlileri hedef göstermekle suçlamıştı.

PKK'lı teröristlerle ilgili üzerine düşeni yapan ve yapmaya devam edeceği de gözüken[H.A], son olarak DHKP-C'lilere destek için de olay yerindeydi.

Hiç kimseyi şaşırtmayan 'gözaltına alınan insanları tanıdığı' yönündeki sözleriyle konuya giren [H.A], bir kez daha 'nerede bir terörist varsa destek için orada olacağını' cümle aleme gösterdi.

Çünkü daha önce de belirttiğim ve Başbakan'ın 'gizli ajanda' olarak nitelediği üzere Kemal Kılıçdaroğlu ve [H.A] arasındaki 'terör örgütlerine bakış' paralelliği var.

Kemal Kılıçdaroğlu devlet kademelerinde yönetici olduğu dönemde o kadar çok DHKP-C ve bilumum örgütçü doldurdu ki devlete, [H.A] bugün onların kaymağını yiyor sadece.

Medyada Kemal Kılıçdaroğlu'nun en büyük destekçisi [Ş.K] dün [H.A.yı] savunup, Ak Parti'yi suçlarken aslında 'lobi'nin dayanak noktasını ortaya koyuyor.

 [H.A.nın] açıkça teröristlerle iç içe olması problem gözükmüyor [Ş.K] ve Kemal Kılıçdaroğlu için. Çünkü 'bizden' kategorisinde bu bakış açısına göre.

CHP'nin DHKP-C operasyonuna daha şiddetli tepki vermesi muhtemel, 'bizden' ekibi için DHKP -C, Ergenekon kadar önemlidir. Hatta DHKP-C, onların Ergenekon'udur aslında.

Baksanıza, iki hafta evvel İstanbul Gültepe Mahallesi'nde Alevi evlerini işaretleyenler DHKP-C'li çıkmış. Belli bir kesimde mağduriyet hissi oluşturmak, bunun üzerinden imtiyaz devşirmek örgütlemek ve istediği yöne sevk etmek için akıllıca bir plan yapmış DHKP-C.

Ergenekon nasıl Türkiye'nin genelini istediği yöne sevk etmek için provokasyonlar yapıyorsa DHKP-C de Alevileri istediği noktada tutmak ve kinlendirmek için aynı işlevi gördü. Bu yüzden 'bizim Ergenekon'dur. [H.A] ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun gözünde DHKP-C.

Tabii bağlantılar bununla da sınırlı değil. Ç.H. Derneği Başkanı [S.K.], Suriye dönüşü DHKP-C operasyonu kapsamında uçağın kapısında gözaltında alınmış. Avukat bey Suriye'de ne yapıyordu acaba?

DHKP-C, Suriye ile bu derece sıkı fıkı da CHP daha mı az sıkı fıkı?

CHP'li vekiller Suriye topraklarında fink atıyorlar desek yeridir.

Özetle, Suriye konusunda CHP'nin yönetimi ile DHKP-C'nin aynı düşündüğü ortada.

Ama bunlar daha bir şey değil, kadrolaşma konusunda uzman olan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP'de tam olarak kadrolaşma yaklaştıkça teröristlerin CHP'de baş tacı edildiğini; Ergenekon Terör Örgütü üyelerini milletvekili yapmayla başlayan sürecin, diğer terör örgütlerine doğru yayıldığını göreceğiz.

DHKP-C operasyonu Kemal Kılıçdaroğlu -[H.A] ikilisi için kuyruk acısı değil, evlat acısıdır zira."

16. Bu yazı üzerine Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP, kişilik haklarının saldırıya uğradığı iddiasıyla başvurucuya karşı manevi tazminat davası açmıştır. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi 3/10/2013 tarihinde, ilgili köşe yazında bir siyasi parti olan davacı ve onun genel başkanının yapılan bir operasyonla ilişkilendirilerek eleştirildiğini, siyasetçilerin sert ve sarsıcı eleştirilere tahammül göstermeleri gerektiğini, yazıda kullanılan ifadelerin genel anlamda eleştiri sınırları içinde kaldığını ve tahkir kastının bulunmadığını belirterek davanın reddine karar vermiştir.

17. Temyiz üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30/10/2014 tarihli bozma gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Davaya konu edilen köşe yazısı bir bütün olarak incelendiğinde;

... davalı [Y.D.nin] dava konusu köşe yazısıyla, davacıların terör örgütü DHKP-C ile bağlantıları olduğu, terör örgütünü destekledikleri ve davacı Kemal Kılıçdaroğlu'nun devlet kademesinde yöneticiyken birçok terör örgütü mensubunu işe aldığından bahsedilmiştir. Dosya içeriğinden; davalıların, davacılara yönelik olarak yazılanların doğruluğunu kanıtlayacak deliller sunmadıkları da anlaşılmıştır. Şu halde, davacıların terör örgütüyle ilişkilerinin olduğu ve terör örgütünü destekledikleri gerçeğe aykırı olarak iddia edilerek kişilik haklarının zedelendiği kabul edilmelidir. Öyleyse Mahkemece oluşa ve yazının içeriğine uygun bir manevi tazminata karar verilmesi gerekirken dosya içeriğine uymayan gerekçe ile yazılı şekilde istemin tümden reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş; bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir..."

18. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi bozma üzerine yapılan yargılama sonunda 24/11/2015 tarihli kararıyla Yargıtay ilamında gösterilen gerekçeleri benimseyerek başvurucu aleyhine diğer davalı Y.D. ile birlikte müştereken ve müteselsilen 10.000 TL manevi tazminata hükmetmiştir.

19. Başvurucunun temyizi üzerine karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 23/2/2017 tarihli ilam ile onanmıştır. Onama kararı başvurucuya 30/3/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 2/5/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 30/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu; kamuoyunu meşgul eden ve ilk kez kendisi tarafından dile getirilmeyen olgusal birtakım olaylardan yola çıkarak yazılan yazının eleştiri kapsamında kaldığını, iddiaların muhatabı olan davacıların bir siyasi parti ve siyasetçi olarak diğer insanlara nazaran daha tahammüllü olmaları gerektiğini, başvuruya konu iddiaların daha önce başka siyasiler hatta dönemin başbakanı tarafından da dile getirildiğini, bunlar gözetilmeksizin verilen tazminat kararı nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

24. Bakanlık görüşünde; somut olayda başvuruya konu gazetedeki köşe yazısının güncel bir konu hakkında yazılıp yazılmadığı, toplumsal bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, ilgililerin konuya ilişkin cevap verme hakkı olup olmadığı hususlarının Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları çerçevesinde, ifade ve basın özgürlüğü hakları ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…”

26. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

28. Gazetede yayımlanan haberler nedeniyle açılan davada başvurucunun davalı Y.D. ile birlikte müştereken ve müteselsilen 10.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

29. Anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

30. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

31. Yapılan değerlendirmeler neticesinde 6098 sayılı Kanun’un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

32. Başvurucunun davacılara manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a)Genel İlkeler

 (1)Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi

33. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).

 (2) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

34. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

35. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 77; Sırrı Süreyya Önder, [GK], B. No: 2018/38143, 3/10/2019, § 58; Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51). Orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında adil bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 132; Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, § 59).

36. Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57).

 37. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere, zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120).

 (b)Somut Olayın Değerlendirilmesi

38. Başvuru konusu olayda gazeteci Y.D., CHP'li bir milletvekili olan H.A.nın eylem ve söylemlerinden yola çıkarak kendi bakış açısıyla CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP ile ilgili bazı çıkarımlarda bulunduğu bir yazı kaleme almıştır. Y.D. söz konusu yazısında H.A.nın isimleri bazı terör örgütleriyle anılan kişilerle yakın bir ilişki içinde olduğu, CHP'nin ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu duruma göz yumduğu, bunun sebebi olarak da hem parti hem parti lideri ile H.A.nın bakış açısının paralellik arz ettiği iddialarına yer vermiştir. Bunun yanı sıra aynı yazıda Y.D., Kemal Kılıçdaroğlu'nun kamuda üst düzey yöneticilik yaptığı dönemde terör örgütü mensubu olarak anılan kişilere istihdam sağladığını ileri sürmüştür. Başvurucu her ne kadar bireysel başvuru formunda, başka siyasiler tarafından da bu iddiaların dile getirildiğini ileri sürmüşse de başvurucunun dayanak gösterdiği söylemlerin başvuruya konu yazı yazıldıktan sonra gerçekleştiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu hususlar yönünden Anayasa Mahkemesince bir inceleme yapılmayacaktır.

39. Derece mahkemeleri başvurucunun ve Y.D.nin davacılara yönelik olarak yazılanların doğruluğunu kanıtlayacak deliller sunmadıkları ve bu nedenle davacıların terör örgütüyle ilişkilerinin olduğunu ve terör örgütünü desteklediklerini gerçeğe aykırı olarak iddia ettikleri gerekçesiyle davacıların kişilik haklarının zedelendiği sonucuna ulaşmıştır.

40. Mevcut başvuruda derece mahkemeleri başvurucunun basın özgürlüğü ile davacıların itibarlarının korunması hakkı arasında adil bir denge sağlamalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz Abuzer Demir ve Aslı Peksezer, B. No: 2016/73556, 23/10/2019, §§ 45, 47; Kenan Kıran ve Ramazan Fatih Uğurlu, B. No: 2016/2884, 24/10/2019, § 48; Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, § 61). İlk derece mahkemesinin çatışan haklar arasında dengeleme yapabilmesi için;

i. Haber veya makalede yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği,

ii. Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları; basının sıkı denetiminde olup olmadığı, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı,

iii. Haber veya makalenin konusu, bunlarda kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları,

iv. Haber veya makalenin yayımlanma şartları,

v. Yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı,

vi. Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı,

vii. Haber veya makalede yer alan ifadelerin olgusal temele dayalı olup olmadığı, ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmediği,

viii. Başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu durumlarda başta meslek ahlakına saygı gösterme, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etme ödevi olmak üzere basın mensuplarının kendiliğinden uymaları gereken zorunlu sınırlara, ödev ve sorumluluklara uygun davranıp davranmadıkları,

ix. Haber veya makalede dile getirilen düşüncelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı,

x. Haber veya makalenin hedef aldığı kişilerin hayatı üzerindeki etkileri kriterlerini elindeki somut olaya uyduğu ölçüde uygulaması gerekir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2004, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; basının sorumluluğuna ilişkin olarak bkz. Orhan Pala, §§ 47-48; Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 42, 43; Kadir Sağdıç, §§ 53, 54; İlhan Cihaner (2), §§ 60, 61).

41. Buna karşılık somut olayda ilk derece mahkemesi; başvurucunun tazminat ödemesine neden olan yazının yazılma amacı, arka plan bilgisi olup olmadığı, olgusal temellere dayanıp dayanmadığı, muhattap aldığı kişi ya da kurumlar gibi hususları gözetmeksizin yayımlandığı bağlamdan kopartarak, olayların ve yazının bütünselliğini gözetmeksizin bir değerlendirme yapmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Mahkeme, başvurucunun basın özgürlüğü ve bu bağlamda ifade özgürlüğü ile davacıların şeref ve itibar hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğuna karar vermiştir.

42. Somut olayın çözümlenmesinde öncelikle gözetilmesi gereken husus başvuruya konu yazıda dayanak yapılan ve H.A.nın içinde yer aldığı olayların o tarihte Türkiye gündemini uzun süre meşgul etmesidir. CHP'nin bilinen bir milletvekilinin kendisini kaçıran terör örgütü mensupları hakkında sarf ettiği sözler, terör örgütü mensubu olarak anılan bir kişinin ailesine taziye ziyaretinde bulunması ve DHKP-C'li olduğu ileri sürülen kişilerin gözaltına alınması üzerine bu kişilere destek vermek amacıyla adliyeye gitmesi gibi kamuoyunda ciddi bir tartışma konusu olan olayların içinde yer aldığı anlaşılmaktadır. CHP Genel Başkanının da bu olaylar üzerine milletvekilini destekleyen açıklamalar yaptığı ya da sessiz kaldığı görülmektedir. Bu bağlamda H.A.nın içinde yer aldığı olaylara bakıldığında terör örgütü ile bağlantılı olduğu düşünülen kimselerle ilişkilerinin ele alınmasının ve CHP Genel Başkanının da bu olaylarla ilgili söylemlerinin eleştirilmesinin kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğu kabul edilmelidir.

43. Başvurucu; yazıda yer alan ve davacılara yöneltilen iddiaların arka planında olgusal bir temel bulunduğunu, bu iddiaların ilk kez kendisi tarafından dile getirilmediğini, hem H.A.nın hem Kemal Kılıçdaroğlu'nun söylemlerinden yola çıkarak siyasi bir değerlendirmede bulunduğunu savunmuştur. Buna karşın derece mahkemeleri, gazeteci olan başvurucunun haberin doğruluğunu kanıtlamakla yükümlü olduğu ve bu yönde bir delil sunmadığı gerekçesiyle başvurucu aleyhine tazminata hükmetmiştir.

44. İncelenen başvuruda dikkate alınması gereken ikinci husus derece mahkemelerinin tazminat kararına dayanak olarak gösterdiği, başvuruya konu yazıda davacıların terör örgütleri ile ilişkili olarak ve terör örgütlerini destekledikleri şeklinde gösterilmiş olmalarına ilişkin gerekçesidir. Bu noktada basın özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği hatırlanmalıdır. Başvuruya konu yazı ele alındığında haber başlığı ile içeriğinin abartılı ve çarpıcı olduğu görülmektedir. Ayrıca yazıda davacılara yönelik ağır ve tahammül edilmesi güç ifadeler kullanıldığı da kabul edilmelidir. Öte yandan ilgili yazıda CHP mensubu bir milletvekilinin tasarrufları ve sonrasında Parti Genel Başkanının yaptığı açıklamaları değerlendirerek yazarın kendi bakış açısından bazı çıkarımlarda bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacılar -bu olgusal isnatlara bir itirazda bulunmamakla birlikte- terör örgütü ile ilişkilendirilmelerinin kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğinden şikâyetçi olmuşlardır.

45. Bir milletvekilinin mensubu olduğu siyasi partinin ideolojik görüşlerini ve amaçlarını benimsemiş, bu yönde siyasi çizgisini belirlemiş olması demokratik ve siyasal kültürde beklenen bir durumdur. Siyasi partilerin milletvekillerinin tüm eylem ve işlemlerinden sorumlu tutulmaları beklenemeyecek olmakla birlikte milletvekilinin siyasi hayatı içindeki tutum ve davranışlarına yönelik eleştirilerden, yer aldığı siyasi partinin de etkilenmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla somut olaya bakıldığında H.A.nın adının geçtiği ve yalanlanmayan bazı olaylardan yola çıkılarak bu kişi hakkında herhangi bir yaptırım uygulanmadığı vurgusuyla partinin ve parti liderinin de bu kişiyle paralel bir duruş sergilediği yorumu yapılması katlanılması güç olsa dahi doğal karşılanmalıdır.

46. Somut olayda gözönünde bulundurulması gereken bir diğer husus ise Parti Genel Başkanının bürokrat olduğu dönemde terör örgütü mensubu kişileri devlet kademelerine aldığı iddiasına yönelik ifadelerdir. Buradaki söylemin olgusal bir isnat mı yoksa bir değer yargısı mı olduğunun kesin olarak belirlenmesi oldukça zor görünmektedir. Davacı Kemal Kılıçdaroğlu uzun yıllar devam eden yüksek bürokrat geçmişinin ardından yaklaşık yirmi yıldır aktif siyasi hayat içinde yer almakta ve 2010 yılından bu yana da CHP Genel Başkanlığı görevini yürütmektedir. Bu süre boyunca onun da her siyasetçi gibi ilişkileri sorgulanmış, zaman zaman legal veya illegal yapılanmalardan olduğu iddia edilen kişilerle yakınlık kurduğu veya bu yapılara mensup kişilere ayrıcalık tanıdığı ileri sürülmüştür.

47. Davacı gibi sürekli gözönünde olan, her hareketi ve söylemi toplumun bütün kesimleri tarafından takip edilen bir siyasetçinin önceden yaptığı görevlerle ilgili olarak haksız ve ağır eleştirilere maruz kalması rastlanan bir durumdur. Somut olayda milletvekili H.A.nın illegal bir örgütün mensuplarına destek verdiği iddiaları ile birlikte H.A.nın mensubu olduğu Partinin Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu'nun da bu gibi kimselere eskiden beri kayırmacı bir tavır gösterdiği ileri sürülmüştür. Böyle bir söylem, Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyaset hayatına yönelik bir eleştiri olarak kabul edilmelidir. Bu yönüyle başvurucunun ifadelerinin davacıya yönelik olgusal bir isnattan daha çok onun siyaset anlayışına ve siyasi görüşlerine ağır eleştiri içeren bir değer yargısı olarak kabul edilmelidir.

48. Bu noktada maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısının kişilik haklarını zedelediği sonucuna ulaşılabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48). Bu itibarla gerçeğe aykırı isnatlarda bulunularak şeref ve itibar hakkının zedelendiği durumlarda ifade özgürlüğünden bahsedilemeyeceği kuşkusuzdur. Ancak somut olayda olduğu gibi başvurucunun olgusal birtakım olaylardan yola çıkarak ve örnekler vermek suretiyle bir arka plan bilgisi oluşturduğu ve kendi penceresinden değer yargısına ulaştığı durumlarda basın özgürlüğüne orantısız bir ispat külfeti yüklemek demokratik toplumda ifadelerin dile getirilmesini imkânsız kılar. Dolayısıyla eldeki başvuruya bakıldığında başvurucunun haberleştirdiği ve H.A.nın içinde yer aldığı olayların (bkz. § 15) kamuoyunu gündemini uzunca süre işgal ettiği, bu olaylarla ilgili olarak davacıların da bir itirazının bulunmadığı tekrar not edilmelidir. Bu bağlamda o dönem ana muhalefet partisi liderliğini yürüten Kemal Kılıçdaroğlu'nun siyasi hayatın zorlukları içinde yer alan, kimi zaman acımasız ve yoğun eleştirilere tahammül göstermesi gerekliliği demokratik hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmelidir.

49. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Önder Balıkçı, § 47; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Buna karşılık yukarıdaki tespitler dikkate alındığında ilk derece mahkemesinin başvurucunun aleyhine tazminata hükmetmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyduğunun kabul edilmesi mümkün olmamıştır.

50. Başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

52. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.

53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

56. Somut başvuruda başvurucunun yaptığı gazete haberi nedeniyle aleyhine manevi tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda ifade ve basın özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/19, K.2015/461) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

OSMAN PALÇİK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/25073)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 21/1/2021-31371

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Osman PALÇİK

Vekili

:

Av. Umut GÜNEŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasetçiye yönelik eleştiriler dolayısıyla verilen adli para cezasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. 1961 doğumlu olan başvurucu, Antalya'nın Kemer ilçesinde ikamet etmektedir. Yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapan başvurucu, geçmişte belediye meclis üyeliği görevinde de bulunmuştur. M.G. ise başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönem de dâhil olmak üzere toplam on yılın üzerinde Kemer ilçe belediye başkanı olarak görev yapmış olan aktif bir siyasetçidir.

10. Başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemde M.G.nin rüşvet alma ve icbar suretiyle irtikap suçlarından gözaltına alınıp serbest bırakılması, iki ayrı mahkemede yargılamalarının devam ediyor olması ve hakkında Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyeliği suçundan Cumhuriyet savcısı tarafından fezleke düzenlenmiş olması nedeniyle söz konusu olaylara ilişkin iddialar kamuoyu gündemini meşgul etmiştir.

11. M.G., hakkında yapılan yargılamalar sonucunda rüşvet alma suçundan 8/3/2019 tarihinde, icbar suretiyle irtikap suçundan 15/11/2018 tarihinde delil yetersizliği gerekçesiyle beraat etmiş; FETÖ/PDY üyeliği suçu ile ilgili olarak ise 18/4/2017 tarihinde yine delil yetersizliği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.

12. Başvurucu 9/5/2017 tarihinde Facebook isimli sosyal paylaşım sitesinde U.C.A. isimli bir kişi tarafından yapılan "ooo CHP yeni belediye yapmış" şeklindeki paylaşım ile ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır:

"Tüm fetöcü imar rant hırsızlarına Kılıçdaroğlu sahip çıktı ve çıkıyor. Herkes biliyor sen de biliyorsun yorulmaz bu adamın imar rant hırsızı olduğunu, çocukların da babası da (eğer oysa) hepsi, ama sizler başkalarını suçlarsınız, ama CHP olunca susarsınız, mezhepcilik diye herkesi suçlarsınız ama Kemal'i ne yaparsa yapsın savunuyorsunuz niye? Çünkü mezhepcilik yapıyorsunuz, bak ben adama imar rant hırsızı diyorum dava etmiyor herkesi ederken, niye korkuyor uygun davacı hakim bulmakta zorlanıyor, şimdi CHPli imar rant hırsızı ve onu destekleyen CHPliler diyeceğim, hadi siz dava edin."

13. M.G., başvurucu hakkında 24/5/2017 tarihinde hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle şikâyette bulunmuştur. Kemer Cumhuriyet Başsavcılığı 6/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasını talep etmiştir.

14. Yargılamayı yapan Kemer 2. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 19/1/2018 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 7.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...sanığın paylaşımlarının o tarihte Kemer Belediye Başkanlık görevini ifa eden katılana yönelik olduğu ve 'imar rant hırsızı' diyerek katılana yönelik görevinden dolayı hakaret ettiği anlaşıldığından sanık hakkında eylemine uyan TCK 125/3-a, 4 maddeleri gereğince aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuş, her ne kadar sanık müdafii sanığın Ağır Ceza Mahkemelerinde rüşvet, irtikap ve rant paylaşımı suçlarından dolayı yargılandığını, yine sanığın Fetö ile bağlantılı olduğunu, yapılan paylaşımların bir durum tespiti olduğunu, söz konusu dosyaların getirtilerek incelenmesini talep etmiş ise de, katılanın bahsi geçen suçlardan dolayı yargılanmasının suçun oluşmasını engellemeyeceği, sanık müdafii talebinin yargılamayı uzatmak amacı taşıdığı anlaşıldığından talebi yerine getirilmeyerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

15. Başvurucunun temyizi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi 13/3/2018 tarihli ilamla hükmün onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Sanık müdafiinin, müvekkilinin 'imar, rant hırsızı' şeklindeki sözleri ağır eleştiri niteliğinde olduğuna, kamu görevlisi olan katılanın, yapılan ağır eleştirilere katlanma yükümlülüğü olduğuna, suçun oluşmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin ve diğer istinaf itirazları yerinde görülmediğinden..."

16. Başvurucu bu kararı 11/6/2018 tarihinde öğrendikten sonra 26/6/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."

B. Uluslararası Hukuk

18. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucu; paylaşımında hakaret içerikli herhangi bir ifadenin bulunmadığını, "imar rant hırsızı" şeklindeki ifadeleri ile M.G. hakkında rüşvet ve irtikap suçlarından devam eden davalarla ortaya çıkan somut olguları dile getirmeye çalıştığını beyan etmiştir. Başvurucu, siyasetçilerin kendilerine yönelik eleştirilere karşı daha tahammüllü olması gerektiğini ifade ederek M.G.ye yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

21. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kullandığı sözler dolayısıyla cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığı, çatışan iki değer arasında (ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı) adil bir denge kurulup kurulmadığı dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

22. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, anılan sözlerin hakaret içermediğini, eleştiri sınırları içinde kaldığını, siyasilerin kendilerine yönelik eleştirilere karşı daha hoşgörülü olması gerektiğini belirtmiştir. Anılan sözler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlali olduğunu ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

24. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

26. Başvurucu hakkında bir siyasetçiye yönelik paylaşımları nedeniyle adli para cezası kararı verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

27. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

28. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

29. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

30. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Kavram

31. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

 (2) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

32. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları, bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).

 (3) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

33. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017§ 44).

34. Buna ilave olarak Anayasa Mahkemesi; siyasetçilerin, kamuoyunca tanınan kişilerin ve kamusal yetki kullanan görevlilerin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda olduklarını ve bunlara yönelik eleştirinin sınırlarının çok daha geniş olduğunu her zaman vurgulamıştır (siyasetçilerle ilgili olarak bkz. Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 58; kamusal yetki kullanan görevlilerle ilgili olarak bkz. Nilgün Halloran, § 45; tanınan bir Cumhuriyet başsavcısı ile ilgili olarak bkz. İlhan Cihaner (2), § 82; tanınan ve siyasete hazırlanan bir kamu görevlisi ile ilgili olarak bkz. Önder Balıkçı, § 42).

 (4) İfade Özgürlüğü ile Şeref ve İtibarın Korunması Hakkı Arasında Adil Denge

35. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73). Bunun için başvurucu tarafından söylenen sözlerin -yapılan konuşmanın tamamı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın- olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

36. Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun kullanmış olduğu ifadeleri sebebiyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 38).

 (5) Somut Olayın Değerlendirilmesi

37. Başvuru konusu olayda sade bir birey olan başvurucu, bir sosyal paylaşım sitesinde o sıralarda belediye başkanı olan M.G.ye yönelik ifadeleri nedeniyle adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, yapmış olduğu paylaşımda ikamet ettiği ilçenin belediye başkanı olan M.G.nin mensup olduğu partinin imar rant politikalarını eleştirdikten sonra parti mensuplarının kendi partilerinde yaşanan imar yolsuzlukları olaylarında taraflı davrandıklarından yakınmış ve M.G.yi kastederek "imar rant hırsızı" şeklinde ifadeler kullanmıştır.

38. Gözönünde bulundurulması gereken ilk husus başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin niteliğidir. Olayda başvurucunun sosyal paylaşım sitesinde kullandığı "imar rant hırsızı" şeklindeki ifade lafzi yorumla suç isnadı olarak nitelendirilebilir. Buna karşın başvurucu tarafından yapılan paylaşımın tamamının söylendiği bağlamdan koparılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). İlk olarak müştekiyi hedef alarak onu hırsızlıkla suçladığının kabul edilmesi başvurucunun sözlerine onun kastettiğinin ötesinde bir anlam yüklemek olacaktır. Öte yandan sözleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucu, kullandığı ifadelerle kamuoyu gündemini de meşgul eden iddiaları (bkz. § 10) kastederek belediyenin faaliyetleri ile imar yolsuzluklarına bulaştığını ima etmiştir. Demokratik rejimlerde ülkenin sahip olduğu toplam refahın tüm topluma adil bir biçimde dağıtılıp dağıtılmadığı meselesi kamusal tartışmaların ilk sırasında yer almaktadır. Bireylerin veya grupların ekonomiyi düzenleyici mekanizmaların iyi işlemediğinden rant arama ve yolsuzluk iddialarına kadar bir dizi rahatsızlıklarını yüksek sesle dillendirmeleri ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu unutulmamalıdır. (Deniz Karadeniz ve diğerleri, B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 129).

39. İncelenmesi gereken diğer bir husus ise başvuruya konu ifadelerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilmesi meselesidir. Maddi olgu olarak değerlendirilen ifadelerin kanıtlanması beklenirken değer yargısı sayılan ifadeler için ise belli bir olgusal temelin varlığı aranmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), §§ 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).

40. Somut olayda başvurucu tarafından kullanılan "imar rant hırsızı" şeklindeki ifadelerin değer yargısı olduğu açıktır. O hâlde tespiti gereken hususlar, kullanılan ifadelerin somut bir olgusal temele dayanıp dayanmadığı, davalının sebepsiz biçimde başvurucuyu hedef alıp almadığı, kullanılan söz ve ifadelerin kişisel saldırı oluşturup oluşturmadığıdır.

41. M.G.nin ileri sürülen iddialarla ilgili olarak rüşvet alma ve irtikap suçlarından yargılanmış olması (bkz. § 11) gözönünde bulundurulduğunda başvurucu tarafından sarf edilen ve belediyenin faaliyetleri ile imar yolsuzluklarına bulaştığını ima eden sözlerin olgusal bir temelinin bulunduğu ve ölçüsüz olmadığı görülmektedir. Kaldı ki şikâyet konusu sözlerin kullanıldıkları bağlam da dikkate alındığında hakaret niteliğinde olmadığı, eleştiri amacıyla söylendiği ortadadır.

42. Diğer taraftan M.G.; kamuoyu tarafından yakından tanınan ve takip edilen, olayların yaşandığı tarihte başvurucunun yaşadığı ilçede belediye başkanlığı yapan bir siyasetçidir. Bu çerçevede başvurucunun da içinde olduğu ilçe seçmenlerinin sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir. Başvuru konusu olaydaki paylaşım kamuoyu tarafından tanınan bir siyasetçiye yönelik olduğu için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 61; Nihat Zeybekçi, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 38). Bu sebeple M.G.nin kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir. Dahası yerel bir gazetede köşe yazarı olan ve geçmişte belediye meclis üyeliği görevinde bulunan başvurucunun ilçe gündemini takip ederek bölgenin güncel sorunları hakkında görüş bildirmiş olması hususu gözönüne alındığında kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır.

43. Kullanılan dil ve üslubun muhatabı açısından rahatsız edici olduğu açıktır. Ancak Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35; Bekir Coşkun, § 52). Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 102).

44. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme; başvurucu tarafından başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemdeki koşulları, ifadenin bağlamını ve müştekinin toplumsal konumunu tartışmadan başvurucunun paylaşımında geçen "imar rant hırsızı" ifadesinin hakaret suçunu oluşturduğu sonucuna varmış ve başvurucuyu mahkûm etmiştir. Mahkeme; davaya konu ifadelerin dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözetmeksizin bir değerlendirme yapmıştır (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibarının korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple Mahkemenin başvurucunun mahkûmiyeti bakımından ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

47. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve 7.080 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

48. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

49. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

50. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

51. İncelenen başvuruda başvurucunun sosyal medyada paylaştığı görüş nedeniyle Mahkeme tarafından adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

52. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Kemer 2. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

53. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğü hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

54. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kemer 2. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/320, K.2018/54) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 6.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜNEŞ BASIM YAYIM ORGANİZASYON VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/24677)

 

Karar Tarihi: 28/1/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Özge DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasetçi hakkında yapılan haber nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

8. Başvuruya konu gazete haberinin yayımlandığı tarihten önce -2013 yılında- aralarında siyasetçi ve kamu görevlilerinin de bulunduğu çok sayıda kişinin hukuka aykırı olarak ortam dinleme araçlarıyla dinlenerek özel hayatlarına ve haberleşme özgürlüklerine müdahale edildiğine ilişkin iddiaları araştırmak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Yasadışı Dinlemeleri Araştırma Komisyonu (Komisyon) kurulmuştur. Komisyon, daha önce emniyet genel müdür yardımcılığı ve istihbarat daire başkanlığı görevlerinde bulunan E.A.nın konuyla ilgili olarak bilgisine başvurmuştur. E.A. Komisyona verdiği ifadesinde, ismini vermediği bir büyükşehir belediye başkanının yasa dışı dinleme aracı kullandığı iddiasında bulunmuştur.

9. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kahramanmaraş milletvekili olan D.Ö. de yasa dışı dinleme cihazları konusunda açıklamalar yapmıştır. D.Ö., Komisyonda bilgilerine başvurulan kişilerin beyanlarına da atıfta bulunarak Emniyet Genel Müdürlüğünün envanterinde bulunan teknik takip ve dinleme yapan araçlardan bir kısmının kaybolduğunu, araçlardan birinin ise o dönemde Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı olan M.G. (davacı) tarafından şantaj amacıyla kullanıldığını iddia etmiştir. Bu iddialar başvuruya konu haberin yayım tarihinden önce çeşitli basın organlarında yayımlanarak gündem oluşturmuştur.

10. CHP İzmir Milletvekili Er.A. da kaybolduğu iddia edilen dinleme cihazlarıyla ilgili olarak içişleri bakanı tarafından cevaplanması amacıyla soru önergesi vermiştir.

11. Yukarıda belirtilen gelişmelerden sonra başvurucunun yayımcısı olduğu ulusal bir gazete olan Sol gazetesi (gazete), E.A.nın Komisyondaki ifadesi ile milletvekillerinin beyanlarına atıfta bulunarak davacı hakkında ileri sürülen bu iddiaları haberleştirmiştir.

12. Gazetenin 30/9/2013 tarihli nüshasında yer alan "Hayalet dinleme aracı [G.de] iddiası" başlıklı haberin ilgili kısmında şu ifadeler yer almıştır:

"Ortam dinlemesi için kullanılan 11 mobil aracın 5'inin MİT'te olduğu belirlenirken kalan 6 aracın durumu belirsizliğini koruyor. Kayıp dinleme araçlarından birinin bir belediye başkanı tarafından kullanıldığı iddiası gözleri [M.G.ye] çevirdi.

CHP Kahramanmaraş milletvekili [D.Ö.nün], Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı[M.G.nin] izleme ve ortam dinlemesi yapan araç kullandığı iddiasıyla yeniden gündeme gelen, teknik takip yapan ve kayıp olduğu iddia edilen 'Observer' araçlarının akıbeti belirsizliğini koruyor. Araçların son durumuyla ya da araçlardan birini kullandığı iddia edilen [M.G.] ile ilgili herhangi bir soruşturma başlatılmazken, bu araçlardan ülkede 11 adet olduğu ve 5 minibüsün 2013 yılında tüm teçhizatıyla MİT'e devredildiği biliniyor. Kalan 6 aracın sorumluluğunu hiçbir kamu kuruluşu almıyor, bu araçların kim adına ve nerede kullanıldığı bilinmiyor.

İçişleri Bakanlığı topu Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na atarken, Gümrük Bakanlığı da kayıtlarında araçlarına dair bilgi olmadığını savunuyor.

Emekli Emniyet Yetkilisi İddiaları Doğruluyor

Böcek Komisyonunun yasadışı dinlemeler için bilgisine başvurduğu Emniyet Genel Müdürlüğü Emekli Müdür Yardımcısı [E.A.nın] ifadeleri de bu araçların varlığını ve bunlardan birinin bir belediye başkanı tarafından kullanıldığı iddialarını doğruluyor. TBMM Yasadışı Dinleme Komisyonu'nda konuşan [E.A.] bu tarz cihazların genelde Almanya'da [R.S.] firmasından alındığını söylüyor ve komisyon üyelerine 'Ben size şu kadar net söyleyeyim: Bazı büyükşehir belediye başkanlarımızın bile bu aracı yıllardan beri kullandığını herkes biliyor' diyor. CHP Balıkesir milletvekili [N.H.nin] bu tür cihazların faturasız, kayıtsız ülkeye nasıl girdiği sorusuna ise 'Türkiye'ye her şey yasal mı giriyor sayın milletvekilim' diye cevap veriyor.

Cevapsız kalan sorular

CHP İzmir milletvekili [E.A.nın] tüm bu iddiaları içeren soru önergesine İçişleri Bakanı [M.G.] dinleme ve izleme faaliyetlerine dair her türlü bilginin TİB'in sorumluluğunda olduğu cevabını verdi. Bu cihazların gümrük kayıtlarının olup olmadığına yönelik soruları ise Gümrük Bakanı [H.Y.], ellerinde herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığı şeklinde yanıtladı.

'[M.G.] şantajla Belediye Başkanlığı yapıyor'

[D.Ö.], kayıp cep telefonlarını bile bulan devlet yetkililerinin, yurt dışından özel olarak getirilen kayıp dinleme araçlarını bulamamalarının manidar olduğunu söyleyerek 'Geçtiğimiz yıl böcek komisyonu toplantısında bu araçlardan birinin bir belediye başkanında olabileceği konuşulmuştu. Ben o belediye başkanının [M.G.] olduğunu düşünüyorum. [M.G.], bugüne kadar milletvekillerinden tutun, mahkeme başkanlarına, iş adamlarından tutun hatta başbakana, birçok kişiye şantaj yaptı. Bunca yolsuzluğunun, usulsüzlüğünün ortaya çıkmamasının sebebi belediye başkanının şantajlarıdır' diye konuştu.

Ankara Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir başka iddiayı da gündeme getiren [D.Ö.], 'Ankara Belediyesinde kaç tane hakim savcı yakını, istihbarat elemanı çocuğu çalışıyor bilmiyoruz ama bizim duyumlarımız kritik görevlerdeki birçok insanın yakınının [M.G.] tarafından çalıştırıldığı yönünde. [M.G.] bunu da elinde bir koz olarak bulunduruyor' dedi."

13. Davacı, anılan haberde geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 1/10/2013 tarihinde Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) gazete aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

14. Mahkeme 25/6/2015 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun 5.000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Her ne kadar söz konusu yayın içeriğinde muhabirin kişisel yorumundan ziyade CHP milletvekili [D.Ö.nün] beyanları esas alınarak haber yapılmış ise de davalının basın özgürlüğü kapsamında sınırsız hareket edemeyeceği herhangi bir konuyu haberleştirirken kamu yararı ile hakkında haber yapılanın menfaati arasındaki dengeyi objektif olarak koruması ve habere konu hususun en azından görünür gerçekliğe uygun olup olmadığının araştırılması gerektiği, somut olayda davalı söz konusu araştırmayı yapmaksızın [D.Ö.] tarafından ileri sürülen iddiaları haberleştirirken davacının hakkında olumsuz kanaat oluşturulmasına yönelik hareket edildiği, davacının şantajcı bir kişiliğe sahip olduğunun ileri sürüldüğü bu hususun kişilik haklarının ihlali mahiyetinde olduğu ve davacının manevi tazminat talebinin yerinde olduğu anlaşılmakla birlikte manevi tazminatın mahiyeti gereği zenginleşmeye sebebiyet vermeyecek şekilde tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile tazminata esas olayın mahiyeti gözönüne alınarak miktarın tespiti gerektiği düşüncesiyle talebin kısmen kabulüne karar vermek gereği duyularak aşağıdaki hüküm tesis edilmiştir..."

15. Tarafların temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 19/2/2018 tarihinde kararı oyçokluğuyla onamıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 4/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 4/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

17. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı bir karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Mahkemenin 28/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

19. Başvurucu; dava konusu haberin emekli bir emniyet genel müdür yardımcısının Komisyona verdiği ifadeler ile ilgili olduğunu, anılan iddiaların soru önergesine konu olduğunu ve milletvekilleri tarafından dile getirildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, gazetenin haber değeri olan bu iddiaları, iddia sahiplerinin isimlerini kullanıp konuşmalarından alıntılar vererek güncel bir şekilde haberleştirdiğini ifade etmiştir. Başvurucu, anılan haber nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin Anayasa'nın 5., 25., 26., 28., 29., 30., 31., 36., 40., 67., 68 ve 138. maddelerini ihlal ettiğini iddia etmiştir.

20. Bakanlık görüşünde; iç hukukta ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde güvence altına alınan ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkının aynı derecede ve eşit olarak saygıyı hak ettiği, bu iki hak arasında hiyerarşik bir ilişki bulunmadığı belirtilmiştir. Bakanlık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında ifade özgürlüğünün bireylerin "görüşlerini açıklayabilme, kanaat sahibi olabilme, kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve fikir alıp verme" özgürlüklerinden oluştuğunun belirtildiğini, bununla birlikte bu özgürlüğün sınırsız bir hak niteliği taşımadığını vurgulamıştır. Bu itibarla Bakanlık, başvurucunun şikâyetlerinin incelenmesinde yargı organlarınca verilen kararlarda ifade (basın) özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

21. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında daha önceki iddialarını yinelemiştir.

B. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde düzenlenen ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

23. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

24. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

26. Gazetede yayımlanan haber nedeniyle davacı tarafından açılan davada başvurucunun 5.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

27. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

28. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

29. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

30. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

31. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

 (2) Demokratik Toplum Düzeninin Bir Gereği Olarak İfade ve Basın Özgürlükleri

32. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

 (3) Basının Ödev ve Sorumlulukları

33. Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri basına tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Önder Balıkçı, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 43).

34. Bu görev ve sorumluluklar başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır.

 (4) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

35. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44).

 (5) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

36. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Mevcut olayda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, haberin konusu ve yayımlanma şartları, kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları, habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği, hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

37. Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun yaptığı haber sebebiyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yönde bir değerlendirme için bkz: Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 38).

 (6) Somut Olayın Değerlendirilmesi

38. Somut olayda başvurucu, haberin yayımlandığı tarihte Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı olan davacı hakkında yapmış olduğu bir haber nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Başvurunun çözümlenmesi için incelenmesi gereken temel iki mesele bulunmaktadır. İlki başvurucunun daha önce yaygınlık kazanmış olan bir iddiayı haber yapıp yapmadığı, diğeri ise başvurucunun bir gazeteci olarak üzerine düşen ödev ve sorumlulukları yerine getirip getirmediğidir (benzer bir incelemenin yapıldığı bir karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2)).

39. Başvurucuya konu haber içeriği incelendiğinde devletin çeşitli kurumları tarafından hangi kurumun envanterinde bulunduğu konusunda net bir açıklama yapılmayan altı mobil dinleme aracının akıbetinin araştırıldığı görülmektedir. Bu araştırma yapılırken öncelikle milletvekili olan D.Ö.nün başka basın organları tarafından daha önce yayımlanan açıklamalarına alıntı yapılarak yer verilmiştir. Ayrıca haberde, söz konusu iddiaların haberin yayımlanmasından bir süre önce Komisyonda dinlenen kişiler tarafından tekrar gündeme getirildiği ve bir soru önergesine konu olduğu hatırlatılmıştır.

40. Görüldüğü üzere somut başvuruya konu haber daha önce farklı mecralarda dile getirilmiş olan, güncel, haber değeri taşıyan bir konuya ilişkin iddiaların haberleştirilerek yeniden gündeme getirilmesinden ibarettir. Dolayısıyla davacı hakkında dile getirilen iddiaların ilk kez başvurucunun haberiyle alenileştiği söylenemez.

41. Şu hâlde incelenmesi gereken diğer husus ise haber yapılırken basının ödev ve sorumluluklarına uygun davranılıp davranılmadığıdır. Hiç kuşkusuz bir iddiaya veya söylentiye dayansa da kişilerin itibarını zedeleyecek şekilde isnatta bulunulması durumunda gazetecinin çok daha dikkatli olması, bu konuda asgari bir araştırma yapması gerekmektedir. Bu gereklilik, ifade ve basın özgürlükleri ile kişilerin şeref ve itibar hakkı arasındaki hassas dengenin korunması bakımından hayati derecede önemlidir.

42. Başvurucudan haberde yer alan iddiaların doğruluğunu bütün yönleriyle ortaya koyacak şekilde ispatlaması değilse bile bu iddialarını somut olgularla desteklemesi beklenmelidir (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Bu durumun gazetecilerin gazetecilik etiğine uygun bir biçimde davranarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarından kaynaklandığı kabul edilmelidir. Bir diğer anlatımla Anayasa’nın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğünün gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazetecilik mesleğinin gerekleri ile ödev ve sorumluluklarına saygı içinde hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (basının görev ve sorumluluklarına ilişkin olarak bkz. Orhan Pala, § 46; Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67; Önder Balıkçı, § 43).

43. Somut olayda davacı hakkındaki iddiaların nerede ne şekilde dile getirildiği ve bu iddiaların sahipleri belirtilmek suretiyle haberleştirildiği görülmektedir. Haber içeriğinde iddia sahiplerinin sözleri tırnak içinde alıntılanmış ve başvuruya konu habere naklen eklendiği açıkça gösterilmiştir. Yargıtay tarafından onanan ilk derece mahkemesi kararında da açıkça "söz konusu yayın içeriğinde muhabirin kişisel yorumundan ziyade CHP milletvekili [D.Ö.nün] beyanları esas alınarak haber yapıldığı" kabul edilmiştir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi habere konu daha önce başka mecralarda ileri sürülen ve ayrıca bir milletvekili tarafından da TBMM'de dile getirilen iddiaların "en azından görünür gerçekliğe uygun olup olmadığının" araştırılması gerektiğini ifade etmiştir. İlk derece mahkemesinin kabulüne göre haberleştirilen bir iddianın kimler tarafından ileri sürüldüğünün haberde yer alması yetmemekte, gazetecinin söz konusu iddiaların doğruluğunu da ayrıca araştırmaları gerekmektedir.

44. Somut başvuruya konu haberde başvurucu bir iddiada bulunmamış, davacı hakkında başkaları tarafından ileri sürülen iddiaları haberleştirmiştir. Haberde, Komisyonda dinlenen bir kişi tarafından ileri sürülen iddialar ile söz konusu iddiaların kamuoyuna yayılmasından sonra ana muhalefet partisi CHP'nin isimleri haberde zikredilen iki milletvekilinin açıklamalarına yer verilmiştir. Milletvekillerinden biri davacının adını da vererek kamuoyu ile görüşlerini paylaşmış, diğer milletvekili ise yine davacının adını zikrederek İçişleri Bakanlığına bir soru önergesinde bulunmuştur. Başka bir deyişle esas itibarıyla başvurucu, siyasetçiler tarafından dile getirilen ve TBMM'de ileri sürülen iddiaları haber konusu yapmıştır.

45. Bir gazeteci olan başvurucunun sorumluluğu belirlenirken gözönünde bulundurulması gereken ikinci önemli nokta ise Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da ifade edildiği gibi gazetecilerin ispat yükünü yerine getirirken kendisinden bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket etmelerinin beklenemeyecek olmasıdır. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın beliriş biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığını, doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2), § 52).

46. Gazetecilerden beklenen, bir haber veya makalede bir iddia ileri sürdüklerinde söz konusu iddiaların doğruluğunu araştırmaları ve kişiler hakkında bir suçlama yönelttiklerinde ise dayanaklarını açıkça belirtmeleridir. Somut olayda olduğu gibi gazetecilerden kim oldukları bilinen kişilerce ileri sürülen iddiaların doğruluğunun haber yapılmadan önce bir savcı gibi bağımsız bir araştırma ile kanıtlamaları beklenemez. Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre aksi yönde bir beklenti sorumluluk hukukunu ters çevireceği gibi gazetecilik mesleğini yapmayı da imkânsız hâle getirecektir.

47. Başvuruya konu haberde davacı hakkında ileri sürülen iddiaların objektif sınırlar içinde verilmediği ya da haber içeriğinde okuyucuları yönlendirmeye müsait yorum ya da imada bulunulduğu da kabul edilmiş değildir. Bu hâliyle başvurucunun haberleştirdiği iddiaları olgusal temellere dayandırarak mesleğinin gerektirdiği ödev ve sorumluluk içinde hareket ettiği kabul edilmelidir.

48. Haberin esas itibarıyla bir belediye başkanı hakkında ileri sürülen yasa dışı dinleme cihazlarını elinde bulundurduğu iddiasıyla bağlantılı şekilde verildiği, bu yönüyle kamuoyunu ilgilendiren ve kamusal tartışmaya katkı sunma potansiyeli olan bir niteliği olduğu açıktır. Bir belediye başkanının yasa dışı dinleme cihazı bulundurduğuna dair iddianın kaynağı gösterilerek kamuoyuna aktarılmasının şeref ve itibarı koruma gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulması kamuyu ilgilendiren konularda serbest ve açık tartışmaların önlenmesi sonucunu doğuracaktır. Anayasa Mahkemesine göre kişiler hakkında gazetecilerin sorumlulukları içinde yapılan haberler veya yorumlardan dolayı cezalandırılması basının kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacaktır (Orhan Pala, § 52; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).

49. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme; haberin içeriğini, başvurucunun daha önce dile getirilmiş olan iddiaları alıntı yaparak haberleştirmiş olmasını, davacının toplumsal konumunu yeterince tartışmadan yapılan haber nedeniyle başvurucuyu tazminat ödemeye mahkûm etmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Yapılan değerlendirmeler ışığında ilk derece mahkemesinin davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucunun Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüğü haklarına uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesince ifade ve basın özgürlüğünün korunması ile şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu sebeple Mahkemenin başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade ve basın özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Selahaddin MENTEŞ bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

52. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

56. İncelenen başvuruda yapılan haber nedeniyle Mahkeme tarafından başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

58. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 8.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ'in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/443, K.2015/298) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 8.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/1/2021 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu başvurucunun ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiaın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Aşağıda açıkladığım sebeplerle bu karara katılmadım.

2. Başvurucu bir siyasetçi hakkında yapmış olduğu haber nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesini ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla mahkememize başvurmuştur.

3. Mahkememizin gerekçeli kararında başvurucu süreci, olay ve olgular ayrıntılı olarak yazıldığından bu süreçler karşı oy yazısında tekrar edilmemiştir.

4. Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesinin 25.06.2015 tarihli kararı ile yapılan haber nedeniyle haberde isim belirtilerek yer alan ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu değerlendirilmelerinde bulunularak başvurucu aleyhine 5.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir. Kararın temyiz edilmesine üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi tarafından 19.02.2018 tarihinde verilen bu hüküm onanmıştır.

5. Başvurucu söz konusu dava nedeniyle tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

6. Anayasa'nın düşüncesiyi açıklama ve yayma hürriyeti ve basın hürriyetine ilişkin haklara bir müdahalenin olup olmadığı değerlendirirken Anayasa'nın 13. Maddesinde öngörülen somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülen, Anayasa'nın 26. Maddesinin 2. Fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma demokratik toplum düzenin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama şartlarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

7. İfade ve basın özgürlükleri mutlak olmayıp sınırlandırılabilir nitelikli haklardandır. Anayasa'nın 26. Maddesinin 2. Fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural olarak 28. Maddenin 4. Fıkrası gereği Anayasa'nın 26. ve 27. Madde hükümleri uygulanacaktır.

8. Anayasa'nın 12. Maddesi "temel ve hak ve hürriyetler kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını ihtiva eder." düzenlemesiyle kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanılırken ödev ve sorumluluklarının bulunduğuna gönderme yapmaktadır. İfade ve basın özgürlükleri kullanırken de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar bulunmaktadır. Mahkememizin (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017 Önder BALIKÇI B. No: 2014/6009 , 15/2/2017) kararlarında da basın özgürlüklerinin mutlak olarak düzenlenmediği Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlandırıldığına izin verildiği vurgulanmıştır.

9. AİHM, ifade özgürlüğü ile özel yaşama saygı ve kişilik haklarının korunmasını dengelerken birçok faktörü değerlendirmektedir. Basın da yer alan ifadelerin genel yarar ile tartışmaya katkısı ilgili kişinin ne kadar meşhur olduğu ve haberin konusunun ne olduğu, ilgili kişinin yayından önceki davranışı, bilgi elde edinme yöntem ve doğruluğu, yayının içeriği biçimi ve sonuçları ifadeye uygulanan yaptırımın ağırlığı gibi kriterleri her somut olay bağlamında değerlendirmektedir.

10. AİHM, ifade ve basın özgürlüğü ile kişilerin şeref ve itibar hakkının dengelenmesinde kişilerin yaptığı iş kamu görevlisi olup olmaması politikacı olup olmaması gibi kriterleri de esas alarak somut olayları değerlendirmektedir.

11. Başvurucu aleyhine yapılan haber nedeniyle Ankara 22. Asliye hukuk mahkemesince tazminata hükmedilmiştir. Başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesine ilişkin kamu yararı ve başkalarının şöhret ve haklarının korunmasının bir parçası olduğu meşru bir amacının olduğu açıktır. Türk Medeni Kanunun 24. Maddesi ve Türk Borçlar Kanunu 58. Maddesi uyarınca tazminata hükmedildiğinden ilgili hükümlerin kanunilik şartının taşıdığı belirlenmiştir.

12. Kişilerin şeref ve itibarının korunması basın ve ifade özgürlüğü hürriyetinin korunması konusunda değerlendirme yapılırken mahkemelerce bir dengelenme yapılma zorunluluğu vardır. Ölçütler belirlenirken ana ölçütlerden birisi de "kamu yararıdır." yayın salt toplumun yararı gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimiyle verilmeli kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken özellikle yayının gerçek olmasının yayında kamu yararı bulunmasını toplumsal ilgilinin varlığını konunun güncelliğini gözetmeli ve haber verilirken öz ve biçim arasındaki denge korunmalıdır bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılık oluşturur. Böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Anılan ilke ve kurallara uyulması durumunda ise yayının anayasa basın yasası ve basının genel işlevi karşısında kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.

13. Somut olayda Ankara 22. Asliye hukuk mahkemesi yaptığı değerlendirmede basın özgürlüğü kapsamında sınırsız hareket edilemeyeceğini basının herhangi bir konuyu haberleştirirken kamu yararı ile hakkında haber yapılanın menfaati arasındaki dengeyi objektif olarak koruması ve habere konu hususu en azından ' görünür gerçekliğe' uygun olup olmadığını araştırması gerektiğini başvurucunun söz konusu araştırmayı yapmaksızın ileri sürülen iddiaları haberleştirirken davacının hakkında olumsuz kanaat oluşturmasına yönelik hareket ettiğini bu şekilde haber ile kişilik haklarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

14. Başvurucu hakkında haber yaptığı kişinin ne iş yaptığını bilmektedir. Hakkında haber yapılan kişi belediye başkanıdır. Güvenlik bürokrasisinde yer almamıştır. Emniyet mensubu ya da istihbarat görevlisi değildir böyle bir birimde çalışmamıştır. Çalıştığı yerler yaptığı görevler kamuoyu tarafından bilinmektedir. Habere konu olaylar ise daha çok usulsüz teknik takip ve dinlemelere ilişkindir. Hakkında haber yapılan kişinin görünür gerçeklik karşısında basit bir araştırmayla bile ortaya çıkaracak konunun ismi kullanılarak haberleştirilmesi kişinin şeref ve itibarını zedeleyecek niteliktedir. Ankara Asliye hukuk mahkemesince bu değerlendirme yapılarak şeref ve itibarın korunması kapsamında tazminata hükmedilmiştir. Mahkeme başvurucunun sorumlu gazetecilik anlayışı içerisinde davranmadığını tespit ederek hakkında haber yapılan kişinin şeref ve itibarını zedelendiğini tespit etmiştir.

15. Yukarıda belirtilen gerekçelerle basın ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği görüşüyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HACI YAKIŞIKLI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/13768)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 9/7/2021-31536

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Gülsüm Gizem GÜRSOY

Başvurucular

:

1. Hacı YAKIŞIKLI

 

 

2. Ramazan Fatih UĞURLU

 

 

3. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Limitet Şirketi

Başvurucular Vekili

:

Av. Ali PACCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ulusal bir gazetede yayımladıkları bir haber nedeniyle aleyhlerine tazminata hükmedilmesinin başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/4/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. 2010 yılının Mayıs ayında altı uluslararası sivil toplum örgütü (İHH İnsani Yardım Vakfı, Free Gaza Movement, European Campaign to End the Siege on Gaza, Ship to Gaza Greece, Ship to Gaza Sweden ve The International Committee to Lift the Siege on Gaza) dünya çapında toplanan bağışlarla temin edilen insani yardımı Gazze’ye ulaştırmak için bir yardım filosu oluşturmuştur. Filoda insani yardımla birlikte Almanya, Kuveyt, İsrail, İrlanda, İsveç, Yunanistan, Güney Kıbrıs, Fas, Yemen, Mısır ve Cezayir gibi 37 ülkeden gelen ve aralarında 15’ten fazla milletvekilinin, 60’ın üzerinde uluslararası basın mensubunun, sanatçıların, Nobel Barış Ödülü alan aktivistlerin de yer aldığı 750 aktivist de bulunmuştur. Gazze Özgürlük Filosu ismi verilen filo, 31/5/2010 tarihinde İsrail askerî güçlerince engellenmiş ve filoya silahla müdahale edilmiştir. Müdahale ve sonraki süreçte 10 insani yardım gönüllüsü hayatını kaybetmiş; gönüllülerin 56’sı ise yaralanmıştır.

9. Başvurucular, sırasıyla Yeni Akit gazetesinde (gazete) haberi yapan muhabir, gazetenin sahibi ve yayıncısıdır. Gazetenin 2/10/2013 tarihli nüshasında davacı B.C.Ö.nün fotoğraflarının yer verildiği "Şehidin Kızını Ağlattılar!" başlıklı bir yazı kaleme alınmıştır. Başvuruya konu haberde adı geçen B.B.A.nın babası C.A. "Mavi Marmara" isimli gemide İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucunda vurularak öldürülmüştür. Yazının ilgili kısmı şu şekildedir:

"Hükümetin okullarda ve devletin diğer kurumlarında başörtülü olarak çalışmak ve okumak isteyenlere serbestlik getirmek için çalışmaları devam ederken; bazı kendini bilmezler sırf egolarını tatmin etmek için kin ve nefretlerini kusarcasına başörtülülere karşı düşmanlık yapıyorlar. İşte yeni bir örnek daha... Siyonist katillerin Mavi Marmara gemisinde şehit ettikleri [C.A.nın], İskenderun'da 10. Sınıfta okuyan kızı [B.A.A], başörtülü olarak gittiği okulunda baskı ve zulme maruz kaldı.

...

Şehit [C.A.nın] İskenderun P.K.A.Ö. Lisesi 10. Sınıfta eğitim gören kızı [B.A.A.nın] okula başörtülü geldiği gerekçesiyle okul öğretmenleri ve çevresi tarafından tehditlere maruz kaldığı; öğretmenlerden [B.C.Ö], [N.G] ve [A.S.nin] baskısına uğradığı ortaya çıktı.

F. Öğretmeni: Milli Eğitimde Hür İrade Olmaz!!!

10. Sınıf öğrencisi [B.A.A.nın], hür iradesi ile kimsenin telkini olmadan başını örttüğü ve eğitimini inancına uygun bir şekilde sürdürmek istediği bildirilirken, öğretmenlerin baskısı tepkilere neden oldu. [B.A.A.] 'Derslere başörtülü olarak girince bazı öğretmenlerimiz hiçbir şey demedi; ki olması gereken de buydu. Ancak F. Öğretmeni [B.C.Ö] ders çıkışı beni çağırarak 'Kanun var mı kanun?' diye sordu. Bunun üzerine hiçbir kanunun, Anayasa'nın başörtüsü yasağı koymadığını ve inancım gereği, hür irademle derslere böyle girmek istediğimi söyledim. Bunun üzerine öğretmen bana 'Milli Eğitimde özgür irade olmaz' diyerek bundan sonra başımı açıp öyle gelmemi istedi' şeklinde konuştu.

Diğer öğretmenleri tarafından da başörtüsüne yönelik 'bu ne kılık' sözleriyle aşağılamaya maruz kaldığını belirten [B.A.A.], hür iradeden bahsedince öğretmenlerinin bunu yok saydığını ifade etti.

 [N. A]: Öğrencileri Kullanıp ODTÜ Benzeri Olaylar Çıkaracaklar

Şehit C.A.nın eşi ve B.nin annesi [N.A] ise kızının çok sayıda tehdit aldığını söyleyerek yetkililerden yardım istedi. [N.A], 'Kızımın inancını yaşamasını engellemeye çalışıyorlar. Arkadaş çevresinden duyduğumuza göre bazı öğretmenler kızımın örtüsüne karışmayacak, ancak öğrencileri kullanacakmış. Kızım okul çıkışı darp edeceklerini söylüyorlar. Kızımın hem eğitim hayatı hem de can güvenliği tehlikede. Öğrencilerin eline pankartlar verip ODTÜ olaylarında olduğu gibi protesto edeceklermiş. Ortalığı yakıp yıkacaklarına dair tehditler geliyor. Kızım tamamen kendi isteğiyle okulunda bu şekilde eğitim görmek istiyor. Bunu engellemeye çalışanlara karşı bütün yetkililerden gerekeni yapmalarını istiyoruz' diye konuştu.

Okul Müdürü: Rencide Eden Öğretmenler Var

Telefonla görüştüğümüz İskenderun P.K.A.Ö. Lisesi müdürü [S.E], veliler, öğretmenler ve yönetmelik arasında sıkıştıklarını belirtti.

 [S. E], 'Bazı öğretmenler B.yi kantine kadar indirmiş. Böyle şeyler yapmamalarını söyledik. Şu anda olayı yetkililere bildirdik, Milli Eğitim'den tavsiye kararı bekliyoruz ne yapacağımıza dair' dedi. Okulda bazı öğretmenlerin öğrencileri kullanarak ODTÜ tarzı olaylar çıkaracakları hakkında duyum aldığımızı söylediğimiz [S.E] 'Bu tür eylemlere kesinlikle müsaade etmeyiz. Bu tür eylemleri kim yapacaksa bize bildirsinler, valilikle ve emniyetle gereken yapılır' diye konuştu.

İskenderun İlçe Milli Eğitim Müdürü [M.K.] de 'Öğrenci ve velimizin başvurması durumunda gerekeni yaparız. Öğrencilerimizi derslere almamak olmaz. Bize müracaatta bulunabilirler' dedi.

İskenderun E. Sendikası başkan vekili [Y.K], olayın üstünde duracaklarını ve gerekli hukuki, insani takibi yapacaklarını, gerekli mercilere konuyu ileteceklerini söyledi.

 [B. Y]: Kızımızın Arkasındayız

Konuyla ilgili görüştüğümüz İHH Genel Başkanı [B.Y] ise, 'Hiç kimse bir öğrenciyi tehdit edemez. Vakfımızla beraber kızımızın sonuna kadar arkasındayız. Onu tehdit edenler bizi tehdit etmiş sayılır ve onlara tehditkar sözlerini iade ediyoruz. Türkiye'nin bu yasakçı anlayıştan artık bütün hücreleriyle kurtulması gerekir. Hem bizler hem de İskenderun şubemizdeki arkadaşlarımızla kızımıza her türlü desteği vereceğiz' şeklinde konuştu."

10. İlgili haber üzerine Hatay Valiliği İl Millî Eğitim Müdürlüğü (Müdürlük) haberde ismi geçen kişiler hakkında inceleme başlatmıştır. Yapılan inceleme sonucu Müdürlüğün 11/10/2013 tarihli kararıyla, incelemeye konu edilen gazete haberinde itham edilen kişiler hakkındaki iddiaların sübuta ermemesi nedeniyle herhangi bir işleme gerek olmadığına karar verilmiştir.

11. B.C.Ö. 5/11/2013 tarihinde başvuruya konu haberle ilgili olarak tekzip metni yayımlanması talebinde bulunmuştur. İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 7/11/2013 tarihli kararıyla tekzip metninin yayımlanmasına karar verilmiştir. Başvurucular verilen karara rağmen tekzip metnini yayımlamamış ve haklarında bu nedenle dava açılmış ancak açılan dava zamanaşımı nedeniyle düşmüştür. B.C.Ö.nün yayımlanmasını talep ettiği metin şöyledir:

"Okulumuz Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir okul olup okulun yönetim işleri çeşitli yönetmeliklerle düzenlenmiştir. 27 Kasım 2012 tarihinde 28480 sayılı resmi gazetede yayınlanan Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte 4. Maddenin e bendinde e) Okul içinde baş açık, saçlar temiz ve boyasız olarak bulunur, makyaj yapamaz, bıyık ve sakal bırakamaz. Hükmü yer almaktadır. Bu yönetmelik tarafımdan kaleme alınmamıştır. Bu yönetmeliği yazan Milli Eğitim Bakanlığıdır. Bu yönetmelik öğrencileri başını açmaya zorlamaktadır. Buna aykırı hareket edenlerin ise disiplin cezası ile cezalandırılacağı yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirtilmektedir. Öğretmene düşen görev ise yönetmeliğin uygulanması için okul idaresine bilgi vermektir. Ben de kurallara uymayan tüm öğrencileri idareye bildirmekten başka bir görevim ve yetkim bulunmamaktadır. Okulumuzda adı geçen haberle ilgili öğrencimin dersten atılması veya hakaret edilmesi gibi bir durum söz konusu olmamıştır. Ayrıca ismimin hedef olarak gösterilmesi can güvenliğimi de tehdit etmektedir. Gazetede çıkan haber asılsız ve yalan bir haberdir."

12. B.C.Ö, başvurucu Hacı Yakışıklı hakkında hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle suç duyurusunda bulunmuştur. İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığı; yapılan haberin içeriğinin basın özgürlüğünün ve haber verme hakkının bir gereği olduğu, içeriğinde güncel ve kamu yararı bulunduğu, müştekiye yönelik doğrudan hakaret ve/veya başkaca bir suç içeren unsurların bulunmadığı gerekçesiyle 2/2/2014 tarihinde Hacı Yakışıklı hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

13. B.C.Ö, ilgili haber nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini belirterek başvurucular aleyhine 6.000 TL manevi tazminat davası açmıştır.

14. Yargılamayı yapan İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 11/5/2017 tarihli celsesinde tanık olarak dinlenen N.A. özetle şunları söylemiştir:

"...ben [B.B.A.nın] annesiyim. Kızım 10. sınıfta başını örtmeye karar verdi. Örtünmeden önce tereddütleri vardı okula kabul edilir miyim diye düşünceleri vardı. O sırada Akit gazetesinde yapılan bir kısım haberleri gördü. Kayseri'deki bir kısım okullara öğrencilerin alınmadığını veya giremediklerini gördü. O dönem Kayseri'deki Akit gazetesinin muhabiri olan Hacı Yakışıklı'ya telefonla ulaştı ve başını örttüğü taktirde okula alınıp alınamayacağını sordu. Onlarda herhangi bir engel olmayacağını pek çok okulda öğrencilerin okula başlarını kapatarak girebileceklerini söyledi. [B.B.A] da başını kapatıp okula gitti. Okula gittiği ilk gün gazetede haberde geçen üç öğretmenin üçü de tepki göstermişler. Davacı kızıma 'buraya giremezsin hakkında tutanak tutulur' gibi cümleler kurmuş ve kızımı bağırıp çağırarak azarlamış. Koridorda toplanan onlarca öğrenci buna şahitlik ederek, kızımın üzerinde şiddetli bir baskı oluşturdular. Sonra kızım muhabir Hacı Yakışıklıyla tekrar görüştü, kendisi de okul müdürünü aramış ve okul müdürü de bu durumu teyit etmiş, bazı öğretmenlerin çocuk üzerinde baskı oluşturduğunu ifade etmiştir. Kısacası kızımın okula daha rahat girmesi, üzerindeki baskının kalkması için bu haberi olduğu gibi hiç kimsenin kişilik haklarını ihlal etmeden ve iftira atmadan gazeteye aktardık. Okul müdürü de o tarihte bu olayları teyit etmişti. Bunun üzerine gazetede haber çıktı..."

15. Mahkemenin talimat yoluyla dinlediği B.A.A. 21/9/2017 tarihli duruşmada özetle şu şekilde beyanda bulunmuştur:

" ...Yeni Akit gazetesinde haberi yapan Hacı Yakışıklı'ya haberi bildiren benim, [B.C.Ö] P.K.A.Ö. Lisesinde f. öğretmenimiz idi, 2013 eylül ayının 3. veya 4. haftasındaydı, ben sosyal medyada ve başka yerlerde öğrencilerin başörtüleri ile derse girdiklerini okudum. O sırada 10. sınıf öğrencisiydim. Bir cuma günü başörtümü takarak okula gittim. İlk ders din kültürü dersiydi. Bu dersin hocası hiçbir şey söylemedi sonraki ders f. dersiydi davacı [B.C.Ö] derse girdi ders bitimine kadar birşey söylemedi. Ders bitiminde 'benimle gelir misin' dedi, beraberce çıktık. Üst kat merdivenin kesiştiği yerde bana bu kıyafetle derse giremeyeceğini söyledi. Ben de başka yerde öğrencilerin bu şekilde girdiğini yasaklayıcı husus olmadığını söyledim. Kendisi bana başörtüsünü serbest bırakan bir yasa yada yönetmelik varsa göstermemi söyledi. Ben de kendisine özgür irademle bu şekilde derse gireceğimi herhangi bir kanun ya da yönetmeliğin engel olmadığını söyledim. Bunun üzerine ne yapacağını bildiğini söyleyerek yanımdan ayrıldı. Olay sırasında toplanan başka öğrenciler de yönetmelik yoksa yaptığımın yanlış olduğunu söylediler onlara da aynı şekilde bu şekilde derse girmesine engel durumum olmadığını anlattım. Bundan sonra okulda başörtüsüne karşı olan öğrencilerde bir infial oluştu, şortlarla zincirlerle okula gelip, bizim inancımız deyip kendilerini bu şekilde ifade etmeye başladılar. Ben de bu şekilde Hacı Yakışıklı ile irtibata geçtim ve İskenderun'da çok sayıda kızın başörtüsü ile okula gitmek istediğini, bu şekilde haber yapılmasının kamu yararı olacağını düşünerek [B.C.Ö] ile aramızda geçenleri bildirdim ve mahkemede anlattığım hususları Hacı Yakışıklı'ya anlattım. Eğer öğretmen benimle konuşmayı bir odada yapsaydı benim başörtüsü giymeme tepkili öğrenciler bu tepkiyi göstermeyeceklerdi bana yönelik infial çıkmayacaktı, gazetede haber çıkmasından sonra okula müfettiş girdi, daha sonra okulda sorun son buldu, herkes kıyafetle gelmeye başladı ve İskenderun'da bütün okulda kızlar başörtüsü ile derslere girmeye başladılar ..."

16. Mahkeme 12/12/2017 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.

Dava konusu haber ve tanık anlatımları bütün olarak değerlendirildiğinde; haberin adli bir vakanın görünür gerçeklik çerçevesinde kamuoyuna aktarıldığı, haberlerin güncel olduğu ve basın özgürlüğü kapsamında kaldığı, nitekim gerek idari soruşturmalar gerekse adli soruşturmalardan anlaşıldığı üzere mahkememizce tanık olarak dinlenen [B.B.A.nın] sınıftan dışarı çıkarıldığının sabit olduğu ve bu konuda davacının şikayeti üzerine davalılar aleyhine açılan adli soruşturmada takipsizlik kararı da verildiği anlaşılarak açıklanan nedenler karşısında, çatışan yararlar dengesinin davacı aleyhine bozulmadığı ve davalılar yönünden de hukuka uygunluk nedeninin gerçekleştiği anlaşıldığından davacının talebi reddedilmiştir."

17. Kararın istinaf yargı yoluna götürülmesi üzerine Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 26/2/2019 tarihli kararıyla derece mahkemesinin kararının esastan kaldırılarak davanın kısmen kabulüne, başvurucular aleyhine müştereken ve müteselsilen toplam 5.000 TL tazminata karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... haberin bütünlüğüne bakıldığında öncelikli olarak davacının fotoğrafının haber içeriğinde kullanıldığı, haber içeriğinde 'Bazı kendini bilmezler sırf egolarını tatmin etmek için kin ve nefretlerini kusarcasına baş örtülülere karşı düşmanlık yapıyorlar. İşte yeni bir örnek daha...' şeklinde ifadeler kullanıldığı, söz konusu ifadelerin eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında yer almadığı, davacının da fotoğrafının eklenmesi sureti ile davacının din düşmanlığı, baş örtüsü düşmanlığı yapıyormuş gibi gerçeğe aykırı şekilde bir algı oluşturulduğu, haber içeriği incelendiğinde ise dava dışı [B.B.A.nın] beyanlarında davacının sadece kendisinin baş örtüsü ile neden derse girdiği hususunda sorular yönelttiği, bunun haricinde öğrenciyi derse almama, sınıfa kabul etmeme gibi bir durumun oluşmadığı, yine haber içeriğinde kullanılan öğrenciye baskı yapıldığı ya da bu konuda öğrenciye tehditlerde bulunulduğu hususunda herhangi bir olayın yaşanmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı gibi basın haber yaparken söz konusu haberin görünür gerçeğe uygun olması gerekmektedir. Lakin haberin bütünlüğüne bakıldığında söz konusu haberin görünür gerçekliğe uygun olmadığı, bu kapsamda bu şekilde haber yapılmasının davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu anlaşılmakla davacının davasının kısmen kabulüne karar verilmiştir..."

18. Nihai karar başvuruculara 18/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucular 16/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

22. Başvurucular; B.A.A. ve annesi N.A.nın da beyanlarında belirttikleri üzere başvuruya konu haberin görünür gerçekliğe uygun olduğunu, davacının idari bir görevi bulunmamasına karşın B.A.A.yı kanuna aykırı olarak uyardığını ve B.A.A.nın insan haklarına aykırı bir davranışta bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucular, davacının eleştirilmesinin kendi kusurundan kaynaklandığını, Hacı Yakışıklı hakkında verilen takipsizlik kararı, davacının beyanları ve tanık ifadeleri bir arada değerlendirildiğinde yapılan haberin olgusal temelinin bulunduğunu, bu hususlar gözetilmeksizin aleyhlerine tazminata hükmedilmesi nedeniyle ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

23. Bakanlık görüşünde; başvurucuların aleyhine hükmedilen tazminatın başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine müdahale teşkil ettiği, bu müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerinden olmayıp ölçülü ve orantılı olmadığı, söz konusu sınırlayıcı tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamadığı ve başvurulabilecek son çare niteliğinde olmadığı belirtilmiştir.

24. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında bireysel başvuru formunda ileri sürdükleri iddialarını tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın "Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti" kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

26. Anayasa’nın "Basın hürriyeti" kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

27. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

28. Başvurucuların davacıya yönelik haberleri nedeniyle müştereken 5.000 TL tazminat ödemelerine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucuların ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

29. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

31. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

32. 6098 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

33. Başvurucuların manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (1) Demokratik Toplumda Basın Özgürlüğünün Önemi

34. Anayasa Mahkemesi Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 69; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturulması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 38).

 (2) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

35. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007).

36. Anılan denetim sırasında Anayasa Mahkemesi temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalenin gerekçesine odaklanır. Kamu makamlarının temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 120).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Bölge Adliye Mahkemesi, haberde geçen "Bazı kendini bilmezler sırf egolarını tatmin etmek için kin ve nefretlerini kusarcasına baş örtülülere karşı düşmanlık yapıyorlar. İşte yeni bir örnek daha..." şeklindeki ifadelerin eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamında yer almadığı, davacının fotoğrafının eklenmesi sureti ile davacının din düşmanlığı, başörtüsü düşmanlığı yapıyormuş gibi gerçeğe aykırı bir algı oluşturulduğu kanaatine varmıştır. Mahkeme devamla B.A.A.nın beyanlarından da anlaşıldığı üzere davacının sadece B.A.A.ya başörtüsü ile neden derse girdiği şeklinde sorular yönelttiği, bunun haricinde öğrenciyi derse almama, sınıfa kabul etmeme gibi bir durumun oluşmadığı ve öğrenciye baskı yapıldığı ya da bu konuda tehditlerde bulunulduğu hususunda herhangi bir olayın yaşanmadığını belirtmiştir. Mahkeme, haberin bütününe bakıldığında görünür gerçekliğe uygun olmadığı ve davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğuna karar vermiştir.

38. Somut başvuruda, başvurucuların manevi tazminat ödemesine konu edilen ifadelerin bir kısmının ilk derece mahkemesi tarafından olgusal isnat olarak nitelendirildiği görülmektedir. Değer yargısı ifade eden görüş ve yorumlar kanıtlanmaya elverişli değilken kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan olgulara dayanan iddiaların desteklenmesi için güvenilir delil sunulması gerekir (benzer değerlendirmeler için bkz. Nihat Durmuş ve Durmuş Ofset Gaz. Bas. Yay. Mat. Kül. ve Spor Etk. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/5761, 10/5/2018, § 54).

39. İstinaf mahkemesinin kabulüne göre öncelikle başvurucuların ileri sürdükleri olgusal isnatlar konusunda bir gazeteci olarak üzerine düşen ödev ve sorumlulukları yerine getirip getirmediği meselesinin aydınlığa kavuşturulması gerekir. Dolayısıyla somut olayda basının gazetecilik etik ve ilkelerine uygun olarak iyi niyetle topluma doğru ve güvenilir bilgi sağlama ödev ve sorumluluğunu yerine getirip getirmediği değerlendirilmelidir. Bu bağlamda anılan değerlendirme için gazetenin ileri sürdüğü olgusal iddiaların doğruluğu konusunda yeterli araştırmayı yapıp yapmadığı denetlenecektir (benzer değerlendirmeler için bkz. Çetin Doğan (2) [GK], B. No: 2014/3494, 27/2/2019, § 63; Mehmet Doğan Uğurlu ve diğerleri, B. No: 2015/954, 12/9/2018, § 54; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019§ 51).

40. Başvurucunun ispat yükümlülüğünü yerine getirirken bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket etmesi kendisinden beklenmemektedir. Burada sözü edilen araştırma yükümlülüğü somut gerçeklik anlamında değil yayının yapıldığı andaki olayın ortaya çıkma biçimine uygunluk olarak anlaşılmalıdır. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığı ile doğru ve başvurucunun güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, B. No: 2014/2983,15/2/2017, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2), § 52).

41. Başvuruya konu haberde istinaf merciinin tazminata dayanak aldığı temel hususlardan biri, davacı öğretmenin öğrencisine başörtülü olarak okula gelmesi nedeniyle kötü davrandığı, bu bağlamda öğrencinin olumsuz tutumlarla karşılaştığı iddialarının gerçeği yansıtmadığıdır. Haberde B.A.A.nın okulda başörtü taktığı gerekçesiyle okul öğretmenleri ve çevresi tarafından tehdit edildiği, davacı da dâhil bir kısım öğretmenin baskısına uğradığı ileri sürülmüştür. Derece mahkemesinde, B.A.A.nın annesinin verdiği beyanında, kızının öğrenciler tarafından eleştirildiğini ve bazı çevrelerce tehdit edildiğini ifade ettiği görülmektedir. B.A.A da yine derece mahkemesinde, davacının "ne yapacağını bildiğini söyleyerek" yanından ayrıldığını ve diğer öğretmenleri tarafından da başörtüsüne yönelik "bu ne kılık" sözleriyle aşağılandığını belirtmiştir. Bu hususlara ilave olarak Okul Müdürü S.E de, "Bazı öğretmenler B.yi kantine kadar indirmiş, böyle şeyler yapmamalarını söyledik." şeklinde ifadede bulunmuştur. Dolayısıyla başvurucu olgusal iddialarının tüm dayanaklarını göstermiş görünmektedir. Olaylara bir bütün olarak bakıldığında B.A.A.nın okulda başörtüsü takması nedeniyle -gerçeğe uygun olsun ya da olmasın- ağır baskı ve tehditlere maruz kaldığı iddialarının kaynağı olan kişilerin haberde gösterildiği, bu bakımdan gazetecinin sorumluluklarına uygun davranıldığı, işlenen olgusal iddiaların görünür gerçekliğe aykırı ve temelsiz olmadığı değerlendirilmiştir.

42. Bunun yanı sıra başvuruda gözönüne alınması gereken bir başka husus ise haberde davacı hakkında "Bazı kendini bilmezler sırf egolarını tatmin etmek için kin ve nefretlerini kusarcasına başörtülülere karşı düşmanlık yapıyorlar." şeklinde yer alan ve Bölge Adliye Mahkemesince tahkir edici bulunan ifadelerdir. Haberde geçen bu ifadelerin sert ve ağır eleştiri içeren değer yargısı niteliği taşıdığı noktasında bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısının kişilik haklarını zedelediği sonucuna ulaşılabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48). Dolayısıyla kullanılan bu ifadelerin başvuru konusu olay kapsamında, yazının ilgili kısmının tamamının ışığı altında ve söylenme şekli bağlamında incelenmesi gerekmektedir.

43. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmelikte yapılan değişiklikle birlikte 27/9/2014 tarihinde ortaokul ve lise öğrencilerinin okula başörtüsü ile gidebilmeleri mümkün hâle getirilmiştir. Yönetmelik değişikliğinden önceki dönemde ise bu çağdaki öğrencilerin okullara başörtüsü ile gidip gidemeyecekleri meselesi çokça tartışılmış ve bu tartışmalar kamuoyunda geniş yer bulmuştur. Yaşanan tartışmalarda, okullarda başörtü serbestine karşı çıkan ve başörtüsü takanları hedef alan söylemlerde bulunan bir kesimin de olduğu bilinmektedir. Bu yönüyle -yazının yazıldığı tarihe bakıldığında- anlatılan olayların yönetmelik değişikliğinden önceki yakın bir tarihte toplumun büyük kesimi için hassasiyet teşkil eden ve toplumsal duyarlılığın çok yüksek olduğu tartışmalar ekseninde yer alan bir olaya ilişkin olarak kaleme alındığı anlaşılmaktadır.

44. Haberde yer alan ifadelerin davacı yönünden incitici olduğu kabul edilebilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre özellikle kamu görevlilerinin tasarrufları ile ilgili eleştirilere daha fazla tolerans göstermeleri gerekir. Zira kamu kurumlarının eylem ve işlemleri o ülkede yaşayan tüm insanları etkileyebilecek potansiyele sahiptir. Bu itibarla kamu görevlilerinin eylemlerini ve ihmallerini sıkı bir denetime tabi tutarak vatandaşların karar alma süreçlerine katkıda bulunması demokratik bir toplumun olmazsa olmaz hoşgörüsünün gereklerindendir. Bu bağlamda, açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması ifade özgürlüğünün koruma kapsamından yararlanmayacağı anlamına gelmez (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ali Suat Ertosun (7), B. No: 2014/1416, 15/10/2015, § 36; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 128, 129; Nilgün Halloran, § 45; İlhan Cihaner (2), § 82).

45. O hâlde başvurunun karara bağlanması sırasında son olarak başvuru konusu haberde başvurucuların sebepsiz biçimde davacıyı hedef alıp almadığına bakılmalıdır. Haberde yer alan iddiaların olgusal bir temeli bulunmaktadır ve B.A.A.nın diğer arkadaşlarının önünde başörtüsü takması nedeniyle bir şekilde uyarıldığının anlaşılması karşısında haberde ağır bir şekilde eleştirilmesine davacı kendi davranışlarıyla neden olmuştur. Bu yönüyle davacının doğrudan ve keyfî biçimde hedef alındığı değerlendirilmemiştir. Dolayısıyla Bölge Adliye Mahkemesinin değerlendirmeye esas aldığı ifadelerin okulda başörtüsü takan bir öğrenciye öğretmenleri tarafından karşıt bir tutum sergilenmesine yönelik ağır bir eleştiri mahiyetinde olduğu, bu konuya dikkat çekme amacı taşıdığı, kamusal faydası olan bir tartışmayla ilgisi bulunduğu ve sebepsiz saldırı teşkil etmediği sonucuna varılmıştır.

46. Yukarıdaki tespitlere karşın Bölge Adliye Mahkemesi; başvuruya konu ifadelerin kullanıldığı dönemdeki koşulları, ifadelerin bağlamını ve olgusal temelini tartışmadan, ifadelerin bir kısmını bağlamından kopartarak ve yeterli olgusal temeli olduğu gözetmeden değerlendirme konusu yapmış ve başvurucular aleyhine tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesinin vardığı sonuçlarla birlikte Bölge Adliye Mahkemesi kararı değerlendirildiğinde Mahkemenin başvurucuların ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibar hakkı arasında adil bir denge kurduğu söylenemez. Bölge Adliye Mahkemesinin başvurucular aleyhine davayı kabul etmesini haklı göstermek için sunduğu gerekçeler uygun ve yeterli kabul edilmemiş, başvurucuların Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüklerine uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır.

47. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinin birinci fıkralarında güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

48. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

49. Başvurucular ihlalin tespiti ile yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.

50. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

51. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

52. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

53. İncelenen başvuruda yapılan haber nedeniyle bölge adliye mahkemesi tarafından başvurucuların manevi tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

54. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak amacıyla Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine gönderilmesini sağlamak üzere İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine gönderilmesini sağlamak üzere İskenderun 2. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/577, K.2017/960) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.964,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KENAN GÜL BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/24311)

 

Karar Tarihi: 15/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 12/8/2021-31566

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Kenan GÜL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, avukat olan başvurucunun vekil sıfatıyla hareket ettiği davada dosyaya sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sözlerinden dolayı disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 31/7/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. Arka Plan Bilgisi

9. Avukat olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Bursa 1. Aile Mahkemesinde (Mahkeme) görülen velayet davasında davalı-karşı davacı vekilidir.

10. Başvurucunun müvekkili yabancı uyrukludur. Taraflar Kazakistan'da yaşadıkları sırada müşterek çocuklar, babaları tarafından 2011 yılında annelerinin muvafakati alınarak Türkiye'ye getirilmiş ancak daha sonra Kazakistan'a geri götürülmemiştir.

11. Şiddetli geçimsizlik üzerine taraflar Kazakistan hukukuna göre boşandıktan sonra başvurucu tarafından müvekkili adına tanıma ve tenfiz davası açılmış, Bursa 5. Aile Mahkemesinin 1/3/2013 tarihli kararı ile Kazakistan'daki yerel mahkemece verilen karar kesin bir mahkeme hükmü olarak kabul edilmiştir.

B. Velayet Davasına İlişkin Süreç

12. Tanıma ve tenfiz kararı üzerine başvurucunun müvekkili aleyhine velayet davası açılmıştır. Başvurucu da cevap dilekçesi ile müvekkili adına karşı dava açmıştır. Bireysel başvuru formuna ek belgelerin incelenmesinden başvurucu ile Kazakistan'da yaşayan müvekkilinin elektronik posta (e-posta) aracılığı ile iletişim kurdukları, müvekkilin velayet davası ile ilgili talep ve başvurucuya yönelik talimatlarını bu şekilde ilettiği anlaşılmaktadır.

13. Müvekkilinin başvurucuya gönderdiği e-postalarda eski eşinin ve çocuklarının durumu hakkında bazı bilgi ve iddialar ile delillere yer verdiği görülmektedir. E-postalarda müvekkil, eski eşinin tasvip edilmeyen ahlaki vasıfları olduğunu ileri sürmüş; eski eşinin çalışmayı sevmediği için gayrimeşru işlerle uğraştığını, dolandırıcılık yaptığını, öz babasını bıçakladığı için hapse girdiğini, kendisini ve çocuklarını alacaklıların tehdit ve tacizine maruz bıraktığını, sonunda da Kazakistan'a kaçmak zorunda kaldıklarını iddia etmiştir. Müvekkil, başvurucuya e-postalarda yer alan iddialarını ve çocuklarının velayetini istemekteki haklılığını kanıtlamak için ilgili belgeleri göndereceğini belirtmiş ve cevap/karşı dava dilekçesini bu doğrultuda hazırlaması talimatını vermiştir.

14. Bu talimat üzerine başvurucu tarafından müvekkili adına 2/5/2013 tarihinde Mahkemeye sunulan beş sayfadan ibaret dilekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Davacı müvekkilemin, tarafıma göndermiş olduğu e-mail metni ekte sunulmuştur. (Ek-2). Davalı baba, dürüst olmayıp, yalancı ve dolandırıcı bir mizaçtadır. Çalışmayı sevmemektedir. Gayri meşru işlerle uğraşmaktadır.

Taraflar evlendikten sonra Bursa'da oturmaktayken davalının yaptığı ve ödemediği borçlarından dolayı hakkında çok sayıda icra takipleri yapılmış, alacaklılar kapıya dayanmış, davalı alacaklılardan kaçtığı için, çalan kapıyı davacı müvekkilem açmak zorunda kalmış, alacaklıların hakaretamiz ağır söz, tehdit, taciz ve davranışlarına müşterek çocuklarıyla birlikte muhatap olmuştur.

Sonuçta davalı baba, açıklanan şartlar altında Bursa'da güven altında olmadığından çareyi Kazakistan'a kaçmakta bulmuş, ancak, Kazakistan'da da aynı şekilde davranmayı sürdürmüş, aynı şeyleri yapmıştır. Davalı baba, davacı müvekkilem tarafından haklı eleştiriye karşı da her zaman bağırıp çağırmış, susturmuş, yıldırmış, çocukları dahil herkes üzerinde baskı ve korku oluşturmuştur.

Anlaşılacağı gibi, davalı baba, ahlaken dürüst olmayıp, davalı müvekkileme çok zarar verdiği gibi, müşterek çocuklarına da zarar vermiştir.

...

Davalı baba, davacı müvekkileme karşı bu güne kadar dürüst olmadığı gibi, hep yalan söyleyip, kandırdığı gibi, müşterek çocukları da kandırmaktadır.

Bu bağlamda, davalı baba, davacı müvekkilem tarafından kendisine karşı Kazakistan Almatı Mahkemesinde boşanma davası açtığında, müşterek çocukları, memleketi olan Bursa'ya gezmeye götürmek niyet ve sözüyle Bursa'ya getirmiş, ancak sözünde durmamış, bu güne kadar Kazakistan'a hiç getirmediği, davacı anneyle görüştürmediği gibi, telefonla veya internetle görüşmelerini de her fırsatta ya tamamen engellemiş ya da çok fazla kısıtlamıştır.

... O kadar ki davalı baba, Kazakistan'da birlikte yaşadıkları müşterek çocukları, davacı anneyi kandırıp Bursa'ya getirince, çocukları Kazakistan'a davacı annelerinin yanına götürmediği gibi, çok acı şekilde müşterek çocuklara davalı annelerinin öldüğünü söyleyebilmiştir.

Müşterek çocuklar, davacı anne, bir şekilde yolunu bulup kendilerine ulaşıncaya kadar arada geçen uzun zaman boyunca davacı annelerini öldü bilmişler, annelerinin ölümü yüzünden uzun zaman çok derin üzüntü duymuşlar, bu yüzden ruh sağlığı da olumsuz etkilenmiştir. Davalı baba, hayatta olan annelerini müşterek çocuklarına öldü diyebilecek kadar merhametsiz, duyarsız ve vurdumduymazdır.

Davalı babanın, yukarıda açıklandığı gibi, evine bakmadığı, müşterek çocuklarıyla yeterince ilgilenmediği, velayet görevini yerine getirmekten aciz olduğu, çocukları aşırı şekilde ihmal ettiği açıktır.

...

Bugün için davalı baba da Bursa'da oturmayıp, iş için gittiği Kazakistan'da Almatı'da oturmaktadır. Müşterek çocuklarını hiç düşünmeden, onları Bursa'da bırakmıştır. Müşterek çocuklara davalı baba, bizzat bakmadığı, ilgilenmediği gibi bakabilecek durumda da değildir. Kendi araştırmamıza göre müşterek çocuklardan [F.N.] ve [Y.], Bursa'da dede ve babaannesiyle kalmakta, [A.A.] ise, Mustafa Kemal Paşa ilçesinin bir köyünde halası ve eniştesiyle kalmaktadır.

Müşterek çocukların, yanlarında kaldıkları aileler tarafından yeterince bakılmadığı, ihmal edildiği, öksüz muamelesi gördükleri, yanlarında kaldıkları kişilerin hiçbir zaman kendi anneleri gibi olamayacakları, annelerinin yerini dolduramayacakları, anne sevgisi, şefkati ve sıcaklığından mahrum kalacakları ortadadır.

...

Ayrıca velayet verirken çocuğun bedeni, fikri ve ahlaki gelişimine zarar gelmemesi zorunludur. Bu yönden, müşterek çocukların velayetlerinin davacı anneye verilmesi usul ve yasaya uygun düşeceği gibi, Yüce Yargıtay'ın istikrar kazanmış yerleşik görüş ve kanaatine de uygun düşecektir. ...

Davalı babanın bu husustaki kötü niyeti, davacı anne ve müşterek çocukların velayet konusundaki ortak haklı çıkarları göz önünde bulundurularak, öncelikle, müşterek çocukların velayetleri dava sonuçlanıncaya kadar tedbiren davacı anneye bırakılmalı bu mümkün olmadığı takdirde müşterek çocuklar ile davacı anne arasında infazda güçlük çıkarmayacak biçimde kişisel ilişki kurulmalıdır.

..."

15. Yapılan yargılamada davanın karşı tarafı, başvurucunun 2/5/2013 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçede kendisi hakkında yer alan ifadeler nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş ve başvurucu hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi 9/9/2015 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Başvurucunun bu mahkûmiyeti nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiası Anayasa Mahkemesi tarafından Kenan Gül (B. No: 2015/17892, 19/2/2019) başvurusunda incelenerek ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

C. Bireysel Başvuru Konusu Disiplin Cezasına Karşı Açılan İptal Davası Süreci

16. Bursa 1. Aile Mahkemesinde yapılan yargılamada davanın karşı tarafı aynı tarihlerde başvurucuyu bağlı bulunduğu Kocaeli Barosuna şikâyet etmiştir. Dilekçede yer alan ifadeleri inceleyen Kocaeli Barosu Disiplin Kurulu 10/6/2016 tarihli kararı ile başvurucu hakkında 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 136. maddesinin birinci fıkrasına dayanarak kınama cezası vermiştir. Kınama cezasına ilişkin kararda yargılama safhası anlatılmış, toplanan delillere ve Mahkeme tarafından yapılan değerlendirmeye atıfta bulunulmuş ve başvurucunun eyleminin disiplin suçuna sebebiyet verdiği belirtilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara karşı yapılan itiraz Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulunun 11/2/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

17. Başvurucu anılan kararın iptali istemiyle idare mahkemesinde dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu özetle şikâyete konu sözlerin yer aldığı dava dilekçesinin aile mahkemesinde görülmekte olan velayet davasına ilişkin olduğunu, bu tür davalarda tarafların kişilik durumlarının önem arz ettiğini, dilekçede yer alan iddiaların müvekkilinin evlilik süresi içinde eski eşi hakkında sahip olduğu düşünceler olduğunu, kendisinin de müvekkilinin haklarını koruma yükümlülüğünde olduğunu beyan etmiş; şikâyete konu sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, dava dilekçesine müvekkilinin kendisine gönderdiği e-posta çıktılarını da eklemiştir.

18. Söz konusu dava Ankara 18. İdare Mahkemesinin 29/12/2017 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Olayda, her ne kadar davacı tarafından, dilekçesinde kullanılan ifadelerin kendi görüşleri olmadığı, vekil sıfatıyla hareket ettiği ileri sürülmekte ise de; avukat olan davacının, meslek kurallarını bilmesi gerektiği ve dilekçede hakaret içeren türde ifadeler kullanmasının meslek kurallarına aykırı olduğu, ayrıca disiplin cezasına konu olan ifadeler nedeniyle 'hakaret' suçundan yapılan yargılama sonucunda, Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 9/9/2015 tarih ve E:2014/66, K:2015/282 sayılı kararı ile hakaret suçunu işlediği sabit görülerek 1.500,00 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, anılan kararın 15/10/2015 tarihinde kesinleştiği hususları dikkate alındığında, davacının kınama cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin dava konusu işlemlerde hukuka aykırılık görülmemiştir."

19. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna gitmiştir. Başvurucu, istinaf dilekçesinde dava dilekçesindeki iddialarını yinelemiştir. Kararı inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi 12. İdari Dava Dairesi istinaf talebini 7/6/2018 tarihinde oyçokluğu ile reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 30/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 31/7/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

21. 1136 sayılı Kanun’un Altıncı Kısım'ında yer alan "Avukatın Hak ve Ödevleri" başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler."

22. Aynı Kanun’un "Disiplin cezalarının uygulanacağı haller" kenar başlıklı 134. maddesi şöyledir:

"Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır."

23. Aynı Kanun’un "Disiplin cezaları" kenar başlıklı 135. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kınama; meslekinde ve davranışında kusurlu sayıldığının avukata bildirilmesidir."

24. Aynı Kanun’un "Cezaların uygulanma şekli" kenar başlıklı 136. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bu kanunun avukatların hak ve ödevleri ile ilgili altıncı kısmında yazılı esaslara uymıyanlar hakkında ilk defasında en az kınama, ... cezası uygulanır."

25. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İddia ve savunma dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. maddesi şöyledir:

"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

B. Uluslararası Hukuk

26. İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için bkz. Keleş Öztürk, B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 25-30.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 15/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu; velayet davasında davalının vekili olarak görev yaptığını, bu tür davalarda davanın lehe sonuçlanabilmesi için karşı tarafın ekonomik ve sosyal durumunun yanı sıra tutum ve davranışlarının da velayet için uygun olmadığını kanıtlamanın oldukça önemli olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; müvekkilinin talimatı doğrultusunda hareket ettiğini, müvekkilinin eski eşi hakkındaki beyanlarına ve kendisine ilettiği belgelere dayanarak dava dilekçesini hazırladığını iddia etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesi ile karşı tarafa yönelik sarf ettiği sözlerde hakaret kastının olmadığını, amacının velayetin müvekkiline verilmesindeki haklılığı ispatlamak üzere etkin bir savunma yapmaktan ibaret olduğunu, bahse konu ifadeler nedeniyle hakkında disiplin cezası verilerek ifade özgürlüğü ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüşünde, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade özgürlüğü bağlamında avukatların konumlarına ve savunma dokunulmazlığına yönelik bir dizi kararı zikredilmiş; ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında -demokratik bir toplumun gerekleri dikkate alınarak- adil bir dengenin kurulması gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

31. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde esas alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... başkalarının şöhret veya haklarının,... veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

33. Başvurucunun vekil sıfatıyla hareket ettiği dava dosyasına sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sarf ettiği sözler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karar ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

35. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

36. Müdahaleye dayanak olan 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrasının kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

37. Başvurucuya konu müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iiiDemokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

38. Anayasa Mahkemesi başvurucu hakkında başvuruya konu olan ifadeleri nedeniyle adli para cezası ile cezalandırılmasının ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna vardığı Kenan Gül (aynı kararda bkz. § 66) başvurusunda; avukatların iddia ve savunma esnasındaki sözlerinden dolayı cezai takibata maruz kalmalarının müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceğine dikkat çekilmiş, bu kapsamda avukatların mesleklerinin icrası sırasındaki ifade özgürlükleri bağlamında ceza soruşturmalarına ancak istisnai durumlarda başvurulması gerektiği vurgulanmıştır. Bu sebeplerle başvuru konusu olay bağlamında başvurucu hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılarak cezaya hükmedilmesi suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır (Kenan Gül, § 67).

39. Söz konusu kararda velayet davasında tarafların çocuklarının velayetini alabilmek için karşı tarafın olumsuz yönlerine ilişkin iddialarını ispatlamaya çalışarak velayet davasını yürüten hâkimde bir kanaatinin oluşmasını sağlama amacında olduklarına dikkat çekilmiş, karşı dava dilekçesinin de bu minvalde hazırlandığı ve söz konusu ifadelerin karşı tarafın hâl ve hareketlerini anlatmak için kullanıldığı vurgulanmıştır (Kenan Gül, §§ 59-61).

40. Ayrıca avukatların müvekkillerinin menfaatlerini korumak için hukuk düzeninin öngördüğü tüm iddia ve savunma vasıtalarından yararlanırken ölçülü davranmaları gerektiğine ilişkin ödevin fikir beyanında bulunmaktan kaçınmaya sevk edecek boyuta ulaşmaması gerektiği hatırlatılarak başvurucunun müvekkilinin menfaatlerini korumak amacıyla uyuşmazlıkla bağlantılı olarak kullandığı ifadelerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir (Kenan Gül, §§ 63, 64).

41. Eldeki başvuruda ise başvurucunun karşı dava dilekçesinde kullandığı ifadelerin avukatlık mesleğinin gereklerine aykırı bulunması nedeniyle Baro Disiplin Kurulunca disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediği hususu değerlendirilecektir. Öncelikle Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü geçen ihlal kararında ortaya koyduğu ilkelerin mevcut olayın çözümlenmesinde de geçerliliğini koruduğu hatırlanmalıdır.

42. Söz konusu değerlendirme soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için somut olayda başvurucunun kullandığı ifadelerin türü, iddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin varlığı, iddia ve savunma dokunulmazlığının sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı, hedef alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı, sarf edilen ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri değerlendirilmelidir (Kenan Gül, § 55; Şeyma Fenercioğlu, B. No: 2015/12747, 7/11/2019, § 46).

43. Somut olayda avukat olan başvurucu, müvekkili adına Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde yer alan, davanın karşı tarafına yönelik şikâyete konu "Davalı baba, dürüst olmayıp, yalancı ve dolandırıcı bir mizaçtadır. Çalışmayı sevmemektedir. Gayri meşru işlerle uğraşmaktadır." şeklindeki sözleri nedeniyle disiplin cezası almıştır. Öncelikle başvurucunun bu sözleri, tarafların gerek aile birliği bozulmadan önceki gerek bozulduktan sonraki tutum ve davranışlarının oldukça önemli olduğu velayet davasında davanın karşı tarafına yönelttiği unutulmamalıdır.

44. Avukatlar tarafından söylenen sözlerin ya da yazılı olarak yapılan beyanların bu söz ya da beyanların yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir (Keleş Öztürk, § 51) Başvurucu, müvekkili tarafından kendisine iletilen e-postada yer alan iddialar yardımıyla oldukça ayrıntılı olarak hazırlamış olduğu karşı dava dilekçesinde yer verdiği şikâyete konu ifadeleri karşı tarafın dava öncesi ve sonrasındaki davranışlarına dayandırmaktadır. Dilekçede karşı taraf, çocukları geri götüreceğini söylediği hâlde tatil için Türkiye'ye getirip bir daha Kazakistan'a götürmediği için "dürüst olmamakla", çocukları Türkiye'ye getirdikten sonra çocuklara annelerinin öldüğünü söylemesi nedeniyle "çocuklarını kandırmakla", gerek müvekkiline ve çocuklarına yönelik davranışları gerek iş ilişkisi kurduğu kişiler gerekse de resmî makamlar önündeki olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle "yalancı ve dolandırıcı bir mizaçta olmakla, çalışmayı sevmemekle ve gayri meşru işlerle uğraşmakla" itham edilmekte; karşı tarafın çocuklarla birlikte yaşamaya uygun biri olmadığı anlatılmaktadır (Kenan Gül, § 61). Başvurucu söz konusu ifadeleri karşı tarafın hâl ve hareketlerini anlatmak için kullanmıştır. Dilekçede yer alan ifadeler başvurucunun müvekkilinin duygu ve düşünceleridir. Bu hâliyle isnat ve değerlendirmelerin olgusal temelinin bulunduğu, uyuşmazlık konusu ile ilgili olduğu ve velayet davasında hâkimin kanaatinin oluşmasına katkı sunduğu açıktır.

45. Öte yandan anılan sözler yalnızca dava dilekçesinde yer bulmuş olup Mahkeme dışına çıkmamıştır. Dolayısıyla anılan sözlerin uyuşmazlığın çözümünün ötesinde, dava dışı bir amaçla ya da karşı tarafa zarar verme maksadıyla kullanıldığı söylenemez (Kenan Gül, § 64). Bu ifadeler adil yargılanma hakkının da bir parçası olduğundan daha yoğun bir koruma alanına sahip olduğu kabul edilmeli, disiplin cezası gibi görece hafif bir ceza ile bile olsa sınırlandırılmasının sadece istisnai durumlarda gerekli olabileceği hatırda tutulmalıdır.

46. Disiplin cezasının iptaline ilişkin davayı yürüten ilk derece mahkemesi; başvuruya konu ifadeleri, karşı dava dilekçesinin tamamını, taraflar arasındaki velayet davasının içeriğini, bir avukatın hukuk davasındaki rolünü dikkate almaksızın, bir diğer anlatımla olayın bütünselliğini gözardı ederek değerlendirme konusu yapmıştır. Başvurucunun söz konusu ifadelerinin uyuşmazlıkla bağlantılı olarak savunulabilir bir amaca hizmet edip etmediği hususu derece mahkemesi tarafından tartışılmamış, yalnızca başvurucunun söz konusu ifadeleri nedeniyle ceza yargılaması sonucunda verilen mahkûmiyet kararına atıfta bulunulmakla yetinilmiştir.

47. Çatışan haklar arasında adil bir denge kurulmaya çalışılırken yapılan değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

48. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değildir fakat söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir (Sinan Baran, § 38).

49. Ceza davasında olduğu gibi rahatsız edici de olsa yapmış olduğu görev nedeniyle Anayasa ile güvence altına alınan iddia ve savunma hakkını kullanan avukatların dava dilekçelerinde kullanmış oldukları ifadeler nedeniyle haklarında disiplin cezası uygulanmasının mesleki tahribata yol açabileceği ve bundan sonraki meslek hayatlarında düşünce açıklamaları veya müvekkillerinin çıkarlarını yeterli ve özgür bir şekilde savunma hakkı ve görevi üzerinde caydırıcı etki doğurabileceği gözden kaçırılmamalıdır.

50. Dolayısıyla başvurucunun ifade özgürlüğüne başkalarının şöhret ve haklarının korunması amacıyla yapılan bu müdahalenin de demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

52. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

53. Başvurucu, yeniden yargılama ile birlikte 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

54. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

55. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

56. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

57. İncelenen başvuruda başvurucunun karşı dava dilekçesinde kullanmış olduğu ifadeler nedeniyle hakkında disiplin cezası verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği belirtilerek başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

58. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 18. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

59. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğü hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

60. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 18. İdare Mahkemesine (E.2017/981, K.2017/3613) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 8.100 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Türkiye Barolar Birliği ile Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET KUZULUGİL VE GELENEK BASIM YAYIM VE TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/36201)

 

Karar Tarihi: 15/9/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucular

:

1. Mehmet KUZULUGİL

 

 

2. Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Ltd. Şti.

Başvurucular Vekili

:

Av. Özge DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ulusal bir gazeteye ait haber sitesinde yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle başvurucular aleyhine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/12/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekinde sunulan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Mehmet Kuzulugil (birinci başvurucu), Sol Haber Portalı isimli haber sitesinde (haber sitesi) köşe yazarlığı yapmaktadır. Başvurucu Gelenek Basım Yayım ve Ticaret Limited Şirketi (ikinci başvurucu) köşe yazısının yayımlandığı haber sitesinin sahibidir. Davacı ise uzun yıllar Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanlığı yapmış olan aktif bir siyasetçidir.

10. Davacı, Twitter isimli sosyal paylaşım sitesinde "Devlet 10.000 özel harekatçı alacak. 280 bin müracaat var. Yani her gün can pazarında ölümle kavga edecek 280.000 yiğit... Bu ülkeye güç yeter mi" şeklinde bir paylaşımda bulunmuştur.

11. Birinci başvurucu 30/12/2016 tarihinde haber sitesinde yayımlanan "Zorunlu Zorbalık" başlıklı köşe yazısında davacının paylaşımını hedef alan ifadeler kullanmıştır. İlgili köşe yazısı şu şekildedir:

"Anadolu'da bazı kasabalar 'polis koleji sınavları' ile işaretlenir. 25 yıl önce böyle bir Ege kasabasına yolumuz düştü. Kasabanın gençlerinden bir grupla kurulmakta olan Sosyalist Türkiye Partisi'ni konuşuyorduk. Tütüncülük temel geçim kaynağıydı ve fakat yolun sonuna gelinmekteydi. Gençler çoğunlukla işsizdi ve önlerindeki olası geçim kapısı 'polis olmaktı.' Biz bir kahvede sohbet ederken selamlaştıkları arkadaşları garaja doğru gidiyordu. Polis sınavları için.

Polis olmanın, örneğin çevik kuvvete katılmanın ne anlama geldiğini tartışmayacağım. Onlarca genç polisin kurumuş sandviçlere sıkıştırılmış ince kaşar ve salam dilimleri ile geçiştirdikleri açlıklarını unutmuş, işlerinin bitip eve gideceklerini düşündükleri bir sırada alevler içinde öldürülmesi de, onların kendilerine verilen emri büyük bir iştahla yerine getirip gençlere çocuklara 'sıkması' da bu ülke tablosunun içinde. Çok açıkgöz birilerinin yönettiği kör döğüşünde yapılanlara hak tanımak derdinde olanların elinde araç olmaya da niyetim yok. Ama şunun bilinmesi gerekir, Türkiye’de kalabalıkça bir genç kütlesinin devletin ve sarayın bekası için kahramanca görev yaptığı doğru değil.

Ankara’yı parsel parsel paylaştığı Fethullahçılara şimdi cehennem zebanisi muamelesi yapan onursuz adamın 'yayınladığı' bir bilgiyi görünce aklıma geldi. 'Devlet 10.000 özel harekatçı alacak. 280 bin müracaat var. Yani her gün can pazarında ölümle kavga edecek 280.000 yiğit... Bu ülkeye güç yeter mi?' diyordu.

Genç işsizliği TÜİK verilerine göre yüzde 17 olarak gerçekleşti 2015’te. OECD verilerine göreyse 2013 yılında Türkiye’de 15-24 yaş arası nüfusun yüzde 31.25’i ne istihdam içinde yer alıyor ne de eğitim-öğretim içinde. OECD ülkelerinde lider konumda! '10.000 özel harekatçı alınacak, 280 bin müracaat oluyor' cümlesi doğruysa bu [M.G.] gibilerin twitter kampanyalarına meze yapılmak için can atan gençlerin kalabalık olduğunu değil, ülkedeki karanlığın bu diğer boyutunu gösteriyor. Haksızlığın ve eşitsizliğin dünyasını bir de buradan okumak gerekir. Evet, savaşlarda yalnızca yoksullar ölüyor. Vatanseverlikte hiç kimsenin gerisinde kalmayan zenginlerimiz, sıra çocuklarını cepheye yollamaya geldiğinde hiç de 'bir oğlum gitti, ikincisi de vatana feda olsun' demiyor. Bu işin en açık seçik görünen yanı. Bir diğer yanıysa ortaya sürülen yoksul çocukları ile ilgili. Sadece zenginler bu işe yanaşmadığı için değil, aç kalmamak için de yoksul emekçi çocuklarının düzenin bekçiliğini, zenginlerin malının mülkünün korumalığını yapmaktan başka çaresi kalmıyor.

Düzenin bekçiliğini bir 'ekonomik sektöre' indirgeyecek değilim. Öncelikle ideolojik bir sorundur. Bir güvenlik şirketinde işe girip, bir üniversite kampüsünde volta atmak başka şeydir, parkalı solcu çocukla, heybeli entel kıza dalmak için fırsat kollamak başka. Ama şu açıktır ki, nasıl emekçiler bu kahrolası düzene 'daha beteri olmasın diye' yapışmaya çalışıyorsa, genç işsizliğinin neredeyse yarıya vurmakta olduğu bir ülkede boşalan köylerin sağa sola dağılan genç nüfusuna da aç kalmamak için [M.G.nin] şirretliklerine meze olmak düşebilmektedir."

12. Davacı, anılan köşe yazısında geçen ifadeler nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 15/2/2017 tarihinde başvurucular aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

13. Davanın görüldüğü Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) 14/11/2017 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucuların 4.000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...davalı Mehmet KUZULUGİL'in davalı şirkete ait internet sitesinde yayınlanan 'Zorunlu Zorbalık' başlıklı yazısında '....Fethullahçılara şimdi cehennem zebanisi muamelesi yapan onursuz adam bir bilgiyi görünce aklıma geldi, .... 10.000 özel harekatçı alınacak 280.000 müracaat oluyor şeklinde cümlesi doğru ise bu [M.G.] gibilerin twitter kampanyalarına meze yapılmak için can atan gençlerin... Ama şu açıktır ki asıl emekçiler bu kahrolası düzene daha beteri olmasın diye yapışmaya çalışıyor ise genç işsizliğin neredeyse yarıya vurmakta olduğu bir ülkede boşalan köylerin sağa sola dağılan genç nüfusuna da aç kalmamak için [M.G.nin] şirretliklerine meze olmak düşebilmektedir.' şeklindeki yazısında onursuz, gençleri kendi amaçlarında meze olarak kullanma ve zorunlu zorba şeklindeki tanımlamalarıyla davacının kişilik haklarına saldırıda bulunmuş olmakla haksız fiilin içeriği ve niteliği, tarafların ekonomik sosyal durumları, paranın alım gücü, fiilden dolayı davacı tarafın manevi kaybı, hükmedilecek tazminatın davacı taraf için zenginleşmesine sebep olmayacak, davalı tarafında fakirleşmesine yol açmayacak miktarda, fiilin haksızlığını belirleyecek şekilde olması gerektiği, buna göre takdiren 4.000 TL manevi tazminatın davalılardan alınarak davacı tarafa verilmesine..."

14. Kararı istinaf eden başvurucular istinaf dilekçesinde; özel harekâtçı alımı ilanına başvuran kişi sayısının yüksek olmasının Türkiye'deki işsizliğe işaret ettiğini, köşe yazısının da bu durumu analiz eden politik bir eleştiri yazısı olduğunu, ekonominin her geçen gün daha kötüye gittiği, işsizliğin arttığı bir dönemde özel harekâtçı olmak için başvuru sayısının bu derece yüksek olmasının övünülecek bir şey olmadığının anlatılmak istendiğini belirtmiştir. Başvurucular, köşe yazısının tartışılmasında kamu yararı olan Türkiye'deki genç işsiz nüfusun fazlalığına dair eleştirilerden ibaret olduğunu ifade etmiş, köşe yazısında davacının değil sistemin hedef alındığını ileri sürmüştür.

15. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi (Daire) 10/10/2018 tarihli ilamla, kullanılan ifadelerin davacının doğrudan kişilik haklarını hedef aldığı sonucuna ulaşarak istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...Dava konusu edilen köşe yazısının gündemdeki siyasi ve ekonomik konularla ilgili olduğu, davacının bir sosyal paylaşım sitesindeki paylaşımları ile birlikte söz konusu konuların ele alındığı, davalının, davacının yazdıklarını eleştirirken salt konu ile ilgili kendi görüş ve değerlendirmelerini aktarmakla kalmayarak davacının siyasi eylem ve söylemlerini aşar ve doğrudan kişilik haklarını hedef alır biçimde '...onursuz adam...' ifadesini kullandığı, 'onursuz' kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre, 'şerefsiz, haysiyetsiz' anlamı taşıdığından davalının ağır eleştiri sınırlarını aşarak davacının onur, şeref ve saygınlığını rencide ettiği, böylelikle kişilik haklarına saldırıda bulunduğu kanaatine varılmıştır. Yazının devamında yer alan ve dava konusu edilen ifadeler sert eleştiri niteliğinde olsa da, öncesinde davacının kişilik haklarının hedef alınmasından dolayı bütünlük içinde değerlendirildiğinde, ilk derece mahkemesinin gerekçesinde bir isabetsizlik görülmemiştir..."

16. Nihai karar başvuruculara 5/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucular 5/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28; Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 15/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucular; köşe yazısında geçen ifadelerin Türkiye'deki işsiz genç nüfus sayısındaki artışa dair sistem eleştirisi mahiyetinde olduğunu, köşe yazısında davacının değil sistemin hedef alındığını belirtmiştir. Başvurucular; köşe yazısında özel harekâtçı alımı ilanına başvuran kişi sayısının yüksek olmasının Türkiye'deki işsizliğe işaret ettiğinin, davacının paylaşımında belirttiğinin aksine övünülecek bir durum olmadığının anlatılmak istendiğini, kullanılan ifadeler nedeniyle aleyhlerine manevi tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlükleri ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

21. Bakanlık görüşünde; kullanılan ifadelerin kişilerin şeref ve itibarını zedeler nitelikte olması, ifadelerin olgusal bir temele dayanmaması ve demokratik bir toplumda bir başka kişinin özel hayatına saygı hakkının devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında korunması gerekliliği dikkate alındığında, başvurucuların ifade özgürlüğüne yapıldığı iddia edilen müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklandığı, açıkça demokratik bir toplumda gerekli ve orantılı olduğu değerlendirmesinde bulunmuştur.

22. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanında daha önceki iddialarını yinelemiştir.

B. Değerlendirme

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

24. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

25. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

27. Başvurucular hakkında köşe yazısında kullanılan ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemelerine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

28. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

29. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

30. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

31. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

32. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72).

 (1) Demokratik Toplum Düzeninin Bir Gereği Olarak İfade ve Basın Özgürlükleri

33. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

 (2) Basının Ödev ve Sorumlulukları

34. Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri basına tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Önder Balıkçı, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 43).

35. Bu görev ve sorumluluklar başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır.

 (3) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

36. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44).

 (4) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

37. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Mevcut olayda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı, kullanılan ifadelerin türü, yazının içeriği, şekli ve sonuçları, hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

38. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

39. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 76). Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucuların köşe yazısı sebebiyle aleyhlerine manevi tazminata hükmedilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120; Sinan Baran, § 38). O hâlde çözümlenmesi gereken esas mesele, derece mahkemelerinin başvurucuların düşünce açıklamalarının davacının şeref ve itibarını zedelediğini ikna edici bir biçimde ortaya koyup koymadığı olacaktır.

 (5) Somut Olayın Değerlendirilmesi

40. Başvuru konusu olayda Anayasa Mahkemesi derece mahkemelerinin manevi tazminatın kabulüne ilişkin kararlarının gerekçelerini dikkatli bir şekilde incelemiştir. Mahkeme, köşe yazısında geçen "onursuz", "gençleri kendi amaçlarında meze olarak kullanma" ve "zorunlu zorba" şeklindeki ifadeleri davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde ifadeler olarak kabul etmiştir. Öncelikle Mahkemenin köşe yazısı içinde bulunan ve davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği kanaatine vardığı ifadeleri tırnaklama yaparak yazının bütününden ayrı bir şekilde değerlendirdiği görülmektedir. Oysa derece mahkemelerinin bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmesi gerekmektedir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

41. İlk bakışta "onursuz" ifadesi bağlamından kopartılarak lafzi yorumla davacının kişilik haklarına saldırı olarak nitelendirilebilir. Ancak böyle bir değerlendirme, kullanılan ifadelere kastedilenin ötesinde bir anlam yüklenilmesi sonucunu doğuracaktır. Nitekim başvurucular, yirmi beş yıl boyunca Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı yapmış bir siyasetçinin tutarsız olduğunu iddia ettikleri davranışlarını eleştirmek amacıyla "onursuz" ifadesini kullandıklarını belirtmiştir. Başvurucular, davacının köşe yazısında yer verilen paylaşımı yaptığı sırada düşman olarak kabul ettiği bir gruba belediye başkanlığı yaptığı dönemde makamının verdiği yetkiyle çeşitli imkânlar sağladığına dair imalarda bulunarak bu davranışın onurlu bir davranış olmadığını ileri sürmektedir. Bu noktada derece mahkemelerinin başvurucunun yazısı ve savunması bağlamında dava konusu ifadelerin olgusal temellerine ilişkin bir değerlendirme yapmadığı belirtilmelidir.

42. Köşe yazısında geçen ve Mahkeme tarafından davacının kişisel haklarına saldırı olarak nitelendirilen "gençleri kendi amaçlarında meze olarak kullanma" ve "zorunlu zorba" şeklindeki ifadeler de aynı şekilde köşe yazısının bütününden ayrı olarak değerlendirilmiştir. Başvurucular, köşe yazısında özel harekâtçı alımı ilanına başvuran kişi sayısının yüksek olmasının Türkiye'deki işsizliğe işaret ettiğinin, davacının paylaşımında belirttiğinin aksine övünülecek bir durum olmadığının anlatılmak istendiğini belirtmiştir. Köşe yazısının tamamı incelendiğinde ülkedeki mevcut ekonomi politikasının işsiz gençlerin sayısındaki artış üzerinden eleştirildiği görülmektedir. Başvuruculara göre hayatını riske atma pahasına iş bulmak zorunda olan on binlerce gencin bu durumu, ülke ekonomisinin olumsuz gidişatı için örnek olarak kullanılmıştır. Davacının paylaşımında iş başvuru sayısındaki yükseklik gönüllülük olarak görülürken başvurucular bu durumu mecburiyet olarak yorumlamış ve zorunlu zorbalık ifadelerini kullanmıştır.

43. İlgili köşe yazısında kullanılan ifadelerin alaycı, sert, abartılı hatta muhatabı açısından rahatsız edici olduğu kabul edilse bile kamu menfaatine ilişkin ve politik olduğu tartışmasızdır. Dolayısıyla köşe yazısının kamuoyu gündeminin ilk sıralarında yer alan kamusal faydası yüksek bir tartışmaya katkı sunduğunda kuşku bulunmamaktadır. Basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir. Köşe yazısının davacının özel hayatı ile ilgisi olmadığı, kaba hakaret içermediği ve keyfî kişisel saldırı boyutuna da ulaşmadığı gözetildiğinde geriye köşe yazısı yazılırken kullanılan üslup kalmaktadır. Bu noktada ifade özgürlüğünün sadece haber ve fikirlerin içeriğini korumadığı, haber ve fikirlerin iletilme usulünü de koruduğu gözetilmelidir (Medya Gündem Dijital Yayıncılık Ticaret A.Ş. [GK], B. No: 2013/2623, 11/11/2015, §§ 41, 42; Ergün Poyraz (2), § 77; İlhan Cihaner (2), §§ 59, 86; Kadir Sağdıç, §§ 52, 76).

44. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme; köşe yazısında kullanılan ifadelerin bağlamını, ifadelerin dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, davacının önceki davranışlarını, kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözetmeksizin soyut bir değerlendirme ile kullanılan sözleri köşe yazısından ayrı bir şekilde tırnak içine alarak ifadelerin kişisel saldırı oluşturduğu kanaatine ulaşmıştır.

45. Yapılan değerlendirmeler ışığında Mahkemenin davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucuların Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüklerine uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. Mahkeme tarafından ifade ve basın özgürlüklerinin korunması ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu sebeple Mahkemenin başvurucuların manevi tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerine yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

48. Başvurucular ihlalin tespiti, yeniden yargılama ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

49. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

50. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

51. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

52. İncelenen başvuruda yayımlanan köşe yazısı nedeniyle başvurucular aleyhine Mahkeme tarafından manevi tazminata hükmedilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucuların ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

53. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

54. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğü hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 8.100 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

55. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/72, K.2017/413) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 8.100 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesine (E.2018/819) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/19608)

 

Karar Tarihi: 22/2/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 13/4/2022-31808

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Mustafa Hidayet VAHAPOĞLU

Vekili

:

Av. Barış Bilgin DİLMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, siyasetçi olan başvurucunun yaptığı bir konuşma sırasında dışişleri bakanına karşı söylediği sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Emekli albay olan başvurucu, olay tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve aynı zamanda genel başkan başdanışmanı olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, MHP Kars İl Başkanlığı tarafından 25/8/2011 tarihinde Kars'ta gerçekleştirilen bir iftar programına davetli olarak katılmıştır. Programda partililere hitaben yapmış olduğu konuşmada şu ifadeleri kullanmıştır:

"Şimdi Amerika Birleşik Devletlerinin bölgedeki planlarını yerine getirebilmek için, İngiltere'nin bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için, Avrupa Birliği ülkelerinin yine bu coğrafyadaki bazı planlarını yerine getirebilmek için Türk askeri dahil devletin bütün imkanları kullanılabildiği gibi, bavullarla kendi devletlerine isyan etmiş olan ve ne olacağı meçhul olan insanlara Türkiye Cumhuriyeti devleti 70 yıllık 80 yıllık hatta ta Selçuklu'dan itibaren alacak olur isek Türk devlet geleneğini ayaklar altına alan bir takım uygulamalar yapılıyor. Türk Devlet geleneğinde Osmanlı'da da Selçuklu'da da komşumuzun iç huzuru bizim için önemlidir. Onun toprak bütünlüğü bizim için önemlidir. Dün Kaddafi'den ödül alabilmek için çadırının kapısında bekleyen sayın Başbakan, onun verdiği ödül ile şereflendiğini söyleyen sayın Başbakan, bugün Kaddafi'nin muhaliflerini desteklemek üzere Amerika'nın posta beygiri gibi habire Dışişleri Bakanını gönderiyor. Öyle mi değil mi arkadaşlar? Suriye'ye bakıyoruz. Düne kadar Bakanlar Kurulu üyelerimiz müşterek Bakanlar Kurulu toplantısı yapıyordu. Kardeş ülkeydik. Bugün ne oldu? İşte bugün sözümün başında ifade ederek girdiğim o Rasmussen'in NATO'nun çizmiş olduğu planlar uygulanıyor. Eski bir asker olarak şunu söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti NATO'nun, ABD'nin, AB'nin emrinde değildir. Türkiye Cumhuriyeti şehitlerin emanetidir bize. Dört tane soytarının, dört tane soysuzun on-on beş tane köksüzün birilerine altın tepsiler üzerinde sunacağı bir ülke değildir."

10. Bakan A.D. (davacı) başvurucunun anılan konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 9/9/2011 tarihinde Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 10.000 TL'lik manevi tazminat davası açmıştır. Davacı; başvurucunun konuşmasında kendisine hakaret ettiğini, eleştiri sınırlarını aşan sözler sarf ederek kişisel haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürmüştür.

11. Mahkeme 11/3/2013 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 2.000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde; "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadelerinin eleştiri sınırlarını aştığı, her eleştiri gibi siyasi eleştirilerin de eleştiri sınırı aşılmadan, kişilik haklarına yönelmeden yapılması gerektiği, söz konusu ifadelerin ise hakaret niteliğinde olduğu belirtilmiştir.

12. Kararın temyizi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (Daire) 12/6/2014 tarihli ilamla davanın tamamen reddedilmesi gerektiği kanaatiyle hükmün bozulmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Daire gerekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak özellikle siyasi kimliğe sahip olan kişilerin kendilerine yönelik sert, ağır hatta incitici eleştirilere katlanması gerektiği vurgulanmış; rahatsız edici fikirlerin de ifade özgürlüğü korumasından yararlanması gerektiği belirtilmiştir.

13. Mahkeme, Dairenin anılan bozma kararına uymayarak 30/12/2014 tarihli kararı ile önceki kararında direnmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine direnme kararını inceleyen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (Genel Kurul) 6/11/2018 tarihli kararıyla direnme kararının yerinde olduğuna hükmetmiştir. Genel Kurul gerekçesinde; başvurucu tarafından kullanılan sözlerin siyasetçi olan davacının katlanması gereken eleştiri sınırlarını aştığı, özellikle "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesinin çağrıştırdığı anlam itibarıyla küçük düşürücü olduğu belirtilerek kullanılan sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında kalmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

14. Genel Kurul, hükmedilen miktara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyayı Daireye göndermiştir. Karar 2/5/2019 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai karar başvurucuya 20/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

15. Başvurucu 14/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

16. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

17. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

18. Anayasa Mahkemesinin 22/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

19. Başvurucu; kendisinin muhalefet partisinde görev alan aktif bir siyasetçi olarak Hükûmetin ve dışişleri bakanı olan davacının yürütmekte oldukları dış politikadaki tutarsızlıkları hedef aldığını, davacıya kişisel olarak saldırıda bulunmadığını, Hükûmetin politikaları hakkında değerlendirmelerde bulunduğunu, siyasi eleştirilerde bulunma hakkının olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, siyasetçilerin kendilerine yönelik eleştirilere karşı daha tahammüllü olması gerektiğini ifade ederek davacıya yönelik eleştiri mahiyetindeki paylaşımlarından dolayı manevi tazminat ödemesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.

20. Bakanlık görüşünde; başvurucunun yaptığı konuşma sırasında kullandığı sözler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğüne bir müdahale olup olmadığı, çatışan iki değer arasında (ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı) adil bir denge kurulup kurulmadığı dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

23. Başvurucunun bir siyasetçiye yönelik sözleri nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

24. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

25. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

26. 6098 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

27. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

28. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

29. Başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği ifade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).

30. Bununla birlikte ifade özgürlüğü, sıkı bir şekilde yorumlanması gereken istisnalara tabidir ve herhangi bir kısıtlama ihtiyacı ikna edici bir şekilde tesis edilmelidir. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013 § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017§ 44).

31. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında bu iki hak arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir (İlhan Cihaner (2), § 49; Nilgün Halloran, § 27). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların konumlarının, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; Nilgün Halloran, § 44; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015§ 56).

32. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

33. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 76). Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında başvurucunun yaptığı konuşmada kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120; Sinan Baran, § 38).

34. Somut olayda kullanılan ifadelerin muhatabının şeref ve itibar hakkını ihlal ettiğinin ortaya konulması hâlinde başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı kabul edilebilir. O hâlde çözümlenmesi gereken mesele, derece mahkemelerinin başvurucunun açıklamalarının davacının şeref ve itibarını zedelediğini ikna edici bir biçimde ortaya koyup koymadığı olacaktır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

iv. Somut Olayın Değerlendirilmesi

35. Başvuru konusu olay, bir siyasetçi olan başvurucunun mensubu olduğu siyasi parti teşkilatının düzenlediği bir iftar yemeğinde yapmış olduğu konuşmada Hükûmete yönelik eleştirilerde bulunduğu sırada o tarihte görevde olan dışişleri bakanı hakkında kullanmış olduğu "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesi nedeniyle manevi tazminat ödemesine ilişkindir. Öncelikle Mahkemenin konuşma sırasında kullanılan anılan ifadeyi tırnaklama yaparak bütün konuşmanın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirdiği görülmektedir. Oysa derece mahkemelerinin bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmesi gerekmektedir (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

36. Yapmış olduğu konuşmanın tamamına bakıldığında başvurucu, Hükûmetin hedef aldığı dış politikasının tutarlı ve öngörülebilir olmadığını iddia etmiştir. Nitekim başvuru dilekçesinde başvurucu; Başbakan'ın daha önce NATO'nun Libya'ya asker göndermesine karşı çıkmasına rağmen daha sonraki tarihlerde bunu desteklediğini, dışişleri bakanı olan davacının ise Libya'daki siyasi otoriteye muhalif olanlara maddi destekte bulunacağına dair açıklamalarda bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, bu süreçte Hükûmetin önceki tutum ve açıklamalarının aksine Libya konusunda Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte hareket edilmesini sert bir dille eleştirmiş, davacının Amerika Birleşik Devletleri adına sıklıkla Libya'ya gittiğini ima ederek "Amerika'nın posta beygiri gibi" ifadesini kullanmıştır. Başvurucu konuşmasında Suriye politikasından da örnekler vererek kısa zaman öncesinde dost ve müttefik olunmasına karşın daha sonra siyasi ilişkilerin bozulduğuna dair hatırlatmalarda bulunmuş ve Hükûmetin dış politikada bağımsız hareket edemediğini ileri sürmüştür. Görüldüğü üzere başvurucu, muhalefet partisinde görev alan aktif bir siyasetçi olarak Hükûmetin ve dışişleri bakanı olan davacının yürütmekte oldukları dış politikadaki tutarsızlıkları hedef almıştır. Bu nedenle başvurucunun sözlerini sebepsiz, kişisel bir saldırı amacıyla sarf ettiği de değerlendirilmemiştir.

37. Söz konusu konuşmanın muhalefet partisine mensup bir siyasetçi tarafından partisine mensup davetlilerin olduğu bir akşam yemeği sırasında sınırlı sayıda bir topluluğa hitaben yapıldığı da gözardı edilmemelidir. Başvurucu, iktidar partisini ve iktidar partisinin bir üyesi olan davacıyı hedef alarak siyasi arenada avantaj elde etme ve aynı zamanda parti teşkilatındaki kişileri motive etme gayesindedir. Bu noktada siyaset adamlarının birbirlerine karşı kullandıkları sözlerin açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olduğu kabul edilmelidir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 65).

38. Bununla birlikte toplumun tamamını ilgilendiren ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmayan konularda oluşan rahatsızlıkların yüksek sesle dillendirilmesinin ancak düşüncelerin herhangi bir engelle karşılaşmadan açıklanabildiği demokratik rejimlerde mümkün olduğu da unutulmamalıdır (Deniz Karadeniz ve diğerleri, B. No: 2014/18001, 6/2/2020, § 129).

39. İletişim aracı anlamıyla kullanıldığı anlaşılsa da "posta beygiri" ifadesinin kullanılan dil ve üslubun muhatabı açısından rahatsız edici olduğu kabul edilebilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan ve toplumun ilerlemesi, bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35; Bekir Coşkun, § 52). Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102). Bu sebeplerle başvuruya konu konuşmada geçen ve tazminat ödenmesine neden olan bu gibi ifadelerin bazı kontekstlerde kullanımının toplumca kaba ve rahatsız edici bulunması hukuk sisteminde ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyide bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz.

40. Seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak mevcut başvuru konusu olaylar halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 61; Nihat Zeybekçi, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 38). Bu sebeple davacının kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir.

41. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamıştır. Mahkemenin başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez. Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.

42. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

43. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

44. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden yargılama talebinde bulunmuştur.

45. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

46. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

47. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

48. İncelenen başvuruda başvurucunun konuşmasında geçen ifadeler nedeniyle Mahkemenin başvurucunun manevi tazminat ödemesine ilişkin kararının gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

49. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2014/567, K.2014/693) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KAYSERİ YENİ HABER RADYO TELEVİZYON GAZETECİLİK MATBAACILIK VE YAYINCILIK SANAYİ TİCARET LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/21340)

 

Karar Tarihi: 22/2/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 5/4/2022 - 31800

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mustafa İlhan ÖZTÜRK

Başvurucu

:

Kayseri Yeni Haber Radyo Televizyon Gazetecilik Matbaacılık ve Yayıncılık Sanayi Ticaret Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Halil İbrahim YOLCU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir siyasetçi hakkında yaptığı haberler nedeniyle başvurucu aleyhine tazminata hükmedilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/6/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Davacı H.P., olay tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 25. dönem Trabzon milletvekili olarak görev yapmaktadır. Davacı 15/3/2016 tarihinde Kayseri'nin Bünyan ilçesinde yapılan CHP İlçe Kongresine CHP Bolu Milletvekili T.Ö. ile birlikte katılmıştır. CHP İl Başkanı F.K., şehir dışından kendi bilgisi dışında milletvekillerinin ilçe kongresine katılmasına tepki göstermiş ve kürsüye çıkarak konuşma yapmıştır. Daha sonra davacı, kürsüye çıkmış ve F.K.a cevap vermiştir. Yaklaşık 200 kişinin bulunduğu ilçe kongresinde yaşanan bu polemik yerel bir gazete olan Kayseri Yeni Haber gazetesinin (gazete) çeşitli tarihlerde yayımlanan nüshalarında haber olarak yer almış, ayrıca gazetenin başyazarı R.B. de olayla ilgili olarak gazetedeki köşesinde çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur.

9. Gazetenin 16/3/2016 tarihli nüshasındaki "Bünyan İlçe Kongresinde Haber Verirdin Vermezdin Tartışması" başlıklı haberin ilgili kısmında şu ifadeler yer almıştır:

"Dün yapılan ve yönetimi kayyuma devredilen Bünyan CHP İlçe Kongresinde CHP İl Başkanı [F.K.] ile CHP milletvekilleri [T.Ö.] ve [H.P.] arasında sert tartışmalar yaşandı. Dün sabah saat 10.30'da Bünyan Belediye Düğün Salonunda başlayan kongrenin ilk konuşmasını yapan CHP İl Başkanı [F.K.], Bünyan İlçe Kongresi'nin kayyum aracılığıyla yapıldığını hatırlatarak, 'Yani burada ev sahibi sayın kayyum heyeti. Ben de bu partinin İl Başkanıyım. Sayın Milletvekillerimizi bu kongrede görmekten elbette memnuniyet duyuyoruz. Ancak gönül isterdi ki Sayın milletvekillerimiz gelmeden önce parti ahlakı gereği haber verme nezaketini göstermiş olsalardı daha da memnun olurduk. Çünkü ben burada Sayın Genel Başkanımızı temsil ediyorum. Eğer kendileri haber veremiyorsa en azından danışmanları aracılığıyla haber verebilirlerdi. Ama maalesef bizlere bir şekilde haber verme nezaketini bile göstermediler' diye kongreye gelen Bolu Milletvekili[T.Ö.] ve Trabzon Milletvekili [H.P.yi] eleştirince CHP Milletvekilleri [T.Ö.] ve [H.P.] tepki gösterdiler. Kürsüye gelen [T.Ö.] ve [H.P.] İl Başkanı [F.K.yi] bu siteminden dolayı eleştirdiler. Hatta Trabzon Milletvekili [H.P.] ilginç bir benzetmeyle, 'Bizim dedelerimiz kurtuluş savaşı için Samsun'a çıkarken ne Yunan'a ne Rum'a haber vermedi, biz niye haber verelim?' diye sert çıktı. Oldukça soğuk bir hava içinde geçen protokol konuşmalarından sonra oylamaya geçildi. 54 delegesi olan Bünyan CHP İlçe kongresinde eski İlçe Başkanlarından[İ.M.] ile[A.C.] kıran kırana yarıştı."

10. Gazetenin 17/3/2016 tarihli nüshasındaki "Dedelerimiz Rum'a Yunan'a Haber Vermedi ki Size Verelim" başlıklı haberin ilgili kısmında şu ifadeler yer almaktadır:

"..

CHP Trabzon Milletvekili [H.P.]: 'Dedelerimiz Kurtuluş Savaşını başlatmak için Samsun'a çıkarken Yunan'a, Rum'a haber verme gereği bile duymadı biz mi duyacağız?' diyor... Dedeleri Kurtuluş Savaşını başlatmak için Samsun'a çıkarken elbette Yunan'a ve Rum'a haber vermemekle isabet buyurmuşlar canlarına minnet ve şükran amma ve lakin değil Samsun'a Kayseri'ye gelirken karşılarındakiler ne Yunan ne de Rum, dolayısıyla eğer parti disiplini ve parti ahlakına uyuyorsa CHP Parti İl Başkanlığına nezaketten de olsa haber vermeliydi!."

11. Gazetenin başyazarı R.B.nin 18/3/2016 tarihli köşe yazısının ilgili kısmında şu ifadeler yer almaktadır:

"Yer Bünyan... Özellikle Trabzon Milletvekili [H.P.] kürsüye geldiğinde İl Başkanının, 'Parti disiplini ve parti ahlakı gereği en azından geleceğinizi bize haber verseydiniz' sözünden hareketle, 'Dedelerimiz kurtuluş savaşı öncesi Samsun'a çıkarken Yunan'dan, Rum'dan izin mi aldı ki biz sizden izin alacağız!' diyor! Hoppala! Ne alaka? Bir kere ne CHP İl Başkanı [F.K.] ne de CHP yöneticileri ne Yunan ne de Rum! Bu ne biçim benzetme? Böyle mukayese olur mu? Böyle örnek verilir mi? Rezalet diz boyu! Gelelim bu tarafa yani Yunan ve Rum'a benzetilen cenaba!... Kimsenin gıkı çıkmadı!... Kim soracak CHP İl Yönetimine yapılan o hakaretin hesabını? Adam kalkacak dedelerinden örnek verecek, dedelerinden verdiği örnekten yola çıkarak Kayseri Örgütünü Yunan'a, Rum'a benzetecek! Susalım mı? Pusalım mı?"

12. R.B.nin 19/3/2016 tarihli köşe yazısının ilgili kısmında şu ifadeler yer almaktadır:

"Üç gündür CHP Bünyan İlçe Kongresi ile ilgili yazıp çiziyorum...Canım topu topu bir ilçe kongresi, nesini yazıp çiziyorsun demeyin!... O iki milletvekili görevlendirilerek Bünyan'a gönderildi... [M.İ] gelecekti, her ne hikmetse babası rahatsızlandı diye [M.İ.nin]gelişi ertelendi ama iki milletvekili görevlendirildi. Kongre salonunda iki misafir milletvekilini gören CHP İl Başkanı haklı olarak rahatsızlandı ve rahatsızlığını da lisan-ı uygun bir dille kürsüden dile getirdi. Ama kürsüye gelen Trabzon Milletvekili [H.P.] bir anda yağdı-gürledi... Vay efendim bizim dedelerimiz kurtuluş savaşını başlatmak için Samsun'a çıkarken Yunan'dan Rum'dan izin mi aldı diye olmayacak ve kabul edilmesi mümkün olmayan çirkin bir benzetmeyle cevap verdi. Bu çıkış bile gösteriyor ki bu milletvekilleri Kayseri Bünyan İlçe Kongresine son derece hazırlıklı geldi..."

13. Yine gazetenin 19/3/2016 tarihli nüshasında davacı H.P. tarafından gazeteye gönderilen açıklama metni haberleştirilerek yayımlanmıştır. "[H.P.den] Açıklama Geldi! 'Konuşmamda Yunan ve Rum Lafı Geçmedi" başlıklı haberde şu ifadeler yer almaktadır:

"Bünyan İlçe Kongresi'nde CHP İl Başkanı [F.K.nın], 'Keşke Kayseri'ye gelmeden önce parti disiplini ve ahlakı gereği bize bir telefon açık haber verseydiniz' şeklindeki sistemine kürsüye çıkıp, 'Dedelerimiz kurtuluş savaşı öncesi Samsun'a çıkarken Yunan'dan Rum'dan izin aldı mı ki sizden izin alacağız' şeklinde sözler sarf eden Trabzon Milletvekili [H.P.] 'Konuşmamda Yunan, Rum lafı geçmedi' diye açıklama gönderdi."

14. R.B.nin 21/3/2016 tarihli "Ey [İ.M.], Sakın O Video Görüntülerini Yok Etmeye Kalkma" köşe yazısının ilgili kısmında şu ifadeler yer almaktadır:

"Geçen hafta Salı günü yapılan Bünyan CHP İlçe Kongresi'nde CHP İl Başkanı[F.K.], kongreye kendilerine haber vermeden gelen milletvekillerine hitaben kürsüden yapmış olduğu siteme karşı kürsüye gelen Trabzon Milletvekili [H.P.nin] 'Dedelerimiz kurtuluş savaşı için Samsun'a çıkarken Yunan ve Rum'a haberi mi verdi ki biz size haber verip izin isteyelim' deyince kongre salonunda soğuk bir hava esmişti... Özellikle gazete olarak bizim kürsüye çıkan Trabzon Milletvekili [H.P.nin] sarf ettiği sözlerin anlamını günlerce yorumlaması partililerin uyanmasına vesile oldu! Ne demek Yunan ve Rum'dan dedelerimiz Samsun'a çıkarken izin mi aldı ki bizler sizlerden izin alacağız ya da haber vereceğiz? Bu ayan beyan karşılarındaki partilileri Yunan ve Rum'la mukayese etmeden başka bir şey değildir!... İşte bu haber ve yorum bizde yer alıp kıyamet kopunca gerek[H.P.] gerekse [İ.M.] ve ekibi o sözleri yalanlamak ve 'Biz ne Yunan ne de Rum benzetmesi yapmadık' diye onca partilinin huzurunda kürsüden ayan beyan söyledikleri sözleri yalanlama seferberliğine koyuldular...Neye yarar? Bu sözler bir kaç kişinin bulunduğu sohbet ortamında söylenmiş sözler değil, onca partilinin ayan beyan huzurunda kürsüden sarf edilmiş sözler...Onca partili kürsüden duydukları bu lafları duymadık diye inkara mı yatacak? Her şey ayan beyan ortada. İstediğiniz kadar video görüntülerine el koyun hiçbir anlam ifade etmez. O lafları duyan duydu. İnkarla üstüne yatamazsın. Sayın [İ.M.ye] buradan sesleniyorum, sakın o video kaydını yok etmeye kalkma, dava konusu olursa delil karartmaktan sıkıntıya girersiniz benden hatırlatması..."

15. Gazetenin 21/3/2016 tarihli nüshasındaki "CHP'liler O Milletvekili Hakkında İmza Kampanyası Başlattı" başlıklı haberde şu ifadeler yer almaktadır:

"Bir grup CHP'li, 15 Mart'ta Bünyan'da yapılan ilçe kongresinde 'Geleceğinizi yine bize haber vermediniz?' diye soran CHP İl Başkanı [F.K.ye], 'Dedelerimiz kurtuluş savaşı için Samsun'a çıkarken Yunan ve Rum'a haber mi verdi ki biz size haber verip izin isteyelim' diye tepki gösteren CHP Trabzon Milletvekili [H.P.] hakkında gerekli tüzük hükümlerinin işletilmesi için imza kampanyası başlattı."

16. Davacı, anılan haber ve köşe yazılarında dile getirilen iddialar nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasıyla 21/3/2016 tarihinde Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) gazete aleyhine manevi tazminat davası açmıştır.

17. Mahkeme, davacının konuşmasının yer aldığı CD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırmış ayrıca CHP İl Başkanı F.K.yı tanık olarak dinlemiştir. F.K.nın Kayseri 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde talimatla alınan ifadesi şu şekildedir:

"Ben CHP İl Başkanı olarak görev yapmaktayım, 2016 yılında Bünyan ilçesinin Olağanüstü Kongresi yapılmıştır, bu kongreye hangi gazetelerin geldiğini hatırlamıyorum, Milletvekilleri il başkanlarından habersiz olarak Bünyan ilçesindeki kongreye gelmişlerdir, Trabzon milletvekili olan davacı [H.P] haber içeriğinde de belirtildiği şekliyle 'bizim dedelerimiz kurtuluş savaşı için Samsun'a çıkarken ne Yunan'a ne Rum'a haber vermedi, biz niye izin alalım' şeklinde cümle sarfetmiştir. [H.P.nin] bu ifadelerini salondaki herkes duymuştur, ben il başkanı olarak kongrede milletvekillerine ve kongreye katılanlara hitaben açılış konuşmasında vekillerin nezaketen haber vermiş olmaları gerekeceğini zira haber verseler de kendilerini karşılayıp ağırlayacağımızı söyledim, benim bu sözlerim üzerine [H.P] yukarıda yer verilen cümleleri kullanmıştır, Yunan ve Rum kelimeleri geçmiştir..."

18. Mahkeme 6/3/2018 tarihinde davanın kısmen kabulü ile başvurucunun 2.000 TL manevi tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Somut olayda davalı gazetede, davacı hakkında 'Bizim dedelerimiz Kurtuluş Savaşı için Samsun'a çıkarken ne Yunan'a ne Rum'a haber vermedi, biz niye haber verelim' şeklinde sert çıktı şeklinde haber ve yorumlar yapılmıştır. Dosyaya sunulan ve üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmadığı anlaşılan davaya konu konuşmanın geçtiği CHP Bünyan İlçe Kongresi'nde davacının konuşmasının '...Dedem Kurtuluş Savaşı'nda Karadeniz'den, Rusya'dan cephane taşırken, o cephaneleri de Karadeniz limanlarına çıkarırken hiç kimseden izin alarak çıkmadı. ...' şeklinde olduğu, ne Yunan'a ne Rum'a haber vermedi şeklinde bir konuşmasının olmadığı, buna rağmen davalı gazete tarafından davacının konuşması içerisinde 'Yunan, Rum' kelimeleri geçiyor izlenimi yaratılarak genişletici ve yanlış yorumlarda bulunulduğu anlaşılmıştır. Konuşmanın geçtiği ve kayıt edildiği CD dökümüne ters tanık anlatımı dikkate alınmamıştır. Bu haber ve yorumlar gerçek olmadığından hukuka aykırıdır. Bir dizi halinde yapılan bu haber ve yorumlardan dolayı davacının kişilik hakları ihlal edilmiş ve manevi tazminat isteme hakkı doğmuştur."

19. Başvurucunun istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 25. Hukuk Dairesi (Daire) 2/5/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine miktar itibarıyla kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar başvurucuya 21/5/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 19/6/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı bir karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2) [GK], B. No: 2016/12313, 26/12/2019, §§ 18-28.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Anayasa Mahkemesinin 22/2/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucu; dava konusu haber ve yazıların gündeme ilişkin hakaret ve kişisel saldırı içermeyen düşünce açıklamaları niteliğinde olduğunu, yaşanan polemiğin bir tarafı olan CHP İl Başkanı'nın haberde geçen ifadeleri doğruladığını, buna karşın tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, basının yalnızca bütünüyle kanıtlanmış olayları yayımlama zorunluluğu ile karşı karşıya bırakılması hâlinde haber yapılmasının imkânsız bir hâl alacağını ifade etmiştir. Başvurucu, anılan haber ve köşe yazıları nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade ve basın özgürlükleri ile adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmiştir.

24. Bakanlık görüşünde; başvurucunun şikâyetlerinin incelenmesinde yargı organlarınca verilen kararlarda ifade (basın) özgürlüğü ile başkalarının şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir dengenin kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde düzenlenen ifade ve basın özgürlükleri kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

26. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

27. Anayasa’nın “Basın hürriyeti” kenar başlıklı 28. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Basın hürdür, sansür edilemez…

Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır.

Basın hürriyetinin sınırlanmasında, Anayasanın 26 ve 27 nci maddeleri hükümleri uygulanır…”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

29. Gazetede yayımlanan haber nedeniyle davacı tarafından açılan davada başvurucunun 2.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerine yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

31. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

32. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

33. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri Kavramı

34. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

 (2) Demokratik Toplum Düzeninin Bir Gereği Olarak İfade ve Basın Özgürlükleri

35. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

 (3) Basının Ödev ve Sorumlulukları

36. Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri basına tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Önder Balıkçı, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 43).

37. Bu görev ve sorumluluklar başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır.

 (4) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

38. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44) Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44).

 (5) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

39. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında başvurucunun müdahale edilen ifade özgürlüğü ile başvurucunun ifadeleri nedeniyle davacının müdahale edilen şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir. (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Mevcut olayda çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için yayında kamu yararı bulunup bulunmadığı, yayının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı, haberin konusu ve yayımlanma şartları, kullanılan ifadelerin türü, yayının içeriği, şekli ve sonuçları, habere yönelik kısıtlamaların niteliği ve kapsamı, haberde yer alan ifadelerin kim tarafından dile getirildiği, hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

40. Anayasa Mahkemesi; somut olayın koşullarında gazetede yer alan haber ve köşe yazıları sebebiyle başvurucunun manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yöndeki bir değerlendirme için bkz. Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 38).

 (6) Somut Olayın Değerlendirilmesi

41. Somut olayda gazete, bir siyasi partinin ilçe kongresinde parti il başkanı ile bir milletvekili arasında yaşanan polemik sırasında milletvekili tarafından sarf edilen sözleri çarpıtarak aktardığı gerekçesiyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Başvuruya konu haber ve köşe yazıları incelendiğinde bir ilçe kongresinde yaşanan parti içi siyasi mücadele hakkında yorumlar ve haberler yapıldığı, il ve ilçe gündemini yakından ilgilendiren bir konuda okuyucuya bilgi verildiği görülmektedir. Bu hâliyle haber ve yazıların güncel olduğu ve kamusal bir tartışmaya katkı sunduğu konusunda şüphe bulunmamaktadır.

42. İncelenmesi gereken diğer husus ise haber yapılırken basının ödev ve sorumluluklarına uygun davranılıp davranılmadığıdır (benzer bir incelemenin yapıldığı bir karar için bkz. Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2)). Hiç kuşkusuz bir iddiaya veya söylentiye dayansa da kişilerin itibarını zedeleyecek şekilde isnatta bulunulması durumunda gazetecinin çok daha dikkatli olması, bu konuda asgari bir araştırma yapması gerekmektedir. Bu gereklilik, ifade ve basın özgürlükleri ile kişilerin şeref ve itibar hakkı arasındaki hassas dengenin korunması bakımından hayati derecede önemlidir.

43. Başvurucudan haberde yer alan iddiaların doğruluğunu bütün yönleriyle ortaya koyacak şekilde ispatlaması değilse bile bu iddialarını somut olgularla desteklemesi beklenmelidir (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Bu durumun gazetecilerin gazetecilik etiğine uygun bir biçimde davranarak doğru ve güvenilir bilgi vermek için iyi niyetli hareket etmeye yönelik ödev ve sorumluluklarından kaynaklandığı kabul edilmelidir. Bir diğer anlatımla Anayasa’nın 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü ve bu özgürlükle bağlantılı olarak Anayasa’nın 26. maddesinde tanımlanan ifade özgürlüğünün gazetecilere tanıdığı güvence, gazetecilerin gazetecilik mesleğinin gerekleri ile ödev ve sorumluluklarına saygı içinde hareket etmeleri koşuluna bağlıdır (basının görev ve sorumluluklarına ilişkin olarak bkz. Orhan Pala, § 46; Erdem Gül ve Can Dündar [GK], B. No: 2015/18567, 25/2/2016, § 89; R.V.Y. A.Ş., B. No: 2013/1429, 14/10/2015, § 35; Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, § 67; Önder Balıkçı, § 43).

44. Somut olayda davacı, haber ve yazılarda kendisi tarafından sarf edildiği iddia olunan "Bizim dedelerimiz Kurtuluş Savaşı için Samsun'a çıkarken ne Yunan'a ne Rum'a haber vermedi, biz niye haber verelim." şeklindeki ifadeleri kullanmadığını beyan etmiş, nitekim Mahkeme de davacıyı haklı bularak davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme, gerekçesini konuşmanın kaydedildiği CD üzerinde yapılan bilirkişi incelemesine dayandırmış ve haber ile yazıların doğru olmadığı kanaatine vararak hüküm kurmuştur.

45. Bir gazete ya da gazetecinin sorumluluğu belirlenirken gözönünde bulundurulması gereken en önemli nokta Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında da ifade edildiği gibi gazetecilerin ispat yükünü yerine getirirken bir beyanın doğruluğunu kanıtlayan savcı gibi hareket etmelerinin beklenemeyecek olmasıdır. Gazetecilerden beklenen, bir haber veya makalede bir iddia ileri sürdüklerinde söz konusu iddiaların doğruluğunu araştırmaları ve kişiler hakkında bir suçlama yönelttiklerinde ise dayanaklarını açıkça belirtmeleridir. Başvurucunun haber kaynaklarının söz konusu iddialar bakımından makul olarak güvenilir olup olmadığını, doğru ve güvenilir bilgiler sunmak için iyi niyet çerçevesinde çaba gösterip göstermediğini ortaya koyması yeterlidir (benzer değerlendirmeler için bkz. Orhan Pala, § 51; Uğurlu Gazetecilik Basın Yayın Matbaacılık Reklamcılık Ltd. Şti. (2), § 52). Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre aksi yönde bir beklenti sorumluluk hukukunu ters çevireceği gibi gazetecilik mesleğini yapmayı da imkânsız hâle getirecektir (Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Limitet Şirketi, B. No: 2018/24677, 28/1/2021, § 46).

46. Somut olayda gazete tarafından ileri sürülen iddiaların polemiğin bir tarafı olan ve olay sırasında kongrede bulunan parti il başkanı tarafından doğrulandığı görülmektedir (bkz. § 17). Ayrıca partililer tarafından davacı hakkında söylediği iddia olunan sözler nedeniyle parti içi disiplin işlemlerinin başlatılması yönünde imza toplandığı da anlaşılmaktadır (bkz. § 15). Bunun dışında gazetecilerden ileri sürülen iddiaların doğruluğunu haber yapmadan önce bağımsız bir araştırma ile kanıtlamaları beklenemez.

47. Başvurucu gazetenin konuyla ilgili olarak davacının gazeteye gönderdiği açıklamalara yer verdiği hususu da gözardı edilmemelidir. Şu hâlde gazetenin il başkanı ve toplantıda bulunan diğer partililere dayanarak dile getirdiği iddialar ile anılan iddiaları yalanlayan davacının açıklamalarını birlikte okuyucuya sunduğu görülmüştür. Bütün bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde gazetenin üzerine düşen ödev ve sorumluluk içinde hareket ettiği, olguları bilerek tahrip ettiğine dair yeterli delil bulunmadığı kabul edilmelidir.

48. Bir milletvekilinin ilçe parti kongresinde parti il başkanına birtakım sözler sarf ettiğine dair iddianın kaynağı gösterilerek kamuoyuna aktarılmasının şeref ve itibarı koruma gerekçesiyle yaptırıma tabi tutulması kamuyu ilgilendiren konularda serbest ve açık tartışmaların önlenmesi sonucunu doğuracak, basının kamu yararına ilişkin konuların tartışılmasına yönelik katkılarına ciddi şekilde engel oluşturacaktır (Orhan Pala, § 52; Ali Rıza Üçer (2) [GK], B. No: 2013/8598, 2/7/2015, § 46).

49. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme; haberin içeriğini, haberde dile getirilen iddiaların tanık beyanı ile desteklenmesini, başvurucunun davacının açıklamalarını yayımlamış olmasını, başvurucunun kötü niyetle hareket ettiğine dair yeterli delilin bulunmamasını yeterince tartışmadan yapılan haber nedeniyle başvurucuyu tazminat ödemeye mahkûm etmiştir (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Yapılan değerlendirmeler ışığında ilk derece mahkemesinin davacının şeref ve itibar hakkını koruma amacının demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol de gözetildiğinde başvurucunun Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri kapsamındaki ifade ve basın özgürlüğü haklarına uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. İlk derece mahkemesince ifade ve basın özgürlüklerinin korunması ile şeref ve itibar hakkının korunması arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu sebeple Mahkemenin başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade ve basın özgürlüğü haklarına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

52. Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

55. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

56. İncelenen başvuruda haber ve köşe yazıları nedeniyle başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin kararın gerekçesinin ilgili ve yeterli olmadığı, bu nedenle başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

58. İhlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade ve basın özgürlüklerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 18. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2016/149, K.2018/81) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/2/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAYDAR AKAR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/2593)

 

Karar Tarihi: 15/3/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 26/4/2022-31821

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Ali Erdem ŞAHİN

Başvurucu

:

Haydar AKAR

Vekili

:

Av. Celal ÇELİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başbakan yardımcısı hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilen başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

5. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, olay tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kocaeli milletvekilidir. Başvurucu 2017 yılının Ağustos ayının başlarında mensubu olduğu partinin Gebze ilçesinde düzenlediği basın toplantısına katılmış ve burada bir konuşma yapmıştır. Başvurucu; partisinin iç işleyişine, belediyenin icraatlarına ve yerel seçimlere ilişkin değerlendirmelerde bulunduktan sonra "FETÖ'nün siyasi ayağının hiç gündeme gelmediğini" belirterek konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır:

"...Bunların alayı FETÖ’cü, AKP Genel Başkanı (...), Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı (...), Başbakan Yardımcısı Fikri Işık, Gebze Belediye Başkanı (...) de FETÖ’cü. Türkçe Olimpiyatlarını hatırlayın. FETÖ’cü derken 15 Temmuz da silahı aldı darbeci diye demiyoruz. Sağladıkları imkanları ve işbirlikleri olarak söylüyoruz. Milat 17-25 Aralık değil. Türkiye’nin en büyük hırsızlığıdır 17-25 Aralık. Bunlar hesap vermeden FETÖ bitmez. Bunlara hakkımızı helal etmiyoruz. Sokaklarda olmaya devam edeceğiz. Kocaeli'nin sorunlarını gündeme taşımaya devam edeceğiz. 2019 Türkiye için milat olacak. Bunlardan hızla kurtulmamız lazım. Çünkü Türkiye'ye yazık oluyor. "

8. Anılan ifadeler, Kulis Haber sitesinde "Haydar Akar yine saçmaladı"; Gerçek Kocaeli haber sitesinde "Bunların Alayı Fetö’cü"; Gebze Haber sitesinde ise "Akar, Bunların Alayı FETÖ’cü" başlıklarıyla haberleştirilmiştir.

9. Dönemin Başbakan Yardımcısı Fikri Işık (davacı) başvurucunun konuşmasında kişilik haklarına saldırıda bulunduğu iddiasıyla Kocaeli 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır. Davacı başvurucunun basın toplantısında kendisini Fetullahcı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olmakla itham ettiğini ve anılan ifadelerin basına yansımasıyla kişisel ve siyasi itibarının zarar gördüğünü ileri sürmüştür.

10. Mahkeme 7/12/2017 tarihli kararla davanın kısmen kabulü ile başvurucunun davacıya 5.000 TL tazminat ödemesine karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Davalı Haydar Akar’ın basın toplantısı sırasında yaptığı açıklamada davacının ismini de belirterek kullandığı 'FETÖ’cü', 'Bunlar hesap vermeden FETÖ bitmez', 'Fikri Işık da bunların hepsi FETÖ’cü', ifadeleri nedeniyle isnatta bulunduğu anlaşılmaktadır.

Dini değerleri kullanarak faaliyetlerini çocuklar ve öğrenciler üzerinde yoğunlaştırarak yurt içinde ve yurt dışında yetiştirdiği beyni yıkanmış üyelerini finans ve siyasi güçleriyle demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti kamu kurumları içine sokmaya çalışarak uzun yıllar faaliyete bulunan FETÖ/PDY örgütünün 15/07/2016 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde yuvalanan aralarında general ve amirallerinde bulunduğu subay, astsubay, uzman er ve erbaşlar ile askeri öğrencileri aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak ve Anayasal Düzeni değiştirmek amacıyla darbe teşebbüsünde bulunan örgütün Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması olduğu, kamuoyunda kısaca FETÖ’cü olarak tabir edilen kişilerin vatan haini olduğu yargısal kararlarla tanımlandığı tartışmasızdır.

Davalının FETÖ’cü isnadını destekleyen bir ipucu açıklamada yer almamaktadır. Anayasa'nın 56/3. maddesine göre demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez öğelerinden sayılan siyasal parti üyesi olarak davalı; politika alanında rekabet içerisinde eleştiri hakkını kullanırken hukuk düzeninin suç saydığı eylemleri isnat ederken suçun işlendiği yolunda kuvvetli şüpheye ilişkin olguların varlığı ortaya koyması gerektiği, buna ilişkin emare göstermediğinden davalının eylemi eleştiri sınırını aşarak hukuka aykırı asılsız açıklama niteliğinde olduğundan davacı Fikri Işık’ın kişilik haklarını ihlal ettiği anlaşıldığı, olayın davacıyı derin üzüntüye sevk ettiği, davalı tarafın kusurlu eylemi ile yaşamak durumunda kaldıkları manevi acının giderilmesi gerektiği..."

11. Karara karşı taraflarca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (Daire) 22/11/2018 tarihli ilamla başvurucunun istinaf isteminin esastan reddine, davacının istinaf isteminin ise kısmen kabulüyle davacıya 10.000 TL tazminat ödemesine kesin olarak karar vermiştir. Daire gerekçesinde; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına atıfta bulunularak olayın gelişim tarzı, olay tarihi, tarafların sıfatları, işgal ettikleri makam, tespit olunan sosyal ve ekonomik durumları ile manevi tazminatın amacı gözetildiğinde Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu belirtilmiştir. Anılan ilam, başvurucuya 27/12/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

12. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de,bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

B. Uluslararası Hukuk

13. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, §§ 29-37.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Anayasa Mahkemesinin 15/3/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

15. Başvurucu; konuşmasının bir bütün hâlinde değerlendirilmeksizin belirli ifadeler üzerinden dava konusu edildiğini, eleştirilerinin FETÖ/PDY ile yapılmış iş birlikleri ve sağlanmış imkânlara dayandığını, bir milletvekili olarak kendisinin siyasi eleştirilerde bulunma hakkının olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu; siyasetçilerin kendilerine yönelik eleştirilere karşı daha tahammüllü olması gerektiğini ifade ederek davacıya yönelik eleştiri mahiyetindeki ifadelerinden dolayı manevi tazminat ödemesinin ifade özgürlüğünü, mahkemelerce delillerin eksik değerlendirilmesinin adil yargılanma hakkını, benzer davalarda sahip olunan siyasi görüşe göre mahkemelerce farklı kararlar verilmesinin ise eşitlik ilkesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.

16. Bakanlık görüşünde; Anayasa Mahkemesince yapılacak değerlendirmede ifade özgürlüğü yönünden başvuruya konu sözlerin eleştiri sınırlarını aştığına ilişkin yargılama makamlarının değerlendirmelerinin, Anayasa hükümlerinin, Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ile diğer tespit ve değerlendirmelerin dikkate alınarak bir karar verilmesi gerektiği, eşitlik ilkesi yönünden başvurucunun iddialarını makul delillerle ortaya koyup koyamadığının, başvuru konusu olayla ilgili olarak bu ilkenin nasıl ve ne şekilde etkilendiği hususunda yeterli açıklamalarda bulunup bulunmadığının ve ileri sürdüğü hususları temellendirip temellendiremediğinin değerlendirilmesi gerektiği, adil yargılanma hakkı yönünden ise başvurucunun delillerin eksik değerlendirildiği yönündeki iddiasının kanun yolu şikâyeti niteliğinde olup olmadığı hususunun dikkate alınmasının faydalı olacağı ifade edilmiştir.

17. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında daha önceki iddialarını yineleyerek haklı olgulara dayanarak eleştiride bulunduğunu ve kamu yararı çerçevesinde toplumu aydınlatma güdüsüyle hareket ettiğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

18. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

19. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

21. Başvurucunun bir siyasetçiye yönelik sözleri nedeniyle manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

22. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine... aykırı olamaz.”

23. Yukarıda anılan müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

24. 6098 sayılı Kanun'un 49. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

25. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

26. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Buna göre temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, toplumsal bir ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır. Bu koşulları taşımayan bir tedbir, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir tedbir olarak değerlendirilemez (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

27. Başvurucunun ihlal edildiğini iddia ettiği ifade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).

28. Bununla birlikte ifade özgürlüğü, sıkı bir şekilde yorumlanması gereken istisnalara tabidir ve herhangi bir kısıtlama ihtiyacı ikna edici bir şekilde tesis edilmelidir. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3) B. No: 2013/1123, 2/10/2013 § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017§ 44).

29. Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında bu iki hak arasında adil bir dengenin gözetilip gözetilmediğini değerlendirmiştir (Nilgün Halloran, § 27; İlhan Cihaner (2), § 49). Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için başvurucunun kullandığı ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların konumlarının, ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir (Nilgün Halloran, § 44; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015§ 56; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

30. Söz konusu değerlendirmelerde derece mahkemelerinin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak bu takdir payı, Anayasa Mahkemesinin denetimindedir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi, bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar vermede yetki sahibi olan iç hukuktaki son mercidir (Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 37).

31. Anayasa Mahkemesinin görevi, bu denetimi yerine getirirken derece mahkemelerinin yerini almak değil söz konusu yargı mercilerinin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların Anayasa'nın 26. maddesi açısından doğruluğunu denetlemektir (Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 76). Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarında başvurucunun yaptığı konuşmada kullandığı ifadeler nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi amaçlanan meşru amaçla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 120; Sinan Baran, § 38).

iv. Somut Olayın Değerlendirilmesi

32. Başvuru konusu olayda ana muhalefet partisi milletvekili olan başvurucu, parti il teşkilatının düzenlediği bir basın toplantısında yapmış olduğu konuşmada o tarihte görevde olan iktidar partisi milletvekili ve aynı zamanda başbakan yardımcısı olan davacı hakkında kullanmış olduğu "başbakan yardımcısı Fikri Işık da FETÖ’cü" ifadesi nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Mahkeme, başvurucunun konuşmasında somut bir delile dayanmadan davacıya FETÖ/PDY'ci isnadında bulunduğunu kabul etmiş ve bu kabulü onun aleyhine tazminata hükmedilmesinin tek gerekçesi yapmıştır. O hâlde Mahkeme, başvurucunun açıklamalarını somut bir olgusal isnat olarak nitelendirmiştir.

33. Bu noktada maddi olgu olarak değerlendirilen ifadelerin kanıtlanması beklenirken değer yargısı sayılan ifadeler için ise belli bir olgusal temelin varlığı aranmalıdır (Kadir Sağdıç, § 57; İlhan Cihaner (2), § 64). Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48). Bu bağlamda ilk olarak derece mahkemelerinin bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususuna karar verirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmesi gerektiği hatırlanmalıdır (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45).

34. Konuşmaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucu, Kocaeli milletvekili sıfatıyla partisinin iç meselelerine, yerel seçimlere ve il sorunlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve konuşmasının bir bölümünde (bkz. § 7) Türkçe Olimpiyatları'nı emsal göstererek çok sayıda siyasetçi ile birlikte davacının da bir zamanlar Fetullah Gülen cemaati olarak anılan ama sonradan devleti ele geçirmeye çalıştıkları anlaşılan örgüt ile ilişkilerinin olduğunu iddia etmiştir. Bundan başka başvurucu konuşmasında "FETÖ’cü derken 15 Temmuz da silahı aldı darbeci diye demiyoruz. Sağladıkları imkanları ve işbirlikleri olarak söylüyoruz." sözleri ile FETÖ'cü ifadesini davacının 15 Temmuz darbe girişiminin bir parçası olduğu gibi bir iddiaya dayandırmadığını vurgulamıştır.

35. Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre başvurucu, ana muhalefet partisi milletvekili olarak o tarihte başbakan yardımcısı olan davacının anılan örgüte yönelik geçmişteki yaklaşımını hedef almıştır. Başvurucu, Türkçe Olimpiyatları'na ve davacının geçmiş bazı konuşmalarına atıfta bulunmuştur. Başvurucunun konuşması somut bazı vakalara dayalı değer yargısı niteliğindedir ve ispatlanması beklenemez. Görüldüğü üzere eldeki olayda ilk derece mahkemesi, ihtilaf konusu sözleri olayların ve konuşmanın bütünü içinde değerlendirmekte başarısız olmuş; başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesine neden olan ifadeleri tırnaklama yaparak konuşmanın tamamından ayrı bir şekilde değerlendirmiştir.

36. Somut olayda davacıya yapılan FETÖ'cü yakıştırmasının FETÖ/PDY'nin 15 Temmuz darbe girişimi ile ülkemize verdiği maddi ve manevi zararlar gözönüne alındığında muhatabı açısından rahatsız edici olduğu kabul edilebilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan ve toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35; Bekir Coşkun, § 52). Anayasa Mahkemesi yine pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102). Bu sebeplerle başvuruya konu konuşmada geçen ve tazminat ödenmesine neden olan bu gibi ifadelerin bazı bağlamlarda kullanımlarının toplumca kaba ve rahatsız edici bulunması hukuk sisteminde ceza veya tazminat şeklinde bir müeyyide bağlanmasının tek başına haklı gerekçesi olamaz.

37. Başvurucu, kendi seçim bölgesinden milletvekili seçilen ve aynı zamanda başbakan yardımcısı olarak görev yapan davacıyı hedef alarak siyasi arenada avantaj elde etme ve parti teşkilatındaki kişileri motive etme gayesindedir. Bu noktada siyaset adamlarının birbirlerine karşı kullandıkları sözlerin açıkça polemik çıkarmaya, şiddetli tepkiler yaratmaya ve taraftarlarını konsolide etmeye yönelik siyaset üsluplarının bir parçası olduğu kabul edilmelidir (Kemal Kılıçdaroğlu, § 65).

38. Unutulmamalıdır ki seçmenlerini temsil eden, onların taleplerini, endişelerini ve düşüncelerini politik alana aktaran ve çıkarlarını savunan, seçilmiş kimseler için ifade özgürlüğünün özellikle değerli olduğu açıktır. Bu sebeple müdahale eğer bir siyasetçinin ve özellikle muhalefet partisinin bir üyesinin ifade özgürlüğüne yönelik ise başvuruların çok daha sıkı bir denetimden geçirilmesi gerekmektedir. Buna ilave olarak mevcut başvuru konusu olaylar halka mal olmuş kişiler olarak hareket eden siyasetçiler arasında geçtiği için kabul edilebilir eleştiri sınırları, sıradan bir kimse ile karşılaştırıldığında daha geniştir. (Kemal Kılıçdaroğlu, § 61; Nihat Zeybekçi, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 38). Bu sebeple davacının kendisine yönelik eleştirilere sıradan insanlara göre daha fazla hoşgörü göstermesi gerekir. Üstelik başvurucunun konuşmasının ve yapılan haberlerin davacının hayatı üzerinde sınırlı bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu konuşmadan sonra da davacı başbakan yardımcılığı görevine devam etmiş ve makamı kaldırılana kadar anılan görevi sürdürmüştür. Davacı, hâlihazırda Kocaeli milletvekili olarak TBMM'de görev yapmaya devam etmektedir. Bu bağlamda haberlere konu edilen konuşma nedeniyle davacının kişisel kariyerinin etkilenmediği söylenebilir.

39. Yukarıdaki tespitlere karşın Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacının şeref ve itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamıştır. Mahkemenin başvurucunun tazminat ödemesine karar verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli bir gerekçe olarak kabul edilemez. Başvurucunun tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. Başvurucu; yargılamanın yenilenmesi ile birlikte 15.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

42. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

43. İhlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Öte yandan başvurucunun uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunulmadığından maddi tazminat talebi reddedilmiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Selahaddin MENTEŞ 'in karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Kocaeli 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2017/356, K.2017/550) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 13.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/3/2022 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar vermiştir. Aşağıda açıkladığım sebeplerle bu karara katılmadım.

2. Başvurucu Başbakan Yardımcısı hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle aleyhine tazminata hükmedilmesini, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini iddia ederek mahkememize başvurmuştur.

3. Mahkememizin gerekçeli kararında başvurucu süreci, olay ve olgular ayrıntılı olarak yazıldığından bu süreçler karşı oy yazısında tekrar edilmemiştir.

4. Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinin 07/12/2017 tarihli kararı ile başvurucunun yapmış olduğu konuşmada kullandığı ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğu kabul edilerek manevi tazminata hükmedilmiştir.

5. Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararı taraflarca istinaf edilmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22/11/2018 tarih 2018/257 E. 2018/1407 K. Sayılı ilamıyla başvurucunun talebin esastan reddine davacının istinaf talebinin kabulüne tazminatın 10.000 TL’ye çıkarılmasına karar vermiştir.

6. Başvurucu söz konusu dava nedeniyle tazminata hükmedilmesinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

7. Anayasa'nın düşüncesini açıklama ve yayma hürriyeti ve basın hürriyetine ilişkin haklara bir müdahalenin olup olmadığı değerlendirirken Anayasa'nın 13. Maddesinde öngörülen somut başvuruya uygun düşen kanun tarafından öngörülen, Anayasa'nın 26. Maddesinin 2. Fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma demokratik toplum düzenin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama şartlarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

8. İfade ve basın özgürlükleri mutlak olmayıp sınırlandırılabilir nitelikli haklardandır. Anayasa'nın 26. Maddesinin 2. Fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Basın özgürlüğünün sınırlanmasında ise kural olarak 28. Maddenin 4. Fıkrası gereği Anayasa'nın 26. ve 27. Madde hükümleri uygulanacaktır.

9. Anayasa'nın 12. Maddesi "temel ve hak ve hürriyetler kişinin topluma ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını ihtiva eder." düzenlemesiyle kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanılırken ödev ve sorumluluklarının bulunduğuna gönderme yapmaktadır. İfade ve basın özgürlükleri kullanırken de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar bulunmaktadır. Mahkememizin (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017 Önder BALIKÇI B. No: 2014/6009 , 15/2/2017) kararlarında da basın özgürlüklerinin mutlak olarak düzenlenmediği Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlandırıldığına izin verildiği vurgulanmıştır.

10. AİHM, ifade özgürlüğü ile özel yaşama saygı ve kişilik haklarının korunmasını dengelerken birçok faktörü değerlendirmektedir. Basın da yer alan ifadelerin genel yarar ile tartışmaya katkısı ilgili kişinin ne kadar meşhur olduğu ve haberin konusunun ne olduğu, ilgili kişinin yayından önceki davranışı, bilgi elde edinme yöntem ve doğruluğu, yayının içeriği biçimi ve sonuçları ifadeye uygulanan yaptırımın ağırlığı gibi kriterleri her somut olay bağlamında değerlendirmektedir.

11. AİHM, ifade ve basın özgürlüğü ile kişilerin şeref ve itibar hakkının dengelenmesinde kişilerin yaptığı iş kamu görevlisi olup olmaması politikacı olup olmaması gibi kriterleri de esas alarak somut olayları değerlendirmektedir.

12. AİHM, Pakdemirli Türkiye kararında başvuranın sözleri siyasi bir eleştiriden daha çok kişisel bir saldırı içeriğini kabul etmiştir. Sözleşmenin 10. Maddenin 2. Paragrafından öngörüldüğü şekilde 3. Kişilerin itibarının korunmasının siyasetçileri de kapsadığını bir siyasetçinin başka bir siyasetçiyi eleştirdiği durumlarda ve özellikle bu eleştiri parlamento gibi ayrıcalıklı bir alanda dile getirildiğinde bunun daha da geçerli olduğunu kabul etmiştir. Yine AİHM, tarafların statüsü, görevleri dikkate alındığında siyasetçi bir kişinin eleştiriye katlanma eşiğini sıradan bir kişiye nispeten daha yüksek olduğunu kabul etse bile kişinin manevi bütünlüğü çerçevesinde şerefinin, saygınlığının ve itibarının korunmasını istemesini olağan kabul etmiştir.

13. Başvurucu kullanmış olduğu ifadeler nedeniyle Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesince kişilik haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle tazminata hükmedilmiştir. Mahkeme gerekçesinde davalının konuşmasında hukuk düzeninin suç saydığı eylemleri isnat ederken suçun işlendiği yolunda kuvvetli şüpheye ilişkin olguların varlığı ortaya koyması gerektiği buna ilişkin emareleri göstermediğinden ifadelerin eleştiri sınırını aştığını hukuka aykırı asılsız açıklama niteliğinde olduğu sonucuna ulaşmıştır.

14. Kişilerin şeref ve itibarının korunması basın ve ifade özgürlüğü hürriyetinin korunması konusunda değerlendirme yapılırken mahkemelerce bir dengelenme yapılma zorunluluğu vardır. Maddi vakıaların değerlendirilmesi, yorumlanması ve nitelendirilmesi derece mahkemelerinin takdirindedir. Maddi vakıalar uyuşmazlıkta uygulanacak hukuk kurallarından farklı olarak sadece somut bir olayı değerlendirdiğinde ancak somut olayın şartları çerçevesinde yorumlanabilir ve anlamlandırılabilir. Başvurucunun delillerin eksik değerlendirildiği iddiası her şeyden önce konun yolu şikayeti niteliğindedir.

15. Somut olayda Kocaeli Asliye Hukuk Mahkemesince başvurucunun konuşmasında geçen ibareler değerlendirilmiştir. “… Hukuk düzenin suç saydığı eylemleri isnat ederken suçun işlendiği yolunda kuvvetli şüpheye ilişkin olguların varlığının ortaya konulması gerektiği, buna ilişkin emare göstermediğinden davalının eylemi eleştiri sınırı aşarak hukuka aykırı asılsız açıklama” olarak değerlendirilmiştir.

16. Kişinin maddi manevi varlığının korunması kapsamında kamu makamları tazminat yoluyla müdahalede bulunmuştur. Hakların dengelenmesi kapsamında tazminata hükmedilmesi orantısız değildir.

17. Yukarıda belirtilen gerekçelerle basın ve ifade özgürlüğünün ihlal edilmediği görüşüyle sayın çoğunluğun görüşüne katılmadım.

Üye

 Selahaddin MENTEŞ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KADRİ EROĞUL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/976)

 

Karar Tarihi: 11/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 16/8/2022 - 31925

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ali Erdem ŞAHİN

Başvurucu

:

Kadri EROĞUL

Vekili

:

Av. Deniz Tufan SOYKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, taşeron şirkete bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun kurumun yöneticileriyle ilgili sosyal medya paylaşımı nedeniyle iş akdinin feshedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1972 doğumlu olup 1/1/2006 tarihinden iş akdinin feshedildiği 11/3/2016 tarihine kadar özel bir şirkete (alt işveren) bağlı olarak Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğünde (Kurum) belirli süreli iş sözleşmesiyle bilgi sistem kullanım elemanı olarak çalışmıştır. Başvurucu 1/1/2006 tarihinden itibaren anılan Kurum bünyesinde sürekli olarak çalıştığını ancak alt işverenin ihale ile belirlenmesinden dolayı yıl bazında farklı alt işverenlere bağlı olarak çalıştığını belirtmiştir. Başvurucu, olay tarihinde eş zamanlı olarak Kamu Taşeron Çalışanları Derneğinin (KATAŞ-DER) genel başkanlığı görevini de yürütmektedir.

6. Başvurucu 14/8/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesindeki kişisel hesabından (Facebook) taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu eden bir paylaşımda bulunmuştur. Anılan paylaşım şu şekildedir:

"Son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp, taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsvetteleri, yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki, biz taşeron işçiler islam dinine inanıp iman etmiş müslümanlarız ve Rabbım bize der ki RIZK İLE İLGİLİ YERYÜZÜNDE HAREKET EDEN HİÇBİR CANLI YOKTUR Kİ RIZK ALLAH'A BAĞLI OLMASIN DER (Hud Suresi 6. Ayet) Rabbım sizleri de hidayete ulaştırsın en kısa zamanda ve oturduğunuz o güzel makam koltuklarınında altınızdan kayıp gideceğini bilme ve taşeron işçinin de İNSAN OLDUĞUNU ANLAMA FİKRİ VERSİN.AMİN.

7. Anılan paylaşımdan dolayı bazı Kurum yöneticileri başvurucudan şikâyetçi olmuş ve başvurucu hakkında hakaret içerikli ifadeler kullandığı iddiasıyla Kütahya 2. Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılmıştır. Yargılama neticesinde başvurucunun mahkûmiyetine karar verilmiştir. Anılan mahkûmiyet kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Sanık Kadri Eroğul'un Kütahya Halk Sağlığı Müdürlüğü'ne bağlı laboratuvarda taşeron işçi olarak çalıştığı, katılanların aynı kurumda yönetici olarak görev yaptıkları, sanığın suç tarihi olan 14/08/2015 tarihinde sosyal paylaşım sitesinde bulunan adresinde paylaştığı yazısında "son günlerde taşeron işçi arkadaşlar üzerinde ciddi baskılar artmış, kendini yönetici zanneden bazıları işi gücü bırakıp taşeron işçi ile uğraşmayı kendine görev edinmiştir. Ey insan müsveddeleri , yönetici bozuntuları, şunu asla unutmayınız ki..." şeklinde sözler paylaştığı sanığın çalıştığı kurumda yönetici olarak görev yapan katılanlara yönelik bu sözlerin söylendiğinin açık olduğu, sanığın alınan savunmalarında suçlamaları kabul etmeyerek suça konu sözleri kendisinin yazdığını ancak her hangi birine hakaret kastının olmadığını söylediği görülmüş ise de; bu savunmanın dolaylı kabul niteliğinde olduğu ve toplanan diğer deliller karşısında itibar edilemeyeceği, sanığın bu suretle üzerine atılı zincirleme şekilde kamu görevlilerine hakaret suçunu işlediği sonucuna ulaşılarak cezalandırılmasına karar vermek gerekmiştir.

Sanığın mahkumiyetine karar verilen suçun işleniş özellikleri dikkate alınarak alt sınırdan cezalandırılmasına, TCK 43 ve TCK 62. Maddeler ile uygulama yapılmasına ve daha önceden sabıkasının olmamasıyla suçtan dolayı oluşmuş somut bir zarar olmayışı dikkate alınarak verilen mahkumiyet hükmünün CMK 231 maddesi gereğince açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir".

8. Anılan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının kesinleşmesi üzerine alt işveren tarafından başvurucunun ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile iş akdi sona erdirilmiştir. Başvurucu; paylaşıma konu ifadeleri çalıştığı kurum yöneticilerine hitaben yazmadığını ve bu nedenle fesih işleminin haksız olduğunu belirterek alt işveren ve Kurum aleyhine işe iade talepli tespit davası açmıştır. Kütahya 1. İş Mahkemesinde (Mahkeme) görülen davanın sonucunda 16/3/2017 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...davacının davalı Sağlık Bakanlığına bağlı Kütahya Halk Sağlığı İl Müdürlüğünde taşeron firma çalışanı olarak çalışırken çalıştığı işyerindeki yönetici konumunda bulunan amirlerine sosyal paylaşım sitesi olan Facebook hesabından hakaret içerikli yazılar paylaştığı ve bu yüzden bu yöneticilere karşı hakaret suçundan cezalandırılmasına karar verildiği, bu kararın kesinleştiği, davalı işveren tarafından 4857 Sayılı Yasanın 25/II, b maddesi gereğince haklı olarak işten çıkarıldığı anlaşılmakla davacının davasının reddine..."

9. Karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi (Daire) 2/10/2017 tarihli ilamıyla istinaf isteminin reddine karar vermiştir. Daire kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Her ne kadar davacının sosyal paylaşım sitesindeki sözlerinin isim belirtilerek işyeri yöneticileri olan ceza davasındaki katılanlara yönelik yapıldığı ilk bakışta tespit edilemese de katılanların işyerinde yönetici pozisyonunda olması, işyerinde alt işveren nezdinde bir kısım çalışanların bulunması, davacının da alt işveren işçisi pozisyonunda aynı yöneticilerin görevli olduğu işyerinde çalışıyor olması, çalışmasının sürdüğü zamanda sosyal paylaşım sitesindeki sözleri paylaştığı, sözlerin muhatabının belli bir kişi olmasa da yönetici konumunda olan tüm kişilere yönelik olması dikkate alındığında sözlerin muhataplarından bir kısmının ceza davasında katılan pozisyonunda olan işyeri yöneticileri olduğunun kabulü gerekmiştir.

Davacı tarafça sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret boyutunda olmadığı, bu sözlerin hakaret sayılıp sayılmayacağının yargıtay denetiminden geçmediği iddia edilmiş ise de, "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." şeklindeki sözlerin eleştiri sınırlarını aşan hakaret niteliğinde sözler olduğu dairemizce de kabul edilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere sosyal paylaşım sitesindeki sözlerin hakaret olarak kabulü ve işyeri yöneticilerini de hedef alır şekilde söylenmiş olmasının kabulü birlikte değerlendirildiğinde sarf edilen sözlerin 4857 sayılı yasanın 25/2-b maddesi kapsamında kaldığına, bu haliyle davalı işveren tarafından davacı işçinin iş akdinin haklı nedenle feshedildiğinin kabulüne yönelik yerel mahkeme kararında usul ve yasa yönünden aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, davacı vekilinin istinaf başvurusunun esas yönünden reddine...".

10. İstinaf kararına karşı temyiz kanun yoluna başvurulması üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 8/10/2018 tarihli ilamıyla temyiz isteminin reddiyle anılan kararın onanmasına karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

11. 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun "İşverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “II- Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:

...

b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması''

..."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

12. Anayasa Mahkemesinin 11/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

13. Başvurucu; paylaşımındaki açıklamaları KATAŞ-DER genel başkanı sıfatıyla yaptığını ve açıklamaların kamuda çalışan taşeron işçilerin sıkıntılarına ilişkin olduğunu belirterek kullandığı ifadeler nedeniyle iş akdinin sona erdirilmesinin ifade özgürlüğünü, paylaşımını beğenenler hakkında işlem yapılmayıp kendisi hakkında işlem yapılmasının eşitlik ilkesini, ceza yargılamasında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle kararı temyiz edememesinin hak arama hürriyetini, ceza mahkemesin kararının işe iade davasında verilen karara esas alınmasının ise adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

14. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirmediği ceza davası ile ilgili şikâyetlerinin özü, düşünce açıklamaları nedeniyle iş akdinin feshedilmesine yöneliktir. Bu nedenle başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

15. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

16. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. İfade Özgürlüğü Yönünden Devletin Pozitif Yükümlülükleri

17. İfade özgürlüğü; kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43).

18. İfade özgürlüğüne yönelik negatif ve pozitif yükümlülükler arasındaki sınırların kesin biçimde tanımlanması ve birbirinden ayrılması her durumda mümkün değildir. Devlet için öngörülen negatif yükümlülükler, her durumda ifade özgürlüğüne keyfî surette müdahaleden kaçınmayı gerekli kılar. Pozitif yükümlülükler de bu hakkın korunmasını ve bireyler arası ilişkiler alanında olsa da ifade özgürlüğüne saygının güvencelerini sağlamaya yönelik olaya özgü tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 32; Ömür Kara ve Onursal Özbek, B. No: 2013/4825, 24/3/2016, § 46).

19. Somut olayda alt işverene bağlı olarak bir kamu kurumunda görev yapan başvurucunun iş sözleşmesi, Kurum yöneticilerine sosyal medya üzerinden hakaret ettiği iddiasıyla açılan ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesi nedeniyle feshedilmiştir. Başvurucunun iş akdini fesheden alt işveren, bir limitet şirket olup başvurucu da özel hukuk hükümlerine tabi bir personeldir. Dolayısıyla somut olayda kamu gücünü kullanan idarenin doğrudan müdahalesinin söz konusu olmadığı dikkate alındığında başvurunun devletin pozitif yükümlülükleri bağlamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmektedir (aynı ölçütle negatif yükümlülük bağlamındaki değerlendirmeler için bkz. Ç.A. (3) [GK], B. No: 2018/10286, 2/7/2020, § 104; Ayla Demir İşat [GK], B. No: 2018/24245, 8/10/2020, § 113).

20. Bu kapsamda somut olayda Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, başvurucu ile alt işveren arasındaki özel hukuk hükümlerine tabi sözleşme ilişkisinin alt işveren tarafından feshedilmesi üzerine kamu makamlarınca etkili bir yargısal sistem kurulup işletilerek başvurucunun ifade özgürlüğü ile işverene sadakat yükümlülüğü arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının tespit edilmesinden ibarettir.

21. Bir iş ilişkisinin gerek istihdam edene gerekse istihdam edilene karşılıklı ödev ve yükümlülükler yüklediği gözden kaçırılmamalıdır. İş ilişkisinde tarafların dilediği gibi davranması ya da taraflardan birinin iş ilişkisinin sürdürülebilmesi açısından karşı tarafın objektif ve makul beklentilerini yok sayarak hareket etmesi durumunda söz konusu iş ilişkisinin sona ermesi doğal bir sonuçtur. Aksi takdirde iş ilişkisi zorunlu ve hiçbir surette sonlandırılamaz bir niteliğe bürünür ki bu durumda iş ilişkisinin kurulma amacının bir anlamı kalmaz (Ç.A. (3), § 112; Volkan Çakır, B. No: 2017/35488, 7/4/2021, § 30).

22. İşçilerin tabi oldukları iş sözleşmeleri gereğince tanımlı olan mesleklerini yapmalarının mutlak bir hak olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. İşverenlerin çalıştırdıkları işçilerin verimli şekilde iş görmeleri ve önceden saptanmış nesnel kurallara karşı sadakat göstermeleri konusunda beklenti içinde olmalarının haklı bir gerekliliğe dayandığını söylemek gerekir. Zira işin veriminin düşmesine veya işveren ile olan güven ilişkisinin ciddi şekilde zedelenmesine işçiden kaynaklanan nedenlerle yol açılan durumlarda işverenin menfaatinin etkileneceği açıktır. Dolayısıyla yasal düzenlemelerin ve işverenin belirlediği kurallar çerçevesinde devam eden iş ilişkisinin meşru nedenler ortaya çıktığında bozulması ve sona erdirilmesi olağan bir durumdur (Ç.A. (3), § 123; Volkan Çakır, § 31).

23. Bu tür durumlarda işveren tarafından hayata geçirilen iş ilişkisinin sona erdirilmesine ilişkin tedbirin zorunlu ve başvurulabilecek en son çare olarak nitelendirilebilmesi için işçinin işverenin menfaatine ve beklentilerine aykırı davrandığının ortaya konulması gerekir. Başka bir deyişle işverenin menfaatine zarar vermeyen nedenlerin zorunlu ve son çare olarak başvurulmuş tedbirler olarak kabul edilmesi mümkün değildir (Ç.A. (3), § 124; Volkan Çakır, § 32).

b. Somut Olayın Değerlendirilmesi

24. Başvurucunun kişisel sosyal medya hesabı üzerinden taşeron işçilerin gördüğü baskıları ve yöneticileri konu ettiği paylaşımında diğer başka ifadelerinin arasında kullandığı "Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları..." (bkz. § 6) ifadeleriyle çalıştığı Kurumdaki yöneticilere hakaret ettiği gerekçesiyle hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş ve verilen hükmün açıklanması geri bırakılmıştır (bkz. § 7). Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucunun iş akdi feshedilmiş olup açılan işe iade talepli tespit davasında, anılan ifadelerin ceza mahkemesi kararına atıfla hakaret niteliğinde olduğu ve eleştiri sınırlarının dışında kaldığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir (bkz. §§ 8-10).

25. Başvurucu, alt işverene bağlı olarak Kurumda çalışmasının yanı sıra kamu kurumunda çalışan taşeron işçilere yönelik faaliyet gösteren KATAŞ-DER'in genel başkanlığı görevini de sürdürmektedir (bkz. § 5). Bu bağlamda başvurucunun taşeron işçilere ilişkin meselelerde bildireceği görüşlerin taşeron işçi kimliğinin ötesinde, yürütmekte olduğu dernek başkanlığı görevinin de bir gereği olarak -temsil ettiği sivil toplum kuruluşunun ilgi alanındaki- toplumsal meseleleri de kapsadığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla uyuşmazlığın çözümünde başvurucunun söz konusu ifadeleri hangi sıfatla açıkladığı ve bu ifadelerle kimi hedef aldığının tespit edilmesi hayati önemdedir.

26. Başvurucu, eldeki başvuruya konu paylaşımında genel nitelikli "yönetici" kavramını kullanmış ancak sözlerinin belirli bir kimseyi hedef aldığına yönelik herhangi bir ifade kullanmamıştır. Ancak mahkemeler tarafından başvurucunun taşeron işçi olması ve ceza davasına katılanların da başvurucu ile aynı Kurumda yönetici olması gerekçe gösterilerek sözlerin muhataplarından bir kısmının Kurum yöneticileri olduğu kabul edilmiştir (bkz. §§ 8, 9). Derece mahkemelerinin başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi ancak başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemesi ile mümkün olmuştur. Başvurucunun kullandığı ifadelere onun verdiği anlamın ötesinde bir anlam yüklenmemelidir (Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 69). Derece mahkemelerinin başvurucunun dernek başkanlığı kimliğini dikkate almayarak ve doğrudan işaret edilmediği hâlde dolaylı bağlantılarla başvurucunun Kurum yöneticilerini hedef aldığını kabul ederek yaptıkları aşırı bir yorumun benimsenmesi kamusal konuşmaları imkânsız hâle getirecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Kemal Kılıçdaroğlu (3), B. No: 2015/1220, 18/7/2018, § 64).

27. Kaldı ki başvurucu, kullandığı ifadelerde taşeron işçilere yönelen baskının ancak "yöneticilik ve insanlık vasıfları taşımayan kişiler" tarafından yapılabileceğini iddia etmiş; eleştirilerini abartılı bir şekilde ortaya koymuştur. Anayasa Mahkemesi pek çok kararında ifade özgürlüğünün bir dereceye kadar abartıya hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiğini kabul etmiştir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102). Bu nedenle somut olaya konu ifadeler açısından da Anayasa Mahkemesinin önceki değerlendirmelerinden ayrılmayı gerektiren bir durum olduğu söylenemez.

28. Nihayetinde derece mahkemeleri, somut olaya konu ifadelerin iş akdinin feshedilmesi gibi son derece ağır ve en son çare olarak düşünülebilecek bir müdahaleye başvurmayı gerektirir nitelikte olduğunu yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde objektif ve ikna edici bir biçimde ortaya koyamamıştır. Bu sebeple başvurucunun iş akdinin feshinin geçerli bir nedene dayandığını ileri süren mahkeme gerekçeleri, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli olarak kabul edilemez.

29. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

30. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

 

 

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Kadir ÖZKAYA ve Yıldız SEFERİNOĞLU' nun karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Kütahya 1. İş Mahkemesine (E.2016/162, K.2017/52) GÖNDERİLMESİNE,

D. 364,60 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.864,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/5/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

 

 

KARŞIOY

1. Sağlık Bakanlığına bağlı … Halk Sağlığı İl Müdürlüğünde taşeron firma elemanı olarak çalışırken çalıştığı işyerindeki yönetici konumunda bulunan amirlerine sosyal paylaşım sitesi hesabından hakaret içerikli yazılar paylaştığından bahisle, yöneticilerine karşı hakaret suçunu işlediğinin anlaşıldığı gerekçesiyle cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmesi üzerine, 4857 Sayılı Yasanın 25/II, b maddesi gereğince işten çıkarılan başvurucunun açtığı işe iade davasının reddedilmesinin ardından yapılan başvuruda Mahkememiz çoğunluğunca başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir.

2. Çoğunluk görüşüne dayalı karara aşağıda açıklanan nedenlerle katılamadık.

3. Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere ifade özgürlüğü sadece kabul gören veya zararsız veya kayıtsızlık içeren bilgiler veya fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir. Ayrıca, bir düşüncenin hangi uslüp ve biçimle en iyi şekilde aktarılacağına bizzat düşünceyi dile getiren karar verebilir. Bu bağlamda Anayasa'nın 26. maddesinin sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini koruduğu da unutulmaması gereken bir husustur.

4. Bununla birlikte Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır. (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44)

5. Bu bağlamda ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge sağlanmalıdır. Bu, soyut bir değerlendirme değildir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için kullanılan ifadelerin türünün, kamusal tartışmalara katkı sunma kapasitesinin, ifadelere yönelik kısıtlamaların niteliğinin ve kapsamının, ifadelerin kimin tarafından dile getirildiğinin, kime yöneldiğinin, tarafların ünlülük derecelerinin ile ilgili kişilerin önceki davranışlarının ve kamuoyu ile diğer kişilerin kullanılan ifadeler karşısında sahip oldukları hakların ağırlığının değerlendirilmesi gerekir.

6. Ayrıca şeref ve itibar hakkını ihlal ettiği ileri sürülen sözlerin içinde yer aldıkları metnin veya konuşmanın tamamının gözetilmesi, konuşmanın yapıldığı bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde ve tarafların konumları ile söz konusu ifadelere cevap verebilme imkânlarının ne olduğunun da dikkate alınması gerekir.

7. Başvurucu, alt işverene bağlı olarak bir kamu Kurumunda çalışmasının yanı sıra kamu kurumunda çalışan taşeron işçilere yönelik faaliyet gösteren bir derneğin genel başkanlığı görevini de sürdürmektedir. Dolayısıyla, tüm kamu kurum ve kuruluşları ile bu kurum ve kuruluşların yöneticileri de eleştiriden müsemma olmadıklarından, bir kamu kurumunda taşeron firma elemanı olarak çalışan başvurucu da çalıştığı kurumu ve bu kurumun yöneticilerini eleştirebilir. Bu kapsamda taşeron işçilere ilişkin meselelerde bildireceği görüşlerin taşeron işçi kimliğinin ötesinde yürütmekte olduğu dernek başkanlığı görevinin de bir gereği olarak -temsil ettiği sivil toplum kuruluşunun ilgi alanındaki- toplumsal meseleleri de kapsadığı söylenebilir. Ne var ki bu bağlamda yapıldığı belirtilen eleştiriler ile aşağılama arasında açık bir ayrım yapılması gerekir. Kurum, kuruluş veya bunların yöneticilerine yöneltilen ifadelerin asıl amacının aşağılama olduğu durumlarda, ifade sahiplerinin muhatap olacağı yaptırımların ifade özgürlüğünü kural olarak ihlal edeceği söylenemez.

8. Olayda, derece Mahkemeleri’nin, hem başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğu yolundaki kabullerinde, hem de başkalarıyla birlikte çalıştığı kurumunun yöneticilerinin de başvurucunun kullandığı ifadelerin muhatabı olduğu yolundaki değerlendirmelerinde isabetsizlik bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin başvurucunun asıl amacının kurum yöneticilerini küçük düşürmek olduğunu kabul etmesi başvurucunun kullandığı kelimelere onun verdiği anlamın ötesinde anlamlar yüklemek suretiyle gerçekleşmemiştir.

9. Başvurucu tarafından kullanılan “… Ey insan müsveddeleri, yönetici bozuntuları, …” biçimindeki şikâyete konu ifadelere bakıldığında, söz konusu ifadelerin başvurucunun paylaşımının genel anlamının dışına çıkan, taşeron işçiler üzerinde giderek artan düzeyde oluşan baskılardan sorumlu tuttuğu yöneticileri bu konulardaki tutumları nedeniyle eleştirmekten öte geçen, onlardan buna katlanmalarını ve hoşgörü göstermeleri gerektiğini söylemeyi zorlaştıran, “abartılı eleştiri” olarak nitelendirilmesi mümkün olmayan, eleştiri sınırlarını aşan hakaret niteliğinde aşağılayıcı ifadeler olduğu kanaatine varılmaktadır.

10. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

Başkan

Kadir ÖZKAYA

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN KOCABIYIK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/15593)

 

Karar Tarihi: 22/11/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/3/2023-32119

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Ekin ÇANKAL

Başvurucu

:

Hüseyin KOCABIYIK

Vekili

:

Av. Hayri Taha PAKDİL

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, bir gazetede yayımlanan köşe yazısındaki sözleri nedeniyle başvurucu aleyhine adli para cezası verilmesinin ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

2. 53., 54. ve 55. Hükûmetlerde başbakan başdanışmanı olan başvurucu, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) 26. dönem Adalet ve Kalkınma Partisi İzmir milletvekili olarak da görev yapmıştır. 1993-1996 yılları arasında Başbakan T.Ç.nin başdanışmanlığını yapan başvurucu aynı zamanda gazeteci-yazar kimliğini haizdir.

3. Başvurucunun başvuruya konu, 4/10/2012 tarihinde Yeni Asır gazetesinde yayımlanan "O kadına kötülük yapanlar" başlıklı yazısı şu şekildedir:

"[T.Ç.] bir vali kızıydı; bir evin tek çocuğuydu ve ailesinden muazzam bir servet kalmıştı. Türkiye'nin en iyi okullarında tahsil görmüş, dünyanın en iyi okullarında doktora yapmıştı.

Türkiye'nin en saygın üniversitelerinin başında gelen Boğaziçi'nde iktisat profesörüydü.

Adı, şanı, unvanı ve güzelliği ile zaten herkesin tanıdığı biriydi [Ç.].

Güçlü kadındı, kocasına soyadını vermişti.

Kimseye eyvallahı yoktu; Özal hükumetinin ekonomi politikasını açıkça eleştiriyordu.

Gerektiğinde herkese meydan okuyordu: Bir keresinde Boğaziçi'nin solcuları beyaz renkli BMW marka arabasını çizmişlerdi. O, ertesi günü aynı renkte son model yeni bir BMW ile gelmişti fakülteye.

***

Gün geldi idealist tarafı ağır bastı, politikaya girdi.

Kısa bir süre sonra başbakan oldu. Türkiye'nin ilk kadın başbakanı.

'Sarışın güzel kadın' dediler ona.

Sarışın güzel kadındı ama baba Demirel kucağına bitmiş bir ekonomi, terörden kan deryasına dönmüş bir Türkiye bırakıp gitmişti.

1993'te hemen seçime gidip yeni bir başlangıç yapmamakla hayatının hatasını yaptı.

Arızalı bir koalisyon hükümetini yönetmeye çalıştı.

1994 ekonomik krizini yendi, terörü geriletti.

En büyük ideali Türkiye'nin AB'ye girmesiydi; o kadarını başaramadı ama Türkiye'yi Gümrük Birliği'nin içine soktu.

İnfaz emri işte o noktada verildi. Yüksek gümrük duvarlarıyla iç piyasayı sömüren büyük aileler [Ç.nin] kalemini kırıverdiler.

O büyük ailelerin kapıkulu olan medya siparişi aldı ve başladı saldırmaya.

Sarışın güzel kadını bir gecede 'şaibe hanım' yapıverdiler.

'O kadın' diyorlardı.

Babasından kalan mal varlığını hırsızlık konusu haline getirdiler.

Yetmedi, namusuna dil uzattılar.

Ailesini ve çocuklarını tehdit ettiler.

Yetmedi ölümle korkutmaya çalıştılar.

Doktorundan çalınan fotoğraflarıyla şantaj yapıldı.

O fotoğrafları ona buna gösteren ahlaksız adam hala 'gazeteciyim' diye ortalarda dolanıp duruyor.

Bir kadına yapılabilecek en aşağılık şeyleri yaptılar.

Askerler yaptı, medya yaptı, [E.Ö.] yaptı, [U.D.] yaptı.

Bütün bunlarla [Ç.yi] yıkamayanlar en sonunda 28 Şubat'ı örgütlediler.

Askeri 'laiklik-irtica' diye kandırdılar, fedailik yaptırdılar.

İşin içine silahı soktular.

Oysa bütün yaşananların altında hazinenin soyulmasına 'dur' denmesi vardı.

Dün, hepimizin meslek büyüğü ve sosyal-siyasi tarihimizin en güçlü hafızası [Y.D.] A Haber'de açıkladı: 'Bir mafya liderini televizyonlara çıkarıp [Ç.] için 'yosma' dedirttiler'.

 [Y. ] ağabeyin açıklamadığı kısmı da ben açıklayayım: Bunu yaptıran kişi dönemin Kara Kuvvetleri Komutanıydı.

Ülkesi için yapmayı düşündüğü hiçbir iyi şeye müsaade etmediler.

Dünyayı zehir ettiler ona.

İlk fırsatta, daha genç denebilecek bir yaşta, siyasetten kaçıp evine döndü.

***

[Ç. ] iki gün önce Ankara'daydı.

28 Şubat soruşturmasını yürüten savcının daveti üzerine gelmişti.

Savcının huzurunda gördüğü belgelerden şok olmuş bir vaziyette 'Meğerse benim partimi yıkmaya çalışmışlar' diyordu.

Onu çok iyi anlıyorum; savcı [M.B.ye] ifade verirken ben de şaşkına uğramıştım.

Belgelerde ne mi var?

Koca genelkurmay karargahında kurmay subaylar oturmuşlar 'DYP'yi nasıl çökertiriz, [Ç.yi] nasıl itibarsızlaştırırız, DYP'nin içini nasıl boşaltırız' diye eylem planı yapmışlar.

Bunlar boru değil, resmi belgelerdi.

 [Ç. ] savcılık çıkışında kendisine ve partisine bunu yapanlardan 'şikayetçi olmayacağını' söyledi.

Dün, gün boyu gazeteciler ve televizyonlar beni arayıp 'niçin şikayetçi olmadığını' sordular.

Herkese söylediğimi buraya yazayım: [Ç.] kendine yakışanı yapmıştır. Ona haksızlıkların en adisini reva görenleri zaten Allah cezalandırmıştı.

Silivri ve Sincan cezaevleri [Ç.yi] ve DYP'yi yok etmek için plan yapanlarla dolu bugün. [Ç.D.] ölünceye kadar cezaevinde yatacak.

 [Ç.B.] akıbetini cezaevinde yatarak bekliyor.

Ve diğerleri...

 [Ç. yi] tankın namlusu önünde gösteren karikatürü odalarının duvarına asanların hepsi hayatlarının bundan sonraki kısmını onursuz bir biçimde geçirecek.

Onların yok etmeye çalıştığı [T.Ç.] ise Ankara'da mağdur edilmiş, darbeye karşı direnmiş bir cesur kadın olarak saygınlık rüzgarları estirdi.

Allah'ın adaleti budur işte!"

4. Başvurucunun bahse konu yazısı ile ilgili olarak U.D.nin (şikâyetçi) şikâyeti üzerine Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kamu davası açılmış, Beykoz 4. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde görülen yargılamada mezkûr gazete yazısının kişilik haklarına saldırı niteliği taşıyan ögeler barındırdığından bahisle hakaret suçunun sübuta erdiği kanaatine varılmış ve başvurucunun 3.150 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

5. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesi ise ilk derece mahkemesi tarafından başvurucunun dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmadığı araştırılmadan esasa girilmesi sebebiyle kararı usulden bozmuştur. Bunun üzerine dosyayı yeniden ele alan Mahkeme usule ilişkin eksikliği giderdikten sonra esas yönünden önceki kararı ile aynı doğrultuda karar vermiştir.

6. Mahkeme, başvurucunun kullandığı ifadeleri değerlendirirken basın özgürlüğünün belli ölçülerde abartmayı hatta kışkırtmayı da kapsadığını dikkate almış; gazetecilerin yazılarında kullandığı polemik nitelikli ifadelerin nesnel açıklamalarla desteklendiklerinde kişisel saldırı olarak değerlendirilemeyeceğinin altını çizmiştir. Ne var ki Mahkeme, başvurucunun "[Doktorundan çalınan fotoğraflarıyla şantaj yapıldı. O fotoğrafları ona buna gösteren] ahlaksız adam hala 'gazeteciyim' diye ortalarda dolanıp duruyor. Bir kadına yapılabilecek en aşağılık şeyleri yaptılar. Askerler yaptı. Medya yaptı. [E.Ö.] yaptı. [U.D.] yaptı..." şeklindeki ifadesinin eleştiri vasfında olmayıp şikâyetçinin onur, şeref ve saygınlığına yönelik saldırı niteliği taşıdığı kanaatine varmış; başvurucunun mahkûmiyetine karar vermiştir. Bu son kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 18. Ceza Dairesi, Mahkemenin kararını onamıştır.

7. Başvurucu 3/6/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 71. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

8. Başvurucu; başvuruya konu yazısının herhangi bir hakaret ya da aşağılama niteliğinde ifade içermediğini, Başbakan T.Ç.nin başdanışmanı olduğu dönemde bizzat tanıklık ettiği bazı olayları gazete yazısı ile kamuoyunun bilgisine sunduğunu, şikâyetçiye hakaret etme kastının bulunmadığını, yazısında yer verdiği olayların E.Ç.nin "Sakıncalı Gazeteci" kitabının 106. ve 107. sayfalarından alıntı olduğunu, aleyhine adli para cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.

9. Başvuru, ifade özgürlüğü ve bunun özel bir görünümü olan basın özgürlüğü kapsamında incelenmiştir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

10. İfade özgürlüğüne gerçekleştirilen müdahalenin dayanağı olan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesinin kanunilik ölçütünü karşıladığı değerlendirilmiştir. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır. Bu belirlemenin ardından müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk ölçütü yönünden inceleme yapılacaktır.

11. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72).

12. Anayasa Mahkemesi; Anayasa'nın 26. maddesinde yer alan ifade özgürlüğü ile onun özel güvencelere bağlanmış şekli olan ve Anayasa'nın 28. maddesinde yer alan basın özgürlüğünün demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olduğunu, toplumun ilerlemesi ve her bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini oluşturduğunu daha önce pek çok kez ifade etmiştir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğü herkes için geçerli ve demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Mehmet Ali Aydın, § 69; Bekir Coşkun, §§ 34-36). Basın özgürlüğünün kamuoyuna çeşitli fikir ve tutumların iletilmesi ile bunlara ilişkin bir kanaat oluşturması için en iyi araçlardan birini sağladığı açıktır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 63).

13. Öte yandan Anayasa'nın 26. ve 28. maddeleri basına tamamen sınırsız bir ifade özgürlüğünü garanti etmemiştir. Anayasa'nın 12. maddesinin "Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder." biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin sahip oldukları temel hak ve hürriyetleri kullanırken ödev ve sorumluluklarına da gönderme yapmaktadır. Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sınırlamalara uyma yükümlülüğü, ifade özgürlüğünün kullanımına basın için de geçerli olan bazı görev ve sorumluluklar getirmektedir (Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 46; Önder Balıkçı, B. No: 2014/5552, 26/10/2017, § 43).

14. Bu görev ve sorumluluklar başkalarının şöhret ve haklarının zarar görme ihtimalinin bulunduğu ve özellikle adı verilen bir şahsın itibarının söz konusu olduğu durumlarda özel önem arz eder (Orhan Pala, § 47). Basın özgürlüğü; ilgililerin meslek ahlakına saygı göstermelerini, başkalarının şeref ve itibarına müdahale oluşturan hâllerde doğru ve güvenilir bilgi verecek şekilde ve iyi niyetli olarak hareket etmelerini zorunlu kılmaktadır. Nitekim başkalarının şöhretinin korunması Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biridir.

15. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), § 44). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, § 44).

16. Anayasa Mahkemesi bu bağlamda somut olayın koşullarında başvurucunun kullandığı ifadeler nedeniyle adli para cezasına mahkûm edilmesinin zorunlu bir ihtiyaca karşılık gelip gelmediğini, gerçekleşmesi arzulanan bireyin şeref ve itibarını koruma amacıyla orantılı olup olmadığını, bunu haklı göstermek için ortaya konan gerekçelerin ilgili ve yeterli görünüp görünmediğini davanın bütününe bakarak değerlendirecektir (benzer yönde değerlendirmeler için bkz. Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 56; Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 58; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, § 120; Sinan Baran, B. No: 2015/11494, 11/6/2018, § 38).

17. O hâlde çözümlenmesi gereken esas mesele; somut olayda Mahkemenin başvurucunun ifade özgürlüğü ile şikâyetçinin şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge kurup kurmadığı, başvurucunun düşünce açıklamalarının bu sözlerin muhatabı olan kişinin şeref ve itibarını zedelediğini ikna edici bir biçimde ortaya koyup koymadığı olacaktır (bu konuda genel ilkeler için bkz. İlhan Cihaner (2), §§ 65-73). Çatışan bu iki hak arasında dengeleme yapılırken kullanılması gereken ölçütler genel olarak şunlardır:

i. İfadelerin kim tarafından dile getirildiği (Nihat Zeybekci, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 29; Kemal Kılıçdaroğlu, § 59)

ii. Hedef alınan kişinin kim olduğu, ünlülük derecesi ile ilgili kişinin önceki davranışları, katlanması gereken, kabul edilebilir eleştiri sınırlarının sade bir vatandaş ile karşılaştırıldığında daha geniş olup olmadığı (hedef alınan kişinin kamusal yetki kullanan bir görevli olması nedeniyle yapılan değerlendirmelerin bulunduğu kararlar için bkz. Ali Suat Ertosun (7), B. No: 2014/1416, 15/10/2015, § 36; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, §§ 128, 129; Nilgün Halloran, § 45; İlhan Cihaner (2), § 82; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 60-66; hedef alınan kişinin siyasetçi olması nedeniyle yapılan değerlendirmelerin bulunduğu kararlar için bkz. Bekir Coşkun, §§ 66, 67; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kemal Kılıçdaroğlu, §§ 59- 61)

iii. İfadelerin genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağlayıp sağlamadığı, kamuoyu ile diğer kişilerin düşünce açıklamaları karşısında sahip oldukları hakların ağırlığı (Bekir Coşkun, § 69; Çetin Doğan (2) [GK], B. No: 2014/3494, 27/2/2019, § 62; Ergün Poyraz (2), § 56; Kadir Sağdıç, §§ 60-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73; Nihat Zeybekci, § 32)

iv. Kamuyu bilgilendirme değeri, toplumsal ilginin varlığı ve konunun güncel olup olmadığı (Seray Şahiner Özkan, B. No: 2016/6439, 9/6/2021, § 44; İbrahim Okur (2), B. No: 2018/12363, 26/5/2021, § 28)

v. Şikâyetçinin kendisine yöneltilen ifadelere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı (Temel Coşkun, B. No: 2017/1632, 29/1/2020, § 33; Şaban Sevinç (2), B. No: 2016/36777, 26/5/2021, § 42; Nihat Zeybekci, § 39)

vi. İfadelerin hedef alınan kişinin hayatı üzerindeki etkisi

vii. Cezalandırmaya konu edilen ifadelerin kullanıldıkları bağlamından kopartılıp kopartılmadığı (Nilgün Halloran, § 52; Bekir Coşkun, §§ 62, 63; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 45, Nihat Zeybekci, § 36)

viii. Başvurucunun yaptırıma maruz kalma endişesinin başvurucu üzerinde caydırıcı etki yaratıp yaratmayacağı (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Ergün Poyraz (2), § 79; Kemal Kılıçdaroğlu ve Cumhuriyet Halk Partisi, B. No: 2014/12482, 8/5/2019, § 46)

ix. Dava konusu söylemlerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği (Durmuş Fikri Sağlar (2) [GK], B. No: 2017/29735, 17/3/2021, § 50; Deniz Karadeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, §§ 48, 49)

18. Sayılan dengeleme ölçütlerinin somut olay özelinde irdelenmesine gelince odak noktasında Türkiye'nin 1993-1996 yılları arasındaki başbakanı olan T.Ç.nin bulunduğu şantaj iddialarına ilişkin yazı, T.Ç.nin oldukça uzun bir süre danışmanlığını yapmış olan gazeteci başvurucu tarafından kaleme alınmıştır. Sonraki yıllarda hâlen iktidarda bulunan partiden siyasete giren ve milletvekili seçilen başvurucunun başvuruya konu yazıda; bir zamanlar danışmanı olduğu eski Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan T.Ç.nin ailesinin mal varlığı, okuduğu okullar, siyasete ne şekilde atıldığı ve başbakan olduğu süreçte mücadele etmek durumunda kaldığı zorluklar hakkında bilgi verdiği görülmektedir. T.Ç. ülkenin koalisyonlarla yönetildiği bir dönemde başbakan olmuş, T.Ç.nin siyasette bulunduğu sırada -daha sonra 28 Şubat süreci olarak ifade edilecek olan dönemde- bazı sivil ve asker bürokrasinin siyasete müdahalesi gerçekleşmiştir. Söz konusu 28 Şubat sürecine ilişkin olarak TBMM'de 2012 yılında Darbeleri Araştırma Komisyonu kurulmuş, bununla başta 28 Şubat olmak üzere askerî darbelerin araştırılması hedeflenmiştir. 2/10/2012 tarihinde dönemin Başbakan Yardımcısı T.Ç., mağdur sıfatıyla adli makamlara ifade vermiştir. 54. Türkiye Hükûmetini zorla devirmeye, düşürmeye ortaklık ile suçlanan ve aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı, Yükseköğretim Kurulu Başkanı, önde gelen asker ve sivil bürokratlarının olduğu 103 sanık hakkında dava açılmıştır. 2018 yılının Nisan ayında kararını açıklayan mahkeme, “Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini zorla düşürme veya vazife görmekten men” suçlamasıyla, aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı'nın da olduğu 21 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermiş, 2021 yılının Temmuz ayında bazı sanıklar hakkındaki mahkûmiyetler Yargıtay tarafından onanmıştır.

19. Nitekim başvuruya konu yazı T.Ç.nin adli makamlara mağdur sıfatıyla ifade vermesinden hemen sonra yazılmış olup bu yazı ile başvurucu, T.Ç.ye ve döneme ilişkin tanıklık ettiği olayları aktarmıştır. Başvurucuya göre T.Ç. ekonomide ve terörle mücadelede önemli başarılar elde etmişken "iç piyasayı sömüren büyük aileler kalemini kır[mış]" ve bunun üzerine medyanın haksız saldırısına uğramıştır. T.Ç.nin yolsuzluk yapmakla itham edildiğini hatırlatan başvurucu, T.Ç.nin ailesinin ve çocuklarının tehdit edildiğini, ölümle korkutulduğunu, doktorundan temin edilen mahrem fotoğraflarının bir gazeteci tarafından başkalarına gösterildiğini iddia etmiş; bahsi geçen gazeteciyi de "ahlaksız" olmakla itham etmiştir. T.Ç.ye karşı yapılanları "bir kadına yapılabilecek en aşağılık şeyler" olarak nitelendiren başvurucu, bütün bunları "Askerler yaptı, medya yaptı, [E.Ö.] yaptı, [U.D.] yaptı." diyerek dönemin etkili iki gazetecisi ile birlikte askerleri ve medyayı hedef almıştır. Başvurucu T.Ç.yi yıkamayanların en sonunda 28 Şubat'ı örgütledikleri kanaatindedir. "Hazinenin soyulmasına 'dur'" diyen T.Ç.yi iktidardan indirmek ve itibarsızlaştırmak için çalışan kişilerin ceza infaz kurumlarına kapatıldığını belirten başvurucu buna karşın T.Ç.nin saygın bir insan olarak hayatına devam ettiğini ifade etmiştir.

20. Türkiye'nin devlet ve toplum hayatına ilişkin çok önemli bir dönemi hakkında tanıklık ettiği olayları anlatan başvurucunun kaleme aldığı yazıda, meydana geldiği tarihlerde ve hâlen tartışılmakta olan başvuruya konu olayların farklı bir bakış açısıyla ele alındığı görülmektedir. Türkiye'de iki yüz yılı aşkın bir süredir başlıca toplumsal tartışma konularından olan sivil-asker ilişkilerini ve bir dönem Türk siyasal hayatının önemli figürlerinden birine karşı yürütülen sistematik kampanyanın aktörlerini göstermeyi amaçlayan yazının genel yarara ilişkin bir tartışmaya katkı sağladığı, topluma mal olmuş kimseler hakkında kamuoyunu bilgilendirme amacı güttüğü, bu konuya geçmişte de olay tarihinde de toplumsal bir ilginin olduğu değerlendirilmiştir. O hâlde, başvurucunun ifade özgürlüğüne müdahale edebilmek için mahkemelerin söz konusu yarara baskın gelen bir gerekçe ortaya koymaları gerekir.

21. İlk olarak Anayasa Mahkemesinin kanaatine göre başvurucunun cezalandırılmasına neden olan "O fotoğrafları ona buna gösteren ahlaksız adam hala 'gazeteciyim' diye ortalarda dolanıp duruyor." şeklindeki cümle başvuruya konu yazının bütünü içinde değerlendirildiğinde mezkûr cümle ile doğrudan şikâyetçinin hedef alındığının anlaşılması muhtemel değildir. Bununla beraber başvurucu, yargılama sırasında şikâyetçiye iftira atmadığını, T.Ç.ye fotoğraflarıyla şantaj yapıldığı bilgisini eserleri çok satan bir yazarın kitabından aldığını ifade etmiştir (bkz. § 8). Başvurucunun şikâyetçiye iftira attığı iddia edilmediği gibi Mahkeme isnat edilen olguların yalan, yanlış veya çarpıtılmış olduğunu da kabul etmiş değildir. Mahkemenin başvurucuyu yalnızca, şikâyetçiyi hedef aldığını kabul ettiği "ahlaksız" ifadesinin kişilik haklarına saldırı niteliği taşıdığı ve hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle cezalandırdığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda başvurucunun maddi olguların açıklanmasına ilişkin olmayan, tamamen değer yargısı niteliğindeki açıklamaları nedeniyle cezalandırıldığı açıktır.

22. Hiç şüphesiz Anayasa Mahkemesinin daha önce birçok kez ifade ettiği gibi bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (diğerleri arasından bkz. Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48). Somut olayda başvurucu, Türkiye'nin ilk kadın Başbakanı'nın doktorundan elde edilen mahrem fotoğraflarının bir gazeteci tarafından üçüncü kişilere servis edilmesini ahlaksızlık olarak nitelendirmiştir. Yalnızca Anayasa ve kanunlar tarafından korunmayan, aynı zamanda Türk toplumu için de kabul edilemez bulunacak, yasa dışı yollarla elde edilmiş mahrem fotoğrafların üstelik bir siyasetçinin itibarsızlaştırılması için başkaları ile paylaşılmasını ahlaksızlık olarak nitelendiren başvurucunun sözlerinin olgusal temelinin bulunmadığı ve tümüyle keyfî bir kişisel saldırı oluşturduğu söylenemez.

23. Yazıda kullanılan dil ve üslup muhatabı açısından rahatsız edici olabilir. Ancak Anayasa Mahkemesinin benimsediği gibi demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olan, toplumun ilerlemesi ve bireyin özgüveni için gerekli temel şartlardan birini teşkil eden ifade özgürlüğü, sadece kabul gören veya zararsız yahut kayıtsızlık içeren bilgiler ya da fikirler için değil aynı zamanda kırıcı, şok edici veya rahatsız edici olanlar için de geçerlidir (Emin Aydın (2), B. No: 2013/3178, 25/6/2015, § 35; Bekir Coşkun, § 52). Nitekim basın özgürlüğünün kapsamının demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve provoke etmeye izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir (Ali Suat Ertosun, B. No: 2013/1047, 15/4/2015, § 66; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri, § 102).

24. Bunlara ilaveten şikâyetçi ülke çapında bilinen bir gazeteci olduğundan şikâyetçinin kendisini hedef aldığını iddia ettiği yazıya cevap verme ve cevabını kamuoyunda geniş kitlelere ulaştırma imkânına sahip olduğu da gözardı edilmiştir. Yine kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği öne sürülen ifadelerin şikâyetçinin hayatı üzerinde kayda değer somut bir etki yarattığına dair herhangi bir iddia da bulunmamaktadır.

25. Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere derece mahkemelerinin bir kısıtlamanın ifade özgürlüğü ile bağdaşıp bağdaşmadığı hususunda karar verirken kullanılan ifadeleri bağlamından kopartmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmeleri gerekmektedir (Cem Atmaca, B. No: 2018/6030, 8/9/2021, § 37; Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45). Buna karşın ilk derece mahkemesi, köşe yazısında yer alan bir cümleyi tırnak içine alıp konuşmanın tamamından ve olayların bütününden kopartarak ayrı bir şekilde değerlendirmiş; kullanılan ifadelerin bağlamını, dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, şikâyetçinin önceki davranışlarını, olayların kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözetmeksizin soyut bir değerlendirmeyle hakaret suçunun oluştuğu kanaatine ulaşmıştır.

26. Yapılan değerlendirmeler sonucunda, Mahkemenin katılanın şeref ve itibar hakkını koruma amacı, demokratik bir toplumda basının oynadığı temel rol ve Anayasa'nın basın özgürlüğüne ilişkin 28. maddesi beraber gözetildiğinde başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesi kapsamındaki ifade özgürlüğüne uygulanan sınırlamaların haklı çıkarılması için yeterli olmadığı ve daha ağır basan bir toplumsal ihtiyaca karşılık gelmediği kanaatine ulaşılmıştır. Mahkeme tarafından verilen kararda ifade özgürlüğünün korunması ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurulmamıştır. Bu sebeple Mahkemenin başvurucu hakkında adli para cezası verilmesine ilişkin ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale için ilgili ve yeterli kabul edilemez.

27. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

28. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

29. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Beykoz 4. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/124, K.2018/715) GÖNDERİLMESİNE,

D. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.