Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir.

İlgili Kararlar:

♦ (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014)
♦ (Feride Kaya, B. No: 2013/2365, 20/1/2016)
♦ (Metin Boran, B. No: 2014/16430, 1/2/2017)
♦ (Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018)
♦ (Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12/6/2018)
♦ (Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019)
♦ (G.Y., B. No: 2016/1669, 15/1/2020)
♦ (Feride Kaya (2), B. No: 2016/13985, 9/6/2020)
♦ (Gökhan Gündüz (2), B. No: 2017/39507, 3/11/2020)
♦ (Hatun Horuz ve Zemci Horuz, B. No: 2017/17723, 3/11/2020)
♦ (Bülent Barmaksız (2), B. No: 2018/1562, 15/12/2020)
♦ (Alp Altınörs, B. No: 2018/2790, 25/2/2021)
♦ (Ahmet Aşık, B. No: 2017/27330, 26/5/2021)
♦ (Mehmet Ali Oğuz, B. No: 2017/36977, 8/6/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEZMİ DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/293)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

R.G. Tarih-Sayı: 22/10/2014-29153

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

Cezmi DEMİR

 

 

Ertan DAĞABAKAN

 

 

Hicrettin DAĞABAKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, telefon teli hırsızlığı şüphesi ile 3/11/2001 – 6/11/2001 tarihleri arasında Hamur İlçe Jandarma Komutanlığında gözaltında bulundukları süre içinde kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını, gerek bu eylemleri gerçekleştiren Jandarma personeli gerekse muayene edildikleri hastanelerde, işlenen suçu gizlemek amacıyla, yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet kapsamında başlatılan soruşturma ve kovuşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, bir kısım sanıkların beraat ettiğini, bir sanık hakkındaki davanın zamanaşımına uğradığını ve yargılamanın 11 yıldan fazla sürdüğünü belirterek, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular, 3/1/2013 tarihinde Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 ve 25/2/2014 tarihlerinde, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucuların yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/4/2014 tarihinde, 2013/294 ve 2013/545 numaralı dosyaların 2013/293 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculardan Hicrettin ve Ertan Dağabakan’a 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular tarafından herhangi bir karşı görüş Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvuruculara İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

9. Başvurucular, Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde bulunan Türk Telekom’a ait bakır tellerin kesilerek çalındığı ihbarı üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 3/11/2001 tarihinde yapılan operasyon sonucunda, saat 22.30 sularında olay bölgesinde yakalanmışlardır.

10. Başvuruculardan Ertan Dağabakan 1985 doğumlu olup, iddia edilen olayın meydana geldiği tarihte 16 yaşında iken, diğer iki başvurucu 18 yaşından büyüktüler.

11. Başvurucular, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile 3/11/2001 ila 6/11/2001 tarihleri arasında toplam üç gün Jandarma Merkez Karakol Komutanlığında gözaltında tutulmuşlardır.

12. Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2001 tarihinde başvurucuların ifadeleri alınarak, tutuklama talebiyle Hamur Sulh Ceza Mahkemesine sevkleri gerçekleştirilmiş ve anılan Mahkemenin 6/11/2001 tarih ve 2001/29 müteferrik sayılı kararıyla başvurucular “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve hırsızlık” suçlarından tutuklanarak Ağrı Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmişlerdir. Başvurucular, aynı Mahkemenin 6/12/2001 tarihli kararıyla tahliye olmuşlardır.

13. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, anılan Savcılığın 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” ve “hırsızlık” suçları tefrik edilerek, başvurucular hakkında Hamur ilçesinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden, Ağrı ili sınırları içinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/311 sayılı dosya üzerinden, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçu Hz.2001/315 sayılı dosya üzerinden soruşturulmaya devam edilmiştir.

14. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak iddiasına ilişkin olarak Hz.2001/315 sayılı soruşturma dosyası 20/12/2001 tarih ve 2001/13 sayılı Fezleke ile, Hamur ilçesi sınırları dışında meydana gelen hırsızlık suçuyla ilgili olan Hz.2001/311 sayılı dosya ise yetkisizlikle Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

15. Bunun üzerine başvurucular hakkında, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 28/12/2001 tarih ve 2001/709 numaralı iddianamesi ile “hırsızlık” suçundan kamu davası açılmış ve Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 28/2/2002 tarih ve E.2001/799, K.2002/87 sayılı kararı ile “müsnet suçu işlediğine dair Jandarmadaki ifadesinden başka delil olmadığı, bu ifadenin de işkence altında alındığının iddia edildiği, işkence şüphelerinin bulunduğu bir ortamda yapılan sorgudaki ikrarın da tek başına delil kabul edilemeyeceği” gerekçesi ile başvurucular beraat etmiş ve bu karar temyiz edilmeyerek 8/3/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Ayrıca, başvurucular hakkında Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 31/1/2002 tarih ve 2002/8 numaralı iddianamesi ile de “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 2/4/2002 tarih ve E.2002/20, K.2002/56 sayılı kararı ile başvurucuların “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraatlarına karar verilmiş olup, bu karar da temyiz edilmeyerek 10/4/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

17. Başvurucular hakkında Hamur ilçe sınırları içerisinde işlendiği iddia edilen ve 2001/306 hazırlık numarası üzerinde yürütülen hırsızlık suçu ile ilgili de Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/12/2001 tarihinde Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve Mahkemenin E.2001/88 numarası üzerinden yargılamaları yürütülmüştür.

2. Başvurucuların Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucuların Kötü Muamele İddiaları

18. Başvurucular Ertan Dağabakan ile Cezmi Demir 5/11/2001 tarihinde avukatları olmaksızın Jandarmada, görevli Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. huzurunda vermiş oldukları ifadelerinde, Telekoma’a ait direklerdeki kabloları kesmek amacıyla olay yerinde bulunduklarını, Jandarma aracını görünce saklandıklarını, ancak suç konusu eşyalar ile birlikte yakalandıklarını, daha önceden de birkaç benzer suç işlediklerini kabul ederlerken, başvurucu Hicrettin Dağabakan, bir şahsın ücret karşılığında pancar taşıtma istemi üzerine olay bölgesine gittiklerini, ancak bu kişi ve olay yerinde bulunan iki arkadaşının telleri traktör römorkuna yüklediklerini görünce bunu kabul etmeyip indirttiğini, bu sırada Jandarmanın geldiğini görünce daha önceden tanımadığı sadece iş amaçlı anlaştıkları diğer üç şahsın kaçtığını, kendilerinin ise kaçmayarak yakalandıklarını söylemiştir.

19. Başvurucular H. Dağabakan ve C. Demir 6/11/2001 tarihinde Savcılıkta verdikleri ifadelerinde, tanımadıkları bir kişi ile yaptıkları anlaşma üzerine pancar taşımak amacıyla olay yerine gittiklerini, söz konusu yerde başka şahısları da gördüklerini, bu sırada Jandarma gelince diğer şahısların kaçtıklarını, kendilerinin yakalandığını, atılı suçu işlemediklerini belirtmişlerken, başvurucu E. Dağabakan suçu kabul etmiş, ayrıca başvurucu Cezmi Demir işkence gördüğü için Jandarmada ikrarda bulunduğunu söylemiştir. Yine üç başvurucu da, gözaltında iken devamlı surette kötü muamele gördüklerini, söz konusu suç ile birlikte başka olayları da kabul etmek için cop, tekme ve yumrukla vücutlarının değişik yerlerinden darp edildiklerini, gözlerinin bağlandığını, sinkaflı sözlerle hakarete maruz kaldıklarını, başlarından soğuk su döküldüğünü, bu nedenle görevlilerden şikâyetçi olduklarını ifade etmişlerdir. Bu iddia üzerine Savcılık aynı gün soruşturmaya başlamış ve başvurucuları yeniden raporlarını aldırmak üzere Sağlık Ocağına sevk etmiştir. Görevli Doktor G. Ö., başvurucularda herhangi bir darp ve cebir izinin bulunmadığı yönünden rapor düzenlemiştir.

20. Üç başvurucu, 6/11/2001 tarihli sorgularında ise suçu kabul etmeyerek, Jandarmadaki ifadelerinin kötü muamele altında alındığını, elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiklerini, korktukları için ikrarda bulunduklarını söylemişlerdir. Başvurucu E. Dağabakan, Savcılıktan sonra yeniden Karakola götürülecekleri ve tekrar baskı görebileceği endişesi ile Savcılıkta da suçu kabul ettiğini belirtmiştir. Başvurucular aynı gün tutuklanmışlardır.

21. Başvurucular Ağır Ceza Mahkemesindeki benzer şikâyetlerinde de özetle, yüklenen suçu kabul etmek için gözaltında iken gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde ayrı ayrı gece boyunca bekletildiklerini, kendilerini donmuş vaziyette hissettiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, sopa ile değişik yerlerinden darp edildiklerini, saçlarından tutulup yerde sürüklendiklerini, İ. Ö. tarafından bazen gözlerinin açılarak adam oldunuz mu şeklindeki sorusuna muhatap olduklarını, tuvalet ihtiyaçlarını bile karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, cop sokmaya kalkışıldığını, üç gün aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditlere maruz kaldıklarını, daha çok bu eylemleri Karakol Komutanı İ. Ö.’nün yaptığını, H. A.’nın da yanında olduğunu, Hamur Sağlık Ocağında doktorun kendileri üzerinde bir muayene yapmadan rapor düzenlediğini, Ağrı Devlet Hastanesinde kendileri için düzenlenen raporu sanık İ. Ö.’nün okuduktan sonra sinirlenerek yeniden içeri girdiğini, bir buçuk saat beklediklerini, daha sonra sanık İ. Ö.’nün gelerek ilçeye geri döndüklerini, gözaltı süresince sürekli işkenceye maruz kalmaları nedeniyle sanıklardan şikâyetçi olduklarını beyan ederek davada katılan sıfatıyla yer almışlardır.

b. Başvurucuların İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

22. Başvurucuların gözaltına alındıkları 3/11/2001 tarihinde, Hamur Sağlık Ocağı’nda yapılan sağlık kontrolü sonrasında haklarında düzenlenen aynı içerikli raporlarda “yapılan muayenesi sonucu herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, gözaltına alınmasında sakınca olmadığı” tespitine yer verilmiştir.

23. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde, saat 08.30 sıralarında gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce, Hamur Sağlık Ocağı’nda sağlık kontrolünden geçirilmiş olup, anılan Sağlık Ocağı doktorlarından G. Ö. tarafından düzenlenen 6/11/2001 tarihli ilk raporda, üç başvurucu hakkında “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir.

24. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında iken kötü muameleye maruz kaldıklarını” belirtmeleri üzerine, yeniden aynı Sağlık Ocağı ve aynı Doktordan alınan 6/11/2001 tarihli ikinci raporda da benzer saptamada bulunulmuştur.

25. Başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcılığına hitaben yazdığı 7/11/2001 tarihli dilekçede, “müvekkillerinin gözaltında kaldıkları süre içerisinde görevlilerce işkence yapıldığını, işkence izlerinin halen vücutlarında mevcut olduğunu ve müvekkilleri ile cezaevinde yaptıkları görüşme sırasında kendisinin de bizzat izleri gözlemlediğini, karakolda görevli bulunan komutanlardan birisinin eşinin, adı geçen sağlık ocağında çalışıyor olması nedeniyle, gerçeğe aykırı rapor tanzim edildiğini” belirterek, müvekkillerinin yeniden hastaneye sevk edilip doktor raporu aldırılmasını talep etmiştir.

26. Bu talep üzerine başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunduğu iddia edilen karakol komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. ile diğer görevliler gözetiminde tutuklu oldukları cezaevinden alınarak 7/11/2001 tarihinde sağlık kontrolü için Ağrı Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve hastane doktorlarından Y. İ. ve Y. O. tarafından saat 18.40’da yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen 7/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen, sırtta sağ üstte yaygın hematom olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen sol bacakta arkada kızarıklık, sağ bacak iç kısmında kızarıklık, sağ alt kadron batında kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp ve cebir izine rastlanılmadığı, hayati tehlike, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak da “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu tahmin edilen, sağ üst kolda hematom, batında ciltte kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ifadelerine yer verilmiştir.

27. Ancak başvurucuların avukatının 9/11/2001 tarihli dilekçesi ile “7/11/2001 tarihli raporun gerçeği yansıtmadığını, Doktor Y. İ.’nin Jandarma güvenlik güçlerinin baskısı altında söz konusu raporu tanzim ettiğini” iddia ederek Savcılığa itirazda bulunması üzerine, Cumhuriyet Savcısı, başvurucuların yeniden sağlık kontrolünden geçirilmeleri için Ağrı Devlet Hastanesine sevklerini sağlamıştır.

28. Başvurucuların bu kez Ağrı Devlet Hastanesi uzman doktorları tarafından muayene edilmeleri sonucunda düzenlenen 12/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “sağ skapula üzerinde yaklaşık 5x6 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz ve hassasiyet mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 3 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “sağ ve sol bacak önyüzde 1x1 cm’lik yeşilimtrak ekimoz, sol ön kol ön yüzde ve sol kol ön yüzde 4x5 cm’lik iki adet yeşilimtrak ekimoz, siternum üzerinde 1x2 cm’lik, sağ omuz ön yüzde2x3 cm’lik, sağ kol ön yüzde 2 cm’lik, sağ lomber bölgede 5x3 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz mevcut olduğu, hayati tehlikeye maruz kalmadığı, 5 gün iş ve güç kaybına uğradığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak “sağ McBurney noktasında 1x2 cm’lik krutlu yara, sağ kol ön yüzünde 2 x2 cm’lik bölgede yeşilimtrak ekimoz mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 1 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur” tespiti yapılmıştır.

29. Adı geçen doktorlar (§ 32, 33; G. Ö., Y. İ., Y. O.) hakkında açılan dava sonrasında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin 5/6/2002 tarihli yazısı ile başvurucular hakkında düzenlenen 6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihli raporlar arasındaki farklılığın değerlendirilmesinin istenilmesi üzerine, Adli Tıp Kurumunun 12/7/2002 tarihli yazısı ile başvuruculara ilişkin raporlar açısından aynı ve özetle “12/11/2001 tarihli rapordaki bulguların künt travmatik bir etkenle meydana geldiği, bu bulguların 7/11/2001 tarihli rapordaki lezyonlarla aynı lezyonlar olduğu, bu durumun son rapor tarihinden önceki 7 ila 12 günlük bir zaman dilimi içinde meydana gelmiş olduğu” hususları belirtilmiştir.

30. Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 2/1/2006 tarihli raporda da, başvurucu Cezmi Demir yönünden her ne kadar 7/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde sırtta sağ üste yaygın hemotom bulunduğu belirtilmiş ise de 5 gün sonra 12/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde aynı bölgede yeşilimtırak ekimoz bulunduğu belirtildiğinden söz konusu lezyonun hemotom değil ekimoz olması gerekeceği, vücutta künt travma sonucu oluşan ekimozların renk değişimleri göstererek iyileştikleri, ancak bu renk değişimlerinin travmanın şiddetine uygulandığı cisim veya cisimlerin özelliğine, vücut bölgesine, yaş cinsiyet, fiziyolojik özelliklere göre farklılıklar gösterdiği bilindiğinden sadece ekimozdaki renk değişikliği ile ekimozun ne zaman oluştuğunun tespit edilmesinin tıbben mümkün olmadığı, ekimozların iyileşme süreci içinde çevrelerinde ve orta kısımlarında farklı renkler görülebileceği, kırmızı, mor, pembe, yeşil, sarı ve mavi gibi iyileşme sürecinde görülen renklerin bir kısmının bir arada olabileceği veya bunlar arasında kalan renklerin de görülebileceği ve bu ara renkler tarif edilirken yeşilimtırak, sarımtırak gibi kesin bir rengi belirtmeyen ifadelerin de kullanıldığı göz önüne alındığında 12/11/2001 tarihinde yeşilimtırak olarak tarif edilen ekimoza neden olan travmanın bu tarihten geriye doğru 5 ila 15 günlük bir zaman dilimi içerisinde meydana gelmiş olmasının mümkün olduğu, kesin bir tarih belirlemenin mümkün olmadığı belirtilmiş, diğer başvurucular için ayrı ayrı düzenlenen raporlarda da aynı hususlara işaret edilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Sonucu Açılan Davalar

31. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak kötü muameleye maruz kaldıklarını ve bu nedenle Jandarma görevlilerinden şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün, 2001/306 numarasına kayıtlı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır.

32. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, anılan raporlar arasındaki çelişkiler üzerine, başvurucuların gözaltından çıkarıldıkları tarihte sağlık kontrolünü yapan ve başvurucular hakkında “herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığı” şeklinde ilk raporları tanzim eden Doktor G. Ö. hakkında, 5/12/2001 tarih ve 2001/71 numaralı iddianameyle, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354/4,5 maddesi uyarınca “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilerek, anılan mahkemenin E.2004/419 numarası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur.

33. Ayrıca, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, Doktor G. Ö. hakkında açılan dava dışında, 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” ve “efrada sui muamele” suçları da tefrik edilerek, “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan Ağrı Devlet Hastanesi doktorlarından Y.İ. ve Y. O. hakkında yürütülen Hz.2001/314 sayılı dosya, 7/12/2001 gün ve 2001/11 sayılı yetkisizlik kararı ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup, bahsi geçen Savcılığın 4/2/2002 tarih ve 2002/77 numarasına kayıtlı iddianamesi ile adı geçenler hakkında mülga 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin E.2002/86 numarasına kaydedilmiştir.

34. Diğer taraftan, 26/3/2002 tarih ve 2002/192 sayılı iddianame ile de Hamur İlçe Jandarma Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında,işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı adli rapor tanzim ettirmeye azmettirmek” suçundan 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve E.2002/213 numarasına kaydı sağlanmıştır.

35. Mahkemece, 27/3/2002 tarihinde aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan bahisle, yukarıda bahsi geçen E.2002/213 numaralı davanın E.2002/86 sayılı davada birleştirilmesine karar verilmiştir.

36. Öte yandan, başvurucuların gözaltında bulundukları süre içinde kendilerine işkence ve kötü muamelede bulunduklarını iddia ettikleri Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında Hz.2001/312 numara üzerinde yürütülen soruşturma dosyası, eylemin ağır ceza mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2001 tarihli Fezlekesi ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

37. Bunun üzerine, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28/12/2001 tarih ve 2001/81 sayılı iddianamesi ile Jandarma Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında 765 sayılı Kanun’un 243/1. maddesi uyarınca “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.

 ii. Sanık ve Tanık Anlatımları

38. Sanıklardan İ. Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifade ve savunmasında özetle; “karakol komutanı olduğunu, hırsızlık ihbarı üzerine talimat vererek gönderdiği jandarma görevlilerinin olay bölgesinde başvurucuları yakalayarak karakola getirdiklerini, üç günlük gözaltı sürecinde kendisinin bizzat ifade aldığını, ifade alımı sırasında yanında yardımcısı astsubay H.A.’nın da olduğunu, gözaltı çıkışını müteakip kötü muamele iddiaları üzerine yardımcısı ile birlikte şüphelileri Ağrı Devlet Hastanesine götürdüklerini, düzenlenen raporların ilk önce açık bir şekilde kendisine teslim edilmesi üzerine yeniden doktor ile görüşerek kapalı bir zarf içine koyduklarını, bu süreçte adı geçen doktorlara bir baskısının söz konusu olmadığını, herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını” belirtmiş, sanık H. A. da benzer anlatımla suçu kabul etmemiştir. Aynı şekilde sanık G. Ö. de bir baskı altında kalmaksızın başvurucuları muayene edip raporları düzenlediğini, yüklenen suçu işlemediğini savunmuştur.

39. Sanık Y. O. savunmasında özetle; “olay günü Ağrı Devlet hastanesinde nöbetçi doktor olarak görev yaptığını, Doktor Y.’nin ise aktif nöbetçi olduğunu, mağdurların muayene için getirildiklerini, Doktor Y. tarafından muayenelerinin yapıldığını, Doktor Y.’nin tam bir fikir sahibi olamaması nedeni ile bir de kendisinin muayene etmesini istediğini, mağdurları tamamen soyduklarını, mağdurlarda darp, cebir izi olduğunu ancak tam bir kanaatin oluşmadığını düşündüklerini, daha sonra bu izlerin 8-12 saat içerisinde oluştuğuna dair rapor tanzim ettiklerini, kanaatlerinin o şekilde olduğunu, darp, cebir izinin mağdurların neresinde olduğunu hatırlamadığını, raporları İ. Ö.’ye teslim ettiğini” beyan etmiştir.

40. Sanık Y. İ. savunmasında özetle; “Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, mağdurları muayene ettiğini, lezyonlara baktığında tereddüde düşmesi üzerine Doktor Y. O.’yu çağırdığını, tek tek Y. O. ile birlikte muayene ettiklerini, raporları düzenleyerek, zarf içinde hatırlayamadığı bir görevliye verdiklerini” belirtmiştir.

41. Tanık N. Ö. beyanında; “suç tarihinde Hamur Sağlık Ocağı’nda hemşire olarak görev yaptığını, sanıklardan İ. Ö.’nün eşi olduğunu, olay günü poliklinik hemşiresi olarak görevli iken saat 16.00 sularında jandarmanın mağdurları muayene için getirdiklerini, mağdurların tek tek soyularak muayene edildiklerini ve vücutlarında darp, cebir izi bulunmadığına dair rapor tanzim edildiğini, muayene esnasında jandarma komutanlarının içeriye alınmadığını, mağdurların her hangi bir şikâyet ileri sürmediklerini, ancak mağdurlardan birinin başının ağırdığını söylediğini, muayene esnasında her hangi bir yerden telefon gelmediğini” söylemiştir.

42. Tanık S. S. anlatımında; “olay tarihinde icapçı hekim olarak Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, Başhekimin kendisini aradığını resmi bir yazının olduğunu söylediğini, bunun üzerine acil servise gittiğini, mağdurları tamamen soyduğunu, mağdurları tek tek muayene ettiğini, mağdurlara ait her üç raporda belirtilen yaraların yaklaşık bir hafta on günlük iyileşmekte olan yaralar olduğunu, muhtemelen künt bir alet ile veya cisimle oluşmuş olabilecek yaralar olduğunu, şahısların muayenelerinde vücutlarında künt travmaya bağlı morluklar ve ekimozlar bulunduğunu, 12/11/2001 tarihli raporunun içeriğinin doğru olduğunu” ifade etmiştir.

43. Tanık Ş. Ö. beyanında; “12/11/2001 tarihinde Ağrı C. Başsavcılığının yazılı talebi üzerine gelen üç şahsın muayenelerini yaptıklarını, her üç şahsın da vücutlarının çeşitli bölgelerinde meydana gelen yaraların yaklaşık bir hafta, on günlük iyileşmeye yüz tutmuş yaralar olduğunu, yaraların künt travmaya bağlı meydana gelen yaralar olup vücutlarında yeşilimtırak iyileşmeye başlamış morluklar ve ekimozlar bulunduğunu” belirtmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

44. Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin E.2002/86 sayılı dosyasında yapılan yargılama neticesinde, anılan Mahkemenin 9/10/2002 tarih ve E.2002/86, K.2002/506 sayılı kararıyla sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun savunmaları da dikkate alınarak, “suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle; diğer sanıklar İ. Ö. ve H. A.’nın da “her türlü kuşkudan uzak, inandırıcı, açık ve kesin deliller elde edilemediği” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

45. “Kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde E.2001/192 numarası üzerinden görülen dava, anılan Mahkemenin 11/4/2002 tarih ve E.2001/192, K.2002/66 sayılı kararıyla sonuçlanmış ve başvuruculara yönelik eylemleri nedeniyle sanıklardan H. A., yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat ederken, sanık İ. Ö. ise, 765 sayılı Kanun’un 243/1, 71. maddeleri gereğince toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmıştır.

46. Bu kararın sanık ve başvurucular tarafından 24/4/2002 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 23/6/2003 tarih ve E.2003/1302, K.2003/2451 sayılı ilamı ile “6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihlerinde tanzim edilen üç sağlık raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi ve belirlenen bulguların oluş zamanlarının net olarak saptanması açısından tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek nihai raporun alınması, doktorlar hakkında açılan kamu davalarının kesin hükümlerinin beklenilmesi ve tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile hüküm kurulduğu” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

47. Bozmaya uyan ve E.2003/141 numarası üzerinden yargılamayı yürüten Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 7/9/2004 tarihinde yapılan duruşmada, Doktor G. Ö. hakkında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/419 sayılı davanın bahsi geçen dava ile birleştirilmesine ve Yargıtay ilamında belirtilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın ve mevcutlu olarak da mağdurların İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine ve raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine karar verilmiştir.

48. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ve önceki rapor içeriğine (12/7/2002 tarihli rapor) benzer tespitlerin yer aldığı 2/1/2006 tarihli raporun dosyaya alınması sonucunda tüm sanıklar hakkında yeniden hüküm kurulmuştur. Buna göre, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan 600,00 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine, sanık İ. Ö.’nün ise başvuruculara yönelik eylemleri sabit görülerek toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

49. Bu kararın taraflarca 2-15/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2010 tarih ve E.2008/200, K.2010/9496 sayılı ilamı ile “hüküm, sanıklar İ. Ö., G. Ö. ve müdafileri ile birlikte, müdahiller Hicrettin Dağbakan ve Cezmi Demir vekili Av. S. B. tarafından ‘müdahiller Hicrettin Dağabakan, Ertan Dağabakan ve Cezmi Demir’ vekili olarak temyiz edilmesine karşın, tebliğnamede müdahil olarak ‘Ertan Demir ve Hicrettin Demir’ adlarının yazıldığı ve temyiz eden olarak da ‘katılan Ertan Demir vekili’ ibaresine yer verildiği; öte yandan tebliğname başlığında, temyiz kapsamında olan sanık H. A. hakkındaki beraat kararının gösterilmediği anlaşılmakla, belirtilen düzelteler tamamlandıktan sonra incelenmek üzere geri gönderilmesi kaydıyla dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine” karar verilmiştir. Bu düzeltmeler yapılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2010 tarihli tebliğnamesi ile dosya yeniden Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmiştir.

50. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamında; “müdahiller hakkında cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçundan açılan kamu davasında, müdafi olarak tayin olunan avukatın, sanıklar İ. Ö. ve H. A.’ya müdafi olarak atanmış olduğunun tespit edildiği, bu durumun Avukatlık Yasasının 38/b madde ve fıkra hükmüne aykırı olduğu” belirtilerek, sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkında kurulan hükmün bozulmasına ve diğer sanık G. Ö. hakkında ise zamanaşımı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiş ve G. Ö. hakkındaki düşme kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.

51. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise başvurucu ve diğer iki mağdura yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

52. Mahkemenin anılan karardaki gerekçesi şöyledir:

“…Mağdurların hırsızlık suçundan şüpheli olarak getirildikleri Hamur İlçe Jandarma Karakol Komutanlığında insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmelerine, algılama veya irade yeteneklerinin etkilenmesine, aşağılanmalarına yol açacak şekilde muameleye maruz bırakıldıkları, eylemin sanık İ. Ö. tarafından gerçekleştirildiği, olay şüphelilerinin suçlarını söyletmek için başvurulan ve üç gün süren gözaltı süresi boyunca çırıl çıplak soyularak soğuk su ile ıslatıldıkları, darp edildikleri, kötü muameleye maruz bırakıldıkları, kendilerine hakaret edildiği, haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı anlaşılmıştır. Tespit edilen raporlardaki maddi bulgular ve mağdurların aşamalardaki tutarlı anlatımları irdelendiğinde sanık İ. Ö.’nün söz konusu üzerine atılı üç mağdura karşı işkence suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Sanık İ. Ö.’nün üzerine atılı suçu işlemediği, söz konusu arazların şüphelilerin gözaltından çıktıktan sonra oluşmuş olabileceği yönündeki savunmaları tüm dosya kapsamı nazara alındığında inandırıcı bulunmamış ve sanığın 765 sayılı TCK’nın 243/1. maddesi uyarınca cezalandırılması cihetine gidilmiştir.”

53. Başvurucular, olaya ilişkin olarak 3/1/2013 tarihli dilekçeleri ile bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

54. Diğer taraftan, 10/4/2012 tarihli kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, Mahkemece aynı tarih esas alınarak sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkındaki karara kesinleşme şerhi konulmuştur.

B. İlgili Hukuk

55. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 230. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hangi nedenle olursa olsun memuriyet görevini yapmakta savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya göre verdiği buyrukları geçerli bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.”

56. 765 sayılı Kanun’un 243. maddesi şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.

Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”

57. 765 sayılı Kanun’un 354. maddesi şöyledir:

“Hekim, eczacı, sağlık memuru veya diğer bir sağlık mesleği mensubu, Hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi hatır için gerçeğe aykırı olarak verir ise, altı aydan iki yıla kadar hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş böyle bir belgeyi bilerek kullanan kimse hakkında dahi aynı ceza tertip olunur.

Eğer gerçeğe aykırı belge, işlenmiş bir suçu yahut işkence, zalimane veya gayriinsani diğer fiillerin delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için düzenlenmiş ise faile verilecek ceza, dört yıldan sekiz yıla kadar hapistir.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/1/2013 tarih ve 2013/293 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

59. Başvurucular, 3/11/2001 tarihinde ücret karşılığında pancar yükleme işi için birlikte gittikleri Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde, telefon teli hırsızlığı ihbarı üzerine aynı bölgede tahkikat yapan güvenlik güçleri tarafından şüpheli sıfatıyla gözaltına alındıklarını, üç gün süreyle gözaltında tutulduklarını ve bahsi geçen suçu işledikleri hususunda itirafta bulunmaları amacıyla kolluk görevlileri tarafından devamlı surette başlarından soğuk su döküldüğünü, yumrukla başlarına vurulduğunu, vücutlarının çeşitli yerlerinden darp edildiklerini, soğukta bekletildiklerini, ekmek ve su verilmediğini, onur kırıcı laflar kullanıldığını, bu suretle işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

60. Başvurucular ayrıca, gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce sağlık kontrolünden geçirilmek üzere Hamur Sağlık Ocağı’na götürüldüklerini, burada görev yapan hemşirelerden birinin işkence ve kötü muamele nedeniyle şikâyetçi oldukları sanık İ. Ö’nün eşi olmasından dolayı haklarında “darp ve cebir izi yoktur” şeklinde rapor düzenlendiğini, bu rapora itiraz etmeleri üzerine yine kendilerine kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerinin gözetiminde yeniden sağlık kontrolünden geçirilmek için gittikleri Ağrı Devlet Hastanesi’nde görevli doktorlar tarafından yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen raporun da sanık İ. Ö’ye teslim edildiğini, İ. Ö.’nün bu raporlara baktıktan sonra sinirlenerek, tekrar hastaneye girip içeriğini değiştirttiğini belirtmişlerdir.

61. Başvurucular son olarak, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, olayın üzerinden on bir yıl geçmesine rağmen kamuoyunu ve vicdanları tatmin edici bir karar verilmediğini, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle AİHS’nin 2, 3, 6, 8, 13, 14. maddeleri ve 1 nolu ek Protokol’ün 1. maddesindeki haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat ve 100.000 TL de derece mahkemeleri önündeki diğer giderler olmak üzere toplam 1.100.000 TL tazminat ve yargılama gideri ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17/3. ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

63. Başvurucular, kendilerine işkencede bulunduklarını iddia ettikleri kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

64. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.

65. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

66. Başvurucular, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ileri sürmüşlerse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

67. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

68. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

69. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

70. Başvurucular, isnat edilen suçlamayı kabul etmeleri amacıyla, gözaltında bulundukları 3 gün boyunca kolluk görevlileri tarafından devamlı surette işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.

71. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini, bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip yönlendirdiklerini, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle yargılamaların etkili yürütülmediğini belirtmişlerdir.

72. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların gözaltında kaldıkları üç günlük sürede yaralandıklarının dosyadan anlaşıldığı, sanıkların savunmalarında bu yaralanmanın nasıl meydana geldiğine ilişkin bir açıklamanın bulunmadığı, işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

73. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucuların şikayeti üzerine soruşturmanın adı geçen failler yönünden başlatılarak, davaların açıldığı, ancak tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan yargılamanın, 20/5/2013 tarihli onama kararı ile sonuçlandığı, böylece yargılama sürecinin on bir yıl altı ay on dört gün sürdüğü, AİHM’nin birçok kararında, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerektiğinin vurgulandığı, işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

74. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

75. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında devletin maddi ve usul yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

76. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve bir sanığın da işkence suçundan mahkûm olduğu gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.

77. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

78. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade, bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden hüküm kurması ve bir sanık yönünden de davanın zamanaşımından düşmüş olması nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna varılmıştır.

 i. Genel ilkeler

79. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucuların maruz kaldıkları sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

80. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

81. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir.

82. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

84. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır.

85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir.

86. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

87. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer vermiştir.

88. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik KrallıkIlaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikleki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

89. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır.

90. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir.

91. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, B. No: 7511/76 – 7743/76, 25/2/1982, § 26).

92. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.

93. AİHM’nin birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

94. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

95. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

96. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Klaas/Almanya, § 30).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

97. Başvurucular, hırsızlık suçu şüphesi ile Jandarma görevlileri tarafından 3/11/2001 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Aynı gün yapılan muayenelerinde herhangi bir sağlık sorunu tespit edilmemiştir. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkarılmış ve haklarında düzenlenen raporda “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir. Ancak, başvurucuların Savcılıkta verdikleri ifadelerinde “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak işkence yapıldığını, işkence eden komutanın eşi ile aynı sağlık ocağında çalışan Doktor G. Ö’nün gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiğini, bu nedenle Jandarma görevlileri ile hastane doktorlarından şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün soruşturma başlatılmış ve başvurucular hakkında başka hastanelerde ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporlarda, başvurucuların gözaltında bulundukları zaman diliminde vücutlarının çeşitli yerlerinde darp izleri bulunduğu saptanmıştır (§ 28, 29, 30). Ayrıca Jandarmada görevlileri İ. Ö. ve H. A. savunmalarında, başvurucuların sağlıklı şekilde girdikleri halde gözaltındaki yaralanmaların nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir açıklamada bulunmamışlardır.

98. Diğer taraftan, başvurucular hakkında “hırsızlık” suçundan açılan davada Ağrı Asliye Ceza Mahkemesi, aleyhlerindeki tek delil olan kolluk beyanlarının işkence sonucu alındığına ilişkin iddialar bulunması nedeniyle; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan da Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi, “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraat kararı vermiştir. Bunun yanında, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince “efrada sui muamele” suçundan Jandarma görevlisi İ. Ö. hakkında verilen mahkûmiyete ilişkin karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmişken, H. A. delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Yine gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun beraatına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucularda herhangi bir darp izi bulunmadığı yönünde rapor düzenleyen ve efrada sui muamele suçundan mahkûm olan sanık İ. Ö.’nün hemşire olan eşi ile aynı yerde çalışan sanık G. Ö.’nün eylemi Mahkemece sabit kabul edilerek, görevi ihmal suçundan mahkûm edilmesine rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verildiği görülmüştür.

99. Başvurucular, gözaltında bulundukları üç gün boyunca kolluk görevlileri tarafından vücutlarının çeşitli yerlerinde cop ve yumruk ile darba maruz kaldıklarını, gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde geceleri ayrı olarak beklettirildiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, saçlarından sürüklendiklerini, tuvalet ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, organlarına cop sokulmaya kalkışıldığını, aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditler sarf edildiğini Savcılık ve Mahkeme aşaması ile bireysel başvurularında ileri sürmüşlerdir. Gözaltında oldukları için, dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

100. Buna göre başvurucuların aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri, Ağrı Devlet Hastanesi ile Adli Tıptan alınan doktor raporları ve tanık anlatımları ile Mahkemenin gerekçeli kararı (§ 52), başvurucuların bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucuların, gözaltından çıkarıldıktan sonra yaralanmış oldukları ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüklerinin tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmüştür.

101. Başvurucular hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen yaraların tümünün ve başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kötü muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayların süregelişi, saldırıların, başvuruculara kendilerine yöneltilen olaylar hakkında itirafta bulunmaları için bilinçli olarak uygulandığını doğrulamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu eylemlerin, bahsi geçen suçu işledikleri hususunda ikrarda bulunmaları amacıyla başvuruculara kasten uygulandığı anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan fiiller, başvurucuların fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma, onları aşağılama amacı olan, korku, endişe ve aşağılık duygusu sağlayan niteliktedir. Bu muamelelerin işkence niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

102. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında bir başvurucunun yaşının da küçük olduğu göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.

103. Diğer taraftan gözaltında oldukları için zaten çok kırılgan bir durumda olan başvurucuların, kendi davranışlarından kaynaklanmadığı ve zorlayıcı bir neden de bulunmadığı halde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalmaları, ayrıca bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlenmesi şeklindeki eylemlerin, başvuruculara yönelik tehditin varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır.

104. Ayrıca Jandarma görevlilerinin eylemlerindeki saikin hırsızlık suçunu aydınlatmak olduğu belirlenmiş ise de, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun, kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun, yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile, bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun, herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.

105. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvuruculardan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, onları cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı ve üç gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre, birisi çocuk yaşta olan başvuruculara kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişilere itirafta bulunmaları veya kendilerine yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermeleri amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucuların vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında, işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

106. Öte yandan bir sanık yönünden davanın zamanaşımına uğramış olması, mahkûm olan jandarma görevlisi hakkında ise, Mahkemenin gerekçesinde belirttiği vahim nitelikteki eylemleri de dikkate alındığında, islenen suç ile verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen cezanın yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucuların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların maruz kaldıkları bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel ilkeler

108. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı kolluk görevlileri ve bu görevlilerin eylemlerinin ortaya çıkmaması için yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davaların makul sürede tamamlanmadığını, bir sanık yönündeki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüşlerdir.

109. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

110. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

112. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

115. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

116. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

117. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.

118. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

119. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

120. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

121. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca, AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

122. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucuların maruz kaldığı işkenceden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişiler tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

123. Başvurucular, soruşturmanın bazı noktalarda etkili yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu kapsamda başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini ve bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip, yönlendirdiklerini iddia etmişlerdir.

124. Yukarıdaki ilkelerde de belirtildiği gibi, Devlet memurları tarafından yapıldığı iddia edilen işkence ve kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin, olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Somut olayda, soruşturma bağımsız bir birim olan Cumhuriyet Savcılığınca yürütülmekte ise de, Savcılık adına adli işlemleri yürüten kişilerin bizzat kötü muameleye ismi karışan kişilerden oluşması, soruşturmanın etkili olmasını engellemiştir. Zira, bu kişilerin kendi aleyhlerine olabilecek muhtemel kanıtları karartma ihtimalleri yüksektir. Yine, bunların mağdurların lehine olabilecek delilleri toplama konusunda isteksiz davranmaları ya da tanık veya rapor düzenleyecek doktor, bilirkişi gibi şahısları yanlış yönlendirme riski bulunmaktadır.

125. Söz konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucuların, bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edildiklerini ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlendiğini iddia etmeleri (§ 26, 38, 41, 71) ve bu iddiaları doğrulayan mahkûmiyet hükümleri (G. Ö. ve İ. Ö. ile ilgili kararlar) ile başvurucuların darp edilme dışındaki kötü muamele iddialarının araştırılmaması dikkate alındığında, soruşturmanın bağımsız ve etkili yürütülmediği, bunun bir ihlal sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.

126. Başvurucular ayrıca, işkence suçundan açılan davada bir sanığın beraat etmesi, yine gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan açılan davanın da zamanaşımından düşmesi nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmişlerdir.

127. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince efrada sui muamele suçundan Jandarma görevlisi H. A. hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla, bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır.

128. Başvurucuların şikâyeti üzerine, kolluk görevlisi H. A. hakkında da soruşturma başlatılarak ardından kamu davası açılmıştır. Ancak başvurucuların, kendilerini darp eden kişinin İ. Ö. olduğunu, H. A.’nın, İ. Ö’nün yanında bulunmakla beraber darp eylemine karışmadığını söylemeleri ve sanıkların savunmaları ile tüm dosya içeriğini değerlendiren Mahkeme, mahkûmiyet için yeterli delil bulunmadığından sanığın beraatına karar vermiş ve Yargıtayca da denetlenen bu karar onanarak kesinleşmiştir. Bu bağlamda muhakeme usulü boyunca anılan sanık hakkında yürütülen işlemlerin yetersiz ve gerekçenin de hatalı olduğu sonucuna götürecek bir neden saptanmadığından, soruşturmanın bu açıdan etkisiz olduğu söylenemez.

129. Diğer taraftan, başvurucular hakkında gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan yargılanan sanık G. Ö. hakkındaki dava da, mahkûm olmasına rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğramıştır.

130. Başvurucuların şikayeti üzerine anılan sanık hakkında Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/11/2001 tarihinde başlatılan soruşturma sonucunda, 5/12/2001 tarihinde “gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan” cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş, ardından da söz konusu dava, diğer sanıkların yargılandığı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesindeki dava ile birleşerek burada görülmeye devam etmiştir. Bu Mahkemenin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanık G. Ö’nün eylemi görevi ihmal suçu kapsamında değerlendirilerek 600 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Kararın 5/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamı sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş ve bu karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

131. Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 9 yıl 7 ay 29 gün sonra yani 6/7/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle son bulmuştur. Oysa yukarıdaki ilkelerden (§ 119, 120, 121) de anlaşılacağı üzere mahkemelerin işkence ve kötü muamele yapmakla suçlanan kamu görevlileri ile bu görevlilerin eylemlerini kolaylaştıran ya da onları koruyucu davranışlarda bulunarak diğer suçları işleyen kişiler hakkındaki yargılamaları ivedilikle sonlandırması ve dolayısıyla zamanaşımından faydalanmamalarına özen göstermesi gerekirken, somut olayda bu hassasiyetin gösterilmediği saptanmıştır. Böylece ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık G. Ö. ile ilgili davanın Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğradığı görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sözü edilen kamu görevlisinin cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği görülmektedir.

132. Başvurucular son olarak, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının on bir yıl geçmesine rağmen tamamlanmadığından şikâyet etmişlerdir.

133. Somut olay ile ilgili olarak başvurucuların, kendilerine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmeleri üzerine 6/11/2001 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından derhal soruşturma açılmıştır. Başvurucuların itirazları da dikkate alınarak, farklı hastanelere sevk edilmek suretiyle doktor raporlarının aldırılması sağlanmıştır. Bu raporlarda yaralanmadan bahsedilmesi üzerine sorumlulukları tespit edilen Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “efrada sui muamale” suçundan 28/12/2001 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ayrıca, 12/11/2001 tarihli raporun, 7/11/2001 tarihli rapordan farklı bulgular içermesi üzerine, 7/11/2001 tarihli raporu düzenleyen doktorlar hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan, İ. Ö. ve H. A. hakkında da doktorları bu suça azmettirme suçundan kamu davası açılmıştır. Yine, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkış raporunu düzenleyen Doktor G. Ö. hakkında da gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan kamu davası açılmıştır.

134. Yargılama sürecinde isnat edilen gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan ve bu suça azmettirme suçundan bazı sanık doktorlar ile sanıklar İ. Ö. ve H. A. beraat etmiş, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarihli kararı ile sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan aldığı mahkumiyet hükmü de Yargıtayın temyiz incelemesi yaptığı 6/7/2011 tarihinde zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiştir.

135. Öte yandan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “efrada sui muamele” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise üç başvurucuya yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, aynı tarihte söz konusu karar kesinleşmiştir.

136. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların 20/5/2013 tarihli Yargıtayın onama kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 6 ay 14 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, derece mahkemeleri önündeki yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.

137. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların uzaması, bazı sanıklar hakkındaki suçlamaların zaman aşımına uğramasına, bazı sanıklar hakkındaki cezaların ise çok geç kesinleşmesine neden olmuş, işkence uygulayan veya uygulanmasına göz yuman kamu görevlilerinin hiç ceza almaması ya da çok geç alması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemez.

138. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

140. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir. Başvurucular, uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

141. Başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak her başvurucuya takdiren 40.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

142. Ayrıca başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35’er TL harç masraflarına ilişkin yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Her başvurucuya ayrı ayrı olmak üzere takdiren 40.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35’er TL harç masrafına ilişkin yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİDE KAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2365)

 

Karar Tarihi: 20/1/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Feride KAYA

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sonrasında adli muayene için gidilen hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verilmesi ve doktorlar hakkında görevi kötüye kullanma suçundan açılan davanın zamanaşımından düşmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/3/2013 tarihinde Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

8. Başvurucu, yasadışı örgüt üyelerine yardım yapma suçu şüphesiyle 27/9/2002 tarihinde gözaltına alınmış 29/9/2002 tarihinde tutuklanarak Çorum Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir.

9. Anılan suç nedeniyle başvurucu hakkında Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/2/2003 tarihli ve E.2002/148, K.2003/20 sayılı kararıyla üç yıl dokuz aylık hapis cezasına hükmetmiş, başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Mahkûmiyete ilişkin hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

10. Başvurucu ülkeyi terk etmiş 24/6/2004 tarihinde Avusturya Cumhuriyeti’ne iltica talebinde bulunmuş ve talebi kabul edilmiştir. Başvurucu hâlen Avusturya Cumhuriyeti’nde ikamet etmektedir.

11. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karar ve infaz dosyası 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 74. ve 85. maddeleri ile getirilen değişiklikler açısından uyarlama yapılması amacıyla yeniden ele alınmıştır.

12. Mahkemenin 9/11/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/247 sayılı kararıyla başvurucunun iki yıl bir ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, anılan hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

a. Kötü Muamele İlişkin İddialar

13. Başvurucu 16/12/2002 tarihinde avukatı aracılığıyla Savcılığa verdiği dilekçede; gözaltında bulunduğu süre içinde sağ elinin parmaklarına ve sağ ayak parmaklarına elektrotlar bağlanmak suretiyle elektrik verildiğini, sağ kolunun işkence nedeniyle tutmaz hâle geldiğini, gözaltında kaldığı süre boyunca gözlerinin bağlandığını, kimseyle görüştürülmediğini, iç çamaşırıyla kalacak şekilde kıyafetlerinin çıkarıldığını, uyutulmadığını, saçından çekilerek sürüklendiğini, damlayan suyun altında tutulduğunu, çıplak ayaklarına botlarla basıldığını, ağır hakaretler maruz kaldığını ve tehdit edildiğini beyan etmiştir.

14. Soruşturma aşamasında 21/2/2003 tarihinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınan başvurucu; gözaltında iken üç gün boyunca soyularak ve elektrik verilerek işkenceye maruz kaldığını, oğlunu öldürmekle tehdit edildiğini, kendisinden tanımadığı kişiler hakkında bilgi istendiğini, gözleri bağlı olduğu için işkence edenlerin kim olduklarını bilmediğini, Çorum Devlet Hastanesine gittiklerinde işkence gördüğünü beyan ettiğini, işkence nedeniyle hâlen kolunu kullanamadığını ifade etmiştir.

15. 28/6/2003 tarihinde Savcılık talimatına binaen Gazi Polis Merkezinde alınan ifadesinde başvurucu, Çorumda Jandarma tarafından gözaltına alındığını ve dört gün gözaltında kaldığını, üçüncü gün Savcılığa çıkarılacağı için doktora götürüldüğünü, doktor koluna ne olduğunu sorduğunda işkence gördüğünü beyan ettiğini ancak doktorun kendisi hakkında rapor düzenlemediğini, daha sonra tekrar karakola götürüldüğünü, bir gün daha gözaltında kaldıktan sonra Savcılığa çıkarıldığını, Savcılığa çıkarılmadan önce işkence gördüğünü söylememesi için oğlunu öldürmekle ve daha çok işkence yapmakla tehdit edildiğini, korktuğu için Savcıya ya da başka birine işkence gördüğünü söylemediğini, Savcının koluna ne olduğunu sorması üzerine kendiliğinden olduğunu söylediğini beyan etmiştir.

16. Başvurucu; Avusturya Cumhuriyeti Federal Adalet Bakanlığı aracılığıyla 26/2/2007 tarihinde aldırılan ifadesinde komşusundan aldığı para dolu çantayı bir başka kişiye teslim ettiğini, bu nedenle göz altına alındığını, kayıtların 27-29 Eylül arasını göstermesine karşın gerçekte 4 gün nezarethanede kaldığını, karakola götürülürken yolda araçtan indirilerek dövüldüğünü ve tecavüz ile tehdit edildiğini, bu kişilerin sivil polis memurları olduklarını ve kimliklerini gösterdiklerini, ilk önce bir jandarma karakoluna daha sonra da hastaneye götürüldüğünü, daha sonra dört gün hücrede tutulduğunu, elbiseleri çıkarılarak elektrik ve basınçlı su ile kendisine işkence edildiğini, kolunda ve omzunda kırıklar meydana geldiğini, askerde olan oğlunu öldürmekle tehdit edildiğini, dört gün sonra doktora götürüldüğünü, tehdit edildiği için doktora herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığını söylediğini, Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildikten sonra ağrılara dayanamadığını, kendisini tekrar hastaneye götürdüklerini, burada röntgen çekildiğini ve omzunda kırıklar olduğunun söylendiğini ancak kendisi hakkında rapor düzenlenmediğini, daha sonra bir hâkim önüne çıkarıldığını, işkenceden bahsettiğinde rapor olmadan bir şey yapılamaz cevabı aldığını, hakkında hapis cezasına hükmedildiğini Türkiye’den ayrılarak Avusturya’ya kaçtığını beyan etmiştir.

b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

17. Başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesinden 27/9/2002 tarihinde gözaltı girişinde, 28/9/2002 tarihinde gözaltı süresinin uzatılması nedeniyle ve 29/9/2002 tarihinde gözaltı çıkış işlemleri nedenleriyle adli rapor istenmiş; yapılan muayeneler sonucu, başvurucunun hastaneye sevk evrakının üzerine “Darp ve cebir izine rastlanmadı.” şeklinde kayıt düşülmüştür.

18. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin ardından 1/10/2002 tarihinde Çorum Devlet Hastanesine sevk edildiği anlaşılmaktadır. Sevk kâğıdına işlenen cildiye raporunda sağ kolda ekimoz bulunduğu, ortopedik muayenesinin ise normal olduğu belirtilmektedir.

19. Başvurucunun, Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde birkaç kez fizik tedavi ve rehabilitasyon (FTR) ile ortopedi polikliniklerine sevkinin yapıldığı ve başvurucuya yumuşak doku travması teşhisi konduğu anlaşılmaktadır.

20. 17-19/12/2002 tarihlerinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan nöroloji, nöroşirurji, FTR ve ortopedi konsültasyon raporlarında özetle başvurucunun; sağ üst ekstremiteyi ağrı nedeniyle kaldıramadığı, pasif hareketleri ve omuz eklemi abduksiyonunun kısıtlı olduğu, omuz elevasyonunu ağrı nedeniyle yerine getiremediği tespit edilmiştir. 29/1/2003 tarihli nöroşirurji konsültasyonu muayene kaydında; hastanın tekrar değerlendirildiği, sağ omuz abduksiyon kısıtlılığı mevcut olduğu, sağ omuz MR’ında rotator cuffrüptürü saptandığı, servikal x-ray’de dejeneratif değişikler görüldüğü belirtilmiştir.

21. Başvurucu tahliye olduktan sonra 4/3/2003 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği’ne başvurmuş, hakkında 18/6/2003 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda, sağ el 1. parmak arkada 0.2x0.2 cm boyutlarında ortası soluk, kenarları hiperpigmente dairesel biçimde nedbe dokusu, sağ omuz ekleminde 0º abdüksiyon, 20º fleksiyon, 0º ekstansiyon hareketi yapabildiği, sağ dirsek ekleminde dış rotasyonda hafif kısıtlılık tespit edilmiş, sağ omuz ekleminde saptanan supraspinatus tendon rüptürü ve rotator kaf parsiyel rüptürünün kaba dayak ve elektrik işkencesi öyküsüyle uyumlu olduğu, sağ el 1. parmakta saptanan nedbe dokusunun biyopsi yapılmadığından elektrik işkencesi öyküsüyle uyumu konusunda net bir karara varılamayacağı tespiti yapılmış; başvurucuda ayrıca travma sonrası stres bozukluğu tespit edilmiştir.

22. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 9/2/2009 tarihinde, daha önce alınan sağlık raporları değerlendirilerek düzenlenen raporda özetle 2/10/2002 tarihinde cezaevinden sevk sonucu düzenlenen raporda sağ kolda tespit edilen ekimozun ebadı, rengi, şekli, kolun hangi bölümünde olduğu gibi ayrıntılı bir tarif bulunmadığından ne zaman oluştuğuna ilişkin tıbben görüş bildirilemeyeceği, söz konusu ekimozun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin sağ kolunu sert bir cisme çarpması ya da çarptırılması ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı, 23/10/2002 tarihinde yapılmış muayene sonucunda hangi bölge olduğu belirtilmeden yumuşak doku travması tanısı konduğu, 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi tarafından yapılan muayenede sağ omuz hareketlerinin ağrılı ve kısıtlı olduğunun saptandığı, 23/1/2003 tarihinde çekilen sağ omuz MR’ında rotator cuff’ta parsiyel rüptürle uyumlu sinyal değişikliklerinin saptandığının bildirildiği ancak anılan MR temin edilemediğinden kurulca incelenemediği, anılan bulgunun akut bir travma ile oluşabilmesi mümkün olduğu gibi kişinin kendinde mevcut kronik dejenerasyona bağlı olarak da gelişebileceği, akut bir travma sonucunda oluşması durumunda çok ağrılı olacağı ve ciddi hareket kısıtlılığı yapacağı tıbben bilindiğinden, kişinin gözaltı sürecinden 3 gün sonra 2/10/2002 tarihinde yapılan ortopedik muayenenin normal bulunması dikkate alındığında olay tarihinden yaklaşık 4 ay sonra çekilen MR da tespit edildiği bildirilen, omuzdaki rotator cuff yırtığının gözaltı sürecinde oluştuğunun kesin tıbbi delilleri bulunmadığı, kişinin kurul tarafından yapılan 16/6/2003 tarihli muayenesinde ve gerek gözaltı gerek cezaevinde bulunduğu süre içerisinde yapılan muayenelerde vücudunda elektrik girişine delil teşkil edecek herhangi bir lezyon iz saptanmadığı, 26/12/2002 tarihli EMG’nin normal bulunması dikkate alındığında kişiye gözaltı sürecinde elektrik verildiğine ilişkin kesin tıbbi delilin bulunmadığı; kişinin gerek insan hakları vakfında yapılan gerekse 16/6/2003 tarihinde kurulca yapılan muayenesinde tespit edilen post travmatik stres bozukluğunun, maruz kalındığı iddia edilen travma sonrasında gelişebileceği gibi gözaltı şartları ya da cezaevinde geçirdiği süreç sonucunda da ortaya çıkabileceği, mevcut verilerle bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı bildirilmiştir.

23. Başvurucu vekilinin 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen rapora itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Genel Kurulundan rapor düzenlenmesinin istendiği ancak başvurucu hazır edilmeden rapor düzenlenemeyeceği şeklinde cevap alındığı anlaşılmıştır.

24. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Polikliniği tarafından 24/4/2009 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen değerlendirme raporunda; hastanın gözaltı muayene raporlarının tıbbi standartlara uygun olmadığı, tanı eksikliğine neden olduğu ve tıbbi uygulama hatası olarak değerlendirilmesi gerektiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporunda bulgular tanımlanmakla birlikte bütünlüklü bir değerlendirme ve yorumun yapılmadığı, gözaltından üç gün sonra başlayan ve tekrarlanan muayene ve tetkikler sonucunda saptanan sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtıklar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezik, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzeleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

25. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından 1/7/2011 tarihinde düzenlenen raporda; başvurucunun 27-29/9/2002 tarihlerinde yapılan adli muayenelerin ilgili prosedüre ve 20/9/2000 tarihli Sağlık Bakanlığı genelgesine uygun olarak yapılmaması nedeniyle tıbbi açıdan güçlüklerin ortaya çıktığı, başvurucunun fiziksel ve ruhsal bulgularının İstanbul Protokolü çerçevesinde işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu, bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde düşmeden ziyade darp ve cebir sonucu meydana gelmiş oldukları sonucuna varıldığı, fiziksel ve ruhsal yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde olmadığı, başvurucunun sağ omzundaki ezilme ve yırtığın kesin oluşum tarihinin tıbbi olarak belirlenemeyeceği kanaati bildirilmiştir.

26. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenen 23/11/2011 tarihli bilimsel değerlendirme raporunda; sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtıklar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezik, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

27. Başvurucunun 16/12/2002 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturma açılmış, isnat edilen suç yerinin Çorum olması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2003 tarihli kararıyla yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi kararı verilmiştir.

28. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2003 tarihli ve E.2003/3747 sayılı iddianamesi ile iki jandarma görevlisi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 243, 31, 33. maddeleri, 28/9/2002 ve 29/9/2002 tarihli adli muayene raporlarını düzenleyen doktorlar M.A. ve F.S. hakkında ise Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

 ii. Sanık ve Tanık Anlatımları

29. Doktor M.A. Savcılık tarafından 13/11/2003 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başvurucuyu hatırlayamadığını ancak belirtilen raporun kendisine ait olduğunu, acil serviste çalışmakta olduğunu, adli vakalarla ilgili adli rapor istendiğinde yoğunluktan dolayı gelen kişinin beyanını esas alarak muayenesini yaptıklarını, eğer gelen kişi vücudunun görünmeyen kısımlarına ilişkin şikâyette bulunmazsa buna göre rapor düzenlediklerini ancak siyasi ya da önemli suçlarla ilgili bir adli rapor talep edildiğinde kesinlikle tam olarak muayene yaptıklarını, başvurucunun siyasi suç nedeniyle gelmesi nedeniyle muayenesini tam olarak yapmış olması gerektiğini, polis ya da jandarmayı muayene yaparken kesinlikle dışarı çıkardıklarını, darp cebir izi gördüğü kimseye kesinlikle darp cebir yoktur şeklinde rapor düzenlemediğini, başvurucunun yaralanmalarının kendisinin muayene tarihinden sonraki süreçte meydana gelmiş olabileceğini beyan etmiştir.

30. Doktor F.S. 4/12/2013 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle; adli rapor için gelindiğinde kişinin genel vücut muayenesini yaparak gerekli raporu düzenlediğini, mesleğinde gerekli titizliği ve hassasiyeti gösterdiğini, daha önce böyle bir suçlamayla karşılaşmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

31. Doktor M.A. kovuşturma aşamasında 4/3/2004 tarihinde verdiği savunmasında özetle Savcılık ifadesi aşamasında vakayı hatırlayamadığını, daha sonra düşündüğünü ve vakaları incelediğini, adı geçen kişiyi ve yaptığı muayeneyi hatırladığını, anılan kişiyi (başvurucu) usulüne uygun olarak muayene ettiğini; başvurucunun, duvara çarpası nedeniyle kolunda hareket kısıtlığı olduğunu beyan ettiğini fakat muayenesinde herhangi bir bulguya rastlamadığını, olay yeni olduğu için birkaç gün sonra bulguların ortaya çıkabileceğini ve böyle bir durum olursa yeniden muayene yaptırmasını önerdiğini, Savcılık ifadesinde bir yanlış anlaşılma olduğunu, adli muayeneleri mutlaka usulüne uygun ve kapısı kapalı muayene bölümünde yaptıklarını, başvurucunun da tüm vücut muayenesini yaptığını darp ve cebir izine rastlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu vekilinin sorusu üzerine kişiyi tamamen soyarak değil, sırasıyla tüm vücut bölgeleri görülecek şekilde elbiseleri kaldırarak muayene ettiklerini ifade etmiştir.

32. Doktor F.S. kovuşturma aşamasında verdiği savunmasında özetle suç tarihinde Çorum Devlet Hastanesi Acil servisinde görevli olduğunu, adli konularda rapor için gelen kişinin genel vücut muayenesini yaparak adli raporunu tanzim ettiğini, olaya ilişkin yazdığı raporda adı geçen Feride Kaya'yı adli rapor için genel vücut muayenesi yaptığını ve raporuna darp ve cebir izine rastlamadığından raporunu bu şekilde verdiğini, bu şekilde kendisinin Çorum Devlet Hastanesinde yüzlerce rapor verdiğini ve hiçbir şekilde şikâyete rastlamadığını, meslek hayatında sıkıntı olmaması için meslek kurallarına riayet ettiğini, raporunu gördüğü şeyler hakkında verdiğini, olmayan bir şey hakkında rapor düzenleyemeyeceğini zaten bunun suç olduğunu bildiğini, müştekinin iddiasının yersiz olduğunu, suçu kabul etmediğini beyan etmiştir.

33. Kovuşturma aşamasında 23/2/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan F.Y özetle anılan dönemde hastanede hemşire olarak görev yaptığını, başvurucuyu hatırladığını, doktor M. tarafından kendisi ve G.T. adlı bir başka hemşirenin bulunduğu ortamda muayene yapılarak rapor düzenlendiğini, Jandarmaların koridorda beklediklerini, kendisinin başvurucunun soyunmasına giyinmesine yardımcı olduğunu, herhangi bir morarma şişlik benzeri bir şey görmediğini, başvurucunun doktora kolunu oynatamadığını söylediğini, doktorun harici muayene yaptığını, herhangi bir şey tespit edemediğini, şikâyetleri geçmezse fizik tedaviye başvurabileceğini söylediğini beyan etmiştir.

34. Kovuşturma aşamasında 11/5/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan G.K. özetle Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde başvurucunun yanında iki kişi ile birlikte Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, başvurucunun oldukça kötü durumda olduğunu, vücudunun çeşitli yerlerinde kollarında ve omuzlarında aşırı morarmalar olduğunu, parmak uçlarında morartılar olduğunu, günlük olağan işlerini dahi yapamadığını, banyosunu arkadaşlarının yaptırdığını, gelen diğer iki kişide herhangi bir iz olmadığını beyan etmiştir.

35. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.C. özetle kendisinin anılan tarihte Çorum Kapalı Cezaevinde hükmen tutuklu olduğunu, başvurucunun işlemiş olduğu siyasi bir suç nedeniyle kendi koğuşlarına geldiğini, başvurucu koğuşa geldiğinde arkadaşı hükümlü M.B. ile konuştuğunu ve M.B.nin başvurucunun vücudunda, kolları ve bacaklarının dizden aşağı kısımlarında morarmalar olduğunu, gece uykusunda bağırdığını ve karakolda işkence gördüğünü kendisine söylediğini, başvurucu ile karşılıklı konuşmadığını ancak başvurucunun karakolda iken vücuduna elektrik verildiğini söyleyip durduğuna dair konuşmaları duyduğunu beyan etmiştir.

36. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.B. özetle anılan tarihlerde Çorum Cezaevinde hükümlü olarak bulunduğunu, aradan epey zaman geçtiğini, hatırladığı kadarıyla o tarihte tutuklanarak cezaevine getirilip kendi koğuşlarına konan başvurucunun bir kolunda, bacağında çok az bir morarma olduğunu, bu durumu kendisine sormadığını, önce yatağına oturduğunu, suçunun ne olduğunu sorduklarında siyasi dediğini, muhtemelen bir ağrısı olması nedeniyle sızlanmaya başladığını, kolunu tuttuğunu, o sırada yanında bulunan M.C.nin ne oldu diye sorduğunu, başvurucunun polisler bana işkence yaptı dediğini, müştekinin banyo yapmak istediğini, diğer hükümlü M.C. ile birlikte başvurucuyu banyo yaptırmak üzere banyoya götürdüklerini, müştekinin sadece kolunda ve ayağında morarma olduğunu, elbiselerini çıkardığında kolunda ve ayağında mevcut olan çok hafif morarma dışında vücudunun diğer bölgelerinde herhangi bir morarma görmediklerini beyan etmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

37. Çorum Ağır Ceza Mahkemesi, 24/11/2011 tarihli ve E.2003/311, K.2011/332 sayılı kararıyla sanık savunmaları, müşteki ve tanık beyanları, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu'nun 9/2/2009 tarihli 2008/73785-5789 sayılı raporu ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nın 1/7/2011 tarih 2011/176-sayılı raporu değerlendirerek başvurucunun gözaltında kaldığı 27/9/2002 - 29/9/2002 tarihleri arasında kötü muameleye maruz kaldığı hususunun kabulünün gerektiği ancak katılana kötü muamelede bulunan kişilerin sanık jandarma S.K. ve N.Ş. olduğuna dair tam bir kanaat oluşmadığı, bu hususun şüpheli kaldığı anlaşıldığından “Şüpheden sanık yararlanır.” evrensel ilkesi gereğince sanıkların üzerlerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlarına, sanık doktorların üzerlerine atılı görevi kötüye kullanmak suçunun sanık lehine olan zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu, suç tarihinin 29/9/2002 tarihi olduğu gözönüne alındığında karar tarihi itibariyle zamanaşımı süresi dolduğunu belirterek davanın ortadan kaldırılmasına hükmetmiştir.

38. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 12/12/2012 tarihli ve E.2012/29974, K.2012/37883 sayılı ilamıyla sanık doktorlar yönünden hüküm fıkrasında yer alan "ortadan kaldırılmasına" ibaresi çıkarılıp yerine "kamu davasının düşürülmesine" denilmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına, sanık jandarma görevlileri yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir.

39. Anılan karar başvurucuya 27/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

40. Başvurucu 29/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

41. Sanık doktorlar yönünden zamanaşımı nedeniyle düşme kararı kesinleşmiş olup yargılama, sanık jandarma görevlileri S.K. ve N.Ş. yönünden devam etmektedir.

B. İlgili Hukuk

42. 13/03/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesi şöyledir:

 “Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.”

43. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesi şöyledir:

“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

4-Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,

 geçmesile ortadan kalkar.”

44. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

“…

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

45. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

46. Başvurucu; gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini, doktorlar hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi, tazminat ve adli yardım talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında, yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin anılan şikâyetleri ile etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı ile ilgili ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiş; başvurunun tamamının işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

48. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/4/2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile değişik 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimselerin, iddia ve savunmalarında taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 337. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise adli yardımın daha önce yapılan yargılama giderlerini kapsamayacağı belirtilmiştir.

49. Somut olayda başvurucunun, dilekçesinde adli yardım talebinde bulunduğunu belirtmiş olmasına karşın bireysel başvuru harcını yatırdığı tespit edilmiştir. Bireysel başvuru yolunda harç dışında başvurucu tarafından ödenmesi gereken yargılama gideri bulunmamaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle başvuru harcının yatırılmış olması ve adli yardımın daha önce yapılan giderleri kapsamaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru yönünden adli yardım talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun, işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

52. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

53. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

54. Başvurucu; gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini, doktorlar hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

55. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konu hakkındaki içtihatlarına ve yargılama sürecine yer verilerek takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

56. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde sanık doktorların soruşturma ve yargılama aşamalarında görevlerinden alınmadıklarını ve herhangi bir disiplin cezası da uygulanmadığını vurgulamış; başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarladığını beyan etmiştir.

57. Başvurunun, işkence suçu isnat edilen asıl failler yönünden değil gerçeğe aykırı rapor düzenledikleri isnat edilen doktorlar hakkında ve zamanaşımı nedeniyle düşme kararıyla sona eren yargılama süreci ile sınırlı olduğu dikkate alındığında incelemenin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili soruşturma yükümüyle sınırlı yapılması gerektiği açıktır.

a. Genel İlkeler

58. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir boyutunu oluşturan usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).

59. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Bazen yeterli soruşturma yapılmamış olması bile tek başına kötü muamele teşkil edebilecektir. Bu bağlamda, şikâyet yapıldığında ya da şikâyet yapılmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

60. Bir olayda usul yükümlülüğünün gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

61. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

62. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

63. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda; hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

64. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121; Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

b. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucu, gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini ve doktorlar hakkında bu nedenle açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

66. Devletin kontrolü altında bulunan kişilere yönelik tıbbi muayenelerin sağlanması, kötü muameleye karşı önemli tedbirlerden birini oluştururken (Türkan/Türkiye, B. No: 33086/04, 18/9/2008, § 42) bu muayenelerin usulüne uygun olarak yapılması ve raporların usulüne uygun düzenlenerek gerekli mercilere sunulması, kötü muamele iddialarının soruşturulması ve sorumluların tespiti ile cezalandırılmalarının sağlanması yönünden vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

67. AİHM; BM Genel Kurulu’nun 4 Aralık 2000 tarihli 55/89 sayılı kararıyla tavsiye edilen İşkence ya da Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezalandırmanın Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelenmesi İlkeleri doğrultusunda işkence ya da kötü muamele soruşturmalarında yer alan tıp doktorlarının her zaman en yüksek etik standartlara uygun olarak hareket etmesi gerektiğini ve muayenelerin doktorun denetimi altında, gizlilik içinde ve güvenlik güçleri ve diğer devlet görevlilerinin mevcut olmadığı bir ortamda yapılması gerektiğini belirtmektedir (Osman Karademir/Türkiye, B. No: 30009/03, 22/7/2008, § 53)

68. Yine tüm sağlık personeli, çalışma şartlarına bakılmaksızın muayene ve tedavi etmeleri istenen insanlara bakmak temel göreviyle yükümlüdür. Profesyonel bağımsızlıklarından taviz vermemeleri ve raporlarında kötü muameleye dair tüm kanıtları açıkça belirterek tarafsız delil sunmaları gerekmektedir. (Osman Karademir/Türkiye, §54)

69. AİHM ayrıca tüm tıbbi muayenelerin polis memurlarının duyamayacakları ve tercihen göremeyecekleri bir mesafede gerçekleştirilmelerine yönelik Avrupa Konseyi İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) standardına atıfta bulunmakta, muayene sonuçlarıyla beraber tutuklunun ilgili ifadeleri ve doktorun teşhislerinin doktor tarafından resmî biçimde kaydedilmesi gerektiğini belirtmektedir (Akkoç/Türkiye, B. No: 22947/93-22948/93, 10/10/2000, § 118; Mehmet Eren/Türkiye, B. No: 32347/02, 14/10/2008, § 40).

70. Tıbbi muayenelerin önemi ve standartlarına ilişkin ilkeler dikkate alındığında işkence ve kötü muamele iddialarının soruşturulmasında, sağlık personelinin ihmali ya da görevi kötüye kullanmasına yönelik iddialarının da asli failler hakkında yürütülecek soruşturmalara ilişkin etkin soruşturma standartlarında gerçekleşmesi gerekmektedir. Soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin yapılan ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

71. Somut olayda, başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesi’nde düzenlenen 27-29/9/2002 tarihleri arasında düzenlenen adli muayene raporlarında başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

72. Çorum Devlet Hastanesi Cildiye Polikliniği tarafından düzenlenen 2/10/2002 tarihli adli muayene raporunda ise sağ kolda ekimoz olduğu belirtilmiştir.

73. Başvurucu tutuklandıktan sonra avukatının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği 16/12/2002 tarihli dilekçede, başvurucunun gözaltında kaldığı süre içerisinde işkenceye maruz kaldığı belirtilmiştir. İşkence bulgularının tespit edilebilmesi için başvurucunun hastaneye sevk edilmesi talebi üzerine başvurucu 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edilmiştir. Ankara Numune Hastanesi’nin 17-19/12/2002 ve 29/1/2003 tarihli muayenelerde başvurucuda bir takım bulgular saptanmıştır (bkz. §19).

74. 21/2/2003 tarihinde başvurucunun Ankara Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınmış 26/2/2003 tarihinde suç yerinin Çorum ili olması nedeniyle yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

75. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/12/2003 tarihinde doktorlar hakkında adli görevde yetkiyi kötüye kullanmak, Jandarma görevlileri hakkında ise gözaltındaki zanlıya suçunu söyletmek için kötü muamele yapmak suçundan kamu davası açılmıştır.

76. Çorum Ağır Ceza Mahkemesince 12/12/2003 tarihinde başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılmış ancak başvurucunun adresinde bulunamaması nedeniyle ifadesi alınamamıştır.

77. Başvurucunun Avusturya’da olduğunun ancak 2006 yılında tespit edilebilmesi üzerine başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılmış, tercüme işlemleri ve yazışmaların tamamlanması sonucu başvurucunun ifadesi ancak 9/10/2007 tarihinde Mahkemeye ulaşmıştır.

78. Mahkeme 20/11/2007 tarihinde Adli Tıp Kurumundan rapor talebinde bulunmuş, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesince düzenlenen rapor 9/2/2009 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur. Başvurucu vekilinin anılan rapora itiraz etmesi üzerine bu kez Adli Tıp Genel Kurulundan rapor istenmiş ancak başvurucunun ülke dışında olması ve muayene için hazır bulundurulamayacağının bildirilmesi nedeniyle rapor düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.

79. 26/4/2011 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan rapor istenmiş, anılan Kurumca 1/7/2011 tarihli rapor düzenlenerek Mahkemeye sunulmuştur.

80. 24/11/2011 tarihinde, doktorlar yönünden zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu dikkate alınarak zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmiştir.

81. Yukarıda açıklanan süreçte başvurunun ülke dışında bulunması ve gerek ifade alımı gerekse adli tıp raporu alınması için hazır bulunmaması neticesinde yargılama sürecinde gecikmelerin olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda; zamanaşımı süreleri dikkate alınarak yargılamanın hızlı yürütülebilmesi için bir takım önlemler alınıp alınamayacağı, dosyada hâlihazırda mevcut sağlık raporları ve beyanlar doğrultusunda hükme gidilip gidilemeyeceği gibi hususların değerlendirilmesi gerekirken isnat edilen suç tarihinden yaklaşık 9 yıl 2 ay sonra (1 yıl süren Savcılık soruşturması ve yaklaşık 8 yıl süren kovuşturma aşamasının akabinde) zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiği anlaşılmaktadır. Anılan kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesi de yaklaşık 1 yıl sürmüştür.

82. İşkence ve kötü muamele iddialarının hızlı bir şekilde yürütülmesi ve yürütülen cezai işlemlerin zamanaşımına uğramasına imkân verilmemesi; hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi bakımından önem taşımakta ve etkili soruşturma yükümlülüğünün temel unsurlarından birini oluşturmaktadır (bkz. § 62, 63). Somut başvuru değerlendirildiğinde anılan yükümlülüğün yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

83. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

84. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

85. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle yeniden yargılama ve 35.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

86. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmış, zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut olayın özellikleri ve diğer sanıklar yönünden devam eden yargılama süreci dikkate alınarak başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebine ilişkin karar verilmesine YER OLMADIĞINA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. Maddesi üçüncü fıkrasında güvence altına alınan devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Çorum Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

METİN BORAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/16430)

 

Karar Tarihi: 1/2/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Metin BORAN

Vekili

:

Av. İsmail Aziz Ergin CİNMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, polis memurları hakkında yaralama suçu isnadıyla yürütülen yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle anayasal hakların ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 10/10/2014 tarihinde Bodrum 1. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölümün Üçüncü Komisyonu tarafından 30/4/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 23/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 22/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 1/2/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/2/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru form ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun 17/7/2008 tarihinde polis memurları tarafından darbedilmesi sebebiyle şikâyetçi olması üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı tarihte soruşturma başlatılmıştır.

9. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucuya sağlık raporu aldırılmış, görev belgeleri temin edilerek ve teşhis işlemi yaptırılarak şüpheli polis memurlarının kimlikleri tespit edilmiş, şüpheli ifadeleri ve tanık beyanları alınmıştır.

10. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının 25/5/2010 tarihli ve E.2010/9814 sayılı iddianamesi ile üç polis memuru hakkında işkence, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma, hakaret suçlarından; bir polis memuru hakkında ise görevi kötüye kullanma ve hakaret suçlarından cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

11. İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesinin 29/12/2011 tarihli ve E.2010/161, K.2011/318 sayılı kararıyla üç polisin yaralama ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından hapis cezasına ve cezanın ertelenmesine ve hakaret suçundan beraatine; bir polis memurunun ise görevi kötüye kullanma ve hakaret suçlarından beraatine hükmedilmiştir.

12. Anılan karar Yargıtay 8. Ceza Dairesi'nin 6/3/2014 tarihli ve E. 2013/7707, K.2014/5504 sayılı kararıyla "üç polis tarafından işlenen suçun işkence olduğu gözetilmediği ve diğer polisin eyleminin kamu görevlisinin suçu bildirmeme suçunu oluşturup oluşturmadığı tartışılmadan karar verildiği" gerekçesiyle bozulmuştur.

13. Bozma sonrasında yargılamaya devam edilen İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan 25/9/2014 tarihli 2. celsede başvurucu, yargılamanın çok uzun sürdüğünü belirterek davaya katılmaktan vazgeçtiğini beyan etmiştir.

14. Mahkeme 25/9/2014 tarihli ve E.2014/262, K.2014/253 sayılı kararıyla üç polis memuru hakkında işkence suçunu işledikleri gerekçesiyle 2 yıl 6 ay hapis cezasına hükmetmiştir. Bir polis memuru hakkında ise kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçunu işlediğinden bahisle 5 ay hapis cezası öngörmüş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

15. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hüküm, sanık vekilinin itirazının reddi üzerine kesinleşirken mahkûmiyet hükümleri yönünden sanıkların temyiz istemi üzerine dosyanın temyiz mercii önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.

16. Başvurucu 10/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

17. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. "

18. 5237 sayılı Kanun'un 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 1/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu, polis memurları tarafından ekip aracına bindirilerek darbedilmesi şeklinde gelişen olaylara ilişkin şikâyetçi olması üzerine başlatılan yargılamanın çok uzun sürdüğünü, temyiz sürecinin devam etmesi nedeniyle sanıklar hakkında verilen hükmün hâlen uygulanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş vemanevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

21. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun uzamasından şikâyetçi olduğu yargılama sürecinin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamındaki eylemlere yönelik olduğu gözetildiğinde başvurunun, işkence ve kötü muamele yasağının etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

22. Bakanlık, kabul edilebilirlik kriterlerine ilişkin görüşünde başvuruya konu olayla ilgili yargılama sürecinin devam etmesi nedeniyle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.

23. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında olay tarihinden yaklaşık altı yıl sonra yargılamanın temyiz mercii önünde devam etmesi nedeniyle bireysel başvuruda bulunduğunu belirtmiştir.

24. Başvurucunun iddialarının, yargılamanın altı yılı aşkın süredir devam etmesinden dolayı sorumlular hakkındaki hükmün henüz uygulanmaması nedeniyle etkili soruşturma yürütülmediği yönünde olduğu gözetildiğinde, devam eden yargılama sürecine yönelik şikâyetlerin incelenmesinin mümkün olduğu değerlendirilmektedir. Açıklanan nedenlerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

26. Başvurucu, polis memurları tarafından darbedilmesi olayına ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

27. Bakanlık, başvurucunun kötü muamele şikâyetleri üzerine derhâl soruşturma başlatıldığını ve gerekli delillerin toplandığını, usul yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde anılan hususun gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

28. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında soruşturma sürecinde aynı ilde bulunan kamu görevlerinin ifadelerinin alınmasının iki yıl sürdüğünü, sorumlular hakkında öngörülen hükmün infazına henüz başlanmadığını belirtmiştir.

29. Başvuruya konu şikâyetlerin polis memurları hakkında yürütülen yargılamanın uzun sürmesi ile sınırlı olduğu ve yargılama sürecinin devam ettiği dikkate alındığında incelemenin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili soruşturma yapma usul yükümlüğü kapsamında yapılması gerekmektedir.

a. Genel İlkeler

30. Anayasa’nın 17. maddesinde herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı güvence altına alınmıştır. Maddenin üçüncü fıkrasında kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye” tabi tutulamayacağı düzenlenmiştir. Anılan fıkrayla özel olarak insan onurunun korunması amaçlanmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

31. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulma yasağı mutlak bir nitelik taşımakta olup bu kapsamda öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin hiçbir şekilde kişilerin beden ve ruh bütünlüğüne zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

32. Anayasa’nın 17. maddesi ile 5. maddesi birlikte değerlendirildiğinde ayrıca devlete, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükler. Bu ödev üçüncü kişiler tarafından işlenen fiilleri de kapsamaktadır. Dolayısıyla yetkililerce bilinen ya da bilinmesi gereken bir kötü muamelenin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirlerin alınmaması durumunda devletin sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

33. Devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü, her kötü muamele olayının sorumlularının belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, insan onurunu koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin veya diğer bireylerin kötü muamele niteliğindeki fiilleri nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

34. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

35. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

36. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri; olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Başvuruya konu olayda, başvurucunun 17/7/2008 tarihinde polis memurları tarafından darbedildiği iddiasıyla aynı tarihte yaptığı başvuru üzerine soruşturma başlatılmıştır. İki yıla yakın bir soruşturma süresinin sonunda açılan kamu davası yaklaşık bir buçuk yıl sonunda karara bağlanmıştır. Temyiz istemi üzerine Yargıtaya gönderilen dosyada karar tarihinden yaklaşık iki buçuk yıl sonra bozma kararı verilmiş, yeniden ele alınan dosyada bozma kararından yaklaşık altı ay sonra yeniden hüküm verilmiştir. Sanıkların temyiz isteminde bulunduğu dosyanın Yargıtay önünde derdest olduğu anlaşılmaktadır.

38. Başvurucunun kötü muamele şikâyetlerine ilişkin yargılamanın olay tarihinden itibaren sekiz yılı aşkın bir süredir devam ettiği tespit edilmiştir. Polis memurlarına isnat edilen darp ve kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma suçlarına ilişkin olan yargılama sürecinin niteliği, tanık sayısı, delil durumu gibi unsurlar değerlendirildiğinde karmaşık nitelik taşımadığı, yargılama süresinin uzamasında büyük oranda temyiz mercii önündeki bekleme sürelerinin etkili olduğu tespit edilmiştir. Kötü muamele iddialarına ilişkin ceza soruşturmalarının olabildiğince süratle yürütülmesindeki hukuki yarar gözetildiğinde sekiz yılı aşkın bir süredir devam eden yargılamanın makul özen ve hız ile yürütüldüğünün kabul edilmesi mümkün değildir.

39. Sonuç olarak kötü muamele iddialarına yönelik soruşturmaların hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki hukuki yarar, isnat edilen eylem ve yargılama sürecinin karmaşık nitelik taşımaması gibi unsurlar dikkate alındığında sekiz yılı aşkın süredir devam eden yargılamanın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği hızda bir inceleme içermediği, bu nedenle soruşturmanın etkili bir şekilde yürütüldüğünden ve buna bağlı olarak pozitif yükümlülüğün usul boyutunun yerine getirildiğinden söz edilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.

40. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

42. Başvurucu, 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

43. Yapılan inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

44. Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya talep edilen tazminat miktarını aşmamak suretiyle net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

45. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL tazminat ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Yargıtay 8. Ceza Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUHTEREM TURANTAYLAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/15253)

 

Karar Tarihi: 9/5/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 12/6/2018-30449

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin Kuz

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Muhterem TURANTAYLAK

Vekili

:

Av. Süleyman ETLİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; polis memuruna yöneltilen darp, hakaret ve tehdit suçlamaları sonucunda verilen beraat kararının ve ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Olaya İlişkin Genel Bilgiler

9. 1980 doğumlu olan başvurucu, İstanbul'un Aksaray semtinde lokanta işletmektedir.

10. Başvurucu 14/5/2006 tarihinde öğle vakti işyerine gelen ve işyerinde çalan müzikten rahatsız olan dört polis memurundan birinin darp, tehdit ve hakaretine maruz kaldığı iddiasıyla 15/5/2006 tarihinde Fatih Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur. Polis memurunun kullandığı motosikletin plakasına dilekçesinde yer veren başvurucu, olay esnasında çalan müzik parçalarının da aralarında bulunduğu CD’leri dilekçe ekinde sunmuştur.

11. Olay günü ekipte görevli polis memurları ve bu polis memurlarının fotoğraflarını motosikletin plakasından tespit eden İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu bilgileri Savcılığa göndermiştir.

B. Başvurucunun Adli Raporları

12. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 14/5/2006 ve Fatih Adli Tıp Şube Müdürlüğünün başvurucu hakkındaki 17/5/2006 tarihli raporunda; sağ omuzda hiperemi (kanlanma), sağ cruristte (bacak) hassasiyet ve hareket kısıtlılığına sebep olan travmaya bağlı yumuşak doku lezyonlarının basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

C. Müştekilerin Beyanları

13. Müşteki (başvurucu); olay günü -Yunus tabir edilen- motosikletli ve resmî elbiseli dört polis memurunun işyerine geldiğini, yemek yediklerini, bilgisayarda çalan, bir kısmı Kürtçe olan müzik parçalarından rahatsızlık duyan uzun boylu, esmer polisin müzik değiştirme isteğini yerine getirdiğini, sanatçı A.K.nın bir parçasını çalmasından dolayı “Sen A.K.yi nasıl dinlersin!” diye çıkıştığını, çıkarken kendilerini de dışarı çağırdığını, “Sen nasıl Kürtçe parça dinlersin, A.K. dinlersin!” diyerek tekme tokat kendisini darbettiğini, ayrıca hakaret ve tehdit edildiğini söylemiştir. Başvurucu, işyerinden getirdiği tüm müzik CD’lerini Savcılığa ibraz etmiş; Savcılık sadece olayla ilgili CD’yi incelemiş; Kürtçe halk müziği parçaları, A.K. ve diğer bazı sanatçıların parçalarının CD’de yer aldığını tespit etmiştir. Başvurucu 5/7/2006 tarihinde, Savcılıkta gösterilen fotoğraflar üzerinden şüpheli Polis İ.O.D.yi teşhis etmiştir.

14. Müşteki A.Y.; lokantada garson olarak çalıştığını, polisler geldiğinde lokantada A.K.nın şarkılarının çalındığını, içlerinden birinin “Gel ulan buraya!” diye kendisini çağırdığını, müziğin değiştirilmesini istediğini, bunu başvurucuya iletince çeşitli sanatçıların parçalarından oluşan CD’deki müziğin az sonra değişeceğini ifade ettiğini, aynı polis tekrar çağırdığında patronuyla (başvurucu) birlikte masalarına gittiklerini, polisin patrona “S.. git, mekanı başına yıkarız!” diyerek kendisine hakaret ettiğini ve kendisini tehdit ettiğini, çıkarken patronunu, kendisini ve diğer Garson M.D.yi lokantanın önüne çıkararak evire çevire dövdüklerini, tüfeğin dipçiğiyle başvurucuya vurduklarını, kendisinde darp izi mevcut olmadığından rapor almadığını belirtmiştir.

15. Müşteki M.D.; polislerin silahın dipçiğiyle patrona vurduklarını, Garson A.Y. ile patronu dövdüklerini ancak kendisini dövmediklerini, her üçüne de hakaret ettiklerini söylemiştir.

D. Tanık Anlatımları

16. Olay sırasında motorize ekipte görevli polis memurları E.G., Ü.B. ve V.K.; yemek için girdikleri lokantada rahatsız edecek şiddette müzik çalınca Ekip Şefi Polis Memuru İ.O.D.nin (sanık) garsona müziğin sesini kısmasını rica ettiğini ancak bu isteğin yerine getirilmediğini, lokantadan ayrılmak üzereyken başvurucunun “İstediğim müziği çalarım, beğenmiyorsa çık git!” diye karşılık verdiğini, hakaret, tehdit ve kavga olmadığını söylemişlerdir.

17. Lokanta müşterilerinden Ö.O.; Yunus ekibinde görevli polislerin içeri girer girmez nezaketsiz hareketleriyle herkesin dikkatini çektiğini, üst kata gelerek bir masayı boşalttırdıklarını, bir süre sonra çalan müziği beğenmeyip kaba bir üslupla garsondan müziğin değiştirilmesini istediklerini, müştekinin polislerin bulunduğu üst kata gelerek çalan müziğin yasak olmadığını izah etme çabasındayken iri yarı polisin müştekiyi iterek sokağa çıkardığını, müştekiye tekme ve yumruk attığını, hakaret ettiğini, polislerin “Sana ekmek yedirmeyeceğiz!” diye müştekiyi tehdit edip gittiklerini açıklamıştır.

18. Lokanta Aşçısı H.E.; mutfakta çalıştığı sırada duyduğu gürültü üzerine dışarı çıktığında yüzünü seçemediği bir polisin müştekiye küfrettiğini, “Burada ekmek yedirmeyeceğiz!” dediğini ancak yaralama anını görmediğini söylemiştir.

19. Lokanta Bulaşıkçısı D.A. soruşturmada; bulaşık yıkarken dışardan gelen bağırtılar üzerine çıktığında bir polisin müştekilerin üçünü birden tekme tokat dövdüğünü ve onlara hakaret ettiğini ifade etmiştir. Bu tanık kovuşturma safhasında polisin sadece başvurucuyu dövdüğünü söylemiştir.

20. Başvurucunun amcasının oğlu R.T.; lokantanın kasasında başvurucuya yardım ederken üniformalı polis memurlarının geldiğini, yemek alıp üst kata çıktıktan sonra garsonlardan birinin yanına gelerek polisin müziği değiştirmesini talep ettiğini söyleyince bu isteği yerine getirdiğini, kısa bir süre sonra garsonun tekrar yanına geldiği sırada polislerden birinin müştekiye ve iki garsona hakaret ettiğini, onları dövdüğünü söylemiştir. Tanık, fotoğraf üzerinden şüpheli İ.O.D.yi teşhis etmiştir. Tanık, duruşma sırasında polisin sadece başvurucuyu darbettiğini açıklamıştır.

E. Sanık Savunması

21. Sanık İ.O.D.; öğle yemeği için girdikleri lokantada gerek müşterilerin gerekse çalışanların kendilerine yadırgayıcı gözle baktıklarını, yüksek sesli müziğin kısılmasını rica ettiklerini, müziğin kasadan ayarlandığını söyleyen garson yanlarından ayrılınca sesin daha da arttığını, işyeri sahibi olduğunu düşündüğü kişiye yaptıklarının hatalı olduğunu söylemelerinden sonra “Beğenmezseniz çekin gidin!” şeklinde kendilerine cevap verildiğini, hakaret, tehdit ve kavga olmadığını belirtmiştir.

F. Şüpheli Hakkında Yapılan Disiplin Soruşturması, Açılan Dava ve Verilen Kararlar

22. İstanbul İl Polis Disiplin Kurulunca 3/11/2006 tarihinde, polisler hakkında müştekinin beyanı dışında delil bulunmadığından ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

23. Şüpheli İ.O.D. hakkında müştekilerin üçüne karşı hakaret ve basit yaralama, başvurucuya karşı ayrıca tehdit suçundan 24/5/2007 tarihinde kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Müşteki Muhterem Turantaylak’ın alınan Adli Tıp raporunda mevcut yaralanmasının yaşamsal tehlike oluşturmadığı ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirlenmiş, diğer şikâyetçilerde ise iz bırakan yaralanma oluşmadığı belirlenmiş, bu sebeple TCK 86/2. maddesi çerçevesinde değerlendirilmiştir.

Şüpheli görevli ile beraber görev yapan ve tanık olarak ifadesi alınan sair emniyet görevlileri şüphelinin beyanını doğrular mahiyette beyanda bulunmuşlar, lokanta çalışanları ile müşteriler şikayetçilerin beyanını doğrular ifade vermişlerdir. Bu durumda iddia ile konusunun tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde CMK 170/2. maddesinde belirtildiği gibi iddianame düzenlemek için gerekli olan yeterli şüpheyi oluşturduğu kanaatine varılmıştır.

…”

24. Fatih 2. Sulh Ceza Mahkemesi 2/12/2008 tarihinde sanığın başvurucuya yönelen yaralama fiilinde kusuru bulunmadığından ceza verilmesine yer olmadığına, diğer suçlardan ise delil yetersizliğinden beraatine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Mağdurun doktor raporunda ise sadece omuzda hiperemi, ayakta hareket kısıtlılığı olduğu ifade edilmiş, başkaca darp cebir izinin bulunmadığı görülmüştür.

Tanık [D.A.] beyanında, müştekinin patronu olduğu, olay anında patronlarına ana avrat küfür edilip, "sana burada ekmek yedirmeyeceğim" diyerek tehdit edildiği ve tekme tokat dövüldüğü ifade edilmiştir.

Diğer tanık [H.E.]nin de müştekinin yanında çalışanı olduğu anlaşılmakla birlikte bu tanık da küfür ve tehdidi tekrarlamış, ancak vururken görmediğini beyan etmiştir.

Tanık [R.T.]nin de mağdurun amcasının oğlu olduğu anlaşılmakla birlikte o da beyanında mağdurun tekme tokat dövüldüğünü, küfür ve tehdit edildiğini beyan etmiştir.

Ayrıca İstanbul Valiliği İl Polis Disiplin Kumlunun 03/11/2006 tarih 3244 nolu kararında sanıklar hakkında yapılan disiplin soruşturması neticesinde sanıklara ceza tayinine mahal olmadığına dair karar verildiği görülmüştür.

Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, dinlenen tanık beyanları, doktor raporu ve tüm deliller incelendiğinde, sanık hakkında kasten yaralama suçundan dava açılmış ise de, rapora göre omuzda sadece hiperemi olduğu dikkate alındığında ve vücutta başkaca darp cebir izi de bulunmadığından mağdurun yanında çalışan birtakım tanıkların, müştekinin tekme tokat dövüldüğüne dair beyanları ise mahkemece dikkate alınmamıştır.

Kaldı ki tekme tokat dövülen birinin vücudunda çok sayıda morluk, darp ve cebir izi bulunması gerektiği de nazara alınmalıdır.

Ayrıca yine mağdurun yanında çalışan veya mağdurlarla akrabalığı olan tanıklar tarafından, sanığın onu tehdit ettiği, küfrettiği ileri sürülmüş ise de mağdura yakınlıkları nedeni ile tek başına hükme esas olamayacağı kanaatine varılmıştır.

Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 28/09/2006 tarih 5888 Esas - 15560 Karar nolu ilamında da belirtildiği üzere akrabalık vs. sebebiyle tarafsız olamayacakları anlaşılan tanıkların beyanlarının tek başına yeterli olmadığı ifade edilmiştir.

Dinlenen diğer [polis memuru] tanıklar [V.K., E.G. ve Ü.B.] ise sanığın atılı suçları işlemediğini ifade etmişlerdir.

Mahkemece yapılan yargılama, tanık beyanları, doktor raporu ve toplanan tüm delillerde, sanığın mağdurla yaptığı tartışma anında omzundan tutmuş olabileceği, bu sırada raporda hiperemi oluştuğu kanaatine varılmakla, atılı suçun CMK 223/3-c maddesi kapsamında kaldığı kanaatiyle yaralama suçundan sanığa ceza verilmesine yer olmadığına, diğer suçlar yönünden ise aleyhe somut ve tarafsız delil bulunmadığından kuşku sanık lehine yorumlanır ilkesi de gözönüne alınarak sanığın hakaret ve tehdit suçlarından da beraatine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

25. Başvurucunun temyizi üzerine hüküm, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 5/6/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

26. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 25., 27., 86., 106. ve 125. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Meşru savunma ve zorunluluk hali

Madde 25- (1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

...

Sınırın aşılması

Madde 27- …

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.

Kasten yaralama

Madde 86 - …

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,

İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Tehdit

Madde 106 - (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

Hakaret

Madde 125 - (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır…

 (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

…”

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 217., 223. ve 230. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Delilleri takdir yetkisi

Madde 217 - (1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.

 (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.

Duruşmanın sona ermesi ve hüküm

Madde 223 –…

 (2) Beraat kararı;

e) Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması,

Hallerinde verilir.

 (3) Sanık hakkında;

c) Meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması,

Hallerinde, kusurunun bulunmaması dolayısıyla ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir.

Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar

Madde 230 – ...

 (2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223 üncü maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.

 (3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223 üncü maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.

…”

28. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 1. ve ek 4. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

"Madde 1 – Polis, asayişi amme, şahıs, tasarruf emniyetini ve mesken masuniyetini korur. Halkın ırz, can ve malını muhafaza ve ammenin istirahatini temin eder.

Ek Madde 4 – (Ek: 16/6/1985 - 3233/7 md.)

Polis, görevli bulunduğu mülki sınırlar içinde, hizmet branşı, yeri ve zamanına bakılmaksızın, bir suçla karşılaştığında suça el koymak, önlemek, sanık ve suç delillerini tesbit, muhafaza ve yetkili zabıtaya teslim etmekle görevli ve yetkilidir.

…”

29. Meşru savunmada sınırın aşılmasının uygulama koşulları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31/10/2017 tarihli ve E.2017/1-841, K.2017/440 sayılı kararında şöyle açıklanmıştır:

 “…

5237 sayılı TCK'nun 25/1. maddesinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1- Saldırıya ilişkin şartlar:

a) Bir saldırı bulunmalıdır.

b) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2- Savunmaya ilişkin şartlar:

a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.

b) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, "sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.

Sınırın aşılması 5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinde … düzenlenmiştir.

5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3- Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, "heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

…”

B. Uluslararası Hukuk

30. 10/8/1988 tarihli ve 19895 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 10/12/1984 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Madde 1 - 1. “İşkence” terimi, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa … veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatiyle uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ıstırap veren bir fiil anlamına gelir…”

31. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

 “Madde 3- İşkence yasağı

Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”

32. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış ve terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği de içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

33. AİHM, bir kişi özgürlüğünden yoksun bırakıldığında veya daha genel anlamda kolluk kuvvetleri görevlileriyle karşı karşıya kaldığında -örneğin tutuklandığı sırada kişinin davranışları kesinlikle gerektirmediği hâlde- kişiye karşı fiziksel güç kullanımının insan onurunu zedelediğini ve kural olarak Sözleşme’nin 3. maddesi tarafından güvence altına alınan hakkın ihlalini teşkil ettiğini belirtmektedir (Bouyid/Belçika [BD], B. No: 23380/09,28/9/2015, § 88; Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 38; Mete ve diğerleri/Türkiye, B. No: 294/08, 4/10/2011, § 106).

34. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği anda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktördür.

35. Asgari ciddiyet seviyesine ulaşan kötü muamele, genellikle fiilen mevcut olan cismani bir yaralanmayı veya yoğun fiziksel ya da zihinsel acıyı içerir. Öte yandan bunların söz konusu olmadığı hâlde dahi muamelenin bireyi aşağılayan veya küçük düşüren, insan onurunu zedeleyen veya insanda korku, endişe veya aşağılık duygusu uyandıran nitelikte kişinin fiziksel ve duygusal direncini kıracak kabiliyette olması hâlinde muamele aşağılayıcı olarak nitelenebilir ve Sözleşme' nin 3. maddesinde düzenlenen yasağın kapsamına girebilir. Ayrıca vurgulanmalıdır ki mağdurun başkalarının gözünde değil kendi gözünde küçük düşürülmüş olması bile yeterli olabilir (Bouyid/Belçika, § 87). Anılan kararda AİHM, polisin gözaltında attığı tek tokatın asgari eşiği geçtiğini değerlendirmiştir.

36. Özgürlüğünden yoksun bırakılmış veya daha genel olarak yasa uygulayan memurlar ile karşı karşıya kalmış bir kişi söz konusu olduğunda kendi tutumu nedeniyle kesin olarak gerekli hâle gelmemiş fiziki kuvvete her başvuru, insan onurunu zedeler ve kural olarak 3. maddede öngörülen hakkın ihlalini teşkil eder (Bouyid/Belçika, § 88; Turan Çakır/Belçika, B. No: 44256/06, 10/3/2009, § 57).

37. Devletin bireyleri koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme’de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele yasağının ihlali iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacaktır ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya, §§ 131-136).

38. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

39. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 9/5/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

41. Kürt kökenli olduğunu söyleyen başvurucu;

i. Sahibi olduğu lokantada Kürtçe müzik çaldığı sırada müşteri olarak gelen polis memurunun, kendisinin Diyarbakırlı olduğunu öğrenince ayrımcılık güdüsüyle hakaret, tehdit ve darp eylemlerini gerçekleştirdiğini, hekim raporu ve tanık beyanları olduğu hâlde yine ayrımcı saikle yargısal mercilerce korunarak polis memuru hakkında beraat ve ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiğini,

ii. Şüphelinin yanında bulunan diğer üç polis memuru arkadaşının olayı önleme sorumluluklarını yerine getirmediğini,

iii. İşyeri yakınlarında kamera görüntüsü olup olmadığının araştırılmadığını,

iv. Raporda yer verilen sol omuzdaki hiperemi bulgusu kararda değerlendirilirken ayağındaki hareket kısıtlılığının gözardı edildiğini,

v. Salt akraba ya da işvereni olduğundan hareketle kendi tanıklarının anlatımlarına değer atfedilmediğini, öte yandan lokanta müşterisi bağımsız tanık Ö.O.nun söylemlerinin dikkate alınmadığını, sanığın mesai arkadaşı üç polis memuru tanığın beyanlarına üstünlük tanındığını,

vi. İdarenin cezasızlıkla sonuçlanan disiplin soruşturması kararının hükme esas alındığını,

vii. Derece mahkemeleri kararlarının gerekçesinin yetersiz olduğunu,

viii. Tanıklardan bir kısmının ve sanığın ifadelerinin istinabe yöntemiyle alındığı duruşma günlerinden haberdar edilmediğini, bu yüzden bu kişilere soru yöneltemediğini,

ix. 5271 sayılı Kanun’daki kısıtlayıcı düzenlemeden ötürü katılan taraf sıfatıyla Yargıtayda duruşmalı inceleme hakkının tanınmadığını,

x. Yargılamanın oldukça uzun sürede bitirildiğini,

xi. Mevzuatta etnik farklılıkların korunmasını temin edecek düzenleme bulunmadığını belirterek kötü muamele ve bununla bağlantılı biçimde ayrımcılık yasağının, kişi hürriyeti ve güvenliği ile etkili başvuru hakkının, adil yargılanma hakkı kapsamında kalan silahların eşitliği ilkesi, duruşmalı inceleme, makul sürede yargılanma ve gerekçeli karar haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. Bakanlık görüşünde, incelemede dikkate alınması gereken ve kötü muamele yasağını ilgilendiren AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarında yer alan ilkelere işaret edilmesinin ardından başvuru konusu olay ve yargılama safhası özetlenmekle yetinilerek kabul edilebilirlik ya da esasa yönelik bir görüş bildirilmemiştir.

43. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundakine benzer mahiyette cevap vermiştir.

B. Değerlendirme

1. Uygulanabilirlik Yönünden

44. Anayasa’nın 17. ve 5. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

45. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

47. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

48. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunu göstermektedir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/01/2018, § 51).

49. Bununla birlikte bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

50. Polis, 2559 sayılı Kanun’un ek 4. maddesine göre bulunduğu mülki sınırlar içinde hizmet branşına ve zamanına bakılmaksızın daima görevli kabul edilmektedir. Bu düzenlemeye göre diğer kamu görevlilerinden ayrı olarak polisin kamu görevlisi sıfatının zaman ve mekân açısından daha kapsamlı olduğu görülmektedir. Görevli oldukları mahalde öğle vakti yemek için girdikleri lokantanın sahibiyle tartışan polisin -kamu görevlisi sıfatının yaşandığı öne sürülen kavganın başlangıcına doğrudan etkisi bulunmasa bile- resmî üniformalı olması ve 2559 sayılı Kanun'un 1. maddesi uyarınca halkın can ve mal güvenliğini koruma yükümlülüğü de dikkate alındığında olaya gösterilen tepki anında bu sıfatlarının tesir etmediğini söylemek mümkün olmamıştır.

51. Kaldı ki aynı zamanda devletin sokaktaki yüzünü temsil eden ve bireylerle ilişki kurma konusunda özel eğitime tabi tutulan kolluğun insan ilişkilerinde profesyonel davranarak daha sabırlı ve hoşgörülü bir tutum takınması icap etmektedir.

52. Özgürlüğünden mahrum olan kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe polisin şiddet kullanmasının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yasağı ihlal edeceği yönündeki Anayasa Mahkemesi içtihatlarının (Cezmi Demir ve diğerleri, § 92) devletin doğrudan gözetim ve denetiminde bulunmayan kişiler yönünden de -özel bir durum bulunmadıkça- geçerli olmadığının söylenmesi için bir neden yoktur.

53. Başvurucunun iddiasına göre olay anlık gelişmemiştir. Lokantaya yemek için gelen polis memurları ile başvurucu arasında o sırada çalan müzik nedeniyle tartışma yaşanmıştır. Polisin o sırada “Size burada ekmek yedirmeyeceğim!” diyerek tehdit, hakaret ve darp iddiaları birlikte düşünüldüğünde olayın başvurucunun işyerinde bulunan müşterilerin önünde başlayarak daha aleni bir şekilde caddeye de sarkması ve başvurucunun onurunu zedeleyici niteliğinin yoğunlaşmasından ötürü kötü muamele yasağının asgari eşiğinin aşılarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele boyutuna ulaştığı kabul edilerek bu doğrultuda inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

54. Başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında incelenecektir (Benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tuna Ayçiçek, § 53).

55. Özgürlüğünden mahrum bırakıldığını gösteren hiçbir olgu ve anlatıma yer verilmeyen başvuruda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı bakımından inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

56. Başvurucunun gerek suç ihbarı dilekçesi gerekse ifadeleri, etnik kökeni hakkında şüpheliden sadır olan bir beyan ve yargısal makamların etnik saikle tarafgir hareket ettiklerini ortaya koyan bir iddia barındırmamaktadır. Bireysel başvuru formunda da yaralanmasının ve bundan dolayı açılan davada polis memurunun cezalandırılmamasının arka planında etnik bir kaynağın bulunduğunu destekleyici bir argüman bulunmamaktadır. Ayrıca başvurucu, işyerinde Kürtçe müzik çaldığı için polisin şiddetine maruz kaldığını öne sürmekte ise de olayın salt çalınan müziğin Kürtçe olmasından duyulan rahatsızlıktan neşet ettiğinin kabulüne imkân tanıyan bilgi ve belge dosyada bulunmadığından ayrımcılık yasağı yönünden ayrıca inceleme yapılmasına lüzum görülmemiştir.

57. Sonuç itibarıyla başvurucunun anılan iddialarının tümü -yaralamanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek olması da dikkate alındığında- insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

59. Anayasa Mahkemesi genel olarak kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerde -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları ayrı başlıklarda incelemektedir. Ancak kamu görevlisinin cebir, tehdit ve hakaret fiillerine dayalı kötü muamele iddialarının -özellikle cezasızlıkla sonuçlanan bu dosyada- maddi ve usul boyutunda yapılacak incelemenin sonuçları arasındaki etkileşim ve kesişim noktalarının yoğunluğundan ötürü tüm ihlal iddiaları aynı başlık altında incelenmiştir. Keza yasağın maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığına bağlı olarak değişecektir.

a. Genel İlkeler

60. Devletin bireylere karşı kötü muamelede bulunmama negatif yükümlülüğünün bulunduğu uygulanabilirlik kısmında açıklanmıştır (bkz. § 47).

61. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104).

62. Kötü muamele yasağı kapsamında devletin pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu çerçevede bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, olanaklı olmazsa kötü muamele yasağı sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve kötü muamele faillerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 110, 111).

63. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

64. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

65. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma, bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadelerinin alınması ve bilirkişi incelemeleri gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması, kötü muamelenin gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

66. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

67. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

68. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

69. Başvurucu özetle bir polis memurunun karıştığı yaralama, hakaret ve tehdit olayına ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmadan yargılamanın cezasızlıkla sonuçlandığını, sanığın yanında bulunan diğer polis memurlarının da önleme yükümlülüklerini yerine getirmediğini ileri sürmüştür.

70. Kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutuna yönelik iddiaların aynı başlık altında incelenmesine karar verilmesinden ötürü (bkz. § 59) Anayasa Mahkemesince, bu dosyada kovuşturma neticesinde verilen hükmü doğuran ve yasağın maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin çözümlenmesinde en önemli etken olan etkili soruşturma yükümlülüğüne özgü iddiaların öncelikle ele alınması şeklinde bir inceleme metodu benimsenmiştir.

71. Anayasa Mahkemesinin soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa yönünden inceleyerek, bu mercilerin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendisininkini ikame ederek cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevinin bulunmadığı, anılan mercilerin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerektiği genel ilkeler kısmında açıklanmıştır.

72. Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir. Bu konuda yapılacak değerlendirmede somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl bir seyir izlediği de bir bütün olarak gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, §§ 57, 58).

73. Bireyler için en kutsal değer olan insan onurunu zedeleyen kötü muamele iddialarında soruşturmalar; benzer olayların tekrar yaşanmasını önlemeyi sağlayacak şekilde kapsamlı, dikkatli ve duyarlı bir biçimde yürütülmeli ve ayrıca sorumluların tespiti bakımından yapılması gerekli işlemlerde noksanlık bulunmamalıdır (Tuna Ayçiçek, § 74).

74. Etkili soruşturma konusunda ise öncelikle soruşturmaya başlandığı anda başvurucunun iddialarının savunulabilir olup olmadığı ve buna göre soruşturmanın seyrinin uygun bir şekilde yönlendirilip yönlendirilmediği tespit edilmelidir.

75. Polis memurlarından İ.O.D.nin yemeği müteakiben başvurucuya ait lokantayı terk ederken dışarıda başvurucuyla işyerinde çalan müzik -başvurucuya göre müziğin Kürtçe olması, sanığa göreyse müzik sesinin yüksek olması- yüzünden tartıştıkları sırada başvurucunun adli muayene raporunda belirtildiği üzere basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralandığı konusunda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kötü muamele vakalarında fiziki bulgular bakımından doktor raporlarının anahtar role sahip olduğunun altı çizilmelidir.

76. Başvurucunun iddialarının karine hâline dönüşmesine yol açacak nitelikte olan adli muayene raporundaki bulgular bunların savunulabilir düzeyde olduğunu sergilemektedir. Savcılık tarafından kamu davasının açılmış olması da bu durumun göstergesidir. Bu aşamadan sonra kovuşturma organına düşen görev, başvurucudaki yaranın nedeni hakkında makul bir açıklama getirmektir.

77. Delillerin toplanmasındaki noksanlık bakımından işyeri yakınlarında olaya ilişkin güvenlik kamerası görüntüsü araştırması yapılmadığından başka bir iddia içermeyen başvuru, daha ziyade mevcut kanıtların yorumlanmasında bazı noktalarda yapılan hata ve ihmallere hasredilmiştir. Bunların merkezinde bazı tanık beyanlarına itibar edilmemesi ve adli muayene raporundaki bulguların eksik ve hatalı değerlendirilmesi yer almaktadır.

78. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

79. Soruşturma ve kovuşturma tekelini elinde bulunduran adli mercilerin kötü muamele yasağının mahiyetiyle bağdaşan ve beklentileri karşılayabilecek ölçüde delil toplaması icap etmektedir. Yargılamanın sonucuna uzanan geçiş noktalarını doğrudan etkileyen delilerin toplanmasında gösterilen hassasiyet, aslında zihinsel bir ürün olan yorum farklılıkları ve belirsizliklerin azaltılmasını sağlamak bakımından da önemlidir.

80. Ne var ki etkili soruşturma, tarafların tüm taleplerinin karşılanacağı anlamına gelmemektedir. Savcılık ve mahkemelerin bu konuda geniş bir özerkliğe sahip olması, hangi delillerin kötü muamele vakasını aydınlatacağı hususunda da bizzat kendilerinin karar verebilmesini gerektirmektedir. Aksinin kabulü maddi gerçeğin aranmasının icra tarzı olan yargısal sürece ve dolaylı olarak da sonucuna yapılmış bir sınırlandırma anlamına gelebilir. Maddi gerçeği anlamlandırmada kanıt unsuru olarak katkısı bulunmayan ya da oldukça kısıtlı bulunan noktalarda bazı delillerin toplanıp toplanmamasında yargı mercilerinin bir ölçüye kadar takdir yetkisinin bulunması başlı başına soruşturmanın etkisiz icra edildiği anlamına gelmemektedir.

81. Olayın üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra yapılan başvuruda, kamera görüntüsü araştırması yapılmadığı öne sürülmüştür. Başvurucu; bu konuda Anayasa Mahkemesince değerlendirme yapılması için gerekli olan, işyerini herhangi bir noktadan gören kamera olduğu hususunda bir açıklamada bulunmamıştır. Öte yandan 2006 yılında işyerleri ve mobese kameralarının bugünkü kadar yaygın olmadığı da gözden uzak tutulmamalıdır.

82. Diğer taraftan istinabe suretiyle dinlenen tanıkların ve sanığın beyanlarına başvurulduğu duruşma günlerinden haberdar edilmediği, ayrıca Yargıtayda duruşmalı inceleme hakkı tanınmadığı iddia edilmişse de bu şekilde alınan tanık beyanları ve sanık savunması duruşmada okunmuş; başvurucu ve vekili kendilerine tanınan itiraz hakkını kullanmamıştır. Bunun yanı sıra ilk derece mahkemesindeki yargılama duruşmalı olarak yapılmıştır. Başvurucu, temyiz incelemesi duruşmalı yapılmış olsaydı mahkeme önünde dile getiremediği hangi iddiaları ileri süreceğine ilişkin olarak herhangi bir açıklamada da bulunmamıştır.

83. Başvurucu, kararın gerekçesinin yetersizliğinden ve mahkemeyi bağlamamasına karşın disiplin soruşturması sonucunun dayanak alınmasından da şikâyetçidir.

84. Disiplin soruşturmasında yapılan değerlendirmelerin mahkemeleri bağlamadığı konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Ancak soruşturmadakine benzer ya da aynı sonuca ulaşılmasının ihtimal dâhilinde olması, tek başına gerekçeli karar hakkının ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkesinin zedelendiğini söyleyebilmek için yeterli değildir.

85. Başvurunun merkezinde yer alan asıl mesele, derece mahkemelerinin delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucunda kamu görevlisinin kötü muamele oluşturan eyleminin cezasız kalmasıdır. Başvurucu bir taraftan güvenilir olmadıkları noktasında bir emare yokken salt akraba ya da işvereni olduğundan hareketle iddia tanıklarının anlatımlarına değer atfedilmediğini, öte yandan bu eğilimle paradoksal olarak müşteri olan bağımsız tanık Ö.O.nun söylemleri dikkate alınmazken sanığın meslektaşı ve mesai arkadaşı üç polis memuru tanığın beyanlarına üstünlük tanındığını belirtmektedir. Ayrıca adli muayene raporunda yer alan hipereminin hatalı değerlendirilmesi şöyle dursun bacağındaki hassasiyetin dikkate alınmadığını ifade etmiştir.

86. İddia tanıklarının anlatımlarının birbiriyle çelişmesi, omuzdaki hiperemi dışında başvurucunun vücudunda darp ve cebir izinin bulunmaması, başvurucuyla aynı işyerinde çalışmalarına gönderme yapılarak bazı tanık beyanlarının kuşkulu bulunması, tekme tokat dövüldüğünü söyleyen müştekinin vücudunda olması beklenen çok sayıda morluk, darp ve cebir izi bulunmamasına dayanılarak mahkemece ceza verilmesine yer olmadığına ve beraate karar verildiği anlaşılmaktadır.

87. Bireysel başvuru incelemesinin amacını aşacak şekilde delillerin değerlendirilmesinde hata olduğu yönünde bir tespit yapılmasının Anayasa Mahkemesinin görevi olmadığının vurgulanmasında fayda bulunmaktadır. Soruşturma ve/veya kovuşturmanın etkililiğinden söz edilebilmesi için dosya kapsamında yer alan tüm bulguları kapsayıcı, nesnel ve tarafsız analize göre neticeye ulaşılmasına dayalı bir zincir kurulmalıdır. Öyle ki bu halkalardan birindeki noksanlık, bütünü de etkileyecektir (Tuna Ayçiçek, § 91).

88. Delillerin yorumlanmasındaki bazı başarısızlıklar, aslında bunların kavranması ve bağdaştırılmasındaki yanlışlıkların bir ürünüdür. Yukarıdaki açıklamaların aksine katı bir denetime tabi tutulma neticesinde ortaya çıkan bu süreçteki belirgin olmayan bazı yorum farklılıkları üzerinden ihlal kararları verilmesi, uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü sonuç yükümlülüğüne dönüştürme riskini de beraberinde getirir. Ne var ki aynı tanık beyanları ve aynı adli rapordaki tespitlerin anlamlandırılmasında mahkemenin ve tarafların izlediği yönteme bağlı olarak farklı sonuçlara varılması mümkün olsa da bunlar objektif bulgulardaki içerikle açıkça çelişmemelidir.

89. Başvurucunun adli raporunda omzundaki hiperemi dışında bir bulgu yer almadığı vurgulanarak -müştekinin tekme tokat dövüldüğü yönündeki- başvurucunun işyerinde çalışan tanık beyanları dikkate alınmamış ise de aynı raporda başvurucunun sağ bacağındaki hareket kısıtlılığı bulgusu konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır.

90. Gerek kendi içinde tanıkların ifadelerinde gerek mağdur ve tanık beyanları arasında maddi olaylara ilişkin bağdaştırılması güç bazı farklılıkların bulunması, iddia ve savunmaların güvenilirliğinin duruma uygun bir şekilde sınanmasını ve olayı çevreleyen tüm koşulların diğer delillerle de teyit edilmesini gerektirmektedir.

91. Mahkemece akrabalık vb. nedenlerle tarafsız olamayacağı değerlendirilen tanıkların beyanlarının tek başına hükme esas alınamayacağını gösteren bir Yargıtay kararına atfen başvurucunun yanında çalışan tanıkların ifadesine itibar edilmediği açıklanmıştır. Öte yandan şüphelinin mesai arkadaşı üç polis memurunun -hangi gerekçeyle nesnel oldukları ortaya konulmayan- ifadelerine mahkemece itibar edilmiştir. Başvurucunun işyerinde çalışan kişilerin anlatımlarının -hangi mülahazaya dayanıldığı açıklanmadan- tarafsız olamayacağı değerlendirilmişken aynı durumun geçerli olduğu sanığın mesai arkadaşı diğer üç polis memurunun ifadelerine hiçbir açıklama yapılmadan geçerlilik tanınması -kötü muamele eyleminin özel bir amaçla bilerek örtbas edildiği manasına gelmemekle birlikte- maddi gerçeğe ulaşılmasında sınırlayıcı bir etki ve ulaşılan sonucun tutarlılığına gölge düşüren bir unsur olarak değerlendirilmiştir.

92. İlk derece mahkemesinin bu metotla ulaştığı yargıya göre ilgili hukuk kısmında belirtilen 5237 sayılı Kanun'un 25. ve 27. maddeleri ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında şartları gösterilen meşru savunmada sınırın aşılması müessesesi -uygulanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ekseninde hiçbir tartışma yapılmadan- tatbik edilmiştir. Özellikle meşru savunma için gerekli olan ve somut olayda başvurucudan kaynaklanması gereken haksız bir saldırının bulunduğunu sergileyen bir açıklama yapılmamıştır. Adli raporlarla karine hâline gelen kötü muamele eyleminde, mevzuattaki somutlaştırılmaya da muhtaç olan meşru savunmayla ilgili düzenlemeler, şüphelinin mesai arkadaşları olan polis memuru tanıkların beyanlarına bir neden gösterilmeden üstünlük tanınmak suretiyle, kötü muameleden sorumlu olduğu tespit edilen kamu görevlisinin hesap vermesini önleyici sonuç doğuracak şekilde ve etkisiz biçimde uygulanmıştır.

93. Etkili soruşturma bakımından son olarak soruşturmanın makul süratte tamamlanması gerekliliğine uyulup uyulmadığı ele alınacaktır. 14/5/2006 tarihinde vuku bulan olayla ilgili soruşturmada 24/5/2007 tarihinde kamu davası açılmıştır. Olayın üstünden yaklaşık bir buçuk yıl geçince 2/12/2008 tarihinde kovuşturma cezasızlıkla sonuçlanmıştır. 5/6/2014 tarihinde yapılan temyiz incelemesiyle kesinleşen olay sekiz yıldan fazla bir sürede neticeye bağlanmıştır.

94. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutum ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur bulunmayan sekiz yıllık yargı süresinin makul olmayan bir gecikme teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.

95. Usul yükümlülüğüne ilişkin olarak yapılan bu tespitlerden sonra insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu içinde yer alan devletin negatif yükümlülüğü ile önleme yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarına sıra gelmiştir.

96. Etkili soruşturma yükümlülüğünün incelendiği kısımda yapılan detaylı izahattan anlaşılacağı üzere başvurucunun maruz kaldığı kötü muamele vakasında hiçbir gereklilik bulunmadığı hâlde polis memurunun başvurucuya karşı şiddet kullandığı anlaşıldığından aynı zamanda devletin negatif yükümlülüğünün de ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

97. Başvurucu, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu açısından olay anında sanığın yanında bulunan ve önleme sorumluluklarını yerine getirmeyen diğer üç polis memurunun da yargılanması gerekirken dosyada tanık sıfatıyla yer almalarının önleme yükümlülüğünü ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

98. Devletin insan haklarının garantörü olmasından kaynaklanan koruma yükümlülüğü, bu konuda hem hukuki hem de fiilî tedbirler almasını gerektirmektedir. Ancak aniden gelişen ve başvurucunun iddiasına göre sadece omuz ve bacak bölgesine isabetle neticelenen fiilî taarruzun diğer polis memurlarının müdahalesini gerektirecek mahiyette uzun sürdüğüne dair bir kanıt unsurunun bulunmadığı görüldüğünden koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

99. Sonuç olarak polis memurunun yargılandığı davada başvurucuya karşı kötü muamele oluşturan bazı eylemlerin cezasızlıkla sonuçlanmasından dolayı insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi -negatif yükümlülük- ve etkili soruşturma usul boyutunun ihlal edildiği neticesine ulaşılmıştır.

100. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

101. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

102. Başvurucu yargılamanın yenilenmesi, 15.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

103. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

104. 14/5/2006 tarihinde gerçekleşen başvuru konusu olayın üzerinden yaklaşık on iki yıllık süre geçtiğinden yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülmemiştir.

105. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya talebiyle bağlı kalınarak net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

106. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

107. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/5/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF AYDIN DOST BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19954)

 

Karar Tarihi: 12/6/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 1/8/2018-30496

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Melek KARALİ SAUNDERS

Başvurucu

:

Elif AYDIN DOST

Vekili

:

Av. Alp Tekin OCAK

 

 

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, üniversite harçlarına yapılan zamları protesto etmek amacıyla düzenlenen toplantının dağıtılması sırasında kolluk görevlisinin müdahalesiyle yaralanma meydana gelmesi sonucunda yapılan şikâyet üzerine açılan kamu davasında fiilin sabit görülerek hapis cezasına hükmedilmesine rağmen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı nedeniyle eylemin yaptırımsız kaldığı belirtilerek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, Karadeniz Teknik Üniversitesi Biyoloji Bölümünde eğitimini sürdürmekte iken 21/9/2006 tarihinde üniversite harçlarına yapılan zammı protesto etmek ve bu konuda Üniversite rektörü ile görüşmek için Rektörlük binası önünde diğer öğrencilerle birlikte toplanmıştır.

10. Özel güvenlik görevlilerinin topluluğun dağıtılması konusundaki girişimlerinin başarılı olmaması üzerine jandarmaya bilgi verilmiştir. Karadeniz Teknik Üniversitesi Jandarma Karakolu Komutanı olarak görev yapan A.Y. emrindeki erlerle birlikte olay yerine gelmiş ve duruma müdahale etmiştir. Başvurucunun anlatımına göre Karakol Komutanı gruba karşı güç kullanılması emrini vermiş, bu arada kendisine de copla vurmuş ve aldığı darbenin etkisiyle parmağı kırılmıştır.

11. Başvurucunun Trabzon Numune Hastanesinden aldığı 21/9/2006 tarihli rapora dayanarak düzenlenen Adli Tıp Kurumunun 27/9/2006 tarihli raporunda şu hususlara yer verilmiştir.

"Elif aydın'a ait Trabzon Numune Hastanesi'nin[.....]raporunun tektikinde;

Sağ el 4. parmak orta falanksta şişlik ve fraktür mevcut olduğu bildirildiğine göre;

SONUÇ:

1.Fiilin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığı, tarif edilen kırığın hayat fonksiyonlarına etkisinin hafif (1) derecede olduğu,

2.Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma yol açmadığı..."

12. Başvurucu 22/9/2006 tarihli dilekçeyle Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) başvurarak A.Y. ve diğer görevliler hakkında şikâyette bulunmuştur. Başvurucu; dilekçesinde, Üniversite rektörü ile görüşmek üzere diğer arkadaşları ile beklemekte iken A.Y.nin hukuka aykırı bir şekilde güç kullanma emri verdiğini, emir üzerine yapılan müdahaleler sırasında aldığı darbeler sonucu parmağının kırıldığını belirterek ilgililer hakkında işkence ve kötü muamelede bulunmaktan dolayı kamu davası açılmasını talep etmiştir.

13. Konu ile ilgili olarak Savcılıkça başlatılan soruşturma sonucunda 31/1/2007 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede; başvurucunun eğitimini sürdürdüğü Üniversitenin harçlarının fazla belirlendiği kanaatiyle, bu hususu görüşmek üzere Rektörlük önünde diğer öğrencilerle birlikte toplandıkları, bu sırada taşkınlık yapılması üzerine olay yerine Jandarma Karakol Komutanı ile birlikte diğer jandarma görevlilerinin geldiği, slogan atan öğrencilerin dağılmaları konusunda uyarılmalarına rağmen bunun yerine getirilmemesi üzerine mevzuattan kaynaklanan yetkilerin kullanıldığı, bu sırada başvurucunun görevin ve şartların gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanılarak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif olmayacak ve sağ el parmağında kırık meydana gelecek şekilde yaralanmasına yol açıldığı iddiasına yer verilerek şüpheli A.Y.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 256. maddesinin yaptığı gönderme ile aynı Kanun'un 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası,87. maddesinin (3) numaralı fıkrası ve 53. maddesi uyarınca cezalandırılması talep edilmiştir.

14. Aynı tarihli Ek Kovuşturmama Kararı ile Savcılık, olay günü Jandarma Karakolu Komutanı olan şüpheli A.Y.nin öğrencileri dağılmaları konusunda ikaz etmesine rağmen öğrencilerin bu uyarıya uymayarak slogan atmaları nedeniyle mevzuattan kaynaklanan zor kullanma yetkisini orantılı olarak kullandığı ve olayda kasten müessir fiil suçunun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle atılı suçtan dolayı kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

15. Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 10/3/2007 tarihli kararıyla,sanık A.Y.nin zor kullanma yetkisinin sınırını aşmak suretiyle başvurucunun parmağında kırık meydana getirerek yaralanmasına sebep olduğu hususunun sabit görüldüğü gerekçesiyle 5237 sayılı Kanun'un 256. maddesi delaleti ve 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 1 yıl hapsine, kırığın hayati fonksiyonlara etkisi gözetilerek takdiren cezanın 1/6 oranında artırılarak 1 yıl 2 ay hapsine, ilk defa suç işlediği ve duruşmalardaki iyi hâli gözönüne alınarak aynı Kanun'un 62. maddesi uyarınca cezanın takdiren 1/6 oranında indirilerek 11 ay 20 gün hapsine, Kanun'un 51. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca cezanın ertelenmesine, suçtan pişman olduğuna ilişkin herhangi bir söz ve davranışının bulunmaması, katılan başvurucunun maddi ve manevi zararlarının giderilmemiş olması ve cezanın ertelenmesi nedenleriyle 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ile ilgili 231. maddesinin (5) numaralı fıkrası hükmünün uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

16. Temyiz incelemesi sonucunda karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 6/3/2013 tarihli ilamıyla;

i. Sanığın ilgili mevzuat uyarınca, izinsiz gösteri yapan ve tüm uyarılara rağmen Rektörlük binasına girmeye çalışan grubu dağıtmak istediği sırada grupta yer alan başvurucunun yaralanmasına sebep olduğunun anlaşılması nedeniyle kasten hareket edip etmediğinin ve 5237 sayılı Kanun'un Birinci Kitap'ının İkinci Kısım'ının "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlıklı İkinci Bölüm'ünde yer alan "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükmünün uygulanabilirliği hususunun kararda değerlendirilmediği,

ii. 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (6) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen zarar kavramının manevi zararı kapsamadığı, sanığa atılı suçun ne tür bir zarara yol açtığının kararda belirtilmediği,

iii. Buna göre HAGB koşullarının değerlendirilmesi gerektiği gerekçeleriyle bozulmuştur.

17. Bozma üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 19/11/2013 tarihli kararıyla sanık kolluk görevlisinin eyleminin sabit görüldüğü gerekçesiyle kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5237 sayılı Kanun'un 53. maddesinin(1) numaralı fıkrasında sayılan haklardan yoksun bırakılmasına, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmaması ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatinin oluşması sebebiyle 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinin (5) numaralı fıkrası uyarınca HAGB'ye karar vermiştir.

18. Başvurucunun karara karşı yaptığı itiraz, Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 3/2/3009 tarihli ve E.2008/11-250, K.2009/13, E.2009/04-13, K.2009/12 sayılı kararlarına atfen itiraz incelemesinin yalnızca HAGB'nin şartlarının oluşup oluşmadığı hususuyla sınırlı olduğu, HAGB kapsamında kalacak şekilde cezanın yanlış hesaplanması, HAGB dışına çıkmayacak bir biçimde takdir yetkisinin yanlış kullanılması gibi hususların itiraz aşamasında yapılan incelemenin konusunu oluşturamayacağı, bu tür hukuka aykırılıkların ancak denetim süresi içinde veya sonunda, açıklanan veya verilen hükümle birlikte temyiz kanun yolunda incelenebileceği belirtilerek olayda HAGB şartlarının oluştuğu, bu yönüyle kararda hukuki isabetsizlik bulunmadığı gerekçeleriyle reddedilmiştir.

19. Karar 18/11/2014 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş ve 17/12/2014 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı256. maddesi şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

21. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

22. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması"kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluklarını kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadar indirilerek hükmolunur.

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilemez."

23. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesine 6/12/2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun'un 23. maddesiyle eklenen (5) ve (6) numaralı fıkralar şöyledir:

“(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, bir yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir.”

B. Uluslararası Hukuk

24. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

25. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

26. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

27. AİHM, işkence veya kötü muamele suçu işlendiğinin iddia edildiği durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alması durumunda meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 34).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

28. Mahkemenin 12/6/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

29. Başvurucu;

i.Öğrenim harçlarına yapılan zamları protesto etmek ve bu konudaki taleplerini Üniversite yönetimine iletmek isterken, diğer bir deyişle barışçıl bir şekilde toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanırken kolluğun müdahalesi ile karşılaştığını, hiçbir şekilde kolluğa mukavemet göstermediklerini, kolluk görevlilerinin amiri A.Y.nin "Şunların kafalarını kırın, dağıtın." şeklindeki talimatı üzerine kendisine copla vurulması sonucunda sağ el dördüncü parmağının kırıldığını,

ii. Kırılan parmağını kullanamadığını, parmağının işlevini yitirdiğini, dışarıdan bakıldığında bile eğriliğinin tespit edilebildiğini, dolayısıyla parmağında sabit eser ve iz meydana geldiğini,

iii. Bu hususun tespiti için Adli Tıp Kurumuna sevkini talep etmişse de bu talebinin yerine getirilmediğini,

iv.Savcılığın eylemi yanlış nitelendirerek 5237 sayılı Kanun'un "İşkence ve Eziyet" ile ilgili Üçüncü Bölüm'de yer alan 95. maddesi ile bağlantılandırarak iddianame düzenlemek yerine "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. madde ile bağlantılandırarak düzenlediği iddianame ile kamu davası açtığını,

v. Bunun sonucunda fiil için öngörülen cezanın 5237 sayılı Kanun'un 95. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında ağırlaştırılarak uygulanması yerine HAGB kararı verilmek suretiyle eylemin cezasız kalmasına yol açıldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

30.Bakanlık görüş yazısında;

i. Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında incelenmesigerektiği,

ii. Derece mahkemelerinin yapılan yargılama sonucunda kolluk görevlisinin 5237 sayılı Kanun'un 256. maddesi kapsamında zor kullanma yetkisinin sınırını aşmak suretiyle başvurucunun parmağında hafif derecede kırık oluşacak şekilde yaralanmasına sebep olduğunu tespit ederek anılan madde hükmünün yaptığı gönderme ile aynı Kanun'un 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmadığı ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatiyle HAGB'ye karar verdiği,

iii. Anayasa'nın 17. maddesinin usul açısından öngördüğü yükümlülükler yönünden değerlendirildiğinde kolluk görevlisi hakkında açılan davada, adli makamların gerekli incelemeleri yaptıkları, eylem ile ilgili delilleri topladıkları, başvurucunun sürece katılımının da sağlandığı, işkence iddialarına ilişkin olarak Mahkemenin ayrı bir değerlendirme yapmayıp hükmünü zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan kurduğu,

iv. Modern ve demokratik ceza adaleti anlayışının cezayla suçluların uslandırılması fonksiyonu yönünden kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması esasına dayanan yaptırımların her zaman arzulanan sonuçları vermediği yönünde olduğu, bu nedenlehapis cezalarının en son çare olarak uygulanması gerektiği,

v. HAGB kurumunun bu anlayış doğrultusunda güncel ceza muhakemesi mevzuatında yer aldığı,

vi. İlgili düzenlemenin hâkime tam bir takdir yetkisi verdiği, bu bağlamda kurumun bir af ya da bağışlama öngörmediği yönünde değerlendirme yapılmıştır.

B. Değerlendirme

31. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

32. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

34. Başvurucu, barışçıl bir şekilde yapılan toplantının dağıtılması sırasında kendisini darbeden kolluk görevlisinin etkin bir şekilde cezalandırılmaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

35. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

36. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası -mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun- kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin vermemektedir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya, haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).

37. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

38. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

39. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

40. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele işkencedir. Muamelenin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkencenin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

41. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 88).

42. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir. Eziyetten farklı olarak, uygulanan bu muamele kişide bedensel ya da ruhsal bir acı oluşturmasa da küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki yaratmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

43. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

44. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele oluşturabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 91).

45. Öte yandan Anayasa'nın 17. maddesi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı güç kullanımını yasaklamamaktadır. Sınırları belli bazı durumlarda, mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Olay tarihinde Karadeniz Teknik Üniversitesinde öğrenci olan başvurucu, üniversite harçlarına yapılan zamları protesto etmek ve bu hususta Üniversite rektörü ile görüşmek üzere Rektörlük binası önünde diğer öğrencilerle bir araya gelmiş; olay yerine emrindeki görevlilerle birlikte gelen Jandarma Karakolu Komutanı A.Y., dağılmaları yönünde yaptığı uyarıların sonuç vermemesi üzerine grup hâlindekiöğrencilerin güç kullanılarak dağıtılması hususunda emrindeki görevlilere emir vermiş; bu arada kendisi de copla öğrencileri dağıtmaya çalışırken başvurucunun parmağının kırılmasına yol açmıştır.

47. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedenleriyle aksi yönde bir veri bulunmadığı sürece derece mahkemelerinin olayın oluşu ile ilgili tespitlerinden ayrılmak için bir neden bulunmamaktadır. Bu itibarla başvurucunun demokratik bir hakkını kullanması sırasında kolluk görevlisi tarafından hafif olmayacak şekilde yaralandığı, dolayısıyla olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği Anayasa Mahkemesince de kabul edilmiştir. Öte yandan derece mahkemelerinin yaptığı tespite göre olayda başvurucunun kendisine karşı zor kullanılmasını gerektirecek herhangi bir eyleminin bulunmadığı anlaşılmaktadır.

48. Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylem nedeniyle yapılan yargılama sonucunda sanık A.Y. hakkında kasten yaralama suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası verilerek HAGB'ye karar verilmiştir. Mahkeme tarafından verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığının, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.

49. Olayda kendi eylemi bunu gerekli kılmadığı hâlde kolluk görevlisinin uyguladığı aşırı güç sonucunda başvurucunun parmağı kırılmıştır. Her ne kadar başvurucu vekili tarafından başvurucunun parmağını kullanamadığı iddia edilmişse de başvuru dosyasına sunulmuş bu yönde bir sağlık raporu bulunmadığından bu iddiaya itibar edilmesi mümkün olmamıştır. Başvurucunun katıldığı toplantının dağıtılması sırasında güç kullanımını zorunlu kılan bir durum olmaksızın uygulanan güç nedeniyle yaralanmasına yol açılmışsa dabelli bir amaçla, bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylemin işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımadığı sonucuna varılmaktadır. Anayasa Mahkemesinin konu ile ilgili içtihadı kapsamında başvurucunun olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldığının kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.

50. Maruz kalınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen HAGB kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca A.Y.nin eyleminden dolayı hakkında disiplin yönünden işlem yapıldığına ilişkin başvuru dosyasına herhangi bir verinin yansımadığı dikkate alındığında olayda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun parmağının kırıldığı tespit edilmiş ise de sonuç olarak sanığın bu eylemi nedeniyle herhangi bir yaptırımla karşılaşmadığı anlaşıldığından başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiğinin kabul edilmesi gerekir.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

52. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

53. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu, olanaklı olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

54. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

55. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

56. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

57. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemli olmakla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi, kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

58. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Başvurucununmaruz kaldığı muamele nedeniyle kolluk görevlisi hakkında yapmış olduğu şikâyetle ilgili olarak Savcılığın olayın gerektirdiği süratle davranarak soruşturma başlattığı anlaşılmaktadır. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından 31/1/2007 tarihli iddianame ile kolluk görevlisi A.Y. hakkındazor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle yaralama suçundan kamu davası açılmış, kasten yaralama suçundan ise ek kovuşturmama kararı verilmiştir.

60. Yapılan yargılama sonucunda Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesi 10/3/2009 tarihli kararı ile A.Y.nin fiilini sabit görmüş ve cezanın alt sınırından uygulanmasını uygun görerek neticeden 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezanınertelenmesine, HAGB'ye ilişkin hükümlerin uygulanmasına yer olmadığına karar vermiştir. Bu kararın temyiz incelemesi sonucunda bozulması üzerine ilk derece mahkemesi Yargıtay bozma kararına uyarak sonucu itibarıyla eylem için daha hafif bir düzenlemeyi öngören HAGB ile ilgili hükümler çerçevesinde olayı değerlendirmiştir. Trabzon 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına atfen mahkûmiyet hükmüne yönelik herhangi bir değerlendirmeyi içermeksizin yalnızca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının koşullarının olayda oluşup oluşmadığı yönünden inceleme yapmış ve yapılan itirazın reddine karar vermiştir. Karar, bu şekilde 10/1/2014 tarihinde kesinleşmiştir.

61. Bu itibarla başvurucunun şikâyeti ile ilgili kovuşturmanın yaklaşık yedi yıl sürdüğü tespit edilmiştir. Karışık olmayan hukuki ve maddi unsurlar içeren uyuşmazlığın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarıyla da ilgili olduğu gözönünde bulundurulduğunda iki dereceli yargılama süresinin bu türdeki şikâyetlerin hızlı ve etkili bir biçimde sonuçlandırılması gerektiği yönünde yukarıda yer verilen ilkelere uygun olmadığı değerlendirilmiştir.

62. Öte yandan yürütülen yargılama sonucunda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele boyutunda bir yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği görülmekle birlikte soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan failin suç nedeniyle hesap vermesinin sağlanması ve fiiliyle orantılı bir ceza alması koşulunun yerine getirilmesinden uzak bir şekilde olayda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

63. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015).

64. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, § 102).

65. İlk derece mahkemesinin -eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında- sanık A.Y. hakkında verdiği 11 ay 20 gün hapis cezasına ilişkin HAGB kararı sonucunda sanığın deneme süresi içinde suç işlememesi hâlinde bu ceza hiç olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır. Ulaşılan bu sonucun bu tür olaylara karışan kamu görevlilerine hoşgörü ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve bu tür fillere eğilimi olan görevlileri cesaretlendirebileceği gibi bireylerin bu kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

66. Öte yandan ceza yargılamasının HAGB kararı ile sonuçlanmış olması, kolluk görevlisinin sabit görülen eyleminden dolayı disiplin yönünden de hiçbir soruşturmaya tabi kılınmadığı ve hiçbir disiplin yaptırımı ile karşılaşmadığı tespiti ile birlikte ele alındığında cezasızlığın etkisini ağırlaştırmaktadır. Hizmet cetveli incelendiğinde başvurucunun yaralanmasına yol açan kolluk görevlisinin yapılan ceza soruşturması ve kovuşturma sürecinde göreviyle ilişiğinin kesilmediği gibi başvurucuya yönelik insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kapsamında değerlendirilen eyleminin sabit görülmesine rağmen kariyerini kesintisiz bir şekilde sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Disiplin yönünden de kolluk görevlisinin eylemi için herhangi bir yaptırımla karşılaşmamış olması HAGB kararının bu tür eylemlerin hoşgörülemeyeceğine yönelik algının zayıflaması yönündeki etkisini pekiştirmektedir.

67. Sonuç olarak ceza yargılamasının makul sürede tamamlanmaması, sanık A.Y. hakkında HAGB'ye karar verilmesiyle bu tür eylemlerin hoşgörülmeyeceği yönündeki algının zayıflamasına yol açacak şekilde A.Y.nin disiplin yönünden de hiçbir yaptırımla karşılaşmamış olması nedenleriyle olayda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucu; insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğinin tespitini, yargılamanın yenilenmesini, parmağında oluşan ve kalıcı olduğunu ileri sürdüğü hasar nedeniyle 30.000 TL tazminat talep etmektedir.

71. Yapılan inceleme sonucunda olayda, Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

72. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

73. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutununihlali nedeniyle, yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuyaödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinde yer verilen insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Trabzon 2. Asliye Ceza Mahkemesine (E. 2013/165, K. 2013/550) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. Kararın bir örneğinin bilgi için İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

F. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/6/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ADEM ERDEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4032)

 

Karar Tarihi: 23/1/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2019 - 30677

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Adem ERDEN

Vekili

:

Av. Kadir TOPKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, infaz kurumunda darbedilmeyle ilgili olarak yapılan kovuşturmanın makul sürat ve özenle yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 4/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgilere göre olaylar özetle şöyledir:

9. 1963 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın gerçekleştiğini öne sürdüğü 13/8/2005 tarihinde İzmir F 2 Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükmen tutuklu olarak bulunmaktadır.

10. Yukarıda zikredilen tarihte saat 08.00 civarında Ceza İnfaz Kurumunda yapılan sayıma katılmak istemediğinden infaz koruma memurlarının sırtında sigara söndürdüklerini ileri süren başvurucu, saat 09.28’de revire götürülmüştür. Başvurucunun sırtında ekimozlar ve yirmi iki adet sigara yanığı tespit eden Ceza İnfaz Kurumu doktoru başvurucuyu Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk etmiştir. Hastane tarafından yapılan muayeneden sonra soruşturma açılmıştır. Başvurucu, Adli Tıp Kurumu (ATK) İzmir Şube Müdürlüğünde 15/8/2005 tarihinde muayene edilmiştir. ATK’da yapılan muayenesinde; Ceza İnfaz Kurumunda darbedildiğini, vücuduna sigara bastırıldığını beyan ettiği, sırt sağ tarafta yaklaşık 0,8 cm çaplı sigara söndürülmesi sonucu oluştuğunu söylediği yirmi adet yuvarlak, etrafı hiperemik, orta kısmı açık sarı renkte lezyon, sol sırt bölgesi 5 cm çaplı, 2,5 cm çaplı mor-yeşil renkli ekimoz, sol bel bölgesi 5x8 cm çaplı mor renkli ekimoz, sağ bel bölgesi 3 cm çaplı ekimoz, sol omuz arkası 3x1 cm mor renkli ekimoz, karın üzeri orta hatta 14x3 cm yeşil mor renkli ekimoz, (iyileşmekte olan), sol kol iç yüzde 6x3 ve 3x1 cm mor renkli ekimoz (yer yer noktavi tarzda), karın sağ tarafta 4x2,5 cm mor renkli ekimoz, sağ kol iç yüzde nokta ve yuvarlak şekilli 6x2 cm, 2 cm çaplı 4-5 adet ekimoz, sağ dirsek arkasında 1x0,2 cm abrazyon, sağ dirsek iç yüzde hastanede serum verilmesine bağlı olduğunu belirttiği 2,5 cm çaplı morluk, sağ kol üst taraf dorsalde 3x2 cm çaplı ekimoz, karın sağ üst taraf 3 cm çaplı kahve-mor renkli ekimoz, sol bacak ön yüz laterale uzanan 3x3 cm ve 12x10 cm yeşil-mor renkli ekimoz, sağ bacak üst taraftan alta uzanan 20x8 cm mor yeşil renkte ekimoz, sağ bacak laterali 5x4 cm mor renkli ekimoz, sol bacak arka taraf diz üstünde 5x4 cm siyah-mor renkli ekimoz, sol bacak ayak bileği üstü 12x6 cm mor renkli ekimoz, sağ bacak ayak bileği üstü medialde 8x2,5 cm mor renkli ekimoz, sol bacak orta kısım ayak bileği üzeri 2 cm çaplı, kişinin eskiden oluştuğunu belirttiği iki adet lezyon görüldüğü, sonuç olarak tespit edilen bulguların künt travma ile meydana gelebileceği, ayrıca sırt sağ yan ve bel bölgesindeki yaraların muhtemelen sigara yanığı olabileceği ancak yaraların ne şekilde meydana geldiği hususunun adli tahkikatla aydınlatılmasının uygun olacağı, tespit edilen bulguların kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu bildirilmiştir.

11. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 15/9/2005 tarihli iddianamesiyle İnfaz Koruma Memuru S.E., M.S., K.K., T.K. ve Ş.A. hakkında işkence suçundan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır.

12. Mahkeme 20/12/2006 tarihinde delil yetersizliğinden sanıkların beraatine karar vermiştir.

13. Başvurucunun temyiz ettiği karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 8/12/2011 tarihli ilamıyla sanıklar S.E. ve M.S. yönünden onanmış; diğer sanıklar K.K., T.K. ve Ş.A. yönünden bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısmı şöyledir:

 “…

Katılan ile birlikte dosyanın İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na gönderilip tanık cezaevi tabibi [V.A.nın] rapor ve beyanları da gözetilerek, katılanın vücudundaki ekimoz ve sigara yanığı izlerinin kendisi tarafından yapılmasının mümkün olup olmadığı ve aynı izlerin suç tarih ve saati ile uyumlu olup olmadığı hususları tespit edilip, hazırlıkta dinlenen ve katılanın yan koğuşuna bulunan tanık [M.G.nin] de duruşmaya çağrılarak olaya ilişkin ayrıntılı ifadesi alınmak suretiyle tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile delil yetersizliğinden yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi,

Yasaya aykırı [bulunmuştur.]

14. Bozmaya uyularak sürdürülen yargılamada tanık M.G. duruşmada dinlenilmiş ve Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulundan rapor alınmıştır. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

 “13.08.2005 tarihinde cezaevinde kaldığı koğuşta cezaevi görevlileri tarafından tekme ve tokatla dövüldüğünü, sırt kısmında sigara söndürüldüğü iddiası olan kişi hakkında düzenlenmiş Cezaevi doktoru [V.A.nın] aynı tarihli raporu, bu raporuyla ilgili beyanı, dosyada mevcut diğer tıbbi belgeler ile ifadeler, tutanaklar gibi adli evrakın ve kişiye ait fotoğrafların Kurulumuzda yapılan incelenmesinden elde edilen bilgiler ile kişinin Kurulumuzda yapılan muayenelerinden elde edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde, sırt bölgesindeki lezyonların tanımlanan özellikleri dikkate alındığında, sigara gibi sıcak bir cismin değdirilmesi ile oluşabilecek nitelikte olduğu, lezyonların lokalizasyonları, dağılımı, kişinin elinin ulaşabildiği bölgelerde olması hususlarına göre kişinin kendisi tarafından yapılabileceği gibi, başkası veya başkaları tarafından da oluşturulabilecekleri,

Vücudunun diğer bölgelerinde ekimoz, abrazyon şeklinde tanımlanan diğer lezyonların künt travmatik nitelikte oldukları, yaygınlığı ve lokalizasyonlarına göre hepsinin kişinin kendisi tarafından oluşturulmasının tıbben varit görülmediği, bu bölgelere yönelik tekme, yumrukgibi doğrudan künt travmalarla veya uygun zemine çarpma, çarptırılma ile oluşabilecekleri, kol bölgesindekilerin bu bölgelerden sıkıca kavranması ile oluşabilecek nitelikte olduğu, tüm lezyonların tanımlanan nitelikleri itibarıyla 13.08.2005 tarihi ile uyumlu olduğu, ancak kesin oluş günü ve saatinin mevcut verilerle tıbben söylenemediği oy birliği ile mütalaa olunur.”

15. 18/2/2015 tarihinde Mahkeme, sanık K.K., T.K. ve Ş.A.nın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94. maddesi uyarınca işkence suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve 1 yıl 3 ay memuriyetten yoksun bırakılmasına oyçokluğuyla karar vermiştir. Muhalif hâkim, eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğu görüşündedir.

16. Gerek sanıklar ve gerekse katılan (başvurucu) tarafından temyiz edilen hüküm incelenmek üzere Yargıtay’dadır.

17. Başvurucu 4/3/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 5237 sayılı Kanun’un "İşkence" kenar başlıklı 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

B. Uluslararası Hukuk

19. Devletin bireylerin maddi ve manevi varlıklarını koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde (Sözleşme) düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur. Aksi takdirde polis veya diğer kamu görevlileri tarafından ihlal edildiği ileri sürülen kötü muamele yasağı iddialarının soruşturulması, kötü muamele yasağının temel ve mutlak niteliğine rağmen uygulamada etkisiz kalacak ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin cezasız kalmasına yol açacaktır (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136).

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’nin içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

21. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini, ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

22. AİHM, gözaltında darpla ilgili olarak takriben dokuz yıl sonra polis memurları hakkında verilen beraat kararının başvuru konusu yapıldığı olayda, başvuranların kötü muamele vakasının gerçekleşme koşullarını tespit etmeye imkân veren delillerin toplanmasını ve genel olarak soruşturmanın özenli bir şekilde yürütüldüğünü de gözönünde bulundurarak ceza yargılamasının süresinin uzunluğunun tek başına söz konusu soruşturmanın etkinlikten yoksun olduğunu söylemek için yeterli olamayacağı kanaatine vararak açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Erol Volkan İldem ve diğerleri/Türkiye (k.k.), 17820/11, 16/1/2018).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 23/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

24. Başvurucu; infaz koruma memurları tarafından darbedildiğini, sırtında sigara söndürüldüğünü, on yıldan fazla bir süre geçmesine karşın dosyanın derdest olduğunu, kötü muamele yargılamasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

25. Bakanlık, kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gereken başvuru konusu kararın henüz kesinleşmemesinden dolayı başvuru yollarının tüketilmesi meselesinin değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiş; yargılamanın uzun sürmesinin başlı başına etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal etmeyeceğini gösteren Erol Volkan İldem ve diğerleri/Türkiye kararına atıf yapmıştır.

26. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanında, yargılamanın makul sürede bitirilmeyerek kötü muamele vakasının örtbas edilmeye çalışıldığını, kötü muamele faillerinin hâlihazırda görevlerinin başında olduğunu, sorun yaşamadan terfi etmelerinin işkencenin ödüllendirilmesi anlamı taşıdığını, aradan geçen on üç yılın hukuki süreci sonlandırmaya yetmediğini belirtmiştir.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

28. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Yargılamanın makul süratte yürütülmemesi, kötü muamele yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Derdest olan bir yargılamanın makul süratte tamamlanmadığı iddiasının doğası gereği başvuru yollarının tüketilmesine gerek olmadığından Bakanlığın bu yöndeki kabul edilemezlik görüşü isabetli görülmemiştir.

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

32. Pozitif yükümlülüğün usul boyutu çerçevesinde bireyin Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, olanaklı olmazsa kötü muamele yasağı sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve kötü muamele faillerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 110, 111).

33. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

34. Mahkemelerin özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120)

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

35. Bakanlık görüşünde, AİHM’nin Erol Volkan İldem ve diğerleri/Türkiye kararına atıfta bulunularak diğer konularda etkisiz olmayan bir soruşturmada yargılama sürecinin uzunluğunun tek başına sorun teşkil etmeyebileceği bildirilmiştir.

36. Yargılamanın dokuz yıl sürmesinin AİHM tarafından ihlal sebebi olarak görülmediği bu olayda; usul yükümlülüğünün soruşturmada atılan adımların yeterliliği, mağdurun katılımı, soruşturmanın bağımsızlığı ve makul hızda yürütülmesi gibi birçok önemli değişkene dayandığına, birbirleriyle bağlantılı olan bu değişkenler beraber ele alındığında bunların soruşturmanın etkinlik düzeyinin değerlendirilmesine olanak sağladığına işaret etmiştir. Soruşturmanın derhâl başlatılması, elverişli delillerin toplanmış olması, davanın zamanaşımına uğramaması, başvurucuların gözaltında kötü muameleye maruz kalmış olabileceklerini tespit etmeye imkân veren hiçbir delil bulunmamasının -başka bir anlatımla soruşturmanın genel olarak özenli yürütülmesi- da dikkate alındığı vurgulanmalıdır (ayrıntılar için bkz. Erol Volkan İldem ve diğerleri/Türkiye, § 58).

37. Başvurunun dayanağını teşkil eden kötü muamele iddiasına ilişkin olarak yapılan yargılamada Yargıtayın bozma ilamı doğrultusunda infaz koruma memurlarının mahkûmiyetine karar verilmesi, AİHM’in anılan içtihadının somut olayda uygulama kabiliyetinin bulunmadığını göstermektedir. Dahası anılan içtihada konu olayda Yargıtayca onanarak kesinleşmiş ve tamamlanmış bir yargı sürecine karşı başvuruda bulunulmuştur. Eldeki başvuru ise derdesttir.

38. Soruşturmanın etkililiği meselesinin incelenmesinde öncelikle soruşturmaya başlandığı anda başvurucunun iddialarının savunulabilir düzeyde olup olmadığı ve buna göre soruşturmanın seyrinin uygun bir şekilde yönlendirilip yönlendirilmediği tespit edilmelidir.

39. Başvurucunun adli muayenesinde vücudunun muhtelif yerlerinde tespit edilen yoğun ekimoz ve sigara yanığı bulguları ile bunların bir kısmının kişinin bizzat kendisi tarafından oluşturulmasının mümkün bulunmadığı yönündeki ATK 2. İhtisas Kurulunun raporu başvurucunun iddialarını savunulabilir mahiyete büründürmüştür. Savunulabilir iddia değerlendirmesinde fiziki bulgular bakımından doktor raporlarının anahtar role sahip olduğunun altı çizilmelidir. Mahkemece verilen mahkûmiyet kararı da -henüz kesinleşmemiş olmakla birlikte- iddiaların savunulabilirlik seviyesine eriştiğini gösteren bir olgudur.

40. Bu aşamadan sonra kamu makamlarına düşen görev, bu iddiaların mahiyetiyle bağdaşan nitelikteki delilleri toplamaktır. Bu düzlemde ilk derece yargı mercileri tanıkları dinlemiş, kamera görüntülerinin çözümlemesini yaptırmış ve ATK’dan rapor aldırmıştır.

41. Öte yandan 13/8/2005 tarihinde meydana geldiği öne sürülen kötü muameleden dolayı 15/9/2005 tarihinde açılan kamu davasında ilk derece mahkemesi 20/12/2006 tarihinde delil yetersizliğinden dolayı beraat kararı vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen beraat kararı yaklaşık beş yıl sonra 2/12/2011 tarihinde Yargıtayca incelenerek üç sanık yönünden kısmen bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılamada özellikle ATK’dan başvurucunun raporunun aldırılmasının gecikmesi nedeniyle ancak üç yıl sonra 18/2/2015 tarihinde sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir. Temyiz edilen dosya yaklaşık dört yıldır Yargıtayda derdest durumdadır. Buna göre olayın üzerinden geçen on üç yıla rağmen iddia konusu kötü muamele vakasında kesinleşmiş bir karar verilememiştir.

42. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutum ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden on üç yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur.

43. Özellikle temyiz talepleri sonrasında kayda değer hiçbir gerekçe bulunmadan ilk temyiz sürecinin beş, ikincisinin dört yıl sürmesi soruşturmanın makul özen ve hız içinde tamamlanamamasında önemli rol oynamıştır.

44. Yapılan bu tespitler bütünsel olarak değerlendirildiğinde özellikle temyiz aşamasında yaşanan gecikmeler nedeniyle on üç yıldır süren yargılamada -kararın sonucunun ne olduğundan bağımsız olarak- başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği dikkate alındığında özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve kamu görevlilerinden kaynaklanan kötü muamele olaylarına kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenle yürütülmeyerek etkili bir yargısal tepki verilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

47. Başvurucu, miktar belirtmeksizin tazminat talebinde bulunmuştur.

48. Somut olayda, kötü muamele yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

49. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

50. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D.226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin dosyanın temyiz incelemesi için beklediği Yargıtay ilgili ceza dairesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

G.Y. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1669)

 

Karar Tarihi: 15/1/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

RESEN GİZLİLİK KARARI VERİLDİ

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

G.Y.

Vekili

:

Av. Mehmet Fırat PÜRSELİM

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, çocuğun cinsel istismarı suçu isnadıyla yapılan yargılamanın uzun sürmesi ve yargılama sonucunda mahkemenin eylemi hukuki nitelendirmesine bağlı olarak sanığın cezasının az olması sebebiyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1989 yılı Kasım ayı doğumlu olup olay tarihinde (1/9/2006) 16 yaşındadır. İstanbul'da ikamet eden başvurucu, R.K. ve H.M. aracılığıyla tanıştığı Z.Ç. tarafından zorla alıkonularak cinsel istismar eylemine maruz kaldığı iddiasıyla Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.

9. Başvurucu, soruşturma sürecinde rızası dışında Z.Ç.nin evinde tutularak cinsel saldırıya uğradığını ancak korkması sebebiyle eylemin akabinde kimseye bu olaydan bahsetmediğini beyan etmiş; daha sonra ailesinin haberi olmaksızın bir başkasıyla yaşamak için evinden ayrıldığını ve bu aşamada hamile olduğunu tesadüfen öğrendiğini ifade ederek bebeğin babasının Z.Ç. olması nedeniyle şikâyetçi olduğunu dile getirmiştir.

10. Gebeliğini rızasıyla sonlandıran başvurucunun bebeğinin babasının %99,99 olasılıkla Z.Ç. olduğu Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesinin 31/1/2007 tarihli DNA inceleme raporuyla tespit edilmiştir.

11. Z.Ç., soruşturma aşamasındaki ilk beyanında başvurucu ile cinsel birliktelik yaşadığını reddetmiş ise de DNA raporu sonrasında söz konusu birlikteliğin varlığını kabul etmiş ancak bu ilişkinin başvurucunun rızasıyla olduğunu ileri sürmüştür. Z.Ç. ayrıca başvurucunun yaşını 25, ismini de farklı olarak bildiğini iddia etmiş, evlenmek istediklerini ve bir süre birlikte yaşadıklarını sonrasında ise ayrıldıklarını ifade etmiştir.

12. Savcılık tarafından 31/5/2007 tarihinde Z.Ç. hakkında cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçlarını işlediği, R.K. hakkında da Z.Ç.ye anılan eylemlere yardım ettiği isnatlarıyla Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır.

13. Yargılama sürecince Mahkeme tarafından başvurucu ve yargılananların yanı sıra H.M.nin tanık olarak beyanına başvurulmuş, buna karşın başvurucunun ailesinin dosyaya yansıyan önceki beyanları yeterli görülmüştür. Başvurucunun Z.C. ile bir süre aynı evde kaldığının ailesi tarafından bilindiği tanık beyanlarına yansımıştır.

14. Başvurucunun beden ve ruh sağlığının bozulup bozulmadığına yönelik Mahkemece alınan Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 7/3/2007 tarihli raporunda (ATK raporu), başvurucuda 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 103. maddesinin 6. fıkrası kapsamında psikopatolojik araz görülmediği gibi öncesinde var olan akut anksiyete bulgularının da kaybolduğu ve bu nedenlerle başvurucunun ruh sağlığının şikâyet konusu olay sebebiyle bozulmadığı tespitine yer verilmiştir.

15. Mahkemece 20/2/2008 tarihinde, Z.Ç.nin eyleminin 5237 sayılı Kanun'un 104. maddesinin 1. fıkrası uyarınca reşit olmayanla cinsel ilişki kapsamında kaldığı kabulüyle cezasında alt sınırdan uzaklaşılarak, cinsel ilişkinin birden fazla kez yaşanması sebebiyle cezasında arttırım uygulanarak ve başvurucuyla cinsel ilişki yaşadığını önce kabul etmeyerek başvurunun başka kişilerle ilişki yaşadığını iddia etmesi nedeniyle hakkındatakdiren indirim uygulanmayarak Z.Ç.nin 1 yıl 13 ay hapis cezasına mahkûm edilmesine karar verilmiştir. Buna karşın Z.Ç.nin hürriyeti tahdit suçunu işlemediği ve R.K.nın isnat edilen suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilememesi sebebiyle beraatlerine karar verilmiştir.

16. Başvurucu ve Z.Ç.nin temyiz talepleri üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesi (Daire) başvurucunun kayıtlara göre olay tarihinde 16 yaşını tamamlamış olması ve Z.Ç.nin başvurucunun yaşını daha büyük olarak bildiğini beyan etmesini dikkate alarak kayıtların fiilî gerçeği yansıtıp yansıtmadığının tespiti amacıyla "başvurucunun resmi kurumda doğup doğmadığının ve şayet doğmamışsa kemik gelişimine göre gerçek yaşının tespit edilmesi gerekirken eksik inceleme yapıldığı" gerekçesine istinaden ilk derece mahkemesi kararını 26/12/2012 tarihinde bozmuştur.

17. Bozma üzerine yeniden yargılama yapan Mahkeme -İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesi olarak ismi değiştirilmiştir- başvurucunun devlet hastanesinde doğduğunu tespit ederek 16/9/2013 tarihinde Z.Ç. hakkında yeniden mahkûmiyet kararı vermiştir. Mahkeme, bu kez ceza takdir ederken alt sınırdan uzaklaşmamış ve takdiren Z.Ç.nin cezasında indirim uygulayarak toplamda 6 ay 7 gün hapis cezasına hükmetmiş ve cezayı ertelememiştir.

18. Anılan karar, Dairenin 25/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır.

19. Başvurucu 15/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

20. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Kanun'un "Reşit olmayanla cinsel ilişki" kenar başlıklı 104. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:

"Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi şikayet üzerine, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır".

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

22. Bir eylemin kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için fiilin asgari eşiği aşmasını bekleyen (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, § 30) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çocuklara karşı işlenen cinsel istismarlarda eşik değerlendirmesi yapılmaksızın 3. madde kapsamında inceleme yapmaktadır (birçok karar arasından bkz. Y./Slovenya, M.C./Bulgaristan).

23. Devletin bireylerin maddi ve manevi varlıklarını koruma yükümlülüğü sadece esasa ilişkin olmayıp usule ilişkin boyutu da içermektedir. Usule ilişkin yükümlülükler, Sözleşme'de düzenlenen hakların teorik veya hayali olmayıp etkili ve uygulanabilir olmasının zorunlu bir sonucudur (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 102; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, §§ 131-136).

24. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 15/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu, beden ve ruh sağlığı bozulduğu hâlde ATK raporunda bozulmadığı tespitine yer verilmesi dolayısıyla Mahkemenin yeteri kadar araştırma yapmaksızın hukuka aykırı karar vermesi ve bu nedenle sanığın gerektiği ölçüde cezalandırılmaması, aynı zamanda yargılamanın yaklaşık 9 yıl sürmesi nedeniyle Anayasa'nın 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

27. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

28. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun cinsel saldırı suçuna ilişkin yaptığı şikayet üzerine yapılan soruşturmanın yetersiz oluşu, yargılanan kişinin yeterli cezayı almaması ve yargılamanın uzun sürmesine yönelik tüm yakınmaları kötü muamele yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

31. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51; Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17//2014, § 105). Bu tür bir korumadan söz edilebilmesi için öncelikle üçüncü kişilerin kötü muamelelerini yasaklayan yasal düzenlemelerin mevcut olması gerekmektedir (Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 56 ).

32. Çocuklar, maruz kaldıkları şiddet ve istismarlar sonucunda erişkinlere göre daha fazla mağdur olduklarından fiziksel ve psikososyal gelişimlerini olumsuz etkileyebilecek tüm fiillere karşı çocukların korunması gerekmektedir. Anayasa’nın devletin temel amaç ve ödevlerini düzenleyen 5. maddesinde devletin vatandaşlarına insan onuruna uygun yaşayabilmesi için gerekli önlemleri alması, onların maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışması gerektiği düzenlenmiştir. Anayasa’nın 41. maddesinin gerekçesinde Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi ile çocuk haklarıyla ilgili kabul gören evrensel ilkelerin Anayasa metnine dâhil edilerek devlete çocukların her türlü istismara ve şiddete karşı korunmasına yönelik gerekli tedbirleri alma ödevi yüklendiği belirtilmiştir. Devlet, bu yükümlülüğünün gereği olarak çocukların korunması amacıyla uygun mevzuat oluşturmalıdır (Z.C. §§ 57, 58).

33. Pozitif yükümlülüğün usul boyutu çerçevesinde bireyin Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu olanaklı olmazsa kötü muamele yasağı sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve kötü muamele faillerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 110, 111; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, §32 ).

34. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, § 33).

35. Mahkemelerin özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, §34).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

36. Soruşturma ve kovuşturma süreci bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık tarafından derhâl soruşturmaya başlandığı, başvurucunun soruşturmanın açıklığını temin edecek ve meşru menfaatlerini koruyabilecek bir şekilde beyanına başvurularak soruşturma sürecine dâhil edildiği anlaşılmıştır. Başvuruya konu eylemden sorumlu olan Z.Ç.nin savunmasının ve tanık beyanlarının alındığı, gebeliği sonlanan başvurucunun ruhsal bütünlüğünün bozulup bozulmadığı, bebeğinin babasının kimliği tespit edilerek şikâyete dair delillerin toplandığı görülmüştür. Dolayısıyla maddi olayın aydınlatılması ve sorumlunun yargılanması için özenli bir inceleme yapıldığı tespit edilmiştir.

37. Bununla birlikte başvurucu, hatalı olarak ATK raporunda ruh sağlığının bozulmadığı tespitine yer verilmesi nedeniyle Mahkemenin eylemi nitelendirirken hataya düşerek olaydan sorumlu Z.Ç.ye az ceza verdiğinden yakınmıştır.

38. Delilerin takdiri, kovuşturmaya konu eylemlerin hukuki nitelendirmesi ve uygulanacak ceza miktarının belirlenmesi derece mahkemelerine ait olup Anayasa Mahkemesinin söz konusu nitelendirme ve belirlemeye müdahalesi kural olarak düşünülemez ise de derece mahkemelerinin verdiği kararların üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen kötü muamelelere karşı bireylerin korunmalarını sağlayan caydırıcı yasal tedbirleri fiilen etkisiz kılıp kılmadığıyla sınırlı olarak Anayasa Mahkemesinin inceleme alanı kapsamındadır. Diğer bir ifadeyle yargısal makamlarca ulaşılan sonucun etkin yargısal korumayı zayıflatarak temel hak ve hürriyetlerin zedelenmesine yol açmaması gerekmektedir (benzer yönde bkz. E.A., B. No: 2014/19112, 17/5/2018, §§ 55-66).

39. Başvurucu, hatalı olduğunu değerlendirdiği ATK raporunu esas alan Mahkemenin olaydan sorumlu kişiyi yeteri kadar cezalandırmadığını ileri sürmüştür. Mahkemenin başvuruya konu olayı 5237 sayılı Kanun'un 104. madde kapsamında düzenlenen reşit olmayanla cinsel ilişki olarak nitelendirdiği ve başvurucunun söz konusu ilişkide rızasının varlığını kabul ettiği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle Savcılıkça Z.Ç. hakkında cinsel saldırı suçu isnadıyla dava açılmış olması nedeniyle alınan ATK raporunun Mahkemenin suç niteliği belirlemesinde ve hükmettiği ceza miktarı üzerinde etkisi bulunmadığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki Mahkemenin suç nitelendirmesinde esas aldığı kriterin olayların oluş şekli ve tanık beyanları olduğu gerekçesinden anlaşılmaktadır. Mahkemenin kabulü başvurucunun rızasıyla başvuruya konu olayın gerçekleştiği yönündedir.

40. Öte yandan rızanın varlığı, söz konusu eylemi suç olmaktan çıkarmayıp sadece takibini şikâyete bağlamaktadır. On beş yaşından büyük çocuklara karşı çocukların rızasıyla gerçekleştirilen ve cinsel istismar oluşturan eylemlerin soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete tabi tutulmakla birlikte suç olarak düzenlendiği dikkate alındığında devletin pozitif yükümlülük anlamında on beş yaşından büyük çocukların cinsel istismara karşı korunması için uygun ve yeterli yasal düzenlemeyi yaptığı anlaşılmaktadır (benzer yöndeki karar için bkz. Z.C., § 79).

41. Başvurucunun şikâyeti üzerine Z.Ç. yargısal makamlar tarafından yargılanıp cezalandırılmıştır. Mahkemenin başvuruya konu olayı hukuki olarak nitelendirmesinde ve bu suça yönelik ceza takdirinde, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında korunan hakkı zedeleyecek mahiyette bir değerlendirme yaptığını gösteren bir olgu bulunmamaktadır.

42. Ayrıca yargılama sürecinde Mahkemece gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle çocuk olan başvurucunun ruh sağlığının bozulduğu iddia edilmiş ise de değerlendirme yapmaya elverişli açık ve somut bir iddia, buna ilişkin kanıt başvuru dosyasına yansımamıştır.

43. Buna karşın 1/9/2006 tarihinde meydana gelen başvuruya konu olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması amacıyla yapılan soruşturma 25/11/2015 tarihinde tamamlanmıştır. Yaklaşık 9 yıl süren soruşturmada son üç yıl, başvurucunun hastane doğumlu olup olmadığının tespiti amacıyla Mahkemenin yeniden araştırma yapmasıyla geçmiştir. Mağdurun yaşı cinsel suçlarda suçun esaslı unsurlarından birini oluşturmakta olup öncelikle tespit edilmesi gereken bir husustur. Somut olayda ise hastane doğumlu olan başvurucunun yaşının tespiti, çok kısa sürede gerçekleşebilecek asgari düzeyde bir araştırmaya tabidir. Buna rağmen bahse konu araştırmanın zamanında yapılmaması yargılamanın yaklaşık üç yıl uzamasına neden olmuştur.

44. Diğer taraftan şikâyetçi olan başvurucu ve yargılanan kişi dışında beyanına başvurulan tanık sayısının azlığının yanı sıra ATK raporu dışında toplanan başkaca delil bulunmaması da yargılamaya konu olayın karmaşıklık düzeyini değerlendirmek bakımından dikkate değerdir.

45. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucunun yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden 9 yıllık yargı süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur (benzer yöndeki karar için bkz. Adem Erden, § 42).

46. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğü yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

48. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

49. Başvurucu, miktar belirtmeksizin tazminat talebinde bulunmuştur.

50. Somut olayda, kötü muamele yasağının makul sürat ve özenle yargılama usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

51. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli TUTULMASINA,

B. Kötü muamele yasağının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/1/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİDE KAYA BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2016/13985)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 28/7/2020-31199

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Feride KAYA

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sürecinde kolluğun fiziki saldırılarına maruz kalınması ve bu eylemlerle ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle işkence yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere ve Anayasa Mahkemesinin 20/1/2016 tarihli ve 2013/2365 numaralı bireysel başvuru dosyasına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 1952 doğumlu olan başvurucu, bir suç isnadı kapsamında gözaltında tutulduğu süreçte işkenceye uğradığını iddia ederek Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık yürüttüğü soruşturma sonucunda başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada hakkında düzenlenen sağlık raporlarının içeriğinin gerçeğe aykırı olduğu suçlamasıyla iki doktor hakkında görevi kötüye kullanma, kötü muamele iddialarını gerçekleştirdikleri isnadıyla da iki jandarma personeli hakkında gözaltındaki kişiye kötü muamele yapma suçlarından kamu davası açmıştır.

9. Doktorlar hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşerek kesinleşmesi üzerine başvurucu 29/3/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında incelenmiş ve Birinci Bölümün 20/1/2016 tarihli kararıyla etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu başvurunun "Olay ve Olgular" kısmındaki tespitlerin tamamına yakınının aynen alıntılanarak mevcut başvurunun arka planının ortaya konulabilmesi mümkün gözükmektedir. Bu nedenle 2013/2365 numaralı dosyadaki anlatım şekline bağlı kalınarak başvuru ele alınacaktır.

A. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

10. Başvurucu; yasa dışı örgüt üyelerine yardım etme suçu şüphesiyle 27/9/2002 tarihinde gözaltına alınmış, 29/9/2002 tarihinde tutuklanarak Çorum Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) gönderilmiştir.

11. Anılan suç nedeniyle başvurucu hakkında Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/2/2003 tarihli kararıyla 3 yıl 9 aylık hapis cezasına hükmetmiş, başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Mahkûmiyete ilişkin hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

12. Başvurucu, yurt dışına çıkarak 24/6/2004 tarihinde Avusturya Cumhuriyeti’ne iltica talebinde bulunmuş ve talebi kabul edilmiştir.

13. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karar ve infaz dosyası 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 74. ve 85. maddeleri ile getirilen değişiklikler açısından uyarlama yapılması amacıyla yeniden ele alınmıştır.

14. Mahkemenin 9/11/2012 tarihli kararıyla başvurucunun 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, anılan hüküm itiraz edilmeden kesinleşmiştir.

B. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

1. Kötü Muameleye İlişkin İddialar

15. Başvurucu 16/12/2002 tarihinde avukatı aracılığıyla Savcılığa verdiği dilekçede; gözaltında bulunduğu süre içinde sağ eli ile sağ ayak parmaklarına elektrotlar bağlanmak suretiyle vücuduna elektrik verildiğini, sağ kolunun işkence nedeniyle tutmaz hâle geldiğini, gözaltında kaldığı süre boyunca gözlerinin bağlandığını, kimseyle görüştürülmediğini, iç çamaşırıyla kalacak şekilde kıyafetlerinin çıkarıldığını, uyutulmadığını, saçından çekilerek sürüklendiğini, damlayan suyun altında tutulduğunu, çıplak ayaklarına botlarla basıldığını, ağır hakaretlere maruz kaldığını ve tehdit edildiğini beyan etmiştir.

16. Soruşturma aşamasında 21/2/2003 tarihinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınan başvurucu; avukatının verdiği dilekçe içeriğinin doğru olduğunu, gözaltında iken soyularak ve vücuduna elektrik verilerek üç gün boyunca işkenceye maruz kaldığını, kendisini oğlunu öldürmekle tehdit ettiklerini, kendisinden tanımadığı kişiler hakkında bilgi istendiğini, gözleri bağlı olduğu için işkence edenlerin kim olduğunu bilmediğini, Çorum Devlet Hastanesine gittiklerinde işkence gördüğünü beyan ettiğini, işkence nedeniyle hâlen kolunu kullanamadığını ifade etmiştir.

17. 28/6/2003 tarihinde Savcılık talimatına binaen Gazi Polis Merkezinde alınan ifadesinde başvurucu; Çorum'da jandarma tarafından gözaltına alındığını ve dört gün gözaltında kaldığını, üçüncü gün Savcılığa çıkarılacağı için doktora götürüldüğünü, doktor koluna ne olduğunu sorduğunda işkence gördüğünü beyan ettiğini ancak doktorun kendisi hakkında rapor düzenlemediğini, daha sonra tekrar karakola götürüldüğünü, bir gün daha gözaltında kaldıktan sonra Savcılığa çıkarıldığını, Savcılığa çıkarılmadan önce işkence gördüğünü söylememesi için kendisini oğlunu öldürmekle ve daha çok işkence yapmakla tehdit ettiklerini, korktuğu için Savcıya ya da başka birine işkence gördüğünü söylemediğini, savcının koluna ne olduğunu sorması üzerine kendiliğinden olduğunu söylediğini beyan etmiştir.

18. Başvurucu; Avusturya Cumhuriyeti Federal Adalet Bakanlığı aracılığıyla 26/2/2007 tarihinde aldırılan ifadesinde komşusundan aldığı para dolu çantayı bir başka kişiye teslim ettiğini, bu nedenle gözaltına alındığını, kayıtların 27-29 Eylül arasını göstermesine karşın gerçekte dört gün nezarethanede kaldığını, karakola götürülürken yolda araçtan indirilerek dövüldüğünü, tecavüz ile tehdit edildiğini, bu kişilerin sivil polis memurları olduğunu ve kimliklerini gösterdiğini, ilk önce bir jandarma karakoluna daha sonra da hastaneye götürüldüğünü, dört gün hücrede tutulduğunu, elbiseleri çıkarılarak elektrik ve basınçlı su ile kendisine işkence edildiğini, kolunda ve omzunda kırıklar meydana geldiğini, kendisini askerde olan oğlunu öldürmekle tehdit ettiklerini, dört gün sonra doktora götürüldüğünü, tehdit edildiği için doktora herhangi bir rahatsızlığının olmadığını söylediğini, ceza infaz kurumuna sevk edildikten sonra ağrılara dayanamadığını, kendisini tekrar hastaneye götürdüklerini, burada röntgen çekildiğini, omzunda kırıklar olduğunun söylendiğini ancak kendisi hakkında rapor düzenlenmediğini, daha sonra bir hâkim önüne çıkarıldığını, işkenceden bahsettiğinde "Rapor olmadan bir şey yapılamaz." cevabını aldığını, hakkında hapis cezasına hükmedildiğini, Türkiye’den ayrılarak Avusturya’ya kaçtığını beyan etmiştir.

2. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

19. Başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesinden 27/9/2002 tarihinde gözaltı girişinde, 28/9/2002 tarihinde gözaltı süresinin uzatılması nedeniyle ve 29/9/2002 tarihinde gözaltı çıkış işlemleri nedenleriyle adli rapor istenmiş; yapılan muayeneler sonucu başvurucunun hastaneye sevk evrakının üzerine "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde kayıt düşülmüştür.

20. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin ardından 1/10/2002 tarihinde Çorum Devlet Hastanesine sevk edildiği anlaşılmaktadır. Sevk kâğıdına işlenen cildiye raporunda sağ kolda ekimoz bulunduğu, ortopedik muayenesinin ise normal olduğu belirtilmektedir.

21. Başvurucunun ceza infaz kurumunda kaldığı süre içinde birkaç kez fizik tedavi ve rehabilitasyon (FTR) gördüğü, ortopedi polikliniklerine sevkinin yapıldığı ve başvurucuya yumuşak doku travması teşhisi konduğu anlaşılmaktadır.

22. 17/12/2002 ve 19/12/2002 tarihlerinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan nöroloji, nöroşirurji, FTR ve ortopedi konsültasyon raporlarında özetle başvurucunun sağ üst ekstremiteyi ağrı nedeniyle kaldıramadığı, pasif hareketleri olduğu ve omuz eklemi abduksiyonunun kısıtlı olduğu, omuz elevasyonunu ağrı nedeniyle yerine getiremediği tespit edilmiştir. 29/1/2003 tarihli nöroşirurji konsültasyonu muayene kaydında hastanın tekrar değerlendirildiği, sağ omuz abduksiyon kısıtlılığı mevcut olduğu, sağ omuz MR’sinde rotator cuffrüptürü saptandığı, servikal X-Ray’de dejeneratif değişikler görüldüğü belirtilmiştir.

23. Başvurucu tahliye olduktan sonra 4/3/2003 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğine başvurmuş, hakkında 18/6/2003 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda sağ el 1. parmak arkada 0.2x0.2 cm boyutlarında ortası soluk, kenarları hiperpigmente dairesel biçimde nedbe dokusu, sağ omuz ekleminde 0º abdüksiyon, 20º fleksiyon, 0º ekstansiyon hareketi yapabildiği, sağ dirsek ekleminde dış rotasyonda hafif kısıtlılık tespit edilmiş; sağ omuz ekleminde saptanan supraspinatus tendon rüptürü ve rotator kaf parsiyel rüptürünün kaba dayak ve elektrik işkencesi öyküsüyle uyumlu olduğu, psikiyatrik muayenede saptanan travma sonrası stres bozukluğunun travmayla direkt ilişkisi olduğu, sağ el 1. parmakta saptanan nedbe dokusunun biyopsi yapılmadığından elektrik işkencesi öyküsüyle uyumu konusunda net bir karara varılamayacağı sonucuna ulaşılmıştır. Aynı Kurumun 24/2/2011 tarihli ek raporunda da benzer sonuçlara yer verildiği, ayrıca yaralanmaların yürürlükteki ceza kanunlarına göre sınıflandırmasının yapıldığı görülmüştür.

24. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 9/2/2009 tarihinde, daha önce alınan sağlık raporları değerlendirilerek düzenlenen raporda özetle 2/10/2002 tarihinde Ceza İnfaz Kurumundan sevk sonucu düzenlenen raporda sağ kolda tespit edilen ekimozun ebadı, rengi, şekli, kolun hangi bölümünde olduğu gibi ayrıntılı bir tarif bulunmadığından ne zaman oluştuğuna ilişkin tıbben görüş bildirilemeyeceği, söz konusu ekimozun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin sağ kolunu sert bir cisme çarpması ya da çarptırılması ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı belirtilmiştir. Raporda 23/10/2002 tarihinde yapılmış muayene sonucunda hangi bölge olduğu belirtilmeden yumuşak doku travması tanısı konduğu, 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi tarafından yapılan muayenede sağ omuz hareketlerinin ağrılı ve kısıtlı olduğunun saptandığı, 23/1/2003 tarihinde çekilen sağ omuz MR’sinde rotator cuffta parsiyel rüptürle uyumlu sinyal değişikliklerinin saptandığının bildirildiği ancak anılan MR temin edilemediğinden bunun Kurulca incelenemediği, anılan bulgunun akut bir travma ile oluşabilmesi mümkün olduğu gibi kişinin kendinde mevcut kronik dejenerasyona bağlı olarak da gelişebileceği, akut bir travma sonucunda oluşması durumunda bunun çok ağrılı olacağı ve ciddi hareket kısıtlılığı yapacağı tıbben bilindiğinden kişinin gözaltı sürecinden üç gün sonra 2/10/2002 tarihinde yapılan ortopedik muayenenin normal bulunması dikkate alındığında olay tarihinden yaklaşık dört ay sonra çekilen MR'de tespit edildiği bildirilen omuzdaki rotator cuff yırtığının gözaltı sürecinde oluştuğunun kesin tıbbi delilleri bulunmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca kişinin Kurul tarafından yapılan 16/6/2003 tarihli muayenesinde gerek gözaltı gerek ceza infaz kurumunda bulunduğu süre içinde yapılan muayenelerde vücudunda elektrik girişine delil teşkil edecek herhangi bir lezyon saptanmadığı, 26/12/2002 tarihli EMG’nin normal bulunması dikkate alındığında kişiye gözaltı sürecinde elektrik verildiğine ilişkin kesin tıbbi delilin olmadığı, kişinin gerek İnsan Hakları Vakfında gerekse 16/6/2003 tarihinde Kurulca yapılan muayenesinde tespit edilen post travmatik stres bozukluğu maruz kalındığı iddia edilen travma sonrasında gelişebileceği gibi gözaltı şartları ya da ceza infaz kurumunda geçirdiği süre sonunda da ortaya çıkabileceği, mevcut verilerle bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı bildirilmiştir.

25. Başvurucu vekilinin 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen rapora itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Genel Kurulundan rapor düzenlenmesinin istendiği ancak başvurucu hazır edilmeden rapor düzenlenemeyeceği şeklinde Kuruldan cevap alındığı anlaşılmıştır.

26. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı öğretim üyesi tarafından 24/4/2009 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen değerlendirme raporunda; hastanın gözaltı muayene raporlarının tıbbi standartlara uygun olmadığı, tanı eksikliğine neden olduğu ve tıbbi uygulama hatası olarak değerlendirilmesi gerektiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporunda bulgular tanımlanmakla birlikte bütünlüklü bir değerlendirme ve yorumun yapılmadığı, gözaltından üç gün sonra başlayan ve tekrarlanan muayene ve tetkikler sonucunda saptanan sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtılmalar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezilme, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun hastanın tanımladığı işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

27. Mahkemenin talebi üzerine İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından 1/7/2011 tarihinde düzenlenen raporda; başvurucunun 27/9/2002 ve 29/9/2002 tarihlerinde yapılan adli muayenelerinin ilgili prosedüre ve 20/9/2000 tarihli Sağlık Bakanlığı Genelgesi'ne uygun olarak yapılmaması nedeniyle tıbbi açıdan güçlüklerin ortaya çıktığı, başvurucunun fiziksel ve ruhsal bulgularının -Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu (İstanbul Protokolü) çerçevesinde- ifadelerinde belirttiği işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu, bir bütün olarak değerlendirildiğinde bulguların düşmeden ziyade darp ve cebir sonucu meydana gelmiş olduğu sonucuna varıldığı, fiziksel ve ruhsal yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde olmadığı, başvurucunun sağ omzundaki ezilme ve yırtılmanın kesin oluş tarihinin tıbbi olarak belirlenemeyeceği kanaati bildirilmiştir.

28. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığı tarafından başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen 23/11/2011 tarihli bilimsel değerlendirme raporunda; sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtılmalar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezilme, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

3. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

a. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

29. Başvurucunun 16/12/2002 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturma açılmış, isnat edilen suç yerinin Çorum olması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2003 tarihli kararıyla yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

30. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2003 tarihli iddianamesi ile iki jandarma görevlisi hakkında 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. 31. 33. maddeleri, 28/9/2002 ve 29/9/2002 tarihli adli muayene raporlarını düzenleyen doktorlar M.A. ve F.S. hakkında ise 765 sayılı Kanun'un 240. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. Söz konusu iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:

"...müşteki Feride'nin yasadışı DHKP-C terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak suçu nedeni ile 27.09.2002 ile 29.09.2002 tarihleri arasında Çorum'da Merkez Seydim Jandarma Karakolunda gözaltına alındığı, 29.09.2002 de bu suçtan tutuklandığı, suç tarihlerinde Seydim Jandarma Karakolunda görevli olan sanıklar S. ve N. tarafından sorgulandığı, gözaltında kaldığı süre içerisinde beyanına göre suçunu söyletmek amacıyla sanıklarca darp edildiği ve vücuduna elektrik verilerek kötü muameleye maruz kaldığı, göz altındaki sağlık durumu ile ilgili olarak 24 saatlik periyotlarla Adli Tabipliğe götürülerek darp ve cebir olmadığına dair raporlar alındığı, müştekinin maruz kaldığı kötü muamele nedeni ile korkarak sağlığı hakkında o tarihte beyanda bulunmadığı, 28.09.2002'de sanıklardan F., 29.09.2002'de diğer sanık M. tarafından muayene edildiği, bu sanıkların müştekiyi usulüne uygun muayene edip vücudundaki darp cebir izlerini tespit etmeden darp ve cebir bulunmadığına dair adli raporları düzenleyerek görevlerini suistimal ettikleri, tanıklar M. ve M.nin beyanlarına göre müştekinin tutuklanarak cezaevine alındığı tarihte vücudunda morarmaların olduğu ve bu nedenle rahatsızlık çektiği, böylelikle sanıkların üzerlerine atılı suçu işledikleri iddiası ile eylemlerine uyan ..."

b. Sanık ve Tanık Anlatımları

31. Doktor M.A. Savcılık tarafından 13/11/2003 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başvurucuyu hatırlayamadığını ancak belirtilen raporun kendisine ait olduğunu, acil serviste çalıştığını, adli vakalarla ilgili adli rapor istendiğinde yoğunluktan dolayısıyla gelen kişinin beyanını esas alarak muayenesini yaptıklarını, gelen kişi vücudunun görünmeyen kısımlarına ilişkin şikâyette bulunmazsa buna göre rapor düzenlediklerini ancak siyasi ya da önemli suçlarla ilgili bir adli rapor talep edildiğinde kesinlikle tam muayene yaptığını, başvurucunun siyasi suç nedeniyle gelmesi nedeniyle muayenesini tam olarak yapmış olması gerektiğini, polis ya da jandarmayı muayene yaparken kesinlikle dışarı çıkardıklarını, darp ve cebir izi gördüğü kimseye kesinlikle "Darp ve cebir yoktur." şeklinde rapor düzenlemediğini, başvurucunun yaralanmalarının kendisinin muayene tarihinden sonraki sürede meydana gelmiş olabileceğini beyan etmiştir.

32. Doktor F.S. 4/12/2013 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle adli rapor için gelindiğinde kişinin genel vücut muayenesini yaparak gerekli raporu düzenlediğini, mesleğinde gerekli titizliği ve hassasiyeti gösterdiğini, daha önce böyle bir suçlamayla karşılaşmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

33. Jandarma Uzman Çavuş N.Ş. 1/5/2003 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle olay tarihinde Seydim Jandarma Karakol Komutanlığında diğer şüpheli S.K. ile birlikte görev yaptığını, müştekinin DHKP/C terör örgütünün kuryesi olduğunu ve yürütülen operasyon kapsamında Amasya'da yakalanarak Çorum İl Jandarma Komutanlığına getirildiğini ve gözaltına alındığını, soruşturmayı diğer şüpheli ile birlikte yürüttüklerini söylemiştir. İfadesinde ayrıca gözaltı sürecinde müştekinin sağlık raporlarının alındığını, daha sonrada çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandığını belirtmiştir. N.Ş., gözaltı süresince müştekiye herhangi bir şekilde işkence yapmadıklarını, yapmış olsalardı doktor kontrollerinde, Savcılık veya mahkeme sürecinde bunun tespit edilip şikâyetçi olunabileceğini, böyle bir tespitin olmadığını, aradan uzun süre geçtikten sonra bu iddianın ortaya atıldığını, örgüt malzemelerinin yakalanması sebebiyle müştekinin örgüt tarafından cezalandırılmak amacıyla yaralanmış olabileceğini veya yaraların ceza infaz kurumunda kendisi tarafından yapılabileceğini belirtmiştir. N.Ş., kovuşturma aşamasındaki 4/3/2004 tarihli savunmasında Savcılık ifadesinde bulunan hususları tekrarladığını belirtmekle yetinmiştir.

34. Jandarma Astsubay S.K. 24/4/2003 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle müştekinin DHKP/C terör örgütüne yardım ve yataklık yapma suçundan şüpheli olarak diğer yedi kişiyle birlikte yakalandığını, görev yaptıkları Seydim Jandarma Karakol Komutanlığında nezarethane olmadığı için bu kişilerin il merkezine getirildiğini, gözaltında tutuldukları Çorum İl Jandarma Komutanlığında bu kişilerin beyanlarını N.Ş. ile birlikte aldıklarını, bazı sanıkların susma hakkını kullandıklarını fakat hiçbirine kötü muamelede bulunmadıklarını belirtmiştir. Bunun dışında S.K. ifadesinde, gözaltında bulunduğu sürede müşteki hakkında yirmi dört saatte bir sağlık raporu alındığını, Numune Hastanesinde tespit edilen arazların ve belirtilerin nasıl oluştuğunu bilemeyeceğini, bunların ceza infaz kurumunda meydana gelebileceğini, örgütün önemli bir kuryesi olan müştekinin yakalanması nedeniyle örgüt tarafından cezalandırılmış olabileceğini, bu yolun daha önce de örgüt tarafından denendiğini, bu şekilde kamu görevlilerinin sindirilmeye çalışıldığını söylemiştir. S.K. kovuşturma aşamasındaki 4/3/2004 tarihli savunmasında Savcılık ifadesinde bulunan hususları tekrarlamıştır.

35. Doktor M.A. kovuşturma aşamasında 4/3/2004 tarihinde verdiği savunmasında özetle Savcılık ifadesi aşamasında vakayı hatırlayamadığını, daha sonra düşündüğünü ve vakaları incelediğini, adı geçen kişiyi ve yaptığı muayeneyi hatırladığını, anılan kişiyi (başvurucu) usulüne uygun olarak muayene ettiğini, başvurucunun duvara çarpması nedeniyle kolunda hareket kısıtlılığı olduğunu beyan ettiğini fakat muayenesinde herhangi bir bulguya rastlamadığını, olay yeni olduğu için birkaç gün sonra bulguların ortaya çıkabileceğini ve böyle bir durum olursa yeniden muayene olmasını kendisine önerdiğini, Savcılık ifadesinde bir yanlış anlaşılma olduğunu, adli muayeneleri mutlaka usulüne uygun ve kapısı kapalı muayene bölümünde yaptıklarını, başvurucunun da tüm vücut muayenesini yaptığını ancak darp ve cebir izine rastlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu vekilinin sorusu üzerine kişiyi tamamen soyarak değil sırasıyla tüm vücut bölgeleri görülecek şekilde elbiselerini kaldırarak muayene ettiğini ifade etmiştir.

36. Doktor F.S. kovuşturma aşamasında verdiği savunmasında özetle suç tarihinde Çorum Devlet Hastanesi Acil Servisinde görevli olduğunu, adli konularda rapor için gelen kişinin genel vücut muayenesini yaparak adli rapor tanzim ettiğini, olaya ilişkin yazdığı raporda adı geçen Feride Kaya'nın adli rapor için genel vücut muayenesini yaptığını, vücudunda darp ve cebir izine rastlamadığından raporunu bu şekilde verdiğini, Çorum Devlet Hastanesinde bu şekilde yüzlerce rapor verdiğini ve hiçbir şekilde şikâyet edilmediğini, meslek hayatında sıkıntı olmaması için meslek kurallarına riayet ettiğini, raporunu gördüğü şeyler hakkında verdiğini, olmayan bir şey hakkında rapor düzenleyemeyeceğini, bunun suç olduğunu bildiğini, müştekinin iddiasının yersiz olduğunu, suçu kabul etmediğini beyan etmiştir.

37. Kovuşturma aşamasında 23/2/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan F.Y. özetle anılan dönemde hastanede hemşire olarak görev yaptığını, başvurucuyu hatırladığını, doktor M. tarafından kendisi ve G.T. adlı bir başka hemşirenin bulunduğu ortamda muayene yapılarak kişi hakkında rapor düzenlendiğini, jandarmaların koridorda beklediğini, kendisinin başvurucunun soyunmasına ve giyinmesine yardımcı olduğunu, herhangi bir morarma ya da şişlik benzeri bir şey görmediğini, başvurucunun kolunu oynatamadığını doktora söylediğini, doktorun haricî muayene yaptığını, herhangi bir şey tespit edemediğini, şikâyetleri geçmezse fizik tedaviye başvurabileceğini başvurucuya söylediğini beyan etmiştir.

38. Kovuşturma aşamasında 11/5/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan G.K. özetle Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde başvurucunun yanında iki kişi ile birlikte Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, başvurucunun oldukça kötü durumda olduğunu, vücudunun çeşitli yerlerinde, kollarında ve omuzlarında aşırı morarmalar olduğunu, parmak uçlarında morartılar bulunduğunu, günlük olağan işlerini dahi yapamadığını, banyosunu arkadaşlarının yaptırdığını, gelen diğer iki kişide herhangi bir iz olmadığını beyan etmiştir.

39. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.C. özetle kendisinin anılan tarihte Ceza İnfaz Kurumunda hükmen tutuklu olduğunu, başvurucunun işlemiş olduğu siyasi bir suç nedeniyle koğuşlarına geldiğini, başvurucunun koğuşa geldiğinde arkadaşı hükümlü M.B. ile konuştuğunu ve M.B.nin başvurucunun vücudunda, kollarında ve bacaklarının dizden aşağı kısımlarında morarmalar olduğunu, gece uykusunda bağırdığını ve karakolda işkence gördüğünü kendisine söylediğini, başvurucu ile karşılıklı konuşmadığını ancak başvurucunun karakolda iken vücuduna elektrik verildiğini söyleyip durduğuna dair konuşmaları olduğunu beyan etmiştir.

40. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.B. özetle anılan tarihlerde Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunduğunu, aradan epey zaman geçtiğini, hatırladığı kadarıyla o tarihte tutuklanarak Ceza İnfaz Kurumuna getirilip kendi koğuşlarına konan başvurucunun bir kolunda, bacağında çok az bir morarma olduğunu, bu durumu kendisine sormadığını, önce yatağına oturduğunu, suçunun ne olduğunu sorduklarında "siyasi" dediğini, muhtemelen bir ağrısı olması nedeniyle sızlanmaya başladığını, kolunu tuttuğunu, o sırada yanında bulunan M.C.nin "Ne oldu?" diye sorduğunu, başvurucunun "Polisler bana işkence yaptı." dediğini, başvurucunun banyo yapmak istediğini, diğer hükümlü M.C. ile birlikte başvurucuyu banyoya götürdüklerini, müştekinin sadece kolunda ve ayağında morarma olduğunu, elbiselerini çıkardığında kolunda ve ayağındaki çok hafif morarma dışında vücudunun diğer bölgelerinde herhangi bir morarma görmediklerini beyan etmiştir.

c. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

41. Çorum Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 24/11/2011 tarihli kararıyla sanık savunmaları, müşteki ve tanık beyanları, İstanbul ATK Başkanlığı 2. İhtisas Kurulunun 9/2/2009 tarihli raporu ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalının 1/7/2011 tarihli raporunu değerlendirerek başvurucunun gözaltında kaldığı 27/9/2002 ile 29/9/2002 tarihleri arasında kötü muameleye maruz kaldığı hususunun kabulünün gerektiğini ancak katılana kötü muamelede bulunan kişilerin sanık jandarma S.K. ve N.Ş. olduğuna dair tam bir kanaat oluşmadığını, bu hususun şüpheli kaldığı anlaşıldığından "Şüpheden sanık yararlanır." evrensel ilkesi gereğince sanıkların üzerilerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlerine, sanık doktorların üzerine atılı görevi kötüye kullanma suçuyla ilgili olarak -sanık lehine olan zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu, suç tarihinin 29/9/2002 tarihi olduğu gözönüne alındığında- karar tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın ortadan kaldırılmasına hükmetmiştir.

42. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 12/12/2012 tarihli kararıyla sanık doktorlar yönünden hüküm fıkrasında yer alan "ortadan kaldırılmasına" ibaresinin çıkarılıp yerine "kamu davasının düşürülmesine" denilmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına, şüpheli jandarma personeli hakkında verilen beraat kararının ise bozulmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şu şekildedir:

"Katılan Feride Kaya'nın tüm aşamalarda değişmeyen istikrarlı beyanları, katılanla beraber cezaevinde bulunan tanıklar G.K., M.B. ve M.C.nin katılanı destekleyen anlatımları, Dr. M.A.nın katılanın kendisine gözaltında iken kötü muamalede bulunulduğunu söylediğine dair ifadesi katılanın Çorum Devlet Hastanesinde, Ankara Numune Hastanesinde ve Avusturya Ried Hastanesinde düzenlenen raporları, katılan tarafından dosyaya ibraz edilen İnsan Hakları Vakfı, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi tarafından düzenlenen raporları destekler mahiyette İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından düzenlenen raporda katılanın yaralanmalarının işkence anlatımıyla uyumlu olduğu yönündeki mütalaa karşısında dosya içeriğiyle uyuşmayan ibareler içeren Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesinin raporuna itibar etmeyerek katılanın 27.09.2002-29.09.2002 tarihleri arasında gözaltında tutulduğu süre içinde işkenceye maruz kaldığı kabulüne yer veren mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden, tebliğnamede yer alan eksik inceleme nedeniyle bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, dosya kapsamı gözetildiğinde katılanın gözaltında tutulduğu süre içerisinde işkenceye maruz kaldığının anlaşılması ve sanıkların katılanı kendilerinin sorguladığı şeklindeki beyanları, soruşturmanın bir başka görevli tarafından yapıldığına ilişkin iddia ve savunmanın bulunmaması karşısında, atılı suçun oluştuğu gözetilmeden, sanıkların katılana kötü muamele yapan kişiler olmadığı hususunda mahkemede tam bir kanaat oluşmamasının nedenleri de karar yerinde gösterilmeden yazılı şekilde beraat kararları verilmesi... [BOZULMASINA karar verildi.]"

43. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin söz konusu kararı sonrasında yeniden yapılan yargılamada Mahkeme, önceki kararında direnmiş ve oyçokluğuyla şüphelilerin beraatlerine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şu şekildedir:

"...

Mağdur işkence gördüğünü iddia etmiş ise de, sanıklar S.K. ve N.K, suçlamayı kesinlikle kabul etmediklerini, terör örgütünün kamu görevlilerini psikolojik olarak sindirmek ve örgüt üyelerini suçtan kurtarmak amacıyla bu tür işkence iddialarını ortaya attığını beyan ettikleri, mağdurun gözaltına alındığı olay nedeniyle Ankara 1 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 2002/148 Esas, 2003/20 Karar numaralı kararıyla yasadışı DHKP/C isimli terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçundan 3 yıl 9 ay hapis cezasına mahkum edildiği, kararın Yargıtay'ca onanarak 23.12.2003 tarihinde kesinleştiği, mağdurun halen yurt dışında bulunduğu hususları da nazara alındığında, mağdurun sanıklara iftira atma şüphesinin de göz ardı edilemeyecek bir ihtimal olduğu, açıklanan nedenlerle mağdurun gözaltında işkence görüp görmediği hususu şüpheli olduğu gibi mağdurun ilk defa savcılıkta alınan 21.02.2003 tarihli beyanında “gözlerim bağlı olduğu için bana işkence yapan jandarmanın kim olduğunu bilmiyorum” şeklindeki beyanı, sanıkların baştan itibaren istikrarlı bir şekilde suçlamayı kabul etmedikleri, mağdurun gözaltına alındıktan sonra sanıklar S.K. ve N.K.nın görev yaptıkları Seydim Jandarma Karakolu'na değil, Çorum İl Merkez Jandarma Komutanlığı'na götürülüp orada bulunan nezarethaneye konulduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, mağdurun gözaltında işkence gördüğü kabul edilse dahi bu eylemin sanıklar S.K. ve N.Ş. tarafından gerçekleştirildiğine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, mağdur İl Merkez Jandarma Komutanlığı'nda işkence görmüşse bundan mağdurun ifadesini alan sanıkların da haberi vardır ve onların da cezalandırılmaları gerekir şeklindeki bir yaklaşımın cezaların şahsiliği prensibine aykırı olduğu, işkence ile mücadelenin şüpheli kalan işkence iddialarında mağdurun ifadesini alan kolluk görevlilerinin cezalandırılması suretiyle değil etkin soruşturma ve denetim ile gerçekleştirilebileceği, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, sanıklar S.K. ve N.Ş.nin mağdura karşı işkence veya kötü muamelede bulunduklarına dair hiçbir kuşku ve tereddüte yer vermeyecek şekilde inandırıcı, kesin, somut kanıtlar elde edilemediğinden sanıkların beraatine karar vermek gerekmiştir.

..."

44. Mahkeme Başkanı karşıoyunda, bozma ilamında belirtilen gerekçeler doğrultusunda sanıkların üzerilerine atılı suçtan mahkûmiyetlerine karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

45. Başvurucu vekili 22/4/2013 havale tarihli temyiz dilekçesinde dava zamanaşımı süresinin dolmak üzere olduğunu belirterek dosyanın ivedi şekilde incelenmesi gerektiğini belirtmiştir.

46. Verilen kararın temyiz edilmesi sonrasında inceleme yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulunca -sanıkların üzerine atılı suça 765 sayılı mülga Kanun'un 243/1. maddesinde 8 yıla kadar ağır hapis cezası öngörüldüğü, 765 sayılı mülga Kanun'un 102/3. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımının 10 yıl, 104/2. maddesi de gözönünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımının 15 yıl olduğu, daha ağır başka bir suçu oluşturma ihtimalinin bulunmadığı suçla ilgili olarak sanıklar hakkında dava zamanaşımını kesen en son hukuki işlemin ağır ceza mahkemesinde sorgularının yapıldığı 4/3/2004 tarihi olduğu ve bu tarihten sonra dava zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği, 765 sayılı mülga Kanun'un 102/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık asli dava zamanaşımı süresinin direnme hükmünün verildiği 18/4/2013 tarihinden sonra, ancak dosya henüz Ceza Genel Kuruluna gelmeden önce 4/3/2014 tarihinde dolmuş olduğu tespiti ve gerekçesiyle- davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Karar tarihi 19/1/2016'dır.

47. Başvurucu 22/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

48. 765 sayılı mülga Kanun’un 240. maddesi şöyledir:

 “Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.”

49. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir."

50. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kanunda -başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

 (3) Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya müebbet sürgün veyahut beş seneden ziyade hapis veya hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,

… geçmesile ortadan kalkar.”

51. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

 “…

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

52. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

53. Başvurucu; gözaltında tutulduğu nezarethanede istenen yönde ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sırasında ve sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede gerçeğe aykırı raporlar düzenlendiğini, dosyadaki delil durumuna göre kendisine işkence yapıldığı sabit olmasına rağmen sorumlular hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ve sonuçta hukuka aykırı şekilde dava zamanaşımının dolduğu gerekçesiyle düşme kararı verilmek suretiyle suçun cezasız bırakıldığını belirterek işkence yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

54. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında kaldığından söz konusu haklar yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

55. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

56. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

57. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

58. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

59. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

60. Başvurucu öncelikle kolluk görevlileri tarafından fiziki saldırıya uğrayarak işkence gördüğünü iddia etmekte, sonrasında ise maruz kaldığı olayın aydınlatılması için etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirtmektedir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin kötü muamele yasağının hem maddi hem usul boyutu açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

61. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

62. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

63. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

64. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

65. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

66. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye esas alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

67. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

68. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

69. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

70. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

71. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

72. Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında vurgulayıp Yurtsever ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22965/10, 8/7/2014) kararında da tekrarladığı -olayın fail ya da faillerin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğun farklı olduğu yönündeki- ilkeye özellikle dikkat çekmek gerekir. AİHM, anılan kararında da bu ilkeye açıkça vurgu yapmış ve ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, § 68).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvurucu, terör örgütüne yardım ve yataklık etme suçlamasıyla Çorum Jandarma İl Komutanlığının nezarethanesinde tutulduğu sırada ifadesini alan jandarma görevlileri tarafından kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.

74. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır. Burada kötü muameleye maruz kalması nedeniyle mağdur olduğunu ileri süren kişilerin -ispat külfetinin devlete geçtiği durumlar istisna olmak üzere- kötü muamele yasağı kapsamına giren ağırlıkta bir muamele görmüş olabileceklerini gösteren emare ve delil sunmaları gerektiğini belirtmek gerekir (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

75. Somut olayda kötü muamele iddialarının fiziki bulguları açısından doktor raporlarının önem arz ettiği açıktır. Gözaltındaki süreçle ilgili olarak başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiş (bkz. § 19) ise de söz konusu raporların muayene yapılmaksızın usule aykırı şekilde düzenlendiği gerekçesiyle raporları hazırlayan doktorlar hakkında görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle kamu davası açılmıştır (bkz. § 30). Bununla birlikte iddiaları aydınlatmaya yarayan tek sağlık raporu bunlar olmayıp kötü muamele iddiası nedeniyle yürütülen soruşturmada birden çok sağlık raporunun (bkz. §§ 20-28) düzenlendiği ve bu raporların birçoğunda başvurucunun iddialarının desteklendiği görülmektedir. Bu durumda -alınan ilk sağlık raporlarının gerçekliğinin açılan kamu davasıyla da kuşkulu olduğu gözönünde bulundurulduğunda- gözaltında tutulması dolayısıyla devletin gözetimi ve sorumluluğu altında bulunan başvurucunun fiziksel ve ruhsal bir saldırıya maruz kaldığına ilişkin yeterli delilin var olduğu kabul edilmelidir. Aksini ispat yükümlülüğü artık devletin üzerindedir.

76. Gözaltında oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).

77. Mahkeme, yapılan yargılamada 24/11/2012 tarihinde verdiği kararın gerekçesinde başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını kabul etmiş; Yargıtay 8. Ceza Dairesi 12/12/2012 tarihli bozma kararında ise başvurucunun gözaltında kaldığı süreçte işkenceye uğradığı kanaatine vardığını belirtip Mahkemenin bu tespitinde bir isabetsizlik görmediğini dile getirmiştir (bkz. § 42). O hâlde sağlık raporları, iddiaları destekleyen tanık anlatımları ve adli makamların tespitleri gibi kötü muamelenin varlığına ilişkin makul şüphenin ötesine geçen kanıt unsurunun bulunması nedeniyle kamu makamlarından başvurucudaki sağlık sorunlarının nedeni hakkında makul bir açıklama getirmeleri beklenmelidir. Savcılık tarafından yapılan soruşturmanın sonucunda sanık olarak yargılanan jandarma görevlileri suçlamaları kabul etmemekle birlikte gözaltında meydana gelen yaralanmaların nasıl oluştuğuna ilişkin inandırıcı bir izah yapmamışlardır.

78. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup icra edilen bir soruşturmadaki delilleri değerlendirmek kural olarak yargı mercilerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddialarıyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan yargı mercilerinin bulguları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mercilerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin bulunması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

79. Yargılama dosyasına başvurucunun kendi inisiyatifiyle temin ettiği sağlık raporları yanında Mahkemenin talebi üzerine düzenlenenlerin de yansıdığı görülmektedir. ATK 9/2/2009 tarihli raporunda; başvurucunun dile getirdiği iddiaların sağ kolundaki hareket kısıtlılığının ve ruhsal bozukluğun gözaltı sürecinde gerçekleşip gerçekleşmediği yönünde kesin bir tespite varılamadığı sonucuna ulaşmış ise de İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından düzenlenen raporda tespit edilen fiziksel ve ruhsal bulguların İstanbul Protokolü çerçevesinde işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu belirtilmiştir. Söz konusu Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen raporun mahkeme dosyasındaki diğer raporlarla da (bkz. §§ 23, 26, 28) desteklendiği görülmektedir.

80. ATK'nın başvurucuyu bizzat muayene etmesi sonucu tespit ettiği bulguların yargılama dosyasına yansıyan diğer raporlarla da desteklendiği ve bu kapsamda başvurucuda gözaltına alınmasından sonra sağ omuz rotator cuff rüptürü (omuzdaki eklem bağı yırtığı), sağ kolda ekimoz ve travma sonrası stres bozukluğu şeklinde rahatsızlıklar meydana geldiği sabittir. ATK tarafından tıbbi bir tespit olarak ortaya konmamış ise de dosyaya sunulan diğer sağlık raporlarında (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği tarafından düzenlenen) bu durumun kaba dayak ve vücuda elektrik verilmesine bağlı gelişebileceğinin değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun aşamalardaki beyanları, bu beyanlarla uyumlu tanık anlatımları ve çeşitli sağlık raporlarına yansıyan bulgular, başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin Mahkemenin 24/11/2011 tarihli gerekçeli kararı ve bu karar içeriğini destekler nitelikteki Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 12/12/2012 tarihli bozma ilamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gözaltında tutulduğu süre içinde fiziksel ve ruhsal acı çekmesine sebep olan kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna ulaşılmıştır. Buna karşın yürütülen soruşturmanın zamanaşımıyla sonuçlanması ve bu nedenle olayın fail ya da failleri tespit edilmeden kesin hükümle soruşturmanın kapatıldığı (bkz. § 46) dikkate alındığında kamu makamlarının kötü muameleye ilişkin iddialar konusunda açıklama yapma yükümlülüğüne aykırı davrandığı söylenmelidir. Kötü muamele teşkil eden eylemlerin -başvurucunun Savcılık ifadesine (bkz. § 16), düzenlenen iddianameye (bkz. § 30) ve olayın gelişimine bakıldığında- başvurucudan bilgi alma veya suçunu itiraf ettirme özel amacı doğrultusunda gerçekleştirildiği ve bu süreçte kamu görevlilerinin kasıtlı hareket ettiği anlaşılmaktadır.

81. Kötü muamele yapılmasına neden olan saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz (Cezmi Demir ve diğerleri, § 104). Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin başvurucudan bilgi almak veya isnat edilen suçları kabul ettirmek amacıyla yapıldığı, iki gün boyunca belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle direncini kırma ve aşağılama amacıyla korku, endişe ve aşağılık duygusu hissettiren nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.

82. Başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, sağlık raporlarına yansıyan fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alınıp ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı gözönünde bulundurulduğunda işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

83. Bunun yanında belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesince varılan ihlal kararı, başvuruya konu yargılamada sanık olarak yargılananların cezai sorumluluğuna yönelik bir değerlendirme içermeyip somut olay bağlamında devletin anayasal düzenlemeler kapsamındaki sorumluluğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

84. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

85. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Soruşturma etkili olmadığında anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

86. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

87. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

88. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalı; bu kapsamda diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

89. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

90. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının, hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

91. Başvurucu, etkili bir soruşturma yapılmayarak sorumlular hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğünü hâlbuki bu suçlar için zamanaşımı hükümlerinin uygulanamayacağını ileri sürmektedir.

92. Gerçeğe aykırı rapor düzenleyerek görevlerini kötüye kullandıkları isnadıyla yargılanan doktorlar hakkındaki dava, zamanaşımı nedeniyle düşürülmüş ve verilen karar kesinleşmiştir. Başvurucu, söz konusu kararı Anayasa Mahkemesine taşıyarak bireysel başvuruda bulunmuştur (bkz. § 9). Kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşan Anayasa Mahkemesi söz konusu değerlendirmesinde Mahkemece yapılan yargılamada meydana gelen aksaklıklardan bahsederek yargılamanın daha hızlı yürütülmesi adına birtakım önlemlerin alınıp alınamayacağı ve mevcut deliller ışığında hükme gidilip gidilemeyeceği tartışılmadan suç tarihinden 9 yıl 2 ay sonra zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesinin hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterilerek teşvik edildiği görünümüne sebep olduğunu ve bunun da söz konusu yasak kapsamında ihlal niteliğinde olduğunu belirtmiştir (bkz. §§ 65-82).

93. 2013/2365 numaralı bireysel başvuruya konu yargılama doktorlar için kesinleşmiş ise de jandarma görevlileri yönünden yargılamaya devam edilmiştir. Yargıtayın 12/12/2012 tarihli bozma kararı sonrası Mahkemece ilk duruşma 9/4/2013 tarihinde yapılmış 18/4/2013 tarihinde ise karar verilmiştir. Verilen kararı temyiz eden başvurucu dava zamanaşımının dolmak üzere olduğunu temyiz dilekçesinde belirtmiş ise de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tebliğname 7/6/2014 tarihinde düzenlenmiş ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 19/1/2016 tarihinde davanın düşürülmesine karar verilmiştir. Dolayısıyla suç tarihinden 13 yıl 4 ay 20 gün sonra davanın kesin hükümle sonuçlandığı görülmektedir. Bu sürenin bir yılı Savcılık tarafından yapılan soruşturmayla geçmiştir.

94. Jandarma görevlileri ile doktorların yargılandıkları davada soruşturmanın bütünlüğü içerisinde tüm sanıkların bir arada yargılanması hukuka uygun olmakla birlikte her bir sanık hakkında usule ilişkin güvencelerin sağlanmasının gerekliliği nedeniyle birtakım zorlukların ve gecikmelerin çıkacağı da muhakkaktır. Bununla birlikte adli makamlardan beklenen, eylemlerin niteliği ve öngörülen cezaların ağırlığı itibarıyla işkence gibi vahim bir suçtan tarafların haklarını da gözeterek soruşturmayı azami süratle tamamlamaktır (bkz. § 59).

95. Yargıtayın 12/12/2012 tarihli bozma kararından sonra yargılamaya devam eden adli makamların -başvurucunun zamanaşımı konusundaki uyarılarına rağmen- dosyayı yaklaşık 3 yıl 1 ay sonra sonlandırdığı ve verilen kararın da zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesine dayandığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin 2013/2365 numaralı bireysel başvuru dosyasında işaret ettiği tespitlerden ve ulaştığı ihlal sonucundan bu dosya özelinde de ayrılmayı gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Kötü muamele yasağı bağlamındaki soruşturmaların hızlı bir şekilde tamamlanarak zamanaşımına uğramasına imkân verilmemesi şeklindeki pozitif yükümlülük kapsamında adli makamların başvuru konusu soruşturma dosyasında yeteri kadar hassas davranmadığı ve sonuçta da işkence suçunu oluşturan hukuka aykırı eylemlere hoşgörü göstererek kayıtsız kaldığı kanaatine ulaşılmaktadır.

96. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

97. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

98. Başvurucu, ihlalin tespit edilerek yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesini ve ayrıca 100.000 TL tazminat verilmesini talep etmiştir.

99. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

100. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

101. İncelenen başvuruda mahkeme kararının başvurucunun mağduriyetini gidermemesi, soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olmaması nedenleriyle işkence yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

102. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki işkence yasağının hem maddi hem usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşılmış ise de zamanaşımının dolması nedeniyle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Dolayısıyla mağduriyeti giderilmeyen başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -2013/2365 numaralı dosyada 20.000 TL tazminat verildiği de dikkate alınarak- somut olayın özelliğine göre net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi ve usul boyutlarıyla İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Çorum 1. Ağır Ceza Mahkemesine (Verilen karar Mahkemenin 18/4/2013 tarihli ve 2013/20 esas sayılı kararıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÖKHAN GÜNDÜZ BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2017/39507)

 

Karar Tarihi: 3/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Gökhan GÜNDÜZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde yaralanmadan dolayı açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/11/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucu, 1970 doğumlu olup olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.

11. Başvurucu -kendi anlatımına göre- İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları protesto etmek amacıyla yaklaşık yedi aydır oturma eylemi yaparken 2017 yılı Mart ayı içinde beş kez (3, 6, 7, 10 ve 16 Mart tarihlerinde) kameraların görüntü kaydettiği bir alanda, eyleme müdahale eden infaz görevlilerine direnmediği hâlde görevliler tarafından yere yüzüstü yatırılıp her iki kolu arkaya bükülmek suretiyle yürümeye zorlanmış, her seferinde zor kullanma seviyesi artırılmış, kol ve omuzlarında kalıcı rahatsızlıklara neden olunmuştur.

12. Başvurucu; iki hükümlüyle birlikte 20/3/2017 tarihinde, işkence suçunu işledikleri iddiasıyla infaz görevlileri hakkında Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) şikâyette bulunmuştur.

13. Şikâyetle ilgili olarak Savcılıkça İnfaz Kurumundan bilgi istenmiştir. İnfaz Kurumunun yazılı cevabı şöyledir:

"Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün 22. Maddesinin 8. Fıkrasında 'İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.' hükmünün yer aldığı, adı geçenin kurumun düzenini ve güvenliği bozmaya yönelik eylemde bulunduğu, görevli personelin mevzuatta belirtilen şekilde görevini yaptığı anlaşıldığından haklarında disiplin soruşturması açılmamıştır."

14. Savcılık tarafından 17/10/2017 tarihinde İnfaz Kurumu görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ... Müştekilerin iddiaları ile ilgili kurum görevlilerinin; herhangi bir kusur, ihmal ve suç işleme kasıtlarının bulunmadığı gibi haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilemediği, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle iddialar ve şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına,"

15. Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Kırıkkale Sulh Ceza Mahkemesinin 2/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 3/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

16. Başvurucu 27/11/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Başvurucu ayrıca başvuruya konu olaydan sonra 25/5/2017 tarihinde infaz görevlilerince yeniden fiziksel şiddet uygulanması nedeniyle kolunun kırıldığını ve bu hususta Savcılığa şikâyette bulunduğu belirtmiş, sağlık raporlarını başvuru dosyasına eklemiştir.

18. UYAP'ta yapılan araştırmada başvurucunun kolunun kırıldığını iddia ettiği olayın başvuru konusundan farklı bir olay olması nedeniyle Savcılıkça ayrı bir soruşturma yürütüldüğü ve bu olaya ilişkin soruşturma sürecinin başvurucu tarafından ayrıca bireysel başvuru konusu yapıldığı tespit edilmiştir. Söz konusu 2017/37364 numaralı bireysel başvuru inceleme tarihi itibarıyla henüz sonuçlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

19. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

20. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

21. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

22. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarında hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

23. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

24. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

25. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

27. Başvurucu, infaz görevlileri tarafından darbedilmesine rağmen buna ilişkin olarak açılan soruşturmanın etkili yürütülmediğini, bu kapsamda sorumlu infaz görevlilerinin isimlerini bildirerek olayları ayrıntılarıyla anlattığını, buna karşın Adli Tıp Kurumuna sevk edilip hakkında sağlık raporu alınmadığını, tanık ifadelerine başvurulmadığını, ayrıca kamera görüntüleri ve diğer delillerin toplanmadığını ifade ederek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma, ifade özgürlüğü ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

28. Bakanlık, İnfaz Kurumunca başvurucunun oturma eylemi yaparak kurum içi düzeni ve güvenliği bozmaya yönelik eylemlerde bulunduğundan dolayı infaz koruma memurlarının mahkûm taşıma tekniklerine uygun şekilde başvurucuyu taşıdıklarının belirtildiği dikkate alındığında başvurucunun iddialarının savunulabilir argümanlar içermediğini, iddialarını uygun şekilde delillendiremediğini ve argümanların gerçekleri yansıtmadığını belirtmiş, başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu yönünde görüş bildirmiştir.

29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı cevabında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş ayrıca iddialarının savunulabilir olmadığı görüşünü kabul etmemiştir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut olayda başvurucunun iddiaları kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

31. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

32. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

34. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

35. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

36. Ancak etkili bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle kötü muamele iddialarının uygun delillerle desteklenmesi gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde etkili bir soruşturma yükümlülüğün gerekliliğinden bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

37. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

38. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması veya yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

39. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

40. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Hükümlü olan başvurucu, yapılan oturma eylemine infaz görevlilerince aşırı güç kullanılarak müdahale edildiğini belirterek kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir.

42. Bir devlet görevlisi tarafından hukuki sınırların aşılarak Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin bir iddianın soruşturma makamına iletilmesi durumunda etkili soruşturma yükümlülüğünün başlaması için öncelikle gerekli olan husus, söz konusu iddianın savunulabilir olmasıdır. İddianın savunulabilir olması, açık ve olgulara ilişkin ayrıntı içermesinin yanında ancak makul kanıtlarla desteklenmesiyle mümkündür. Böylesine bir iddianın varlığı hâlinde olayın aydınlatılarak sorumluların belirlenmesini ve gerekirse cezalandırılmasını sağlamaya elverişli, etkili bir soruşturma yapılması gerekmektedir.

43. Başvurucu, isimlerini şikâyet dilekçesinde bildirdiği infaz görevlilerince yaralandığını iddia etmiş; ayrıca eylemlerin oluş şeklini ve tarihlerini de açıklayarak şikâyetini detaylandırmıştır. Bu durumda başvurucunun iddiasının makul delillerle desteklenmesi hâlinde savunulabilir olarak değerlendirilmesi mümkündür.

44. Devlet denetim ve kontrolü altında hükümlü olarak tutulan başvurucunun delil sunma olanağı oldukça sınırlı olduğundan, toplanmasını talep ettiği delillerden olayı aydınlatabileceği değerlendirilenlere soruşturma makamlarınca ulaşılması için çaba gösterilmesi etkili soruşturma yükümlülüğünün bir parçasıdır.

45. Ceza infaz kurumunda tutulan bir kişinin şikâyetçi olması hâlinde kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespiti amacıyla alınan sağlık raporları, değerlendirmeye esas oluşturacak en önemli kanıtlardan biri olmasının yanında devletin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yükümlülüğüne aykırı davranmadığını ispatlayabileceği nitelikte bir belgedir. Üçüncü kişi konumunda bulunan doktorlar tarafından -iddia ve savunmadan bağımsız bir şekilde- gözleme dayalı bulguların tespit edilmesi suretiyle olaydan hemen sonra hazırlanan raporlar, maddi gerçeğe ulaşmayı sağlayan en önemli araçtır (benzer yöndeki karar için bkz. Salih Şahin, B. No: 2016/13964, 28/1/2020, § 85).

46. Bu kapsamda başvurucu, yaralanmasının tespiti amacıyla hakkında sağlık raporu alınmasını talep etmiş, ancak Savcılıkça bu yönde bir işlem yapılmamıştır. Başvurucunun iddiasının savunulabilir olup olmadığının değerlendirilmesinde en önemli delillerden biri olan sağlık raporunun Savcılıkça temin edilmemiş olması başvurucuya atfedilecek bir kusur olmadığından somut olayda başvurucunun iddialarını destekleyen bir raporun bulunmaması nedeniyle etkili soruşturma yükümlülüğünün mevcut olmadığı söylenemez. Dolayısıyla ayrıntılı şikâyet dilekçesi sunan ve birtakım delillerin toplanmasını talep eden başvurucunun yaralanmasını doğrulayan sağlık raporunun bulunmaması tek başına iddialarını savunulabilir olmaktan çıkarmayacağından etkili soruşturma yapılması yönündeki beklentisi meşru kabul edilmiştir.

47. Savcılıkça, soruşturma kapsamında sadece İnfaz Kurumundan olayla ilgili bilgi istenmiş; İnfaz Kurumu tarafından "kurum düzeni ve güvenliğini sağlamak amacıyla infaz görevlilerinin görevlerini yaptıkları gerekçesiyle haklarında disiplin soruşturması açılmadığının" bildirilmesi üzerine de başkaca araştırma yapmaya gerek duyulmaksızın kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir.

48. Diğer bir ifadeyle başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılıkça soruşturma başlatılmışsa da başvurucunun şikâyet ve delillerinin tespitine yönelik ayrıntılı ifadesi alınarak soruşturmaya katılımı sağlanmamış, talep edilmesine rağmen kamera görüntüleri ve diğer deliller toplanmamış, tanık dinlenmemiş, şüpheli infaz görevlilerinin kimlikleri dahi tespit edilmemiştir. Buna karşın soruşturma sonunda, yapılan işlemlerin hukuka uygun olduğuna karar verilmiştir. Kararda, işlemlerin ne olduğu ve hangi sebeple hukuka uygun olduğuna yer verilmemiş; iddia infaz görevlilerinin kasıtlı eylemlerine dayandırılmasına rağmen bu hususa ilişkin bir açıklama yapılmamıştır.

49. Tüm bu eksiklikler birlikte değerlendirildiğinde başvurucuya karşı kötü muamele oluşturduğu iddia edilen eylemlere yönelik olayın aydınlatılması amacıyla etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

50. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

51. Yukarıda belirtilen tespitler doğrultusunda soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle başvurucunun şikâyetine konu ettiği güç kullanımının gerçekleşme koşulları bağlamında iddia dışında veri bulunmadığı, dolayısıyla bu aşamada olguların gerçekliği konusunda kanaat oluşmadığından kötü muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla bir inceleme yapılmasına olanak bulunmadığı değerlendirilmiştir.

52. Başvurucu ayrıca protesto (oturma) eylemlerine yönelik olarak İnfaz Kurumunca caydırma amacıyla yapılan müdahaleler nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüşse de yapıldığı iddia edilen müdahaleye ilişkin olarak başvuru veya soruşturma dosyasında veri bulunmadığı dikkate alındığında söz konusu iddiaların bu aşamada incelenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54. Başvurucu, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma yapılması ve maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

58. Başvuruda, infaz görevlileri tarafından orantısız güç kullanılmasına yönelik etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

59. Bu durumda kötü muamele yasağının usul boyutuna yönelik ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

60. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,

E. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HATUN HORUZ VE ZEMCİ HORUZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/17723)

 

Karar Tarihi:3/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucular

:

1. Hatun HORUZ

 

 

2. Zemci HORUZ

Başvurucular Vekili

:

Av. Kemal DERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, zorunlu askerlik hizmeti sırasında fiziksel ve sözlü şiddete ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının etkili olmaması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuru yaşam hakkı yönünden kabul edilemez bulunmuş, kötü muamele yasağı yönünden kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların oğlu 1989 doğumlu S.H. Şırnak'ta zorunlu askerlik hizmetini yerine getirirken 26/11/2009 tarihinde banyoda ölü olarak bulunmuştur.

9. S.H.nin ölüm olayıyla ilgili olarak askerî savcılıkça (Savcılık) ceza soruşturması başlatılmıştır.

10. Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından ölüm olayının meydana geldiği yer ve S.H.nin eşyaları incelenmiş, eşyalarının arasından intihar mektubu bulunmuş, mektubun S.H. tarafından yazıldığı uzmanlarca tespit edilmiştir. Ayrıca olayda kullanılan silah (G3 piyade tüfeği) muhafaza altına alınmış, S.H.nin vücudundan örnekler alınmış ve otopsisi yapılarak ölüm nedeni kesin olarak belirlenmiştir. Buna göre başvurucuların oğlu çenesinin altında oluşan ateşli silah yaralanmasının beyninde hasara neden olması sonucu vefat etmiştir.

11. Soruşturma makamı tarafından ölüm olayıyla ilgili olarak tanıklar dinlenmiştir. Tanıklar başvurucuların oğlunun ölümünden önce Astsubay Çavuş Y.A. ile Uzman Çavuş L.B. tarafından darbedildiğini beyan etmişlerdir. Tanık beyanları doğrultusunda Y.A. ile L.B. şüpheli olarak soruşturmaya dâhil edilmiş ve savunmaları alınmıştır. Uzman Çavuş L.B., eşine yönelik taciz içerikli mesajların S.H.ye ait telefondan gönderildiğini tespit etmeleri üzerine S.H.ye kızdığını ve iki tokat attığını kabul etmiş; Y.A. ise vurmadığını sadece hafifçe sarstığını, bu sırada S.H.nin yere düştüğünü ifade etmiştir.

12. Şüpheli askerler olaya konu mesajları Savcılığa delil olarak iletmiştir. Savcılıkça mesajlar incelenmiştir. Kendini Yılmaz olarak tanıtan bir kişi tarafından Uzman Çavuş L.B.nin eşi D.B.ye gönderildiği anlaşılan mesajlar onu bir restorana davet eder mahiyettedir.

13. Ölüm olayından yirmi gün önce izin kullanan S.H.nin neşeli bir insan olduğunu ve askerde bir sıkıntısı olmadığını beyan eden babası -başvurucu Zemci Horuz- daha sonra verdiği ifadesinde beyanını değiştirerek S.H.nin, izinliyken amcasına etnik kökeni (Kürt olması) nedeniyle komutanlarından hakaret işittiğini söylediğini iddia etmiştir. Bunun üzerine aynı etnik kökenli başka askerler soruşturma makamınca tanık olarak dinlenilmişler, bu tanıklar, komutanlarınca ayrımcılığa uğramadıklarını, başvurucunun da uğradığına ilişkin bir bilgilerinin olmadığını dile getirmişlerdir.

14. S.H.nin eşyaları arasında bulunan intihar mektubunun darbetme olayıyla ilgili kısmı şöyledir:

"...bir de [L.] uzman ve Y. astsubaya çok teşekkür ettiğimi söyle her zaman böyle haksız yere asker dövmeye devam etsinler öteki tarafta yüce 'RABBİM' den korkmuyorlar mı, aslında [L.] uzmanı ben kendime abi gibi seçmiştim tüm derdimi sorunlarımı mevzilerde hep onunla paylaştım bizim Adıyamanlı olduğumuzu babamızın oğlu olduğumuzu unutmasın ... [Y.] astsubay sivilde kendine dikkat etsin..."

15. Tanıklar D.Ö., İ.T. ve R.T.; S.H.nin telefonundan çekilen mesajlar nedeniyle Uzman Çavuş L.B.nin S.H.ye tokat attığını, Astsubay Y.A.nın da yumrukla vurduğunu, kendisine çekerken S.H.nin yere düşmesi üzerine de tekme attığını beyan etmişlerdir. D.Ö. ayrıca S.H.nin intihar anını gördüğünü, banyoda çenesinin altına tüfeği yerleştirip bir anda tetiği çektiğini, ancak bunu önlemek için yetişemediğini belirtmiştir.

16. Savcılıkça başvurucuların oğlunun intihar ettiği kanaatine varılarak 15/7/2010 tarihinde ölüm olayıyla ilgili kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, şüpheli Y.A. ve L.B.nin asta karşı müessir fiil suçunu işledikleri isnadıyla haklarında ceza davası açılmasına karar verilmiştir.

17. Başvurucuların ölüm olayıyla ilgili kovuşturma yapılmamasına ilişkin Savcılık kararına itirazları askerî mahkemece 2/11/2010 tarihinde reddedilmiştir.

18. Bu aşamada başvurucular 7/3/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurarak yaşanan darp ve ölüm olayı nedeniyle yaşam ve adil yargılanma hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

19. Diğer taraftan başka bir askerî mahkemece sanıklar hakkında asta karşı müessir fiil suçu yönünden yargılama yapılmış, 6/12/2011 tarihinde sanıkların mahkûmiyetine karar verilmiştir.

20. Sanık L.B.nin başvurucuların oğlu S.H.ye iki kez tokat atmak suretiyle asta müessir fiil suçunu işlediği askerî mahkemece kabul edilmiş, olayın diğer askerlerin önünde gerçekleşmesi nedeniyle mağdurda yarattığı psikolojik etkinin ağırlığı dikkate alınıp alt sınırdan uzaklaşılarak sanığa ceza verilmiş, L.B.nin eşine atılan mesajlar nedeniyle L.B.nin suçu haksız tahrikle işlediği değerlendirilerek cezasında indirim yapılmıştır. Ayrıca L.B.nin soruşturmanın ilk aşamasından itibaren samimi beyanda bulunarak suçunu ikrar etmesi nedeniyle de cezasında iyi hâl indirimi uygulanmış, sonuç ceza olan 25 gün hapis cezası para cezasına çevrilmiştir.

21. Askerî mahkeme tarafından diğer sanık Y.A.nın S.H.ye yumruk ve tekme attığı kabul edilmiş, yaralama biçimi dikkate alınarak sanığın cezası artırılmış, iyi hâl indirimi uygulanarak hükmedilen 3 ay 10 gün hapis cezası para cezasına çevrilmiştir.

22. Başvurucular anılan cezaların yeterli olmadığını iddia ederek katılan sıfatıyla kararı temyiz etmişlerdir. Askerî Yargıtayın 3/12/2014 tarihli kararıyla sanıklar hakkında verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılıp bırakılmayacağı hususunun değerlendirilmesi bakımından mahkûmiyet hükümleri bozulmuştur.

23. Bozma kararı üzerine yargılama ilk derece mahkemesinde devam ederken AİHM, 2015 yılında başvurucuların oğullarının ölümü ile ilgili iddialarını yaşam hakkı yönünden, ölümünden önce üstleri tarafından yaralanmasıyla ilgili iddialarını ise kötü muamele yasağı yönünden incelemiş; sonuç olarak başvuruyu kabul edilemez bulmuştur (Zemci ve Hatun Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015).

24. AİHM'e göre başvurucularının oğlunun intihar etmesi olayında tüm deliller soruşturma makamınca toplanmış ve esaslı araştırma yapılmıştır. Kararda müteveffanın yakın ve gerçek intihar etme riski olup olmadığı veya en azından kamu makamlarının bu riski öngörüp öngöremeyeceği tartışılmış, genel olarak S.H.nin üstleriyle iyi anlaştığı ve yaşanan olayın münferit olması nedeniyle S.H.nin intihar etmesinin planlı olmadığı değerlendirilerek bu olayın öngörülemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla devletin koruma ve usul yükümlülüğü kapsamında yaşam hakkı bakımından başvurucuların şikâyetlerinin açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar verilmiştir.

25. Buna karşın başvurucuların S.H.nin üstleri tarafından fiziksel şiddet görmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları hakkında AİHM, sanıklar hakkındaki ceza davasının sonuçlanmamış olması nedeniyle başvuru yollarının tüketilmediğine karar vermiştir.

26. AİHM kararından sonra askerî mahkeme tarafından hapis cezası olarak L.B. ve Y.A. hakkında verilen mahkûmiyet hükümlerinin açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir.

27. Başvurucuların itirazları itiraz mercii olan askerî mahkemece 11/1/2016 tarihinde reddedilmiştir. Anılan kararın başvuruculara tebliğ edildiğine ilişkin belge bulunmamaktadır. Başvurucular, adli emanete kayıtlı eşyaların kendilerine 17/1/2017 tarihinde bildirilmesiyle nihai kararı öğrendiklerini beyan etmişlerdir.

28. Başvurucular 16/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular oğullarının ölümü nedeniyle yaşam hakkının, ölümünden önce yaralanması nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Komisyonca 22/5/2020 tarihinde yaşam hakkına yönelik iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

29. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun "Maduna müessir fiiller yapanların cezası" kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:

 “Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelde bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur."

30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Haksız tahrik" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:

"Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. "

31. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim nedenleri" kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:

"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.

 (2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir."

32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını hatırlatmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

35. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

36. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

37. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının, hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

38. AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin olarak Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere HAGB kararı vermesine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60).

39. Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35: Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararını Sözleşme’nin 3. maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olmasına veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69).

40. Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin 3. maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

42. Başvurucular; oğullarının ölümünden önce üstleri L.B. ve Y.A tarafından darbedildiğini ve hakarete uğradığını, buna karşın olayla ilgili açılan ceza yargılamasının adil biçimde sonuçlanmayarak sanıklar hakkında HAGB kararı verildiğini, ayrıca yargılamanın çok uzun sürede tamamlandığını iddia ederek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

43. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

44. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri " kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının bir kısmının Komisyonca karara bağlandığı dikkate alınarak incelemenin kötü muamele yasağıyla sınırlı olarak yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Başvuruculara nihai kararın tebliğ edildiğine ilişkin belgenin bulunmaması dikkate alındığında başvurucuların beyan ettikleri tarihte kararı öğrendikleri kabul edilerek başvurunun süresinde yapıldığı değerlendirilmiştir.

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

a. Genel İlkeler

48. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

49. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

50. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

51. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

52. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

53. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116). Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 33).

54. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, § 34).

55. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak için çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

56. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105; Mustafa Rollas, B. No: 2013/7703, 2/2/2017, § 74; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, § 85).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Başvurucuların oğlu S.H.nin askerlik hizmetini yerine getirdiği esnada kullandığı cep telefonundan üstü konumunda olan Uzman Çavuş L.B.nin eşine davet içerir nitelikte mesaj gönderildiği yapılan soruşturmayla ortaya konulmuştur. Bu mesajdan dolayı eşinin taciz edildiğini düşünen L.B. ile konuyu paylaştığı Astsubay Çavuş Y.A.nın S.H.yi birkaç kez tokatlamak ve bir kez tekmelemek suretiyle yaraladığı hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

58. Hakkında sağlık raporu düzenlenmediği için S.H.nin yaralamasının fiziksel etkisi bilinmemekle birlikte olayın diğer askerlerin önünde yaşanmasından dolayı psikolojik etkisinin yoğun olduğu yargı makamlarınca kabul edilmiştir. Yaşanan bu olayın ertesi günü S.H. intihar etmiştir.

59. Başvurucuların oğlunun yaralanması ve ölümü ile ilgili olarak Savcılıkça derhâl soruşturma başlatılmış, olay yerinde bulunan deliller toplanmış, S.H.nin vücudundan ve kıyafetlerinden örnekler alınmış, eşyaları ile olayda kullanılan silah incelenmiş, tanıklar dinlenmiş, başvurucuların soruşturmaya katılımı sağlanmıştır.

60. Bu bağlamda soruşturma makamınca maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla özenle soruşturma yapılmış, tüm deliller toplandıktan sonra yaklaşık sekiz ay gibi kısa bir sürede şüpheli askerler hakkında ceza yargılaması başlatılmıştır. Başvurucuların da oğullarının yaralanması ile ilgili yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki şikâyetlerinin sadece sanıkların cezasız kaldığı ve yargılamanın uzun sürdüğü şeklinde iki ana başlıkta toplanmaktadır. Yaralama olayıyla ilgili diğer usul yükümlülükleri hususunda başvurucuların ilettiği somut bir şikâyet bulunmadığı gibi başvuruya yansıyan olgular nazara alındığında soruşturmanın özensiz yapıldığını düşündürecek bir husus da tespit edilememiştir. Dolayısıyla başvuru bu iki temel şikayet kapsamında incelenmiş, öncelikle cezasızlık şikâyeti irdelenmiştir.

61. Yapılan soruşturma sonunda Savcılık tarafından S.H.nin intihar etmesinde başka birinin etkisinin tespit edilmediği ve kamu görevlilerinin olayda kusuru bulunmadığı değerlendirilerek ölüm olayıyla ilgili kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Anılan kararın kesinleşmesi üzerine başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarını içeren başvurusu, AİHM tarafından intiharın öngörülemez olduğu ve münferit bir olayın akabinde plansız yapıldığı kanaatine varılarak açıkça dayanaktan yoksun bulunmuştur. Diğer bir ifadeyle AİHM'e göre intihar olayı bireylerin davranışlarının öngörülemezliği çerçevesinde incelenmiş, L.B. ve Y.A.yı ölüm olayından sorumlu tutmaya yetecek düzeyde olgu bulunmadığından yaralanma ile intihar olayları arasında illiyet bağının koptuğu değerlendirilmiştir.

62. Askerî mahkeme tarafından yaralama olayıyla ilgili yapılan yargılama sonunda asker sanıkların başvurucuların oğlunu yaraladıkları kabul edilerek cezalandırılmalarına karar verilmiştir. L.B.ye verilen ceza miktarı olayın başka kişilerin önünde gerçekleşmesi nedeniyle psikolojik etkisi nazara alınarak artırılmıştır. Yine diğer sanık Y.A.ya verilen ceza da eylemin gerçekleştiriliş biçimi -mağdurun düşmesinden sonra tekme atılması- dikkate alınarak artırılmıştır.

63. Askerî mahkemenin yaralama olayını akabinde gerçekleşen intihar meselesinden ayrı tutarak bir inceleme yaptığı, asker sanıkların cezalandırılmasında bu hususu değerlendirmeye almadığı görülmektedir. Yaralamanın sebebi dikkate alındığında olayın anlık öfkeyle gerçekleştiği, asker sanıkların bu şekilde davranmalarının genel kişilik özelliklerinden kaynaklanmadığının tanık beyanlarıyla tespit edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca başvuruya yansıdığı kadarıyla S.H.nin bu olayın ardından intihar etmesi asker sanık ve tanıklar dâhil kimsenin öngöremediği vahim bir olaydır. Elbette yaralama olayının mağdurda doğrudan psikolojik etki yarattığı tartışmasızdır. Ancak bu etkinin bilinmeyen sebeple mağdur yönünden mevcut sonucu doğurmasının öngörülemezliği gereği asker sanıkların cezalandırılmasında intihar olgusunun dikkate alınmaması mevcut bilgiler kapsamında kötü muamele yasağı yönünden sorun oluşturmamaktadır.

64. L.B. ve Y.A.nın yargılama süresince tutumları dikkate alınarak cezalarında indirim yapılmış, ayrıca L.B. haksız tahrik indiriminden yararlanmış, daha önce sabıkası olmayan sanıkların bir daha suç işlemeyecekleri kanaatine varılarak verilen hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

65. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmaktadır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 102).

66. HAGB kararı verilmesinin tek başına kötü muamele oluşturan fiillerin caydırıcılığını ortadan kaldıracağını öngörmek mümkün değildir. Bununla birlikte her olayın koşulları çerçevesinde failin fiiliyle orantılı ceza alıp almadığı değerlendirmesi yapılırken HAGB uygulanmasının tartışılması gerektiği muhakkaktır.

67. Somut olayda L.B. ve Y.A.nın başvurucuların oğlunu yaralama şekli, olayın gelişimi ve bu süreçteki sanıkların tutumu dikkate alınarak alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle ceza tayinine gidildiği, koşullarının oluşması nedeniyle de haklarındaki hapis cezası hükümlerinin açıklanmadığı anlaşılmaktadır. Daha önce sabıkası bulunmayan asker sanıkların görevleriyle ilgili bir durumdan kaynaklanmayan, planlı olmadığı ve anlık öfkeyle hareket edildiği kabul edilen yaralama eylemleri nedeniyle verilen orantılı cezaların açıklanmasının ertelenmesinin somut olayın koşulları çerçevesinde yasal önlemleri etkisiz kıldığını tespit etmek zor görünmektedir. Bu olayın askerde genel olarak yaşanan asta karşı yaralama suçlarından farklı bir yönünün olduğu unutulmamalıdır. Eşinin taciz edildiğini düşünen askerin astı konumunda olan bir kişiyi yaralaması ile astlarının askerlik hizmetini zorlaştıran veya onlara fiziksel/sözlü şiddet uygulayan askerin eylemleri sonucu verilecek cezaların aynı mahiyette olması beklenemez. Dolayısıyla somut olayda asker sanıklara verilen cezaların eylemleriyle orantılı olduğu değerlendirilmiştir.

68. Buna karşılık 2009 yılında gerçekleşen olayın faillerinin cezalandırılması 2016 yılında mümkün olmuştur. Hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların niteliği, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kıstaslar dikkate alındığında başvuru konusu olay çok da karmaşık bir görünüm arz etmediği gibi başvurucuların yargılamanın uzamasına sebep olacak tutumunu ve usule ilişkin haklarını kullanırken özensizliğini gösteren bir unsur da gözlenmediğinden yedi yıllık yargılama süresinde makul olmayan bir gecikme söz konusudur (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Adem Erden, § 42). Dolayısıyla makul hızla soruşturma -yargılama- yapılmadığından kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

69. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

70. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

71. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

72. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

73. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

74. İncelenen başvuruda kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

75. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradıkları zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

76. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 20.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BÜLENT BARMAKSIZ BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2018/1562)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2021-31369

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Bülent BARMAKSIZ

Vekili

:

Av. Gülizar TUNCER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir gösteriye yapılan polis müdahalesi neticesinde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin açılan ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 5/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Bir tekstil firması bünyesinde çalışan işçiler 4/5/2013 tarihinde işten çıkarılmalarını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndan Galatasaray Lisesinin önüne kadar yürümek ve sonrasında basın açıklaması yapmak istemiştir. Kolluk görevlilerine göre bu yürüyüşe yaklaşık seksen kişi katılmıştır.

9. Yapılmak istenen yürüyüşe polis izin vermemiş ve müdahalede bulunmuştur. Olayla ilgili olarak dördü emniyet müdürü on yedi kolluk görevlisi tarafından aynı gün düzenlenen tutanak içeriğinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Alınan emniyet tedbirlerine rağmen grup kortej oluşturarak 'Direne direne kazanacağız. Zafer direnen emekçinin olacak.' şeklinde slogan atarak yürüyüşe geçip çevik kuvvet barikatı önünde geldiğinde uyarı ve ikaza zaman bırakmadan alınan tedbiri aşmak için barikata yüklenmeleri üzerine çevik kuvvet görevlilerince direnci kırmak için artan oranda zor kullanılmıştır. Bu esnada kolluk görevlileri tarafından gruba dağılması için 'Bekleme yapmayın, devam edin.' şeklinde uyarılar yapılmıştır. Grup biraz geri çekildikten sonra tekrar toparlanarak 'Katil emniyet, katil devlet hesap verecek.' şeklinde sloganlar atarak çevik kuvvet barikatına tekrar yüklenerek grup içerisinden bazı şahısların emniyet görevlilerine tekme ve elle saldırısı üzerine gruba tekrar grubun direncini kıracak ölçüde artan oranda güç kullanılarak süpürme yöntemi ile Gümüşsuyu istikametine dağılmaları sağlanmıştır. Olayda herhangi bir zarar ziyanın olmadığı ve göstericilerden herhangi bir şahsın gözaltına alınmadığı tespit edilmiş olup..."

10. Başvurucu 10/5/2013 tarihinde avukatı aracılığıyla kendisini yaralayan polis memurları, İl Emniyet Müdürü, Vali, İçişleri Bakanı ve Başbakan hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında (Başsavcılık) şikâyetçi olmuştur.

11. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde özetle işçilerin basın açıklamasına destek olmak ve işçilerden birinin kızının yaralanmasını protesto etmek amacıyla Taksim Meydanı'ndaki gösteriye katıldığını, basın açıklaması başlamadan önce kolluk tarafından üzerine boyalı su sıkıldığını, akabinde polisin cop ve çeşitli aletlerle kendisini darbettiğini, bu nedenle vücudunun değişik yerlerinden yaralandığını belirtmiştir.

12. Aynı olayla ilgili iki kişi, 1/5/2013 ve 6/5/2013 tarihinde yaşanan farklı olaylarla ilgili olarak yine iki kişi olmak üzere toplamda başvurucu dâhil beş kişinin 10/5/2013 tarihinde yaptığı şikâyetler Başsavcılıkça aynı soruşturma kapsamında ele alınmıştır.

13. Başvurucunun sevk edildiği Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 10/5/2013 tarihli raporda "Yapılan muayenesinde; sağ cruris üst arkada 10x8 cm, dışta 6x4 cm koyu kırmızı ekimoz, sağ uyluk orta dışta 10x8 ve 4x3 cm koyu sarı açık yeşil ekimozlar, sol skapular bölgede 2 ve 4 cm çaplı, sol kol üst arkada 10x6 cm koyu sarı açık yeşil ekimoz olduğu görüldü." tespitlerine yer verilmiştir. Rapora göre yaralanmanın başvurucu üzerindeki etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde, hafif nitelikte değildir.

14. Başvurucu 15/5/2013 tarihinde müşteki sıfatıyla Başsavcılıkta ifade vermiştir. Başvurucu ifadesinde; mühendis olarak çalıştığını, tekstil işçilerinin basın açıklamasına katılmak için gösteriye gittiğini, polisin Taksim Meydanı'na barikat kurarak yürüyüşü engellediğini, sonrasında hiçbir uyarı yapmaksızın önce tazyikli su sıktığını, arkasından da copla saldırdığını iddia etmiştir. Başvurucu olay nedeniyle aldığı yaraların Adli Tıp raporuna yansıdığını, isimlerini bilmediği polislerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

15. Başsavcılığın 21/5/2013 tarihli yazısına İl Emniyet ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlükleri tarafından verilen cevaplarda başvurucu hakkında 4/5/2013 tarihli olayla ilgili olarak herhangi bir işlem yapılmadığı bildirilmiş ve olay yerini gösteren MOBESE kameralarının görüntüleri yazıya eklenmiştir. Ayrıca yine Başsavcılığa verilen 21/12/2013 tarihli başka bir cevap yazısında olay günü Taksim ve Galatasaray Meydanlarında yüz seksen polisin görev yaptığı belirtilerek bu kişilerin isim listesi gönderilmiştir.

16. Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki şikâyet yönünden soruşturma dosyası ayrılmış ve bu dosyayla ilgili olarak 4/6/2013 tarihinde işlem yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

17. Yürütülen soruşturma kapsamında dört kadın polis memurunun şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Dinlenen polis memurları genel olarak ifadelerinde aynı ekipte görev yaptıklarını, müştekileri tanımadıklarını, olaylar sırasında erkeklere kadın polislerin müdahale etmediğini belirtmiştir.

18. Olay yerine ilişkin olarak emniyetin gönderdiği MOBESE kayıtları bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bilirkişiden rapor hazırlaması istenmiştir. Bilirkişinin inceleme yaptığı yedi DVD'nin soruşturma kapsamındaki üç olayla ilgili görüntüler içerdiği anlaşılmaktadır. Hazırlanan dört sayfalık raporda olaylara ilişkin beş fotoğraf karesine yer verilmiş ve incelenen yedi DVD'yle ilgili olarak;

- İncelenen görüntülerde kalabalık grupların slogan attığı, basın açıklaması yaptığı görülmekle birlikte bazı videolarda polis amirleri olduğu düşünülen şahıslar tarafından grupların uyarıldığı, polisin toplumsal olaylara müdahale aracı (TOMA), gaz tabancası ve kalkanları ile gruplara müdahale ettiğinin görüldüğü,

- Dosya muhteviyatındaki ifadelerde bahsi geçen gaz fişeği ile yaralama, gözaltına alınırken işkence ve darbetme olaylarına rastlanmadığı,

- MOBESE kameralarının uzak oluşu, hareketli kameraların çektiği görüntülerde ise meydanda bulunan şahısların büyük çoğunluğunda maske bulunması nedeniyle dosya muhteviyatında nüfus cüzdan, fotokopileri bulunan şahısların bu fotoğraflar üzerinden teşhis edilmesinin mümkün olmadığı tespitlerinde bulunulmuştur.

19. Başsavcılıkça 24/10/2017 tarihinde dört kadın polis memuru hakkında kovuşturma yapılmamasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"

...

01/05/2013, 04/05/2013 ve 06/05/2013 tarihli olaylara müdahale eden polis memurlarının görev listelerinin incelenmesinde, görevli polis sayısının yüzlerce sayıda olduğu ve kamera görüntülerinden müştekilerin yaralanmasına ait bir görüntü elde edilemediği gibi müştekileri yaralayan polis memurlarının teşhisine yönelik başkaca bir delil elde edilemediği, müştekilerin ifadelerinin içeriğinde şikayet edilen polislerin teşhis edilmesi imkanını verecek bilgilerin bulunmadığını, müştekilerin yaralanmasının yukarıda isimleri yazılı şüpheli polis memurları tarafından gerçekleştirildiğine dair haklarında kamu davasını açmayı haklı kılacak yeterli delil olmadığından şüpheliler kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına..."

20. Başsavcılık tarafından aynı tarihte daimî arama kararı verilmiştir. Kararda kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karardan bahsedilerek tüm araştırmalara rağmen şüphelilerin tespit edilemediği dile getirilmiştir. Başsavcılık; kimliği tespit edilemeyen şüphelilerin çok sıkı bir şekilde araştırılarak kimliklerinin belirlenmesini, yakalandıkları takdirde Başsavcılıkta hazır edilmelerini, aksi hâlde zamanaşımı tarihine kadar sürekli olarak araştırmaya devam edilmesini ve tekide mahal verilmeksizin her üç ayda bir bilgi verilmesini İstanbul Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Kararda olayın failleri olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri yazılıdır.

21. Başvurucunun kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yaptığı itiraz reddedilmiş, itirazın reddi kararı başvurucuya 8/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 5/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

23. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce 8/11/2017 tarihinde üçer aylık araştırma kapsamında ilgili faillerin tespitinin henüz mümkün olmadığı ve araştırmaların devam ettiği bildirilmiştir. UYAP'ta yapılan sorgulamada söz konusu evrak dışında soruşturma makamları tarafından başkaca bir araştırma yapıldığını gösterir belge bulunmamaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

24. İlgili hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38; Ali Ulvi Altunelli, B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağı Yönünden

1. Başvurucunun İddiaları

26. Başvurucu; katıldığı gösteriye yapılan müdahale sırasında kolluk tarafından darbedildiğini ve sıkılan gazdan etkilendiğini, şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada olay yerinde çok sayıda basın mensubu olmasına rağmen olayı kaydeden diğer kameraların görüntülerinin araştırılıp incelenmediğini, tanık anlatımlarına başvurulmadığını, sadece dört kadın polisin ifadelerinin alınmasıyla yetinildiğini, farklı olaylara ilişkin soruşturmaların da gereksiz yere birlikte ele alındığını belirtmiştir. Etkisiz yürütülen soruşturma nedeniyle sorumluların cezasız kaldığını ifade eden başvurucu, yapılan polis müdahalesi nedeniyle kötü muamele yasağı ile yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara yaptığı itirazın gerekçesiz şekilde reddedilmesi sebebiyle adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

27. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

28. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

29. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu tarafından Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu yasak bağlamında yapılmıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Anayasa'nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel ilkeler

31. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

32. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği, anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

33. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda bulunması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

34. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

35. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

36. Aynı şekilde bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

37. Belirtilmelidir ki Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak bu tür bir güç, sadece kaçınılmaz ve asla aşırı olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir. Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 52).

38. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvurucu, katıldığı gösteriye yapılan polis müdahalesi sırasında yakın mesafeden gaz sıkıldığını ve darbedildiğini ileri sürmüştür.

40. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

41. Olay günü başvurucunun hakkında düzenlenen adli muayene raporunun (bkz. § 13) içeriğinin darp iddialarını destekler mahiyette olduğu anlaşılmaktadır. Doktor raporunun varlığı karşısında başvurucunun iddiasının makul ve güvenilir bir delile dayandığı kabul edilmelidir. Kaldı ki Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığı ve daimî arama kararlarında başvurucunun kimliği belirlenemeyen kamu görevlileri tarafından yaralandığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla kamu makamları, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.

42. Başvurucunun da katıldığı gösteride polislerce barikat kurularak yürüyüşe izin verilmediği anlaşılmaktadır. Kolluk görevlileri tarafından hazırlanan tutanakta yürüyüşe izin verilmemesi üzerine gösterici grubun barikata yüklendiği, sonrasında polislerin güç kullandığı belirtilmiştir. Tutanakta iki ayrı güç kullanımının öncesinde ilkinde göstericilerin sadece barikatlara yüklendiği, ikincisinde ise içlerinden bazılarının tekme ve elle kolluğa saldırdığı ifade edilmektedir.

43. Başvurucunun güç kullanımına sebep olacak eylemler sergilediğine ilişkin kolluk tarafından yapılmış bir tespit veya soruşturma dosyasında yer alan bir delil bulunmamaktadır. Emniyet Müdürlüklerinden gelen yazı cevaplarında da başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı ifade edilmiştir. Başsavcılık kararlarında da başvurucunun kendisine müdahale edilmesini gerektirir davranışlar icra ettiğine işaret eden bir veriden bahsedilmemiştir.

44. Soruşturma dosyasında yer alan deliller ve bu tespitler karşısında katıldığı gösteride polis müdahalesiyle darbedildiği anlaşılan başvurucunun kendi davranışlarından dolayı fiziksel güce başvurulduğunu kabul etmenin mümkün olmaması karşısında güç kullanılmasının kaçınılmaz hâle geldiğinin kamu makamlarınca kanıtlanamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

45. Diğer taraftan olaydan altı gün sonra şikâyetçi olan başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporunda gaz sıkılmasına bağlı fiziksel bir bulguya veya hassasiyete yer verilmediği, ayrıca şikâyet dilekçesinde bu hususa ilişkin bir anlatım bulunmadığı dikkate alındığında başvurucunun gaz kullanımı konusundaki iddiasının esasına ilişkin bir değerlendirme yapılabilmesinin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.

46. Bu aşamadan sonra kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirilen eylemin hangi boyuta ulaştığı değerlendirilmelidir. Bu kapsamda başvurucunun vücudunun değişik yerlerinde birçok yaralanma meydana gelmesi, Adli Tıp raporuna göre yaralanmanın etkisinin basit bir müdahaleyle giderilemeyecek nitelikte olması hususları ve somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde eylemin eziyet şeklinde nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

47. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Anayasa'nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

48. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

49. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

50. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı, soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

51. Mahkemelerin -ve diğer soruşturma makamlarının- özellikle kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza soruşturması söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019 §34).

52. Soruşturmaların yürütülmesinde bu açıdan önemli olan husus -sonuçta alınan kararın niteliğinin ne olduğunun önemi olmaksızın- özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlerin hoş gösterildiği ya da bu tür eylemelere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından yeterli hız ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 86).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Somut olayda başvurucunun şikâyeti üzerine Başsavcılık tarafından soruşturma başlatılmış, sorumluların kimliklerinin tespiti amacıyla olay günü görev yapan kolluk görevlilerinin isimleri tespit edilmiştir. Buna göre Emniyet Müdürlüğünün gönderdiği yazıda çok sayıda kişinin isminin yer aldığı görülmektedir.

54. Soruşturmada isimleri belirlenen kolluk görevlilerinden sadece dördü şüpheli sıfatıyla dinlenmiştir. Dinlenen polis memurları ifadelerinde olayda yer almadıklarını söylemiştir.

55. Başsavcılık, ifadesi alınan dört polis memuru hakkında olay yerinde çok sayıda polisin görev yaptığı, başvurucunun da aralarında olduğu şikâyetçilerin yaralanmasına ilişkin görüntü kaydı elde edilemediği, olayın faili olan polis memurlarının teşhisine imkân veren delil bulunmadığı gerekçeleriyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiş; sonrasında bu karara atıf yaparak soruşturmayı üçer aylık sürelerle gözden geçirilmek üzere daimî aramaya almıştır. Daimî arama kararı verilen 2017 tarihinden başvurunun incelenme tarihine kadar soruşturmada hiçbir işlem yapılmamıştır.

56. Başvurucu, kolluğun gösteriye müdahalesi sırasında yaralanmıştır. Başsavcılık tarafından sorumluların kimliklerinin belirlenmesi amacıyla sadece dört polis memurunun savunması alınmış, başkaca hiçbir polis memuru tanık sıfatıyla dahi ifade vermemiştir.

57. Toplumsal bir olaya yapılan müdahale sırasında olay yerinde görüntü kaydı yapan çok sayıda kamu görevlisi veya sivil kişi ile işyeri güvenlik kamerası bulunması güçlü bir olasılık iken Başsavcılık sadece MOBESE kayıtlarıyla sınırlı bir inceleme yapmıştır. Öte yandan görüntülere ilişkin bilirkişi raporunda gösteri alanında bulunan kişilerin maskeli olması nedeniyle şikâyetçilere ait dosyadaki fotoğraflarla görüntülerdeki kişilerin eşleştirilebilmesinin mümkün olmadığı belirtilmesine rağmen başvurucuya söz konusu görüntüler izlettirilip yaralanmasına sebep olan eylemler ile eylemleri gerçekleştiren kolluk görevlilerini tespit etmesi imkânı sağlanmamıştır.

58. Başsavcılık tarafından dört yılı aşkın süredir sorumluların tespitinin yapılamamış olduğu, yaklaşık son üç yıldır soruşturmanın daimî aramada beklediği, bu süre içinde olayın faillerinin tespitine ilişkin esaslı bir işlem yapılmadığı dikkate alındığında soruşturmada uzun zamandır ilerleme kaydedilmediği kanaatine varılmıştır.

59. Eziyet boyutuna varan yaralamaya sebep olan kolluk görevlilerinin makul sayılamayacak bir süre içinde soruşturma makamları tarafından kimliklerinin dahi tespit edilememesi, buna mukabil soruşturmada daimî arama kararı verilmesi nedeniyle soruşturmanın özenli ve süratli yürütülmesi yükümlülüğünün yerine getirilmediği değerlendirilmiştir. Farklı tarihli olaylara ilişkin soruşturmaların -şikâyet tarihlerinin aynı olması dışında aralarında bir irtibat bulunmamasına rağmen- birlikte yürütülmesinin soruşturmadaki özensizliğe sebep olan faktörlerden biri olduğu da ayrıca vurgulanmalıdır.

60. Dolayısıyla maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli delillerin toplanması ve değerlendirilmesi konusunda Başsavcılıkça yapılan soruşturmada Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağı açısından gerekli özenin gösterilmediği anlaşılmıştır.

61. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

62. Başvurucu, hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluk tarafından aşırı güç kullanılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

63. Somut olayda kolluk görevlilerinin göstericilerin yürüyüşüne izin vermemesi, sonrasında ise güç kullanarak gösteriyi dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu görülmekle birlikte somut başvurudaki asıl meselenin kolluk görevlilerinin göstericileri dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmiştir. Kaldı ki soruşturma dosyasındaki birtakım eksikliklerin gösterinin seyrini ve müdahalelerin gerçekleşme koşullarını incelemeyi engellediği görülmektedir.

64. Bu durumda kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı kanaatine varılmıştır (örnek bir karar için bkz. Alper Can Aykaç ve diğerleri, B. No: 2015/16563, 23/6/2020, §§ 83-85).

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

66. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

67. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ( [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

68. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

69. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

70. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

71. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

72. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 65.000 TL ödenmesine karar verilmesi gerekir.

73. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

74. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İhlal kararı 2013/68242 numaralı soruşturma dosyası ile ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 65.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALP ALTINÖRS BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/2790)

 

Karar Tarihi: 25/2/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Alp ALTINÖRS

Vekili

:

Av. Meral HANBAYAT YEŞİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir gösteriye kolluk görevlilerince yapılan müdahale sırasında gereksiz ve orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No:2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.

10. Başvurucu 11/6/2013 tarihinde Gezi Parkı civarındaki protesto gösterisine katılmış ve aynı gün kolluk görevlilerince kullanılan göz yaşartıcı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu yaralanmıştır.

11. Başvurucu olay günü ilk önce Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi altına alınmış, baş bölgesinin tomografisi çekilerek açık yara sütüre (dikiş) edilmiş ve başvurucu hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. 15/6/2013 tarihinde ise Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavi gören başvurucunun triaj raporunda dört gün önce kafa travması yaşadığı kaydedilmiştir.

12. Başvurucu 9/12/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve bunun üzerine adli soruşturma açılmıştır. Vali, İl Emniyet Müdürü, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve ilgili kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu belirten başvurucu; plastik mermiyle baş bölgesinden yaralandığını, yarasına dokuz dikiş atıldığını, olayda güvenlik görevlilerince gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanıldığını dile getirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı Vali ve İl Emniyet Müdürü hakkındaki şikâyete ilişkin olarak ayrıca soruşturma yürütmüştür. Soruşturma önce 13/12/2013 tarihinde benzer şikâyetleri ihtiva eden başka bir soruşturmayla birleştirilmiş, 21/5/2015 tarihinde ise sürüncemede kaldığı gerekçesiyle soruşturmalar tekrar ayrılmıştır.

13. Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/12/2013 tarihinde kolluğa yazılan müzekkerede; olay yerine ait trafik kamerası (MOBESE) ile işyeri güvenlik kamera kayıtlarının temin edilmesi, şikâyet dilekçesinde belirtilen ve resen tespit edilecek kişilerin beyanlarının alınması, tespit edilecek şüphelilerin açık kimlik bilgileri ve fotoğraflarının gönderilmesi ile gerekli sair delillerin toplanması talimatları verilmiştir.

14. Kolluğun 23/9/2014 tarihli cevabında, olay tarihinde göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanmaya yetkili personelin iş yoğunluğundan dolayı görev listelerinde belirtilmediği, zimmet belgelerinin ise gaz tüfeklerinin iadesinden sonra ilgili yönetmelik hükmünce imha edildiği belirtilmiş; olaydan önce gaz tüfeği kullanım kursu alıp olay yerine yakın bölgede görev icra eden personelin isim listesi ile fotoğrafının gönderildiği ifade edilmiştir. Bu kapsamda olay yerine yakın görev icra eden ve olay tarihinden önce gaz tüfeği kullanım kursu alan -on altısı rütbeli olmak üzere- toplam otuz yedi kolluk görevlisine ait isim listesi ile toplam yetmiş dört kişiden oluşan geniş liste gönderilmiştir. Olay anına ilişkin MOBESE kaydının ise kameralarının olaylar sırasında hasar gördüğü için kayıt yapamadığından gönderilemediği belirtilmiştir.

15. Olay günü yaşananlara ilişkin kolluk görevlilerince aynı tarihte düzenlenen ve Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen tutanakta, olay yerine asılan yasa dışı pankartların indirilmesi için İstanbul Valiliğince (Valilik) verilen emir üzerine gösteriye sabah 06.30 sıralarında müdahalede bulunulduğu, göstericilerin yollara barikatlar kurduğu, barikatların kaldırılması ikazına göstericilerin taş, soda şişesi ve sapanla bilye atarak karşılık verdiği, bu nedenle göstericilere direnci kıracak ölçüde kademeli güç kullanıldığı bilgilerine yer verilmiştir. Saat 07.30 sıralarında ise göstericilere sesli ikazda bulunularak park içindeki kimseye müdahale edilmeyeceği, amaçlarının bina ve anıt civarında düzenleme yapmak olduğu bildirilmesine ve makul bir süre beklenmesine karşın göstericilerin şiddete başvurdukları ifade edilmiştir. Bu nedenle sadece Taksim Meydanı'nda şiddet eyleminde bulunan göstericilere karşı direnci kıracak ölçüde kademeli olarak güç kullanıldığı ve bazı terör örgütlerine ait pankartların indirildiği belirtilmiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/10/2015 tarihinde kolluğa yazılan müzekkerede başvurucunun iddialarının araştırılması için müfettiş görevlendirilmesi istenmiştir. Bu kapsamda yapılacak tahkikat sonucunda başvurucunun gösteriye katılıp katılmadığı, gösteriden önce yasal bildirimde bulunulup bulunulmadığı, kolluğun zor kullanımı öncesi göstericilerin herhangi bir şiddet eylemi sergileyip sergilemediği, şiddet eyleminde bulunulmuşsa buna dair kamera kaydı ve tutanak gibi delillerin gönderilmesi istenmiştir. Ayrıca gösterinin trafik karışıklığına neden olmak dışında başkalarının vücut bütünlüğü ve mallarına zarar verip vermediği, başkalarının halk arasında rahatça dolaşabilmesine engel olup olmadığı, gösteri barışçıl ise göstericilerin dağılmaları için ikaz yapıldıktan sonra makul bir süre beklenip beklenmediği sorulmuş ve buna ilişkin kamera kaydıyla tutanakların gönderilmesi talep edilmiştir. Müzekkerede son olarak zor kullanımın gerekli ve orantılılığına ilişkin açıklama istenerek buna dair kamera kaydı ve sair delillerin sunulması ve başvurucunun da ifadesinin alınarak kolluk araçlarına ait kameralar da dâhil olmak üzere olay anına ait delil araştırması yapılması istenmiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi doğrultusunda başvurucunun da aralarında olduğu toplam on kişinin benzer şikâyetlerine ilişkin olarak idari ön inceleme yapılmıştır. Ön inceleme kapsamında başvurucu ve diğer müştekilerin ifadeleri alınmış, olay yeri ve zamanında görevli, gaz tüfeği kullanan personelin listeleri tam olarak temin edilememiş; kolluk araçları MOBESE ve işyerlerine ait kamera kayıtlarına ulaşılamamıştır. Sonuç olarak 23/6/2015 tarihli kararla fail tespiti yapılamadığından disiplin soruşturması açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

18. Başvurucunun ifadesi müşteki sıfatıyla 10/2/2017 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. İfadede başvurucu her ne kadar şikâyet dilekçesinde plastik mermiyle yaralandığını belirtmiş olsa da sonradan göz yaşartıcı gaz fişeği ile yaralandığını tıbbi müdahale sonucu anladığını zira başındaki yaranın hilal şeklinde olduğunu öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu yaralanmasına neden olan eylemin kasten gerçekleştirildiğini düşündüğünü çünkü olay anında kendisinin bulunduğu yerde herhangi bir kargaşa ya da müdahaleyi gerektiren bir eylemin olmadığını, bulunduğu yerden ayakta Gezi Parkı'nı izlediğini ifade etmiştir. Başvurucu idari ön incelemede de benzer şekilde beyanda bulunmuştur.

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca talep edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından 30/5/2014 tarihinde düzenlenen kesin adli raporda; başvurucunun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir durum oluşturmadığı, kemik kırığına neden olmadığı ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu tespitlerinde bulunulmuştur.

20. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralandığı olay mahallinde görevli kolluk görevlilerinin tespiti için kolluğa 18/7/2017 tarihinde yeni bir müzekkere daha yazılmıştır. 24/8/2017 tarihli cevap yazısında olaylara uzun süreli müdahalede bulunulduğu, grupların müdahalenin gerektirdiği şekilde görev noktalarından ayrılarak takip yapabildiği, zaman zaman kuvvet kaydırmalarının da yapıldığı, bu nedenle olay yerinde görevli kolluk personelinin tespit edilemediği belirtilmiş; sayısı binleri bulan kolluk görevlilerine ait isim listesi gönderilmiştir.

21. Cumhuriyet Başsavcılığınca 24/10/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek soruşturma sona erdirilmiştir. Kararda başvurucunun yaralanmasına ilişkin adli rapor, olay anına ait kamera kaydına erişilememesi, olay yerinde görevli kolluk personelinin tespit edilememesi ve olaya ilişkin disiplin soruşturmasının fail tespiti yapılamadan sonuçlandırılması hususlarına vurgu yapılmıştır. Kolluk görevlilerinin güç kullanmasına ilişkin kanuni düzenlemelere de yer verilen kararda, olaya ilişkin kolluk tarafından düzenlenen tutanaktan kolluğa karşı direnen göstericilerin olduğunun anlaşıldığı, bu nedenle kolluğun gerektiği için güç kullandığı ve başvurucunun yaralanmasının hafif olması da gözetildiğinde kullanılan gücün orantılı olduğu sonucuna varıldığı ifade edilmiştir.

22. Kovuşturmaya yer olmadığı kararına başvurucu itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) çeşitli kararlarına da atıfta bulunarak ifadesinin alınması ve adli raporunu temin edilmesi dışında Cumhuriyet Başsavcılığının etkili bir soruşturma faaliyetinde bulunmadığından yakınmış, kolluğun yaralama eyleminin zor kullanma yetkisi içinde kabul edilemeyeceği belirtmiştir. İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğince incelenen itiraz 28/11/217 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 19/12/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 11/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

24. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

25. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

26. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

27. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

28. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve AİHM'in konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.

30. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) göz yaşartıcı gaza ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 25/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu; kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanım talimatlarına uymadığını, herhangi bir direniş ya da saldırıda bulunmadığı hâlde gereksiz ve orantısız şekilde kullanılan güç sonucunda yaralandığını, bu nedenle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Başvurucu ayrıca olay hakkında yapılan soruşturmanın derhâl başlamadığını, olay tarihinde hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiş olmasına rağmen ancak şikâyeti üzerine resmî bir soruşturmanın açıldığını, yapılan soruşturmanın ise gereksiz yere başka bir soruşturmayla birleştirilip iki yıl sonra tekrar ayrılarak sürüncemede bırakıldığını dile getirmiştir. Başvurucuya göre anılan nedenlerle etkili bir soruşturma yürütülmemiş ve Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı da ihlal edilmiştir.

34. Bakanlık görüşünde, başvurucunun kasten yaralandığına ilişkin soruşturma evrakına yansıyan bir delil bulunmadığından bireysel başvuruda bulunmadan önce tazminat davası yolunun tüketilmesinin daha etkin bir giderim sağlamasının mümkün olduğu belirtilmiştir. Başvurunun esasına ilişkin olarak ise Bakanlık, barışçıl olmayan bir toplantıya güvenlik görevlilerince olayın gerektirdiği ölçüde müdahalede bulunulduğu ve kötü muamele yasağının ihlali için aranan asgari ağırlık eşiğinin somut olayda aşılmadığı kanaatindedir. Bakanlık ayrıca başvurucunun olaydan yaklaşık altı ay sonra suç duyurusunda bulunmasının özen yükümlülüğüne aykırı olduğunu dile getirmiştir.

2. Değerlendirme

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucunun etkili başvuru hakkının ihlaline ilişkin ileri sürdüğü şikâyetlerin ise kötü muamele yasağının usul boyutu kapsamında kaldığı anlaşıldığından belirtilen haktan ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

37. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

38. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

39. Başvurucunun şikâyetine konu eylem kamu görevlisinin fiilinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında etkili bir soruşturma yapılmayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği yönündeki şikâyeti de pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından ele alınmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

40. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

41. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

42. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

43. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındığı tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

44. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

45. Kolluk görevlileri, görevini yaparken direnişle karşılaşması hâlinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir. Fiilî bir saldırının varlığı hâlinde kolluk görevlileri ayrıca meşru savunma kapsamında zor kullanma yetkisine sahiptirler. Ancak zor kullanımı yalnızca zorunlu hâllerde başvurulabilecek bir yol olduğu gibi, başvurulacak güç ölçülü ve kademeli olmalıdır (Arif Haldun Soygür, B. No: 2013/2659, 15/10/2015, § 51). Ayrıca kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).

46. Anayasa Mahkemesi kötü muamelenin kişi üzerindeki etkisine göre Anayasa ve Sözleşme kapsamında nasıl derecelendirildiğine, buna göre eylemin işkenceeziyet ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nitelendirmelerinden hangisine uygun olduğuna ilişkin temel ilke ve belirlemelerini ortaya koymuş (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84, 85, 88-90) ve bu ilkeleri birçok kararında da tekrar etmiştir (birçok karar arasından bkz. Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019, §§ 49-53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır (bkz. § 19). Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır (bkz. § 21).

48. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, vücuttaki yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenebilmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

49. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 26). Somut olayda başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadığı, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulunduğu, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdiği kolluk tarafından 11/6/2013 tarihinde düzenlenen Olay Tutanağı'nda belirtilmiştir (bkz. § 15). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi katıldığı gösteride suç işlemesi nedeniyle başvurucu hakkında adli bir işlem yapıldığı yönünde bir bilgi ya da belge de bulunmamaktadır. Öte yandan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Buna göre her ne kadar başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerektiren bir eylem içinde bulunduğu kamu makamlarınca özel olarak ortaya konulamasa da toplantının genelinde ortaya çıkan şiddet eylemleri nedeniyle kolluk görevlilerince -başvurucunun da yaralanmasına neden olan- güç kullanımının gerekli olmadığı söylenemez.

50. Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Kolluk tarafından düzenlenen tutanakta başvurucunun baş bölgesinden yaralanmasına neden olan güç kullanımının orantılılığı hususunda net bir açıklama bulunmayıp şiddete başvuran göstericilere karşı kademeli güç kullanıldığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmektedir (bkz. § 14). Orantılı şekilde güç kullanıldığını gösteren olay anına ilişkin kamera görüntüsü veya başkaca bir delilin de dosya kapsamında yer almadığı anlaşılmaktadır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kullanılan gücün neden ve nasıl orantılı olduğu hususunda tatmin edici bir açıklama yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından orantılı şekilde güç kullanıldığı hususunun kamu otoritelerince açıkça ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.

51. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edilememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 20). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019, § 54).

52. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince kullanılan ve orantılı olduğu açıklanamayan gücün özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

54. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

55. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

56. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

57. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Başvurucunun 11/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 11). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği açıktır (bkz. § 56). Ancak başvurucunun 9/12/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık altı ay sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Dolayısıyla kamu makamlarınca etkili bir soruşturmanın gereği olarak derhâl resmî bir soruşturma başlatılması yükümlülüğü açısından somut olayda gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

59. Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkerelerle sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve en azı otuz yedi kişiden oluşan (bkz. § 14), birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun isim listelerini Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrasında şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmaması ve soruşturmanın olağan şüpheli tespiti dahi yapılmadan sonlandırılması etkili bir soruşturma açısından kabul edilemez. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilecektir. Bu açıdan delillerin toplanmasında gereken özenle hareket edildiği söylenemez.

60. Soruşturma kapsamında temin edilmeye çalışılan olay anına ilişkin görüntülerin bahse konu MOBESE kameraların hasar görmüş olması nedeniyle elde edilemediği anlaşılmaktadır. Ancak benzer soruşturmalarda elde edilen kamera görüntüleri ve bunlara ilişkin bilirkişi incelemeleri hususunda bir araştırma faaliyetine de girişilmemiştir. Bu açıdan etkili bir soruşturmada olması gereken delillerin toplanmasında gerekli özenin gösterilmesi ve derinlikli bir soruşturma yürütme ilkelerine somut olayda riayet edildiği söylenemez.

61. Etkili bir soruşturmada delillerin toplanması ve nesnel bir analize tabi tutulması kadar soruşturmanın süratli şekilde yürütülerek sonuçlandırılması da önemlidir. Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma dosyasının önce başka soruşturma dosyalarıyla birleştirilmesi ve yaklaşık iki yıl sonra da soruşturmaların sürüncemede kaldığı gerekçesiyle tekrar ayrılması, gereken süratle hareket edilmediğini göstermektedir. Şu hâlde soruşturma konusu olayın karmaşıklığı, delillerin toplanmasındaki güçlük ve anılan sürede yapılan araştırma faaliyeti bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde yaklaşık dört yılda tamamlanan soruşturmanın gereken süratle yürütüldüğü de söylenemez.

62. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında, başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin kolluğa direnmeleri nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak soruşturma sonucunda varılan yargısal sonuçtan başvurucuya karşı güç kullanımının neden orantılı olduğu tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Zira kararda güç kullanımının orantılılığına dair başvurucu hakkında bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün ne şekilde orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili biçimde yürütüldüğü söylenemeyecektir.

63. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

64. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

65. Bakanlık görüşünde, başvurucunun hem soruşturma evrakına yansıyan ifadesinde hem de başvuru dilekçesinde toplantıya doğrudan katılmayıp sadece eylemcileri ve kolluk görevlilerini izlediğini belirtmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına bir müdahale olmadığı belirtilmiştir. Bakanlık başvurunun esasına ilişkin olarak ise toplantının genel olarak barışçıl olmadığı, eylemcilerin şiddete başvurduğu, bu nedenle güvenlik görevlilerinin öncelikle toplantının sona erdirilmesi yönünde ikazda bulunduğu, eylemcilerin dağılmaması nedeniyle başvurulan güç kullanımının gerekli ve orantılı olduğu görüşündedir.

2. Değerlendirme

66. Başvurucunun da başvuru formunda ifade ettiği üzere kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylar 27/5/2013 tarihinde başlamıştır. Başvurucu ise 11/6/2013 tarihindeki olay sırasında yaralanmıştır. Bu yönüyle protesto gösterilerinin bir anlık olmadığı, devam eden şekilde süregeldiği anlaşılmaktadır. Bu hâliyle eylemcilerin talep ve görüşlerini kamuoyuna yeterince duyuramadıkları ve protesto etme haklarını kullanamadıklarının söylenmesi zordur. Nitekim başvurucu, toplantıya yapılan müdahale sonucunda görüşlerini dile getiremediği ve/veya protesto hakkını yeterince kullanamadığı yönünde bir şikâyet de ileri sürmemiştir.

67. Öte yandan eldeki başvuruda çözülmesi gereken ana meselenin kolluk görevlilerinin güç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edilmesi olduğu ve bu kapsamda ihlal sonucuna da ulaşıldığı ortadadır. Şu hâlde Anayasa Mahkemesi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı kapsamında yapılan şikâyetin ayrıca incelenmesine gerek olmadığını değerlendirmiştir.

68. Açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasının incelenmesine gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

70. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 100.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet Başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

74. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun etkili bir soruşturma yapılmayarak ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

75. Bu durumda ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma yapılması kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67866) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

76. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

77. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 11. Sulh Ceza Hâkimliğine GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 25/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET AŞIK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/27330)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucu

:

Ahmet AŞIK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sürecinde hukuka aykırı fiziksel müdahaleye maruz kalınması ve bu olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 12/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca adil yargılanma hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ileeşitlik ilkesi yönünden başvurunun kabul edilemez olduğuna; kötü muamele yasağı yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvurucunun benzer mahiyetteki 2/8/2017 tarihli dilekçesi 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir.

7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

9. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

11. 1981 doğumlu olan ve Afyonkarahisar'da yaşayan başvurucu, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğüne bağlı erkek yetiştirme yurdunda öğretmen olarak görev yapmaktayken 26/8/2016 tarihinde Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle evinde yapılan aramanın ardından kolluk görevlileri tarafından gözaltına alınmıştır.

12. Gözaltına alındığı tarihte başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmiştir. Afyonkarahisar Devlet Hastanesi (Devlet Hastanesi) tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı tespiti yer almaktadır.

13. Başvurucu gözaltına alındığı tarihten yirmi gün sonra 15/9/2016 tarihinde avukatının huzurunda kolluk görevlilerine ifade vermiş, sonrasında hakkındaki adli işlemler tamamlanarak 19/9/2016 tarihinde Afyonkarahisar Cumhuriyet Savcılığına (Savcılık) sevk edilmiştir.

14. Savcılığa sevk edildiği tarihte başvurucu hakkında yeniden sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen ikinci genel adli muayene raporunda da başvurucuda darp ve cebir izinin olmadığı belirtilmiştir.

15. Başvurucu, Savcılıkça alınan ifadesinin ardından FETÖ/PDY üyesi olma suçunu işlediği isnadıyla Afyonkarahisar Sulh Ceza Mahkemesinin 19/9/2016 tarihli kararıyla tutuklanarak Afyonkarahisar E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) gönderilmiştir.

16. İnfaz Kurumuna giriş işlemleri esnasında başvurucu hakkında üçüncü kez sağlık raporu düzenlenmiştir. Devlet Hastanesi tarafından İnfaz Kurumuna hitaben düzenlenen 20/9/2016 tarihli raporda başvurucunun kalçasında iki taraflı, geçmiş ekimoz (çürüme, morluk) ve sol üst azı dişinde hassasiyet tespit edildiği ifade edilmiştir.

17. Başvurucu, Savcılığa yazdığı 22/9/2016 tarihli dilekçeyle gözaltında kaldığı süre içinde kolluk görevlileri tarafından farklı zamanlarda dört beş kez darbedildiğini, kendisine şiddet uygulandığını, bu durumun sağlık raporuyla tespit edildiğini ifade etmiş ancak uygulanan şiddetten dolayı şikâyetçi olmadığını belirterek gereğinin yapılmasını talep etmiştir.

18. Savcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında başvurucunun 17/3/2017 tarihinde ifadesi alınmıştır. Anlatımına göre başvurucu, gözaltına alınmak üzere Devlet Hastanesine götürülürken araç içinde kolluk görevlilerinin fiziksel ve sözlü şiddetine uğramış; bu bağlamda başına darbe almış; ayrıca "FETÖ'nün liboşusunuz." diyerek hakarete ve sinkaflı küfürlere maruz kalmıştır. Hakkında sağlık raporu düzenlendikten sonra kolluk merkezine getirilen başvurucunun bu aşamadan sonra yaşadığını iddia ettiği olaylar şöyledir:

"...koridorlar boştu benim geldiğimi söylemeleri üzerine [A.] Başkomiser olarak bildiğim kişi ile kendilerini tanımadığım 7-8 sivil kişi beni aralarına aldılar, yumruk ve tekme ile beni dövmeye başladılar ben 2014 yılında kulağımdan ameliyat olmuştum kulağıma vurmamalarını söyledim ancak beni dinlemediler.

Daha sonra odada bulunan ve asker olduğunu sonradan öğrendiğim genç bir çocuğu bana gösterdiler ve tanıyıp tanımadığımı sordular tanımadığımı söylemem üzerine 'bunu tanıyacaksın' diyerek tekrar dövmeye başladılar, daha sonra başıma keten bir çuval geçirdiler, sıcakta çuval içerisinde 10-15 dakika beklettiler sonra başka bir odaya aldılar burada alt kıyafetimi yani pantolonumu ve iç çamaşırımı çıkardılar bir koltuğun önünde kafamı öne doğru eğdiler, sonradan isminin [B.] olduğunu öğrendiğim uzun boylu kır saçlı iri yarı olan bir polis cinsel organını çıkararak benim makatıma sokmaya çalıştı diğer polis memurları bunu seyrettiler, görevlilerden bir tanesi bu durumu cep telefonu ile çekti. Bana gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bu çocuğu tanıyacaksın' dediler ben tanımadığımı söyledim, 'tanımazsan 30 gün bizimlesin yarın da makatına jop sokacağız' dediler.

Buradan çıkarıp karanlık bir odaya götürdüler başıma çuval geçirip yarım saat kadar burada beklettiler. Daha sonra koridora alıp 15 dakika kadar yerde çömelterek beklettiler daha sonra bir memur gelerek işlemlerimin bittiğini belirtip Kapalı Spor Salonuna götürmek üzere beni getirdikleri araca bindirdiler, araç içerisinde [A.] Başkomiser ile beni evden alan iki kişi vardı. Araç içerisinde giderken [A.] Başkomiser ile aracın önünde sağ tarafta oturan beyaz saçlı ve top sakallı olan kişi bana '40 gündür sizin yüzünüzden eve gidemiyoruz' diyerek sinkaflı küfürler ettiler. Kapalı Spor Salonuna vardığımızda koridorda giderken beni ittirdiler ayrıca [A.] Başkomiser bana çelme takıp yere düşürdü, sırt üstü yatırdı karnımın üzerine oturdu 'senin hangi kulağın ağrıyor' diyerek yüzümün her iki tarafına 50-60 kez tokat attı. Ayrıca sinkaflı küfürlerine de devam etti. Son olarak da yüzük bulunan sağ eli ile bir kez alnıma bir kez de dişlerime vurdu dudaklarım patladı, yüzümde darp izleri meydana geldi. Daha sonra oradaki görevlilere 'bunu kapıya yakın oturtun biz hergün gelip bunu dövecegiz' dedi. İki - üç gün burada kaldım, gelen giden olmadı.

Pazar günü akşam beni tekrar alıp TEM Şubeye götürdüler, koridorda [T.] Müdür, [A.] Başkomiser, [M.A.] ve [B.] isimli polis memuru ile birlikte kim olduklarını bilmediğim toplamda 8-9 kişi vardı. [B.] isimli polisin elinde jop vardı, jop ile kaba etlerime vurmaya başladılar, ellerim ters kelepçeli idi, [T.] Müdür dışında diğerleri de yumruk ve tekme ile rastgele heryerime vurdular. [T.] Müdür bu sırada bizi seyrediyordu, sonra [T.] Müdür'ün odasına götürdüler, burada da 8-9 kişi jopla ve elleri ile beni tekrar dövmeye başladılar, pantolonum bu arada düştü jopla kaba etlerime vurdular ve çok acıdı, [T.] Müdür, daha önce gösterdikleri çocuğu kast ederek 'bunu tanıyacaksın 30 gün buradasın, ben karışmam hergün döverler seni' dedi. Daha sonra beni alt katta bulunan nezarethaneye götürdüler. Ertesi gün saat 13.30'da tekrar üst kata çıkardılar burada bazı fotoğraflar gösterdiler 'bunları tanıyacaksın eşini de alırız, eşin başkalarının altında yatar 25 yıl hapis yatarsın' dediler. Ben de korktum, bana gösterdikleri resimlerden bir kaç kişiyi tanıdığımı söyledim. Bir kaç gün sonra saat 01.30 sıralarında beni uyandırdılar yukarıya çıkardılar, [M.A.] nın elinde uzun, [B.] nin elinde kısa jop vardı bu joplarla beni dövdüler, kaba etlerime vurdular 'Bizim dediğimiz herşeyi kabul edeceksin ancak evine böyle gidersin' dediler, bu nedenle ben bana fotoğraflarını gösterdikleri kişileri tanıdığımı söyledim. Birkaç gün sonra eşim [S.A.] yı, TEM Şubeye getirdiler, onu da gözaltına alacaklarını söylediler bu nedenle ben korktum ve söyledikleri herşeyi kabul ettim.

Gözaltına alındıktan 14 gün sonra aile hekimlerini gözaltına almaya başlamışlar biz nezarethanede 2-3 kişi iken 30 kişi olduk nezarethane doldu. Aile Hekimlerinin ifadelerini almaya başladılar, saat 21.00 sıralarında beni yukarı çıkardılar, yukarıda [M.A.], ellerim kelepçeli olduğu halde karnıma yumruk atmaya başladı. 'Sen bu doktorları neden organize ediyorsun bunların ifadeleri neden kilitlendi' diyerek bir kaç kez yüzüme yumruk attı, dişim kırıldı, dişim şu an kırıktır, cezaevinde sürekli tedavi oldum. Gözaltında iken beni doktora da götürmediler.

25 gün sonra bana söyledikleri herşeyi kabul ettim ve ifadeleri imzaladım. 19/09/2016 günü TEM Şubede bulunan bir odaya iki polis nezaretinde götürdüler, içeride doktor olduğunu söylediler ayrıca doktorun yanında bir kaç polis memuru daha vardı, polislerin bulunduğu ortamda, doktor darp cebir olup olmadığını sordu, yanımda polis memurları olduğu için korktum ve darp cebir olduğunu söyleyemedim, doktor da beni soymadı ve muayene etmedi, benim bu beyanıma göre rapor düzenledi ayrıca beni ve gözaltında bulunan diğer kişileri Devlet Hastanesine götürmediler, bizi şube dışına çıkarmadılar şubeden doğrudan Adliyeye getirdiler. 20/09/2016 günü saat 04,00'a kadar mahkemede sorgum yapıldı ve tutuklama kararı verildi. Cezaevi mahkum kabul bölümünde darp cebir olduğunu söyledim bunun üzerine beni revire götürdüler burada doktor beni muayene etti, kaba etlerimde darp izi olduğuna dair ayrıca dişimde hassasiyet olduğuna dair rapor düzenledi."

19. Başvurucu uzun süre gözaltında kalması ve eşinin de dışarıda olması nedeniyle 22/9/2016 tarihli dilekçesinde kötü muameleden dolayı şikâyetçi olmadığını açıklayarak Savcılıkça alınan ifadesinde kendisine şiddet uyguladığını iddia ettiği kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur.

20. Gözaltından çıkarılırken ve İnfaz Kurumuna alınırken başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında imzası bulunan doktorlar Savcılık tarafından tanık olarak dinlenmiştir.

21. Gözaltı çıkış raporunu düzenleyen tanık doktor O.S.B. genel olarak hastane veya polis merkezinde gözaltında bulunan kişileri muayene ederek sağlık raporu düzenlediğini, bu muayeneler sırasında kolluk görevlilerinin olmadığını belirtmiş; başvurucuyu hatırlamadığını, nerede ve ne şekilde başvurucuyu muayene ettiğini bilmediğini beyan etmiştir.

22. İnfaz Kurumuna giriş raporunu düzenleyen tanık doktor B.Ü. başvurucuyu hatırlamadığını, İnfaz Kurumunda geçici olarak görevlendirildiği tarihlerde başvurucuyu muayene ettiğini ve kalçasında geçmiş ekimoz olduğunu tespit etmesi nedeniyle bunu raporuna yazdığını, ekimozun oluşma tarihinin tam olarak tespit edilemeyeceğini ancak oluşmuş bir ekimozun genellikle 7-14 gün arasında kaybolacağını ifade etmiştir.

23. Savcılık 29/3/2017 tarihinde başvurucunun tutulduğu nezarethane ve diğer yerleri gösterir kamera görüntülerini il Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Emniyet Müdürlüğünce verilen cevapta başvurucunun tutulduğu Polis Okulunda kamera kayıt sisteminin olmadığı, nezarethane kamera kayıtlarının ise on gün kayıt yaptıktan sonra üstüne yeni görüntülerin kaydedilmesi nedeniyle başvurucunun burada kaldığı döneme ait görüntülerin bulunmadığı bildirilmiştir.

24. Başvurucunun bir kısım dernek, vakıf ve gazete temsilciliği ile bir siyasi parti liderine hitaben 2/8/2017 tarihinde yazdığı ancak İnfaz Kurumu Mektup Okuma Komisyonu tarafından sakıncalı görülerek gönderilmeyen mektuplar delil olarak soruşturma makamınca incelenmiştir. Başvurucunun söz konusu mektuplardaki ifadelerinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Gözaltında tutulduğum 25 günün nasıl geçtiğini, ifadeleri hangi şartlarda verdiğimi belirtir bu hikayemi sizlere anlatıp sizlerden her türlü hukuki ve insani ve vicdani desteği bekliyorum. 25 gün Afyon emniyetinde TEM Şubede işkence gördüm, kafama çuval geçirilerek dakikalarca bekletildim, bu haldeyken TEM polislerinin cinsel saldırılarına(tecavüz) maruz kaldım. 7-8 polisin sürekli ellerinde tekme tokat ve joplarla dövüldüm. 112 acil servise kaldırıldım. Baskı altında ifadelere imza atmak zorunda bırakıldım. .... Bu dilekçemde hangi şartlarda FETÖ üyesi yapıldığım ve ifadeleri hangi şartlarda kabul ettiğimi ve neden şimdi kabul etmek istemediğimi anlatıyorum. Hukuki açıdan 11 aydır uğraşıyorum ama bütün insanlar sağır, dilsiz, hukuk ve yargı topal, ilerlemiyor. Sizlerden hukuki, vicdani ve insani her türlü desteği bekliyorum."

25. Savcılıkça FETÖ/PDY ile ilgili yürütülen bir başka soruşma kapsamında şüpheli olarak ifadesi alınan A.K.nın beyanında geçen bazı bilgilerin başvuruya konu soruşturmayla ilgili olduğunu değerlendirilerek anılan İfade Tutanağı delil olarak soruşturma dosyasına alınmıştır. A.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"20. 09.2016 tarihinde yapılan duruşma sonrası tutuklanarak Afyonkarahisar Cezaevine teslim edildim. Orada aynı dosya kapsamında tutuklu bulunan [A.Y.] ve Ahmet AŞIK başta olmak üzere bir çok şüpheli ile aynı koğuşa yerleştirildik.

Tutuklu kaldığım yaklaşık 3 ay boyunca koğuşta soruşturmaya yönelik birçok konuşma yapılıyor. [A.Y.] tutuklu olan bir çok eski askeri personel ile koğuş içerisinde bizlerden ayrı olarak görüşüyor. [A.Y.]nin koğuş içerisinde diğer tutuklulara emniyette baskı altında ifade verdiklerini, emniyet müdürlüğünde kendilerine işkence yapıldığını, ilk mahkemede ifadelerini değiştirmelerini, avukatlarına bu konular ile ilgili şikayet dilekçesi vermelerini söylediğini duydum. Bu şahıs benim yanıma da birkaç kez geldi. Bana emniyette verdiğimi ifademi sorarak eğer ifademde her şeyi anlattıysam ilk duruşmada bunları inkâr etmemi, baskı ve işkence ile bu ifademi verdiğimi söylememi, güzel günlerin bizleri beklediğini hatta eğer ifademi değiştirmezsem bu davadan çok ağır cezalar alacağımı söylemişti."

26. Savcılık tarafından yapılan soruşturma sonucunda 25/12/2017 tarihinde başvurucunun şikâyetiyle ilgili olarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

"FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili yürütülen soruşturmalar sonucunda Fettulahçı Terör Örgütü üyelerinin örgütsel özellikleri incelendiğinde,

Örgütte 'Yalan söylemek, tedbir olarak uygulanan önemli bir stratejidir. FETÖ/PDY silahlı Terör Örgütü, Devlet içine yerleştirdikleri özellikle askeriye, emniyet ve yargı birimlerindeki örgüt üyelerinin, kendilerini gizleme yöntemi olarak ima ile namaz kılma, susuz abdest alma, cuma namazlarına gitmeme, oruç tutmama gibi uydurulmuş bir din anlayışı ile İslam esasları ile bağdaşmayan bir düşünce yapısı içinde hareket etmesini sağlamıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü üyelerinin bu eylemleri takiyye mantığı ile yaptıkları, bunu ibadet olarak gördükleri,

Örgüt lideri [F.G.], soruşturma ve takibata uğramamak ve zarar görmemek için kendince bir görüş geliştirerek; yalan söylemeyi, inandığı ve olduğundan farklı görünmeyi, yaptığı bir işi başkasına yüklemeyi, dini emir ve yasaklarla kendini bağlı saymamayı, hukuku dolanmayı, ahlaki kural kabul etmemeyi çevresine öğreterek adına tedbir (takiyye) demiştir. Ona göre, örgüte zarar gelmemesi için yalan söylemek, iftira etmek, hırsızlık yapmak, suç işlemek, dinen haram sayılan içki, kumar, fuhuş gibi günahları işlemek mübahtır' anlayışı mevcut olduğu anlaşılmıştır.

Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılan soruşturma sonunda; müşteki Ahmet AŞIK'ın gözaltına alındığı 26/08/2016 tarihinde iddia ettiği şekilde insanlık dışı hareketlere maruz kalması nedeniyle durumunu ifade aşamasında avukatına, rapor aldırılmak üzere götürüldüğü Afyonkarahisar Devlet Hastanesinde muayenesini yapan doktora, mevcutlu olarak getirildiği gün Cumhuriyet Başsavcılığımıza veya çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliğinde Hakime açıklamadığı, bu durumu yaklaşık 7 ay sonra 17/03/2017 tarihinde 22/09/2017 tarihinde vermiş olduğu dilekçesinde kendisine şiddet uygulandığı ancak şikayetçi olmadığı şeklindeki beyanı nedeni ile resen başlatılan soruşturma kapsamında 17/03/2017 tarihinde beyan etmediği,

Bu tarihe kadar bu durumu şikayet konusu yapmadığı, bu tarih sonrasında şikayet konusu yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, Ahmet AŞIK'ın adli işlemleri tamamlandıktan sonra Cumhuriyet Başsavcılığımıza çıkartılmak üzere gözaltından çıkış için 19/09/2016 günü Afyonkarahisar Devlet Hastanesine götürülerek saat 10:20'de 19/09/2016 tarih ve 83399 sayılı raporda darb-cebir izine rastlanılmamış olması, yapılan araştırma ve inceleme sonucunda müştekinin iddialarının ciddi bulgu ve belgelere dayanmadığı, soyut iddiada kaldığı, ayrıca işkence altında verdiğini iddia ettiği ifadesinin de diğer şüpheli ve tanıkların beyanı ile örtüştüğü,

Bu haliyle Ahmet AŞIK'ın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgüt üyelerince insan haklarının ihlal edildiği propagandası yapılarak Devletimizi Uluslararası kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak, Terör Örgütü soruşturmalarını sulandırmak ve Terörle Mücadele edilmesinin önüne geçmek için örgütsel faaliyetler çerçevesinde şikayetçi olduğu kanaatine varılmış olup, Ahmet AŞIK'ın iddiaları hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,"

27. Başvurucunun Savcılık kararına itirazı Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/1/2018 tarihli kararıyla Savcılık kararının hukuka uygun olduğu gerekçesine dayanılarak reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 23/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

28. Başvurucu, soruşturma süreci devam ederken 12/6/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

29. Başvurucunun soruşturma süreci bittikten sonra, 2/8/2017 tarihinde kötü muamele iddialarına ilişkin ayrıntılı dilekçe ibraz etmesi üzerine beyanları yeni başvuru olarak değerlendirilerek 2017/30639 başvuru numarasına kaydedilmiş ise de dilekçe mahiyetinin ek beyan dilekçesi olduğu anlaşıldığından 10/7/2020 tarihinde başvuruların birleştirilmesine karar verilmiştir.

30. Savcılıkça ayrıca başvurucunun bireysel başvuru tarihinden sonra "suç işlemediğini bildiği halde şikayetçi olarak kolluk görevlileri haklarında soruşturma yapılmasına neden olması ve sonraki beyanında da iddialarında ısrarcı olması nedeniyle" başvurucu hakkında iftira suçunu işlediği isnadıyla 26/3/2018 tarihinde ceza davası açılmasına karar verilmiştir.

31. Başvurunun inceleme tarihi itibarıyla başvurucu hakkında açılan davanın devam etmekte olduğu anlaşılmıştır. Afyonkarahisar 1. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sürecinde kolluk görevlilerinden bir kısmı şikayetçi olarak, başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kalan iki kişi ise tanık olarak dinlenmiştir.

32. Kolluk görevlilerinden M.A. başvurucuya kötü muamele uygulandığı iddialarını reddetmiş, başvurucudan şikâyetçi olmuştur. Polis Okulu spor salonunun o dönemde nezarethane olarak kullanıldığını belirten M.A. başvurucunun muayenesinin kolluk merkezi veya hastanede yapılıp yapılmadığını hatırlamadığını, genel olarak muayenelerin kolluk merkezinde yapıldığını beyan etmiştir. M.A. başvurucunun eşinin kolluk merkezine getirilmediğini hatırladığını, benzer olaylarda şüphelilerin ailelerini gördükleri zaman yumuşayacakları ve vatan sevgilerinin ortaya çıkacağı, dolayısıyla susmaktan vazgeçecekleri düşünülerek aileleri ile görüşmelerine izin verildiğini ancak bunun herhangi bir vaat ya da tehdit olarak kullanılmadığını ifade etmiştir. M.A. bu dönemde yapılan sorgularda duruşma salonlarında kolluk görevlilerinin de bulunduğunu, başvurucunun ilk ifadesini avukat huzurunda kendisinin aldığını, daha sonra örgütten gelen talimat doğrultusunda başvurucunun kendileri aleyhine suç isnadında bulunduğunu ifadesine eklemiştir.

33. Bir diğer kolluk görevlisi B.A. da başvurucudan şikâyetçi olmuş, başvurucunun iddialarını kabul etmemiştir. Başvurucunun gözaltı süresinin uzatılması ile Polis Okulu spor salonunun nezarethane olarak kullanılmasının Savcılık talimatı olduğunu, başvurucunun eşinin kolluk merkezine geldiğini ancak kolluk görevlilerince zorla getirme durumunun söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

34. 29/8/2016 ile 5/9/2016 tarihleri arasında başvurucu ile birlikte aynı nezarethanede kaldığını belirten tanık M.K. başvurucunun günde iki üç kere yukarıya çıkarıldığını, döndüğünde halsiz olduğunu gördüğünü, sebebini sorduklarında başvurucunun kendisine işkence edildiğini söylediğini ifade etmiştir. Tanık ayrıca başvurucunun pijamasını indirdiğinde kasıklarında ve sırtından diz kapağına kadar morluklar olduğunu, morlukların geçmesi için kolluk görevlilerinin başvurucuya merhem verdiklerini beyan etmiştir.

35. Diğer tanık A.O. 9/8/2016 tarihinden itibaren yaklaşık yedi gün nezarethanede başvurucu ile kaldıklarını, bu dönemde başvurucunun yaralarına kremi kendisinin sürdüğünü, başvurucunun görünmeyen yerlerinde morluklar olduğunu, göğüs bölgesinde, sırtında ve bacaklarında çok sayıda morluk bulunduğunu ifade etmiş; kolluk görevlilerinin gece saatlerinde "Ahmet geliyoruz, uyan." şeklinde bağırarak başvurucuyu taciz ettiklerini de ifadesine eklemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

36. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine dair içtihatlarını da hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

40. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35, 37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88, 90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

41. AİHM, sağlıklı olarak gözaltına alınan bir kişinin serbest bırakıldığı sırada yaralanmış olması hâlinde bu yaralanmanın nasıl oluştuğu konusunda geçerli bir açıklama getirmenin devletin yükümlülüğünde olduğunu belirtmiştir (Selmouni/Fransa, § 87).

42. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

44. Başvurucu; isnat edilen suçla ilgili bilgi vermesi amacıyla kolluk görevlileri tarafından gözaltında tutulduğu yirmi altı gün boyunca işkence gördüğünü, darbedildiğini, hakarete uğradığını ve cinsel saldırıya maruz kaldığını ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca bu süre içinde hakkında sadece iki kez sağlık raporu alındığını, gözaltındayken darbedilmenin etkisiyle rahatsızlandığı için Acil Servis ekiplerinin çağrıldığını, gözaltından çıkarılırken doktorun kendisini muayene etmediğini, kolluk görevlilerinden çekindiği için kendisinin de doktora darp olayıyla ilgili bilgi vermediğini, buna karşın İnfaz Kurumuna giriş işlemleri esnasında yapılan kötü muamelenin tespit edildiğini iddia etmiştir. İnfaz Kurumundaki kötü muamelenin tespitinden sonra gereğinin yapılması için Savcılığa dilekçe verdiğini ancak korktuğu için şikâyetçi olamadığını, daha sonra Savcılıkta olayları detaylı anlatarak şikâyetini dile getirdiğini ifade etmiştir.

45. Bakanlık görüşünde; başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin olarak başlangıçta şikâyeti olmamasına rağmen Savcılıkça resen soruşturma başlatıldığı, soruşturma işlemleri kapsamında başvurucunun doktor raporlarının incelendiği, muayenesini yapan doktorların tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığı, ayrıca başvurucunun soruşturma işlemlerine etkin katılımının sağlandığı, buna karşın başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına dair iddialarını destekleyecek herhangi bir delil elde edilemediğinden ceza davası açılmadığı belirtilerek usul yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmadığı ifade edilmiştir.

46. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda dile getirdiği hususları yinelemiş; Savcılıkça etkili soruşturma yapılmadığını, delillerin zamanında toplanmaması nedeniyle kaybolduğunu, gözaltına alındıktan yaklaşık yirmi gün sonra avukatıyla görüşebildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

47. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

48. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

49. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının kötü muamele -insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele- yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele -insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele- yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

51. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

52. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

53. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

54. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

55. Diğer taraftan kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

56. Bir muamelenin anılan kavramlardan hangisinin kapsamında olduğunun belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekir. Aleni olarak yapılması veya kamuoyunun bilgi sahibi olması, muamelenin aşağılayıcı niteliğinin belirlenmesinde rol oynasa da muamelenin aleni olmadığı durumlarda kişinin kendini değersiz hissetmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınmakla birlikte böyle bir amacın belirlenememesi muamelenin kötü muamele olmadığı anlamına gelmeyecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

57. Bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

58. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

59. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

61. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116). Soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119; Adem Erden, B. No: 2015/4032, 23/1/2019, § 33).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Terör örgütü üyesi olduğu isnadıyla başvurucu yaklaşık bir ay gözaltında tutulduktan sonra tutuklanmıştır. Ceza İnfaz Kurumuna alınırken başvurucunun vücudunda -kalçasında- morluk izi tespit edilmesi üzerine başvurucu şikâyetçi olmadığını ancak gereğinin yapılmasını talep ettiğini ifade ettiği bir dilekçeyi Savcılığa göndermiştir. Savcılıkça başvurucunun dilekçesine istinaden soruşturma başlatılmıştır.

63. Başvurucunun gözaltına giriş ve çıkış sağlık raporlarında darp ve cebir izi tespit edilmediği ifade edilmiştir. Başvurucu gözaltından çıkarılırken muayene edilmediğini, kendisinin de korktuğu için doktora iddia ettiği olaylar ile ilgili açıklama yapmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun gözaltı çıkış raporunu düzenleyen doktor; Savcılık ifadesinde başvurucuyu hatırlamadığını, nerede ve ne şekilde muayene ettiğini bilmediğini beyan etmiştir. Gözaltından çıkışının ertesi günü İnfaz Kurumunda düzenlenen sağlık raporunda başvurucunun vücudunda yeni olmayan darp izi bulgularına rastlanmıştır.

64. Bu durumda İnfaz Kurumu Hekimliğince gözlemlenen bulguların bir önceki gün başka doktor tarafından gözlemlenmemesi başvurucunun detaylı muayene yapılmadığına ilişkin iddiasının temelsiz olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla başvurucunun gözaltına alınırken sağlıklı olduğunu gösterir rapor da dikkate alındığında gözaltı süresi içinde yaralandığı hususunda güçlü bir karine ortaya çıkmaktadır. Kamu makamlarınca söz konusu karinenin aksi ortaya konulmadığı sürece sağlıklı olarak gözaltına alındığı varsayılan başvurucunun burada ne şekilde yaralandığının tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekmektedir.

65. Somut olayda başvurucunun yaralanmasına açıklık getiren tutanak, belge, tanık beyanı veya başkaca delil soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Soruşturma makamınca da başvurucunun iddialarının aksine yaralanma biçimi ve nedenine yönelik makul bir açıklama getirilmediği anlaşılmıştır.

66. Bununla birlikte sürenin uzunluğuna rağmen başvurucunun gözaltında tutulduğu süre boyunca hakkında sağlık raporu alınmaması dikkate değer bir başka durumdur. Yakalanan veya gözaltına alınan kişilerin kötü muameleye maruz kalıp kalmadığının tespiti amacıyla alınan sağlık raporları, bu hususta bir şikâyet bulunması hâlinde değerlendirmeye esas oluşturacak en önemli kanıtlardan biri olmakla birlikte devletin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki yükümlülüğüne aykırı davranmadığını ispatlayabileceği nitelikte bir belgedir. Başvurucunun devletin denetimi altında bulunduğu yaklaşık bir ay boyunca doktor tarafından muayene edilmemesi başvurucu iddialarının aksinin ortaya konulmasını zorlaştırmaktadır.

67. Ayrıca başvurucunun gözaltında ifadesini avukat yardımından yararlanarak verdiği anlaşılmakta ise de anılan ifadenin başvurucunun gözaltına alındıktan yaklaşık yirmi gün sonra alındığı gözlemlenmiştir. Oldukça uzun olduğu değerlendirilen bu süre sonunda başvurucunun ifadesini avukatıyla vermesinin başvurunun iddialarını tek başına savunulabilir olmaktan çıkarmayacağı şüphesizdir. Aksine başvurucunun yirmi gün boyunca avukatıyla görüşemediği beyanını doğrular nitelikteki bu olgu başvurucunun bu sürede fiziksel veya sözlü şiddete maruz kaldığı şüphesini artırmaktadır.

68. Öte yandan Savcılık soruşturmaya başladıktan yaklaşık altı ay sonra başvurucunun gözaltında tutulduğu kamera görüntülerine ulaşmak istemişse de on günlük kayıt yapılması nedeniyle söz konusu görüntülerin bulunmadığı görülmüştür. Başvurucunun yirmi beş gün gözaltında tutulduğu gözönüne alındığında bir kişinin daha gözaltı süresi dolmadan kamera görüntülerinin teknik nedenlerle de olsa silinmesi kamu makamlarının kötü muamele iddialarının aksini ispat etme olasılığını azaltacak nitelikte olup soruşturma makamlarınca da görüntülerin elde edilmesi için hızlı hareket edilmesi gereğini bir kez daha ortaya çıkarmaktadır.

69. Deliller toplanırken hızlı hareket edilmesinin yanı sıra titizlikle araştırma yapılması, bu bağlamda maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla soruşturma makamlarınca çaba gösterildiğinin objektif olarak ortaya konulması gerekmektedir. Somut olayda Savcılığın soruşturma kapsamında başvurucunun şikâyetini tespit ettiği ve başvurucu hakkında alınan sağlık raporları ile bu raporları düzenleyen doktorların beyanlarını değerlendirerek bir sonuca ulaştığı anlaşılmaktadır. Ancak kimlikleri başvurucu tarafından tespit edilen şüpheli kolluk memurlarının soruşturmaya dâhil edilerek savunmalarının alınmadığı görülmüştür.

70. Diğer taraftan başvurucu hakkında iftira suçuna yönelik açılan ceza davasında tanık olarak ifadelerine başvurulan ve başvurucuyla aynı dönemde nezarethanede tutulan kişilerin iddia edilen olaylarla ilgili bilgisi olduğu anlaşılmaktadır. Bu kişilerin Savcılıkça beyanlarının alınmadığı, dolayısıyla beyanlarında geçen bir kısım olayın araştırılmadığı gözlemlenmiştir. Bu durumda iddia edilen olaylarla ilgili olarak soruşturma makamlarınca bir kısım delilin toplanmadığı değerlendirilmiştir.

71. Belirtmek gerekir ki Savcılıkça başvurucunun iddialarının gerçeği yansıtmadığı yönünde değerlendirme yapılırken olaydan yedi ay sonra şikâyetçi olunması hususu dikkate alınmışsa da İnfaz Kurumuna girerken başvurucunun vücudunda tespit edilen fiziki bulgular nedeniyle düzenlenen rapordan iki gün sonra başvurucunun Savcılığa yazdığı dilekçede işkence gördüğünü dile getirerek gereğinin yapılmasını talep ettiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır. Başvurucu korktuğu için daha önce şikâyetçi olamadığını açıklayarak İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde bir kısım kişiye yazdığı mektuplarda bu durumu anlattığını ifade etmesi ve soruşturma dosyasında bulunan mektuplarda da başvurucuyu doğrulayan ifadelerin olması karşısında başvurucunun kolluk görevlilerinden şikâyetçi olduğunu sonradan açıklaması, iddialarındaki tutarlılığı ortadan kaldırmamaktadır.

72. Yapılan tüm tespitler doğrultusunda soruşturmadaki usul eksiklikleri nedeniyle başvurucunun gözaltında yaralanmasına ilişkin olarak kamu makamlarınca makul bir açıklamanın yapılmadığı dikkate alındığında kötü muamele yasağının maddi ve usul ayrımı yapılmaksızın ihlal edildiği değerlendirilmiştir.

73. Bu aşamadan sonra kötü muamelenin nitelendirilmesi gündeme gelmektedir. Her ne kadar başvurucunun iddia ettiği olaylar vahim nitelikte olsa da bu olayların gerçekliği veya kolluk görevlilerinin bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla kötü muamelede bulundukları yönünde yeterli bilgi olmaması nedeniyle başvurucu hakkında İnfaz Kurumunca düzenlenen sağlık raporundaki tespit edilen yaralanmanın niteliği de dikkate alınarak şikâyet konusu olayın insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi uygun görülmüştür.

74. Açıklanan gereklerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 2.000.000 TL maddi, 5.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

77. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

78. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

79. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet Başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

80. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Savcılık kararından kaynaklandığı anlaşılmıştır.

81. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda yapılması gereken iş; yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

82. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

83. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET ALİ OĞUZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/36977)

 

Karar Tarihi: 8/6/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Mehmet Ali OĞUZ

Vekili

:

Av. Kübra AYKAŞ BALKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 31/10/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğinden Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır.

10. Başvurucu 11/8/2016 tarihinde Ankara’da gözaltına alınarak Ankara Asayiş Şube Müdürlüğü nezarethanesine konulmuştur.

11. 12/8/2016 tarihinde doktor raporu alındıktan sonra kapısında “Aranan Şahıslar Büro Amiri” yazılı bir odaya alınarak üç polis memurunun işkence yaptığını öne sürmüştür.

12. 13/8/2016 tarihinde yapılan muayene esnasında yanında polis de bulunduğu için yalnız bel ağrısı olduğunu söyleyebildiğini belirtmiştir.

13. Başvurucu 14/8/2016 tarihinde Bursa Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir.

A. Doktor Raporları

14. Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinde tanzim edilen raporlar:

- 11/8/2016 saat 20.22: Darp ve cebir izi yoktur.

- 13/8/2016 saat 17.15: Darp ve cebir izi yok, bel ağrısı şikâyeti bulunmaktadır.

15. Bursa Devlet Hastanesinde düzenlenen raporlar:

- 14/8/2016 saat 02.22: İki bölgede ekimoz bulunduğu anlaşılmıştır. Hekimin yazısı okunaksız olduğundan rapordaki ayrıntılar anlaşılamamıştır.

- 15-18/8/2016 tarihleri arasında yapılan muayenelerde yeni darp ve cebir izi bulunmamıştır.

- 19/8/2016 saat 00.44: Sol omuz ve boyun solda, bel orta alt kısımda eski sıyrıklar bulunmakta; basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir, yeni darp ve cebir izine rastlanmamıştır.

- 20-22/8/2016 tarihli raporlarda yeni darp ve cebir izi tespit edilmemiştir.

B. Olayla İlgili Yapılan İlk İşlem

16. Başvurucu 21/8/2016 tarihinde kollukta ifadesi alınırken avukatına işkence gördüğünü söylemiş, avukatı da 22/8/2016 tarihinde Bursa Baro Başkanlığına bildirimde bulunmuştur. Bursa Baro Başkanlığı, 2. Ceza ve Tutukevleri İzleme Kuruluna (İzleme Kurulu) dilekçeyi göndermiştir. İzleme Kurulu ise Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 8/9/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir.

17. 23/8/2016 tarihli şikâyet dilekçesiyle başvurucu, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur. Başvurucu şikâyet dilekçesinde 11/8/2016 tarihinde saat 18.00’de Ankara’daki evinden gözaltına alınarak Ankara Asayiş Şube Müdürlüğü nezarethanesine götürüldüğünü, nezarethaneden saat 17.25’te çıkarıldığını, adli rapor aldırıldıktan sonra saat 17.35’te kapısında “Aranan Şahıslar Büro Amirliği” yazılı odada ayrıntılı eşkâllerini verdiği üç polis memurunun darp, tehdit ve hakaretlerine maruz kaldığını, olaylara Bakanlıkta memur olarak çalışan ve aynı suçlamayla gözaltına alınan İ.D. isimli kişinin de tanık olduğunu, muayene olurken yanında polis memuru da olduğu için doktora sadece belinin ağrıdığını söyleyebildiğini, polisin doktora bir şeyler fısıldadığını, daha sonraki raporlarında ise darp izlerinin tespit edildiğini ifade etmiştir.

18. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 9/9/2016 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vermiştir.

19. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı her iki dosyayı birleştirerek 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca işleme koymama kararı vermiştir. 10/10/2016 tarihli kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “…

Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesi'nin 11/08/2016 tarih ve 5/2098 numaralı raporunda "Darp, cebir yoktur" şeklinde doktor kanaati görülmüş, müştekinin iddialarını doğrulayacak derecede başkaca herhangi bir delile de rastlanılmamıştır.

Bu nedenle müştekinin işkence ve tehdide maruz kaldığı yönündeki genel ve soyut nitelikte olan, ciddi bulgu ve belgelere dayanmayan şikâyet dilekçesinin 4483 Sayılı Yasanın 5232 Sayılı Yasa ile değişik 4/son maddesi gereğince İŞLEME KONULMAMASINA,

Kararın müşteki vekiline bildirilmesine,

Danıştay 1. Dairesinin 03/03/2005 tarihli 2004/794 Esas ve 2005/301 karar sayılı içtihadı gereğince kesin olarak karar verildi.”

20. Kararın başvurucuya tebliğ edildiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır

C. Olayla İlgili Olarak Yapılan İkinci İşlem

21. Başvurucu vekilinin Bursa Baro Başkanlığına yaptığı ihbar sonucunda Bursa Barosu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç ihbarında bulunmuştur.

22. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/12/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

 “Müşteki vekilinin Bursa Baro Başkanlığına vermiş olduğu şikayet dilekçesinde müştekinin Bursa TEM'deki ifadesine CMK görevlendirmesi ile girdiğini, müştekinin 12/08/2016 tarihinde Ankara’da göz altına alındığını, 13 veya 14 Ağustos 2016 tarihinde Ankara’da gözaltında bulunduğu esnada Asayiş Büroda görevli polis memurlarının kendisine fiziki olarak işkence yaptıklarını, ailesine zarar vermekle tehdit ettiklerini, bu hususları müşteki ifadesinden tespit ettiğini beyan ettiği, Bursa Baro Başkanlığınca evrakın C.Başsavcılığımıza gönderildiği, ancak aynı olayla ilgili olarak C.Başsavcılığımızın 2016/135780 soruşturma nolu dosyasında soruşturma yapılarak dilekçenin işleme konulmama kararı verildiği, kararın gerekçesinde Ankara Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinin 11/08/2016 tarih ve 5/2098 no lu raporunda müştekinin vücudunda darp cebir izinin bulunmamasının gerekçe gösterildiği tüm soruşturma evrakı kapsamından anlaşılmıştır.

NETİCE: Müştekinin işkence ve tehdite maruz kaldığına dair iddiasının genel ve soyut nitelikte kaldığı, bu hususta daha önce C. Başsavcılığımızca soruşturma yapıldığı anlaşıldığından, şüpheli polis memurları hakkında mükerrer soruşturma nedeni ile CMK'nın 223/7 maddesi uyarınca KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA…”

23. Bu karara yapılan itiraz Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/1/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

24. 4/10/2017 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucu 31/10/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

25. 4483 sayılı Kanun'un 1., 2., 4. ve 9. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Amaç

Madde 1 – Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir."

"Kapsam

Madde 2 – Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır.

 (Ek: 2/1/2003-4778/33 md.) 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz."

"Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler

Madde 4 – Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni isterler.

Diğer makam ve memurlarla kamu görevlileri de, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlendiğini ihbar, şikayet, bilgi, belge veya bulgulara dayanarak öğrendiklerinde durumu izin vermeye yetkili mercie iletirler.

 (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur.

 (Değişik dördüncü fıkra: 17/7/2004-5232/2 md.) Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır."

"İtiraz

Madde 9 – Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

 (Değişik ikinci fıkra: 20/8/2016-6745/4 md.) Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür.

İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 8/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

27. Başvurucu;

i. Gözaltına alındıktan sonra Ankara’dan Bursa’ya getirildiğinde Bursa Devlet Hastanesinde yapılan 14/8/2016 tarihli adli muayenesinde darp ve cebir izlerinin, dolayısıyla kötü muameleye maruz kaldığının tespit edildiğini, buna karşın nezarethaneye konulmadan önce aldırılan 11/8/2016 tarihli ilk doktor raporunun esas alınarak şikâyetin soyut ve temelsiz olduğu değerlendirmesiyle 4483 sayılı Kanun’un 4. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/10/2016 tarihinde dilekçenin işleme konulmamasına karar verildiğini hâlbuki adli muayene raporlarının tamamına kabaca bakıldığında bile kötü muamelenin izinin sürülebileceğini, işkence ve kötü muamele vakalarının soruşturulmasının 4483 sayılı Kanun’a tabi olmadığını,

ii. 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Kanun’un 44. maddesiyle dilekçenin işleme konulmama kararına karşı şikâyetçinin itiraz hakkı bulunmasına karşın bu hakkın kullandırılmadığını,

iii. Olayla ilgili yapılan ikinci soruşturmanın da genel ve soyut nitelikte kalan işkence iddiasına ilişkin daha önceden soruşturma yapıldığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlandırıldığını, işkencenin doktor raporlarıyla kanıtlanmasına karşın etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirterek kötü muamele yasağının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

28. Bakanlık görüşünde; başvurucunun gözaltında bulunduğu süre içinde avukat yardımından faydalanmasına karşın iddia edilen tarihten yaklaşık bir hafta sonra şikâyette bulunduğu, üzerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirmediği, Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgusunda işkence iddialarını dillendirmediği ifade edilmiştir.

29. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında gözaltına alındıktan yaklaşık on gün sonra 21/8/2016 tarihinde kendisine müdafi atandığını, bu süre içinde kimseyle görüştürülmemesinin bile işkence gördüğüne dair emare olduğunu, Savcılıktaki ifadelerinde işkenceden bahsetmesine karşın resen soruşturma başlatılmadığını, Sulh Ceza Hâkimliğindeki sorgu sırasında bundan bahsettiğini ancak bu durumun tutanaklara yansımadığını, işkence olaylarının doğrudan Savcılık tarafından soruşturulması gereken suçlardan olduğunu belirtmiştir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

31. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesi şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

33. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).

34. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde -Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

35. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir, dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

36. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması veya yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi, bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

37. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. maddesi anlamında sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 94).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

39. Başvurucunun gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına dair iddiasının savunulabilir düzeyde olduğunu ortaya koyan adli raporlar bulunmaktadır. Şikâyet dilekçesinde kendisini kimlerin ne şekilde darp ve tehdit ettiğine dair detaylı açıklamalar başvurucunun kötü muamele şikâyetinin soruşturmaya konu edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

40. "Genel İlkeler" kısmında açıklandığı üzere kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların etkili olduğunun kabul edilebilmesi için savunulabilir nitelikte kötü muamele iddialarının kamu makamları tarafından öğrenilir öğrenilmez soruşturma başlatılması için ilgili mercilere bildirilmesi gerekmektedir hatta mağdurların şikâyetlerinin bulunmadığı hâllerde dahi bu nitelikte bir muamelenin mevcudiyetine ilişkin ciddi delil veya emareler bulunduğunun farkına varıldığı bir durumda resen harekete geçme yükümlülüğü devam etmektedir.

41. Başvurucunun gözaltına alındıktan iki gün sonra 14/8/2016 tarihli muayenesinde darp ve cebir izinin tespit edildiği raporun bir örneğinin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma açılması ilkesiyle çelişmektedir. Başvurucunun 21/8/2016 ve 23/8/2016 tarihinde kollukta ve Savcılıkta yaptığı savunmalarında da kötü muamele iddiasını dile getirmesine karşın resen soruşturma başlatılmamıştır.

42. Başvurucu ve müdafinin ihbarları üzerine başlatılan ilk soruşturma, 4483 sayılı Kanun’un 4. ve 9. maddesi uyarınca soyut ve genel nitelikte olduğu gerekçesiyle 10/10/2016 tarihinde işleme koymama kararıyla neticelenmiştir. Aynı olayla ilgili aynı zamanda yürütülen ikinci soruşturma dosyasında önceki karara işaret edilerek 2/12/2016 tarihinde mükerrer soruşturma nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmıştır. Gerekçeleri incelendiğinde her iki kararın aynı gerekçelere istinaden verildiği görülmektedir.

43. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin belirli bir makamın iznine bağlanması hukuk devletinde makul görülebilir. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu düzenlenmiştir (Erdal Sarıkaya [GK], B. No: 2017/37237, 17/3/2021, § 111; Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, §§ 106, 107).

44. Şikâyete konu eylemin 4483 sayılı Kanun kapsamında kalan suçlar arasında olmadığının tespit edilmesi soruşturma yapma yetkisinin doğrudan Cumhuriyet savcısında olduğu anlamına gelecek ve derhâl soruşturma işlemlerine başlanarak delillerin toplanması yönünde önem arz edecektir. 4483 sayılı Kanun kapsamına girmeyen bir suç ya da kişi yönünden anılan Kanun’un işletilmesi etkili soruşturma yükümlülüğü yönünden sorun teşkil edecektir. Bu nedenle şikâyete konu fiil ve failin 4483 sayılı Kanun kapsamında kalıp kalmadığı titizlikle incelenmelidir (Ümmühan Seçil Sucu, B. No: 2017/15128, 19/11/2020, § 74; Erdal Sarıkaya, § 124).

45. Kolluk görevlileri hakkında yürütülen kötü muamele iddiasının 4483 sayılı Kanun’un 2. maddesinin beşinci fıkrasına göre izin şartına bağlı olmadığı göz ardı edilerek dilekçenin işleme konulmamasına karar verilmiştir. Bu durum kamu görevlilerinin ceza soruşturmasından muaf tutulduğu izlenimine yol açabilir.

46. Açıkça mesnetsiz olduğuna ilişkin veri bulunmayan iddia yönünden dahi soruşturma izni verilerek failin ve suç isnadının araştırılmasına imkân tanınması etkili soruşturma yükümlülüğünün gereğidir (Ümmühan Seçil Sucu, § 83). Kötü muamele iddiasının makul şüphe uyandıracak düzeyde olduğunu gösteren doktor raporları, polis memurlarının eşkâllerine kadar varan anlatımlar ve tanık gibi birçok delil gösterilmesine karşın iddiaların soyut ve genel nitelikte görülerek dilekçenin işleme konulmamasının sorumluların ve olayın gerçekleşme koşullarının ortaya çıkarılmasını olanaksız hale getirdiği ve etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi önünde engel teşkil ettiği sonucuna ulaşılmıştır.

47. Başvurucunun şikâyetinin tespiti, aynı zamanda sunacağı ve olayın aydınlatılmasını sağlayacağı değerlendirilen delillerin toplanmasına katkı sağlamak bakımından büyük öneme sahiptir. Somut olayda başvurucunun Savcılık tarafından dinlenmediği ve bu bağlamda delillerinin tespit edilmediği anlaşılmıştır.

48. "İlgili Hukuk" kısmında açıklandığı üzere 4483 sayılı Kanun’un 9. maddesine göre dilekçenin işleme konulmaması kararına karşı şikâyetçinin itiraz etmesi mümkünken 10/10/2016 tarihinde kesin nitelikte olduğu belirtilerek itiraz yolunun fiilen kapatılması başvurucunun meşru menfaatlerinin korunması için sürece katılımına mani olmuştur.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

50. Savcılık tarafından ceza soruşturması başlatılmadığından şu aşamada kötü muamele yasağının maddi boyutunun incelenmesine yeterli veri bulunmadığı değerlendirilmiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

52. Başvurucu, ihlalin tespiti ile 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

53. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

54. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

55. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

56. İncelenen başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. İhlalin soruşturma ve bu kapsamda verilen Savcılık kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma, hak ihlaline yol açan kararın ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2016/167097) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

58. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının usul yönünden ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.