“Bir kalabalığın bir üyesi olmak alkol sarhoşluğuna çok yakındır”. Aldous Huxley (1894-1963)

G.Le Bon (1896) bir kalabalığa kendini kaptıran bir kişinin uygarlık merdiveninden nasıl birkaç basamak indiğini tasvir etti. “Kalabalıkta insan kişiliğinden soyutlanmaktadır”

Temel sorular, Başka birini incitmeye veya öldürmeye motive eden şey nedir? Doğal olarak şiddet yanlısı mıyız yoksa barışçıl ve işbirlikçi miyiz? Şiddetin kendi kendini sürdürebilir hale gelmesinin nedenlerinden bazıları nelerdir?

Şiddet bir canlıya yönelik fiziksel zararla karakterize edilen kasıtlı bir eylem olarak tanımlanmakta; herkesin şiddetli olma potansiyeline sahip olduğu vurgulanmakta; girift nedenleri olarak biyolojik, psikolojik ve kültürel (öğrenilen/kurumsal)1 olgular yer almakta; ve farklı şiddet türlerine tanık olunmaktadır. Farklı şiddet türleri arasındaki  ayrımın kavramsal ve pratik değeri olmak ötesinde bunlar arasında önemli ilişkilerin olduğunu vurgulamak ta önemlidir. Bir türdeki şiddetin önlenmesi diğer türdeki bir şiddetin önlenmesine yardımcı olabilir. Örneğin savaş hali, intihar ve kişiler arası şiddete doğru temel bir risk faktörü iken, çocuklara kötü muameleyi de içeren kişiler arası şiddet, intihar eylemi ve ilerde mağdurluk veya eşler arası şiddette faillik için risk faktörü oluşturmaktadır. Şiddet fiilleri, aniden oluştuğu gibi, bir hazırlık sonucu da ortaya çıkabilirler.

Şiddet, kitle iletişim araçları ve sosyal medya aracılığıyla günlük yaşamımızı giderek, bizleri daha fazla biçimleyen temel dinamiklerden biri haline geldi. Şiddetsiz biçimde çözülen çatışkılar ya da çözüm süreçlerinde kullanılan şiddetsiz yöntemler kitle iletişim araçlarında hiç yer almazken, herhangi bir eylemde molotof kokteyli/havai fişek kullanılması haber olabilmektedir. Şiddet her biçimde pazar bulabilmektedir.

İstatistik Verileri

Ceza mahkemelerinde seçilen şiddet suçlarına göre yıl içinde açılan dosya endeksi (2015-2022)

                Suç türü                           2015    2016   2017  2018   2019  2020  2021    2022

Kasten öldürme (TCK 81-83)      100        95       97    105      110    101    117     137

Kasten yaralama (TCK 86-87)    100        80       75      86        93      82    107     118

Cinsel saldırı (TCK 102)               100        86       88     107     120     101   123     128

31 Aralık 2022 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında bulunan 298 952 hükümlüye ilişkin 1 112 501 suç kaydının seçilmiş suç türü ve cinsiyete göre dağılımı(2022)

              Suç türü          Toplam       Erkek        Kadın

                                           Kasten yaralama       81 106       80 056       1 050

Kasten öldürme         47 263        45 917      1 346

                                           Nitelikli yağma         43 640        42 819         821

                                           Cinsel saldırı               6 058          6 003          55

Şiddet eylemleri, biyolojik, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal etmenler etkileşimi olarak belirmektedir. Bu bağlamda kavramsal bir alet olarak ekolojik bir model yeğlenebilir. Bu modelde dört kategori yer almaktadır:

1. Birey: Biyolojik ve kişisel özgeçmişe özgü etmenler;

2. İlişkiler: Aile, arkadaş grubu, yakın ilişki içindeki insanlar, yaşıtları;-kişileri şiddet faili/ mağduru yapabilmektedir.

3. Küçük gruplar: Okul, iş yeri, mahalle/komşuluk;

4. Geniş ölçekteki toplumsal etmenler: Silahın sağlanabilirliği, sosyal ve kültürel normlar.

Siyasi kutuplaşmanın etkisi de aynı derecede önemlidir.  Siyasi kutuplaşma bir yere kadar siyasetin doğasından kaynaklansa da, geri döndürülemez ve tedavi edilemez nefret tohumlarının topluma atılmasına neden olabilmektedir. Nefret edenler nefret etmeye devam edecek; bu negatiflik hali onların yaşamının her alanına sirayet edecek ve karşılarına çıkan her durumda negatif olma eğilimi güçlenecektir. Bu çıkarımı vurgulayan aşağıdaki soru işaretleri kayda değer görülmektedir:

Sivas’ta ne oldu? Maraş’ta ne oldu? (111 kişi öldü/yaralı?) Halkın kışkırtılma potansiyeli-öyle potansiyel ki, resmen canavarlığa dönüşüyor, Dna’mız mı formatlanmış!? Halkımız neden kışkırtılmaya hep hazır konumdadır? Kışkırtılınca canavara dönüşmesi de neyin nesidir?

Bir kalabalığın bir üyesi olmak alkol sarhoşluğuna çok yakındır (Aldous Huxley, 1894-1963). Gustav Le Bon(1896), bir kalabalığa kendini kaptıran bir kişinin uygarlık merdiveninden nasıl bir kaç basamak indiğini tasvir etti. Kalabalıkta insan kişiliğinden soyutlanmaktadır (deindividuation/kimlik belirsizliği). Bu olgu toplumda çok ciddi sorunlara neden olmaktadır. Trajik mob/yığın davranışı bağlamımda vandallık, yangın, yağmalamalar ve saldırılara tanık olunmaktadır.

Kalabalıklar, ekseriya, kabarık duygular, aşırı davranış ve şiddetle ilişkilendirilmekte; birlikte tepkiye odaklı psikolojik gruplar olmaktadır. Bu tür kalabalık zaman/mekan ruhunun nelere gücü olduğuna tarih tanıklık etmektedir. Kalabalığın üyeleri, freni boşalmış, anti-sosyal davranışı ekseriya grup üyelerince işlenen; geçici olarak kendileri ve başkalarınca birey olmaktan çıkmış bireyler olarak görülmektedir. Bu gelişen olgu şu niteliklerin bir karışımını içermektedir: Kendin olma duygusu azalmış, anonimlik duygusu, otomatik galeyana gelmede artış, çevreden gelen girdilere ve işaretlere fazlaca duyarlık, uygunsuz davranışlara karşı içsel kontrol frenlerin patlaması. Kalabalıkta bireyselliğin yok olması, hesap verme duygusunu azaltmakta; tek bir kişi ayırt edilip suçlanamayacağı için insanların kendilerini daha az hesap verir durumda hissetmesi olgusuna tanık olunmakta (Zimbardo,1970); sorum-luluk dağılmaktadır.

Kötülük için birinci güç, insanın birey olmaktan çıkmasıdır. Bu, insanların grup içinde neden kötü olduklarını açıklar niteliktedir. Bu şekilde kişi sorumluluğu yayabilmektedir. İşlek bir cadde de mağaza camlarını elime aldığım bir sopayla kırarak gittiğimde bunu yapanın ben olduğunu bilmekteyim. Eğer 20 kadar insanla berabersem artık ben değilimdir. Grubun bir kısmı olarak kendimi kötü hissetmem. Grupta sorumluluk yayılmaktadır. Grubun gücü o zaman sorumluluğu azaltmaktadır. Sorumluluğu başka şekilde de azaltabilirsin: Emirleri kabul ederek; Artık ben değilim. Ben ne yapılmasını söyleyen bir başkasının enstrümanıyımdır. Sorumluluğu azaltmanın bir başka yolu da anonimliktir.

Çatışma

Çatışma, insanlardaki toplumsal örgütlenmenin de ayrılmaz bir parçasıdır. İşin ilginç tarafı bu grupları birbirine düşman haline getirmek de müthiş kolaydır. Bir insanın bağlı bulunduğu gruba karşı beslediği sevgi, beraberinde bu grubun dışında kalanlara düşmanca duygular beslemesine yol açmakta; şefkat ve şiddet aynı kişide vücut bulmaktadır.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda; kişilerin ve grubun saldırganca eylemlere yönelişinin aşamaları şu şekilde sıralanabilir:

- Çözümlenmemiş ve uzun süre devam eden bir çatışma durumu;

- Farklı iki grubun belirmesi-dijital molotoflar;

- Kutuplaşma-cepheleşme ve medyanın nefret dili;

- İnsanlık dışı tutum ve davranışlar;

- Kriz yaratan bir olgu; ve

- Saldırgan ve yıkıcı eylemlerin belirmesi.2

İki kutbun müstesna silahşorları “symbiosis” (ortak yaşam) hayatı yaşıyorlar. Birbirlerinden geçiniyorlar. Biliyorlar ki, karşıdaki olmazsa, kendisi de olmaz. “Biz” ve “onlar” arasında algılanan farklılık son derece önemsiz ayrıntılara dayanabilir. Yalnız farklılığın büyüklüğü ile husumetin büyüklük derecesi de farklı olabilir. Kişiler çoğu kez grubun değer ve yargılarını kendi değer ve yargıları yerine geçirirler. Kişisel sorgulama ihtiyacı kaybolmakta ve kendi başına düşünmek gruba sadakatsizlik olarak da görülebilmektedir. Vicdan yoksunu olan grup tehlike saçmakta; grup kimliği kişisel ahlaki sorgulamaya üstün gelmektedir. Kutuplaşma herkes için çıkmaz sokaktır. İçine itildiğimiz fay yarıklarının en derin ve kökleşmişi: dindar-laik karşıtlığıdır.

Şiddet ve Duygu

Bu doğrultuda şu beş duygusal kuvvetten (kabile etkisinden) kendinizi soyutlamanız gerekmektedir:

1) Vertigo-Pirenin deve yapılması ve bunun insan düşüncesine egemen olması;

2) Tabular-sosyal yasaklar-toplumda kabul görmeyen eylem, düşünce ve duygular;

3) Yinelenen zorlayıcı (compulsion) davranış, örneğin Freud’un  realite (zevk peşinde ve acıdan kaçınma) ilkesine karşın kocasından şiddet gören kadının aynı evde yaşamaya devam etmesi;

4) Kutsal olana saldırı ve

5) Kimlik siyaseti-bazı siyasi amaç için kimliğin şekillendirilmesidir.3

Duygular ortaya çıktıkça farkına varmayı öğrenebilir ve ardından başkalarına ve kendi iyiliğimize karşı yıkıcı olan duyguları kesintiye uğratabilir ve düzenleyebiliriz. Bu duygu düzenleme, yalnızken ve başkalarıyla etkileşim sırasında duygularımızı ve davranışlarımızı tanıma, yönetme ve düzenleme becerisiyle ilgili olan duygusal zekanın özüdür. Çoğu kararlarımızın dayanağı duygularımızdır. Yalnız bu gerçeğin bilincinde değilizdir.

Bir gün içinde binlerce duygu deneyimlemekteyiz. Bu durum ülkeler içinde geçerlidir. Bir ülkenin duygusal seviyesi nedir? Ülke gençliğinin duygusal durumu nedir? Olumlu/olumsuz duygular oranlaması nedir? Bu duygular arasında stres önemli bir faktördür. İki tür stres vardır. İyi stres (pozitif çaba), bizleri motive eder; geliştirir, icraatımızı güçlendirir. Kötü stres ise (ufukta rahatlama olmayışı), fizik olarak bizi hasta eder, immune sistemini zayıflatır, performansımızı düşürür. Duygusal kontrol başarısız olduğunda, insanlar daha sonra pişman olacakları şeyleri söyler veya yaparlar ve duygularını kontrol altında tutabilmeyi dilerler. Bu süreçteki etkili faktör sosyal zekanın gelişmemiş olmasıdır.

Sosyal zeka, insanları rahat ve doğru biçimde anlama ve anlaşma, insanlarla doğru etkileşim kurma yeteneğidir. Diğer bir ifade ile, insanlar iletişim kurma, empati yapma, karşındakinin ruh haline göre davranma konularında oldukça ustaca davranışlar sergilerler. Sosyal zekası yüksek bireyler çözüm odaklı davranırlar, sorunlara karşı yapıcı davranış sergilerler.

Benzer kafadaki kişiler birbiriyle mutabık olma eğilimdedirler. Nitekim kişiler sosyal medyada kendileri ile aynı fikirde olanlarla görüşmektedirler.  Sorunun kaynağı belli bir konuda mutedil bir görüşe sahip olan kişi kendi görüşünde olan kişilerle iletişime girdiğinde kendi görüşü yoğunlaşmakta; keskin sosyal kutuplaşmalar oluşmaktadır. Benzer kafalı kişilere ekstreme yönelmektedir. Çözüm için şu üç şeye odaklanılmalıdır: 1) Uzman kişilere fazlaca rol verilmeli; yirmi yıllık bir uzman yanılabilirse de senden iyi biliyordur. Gerçekler ortaya çıktığında siyasi farklılık yadsınacaktır. 2) Kontrol ve dengelerin kutsanmalı; iktidarda olanların  kendileriyle aynı fikirde olmayanlarla konuşması; ifratlardan kaçınmasını ve yekdiğerinden öğrenecekleri olduğunu kanıtlayacaktır. Bu durum özel ilişkiler için de geçerlidir. 3) Müzakere içerikli görüşme anketi yapılmalı; telefonla ve anketle bilgi almak yerine farklı görüşteki insanların bir toplantıda  yer alarak konuları tartışmaları sonrası oylama yapılması yöntemi yeğlendiğinde fikirlerin değiştiğine tanık olunacaktır.

Özetle, başkalarını vasıta olarak kullanmak(scapegoat) bağlamında insanlar ender olarak bireysel varlık olarak işlev görmekte; daha çok kendileri ve ötekileri, grupların temsilcileri olarak “bizler” karşıtı “onlar” olarak görmektedirler. Farklılıklar ve şeytani karakteristikler dıştaki gruba yöneltilmekte; onların üyeleri şeytani özellikleri temsil etmek bakımından birbirlerine benzer konumda bulunmaktadırlar. Herkesin kendi grubu masum ve üstün olarak görülmektedir. Önyargılı algılama, damgalı karşıt gruba karşı ayrım ve zararı haklı görmektedir. Önyargı ve ayrım normatif olmaktadır. Bu bağlamda masum bir kişinin mahkumiyeti sosyal düzeninin korunması gereği düşünülmekte; öteki insanların öldürülmesi bir görev olarak  görülmekte; mağdurlar için olumsuz etkiler minimize edilmekte ve yanlış yorumlanmaktadır.

Şiddet, siyasi, ekonomik veya sosyal amaçları elde etmek için kullanıldığında kolektif nitelik kazanmaktadır. Şiddet grupları, devlet destekli militanlardan  yeraltı terör örgütleri ve şehir çetelerine kadar değişmektedir.  Kişilerin kolektif şiddete katılma döngüsünde grup kimliği (grupla özdeşleşme) şiddete başvuruyu motive etmekte ve şiddet olgusu gruba özdeşleşme derecesinde artış göstermektedir.

Kolektif şiddette ortaya çıkan soru, örgütteki bazı kişiler en ekstrem şiddet yöntemine başvururken ötekilerin neden pasif kalmalarıdır. Açıklamalar arasında öne çıkan, bu kişilerin  örgütle özdeşleşme derecesi yoğunluğu yanında kişisel yaşamında önemli görünme arzusudur. Araştırmalar da genelde şiddete başvuranların gelecekte az derece değil, fazlaca şiddete başvurma eğiliminde olduklarına işaret etmekte; şiddet şiddeti doğurmakta; duyarsızlaşma(desensitization) olgusuna tanık olunmaktadır.

Gruplar arasındaki önyargı/ihtilaf ve çatışmaları (kimlik krizini) azaltmanın en geçerli yöntemi ‘temas’ hipotezidir.  Bu hipotez son elli yıldır popüler bir strateji olarak belirmektedir. Yalnız bunun salt bir temas olmak yerine bazı koşulların süreçte yerine getirmesi gereklidir:  Grupların eşit statüde görülmesi, gruplar arası etkileşimde (rekabetten ziyade) işbirliği, üyeler arasında kişisel tanışmalar için fırsatlar ve otoritelerce temas durumu içinde ve dışında destekleyici normlar sağlanmasıdır.  Özetle, Aristotle’ın “yarar dostluğu bir model olarak alınarak “rekabetçi kişisel menfaat” ve “den fazlasını isteme sorunu”nu (pleonexnıia) giderici doğrultuda vatandaş davranışları geliştirilmelidir.

Genelde hiç bir siyasi karar herkesin menfaatine edemez. Bu bağlamda yoksun kalan gruba da sıranın geleceği mesajı verilmelidir. Yarar dostlukları ilişkileri tesis eder ve rekabeti azaltır; gücü paylaşmayı da öğretir. Grupların çatışan istemleri olabilirse de, karşılıklılık(reciprosite) arayış ve bilinci yerleştiğinde çatışma riski aşılabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde kollukça çatışma yönetiminde siyasi kültür müdahale biçiminde etkili olmaktadır. Uzlaşmaya yatkın İngiliz geleneğinin bir parçası olarak İngiltere polisi olaylara müdahaleden önce uzlaşma arayışına girmektedir. İtalyan, İspanyol ve Türk polisi protestocularla çatışma yaşayabiliyorlar.  Müdahaleler protesto gruplarına göre de ayrışmaktadır. Örneğin Sendikalar meşru ve dolayısıyla daha az tehlikeli görülürken, öğrenci yürüyüşleri gibi Avrupa’nın genelinde yayılmış toplumsal hareketler ise poliste tedirginlik yaratmaktadır. Bu tedirginlikte polisin önyargısı da etkili olmaktadır. Örneğin eylem için bir araya gelen grup, basın açıklamasından sonra dağılacak ve aslında karşı tarafa “zorluk” çıkarmayacaksa da, önyargıdan kaynaklı polis müdahale ihtiyacı hissedebiliyor. Öte yandan, polisin zaman zaman kullanabileceği bir taktik te, protestocuların reklam amaçlı bir araya geldikleri düşündüğü ve olay çıkmasını istemediği zamanlar, basının çağrılara bir iki kare fotoğraf çekmelerine olanak sağlamasıdır. Bu işe yarayan bir taktik olabiliyor.  

Özetle, toplum olumlu/olumsuz etkileriyle sağlıklı olabileceği gibi sağlık- sız da olabilir. Önemli olan bu iki işlevin dengeli olmasıdır. Sağlıklı toplum insanı sevme kapasitesini, yaratıcı olarak çalışmayı, aklını ve objektifliği geliştirmeyi ilerleten, insanın üretim gücüne dayalı kimlik duygusuna sahip olmaları hedeflenmektedir. Sağlıksız toplumda karşılıklı düşmanlık ve güvensizlik körüklenerek, insanları başkaları için kullanım ve istismar vasıtasına dönüştüren, insanları ötekilere tabi ve robotlaştıran bir yaklaşım sergilenmektedir.

Etiolojisi

Şiddete yönelten etmenler; namusu/şerefi koruma, ateşli silah taşıyanlardaki artış, para harcama hastalığına tutulan kişilerdeki doyumsuz kalan istekler; televizyonda şiddet gösterileri (şiddet kanalları), şiddete yönelenlerin karşı bir şiddetle karşılaşma korkusu taşımamaları; futbol fanatizmi, çeteler/ organize suçluluk, uyuşturucu madde tutkunluğu ile haksızlıklara/eşitsizliklere karşı toleransın azalması olarak görülmektedir. Aynı paralelde şiddetle eşitsizlik arasındaki ilişki de yavaş yavaş gün ışığına çıkmağa başlamakta ve bu ilişki bireysel boyutta olabileceği gibi yaygın bir nitelikte gösterebilmektedir. Bu bağlamda, şiddet belli bir aşamadan sonra aşağılanmayı yenecek/nötrleştirecek bir duygu olarak kendisini gösterebilmekte; haklı veya haksız nitelikteki şiddet eylemleri eşitsizliği giderici bir olgu olarak algılanmaktadır. Bu oluşumların altında yatan temel etmen, kötü bir kentleşme olgusudur. Bu kentlerdeki belirgin özellikler ise (en son Mart 2002 tarihinde İstanbul’daki Esenler olgusunda görüldüğü üzere) sırasıyla şunlardır:

- Üst üste yığılmış gecekonduların egemen olduğu kalabalık bir topluluk,

- Ailede şiddet uygulaması,

- Toplum dışı bırakılmışlık,

- Birbirine yabancılaşan topluluklar.

İki kutbun müstesna silahşorları “symbiosis” hayatı yaşıyorlar. Birbirlerinden geçiniyorlar. Biliyorlar ki, karşıdaki olmazsa, kendisi de olmaz. “Biz” ve “onlar” arasında algılanan farklılık son derece önemsiz ayrıntılara dayanabilir. Yalnız farklılığın büyüklüğü ile husumetin büyüklük derecesi de farklı olabilir. Kişiler çoğu kez grubun değer ve yargılarını kendi değer ve yargıları yerine geçirirler. Kişisel sorgulama ihtiyacı kaybolmakta ve kendi başına düşünmek gruba sadakatsizlik olarak da görülebilmektedir. Vicdan yoksunu olan grup tehlike saçmakta; grup kimliği kişisel ahlaki sorgulamaya üstün gelmektedir. Kutuplaşma herkes için çıkmaz sokaktır. İçine itildiğimiz fay yarıklarının en derin ve kökleşmişi: dindar-laik karşıtlığıdır.

“Gökkuşağı yapmak yerine, birbirimizi boyamaya kalkmak delice değil mi?” Muammer Aksoy.
Tartışma politize olunca, polarize olması (kutuplaşması) kaçınılmaz olmaktadır Buna üç(P) illeti denilmektedir: Politize, polarize ve paralize. Çıkarım, kutuplaşma herkes için çıkmaz sokaktır.

Benzer kafadaki kişiler birbiriyle mutabık olma eğilimdedirler. Nitekim kişiler sosyal medyada kendileri ile aynı fikirde olanlarla görüşmektedirler.  Sorunun kaynağı belli bir konuda mutedil bir görüşe sahip olan kişi kendi görüşünde olan kişilerle iletişime girdiğinde kendi görüşü yoğunlaşmakta; keskin sosyal kutuplaşmalar oluşmaktadır. Benzer kafalı kişilere ekstreme yönelmektedir. Çözüm için şu üç şeye odaklanılmalıdır: 1) Uzman kişilere fazlaca rol verilmeli; yirmi yıllık bir uzman yanılabilirse de senden iyi biliyordur. Gerçekler ortaya çıktığında siyasi farklılık yadsınacaktır. 2) Kontrol ve dengelerin kutsanmalı; iktidarda olanların kendileriyle aynı fikirde olmayanlarla konuşması; ifratlardan kaçınmasını ve yekdiğerinden öğrenecekleri olduğunu kanıtlayacaktır. Bu durum özel ilişkiler için de geçerlidir. 3) Müzakere içerikli görüşme anketi yapılmalı; telefonla ve anketle bilgi almak yerine farklı görüşteki insanların bir toplantıda  yer alarak konuları tartışmaları sonrası oylama yapılması yöntemi yeğlendiğinde fikirlerin değiştiğine tanık olunacaktır.

Bu bağlamda aşırı kalabalık nüfus ve şiddet arasındaki ilişki göz ardı edilmemelidir. Yukarda değinildiği üzere, barınma yoğunluğunun belirli bir düzeyi aştığı durumlarda saldırgan davranışların ve suç işleme eğilimlerinin arttığı görülmektedir.  Aynı bulgu, “adam öldürme sanatını teşvik etmek istiyorsanız, iki kişiyi bir ay süreyle dar bir odada kapalı bırakmak yeterde artar bile” (O’Henry) görüşünün mal edildiği cezaevi ortamı için de geçerliliğini korumaktadır.

Araştırmalar, yukarda belirtildiği gibi, saldırgan davranışın kökeninde yatar gözüken bir şiddet alt–kültürü ile suçlu çocuklara özgü çeşitli alt kültürlerin belirlenmesi (Wolfgang, Ferracuti) imkânını verdi.  Ülkemizin çeşitli yörelerinde bu alt kültürü belirleyen şu tümceler şiddetin ne derece normatif bir davranış olduğunu vurgulamaktadır:

-Kan davası;

-Namus/töre cinayetleri;

-Kanı yerde kalmaz;

-Bunu kan temizler;

-Kaleminden kan damlıyor;

-Kanının son damlasına kadar.

Şiddetin şiddeti çağrıştırdığı toplumsal yaşamda kanıtlanmış; sosyo-kültürel nedenlerle oluşan kural çiğneme histerisinde etkili olduğu görülmüştür.  Şiddet gösterisiyle (ekran ve haberler ile roman, hikaye türlerinde) bireylerin etkilenme ve eyleme yönelmeleri arasında nedensellik ilişkisi kesin değilse de, fantezi dünyası oldukça yüklü, şiddet ve saldırgan eğilimli olanların tahrik olma olasılığının oldukça yüksek olacağı göz ardı edilmemelidir.

Tüm bu faktörlere karşın kaynak sorunun “bizleri rahatsız eden olaylar değil, onları görüş biçimimiz/tepkimiz” olduğunu görememektir. İradeniz dışında zarar görebilirseniz ama iradeniz dışında incinemezsiniz. İncinmeyi yadsıyarak kişi iç huzurunu, her şeyde incinecek bir yan arayarak kaygısını en üst seviyeye çıkarabilir. Bu güçlü bir ayrımdır. İşte incinme algısındaki paranoya, farklı bir görüş ve herhangi bir küçümseme belirtisi gibi ufak şeyler kişileri şiddete yöneltmektedir-kan davası.

Toplumlar, kendi “yerleşik doğrularını” küçük yaşlarda çocuklarının zihinlerine yerleştirerek sorunlu zihniyet ve algı kalıpları yaratmaktadır. İşte asıl mücadele zihniyetle olanıdır.

Umut Vakfı

Kan davasının ne derece basit bir nedenle oluştuğunu belgelemek üzere 500 kadar kan davalısını barıştırarak kurumlaşan Diyarbakır’ın Lice eşrafından Sait Şanlı’yı küçük yaşta ilçeyi terk etmelerine neden olan olayı kendisinden aktaralım: “Bizim bir ineğimiz, komşunun arazisine girmiş. Komşumuz tutup ineğin kuyruğunu kesmiş. Amcam hakaret saymış ve silahını çekmiş. Bunun yüzünden ömrümüz yokluk, ölüm korkusu ve sıkıntıyla geçti.” 4

Kolektif bir olguyu ifade eden kan davası koruyucu bir şemsiye altındaki bireylerin dayanışmasıdır. Üyelerden birisinin davranışından tüm bir grubun ortaklaşa sorumlu hissetmesi ve olmasını; ve kayba uğrayan bir grubun tüm üyelerinin bu kaybın öcünü karşı gruptan alma görevini ortaklaşa üstlenmelerini ifade etmektedir.  Kan davasında genelde failin öldürülmesi yerine en az korunan üyenin öldürülmesi yeğlenmektedir-kolektif sorumluluk.  Önemli olan öcün nasıl alınacağı değil; yalnızca alınması ve herkesin katkısı ile alınmasıdır. Genelde, ağır cezalardan kaçınmak üzere, çocukların katkısı yeğlenmektedir. Katkıda bulunmayanlar ise dışlanmaktadırlar. Öte yandan hasımlı olacak kişilerin taraftarlarını tahrik edici şekilde sorumsuzca davranışlara karşı uyarmaları gerekmektedir. İşte modern zamanlarda bireysel sorumluluğun adil olduğu yönündeki idea ağırlık kazanmasına karşın eski zamanlardan kalma kolektif sorumluluğa dayanan kan davası adil bir kurum olarak varlığını sürdürmektedir.

Tüm bu faktörlere karşın kaynak sorunun “bizleri rahatsız eden olaylar değil, onları görüş biçimimiz/ tepkimiz” olduğunu görememektir. İradeniz dışında zarar görebilirseniz ama iradeniz dışında incinemezsiniz. İncinmeyi yadsıyarak kişi iç huzurunu, her şeyde incinecek bir yan arayarak kaygısını en üst seviyeye çıkarabilir. Bu güçlü bir ayrımdır. İşte incinme algısındaki paranoya, farklı bir görüş ve herhangi bir küçümseme belirtisi gibi ufak şeyler kişileri şiddete yöneltmektedir.

Şiddet olgusu çeşitli olduğu kadar değişken ve göreceli bir nitelik de göstermektedir. Bireysel şiddet, failin başka bir kişinin fiziki veya moral bütünlüğüne zarar verme amacına yönelik duygusal dışa vurma eylemidir. Bu eylem bazen gruplardan da kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda, organize suç örgütleri/ teröristlerin ekonomik suçlar yanında yıldırma amacıyla müessir fiil ve adam öldürme suçlarını işledikleri görülmektedir. İşte, şiddet bazen belirli bir amaca yönelik bir vasıta iken bazen de rastgele oluşan ve faillerine bireysel doyum sağlama ötesinde bir özellik taşımayan eylem veya eylemler serisi olmaktadır. Şiddet her zaman kendisini belirli bir eylem olarak ta göstermez; şiddeti içeren durum ve anlar da vardır. Şiddet eylemleri aniden oluştuğu gibi uzunca bir hazırlık ve planlama sonucu da ortaya çıkabilmektedir.

Bir diğer açıdan, şiddet gösterisi genelde kınanmakta ise de, göz yumulan /kabul gören şiddet eylemlerine de tanık olunmaktadır. Bu doğrultudaki başlıca örnekler, aile bireylerine fena muamele ve şiddet, sportif faaliyetler (boks, futbol, güreş) ile haklı savunudur. İşte şiddet bu görünümü ile, karmaşık bir olguyu ifade etmektedir. Bu deyim zaman zaman güç ve saldırganlıkla karıştırılmakta ise de,şiddet yalnızca ne güç ve ne de saldırganlığın dışa vuruluşudur. Aslında, kişiyi topluma ve kişileri birbirilerine bağlayan veya zıtlaştıran ilişkilerin özüne yerleşik, bir antitez ve zıtlık olarak algılanmalıdır. Kuşkusuz, toplumda süregelen şiddet eylemleri genel güvensizlik duygusunu da etkilemektedir. Toplumda güvensizlik duygusunu oluşturan başlıca öğeler; korku, endişe, hayal kırıklığı ve kolektif korku/endişe olup, bu duygu toplumda periyodik olarak belirdiği gibi yeniden de ortaya çıkabilmektedir.5

Şiddetin anatomisi    sunumunu ahlaki görüşlere özgü bir senaryo (Dekovil Problemi) ile sonlandırmak istiyorum: Beş kişinin çalıştığı bir  demir yolunda ilerleyen dekovili köprünün üstünde seyreden bir kişi olarak, beş kişinin ölümünü önlemek üzere yanında duran şişman bir insanı rayların üzerine iterek dekovilin ona çarparak ölümüne sebebiyet verirken beş kişiyi kurtarmak  ister misiniz?6

--------------

1 Z. Kızmaz. Şiddetin Sosyo-Kültürel Kaynakları Üzerine Sosyolojik Bir Yaklaşım. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16(2), 2006, ss.247-267:“Ülkemizde  gerçekleşen  çoğu şiddet  eylemlerinin  temelinde  bireylerin  kültürel  algılama biçiminden   kaynaklanan;   “şeref”,   “namus”   ve   “erkeklik”   gibi   olguların   olduğu söylenebilir.  Günümüzde  daha  çok  kentlerde  yoğunluk  kazanan şiddet  olaylarının  nedenlerine  bakıldığında;  göç,  çarpık  kentleşme,  alkolizm,  madde bağımlılığı,  aile  parçalanması,  yoksulluk,  eşitsizlik,  başıboşluk,  çete  oluşumları,  kimlik arayışları,  kitle  iletim  araçlarının  etkisi,  ataerkil  yapı/erkeklik  rolleri,  namus  ve    prestije ilişkin  tanımlamalar,  başarısızlık,  bastırılmışlık  veya  engellenmişlik  gibi  çok  sayıda faktör   dikkat   çekmektedir.”

2 Kamuoyunun belleğinde yer eden 6-7 Eylül 1955 olayları, Aralık 1978 Maraş katliamı, Temmuz 1980 Çorum olayları ve 2 Temmuz 1993 Sivas katliamı bu türdendir. Ayrıca bkz. S. Ergin “DDK Madımak Raporu-Yoksa katliamdan biz de sorumluyuz?” Hürriyet (22/07/2014) s.18. Araştırmalar, sorunun etnik/mezhep farklılıklarından olmayıp, hükümetlerin tüm grupları tarafsız bir yaklaşımla aynı çatı altında toplayamamasından kaynaklandığını göstermektedir. Bölünmüş bir toplum pek iyi işlemeyeceğinden daha az bölünmüş bir toplum olma ihtiyacımız var. “Kamplaşma tırmanıyor” Cumhuriyet (22/12/2017),s.6: Araştırma sonuçlarına göre, toplumdaki kutuplaşma, gençler arasında da kendini gösteriyor. “Sosyal mesafe” yükselirken, öteki gruplarla “temas” istenmiyor. Ayrıca bkz. T. Demirbaş. “Şiddet Suçlarına Genel Bir Bakış” Ankara Üniv. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4) 2016: 3345-3353.  “Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”, TBMM, (Mart 2022). M.T. Yücel. Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi, TBB, Ankara.

3 Bkz. Daniel L. Shapiro. Negotiating  the Nonnegotiable, Penguen Ses, 2016.

4Ayrıca bkz. Z.Bilgehan. “Keko Hikmet’in Sulh Mesaisi” Hürriyet(26/08/2018), s.12. Türkiye’de şiddet/kan davası sosyolojisi için bkz. Ş. Mardin. Bütün Eserler 9 Türk Modernleşmesi MAKALELER 4 İletişim 12. Bası İst., 2003. ss.251-289; A. Ünsal. Kan Davası YKY, 1995. 

5 M.T. Yücel. Kriminoloji, 2023, Ank. “İnsan Hakları Şiddetle Sivil Mücadele Bilinci Güçlendirici Saha Aktörleri Yetiştirme Projesi (2021-2030). Türkiye’nin Az Gelişmiş Bölgelerindeki (Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Doğu  Karadeniz Bölgeleri) Kadın ve Kadın STK’larının  Güçlendirilmesi Projesi Hazırlayan:Ayşe Sargın 2010- 2012. Çocuklarınızın zamanla şiddete karşı daha duyarsızlaşmasına izin verirseniz, başkalarına karşı empatilerini kaybedebilirler. Televizyonda gördükleri şiddet onları gerçek insan acısı ve ıstırabına karşı duyarsızlaştırır ve eğlence ile gerçek arasında ayrım yapmakta güçlük çeker, genellikle kötü adamı romantikleştirme eğilimi geliştirirler (Yazarın notudur).

6 Bkz. M.T.Yücel. Hukuk Felsefesi, 5. Bası, 2023, ss.148-149.