Ancak, öldürücü güç kullanılmasıyla ilgili bir soruşturmada yetkililerin çabuk hareket etmeleri, halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği ve bu eylemlerin teşvik edildiği görünümü verilmesinin engellenmesi için esaslı bir unsurdur.

İlgili Kararlar:

♦ (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014)
♦ (Hüseyin Çat ve diğerleri, B. No: 2013/8475, 21/5/2015)
♦ (Makbule Talay, B. No: 2013/8592, 6/1/2016)
♦ (Elif Poyraz, B. No: 2014/17445, 23/2/2017)
♦ (Cembeli Erdem, B. No: 2014/19077, 18/4/2018)
♦ (Fatmana Uçan ve diğerleri, B. No: 2015/12508, 11/10/2018)
♦ (Burcu Demirkaya ve Yücel Demirkaya, B. No: 2015/1232, 30/10/2018)
♦ (Abdulbaki Ertakuş ve diğerleri, B. No: 2015/1689, 30/10/2018)
♦ (Burcu Özşahin ve diğerleri, B. No: 2015/3497, 4/7/2019)
♦ (Nezir Depren, B. No: 2015/6547, 9/10/2019)
♦ (Gülşen Polat ve Kenan Polat, B. No: 2015/4450, 10/10/2019)
♦ (Mahın Parjanı ve diğerleri, B. No: 2015/19219, 10/10/2019)
♦ (Rabia Nur Yazıcı ve Selma Kocapiçak, B. No: 2016/9528, 9/6/2020)
♦ (Fatma Turan, B. No: 2014/7804, 10/6/2020)
♦ (Yılmaz Adlığ, B. No: 2017/16475, 8/7/2020)
♦ (Yusuf Baykal, B. No: 2017/32663, 16/9/2020)
♦ (Tochukwu Gamaliah Ogu, B. No: 2018/6183, 13/1/2021) 
♦ (Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021) 
♦ (Mehmet Köktaş, B. No: 2018/35775, 10/3/2021) 
♦ (Fatım Garan ve Süleyman Garan, B. No: 2019/1603, 16/3/2023)  
♦ (Ahmet Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2018/24394, 12/4/2023)  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAHİL DİNK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/848)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

R.G. Tarih-Sayı: 12/11/2014-29173

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

Rahil DİNK

 

 

Hosrof DİNK

 

 

Delal DİNK

 

 

Arat DİNK

 

 

Sera DİNK

Vekilleri

:

Av. Fethiye ÇETİN, Av. İsmail Cem HALAVURT,

 

 

Av. Hakan BAKIRCIOĞLU, Av. Ayşenur DEMİRKALE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, birinci derece yakınları olan kişinin öldürülmesi olayı üzerine başlatılan soruşturmanın özellikle kamu görevlileri yönünden etkili bir şekilde yürütülmediğini, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutularak evrak verilmediğini, konu ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 14/9/2010 tarihinde verilen kararın gereklerinin iç hukukta yerine getirilmediğini, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10, 11., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Birinci başvuru 12/11/2012 tarihinde İstanbul 3 No’lu Hâkimliği (TMK 10. Maddesi ile Görevli), ikinci başvuru da 3/3/2014 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2013 tarihinde, İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/3/2014 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucuların, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu ve kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/3/2014 tarihinde, 2014/3045 numaralı dosyanın 2012/848 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuların vekiline 18/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, görüşlerini 21/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.

8. Anayasa Mahkemesinin 19/6/2013 tarih ve 2012/848 sayılı yazısı ile somut başvuru kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından “söz konusu soruşturma dosyasının geldiği aşamanın tespiti ve başvurucuların soruşturmaya katılım durumlarının belirlenmesi açısından, bu soruşturmaya ilişkin gerçekleştirilen işlem ve kararları içeren açıklayıcı bilgi notu ile birlikte, dosyada belirleyici niteliğe sahip ve gerekli görülen belgelerin onaylı suretlerinin” istenilmesi üzerine, Savcılık tarafından başvuru konusu soruşturma ile ilgili bir adet DVD 12/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

9. Anayasa Mahkemesinin 24/2/2014 tarih ve 2012/848 sayılı yazısıyla, yürütülen soruşturmanın etkililiğinin saptanabilmesi açısından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından ek bilgi istenilmiş ise de, anılan Savcılığın 26/2/2014 tarihli cevabi yazısında “söz konusu soruşturma dosyasında kısıtlama kararı bulunduğu, soruşturmanın gizliliğine zarar gelmemesi ve delillerin aleniyet kazanmasının takdiri Anayasa Mahkemesine ait olmak üzere soruşturma dosyasının bir suretinin dijital ortamda 30/10/2013 tarihinde gönderildiği, soruşturmanın halen devam ettiği” belirtilerek, önceki talimat yazısına atıfta bulunulmuştur.

10. Yine Anayasa Mahkemesinin devam eden yazışmaları ve yapılan telefon görüşmeleri sonucunda Samsun, Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarından 10-18-24-27/6/2014 tarihlerinde konu ile ilgili bazı ek bilgi ve belgeler alınmıştır.

11. Diğer taraftan Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 28/8/2013 tarihli görüşünde, başvurucuların Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarında teyit ettikleri bir takım bilgilere yer vermiştir.

12. Bakanlık ayrıca, söz konusu soruşturma hakkında 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesi kapsamında kısıtlılık kararı bulunduğundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/7/2013 tarihli yazısı dışında herhangi bir soruşturma evrakı temin edemediklerinden, soruşturmanın seyri ve içeriğine ilişkin Anayasa Mahkemesine ayrıntılı görüş sunamadıklarını bildirmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

13. Başvuru formu ve ekleri ile yapılan yazışmalar ve Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Hrant Dink’in Öldürülmesi

14. Agos Gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19/1/2007 tarihinde İstanbul’da işyerini terk etmekte iken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.

15. Bu olayın takipçileri olan başvuruculardan Rahil Dink maktul Hrant Dink’in eşi, Hosrof Dink kardeşi, Delal, Arat ve Sera Dink ise çocuklarıdırlar.

2. Soruşturmanın Başlatılması ve Soruşturmaya Getirilen Kısıtlama

16. Hrant Dink’in öldürüldüğü gün İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2007/972 (ve Hz.2007/115) sayılı dosya üzerinden soruşturma açılmıştır.

17. Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2007/972 numaralı dosya üzerinden “terör örgütü üyesi olmak” suçundan yürütülen soruşturma kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2007 tarih ve K.2007/286 sayılı yazısı ile “soruşturma dosyasında bulunan evrakın müdafiler ve vekiller tarafından incelenmesi ve suretlerinin alınması halinde aranan kişilerin arandıklarını öğrenerek kaçmaları, suç eşyası ve suç delillerinin yok edilmesi, delillerin toplanmasının ve tüm şüphelilerle birlikte tüm suçların açığa çıkartılmasının zorlaşması ihtimaline göre kısıtlama tedbirine ihtiyaç duyulması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada bulunan evrakın şüpheli, müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından incelenmesi ve suret alınması hakkının kısıtlanmasına” karar verilmiştir.

18. Savcılıkça yürütülen soruşturmada elde edilen deliller neticesinde olaya karıştıkları tespit edilen bazı şüphelilerle ilgili olarak dava açılmış ise de, soruşturmanın kapsamlı olması ve yeni deliller elde edilmesi ihtimali gözetilerek soruşturma dosyası açık bırakılmış olup, başvurucuların bireysel başvuruya geldikleri tarih itibariyle dosya derdest bulunmaktadır.

3. Öldürme Eylemine Karışan Sivil Şahıslar Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

19. Cinayet olayı üzerine başlatılan soruşturma 20/4/2007 tarihinde 18 sivil şüpheli yönünden tamamlanarak, E.2007/368 sayılı iddianame ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.

20. Hrant Dink cinayetinin asli faillerinden olup çocuk yaşta olması nedeniyle dosyası tefrik edilen O. S., İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/7/2011 tarihinde kasten öldürme suçundan 21 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu karar, 21/3/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.

21. Diğer sanıklar hakkındaki karar, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 17/1/2012 tarihinde açıklanmıştır. Kararda, sanık Y. H., O. S.’yi Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmesi suçuna azmettirdiği gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Sanıklar E. Y. ve A. İ. ise, O. S.’yi Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmesi suçuna yardım ettikleri gerekçesiyle 15’er yıl hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Diğer taraftan, Y. H.’nin “Silahlı terör örgütünün yöneticisi olma”, E. Y. ve A. İ.’nin ise “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçları sabit olmadığı gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir.

22. Bu karar, örgüt suçundan ve bazı sanıklar hakkında delil bulunmadığından bahisle verilen beraat kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir.

23. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kasten öldürme suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle kararın bozulması yönünde 10/1/2013 tarihinde tebliğname düzenlemiştir.

24. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 13/5/2013 tarihinde, sanık Y. H.’nin silahlı suç örgütü kurma ve yönetme suçundan, sanıklar A. İ. ve E. Y.’nin silahlı suç örgütüne üye olma suçundan, sanıklar E. T., T. U. ve Z. A. Y.’nin silahlı suç örgütüne üye olma ve öldürmeye yardım suçlarından beraatlarına karar verilmesi nedeniyle söz konusu hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararda, örgüt için gerekli şartların somut davanın koşullarında oluştuğu, sanıklardan Y. H.’nin Hrant Dink’in öldürülmesi olayını örgütün işlemeyi amaçladığı bir suç olarak kararlaştırdığı, suç örgütünün üyeleri oldukları anlaşılan diğer sanıkların örgütün faaliyeti kapsamında O. S.’yi suçu işlemesini teşvik etmek, suç işleme kararını kuvvetlendirmek, nasıl işleyeceği hususunda yol göstermek suretiyle öldürme suçuna iştirak ettikleri ifade edilmiştir. Bu dava, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/221 sayılı dosyası üzerinden yürütülmektedir.

4. Öldürme Eylemindeki İhmalleri Nedeniyle Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

25. Yukarıda anılan bilgi ve belgelere göre Savcılığın olay ile ilgilerini tespit ettiği kamu görevlileri hakkında yürüttüğü adli işlemler özetle şöyledir:

a. Trabzon Jandarma görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların 17/1/2008 tarihli şikayet dilekçelerine ek olarak resen yürüttüğü soruşturma sonucunda, Trabzon Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan 25/1/2008 tarih ve K.2008/33 sayı ve “ihmali davranış ile kasten öldürme” suçundan 28/4/2008 tarih ve K.2008/201 sayı ile Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına görevsizlik kararı vermiştir.

27. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2007 tarih ve E.2007/2815, 25/12/2008 tarih ve E.2008/4010 sayılı iddianameleriyle bir kısım jandarma personeli hakkında “görevi ihmal” suçundan Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesinde dava açmıştır.

28. Anılan Mahkemenin 2/6/2011 tarih ve E.2008/615, K.2011/669 sayılı kararı ile, “saldırı konusunda ayrıntılı bilgi almalarına rağmen bu bilgiyi yetkili makamlara bildirmedikleri ve bu şekilde görevlerini ihmal ettikleri” gerekçesiyle, jandarma personeli olan sanıklar A. Ö., M. Y., V. Ş., O. Ş., H. Y. ve H. Ö. Ü.’nün 4 ve 6 ay arasında değişen hapis cezalarıyla mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.

b. İstanbul Emniyet görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

29. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca Hrant Dink cinayeti ile ilgili ihmalleri olduğu iddia edilen İstanbul emniyetine mensup kamu görevlileri hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 9. maddesi gereğince yürütülen soruşturma sonucunda İstanbul Valisi tarafından verilmiş olan 20/3/2008 tarihli karar uyarınca, İstanbul Emniyet Müdürü C. C. ve İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı B. K. hakkında soruşturma izni verilmemesi, istihbaratta görevli diğer altı polis ve amirleri hakkında ise soruşturma izni verilmesi uygun görülmüştür.

30. Tarafların bu karara itiraz etmeleri üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 27/6/2008 tarih ve E.2008/374 sayılı kararı ile soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar onanırken, haklarında soruşturma izni verilen görevliler açısından ise “soruşturma yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı” belirtilerek kararın bozulmasına ve bu kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

31. Bunun üzerine soruşturmayı yürüten Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca, 22/10/2008 tarih ve K.2008/9680 sayılı karar ile söz konusu kamu görevlileri hakkında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilmiştir.

c. Samsun Emniyet görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

32. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hrant Dink’i öldürdükten sonra kaçıp Samsun’da yakalanan O. S. ile ilgili Samsun Emniyet görevlilerince yapılan işlemler sırasında görevi kötüye kullanma ve gizliliği ihlal niteliğindeki eylemler nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürü olan M. B. ile komiser olarak görev yapan İ. F. hakkında 2007 yılında kamu davası açılmıştır.

33. Cumhuriyet Savcısının yazılı emrine rağmen şüphelinin gözaltına alınmaması, yaşı küçük olan şüphelinin yalnızca Cumhuriyet Savcısınca ifadesinin alınabileceği ve Savcının emri olmadıkça görüntü ve ses kaydının alınamayacağı ve fotoğrafının çektirilerek yayınlattırılamayacağı kurallarına aykırı davranılması kapsamında Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, 22/10/2008 tarih ve E.2007/521, K.2008/587 sayılı karar ile “eylemin disiplin cezası gerektirebileceği ve suçun kasıt unsuru bulunmadığı” gerekçesine dayalı olarak adı geçen sanıkların beraatına karar verilmiştir.

34. Cumhuriyet Savcısı ve başvurucular tarafından yapılan temyiz üzerine, Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17/12/2012 tarih ve E.2010/27631, K.2012/30616 sayılı kararında, “sanıkların, Kanun ve Yönetmelik hükümlerine aykırı davranarak, şüphelinin ve ölüm olayı mağdurlarının, Anayasa’nın 36. maddesi ve AİHS’nin 6/2. maddesindeki adil yargılanma haklarının da ihlal edilmesine ve bu şekilde görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine neden olması karşısında; TCK’nın 257/1. maddesindeki icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğunun gözetilmemesi…, sanıkların amaçlarının kasten insan öldürme suçundan şüpheli O. S.’nin işlediği suçun doğru bir davranış olduğu yönünde kamuoyuna mesaj vermek olup olmadığı ve haklarında TCK’nın 215. maddesinin uygulanma olanağı bulunup bulunmadığı tartışılmadan, suç niteliği yanlış değerlendirilen ve yerinde görülmeyen gerekçelerle sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinin yasaya aykırı olması” gerekçesi ile Mahkemenin beraat kararı bozulmuştur. Mahkemece, bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda, adı geçen iki görevlinin sanık O. S. ile çektikleri fotoğrafları yayınlamaları şeklindeki eylemleri “suçu ve suçluyu övme” suçu kapsamında değerlendirilerek ve suç tarihi de gözetilerek 6352 sayılı Kanun’un 1/1. maddesi uyarınca “kamu davasının ertelenmesine”, ayrıca M. B. hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan verilen 5 ay hapis cezası hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına 18/6/2013 tarihinde karar verilmiştir.

5. Başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Başvurmaları

35. Başvurucular, bir kısım iddialara ek olarak Hrant Dink’in öldürülmesi nedeniyle, yaşam hakkının maddi ve usuli yönlerden ihlal edildiği iddiasıyla 2008 ve 2009 yıllarında AİHM’e başvuruda bulunmuşlardır. AİHM, Hrant Dink ve yakınları olan başvurucular tarafından yapılmış olan beş başvuruyu birleştirerek (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) incelemiştir.

36. AİHM, 14/9/2010 tarihinde diğer bazı ihlal nedenleri yanında, resmi makamların Hrant Dink’in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunmasına rağmen, cinayetin meydana gelmesini engellemek için gerekli önlemleri almadıkları gerekçesiyle, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin maddi yönden; Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı emniyet ve jandarma görevlileri hakkında başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması nedeniyle, Devletin, ihmalleri görülen kişileri belirleme ve cezalandırma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna vararak, anılan maddenin usul yönünden de ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal nedeni oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın koşullarında başvurucular Rahil Dink, Delal Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e birlikte 100.000, başvurucu Hasrof Dink’e 5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur.

37. AİHM, olayın meydana gelişini ihmali davranışları ile engelleyemeyen kamu görevlileri hakkında ilgili birimlerce yapılan işlemler konusunda şu tespitlerde bulunmuştur:

AİHM,

· Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, İstanbul Emniyet Müdürlüğünü, Y.H.’nin Hrant Dink’in öldürülmesini planladığı, adli sicilinin ve kişiliğinin de bu suçu işlemeye elverişli olduğu konusunda 17/1/2006 tarihinde resmi olarak haberdar ettiğini, ancak İstanbul Emniyet Müdürlüğünün söz konusu istihbarat üzerine herhangi bir işlem yapmadığını, İstanbul Savcılığının 20/4/2007 tarihli iddianame ile terör eylemleri ve adam öldürmek için suç örgütü oluşturma ve bunlara üye olma ya da bu tür eylemleri azmettirmekten dolayı on sekiz sanık hakkında bir kamu davası açtığını, bu davanın halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olduğunu,

· Trabzon Savcılığının 30/10/2007 tarihli iddianamesi ile jandarma görevlileri V.S. ve O.S. hakkında Trabzon Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığını, ancak 4/4/2007 tarihli Valilik kararına karşı başvurucuların avukatları tarafından gerçekleştirilen ve söz konusu jandarma görevlilerinin üstlerinin sorumluluğuna da gidilmesi talebini içeren başvurunun Trabzon Bölge İdare Mahkemesi tarafından 6/6/2007 tarihinde reddedildiğini,

· İstanbul Savcılığının ihbarı üzerine, Trabzon Savcılığınca, Trabzon Emniyet Müdürlüğündeki sorumlular hakkında soruşturma açıldığını, sonuç olarak 10/1/2008 tarihinde takipsizlik kararı verildiğini, bu takipsizliğe yapılan itirazın ise 14/2/2008 tarihinde, Rize Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiğini,

· İstanbul Savcısı tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki bazı görevliler hakkında yürütülen soruşturmaların, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin, 23/5/2007, 27/6/2008 ve 15/11/2008 tarihli soruşturma izni verilmemesi ya da verilmiş izinlerin iptali yönündeki kararları nedeniyle takipsizlikle sonuçlandığını,

· Samsun Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı mensuplarının Hrant Dink’in katil zanlısı olan O. S.’yi, cinayetin ertesi günü İstanbul’dan Trabzon’a dönerken, Samsun otogarında yakalamaları ve ellerinde Türk bayrağı bulunan şüpheliyle birlikte fotoğraf çektirmeleri nedeniyle başvurucuların O. S. ile poz veren polis ve jandarma görevlileri hakkında Hrant Dink cinayetini övmek ve görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusunda bulunduklarını, ancak Samsun Savcılığının yaptığı adli soruşturma sonucunda, 22/6/2007 tarihinde takipsizlik kararı verdiğini, bununla birlikte Savcının, güvenlik güçleri mensuplarının yaptıkları bazı usuli hataların (özellikle de küçüklere ilişkin soruşturmanın gizliliği açısından) ise disiplin yargılamasına konu olabileceği ihtimalini dışlamadığını, güvenlik güçleri aleyhine başlatılan disiplin soruşturmalarının, ceza yargılamasının gizliliği ilkesinin ihlali ve güvenlik güçlerinin saygınlığını bozmadan dolayı disiplin cezaları verilmesi ile sonuçlandığını saptamıştır.

38. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlal gerekçelerini ortaya koyarken de şu değerlendirmeleri yapmıştır:

AİHM özetle,

· Somut olayda, Hrant Dink cinayetinin ardından İstanbul Savcılığının, İstanbul ve Trabzon güvenlik güçlerinin bu suçun muhtemelliği konusunda edindikleri bilgileri yönetme biçimine ilişkin olarak ayrıntılı ve titiz bir soruşturma yürüttüğünü, İstanbul Savcısının, güvenlik güçleri nezdindeki olası ihmaller serisini gün yüzüne çıkardığı ve bu açıdan elde ettiği bilgileri, başvuranın yaşamının korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların kimliğini de belirtmek suretiyle, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma birimlerine ilettiği,

· İstanbul Savcılığının ihbarı ve İçişleri Bakanlığının emri üzerine Trabzon’da başlatılan soruşturmalar sonunda, Valinin, iki astsubay dışında ilgili jandarma mensuplarının ceza mahkemesi önüne çıkarılmasına izin vermediği, …iki astsubayın bilgileri iletmesinin ardından, uygun önlemleri almaya yetkili olan Trabzon Jandarma subaylarının niçin pasif kaldığı konusunda hiçbir sonuca ulaşılmadığı,

· Trabzon polisinin suçun önlenmesi kapsamındaki usulsüzlük ve ihmalleriyle ilgili olarak, Trabzon Savcılığının verdiği takipsizlik kararının, dosyadaki diğer olaylarla çatışan argümanlar içerdiği, soruşturmanın, polislerin sahip oldukları bilgilere rağmen, niçin cinayet faillerine karşı hareketsiz kalındığı konusunda hiçbir bilgi sağlamadığı,

· Yine İstanbul Polisine karşı, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin (İstanbul Valiliği İl İdare Kurulunun kararına ilişkin) iptal kararından dolayı hiçbir ceza kovuşturmasına girişilemediği, Emniyet Müdürünün de İl İdare Kurulu tarafından soruşturma dışında bırakıldığı, sonuç olarak, niçin İstanbul polisinin, cinayetten önce sahip olduğu bilgilere rağmen, Hrant Dink üzerindeki tehdide karşı harekete geçmediği hususunun aydınlatılamadığı,

· Hükümetin altını çizdiği üzere, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde, saldırının failleri oldukları iddia edilen ve hepsi aşırı milliyetçi bir gruba mensup olan kimseler aleyhine halen devam etmekte olan bir ceza yargılamasının var olduğu, bununla birlikte bugüne dek, Trabzon’daki iki astsubaya karşı açılan davalar dışında, suçun önlenmesinde resmi makamların sorumluluğunu gündeme getiren tüm yargılamaların sadece takipsizlikle sonuçlandığı, …üstlerine yönelik ceza soruşturması bittiği için, iki astsubay hakkında devam eden yargılamanın sonucunun önceki tespitleri etkileyecek düzeyde olmadığı,

· Ayrıca, Trabzon jandarma subaylarına ve İstanbul polis memurlarına yönelik suçlamaların, sadece, hepsi yürütme erkine mensup olan ve olaylara karışanlardan tamamen bağımsız olmayan diğer memurlarca (Vali, İl İdare Kurulu) esastan incelendiği, bu durumun da tek başına söz konusu soruşturmanın zayıflığını gösterdiği, Emniyet görevlileri ve jandarma subayları hakkındaki yargılamalara Hrant Dink’in yakınlarının müdahil edilmediğ, kendilerine, karara karşı sadece dosya üzerinden inceleme yapan üst makama itiraz hakkının tanındığı, bir polis şefinin aşırı milliyetçi fikirlerini afişe etmesi ve cinayetle suçlanan kişilerin eylemlerini olumlamasının hiçbir derinlemesine soruşturma konusu yapılmadığı,

· Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı Trabzon Emniyeti ve Jandarma sorumlularına ve İstanbul Emniyeti sorumlularına karşı başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonlanmasının; ihmalleri görülen kişileri belirleme ve bu ihmalleri yaptırım altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü yükleyen Sözleşmenin 2. maddesi gereklerinin ihlali niteliğinde olduğu şeklinde tespitlerde bulunmuştur.

6. AİHM Kararından Sonra Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

39. Başvurucuların avukatı Fethiye Çetin tarafından 17/1/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçe sunulmuştur. Dilekçede, 14/12/2010 tarihinde kesinleşen AİHM’in Dink kararına (Dink / Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) atıfta bulunularak İstanbul Valisi M. G. ve İstanbul Emniyet Müdürü C. C. de dâhil 25 kadar kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılması ve kamu davası açılması talep edilmiştir.

40. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikâyet sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya üzerinden ismi geçen kamu görevlileri hakkında “terör örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek, sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından genel soruşturma açılmıştır.

41. Hz.2011/192 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma, daha sonra derdest durumda olan Hz.2007/972 numaralı ilk soruşturma dosyası ile 13/10/2011 tarihinde birleştirilmiştir.

42. Öte yandan, başvurucuların 20/7/2010 tarihli dilekçeleri ile suç tarihinde İstanbul Valisi olan M. G.’nin, Hrant Dink’e yapılan suikastı ihmali davranışları ile engellemeyerek görevini kötüye kullandığını iddia etmeleri üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma sonucunda; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2007 tarih ve Hz.2007/143, K.2007/57 sayılı kararında, Hrant Dink’in öldürülmesinde İstanbul Valisi M. G.’nin doğrudan ya da dolaylı olarak sorumluluğunun bulunduğuna yönelik delil bulunmadığından işleme konulmama kararı verilerek muktezaya bağlandığı anlaşıldığından şüpheli hakkında kavuşturma yapılmasına yer olmadığına” şeklindeki gerekçe ile 10/4/2013 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir.

7. Başvurucuların 2014/3045 Numarasına Kaydı Yapılan Bireysel Başvuruya Konu Ettikleri Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

43. Başvurucular, AİHM’nin 14/9/2010 tarihli kararına dayanarak, 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesine eklenen (3) numaralı fıkrada düzenlenen “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” hükmü uyarınca, 1/7/2013 tarihinde, anılan AİHM kararının gereğinin yapılması ve daha önceden haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen Trabzon Emniyet ve Jandarma ile İstanbul Valilik ve Emniyetinde görev yapan ve şikayet dilekçesinde ismi geçen kamu görevlileri ile ilgili olarak yeniden soruşturma açılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuşlardır.

44. Başvurucuların şikâyet dilekçeleri genel soruşturmaları yapmakla görevli Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturmasına kaydı yapılmıştır. Anılan Savcılık tarafından görevlilerin bir kısmının suçun işlendiği sırada Trabzon’da görevlerini ifa ettikleri belirtilerek, tefrik edilen evrak 2013/102053 soruşturma numarasına kaydı yapılmış ve yetkisizlik kararı ile 19/7/2013 tarihinde Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Şikâyet edilenler arasında bulunan İstanbul Valisi M. G. hakkındaki dosya da tefrik edilerek, 2013/101995 soruşturma numarası üzerinden, valiler hakkında soruşturma yapmakla yetkili ve görevli olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 19/7/2013 tarihli görevsizlik kararı ile gönderilmiştir.

45. Savcılık, aynı soruşturma kapsamında şikayet edilen ve daha önceden 4483 sayılı Kanun uyarınca haklarında soruşturma izni verilmediğinden hukuksal sürecin kesinleştiği İstanbul Vali Yardımcısı E. G., İstanbul Emniyet Müdürü C. C., Emniyet Müdürleri A. İ. G., B. K., İ. P., Başkomiser İ. Ş. E., Komiser V. A. ve polis memurları Ö. Ö. ve B. T. hakkında, 5271 sayılı Kanun’da yapılan değişikliği de gözeterek, şüphelilere isnat edilen eylemin idari görevden kaynaklanması nedeniyle 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi için İstanbul Valiliğinden talepte bulunmuştur.

46. Ön inceleme yapmak üzere görevlendirilen Mülkiye Müfettişi tarafından hazırlanan 21/11/2013 tarihli raporda; AİHM’in Hrant Dink hakkındaki kararının 14/12/2010 tarihinde kesinleştiği, 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesine eklenen (3) numaralı fıkranın ise 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe girdiği, dolayısıyla ancak bu tarihten sonra kesinleşen AİHM kararlarına konu olan eylemler için soruşturmanın yenilenebileceği, somut olayda soruşturmanın yenilenmesine olanak bulunmadığı, diğer taraftan başvurucuların 1/7/2013 tarihli dilekçelerinde iddia edilen konuların tamamının daha önceki ön incelemelerde değerlendirildiği ve yapılan bu ön incelemelerin hepsinin idari yargı denetiminden geçerek kesinleştiği, 4483 sayılı Kanun uyarınca müracaatın işleme konulabilmesi için bahse konu şikayet dilekçesinde bu ön incelemelerin neticesini etkileyecek yeni bilgi ve belgelerin de sunulmadığı belirtilerek, adı geçen emniyet görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca aynı raporda, İstanbul Vali Yardımcısı E. G. hakkında daha önceden bir ön inceleme yapılmadığı, ancak adı geçen şahsın iki MİT görevlisi ile birlikte 24/2/2004 tarihinde Hrant Dink ile görüştüğü, bu görüşmede suç teşkil edici bir durumun olduğuna dair gerek Hrant Dink tarafından yapılan açıklamalarda gerekse anılan şikayet dilekçesinde ileri sürülmediği, Vali Yardımcısının görev yapmış olduğu 6/10/2004 – 22/12/2008 tarihleri arasında İl Koruma Kurulu Başkanlığı görevinin bulunmadığı, Hrant Dink’in korunmaya alınmasına ilişkin bir önerinin de kendisine ulaştırılmadığı, kaldı ki bir suçlamada bulunulsa bile bu görüşmenin yapıldığı tarih itibarıyla 765 sayılı Kanun uyarınca görevi kötüye kullanma suçu açısından 5 yıllık zamanaşımının dolduğu, hakkında bu nedenlerle soruşturma izni verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

47. İstanbul Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 28/11/2013 tarih ve K.2013/141 sayılı kararı ile Vali H. A. M. tarafından, ön inceleme raporundaki tespit ve gerekçeler doğrultusunda şikayet edilen dokuz kamu görevlisi hakkında “soruşturma izni verilmemesine” karar verilmiştir.

48. Başvurucuların bu karara karşı 23/12/2013 tarihinde yaptıkları itiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 22/1/2014 tarih ve K.2014/14 sayılı kararı ile “konuyla ilgili olarak daha önce verilen ve itirazdan geçen soruşturma izni verilmemesine ilişkin kesinleşen kararın konusunu oluşturan iddialar yönünden yeni delillerin elde edildiği yönünde bir bulgunun varlığının ortaya konulamadığı da göz önünde bulundurulduğunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığı” gerekçesine dayalı olarak itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 31/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular, yasal sürede soruşturmanın etkili yürütülmediğinden bahisle bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

49. Öte yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu) 18/6/2014 tarihli yazısında, Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararı nedeniyle, 2013/93822 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturmada 21/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (işlemden kaldırılmasına) ilişkin karar verildiği anlaşılmıştır.

50. Bu karara başvurucuların 19/3/2014 tarihinde yaptığı itirazı inceleyen Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/5/2014 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı kaldırmıştır. Bununla birlikte İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca bu kararın 4483 sayılı Kanun’un 9/3. maddesine aykırı olduğu, İdari Yargı birimlerince verilen kesin karar sonrası bu suç yönünden soruşturma yapıp kamu davası açılmasının mümkün bulunmadığı gerekçesi ile kararın kanun yararına bozulması görüşünü havi 4/6/2014 tarihli dilekçe Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir.

8. Başvurucuların İdare Aleyhine Açtıkları Tazminat Davası

51. Diğer taraftan başvurucu Hosrof Dink ve kardeşi Yervant Dink tarafından kardeşleri olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayında idarenin ağır hizmet kusuru ve objektif sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanlığı aleyhine toplam 400.000 TL. manevi tazminat davası açılmıştır.

52. İstanbul 10. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada, 27/10/2010 tarih ve E.2008/421, K.2010/1539 sayılı kararı ile “Trabzon Emniyet Müdürlüğünce, İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne Y. H.’nin Hrant Dink’i öldürme planı kurduğunun 17/2/2006 tarihinde resmi olarak bildirildiği, Agos Gazetesi’nde yayınlanan ve bazı aşırı milliyetçi grupların tepkisine yol açan makaleler nedeniyle Hrant Dink’in yaşam hakkının açık ve yakın bir tehlike içerisinde bulunduğu, bu haliyle Hrant Dink’in kendisinin talebini beklemeden koruma tedbirlerinin alınması gereğinin yerine getirilmediği, yapılanların sadece yazışma safhasında kalıp korumaya yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin aşamaya geçilmediği, dolayısıyla Hrant Dink’in yaşam hakkının korunmasında idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır” denilerek, toplam 100.000 TL. manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.

9. Başvurucuların Soruşturmaya Katılımı ve Savcılıkça Gerçekleştirilen Bazı İşlemler

53. Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine Cumhuriyet Savcılığınca olaya ilişkin farklı dosyalarda yürütülen soruşturmaların birleştirme işlemlerinin 2013 yılı itibarıyla sürdüğü (Hz.2011/1345 soruşturma numaralı dosya 15/2/2013 tarihinde Hz.2007/972 numaralı dosya ile birleştirilmiştir), bir yandan Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinden kamu görevlileri hakkında genel soruşturma yapılırken, öte yandan başvurucuların 1/7/2013 tarihli yeniden soruşturma yapılması istemi üzerine Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun kapsamında soruşturmaya devam edildiği görülmüştür.

54. Başvurucular, yürütülen soruşturma işlemlerine katkıda bulunabilmek için görevli Cumhuriyet Savcısı ile birkaç kez yüz yüze görüşme, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporundaki bulguları analiz etme, yeni dilekçeler sunma imkânını elde etmişlerdir.

55. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK’nın 10. Maddesi İle Görevli Bölümü) 12/7/2013 tarih ve Hz.2007/972 sayılı yazısında, bu soruşturma kapsamında, Trabzon Jandarma Komutanlığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Silivri Cezaevi Müdürlüğü ve Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı gibi ilgili kurumlarla yazışmalar yapıldığı, delillerin toplanmaya devam edildiği, ilgili kurumlardan gelen cevaplara göre soruşturmanın genişletilebileceği belirtilmiştir.

56. Devlet Denetleme Kurulu’nun Hrant Dink cinayeti ile ilgili 2/2/2012 tarih ve 2012/1 sayılı Araştırma ve İnceleme Raporu’nda geçen hususlar ve soruşturma kapsamında elde edilen bir kısım yeni bilgiler doğrultusunda: Hrant Dink’in öldürüldüğü tarih ve öncesini kapsayan dönemlerde bazı yerlerde görev yapan askeri personele ilişkin bilgilerin askeri makamlardan istenildiği, bu tür yazışmaların 2012-2013 yılları itibarıyla devam ettiği; soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut ile mümkün olmaması ve başka türlü delil elde imkanı bulunmaması nedeniyle belirlenen birçok telefon numarasının 2000-2012 yılları arasındaki kütük, arayan-aranan, mesaj gönderen-gönderilen ve irtibat kurulan telefon bilgilerinin 2/5/2012 ve 11/10/2013 tarihli hâkim kararlarıyla istenildiği; bu çerçevede kimlikleri tespit edilen yeni şüpheliler hakkında Milli Güvenlik Kurulu, üniversiteler, bakanlıklar, cezaevleri gibi çeşitli kurum ve diğer savcılıklarla yazışmaların yapıldığı, ifadelerin alındığı, ifade sahiplerine kamu görevlilerinin bir ihmal veya kastlarının olup olmadığı hususu da sorularak, bu durumun irdelendiği, 2012-Ekim 2013 yılı itibarıyla talimatla ya da farklı yerlerden davetiye ile gelen (bir kısmı askeri personel olan) tanıklar ile gizli tanıklar ve şüphelilerin beyan ve ifadelerinin alınmaya devam edildiği; idari soruşturma dosyaları ve buradaki delillerin incelenerek 2011 yılında bazı kamu görevlilerinin bilgisine başvurulduğu, diğer sanıkların yargılandığı mahkemelerdeki bazı bilgi ve belge örneğinin soruşturma dosyasına aldırıldığı; olaya ilişkin değişik kişiler tarafından gönderilen ihbar mektupları ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davada, yürütülen soruşturma ile ilgisinin olduğu anlaşılan ve dosya ile birleştirilmesi istenen belge ve dilekçelerin içeriğinin dikkate alınarak buna göre soruşturmanın genişletildiği; başvurucuların verdikleri raporlar, telefon kayıtları, isimler ve dilekçelerle (2011 tarihli birçok dilekçe) soruşturmaya katkıda bulunabildikleri; Savcılık tarafından dosyadaki bazı belgelerin başvuruculara tebliğ edilerek, başvurucuların buna karşı soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunabildikleri (örneğin başvurucuların 22/3/2012 tarihli dilekçelerinde Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nca hazırlanan 22/2/2012 tarihli raporun 27/2/2012 tarihinde kendilerine tebliğ edildiği belirtilerek, raporda geçen hususlar kapsamında 18 konuda soruşturmanın genişletilmesi talep edilmiştir) görülmüştür.

57. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu) 10-18/6/2014 tarihli yazılarında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/972 sayılı soruşturmasının, 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi ile görevli ve yetkili Ağır Ceza Mahkemesi kapatıldığından, yeni düzenleme kapsamında oluşturulan “Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu” tarafından 2014/40810 sayılı soruşturma üzerinden yürütülmesine karar verildiği saptanmıştır.

58. Anılan yazılarda; 5271 sayılı CMK’nın 153. maddesindeki değişiklik nedeniyle başvurucuların avukatı Hakan Bakırcıoğlu’nun talebi üzerine tüm dosyanın bir örneğinin kendisine verildiği, ilgili Savcının, adı geçen Avukat ile soruşturma safahatını değerlendirdiği, kamu görevlilerinin cinayet ile bağlantılarının belirlenmeye çalışıldığı, bu kapsamda birçok yerden bilgi ve belge istendiği, 10/12/2010 – 8/5/2014 tarihleri arasında 45 kişinin tanık, 3 kişinin gizli tanık, 8 kişinin ifade sahibi olarak dinlendiği, Hrant Dink cinayetine karışan sanıkların Malatya Zirve Yayınevi cinayeti, Ergenekon, Balyoz ve Kafes davalarında yargılanan sanıklarla bir irtibatlarının bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla HTS ile ilişkili irtibat raporunun uzmanlarca çıkartıldığı, 20/5/2014 tarihinde İstihbarat Daire Başkanlığındaki telefon sorgulamalarına ilişkin kayıtların silinmesi konusunda yürütülen soruşturma raporunun alındığı, kamu görevlilerinin suç organizasyonuna yardım niteliğinde eylemlerinin bulunup bulunmadığı, ihmali davranışla kişinin ölümünde sorumluluklarının olup olmadığı yönünden soruşturmanın derinleştirilerek şüpheli görülen kişilerin çağrılıp dinlenmesi aşamasına gelindiği belirtilmiştir.

10. Başvurucuların Dosya İnceleme Yetkisine Getirilen Kısıtlama

59. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikayet sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya üzerinden ismi geçen kamu görevlileri hakkında “terör örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek, sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul Nöbetçi 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2011 tarih ve K.2011/56 sayılı yazısı ile “soruşturmanın özelliği, dosyada bulunan evraklarda şüphelilerin kimlikleri ve telefon numaraları, örgüte ait suç unsurlarının saklandığı yerlerin yazılı olduğu, iletişim tespit tutanaklarında birçok örgüt mensubunun adı geçtiğinden, diğer belgelerin aynı mahiyette olması nedeniyle evrakın şüpheliler ve vekilleri tarafından incelenmesinde sakınca bulunması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada bulunan evrakın şüpheli, müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından incelenmesi ve suret alınması hakkının kısıtlanmasına” karar verilmiştir.

60. Başvurucular, 10/9/2012 tarihli dilekçeleri ile dosyadaki evrakların ve dijital verilerin bir örneğinin kendilerine verilmesi amacıyla Savcılığa başvuruda bulunmuşlarsa da, söz konusu talep, dosyada gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle aynı gün reddedilmiştir.

61. Başvurucular, “davadaki deliller ve sanıklarla ilgili olarak defalarca ayrıntılı bir şekilde basın yayın organlarında haber yapıldığını, kamuoyunun söz konusu soruşturma ve dava hakkında bilgi sahibi olduğunu, buna rağmen kısıtlılık kararının sürdürülmesinin ve taraf olarak dosyadan örnek alma haklarının sınırlandırılmasının hukuka aykırı olduğunu” belirterek, 17/9/2012 tarihinde İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş ve soruşturma dosyasının üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını istemişlerdir.

62. İstanbul 3 No’lu (TMK 10. Maddesi ile Görevli) Hâkimliği, 25/9/2012 tarih ve Değişik İş 2012/121 sayılı kararı ile “CMK’nın 153. maddesi gereğince kısıtlılık kararı kaldırılıncaya kadar geçerlidir. Davanın iddianamesinin kabulü sonrasında CMK 153/4 gereğince mahkemesinden örnek alınabileceği açıktır.” gerekçesi ile başvurucuların taleplerini kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, 10/10/2012 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

11. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporu

63. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından, Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 2/2/2012 tarihinde tamamı 650 sayfadan oluştuğu anlaşılan bir rapor hazırlanmış olup, raporun “aynı konu ile ilgili olarak Savcılıkça yürütülmekte olan hazırlık soruşturmasının gizliliği ve diğer hususlar nedeniyle” 34 sayfalık özet bölümü Kurumun internet sayfasında (http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk50.pdf) yayınlanmıştır. Raporun yayınlanmış olan kısmında özetle;

“Gerek konuyla ilgili olarak hazırlanan raporlarda gerekse basın ve yayın organlarında pek çok iddianın ortaya atıldığı, bunların hemen hemen tamamının adli ve idari inceleme ve soruşturmaların konusu olduğu ve/veya halen sürdürülen soruşturma ve kovuşturmalarda ele alınmakta olduğunun görüldüğü,

Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak idari birimlerce 28 adet raporun yazıldığı, yargı organlarınca da 50 civarında görevsizlik, yetkisizlik, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların verildiği, ayrıca iki ana iddianame ile davaların açıldığı, iki mahkemede sanıklarla ilgili mahkûmiyet kararlarının verildiği,

AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19/1/2007 tarihinde öldürülmesi olayında Trabzon Jandarma Komutanlığı personeli ile ilgili soruşturmanın kısmen yargıya taşındığı ve bazı personelin görevi ihmal suçundan mahkûm edildikleri, MİT personeli ile ilgili soruşturma izninin verildiği ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildiği, cinayet sanığı ve cinayeti azmettirenlerle ilgili mahkûmiyet kararlarının verildiği, cinayetin arkasında başka fail ve azmettiricilerin olup olmadığı ve AİHM kararı sonrasında bazı kamu görevlileri hakkında başlatılan savcılık soruşturmalarının devam ettiğinin görüldüğü,

Hrant Dink’i öldürenlerin güvenlik kuvvetlerince çok kısa sürede yakalanmış olmasına, olay ile ilgili olarak, idari soruşturma süreçlerinin tamamlanmış ve konunun birçok yönüyle yargı organlarına intikal ettirilerek, ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamanın tamamlanmış olmasına rağmen, soruşturma ve yargılama sürecinin; sistemik bazı sorunlar nedeniyle aynı oranda etkin, düzenli ve hızlı sürdürülemediğini, bu nedenle, kamuoyu ve Hrant Dink ailesinin, cinayete ilişkin olarak gerek idare gerekse yargı organlarınca gerçekleştirilen soruşturmalardan/kovuşturmalardan tatmin olmadığı, özellikle, Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin yargılanamadığı ve yakalananlar dışındaki cinayetin gerçek faillerine ulaşılamadığı iddialarının, soruşturma/kovuşturma süreçlerinin başından itibaren eleştirilerin temelini oluşturduğu,

Hrant Dink’in yaşama hakkının korunamamasına ilişkin olarak ifade edilmesi gereken ilk hususun, güvenlik sektörü ile ilgili yapısal bazı sorunların varlığı olduğu, bu sektörde gerek koordinasyon gerekse iç/dış denetim ve sivil denetim açıklarının giderilmesi gerektiği, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un uygulamasında öteden beri var olan ‘temel algılama hatası’nın, Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde kamu görevlilerince işlendiği iddia edilen fiillerin soruşturulması ve kovuşturulmasında da kendini gösterdiği, bu itibarla, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak oluşan esas fiil kapsamında; kamu görevlilerinin ihmal ve hatalarının da adli yargı organlarınca öncelikle 5237 sayılı Kanun’un 37, 38, 39 ve 83. maddeleri uyarınca soruşturulması, kamu görevlilerinin cinayetten önce ve sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin esas niteliğinin, mutlaka ana suç kapsamında adli soruşturma ve bilhassa yargılama safhasında belirginleştirilmesi, aynı şekilde, başlatılan idari soruşturma süreçlerine rağmen herhangi bir sınırlama olmaksızın görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen fiillere ilişkin delillerin Savcılıkça toplanmasının gerektiği, böyle yapılmaması nedeniyle, bir bakıma adli yargı yerinde görülmüş olan ana davada ilgili Mahkemenin delillere ve gerçeğe ulaşma kapasitesinin sınırlandırılmış olduğu,

Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda eleştirilmesi gereken eksikliğin bir ‘yöntem yanlışlığı’ olduğu, kamu görevlilerinin silsile halinde birbirini takip eden ihmalleri; 4483 sayılı Kanun çerçevesinde bir bütün halinde incelenmediği ve gerek yetki gerekse suçun işlendiği mahal itibariyle farklı birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve incelemeler yapıldığı, söz konusu yöntem hatasının, 4483 sayılı Kanun’un ortaya çıkardığı uygulama hatalarından birine tekabül ettiği, idari soruşturma ve incelemelerde izlenen söz konusu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilememesine ve tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına yol açtığı, bu durumun, kamu görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin ciddiyetinin kavranamamasına, ana fiil ile illiyet bağının bulunup bulunmadığının sorgulanamamasına ve böylece bütünüyle idari inceleme ve soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu, aynı zamanda izlenen söz konusu yöntemin, her bir idari birimce süreç içerisindeki ihmal ve hatalarının başka birimlere kaydırılmaya/yükletilmeye çalışılması gibi reflekslerin gelişimine de sebebiyet verdiği,

Konuyla ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan tüm inceleme, araştırma ve soruşturmalara ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda özetle; Hrant Dink'e yönelik bir tehlikenin varlığının emniyet ve jandarma personelince öğrenilmiş olduğu, Hrant Dink’in korunmasına yönelik istihbarat birimlerinin gerekli çalışmaları yapmadığı ve işbirliğine gitmediği, idari makamların Hrant Dink’e yönelik oluşan riskleri bilebilecek durumda olmalarına rağmen, her kademedeki sorumluların zincirleme eylemleri sonucunda tehlikeyi önlemek için gereken tedbirlerin alınmadığı, tehlikenin gerçekleştiği ve Hrant Dink’in yaşamını yitirmiş olduğu, dolayısıyla, gerek Anayasa’nın 17. maddesinde gerekse iç hukukumuzun bir parçası durumunda olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde ifadesini bulan yaşam hakkının korunması hususundaki pozitif yükümlüğün yerine getirilmediği ve böylece ağır bir kamu hizmet kusurunun oluşumuna sebebiyet verildiği, ölüm olayının gerçekleşmesinden sonra yaşam hakkını koruma altına alan iç hukuk kurallarının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve Devlet yetkililerinin veya organlarının sorumluluklarını ortaya koymak açısından; Devlet organlarının olayın tespit edilebilen failleri ve olayda ihmal ve kusuru olan kamu görevlileri açısından hem ceza hukuku hem de disiplin hukuku alanında gereken soruşturmaların derhal başlatıldığı, idare organlarınca sürdürülen soruşturmalarda yasal olarak öngörülen süreçlere uyulmakla birlikte, gerek kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuat düzenlemelerinin niteliğinden gerekse kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen yöntemlerdeki hatalar/yanlışlıklar ve diğer eksiklikler sebebiyle yürütülen soruşturmalardan etkin bir sonuç alınamadığı kanaatine ulaşıldığı, bu açıdan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca AİHM kararından sonra bazı kamu görevlilerinin de daha önce başlatılmış olan soruşturma sürecine dahil edilmiş olması, yukarıda bahsedilen hatalı uygulamanın düzeltilmesi açısından gecikmiş de olsa olumlu görüldüğü” hususlarına yer verilmiştir.

B. İlgili Hukuk

64. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Soruşturmanın gizliliği” kenar başlıklı 157. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”

65. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153. maddesinin 21/2/2014 tarihinde yapılan değişiklikten önceki metni şöyledir:

“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.

(2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.

(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.

(5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.”

66. 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

67. 5271 sayılı Kanun’un “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” kenar başlıklı 234. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:

 a) Soruşturma evresinde;

1. Delillerin toplanmasını isteme,

2. Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme,

4. 153 üncü Maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,

…”

68. 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek kararlar” kenar başlıklı 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”

69. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesine eklenen ve 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“(3) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./19. md) Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

70. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 12/11/2012 tarih ve 2012/848 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

71. Başvurucular, birinci derece yakınları olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 2007/972 numaralı dosya üzerinden yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu, muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen noktada AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini, aynı Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan inceleme neticesinde kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmediğini belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden; ayrıca, soruşturmanın gizlilik kararına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

72. Başvurucular ek olarak, 10/9/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Hz.2007/972 sayılı dosyasından evrak talebinde bulunduklarını, ancak gizlilik kararı nedeniyle bu taleplerinin reddedildiğini, böylece yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, yine aynı Savcılık tarafından 4483 sayılı Kanun uyarınca yürütülen 2013/93822 numaralı soruşturmada kamu görevlileri hakkında soruşturma izninin verilmediğini, devletin kendini koruma refleksi sonucu bunların bağımsız ve tarafsız olmayan kurullarca özel koruma yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddeleri ile bu maddelere bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 500.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası

73. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, soruşturma sürecinin halen devam ettiği, 30/3/2012 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak başvuru yollarının tamamının tüketilmesi sonrasında yapılabileceği, bu koşulun yerine getirilmediği hususunun dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

74. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, soruşturmanın halen devam ettiğinin farkında olduklarını, ancak gizlilik kararı nedeniyle dosyanın içeriğine erişemediklerini, kısıtlama kararının kaldırılması taleplerinin reddedildiğini ve bu yöndeki başvuru yollarının tüketilmiş olduğunu, bu nedenle Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği itirazının yerinde olmadığını ileri sürmüşlerdir.

75. Öncelikle başvurucuların başvuru ehliyetleri ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatlerinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi, çocukları ve kardeşi olup, olayla ilgili olarak baştan itibaren şikâyet dilekçesi vererek, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına katılmışlardır. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucuların meşru menfaatleri olup, başvuru ehliyetleri açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

76. İkinci olarak, bir işlem ya da kararın bireysel başvuruya konu olabilmesi için bu hususta öngörülen tüm kanun yollarının tüketilmesi gerekir. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, § 20-21, 12/2/2013). Bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünde bu koşul mutlak gerekli olmasa da, yine de yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır. Başvuruya konu olayla ilgili olarak gerek başvurucuların şikâyeti gerekse resen yürütülen soruşturmalar sonucunda açılmış ve neticelenmiş olan davalar yanında, derdest olan dava ve halen yürütülen ve kesinleşmemiş soruşturmalar bulunmakta ise de, başvuru konusu olayda Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usul boyutunun, Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının belirlenmesi ikincil koruma mekanizması ile çelişmeyecektir.

77. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucuların yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir durumda başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifleri ele alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler. Soruşturmanın çok uzun sürmesi ve soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru yapılması konusunda ölenin yakınlarına karşı çok katı bir tutum takınılmamalıdır. Ancak bu durumun tespiti doğal olarak her davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 18/9/2009). Buna göre, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken, başvuru yollarının tüketilmesi hususunda karar verebilmek için, Devletin, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin tespiti gerekmektedir. İç içe girmiş olması nedeniyle kabul edilebilirlik konusundaki bu değerlendirmenin esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

78. Dolayısıyla, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialarının 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı tespit edilmiştir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucular ayrıca, birinci derece yakınları olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yürütülen soruşturmada gizlilik kararı alındığını, bu karara karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

80. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde nitelendirme konusunda değerlendirme yapılırken, somut başvuruda şikâyetlerin kaleme alınış şekli ve kapsamı dikkate alınarak, bu yöndeki şikâyetin de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

81. Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık tarafından sunulan bir görüş bulunmasa da, başvurucular, Bakanlığın nitelendirme yönündeki görüşüne karşı olarak, diğer ihlal iddialarının yanında Anayasa’nın 40. maddesine ilişkin ihlal iddialarının da Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki görüşlerinde, soruşturma dosyası üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını inceleyen hâkime başvuru yolunun çelişmeli bir muhakemenin yürütülmemesi, duruşma yapılmaması, gerekçesiz karar verilmesi yönlerinden mevcut olayda Anayasa’nın 40. maddesinin gerektirdiği güvenceleri başvuruculara sağlayan etkili bir hukuk yolu olmadığını ileri sürmüşlerdir.

82. Başvurucuların, soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiaları açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelendiğinden ayrıca bu bağlamda Anayasa’nın 40. maddesinin de ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup, bu yöndeki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

83. Başvurucular, soruşturmanın gizliliği nedeniyle yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, kamu görevlileri hakkında soruşturma yapmanın izne tabi olduğunu, dolayısıyla bu kişilerin özel koruma yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 2. 10. ve 36. maddeleri ile bu maddelere bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

84. Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına karşılık, AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğunu, başvurucuların söz konusu ceza soruşturmasında suç isnadı altında bulunmadıklarının göz önünde bulundurulması ve bu nedenle konu bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

85. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucuların bu iddiaları Anayasa’nın 36. maddesi ile ilişkili görülerek adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

86. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

87. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.

88. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

89. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22-27).

90. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz.

91. AİHM içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).

92. 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucuların ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır.

93. Başvurucular, suç işlediğini düşündükleri kişiler hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup, talepleri, yürütülen ceza soruşturması işlemleri ile ilgili tüm bilgi ve belgelere ulaşamamaları ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, hak arama özgürlüklerinin ve bu bağlamda adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ile sınırlıdır.

94. Bu nedenle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddialarının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığından, başvurunun bu kısmının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

95. Başvurucular, birinci derece yakınlarının öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu, gizlilik kararına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan incelemeler sonucunda muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen noktada AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

96. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların yaptığı başvuru üzerine AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın etkililiği bakımından AİHM kararından (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin kaydedildiği belirtilmiştir.

97. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’in yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM içtihatları bağlamında, soruşturmanın, kamunun denetimine ve mağdurun yakınlarına, meşru çıkarlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde açık (ulaşılabilir) olması gerektiği, bununla birlikte, polis tutanaklarının ve soruşturma belgelerinin açıklanması ya da yayınlanması, özel kişilere ya da diğer soruşturmalara zarar verebilecek bazı hassas (önemli) sorunlara neden olabileceğinden, açıklık şartının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. maddesinin her durumda söz konusu olan kesin (otomatik) bir gerekliliği olarak görülemeyeceği, dolayısıyla, soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartının, usulün diğer uygun aşamalarında karşılanabileceği, hatta bazı durumlarda, soruşturmanın gizli yapılmasına rağmen, elde edilen sonucun kamuya açıklanmasının yeterli olabileceği, Sözleşme’nin 2. maddesinin, soruşturma makamlarına, soruşturma sırasında ölenin yakınlarının bazı soruşturma tedbirlerinin alınması için yaptıkları her talebi karşılamaları şeklinde bir yükümlülük yüklemediği ifade edilmiştir.

98. Bakanlık görüşünde son olarak, yürürlükteki mevzuat hükümlerinin AİHM kriterleri ile büyük oranda uyumlu olduğu belirtilerek, yaşam hakkının usuli bakımdan ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

99. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, soruşturma dosyasının kısıtlılık kararı nedeniyle erişimlerine kapalı olduğunu, bu nedenle soruşturmaya dâhil edildiklerinin söylenemeyeceğini, tüm belgelere erişimlerinin gerekçesiz ve keyfi olarak mutlak bir biçimde yasaklanması, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmaması, soruşturmanın kendilerine ve kamuoyuna açıklanmamasının etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiğini belirtmişlerdir.

b. Genel İlkeler

100. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

101. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif sorumluluk yüklemektedir (AYM, E.2007/78, K.2010/120, K.T. 30/12/2010).

102. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında, devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bunun yanı sıra devlet, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır (AYM, E.1999/68, K.1999/1, K.T. 6/1/1999). Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (AYM, E.2005/151, K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, K.T. 6/1/2011).

103. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi, Devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir.

104. Ancak, özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve kendilerine verilen yükümlülükler kapsamında, bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde hiç önlem almadıkları ya da gerektiği gibi almadıklarının tespiti gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, 27229/95, 3/4/2001, §§ 89-92; A. ve Diğerleri/Türkiye, 27/7/2004, 30015/96, § 44-45; İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, 19986/06, 10/4/2012, § 28).

105. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60).

106. Buna göre, üçüncü kişilerin eylemleri sonucunda ortaya çıkan öldürme olaylarına yönelik devletin kapsamlı ve etkin bir cezai soruşturma yürütmesi yükümlülüğü bulunmaktadır. Önleyici tedbirlerin alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarından Devletin sorumluluğunu gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken “etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkililiğe dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları ele almalı, ikinci olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan Devlet görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 62; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 142).

107. Dolayısıyla devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137; Jasinskis/Letonya, 21.12.2010, B. No: 45744/08, § 72).

108. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

109. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, 26129/95, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

110. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini ve/veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan eksiklikler, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).

111. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109).

c. Bu İlkelerin Mevcut Başvuruya Uygulanması

112. Başvuru konusu olayda, başvurucuların yakını 19/1/2007 tarihinde üçüncü kişi/kişilerin eylemine bağlı olarak uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Anılan olay açısından, devletin sahip olduğu yükümlülükler arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve idari çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması sorumluluğunun (bulunup bulunmadığının) ortaya konulması gerekmektedir.

113. Devletin bu noktada bir yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için kamu yetkililerince, belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir (§ 104).

114. Ancak AİHM, aynı olayla ilgili olarak açılmış olan Dink/Türkiye davasında yaptığı incelemede, Hrant Dink’in yaşamı üzerinde açık ve yakın bir tehlikenin mevcudiyeti konusunda güvenlik güçlerinin, ilgiliye karşı olası bir saldırının yüksek olduğunu bildikleri ya da bilebilecek durumda oldukları, fakat öngörülen tehlikenin vücuda gelmesini engellemek için başvurulması gereken önlemleri almadıkları sonucuna vararak, maddi yönden Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal nedeni oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın koşullarında başvurucular Rahil Dink, Delal Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e birlikte 100.000, başvurucu Hasrof Dink’e 5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 66-75). Dolayısıyla, kamu makamlarının önlem almadaki başarısızlığı nedeniyle cinayetin işlenmesi sonucu gerçekleşen hak ihlali ile ilgili olarak, başvurucuların mağduriyeti ortadan kalkmıştır. Buna göre başvurucuların mağdur sıfatı sona erdiğinden aynı ihlal nedeninin ikinci bir kez Anayasa Mahkemesince incelenmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır.

115. Diğer taraftan AİHM aynı kararında Hrant Dink’in ölümünde ihmali olabilecek kamu görevlilerinin tespitine yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle yaşam hakkının usuli boyutunun da ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gereğini yerine getirmek Sözleşmeye göre Devletin ödevidir. AİHS’nin “kararların bağlayıcılığı ve infazı” başlıklı 46. maddesi uyarınca, taraf devletlerin AİHM’in kesinleşmiş kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu, Mahkemenin kesinleşen kararlarının, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderildiği, Bakanlar Komitesi’nin, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde olması halinde, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, bu Devlet’in aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkemeye intikal ettirme yetkisine sahip olduğu ve Mahkemenin, 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit etmesi durumunda, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne gönderebileceği dikkate alındığında, Hrant Dink ile ilgili verilmiş olan karara uygun davranılıp davranılmadığının Bakanlar Komitesi’nce denetlenmesi gerektiği açıktır.

116. Somut olayda yaşam hakkının usuli boyutuna ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için başvurucuların mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerekir. Anılan başvuruda Hrant Dink cinayetine ilişkin soruşturma dosyasının baştan itibaren açık olup, sorumluların tespitine yönelik incelemenin devam ettiği görülmektedir. Bu durumda AİHM’in ihlal kararı ile başvurucuların mağdur sıfatının sona erdiği söylenemez. Anayasa Mahkemesinin özellikle AİHM’in kararı üzerine Cumhuriyet Savcılığınca, Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmalleri görülen veya cinayetin işlenmesi organizasyonunda yer alan kamu görevlilerini belirleme ve bu eylemleri yaptırım altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerekir.

117. Başvurucular, olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini ileri sürmüşlerdir (§ 95). Bakanlığın görüş yazısında ise konu ile ilgili olarak, başvurucuların yaptığı başvuru üzerine AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın etkililiği bakımından AİHM kararından sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin kaydedildiği ifade edilmiştir (§ 96).

118. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi bir soruşturmanın etkililiğinden söz edebilmek için, soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları zorunludur. Bağımsızlık sadece hiyerarşik veya kurumsal değil, aynı zamanda pratik olarak bağımsızlığı da gerektirir (bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 120; Kelly ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30054/96, 4/5/2001, § 114). Soruşturma, sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açabilecek nitelikte olmalıdır (bkz. Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 71). Sözleşme’nin 2. maddesi anlamındaki etkili bir soruşturma için, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yürütülmesi gerekir (bkz. Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, B. No. 25965/04, 7/1/2010, § 233; Çakıcı/Türkiye [BD], B. No: 23657/94, 8/7/1999, § 80, 87, 106; yukarıda geçen Kelly ve diğerleri, § 97). Bütün bu süreçte, mağdurun yakınları, meşru menfaatlerinin korunmasının gerektirdiği ölçüde yer almalıdırlar (bkz. Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, § 82; yukarıda geçen Kelly ve diğerleri, § 98).

119. Somut olay ile ilgili soruşturmanın kamu görevlileri yönünden iki farklı usul izlenerek yürütüldüğü görülmektedir. Birincisinde, olaya karışmış olduğu iddia edilen kişilerden bağımsız olarak genel ilkeler çerçevesinde İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinden yürütülen bir soruşturma söz konusu iken, ikincisinde ise Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarınca 4483 sayılı Kanun’un öngörmüş olduğu usul kapsamında değişik soruşturma numaraları üzerinde yürütülen ve bir kısım Trabzon Jandarma görevlileri ile ilgili somut adli işlemler dışında, olayla ilgileri tespit edilen diğer kamu görevlileri yönünden kovuşturma ya da işlem yapılmasına yer olmadığı kararları ile sonuçlanan bir soruşturma söz konusudur.

120. Buna göre Hrant Dink ile ilgili AİHM kararında da (bkz. Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 82) vurgulandığı üzere, cinayetin ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca, maktulün yaşamının korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların kimliğinin de belirtilerek, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma birimlerine iletilmesine rağmen, cinayetin gerçekleştiği tarihten bireysel başvurunun inceleme tarihine kadar halen olayla ilgili ihmalleri olduğu ileri sürülen kamu görevlilerinin (§ 39) bağımsız adli birimlerce soruşturulmamış ve olaydaki rollerinin belirlenmemiş olması soruşturmanın etkililiğini zayıflatmıştır. Özellikle Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlileri ile ilgili soruşturmaların sistemik ve uygulamadan kaynaklanan bazı sorunlar nedeniyle istenilen seviyede tarafsız, etkin, düzenli ve hızlı sürdürüldüğünü söylemek mümkün değildir.

121. Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde, kamu görevlilerinin cinayetten önce veya sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin soruşturulmasının 4483 sayılı Kanun kapsamında yapıldığı, dolayısıyla cinayetin işlenmesinde ihmalleri olduğu ileri sürülen güvenlik personeli hakkındaki soruşturmaların yapılmasının bu görevlilerin amiri olan Vali tarafından sağlandığı, inceleme sonucunda Valinin soruşturma izni vermediği, bu karara karşı yapılan itirazın Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği dikkate alındığında, bu durumun kamu görevlilerinin sorumluluğunu tespite yönelik olarak etkili soruşturmayı, özellikle de bu kişilere atfedilebilecek fiillerin ana suç kapsamındaki soruşturma ve yargılama aşamalarında belirginleşmesini engellediği görülmüştür. Yetkili makamların maddi gerçeğe ulaşmaya yönelik etkili soruşturma ve kovuşturma yapmaları beklenir. Bu konuda gerekli özenin gösterilmediği durumlarda ise, 4483 sayılı Kanun’un öngördüğü soruşturma usulünün yaşam hakkının korunması bakımından kamu görevlilerinin muhtemel sorumluluklarını ortaya çıkaracak etkili soruşturmanın yapılmamasına neden olduğu söylenebilir.

122. Diğer taraftan Devlet Denetleme Kurulu Raporunda da belirtildiği gibi, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda 4483 sayılı Kanun’un ortaya çıkardığı uygulama hatalarından birisi de “yöntem yanlışlığı” olup, kamu görevlilerinin silsile halinde birbirini takip eden ihmallerinin 4483 sayılı Kanun çerçevesinde bir bütün halinde incelenmeyerek, gerek yetki gerekse suçun işlendiği mahal itibariyle farklı birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve incelemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilememesine, tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına, kamu görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin ciddiyetinin kavranamamasına, ana fiil ile illiyet bağının bulunup bulunmadığının tartışılmamasına ve böylece bütünüyle idari inceleme ve soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu saptanmıştır (§ 63).

123. Somut olayda Devlet Denetleme Kurulu Raporunda işaret edilen ve AİHM’in de ihlal nedeni olarak saptadığı hususlarda etkili bir soruşturmanın yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla ihlale dayalı mağduriyetin de giderilmediği anlaşılmaktadır. Zira olaylar silsilesinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin etkili bir yargısal sistem kapsamında sorumluluklarının belirlenmesi ve gerekiyorsa cezalandırılmalarına ilişkin devletin pozitif ödevinin yerine getirilmesinde AİHM değerlendirmelerinin gereği gibi dikkate alınmadığı, sistem sorunları ve yöntem yanlışlıklarının giderilmesi çabalarının gerekli özen, ivedilik ve sorumluluk içinde yürütülmediği, buna ilişkin belirtilerin de tatmin edici olmaktan uzak olduğu saptanmıştır. Ayrıca soruşturma sürecinde ilgili kamu görevlilerinin ifadelerine bile başvurulmadan verilmiş olan takipsizlik kararlarının başlı başına ihlal nedeni olması karşısında, soruşturmanın takibi için geçen süreyi makul kabul etmeye yarayacak kabul edilebilir, şeffaf bilgilere ve bulgulara ulaşılamadığı da dikkate alındığında, soruşturmanın, devletin pozitif yükümlülüğüne uygun olarak etkili bir şekilde yürütüldüğü söylenemez.

124. Buna göre gerek kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuatın uygulanmasında gerekli özenin gösterilmemesi ve kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen yöntemlerdeki hatalar gerekse de adli birimlerin yeterince hızlı ve özenli davranmamaları sebepleri ile; olay kapsamında ihmalleri olduğu ileri sürülerek kimlikleri tespit edilen İstanbul ve Trabzon’daki kamu görevlilerinin cinayetin üzerinden uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen halen ifadelerinin bağımsız adli birimlerce alınamadığı, olaydaki rollerinin saptanamadığı, öldürülenin yakınlarının ancak kendi çabalarıyla soruşturma sürecinden haberdar olabildikleri ya da katılabildikleri, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılamadığı anlaşılmış olduğundan, hakkın özüne zarar verecek şekilde yürütülen bu soruşturmanın bir bütün olarak etkisiz olduğunun kabul edilmesi gerekir.

125. Soruşturmanın etkili olmadığı saptandığından, başvurucuların, soruşturma evresinde kısıtlılık kararı verilerek dosyanın kendilerine karşı gizli tutulmasının ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmamasının hak ihlali oluşturduğu yönündeki şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

126. Açıklanan nedenlerle, Hrant Dink cinayetinde sorumlulukları ve ihmalleri olduğu iddia edilen Trabzon jandarma ve emniyet personeli ile İstanbul emniyet görevlileri ve mülki amirleri hakkında özellikle AİHM kararı üzerine yeniden açılan soruşturmanın bir bütün olarak etkili olmadığına ve Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olan usul yükümlülüğün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

127. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

128. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir.

129. Başvurucuların aynı iddialar kapsamında yaptıkları başvurular sonucunda AİHM’in 14/9/2010 tarihli kararı ile 105.000 Avro (§ 36); İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararı ile de 100.000 TL tazminat ödenmesine (§ 52) karar verildiği tespit edildiğinden, bu konuda ayrıca bir tazminat ödenmesine gerek görülmemiştir.

130. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği şeklindeki iddiaları içeren bölümünün “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul yönünden ihlal edildiği şeklindeki şikâyetlerini içeren kısmının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının Devletin usul yükümlülüğü yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca İstanbul ve Trabzon Cumhuriyet Başsavcılıklarına; bir örneğinin de aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucular ile Adalet Bakanlığına gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HÜSEYİN ÇAT ve DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8475)

 

Karar Tarihi: 21/5/2015

R.G. Tarih- Sayı: 8/8/2015-29439

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

Raportör

:

Recep BENLİ

Başvurucular

:

1. Hüseyin ÇAT

 

 

2. Fatma ÇAT

 

 

3. Hasan ÇAT

 

 

4. Hanım ÇAT

 

 

5. Medine YÜCETÜRK

 

 

6. Hatice KİRAZ

 

 

7. Gülen GÖKTAŞ

 

 

8. Ali ÇAT

 

 

9. Tülay ALGÜL

Vekili

:

Av. Vedat AYTAÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, yakınlarının 1999 yılında Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik görevlilerince öldürüldüğünden bahisle açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkı, işkence yasağı, eşitlik ilkesi, etkili başvuru ve makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 6/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Ankara 6. İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 10/4/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 16/6/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucular vekiline 23/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların tutuklu olarak Ulucanlar Cezaevinde bulunan yakını Abuzer Çat, 26/9/1999 tarihinde güvenlik görevlilerince yapılan (kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen) operasyonda yaşamını yitirmiştir.

9. Başvurucular Abuzer Çat’ın operasyon sırasında ölmesi nedeniyle 22/9/2000 tarihinde Adalet Bakanlığına başvurarak idarenin hizmet kusuruna dayanarak 10.000 TL maddi, 24.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Taleplerine cevap verilmemesi üzerine, Adalet Bakanlığı aleyhine 22/3/2001 tarihinde 10.000 TL maddi, 24.000 TL manevi tazminat istemiyle dava açmışlardır.

10. Ankara 6. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi), yaptığı yargılama sonunda 12/3/2003 tarihli ve E.2001/364, K.2003/343 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar vermiştir.

11. Adalet Bakanlığının kararı temyiz etmesi üzerine Danıştay 10. Dairesi, 15/11/2006 tarihli ve E.2003/5895, K.2006/6372 sayılı kararıyla İdare Mahkemesinin kararının kabule ilişkin kısmının bozulmasına, redde ilişkin kısmın onanmasına karar vermiştir.

12. İdare Mahkemesi, 14/3/2007 tarihli ve E.2007/90, K.2007/671 sayılı kararı ile Danıştayın bozma kararına karşı direnme kararı vermiştir.

13. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 28/4/2011 tarihli ve E.2007/90, K.2011/282 sayılı kararı ile, bozma kararının onanmasına karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu da aynı Kurul tarafından reddedilmiştir.

14. Belirtilen süreç sonrasında yürütülen yargılama neticesinde İdare Mahkemesi, 3/7/2013 tarihli ve E.2013/962, K.2013/1234 sayılı kararında, bozma kararına uyarak davanın reddine hükmetmiştir. Anılan kararda başvuru konusu olayların gelişimi ve ulaşılan sonuç şu şekilde ifade edilmiştir:

"... Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevinin 4 ve 5. koğuşlarındaki terör örgütü mensubu hükümlü ve tutukluların, 2-9.1999 tarihinden itibaren, adli tutukluların kaldığı 7 nolu koğuşu işgal ettikleri, anılan tarihten sonra, söz konusu koğuşların hükümlü ve tutukluları tarafından sayım vermeme, görevli personeli koğuşa almama gibi eylemlerin başlatıldığı, Cezaevi 2. Müdürünün 20.9.1999 tarihinde, anılan tutuklularca gözetlemeyi engellemek amacıyla gazete ve kağıt parçalarıyla kapatılan bölümü açmak istediği sırada, tutuklularca 12 kg'lık büyük tüpe takılan hortumlardan bırakılan gazın ateşlenmesi sonucu, yanma tehlikesi geçirdiği, bu olaylara ilişkin olarak idare tarafından tutulan 26.9.1999 tarihli olay tutanağında; "Ankara Kapalı Cezaevinde terör suçlularının kaldığı 4-5 ve terör bayanlar koğuşunda ciddi boyutta tünel kazıldığı ve silah olduğuna dair Jandarma Alay Komutanlığı ve il Emniyet Müdürlüğünden istihbarı yazılar geldiği, ayrıca 2.9.1999 tarihinde bu koğuşlarda kalan terör suçlularının, koğuşun havalandırma duvarını yıkarak, 7. koğuşun işgal edildiği, koğuşta kalan adli tutukluların koğuş bahçesine çıkarıldığı, bu eylemlerinden sonraki, sayım vermeme, görevli personeli gözetim ve denetim için koğuşa almamak ve koğuş kapılarını kapattırmamak gibi eylemleri nedeniyle, bu koğuşlarda arama yapılamaması üzerine, 26.9.1999 günü, saat 04:00'te genel arama yapma amacıyla jandarma kuvvetlerince tedbir alındığı, anılan koğuşlara gidildiğinde ise, söz konusu hükümlü ve tutuklularca önceden hazırlanan barikatların havalandırma ve koğuş kapılarına kurulduğunun görüldüğü, ayrıca cezaevi personeline ve güvenlik güçlerine karşı ateşli silah, molotof kokteyli ve tüplerle saldırıda bulunulduğu, Jandarma Komutanının, megafonla, yalnızca arama yapılacağını anons etmesine rağmen, hükümlü ve tutuklularca, molotof atılmasına, tüpün ağzına hortum bağlayarak ateş püskürtülmesine ve koğuştan silah atılmasına devam olunması üzerine, jandarma kuvvetleri tarafından göz yaşartıcı bomba kullanıldığı, daha sonra da, müteaddit kereler, yalnızca arama yapılacağı, teslim olmaları gerektiği anons edilmiş ise de, müsbet cevap alınamadığı, bunun üzerine Jandarma kuvvetlerinin 5. koğuşa yönelmesi ile, 4. koğuşta toplanan ve direniş gösteren hükümlü ve tutuklulara bir kez daha teslim olmaları, aksi halde zor kullanılacağı yönünde anons yapıldığı ancak, silah ve tüpe bağlı hortumdan püskürtülen alevlerle cevap verildiği, direnişin ısrarla sürdürülmesi üzerine, barikatların bulunduğu koğuş bahçe kapısının açılması çalışmalarına başlandığı, bunun üzerine koğuşa göz yaşartıcı bomba atılarak, tekrar teslim ol çağrısı yapıldığı, tekraren müsbet bir cevap alınamaması üzerine de, koğuşa, güvenlik kuvvetlerinin operasyonu sonucunda girilebildiği ve operasyon sonucunda eyleme katılan mahkumlardan bir kısmının hayatını kaybettiği bir kısım güvenlik görevlisinin de yaralandığının belirtildiği anlaşılmaktadır.

Olaydan sonra yapılan aramalarda, 7.62 mm çaplı otomatik bir tüfek, 9 mm çaplı 3 adet tabanca, 7.65 mm çaplı 2 adet tabanca, 2 adet kalem tabanca, 18 kalibre Av tüfeği, 16 kalibre av fişekleri ve ses fişeğinin ele geçirildiği belirtilmiştir.

Buna göre, cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.

Bu bağlamda, davacılar yakınının ölümüne neden olan, cezaevinde çıkan olaylarda davacılar yakınının da etkin bir şekilde rol aldığı, cezaevine müdahale sırasında hükümlü ve tutukluların güvenli bir şekilde olay yerinden uzaklaştırıldığı dosyada bulunan tüm bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

 Öte yandan, kusursuz sorumluluk ilkesine göre, tazmini gereken bir zararın bulunmadığı tartışmasızdır."

15. Başvurucular bu kararın 31/10/2013 tarihinde kendilerine tebliğ edildiğini beyan ederek 6/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

16. UYAP kayıtlarından yapılan incelemede bu kararın başvurucular tarafından 2/12/2013 tarihinde temyiz edildiği ve Danıştay 10. Dairesinin 14/5/2014 tarihli ve E.2014/228, K.2014/3025 sayılı kararı ile kararın usul ve hukuka uygun bulunarak onanmasına karar verildiği tespit edilmiştir.

17. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili olarak yapılan adli soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25/12/2000 tarihli ve E.2000/2083 sayılı iddianamesi ile 161 kamu görevlisi hakkında “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, iddianameye göre Abuzer Çat’ın ateşli silah (uzun namlulu) mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı trakca, sağ ve sol akciğer delinmesi sonucu iç kanama nedeniyle öldüğü ve kamu davasının yargılamasının halen derdest olduğu bildirilmiştir. Başvuru evrakı içerisinde mevcut olan Abuzer Çat’a ait otopsi raporundan 26/9/1999 tarihinde meydana gelen olay sonrasında 28/9/1999 tarihinde yapılan otopsi işlemiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlandığı anlaşılmıştır.

18. Bu bilgi doğrultusunda UYAP kayıtları incelendiğinde, Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2001/13 sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılama sonunda 24/9/2008 tarihli ve K.2008/314 sayılı karar ile yargılanan kamu görevlileri hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49/1-3 maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği, kararın dosyanın katılanları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 1/10/2013 tarihli ve E.2012/2289, K.2013/5377 sayılı ilamıyla “Bu dosya ile aralarında hukuki ve fiili irtibat bulunan, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının birleştirilmesi olanağının araştırılmasına karar verilmiş ve karar kesinleşmişse dosyanın getirtilip bu dosya arasına konulması, kanıtların birlikte değerlendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin düşünülmemesi”gerekçesiyle bozulduğu, bozma kararı üzerine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2002/76 sayılı dosyasının 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/452(bozma sonrası yeni esas numarası) sayılı dosyası ile birleştirildiği, yargılamanın E.2013/452 sayılı dosya üzerinden halen devam ettiği, 26/3/2015 tarihinde yapılan celsede bir kısım sanıklar hakkında çıkarılan yakalama emirlerinin infazının beklenmesine karar verilerek duruşmanın 2/7/2015 tarihine ertelendiği görülmüştür.

B. İlgili Hukuk

19. 1/3/1926 tarihli Mülga ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 49. maddesi şöyledir:

“ 1- Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,

2 - Gerek kendisinin gerek başkasının nefsine veya ırzına vukubulan haksız bir taarruzu filihal defi zaruretinin bais olduğu mecburiyetle,

3 - Gerek nefsini ve gerek başkasını vukuuna bilerek mahal vermediği ve başka türlü tahaffüz imkanıda olmadığı ağır ve muhakkak bir tehlikeden muhafaza etmek zaruretinin bais olduğu mecburiyetle, işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez.

Bir numaralı bentte gösterilen halde merciinden sadır olan emir hilafı kanun olduğu takdirde neticesinden hasıl olan cürme müterettip ceza emri veren amire hükmolunur.”

20. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 21/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 6/11/2013 tarih ve 2013/8475 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

22. Başvurucular, olay anında tutuklu olan yakınlarının güvenlik görevlilerinin orantısız güç kullanımı sonucu yaşamını yitirdiğini, açtıkları tazminat davasının makul sürede bitirilemeyerek reddedildiğini, açtıkları davanın yakınlarının müterafık kusuru ve olaylara etkin katılımı nedeniyle reddedildiğinin belirtilmesine rağmen, yakınları ve diğer tutuklu ve hükümlüler hakkında kesin bir hükmün bulunmadığını, yargılama boyunca verilen kararların hukuki gerekçeden yoksun olduğunu, yakınlarının ne şekilde olaylara katıldığı ve hangi fiilleri ile müterafık kusurun oluştuğunun açıklanmadığını, isnat edilen fiil ve suçların şahsileştirilmediğini belirterek, yaşam hakkının, işkence yasağının, etkili başvuru hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşler, her başvurucu için ayrı ayrı 200.000,00 TL manevi, 100.000,00TL maddi tazminat talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

23. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin annesi, babası ve kardeşleridir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B.No: 2013/841, 23/1/2014, § 65).

24. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle her ne kadar başvurucular işkence yasağının, etkili başvuru hakkının, kanun önünde eşitlik ilkesinin de ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de, başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi ve 36. maddesi ile ilişkili görülerek, yaşam hakkı ve adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Başvurucuların, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararını onaması sonucu İdare Mahkemesince verilen 3/7/2013 tarihli kararı temyiz etmeden 6/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulundukları anlaşılmıştır.

26. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için olağan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Ancak somut olayda başvurucu açısından temyiz yoluna başvurulması, tüketilmesi gerekli bir yol olarak kabul edilemez. Zira aynı karara yönelik olarak temyiz mercileri kararlarını vermişler ve derece Mahkemesince de temyiz mercilerinin verdikleri karar doğrultusunda hüküm kurulmuştur. Başvurucular Mahkemece verilen ilk karara yönelik olarak, olayın şartları dâhilinde, olağan kanun yollarını tüketmek için kendilerinden beklenen her şeyi yapmışlardır. Bu aşamadan sonra başvuruculardan İlk Derece Mahkemesince verilen son karara yönelik olarak da temyiz yoluna başvurmasını beklemek, bireysel başvuru hakkının kullanılması önünde orantısız bir engel oluşturabilir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7521, 4/12/2013, § 31).

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

i. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

27. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığından kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

 ii. Gerekçeli Karar Hakkının İhlal Edildiği İddiası

28. Başvurucular yapılan yargılama boyunca verilen kararların hukuki gerekçeden yoksun olduğunu, yakınlarının hangi şekilde olaylara katıldığı, hangi fiilleri ile müterafık kusur yarattığına ilişkin gerekçeli kararlarda bir açıklama olmadığını ileri sürmüşlerdir.

29. Anayasa'nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."

30. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (Vedat Benli, B. No: 2013/307, § 30, 16/5/2013).

31. Derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Ancak ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması halinde, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir. (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56)

32. Gerekçeli karar hakkı bakımından, temyiz merciinin, yargılamayı yapan mahkemenin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya aynı gerekçeyi kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir. Burada önemli olan husus, temyiz merciinin bir şekilde temyizde dile getirilmiş ana unsurları incelediğini, derece mahkemesinin kararını inceleyerek onadığını ya da bozduğunu göstermesidir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 50)

33. Somut olayda, İdare Mahkemesi, tarafların iddia ve savunmaları ile tüm dosya kapsamını dikkate alarak, hukuk kuralları ile dava konusu müdahale işlemini değerlendirmiş ve davanın reddine karar vermiştir. Danıştay 10. Dairesi tarafından da Mahkemece verilen kararın gerekçesine atıf yapılarak ve bu gerekçe kabul edilerek hüküm onanmıştır. Dolayısıyla temyiz üzerine verilen kararın da gerekçesiz olduğundan söz edilemez.

34. Açıklanan nedenlerle, gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlalin olmadığı açık olduğundan, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası

i. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

35. Başvurucular başvuru formunda yakınlarının ölümü ile sonuçlanan cezaevi operasyonuna ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturması sürecinden bahsetmemişlerse de Bakanlık görüşü ve ekinde sunulan belgeler doğrultusunda yaşam hakkının usuli boyutuna ilişkin değerlendirme yapılması zorunluluğu ortaya çıktığından başvurunun bu yönüyle incelenebilmesi için kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

36. Başvurucular yakınlarının Ulucanlar Cezaevinde tutuklu olarak bulunduğu dönemde cezaevine yapılan operasyon sırasında orantısız güç kullanımı sonucu öldürüldüğünü, açtıkları tazminat davasında yakınlarının müterafık kusuru ve olaylara etkin katılımı olduğunun belirtilmesine rağmen, yakınları hakkında buna ilişkin kesin bir hükmün bulunmadığını, isnat edilen fiil ve suçların şahsileştirilmediğini belirterek, davanın reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

37. Adalet Bakanlığı görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından yaşam hakkının ihlali iddiasına ilişkin değerlendirmede, başvurucuların yakınının 26/9/1999 tarihinde ölümüyle ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması sonrasında açılan kamu davasının Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/452 sayılı dosyasında devam ettiği hususunun değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır.

38. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

39. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

40. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup, bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

41. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca, başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

42. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

43. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50-51).

44. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturma ve oluşturulan bu çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, § 52).

45. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip olduğu “hiçbir bireyin yaşamına son vermeme” negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann/Birleşik Krallık, B.No: 18984/91, [BD], 27/9/1995, § 148). 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde de belirtildiği üzere, güç kullanımı, bedenî kuvvet kullanılması, diğer maddî güç araçlarının kullanılması veya silah kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

46. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasına göre, kamu görevlilerince güç kullanılmasının bir anlamda en ağır düzeyini ifade eden silah kullanılmasına “meşru müdafaa” ile “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması” gibi kuralda sayılan durumlarda cevaz verilebilecektir. Ancak söz konusu durumlarda, öldürücü kuvvete başvurulmasının yaşam hakkının ihlalini doğurmaması için, güç kullanmayı gerekli kılacak “zorunlu bir durum”un varlığı aranacaktır. (Cemil Danışman, § 45).

47. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu durumlarda” ve (silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten) “ölçülü” bir biçimde silah kullanabilmelerine izin verdiği söylenebilecektir. (Cemil Danışman, § 50).

48. Anayasamızdaki düzenlemeye benzer şekilde, AİHS’nin 2. maddesine göre bir ölüm, a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması; b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme; c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında, “mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı” sonucunda meydana gelmişse, yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez. (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 51).

49. Somut olaya ilişkin bilgi ve belgeler incelendiğinde, başvurucular yakınlarının cezaevine yapılan operasyon sırasında güvenlik güçlerince ateşli silah kullanılması sonucu ölmesi sonucu idarenin hizmet kusuruna dayanarak Ankara 6. İdare Mahkemesinde açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerse de, UYAP kayıtlarından elde edilen bilgilere göre başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili olarak yapılan adli soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 161 kamu görevlisi hakkında “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından dolayı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı ve yargılamanın halen devam ettiği tespit edilmiştir.

50. Başvurucular başvuru formunda kamu görevlileri hakkında yapılan ceza soruşturması sonucu açılan kamu davasından bahsetmemişlerse de, kamu görevlileri hakkında devam eden ceza yargılaması sonuçlanmadan, kolluk güçlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı “zorunlu durumlarda” ve (silah kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten) “ölçülü” bir biçimde silah kullanıp kullanmadıklarına, dolayısıyla yaşam hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme yapılabilmesi mümkün görülmemektedir.

51. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların yakınının güvenlik güçlerinin cezaevine yaptığı operasyon sonucu ölmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı bireysel başvuru yapılmadan önce usulüne uygun şekilde tüketilmeden temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu yönünün "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Yaşam Hakkının Usuli Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

52. Her ne kadar başvurucular, başvurularında yakınlarının ölümü ile sonuçlanan operasyona ilişkin ceza soruşturmasından bahsetmemişlerse de, yaşam hakkına ilişkin değerlendirme yapılırken halihazırda devam eden (§18) ceza yargılamasının etkililiği hususunun değerlendirilmesi gerekliliği bulunmaktadır. Ancak bu değerlendirme yapılırken ceza yargılaması sürecinin tamamlanmaması nedeniyle sadece soruşturma ve kovuşturmanın makul bir süre ve özenle sürdürülüp sürdürülmediği hususu irdelenecektir.

53. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usulî boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkan tanıyan bağımsız bir soruşturmanın da yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 94). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

54. Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder bir biçimde yaşamına son verildiğine veya herhangi bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu çerçevede, kamu otoritelerinin silah kullanımı sonucu ortaya çıkan ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların, yasa dışı silah kullanımının önlenmesini güvence altına alacak nitelikte kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, §§ 161-163). Bu tür olaylara ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada da) bağımsız olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4 /5/2001, § 106).

55. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

56. Bununla birlikte soruşturmada makul bir hız ve özen gösterme zorunluluğu zımnen mevcuttur. Şüphesiz bazı özel durumlarda soruşturmanın ilerlemesini önleyen engellerin ya da güçlüklerin bulunabileceğini kabul etmek gerekir. Ancak, öldürücü güç kullanılmasıyla ilgili bir soruşturmada yetkililerin çabuk hareket etmeleri, halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği ve bu eylemlerin teşvik edildiği görünümü verilmesinin engellenmesi için esaslı bir unsurdur. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maiorano ve dğerleri/İtalya, 28634/06, 15/12/2009, §124).

57. Somut olayda Bakanlık görüşüne göre, ölüm orucu ve açlık grevine zorlanan tutuklu ve hükümlüleri baskılardan kurtarma amacıyla 26/9/1999 tarihinde Ulucanlar Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen bir operasyon düzenlenmiştir. Operasyonda başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu beş tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetmiş, bir çok tutuklu ve hükümlü de yaralanmıştır. Müdahale esnasında güvenlik güçlerinden de yaralananlar olmuştur. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/9/1999 tarihinde yapılan otopsi işlemiyle soruşturmaya başlandığı tespit edilmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda beş tutuklu ve hükümlünün ölümü, kırkyedi tutuklu ve hükümlünün yaralanması ile sonuçlanan operasyonla ilgili olarak 161 kamu görevlisi hakkında 25/12/2000 tarihinde “Kanunun bir hükmünü veya yetkili merciden verilip infazı vazifeden zaruri olan bir emri ifa suretiyle ölüme ve yaralamaya sebep olmak” suçlarından dolayı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 24/9/2008 tarihinde kamu görevlileri hakkında 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 49/1-3 maddeleri uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, kararın dosyanın katılanları tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi 1/10/2013 tarihli ilamıyla Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dosyayla bu dosyanın birleştirilmesi gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma sonrası her iki dosya birleştirildikten sonra yargılamaya devam edilmiş ve 26/3/2015 tarihinde yapılan duruşmada bir kısım sanıkların hakkında çıkarılan yakalama emirlerinin infazının beklenmesine karar verilerek duruşmanın 2/7/2015 tarihine ertelenmesine karar verilmiştir.

58. Devam etmekte olan ceza yargılamasında altı müşteki, altmış dokuz mağdur ve yüz altmış bir sanık olması, olayın ciddiyeti ve karmaşıklığı nedeniyle dosyanın ilerlemesinde güçlükler yaşanması kaçınılmaz kabul edilse bile bu soruşturma ve kovuşturma sürecinin yaklaşık 15 yıl 8 aydır devam etmesinin, öldürücü güç kullanılmasıyla ilgili bir soruşturmada halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi ilkesiyle bağdaşmadığı değerlendirildiğinden soruşturmanın hızlı ve yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır.

59. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların yakınının Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası

60. Başvurucular 2001 yılında idari yargıda açmış olduğu davaya ilişkin yargılamanın makul sürede tamamlanmayarak Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

61. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).

62. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41–45).

63. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucuların yakınının ceza infaz kurumuna kolluk kuvvetlerince yapılan operasyon sırasında hayatını kaybetmesinden dolayı uğradıkları zararın tazminini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, bu sorunun çözümüne yönelik olan ve 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.

64. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular açısından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru açısından süre başlangıcı olarak başvurucuların Adalet Bakanlığına müracaat ettikleri 22/9/2000 tarihi kabul edilmiştir.

65. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Ancak devam eden yargılamalara ilişkin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasını içeren başvuruların yargılama faaliyetinin devamı sırasında da yapılabilmesi olanağı bulunduğundan, değerlendirmeye esas alınacak sürenin bitiş anı bireysel başvurunun karara bağlandığı tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52). Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucuların temyiz talebi hakkında verilen Danıştay 10. Dairesinin E. 2014/228, K.2014/3025 sayılı kararının verildiği tarih olan 14/5/2014 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.

66. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, idari yargıda açılan ve başvurucuların yakını olan Abuzer Çat’ın, 26/9/1999 tarihinde güvenlik görevlilerince Ulucanlar Cezaevine yapılan operasyonda yaşamını yitirmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle uğranılan zararların tazmini istemini konu alan tam yargı davasında ilk derece mahkemesince 12/3/2003 tarihinde dosyanın karara bağlandığı, kararın temyiz edilmesi üzerine 15/11/2006 tarihinde Danıştay 10. Dairesince bozma kararı verildiği, İdare Mahkemesinin, 14/3/2007 tarihinde direnme kararı verdiği, direnme kararı üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28/4/2011 tarihinde bozma kararını onadığı, bunun üzerine İdare Mahkemesinin 3/7/2013 tarihinde bozma kararına uyarak davanın reddine karar verdiği, kararın başvurucular tarafından 2/12/2013 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Danıştay 10. Dairesinin 14/5/2014 tarihli kararıyla İdare Mahkemesi kararının onandığı anlaşılmaktadır.

67. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 20).

68. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, § 54-60).

69. Başvuruya konu davada yer alan kişi sayısı itibarıyla karmaşık olmadığı görülen davaya bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve 13 yıl 7 ayı aşkın yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

70. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

71. Başvurucular, başvuruya konu olay nedeniyle zarara uğradıklarından bahisle açtıkları tam yargı davasının aleyhlerine sonuçlanmasına dair kararların hak ihlaline yol açtığının Mahkeme tarafından tespiti halinde, her başvurucu için ayrı ayrı 200.000,00 TL manevi, 100.000,00TL maddi tazminat talep etmişlerdir.

72. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

73. Başvurucuların tarafı oldukları uyuşmazlığa ilişkin 13 yıl 7 ayı aşan idari yargı süreci ve 15 yıl 8 aydır devam eden ceza soruşturması süreci nazara alındığında, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucular Hüseyin Çat ve Fatma Çat’a aralarında ekonomik birlik bulunması dikkate alınarak takdiren net 25.000,00 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine, diğer başvuruculara ayrı ayrı takdiren net 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

74. Başvurucular tarafından yargılama süresinin uzunluğu nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

75. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. Başvurucuların,

1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının esas yönünden ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru yollarının tüketilmemesi" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

5. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

6. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvuruculardan Hüseyin Çat ve Fatma Çat’a net 25.000,00 TL TAZMİNATIN MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, diğer başvuruculara net 20.000,00 TL TAZMİNATIN AYRI AYRI ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

21/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAKBULE TALAY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8592)

 

Karar Tarihi: 6/1/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 11/3/2016-29650

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Makbule TALAY

Vekili

:

Av. Nejdet EDEMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yakının ölümü ile sonuçlanan olaya ilişkin soruşturma ve akabinde yapılan kovuşturmanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/11/2013 tarihinde Van 5. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/12/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 13/2/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 8/4/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/5/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden incelenen başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun oğlu olan Şükrü Talay (Ş.T.) 29/8/1997 tarihinde arkadaşları M.Ç. ve İ.T. ile Van ili merkezinden köyüne gitmek üzere İ.T.ye ait kamyonetle yola çıkmıştır.

9. Aynı tarihte Van ilinde geçici görevli bulunan Hakkari Emniyet Müdürlüğü Özel Hareket Şube Müdürlüğünde görevli olan bir kısım polis memuru, Hakkari iline gitmek üzere saat 14.00 sıralarında araçlarıyla yola çıkmış, saat 15.10’da Van-Hakkari kara yolu üzerinde bulunan Güzeldere mevkiine geldikleri sırada bir kamyoneti yolda ters çeviren terör örgütü mensupları ile ağır silahlı çatışmaya girmiştir.

10. Çatışma sonucunda terör örgütü mensupları olay yerinden kaçarak uzaklaşmış, o sırada Albayrak Jandarma Komutanlığında görevli bulunan uzman çavuş M.T.ye, Güzeldere geçidinden polis memurlarının bulunduğu bölgeye doğru şüpheli bir aracın gelmekte olduğu telsiz anonsu ile bildirilmiş, bunun üzerine M.T., durumu hemen polis memurlarına iletmiştir.

11. Polis memurları, bu bilgi üzerine Van istikametinden gelen araçları durdurarak araçta bulunan kişileri aramaya başlamışlar, bu sırada aynı istikametten gelmekte olan Ş.T. ve arkadaşlarının içinde bulunduğu aracı da durdurmuşlardır.

12. Polis memurlarının arama yapılacağından bahisle Ş.T. ve arkadaşlarına araçtan inmelerini söylemeleri üzerine M.Ç. ve İ.T. bu isteğe uymuş ancak Ş.T. bu isteği reddetmiştir.

13. Akabinde bu polis memurlarından bazıları, Ş.T.yi çekerek araçtan indirmiş; silah dipçiği ile vurmaya ve tekmelemeye başlamışlardır. Bu arada olay yerine gelen Uzman Çavuş M.T. ve jandarma erleri, bu memurların Ş.T.ye daha fazla vurmalarına engel olup olayı sonlandırmıştır.

14. Bir süre dipçiklenip tekmelenen ve aldığı darbelerin şiddeti nedeniyle yerde yaralı bir vaziyette kalan Ş.T., olay yerinde durdurulan başka bir araçta bulunan tanık Ö.K. tarafından bir jandarma erinin de yardımıyla kucaklanarak aracına götürülmüştür.

15. Tanık İ.T., tedavi için doktora gitmeyi kabul etmeyen Ş.T.yi başvurucunun (Ş.T.nin annesi) bulunduğu köye götürmüştür. Ş.T., olayın gerçekleştiği ve annesinin yanına geldiği tarihten iki gün sonra 31/8/1997 tarihinde yaşamını yitirmiştir.

16. Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmış, nöbetçi Cumhuriyet Savcısınca aynı tarihte Ş.T.ye ait ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış, çeşitli bölgelerinde birçok darp ve cebir izi tespit edilerek hakkında sistematik otopsi işlemine karar verilmiştir.

17. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulunun (Adli Tıp Kurumu) 19/6/1998 tarihli raporunda “maktulün tüm vücuduna yönelik ağır ve yaygın künt travmalara maruz kaldığı, travmatik değişimlerin genişliği ve yaygın doku için kanamaların ağırlığı dikkate alındığında, maktulün, yaygın künt genel beden travmasına maruz kalmış olduğu ve bu travmaların ölümde etkili olacağı, ancak olayın gelişimi ve olgunun öyküsü bilinmediğinden mevcut verilerle ölüm sebebinin belirlenemediği” tespitine yer verilmiştir.

18. Soruşturmada Cumhuriyet Savcılığınca olay hakkında görgüleri olduğu tespit edilen tanıkların ifadeleri alınmış, ilgili Emniyet Müdürlüğünden olay tarihinde söz konusu bölgede görevli olan personelin açık kimliklerinin bildirilmesi ile fotoğraflarının gönderilmesi istenmiş, sonrasında şüphelilere ait bu fotoğraflar tanıklara gösterilmek suretiyle teşhis işlemi yaptırılmıştır.

19. Yapılan bu işlemlerden sonra Cumhuriyet Başsavcılığının 19/10/1998 tarihli kararı ile şüphelilerin kamu görevlisi olduğu gerekçesiyle haklarında görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Hakkari Valiliğine gönderilmiş; Hakkari İl İdare Kurulunun 26/9/1999 tarihli ve 1999/43 numaralı “lüzumu muhakeme kararı” ile şüpheliler Özel Harekat polis memurları M.A., M.Ö., H.B., M.İ., E.Y. ve U.D. hakkında kastı aşmak suretiyle öldürme suçundan ayrı ayrı cezalandırılmaları talebiyle Hakkari Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

20. Davaya bakan Hakkari Ağır Ceza Mahkemesi, suç yerinin Van iline bağlı Başkale ilçesi olması nedeniyle 12/3/2001 tarihinde yer bakımından yetkisizlik kararı vererek dosyayı Van 1. Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) göndermiştir.

21. Dava dosyası yetkisizlik kararı ile uhdesine gelen Van 1. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında başvurucu davaya müdahil sıfatıyla katılmış ve oğlunun, ölmeden önce kendisini darp edenlerin Özel Harekât Timi mensupları olduğunu söylediğini ifade ederek eylemi gerçekleştirenlerden şikâyetçi olduğunu bildirmiştir.

22. Mahkemece görgü tanıklarının ifadeleri yeniden alınmış ve sanıkların sorgulamaları yapılmıştır. Sanıklar savunmalarında üzerlerine atılı suçlamaları reddetmişlerdir. İfadeleri alınan tanıkların, sanık polis memurlarından bir kısmını teşhis edip bu memurların yargılamaya konu eylemi gerçekleştirdiklerini beyan ettikleri anlaşılmıştır.

23. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda verilen 28/4/2004 tarihli ve K.2004/94 sayılı karar ile mevcut delil durumuna göre sanıklardan M.T., U.D. ve E.Y.nin beraatlarına; M.Ö., M.A., M.İ. ve H.B.nin ise ayrı ayrı 13 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men edilmelerine karar verilmiştir.

24. Kararın temyiz edilmesi sonucunda dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15/6/2005 tarihli ve 2004/200491 sayılı yazısı ile suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun genel ve özel kısımlarında yer alan yeni ve değişik düzenlemeler nedeniyle yeniden değerlendirilmek üzere Mahkemeye iade edilmiştir.

25. Söz konusu yazıya istinaden Mahkemece yeniden yapılan yargılama sonucunda 21/7/2006 tarihli ve K.2006/268 sayılı karar ile suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un ceza miktarı bakımından lehlerine olduğu kabul edilerek sanıkların bu kez ayrı ayrı 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

26. Temyiz edilmesi üzerine anılan karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 7/2/2008 tarihli ve K.2008/724 sayılı kararında “olay ile ölüm arasında iki günlük sürenin geçmiş olması da nazara alınarak; maktulün ölümü ile olay arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı, maktulün olaydan önce de hasta olduğu söylenmesi de göz önüne bulundurularak ölümün gerçekleşmesinde başkaca ortak neden bulunup bulunmadığına dair rapor alınarak, alınan bu rapor sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme sonucu hüküm kurulması” gerekçesi ile bozulmuştur.

27. Bozma kararı gereği Mahkemece Adli Tıp Kurumundan bu konuyla ilgili yeniden rapor aldırılmış olup Kurumunun 11/8/2010 tarihli raporunda “kişinin ölümünün, olay ile ölüm arasında geçen süre dikkate alındığında; yumuşak doku kanaması ve gelişen komplikasyonlardan meydana gelmiş olduğunun ve kişinin maruz kaldığı bildirilen travma ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğunun kabulü gerektiği” belirtilmiştir.

28. Mahkemenin 25/4/2011 tarihli ve K.2011/259 sayılı kararı ile sanıkların yeniden ayrı ayrı 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

29. Sanıklar tarafından temyiz edilen bu karar, Dairenin 18/9/2012 tarihli ve K.2012/6591 sayılı kararıyla bu kez “bozmadan sonra sanıklar müdafilerinin duruşmaya çağrılmaması suretiyle savunma haklarının kısıtlanmış olması” gerekçesi ile yeniden bozulmuştur.

30. Mahkeme tarafından, bozma kararına uyularak anılan eksiklikler giderilmiş olup 12/6/2013 tarihli ve K.2013/341 sayılı karar ile sanıkların 11 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına yeniden karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

Olay günü bir görev nedeniyle Van ilinde bulunan Hakkari Emniyet Müdürlüğü Özel Hareket Şube Müdürlüğünde görevli polis memuru olan sanıkların, Hakkari iline gitmek üzere saat 14.00 sularında P… ve L… marka araçlarla yola çıktıkları, saat 15.10 sularında Güzeldere mevkiine geldikleri sırada, bir kamyoneti yola ters bir şekilde durduran teröristler ile silahlı çatışmaya girdikleri, bu çatışma sonucunda teröristlerin olay mahallini kaçarak terk ettikleri, bu sırada Albayrak Jandarma Karakolunda görevli Uzman Çavuş M.T.’ye geçitte şüpheli bir aracın geldiği hususunun telsizle anons edildiği, M.T.’nin bu durumu sanıklara aktarması üzerine sanıkların Van istikametinden gelen araçları durdurarak aramaya başladıkları, bu sırada İ.T.’nin kullandığı kamyonetle Van ilinden Başkale istikametine gitmekte olan maktul Şükrü Talay ile M.Ç.’nin de içinde bulunduğu kamyoneti sanıkların durdurarak bu şahısları araçtan aşağıya indirdikleri, maktul Şükrü Talay’ın araçtan inmek istemediğini beyan etmesi üzerine, bu şahsı araçtan çekerek indirdikleri, sanıklar M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A.’nın silah dipçikleri ve tekmelerle Şükrü Talay’a vurmaya başladıkları, olay mahallinde bulunan Jandarma Uzman Çavuş M.T. ile Jandarma erlerinin araya girmeleri sonucu eylemin son bulduğu, ancak aldığı darbeler sonucu Şükrü’nün ayağa kalkamayacak halde olup yerde süründüğü, tanık Ö. K.’nin Şükrü’yü kucaklayarak araca bindirdiği, İ.T.’nin M.Ç.’yi de alarak Şükrü ile birlikte Güzelsu köyüne gittikleri, sabaha kadar kamyonun içinde kaldıkları, İ.T.’nin Şükrü’yü doktora götürmek istemesine rağmen, Şükrü’nün istememesi ve ısrarı sonucu kamyonla Başkale İlçesi Güleçler köyüne geldikleri, İ.T’nin Şükrü’yü annesi Makbule Talay’a teslim ettiği, Şükrü’nün Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 19/6/1998 tarihli raporunda belirtildiği üzere tüm vücuduna yönelik ağır ve yaygın künt travmalar sonucu 31/8/1997 günü saat 05:00 sularında öldüğü anlaşılmıştır.

Olay mahallinde bulunan tanık M.T.’nin teşhis tutanağında, sanıklar M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A.’yı teşhis ederek kavgaya karışan şahıslar oldukları, olay mahallinde bulunan diğer sanıkların kavgaya karışmadıklarına dair beyanı, tanık İ.T.’nin teşhis tutanağında sanıklar M.İ. ve M.A.’yı teşhis eden beyanı, tanık M.Ç.’nin maktul Şükrü’ye vuran şahısların 4-5 kişi olduklarına dair 16/2/1998 tarihli Savcılık beyanı, tanık Ö.K.’nin ‘Şükrü Talay’ın başında 4 tane görevli olduğunu zannettiğim kişiler vardı, bunlar Şükrü’ye dipçik ve tekmelerle vuruyorlardı’ diye 9/3/1999 tarihinde, Polis Baş Müfettişi G.K.’ye verdiği beyandan olay mahallinde sanıklarla birlikte beraat eden şahısların da olduğu ancak maktul Şükrü Talay’yı darp eden sanıkların M.Ö., M.İ., H.B. ve M.A. oldukları kabul edilmiştir.

 Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 19.06.1998 tarihli raporlarında maktulün yaygın künt genel beden travmasına maruz kalmış olduğu, bu travmaların ölümde etkili olacağı, ancak olayın gelişimi ve olgunun öyküsü bilinmediğinden mevcut verilerle ölüm sebebinin belirlenemediği yazılmış olması ve bu yönde yapılan bozma üzerine olay ile ölüm arasında illiyet bağı olup olmadığı yönünde yeniden 11.08.2010 tarihinde rapor alınmış, raporda olay ile ölüm arasında illiyet bağının bulunduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

 …”

31. Anılan karar sanıklar tarafından yeniden temyiz edilmiş, dava dosyası henüz temyiz incelemesi aşamasında iken başvurucu tarafından 19/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

32. Başvurucunun bireysel başvuruda bulunmasından sonra temyiz incelemesinde olan karar, Dairenin 4/2/2015 tarihli ve K.2015/419 sayılı ilamıyla onandığından aynı tarihte kesinleşmiştir. Sanıklara ilişkin kesinleşmiş cezaların infaz evrakları, Mahkemece 3/3/2015 tarihinde gereği yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

B. İlgili Hukuk

33. 5237 sayılı Kanun’un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama” kenar başlıklı 87. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan on iki yıla kadar, üçüncü fıkrasına giren hallerde ise on iki yıldan on altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

34. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun soruşturma usul ve esaslarına ilişkin 18/10/2011 tarihli genelgesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “Kanunlarımıza göre suç teşkil eden olaylar sebebiyle adli merciler tarafından soruşturmaların süratle, etkili ve adil biçimde yapılması, adil yargılanma hakkı ve diğer evrensel hakların korunması suretiyle şüphelilerin delilleriyle birlikte bağımsız mahkemeler önüne çıkarılması ve yapılacak kovuşturmalar sonunda ceza adaletinin hızlı ve isabetle gerçekleştirilmesi; suç işleme eğiliminde bulunanlar üzerinde meydana getireceği caydırıcılık etkisi sebebiyle büyük önem taşımaktadır.

Öte yandan, soruşturma sürecinde insan hakları ihlallerinin önlenmesi, delillerin zamanında ve usulüne uygun toplanması, kişi ve kurumların mağdur edilmemesi ve en önemlisi de toplumun yargıya olan güveninin tesisi ve devamı için soruşturma işlemini yürüten Cumhuriyet savcılarının bu hususlarda azami ölçüde hassas davranması gerekmektedir. Cumhuriyet savcısının en temel görevlerinden biri, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlamak, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri eşit bir çaba göstererek toplamak ve muhafaza altına almaktır.

Bu itibarla,

3- İnsan haklarına saygılı bir şekilde maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için soruşturmaların zamanında, etkin, eksiksiz, süratli ve düzenli bir şekilde yürütülmesi…

19- Ağır cezalık suçlar başta olmak üzere, özel kanunlarda soruşturmanın bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından yapılmasını öngören suçlar ile zorunluluk bulunmadığı takdirde önemli olaylara ilişkin diğer soruşturmaların da kolluk görevlilerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından yapılması,

 4483 sayılı Kanunun uygulanmasında;

 a) Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikâyet veya böyle bir durumun öğrenilmesi halinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapılmaksızın ve hakkında ihbar veya şikâyette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine başvurulmaksızın evrakın bir örneğinin ilgili makama gönderilerek soruşturma izni istenmesi,

b) İhbar veya şikâyetlerden dolayı izin vermeye yetkili menciye gönderilen evraka ilişkin anılan Kanunun 7 inci maddesi gereğince, yetkili mercisinin soruşturma izni verilmesi ya da verilmemesi yönündeki kararını inceleme süresi dâhil 30 gün içerisinde vermesi gerektiği ve bu sürenin zorunlu hâllerde 15 günü geçmemek üzere bir defa uzatılabileceği dikkate alınarak itiraz hakkının kullanılabilmesi, evrakın sürüncemede bırakılmaması bakımından belirtilen sürelerin makulün üzerinde aşılması durumunda evrakın neticesinin araştırılması,

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

35. Mahkemenin 6/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

36. Başvurucu, oğlunun kolluk görevlileri tarafından öldürülmesi ile sonuçlanan olay hakkında başlatılan soruşturma ile akabinde yapılan kovuşturmanın yaklaşık on yedi yıldır devam etmesine rağmen sonuçlandırılamaması nedeniyle Anayasa’nın 17., 36. ve 40. maddelerinde koruma altına alınan yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

37. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 41). Bu nedenle ceza soruşturmasında mağdur (suçtan zarar gören) konumunda olan başvurucunun iddiaları, Anayasa’nın 40. maddesinde koruma altına alınan etkili başvuru hakkı ve Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğü ile ilişkili görülerek değerlendirmenin anılan maddeler kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.

 1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

39. Diğer taraftan somut başvuruya konu yargılamada verilen karar kesinleşmeden bireysel başvuruda bulunulduğundan başvuru, başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından ayrı bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.

40. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “ … Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

41. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

42. Anılan Anayasa ve Kanun hükümleri uyarınca Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru “ikincil nitelikte bir kanun yolu” olup bu yola başvurulmadan önce kural olarak olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

43. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle idari merciler ve derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

44. Buna göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir. Bu şekilde olağan denetim mekanizmaları önünde ileri sürülüp takip edilmeyen temel hak ve özgürlüklerin ihlaline ilişkin iddialar, Anayasa Mahkemesi önünde bireysel başvuru konusu yapılamaz (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

45. Ayrıca 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması, başka bir deyişle bireysel başvurunun yapıldığı tarihte başvuru koşullarının tamamının sağlanmış olması gerekir. Bununla birlikte bir başvuru yolu yoksa ya da olan başvuru yolları etkili değilse Anayasa Mahkemesi somut olayın koşullarını dikkate alarak bir başvurunun incelenmesine karar verebilir (Ümit Ata, B. No: 2012/254, 6/2/2014, § 33).

46. Diğer yandan başvuru yollarının tüketilmiş olmasına dair usul kuralı yorumlanırken kişilerin mahkemeye erişim hakkına zarar verecek bir yorumun benimsenmesinden de kaçınılmalıdır.

47. Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için usule ilişkin belli şartların öngörülmesinin doğrudan mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açacağı söylenemez. Yine de mahkemelerin usul kurallarını uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine zarar verecek kadar katı şekilcilikten, öte yandan kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı esneklikten kaçınmaları gereklidir. Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine davaların yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel hâline gelmesi durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, §§ 65, 68).

48. Başvuru yolları tüketilmeksizin başvuru yapılması hâlinde kabul edilebilirliğe ilişkin inceleme yapıldığı tarih itibarıyla bu yolların tüketilip tüketilmediğine bakılması gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi, kabul edilebilirliğe ilişkin inceleme yapıldığı tarihte başvuru yollarının tüketilmiş olması durumunda başvuruyu, başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmamakta ve diğer kabul edilebilirlik şartlarını da karşılayan başvuruları esastan incelemektedir (Abdullah Akyüz [GK], B. No: 2013/9352, 2/7/2015).

49. Somut olayda Mahkemenin 12/6/2013 tarihli kararına karşı temyiz yoluna başvurulduğu ve başvurucunun temyiz incelemesi sonucunu beklemeden 19/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmıştır.

50. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında başvurucunun başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmış ise de bireysel başvuru sürecinde söz konusu kararın Yargıtay tarafından 4/2/2015 tarihinde onanarak kesinleştiği dikkate alındığında somut olayın koşullarında başvuru yollarının tüketildiğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

51. Sonuç olarak başvuru konusu olayda, ölümün etkili soruşturulmasına ilişkin usule ilişkin yükümlülüğün yerine getirilmemesi suretiyle Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddiaların 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

52. Başvurucu, soruşturmanın uzun süredir sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının yanında Anayasa’nın 40. maddesinde koruma altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini de iddia etmiştir.

53. Başvurucunun soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir. Ayrıca bu bağlamda Anayasa’nın 40. maddesinin de ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup bu yöndeki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında incelenmiştir.

2. Esas Yönünden

54. Bakanlık görüşünde öncelikle başvurunun, Anayasa’nın yaşam hakkına ilişkin hükümleri ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesi ile bu maddeye ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca Sözleşme’nin 2. maddesinin usule ilişkin koruması altında, etkili soruşturma yapılması gerekliliğine ilişkin olarak değerlendirilmesinin gerektiği ifade edilmiş; Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları uyarınca bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevinin de bulunduğu, bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tespit edilemeyeceği, doğal olmayan ölüm olayı sonucunda yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için soruşturmanın; yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir ivedilik içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği belirtilmiştir.

55. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapılan işlemlere süreleri ile birlikte yer verildikten sonra sonuç olarak bağımsız ve tarafsız Başkale Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında resen ve derhâl başlatılan soruşturmada, delillerin Cumhuriyet Savcılığınca resen toplandığı, soruşturmanın başvurucuya açık olarak yürütülüp etkin katılımının sağlandığı belirtilerek başvurucunun oğlunun ölümüne ilişkin etkili soruşturma yapılmadığı şikâyetlerinin değerlendirilmesi konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

56. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı sunduğu cevaplarında Bakanlığın başvuruya konu olayın Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğüne bağlı olarak değerlendirilmesi gerektiğine ilişkin görüşüne katıldığını, başvuruya konu somut olayın 29/8/1997 tarihinde gerçekleşmesine rağmen olaya ilişkin soruşturma ve akabinde yapılan kovuşturmanın 4/2/2015 tarihinde sonlandırıldığını, soruşturma ve kovuşturmanın uzamasında herhangi bir tutumunun etkisinin bulunmadığını belirterek başvuru formundaki taleplerini yinelemiştir.

a. Genel İlkeler

57. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

58. Anayasa Mahkemesine göre doğal olmayan bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

59. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri derhâl toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

60. Bireyin, bir kamu görevlisi ya da herhangi bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak yakının yaşamına son verildiğine veya Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, § 30).

61. Bu çerçevede kamu görevlilerinin eylemleri ile meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, §§ 161-163). Bu tür olaylara ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada) bağımsız olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4 /5/2001, § 106).

62. Kamu gücünün kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlerin daha sıkı bir şekilde incelenmesi gerekmekle birlikte -doğal olmayan her ölüm olayında olası cezai sorumluluğun tespiti adına- soruşturmadan kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda, ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşaması dâhil bütün sürecin de 17. maddenin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61; Öneryıldız/Türkiye, [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, §§ 95, 96). Böylece derece mahkemeleri; mağdur olan kişilerin yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığına karşı yapılan saldırıların hiçbir durumda cezasız bırakılmamasını teminat altına alabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 77).

63. Anayasa Mahkemesi tarafından ele alınması gereken önemli bir diğer husus da derece mahkemelerinin, bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda bir sonuca varırken Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarını ya da ne ölçüde yaptıklarını değerlendirmektir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 66).

64. Yukarıda sayılanlara ilave olarak yürütülecek soruşturmaları makul bir süratle gerçekleştirilme ve soruşturmalarda özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri; yaşanan olayların daha sağlıklı şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96, benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maiorano ve diğerleri/İtalya, 28634/06, 15/12/2009, § 124).

65. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılımları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

b. İlkelerin Başvuruya Uygulanması

66. Başvurucunun şikâyeti, yakınının ölümü ile ilgili olarak etkili bir soruşturma yürütülmesi konusundaki devletin usul yükümlülüğü kapsamına girmektedir.

67. Yukarıda belirtilen usul yükümlülüğü kapsamındaki ilkeler bağlamında somut olay öncelikle soruşturmanın bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülerek etkililiği adına aranan ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması ve elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılması ölçütleri açısından değerlendirildiğinde; soruşturma açılması için ölenin yakınlarının resmî bir başvuru yapması beklenmeksizin bağımsız Cumhuriyet Başsavcılığınca resen harekete geçilip soruşturmanın derhâl başlatıldığı, bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından ölü muayene ile otopsi raporlarının alındığı, akabinde ceset üzerinde sistematik otopsi işleminin yapıldığı, tıbbi kesin ölüm sebebinin belirlendiği, şüphelilerin açık kimliklerinin zaman kaybedilmeksizin tespit edilip tanıklara teşhis ettirildiği, tanıkların bilgi ve görgülerinin tespit edilmesi suretiyle ölüm olayının nedeninin aydınlatıldığı ve sorumlu kişilerin tespit edilmesini yarayabilecek bütün delillerin toplandığı görülmüştür.

68. Ayrıca soruşturmanın başvurucuya açık olarak yürütülüp soruşturmada başvurucunun etkili katılımının da sağlandığı anlaşılmıştır.

69. Diğer taraftan somut olayda soruşturmada etkililiği adına, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yaracak tüm deliller toplandıktan sonra sorumlulukları bulunan kamu görevlileri hakkında kamu davası açıldığı, bu aşamada da başvurucunun etkili katılımının sağlandığı ve nihayetinde elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak olayda sorumlulukları bulunan kamu görevlilerin benzer yaşam hakkı ihlalleri bakımından caydırıcı nitelikte olan uzun süreli hapis cezaları ile ayrı ayrı cezalandırıldıkları anlaşılmıştır.

70. Somut olayda yürütülen soruşturma ve davanın, ölüm nedeninin kesin olarak saptanmasına ve sorumlu kişilerin cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte yürütüldüğü; soruşturma ve Derece Mahkemeleri makamlarının olayın seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulacak herhangi bir sebebin bulunmadığı, nitekim kovuşturma sonucunda da sorumlulukları bulunan kamu görevlilerinin uzun süreli hapis cezalarıyla cezalandırıldıkları görülebilmekle birlikte yaklaşık on sekiz yıl süren soruşturma ve kovuşturma aşamalarının -kovuşturma sonucunda alınan kararın sonucunun ne olduğunun önemi olmaksızın- Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği sürat ve özenle yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.

71. Yukarıda değinilen ilke kararlarında da belirtildiği üzere kamu gücünün kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlerde daha sıkı bir şekilde incelenmesi gerekmekle birlikte doğal olmayan her ölüm olayında olası cezai sorumluluğun tespiti adına soruşturma ve sonrasında kovuşturma aşamasına geçildiği durumlarda, temyiz mahkemesi önündeki kanun yolu incelemesi aşaması da dâhil bütün sürecin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında “makul bir özen ve süratle bitirilme yükümlülüğünün gereklerine cevap verebilecek nitelikte” olması gerekmektedir.

72. Bu incelemede soruşturma ve devamında yapılan kovuşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturma ile kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir.

73. Somut olayda kovuşturma; dosyanın, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir yılı aşkın bir süre sonra görevsizlik kararı verilmesi, İl İdare Kurulunca yine bir yılı aşkın bir süre sonra “lüzumu muhakeme kararı” verilip yer bakımından yetkisiz Mahkemeye gönderilmesi, akabinde de bu Mahkemece aynı şekilde bir yılı aşkın bir süre sonra yetkisizlik kararı verilerek başka bir mahkemeye göndermesiyle ölümün gerçekleştiği 31/8/1997 tarihinden itibaren yaklaşık üç yıl sonra başlatılabilmiş ve bu aşamada gerek bazı temel kanunlarda yapılan değişikler ve gerçekleştirilen birtakım usul ve tahkikat eksiklikleri ile temyiz incelemelerinde geçen süreler nedeniyle ancak on beş yıla yakın bir sürede sonlandırılabilmiştir.

74. Kovuşturma sonucunda sorumlulukları bulunanlar hakkında verilen ilk kararın, soruşturmada yaşanan bazı gecikmelerin de eklenmesiyle ancak olaydan yaklaşık yedi yıl sonra verilebildiği, nihai kararın ise bazı usul ve tahkikat eksiklikleri sonucu yaşanan gecikme nedeniyle bu kararın verilmesinden itibaren yaklaşık on bir yıl sonra verilebildiği görülmüştür.

75. Başvuruya konu soruşturma ve iki dereceli yargılama aşamalarının ilerlemesine engel olan herhangi bir unsur ya da güçlüğün bulunmaması, şüpheli ve sanık sayısı; olayın, aşamaların bu derece uzun sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa sahip olmaması ile başvurucunun bu gecikmede hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate alındığında somut olaya ilişkin yargı sürecinin toplam on sekiz yıl gibi çok uzun bir sürede sonlandırılmasının makul olduğu söylenemeyecektir.

76. Bu tespitlere olayın sorumlularının kamu görevlileri olmasının da eklenmesiyle somut başvuruya konu aşamaların, bir bütün olarak Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği sürat ve özende bir inceleme içermediği açıkça görülmektedir.

77. Kamu görevlilerinin sorumluluklarının bulunduğu somut olayda Derece Mahkemeleri makamlarınca, yürütülen soruşturma hususunda ve yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratle hareket edilmediği ve gerekli hassasiyetin gösterilmediği sonucuna varılmıştır.

78. Bu hassasiyetin; kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, adalete olan güvenin sarsılmaması ve kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilen hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından azami oranda gösterilmesi gereklidir.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

80. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

81. Başvurucu, yaşam hakkının ihlali nedeniyle miktar belirtmeksizin maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

82. Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda yaşam hakkının esasının ihlal edildiği yönünde bir karar verilmemiş, bununla birlikte yaşam hakkının etkili soruşturma boyutunun ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucu da uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucunun maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

83. Ancak başvurucunun oğlunun ölümü hakkında makul süratle bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya takdiren net 35.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 35.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Van 1. Ağır Ceza Mahkemesine bilgilendirme amacıyla GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

6/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ELİF POYRAZ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/17445)

 

Karar Tarihi: 23/2/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Elif POYRAZ

Vekili

:

Av. Emire Eren KESKİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik görevlileri tarafından kullanılan silahlı güç sonucu yakının ölmesiyle sonuçlanan olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucunun olay tarihinde terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak Ümraniye Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) bulunan oğlu Rıza Poyraz,19/12/2000 ila 22/12/2000 tarihlerinde güvenlik görevlilerince gerçekleştirilen ve kamuoyunda "Hayata Dönüş Operasyonu" olarak bilinen operasyonda yaralanmış, bu nedenle 2/1/2001 tarihinde yaşamını yitirmiştir.

10. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında soruşturma başlatılmış ve 29/3/2004 tarihli iddianame ile267 kamu görevlisi hakkında Üsküdar Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

11. Yargılamada, bazı sanıklar hakkında 5/12/2013 tarihinde yakalama emri çıkarılmış; sonraki celselerde bu emrin yerine getirilmesi beklenmiştir.

12. Yargılamanın devam ettiği 7/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

13. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede neticesinde söz konusu yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Mahkemenin 23/2/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

15. Başvurucu, yakınının yaşamını yitirdiği olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul süratte tamamlanmadığını belirterek Anayasa'nın36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

16. Bakanlık görüşünde, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı kapsamında incelenmesinin uygun olacağı belirtilmiş; başvuruya konu davanınbirçok kamu görevlisinin sanık olması, bu sanıklardan bazıları hakkında çıkarılan yakalama emrinin yerine getirilememiş olması nedeniyle karmaşık olduğu ve bu durumun yargılama süresinin uzunluğunun makul olup olmadığının değerlendirilmesi sırasında dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

17. Başvurucu, Bakanlık görüşünde ifade edilen hususun yargılama süresinin uzunluğunu makul kılmadığını ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

18. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

19. Anayasa’nın 5. maddesi şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddiasının özü, yakınının ölmesiyle sonuçlanan olaya ilişkin soruşturmanın, makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle etkili yürütülmediğine ilişkindir. Bu nedenle başvurucunun iddiası, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutu kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

21. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuru konusu olayda yaşamını yitiren Rıza Poyraz'ın annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

22. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

23. Yaşama hakkına ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için diğer şartların yanında soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekmektedir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96) .

24. Somut olayda başvurucunun yakını, güvenlik güçlerinin 19/12/2000 ila 22/12/2000 tarihlerinde tutulduğu Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirdiği operasyon sonucunda 2/1/2001 tarihinde yaşamını yitirmiştir (bkz. §§ 9). Olay hakkında başlatılan soruşturma 16 yıldır devam etmektedir. Başvurucu, soruşturmanın makul süratle yürütülmediğini iddia etmektedir.

25. Bu noktada belirtilmelidir ki soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

26. Diğer taraftan kamu görevlilerinin öldürücü güç kullanmasıyla ilgili bir soruşturmada yetkililerin çabuk hareket etmeleri; halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi bakımından ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ile bu eylemlerin teşvik edildiği görünümünün verilmesinin engellenmesi için esaslı bir unsurdur (Hüseyin Çat ve diğerleri, B. No: 2013/8475, 21/5/2015, § 56).

27. Somut olay bu bağlamda incelendiğinde başvuruya konu soruşturmada çok sanığın olması ve bu sanıklardan bazılarının yakalanamaması nedenleriyle soruşturma dosyasının ilerlemesinde güçlük yaşanmasının kaçınılmaz olduğu ileri sürülebilir ise de bu durum soruşturmanın 16 yıldır devam etmesini haklı kılmamaktadır.

28. Dolayısıyla başvuruya konu soruşturmanın, bir bütün olarak yürürlükteki yargı sisteminde daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşama hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratle yürütülmediği, bu durumun da halkın hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi için özellikle kamu görevlilerinin karıştığı iddia edilen olaylarda hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi ilkesiyle bağdaşmadığı sonucuna varılmıştır.

29. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

30. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

31. Başvurucu, manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

32. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

33. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlali nedeniyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

34. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 25. 000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/2/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEMBELİ ERDEM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/19077)

 

Karar Tarihi: 18/4/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 23/5/2018-30429

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Cembeli ERDEM

Vekili

:

Av. Keziban YILMAZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlisinin silahlı güç kullanması sonucu iyileşme olasılığı bulunmayan bir hastalık meydana gelmesi ve bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 4/12/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. 1961 doğumlu olan başvurucu, Diyarbakır'da ikamet etmektedir. Başvuru dosyasında sunulan doktor raporuna göre orta derecede işitme engeli bulunduğu anlaşılan başvurucu 27/8/2010 tarihinde, günlük işlerini bitirdikten sonra saat 21.45'te evine doğru gitmekteyken bir kalabalıkla karşılaşmış; tam bu sırada sırtında acı hissederek yere düşmüş ancak sonrasında düştüğü yerden kalkamamıştır.

10. Başvurucu, bir süre yerde bu şekilde kaldıktan sonra olay yerinde bulunan kolluk görevlileri tarafından çağrılan bir ambulansla önce Diyarbakır Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi), burada yapılan kontrollerde hayati tehlikesi olduğunun anlaşılması sonrası ise Dicle Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Üniversite Hastanesi) götürülmüş ve burada acilen gerçekleştirilen operasyon sonucunda hayata döndürülmüştür.

A. Ceza Soruşturması Süreci

11. Kolluk tarafından olayın bildirilmesi üzerine Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında resen soruşturma başlatmıştır. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Etme Şube Müdürlüğü (Olay Yeri İnceleme), aynı gün saat 22.30 sıralarında olay yerinde incelemelerde bulunmuş ve bu incelemeler sonucunda molotof kokteyli ve benzeri patlayıcı madde yapımında kullanılan pek çok cam şişe (kırık), yanmış pamuk, metal çivi, teneke ve bez parçaları gibi malzemeleri tespit ederek incelenmek üzere muhafaza altına almıştır. Olay yerinde birden fazla (iki adet) 9 mm çapında kovan ve mermi çekirdeği (üç adet) ile mermi çekirdeği gömlek parçaları da bulunmuş, bunlar da diğer deliller gibi muhafaza altına alınmıştır.

12. Olay Yeri İncelemedeki görevliler, olay yerindeki incelemelerini tamamlandıktan sonra başvurucunun göğüs ve karın bölgesinde sert bir cismin bulunduğunu ve üzerindeki giysinin Hastane polisinde olduğunu öğrenmeleri üzerine Üniversite Hastanesine gitmişlerdir.

13. Olay Yeri İnceleme raporunda, başvurucunun vücudundan bir "metal parçası" çıkarıldığı ve Üniversite Hastanesince bu metal parçasının teslim alındığı bilgisi yer almaktadır. Raporda, teslim alınan metal parçasının bir "mermi çekirdeği" olduğu ve teslim alma işleminin saat 06.45'te gerçekleştirildiği belirtilmektedir.

14. Olay Yeri İnceleme; olay gecesi kapalı olduğu için ertesi gün saat 09.10'da olay yerindeki işyerlerinde gerçekleştirdiği incelemede işyerlerinin bazılarının kapı, duvar, vitrin camı ve benzeri bölümlerinde mermi giriş delikleri ile mermi vurma izine benzer izler tespit etmiş ve bu incelemesine ilişkin olarak ayrı bir rapor düzenlemiştir.

15. Bu raporda, olay yerinin krokisi çizilerek maddi delillerin konumları birbirleriyle olan mesafelerini de gösterir şekilde işaretlemiştir. Ayrıca tüm incelemelerde olay yerinin fotoğraf ve video çekimi gerçekleştirilmiştir.

16. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) 1/9/2010 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının (Cumhuriyet Başsavcılığı) bu konudaki özel yetkili birimine yazı yazarak olay günü silahlı bir terör örgütünün kolluk görevlilerine yönelik molotof kokteyli, havai fişek ve el yapımı bomba da kullanacağı bir saldırı eylemi hazırlığı içinde olduğunun öğrenildiğini, saldırıda kullanılacak malzemelerin olay yerinde saklandığının öngörülmesi nedeniyle burada gerekli tedbirlerin alındığını, bir süre sonra terör örgütü üyelerinin olay yerindeki işyerlerini sahiplerini tehdit ederek kapattırdıklarını, ardından sokak aralarından çıkarak ve terör örgütü lehine sloganlar atarak kalabalık gruplar hâlinde ellerindeki havai fişekleri kolluk görevlilerine fırlatmaya başladıklarını, uyarılara rağmen eylemlerinin şiddetini kademeli olarak artırdıklarını ve bu sırada şiddetli bir patlamanın meydana geldiğini bildirmiştir.

17. Söz konusu yazıda, görevliler ile terörist gruplar arasında kalan yaşlı bir kadının zarar görmemesi için bazı görevliler tarafından havaya uyarı ateşi açıldığı, sonrasında bu uyarı ateşleri ve olay yerine takviye kuvvetlerin gelmesiyle grupların dağılarak ara sokaklara kaçtığı, bu aşamada görevlilerin olayla ilgisi bulunmayıp grubun arasında kalan bir kişiyi (başvurucu) yerde yaralı bir şekilde görüp hemen bir ambulans çağırdığı ve olayda bir kolluk görevlisinin de ayağından yaralandığı bildirilmiş; olay hakkında yapılması gereken işlemler konusunda Cumhuriyet Savcılığından talimatları sorulmuştur.

18. Özel yetkili Cumhuriyet Savcılığı, aynı gün verdiği yazılı talimatında terör örgütü ile ilgili evrakın Savcılıklarına, başvurucu hakkındaki evrakın ise olayda hangi sebeple yaralandığının tespit edilememesi nedeni ile genel yetkili Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi talimatını vermiştir.

19. Emniyet Müdürlüğü 15/9/2010 tarihinde, genel yetkili Cumhuriyet Savcılığına olaya ilişkin -içeriğinde Olay Yeri İncelemenin hazırladığı raporlar da bulunan- bir tahkikat evrakı göndermiştir. Bu evraka ilişkin üst yazıda, yukarıda ifade edilen olayın geçirdiği aşamalarından da bahsedilmiş ve kolluk görevlilerinin olay sırasında havaya ateş ettiği belirtilmiştir. Yazıda, başvurucunun yaralanması "faili meçhul olay" olarak nitelendirilerek yaralanma sebebinin belirlenemediği ifade edilmiştir.

20. Bu yazıda, başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda "patlama sonrası göğüs yaralanması" ve "tanımlanamayan cisim sonucu oluşmuş giriş deliği" tespitlerinin bulunduğu da belirtilmiştir.

21. Başvurucuya ilişkin ilk adli rapor, Devlet Hastanesi tarafından olay günü saat 23.30'da düzenlenmiştir. Bu raporun "Olayın Öyküsü" bölümünde, Emniyet Müdürlüğünün yukarıda ifade edilen yazısında belirtilen tespitlere yer verilmekle birlikte "Yara ile İlgili Bulgular" bölümünde yer verilen ifadeler şöyledir:

"Göğüs bölgesinde sağ göğüs pastei...[okunamadı]inde tek taraflı ya da dudağı düzensiz etrafında vurma halkası ? olan atipik giriş deliği. İlk muayenede çıkış deliği tespit edilemedi. Kesin sonucun sevk edildiği ileri merkezde verileceği."

22. Başvurucunun tedavi altına alındığı Üniversite Hastanesinin düzenlediği tıbbi müşahede evrakı ve ameliyat notunda ise olayın iki saatlik "ateşli silah vakası" olarak nitelendirildiği ve başvurucunun sağ toraksının (göğüs) 7-8 kot hizasında 2x1 cm'lik "ateşli silah yarası" görüldüğü belirtilmiştir. Söz konusu raporda; başvurucunun torakolomber vertebra, sağ pedinkül ve sağ laminasında parçalı deplase fraktürlerin (kırıkların) mevcut olduğu, sağ akciğer alt lobda (bölümde) ateşli silah yaralanmasına bağlı giriş ve çıkış deliklerinin olduğu, diafragma arka yüzünde 2x1 cm'lik ateşli silah yaralanması deliği görüldüğü, toraks içinde ateşli silah çekirdeğine rastlanmadığı ve çekilen grafide ateşli silah çekirdeği batında görülünce başvurucunun genel cerrahi ekibine devredildiği, batın sağ üst kadranın iç tarafında ateşli silah yaralanması deliği görüldüğü, bu deliğin sütüre edildiği (dikildiği) ve mermi çekirdeğinin dalakta görülüp çıkarıldığı belirtilmiştir.

23. Başvurucuya ilişkin sonraki tarihlerde düzenlenen adli raporlarda da başvurucunun yaralanmasının ateşli silah yaralanması olduğu, bu durumun pek çok organ ve kemikte ağır harabiyete sebebiyet verdiği belirtilmiştir.

24. Başvurucu, bu yaralanma sonucunda bir dizi ameliyat geçirmesine ve farklı sağlık kuruluşlarında çok uzun süren tedavi süreçleri yaşamasına rağmen medulla spinalis (omurilik) hasarına bağlı olarak geçirdiği felç nedeniyle bel altı bölgesini kullanamamaktadır. Başvuru ve olaya ilişkin soruşturma belgelerinden, başvurucu ile ilgili olarak farklı sağlık kuruluşları tarafından toplamda on altı adli raporun düzenlendiği anlaşılmaktadır. İlgili adli raporlara göre başvurucunun yaşadığı bu ağır nörolojik tablonun iyileşme olasılığı bulunmamaktadır.

25. Olay yerinde bulunan kovanlar, mermi çekirdekleri ve parçaları ile başvurucunun vücudundan çıkarılan mermi çekirdeği Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Laboratuvarına (Kriminal Laboratuvar) gönderilerek bunların menşeileri konusunda rapor istenmiştir. Raporda, mermi çekirdeklerinin -biri diğerlerine göre daha fazla olmak üzere- "deforme" olduğu belirtilmiştir. Kriminal Laboratuvar 11/10/2010 tarihli raporunda; söz konusu kovanların tek silahtan atıldığını, mermi çekirdeklerinin ise çarpma, sürtünme ve kopma sonucu uğradığı "deformasyon" nedeniyle mermi çekirdekleri arasında karşılaştırma yapılamadığını bildirmiştir. Laboratuvar aynı raporda, kovanların arşiv kayıtlarında bulunan diğer kovanlarla bir irtibatının kurulamadığını ancak çap ve tipine uygun silahla birlikte gönderilmesi durumunda atıldığı silahın tespiti yönünde bir inceleme yapılabilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir.

26. Başvurucunun olay günü giydiği ve üzerinde "mermi deliği" olduğu belirlenen giysisi de atış mesafesinin belirlenebilmesi için Kriminal Laboratuvara gönderilmiş; Laboratuvar, atışın "uzak atış" mesafesinden yapıldığını bildirmiştir.

27. Soruşturmada, başvurucunun ifadesi 12/1/2011 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Söz konusu ifade şöyledir:

"Olay günü akşam 21;00 sıralarında evime gitmek üzere Balıkçılarbaşı mevki dört ayaklı minarenin önünden geçiyordum. Tahminen önümde 10 metre insan kalabalığı gidiyordu. Arkamda ve yan tarafımda polisler vardı. Benim kulaklarım iyi duymadığından herhangi bir şey duymuyordum. Bir ara sırtımda bir yanma hissettim. Dönüm arkama baktığımda resmi polis elbiseli bir polisi beylik tabancasını bana doğru doğrultmuştu. Ben hiçbir şey söylemedim. Poliste bir şey söylemedi. Ben kendimden geçerek yere düştüm. Daha sonra yardım için bağırdım. Daha sonra polisler başıma toplandılar. Ambulans çağırdılar. Ve beni hastaneye gönderdiler. Fakültede ameliyat oldum. Vücüdumdan kurşun çıkartılmış. Bunu da Fakülte doktorları polise teslim etmişler. Beni vuran polis memurudur. Benim arkamdan polisler dışında gelen yoktu. Ben[im] şu an ayaklarım felçlidir. Ben[im] olaylardan haberim yoktu. Olaylara da katılmış değilim. Evime gidiyordum. Beni vuran polisi[n] tespit edilerek cezalandırılmasını istiyorum. Arkamda silahlı gördüğüm polisi karanlık olduğu için iyi seçemedim. Şu an görsem bile tanıyamam (dedi)."

28. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun bu ifadesi üzerine 13/1/2011 tarihinde Üniversite Hastanesine yazı yazarak başvurucunun ameliyatı sırasında vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğinin akıbetini sormuştur. Hastane 10/2/2011 tarihinde verdiği cevapta; çıkarılan mermi çekirdeği ve küçük bir parçasının Y.K. isimli bir polis memuruna tutanak ve imza karşılığında aynı gün saat 04.48'de teslim edildiğini bildirmiş ve söz konusu tutanağı cevabına eklemiştir.

29. Bir doktor ve Polis Memuru Y.K. tarafından düzenlenen söz konusu tutanakta, Hastanenin genel cerrahi ekibi tarafından başvurucunun karnından bir adet "mermi çekirdeği ve küçük bir parçası"nın çıkarıldığı ve bunların Polis Memuru Y.K. tarafından teslim alındığı belirtilmiştir.

30. Cumhuriyet Başsavcılığı, aynı tarihte (13/1/2011) Diyarbakır Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) Başmüdürlüğüne yazı yazarak olay yerindeki Müdürlüklerinde bulunan CCTV kamera sisteminden (kapalı devre televizyon sistemi) olay tarihine ilişkin kayıtları göndermesini talep etmiştir. Başmüdürlük 2/2/2011 tarihinde verdiği cevapta, belirtilen tarihe esas kamera kayıtlarının sistemlerinin iki aylık periyotlara göre düzenlenmiş olmasından dolayı silinmesi nedeniyle mevcut olmadığını bildirmiştir.

31. Bu aşamadan sonra soruşturmada, Cumhuriyet Başsavcılığının 14/3/2011 tarihli talimatı ile olay yerinde görev yapan polis memurlarının silahları üzerinde kriminal incelemeler yapıldığı ve 5/4/2011 tarihli ekspertiz raporu ile başvurucuyu yaralayan mermi ve olay yerindeki kovanların Emniyet Müdürlüğünün Terörle Mücadele Bürosunda görevli Polis Memuru R.Ç.nin tabancasından atıldığı belirlenmiştir.

32. Cumhuriyet Başsavcılığı 14/6/2011 tarihinde, R.Ç. hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun gereğince Diyarbakır Valiliğinden soruşturma izni istemiştir.

33. Valilik, Polis Memuru R.Ç. hakkında ön inceleme yapılmasına karar vermiş ve İlçe Emniyet Müdürlüğündeki bir emniyet amirini bu konuda görevlendirmiştir. Ön incelemeci emniyet amiri; başvurucu, Polis Memuru R.Ç. ile tanık polis memurlarının ifadelerini almıştır. Başvurucunun 12/7/2011 tarihinde alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

" (...) her zaman eve gitmek için kullandığım Balıkçılarbaşı Dört Minareli Cami yanına doğru yürüdüm, bu sırada yolun sonunda bir hareketlilik gördüm, bir kavga olduğunu düşündüm, bu sırada kulaklarım da iyi duymadığından herhangi bir patlama sesi duymadım, tam bu esnada dört ayaklı minarenin altından geçtiğim sırada belimde bir acı hissettim ve yere yıkıldım, geri döndüğümde de telsizli bir polisin elinde silahı gördüm, ben bu polisin eşkâlini veremem, yüzüstü yerde uzun süre yattım, bu sırada yardım istiyordum, telsiz konuşmaları duyuyordum, daha sonra ambulanslar geldi, ... Ben yürüme ve hareket kabiliyetimi kaybettiğim için mağdur duruma düştüm, bu konuda söyleyeceklerim bundan (ibarettir)."

34. R.Ç.nin 13/7/2011, tanık polis memurları O.Ç., Y.E.M., E.Ş.Ö. ve A.Ç.nin ise8/7/2011 ila 13/7/2011 tarihlerinde alınan ifadelerinde özetle olay günü bir grubun silahlı bir terör örgütü lehine sloganlar atarak kendilerine havai fişek ve molotof kokteyli ile saldırmaları sonucu olay yerinde bulunan bir kadını ve yanındaki çocuğu korumak ve saldırgan grupları dağıtmak amacıyla içlerinden bazılarının havaya uyarı ateşi açtığını, bu ateş üzerine grupların kaçarak dağılması ve ortamın sakinleşmesi sonrasında çevreyi kontrol ettiklerinde ise yerde yaralı şekilde yatan bir kişiyi (başvurucu) görüp olay yerine hemen bir ambulans çağırarak en yakın hastaneye gönderdiklerini söylemişlerdir.

35. Gerçekleştirilen bu inceleme sonucunda ön incelemeci emniyet amiri düzenlediği raporda, başvurucunun vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğinin deforme olduğunun ekspertiz raporu ile belirlendiğini, bir mermi çekirdeğinin deforme olabilmesi için vücuda girmeden önce başka bir engele çarpmasının gerektiğini ve Polis Memuru R.Ç.nin olayda uyarı maksadıyla havaya ateş ettiğini dikkate aldığında silahından çıkan merminin sekme sonucu başvurucuya isabet ettiğini ve bu nedenle adı geçen hakkında soruşturma izni verilmemesi görüşüne vardığını belirtmiştir.

36. Valilik, Polis Memuru R.Ç. hakkında soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. Karar gerekçesinde, ilgili ekspertiz raporunda başvurucuya isabet eden mermi çekirdeğinin deforme olduğunun ve hakkında ön inceleme yapılan R.Ç.nin havaya uyarı ateşi yaptığının belirlenmesi karşısında başvurucunun seken merminin isabeti ile yaralandığı ve bu nedenle olayda herhangi bir kusur veya ihmalin bulunmadığı belirtilmiştir.

37. Bu karar, Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesince 6/10/2011 tarihinde başvurucunun itirazı üzerine kaldırılmıştır. Karar gerekçesinde, elde edilen bilgi ve delillerin Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlilikte olduğu belirtilmiştir.

38. Bu şekilde devam edebilen soruşturmada, başvurucuya ilişkin kesin adli rapor Diyarbakır Adli Tıp Kurumunca 20/4/2012 tarihinde düzenlenmiştir. Raporda, başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı ve vücudunda ağır derecede kemik kırıklarının saptandığı bildirilmiştir.

39. Cumhuriyet savcısı, Polis Memuru R.Ç.nin ifadesini 27/3/2013 tarihinde almıştır. Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:

" (...)

... her ne kadar soruşturmaya bahse konu olay toplumsal bir olay gibi yansıtılmış ise de aslında bir terör olayı idi. Cembeli ERDEM isimli şahısta gösterici grubun bulunduğu yerde yaralandı, olaylar esnasında gösterici grup benim polis olduğumu anlayınca molotoflar ve el yapımı bombalar atıldı yine aynı olay sırasında havai fişekler kullanıldı hatta atılan havai fişek nedeniyle arkadaşım O... Ç... yaralandı ben idari tahkikat sırasında alınan ifademde belirttiğim üzere kesinlikle gösterici gruba ya da oradaki herhangi bir şahsa silahımı doğrultmadım kesinlikle kontrollü bir şekilde havaya ateş ettim muhtemelen çevredeki herhangi bir yerden seken mermi çekirdeklerinden biri mağdura isabet etti dolayısıyla kasıtlı bir hareketim olmadı, mağdurun yaralandığını fark edince hemen sağlık yardımı istedik ve olay yerine gelen amirlerimizle birlikte ambulunsla sevkini sağladık, tamamen kendimizi ve diğer vatandaşları korumak için yaptığımız bir hareketti, mağduru yaralamak ya da ona zarar vermek amacıyla yapılmış bir hareket değildir, ben olay esnasında resmi üniformalı değildim sivil giyimliydim aynı yerdepolis memuru daha önce şehit edildiğinden olay yerine resmi üniformalı polisin girmesi yasaklanmıştı bu nedenle Cembeli ERDEM'in ifadesinde belirttiği hususlar doğru değildir (dedi)."

40. Soruşturmada, polis memurlarının olayın meydana geldiği saatlerde yaptıkları telsiz haberleşmesine ilişkin dokümanlar da çıkarılarak incelenmiş ancak bu görüşmelerde herhangi bir olağan dışı durum veya görüşme tespit edilmemiştir.

41. Cumhuriyet Başsavcılığı 28/3/2013 tarihinde, şüpheli Polis Memuru R.Ç. hakkında olası kasıtla nitelikli yaralama suçundan kamu davası açmıştır.

42. Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesince (Asliye Ceza Mahkemesi) yürütülen yargılamada tanık polis memurları önceki aşamalarda verdikleri beyanlarını tekrar etmişlerdir.

43. Yargılamada, talebi üzerine başvurucunun davaya katılmasına (müdahilliğine) karar verilmiştir. Başvurucu, sanığın eyleminin kasten öldürmeye teşebbüs suçu kapsamında kaldığını ileri sürerek dava dosyasının görev bakımından üst dereceli mahkeme olan ağır ceza mahkemesine gönderilmesini istemiştir.

44. Sanık R.Ç.nin yargılamada alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(...) ben olay tarihinde Diyarbakır'da görevli idim olay günü Emniyet müdürlüğü ve istihbaratın bilgisi ve çalışmaları üzerine dahilinde 4...,4... talimatı ile araçlarımızı yukarıda bırakarak, pusu görevine gittik, yaklaşık 45-50 dk sonra bir şahıs geldi, biz burayı yakıp yıkacağız şeklinde esnafa kapatmasını söyledi, olayın olduğu yer dar bir sokak olup bir grup terör örgütü lehine sloganlar atarak el bombası kullanmaya başladı, bizde kendimizi korumak ve orada bulunan bir bayan ve küçük yaştaki çocuğu korumak amacı yetkilerimiz sınırı içerisinde uyarı ateşini yaptık, o sırada caddede başka şahıs yoktu, müştekinin ne şekilde yaralandığını fark etmedik, olaylar sakinleştikten sonrada yardım talebinde bulunduk, ayrıca bu olaydan sonrada ben İstanbul dada buna benzer olayda yaralandım buna ilişkin delillerimi de ibraz ediyorum (dedi)"

45. Başvurucunun yargılamada alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(...) Ben esnafım semt kasabına hayvan pazarlaması yapmaktayım. Olay günü de yine bu amaçla orada bulunmaktaydım. Benim olaylarla bir ilgim yoktu. Orada geçerken birden vücuduma kurşun isabet etti baktığımda bir polis memurunun bana silahını doğrultarak durduğunu gördüm. Bu şekilde yaralanarak yere düştüm. ... Ben de mermi isabet ettiğini kalkamadığımı belirttim mermi değildir yabancı bir cisimdir dendi ben de mermi olduğunu söyledim sonrasında ambulans geldi beni devlet hastanesine götürdüler sonrasında üniversite hastanesine sevk edildim. Sonrasında devlet hastanesine gönderildim bana bir türlü müdahale edilmedi. Bu esnada da polislerin bunun yabancı cisim olduğu yönünde telkinleri oldu. Hatta vucudumdaki mermi bile alınarak götürüldü. Şu anda belden aşağı felç durumdayım. Sanıktan şikayetçiyim davaya katılan olmak istiyorum (dedi)."

46. Asliye Ceza Mahkemesi 17/10/2014 tarihinde sanık polis memurunun 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkeme sanığın eylemini kasıt veya olası kasıtla değil taksirle gerçekleştirdiği kanaatine vardığını bildirmiş, ayrıca verdiği cezanın açıklanmasını geri bırakmıştır. Mahkeme son olarak sanığın herhangi bir tedbire karar vermediği beş yıllık denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlememesi hâlinde davanın düşmesine karar verileceğini de açıklamıştır.

47. Söz konusu karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"... olay günü ... terör örgütünce düzenlenen eylemler esnasında çevreden gelen molotof el yapımı bomba ve havai fişek gibi maddelerden korunmak amacıyla sanığın kendisini arkadaşlarını ve olay yerinde bulunan vatandaşları korumak için olayın vehameti altında havaya uyarı ateşi açtığı, söz konusu mermi'nin sekerek katılana isabet ettiği, sanığın silahını katılana doğrulttuğuna ilişkin dosya da herhangi bir delilin bulunmayışı hususları birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu olayda sanığın kusurunun kasıt değil taksir olduğu sonucuna varılarak sanığın eyleminin taksirle yaralama niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Katılanın yaralanmasındaki ağırlık dikkate alındığında, sanığın taksirle yaralama suçundan üst hadden cezalandırılması yoluna gidilmiş ayrıca katılanın yaralanmasının iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa sebebiyet verdiği anlaşıldığından sanık hakkında verilen cezanın TCK 89/3-a maddesi gereğince bir kat artırım yoluna gidilmiştir.

(...)

Tüm dosya kapsamına göre aşağıdaki (hüküm oluşturulmuştur)."

48. Başvurucunun bu karara itirazı, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesince 17/10/2014 tarihinde reddedilmiştir.

49. Nihai karar başvurucuya 10/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, 4/12/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. Tazminat Davası Süreci

50. Söz konusu soruşturmanın devamı sırasında başvurucu ile yakınları 12/04/2011 tarihinde, olaydaki ateşli silah kullanımının yasa dışı ve kişilerin hayatını tehlikeye sokacak nitelikte olduğunu ileri sürerek olay nedeni ile uğradıklarını ileri sürdükleri maddi ve manevi zararlarının ödenmesi talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuşlar; başvurularının reddedilmesi üzerine de 18/07/2011 tarihinde Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi)tazminat davası açmışlardır.

51. İdare Mahkemesi 15/10/2015 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Söz konusu karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(...)

... dolayısıyla toplumsal olaylara ve/veya suç işleme amaçlı kriminal gruplara eylemlerini sonlandırmaları amacıyla müdahale etme hakkı ve görevi bulunan davalı idare görevlilerinin söz konusu görevlerini yerine getirmeleri sırasında gerek olaylara karışanlara söz konusu olayların sonladırılmasını sağlayacak şekilde orantılı müdahale etmeleri, gerekse bu eylemlere katılmayan sivil halkın güvenliğinin sağlanması hususunda gerekli tedbirleri alma görevlerinin bulunması karşısında, davalı idare görevlileri tarafından olaylara müdahale edilmesi sırasında sivil halkın can güvenliğinin de korunması hususunda azami özen ve dikkat gösterilmesi gerekmesine karşın davalı idare görevlisi tarafından uyarı atışı yapılması sırasında bu özen ve dikkatin gösterilmediği, dolayısıyla davalı idarenin sivil halkın can güvenliğinin sağlanması, bu kapsamda, yaşama hakkının korunması konusundaki kamu hizmetinin kurulmasında, işleyişinde yeterli ve gerekli önlemi alamayarak, olayın meydana gelmesinde hizmet kusuru ve ihmali bulunduğu (sonucuna ulaşılmıştır)."

52. Bu karar, taraflarca temyiz edilmiş olup Danıştayda temyiz incelemesi aşamasındadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

53. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Keşif" kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:

"Keşif, hâkim veya mahkeme veya naip hâkim ya da istinabe olunan hâkim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır.

(2) Keşif tutanağına, var olan durum ile olayın özel niteliğine göre varlığı umulup da elde edilemeyen delillerin yokluğu da yazılır."

54. 5271 sayılı Kanun'un "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

 55. 5271 sayılı Kanun'un "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 (...)

(5) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek fıkra: 06/12/2006- 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir.

( ...)

(8) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur.

(...)

(10) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(11) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir.

(12) (Ek fıkra: 06/12/2006 - 5560 S.K.23.md) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

 56. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kast" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:

"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

 (2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.

57. 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

(3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

(4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

(...)"

58. 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve zorunluluk hâli" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

"(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez."

59. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez."

60. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanılması yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması hâlinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

61. 4483 sayılı Kanun’un "Kapsam" kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

"Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır.

Görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler saklıdır.

Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali genel hükümlere tabidir.

Disiplin hükümleri saklıdır.

(Ek: 2/1/2003-4778/33 md.) 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243 ve 245 inci maddeleri ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz."

62. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen -soruşturmanın yürütüldüğü dönemde de yürürlükte olan- 18/10/2011 tarihli ve (10) No.lu Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:

"(...)

3- İnsan haklarına saygılı bir şekilde maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için soruşturmaların zamanında, etkin, eksiksiz, süratli ve düzenli bir şekilde yürütülmesi, bu cümleden olarak; suç işlenildiğinin herhangi bir şekilde öğrenilmesi üzerine zaman geçirilmeksizin soruşturma başlatılması, delillerin tespit edilerek muhafaza altına alınması, gerektiğinde olay yerinin güvenliğinin sağlanması suretiyle delillerin kaybolmasını ve bozulmasını önleyici tedbirler alınarak olay yerine derhâl gidilmesi, olay yerinin incelenmesi ile keşif yapılmak suretiyle ileri sürülen iddialarla karşılaştırılmasının yapılması, olay yerinin fotoğraflarının veya görüntülerinin soruşturmayı aydınlatacak şekilde tespit ettirilmesi, ayrıca yapılan işlemlerin ayrıntılı olarak tutanağa geçirilmesi, şüpheli veya sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması gibi soruşturma işlemlerinin usul ve kanun hükümlerine göre geciktirilmeksizin yerine getirilmesi, olayla ilgili olan şüpheli, tanık, şikâyetçi ve mağdur ifadelerinin eksiksiz bir şekilde ve usulüne uygun olarak alınması,

(...)”

B. Uluslararası Hukuk

1. Birleşmiş Milletler Belgeleri

63. Birleşmiş Milletlerin 29 Kasım 1985 tarihli Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Bildirisi'nde;

- Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde adalete ulaşmaları ve adil muamele görmeleri,

- Mağdurların zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için tedbirler alınması,

- Yargısal ve idari mekanizmaların mağdurların ihtiyaçlarına karşılık verebilmesi için mağdurlara, özellikle ağır suçlar söz konusu olduğunda ve mağdurların talep etmeleri hâlinde yargılamadaki rolleri ve kapsamı, yargılamanın zamanlaması ve ilerlemesi ile davalarının durumu hakkında bilgi verilmesi,

- Sanığın haklarına zarar vermeden ve ulusal ceza adaleti sistemine uygun biçimde mağdurun kişisel haklarını ilgilendirdiği durumlarda davanın gerekli aşamalarında kendisinin görüş ve düşüncelerini sunmasına izin verilmesi,

-Hukuki süreç boyunca mağdurlara uygun bir hukuki yardım sağlanması,

- Mağdurlara verilebilecek rahatsızlıkları asgariye indirmek, mahremiyetlerini korumak, gerektiği zaman kendilerinin, ailelerinin ve lehlerine olan tanıkların güvenliklerini sağlamak ve onları baskı ve misillemeye karşı korumak için tedbir almaları,

27 Ağustos - 7 Eylül 1990 tarihleri arasında Küba’nın Havana şehrinde yapılan 8. Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Konferansında kabul edilen Savcıların Rolüne Dair Yönerge'de;

- Adalet dağıtımında temel bir unsur olan savcıların suçların soruşturulması ve bu soruşturmaların hukukiliğinin gözetiminde aktif bir rol üstlenmesi,

- Görevlerin hukuka uygun olarak adil, sürekli ve süratli bir biçimde insan onuruna saygı gösterip koruyarak insan haklarının yanında yer alarak yürütülmesi ve ceza adaleti sisteminin düzgün işlemesine katkıda bulunulması,

- Savcıların görevlerini yaparken işlerini tarafsızlıkla ve her türlü siyasal, sosyal, dinsel, ırksal, kültürel, cinsel veya başka herhangi bir ayrımcılıktan kaçınarak yürütmeleri, objektif bir biçimde hareket etmeleri, şüphelinin ve mağdurun durumunu gereği gibi dikkate almaları tavsiyelerine yer verilmiştir.

2. Avrupa Konseyi Belgeleri

64. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

 65. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

66. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, §161). Mahkeme, yaşam hakkı kapsamında incelediği McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır.

67. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, Mahkemenin tamamen yeni belirlediği ilkeler değildir. Yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. Mahkemenin yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

- Soruşturma makamlarının yaşam hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduğunda kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda, ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

68. AİHM, ulusal mahkemelere kamu görevlisinin karıştığı kötü muamele veya öldürme olayları için uygun olan yaptırımları seçimlerinde saygı gösterdiğini ancak eylemin vahameti ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda değerlendirme ve müdahale etme hususunda yetki kullanmasının gerekli olduğunu belirtmektedir (Nikolova ve Velichova/Bulgaristan, B. No: 7888/03,20/12/2007,§ 61).

69. AİHM aynı zamanda tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan suçlar da dâhil olmak üzere- kişilerin hayatlarını tehlikeye sokan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Mahkemeye göre kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir tolerans ya da ittifak olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

70. Mahkeme bu nedenle yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin kanuna aykırı olarak herhangi bir kişiyi öldüren ya da ölümcül şekilde yaralayan kişiler hakkında ceza hukukunu uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (Pek çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, [BD] No: 43577/98 ve 43579/98, § 60).

71. Bu nedenle belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararları verirken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşama hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynanması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme'nin 2. maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini ya da ne dereceye kadar gösterdiğini değerlendirmesi görevinin kendisine ait olduğuna vurgu yapmaktadır (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 62).

72. Mahkeme, ayrıca Türkiye'de yürürlükte bulunan ilgili hukukun hukuka aykırı öldürme suçuna ilişkin olarak mahkemelere hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini bu tür eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Okkalı/Türkiye, § 75; Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 17).

73. Mahkeme, 5271 sayılı Kanun ile düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının faillerin cezadan muaf tutulması ile sonuçlandığını çünkü belirtilen müessesenin uygulanması sonucunda failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla, verilen kararın içerdiği ceza ile birlikte tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri, § 17).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

74. Mahkemenin 18/4/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

75. Başvurucu; olaya ilişkin soruşturmada eylemi gerçekleştiren polis memurunu korumak amacıyla maddi gerçeği tüm açıklığıyla ortaya çıkarabilecek nitelikteki delillerin zamanında ve yeterli şekilde toplanmadığını, aynı amaç doğrultusunda ağır saldırı içeren eylemle açıkça orantısız bir ceza belirlenip bu cezanın açıklanmasının dahi geri bırakıldığını, ayrıca soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığını iddia etmiştir.

76. Başvurucu; soruşturmada yetersiz ceza verilip bu cezanın açıklanmasının dahi geri bırakılmasının kendisini olaydan bağımsız olarak ve çok derinden üzdüğünü, bu durumun ise başlı başına bir kötü muamele olduğunu ileri sürmüştür.

77. Başvurucu, ilgili kanuni düzenlemelerin tümünün polis memuru olması nedeniyle sanığın lehine uygulandığını ve olayda aldığı yaralar nedeni ile öz bakımını yapamayacak duruma düşüp aile bireylerinin bakımına muhtaç kaldığını belirterek eşitlik ilkesi ve özel hayatın korunması hakkının ihlal edildiğini de iddia etmiştir.

78. Başvurucu; bu gerekçelerle Anayasa'nın 10., 17., 36., Sözleşme'nin ise 3., 6., 8., 13. ve 14. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlallerin tespiti ile maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

79. Bakanlık görüşünde, başvurucunun iddialarının yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği belirtildikten sonra anılan hak kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için AİHM'in belirlediği ilkeler sıralanmıştır.

80. Görüşün devamında başvuruya konu soruşturmada gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine değinilerek şikâyetin değerlendirilmesi konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

81. Başvurucu, Bakanlık görüşüne verdiği cevapta bireysel başvuru formundaki iddialarını ve taleplerini yinelemiştir.

B. Değerlendirme

82. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

83. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Uygulanabilirlik Yönünden

84. Somut olayda başvurucu hayattadır. Bu nedenle başvuruda, öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.

85. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

86. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır ( Siyahmet Şiran ve Mustafa Çelik, B. No: 2014/7227, 12/1/2007,§ 69;Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

87. Başvuruya konu eylemin ateşli bir silahla (tabanca) gerçekleştirilmesi ve başvurucunun bu eylem nedeniyle ağır şekilde yaralandıktan sonra hayati tehlike atlatmış olması dikkate alındığında eylemin ölümle sonuçlanabilecek nitelikte olduğu tartışmasızdır. Eylemin bu niteliği ve başvurucunun fiziki bütünlüğü üzerindeki ağır sonuçları diğer faktörlerle birlikte gözönünde bulundurulduğunda başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

88. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü; ölümcül şiddete maruz kaldığı, olayın etkili soruşturulmadığı ve hesap verilebilirlikte caydırıcılığın sağlanmadığına ilişkindir. Bu nedenle diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu hak çerçevesinde yapılmıştır.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

89. Başvurucu, diğer iddialarının yanında adli makamların ilgili kanuni düzenlemeleri polis olduğu için sanık lehine uyguladıklarını ileri sürerek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini de iddia etmiştir.

90. Öncelikle belirtilmelidir ki Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekmektedir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

91. Ayrıca ayrımcılık iddiasının incelenebilmesi için başvurucunun kendisiyle benzer durumdaki kişilere yönelik farklı uygulamaların meşru bir temeli olmaksızın ırk, renk, cinsiyet, din, dil vb. ayrımcı bir nedene dayandığını makul delillerle ortaya koyması gerekir (Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 50).

92. Somut olayda ise başvurucu, şikâyet ettiği ve diğerlerinden farklı olduğunu ileri sürdüğü adli uygulamaların ne olduğunu yeteri kadar açıklamadığı gibi farklılığın hangi ayrımcı nedene dayandığını da ifade etmemiştir. Başvurucu; kendisiyle benzer durumda olan kişilere yönelik uygulamalar ile somut olaydaki uygulamanın meşru bir temeli olmaksızın diline, dinine, ırkına, cinsiyetine ve benzeri bir ayrımcı nedene dayandığını ileri sürmemiştir. Başvurucunun bu iddiasının temelinde ayrımcı olduğunu ileri sürdüğü neden kendisine ilişkin olmayıp olayın failinin kolluk görevlisi olması sebebiyle korunduğudur.

93. Öte yandan bu durum bir tarafa bırakılacak olsa bile başvurucu, söz konusu iddiasını temellendirecek herhangi bir somut bulgu ve kanıt da ortaya koyamamıştır. Bu nedenle yaşama hakkı ile bağlantı kurularak ileri sürülen eşitlik ilkesi yönünden herhangi bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

94. Diğer taraftan somut olayda, başvurucunun bir polis memurunun silahından çıkan merminin isabet etmesi sonucu yaralandığı tartışmasız olmakla birlikte olayın gerçekleşme koşulları bakımından başvurucunun iddiası ile adli makamların kabulü arasında derin farklılıklar bulunmaktadır.

95. Başvurucu, polis memuru tarafından açıkça hedef alınarak kasten öldürülmek istendiğini iddia etmektedir. Soruşturma sonucunda verilen kararda ise polis memurunun havaya ateş ettiği ancak silahından çıkan merminin sekerek başvurucuya isabet ettiği kabul edilmiştir (bkz. § 47).

96. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51). Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

97. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

98. Öldürücü kuvvet, belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir.

99. Bu noktada kamu görevlilerinin -silahlı güç kullanarak işledikleri, ihmalkârlıkları sonucu ortaya çıkan ölüme veya ölümcül yaralanmaya yol açan suçlar da olayın kendine özgü koşullarına göre dâhil olmak üzere- kişilerin hayatlarını tehlikeye atan suçlarını, cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak verilmemesi gerektiğinin altını önemle çizmek gerekir.

100. Ayrıca ilgili mevzuatın derece mahkemelerine, bu tür eylemlere ilişkin olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını uygulama olanağı verdiğini ancak bunun bir zorunluluk olmayıp bu konuda hâkimlere tam bir takdir yetkisi tanındığını ifade etmek gerekir. Mahkemelerin bu yetkilerini söz konusu eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmak yerine ağır bir suç meydana getiren eylemin sonuçlarını hafifletmek için kullanmayı tercih etmemeleri gerekmektedir.

101. Bu; kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere tolerans gösterildiği görünümünün engellenmesi açısından hayati önem taşımaktadır.

102. Kolluk tarafından silahlı güç kullanımlarında, bu durum sadece cezasızlık için söz konusu olmayıp eylemlerin ağırlığı ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık bulunması hâlinde de geçerlidir. Ayrıca bu hâllerde yaşama hakkının ihlaline ilişkin mağduriyetin giderimi söz konusu olamayacağından Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin yaptırımları belirlemedeki tercihlerine saygı duymasına ve görevi doğrudan bu olmamasına rağmen söz konusu duruma müdahale etmek mecburiyetinde kalabilmektedir.

103. Her ne kadar cezai sorumluluğa ilişkin konulara değinmek Anayasa Mahkemesinin doğrudan görevi kapsamında değil ise de kamu görevlilerinin Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında işledikleri suçlar için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunduğunu (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014,§ 76) bu noktada yeniden hatırlatmak gerekir.

104. Başvuruya konu olayda derece mahkemesinin kararı ile başvurucunun yaralanmasına silahlı güç kullanmaya ilişkin hükümlere aykırı olarak sebep olunduğunun, dolayısıyla da Anayasa'nın 17. maddesine aykırılığı tespit edildiğinin ve bu nedenle de başvuruda silahlı gücün kullanılmasının mutlak zorunlu ve ölçülü olup olmadığının Anayasa Mahkemesi tarafından ayrıca belirlenmesinin gereksiz olduğu ileri sürülebilir. Bu hususun kabulü hâlinde Anayasa Mahkemesinin incelemesi derece mahkemesinin söz konusu ihlale ilişkin uygun ve yeterli bir giderim (ceza) sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi ile sınırlı olacaktır.

105. Başvuruya konu olayda ise adli makamların kabulüne göre başvurucuya yönelik doğrudan bir silahlı güç kullanımı söz konusu olmamıştır. Derece mahkemesi, olayda başvurucuya yönelik silahlı güç kullanmaya ilişkin sınırın kasten ya da ihmalkârlıkla aşıldığına ve Anayasa'nın içerdiği silahlı güç kullanmaya ilişkin gereklere başka deyişle güvencelere (bkz. § 97) bu şekilde aykırı hareket edildiğine karar vermiş değildir. Derece mahkemesinin kabulüne göre olayda başvurucunun yaralanması, kendisine yönelik olarak kullanılan şiddette gösterilen bir ihmalkârlık sonucu meydana gelmemiştir. Mahkeme, bu ihmalkârlığın silahlı güç kullanımının sınırlarının aşılmasına ilişkin hükümlere aykırılıktan değil üçüncü kişilere yönelik güç kullanıldığı sırada ancak taksire ilişkin ilgili kanundaki genel hükümlere göre gerçekleştiğini kabul etmiştir.

106. Başvurucu ise aksini iddia etmekte ve hatta silahlı güç kullanımında açıkça hedef alındığını, bu nedenle polis memurunun ağır cezalara çarptırılması gerektiğini ileri sürmektedir. Dolayısıyla başvuruda, gerek derece mahkemesinin söz konusu kabulü ve gerekse başvurucunun doğrudan hedef alındığı iddiaları da dikkate alındığında silahlı gücün kullanılmasının mutlaka zorunlu ve ölçülü olup olmadığının Anayasa Mahkemesi tarafından belirlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle inceleme, sadece yeterli ceza verilerek mağduriyetin giderilip giderilmediğini belirlemekle sınırlı olamaz.

107. Ancak aşağıda yaşam hakkının usul boyutu bakımından yapılan değerlendirmede ayrıntıları açıklanacağı üzere başvuruya konu olayın gerçekleşme koşullarının belirlenememesi nedeniyle Anayasa Mahkemesinin önünde başvurucunun iddiaları ile adli makamların söz konusu kabulünün değerlendirilmesine olanak verecek yeterlilikte bilgi veya bulgu bulunmamaktadır.

108. Dolayısıyla başvurucunun yaşam hakkının devletin öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği ile cezasızlık sonucu mağduriyetinin giderilmediği şikâyeti bu aşamada değerlendirilememiş olup bu nedenle inceleme, sadece olaya ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünün -hesap verilebilirlikte caydırıcılığın sağlanmadığı şikâyeti dışında- yerine getirilip getirilemediğinin belirlenmesi ile sınırlı olarak yapılmıştır.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

109. Somut olayda, başvurucunun idari yargıya başvurarak olay nedeni ile tazminat talep ettiği ve söz konusu yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.

110. Öncelikle yaşam hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili soruşturmaya ilişkin pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka etkili bir ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmediğini ve mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının bu yükümlülüğün yerine getirilebilmesi için yeterli olabileceği belirtilmelidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

111. Başvuruda, derece mahkemesi tarafından ilgili Kanun'daki taksire ilişkin genel hükümler kapsamında kasıt olmaksızın olaya sebebiyet verildiği kabul edilmiş ise de kasten silahlı güç kullanıldığının iddia edilmesi nedeniyle tazminat yolunun şikâyet bakımından etkili soruşturmaya ilişkin pozitif yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlayamadığı sonucuna varılmıştır.

112. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

113. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

114. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

115. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşam hakkını koruyan hukuk kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük, kesin olarak bir sonuç elde etmeyi gerektirmez. Anayasa'nın 17. maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56). Ancak her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılmak koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

116. Yaşam hakkına ilişkin ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için öncelikle soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeni veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

117. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, § 96).

118. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 58).

119. Bunların yanında soruşturmaların makul bir özen ve süratle yürütülmesi de gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

120. Başvuruda olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediği ileri sürülmektedir. Başvurucu, etkili soruşturma yürütülmediği sonucuna iki temel şikâyet noktasından hareket ederek ulaşmaktadır. Birinci şikâyet, olaya karışan polis memurunun korunması amacıyla olaya ilişkin delillerin yeterince ve zamanında toplanmadığına ilişkindir. İkinci temel şikâyet ise soruşturmanın makul süratle yürütülmediğidir.

121. Başvurucunun soruşturmanın resen ve derhâl başlatılmadığı, kamu denetimine açık olmadığı, etkili katılımının sağlanmadığı ve soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmadığı şikâyeti bulunmadığı gibi somut olayda söz konusu ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da ulaşılamamıştır.

122. Başvurucunun şikâyetleri yukarıda yer verilen ilkeler ışığında incelenerek öncelikle soruşturma makamlarının Anayasa’nın 17. maddesi gereğince olayın nedenini ve yaşam hakkının kasten ihlal edilip edilmediğinin belirlenebilmesine ilişkin olmak üzere "sorumluluğun türü"nün tespitini sağlayabilecek bütün delilleri toplamak için kendilerinden beklenen makul tedbirleri alıp almadığı değerlendirilecektir.

123. Soruşturmada, olay yeri incelemesinin gecikmeksizin gerçekleştirilerek başvurucunun yaralanmasına sebebiyet veren mermi çekirdeği dâhil olay yerindeki maddi delillerin incelenmek üzere muhafaza altına alınmasına ve gerçekleştirilen balistik incelemeler ile başvurucuyu yaralayan atışın polis memurunca yapıldığı tespit edilmesine rağmen olayın gerçekleşme koşullarının belirlenmesi yönünden soruşturmanın etkililiğini zedeleyen hususların bulunduğu hemen göze çarpmaktadır.

124. Bu hususlardan ilki, olay yerindeki görev polis memurlarından bazılarının silahlarını olay sırasında ateşlediklerinin Emniyet Müdürlüğünün 1/9/2010 ve 15/9/2010 tarihli tahkikat evrakı ile bildirilmesine ve başvurucunun vücudundan çıkarılan mermi çekirdeğinin Olay Yeri İnceleme tarafından olaydan birkaç saat sonra teslim alındığı bilinmesine rağmen (bkz. §§ 11-15) polis memurlarının silahları ile söz konusu mermi çekirdeği ve kovanların mukayesesi için hangi sebeple yaklaşık altı ay beklendiği anlaşılamamıştır.

125. Aynı belirsizlik, olay yerindeki kamera kayıtlarının istenmesi bakımından da söz konusudur. Kayıtlara ilişkin gerekli araştırma için de yaklaşık altı ay beklendiği görülmüştür. Kayıtlar, iki ay muhafaza edilmesi sonrasında silinmiştir. Böylece olayın aydınlatılabilmesi bakımından başkaca herhangi bir araştırma yapılmasına muhtemelen gerek bırakmayacak önemdeki bir delilin elde edilebilmesi bu gecikme nedeniyle mümkün olmamıştır (bkz. § 30).

126. Delillerin toplanması bakımından bir diğer dikkat çeken husus da olaya karışan polis memurunun havaya ateş ettiği ancak silahından çıkan merminin bir yerden sekerek başvurucuya isabet ettiği kabul edildiği hâlde soruşturma sürecinde olay yerinde uygulamalı bir keşif yapılmamasıdır. Polis memurunun silahından çıkan kovanlar ile mermi çekirdeklerinin konumları ve bazı mermilere ait isabet izleri Olay Yeri İnceleme tarafından belirlenmiştir. Bu durumda keşif işlemi, görgü tanığı olmadığı da ileri sürülen olayda polis memurlarının inandırıcılığını değerlendirme imkânı vermektedir. Olay yerindeki maddi delillerin konumlarının, merminin izlediği yol ile ateşlendiği silahın pozisyonunun ve başvurucunun yere düştüğü yerin konumunun polis memurlarının ifadeleri ile uyuşmadığının keşif işlemi ile belirlenebilmesi hâlinde iddialar ile savunma arasındaki çelişki giderilerek olay kolaylıkla aydınlatılabilecek iken soruşturmanın hiçbir aşamasında bu işleme başvurulmadığı görülmüştür. Esasında keşif işlemi, bu tür olaylarda ilgili adli makamların olayın gerçekleşme koşullarını belirleyerek maddi gerçeği tespit etmeleri bakımından oldukça önem arz etmektedir.

127. Diğer taraftan polis memurunun silahından çıkan ve başvurucuyu yaralayan mermi çekirdeğinin ekspertiz raporu ile deforme olduğunun belirlenmesi -Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde ve derece mahkemesinin karar gerekçesinde açıkça belirtilmemekle birlikte- adli makamların merminin başka bir yerden sektiği ve başvurucunun doğrudan hedef alınmadığı değerlendirmesinde bulunulmasına neden olmuştur. Bu değerlendirme, polis memuru hakkında yapılan ön incelemede ise açıkça belirtilmiştir.

128. Merminin isabeti başvurucunun omurgasının ve diğer kemiklerinden bazılarının ağır derecede kırılmasına sebep olmuştur. Başvurucu, bu kırıklar nedeniyle olaydan sonra felçli yaşamak zorunda kalmıştır. Ayrıca mermi vücuttaki kemiklere çarparak, başka deyişle bir kemikten diğerine sekerek ağır derecede kırığa yol açmakla kalmamış; vücuttaki ilerleyişinde akciğer, diafragma ve dalak gibi iç organları delip geçerek organlara ağır hasar vermiştir (bkz. §§ 22-24).

129. Öncelikle silahlı saldırı olaylarında mermilerin vücuda girdikten sonra kemiklere çarpması veya başka nedenlerle vücutta kalabilmesi sıkça karşılaşılabilen bir durumdur. Somut olayda da aynı durum gerçekleşmiştir. Bir merminin doğrudan ya da seyir değiştirerek vücudun farklı bölgelerinde ilerleyerek kemiklere çarpması nedeniyle deforme olabilmesi de kolaylıkla mümkündür. Soruşturmada, sıkça karşılaşılabilen ve bilinen bu duruma rağmen olayda kullanılan merminin deformasyona uğraması ile ilgili olarak bu konuda bir ekspertiz raporu alınması dâhil olmak üzere herhangi bir araştırma yapılmamış; deformasyonun vücut dışında gerçekleştiği kabul edilmiştir.

130. Ayrıca başvurucu hakkında toplam on altı adli rapor düzenlendiği anlaşılmıştır. Bu raporların alınması aşamalarının hiçbirinde olayda kullanılan 9 mm çapında bir merminin kabul edildiği gibi bir yerden (duvar gibi) sekerek deforme olmuş şekilde vücuda isabeti hâlinde bu derece ağır hasar verip veremeyeceği de sorulmamıştır. Oysa deforme bir mermi çekirdeğinin sırt bölgesinin akciğer bölümünden girerek aşağıya ve diğer organlara doğru omurga kemiği ile diğer kemiklerde ağır derecede kırık meydana getirecek ve organlarda ağır hasar oluşturacak şiddette ilerleyebilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesi, olayın aydınlatılması bakımından üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

131. Soruşturmada üzerinde durulması gereken en önemli husus ise şüpheli polis memurunun ilk ifadesinin herhangi bir engel bulunmadığı hâlde olaydan yaklaşık üç yıl, silahının olayda kullanıldığının ekspertiz raporu ile anlaşılmasından ise neredeyse iki yıl sonra alınmış olmasıdır (bkz. § 39).

132. Ölümün veya ölümcül yaralanmanın meydana geldiği olaylarda olayın faillerinin ifadelerinin alınmasında yaşanan bu tür gecikmeler, ilgili soruşturmalarda gerekli özenin gösterilmediğini açıkça ortaya koymak açısından başlı başına yeterlidir. Bu durum ayrıca kolluk görevlilerinin karıştığı olaylarda mağdurlarda ve genel olarak toplumda, kolluk görevlilerinin eylemlerinden -adli makamlar dâhil olmak üzere- kimseye karşı sorumlu olmadıkları bir otorite boşluğu içinde hareket ettikleri düşüncesinin oluşmasına da yol açabilmektedir.

133. Delillerin toplanmasına ilişkin ifade edilecek son husus, şüpheli polis memurunun mesai arkadaşları dışında olayın bir görgü tanığının bulunup bulunmadığının araştırılmadığıdır. İlgili tutanaklarda ve adli makamların kabullerinde, olay yerinde gösteriye katılmayan kişilerin -başvurucu gibi- bulunduğundan ve polis memurunun bu kişileri korumak amacıyla hareket ettiğinden bahsedilmektedir.

134. Başvuru ve soruşturma belgelerinde bu kişilerin kimliğinin araştırıldığına ilişkin bir bilgiye rastlanmamıştır. Şiddet eylemlerine ilişkin soruşturmanın Cumhuriyet Başsavcılığının özel yetkili birimi tarafından bu soruşturmadan bağımsız olarak yürütüldüğü anlaşılmıştır. Bu soruşturmada olayın tanıklarına ulaşılabilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durularak gerek söz konusu soruşturma dosyası incelenmek suretiyle gerekse başka yollarla olayda görgü tanığı bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır. Tanıkların olayın sıcaklığı ve çatışma ortamının yaşanması nedeniyle tüm olup bitenleri görebilmesinin mümkün olmadığı ileri sürülebilir ise de aynı durumun ifadeleri alınan polis memurları için de söz konusu olduğunu ancak soruşturmada bu kişilerin ifadesine başvurulduğunu hatırlatmakta fayda vardır.

135. Sonuç olarak yetkili makamların maddi gerçeği açığa çıkarabilmek, başka bir ifade ile olayı aydınlatabilmek için kendilerinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri ya hiç almadıkları ya da bu konuda gecikme gösterdikleri kanaatine varılmıştır.

136. Soruşturmanın etkililiği bakımından değerlendirilecek olan son husus ise soruşturmanın makul süratle yürütülüp yürütülmediğidir.

137. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsur ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık göstermektedir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

138. Başvuruya konu soruşturma, yaklaşık 4 yıl 2 ayda tamamlanabilmiştir. Soruşturmada delillerin zamanında toplanmasındaki özensizlik, sadece olayın tüm yönleriyle aydınlatılamamasına sebep olmamış; ayrıca bu konuda herhangi bir engel veya güçlük bulunmadığı hâlde soruşturmanın gereksiz uzamasına ve kolluk görevlisinin karıştığı olayda bu tür hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmesine neden olmuştur.

139. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlaline karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

140. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

141. Başvurucu, başvuru dilekçesinde hakkaniyete uygun düşecek şekilde maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuş; Bakanlığın görüş yazısına cevabında ise 100.000 TL manevi ve 50.000 TL maddi olmak üzere toplamda 150.000 TL tazminat talep etmiştir.

142. Başvuruda, yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

143. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

144. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

145. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvuruda etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlaline karar verilmiştir. Başvurucunun talep ettiği maddi tazminat ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağının kurulabilmesine olanak sağlayacak herhangi bir bilgi veya belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

146. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/4/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

 

 

ANAYASA MAHKEMESİ

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

FATMANA UÇAN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

 

(Başvuru Numarası: 2015/12508)

Karar Tarihi: 11/10/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan y.

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Fatmana UÇAN

 

 

2. Tolga UÇAN

 

 

3. Habibe UÇAN

 

 

4. Azize UÇAN

 

 

5. Nazlıcan UÇAN

Vekili

:

Av. İbrahim BAYKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, üçüncü kişilerin gerçekleştirdiği ölüm hadisesi ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu Fatmana Uçan'ın eşi, diğer başvurucuların ise babası İ.U. 24/10/2005 tarihinde saat 17.00 sıralarında ateşli silahla öldürülmüştür.

10. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olaya ilişkin resenbir soruşturma açmıştır. Yürütülen soruşturmada, ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmış; şüphelilerin ellerinde atış artığı olup olmadığı ve şüpheliye yaptırılan yer gösterme işleminde bulunan tabancanın olayda kullanılıp kullanılmadığı hususlarında Kriminal Polis Laboratuvarından uzman raporları alınmış; tanıkların bilgi ve görgüleri tespit edilmiştir. ŞüphelilerB.A. ve S.T. 25/10/2005 tarihinde tutuklanmıştır. Soruşturma sonunda S.T. ve B.A. hakkında diğer suçların yanında tasarlayarak kasten öldürme suçundan da 25/11/2005 tarihli iddianameyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, S.T. ve B.A.nın yağma yapmak amacıyla İ.U.nun aracına bindiği, B.A.nın ateşli silahla İ.U.yu öldürdüğü ve S.T. ile B.A.nın İ.U.nun cebindeki paraları aldığı ileri sürülmüştür.

11. Yargılama, Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılmıştır. B.A.nın İ.U.yu tasarlayarak öldürdüğü, S.T.nin de suçun işlenmesi sırasında B.A.ya yardım ettiği kanaatine varan Mahkeme 25/5/2006 tarihinde, B.A.nın ağırlaştırılmış müebbet hapis, S.T.nin ise 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

12. Hüküm Cumhuriyet savcısı, sanıklar müdafii ve başvurucu Fatmana Uçan vekili tarafından temyiz edilmiştir.

13. Yargıtay 1. Ceza Dairesi (Daire), 19/3/2009 tarihinde hüküm fıkrasında kanun yoluna başvuru şeklinin belirtilmediği tespitinde bulunarak katılan ve hükmü temyiz hakkı bulunan müteveffanın kardeşi E.U.ya kanun yoluna başvuru şekline ilişkin açıklama içerir davetiyenin tebliği amacıyla Mahkemeye iade edilmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine karar vermiştir.

14. Temyiz incelemesi için dosyanın yeniden gönderilmesinden sonra Daire, 5/1/2011 tarihinde sanıkların tahliyesine karar vermiştir. Başvurucu Fatmana Uçan vekilinin yasal süresinden sonra yaptığı temyiz talebini reddeden Daire, 27/1/2011 tarihinde ise hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma kararının gerekçeleri şöyledir:

i. Duruşmada nüfus kayıt örneği ile adli sicil kaydı B.A.ya, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin tutanak her iki sanığa okunmamıştır.

ii. B.A. psikolojik rahatsızlığı olduğu yönünde iki dilekçe vermesine rağmen adı geçenin akıl sağlığı ve cezai ehliyeti hakkında Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılmamıştır.

15. Bozma kararına uyulması üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 2/7/2013 tarihinde, bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle B.A.nın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Aynı kararda Mahkeme, isnat edilen eylemi gerçekleştirdiğine dair yeterli ve kesin delil elde edilememesi nedeniyle S.T.nin beraatine hükmetmiştir.

16. Bahse konu karar sanıklar ve başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.

17. Temyiz incelemesini yapan Daire 18/2/2015 tarihinde, B.A. hakkında kurulan hükmün onanmasına karar vermiştir. S.T. hakkında verilen beraat hükmü ise adı geçenin nitelikli öldürme suçuna asli fail olarak iştirak ettiğinin gözetilmediği, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin tutanağın duruşmada okunmadığı gerekçeleriyle aynı kararla bozulmuştur. Kararda, ilk hükümdeki sonuç cezanın nazara alınması gerektiğine de işaret edilmiştir.

18. Bozma kararına uyulması üzerine yapılan yargılama sonunda Mahkeme 27/5/2015 tarihinde, bir suçun işlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kasten öldürme suçu nedeniyle S.T.nin 12 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

19. Bahse konu karar S.T. ve başvurucular tarafından temyiz edilmiştir.

20. Başvurucular 15/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

21. Daire 29/12/2015 tarihli kararla S.T. hakkında verilen mahkûmiyet hükmünü onamıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

22. Mahkemenin 11/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

23. Başvurucular; İ.U.nun vefat etmesine neden olan olaya ilişkin olarak yürütülen ceza soruşturmasının makul süratle sonuçlandırılamadığını ve bu sebeple sanıkların 2011 yılında tahliye edildiğini belirterek adil yargılanma ve kişilik haklarının ihlal edildiğini ileri sürüp ihlalin tespit edilmesini ve manevi tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir.

24. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesinin bazı kararlarına yer verilerek başvuruya konu soruşturma kapsamında yapılan işlemler özetlenmiş ve katılan E.U.nun yeni adresini bildirmemesi nedeniyle yurt dışında yaşayan katılana tebligat yapılmasını sağlamak amacıyla dosyanın ilk temyiz incelemesinde üç yıl beklediği belirtilerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun bir sonuç yükümlülüğü olmadığı vurgulanmıştır.

25. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında yargılamanın uzamasına kendilerinin sebebiyet vermediğini ve davanın karmaşık olmadığını belirtmişlerdir.

B. Değerlendirme

26. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 "Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, yakınlarınınölümü ile ilgili yürütülen soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamamasına ilişkindir. Bu nedenle söz konusu başvuru, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu Fatmana Uçan müteveffanın eşi, diğer başvurucular ise müteveffanın çocuklarıdır. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

29. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

30. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

31. Soruşturmanın etkili olabilmesi için diğer şartların yanında makul bir sürat ve özenle yürütülmeside gerekir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).

32. Anayasa Mahkemesinin bu tür olaylara ilişkin başvurulara yönelik inceleme görevi, hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin ve yaşama hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için yetkili mercilerin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiklerini belirlemekten ibarettir (Perihan Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).

33. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin değerlendirmelerindeki tespitin başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, soruşturmadaki davalı, şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsur ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterdiğinin belirtilmesi uygun olacaktır(Fahriye Erkek ve diğerleri, 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

34. Somut olayda, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yaracak tüm deliller toplandıktan sonra şüpheliler hakkında 22/11/2005 tarihli iddianameyle açılan kamu davası, bir yıldan daha kısa bir sürede 25/5/2006 tarihinde Mahkemece sonuçlandırılmıştır. Ne var ki yargılamayı sonlandıran kararın temyiz edilmesi üzerine Daire -dosyanın hangi tarihte Yargıtaya gönderildiği tespit edilememekle birlikte- ancak 19/3/2009 tarihinde dosyayı incelemiş ve yukarıda (bkz. § 13) belirtilen nedenle dosyayı Mahkemeye iade etmiştir. Katılan ve hükmü temyiz hakkı bulunan müteveffanın kardeşi E.U.ya kanun yoluna başvuru şekline ilişkin açıklama içerir davetiyenin tebliğ edilip edilmediği, tebliğ edilmişse hangi tarihte tebliğ edildiği saptanamasa da Daire 27/1/2011 tarihinde temyiz incelemesini yapmış ve yukarıda (bkz. § 14) belirtilen nedenlerle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Mahkemenin hüküm tarihi ile bozma kararı arasında dört yıl sekiz aydan daha uzun bir süre geçmiştir. Bozma sonrası yapılan yargılama sonunda verilen 2/7/2013 tarihli hüküm Dairece 18/2/2015 tarihinde "S.T.nin nitelikli öldürme suçuna asli fail olarak iştirak ettiğinin gözetilmediği ve ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ilişkin tutanağın duruşmada okunmadığı" gerekçesiyle yeniden bozulmuştur. Bu bozma sonrasında yapılan yargılamada verilen 27/5/2015 tarihli mahkûmiyet kararı ise 29/12/2015 tarihinde onanmıştır. Sonuç olarak ölüm olayıyla ilgili soruşturma, 10 yıl 2 ayı aşkın bir sürede sonuçlandırılabilmiştir.

35. Bakanlık görüşünde, katılan E.U.nun yeni adresini bildirmemesi nedeniyle yurt dışında yaşayan katılana tebligat yapılmasını sağlamak amacıyla dosyanın ilk temyiz incelemesinde üç yıl beklediği ifade edilmiş ise de bahse konu üç yıllık süre dikkate alınmasa bile soruşturma, yedi yılı aşkın bir sürede sonuçlandırılmıştır.

36. Soruşturmada yer alan hiçbir unsur -başvuruya konu soruşturmanın ilerlemesine engel olan herhangi bir unsur ya da güçlüğün bulunmadığı, sanık sayısının iki olduğu, olayın aşamaların bu derece uzun sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa sahip olmadığı ve soruşturmada yaşanan gecikme üzerinde başvurucuların herhangi bir etkisinin bulunmadığı dikkate alındığında- soruşturma sürecinin bu denli uzun bir sürede sonuçlandırılmasını haklı kılmamaktadır. Bu nedenle somut olaya ilişkin soruşturma sürecinin makul bir süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği sonucuna varılmıştır.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

39. Başvurucular, yaşama hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle 100.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir.

40.Başvuruda, yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

41. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müşterek olarak takdiren net 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

42. Kararın bir örneğinin bilgi için Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

43. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterekenödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Net 27.000 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BURCU DEMİRKAYA VE YÜCEL DEMİRKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/1232)

 

Karar Tarihi: 30/10/2018

R.G. Tarih ve Sayı: 5/12/2018-30616

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Burcu DEMİRKAYA

 

 

2. Yücel DEMİRKAYA

Vekili

:

Av. Zeynep Betül GEÇİM AY

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir yolcu treninin raydan çıkması sonucu pek çok kişinin öldüğü ve yaralandığı olay hakkındaki ceza soruşturmasının makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Haydarpaşa (İstanbul)-Ankara seferini yapan yolcu treninin 22/7/2004 tarihinde Sakarya ili Pamukova ilçesi Mekece Mahallesi yakınlarında raydan çıkması sonucu aralarında başvurucuların annesi F.Y.nin de olduğu 37 kişi ölmüş, 90 kişi de yaralanmıştır.

ACeza Soruşturması Süreci

9. Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında derhâl soruşturma başlatılmıştır.

10. Soruşturma kapsamında ölü muayenesi ve otopsi işlemleri yapılmış, yaralıların adli raporları aldırılmış ve olay hakkında bilgi sahibi olan kişilerin beyanları alınmıştır. Ayrıca olay yerinde keşif yapılmış, soruşturmayı aydınlatması beklenen bilgi ve belgeler resmî kurumlardan getirtilip kazaya karışan vagonlar üzerinde inceleme yaptırılmış, olayın neden kaynaklandığına ve kusur durumuna ilişkin bilirkişi raporu alınmıştır.

11. Bir üniversitenin makine ve inşaat mühendisliği bölümlerinde öğretim üyeliği yapan üç kişiden oluşan Bilirkişi Heyetince hazırlanan 31/8/2004 tarihli raporda; olay esnasında lokomotif hariç beş vagonun raydan çıktığı ve bu vagonların dördünün devrildiği, hattan çıkan ve devrilmiş durumda bulunan vagonların tekerlek takımlarında ve bojilerinde (trenin yürüyüş takımı) olaya sebebiyet verecek bir neden gözlenmediği, kazaya karışan trendeki vagonların seyir emniyeti bakımından yeterli olduğu, trenin kazanın meydana geldiği yerdeki hızının yaklaşık saatte 130 km olduğu, altmış sefere ait hız bantları üzerinde yapılan incelemede olay yerinden geçen trenlerin hızlarının saatte 65-90 km olduğu ve livreye (tren tarife kitapçığı) göre olay yerinden 80 km hızla geçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca raporda, Birinci Makinist F.K.nın livrede yazılı hıza (80km/saat) uymayıp trenin hızını gerektiği gibi ayarlayamaması ve yönetimi altındaki trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 3/8 oranında kusurlu olduğu, İkinci Makinist R.S.nin seyir hızı konusunda birinci makinisti uyarmayarak trenin seyir kontrolü için gerekli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle olayın meydana gelmesinde 1/8 oranında kusurlu olduğu ve tren şeflerinin tren seyir kontrolüne ilişkin görevlerinin bulunmaması nedeniyle K.C.nin kusursuz olduğu belirtilerek üstyapı bakım ve onarım yetersizlikleri ile güvenli seyir kontrolü için kontrol düzenek ve sistemlerinin olmayışının olayın meydana gelmesinde 4/8 oranında etkili olduğu açıklanmıştır.

12. Cumhuriyet Başsavcılığı, makinistlere yardımcı olacak otomatik ya da yarı otomatik kontrol sistemlerinin kurulması gerekmesine rağmen kurulmadığı ve üstyapıda eksikliklerin kazanın meydana gelmesinde rol oynadığı iddiası ile Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü (TCDD) yetkilileri hakkında yürüttüğü soruşturmada yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma evrakını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Bu soruşturmanın sonucu tespit edilememiştir.

13. Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığı; Birinci Makinist F.K., İkinci Makinist R.S., ve Tren Şefi K.C.nin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 389. maddesinde düzenlenen tedbirsizlik, meslek veya sanatında tecrübesizlik ya da nizam, emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu işledikleri iddiasıyla 7/9/2004 tarihinde Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ceza Mahkemesi) haklarında kamu davası açmıştır.

14. Ceza Mahkemesinin istinabe suretiyle aldığı 30/4/2007 tarihli bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde F.K.nın 3/8, R.S.nin 1/8, TCDD'nin ise 4/8 oranında kusurlu olduğu, K.C.nin herhangi bir kusurunun bulunmadığı belirtilmiştir.

15. Yürüttüğü yargılama sonunda K.C.nin beraatine karar veren Ceza Mahkemesi F.K.yı 2 yıl 6 ay hapis ve 1.000 TL adli para cezasına, R.S.yi ise 1 yıl 3 ay hapis ve 733 TL adli para cezasına mahkûm etmiştir.

16. Ceza Mahkemesince verilen 1/2/2008 tarihli bu karar F.K. ve R.S. müdafii ile bazı katılanların vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

17. Yargıtay 2. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 13/7/2009 tarihinde, şikâyetçi olduklarını bildiren bazı şikâyetçilere duruşma gününün ve kararın tebliğ edilmediğini belirterek kararın söz konusu kişilere tebliğ edilmesi amacıyla dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir. Bu kararın gereğinin yerine getirilip getirilemediği tespit edilememekle birlikte Ceza Dairesi 12/7/2010 tarihinde temyiz talepleri hakkında karar vermiştir. Ceza Dairesi söz konusu kararla K.C. hakkındaki davayı zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşürmüş, diğer sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararlarını ise bozmuştur. Bozma gerekçeleri şöyledir:

i. Davaya katılma talebinde bulunan bazı kişilerin talepleri hakkında karar verilmemiştir.

ii. Aralarında menfaat çatışması bulunan sanıklar aynı müdafi tarafından temsil edilmiştir.

iii. Lehlerine vekâlet ücretine hükmedilen katılanların ad ve soyadları gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.

iv. Katılma hakkı bulunmayan bazı kişilerin davaya katılmasına karar verilmiştir.

v. Katılması hükümsüz kalan kişiye gerekçeli karar başlığında katılan olarak yer verilmiştir.

vi. Davaya katılmalarına karar verilen bazı kişiler gerekçeli karar başlığında gösterilmemiştir.

vii. Olayda ölen bir kişi, gerekçeli karar başlığında şikâyetçi olarak gösterilmiştir.

viii. F.K. ve R.S. hakkında verilen adli para cezasının taksitlendirebilmesine ilişkin normun uygulanıp uygulanmayacağı hususunda bir karar verilmemiştir.

ix. Suçun işlendiği yer, gerekçeli karar başlığına yazılmamıştır.

 x. Sebebiyet verdikleri yargılama giderlerinin sanıklardan ayrı ayrı tahsiline karar verilmesi gerekirken müştereken tahsiline karar verilmiştir.

xi. Hükümden sonra yapılan yasal değişiklik uyarınca R.S. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilip verilmeyeceğinin değerlendirmesinde zorunluluk bulunmaktadır.

18. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi, bozma ilamına karşı sanıkların beyanını tespit etmiş; yargı çevresinde ikamet eden katılanlara bozma ilamı ekli duruşma günü ile saatini bildirir davetiye çıkarmış, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanların beyanlarının tespiti için seksen üç kez istinabe talebinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılama sonunda 7/2/2012 tarihinde, sanıklara isnat olunan eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un 389. maddesinde düzenlenen tedbirsizlik veya meslek ya da sanatında tecrübesizlik, nizam ve emir ile kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demir yolu üzerinde kazaya neden olma suçunu oluşturduğunun Ceza Dairesinin 12/7/2010 tarihli kararıyla belirlendiği, söz konusu suç için kanunda öngörülen dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar hakkında açılan davaların düşürülmesine karar verilmiştir.

19. Karar, bir kısım katılan vekili tarafından temyiz edilmiştir.

20. Gerekçeli kararın bazı katılanların vekiline tebliğ edilmediğini tespit eden ve bahse konu eksikliğin giderilmesi için 24/4/2013 tarihinde dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar veren Yargıtay 12. Ceza Dairesi 3/2/2014 tarihinde, sanıklara isnat edilen eylemin 765 sayılı mülga Kanun'un 455. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi birden fazla kişinin ölümüne ve birçok kişinin yaralanmasına sebebiyet verme suçu kapsamında da değerlendirilebileceği sonucuna varmış ve sanıkların hukuki durumunun söz konusu norm çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

21. Bozma sonrası yargılamada Ceza Mahkemesi bozma ilamına karşı sanık R.S.nin beyanını tespit etmiş, yargı çevresinde ikamet eden katılanlara bozma ilamı ekli duruşma günü ile saatini bildirir davetiye çıkarmış, yargı çevresi dışında ikamet eden katılanlar ile sanık F.K.nın beyanlarının tespiti için yedi kez istinabe talebinde bulunmuş ve sonuçta bozma ilamına uyulmasına karar vermiştir. Bozma ilamı çerçevesinde yapılan yargılama sonunda 24/11/2014 tarihinde, sanık R.S.nin 1 yıl 15 gün hapis ve 50 TL adli para cezasıyla, sanık F.K.nın ise 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 152 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesi, sanık R.S. hakkında verilen cezaları ertelemiştir.

22. Başvurucular vekili 19/3/2014 tarihli dilekçeyle davaya katılmayı talep etmelerine rağmen bu hususta karar verilmediği, verilen cezaların miktar itibarıyla az olduğu, cezaların indirilmesine ve ertelenmesine ilişkin hükümlerin uygulanmaması gerektiği gerekçesiyle 12/1/2015 tarihinde hükmü temyiz etmiştir.

23. Başvurucular 21/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

24. Ceza Mahkemesi kararının sanıkların müdafileri ile bazı katılanların vekillerince temyiz edilmesi üzerine dava dosyası temyiz incelemesi için Yargıtaya gönderilmiştir.

25. Yargıtay 12. Ceza Dairesi 30/3/2016 tarihinde, katılma isteminde bulunmalarına rağmen bu konuda herhangi bir karar verilmeyen mağdurlara gerekçeli kararın tebliğ edilmediği gerekçesiyle bahse konu eksikliklerin giderilmesi için dava dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.

26. Temyiz incelemesi henüz sonuçlanmamıştır.

B. Tazminat Davası Süreci

27. Başvurucular, başvuruya konu olay nedeniyle Ulaştırma Bakanlığı ve TCDD aleyhine 28/12/2007 tarihinde maddi ve manevi tazminat davası açmıştır.

28. Yargılamayı yapan Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesi 3/12/2009 tarihinde, davalı Ulaştırma Bakanlığına karşı açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davalı TCDD'ye karşı açılan davanın kısmen kabulü ile davacı Burcu Demirkaya yönünden 11.604,75 TL maddi tazminat ile 15.000 TL manevi tazminatın, davacı Yücel Demirkaya yönünden ise 10.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiştir.

29. TCDD ve başvurucuların talebi üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (Hukuk Dairesi), olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermiştir.

30. Hukuk Dairesinin 15/12/2011 tarihli bu kararına karşı başvurucular karar düzeltme talebinde bulunmuş iseler de talep Hukuk Dairesinin 22/1/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

31. Olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan 765 sayılı mülga Kanun'un 389. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Bir kimse tedbirsizlik veya meslek veya sanatında tecrübesizlik veya nizam ve emir ve kaidelere riayetsizlik neticesi olarak demiryolu üzerinde bir kaza vukuu tehlikesine meydan verirse üç aydan otuz aya kadar hapse ve iki yüz liraya kadar ağır cezayı nakdiye ve kaza vukubulmuş ise beş seneye kadar ağır hapse ve yüz elli liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdiye mahkum olur.

..."

32. 765 sayılı mülga Kanun'un 455. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 2.500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.

Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 1.000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.

..."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

34. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (L.C.B/İngiltere, B. No: 23413/949/6/1998, § 36).

36. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere, B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71).

37. Bone/Fransa ((k.k.), B. No: 69869/01, 1/3/2005) kararında devletlerin tren istasyonunda bulunan herkesin yaşamını güvence altına almaya yönelik tedbirler almaları yönünde pozitif yükümlülükleri olduğunu belirten AİHM, Kalender/Türkiye (B. No: 4314/02, 15/12/2009) kararında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının demir yolu taşımacılığı gibi potansiyel olarak tehlikeli etkinliklerde muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek demir yolu taşımacılığı gibi tehlikeli bir etkinlik nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun- insan hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmamasının Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlal edildiği anlamına gelebileceğini ifade etmiştir (Kalender/Türkiye, § 52).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

39. Başvurucular; ceza yargılamasına ilişkin sürecin çok uzadığını, yargılamanın on yıldır sonuçlandırılamayıp sorumluların nihai olarak cezalandırılamadığını ve yargılamanın uzunluğu nedeniyle mağduriyetlerinin giderilemediğini belirterek yaşam, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

40. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özünün yakınlarının ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının makul bir süratle yürütülmemesine ilişkin olduğunu dikkate alan Anayasa Mahkemesi, başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varmıştır.

41. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuruya konu olayda ölen F.Y. başvurucuların annesidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

43. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, devletin temel amaç ve görevlerden birisinin de insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak olduğunu belirten Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 50).

44. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

45. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü bulunmaktadır. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konmasını ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

46. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Anılan yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

47. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

48. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası veya dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

49. Demir yolu taşımacılığı faaliyeti de niteliği itibarıyla kişilerin yaşamı ve vücut bütünlüğü bakımından birtakım riskler içermektedir. Bu tehlikeli olma durumu nedeniyle kamu makamları, demir yollarının işletilmesinde gerekli güvenlik tedbirlerini almalı; trenlerin seyrüseferinde veya gar ve benzeri işletmelerde istenmeyen ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçmek için makul ölçüler çerçevesinde gerekenleri yapmalıdır (Gürkan Kaçar ve diğerleri, B. No: 2014/11855, 13/9/2017, § 68; Hüseyin Münüklü, B. No: 2014/5973, 13/9/2017, § 62).

50. Başvuruya konu olayın demir yollarının işletilmesi sırasında olduğuna ve livreye göre saatte 80 km hızla gitmesi gereken trenin saatte 130 km hızla gitmesi sonucu olayın meydana geldiğine dair bilirkişi raporunu (bkz. § 11) dikkate alan Anayasa Mahkemesi, muhakeme hatasını aşan bir durumun söz konusu olduğu ve somut olay bakımından yaşam hakkının usul boyutunun ölüm olayının koşullarının ve sorumluların tespiti için ceza soruşturması yapılmasını gerektirdiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle başvuruda, başvuru yollarının tüketilmesi yönünden herhangi bir eksiklik bulunmamaktadır.

51. Diğer taraftan başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmamaktadır. Dolayısıyla yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

52. Devlet yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

53. Yürütülen bu soruşturma makul bir özen ve süratle yürütülmelidir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

54. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

55. Başvuruya konu olay 2004 yılında meydana gelmiş olup bu olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma iki aydan daha kısa bir sürede tamamlanmıştır. Ceza Mahkemesi ilk kararını 2008 yılında vermiştir. Ne var ki kararın kanun yoluna başvurma hakkı olan bazı kişilere tebliğ edilmemesi nedeniyle ilk bozma kararına ilişkin temyiz süreci yaklaşık 2 yıl 6 ay, ikinci bozma kararına ilişkin temyiz süreci ise yaklaşık 2 yılda sonuçlanmıştır. Ceza Mahkemesince en son 24/11/2014 tarihinde karar verilmiş olup yargılama henüz sonuçlandırılamamıştır.

56. Meydana gelen olayda ölen ve yaralananların fazlalığı nedeniyle ölenlerin yakınları ile yaralıların ifadelerinin tespitinin uzun zaman alması anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte soruşturmadaki hiçbir unsur yargılamanın bu denli uzamasını ve henüz sonuçlandırılamamasını haklı kılmamaktadır. Bu sebeple başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın makul süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Başvurucular, yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle ayrı ayrı 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

60. Başvuruda, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

61. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

62. Kararın bir örneğinin bilgi edinilmesi için Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

63. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 30.000 TL manevi tazminatın müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesi (E.2014/110) ile Yargıtay 12. Ceza Dairesine (E.2015/14956) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ABDULBAKİ ERTAKUŞ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/1689)

 

Karar Tarihi: 30/10/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Abdulbaki ERTAKUŞ

 

 

2. İmran ÇETİN

 

 

3. İsmail ERTAKUŞ

 

 

4. Perizade ÇETİN

 

 

5. Sıddık ERTAKUŞ

Vekili

:

Av. Timur DEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul süratle yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Ağrı iline bağlı Aşağıkent ve Sağırtaş köyü sakinleri arasında -iki köy arasında uzun süredir devam eden bir mera anlaşmazlığı bulunmaktadır- 1/8/2008 tarihinde saat 15.00-15.30 sıralarında bir kavga meydana gelmiş, yaşanan bu olay neticesinde üç kişi ölmüş, pek çok kişi de yaralanmıştır. Ölenlerden B.K.; başvuruculardan Sıddık Ertakuş ile Abdulbaki Ertakuş'un babası, başvurucu İsmail Ertakuş'un ise dedesidir. Ölen M.E.; başvurucu Perizade Ertakuş'un eşi, ölen Mu.E. ise başvurucu İmran Ertakuş'un babasıdır. Başvurucu Sıddık Ertakuş, ölen M.E. ve Mu.E.nin yeğeni olduğunu öne sürmüş olsa da söz konusu yakınlık Anayasa Mahkemesince tespit edilememiştir.

10. Meydana gelen olay hakkında Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) derhâl ve kendiliğinden soruşturma başlatmıştır.

11. Soruşturma kapsamında olay yeri incelenmiş, elde edilen deliller muhafaza altına alınmış, Olay Yeri Tespit Tutanağı ve olay yeri krokisi düzenlenmiştir. Olay yerinin fotoğrafları çekilerek soruşturma evrakı arasına alınmıştır. Olay anını gösteren bir mobil telefona ait video kaydı üzerinde inceleme yaptırılarak videodaki kişiler teşhis edilmeye çalışılmıştır. Olaya dâhil olan kişilerden alınan el svapları ile olay esnasında havaya ateş eden kolluk görevlilerinin silahlarından çıkan kovanlar, olay yerinde ele geçirilen boş kovanlar ve kolluk görevlilerinin tabancalarından alınan numune kovanlar kriminal yönden incelettirilmiştir. Olay esnasında yaralanan kişilerin adli raporları aldırılmış, olaya karışan kişiler ile tanıkların ifadeleri alınmıştır.

12. Olay nedeniyle şüpheliler E.Y., S.Y., K.Y. ve B.Y Ağrı Sulh Mahkemesince tutuklanmış; firari şüpheliler M.N.Y. ve Eb.Y.nin yakalanması için de Ağrı Sulh Mahkemesince yakalama emri düzenlenmiştir.

13. Ölen M.Ç.nin cesedi üzerinde klasik otopsi işlemi yapılarak M.Ç.nin kesin ölüm sebebi tespit edilmiştir. Diğer maktüllerin kesin ölüm sebeplerinin tespiti için birtakım yazışmalara gereksinim duyulması nedeniyle M.Ç.nin öldürülmesi olayına ilişkin soruşturma, B.Ç. ve Mu.Ç.ninöldürülmesi olayıyla ilgili yürütülen soruşturmadan tefrik edilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı, M.Ç.nin öldürülmesiyle ilgili iddianameyi1/12/2008 tarihinde hazırlamıştır. İddianamede M.Ç.yi iştirak iradesiyle öldürdüğü iddia edilen E.Y., M.N.Y., B.Y., M.Y., Me.Y., S.Y., Ku.Y., Eb.Y. ve K.Y.nin kasten öldürme suçundan cezalandırılmaları istenmiştir. İddianamede; kalabalık iki grup arasında meydana gelen kavgada tarafların fazla olması, yaralı bir kısım kişinin şikâyetine ilişkin davanın asliye ceza mahkemesinde görülebileceği belirtilerek kasten öldürme suçuna ilişkin yargılamayı uzatmamak adına olayda meydana gelen yaralanmalarla ilgili asliye ceza mahkemesine dava açıldığı belirtilmiştir.

15. Bahse konu iddianame Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince (Ceza Mahkemesi) kabul edilerek E.2008/298 sayılı dava dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır.

16. Cumhuriyet Başsavcılığı;

i. 11/8/2008 tarihinde vefat eden B.E.nin kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi yapılmak üzere cesedi Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığına (ATK Grup Başkanlığı) göndermiş, ATK Grup Başkanlığınca kesin ölüm nedeninin tespit edilememesi üzerine tüm tıbbi tedavi evrakı ile soruşturma dosyasını Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kuruluna göndererek kesin ölüm nedeni konusunda rapor aldırmış ve bu şekilde B.Ç.nin ölümü ile olay arasında illiyet bağı bulunduğunu saptamıştır. 18/8/2008 tarihinde vefat eden Mu.Ç.nin kesin ölüm nedeninin tespiti için Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan klasik otopsinin ardından ölenin organları, üzerinde toksikolojik inceleme yapılması için ATK Grup Başkanlığına, histopatolojik inceleme yapılması için ise Adli Tıp Kurumuna gönderilmiş ve bu kurumlardan temin edilenraporlarla Mu.Ç.nin ölümü ile olay arasında illiyet bağı bulunduğu tespit edilmiştir.

ii. B.E. ve Mu.Ç.nin kesin ölüm nedenlerinin belirlenmesi üzerine 21/7/2009 tarihinde, adı geçen iki şahsın öldürülmesi olayıyla ilgili iddianameyi düzenlemiştir. B.E. ve Mu.Ç.yiiştirak iradesiyle öldürdüğü iddia edilen E.Y., M.N.Y., B.Y., M.Y., Me.Y., S.Y., Ku.Y., Eb.Y. ve K.Y.nin kasten öldürme suçundan cezalandırılmalarının istendiği söz konusu iddianame Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve E.2009/163 sayılı dava dosyası üzerinden yargılamaya başlanmıştır. Ancak Ceza Mahkemesi 23/10/2009 tarihinde, olayların aynı gün meydana geldiği, delillerin ortak olduğu ve yargılamalar arasında fiilî ve hukuki bağlantı bulunduğu gerekçesiyle davanın E.2008/298 sırasına kayıtlıdiğer davayla birleştirilmesine karar vermiştir.

iii. Kasten yaralama ve/veya ruhsatsız ateşli silahlar ile bunlara ait mermileri bulundurma suçlarını işledikleri iddiasıyla on sekiz müşteki şüpheli/şüpheli hakkında 2/12/2008 tarihli iddianame ile Ağrı 1. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Ağrı 1. Asliye Ceza Mahkemesi 10/2/2010 tarihinde, aralarında fiilî ve hukuki irtibat bulunduğu, Ceza Mahkemesinin muvafatinin bulunduğu gerekçesiyle davanın Ceza Mahkemesinin E.2008/298 sırasına kayıtlı davayla birleştirilmesine karar vermiştir.

iv.B.Y.ye karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla 22/9/2011 tarihli iddianameyle başvurucu Sıddık Ertakuş ile H.E. ve T.C. hakkında Ağrı 2. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Ağrı 2. Asliye Ceza Mahkemesi 21/12/2011 tarihinde, aralarında fiilî ve hukuki irtibat bulunduğu gerekçesiyle davanın Ceza Mahkemesinin E.2008/298 sırasına kayıtlı davayla birleştirilmesine karar vermiştir.

17. Ceza Mahkemesi yürüttüğü yargılama kapsamında;

i. Sanıklar E.Y. ve M.Y.nin; katılan sanıklar K.Y., S.Y., B.Y., M.S.C., Es.Ç., T.C., T.Ç., H.E., S.E., Me.Y., Ku.Y., hakkındaki yakalama emri 11/1/2010 tarihinde infaz edilen Eb.Y. ve yargılamada katılan sanık olarak yer alan başvurucular Sıddık Ertakuş, Abdulbaki Ertakuş ve İsmail Ertakuş'un; tanıklar N.İ., N.D., E.B., S.U., A.E., Me.Ç., Ne.D., S.N., H.K., M.K.K., A.Y., M.G., Meh.Y., T.U., Z.B., Hü.E., C.A., Ce.A., Ş.K., K.E., S.K., A.A., A.Y., Sa.Y., Kı.Y., Ke.Y., B.K.ve R.Y.nin ve katılanlar F.Ç. ile M.E.nin ifadelerini doğrudan, tanıklar R.B. ve Ke.Y.nin ifadelerini ise istinabe suretiyle almıştır.

ii. 13/11/2009 tarihinde bilirkişi refakatinde olay yerinde keşif yapmış ve bilirkişiden rapor almıştır.

iii. Me.Y. ve Es.Ç.nin yaralanmalarına ilişkin adli raporları aldırmıştır.

iv. Olay anını gösteren video kaydının netleştirilmesi ile yavaşlatılıp büyütülmesi için TRT, TÜBİTAK, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Bilişim Suçları Ve Sistemleri (Siber Suçlarla Mücadele) Şube Müdürlüğü ve Hacettepe Üniversitesi Adli Bilişim Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğüne müzekkereler yazmıştır.

18. Bir kısmı sadece tutuklu sanığın tutukluluk durumunun incelenmesine hasrettiği elli celse sonunda Ceza Mahkemesi 24/4/2012 tarihinde, kasten yaralama ve ruhsatsız ateşli silahlar ile bunlara ait mermileri bulundurma suçları yönünden sanıklar hakkında hüküm kurmuş; sanık Ku.B.nin beraatine karar vermiş; M.Ç. ve Mu.Ç.ye yönelik eylemleri nedeniyle yedi sanığın kasten öldürme suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiş ve hakkında yakalama emri bulunmasına rağmen yakalanamayan sanık M.N.Y. hakkındaki suçlamalara ilişkin davalar ile bir kısım sanığın B.E.ye karşı kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla açılan davaların birlikte değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle söz konusu davaların mevcut davadan ayrılmasına karar vermiştir.

19. Tefrik edilen dava Ceza Mahkemesinin E.2012/75 sırasına kaydedilmiştir.

20. Ceza Mahkemesince verilen kararın Cumhuriyet savcısı, sanık müdafileri ve katılanlar vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) dosyayı incelemiş ve 31/3/2014 tarihinde usule ilişkin başka sebepler yanında, soruşturma aşamasında dahi ifadesi alınamayan sanık M.N.Y. hakkında düzenlenen yakalama emrinin infazının makul bir süre daha beklenerek yakalama emrinin infaz edilmesi halinde delillerin birlikte değerlendirilmesi amacıyla sanıklar hakkında maktul B.E.yi öldürme suçu yönünden açılan dava ile sanık M.N.Y. hakkında açılan davaya ilişkin tefrik edilen dosyanın yeniden birleştirilmesi ve sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tespiti gerektiği ve aynı öldürme eylemlerinin failleri olarak yargılanan sanıklardan birisinin savunulmasının diğer sanık yönünden savunmada zaafiyet yarattığı durumlarda sanıkların ayrı ayrı müdafiler tarafından savunulmasının lazım olduğu gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

21. Bozma ilamı sonrasında dava dosya Ceza Mahkemesinin E.2014/121 sırasına kaydedilmiş ve ilk duruşma 26/6/2014 tarihinde yapılmıştır.

22. Bu esnada sanıklar K.Y., S.Y. ve B.Y.nin makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla 2013 yılında yaptıkları başvuru (B. No: 2013/6241) Anayasa Mahkemesince 16/9/2015 tarihinde karara bağlanmıştır. Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruda, davada yer alan kişi sayısı ve davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliğinin yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koyduğunu belirtmiş; bununla birlikte başvurucuların tutuklu olduğu ve söz konusu yargılamanın yaklaşık 7 yıl 1 aydır devam ettiği dikkate alındığında yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varmıştır.

23. Bozma sonrası yapılan yargılamada Ceza Mahkemesi E.2012/75 sayılı dava dosyasında mevcut belgeleri incelemiş, sanık M.N.Y. hakkında düzenlenen yakalama emrinin infazını beklemiş ve 15/10/2015 tarihinde, kasten yaralama ve ruhsatsız ateşli silahlar ile bunlara ait mermileri bulundurma suçları yönünden sanıklar hakkında hüküm kurmuş; sanık Ku.B.nin beraatine karar vermiş ve M.Ç. ile Mu.Ç.ye yönelik eylemleri nedeniyle yedi sanığın kasten öldürme suçundan mahkûmiyetlerine hükmetmiştir.

24. Kararın sanık müdafileri ve katılanlar vekilince temyiz edilmesi üzerine Ceza Dairesi 26/4/2017 tarihinde, sanık Me.Y.nin maktullere yönelik kasten öldürme suçuna katıldığına ilişkin her türlü kuşkudan uzak yasal ve yeterli delil bulunmadığı nazara alınarak beraati yerine, oluşa uygun düşmeyen gerekçeyle mahkumiyetine karar verildiğini belirterek Me.Y. yönünden kurulan hükmün bozulmasına, diğer sanıklar hakkında kasten öldürme suçu yönünden kurulan hükümlerin ise onanmasına karar vermiştir. Böylece M.Ç. ve Mu.Ç.ye yönelik eylemler nedeniyle sanık Me.Y. dışındaki altı sanığa verilen mahkûmiyet cezaları 26/4/2017 tarihinde kesinleşmiştir.

25. Bozma sonrası sanık Me.Y. hakkındaki dava dosyası Ceza Mahkemesinin E.2017/425 sırasına kaydedilmiş, bozma sonrası yapılan yargılamada bozma ilamına uyulmuş ve 31/10/2017 tarihinde sanık Me.Y.nin beraatine karar vermiştir. Söz konusu karar katılanlar vekilince temyiz edilmiş olup henüz kesinleşmemiştir.

26. B.E.nin öldürülmesi ile ilgili davada yürütülen yargılama, Ceza Mahkemesinin E.2012/75 sayılı dosyası üzerinden devam etmekte olup sanık M.N.Y. hakkında çıkarılan yakalama emrinin infaz edilememesi nedeniyle sonuçlandırılamamıştır.

27. Yargılamada, başvurucular Perizade Çetin ile İmran Çetin katılan sıfatıyla yer almıştır.

28. Yargılama sırasında sanık E.Y. 20/8/2010 tarihinde, sanıklar B.Y., K.Y. ve S.Y. ise 9/5/2014 tarihinde tahliye olmuştur.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 30/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucular, yargılamanın sürüncemede kalmaması amacıyla yakalanamayan sanık yönünden ayırma kararı veren Ceza Mahkemesinin diğer sanıklar yönden kurduğu hükmün "yakalama emrinin infaz edilmesinin makul bir süre daha beklenmesi gerektiği" gerekçesiyle Yargıtayca bozulduğunu, bu arada azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutuklu sanıkların tahliye edildiğini ve makul sürede sonuçlandırılamayan yargılamanın devam ettiğini belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

31. Bakanlık görüşünde, bazı Anayasa Mahkemesi kararları ve başvuruya konu soruşturmada yapılan işlemlere yer verilerek başvurunun incelenmesinde bahse konu soruşturmanın ivedi ve özenli biçimde yürütülüp yürütülmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

B. Değerlendirme

32. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir."

33. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının ölümü ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılmamasına ilişkindir. Bu nedenle söz konusu iddia, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuruya konu olayda ölenlerden B.K. başvuruculardan Sıddık Ertakuş ile Abdulbaki Ertakuş'un babası, başvurucu İsmail Ertakuş'un ise dedesidir. Ölen M.E. başvurucu Perizade Ertakuş'un eşi, ölen Mu.E. ise başvurucu İmran Ertakuş'un babasıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

35. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

36. Devlet yaşama hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

37. Yürütülen bu soruşturma makul bir özen ve süratle yürütülmelidir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

38. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

39. Somut olayda başvurucuların yakınlarının 2008 yılında vefat ettiği, inceleme tarihi itibarıyla hakkında yakalama emri bulunmayan sanık Me.Y. hakkındaki davanın dahi sonuçlandırılamadığı ve sanıklar K.Y., S.Y. ve B.Y.nin makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla yaptıkları başvuru hakkında Anayasa Mahkemesince verilen karar dikkate alındığında başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın makul süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

42. Başvurucular, yaşama hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle ayrı ayrı 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

43. Başvuruda, yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

44. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

45. Kararın bir örneğinin Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

46. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 30.000 TL manevi tazminatın müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Ağrı 1. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 30/10/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BURCU ÖZŞAHİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/3497)

 

Karar Tarihi: 4/7/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 26/7/2019 - 30843

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Burcu ÖZŞAHİN

 

:

2. Fethiye ÖZŞAHİN

 

:

3. Mustafa ÖZŞAHİN

 

:

4. Yonca ATMACA

Vekili

:

Av. Müjde OKUDAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda kamu makamlarınca gerekli önlemlerin alınmamasından dolayı mahkûmlar arasında çıkan çatışmada başvurucuların yakınının öldürülmesi, tam yargı davasının reddedilmesi ve olayla ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 25/2/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ve ayrıca Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan ceza soruşturması dosyaları, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünden (Genel Müdürlük) temin edilen disiplin soruşturması dosyaları, ayrıca İstanbul 2. İdare Mahkemesinden (İdare Mahkemesi) temin edilen yargılama dosyasındaki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucuların yakını olan 1976 doğumlu E.Y.Ö. 20/9/1999 tarihinde Bayrampaşa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) hükümlü ve tutuklular arasında meydana gelen olaylar sırasında yaşamını kaybetmiştir.

10. E.Y.Ö. cürüm işlemek için teşekkül oluşturma, ruhsatsız silah taşıma, silahla yaralama, sahte kimlik belgesi düzenleme, teşekküle üye olma ve yardım etme, patlayıcı madde atma, yağma, suç üstlenme ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından İstanbul 4 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesince tutuklanması nedeniyle olay tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda kalmaktadır.

11. Başvurucular tarafından başvuru dosyasına sunulan ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının İstanbul Özel Tip Cezaevi Müdürlüğü ile İstanbul Kapalı Cezaevi Müdürlüğüne hitaben gönderdiği anlaşılan 10/2/1998, 21/4/1998, 29/6/1998, 24/8/1998, 12/1/1999, 29/1/1999, 30/4/1999, 6/5/1999 tarihli müzekkerelerden; cezaevinde yapılan denetimde koğuş kapılarının açık tutulduğunun, tutukluların koridorlarda dolaştıklarının, topluluklar hâlinde sohbet ettiklerinin, koridorların sokak hâline geldiğinin, Ceza İnfaz Kurumunun pis ve disiplinden uzak olduğunun, denetim günü görevli olanlar hakkında disiplin işlemi başlatılacağının, bundan sonra da görevini yapmayan tüm görevliler hakkında disiplin işlemleri yapılacağı yönünde uyarıda bulunulduğunun, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının bilgisi dışında ziyaretler yaptırıldığının görüldüğünün, bu tip ziyaretlere derhâl son verilmesi gerektiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

12. Yine bu müzekkerelerde hükümlü ve tutukluların idareden izin alarak veya almayarak başka koğuşları ziyaret ettiği, koğuşu terk ettiklerinde üstlerinin aranmadığı, koğuştan ayrılırken bir deftere kaydedilmedikleri, bu kontrolsüzlük nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunda öldürülmeye varan olayların meydana geldiği, bütün uyarılara rağmen koğuş kapılarının kapatılmadığının tespit edildiği bildirilerek bu yönde uygulamalara derhâl son verilip gerekli işlemlerin yapılması, koğuş kapılarının açık olması nedeniyle nöbetçi infaz koruma memurları ve başmemurları ile ikinci müdür hakkında disiplin soruşturması yapılması talimatı verildiği görülmüştür.

13. 6/5/1999 tarihli müzekkerede, Ceza İnfaz Kurumundaki bazı hükümlü ve tutuklulara müdür odalarında açık görüş yaptırıldığının, hukuka aykırı olduğu gibi hükümlü ve tutuklular arasında büyük huzursuzluk doğuran ve Ceza İnfaz Kurumu yönetimine karşı yakışıksız dedikodulara sebebiyet veren bu durumun tespit edilmesi üzerine yapılan uyarılara rağmen Cezaevi Koruma Tabur Komutanlığından iletilen listelerdeki özellikle nüfuzlu ve zengin birçok hükümlü ile tutukluya açık görüş yaptırılmaya devam edildiğinin görüldüğü belirtilerek bu uygulamaya derhâl son verilmesi yönündeki emre uymayanlar hakkında adli ve idari soruşturma başlatılacağı yönünde Ceza İnfaz Kurumu idaresine uyarıda bulunulduğu anlaşılmıştır.

14. Bakanlık görüşünde bildirildiği üzere Ceza İnfaz Kurumunda olay tarihinden önce 2/8/1999, 16/8/1999, 27/2/1999, 2/7/1999 ve 10/5/1999 tarihlerinde yapılan aramalarda kesici/delici aletler, uyuşturucu maddeler, cep telefonları ele geçirilmiş ve bu yasaklı maddelerin ne şekilde Ceza İnfaz Kurumuna sokulduğu tespit edilemediğinden Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılamamıştır.

15. Bu arada İstanbul 2 No.lu DGM Başkanlığının 9/9/1999 tarihli kararı uyarınca, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılığı Şube Müdürlüğü tarafından bazı kişilerle ilgili teknik takip yapılmıştır. Bu takip sırasında Ceza İnfaz Kurumunda bulunan H.Ç. isimli kişinin Ceza İnfaz Kurumu içinde öldürtülmek istendiği yönünde ulaşılan istihbari bilgiler 20/9/1999 tarihli yazı ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına bildirilmiştir.

16. Teknik takip sonucu aynı yerde tutuklu olarak bulunan ve kamuoyunda "Ü. Baba" şeklinde tanınan A.Ç.nin yakını olan K.A.G.nin yaptığı telefon görüşmeleri de kaydedilmiş; bu görüşmelerin çözümleri de 21/9/1999 tarihinde, gizlilik kaydıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcısına aktarılmıştır. Söz konusu belgeler Cumhuriyet Başsavcılığınca 22/9/1999 tarihinde Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) iletilmiştir.

17. Başvurucular tarafından başvuru dosyasına sunulan söz konusu görüşmelerin çözümlerinin incelenmesi neticesinde K.A.G. isimli hükümlünün bir başkasıyla suç örgütünün faaliyetleri kapsamında konuşmaları olduğu, ayrıca Ceza İnfaz Kurumu müdürü olduğu anlaşılan M. isimli şahısla da konuşmaları bulunduğu, H.Ç.ye hakaret ettiği ve H.Ç.nin birilerince öldürülmek istenmesiyle ilgili bilgiler verdiği, K.A.G.nin "Yol veririz başka yerde kopartsınlar anlıyor musun? Hapishaneyi idare eden biziz." gibi sözleri olduğu görülmüştür.

18. Başvuru dosyasına sunulan belgelerden K.A.G.nin H.Ç.den hoşlanmaması, ayrıca H.Ç.nin birileri tarafından öldürüleceğini duyması ve bu olayın Ceza İnfaz Kurumunun kendisinin bulunduğu bölümünde gerçekleşmesini istememesi gibi nedenlerle H.Ç.nin koğuşunun değiştirilmesini Ceza İnfaz Kurumu idaresinden talep ettiği anlaşılmıştır. Bu hususlar iddianameye şu şekilde yansımıştır:

"...arayan kişilerin [H.Ç.nin] başının kopartılmasını istedikleri, maktül [K.A.G.nin] buna izin vermeyeceğini ve kendisinin bulunduğu bölümde de infazına müsade etmeyeceğini belirttikten sonra dışarı çıkartılması istendiği, maktülün [H.Ç.ye] hasımlarının kendisini başını istediğini başka bir cezaevine naklini istemesini söylediği, sanığın kabul ettiği, [H.Ç.nin] [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa ilk gelişinde [K.A.G.nin] rıza göstermediği buna rağmen [M.Y.] tarafından D bölümüne getirtildiği, [K.A.G.nin] kendi kurduğu sistemin dışına çıkmaması talimatına karşı çıkmasını bahane ederek olaydan önce [H.Ç.nin] can güvenliği gerekçesi ile idare tarafından C.19 denen koğuşa iki adamı ile birlikte gönderildiği, maktül [K.A.G.nin] kendisinde bulunan cep telefonu ile cezaevi müdürlerinden [R.Ş.] kanalıyla 2.Müdür [M.T.ye] ulaştığı, [H.Ç.nin] C.19 koğuşuna değil hücreye verilmesini istediği ve hasımlarının [H.nin] başını koparacaklarını söylediği, 2. Müdür [M.nin] C.19'a [H.] giderken silah ve cep telefonunda verilmesinden dolayı [M.ye] sayısız hakaretlerde bulunduğu buna rağmen [M.T.nin] itham ve hakaretlere karşı çıkmadığı..."

19. Tüm bu gelişmelerin devamında soruşturma belgelerine yansıdığı şekliyle, olay günü K.A.G. idare ile görüşmek üzere koğuşundan ayrılıp Ceza İnfaz Kurumu müdürü ile birinci müdür odasında görüşmekteyken bir diğer suç örgütünün lideri olduğu anlaşılan H.Ç. de idare ile görüşmek üzere aynı yere gelmiştir. H.Ç. üzerinde taşıdığı silahıyla K.A.G.yi müdürün odasında vurarak öldürmüştür. K.A.G.nin vurulduğunu duyan yandaşları koğuşların kapılarının açık olması nedeniyle dışarı çıkmış ve bazı koğuş kapılarını kırıp silahlarıyla etrafa ateş etmişlerdir. K.A.G.nin adamlarıyla H.Ç.nin adamları arasında çatışma çıkmış ve bu sırada K.A.G.nin grubuna dâhil olduğu belirtilen F.H., H.T., B.Ç., H.Ç. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö. otopsi raporuna göre başlarına yakın mesafeden ateş edilerek öldürülmüştür.

A. Çatışma ve Öldürme Olayının Failleri Hakkında Yürütülen Adli ve İdari Soruşturma Süreçleri

1- Ceza Soruşturması Süreci

20. Olayın bildirildiği Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün başlatılan soruşturmada olaya karışan tutuklu ve mahkûmların bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından ifadeleri alınmıştır.

21. H.Ç.nin Cumhuriyet Başsavcılığındaki 20/9/1999 tarihli ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Ben daha önce D.2 koğuşunda kalıyordum. Buradan [K.A.G.] ile anlaşmazlığa düştük, hasımlarım olan [S. ları] D.1 e bunlar getirdi. ... Bugün koğuşta bulunduğum sırada cep telefonumdan aradılar. Karadayı diye bilinen [Z.İ.] telefonla idarede olduklarını, 'doktora çık buraya gel' diye söylediler. Ben de doktora yazıldım daha sonra müdürün odasına geldiğimde Karadayı ve [K.A.G.] oturuyordu. ... Bana 'bu cezaevinden gideceksin başka anlamı yok. Müdürü de benim amiri de benim' şeklinde söyledi. [Z.] ise dinliyordu. Bu sırada ben [K.A.ye] 'sen ne yapmak istiyorsun' şeklinde söylediğimde belindeki silahı gösterir gibi [yaptı] ben de silaha doğru atladım bu arada aramızda boğuşma çıktı bu sırada silah ateş aldı ve [K.A.G.] vuruldu. ... kaza ile vuruldu zira bana silahı gösterdiğinde 'buranın müdürü de benim hakimi de benim' şeklinde söyledi.

Ben isteseydim D.2 de bu kavgayı yapardım hatta bugün içinde başka bir adamımı gönderecek güçte idim gönderirdim ...

Cezaevinde [A.Ç.nin] adamı olan [K.A.G.] ve [Z.İ.] denen adam bu cezaevinin eroin ve silah işini yöneten kişidir. Kendilerinde el bombasından silaha kadar her türlü silah bulunur. Ben bu kişilerin istekleri doğrultusunda hareket etmediğim kendilerine karşı koyduğum için ben istemedim. Zaman zaman da [Z.İ.] de baba dostum olur benimle uğraşma dememe rağmen [K.] bunu yapıyor bu demekle ortamı gerginleştirmiştir.

...

Ben bugün gardiyan tarafından sözde hastaneye gidiyormuş gibi çıkartıldım fakat hastaneye gitmedim idarenin gardiyanlardan birisi beni üst kata çıkartıp [Y.] beyin odasında bekliyorlar dediler ben 3. odaya gittiğimde müdür yoktu yalnız müdürün odasında koltuğunda [K.A.] karşısında ise [Z.] oturuyordu.

...Daha önce 1. Müdür koğuştan geçişten dahi bizlerin aranacağını söylemişti fakat herhangi bir şekilde aranmadım..."

22. Cumhuriyet Başsavcılığı 1/11/1999 tarihli iddianamesiyle, olaya karışan otuz hükümlü/tutuklu ile S.C. isimli infaz koruma memuru ve M.T. ile R.Ş. isimli Ceza İnfaz Kurumu ikinci müdürleri hakkında adam öldürme, Ceza İnfaz Kurumuna karşı silahlı isyan, hürriyeti tahdit, ölümle biten kavgaya karışma, nas-ı ızrar, yağma ve yapanı belli olmayacak şekilde birden fazla adam öldürme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet suçlarından kamu davası açmıştır.

23. İddianameye göre olaylar şöyledir:

" ...mağdur -sanıklar, maktüller ve sanıkların İstanbul Kapalı cezaevi Adli Bölüm koğuşunda D.1,D.2,D.4 ve D.10 koğuşlarında kaldıkları, maktüllerden [K.A.G.nin] D Bölümünün genel temsilcisi olduğu ve gerek cezaevinde gerekse kamuyonuda [Ü.] Baba diye bilinen [F.da] tutuklu [A.Ç.nin] sağ kolu olduğu, ... yine maktüllerden [E.Y.Ö.] [başvurucuların yakını][B.Ç.] ve [H.Ç.nin de] mağdur sanık [A.Z.] ile birlikte bu kişinin adamı olarak bilindiği, bunun dışında maktüllerden [H.T.] ve [M.Ö.nün] ise [H.Ç.ye] ait gruba dahil olduğu, dosya arasında bulunan telefon dinleme tutanaklarında ve çözümünde dışardan arayan kişilerin [H.Ç.nin] başının kopartılmasını istedikleri, maktül [K.A.G.nin] buna izin vermeyeceğini ve kendisinin bulunduğu bölümde de infazına müsade etmeyeceğini belirttikten sonra dışarı çıkartılması istendiği, maktülün [H.Ç.ye] hasımlarının kendisini başını istediğini başka bir cezaevine naklini istemesini söylediği, sanığın kabul ettiği, [H.Ç.nin] [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa ilk gelişinde [K.A.G.nin] rıza göstermediği buna rağmen [M.Y.] tarafından D bölümüne getirtildiği, [K.A.G.nin] kendi kurduğu sistemin dışına çıkmaması talimatına karşı çıkmasını bahane ederek olaydan önce [H.Ç.nin] can güvenliği gerekçesi ile idare tarafından C.19 denen koğuşa iki adamı ile birlikte gönderildiği, maktül [K.A.G.nin] kendisinde bulunan cep telefonu ile cezaevi müdürlerinden [R.Ş.] kanalıyla 2.Müdür [M.T.ye] ulaştığı, [H.Ç.nin] C.19 koğuşuna değil hücreye verilmesini istediği ve hasımlarının [H.nin] başını koparacaklarını söylediği, 2. Müdür [M.nin] C.19'a [H.] giderken silah ve cep telefonunda verilmesinden dolayı [M.ye] sayısız hakaretlerde bulunduğu buna rağmen [M.T.nin] itham ve hakaretlere karşı çıkmadığı, ... olay günü20.06.1999 günü [K.A.G.nin] cezaevinde özel ayrıcalığından dolayı idare ile görüşmek için koğuşun dan aşağı indiği, [K.A.G.nin] 1. Müdürün odasında bulunduğu sıra da korumalığını yapan kelleci diye tabir edilen[B.Ç., H.T.ve F.H.nin de] şebeke kapısına kadar gelerek [K.A.G.yi] bekledikleri, [K.A.G.] idareye indiği sırada [H.Ç.nin] adamı olan [E.A. ve A.K.nin] de yine [H.nin] can güvenliğini sağlamak amacıyla C.19 koğuşuna gönderildiği, eşyaları ile birlikte gönderilen bu kişilerin sanığın suçta kullandığı silahı birlikte götürdükleri bu kişilerin eşya indirirken gerginlik ve panik yaratarak[S.C.] kanalıyla [H.nin] idare tarafından herhangi bir sevki olmadığı halde refakate alarak önce doktora götürdüğü, [S.C.nin] koğuşun anahtarlarını almak için diğer gardiyan [Ö.T.yi] şartelleri açması için koğuş kapısından uzaklaştırdığı, sanık [H.Ç.nin] revirden sonra koğuşuna gitmeyerek direk korumasız bölümden idarenin bulunduğu kısma indiği idareile görüştükten sonra koğuşuna çıkmayan maktül [K.A.G.nin] [Z.İ.yle] birlikte 2. Müdür [R.nin] odasında olduğu bilen sanığın hiçbir yere uğramadan ve bakmadan belindeki emanete alınan silahla [K.A.ya] ateş ederek yaraladığı maktülün yaralanmasına mütakip ameliyata alındığı bilahare öldüğü, silah sesleri üzerine [K.A.yı] bekleyen adamları[K.A.yı] görmek istedikleri, [K.A.nın] vurulduğu anlayan kişiler bu durumun yukarıya bildirilmesi üzerine D.1,D.4,D.10 koğuşlarının ve [Met.] ve [Mes.in] teşvikiylede D.2 koğuşunun açık olan cezaevi kapılarından Malta tabir edilen yere indikleri D.2 koğuşunda bulunan [M.Y., M.Ç., E.A., O.T., E.T.nin] ise [S.P.] grubuna dahil olduğu, maktülün ölümünden dolayı hep birlikte harekete geçerek D Bloğa ait koğuş ve şebeke kapılarını kırdıkları,olayda elde edilen silahlar ile balistik muayenede tespit edilipelde edilemeyen silahlarla camlara, duvarlara , kapılara duyarlı geçiş kapılarına rast gele ateş edip kırdıkları ve kullanılamaz hale getirdikleri, kırdıkları koğuş kapısı ile dışarıya çıkmak için ara bölmeleri ve masaları kırdıkları, B ve D Bloklardaki kantinde bulunan gıda ve sigara kartonlarını yağmalayarak bir kısmınıda çiğneyerek 4 milyar lira civarında zarara neden oldukları, sanıklardan [F.B.] ve diğer sanıkların mağdur infaz koruma memurlarını başmemurlara ait bir odaya hapsedip üzerlirini kilitleyerek rehin alıp hürriyetlerini tahdit ettikleri, bu şekilde eyleme geçen gruplardan [S.P.] grubuna dahil olan sanıkların [K.A.nın] ölümünden dolayı sağa sola ateş ederek intikam almak isteyen maktüller [F.H., H.T., E.Y.Ö. [başvurucuların yakını], B.Ç. ve H.ÇA.nin] kerarlı bir şekilde ve yakın mesafeden otopsi raporlarında açıklandığı gibi başa ateş ederek öldürdükleri, ... olayın gelişimi ve dosya içeriğine göre maktül [K.A.G.] ve suç ortaklarının cezaevindeki rant ve hakimiyetini kırmak amacıyla bu şekilde bir tertipe getirilerek öldürüldüğü, bu tertipte infaz koruma memuru [S.C.] ile cezaevi 2. Müdürleri [M.T. ve R.Ş.nin] iseyardım edip silah cep telefonu temin ettikleri, sanık [H.Ç.ye] silahın eline geçmesi ve maktülün bulunduğu yerde haber vererek yardım ve yataklık yaptıkları ..."

24. Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 1999/1386 sayılı dosyasındaki dava, daha sonra adliye değişikliği nedeniyle Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) E. 2007/20 sayılı dosyasında görülmüştür.

25. Başvuruculardan Yonca Atmaca dışındakiler söz konusu yargılamada katılan sıfatını taşımaktadır.

26. Ağır Ceza Mahkemesi 20/4/2011 tarihli kararıyla;

i. K.A.G.ye karşı işlediği kasten adam öldürme suçundan H.Ç.nin neticeten 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., M.Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,

ii. Sanık S.P.nin maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., M.Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,

iii. Sanık M.O.nun maktüller F.H., H.T., H.Ç., B.Ç., M.Ö., H.T. ve başvurucuların yakını E.Y.Ö.ye karşı öldürme suçunu işlediği sabit olmadığından yüklenen suçtan beraatine,

iv. Sanıklar M.Ç., E. T., M.Y., F.B., E.A., A.Z.nin başvurucuların yakını E.Y.Ö. ile birlikte maktüller F.H., H.T., H.Ç., M.Ö. ve H.T.ye karşı işledikleri adam öldürme suçundan neticeten 8 yıl 4 ay hapis cezası ile ayrı ayrı cezalandırılmalarına, A.Z.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 9 yıl 6 ay hapis, M.Ç.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 8 yıl 4 ay 1 gün hapis, F.B.nin mükerrir olması sebebiyle neticeten 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezasıyla cezalandırılmalarına,

v. Birçok sanık hakkındaki nas-ı ızrar, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet, hürriyeti tahdit, Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı ayaklanma suçlarından açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına, yağma suçundan ise beraatine

karar verilmiştir.

27. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...Maktuller, mağdur-sanık ve sanıkların olay tarihinde İstanbul kapalı ceza evi adli bölümünde D-1, D-2, D-4 ve D-10 koğuşlarında bir kısmının hükümlü, bir kısmının ise tutuklu olarak bulundukları,

Maktullerden [K.A.G.nin] D bölümünün genel temsilcisi olduğu, maktullerden [H.T.,F.H., E.Y.Ö.] [başvurucuların yakını], [B.C. ve H.Ç.] ile mağdur sanık [A.Z.nin] [K.A.G.nin] grubuna dahil oldukları, maktullerden [H.T.ve M.Ö.nün] ise sanık [H.Ç.] grubuna dahil oldukları,

Sanık [H.Ç.nin] cezaevi idaresi tarafından maktul [K.A.G.nin] bulunduğu koğuşa verildiği, [H.Ç.nin] koğuşa gelince maktul [K.A.G.nin] koğuşta kendi sistemini kurduğunu, bu sisteme uymasını ya da başka bir koğuşa gitmesini, ayrıca bazılarının [H.Ç.nin] kafasını istediğini söylediği, daha sonra da 'sen halen gitmedin mi' şeklinde sözler sarf ederek [H.Ç.yi] tokatladığı,

Cezaevi idaresinin sanık [H.Ç.yi] maktul [K.A.G.nin] bulunduğu koğuştan alarak C-19 koğuşuna yerleştirdikleri, ayrıca [H.Ç.nin] grubunda bulunan iki kişiyide aynı şekilde bu koğuşa yerleştirdikleri,

20/09/1999 günü maktul [H.Ç.nin] cezaevi idarecileri ile görüşmek üzere idarenin bulunduğu bölüme gittiği, gider iken yine aynı gruba dahil maktuller [B.C., H.T. ve F.H.nin] de ona eşlik ettikleri, ve şebeke kapısına kadar gelerek burada bekledikleri, maktul [K.A.G.nin] ikinci müdürün odasına girdiği,

Aynı gün sanık [H.Ç.nin] rahatsız olduğunu söyleyerek revire gittiği, revirden koğuşuna döner iken idarenin bulunduğu bölüme geçtiği, ikinci müdürün odasına girdiği, maktul [K.A.G.yi] burada görünce üzerinde bulunan tabancasını çıkartarak [K.A.G.ye] ateş ettiği, bu nedenle yaralanan [K.A.G.nin] 04/11/1999 tarihli otopsi raporunda belirtildiği gibi ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kot kırığıyla müterafık iç organ delinmesinden gelişen iç kanama sonucu öldüğü,

Silah seslerinin duyulması üzerine maktul [K.A.G.yi] bekleyen adamları [K.A.G.nin] vurulduğunu anlayınca durumu koğuşlara bildirdikleri, D-1, D-2 , D-4, D-10 koğuşlarında bulunan hükümlü ve tutukluların malta tabir edilen yere indikleri, birlikte hareket ederek D bloğa ait koğuş ve şebeke kapılarını kırdıkları, camlara, duvarlara, kapılara rast gele ateş açtıkları, B ve D bloklarında bulunan kantindeki eşyaları dağıttıkları, bir kısmını çiğneyerek 4 milyar lira civarında zarar verdikleri, mağdur infaz koruma memurlarını bir odaya hapsedip üzerlerini kilitleyip rehin aldıkları, [K.A.G.nin] ölümünden dolayı maktuller [F.H., H.T., H.Ç., E.Y.Ö.[başvurucuların yakını], B.C., M.Ö., H.T. ] ile sanıklar [A.Z.ve M.Ç., E.T., M.Y., F.B., E.A.nın] silahla ateş etmeye başladıkları, ateş etme eyleminin bir süre devam ettiği, daha sonra güvenlik kuvvetlerinin olaya müdahale ettiği..."

28. UYAP üzerinden yapılan inceleme neticesinde başvuruculardan Mustafa, Fethiye ve Burcu Özşahin'in vekili tarafından sunulan 21/11/2011 havale tarihli temyiz dilekçesinin Ağır Ceza Mahkemesince 19/12/2011 tarihli kararla süre yönünden reddine karar verildiği tespit edilmiştir.

29. Sanıkların temyiz talebi dolayısıyla temyizen incelenen söz konusu karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin (1. Ceza Dairesi) 17/9/2014 tarihli kararıyla başvurucuların yakını E.Y.Ö. ile birlikte maktüller F.H., H.T., H.Ç.ye karşı işlenen öldürme suçun yönünden -sanıklar M.Ç.,E.T.,M.Y., F.B. tarafından öldürülen maktul sayısı dikkate alınarak- alt sınırdan uzaklaşılarak ceza tayin edilmesi gerektiği ve bazı sanıkları için tekerrür hükümlerinin gözetilmediği gerekçesiyle kısmen bozulmuştur.

30. Ağır Ceza Mahkemesi 21/12/2016 tarihli kararıyla, başvurucuların yakınının da aralarında olduğu kişilerin öldürülmesi suçundan sanık M.Ç. yakalanamadığından ifadesinin alınamaması nedeniyle ayrı bir esasa tefrik edilerek yargılanmasına, diğer sanıklar E.T.,M.Y., F.B.nin neticeten ayrı ayrı 10 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, F.B.nin mükerrir olması nedeniyle neticeten 11 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

31. 21/12/2016 tarihli karara karşı başvurucular tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olup İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi 1/11/2017 tarihli kararıyla kararın temyize tabi olduğu gerekçesiyle 1. Ceza Dairesine iletilmesi gerektiğine karar vermiştir.

32. Bireysel başvuru tarihi itibarıyla derdest olan temyiz incelemesi, başvurunun incelendiği tarih öncesinde, 14/11/2018 tarihinde sonuçlanmıştır. Yani 21/12/2016 tarihli karar, 1. Ceza Dairesi tarafından 14/11/2018 tarihinde onanmıştır.

33.M.Ç. isimli sanığın tefrik edilen yargılamasına ilişkin olarak UYAP üzerinden ya da bireysel başvuru dosyasındaki belgelerden herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır.

2. İdari Soruşturma Süreci

34. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunun 26/11/1999 tarihli kararıyla olaya karışan tutuklu ve hükümlülerin her biri hakkında 15 gün hücre cezası uygulanmasına karar verilmiştir.

35. Dosyanın incelenmesi neticesinde söz konusu disiplin cezası kararının mahkemece 27/3/2000 tarihinde onandığı anlaşılmıştır.

B. Ceza İnfaz Kurumu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli ve İdari Soruşturma Süreçleri

2- Ceza Soruşturması Süreci

36. Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında da kamu davası açılmış (bkz. § 22), yargılama sonucunda İnfaz Koruma Görevlisi S.C. ile İkinci Müdür M.T. ve R.Ş. hakkında adam öldürme suçundan beraat kararı verilmiştir. Yukarıda değinildiği üzere başvurucuların bu karar karşı yaptıkları temyiz talebi süre yönünden reddedilmiştir (bkz. § 28).

37. Karar, 1. Ceza Dairesinin 17/9/2014 tarihli kararıyla bu sanıklar yönünden onanmıştır.

38. Olayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığının 5/11/1999 tarihli iddianamesi ve 9/3/2000 tarihli ek iddianamesiyle Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S., Müdür Yardımcısı İ.K. ve on yedi infaz koruma memuru hakkında görevi kötüye kullanma suçundan kamu davası açılmıştır.

39. Eyüp 1. Asliye Ceza Mahkemesinin (Asliye Ceza Mahkemesi) 5/12/2001 tarihli kararıyla Ceza İnfaz Kurumu birinci ve ikinci müdürleri ile altı infaz koruma memuru hakkında neticeten 420 TL adli para ve 6 ay memuriyetten men cezası, on bir infaz koruma memuru hakkında ise neticeten 240 TL adli para cezası ile cezaların ertelenmesine karar verilmiştir.

40. Karar, Yargıtay 4. Ceza Dairesinin (4. Ceza Dairesi) 13/9/2005 tarihli kararıyla iki sanık yönünden kısmen bozulmuştur.

41. Asliye Ceza Mahkemesi 31/7/2006 tarihli kararıyla İ.K.nın beraatine, M.S.nin ise neticeten 420 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve memuriyetten üç ay süreyle yoksun bırakılmasına, sabıkası bulunmaması nedeniyle cezasının ertelenmesine karar vermiştir.

42. Kararın temyizi üzerine 4. Ceza Dairesi 24/7/2007 tarihli kararıyla düşme kararı vermiştir.

2. İdari Soruşturma Süreçleri

43. Bakanlık görüşünde belirtildiğine ve Genel Müdürlükten temin edilen belgelerden tespit edilebildiğine göre 20/9/1999 tarihinde gerçekleşen başvuruya konu olaylar nedeniyle yapılan idari soruşturmalar sonucunda;

i. İnfaz Koruma Memuru Ö.T. ve Başmemur D.Ö.nün söz konusu olayda koğuş ve şebeke kapılarını açık tutarak H.D., A.S.Ö., M.T., N.G., C.A, S.T., M.Ö., S.T., O.D., A.S., A.Y., Y.K., Y.Ö.nün serbestçe hareket etmelerine ve olay yerine geçmelerine neden olup verilen emir ve görevlerin zamanında yapılmasında kusurlu davranmaları nedeniyle 11/10/1999 tarihinde kınama cezasıyla cezalandırılmalarına,

ii. İkinci Müdür A.B.nin birinci müdürün makam odasında K.A.G. isimli hükümlüyle uzun uzun sohbet edip yemek yemesi nedeniyle 20/3/2000 tarihinde kınama cezasıyla cezalandırılmasına,

iii. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü N.G.nin suç örgütü mensubu tutuklu/hükümlüleri nüfuzlu kişilerle müdür odalarında görüştürmesi, tutuklu/hükümlülerin fazla para taşımalarına göz yumması nedeniyle kınama cezasıyla cezalandırılmasına,

iv. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin odasında K.A.G. isimli tutukluyla uzun uzun sohbet edip yemek yemesi ve suç örgütü mensubu tutuklu/hükümlüleri nüfuzlu kişilerle müdür odalarında görüştürmesi, tutuklu/hükümlülerin fazla para taşımalarına göz yumması nedeniyle 1/11/1999 tarihinde üç yıl süreli kademe ilerlemesinin durdurulması ve kınama cezasıyla cezalandırılmasına,

v. Eski Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Y.G. ile İ.K.nın verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında kayıtsız ve düzensiz davranmaları nedeniyle 1/11/1999 tarihinde uyarma cezasıyla cezalandırılmasına,

vi. Maaş Mutemedi S.T.nin görevini yerine getirmede daha dikkatli olması gerektiğinden uyarma cezasıyla cezalandırılmasına,

vii. İnfaz Koruma Memuru S.C.nin görevini fahiş bir şekilde kötüye kullanması ve görevini ihmal etmesi nedeniyle görevden uzaklaştırılmasına ve bu tedbirin iki ay uzatılmasına, sonrasında 5/10/2011 tarihinde devlet memurluğu görevinden çıkarılmasına,

viii. Eski Ceza İnfaz Kurumu Birinci Müdürü M.Ö. ve Ceza İnfaz Kurumunun eski ikinci müdürleri olan M.T. ve R.Ş.nin görevlerini kötüye kullandıklarına dair delil bulunması ve soruşturmanın selameti nedeniyle görevlerinden uzaklaştırılmalarına, 5/10/1999 tarihinde R.Ş.nin uyarma cezasıyla, M.T.nin ise kınama cezasıyla cezalandırılmasına,

ix. Eski Ceza İnfaz Kurumu Birinci Müdürü M.Ö.nün K.A.G. isimli tutukluyla yakınlık kurduğu, bu kişiyle 18/9/1999 tarihinde yaptığı telefon görüşmesinde sıfatına ve konumuna uygun düşmeyecek şekilde sözler söylediği anlaşıldığından kınama cezasıyla cezalandırılmasına

karar verilmiştir.

C. Tam Yargı Davası Süreci

44. Başvurucular olayda hizmet kusuru bulunduğu iddiasıyla idare mahkemesinde 200.000 TL manevi, 200.000 TL maddi tazminat talebiyle tam yargı davası açmışlardır.

45. İdare Mahkemesi 30/10/2002 tarihli kararıyla taleplerin kısmen kabulüne karar vererek başvurucular lehine 20.787 TL maddi, 70.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...cezaevinde tutuklu bulunan şahsın idarenin koruma ve gözetimi altında bulunduğu, her türlü tehdit ve tehlikeden emin olunması gerekirken, idarenin, mevcut hale göre gerekli olan kontrol ve denetimlerini ehliyetle yapmamak suretiyle kendisine canını emanet etmiş bulunan ilgilinin bu en tabi hakkına sonu ölümle biten tecavüzü önleyemediğinin bu bakımdan gözetim ve denetim hizmetini kötü suretle ifa ederek yerine getirmesinin anlaşılması itibariyle kendi kusurlu eyleminden kaynaklanan zararı ödemekle yükümlü olduğu sonucuna ulaşılmıştır..."

46. Karar, Danıştay Onuncu Dairesinin (Daire) 25/2/2004 tarihli kararıyla maddi ve manevi tazminat ödenmesi yönünden onanmış, manevi zararın faizinin başvuru tarihinden itibaren yürütülmesi gerektiğinden yasal faiz uygulanmasının reddi yönünden bozulmuştur.

47. Karar düzeltme talebi üzerine Dairenin 30/6/2006 tarihli kararıyla, şahsın Ceza İnfaz Kurumundaki suçluların oluşturdukları çete gruplarından birinin yandaşı olduğu ve gruplar arasında çıkan çatışmaya katılma sonucunda öldürüldüğü, dolayısıyla katıldığı eylem nedeniyle olayla zarar arasındaki illiyet bağının kesildiği gerekçesiyle karar düzeltme isteminin kabulü ile manevi tazminat isteminin kabulüne ilişkin kısmın bozulmasına, maddi ve manevi tazminat isteminin kalan kısmı yönünden davanın reddine karar verilen kısmın onanmasına karar verilmiştir.

48. İdare Mahkemesi 13/2/2007 tarihli kararıyla direnmiş ve dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna (Kurul) iletilmiştir.

49. Kurul sekiz karşıoyla verdiği 27/10/2011 tarihli kararla İdare Mahkemesinin 13/2/2007 tarihli kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...cezaevinde asayiş ve disiplinin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahaleyi idarenin hizmetin işleyişinde kusurlu davrandığının göstergesi olarak kabul etmeye olanak bulunmamaktadır.

Bu bağlamda, davacılar murisinin ölümüne neden olan, cezaevinde çıkan olaylarda davacılar murisinin de etkin bir şeklide rol aldığı, diğer bir mahkum tarafından kullanıldığı anlaşılan silahla davacılar murisinin öldüğü dosyada bulunan tüm bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.

Bu itibarla, zararın kişinin kusurunun yanı sıra üçüncü kişinin eyleminden doğmuş olması karşısında, olayda idarenin eylemi ile zarar arasındaki nedensellik bağının varlığından söz edilemeyeceğinden, zararın idarece hizmet kusuru esaslarına göre tazmini yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Öte yandan, olayda kusursuz sorumluluk ilkesine göre, tazmini gereken bir zararın bulunmadığı da tartışmasızdır..."

50. Kurul kararına karşı yapılan karar düzeltme talebi, yine Kurulun 23/6/2014 tarihli kararıyla yedi karşıoyla reddedilmiştir. Karşıoyların bir kısmının gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Davacılar yakınının, çeşitli örgütlü suçlar nedeniyle cezaevinde tutuklu bulunduğu, aynı örgüte mensup olduğu kişilerle beraber bir koğuşta kaldığı, farklı suç örgütlerine mensup kişiler arasında husumet bulunduğu, bu gruplar arasında silahlı çatışma yaşandığı ve davacılar yakınının bu çatışma sırasında ateşli silahla vurularak öldüğü tartışmasızıdır.

Diğer yandan, dosyadaki belgelere göre, cezaevine çok sayıda silah sokulduğu, bunların çatışmada kullanıldığı, koğuşların kapılarının açık tutulduğu, mahkumların koğuşlar arasında kolaylıkla geçiş yapabildikleri, mahkumlardan birinin diğer mahkumlar üzerinde otorite kurmaya çalıştığı, bu kişinin cezaevi idarecileriyle sık sık görüştüğü, otoritesine karşı çıkan mahkumların diğer cezaevlerine naklini talep ettiği, bu duruma karşı çıkan mahkumların olduğu, bunlar arasında gerginlik bulunduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca, yine dosyadaki belgelere göre, Cezaevinde yaşanan olaylar ve idarenin bunlara göz yuman tutumunun, Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan denetimlerde gözlemlendiği ve bu konuda çeşitli yazılar yazıldığı, dolayısıyla bu durumdan idarenin haberdar olduğu görülmektedir.

Buraya kadar aktarılan bilgiler, idarenin, mahkumların yaşamına karşıgerçek ve yakın bir tehlikenin mevcudiyetini bildiğini ve bu riski bertaraf edebilecek, yetkileri kapsamındaki tedbirleri almadıklarını göstermekte olup, bu durumun hizmet kusuru oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

Ölüm olayının, idare tarafından bilinen bir riskin bertaraf edilmemesi sonucunda gerçekleştiği dikkate alındığında, ölenin ya da üçüncü kişinin kusurunun idarenin kusuru ile zarar arasındaki illiyet bağını kestiğini kabul etmeye hukuken olanak bulunmamaktadır..."

51. Diğer karşıoy gerekçelerinin ilgili kısmı ise şöyledir:

"Diğer yandan, cezaevi idarecilerinin ve çalışanlarının, görevi suistimal isnadıyla yargılandıkları ceza davası kapsamında alınan tanık ifadelerinde ve dava sonunda verilen Eyüp. 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 05/12/2001 günlü, E:1999/1386, K:2001/2770 sayılı kararında , davacılar murisinin cezaevinde çıkan olaylara aktif bir şekilde katıldığı yolunda bir bilgiye rastlanılmamıştır.

Ancak, adam öldürme ve yaralama isnadıyla olaylara karışan mahkumların yargılandığı ceza davasına ilişkin bir bilgi ve belge dosyada yer almamaktadır. Oysa ki, davacılar yakınının olaylara aktif olarak katılıp katılmadığının ortaya çıkacağı yargılama bu davada yapılmaktadır.

Bu durumda, adam öldürme ve yaralama isnadıyla olaylara karışan mahkumların yargılandığı ceza davasına ilişkin dosya incelenerek, davacılar murisinin olaylara aktif olarak katılıp katılmadığı araştırıldıktan sonra, illiyet bağının kesilip kesilmediği hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, kararın düzeltilmesi istemi kabul edilerek, ısrar kararının belirtilen şekilde bir araştırma yapıldıktan sonra yeniden bir karar verilmek üzere bozulması gerektiği..."

52. Bozma üzerine İdare Mahkemesi 25/11/2014 tarihinde Kurulun 27/10/2011 tarihli kararının gerekçesini (bkz. § 49)aynen benimseyerek tazminat talebinin reddine karar vermiş ve karar temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

53. Nihai karar başvuruculara 30/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiş ve 25/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

54. Başvurucular 21/4/2015 havale tarihli dilekçeyle, İdare Mahkemesince verilen direnme kararının Kurul tarafından da incelenerek bozulmasına karar verilmesi üzerine İdare Mahkemesince bu karara uyulmak suretiyle tazminat talebinin reddine karar verildiğini belirtmişlerdir. Başvurucular ret kararının tekrar temyiz edilmesini etkili bir hukuki yol olarak göremediklerinden söz konusu kararı temyiz etmeden bireysel başvuruda bulunduklarını ifade etmişlerdir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

55. 13/12/2004 ve tarihli 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi şöyledir:

 “Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur."

56. 5275 sayılı Kanun’un “Kapalı ceza infaz kurumları” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

"Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir."

57. 5275 sayılı Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar."

58. 5275 sayılı Kanun’un “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

a) Kurum hekimine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil

b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil

c) Tahliye, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma

d) Kurullara çağrılma

e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller

f) Cezaevi idaresince gerekli görülen hâller

 (2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar."

59. 5275 sayılı Kanun’un “Oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin oda ve eklentilerinde bulundurabilecekleri veya bulunduramayacakları kişisel eşya, gıda, tıbbî malzeme ve diğer ihtiyaç maddeleri yönetmelikle düzenlenir."

60. 5275 sayılı Kanun’un “Arama” kenar başlıklı 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumlarda, odalar ve eklentilerinde, hükümlülerin üst ve eşyasında habersiz olarak her zaman arama yapılabilir. Her ay bir kez mutlaka arama yapılır.

61. 5275 sayılı Kanun’un “Disiplin cezalarının niteliği ve uygulama koşulları” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

" (1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, … yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.

 (2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez."

62. 5275 sayılı Kanun'un "Yönetim tarafından alınabilecek tedbirler" kenar başlıklı 49. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumun düzeninin ve kişilerin güvenliklerinin ciddî tehlikeyle karşı karşıya kalması hâlinde, asayiş ve düzeni sağlamak için Kanunda açıkça belirtilmeyen diğer tedbirler de alınır. Tedbirlerin uygulanması, disiplin cezasının verilmesine engel olmaz."

63. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlüyü ziyaret” kenar başlıklı 37. maddesi şöyledir:

" (1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir. (Ek cümle: 24/1/2013-6411/9 md.) Çocuk hükümlüler için ziyaret süresi bir saatten az, üç saatten fazla olmamak üzere belirlenir.

 (2) Birinci fıkrada belirtilenler dışındaki kimselerin ziyaretine Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılı olarak izin verilebilir.

 (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır."

64. 5275 sayılı Kanun’un “Ziyaret ve görüşlerde uyulacak esaslar” kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

" (1) Kapalı ve açık ceza infaz kurumlarına ziyaret veya görüşe gelen resmî heyet ve özel kişiler, kurum güvenliğini tehlikeye sokacak davranışlarda bulunamaz, kurum güvenliği için alınan ve uygulanan yasal ve idarî tedbirlerin değiştirilmesini isteyemezler.

 (2) Kurumun düzen ve güvenliğini, hükümlülerin sağlığını bozabilecek nitelikteki eşya ve maddeler ile her türlü iletişim araçları ve taşıma izin belgesi olsa da silâhlar kuruma sokulamaz. Ziyaret ve görüşlerde hükümlülere para, kıymetli evrak ve eşya verilemez.

 (3) Kurum görevlileri ve dış güvenlik görevlileri dahil olmak üzere, sıfat ve görevi ne olursa olsun, ceza infaz kurumlarına girenler duyarlı kapıdan geçmek zorundadır...

...

 (5) Konusu suç teşkil etmemekle birlikte ceza infaz kurumlarına sokulması yasak olan her türlü eşya, çıkışta sahibine verilmek üzere idare tarafından muhafaza altına alınır.

 (6) Hükümlüler, odalarından çıkış ve dönüşlerinde ayrı yerlerde ve farklı memurlarca üst ve eşya aramasına tâbi tutulurlar.

...

 (8) Ziyaret ve görüşlerde kurallara uymayan heyet ve kişilerin ziyaret ve görüşmeleri sürdürmelerine derhâl son verilir. Suç oluşturan davranışlar, ilgili idarî ve adlî makamlara bildirilir. Görüşme hakkına sahip özel kişilerin kurum güvenliğinin korunması amacıyla alınan tedbirlere aykırı davranışları ve istekleri nedeniyle görüşme hakları, kurumun en üst amirince bir aydan bir yıla kadar kısıtlanabilir. Mevzuatın avukatlar bakımından getirdiği hükümler saklıdır."

65. 5275 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararının yerine getirildiği kurumlar” kenar başlıklı 111. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tutuklular, iç ve dış güvenlik görevlisi bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engelleri olan, 34 üncü maddede sayılan hâller dışında oda ve koridor kapıları sürekli olarak kapalı tutulan ve yasal zorunluluklar ayrık, dışarıyla irtibat ve haberleşme olanağı bulunmayan normal güvenlik esasına dayalı tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hâllerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulurlar."

66. 5275 sayılı Kanun’un “Tutukluların barındırılması” kenar başlıklı 113. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Tutuklular, maddî olanaklar elverdiğince suç türlerine ve taşıdıkları güvenlik riskine göre ayrı odalarda barındırılırlar. Aralarında husumet bulunanlar ile iştirak hâlinde suç işlemiş olanlar aynı odalarda barındırılmazlar ve birbirleri ile temas etmelerini engelleyecek tedbirler alınır."

67. 5275 sayılı Kanun’un “Kısıtlayıcı önlemler” kenar başlıklı 115. maddesi şöyledir:

"(1) Tehlikeli hâlde bulunan, delil karartma tehlikesi olan, soruşturmanın amacını veya tutukevinin güvenliğini tehlikeye düşüren veya suçun tekrarına olanak verecek davranışlarda bulunan tutuklulara soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkemesince aşağıdaki tedbirler uygulanabilir:

a) Tutuklunun tek başına, sıkı bir rejim altında muhafaza edilmesi ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi.

b) Belirli süre ile dışarıyla ilişkisinin, ziyaretçi kabulünün ve telefon görüşmelerinin kısıtlanması.

c) Gerekiyorsa kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyici biçimde hazırlanmış özel bir odada barındırılması ve kaldığı odanın kamera ile izlenmesi.

d) Saldırganlık göstermesi hâlinde belirli süreyle kelepçelenmesi veya hareketlerinin engellenmesi.

e) Yüksek güvenlikli bir kuruma nakledilmesi.

68. 5275 sayılı Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı 116. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir."

B. Uluslararası Hukuk

3- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

69. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur... "

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

70. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletlerin yalnızca kasti ve hukuka aykırı ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda kendi egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almalarına dair devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (L.C.B/İngiltere, B. No: 23413/949/6/1998, § 36).

71. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2.maddesi,devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşama hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak, yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/İngiltere [BD], B. No: 23452/94, 28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/İngiltere, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/2004, § 71).

72. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında yetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03,20/12/2011, § 209).

73. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük; modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorluklar, insan davranışlarının öngörülemezliği ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiği akılda tutularak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri, § 209; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 69).

74. AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını ve en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57). Bununla birlikte AİHM, ceza infaz kurumlarında bir şiddet potansiyeli bulunduğunu ve tutulan kişilerin direnişinin çok çabuk ayaklanmaya dönüşebileceğini kabul etmektedir (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 58; Dedovskiy ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 81).

75. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

76. Mahkemenin 4/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Mustafa Özşahin Yönünden

77. Başvurunun incelenmesi sırasında UYAP aracılığıyla erişilen nüfus kaydından başvurucu Mustafa Özşahin'in 9/3/2018 tarihinde öldüğü tespit edilmiştir.

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi ve şartları" kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir."

79. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 80. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

...

ç) Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

(2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."

80. Başvurucunun ölümünden sonra başvuruya mirasçı olarak devam edilmek istendiğine dair bir talepte bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan başvurucunun eşi Fethiye Özşahin ile kızı Yonca Atmaca başvuruda başvurucu sıfatıyla zaten yer almaktadır. Bu nedenle başvurucu Mustafa Özşahin yönünden başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden bulunmamaktadır.

81. Açıklanan gerekçelerle başvuru yapılmasından sonra vefat eden başvurucu Mustafa Özşahin yönünden düşme kararı verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

82. Başvurucular;

i. Ceza İnfaz Kurumu idaresinin mahkûmların yaşamına karşı gerçek ve yakın tehlikenin varlığını, mahkûmlar arasındaki huzursuzluğu bildiği hâlde gerekli önlemleri almaması sebebiyle Ceza İnfaz Kurumundaki iki grup arasında çatışma çıkmasına ve neticede yakınlarının öldürülmesine neden olduğunu belirterek yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğini,

ii. Açtıkları tam yargı davasının, yakınlarının çatışan gruplardan birinin üyesi olduğu kabulüyle haksız olarak reddedilmesi nedeniyle mağduriyetlerinin giderilmediğini ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini,

iii. Ağır Ceza Mahkemesinde süren yargılamada hiçbir sanığın ceza almadığını belirterek söz konusu yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini

ileri sürmüşlerdir.

83. Bakanlık görüşünde, öncelikle kabul edilebilirlik yönünden ölüm ve çatışmaya dair yürütülen yargılamanın başvuru tarihi itibarıyla derdest olduğuna dikkat çekilmiştir. Pozitif yükümlülüğün esasına dair yapılan değerlendirmede ise kusurun Ceza İnfaz Kurumu yetkililerine atfedilip edilmeyeceği noktasında Ceza İnfaz Kurumundaki aramalarda kesici, delici aletlerle uyuşturucu maddeler ve cep telefonlarının ele geçirildiğine, Cumhuriyet Başsavcılığınca Ceza İnfaz Kurumu idaresine birçok kere uyarı yazılarının yazıldığına ve Ceza İnfaz Kurumu yetkililerine verilen disiplin cezalarına değinilerek bu hususların gözetilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Etkili soruşturma yükümlülüğü açısından ise bunun bir sonuç değil vasıta yükümlülüğü olduğuna değinilmiştir.

84. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarında genel itibarıyla başvuru formundaki iddialarını tekrarlamışlardır.

2. Değerlendirme

85. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

86. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

a. Şikâyetlerin Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

87. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü yakınlarının yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve açtıkları tam yargı davasının da haksız olarak reddedilmesi nedeniyle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine, ayrıca yakınlarının ölümüyle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu itibarla başvurucuların diğer haklarla bağlantı kurduğu iddialarının da yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

88. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda müteveffa; başvuruculardan Burcu Özşahin'in eşi, Fethiye Özşahin ve Mustafa Özşahin'in oğulları, Yonca Atmaca'nın ise kardeşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

89. Öte yandan başvurucuların üçüncü kişilerin kasıtlı eylemleri sonucunda meydana gelen ölüm olayında etkili ceza soruşturması yürütülmediği iddiaları bakımından yaşam hakkının usul boyutundan, yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiaları bakımından da yaşam hakkının maddi boyutundan inceleme yapılarak yargılama süreçleri değerlendirilecektir.

b. Üçüncü Kişilerin Kasıtlı Eylemleri Sonucunda Meydana Gelen Ölüm Olayında Etkili Ceza Soruşturması Yürütme Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

 (1) Sanıkların Cezalandırılmadığına İlişkin İddia Yönünden

90. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"...Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."

91. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

92. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

93. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir. Bireysel başvurunun ikincil niteliği gereği başvurucunun ihlal iddialarını öncelikle yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve delilleri zamanında sunması, dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermesi gerekmektedir (İsmail Buğra İşlek, B. No: 2013/1177, 26/3/2013, § 17; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 45; Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, §§ 18, 19).

94. Başvurucuların Ağır Ceza Mahkemesinin 20/4/2011 sayılı kararına karşı temyiz talebinin süre yönünden reddedildiği (bkz. § 28) anlaşılmıştır. Dolayısıyla somut olayda başvurucuların kanunda öngörülen yargısal yolları tüketmeksizin olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği iddiasıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunduğu sonucuna varılmıştır.

95. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (2) Soruşturmanın Uzun Sürdüğüne İlişkin İddia Yönünden

96. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşama hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

97. Devlet yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

98. Bu soruşturma makul bir özen ve süratle yürütülmelidir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

99. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

100. Başvuruya konu olay 20/9/1999 tarihinde meyana gelmiş olup olay hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı gün resen başlatılan soruşturmada 1/11/1999 tarihli iddianameyle yani iki aydan daha kısa bir sürede kamu davası açılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi otuz altı sanıklı yargılamadaki ilk kararını 20/4/2011 tarihinde vermiş ve kararın ilk temyiz aşaması 17/9/2014 tarihinde tamamlanmıştır. Sonrasında verilen ikinci kararın temyiz incelemesi de 14/11/2018 tarihinde sonuçlanmış olup yargılama, hakkında yakalama kararı infaz edilemeyen bir sanık açısından ayrı bir esasa kaydedilmiştir. Bu yargılama bireysel başvuru tarihi itibarıyla derdesttir (bkz. §§ 29-33).

101. Meydana gelen olaydaki eylemlerin, sanıkların ve ölenlerin fazlalığı, olayın karmaşıklığı nedeniyle yargılamanın uzun zaman alması anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte soruşturmadaki hiçbir unsur yargılamanın bu denli uzamasını ve henüz sonuçlandırılamamasını haklı kılmamaktadır. Bu sebeple başvurucuların yakınlarının ölümüyle ilgili soruşturmanın -yirmi yılı aşkın süredir devam ettiği gözetildiğinde- makul süratle yürütülmediği kanaatine varılmıştır.

102. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

c. Kamu Görevlilerinin Yaşamı Korucu Tedbirleri Almamaları Nedeniyle Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

103. Mevcut başvuruda, İdare Mahkemesinin direnme kararının Kurul tarafından bozulması üzerine İdare Mahkemesi tazminat talebinin reddine karar vermiş; başvurucular ise söz konusu ret kararına karşı temyiz yoluna başvurmadan bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu açıdan başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin kabul edilebilirlik kriterleri yönünden de incelenmesi gerekir.

104. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesinin zorunluluğuna, başvurucuların bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekliliğine yukarıda değinilmiştir (bkz. §§ 92, 93).

105. Diğer taraftan tüketilmesi gereken başvuru yollarının başvurucuların şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili olarak anlaşılması gerekir (Taner Kurban, B. No: 2013/1582, 7/11/2013, § 20). Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28).

106. Olağan başvuru yollarının tamamının tüketilmesi ibaresinin katı bir şekilde yorumlanması, bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmayan neticelere yol açabilecektir. Bu nedenle her olayın özel şartları içinde etkisiz ve yetersiz olan bir kanun yolunun tüketilmesi şartı aranmaksızın her bir başvuru yolunun somut başvurular açısından etkili olup olmadığının münferiden denetlenmesi gerekmektedir (Taner Kurban, § 20; Hasip Kaplan, B. No: 2013/4681, 30/6/2014, § 23).

107. Ancak başvuru yollarının tüketilmesi koşuluna yönelik istisnaların her başvurunun somut özellikleri dikkate alınarak değerlendirileceği de açıktır (Sedat Vural, B. No: 2014/5559, 25/4/2014, § 22; ayrıca bkz. Şahin Tosun, B. No: 2014/10857, 11/1/2017, §§ 34-36, Emine Vural, B. No: 2015/4499, 21/2/2018, §§16-19).

108. Başvuru yollarının etkisiz olduğunun saptanması durumunda söz konusu edilen başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olma koşullarını karşılamadığı gerekçesiyle tüketilme zorunluluğu aranmamaktadır. Bugüne kadar Anayasa Mahkemesinin birçok kararında başvuru yollarının tüketilmesi kuralına istisna teşkil eden hususlar belirtilmiştir. Bunun yanı sıra Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Hukuk veya Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı ısrar yetkisi bulunmayan yargı mercilerinin bozmaya uyma kararlarına karşı başvurucuların tekrar temyiz yoluna başvurması yükümlülüğü olmadığına karar vermiştir (Deniz Baykal, B. No: 2013/7523, 4/12/2013).

109. Somut başvuruda İdare Mahkemesinin direnme kararının bozulmasına dair 27/10/2011 Kurul kararının bağlayıcı olduğu ve Kurul kararına karşı yapılan karar düzeltme talebinin reddedildiği gözetildiğinde başvurucuların başvuru yollarının tüketilmesi hususunda üzerlerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirdikleri değerlendirilmiştir.

110. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

111. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşama hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

112. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı ve bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

113. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşama hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşama hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her durum bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

114. Ceza infaz kurumlarında ve devletin kontrolü altında bulunan diğer alanlarda gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72).

115. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve sağlıklarını koruma konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi tedavilerine özen gösterilmesinin yanında yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de içerir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 43).

116. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gereken durumlarda makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlem alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53).

117. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

118. Başvurucular, yaşam hakkının kamu görevlilerince kasten ihlal edildiğini ileri sürmemiş ve somut olayda başvurucuların yakınlarının ölümüne kasten sebebiyet verildiği izlenimi edinmelerini gerektirecek bir unsur da saptanmamıştır. Ölenin Ceza İnfaz Kurumunda çıkan çatışmada diğer mahkûmlar tarafından vurularak öldürüldüğü sabittir.

119. Bu durumda mevcut başvuruda yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde öncelikle Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin Kurumda çatışma çıkacağı ve mahkûmların hayatlarının tehlikeye gireceği riskini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konulması, yetkililerin riski bildikleri veya bilmeleri gerektiği sonucuna varılması hâlinde ise müteveffanın yaşam hakkının korunması açısından yetkililer tarafından gerekli, makul ve önleyici tedbirlerin alınıp alınmadığının tespiti gerekmektedir.

120. E.Y.Ö. öldürüldüğü tarihte Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır; yani devletin kontrolü altındayken öldürülmüştür. Kamu makamlarının ceza infaz kurumundaki kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınması hususunda daha duyarlı ve dikkatli olma görevi vardır.

121. Ceza İnfaz Kurumunda çıkan çatışma ile neticesindeki ölüm olayı öncesindeki sürecin ve Ceza İnfaz Kurumunun işleyişinin incelenmesinin ölüm olayının gerçekleşmesine zemin hazırlayan sebeplerin ortaya konulması açısından önemli olduğu değerlendirilmiştir.

122. Bu bağlamda olayın gerçekleştiği Ceza İnfaz Kurumunda iki farklı suç örgütünün üyeleri olduğu iddia edilen tutuklu ve mahkûmlar bulunmaktadır. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ceza İnfaz Kurumunda yapılan denetimlerde görülen aksaklıklar nedeniyle Ceza İnfaz Kurumuna birçok defa ikaz mahiyetinde müzekkereler yazılmıştır. Bu müzekkerelerde Ceza İnfaz Kurumunda koğuş kapılarının usulsüz olarak açık tutulduğunun, tutukluların koridorlarda dolaştıklarının, topluluklar hâlinde sohbet ettiklerinin, hükümlü ve tutukluların idareden izin alarak veya almayarak başka koğuşları ziyaret ettiklerinin, koğuşu terk ettiklerinde üstlerinin aranmadığının, bu kontrolsüzlük nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunda öldürülmeye varan olayların meydana geldiğinin, Ceza İnfaz Kurumundaki bazı hükümlü ve tutuklulara müdür odalarında açık görüş yaptırıldığının, hükümlü ve tutuklular arasında büyük huzursuzluk doğuran bu davranışların hukuka aykırı olması yanında Ceza İnfaz Kurumu yönetimine karşı yakışıksız dedikodulara sebep olduğunun, özellikle nüfuzlu ve zengin birçok hükümlü ile tutukluya açık görüş yaptırılmaya devam edildiğinin tespit edildiği ve bu yönde yapılan uyarıların dinlenmediği ifade edilerek sorumlular hakkında adli ve idari soruşturmalar açılacağı uyarısında bulunulduğu görülmüştür (bkz. §§ 11-13).

123. Diğer yandan koğuşlarda yapılan aramalarda birçok kesici/delici alet, uyuşturucu madde ve cep telefonları ele geçirilmiştir (bkz. § 14). Tüm bu hususlardan Ceza İnfaz Kurumu idaresinin yönetim ve denetimde üzerine düşen görevi yerine getirmediği, Ceza İnfaz Kurumundaki bu kontrolsüzlüğe Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı ikazlara rağmen önlem almadığı açıkça anlaşılmaktadır.

124. Diğer yandan çatışma çıkmasının nedeni olan suç örgütü üyesi H.Ç.nin diğer bir suç örgütü üyesi K.A.G.yi Ceza İnfaz Kurumu müdürünün odasında öldürmesi olayında, K.A.G. ile H.Ç. arasında önceden beri bir anlaşmazlık bulunduğu ve bu nedenle H.Ç.nin K.A.G.nin kaldığı bloğa geçirilmesine K.A.G. tarafından sürekli olarak itiraz edildiği, koğuşunun değiştirilmesinin sıkıntı olabileceği yönünde H.Ç.nin de Ceza İnfaz Kurumu idaresine bilgi verdiği görülmüştür (bkz. §§ 17, 18).

125. Dolayısıyla Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin hem Kurumdaki kontrolsüz ve kayırmacı sayılabilecek davranışlardan dolayı mahkûmların huzursuz olduğunu hem de her iki suç örgütü arasındaki gerginlikten haberdar olduğunu söylemek gerekir.

126. Bu durumda mahkûmların yaşamlarına yönelik gerçek bir riskin varlığını öngörebilecek durumda olan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin müteveffanın yaşam hakkının korunması açısından gerekli, makul ve önleyici tedbirleri alıp almadığının tespiti gerekmektedir.

127. Bu çerçevede yukarıda bahsedilen yasak ve usulsüz uygulamalara (bkz. § 122) Cumhuriyet Başsavcılığının tüm uyarılarına rağmen son verilmediği, suç örgütü üyelerinin Ceza İnfaz Kurumu içine ateşli silah, kesici/delici alet, cep telefonu ve uyuşturucu madde sokabildiği, Ceza İnfaz Kurumu idaresi ile suç örgütlerinin Ceza İnfaz Kurumundaki liderleri diye değerlendirilebilecek şahıslar arasında uygunsuz, hakaret içerikli konuşmalar yapabildiği, K.A.G. isimli şahsın Ceza İnfaz Kurumu idaresinde tek söz sahibi olduğu (bkz. §§ 17, 18), Ceza İnfaz Kurumunu kendisinin yönettiği şeklinde sözlerinin olduğu, çatışma öncesinde usulsüz biçimde Ceza İnfaz Kurumu müdürünün odasında yemek yediği, kapıda "adamları" tabir edilen diğer mahkûmların K.A.G.yi beklediği gözönüne alındığında Ceza İnfaz Kurumu idaresince yaşam hakkını korumaya yönelik gerekli, makul ve önleyici tedbirlerin alındığını söylemek mümkün değildir. Nitekim Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin görevlerini kötüye kullandığı tespit edilerek mahkûmiyetlerine karar verilmiş, diğer yandan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında birtakım disiplin cezaları uygulanmıştır.

128. Tüm bu değerlendirmelerden sonra İdare Mahkemesince başvurucuların tazminat taleplerinin değerlendirilmesinde ise İdare Mahkemesinin ret gerekçesinin başvurucuların yakınının da Ceza İnfaz Kurumundaki çatışmada aktif rol alması nedeniyle olayda idarenin eylemi ile zarar arasındaki nedensellik bağının bulunmadığına dayanıldığı görülmektedir.

129. Ancak İdare Mahkemesince benimsendiği üzere başvurucuların yakınının çıkan çatışmada aktif olarak yer aldığı, çatışmanın taraflarından biri olduğu kabul edilse bile söz konusu çatışmanın Ceza İnfaz Kurumu idaresinin kontrolsüzlüğü ve keyfî yönetiminden ve mahkûmların silah taşımalarına izin verilmesinden kaynaklandığı, olayın müteveffanın devletin kontrolü altında olduğu Ceza İnfaz Kurumundayken meydana geldiği, bu derecede bir kontrolsüzlüğün çatışma çıkması ve mahkûmların hayatının tehlikeye girmesi sonucu doğuracağının muhakkaka yakın bir ihtimal arz ettiği gözetilmelidir. Ayrıca kamu makamlarının üzerlerine düşen tedbirleri almadıkları durumda müteveffanın olayda kişisel kusurunun bulunmasının kamu makamlarının sorumluluğunu tamamen ortadan kaldıracağı söylenemez. Değinilen hususlar gözetilmeden tazminat talebinin reddine karar verilmesinin yaşam hakkının korunmasına ilişkin ilkelerle bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.

130. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

d. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

131. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

132. Başvurucular, yasal faiziyle birlikte yaşam hakkının ihlali nedeniyle toplam 200.000 TL manevi, toplam 200.000 TL maddi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

133. Başvuruda, kamu görevlilerinin yaşamı korucu tedbirleri almamaları nedeniyle yaşam hakkının maddi boyutunun ve üçüncü kişilerin kasıtlı eylemleri sonucunda meydana gelen ölüm olayında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle usul boyutunun ayrı ayrı ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

134. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

135. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

136. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

137. Mevcut başvuruda kamu görevlilerinin yaşamı korucu tedbirleri almamaları ve bu hususun İdare Mahkemesi tarafından gözetilmeden yaşamı koruma yükümlülüğü ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde tazminat talebinin reddine karar verilmesi (bkz. § 129) nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu durumda ihlalin asıl kaynağının idarenin eylemi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte idarenin bu eyleminden kaynaklanan ihlalin tespiti ve tazminat ödenmek suretiyle giderilmesi amacıyla oluşturulmuş bir mekanizma olan tam yargı davasında devletin pozitif yükümlülüklerine uygun nitelikte bir inceleme yapılmaması sebebiyle ihlalin aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

138. Bu bakımdan kamu görevlilerinin yaşamı korucu tedbirleri almamaları nedeniyle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin İstanbul 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

139. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yeniden yargılamaya karar verildiğinden tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

140. Üçüncü kişilerin kasıtlı eylemleri sonucunda meydana gelen ölüm olayında etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 36.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

141. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucu Mustafa Özşahin tarafından yapılan başvurunun DÜŞMESİNE,

B. Diğer başvurucular yönünden;

1. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İstanbul 2. İdare Mahkemesine (E.2014/2316) GÖNDERİLMESİNE,

E. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmesi nedeniyle net 36.600 TL manevi tazminatın başvuruculara müştereken ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEZİR DEPREN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/6547)

 

Karar Tarihi: 9/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 5/11/2019-30939

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Nezir DEPREN

Vekili

:

Av. Mahmut KAÇAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanmak suretiyle sebep olduğu hayati tehlike ve sonrasında bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve başvuruya konu olaya ilişkin soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Çaldıran 1'inci Hudut Taburu 2'nci Hudut Bölük Komutanlığına bağlı Yavuz Selim Hudut Karakolunda görevli askerlerce 15/9/2011 günü saat 03.00 sıralarında termal kamera ile yapılan gözetlemede, birinci derecede askerî yasak bölge içinde bir kamyonet ile bir minibüse kaçak olduğu değerlendirilen eşya yüklendiği tespit edilmiştir.

9. Piyade Üsteğmen B.P.nin talimatı ile Piyade Uzman Çavuş A.A.; içinde Piyade Çavuş E.K. ve Piyade Onbaşı Ü.T. ile Piyade Er H.A., D.V. ve E.C.nin de yer aldığı bir hudut mangası kadar kuvveti de yanına alarak eşya yüklenen yere intikal etmiştir.

10. Yaklaşan askerleri fark etmeleri nedeniyle kaçışan ve sayısı tespit edilemeyen kişilerden biri, av tüfeği olduğu düşünülen bir silahla bir el ateş etmiştir. Bu esnada askerlerin mevzi almasından yararlanan kamyonet devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru kaçmaya başlamış, minibüsün şoförü ise aracı bulunduğu yerde bırakıp kayıplara karışmıştır.

11. A.A., E.K., Ü.T., H.A., D.V. ve E.C. ile Alparslan Hudut Karakolunda görevli olup olaydaki rolleri daha sonra anlatılacak Piyade Uzman Çavuş A.G. ve emrindeki askerlerden Piyade Çavuş V.T. ile Piyade Onbaşı E.T. tarafından düzenlenen Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre dur ihtarına uymayan kamyonetin içinden kaçış esnasında ateş edilmiştir. Atış sayısı tutanakta belirtilmemiştir.

12. B.P.nin kaçan kamyonetin devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru gittiğini telefonla haber vermesi üzerine A.G., emrindeki askerler V.T., E.T., Ah.D., V.O., M.A., T.O., M.N.K., İ.S. ve E.Y. ile birlikte devriye yoluna çıkıp kamyoneti durdurmak amacıyla yola taş dizmiştir.

13. Başvurucu, aracın ön yolcu koltuğunda oturan on yaşındaki yeğeni A.D. ile birlikte kendi adına tescilli beyaz renkli bir kamyonetle saat 04.00 sıralarında Sarıçimen köyüne gitmekte iken A.G. ve emrindeki askerlerce durdurulmak istenmiştir. Durmaması üzerine kamyonete A.G. tarafından keskin nişancı tüfeği ile ateş edilmiştir. Olay esnasında atılan bir taş nedeniyle ön camı da kırılan kamyonet Sarıçimen köyüne doğru yoluna devam etmiştir.

14. Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre yüklemenin yapıldığı yerde bırakılan minibüsün içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen, her biri 18 litre kapasiteli kırk bidon ele geçirilmiştir. Ayrıca çevrede yapılan geniş çaplı arama-tarama faaliyetinde, içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen 18 litrelik 450 bidon, bir av tüfeği, otuz altı eşek, bir inek, bir gömlek ve iki çift ayakkabı bulunmuştur.

15. Olaydan saat 05.00 sıralarında haberdar olması üzerine derhâl soruşturma başlatan Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı), altında Cumhuriyet savcısının imzası bulunmayan Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Görüşme Tutanağı'na göre Çaldıran Jandarma Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) görevlilerinden muhafaza altına alınan olay yerinin Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince incelenmesini, ele geçirilen eşyaların muhafaza altına alınmasını, olaya karışan kişilerin ifadelerinin alınmasını, yaşı küçük A.D.nin ifadesinin müdafi nezaretinde alınmasını ve kaçan sürücünün tespit edilmesini istemiştir.

16. 15/9/2011 tarihinde şikâyetini ifade etmek üzere müracaat ettiği Cumhuriyet Başsavcılığınca müşteki olarak beyanı tespit edilen başvurucu, komşuları T.Y.nin hayvanlarının kaybolması nedeniyle ağabeyi S.D.nin sabah saatlerinde kendisini uyandırdığını, hayvanları bulmak amacıyla kamyonetiyle 2 km kadar gittiğini, hayvanları göremeyince köye dönmeye karar verdiğini, köye 200 metre kala kamyonetinin ön camına bir taş isabet ettiğini, nereden geldiğini anlamadığı taşın minibüsün ön yolcu koltuğunda oturan A.D.nin göğsüne geldiğini, olay sebebiyle A.D.nin bayıldığını, daha sonra kamyonetine beş altı merminin isabet ettiğini, kamyonetinin sağ arka lastiğinin patladığını, kamyoneti durdurup A.D. ile birlikte eve doğru yürüdüğünü, peşlerinden askerlerin de evlerine geldiğini belirterek kamyonetine ateş eden askerlerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.

17. Müşteki sıfatıyla aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan başvurucunun kardeşi S.D., fahri imamlık yaptığını, saat 04.00 sıralarında ezan okumak için camiye giderken yol üzerinde karşılaştığı T.Y.nin hayvanlarının kaybolduğundan bahsettiğini, cami minaresinden durumu anons edince köy halkının toplandığını, hayvanları aramaya başladıklarını, başvurucunun da kamyoneti ile hayvanları aramaya çıktığını, başvurucudan duyduğuna göre askerlerin başvurucunun kamyonetine taş atıp ateş ettiğini söylemiştir.

18. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2011 tarihinde A.D. hakkında adli rapor düzenlenmesini istediği Çaldıran Devlet Hastanesi,A.D.nin başının sol tarafında hafif ödem tespit edildiğini ve raporun beyin cerrahi uzmanı tarafından verilmesinin uygun olduğunu açıklamıştır.

19. Başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayının meydana geldiği yer, Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince 16/9/2011 günü saat 09.00 sıralarında incelenmiştir. Yapılan incelemeye ilişkin raporda; Sarıçimen köyünün çıkışında bulunan Dere Mahallesi'ndeki köprünün 17 metre doğusunda, önü batıya bakan beyaz renkli, mavi şeritli plakasız bir kamyonetin durduğu, yol üzerinde çiziklerin bulunduğu, ruhsat bilgilerine göre aracın başvurucuya ait olduğu, aracın ön camının tamamen kırık olup aracın kabin bölümünde kırık cam parçalarının bulunduğu, aracın içinde herhangi bir mermi izine rastlanmadığı, aracın sağ arka tekerinin olması gereken yerde tekerlek olmayıp sadece jantın bulunduğu, bahse konu tekerleğin kamyonetin kasasında olduğu, yoldaki çiziklerin jant tarafından meydana getirildiğinin değerlendirildiği, aracın sağ tarafında gözle görülür biçimde dört mermi izinin bulunduğu belirtilmiştir. Rapora göre birinci mermi aracın sağ ön tekerleğinin hemen üstünde bulunan çamurluğun 6 cm üzerinde kapı ile çamurluk arasından girip kabin içindeki yolcu koltuğunun altından çıkmıştır. İkinci mermi, kamyonetin kasasının sağ ön köşesinin 14 cm üstünden girip kasa altındaki hava filtresini delip gitmiştir. Üçüncü ve dördüncü mermiler ise sağ arka tekere ait çamurluğunun üzerinden girip çıkmıştır. Kamyonet kasasında bulunan tekerde ve bu tekere ait iç lastikte birer mermi giriş ve çıkış deliği tespit edilmiştir. Mermi giriş deliklerinden ilk ikisinin yukarıdan aşağıya doğru 20-30 derecelik bir açıyla, son ikisinin ise arkadan öne doğru 30-40 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelmiştir.

20. Ayrıca raporda; olayın başvurucuya ait aracın 300 metre kadar doğusunda bulunan virajlı asfalt yolda meydana geldiği, virajı inmeden önce yolda küçük cam parçalarının bulunduğu, virajı döndükten sona Sarıçimen köyüne 30 metrelik mesafede yol üzerinde dört mermi sekme izinin bulunduğu, bu izlerin yukarıdan aşağıya doğru yaklaşık 30 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelebileceği, mermi sekme izlerinin sekiz metre kadar doğusundaki yamaçta yan yana üç adet boş kovan bulunduğu ve bu kovanların K... keskin nişancı tüfeği veya B... makineli tüfeği olarak bilinen silahlarda kullanılan silahlara ait boş kovanlar olduğu belirtilmiştir. Raporda belirtilen araçtaki mermi giriş ve çıkış delikleri, aracın kasası, olayın meydana geldiği yol ve yoldaki mermi sekme izleri fotoğraflanmıştır. Ayrıca olay yerinin krokisi çizilmiştir.

21. Jandarma Komutanlığı 17/9/2011 tarihinde, A.G., Ah.D., V.T., V.O., M.A., T.O., M.N.K, İ.S., E.Y., A.A., E.K. ve Ü.T.nin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır.

i. A.G., olay günü saat 04.00 sıralarında gözetleme kulesinde nöbet tutarken kendisiyle iletişim kuran Piyade Üst. B.P.nin devriye yolundan köye doğru markası belli olmayan bir kamyonetin gittiğini söylediğini, bunun üzerine emrindeki askerlerle birlikte bölgeye intikal ettiğini, aracın farları sönük bir şekilde yaklaştığını görünce aracı durdurmak amacıyla yola taş dizdiğini, V.T. ile birlikte aracın durması için araca el kaldırıp el fenerini yakıp söndürdüğünü, kendilerini görmesine rağmen sürücünün aracı hızla üzerilerine doğru sürdüğünü, yolun kenarına kaçtıklarını, bu esnada araçtan dört beş el ateş edildiğini, aracı durdurmak maksadıyla keskin nişancı tüfeğiyle önce havaya, daha sonra ise aracın tekerleklerine ateş ettiğini ve durdurmayı başaramadığı aracın köye doğru gittiğini beyan etmiştir.

ii. A.G.nin emrindeki askerler Ah.D., V.T., V.O., M.A., T.O., M.N.K., İ.S. ve E.Y. de A.G. ile aynı yönde ifadede bulunmuşlardır.

iii. A.A., olay günü saat 03.00 sıralarında termal kameradan devriye yolunda yükleme yapan biri minibüs, diğeri kamyonet iki araç tespit ettiklerini, Komutan B.P.nin talimatı ile araçların bulunduğu bölgeye doğru yola çıktıklarını, B.P.nin termal kamera ile gözetlemeye devam edip kendilerini yönlendirdiğini, bölgeye yakın bir yerde araçtan inip yürümeye başladıklarını, kendilerini fark eden kişilerin "Askerler geliyor!" diyerek bağırdıklarını, bu esnada av tüfeği olduğunu tahmin ettiği bir silahla ateş edildiğini, mevzi almalarını fırsat bilen kamyonet sürücüsünün süratle kaçmaya başladığını, gördüğü kadarıyla kamyonetin beyaz olduğunu, kamyoneti yakalayamamaları üzerine B.P.nin A.G.yi arayıp kamyonetin kaçış yönünü bildirdiğini, A.G.nin nasıl müdahalede bulunduğunu bilmediğini, minibüsün bulunduğu yere gittiklerini, minibüsün içinde kaçak akaryakıtla dolu olduklarını tahmin ettikleri her biri 18 litrelik 35-40 bidon gördüklerini, kamyonetin kaçtığı bölgede atılı vaziyette, her biri 18 litrelik 250 bidon bulduklarını, bidonların arasında bir av tüfeği ve bir çift ayakkabı ile bir gömlek gördüklerini, ayrıca olay bölgesinde otuz altı eşek ile bir inek bulduklarını, eşeklerin üzerinde toplam 200 bidon bulunduğunu, olay yerine vardıklarında kaçan kamyonetin kasasına bidonların bir kısmının yüklendiğini gördüklerini, uyarı maksadıyla da olsa ateş etmediklerini söylemiştir.

iv. A.A.nın emrindeki askerler E.K. ile Ü.T., A.A. ile aynı yönde beyanda bulunmuşlardır.

22. Yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisine tayin edilen bir vekil nezaretinde 19/9/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan A.D., komşuları T.Y.nin hayvanlarını aramak için köyün üst kısmında bulunan su deposuna başvurucunun kamyonetiyle gittiklerini, T.Y.nin telefonla hayvanların bulunduğunu başvurucuya haber vermesi üzerine köye döndüklerini, köye girmek üzereyken bir askerin attığı taşın kamyonetin ön camını kırıp kafasına isabet ettiğini, daha sonra silah sesleri duyduğunu ve kafasına isabet eden taşın etkisiyle bayıldığını beyan etmiştir.

23. Jandarma Komutanlığınca 20/9/2011 tarihinde bir vekil nezaretinde ifadesi alınan A.D., amcası olan başvurucunun komşularının kaybolan hayvanlarını aramak için kendisini uyandırdığını, amcasına ait kamyonetle köyün üst taraflarına gittiklerini, 15 dakika kadar sonra komşuları T.Y.nin telefonla amcasını arayıp hayvanların bulunduğunu haber verdiğini, köye dönmek için yola çıktıklarını, köye giderken önlerine çıkan askerlerin aracın camına taş atmaya başladıklarını, bu taşlardan birinin kafasına, diğerinin ise göğsüne isabet ettiğini, atılan taşlar nedeniyle aracın ön camının kırıldığını, bu esnada askerlerin araca ateş ettiğini ve kendisinin bayıldığını söylemiştir.

24. Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 20/9/2011 tarihli kesin adli raporundan, A.D.nin başının sol tarafındaki yaranın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu anlaşılmıştır.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2012 tarihinde, başvurucunun ve A.D.nin şikâyetlerine konu eylemlerle ilgili soruşturmayı kaçakçılık suçu nedeniyle yürütülen soruşturmadan ayırmış; askerî suçlardan olduğu gerekçesiyle başvurucuya ve A.D.ye yönelik suçlar yönünden görevsizlik kararı vererek soruşturma evrakını Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir.

26. Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçakçılık suçu nedeniyle yürüttüğü soruşturmayı daha sonra 2011/6 Sor. sayılı soruşturmayla birleştirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen belgelerden söz konusu soruşturmanın faili tespit edilemeyen kaçakçılık suçlarıyla ilgili olduğu, soruşturma kapsamında başvurucunun ifadesinin alınmadığı ve farklı bir tarihte meydana gelen kaçakçılık suçu yönünden 5/3/2011 tarihinde daimî arama kararı verildiği tespit edilmiştir.

27. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığının soruşturma emri üzerine Askerî Savcılık 26/4/2012 tarihinde A.G., İ.S., Ah.D. ve T.O.nun tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Adı geçenler, daha önceki ifadeleriyle aynı yönde beyanda bulunmuşlardır. Daha önce verdiği ifadesinde kamyonetin neresinden ateş edildiği yönünde beyanda bulunmayan T.O., kamyonetin ön yolcu koltuğundan oturan kişinin kamyonetin camından havaya dört beş el ateş ettiğini söylemiştir.

28. Askerî Savcılığın talebi üzerine olay yerinde bulunan üç boş kovanı inceleyen Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği (Kriminal Laboratuvar) 19/6/2012 tarihli raporunda söz konusu boş kovanların tek bir silahtan atıldığını belirtmiştir.

29. Askerî Savcılık ne maksatla olay yerinde bulundukları, kendilerine dur ihtarında bulunup bulunulmadığı, aracın farlarının açık olup olmadığı, araç plakasının araca takılı olup olmadığı, aracın sağ arka tekerinin neden söküldüğü, olay esnasında kendilerinde ateşli silah bulunup bulunmadığı, olay esnasında aracın kasasında ne olduğu ve aynı gece kaçakçılık şüphesi ile takibe alınan minibüsün sahibi B.M.yi tanıyıp tanımadıkları konularında başvurucunun, S.D.nin ve A.D.nin ifadelerini istinabe suretiyle almıştır.

i. Başvurucu ve A.D. ifadelerinde; birlikte komşularının kayıp hayvanlarını kamyonetle aradıkları için olay mahallinde bulunduklarını, aracın farlarının yandığını ve plakalarının takılı olduğunu, dur ihtarında bulunan biri olmadığını, bilmedikleri bir nedenle kamyonetin taşlandığını, korkularından durmayıp devam ettiklerini, daha sonra kamyonetin kurşunlandığını, kamyonetin sağ arka tekerini kendilerinin sökmediğini, olay esnasında kamyonetin kasasında bir şey bulunmadığını, olay nedeniyle tekerin kendiliğinden çıktığını, olay esnasında kendilerinde silah olmadığını, minibüsün sahibi B.M.yi tanımadıklarını söylemişlerdir.

ii. S.D. ise önceki ifadesiyle benzer mahiyette beyanda bulunup hayvanların bulunduğunu başvurucuya kendisinin haber verdiğini, tam olarak neler yaşandığını bilmediğini, sabah namazını kılarken silah sesleri duyduğunu, namazdan sonra köylüler ile askerlerin birbirine girdiğini gördüğünü ifade etmiştir.

30. Askerî Savcılık, başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayına karışan askerlere teslim edilen silahlara ait taşınır mal teslim-tesellüm belgelerini ve olaydan yaklaşık 15 ay sonra kendi isteği ile askerlik görevinden ayrılan A.G.nin terhis belgesi ile daha önce ifadeleri alınan veya Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzası bulunan A.A. dışındaki diğer askerlerin terhis belgelerini soruşturma dosyasına getirtmiştir.

31. Askerî Savcılığın talebi üzerine Kriminal Laboratuvar 29/11/2012 tarihinde, daha önce incelediği üç kovan ile A.G.ye 5/8/2011 tarihinde teslim edilen 53507 seri numaralı, 7.62 mm çaplı, Rusya yapımı D... marka tüfeği incelemiş ve üç kovanın da sözü edilen tüfekten atıldığını saptamıştır.

32. Askerî Savcılık, A.G.nin şüpheli sıfatıyla, olay tespit tutanağında imzaları bulunan A.A., H.A., E.K., D.V., E.C., E.T., Ü.T. ve V.T. ile Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzaları bulunmasa da başvurucunun kamyonetine müdahale eden mangada görevli M.A., E.Y., V.O. ile M.N.K.nın tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması için başka yer askerî savcılıklarından ya da Cumhuriyet başsavcılıklarından istinabe talep etmiştir. İstinabe talebi üzerine A.G., D.V., M.A., E.T. E.Y. ve V.O.nun ifadeleri kolluk görevlilerince, diğerlerinin ifadeleri ise askerî savcı veya Cumhuriyet savcısınca alınmıştır.

i. E.K., olay yerine vardıklarında bir minibüs, bir kamyonet ve çok sayıda eşek gördüklerini, kendilerini fark eden sivil kişilerin ateş etmeye başlamaları üzerine siper aldıklarını, kamyonetin kaçmaya başladığını, kamyonetin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını, kamyonete veya başka bir araca taş atmadıklarını, kaçan kamyonetin kasasında akaryakıt veya başka bir malzeme olup olmadığını bilmediğini, havanın karanlık olması ve kamyonetin kasasının kapalı olması nedeniyle kasanın içini göremediklerini, A.G.nin Alparslan Hudut Karakolunda görevli olduğunu, bu nedenle A.G.nin yanlarında olmadığını söylemiştir.

ii. H.A., hudut taşında kırk beş eşek tespit ettiklerini, ele geçirilen eşekler ile kaçak eşyaları Jandarma Komutanlığına teslim ettiklerini, olay yerinde kamyonet veya başka bir araç görmediğini beyan etmiştir.

iii.M.A., daha önceki ifadesinden farklı olarak 15/9/2011 günü saat 20.00 sıralarında sınıra giden dağlık bir yol üzerinde görev yaptıklarını, sınır tarafından farları açık bir kamyonetin hızla bulundukları yere doğru geldiğini, A.G. ile arkadaşlarının sesle ve el fenerleri ile aracı durması konusunda uyardıklarını, kamyonete taş atılmadığını, kamyonetten kendilerine birkaç el ateş edildiğini, A.G.nin havaya birkaç el uyarı atışı yaptığını, kaçan kamyonetin kasasındaki bidonların görüldüğünü ifade etmiştir.

iv. E.C. ifadesinde, olay yerindeki eşekler ile bir inekten söz etmiştir.

v. Ü.T., başvuruya konu olay hakkında herhangi bir bilgi verememiştir.

vi. A.A., olay tarihinde biri kamyonet olmak üzere üç araçtan oluşan kaçakçı grubuna müdahale ettiklerini, o esnada eşekler ile getirilen kaçak akaryakıtların araçlara yüklendiğini, kendilerini fark eden kaçakçıların bir el ateş edip kaçmaya başladıklarını, en arkada bulunan aracın kaçamadığını, kamyonetin farları sönük bir şekilde kaçtığını, kamyonete başka bir tim tarafından müdahale edildiğini ileri sürmüş; kendisine gösterilen resimdeki başvurucuya ait minibüsün kaçan kamyonet olduğunu beyan etmiştir.

vii. D.V., termal kamera ile kaçakçı olduğu tahmin edilen kişilerin tespit edilmesi üzerine içinde yer aldığı manganın sınır bölgesine gittiğini, oraya nasıl gittiklerini hatırlamadığını zira ona benzer pek çok olayla karşılaştıklarını, emniyetçi olduğu için 20 metre kadar geride ağır silahıyla tedbir aldığını, duyduğu kadarıyla A.G.nin iki üç kez dur ihtarında bulunduğunu, uyarıların ardından bir iki kez silah sesi duyduğunu, sesin av tüfeği sesine benzediğini, kamyonet olduğunu tespit edebildiği aracın durmadığını, kamyonete taş atılıp atılmadığını bilmediğini, kamyonetin boş olması hâlinde dur ihtarına uyacağını, farları kapalı olan kamyonetin kendilerine yaklaşınca farlarını açıp hızlandığını ve kamyonet kaçarken başka silah sesi duymadığını söylemiştir.

viii. V.O., olayın yaşandığı gün dokuz kişilik manga ile pusuya yattıklarını, başlarında rütbeli olarak sadece A.G.nin bulunduğunu, kamyonetin dur ihtarına uymayıp üzerilerine doğru geldiğini, şoförün bulunduğu taraftan bir iki el ateş edildiğini, A.G.nin bir yandan bağırarak dur ihtarında bulunduğunu, bir yandan da kamyonetten yapılan atışa ateş ederek cevap verdiğini, araç üzerine doğru geldiği esnada aracın sağ tarafına bir taş atıldığını, taşı atanı görmediğini, elinde silah bulunduğu için taşı A.G.nin atmış olamayacağını, kamyonetin kasasının bidonlarla dolu olduğunu, farları kapalı olan kamyonetin kendilerini fark edince farlarını açtığını ifade etmiştir.

ix. M.N.K., olay tarihinde termal kamera ile gözetleme yapan Manga Komutanı A.A.nın sınırdan geçiş yapıldığını söylediğini, bunun üzerine sınırdan geçiş yapılan yere doğru hareketlendiklerini, bir süre sonra telsizle araçların kendilerine yaklaştığının bildirildiğini, A.A.nın kendisi de dâhil üç kişiyi güvenlik sağlaması için tepe bölgesine gönderdiğini, yola inen diğer askerlerin barikat kurduğunu, barikatta durmayan iki aracın hızla köye doğru gittiğini, bu esnada Uzman Çvş. A.nın (A.A.yı mı yoksa A.G.yi kastettiği anlaşılamamıştır.) havaya bir el ateş ettiğini, A. ile manganın köye kadar kaçan araçları takip ettiğini, kaçan araçlara taş atıldığını görmediğini, araçlara ateş edilmediğini, bulunduğu yer itibarıyla araçların içinde herhangi bir malzeme olup olmadığını göremediğini beyan etmiştir.

x. A.G., olay tarihinde gözetleme kulesinde bulunduğu esnada kendisini mobil telefondan arayan B.P.nin termal kamera ile tespit ettikleri iki araçtan birinin yüklü olarak bölgelerine doğru geldiğini haber verdiğini, durumu bildirdiği Karakol Komutanı'nın aracı yakalamaya çalışmalarını emrettiğini, sekiz dokuz kadar askerle devriye yoluna çıktığını, yanlarında bariyer veya kapan benzeri bir şey olmadığından fark edilebilecek büyüklükte taşları yola koyduklarını, bir müddet sonra farları yanmayan bir araç gördüklerini, şoförün görebileceği şekilde el feneri ile selektör yaptığını, ışığı fark eden şoförün daha da hızlandığını ve üzerilerine doğru gelmeye başladığını, bu esnada aracın içinden, sağ taraftan ateş edilmeye başlandığını, atılan mermilerin nereye gittiğini göremediğini, önce havaya iki üç el ateş ettiğini, aracın durmaması üzerine de aracın lastiklerine doğru birkaç el ateş ettiğini, yoluna devam eden aracın camına taş atılmadığını beyan etmiştir.

xi. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.Y., gözetleme kulesinde görevli askerlerin İran sınırında bir grup kaçakçı tespit etmesi üzerine A.G. komutasında olay mahalline hareket ettiklerini, su deposu yakınlarında yolu kapattıklarını, askerlerin kendilerine doğru gelen, plakasını hatırlamadığı bir kamyonetin durması için el fenerlerini yakıp söndürdüklerini, bu esnada kamyonetin farlarının sönük olduğunu, dur ihtarına uyulmaması üzerine A.G.nin havaya bir el ateş ettiğini, kamyonetin hızla yola devam ettiği esnada kamyonetin içinden rastgele ateş edildiğini, kasası dolu olan ve içinde üç kişi bulunan kamyonetin köye girdiğini, kamyonete taş atılıp atılmadığını görmediğini beyan etmiştir.

xii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan V.T., olay tarihinde termal kameralar ile bir kamyonet ve çok sayıda atlı kaçakçı tespit edildiğini, A.G.nin komutasında pusu görevine çıktıklarını, bulundukları yere projektör tutan köylülerin kendilerini fark ettiğini, bunun üzerine atlıların daha da hızlandığını, onların bulunduğu taraftan bir el ateş edildiğini, A.G.nin, ismini hatırlamadığı bir askerin ve kendisinin müdahale için yaklaştığını, diğer askerlerin ise güvenlik için geride durduklarını, Dereköy'de yaşayan elli kadar atlının üzerilerine geldiğini, sadece havaya ateş edebildiklerini, atlar geçtikten sonra beyaz bir kamyonetin üzerilerine doğru geldiğini, sürücünün dur ihtarına uymadığını, kamyonetin sağa sola giderek hızını artırdığını, A.G.nin kamyonetin tekerlerine bir iki el ateş ettiğini, kamyonete taş atılmadığını, aksine kendilerine taş atıldığını, atlarda ve kamyonette akaryakıt kaçakçılığında kullanılan bidonlar bulunduğunu, A.G.nin olay yerinden boş kovan toplamadığını, olay yerindeki boş kovanları toplayan köylülerin şikâyetçi olduğunu, olay esnasında kamyonetinin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını beyan etmiştir.

xiii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.T., olay tarihinde sınır kaçakçılığını önlemek amacıyla devriyeye çıktıklarını, bulunduğu tim ile A.G.nin içinde yer aldığı timin farklı karakollara bağlı olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca ifadesinde E.T., devriye esnasında kendi timi ile A.G.nin timi arasında belli bir mesafe bulunduğunu, birkaç el ateş edildiğini duyduklarını, kısa bir süre sonra diğer timin kamyoneti ve içindeki şahısları alıp yanlarına geldiğini, kamyonetin kasasının boş olduğunu ve farlarının yandığını, ateş edilmeden önce uyarı yapılıp yapılmadığını duymadıklarını, kamyonetin camına taş atılmadığını ve kamyonettekilerin ateş edip etmediğini görmediğini söylemiştir.

33. Kolluk görevlilerine silah kullanma yetkisi veren tüm mevzuatı bir bütün olarak değerlendiren Askerî Savcılık; soruşturmaya konu olayın yasal olmayan yollarla Türkiye'ye kaçak akaryakıt getiren başvurucu, S.D. ve A.D.nin yakalanması amacıyla yürütülen faaliyet kapsamında meydana geldiği, hudut birliği askerlerinin başvurucunun kamyonetini durdurmak amacıyla el işareti yapıp el fenerlerini yakıp söndürdükleri, başvurucunun kamyoneti durdurmadığı, bunun üzerine havaya uyarı atışı yapıldığı, kamyonetin içinden dört beş el ateş edilmesi üzerine durdurmak maksadıyla A.G. tarafından kamyonetin tekerlerine ateş edildiği, eylemin askerlerin silah kullanma yetkileri kapsamında kaldığı, ayrıca olayda meşru savunma durumunun bulunduğu, bu nedenle suç izafe edilebilecek herhangi bir kimsenin bulunmadığı gerekçesiyle 30/12/2014 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda herhangi bir şüpheli ismine yer verilmemiş ve olay, "başvurucunun kamyonetinde hasar meydana gelmesi ve A.D.nin yaralanmasına neden olunması" olarak belirtilmiştir.

34. Başvurucu; Askerî Savcılıkça ifadesinin alınmadığını, kararda şüpheli ismine ve suç vasfına yer verilmediğini, şüphelilerin ifadelerinin sadece kollukça alındığını, olaya dâhil olan askerlerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığını, olayın köye yakın bir alanda meydana gelmesine rağmen tanık tespiti yapılmadığını, dinlenen tanıkların beyanlarının dikkate alınmadığını, zor kullanmayı gerektiren bir durumun bulunmadığını, adil, tarafsız ve etkin bir soruşturma yürütülmediğini, yaşam hakkının ihlal edildiğini belirterek Askerî Savcılıkça verilen karara vekili aracılığıyla itiraz etmiştir.

35. Başvurucunun itirazı; önce havaya uyarı atışı yapıldıktan sonra aracın tekerlerine doğru ateş edildiği, olayda kanun hükmünün yerine getirilmesi ile meşru savunma hâlinin olduğu, saldırı ile savunma arasında orantı bulunduğu, aracın camına ateş eden kimse tespit edilememiş olsa da aracın görevli askerlerin üzerine doğru geldiği, bu nedenle taş atma eyleminin de meşru savunma kapsamında olduğu, gerekli tüm delilerin toplandığı gerekçesiyle 23'üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesince (Askerî Mahkeme) 2/3/2015 tarihinde reddedilmiştir.

36. Askerî Mahkemenin kararı 14/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

37. 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun'un "Görev, yetki ve görev ilişkileri" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olup bu görev sınır birliklerince;

1. Kendi sorumluluğunda olan bölgede sınırı korumak ve güvenliğini sağlamak,

2. Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek,

...

Şeklinde yerine getirilir.

...

Sınır birlikleri mensupları kendilerine bu Kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dahil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler.

..."

38. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun askerlerin silah kullanma yetkilerini düzenleyen 87., 88., 89. ve 90. maddeleri şöyledir:

"Madde 87 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)

Askerler karakol, karakol nöbetçisi, devriye, nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya asayişi temin için görevlendirildiklerinde aşağıda gösterilen hallerde silah kullanmaya yetkilidirler.

I - Silah kullanmasını gerektiren haller

a) Bu hizmetlerden birini yaparken müessir bir fiil ile taarruza uğranıldığı veya müeesir bir fiil veya tehlikeli bir tehdit ile bu hizmetlerle yapılmasına mukavemet edildiği takdirde bu taarruz ve mukavemetleri gidermek için,

b) Bir taarruz veya mukavemete hazırlanan ve silahını veya mukavemete elverişli bir aleti bırakmaya davet edildiği halde, bu davete derhal itaat etmiyen veyahut bıraktığı silahı veya aleti tekrar eline almaya davranan veya alan kimseyi itaate zorlamak için,

c) Bu kanunun 80 ve 81 inci maddeleri gereğince muvakkaten yakalanan bir şahsın veyahut muhafaza ve sevki kendisine tevdi edilmiş olan bir tutuklunun veya hükümlünün kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi ve verilecek dur emrini dinlemediği görüldüğünde başka türlü ele geçirilmesi kabil olmadığı takdirde yakalanması için,

d) Kendi muhafazasına tevdi edilmiş olan insan ve her türlü eşyaya karşı vukubulan taarruzu defetmek için,

e) Bu maddede sayılan görevleri yapan askerlere karşı, sözle yapılan sataşma veya hareketlerin bertaraf edilmesi sırasında mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehlikeli bir tehditle karşılaşıldığında bu halleri gidermek için.

II - Silah kullanma derecesi

Bu maddede yazılı hizmetlerin yapılması sırasında silah kullanılması için başkaca bir çare kalmaması veya zaruret olması şarttır.

1. Şahıs veya topluluk silahsız ise; mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehdidin derecesine göre asayiş hizmeti ile görevli birlik komutanı gerekli uyarmayı yaparak silah kullanılacağını ihtar eder. Bu ihtara itaat edilmezse bunu sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

2. Şahıs veya topluluk silahlı veya taarruzun önemli derecede etkili kılacak şekilde aletleri taşıyorsa, silah veya aletlerin bırakılması ihtar olunur. Tecavüz taarruz veya mukavemet buna rağmen devam ederse itaati sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

III - Silah kullanma tarzı

 1. Silah çeşitlerine göre etkili olabilecek şekilde kullanılır. Önce kesici ve dürtücü silahlar ile ateşli silahlar hedefe tevcih edilir, sonra ateşli silahların dipçik ve kabzaları kullanılır, daha sonra kesici ve dürtücü ve ateşli silahlar bilfiil kullanılır.

2. Silah kullanmak mutlaka ateş etmek değildir. Ateş etmek son çaredir. Önce havaya ihtar ateşi yapılır. Sonra ayağa doğru ateş edilir, mukavemet veya taarruza veyahut tehlikeli bir tehdide varan mukavemet hali devam ederse, hedef gözetilmeksizin ateş edilir.

IV - Ateş emri ve kendiliğinden ateş etmek

1. Ateş etmek bilhassa bunun için emir verilmiş olmasına bağlıdır.

2. Ateş emri verilmemiş olsa dahi her asker silahını kullanabilir. Ancak silahını kullanılacağı zamanın ve kullanma derece ve tarzının tayini her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutularak silahını kullanacak asker tarafından bizzat takdir olunur.

V - Ateş emri vermeye yetkili makamlar

1. Bu maddede yazılı görevleri yapmak için birliğe görev veren üst komutan olay yerinde bulunuyorsa sözle ateş emri vermeye yetkilidir. Komutan, bu emri yazı ile teyit eder.

2. Asayişe memur edilen kuvvetlerin olay yerinde bulunan birlik komutanı veya asayişe memur edilen birliğin parçalarına komuta eden en küçük komutan ve amirler dahi önceden emir verilmemiş olsa bile sözle ateş emri vermeye yetkilidir.

VI - Sorumluluk

Her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutulmak kaydiyle bu madde hükümlerine göre silahını kullanan askere ve silah kullanma emrini veren birlik komutanına sorumluluk yüklenemez.

VII - Soruşturma usulü ve adli yardım

(Ek fıkra: 22/11/1990 - 3683/5 md.) Silah kullanmak zorunda kalan asker kişiler hakkında, hazırlık soruşturması Askeri Savcı, Cumhuriyet Savcısı veya yardımcıları tarafından yapılır. Haklarında dava açılan sanık asker kişiler duruşmadan vareste tutulabilir. Olayın mahiyetine ve kusurun derecesine göre sanığın mensup olduğu Bakanlıkça durumu uygun görülenlerin vekalet verdiği avukatın ücreti, bu bakanlıkların bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Avukat tutma ve avukatlık ücretinin ödeme usul ve esasları, Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Madde 88 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)

Silah kullanma yetkisini haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamiyle istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır.

Madde 89 - 87 nci maddede gösterilen hallerden başka hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veyahut askere veya askeri eşyaya karşı yapılan bir tecavüze karşı koymak için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir.

Madde 90 - 87 ve 89 uncu maddelerde gösterilen hallerden başka her asker meşru müdafaa halinde silah kullanmaya salahiyettardır."

39. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında ... kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

...

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

...

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde

...

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

40. 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun "Silah kullanma yetkisi" kenar başlıklı 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek isteyen kişiye 'dur' uyarısında bulunulmasına rağmen bu uyarıya uymaması halinde, havaya ateş edilmek suretiyle uyarı yinelenir. Ancak silâhla karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir..."

41. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kanun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez."

42. 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve zorunluluk hâli" kenar başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Dayanak Sözleşme Hükmü Yönünden

43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

..."

2. Silahlı Güç Kullanımı Yönünden

44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşama hakkını koruyan 2. madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden birini korumaktadır. AİHM, bu maddenin ihlal edildiği iddiasını en dikkatli incelemeye tabi tutmalıdır. Devlet görevlileri tarafından güç kullanımına ilişkin davalarda, yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü gibi bu olayı çevreleyen tüm faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Sözleşme'nin 2. maddesinin 2. fıkrasında da görülebileceği üzere polis memurları tarafından ölümcül bir gücün kullanılması belirli durumlarda haklı görülebilir. Ancak kullanılan güç, kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalıdır yani olayın gerçekleştiği şartlarda kullanılan güç kesinlikle orantılı olmalıdır. Yaşama hakkının temel hak olduğu gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve Diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, §§ 93, 94, 97; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 56-59; Atiman/Türkiye, B. No:62279/09, 23/9/2014, § 29; Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, § 46). Ayrıca silahla ateş açılırken mümkünse başlangıcın uyarı ateşleriyle yapılması gerekir (Aydan/Türkiye, B. No: 16281/10, 12/3/2013, § 66).

45. Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme'nin 2. maddesi, yaşamdan mahrum bırakmanın haklı kabul edilebileceği durumlara ek olarak devletin kolluk kuvvetlerinin güç ve ateşli silah kullanabileceği sınırlı koşulları tanımlayan, ilgili uluslararası standartlara uygun yasal ve idari sistemleri uygulamaya koymaya yönelik asli bir görevi olduğunu ima etmektedir (Atiman/Türkiye, § 30; Makaratzis, §§ 57-59).

46. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci paragrafında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması amacıyla devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının olayların meydana geldiği dönemde görevlinin davranışının makul ancak daha sonra hatalı olduğunun kabul edilmesi gibi geçerli sebeplerle iyi niyete dayandırıldığında bu hüküm bakımından haklı gösterilebileceği kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve yasaları uygulamakla görevli memurlarına, görevlerini yerine getirirken kendilerinin ve başkalarının hayatlarına zarar verecek şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek olacaktır (McCann ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 200; Kalkan/Türkiye, B. No: 37158/09, 10/5/2016, § 57).

47. AİHM, ölümün güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki ispat yükünün taraf devlete ait olduğunu belirtmekte ve mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03, 20/4/2010, § 57).

48. AİHM'e göre yakalamaya ilişkin bir operasyonun planlanmasında elzem unsurlardan biri de yakalanacak kişinin işlediği iddia edilen suçun niteliği ile bu kişinin neden olduğu -şayet neden olmuşsa- tehlikenin derecesi de dâhil olmak üzere yakalamayı çevreleyen koşullarla ilgili mevcut bilgilerin analiz edilmesidir. Ayrıca yakalanacak kişi kaçmaya teşebbüs ettiğinde ateşli silah kullanılıp kullanılmayacağı ve hangi koşullarda kullanılmasının öngörülebileceği açık yasal hükümlere ve ateşli silah kullanacak kişilerin uygun bir eğitimine dayandırılmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 103; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 101; Atiman/Türkiye, § 30).

3. Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden

49. Bu konudaki AİHM uygulaması, şimdiye kadar yapılan pek çok bireysel başvuru hakkında verilen kararda yer almaktadır (birçok karar arasından bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 51-55; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 55-57; Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 40-42).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

50. Mahkemenin 9/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu, yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğini iddia etmiştir.

52. Yaşam hakkının maddi boyutu bağlamında başvurucu, öncelikle AİHM'in yukarıda bahsi geçen Atiman/Türkiye başvurusu hakkında verdiği karara dikkat çekerek silah kullanma yetkisinin dayanağını oluşturan mevzuatın bizatihi kendisinin yaşam hakkını ihlal ettiğini öne sürmüştür. Öte yandan başvurucu, olay tarihinde komşusunun kaybolan hayvanlarını aramak amacıyla olay mahallinde bulunduğunu ve yanında silah bulunmadığı gibi herhangi bir suça konu olabilecek eşya da olmadığını belirterek kamyonetinde kovan veya fişek araştırması yapılmadığına, kendisinin veya yeğeninin ellerinde, yüzlerinde ve elbiselerinde atış artığı aranmadığına, olayı bildiren kolluk görevlilerinin silahla ateş edildiğinden Cumhuriyet savcısına söz etmediğine değinmiştir. Son olarak başvurucu; olayın askerî operasyonun kötü bir şekilde koordine edilmesinden kaynaklandığını, yakalama işleminin basit tedbirlerle de yapılabileceğini, isnat edilen eylem ile öncesinde taş atılması sonrasında uyarı atışı yapılmadan ateş edilmesi şeklinde gerçekleşen silahlı güç kullanımı arasında orantı bulunmadığını ve silah kullanılmasının mutlak suretle gerekli olmadığını iddia etmiştir.

53. Yaşam hakkının usul boyutu bağlamında başvurucu, soruşturmanın tüm esaslı safhasının Jandarma Komutanlığı ile olaya dâhil olan askerî birliğin katılımı ile yürütüldüğü, askerî makamlardan bağımsız herhangi bir kişinin olay yerine gitmediği ve Askerî Savcılığın bağımsız ve tarafsız bir soruşturma makamı olmadığı savında bulunarak soruşturmanın bağımsız olmadığını öne sürmüştür. Ayrıca Askerî Savcılığın tüm şüphelilerin ifadesini tanık sıfatıyla aldığını, kamyonetinden ateş edildiği iddiasıyla ilgili olarak herhangi bir kovan araştırması yapılmadığı gibi atış artığının tespitine yönelik inceleme de yapılmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda operasyonun planlanmasının tartışılmadığını, kullanılan gücün orantısız oluşunun ve ifadesi alınan askerlerin ifadeleri arasındaki çelişkilerin dikkate alınmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda şüpheli bulunmadığı gibi olayın hukuki nitelendirilmesinin de bulunmadığını, soruşturmanın makul bir süratle yürütülmediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Uygulanabilirlik ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

54. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110; Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69).

55. Somut olayda başvurucunun maruz kaldığını ileri sürdüğü silahlı gücün öldürücü bir niteliği olması ve başvurucunun kamyonetine isabet eden mermilerden birinin kamyonetin sağ ön tekerleğinin hemen üstünde bulunan çamurluk ile kapının arasından girip kabin içindeki yolcu koltuğunun altından çıkması başvurudaki diğer faktörlerle birlikte değerlendirildiğinde başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

56. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

...

Meşru müdafaa hali, ... yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, ... sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

57. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

58. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

59. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

60. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi boyutu yanında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin bir de usul boyutu bulunmaktadır.

61. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edildiği zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).

62. Bununla birlikte tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilebilmesi için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

63. Somut olayda başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturmasında yer alan bilgi ve belgeler, yaşam hakkının usul boyutu incelenirken değinilecek nedenlerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte bilgi içermemektedir. Ölümü çevreleyen koşullar, bir başka ifadeyle askerin hangi koşullarda ateş ettiği bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte belirlenebilmiş değildir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna hasredilecek olup başvurucunun silahlı güç kullanımına ilişkin şikâyetleri ile başvuruya konu olayda askerlerin silah kullanma yetkilerinin dayanağını oluşturan mevzuatın bizatihi kendisinin yaşam hakkını ihlal ettiğine ilişkin iddiası yönünden bir değerlendirme yapılmayacaktır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

64. Başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmamaktadır. O hâlde yaşam hakkının usul boyutlarının ihlal edildiğine müteallik iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

65. Devlet, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

66. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ya da gerçekleştirildiği iddia edilen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

67. Ceza soruşturmasının etkililiği için soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 57).

68. Bununla birlikte soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Buradaki etkililik, ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

69. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 58).

70. Etkili olduğunun kabul edilebilmesi için ceza soruşturmasının makul bir özen ve süratle de yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

71. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

72. Anılan ilkeler, hiç şüphesiz somut başvurudaki gibi ölümle sonuçlanmayan ancak yaşam hakkı kapmasında incelenmesi gereken olaylar hakkında yürütülen soruşturmalar için de geçerlidir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Olaya ilişkin soruşturmada, yukarıda Genel ilkeler bölümünde ifade edilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasından haberdar olan soruşturma makamlarının derhâl harekete geçmesi ve başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması konularında bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir. Gerçekten de başvuruya konu olaydan haberdar olan Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sürecinde ifadesine başvurulan başvurucu soruşturmaya katılım hususunda herhangi bir engelle karşılaşmamıştır.

74. Bununla birlikte soruşturma makamlarının bağımsızlığı, olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve varsa sorumluların tespit edilebilmesi için bütün delillerin toplanması, soruşturma makul bir özen ve süratle yürütülmesi, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanması konuları yönlerinden de soruşturmanın etkililiğinin incelenmesi gerekmektedir.

75. Öncelikle kamu görevlilerinin karıştığı ölüm olaylarıyla ilgili soruşturmaların etkililiği için soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekir. Başka bir söyleyişle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Somut olayda Askerî Savcılık, olayın şüphelisi S.A.nın da dâhil olduğu sınırı korumakla görevli askerlerin düzenlediği tutanak ile bahsedilen kişilerin beyanlarını, doğruluğunu araştırmadan kovuşturmasızlık kararına esas almıştır. Bu nedenle başvuruya konu soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmediği sonucuna varılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61).

76. İkinci olarak başvurucu ve A.D., T.Y.nin kaybolan hayvanlarını aramak için kamyonetle yola çıktıklarını beyan etmelerine rağmen T.Y.nin ifadesi alınmamış; S.D. başvurucunun kamyonetine ateş edilmesinden sonra köylüler ile askerlerin birbirine girdiğinisöylemesine (bkz. § 29) rağmen bahse konu köylülerin kim olduğu araştırılarak beyanları tespit edilmemiştir. Ayrıca olaya karışan güvenlik güçlerince başvurucunun sürücülüğünü yaptığı kamyonetten silahla ateş edildiği iddia edilmesine karşın söz konusu silahın bulunması, başvurucu ile yeğeni A.D.nin ellerinde ve yüzünde atış artığı bulunup bulunmadığının tespiti için hiçbir çaba gösterilmemiştir. Oysa anılan hususların olayın gerçekleşme koşullarının saptanması bakımından taşıdığı önem ortadadır. Bu bakımdan olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığı söylenemez.

77. Üçüncü olarak terhis olan askerlerin ifadelerinin alınması için farklı Askerî Savcılık ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından istinabe talep edilmesi ve bazı askerlerin adreslerinin tespiti için yapılan yazışmalar nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı ve Askerî Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın yaklaşık 3 yıl 3 ay 15 günlük süresi makul kabul edilebilir ise de olay 15/9/2011 günü saat 04.00 sıralarında meydana gelmesine rağmen olay yeri ancak 16/9/2011 günü saat 09.00 sıralarında incelenmiş, delillerin kaybolması veya karartılması tehlikesi yaratılmıştır. Olaya karışan askerlerin ilk beyanları ise olaydan iki gün sonra 17/9/2011 tarihinde alınmıştır. Bu şartlar altında soruşturmanın makul bir özenle yürütülmediği sonucuna varılmıştır.

78. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilirken başvurucudan veya olay esnasında başvurucunun yanında olan A.D.den herhangi bir ateşli silah ele geçirilemediği, başvurucunun kaçakçılık suçu nedeniyle ifadesinin alınmadığı, başvurucunun kamyonetinden ateş edildiğine dair somut herhangi bir kanıtın bulunmadığı, başvurucunun kamyonete taş atılmasını gerektirir bir durumun olup olmadığı, başvurucunun işlediği düşünülen kaçakçılık suçunun başkalarının hayatı veya vücut bütünlükleri yönünden tehlike doğurmadığı dikkate alındığında dur ihtarına uymasa bile yaşadığı köye doğru giden başvurucunun yaşamını tehlikeye düşürmeyen başka tedbirlerle de yakalanmasının mümkün olup olmadığı hususları değerlendirilmemiş; yalnızca olaya karışan askerlerce tutulan tutanaklar ve bu tutanaklar doğrultusunda verilen beyanlar nazara alınmıştır. Bu itibarla soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analize dayandığını söylemek de mümkün değildir.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

81. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

82. Başvurucu 10.000 TL maddi ve 80.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

84. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

85. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

86. Mevcut başvuruda soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmemesi, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması, soruşturmanın makul bir özenle yürütülmemesi ve soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanmaması nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

87. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında yapılması gereken iş, önceki kovuşturmasızlık kararının kaldırılarak ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Ancak bundan, yeniden yapılacak soruşturma sonunda mutlaka kamu davası açılması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Yürütülecek yeni soruşturma kapsamında toplanacak delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili Cumhuriyet başsavcılığına aittir.

88. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucunun uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Maddi tazminata hükmedilebilmesi için uğranıldığı iddia edilen maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle herhangi bir belge sunulmayan maddi tazminat talebinin reddedilmesi gerekir.

90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL başvuru harcı ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı kapatılması nedeniyle kararın bir örneğinin yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLŞEN POLAT VE KENAN POLAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4450)

 

Karar Tarihi: 10/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 27/11/2019 - 30961

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Gülşen POLAT

 

 

2. Kenan POLAT

Vekili

:

Av. Kemal DERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerî ceza infaz kurumunda kötü muamele sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitiren M.P.nin anne ve babasıdır.

9. Başvurucular; bireysel başvuru formunda, hırsızlığa teşebbüs suçlaması ile tutuklanarak 27/6/2005 tarihinde 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Askerî Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne (Askerî Ceza İnfaz Kurumu) götürülen oğulları M.P.nin aynı gün burada gördüğü işkenceler sonucu hastaneye kaldırıldığını ancak uygulanan tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak olaydan bir ay sonra 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirdiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; oğullarının anılan dönemde zorunlu askerlik hizmetini ifa etmekte olan bir er olması nedeniyle Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatıldığını, oğullarının Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirildiği sırada yanında başka bir suçtan tutuklu bulunan A.S. adlı bir askerin daha olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; oğullarının gardiyan odası olarak tabir edilen ve giyinme odası olarak kullanılan odada -bundan sonra giyinme odası olarak anılacaktır- öldüresiye dövüldüğünü, bu sırada giyinme odasında H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. adlı Askerî Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin bulunduğunu, olay esnasında diğer tutuklu A.S.nin de giyinme odasında olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca giyinme odasından gelen sesler üzerine koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı görevlilerin de giyinme odasına girip çıktığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, öldüresiye dövülen oğullarının başında kanama meydana gelmesi üzerine B.Y. adlı kişinin revirden çağrıldığını ve bu kişiden kanamaya pansuman yapmasının istendiğini, yapılan pansumanın ardından oğullarının hücreye götürüldüğünü, kanamanın devam etmesi nedeniyle Astsubay O.A.nın olaydan haberdar edildiğini, O.A.nın ise olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye bildirdiğini, bunun üzerine oğullarının önce asker hastanesine ardından da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine götürüldüğünü, olaydan birkaç gün sonra bilinci kapanan oğullarının 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirdiğini belirtmişlerdir.

10. Olay anında giyinme odasında bulunan H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. piyade er olup Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan olarak görev yapmaktadırlar. Keza olay anında koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı kişiler de piyade er olup Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan olarak görevlendirilmişlerdir.

11. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde başvurucuların oğlu M.P.nin 27/6/2005 günü saat 18.30'da askerî birlik doktoru tarafından kafa+genel vücut travması tanısıyla asker hastanesine sevk edildiği anlaşılmıştır. M.P., asker hastanesinde yapılan muayenesinin ardından aynı gün Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine sevk edilmiştir.

12. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince başvurucuların oğlu M.P. hakkında suç dosyası hazırlanmış ve bu dosya kapsamında olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların tamamının tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. M.P. hakkında düzenlenen suç dosyasındaki belgelere göre gardiyanların ifadeleri 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından alınmıştır. Gardiyanlar ifadelerinde özetle tutuklu elbisesi giymek istemeyen M.P.nin saldırgan davranışlar sergilediğini, M.P.nin kafasını dolaplara ve duvarlara vurmaya çalıştığını, saldırgan davranışlar gösteren M.P.ye zor kullanmak durumunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. M.P. hakkında düzenlenen suç dosyasındaki belgelere göre olay esnasında giyinme odasında bulunan tutuklu A.S.nin de 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından ifadesi alınmıştır. A.S. ifadesinde gardiyanların ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. İfade alma tutanakları incelendiğinde bu tutanakların alt kısmında ifade veren kişilerin imzasının yanı sıra ifadeyi alan sıfatıyla Astsubay O.A.nın ve ifadeyi yazan sıfatıyla E.İ.nin imzalarının bulunduğu görülmüştür.

13. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan H.G., M.K., E.K. ve N.E. hakkında da suç dosyası hazırlanmıştır. Bu suç dosyalarındaki belgelere göre H.G., M.K., E.K. ve N.E.nin ifadeleri 5/7/2005 tarihinde Astsubay T.G. tarafından alınmıştır. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan R.G.nin ifadesi ise bu kişinin anılan tarihte terhis olmuş olması nedeniyle alınamamıştır. İfadeleri alınan gardiyanlar genel olarak yukarıdaki ifadelerine (bkz. § 12) benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. H.G., M.K., E.K. ve N.E. hakkındaki suç dosyaları incelendiğinde bu suç dosyaları kapsamında alınan ifadelerin altında ifade veren kişilerin imzasının yanı sıra ifadeyi alan sıfatıyla Astsubay T.G.nin ve ifadeyi yazan sıfatıyla E.İ.nin imzalarının bulunduğu görülmüştür.

14. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince düzenlenen tarihsiz bir tutanakta özetle M.P.nin olay esnasında bunalıma girdiğini söyleyerek tutuklu elbisesini giymek istemediğini ifade ettiği, ikaz edilmesine rağmen tutuklu elbisesini giymemekte ısrar eden M.P.nin daha sonra bir sandalyeyle giyinme odasının floresan lambasını kırdığı, bu sırada eline geçirdiği camla gardiyanlara saldırdığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca M.P.nin tüm ikazlara rağmen elindeki camı bırakmayarak tehditler savurduğu, elindeki camla H.G. adlı gardiyanın kolunu yaraladığı, bunun üzerine odada bulunan gardiyanların kişiye müdahale ettiği belirtilmiştir. Tutanakta son olarak "müdahale neticesinde ve kafasını duvarlara vurarak yaralanan Tutuklu Er [M.P.nin]" tedavi maksadıyla hemen hastaneye götürüldüğü ifade edilmiştir. Bu tutanakta P. Er M.K., P. Er E.K., P. Er H.G. ve P. Er N.E.nin gardiyan unvanıyla, P. Er R.G.nin başgardiyan unvanıyla, Astsubay O.A.nın gardiyan kısım komutanı unvanıyla ve Topçu Yarbay M.S.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumu müdürü unvanıyla imzaları bulunmaktadır.

15. Olay hakkında ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. tarafından "Vaka Cereyan Tarzı" başlıklı tarihsiz bir yazı kaleme alınmıştır. Yazıda, olayın gelişimi genel olarak tutanaktaki gibi anlatılmış; M.P.nin diğer tutuklu ve hükümlülere kötü örnek olacak şekilde davrandığı ve kaos ortamı yaratmaya çalıştığı ifade edilmiştir.

16. Olaydan sonra 1/7/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince hastanede M.P.nin ifadesi alınmıştır. Dr. C.K. tarafından düzenlenen 1/7/2005 tarihli belgede M.P.nin bu tarihte şuurunun açık olduğu belirtilmiştir. İfade, Astsubay O.A. tarafından alınmış ve Piyade Çavuş (yazıcı) E.İ. tarafından yazılmıştır. İfade tutanağının altında Astsubay O.A.nın, Piyade Çavuş E.İ.nin ve M.P.nin imzası bulunmaktadır. M.P.nin ifadesi şöyledir:

"Olay gününde ben bunalımdaydım. Moralim çok bozuktu. Koğuşa girdikten sonra bana üzerimi giyinmemi söylediler. Cezaevi elbisesini giymem dedim. Daha sonra kendimi kaybettim. Gardiyanlara küfür etmişim ve kafamı duvarlara dolaplara vurduğumu hatırlıyorum. Kendimi ve bilincimi kaybettiğim için ne yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum."

17. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olay anında M.P.nin yanında olan diğer tutuklu A.S.nin de ifadesi alınmıştır. A.S. 5/7/2005 tarihli ifadesinde özetle M.P. ile birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirildiklerini, daha sonra gardiyanlar tarafından giyinme odasına götürüldüklerini, tutuklu elbisesini kendisinin giydiğini ancak M.P.nin küfür ve tehdit içerikli sözler söyleyerek elbiseyi giymek istemediğini ifade ettiğini, daha sonra kafasını duvarlara vurmaya başladığını, bu arada bir gardiyanın kendisini dışarı çıkardığını, dışarıya çıkarken cam kırılmasına benzer bir ses duyduğunu belirtmiştir. A.S. ayrıca ifadesini hiçbir baskı altında vermediğini ifade etmiştir.

18. Gardiyanlar hakkında hazırlanan suç dosyaları 7/7/2005 tarihinde 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) gönderilmiştir. Bunun üzerine Askerî Savcılık tarafından olay anında giyinme odasında bulunan bazı gardiyanların 12/7/2005 tarihinde ifadeleri alınmıştır. Askerî savcı huzurunda ifadesi alınan gardiyan H.G. olayları genel olarak yukarıdaki tutanakta belirtildiği gibi anlatmıştır (bkz. § 14). H.G. özetle M.P.nin saldırgan davranışlar sergilediğini ve kendilerini tehdit ettiğini, bu sırada kafasını duvarlara ve dolaplara vurduğunu, kafasını duvarlara ve dolaplara vurmaya başlaması üzerine giyinme odasında bulunan A.S. adlı diğer tutuklunun gardiyan E.K. tarafından dışarı çıkarıldığını, sandalyeyle odanın floresan lambasını kıran M.P.nin yerden aldığı cam parçasını gardiyanlara doğru salladığını belirtmiştir. Gardiyan H.G., M.P.nin yerden aldığı cam parçasıyla kolunu yaraladığını, bunun üzerine giyinme odasındaki bütün gardiyanların coplarla M.P.nin kollarına ve bacaklarına vurduğunu, M.P.yi bu şekilde etkisiz hâle getirdiklerini belirtmiştir. Gardiyan H.G. ayrıca müdahale sonrasında M.P.nin başının kanadığını fark ettiklerini, bunun üzerine revir sorumlusu B.Y.yi çağırdıklarını, bu kişinin yaptığı pansumandan sonra hücreye kapatılan M.P.nin başındaki kanamanın devam ettiğini gördüklerini, bunun üzerine durumu Astsubay O.A.ya bildirdiklerini, M.P.yi gören Astsubay O.A.nın M.P.yi hastaneye gönderdiğini belirtmiştir. H.G. ifadesinde son olarak komutanlarının kendilerine "Eğer saldırgan bir davranış gösteren tutuklu ya da hükümlü olursa onu etkisiz hâle getirin." diye emir verdiklerini, etkisiz hâle getirmek için de kaba etlere vurmaları gerektiğini söylediklerini ifade etmiştir. Askerî savcı tarafından aynı gün ifadeleri alınan ve olay anında giyinme odasında bulunan E.K., N.E. ve M.K. olayın gelişimi ile ilgili olarak H.G. ile benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır.

19. Askerî Savcılık, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin yaralarına pansuman yapan B.Y. adlı kişinin 22/7/2005 tarihinde ifadesini almıştır. B.Y. ifadesinde özetle giyinme odasına çağrılması üzerine odaya gittiğini, odada gardiyanların yanı sıra sivil kıyafetli bir kişinin daha olduğunu, sol ve sağ kulağının üzerinde yaralar olan, ayrıca omuzlarında morluklar bulunan sivil kişinin yaralarına pansuman yaptığını, ardından revire döndüğünü, yarım saat sonra tekrar çağrılması üzerine koğuşa gittiğini, koğuşa vardığı anda Astsubay O.A.nın da koğuşa girdiğini, bunun üzerine başındaki kanaması devam eden M.P.yi O.A.nın talimatıyla hastaneye götürdüklerini, hastaneye giderken M.P.nin bilincinin açık olduğunu, M.P.yi önce asker hastanesine ardından da Balcalı Hastanesine götürdüklerini belirtmiştir. B.Y. ayrıca olaydan yaklaşık bir hafta sonra Astsubay O.A., yazıcı E.İ. ve gardiyan H.G. ile birlikte hastaneye gittiklerini, Astsubay O.A.nın burada M.P.nin ifadesini aldığını, ifade alımı sırasında kadın bir doktorun da yanlarında bulunduğunu ifade etmiştir.

20. Askerî savcı 26/7/2005 tarihinde Astsubay O.A.nın ifadesini almıştır. O.A. ifadesinde özetle olay günü ismini hatırlamadığı bir gardiyanın yanına gelerek son gelen tutuklunun kafasını duvarlara vurduğunu söylediğini, bunun üzerine koğuşa gidip M.P.ye durumunun nasıl olduğunu sorduğunu, M.P.nin "İyi değilim." demesi üzerine M.P.yi hastaneye sevk ettiğini belirtmiştir. Astsubay O.A. ayrıca 1/7/2005 tarihinde yazıcı E.İ. ve revir sorumlusu B.Y. ile birlikte hastaneye giderek doktorların da onayını aldıktan sonra M.P.nin ifadesini aldığını, olaydan sonra da ilk tahkikatı yapıp bazı kişilerin ifadesini alan kişinin kendisi olduğunu ifade etmiştir. Astsubay O.A. ayrıca direnen tutuklu ya da hükümlü olursa güç kullanma yetkisi kapsamında cop kullanabileceklerini ancak belden yukarı vurmamaları gerektiğini gardiyanlara söylediklerini belirtmiştir.

21. Başvurucuların oğlu M.P. hastanede tedavi gördüğü sırada 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Yapılan otopsi sonucunda M.P.nin genel vücut travması geçirdiği, ölümünün künt kafa travması sonucu meydana gelen beyin kontüzyonu, parankim içine kanama ve bunların komplikasyonları sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir.

22. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında ayrıca M.P.yi hastaneye götüren askerlerin ve M.P.ye müdahale eden bazı sağlık personelinin ifadesini almıştır. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan E.K., M.K. ve N.E.nin vicahen, H.G. ve R.G.nin gıyaben tutuklanmasına karar verilmesi istemiyle soruşturma dosyasını 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine (Askerî Mahkeme) göndermiştir. Askerî Mahkeme huzurunda ifadeleri alınan E.K., M.K. ve N.E. önceki ifadelerine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Askerî Mahkeme bu ifadeleri ve soruşturma dosyasındaki diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak E.K., M.K. ve N.E.nin vicahen, H.G. ve R.G.nin ise gıyaben tutuklanmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine E.K., M.K. ve N.E. 8/8/2005 tarihinde, R.G. 10/8/2005 tarihinde ve H.G. 26/9/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmıştır.

23. Askerî savcı, başvurucuların oğlu M.P. ile birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna götürülen ve olay esnasında giyinme odasında bulunan diğer tutuklu A.S.nin ifadesini A.S. tahliye olduktan sonra 12/8/2005 tarihinde almıştır. A.S.nin ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(...)

27.06.2005 tarihinde hastaneden darp cebir raporu aldıktan sonra saat 13:30 - 14:00 gibi cezaevine girdik. [H.G.] girişte koltukta ayak ayak üstünde elinde tespih oturuyordu bana 'yine mi geldin lan' dedi daha önce bir cep telefonu olayından dolayı aynı cezaevinde kalmıştım o yüzden beni tanıyordu. Bizi soyundurdular sadece don ile kaldık. Bize çök kalk yaptırdılar ve ayakta esas duruşta beklettiler. Odada [H.G.] Gardiyandan başka [R.G.] gardiyan ve 3-4 gardiyan daha vardı. [N.E.] gardiyan oturup yazı işlerini yapıyordu. Çaycı da vardı. [H.G.] birkaç tokat yüzüme vurdu. [R.G.] Gardiyan [H.G.] Gardiyana benim için 'onu bana bırak' dedi. Ameliyatlı olduğum kolumdan tutup geri çevirdi ve jopla vurmaya başladı ameliyatlı olduğumu söyledim bu arada o koluma da jop ile vurunca kolum kilitlendi beni soğuk suya soktular. Geri geldim esas duruşta bekledim. Ondan sonra bana bir şey yapmadılar.

 [R.G.] Gardiyan beni jopla döverken aynı zamanda [H.G.] Gardiyan da yan tarafımda bulunan [M.P.yi] önce jopla dövmeye başladı bir süre jop ile dövdükten sonra [M.P.] can havli ile yüksekte bulunan pencereye doğru hamle yaptı anladığım kadarı ile amacı pencereden bağırıp yardım istemekti çok kötü dövüyorlardı. [H.G.] gardiyan [M.P.yi] yakalayıp karşıdaki dolaplara çarptı. [H.G.] gardiyan çok kuvvetliydi. [M.P.] dolaba çarpınca dolabın üstünden hemen hemen 1 metre boyunda 10 cm çapında üzerinde şafak yazıları ve isimler bulunan tahtadan bir sopa düştü. [H.G.] Gardiyan 'seni [sinkaf edecek] aleti buldum' dedi jopunu sandalyeye doğru itti yere düşen sopa ile o sırada esas duruşta beklemekte olan [M.P.nin] sırtına beline böbreklerine ensesine neresine gelirse vurmaya başladı sopanın şiddetinden bir ara [M.P.] dayanamadı ve esas duruşta beklerken benim arkama kaçtı. [H.G.] gardiyanın elinde sopa ile geldiğini görünce ben yana kaydım [M.P.] benim yan tarafımda iken [H.G.] Gardiyan sopayı iki eli ile birden tutup var gücüyle yukarıdan aşağıya doğru [M.P.nin] kafasına sağ kulağının üst tarafına vurdu sopa vurmanın şiddeti ile geriye doğru fırladı. [M.P.nin] ağzından ve burnundan ve kafasından kan gelip yere yığıldı tekrar kalkmasını söyledi. [M.P.] güçlükle kalktı fakat sağa sola yalpalıyor ve ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Birkaç tekme ve jopla vurduktan sonra suya sokun dedi. Orada bulunan diğer gardiyanlar suya sokup getirdiler geldikten sonra [H.G.] gardiyan tekrar vurmaya başladı. Dayak bir müddet devam etti tekrar suya sokup getirdiler tekrar dövmeye devam etti. Bir müddet vurduktan sonra [M.P.nin] yalpaladığını ve ayakta duracak halinin olmadığını ayrıca kafası burnu ve ağzından kan geldiğini gören [R.G.] gardiyan, [H.G.] Gardiyana 'bırak ölecek bak' deyince [H.G.] gardiyan da hatırladığım kadarı ile 'bırak ne ölecek beni mi kayırıyorsunuz onu mu kayırıyorsunuz ...' dedi. Dövmeyi bıraktı ve yorgun ve terli bir vaziyette koltuğuna oturdu.

 [H.G.] Gardiyan ile [R.G.] gardiyandan başka bize vuran olmadı diğer gardiyanlar iyi idiler onlar ne derse onu yapıyorlardı. [H.G.] ile [R.G.] cezaevinin ağası gibiydiler dayak olayı sırasında [R.G.] gardiyan beni dövdükten sonra orada bulunan yatağına uzanıp oradan sözle duruma müdahale ediyordu. [M.P.yi], [H.G.] dövdü [H.G.den] başka [M.P.ye] vuran olmadı diğer iki gardiyan ayakta bekliyorlardı [R.G.] ile [H.G.] ne derse onu yapıyorlardı suya götürüp getirme işlemlerini de bu iki gardiyan yapıyordu bunlardan başka yazı işlerini yapan [N.E.] de orada masasında oturuyordu arada bir çeşitli gardiyanlar girip çıkıyorlardı.

Gardiyanlar beni aldılar hemen üstümü giyindim beni de döverler korkusu ile hemen ne söylerlerse yapıp kaydımı yaptırdım sivil eşya deposuna gardiyanla birlikte eşyalarımı bırakıp hücreye girdim. Hücreye girdiğimde gardiyan kapı açıldığında esas duruşta beklemem gerektiğini söyledi. İki kişilik olan karanlık hücrede benden başka kimse yoktu. Hücrede biraz kalınca uykum geldi biraz uyuklamıştım. herhalde bir yarım saat sonra kapının açıldığını duyunca esas duruşa geçtim. Gardiyanlar [M.P.yi] getirmişlerdi [H.G.] gardiyan revirci ve birkaç gardiyan daha vardı [M.P.nin] alnı dahil kulaklarının hemen üstünden itibaren kafası sarılmıştı duvarlara tutunarak yalpalıyarak yürüyebiliyordu onu içeri attılar hücreye geldiğinde cezaevi kıyafetini giymişti. [M.P.yi] hücreye getirdiklerinde revirci [H.G.ye] 'niye bu kadar dövdünüz kafasını kırdınız' dedi. [H.G.] gardiyan da revirciye 'kafasını [sinkaf edeyim] atın nezarete' dedi ve gülüp gittiler. Hücre kapısı kapandığında [M.P.] yere yığıldı. [M.P.] bana 'beni çok kötü dövdüler ben öleceğim' deyip duruyordu. 'derin derin uykum geliyor gardiyanları çağır' dedi. Ben de [M.P.nin] uyumasına engel olmasına çalışıp bir yandan gardiyanlara sesleniyordum 2- 3 sefer seslendikten sonra bir gardiyan geldi ve ne var diye sordu bunun üzerine [M.P.nin] durumunun çok kötü olduğunu söyledim. Gardiyan gitti ve bir müddet sonra [O.A.] Bçvş ile diğer gardiyanlar birlikte geldiler. [M.P.] ayağa kalkmaya çalıştı, [O.A.] Bçvş. durumunu görünce kalkmamasını söyledi ve 'kim vurdu lan buna bu kadar' dedi. [H.G.] gardiyan da [O.A.] Bçvş.un arkasında dururken 'biz vurmadık Komutanım kendi kafasını duvarlara dolaplara vurdu' dedikten sonra [M.P.ye] dönüp 'öyle değil mi lan kafanı duvarlara dolaplara sen vurınadın mı' diye bağırdı [M.P.] de korkudan 'evet komutanım ben vurdum' dedi. [O.A.] Bçvş. gitti diğer gardiyanlar da [M.P.yi] kollarından tutup götürdüler [M.P.yi] ondan sonra bir daha görmedim.

 [N.E.] Gardiyan iyiydi cezaevinde yattığımız süre içinde [M.P.] hastaneye yattıktan sonraki zamanda tutuklu koğuşuna geldiğinde bana 'niye böyle yaptınız adam olun bir daha cezaevine gelmeyin' şeklinde nasihat veren sözler söyledi. Revirci asker de iyiydi o da başı ağrıyanlara akşamları hap dağıtıyordu. Olaydan sonraki bir tarihte hava almaya çıktığımda [R.G.] benim yanıma gelip [M.P.nin] nereli olduğunu ne iş yaptığını sordu daha önceden sivilde tanışıp tanışmadığımızı sordu ben tanışmadığımızı söyledim 'niye böyle yaptınız buralara düştünüz' şeklinde sözler söyledi.

Biz cezaevine girdikten [M.P.] Hastaneye kaldırıldıktan yaklaşık bir hafta sonra [H.G.] Gardiyanın beni çağırdığını söylediler. [H.G.] Gardiyanın yanına gittiğimde [H.G.] gardiyan bana 'biraz sonra [O.A.] Bçvş. ile [T.G.] Bçvş'a ifade vereceksin [M.P.nin] kafasını duvarlara dolaplara vurduğunu söyleyeceksin elbiseleri giymiyorum, siz kimin itisiniz diye bize küfür ettiğini söyleyeceksin' dedi. 'eğer bu şekilde söylemezsen seni de onun gibi hastanelik ederim' dedi. [H.G.] bana böyle söyleyince cezaevinde tutuklu olmam, orada tamamen gardiyanların elinde olmamız ve bana zarar verme, tehdit ettiği şeyleri yapmak imkanı olduğunu bildiğimden ben de ifademi o yönde vermeyi uygun gördüm. [H.G.] gardiyan Çaycıya beni Bçvş'lara götürmesini söyledi çaycı ile beraber [T.G] Bçvş'un odasına gittik çaycı dışarıda kaldı odada [O.A.] Bçvş [T.G] Bçvş ve ben vardım kapıyı kapattılar burada sadece bizim olduğumuzu ve ne gördüysem doğru olarak anlatmamı istediler ancak ben [H.G.den] çok korktuğum için [H.G.nin] benden istediği şekilde ifade verdim. İfadem, mahkeme dosyasında bulunan ifade olmakla beraber ifadenin alındığı tarih 28.06.2005 değil olaydan yaklaşık bir hafta sonraki tarihti.

 [H.G.] ile [R.G.] terhis olduktan 10-15 gün sonra bir gün [M.P.nin] öldüğünü de duyunca ismini hatırlayamadığım bir gardiyana dayak olayının ifademde söylediğim şekilde olmadığını bunu [O.A.] Bçvş a söylemek istediğimi söyledim. Gardiyan durumu [O.A.] Bçvş'a iletince [O.A.] Bçvş beni çağırdı ona şimdi size anlattığım gibi olayları anlattım. [O.A.] Bçvş da bana 'niye daha önce söylemedin' dedi ben de 'korktum komutanım' dedim. O da 'niye korkuyorsun burada bizim sözümüz geçer hemen cezaevine atardım [H.G.yi] şimdi birkaç kişinin daha başı yandı' dedi aramızda bu şekilde sözlü bir konuşma geçti herhangi bir kayıt tutulmadı. [O.A.] Bçvş bana 'söylediklerini mahkemeye çıktığında anlat ama doğru anlat' dedi. Dün tahliye olurken de cezaevi müdürü Yüzbaşının yanına çıktım ona da durumu anlattım. O da bana [O.A.] Bçvş gibi 'çık bunları Hakimin karşısında doğru olarak anlat' dedi. Cezaevinde [H.G.den] başka beni tehdit eden olmadı [R.G.] Baş Gardiyan olmasına karşın fazla sesi çıkmıyordu onunla aynı tertip olan [H.G.] hem tutuklulara hem de diğer gardiyanlara çok kötü davranıyordu. [H.G.] terhis olduktan sonra diğer gardiyanlar da rahatladılar. Cezaevinde [H.G.den] başka dayak atan yoktu. Diğer tutuklularla görüştüğümde de sadece [Y.] isimli, Samsunlu bir tutuklunun [H.G.] gardiyandan girişi sırasında dayak yediğini duydum. [Y.] isimli bu asker de cezaevinden sonra çıktı. Şimdi Kıbrıs'ta asker olduğunu sanıyorum. Benim önceki cezaevine girişimde de bana dayak atmadılar. O zamanki başgardiyan başka birisiydi. [H.G.] o zaman alt tertip olup kantinci olarak görev yapıyordu. Fazla sesini çıkaramıyordu.

Bu olaylardan dolayı [H.G.den] şikayetçiyim [R.G.den] değilim diğer gardiyanlar da zaten dayak olayına karışmadılar."

24. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan E.K., M.K. ve N.E. Askerî Savcılığa gönderdikleri 1/9/2005 tarihli dilekçelerde özetle önceki ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, H.G. adlı gardiyanın baskısı nedeniyle önceki ifadelerinde gerçeği söyleyemediklerini belirterek yeniden ifadelerinin alınması talebinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine askerî savcı 6/9/2005 tarihinde E.K., M.K. ve N.E.nin ifadelerini almıştır. E.K. ifadesinde özetle ilk ifadesinin olaydan üç gün sonra Astsubay O.A. tarafından alındığını ancak buradaki ifadesinin H.G. tarafından hazırlandığını belirtmiştir. E.K.; H.G.nin en üst tertip olduğunu, H.G. ile aralarında belli bir samimiyetin de bulunduğunu, H.G.nin olaydan sonra gardiyanları toplayarak olayın tek başına kendi üstüne kalması hâlinde ömür boyu hapiste yatacağını söylediğini, H.G.nin "Şayet siz tutuklanacak olursanız veya ceza alacak olursanız o zaman ben suçu üstlenirim." dediğini, önceki ifadelerinde bu sebeple gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu ifade etmiştir. E.K.; tutuklanınca pişman olduğunu, olay günü iki tutukluyu giyinme odasına kendisinin götürdüğünü, bu sırada odada H.G., R.G., M.K. ve N.E. adlı gardiyanların bulunduğunu, odaya girdiklerinde R.G.nin -iki gün sonra terhis olacağından- M.K.ya başgardiyanlığın nasıl yapılacağını anlatmakta olduğunu ifade etmiştir. İfadesinde devamla giyinme odasına girdiklerinde gardiyan H.G.nin tutuklulara suçlarının ne olduğunu sorduğunu, tutukluların da "Hırsızlık." diye cevap verdiğini, H.G.nin tutuklulara "Buradaki kurallara uyacaksınız, gardiyanlara gardiyanım diye hitap edeceksiniz." dediğini, H.G.nin bu sırada ukala bir şekilde "Gardiyan Bey!" olarak hitap eden M.P.ye sinirlendiğini ve onu dövmeye başladığını, M.P.nin bağırması üzerine koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı gardiyanların da odaya geldiğini, E.T. ile A.U.nun H.G.ye engel olmaya çalıştığını, bu sırada H.G.nin dövmeyi bıraktığını, A.D. ile Y.B.nin tutukluları soğuk suya tuttuğunu belirtmiştir. E.K., kafasında kanama olan M.P.ye önce revir görevlisi tarafından pansuman yapıldığını, akabinde de M.P.nin hastaneye sevk edildiğini belirtmiştir. E.K. ayrıca H.G.nin olayda kullanılan sopayı saklaması için depocu E.T.ye verdiğini, E.T.nin de sopayı depoya sakladığını ancak daha sonra pişman olmaları üzerine E.T.nin sopayı Astsubay O.A.ya verdiğini, E.T.nin sopayı Astsubay O.A.ya verdiğini havalandırmada iken gördüğünü ifade etmiştir. E.K. son olarak kendisine yöneltilen soru üzerine M.P.nin kendilerine saldırmadığını, idarenin gerçek durumdan haberdar olmadığını, her ne kadar ilk ifadesini olaydan üç gün sonra verdiğini belirtmiş ise de ilk ifadesini olaydan bir gün sonra da vermiş olabileceğini söylemiştir. Aynı gün askerî savcı tarafından ifadeleri alınan M.K. ile N.E. de E.K.nın ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Bununla birlikte N.E. ilk ifadesinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olaydan üç dört gün sonra alındığını ifade etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak M.K. ise ilk ifadesinin olaydan birkaç gün sonra alındığını belirtmiştir.

25. Askerî savcı, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G.nin ifadesini 13/9/2005 tarihinde almıştır. R.G. ifadesinde özetle olay günü giyinme odasına getirilen tutuklulardan A.S.nin işlemlerini yaptıktan sonra A.S.yi hücreye götürmek üzere giyinme odasından çıktığını, A.S.yi koğuşa kapatıp giyinme odasına döndüğünde odadaki iki sandalyenin yerde yan yattığını ve floresan lambanın kırılmış olduğunu gördüğünü belirtmiştir. R.G. ifadesinde ayrıca olayın ertesi günü diğer dört gardiyanla birlikte olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye anlattıklarını, bunun üzerine Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. tarafından ifadelerinin alınması yönünde talimat verildiğini, diğer dört gardiyanın ifadelerinin alındığını ancak olaydan iki gün sonra terhis olduğu için kendi ifadesinin alınmadığını, olayla ilgili hiçbir belgeye imza atmadığını belirtmiştir. R.G., olay hakkındaki tutanak (bkz. § 14) ile M.P. hakkındaki suç dosyası kapsamında alındığı belirtilen ifadenin (bkz. § 12) kendisine gösterilmesi üzerine söz konusu tutanaktaki ve ifadedeki imzanın kendisine ait olmadığını, tutanağın içeriğinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'ne sözlü olarak anlattığıyla paralel olduğunu ancak imzaların kendisine ait olmadığını, imzayı kimin attığını da bilmediğini ifade etmiştir.

26. Askerî savcı, M.P.yi dövdüğü iddia edilen H.G.nin ifadesini 10/11/2005 tarihinde almıştır. H.G. olayın gelişimini genel olarak önceki ifadelerinde belirttiği şekilde anlatmıştır. H.G. ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumunda iki defa ifade verdiğini, her iki ifadesini de Astsubay T.G.nin aldığını, Astsubay O.A. tarafından alındığı belirtilen 28/6/2005 tarihli ifadenin (bkz. § 12) kendisine gösterilmesi üzerine ifadenin içeriğinin doğru olduğunu ancak ifadenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, T.G.ye verdiği ifadeyi aynı gün imzalamadığını, ifadenin bir sonraki gün kendisine imzalatıldığını, ifadede neden Astsubay O.A.nın isminin yazılı olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. H.G. tutanağın içeriğinin doğru olduğunu ancak tutanaktaki imzanın kendisine ait olmadığını anlatmıştır. H.G. ifadeleri konusunda gardiyanlara baskı yapmasının söz konusu olmadığını, bu gardiyanların suçu neden kendisinin üzerine attıklarını bilmediğini belirtmiştir. Olayda kullanıldığı belirtilen sopanın kendisine gösterilmesi üzerine askerliği boyunca sopanın atölyede, gardiyanlara ait dolapta durduğunu ve hiçbir zaman kullanılmadığını söylemiştir. H.G. son olarak mayıs ayı başında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda isyan çıktığını, bu olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin gardiyanları toplayarak tutuklu ve hükümlüleri dövmelerini hatta bundan sonra hiçbir tutuklu ve hükümlünün gardiyanlara "Lan!" bile diyemeyeceğini söylediğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'nün en küçük olayda bile "Kişiyi etkisiz hâle getirin." dediğini ifade etmiştir.

27. Askerî Savcılık, yukarıdaki ifadeler üzerine Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince yürütülen tahkikat kapsamında alınan imzaların sıhhati hakkında çeşitli araştırmalar yapmıştır.

28. Bu kapsamda 22/9/2005 tarihinde ifadesi alınan Astsubay T.G. özetle Askerî Ceza İnfaz Kurumunda infaz yazışmalarını kendisinin yaptığını, olayın ertesi günü Astsubay O.A. ve Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. ile birlikte olayı değerlendirdiklerini, olay esnasında giyinme odasında bulunan tüm gardiyanları dinlediklerini, gardiyanların anlatımları üzerine olay hakkında tutanak tuttuklarını, bu tutanağın yazısını kendisinin hazırladığını ve yazıcıya verdiğini, yazıcının tutanağı gardiyanlara imzalattıktan sonra getirdiğini, tutanağı daha sonra Astsubay O.A. ile Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin de imzaladığını belirtmiştir. T.G. ifadesinde devamla tutanağı tuttuktan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. ile birlikte askerî savcının odasına gittiklerini, askerî savcıya olayı anlattıklarında askerî savcının gardiyanlara direnen M.P.nin eyleminin suç teşkil ettiğini, bu sebeple kişi hakkında suç dosyası tanzim edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir. T.G. bunun üzerine M.P. hakkında suç dosyası tanzim etmeye başladığını, tanıkların tamamı gardiyan olduğu için bu kişilerin ifadelerini Astsubay O.A.nın aldığını, bu sebeple ifadeleri Astsubay O.A.nın imzaladığını, gardiyanların imzasını yazıcının aldığını, M.P. hakkında düzenlenen bu dosyayı 1/7/2005 tarihinde Adli Müşavirliğe gönderdiklerini ifade etmiştir. T.G. ayrıca tayini başka bir yere çıkan Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin 4/7/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundan ayrıldığını, bu tarihten sonra yerine vekâleten kendisinin atandığını, hukukçu arkadaşlarına olayı anlattıktan sonra gardiyanlar hakkında da suç dosyası tanzim etmeye karar verdiğini, terhis olan R.G. hariç giyinme odasındaki tüm gardiyanların 5/7/2005 tarihinde ifadelerini aldığını ve bu dosyayı aynı gün Adli Müşavirliğe gönderdiğini belirtmiştir.

29. Askerî savcı, Askerî Ceza İnfaz Kurumu yazıcısı E.İ.nin ifadesini 3/10/2005 tarihinde almıştır. E.İ. ifadesinde özetle olay hakkında iki kez dosya düzenlediklerini, önce gardiyanlara saldırması nedeniyle M.P. hakkında, daha sonra ise M.P.yi dövmeleri nedeniyle gardiyanlar hakkında suç dosyası hazırladıklarını belirtmiştir. E.İ., M.P. hakkındaki dosyanın hangi tarihte düzenlendiğini tam olarak hatırlayamadığını ancak bu dosyayı olayın üzerinden üç dört gün geçtikten sonra hazırladıklarını düşündüğünü, gardiyanların ifadelerinin de olaydan iki üç gün sonra alındığını, gardiyanların ifadelerini bilgisayara kaydedip çıktısını aldıktan sonra imzalamaları için gardiyanlara götürdüğünü, bu ifadeleri gardiyan R.G.ye verdiğini, ifadelerin arasında tutanağın da bulunduğunu, gardiyanların ifadeleri okuduktan sonra imzalayacaklarını söylemesi üzerine kendisinin yazıhaneye geri döndüğünü, daha sonra gardiyanlardan birisinin imzalı ifade tutanaklarını kendisine getirdiğini, 1/7/2005 tarihinde de hastanede M.P.nin ifadesini aldıklarını belirtmiştir. E.İ., olay hakkındaki tutanağın ise gardiyanların ifadelerinin alınmasından sonra ancak ifadelerle aynı gün düzenlendiğini söylemiştir. E.İ., gardiyanlar hakkındaki dosyanın ise 4/7/2005 tarihinde ya da 5/7/2005 tarihinde düzenlendiğini ifade etmiştir. E.İ., M.P. hakkındaki dosyayı Astsubay O.A.nın, gardiyanlar hakkındaki dosyayı ise Astsubay T.G.nin imzasına açtıklarını belirtmiştir. E.İ. ifadesinde devamla tutanağın ve gardiyanların ifadelerinin düzenlendiği tarihin 28/6/2005 olmadığını, ifadelerin ve tutanağın 28/6/2005 tarihinde düzenlenmiş olarak gösterilmesini Astsubay O.A.nın veya T.G.nin söylediğini ancak hangisinin emir verdiğini tam olarak hatırlayamadığını, niçin böyle bir emir verildiğini bilmediğini ancak ifadelerin alındığı tarihin kesinlikle 28/6/2005 olmadığını, bu tarihin 30/6/2005 veya bir gün sonrası olabileceğini belirtmiştir. Son olarak 1/7/2005 tarihinde hastanede M.P.nin ifadesini aldıklarında Astsubay O.A.nın M.P.ye bazı sorular sorduğunu belirtmiş ve bu husus ile ilgili olarak ifadesinde şunları söylemiştir:

"(...)

 [O.A. Astsubay M.P.ye] bazı sorular sordu. Örneğin "olay günü sinirli miydin?" diye sordu. [M.P.] "bunalımdaydım" diye cevap verdi. [O.A. Astsubay], "elbiselerimi giymem" dedin mi diye sordu. [M.P.] de "evet" dedi. [O.A. Astsubay], "kendine zarar verdin mi" diye sordu. [M.P.] de "evet" dedi. [M.P.] zaten konuşmakta zorluk çekiyordu. Sorulan sorulara kısa kısa cevap veriyordu. [O.A. Astsubay] sorduğu soruya göre bu cevabı anlamlı hale getirip bana yazdırıyordu. [M.P.nin] ifadesi bu şekilde alındı."

30. Askerî savcı 6/10/2005 tarihinde bir kez daha Astsubay O.A.nın ifadesini almıştır. A.O. ifadesinde özetle olaydan sonra gardiyanların olayı kendisine anlattıklarını, yazıcıya gardiyanların anlattığı şekliyle tutanak tutmasını ve gardiyanların ifadelerini yazmasını emrettiğini, ifadeleri hazırlayan yazıcıdan bu ifadeleri gardiyanlara imzalatmasını istediğini, bir süre sonra imzalı ifadelerin önüne geldiğini, kendisinin de bu ifadeleri imzaladığını belirtmiştir. O.A., tutanağı düzenledikleri ve ifadeleri aldığı günü tam olarak hatırlamadığını, bu günün 27 Haziran akşamı ya da 28 Haziran sabahı olabileceğini ifade etmiştir.

31. Askerî Savcılık, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca hazırlanan tahkikat dosyalarındaki imzaların sıhhati ile ilgili olarak Adana Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden rapor almıştır. Adana Kriminal Polis Laboratuvarının 28/9/2005 tarihli ekspertiz raporunda, olay hakkında düzenlenen tutanakta ve O.A. tarafından alındığı belirtilen 28/6/2005 tarihli ifadede bulunan R.G.ye ait imzaların R.G.nin elinden çıkmadığı kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Adana Kriminal Polis Laboratuvarının 1/12/2005 tarihli diğer bir ekspertiz raporunda ise tutanaktaki imzaların ve M.P. hakkındaki suç dosyası kapsamında tanık olarak ifadeleri alınan H.G., E.K. ve N.E.ye ait imzalar ile E.K. ve N.E.nin haklarındaki suç dosyası kapsamında verdikleri ifadelerde bulunan imzaların bu kişilere ait diğer imzalarla karşılaştırıldığı ancak tutanaktaki ve ifadelerdeki söz konusu imzaların H.G., E.K., N.E. ile M.K.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte, uygun ve yeterli kaligrafik bulgular tespit edilemediği belirtilmiştir.

32. Askerî Savcılık 19/12/2005 tarihinde Astsubay T.G. ile Astsubay O.A.nın ifadelerini almıştır. Astsubay T.G. ifadesinde özetle E.K. ve N.E.nin ifadelerini haklarındaki suç dosyası kapsamında kendisinin aldığını, ifade alma işlemleri bittikten sonra bu kişilerin imzasını kendisinin aldığını, imzaların nasıl sahte çıktığı hususunda bir bilgisinin olmadığını, bu kişilerin kasıtlı olarak imzalarını sahte şekilde atmış olabileceklerini ifade etmiştir. Astsubay O.A. ise ifadesinde özetle H.G., E.K. ve N.E.nin 28/6/2005 tarihli ifade tutanaklarının altında "İfade Alan" hanesinde bulunan imzaların kendisine ait olduğunu, "İfade Veren" hanesindeki imzaların neden sahte olduğu hususunda bir bilgisinin bulunmadığını, bu ifadeleri kendisinin almadığını, olayla ilgili olarak kendisinin sadece M.P.nin ifadesini aldığını belirtmiştir. O.A. ifadesinde devamla görevlerini Astsubay T.G. ile karşılıklı olarak yaptıklarını, ifadelerin alındığı gün kendisi adliyede olduğundan ve adı geçen gardiyanlar kendisine bağlı olduğundan imzaya kendi isminin açılmış olabileceğini, kendisinin de Astsubay T.G.ye güvendiği için tutanakları imzaladığını belirtmiştir. O.A. son olarak olay hakkındaki tutanağın da anılan şekilde hazırlandığını, hatırladığı kadarıyla gardiyanların tutanağı hazırladığını, imzalanan tutanağın Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye onaya çıktığını, tutanağı onaya Astsubay T.G.nin çıkardığını düşündüğünü ifade etmiştir.

33. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki başka bazı tutuklu ve hükümlülerin de kötü muameleye maruz kaldığı yönünde deliller elde edilmesi üzerine soruşturmanın genişletildiği, soruşturma kapsamda birçok kişinin ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık, M.P. ve A.S. dışında H.T., H.M., Mu.K., Ye.B. ve Ad.K. adlı kişilerin de Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kötü muameleye maruz kaldığına işaret eden deliller elde etmiş; bunun üzerine hem bu kişilerin hem de bu kişilere kötü muamelede bulunduğu iddia edilen kişilerin ifadelerini almıştır. Bu kapsamda 13/10/2005 tarihinde ifadesi alınan Ad.K. adlı tutuklu özetle tecavüz suçunu işlediğinden bahisle 2004 yılının Ekim ayında Askerî Ceza İnfaz Kurumuna girdiğini, 2005 yılının Ağustos ayına kadar burada kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre boyunca gardiyanlar tarafından çok defa dövüldüğünü, dövme olayının genellikle giyinme odası diye tabir edilen yerde gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Ad.K. ifadesinde devamla Askerî Ceza İnfaz Kurumuna ilk girdiğinde yaklaşık on gardiyan tarafından dövüldüğünü, bunlardan H.G. ve R.G. adlı gardiyanların isimlerini hatırladığını, diğerlerinin isimlerini hatırlayamadığını, bu kişilerin kendisini yumrukla ve tekmeyle dövdüğünü belirtmiştir. Ad.K. ayrıca koğuşlarında kalan bazı kişilerin zaman zaman yüzünde morluk ve şişliklerle koğuşa geldiklerini, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki rütbeli kişilerin bu morlukları ve şişlikleri görüp ne olduğunu sorduklarında genellikle "Ranzadan düştük, duvara çarptık..." gibi cevaplar verildiğini belirtmiştir. Tecavüz suçundan tutuklu diğer bir kişi olan Ye.B. ise 25/10/2005 tarihli ifadesinde benzer olaylardan bahsetmiştir. Ad.K. ve Ye.B. dışındaki diğer kişiler de ifadelerinde genel olarak Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövüldüklerini belirtmişlerdir. Bu iddialarla ilgili olarak ifadeleri alınan şüphelilerin bir kısmı Askerî Ceza İnfaz Kurumunda hiç kimseye kötü muamelede bulunmadığını belirtmiş iken bir kısmı ani kızgınlıkla bu kişilere vurmuş olduğunu, bir kısmı ise kendilerine verilen emir doğrultusunda bu kişileri dövdüğünü ifade etmiştir.

34. Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında 3/2/2006 tarihinde Askerî Savcılık tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve soruşturma dosyası Adana Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

35. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesi ile olay esnasında giyinme odasında olan H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. adlı gardiyanlar ile Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S., Gardiyan Kısım Komutanı Astsubay O.A., Muhafız Takım Komutanı T.G., Hizmet ve Bakım Kısım Komutanı H.S., Astsubay Ö.B. ve olayın yaşandığı dönemde çoğunluğu gardiyan olarak görevlendirilmiş erler H.A., B.Y., A.Ş., M.D., Y.A., H.R.T., Ab.D., M.U., R.A., M.B., S.Y., A.K., H.U., M.İ., Ev.T., Y.B., Me.E., A.D., E.T. ve Ü.P. hakkında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarından Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

36. İddianamede, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülerek öldürüldüğü yönündeki iddia ile diğer bazı tutuklu ve hükümlülerin dövüldüğü yönündeki iddialarla ilgili olarakçeşitli değerlendirmelerde bulunulmuştur. İddianamede; Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin sorunlu kişilerin dövülmesi yönündeki sözlü emri üzerine gardiyanlar tarafından bazı tutuklu ve hükümlünün dövüldüğünün anlaşıldığı, bu kapsamda firar suçu hükümlüsü Mu.K.nın, cinsel saldırı suçundan tutuklu Ye.B.nin, yine cinsel saldırı suçundan tutuklu Ad.K.nın, firar suçundan tutuklu H.T.nin, hırsızlık suçundan tutuklu H.M.nin, hırsızlığa teşebbüs suçundan tutuklu A.S.nin ve başvurucuların oğlu M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görevli bazı gardiyanlar tarafından dövüldüğünün anlaşıldığı ifade edilmiş ve bu olayların ne şekilde gerçekleştirildiği ayrı ayrı açıklanmıştır. İddianamede, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülmesi olayından sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince hazırlanan dosyada gardiyanların ve A.S.nin ifadelerinin alındığı tarih olarak 28/6/2005 tarihi belirtilmiş ise de ceza soruşturması kapsamındaki ifadelerden Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince alınan ifadelerin bu tarihte alınmadığının, ifadelerin daha sonraki bir tarihte alındığının anlaşıldığı, keza bu ifadeler altındaki ifade verenlere ait bazı imzaların da sahte olduğunun ancak bu imzaların kim tarafından atıldığının tespit edilemediği belirtilmiştir. İddianamede; başvurucuların oğlu M.P.nin dövülmesi olayında kullanılan sopanın üzerinde birçok yazının bulunduğu, bu yazılarda bazı erlerin isimlerinin ve kaça kaç tertip olduklarını gösteren sayıların bulunduğu, bu yazılardan sopanın en az 14/2/2005 tarihinden itibaren gardiyanlar tarafından kullanıldığının anlaşıldığı, böylesi büyük ebattaki bir sopanın yapılan aramalarda bulunamamış olmasının imkânsız olduğu, bu sopanın olaydan çok sonra bulunmuş olmasının da şüpheliler hakkında dosya tanzim eden Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini gösterdiği ifade edilmiştir. İddianamede ayrıca tutuklu ve hükümlülerin giyindiği odanın aslında dört beş gardiyanın kalabileceği bir oda olarak düzenlendiği, alt tertip gardiyanların üst tertip gardiyanların izni olmadan bu odaya girmelerine müsaade edilmediği, bu durumun ise içeride birtakım gizli işlerin yapıldığını akla getirdiği, ayrıca tutuklu ve hükümlülerin tek bir gardiyan yerine tüm gardiyanların önünde soyundurulmasının tutuklu ve hükümlüleri aşağılamaya yönelik olduğunun değerlendirildiği belirtilmiş; tüm bu hususlar dikkate alınarak Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki bazı tutuklu ve hükümlülerin gardiyanlar tarafından dövüldüğü kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. İddianamede, bu tarz eylemlerin uzun bir süre devam etmesine, eylemlerin birden fazla kişiye karşı gerçekleştirilmiş olmasına ve mağdurlara karşı gerçekleştirilen eylemlerin hemen hemen aynı olmasına vurgu yapılarak söz konusu eylemlerin sistematik hâle geldiği sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. İddianamede ayrıca subay ve astsubayların tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi için gardiyanlara emir verdikleri, zaman zaman bu tarz eylemleri kendilerinin de gerçekleştirdikleri, kendilerine intikal eden olaylarda hareketsiz kaldıkları, subay ve astsubayların özellikle M.P.nin ölümü sonrasında gardiyanları korumaya yönelik tutum sergiledikleri belirtilerek subay ve astsubayların gardiyanları suçun işlenmesinde araç olarak kullandıklarının ve böylece işkence suçuna iştirak ettiklerinin değerlendirildiği ifade edilmiştir. İddianamede şüphelilerin eylemlerinin işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçunu oluşturduğu, şüphelilerin bu suçları iştirak hâlinde işledikleri sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir.

37. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2006 tarihli karar ile görevsizlik kararı verdiği, görevsizlik kararı üzerine dava dosyasının 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine gönderildiği ancak bu Mahkemenin de görevsizlik kararı verdiği, bunun üzerine Uyuşmazlık Mahkemesinin 6/11/2007 tarihli kararıyla Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin görevli kılındığı, bu sebeple davanın Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldüğü anlaşılmıştır.

38. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde ayrıca Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/5/2008 tarihli iddianamesiyle M.T. ve O.K. adlı kişilere yönelik eylemlerinden dolayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu görevlileri Ev.T., E.T., E.S., Ü.P., M.İ., E.G., F.E. ve Y.B. adlı kişiler (Bu kişilerden bazısının adı yukarıda da geçmektedir.) hakkında kamu davası açıldığı, bu davanın Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava ile birleştirildiği anlaşılmıştır. Birleştirilen dosyanın mağdurlarından M.T. 30/6/2005 tarihli ifadesinde özetle 17/6/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna teslim edildiğini, ismini hatırlamadığı dört beş gardiyanın kendisini koğuş gibi bir odaya alarak üzerindeki sivil kıyafetleri çıkarttırdığını, tutukluların giydiği elbiseyi almak için eğildiğinde sırtına aldığı cop darbesi ile yere yığıldığını, sonrasında da tüm gardiyanların copla kendisine vurmaya başladığını ifade etmiştir. M.T. ifadesinde devamla bu olaydan sonra elbisesini giydiğini ve yaklaşık üç saat 1 metrekare kadar bir hücrede kaldığını, sonrasında hücreden çıkarıldığını, hücreden çıktıktan sonra bir asker tarafından evrakının alındığını ve anladığı kadarıyla doktora götürüldüğünü, akabinde ise "Muayenen yapıldı." denilerek Merkez Komutanlığına teslim edildiğini, o gece Merkez Komutanlığında nezarette kaldığını, 18/6/2005 tarihinde ise Yüreğir İlçe Jandarma Komutanlığına teslim edildiğini, Yüreğir İlçe Jandarma Komutanlığına teslim edildiğinde boynundaki cop izlerini C. adındaki bir astsubayın gördüğünü, astsubayın "Ne o?" diye sorması üzerine "Bir şey yok komutanım." diye cevap verdiğini, bunun üzerine astsubayın emri ile elbiselerini çıkardığını, astsubayın diğer cop izlerini de görmesi üzerine olayın nerede olduğunu sorduğunu, bunun üzerine olayı astsubaya anlattığını, daha sonra hakkında tıbbi bir rapor düzenlendiğini belirtmiştir. Birleştirilen dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde bu bilgi ve belgelerin M.T.nin anlatımları ile paralel olduğu görülmüştür. Birleştirilen dosyanın diğer mağduru O.K. ise Askerî Ceza İnfaz Kurumunda fiilî şiddete maruz kaldığını belirtmiştir.

39. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamanın başlaması üzerine başvurucuların oğlu M.P.yi olayın gerçekleştiği giyinme odasına götüren ve olay esnasında odada bulunan E.K.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. E.K.nın 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 Ocak 2006 Temmuz aylarında gardiyan çaycı olarak askeri cezaevinde görev yaptım, olay tarihinde ilk girişte kaydı yapan [E.İ.] beni çağırdı, gittiğimde bu iki mahkumu giyinme odasına götür dedi, ben de maktul ile [A.S.yi] giyinme odasına götürdüm, gittiğimde odada sanıklar [M.K.][H.G.][R.G.] ve [N.E.] vardı, sanıklardan [H.G.] maktule, [R.G.] de [A.S.ye] cezaevi kurallarını anlatıyordu, bu sırada [M.P.] elbiseleri giymeyeceğini, kendisine bu elbiseleri kimsenin giydiremeyeceğini, asker olduğunu, neden giyiyorum diyerek serzenişte bulundu, ancak küfür ve tehdit duymadım, bunun üzerine [H.G.] maktulün yakasından tutarak odadaki demir dolaba çarptı, dolabın üzerinde bulunan sopa aşağıya düştü,[H.G.] de sopayı alarak maktule vurmaya başladı, yaklaşık 5-6 dakika dövdü, neresine vurduğunu hatırlamıyorum, ben alt devre olduğum için müdahale etmedim, odada bulunan üst devre [R.G.] de karışmadı, hatta [A.S.] elbiseleri giydikten sonra ona da ikinci kez cezaevine geldiğinden dolayı niye askerliği doğru yapmıyorsun diyerek 2-3 tokat vurdu, maktulün dövülmesi sırasında ismini saydığım kişilerin hepsi içeride idi, dışarı çıkan olmadı, maktulün hücreye götürülüp, tekrar getirilip dövüldüğünü ben görmedim, ben görev yaptığım süre içerisinde hiçbir mahkuma kötü muamelede bulunmadım, ben çaycı olduğum için mahkumlarla işim olmaz, ben cezaevinde görev yaptığım süre içerisinde üst arama sırasında üst devreler tarafından arama babından çök-kalk yaptırılıyordu, bu sırada tamamen elbiseleri soyuluyordu, benim görev yaptığım çay ocağı ile giyinme odası arasında bir iki metre mesafe vardır, konuşulanlar duyulur, başka zaman bu şekilde bir kötü muamele ve dövülme sesi duymadım, görmedim...

 (...)"

40. E.K. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde giyinme odası ile komutanlarının odası arasında 60-70 metre kadar mesafe olduğunu, yüksek sesle bağırıldığında giyinme odasındaki seslerin komutanlarınca duyulabileceğini ancak M.P.nin dövüldüğü sırada yüksek sesle bağırmadığını, olay sırasında M.P.nin floresan lambayı kırarak gardiyanlara saldırdığını görmediğini, olsaydı göreceğini ifade etmiştir. M.P. ifadesinde son olarak olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında T.G.ye verdiği ifadenin hatırlatılması üzerine o ifadeyi kabul etmediğini, o ifadeyi gerek Astsubay O.A.nın gerek Yarbay M.S.nin gerek Başçavuş T.G.nin gerekse Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer tüm komutanların baskısı ile verdiğini, komutanlar kendilerine "Bu şekilde ifade verin, arkanızda biz varız." dedikleri için o şekilde ifade verdiğini, şimdiki ifadesinin doğru olduğunu belirtmiştir.

41. Olay esnasında giyinme odasında bulunan N.E.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. N.E.nin 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 ocak 2006 Temmuz aylarında askeri cezaevinde depo sorumlusu olarak görev yaptım, mahkumlara karşı herhangi bir şekilde kötü muamelede bulunmadım, böyle bir görevim de yoktur dedi. Devamla, [E.K.nin] yaptığı savunmaya aynen katılıyorum, ben de olay sırasında aynı odada idim, anlattıkları doğrudur, ben kimseye kötü muamelede bulunmadım, atılı suçlamayı kabul etmiyorum, sanık [H.G.] maktule kuralları anlatıyordu, aralarında ağız tartışması geçti, sanık [H.G.] maktulün omzunu dolaba vurdu, yukarıdan sopa düştü, o sopa ile maktulü 5-6 dakika dövdü, nerelerine vurduğunu görmedim, ben eşyaları ayırıyordum, yazı yazıyordum, alt devre olduğum için karışmadım dedi. Benim savunmama ekleyecek bir husus yoktur, olay ile de hiçbir alakam yoktur...

 (...)"

42. N.E. ayrıca önceki ifadelerinden avukatı ile birlikte verdiği ifadeleri kabul ettiğini, diğerlerini kabul etmediğini, önceki ifadelerini idarenin baskısı altında verdiğini belirtmiştir.

43. Olay esnasında giyinme odasında bulunan diğer bir kişi olan M.K.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. M.K.nın 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 Ocak 2006 Temmuz tarihleri arasında 1. sınıf askeri cezaevinde gardiyan olarak görev yaptım, ben başladığımda [R.G.] baş gardiyan idi, o terhise gidecekti, ben de onun yerine başgardiyan olarak seçildim, olay tarihinde daha doğrusu maktulün dövüldüğü tarihte [E.K.] yakalanarak cezaevine getirilen [M.P.] ve [A.S.nin] cezaevi elbiselerinin giydirilmesi için giydirme odasına getirdi, kayıtları [R.G.] yapıyordu, sanık [H.G.] maktul ve [A.S.ye] cezaevinde giymesi gereken elbiseleri verdi, cezaevi kurallarını hatırlattı, ancak maktul [M.P.] ben bu elbiseleri giymem, bana da kimse giydiremez diye itiraz etti, [A.S.] elbiseleri giydi orada bekliyordu, bunun üzerine [H.G.] ile maktul arasında küfürleşme oldu, hatta önce [M.P.] küfür etti, [H.G.] sinirlenerek maktulüelle dövmeye başladı, daha sonra maktulü sanık [H.G.] dolaba vurdu, dolabın üzerindeki sopa yere düştü, sonra sopa ile dövdü, ben düşünce sopayı gördüm, daha önce görmedim, ben sopa ile maktulün neresine vurduğunu hatırlamıyorum, ancak 5-6 dakika aralarında boğuşma oldu, nerelerine vurduğunu tam olarak bilmiyorum, sanık [H.G.] maktulü döverken odada [E.K.][R.G.][N.E.][H.G.][A.S.][M.P.] ve ben vardım, yani iki mahkum, beş gardiyan vardı, dövülme sırasında dışarı çıkan olmadı, [A.S.] de olayın başından sonuna kadar içeride idi, odaya getirildiğinde sanık [R.G.nin] [A.S.ye] eliyle yüzüne 2-3 kez vurduğunu hatırlıyorum, ancak niye vurduğunu bilmiyorum, cezaevi kuralları diyerek vurdu, daha doğrusu sanırım o yüzden vurdu, başka kimseye bu şekilde muamele yapılmadı, ben görmedim, ben de yapmadım, idarenin talimatı gereğince maktulün üzerinde jilet, uyuşturucu gibi bir şey bulunmasın diye cezaevine girmeden önce mahkumlar tamamen soyulup çök-kalk yaptırılıyordu, bu emir yazılı olarak yazmaz, ancak sözlü olarak cezaevi müdürü ve gardiyan kısım komutanı [O.A.] tarafından sözlü olarak söylenmiştir, ancak yazılı emirlerde bu yoktur dedi, devamla, bütün mahkumların cezaevine girişlerinde, vukuat çıkışlarında mahkumları dövmemiz emir ediliyordu, bu konuda kesin emir vardı, dövme şekli konusunda bir şey söylenmiyordu, sadece dövün deniyordu, ancak ben bu emri hiçbir zaman yerine getirmedim, ama emir veriliyordu...

 (...)"

44. M.K. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca olaya müdahale etmek istediğini ancak H.G. üst devre olduğu için geri çekildiğini, H.G.nin üst devresinin R.G. olduğunu, onun niye müdahale etmediğini bilmediğini, daha doğrusu müdahale edip etmediğini de bilmediğini, H.G.den başka M.P.ye vuran olmadığını, sadece R.G.nin A.S.ye birkaç tokat attığını, herhangi bir sebep de söylemediğini ifade etmiştir. M.K. giyinme odası ile komutanlarının odası arasında 100 metre kadar mesafe olduğunu, olayın saat 16.00-17.00 sıralarında yaşandığını, olay sırasında mağdurlara yerdeki kanı temizletme gibi bir olayın yaşanmadığını belirtmiştir. M.K. ifadesinde son olarak olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında Astsubay O.A.ya ve T.G.ye verdiği ifadelerin hatırlatılması üzerine o ifadeleri kabul etmediğini, idare öyle istediği için söz konusu ifadelerde o şekilde beyanda bulunduğunu ifade etmiştir.

45. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince sanık sıfatıyla ifadesi alınan ve olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G.nin ifadesi ise şöyledir:

"(...)

2004 yılı Ağustos ayından 2005 Temmuz başına kadar gardiyan er olarak görev yaptım, olay tarihinde yani maktulün cezaevine getirildiği gün benim terhisimeüç gün vardı, maktul ile birlikte [A.S.] yakalanarak ilk girişte işlemlerin yapıldığı ve mahkumların üstlerinin giydirildiği ve kayıtlarının yapıldığı odaya getirildi, kimin getirdiğini tam olarak hatırlamıyorum, ben aynı odada yattığımız için tutuklular getirildiğinde kalktım, [A.S.] daha öncede cezaevinde kalmıştı, tekrar geldiği için şaka mahiyetinde kendisinin yanağına bir kez vurdum, cezaevi elbiselerini giymesini söyledim, o da giyindi, çıkarıp tecrit koğuşuna götürdüm, çünkü ilk geldiği gün bir gece tecrit koğuşunda kalınıyor, ertesi gün normal koğuşlara gönderiliyor, ben çıktığımda içeride gürültüler oldu, kısa bir süre sonra gürültülerin olduğu ve maktulün bulunduğu odaya girdiğimde sanık [H.G.nin] kolu kanıyordu, maktul de ayakta dinleniyordu, [H.G.nin] elinde hiçbir şey yoktu, odada floresan lamba kırılmıştı, masa sandalye dağılmıştı, ben sanık [H.G.ye] ne olduğunu sordum, kendisine saldırdığını söyledi, [N.E.][E.K.][M.K.] maktulü tutuyorlardı, sanırım, saldırgan olduğu için tutuyorlardı, maktulün üzerinde herhangi bir kan görmedim, mahkum elbisesini de giymemişti, ben odaya girdikten sonra tutanlar maktulün elbisesini giydirdiler ve tecrit koğuşuna götürdüler, yarım saat veya 45 dakika sonra [E.K.] gelerek maktulün kafasının kanadığını söyledi, [O.A.] başçavuşa durumu bildirdim, o da gelip baktı, hatta [B.Y.] isimlirevirci geldi, pansuman yaptı, daha sonra da hastaneye kaldırıldı...

 (...)"

46. R.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca olayda kullanıldığı belirtilen sopayı o esnada kimsenin elinde görmediğini, sopanın 1,5 metre uzunluğunda üç dört kilo ağırlığında bir sopa olduğunu, yatakları çırpması için tutuklu ve hükümlülere verdikleri bu sopanın başka bir amaçla kullanılmadığını belirtmiştir. R.G., tutuklu ve hükümlülere içeriye bir şey sokmamaları için Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'nün emri doğrultusunda çıplak olarak çök-kalk yaptırdıklarını, çök-kalk hareketinin giyinme odasında bulunan tüm gardiyanların önünde yapıldığını, giyinme odası olarak da kullanılan gardiyan odasında yaklaşık sekiz gardiyanın yattığını ifade etmiştir. R.G. ilk olarak askerî savcı huzurunda ifade verdiğini, başka bir yerde ifade vermediğini, 2005 yılının Mayıs ayı başında başgardiyanlık görevini devrettiğini, tutanaktaki imzanın kendisine ait olmadığını belirtmiştir. R.G. son olarak M.P. ile A.S.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna saat kaçta geldiğini net olarak hatırlamadığını ancak bu kişilerin saat 17.00 sıralarında geldiklerini düşündüğünü belirtmiştir.

47. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay anında Askerî Ceza İnfaz Kurumu koridorunda bulunan ve duyduğu sesler üzerine odaya giren A.D. adlı kişinin istinabe yoluyla ifadesini almıştır. A.D.nin ifadesi şöyledir:

"27/06/2005 tarihinde ben, [E.T.][Y.B.] ve [A.U.] koridorda idik, giyindirme odasından bağırtılar gelmeye başladı. Bir kişi imdat diye bağırıyordu. Gürültüyü duyunca [E.T.] ve [A.U.][Y.B.] ile bana 'siz burada bekleyin' diyerek giyindirme odasına gittiler. 15 dakika kadar sonra [E.T.] ve [A.U.] tekrar yanımıza geldiler, geldiklerinde moralleri bozuktu. Ne olduğunu sorduğumuzda [A.U.], '[H.G.nin] tutukluyu dövdüğünü, kendisine engel olmaya çalıştıklarını, [H.G.nin] kendilerine de küfrettiğini' söyledi, bize 'koridorda biz kalalım siz giyindirme odasına gidin, belki [H.G.yi] siz durdurursunuz' dediler. [Y.B.] ile ben giyindirme odasına gittik. [A.U.] ile [E.T.] koridorda kaldılar. Giyindirme odasına gittiğimizde [M.P.] yerde yatıyordu. Üzerinde sadece şortu vardı, elbiseleri yerde idi.[H.G.] masaya oturmuştu. Elinde bir sopa vardı. Elindeki sopa 50-60 cm uzunluğunda, yuvarlak, kırmızı boyalı 5-6 cm kalınlığında, üzerinde yazılar olan bir sopaydı. [M.P.], yerdeki elbiseleri almaya çalışıyordu. Bu esnada [H.G.] ona engel olmaya çalıştı. [E.K.] duvar dibinde ayakta idi. [M.K.] masada yazı yazıyordu. [R.G.] [A.S.] ile ayakta konuşuyordu. Odada bunların dışında kimse yoktu. Giyindirme odasındaki cam kırık değildi, florasan lamba kırıktı. Yerde kırık cam parçaları vardı. Bu parçalar lambanın tam altındaydı. Odada beş altı sandalye vardı. İki veya üç sandalye yerde yan duruyordu. [H.G.nin] kanayan herhangi bir yeri yoktu. [M.P.nin] başının sağ yanı kanıyordu. [H.G.] bize tutukluları kastederek 'bunları banyoya götürün' dedi. [Y.B.] ile ben tutukluları banyoya götürüp ellerini yüzlerini yıkattık. [M.P.nin] başı hala kanamaya devam ediyordu. Her ikisini de giyindirme odasına geri götürdük. [M.K.], Revirci [B.Y.yi.] çağırdı. [B.Y.] [M.P.nin] başına pansuman yaptı, müteakiben her ikisini de aynı hücreye koyduk. 15 dk kadar sonra [O.A.] Astsubay hücreye geldi. [M.P.nin] durumunu gördükten sonra biz gardiyanlara kızdı. [O.A.] Astsubay bize 'hayvan mısınız, bu insan değil mi nasıl döversiniz?' gibi sözler söyleyerek hastaneye sevk edin dedi. [M.P.yi.] hazırlayıp hastaneye sevk ettik. Olaydan bir iki gün sonra [H.G.][M.K.][N.E.][R.G.] ve [E.K.] giyindirme odasında toplandılar. Ne konuştuklarını bilmiyorum. Ancak daha sonradan [H.G.nin] diğer gardiyanlara nasıl ifade verecekleri hususunda baskı yaptığını, ifadelerin içeriğini yazılı olarak hazırlayıp dağıttığını duydum. Cezaevinde erler arasında tertipçilik vardı. [H.G.] üst tertip olduğundan biz kendisinden korkardık."

48. Dava kapsamında sanık sıfatıyla ifadesi alınan ve olay esnasında koridorda bulunan Y.B. adlı kişi de A.D.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Keza olay anında koridorda bulunan E.T. ile A.U. da dövme olayına ilişkin olarak A.D. ile benzer şekilde beyanda bulunmuştur.

49. Başvurucuların oğlu M.P.yi dövdüğü iddia edilen H.G.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. H.G.nin 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2004-2005 yıllarında cezaevinde gardiyan olarak görev yaptım, olay günü de cezaevinde görevli idim, maktulü sanık [E.K.] giyindirme odasına getirdi, [A.S.] daha önceden cezaevine gidip geldiğinden o verilen elbiseleri giydi, ancak maktul ben bu elbiseleri giymem, bana kimse giydiremez dedi, biz de giymesi gerektiğini söyledik, bu sırada sanık [R.G.][A.S.ye] buraya niye tekrar geldin diyerek 2 tane tokat vurdu, bunun üzerine maktul bize saldırmaya başladı, cama fırladı, sandalye ve yumruk ile camı kırmaya çalıştı, sandalyeyi bize vurmak için kaldırdığında tavandaki florosan düşerek kırıldı, bu sırada odada bulunan [E.K.][M.K.][N.E.] maktule copla vurdu, ben de vurdum, ancak tekme ya da sopa ile vurmadım, sadece copla ve elle vurdum, maktulü camdan çektiğimde kendisini dolaba vurdum, ancak dolabın üzerinden sopa düşmedi, olay yerinde sopa yoktu, diğer sanıkların niye beni suçladığını bilmiyorum, hiçbir anlam veremiyorum, bu olaydan bir iki ay kadar önce cezaevinde isyan çıktı, komutanın odasını bastılar, biji Apo diye slogan attılar, bu slogan atanlara hiçbir şey yapmadılar, hatta onlara çürük raporu aldırdılar, yazılı talimat olmasa da komutanlarımız, bunlar askerden kaçan kişilerdir, bunlar size itaat etmek zorundadır, itaat etmezlerse dövün diyorlardı, ha dağda çatışan terörist ha burada çalışan mahkumlar diye sözler söylüyorlardı, bunu söyleyen de komutanımız [M.S.dir], bunu söylerken sanıklar [O.A.] ve [T.G.] de duymuşlardır, bu olaydan başka zaman zaman ismini hatırlamadığım mahkumları copla dövdüğümüz oldu, ancak başka herhangi bir şey yapmadık...

 (...)"

50. H.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca kimseye ne şekilde ifade vereceği konusunda herhangi bir belge, kâğıt vermediğini, böyle bir telkinde de bulunmadığını, M.P.nin saat 15.30-16.00 sıralarında Askerî Ceza İnfaz Kurumuna giriş yaptığını, olayın üç beş dakika içinde gerçekleştiğini, Astsubay O.A.ya ise 15 dakika ile yarım saat içinde haber verildiğini sandığını belirtmiştir.

51. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Ceza İnfaz Kurumu müdürü olarak görev yapan M.S.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. M.S.nin 28/12/2007 tarihli ifadesi şöyledir:

"Ben askeri cezaevinde 2003 yılı Ekim ayından, 2004 yılı Haziran ayına kadar görevlendirme ile müdür yardımcısı olarak, bu tarihten 2004 Haziran ayı ile 2005 Temmuz ayına kadar ise atama ile cezaevi müdürü olarak görev yaptım, buna ilişkin yazılı savunma yaptım, yazılı savunmamı ibraz ediyorum dedi, altı sayfadan ibaret yazılı savunması ile ekinde verdiği emirleri içerir el yazılı ve daktilo ile yazılmış yönergeleri içerir bir kıta evrak ibraz etti, alındı, okundu, dosyasına konuldu. Yazılı savunmamı da özetlemek istiyorum dedi. Devamla, ben göreve başladığımda cezaevinde çalışan ve bana bağlı olan astsubaylara ve subaylara ve cezaevi gardiyanlık görevi er ve erbaşlar tarafından yürütüldüğünden er ve erbaşlara yazılı olarak tebliğ ettim, ayrıca her gün veya haftada bir gün toplanarak ne şekilde hareket edileceği konusunda yazılı talimatlar verdim, toplantıya katılmayanlara da bizzat ne şekilde davranacaklarına dair emirleri imza mukabilinde tebliğ ettim, emirlerimin içerisinde mahkumların dövülmesi konusunda hiçbir emir vermedim, cezaevini MS 453-1 A sayılı yönerge doğrultusunda yönettim, hiçbir şekilde mahkumlara kötü muamele bulunulmasına dair bir emir vermedim, böyle bir iddiayı kesinlikle kabul etmiyorum, cezaevinde zaman zaman başka birlikten gelen subay ve astsubaylar da nöbet tutmakta, cezaevinin etrafına ve içerisine döşenen kamera sistemi ile deolup biteni izleyebilmektedir, kaldı ki cezaevi tek katlıdır, dışarıdan bakıldığında da içerideki koğuşlar rahatlıkla görülebilmektedir, benim verdiğim emir cezaevinde isyan çıktığında veya cezaevi idaresine karşı gelindiğinde zor kullanılarak etkisiz hale getirilmesidir, bu zorun içerisinde dövmek veya kötü muamelede bulunmak gibi bir emir yoktur, bu da yönergemizde yazmaktadır, [M.P.nin] dövülmesi olayında cezaevindeki odamda idim, bana kısım amiri [O.A.] 'içeride bir tutuklunun başı kanadı, müsaade ederseniz hastaneye gönderelim' dedi, başka birlikten görevli [M.Ç.] astsubay da nöbetçi olduğu için ve mesai bitimine yakın olduğu için onu da hastaneye sevk ettirdim, ertesi gün de üstlerime durumu ilettim, yine askeri savcıyı da olaydan haberdar ettim, bu olaydan 3-4 gün sonra da benim tayinim İzmir'e çıkmıştı, askeri savcıya mahkeme dosyası hazırlatacağımı belirterek görevden ayrıldım, [T.G.] astsubaya da dosya hazırlaması için emir verdim, hatta dosyayı hazırlattırıp öyle ayrıldım, (...) ben görev yaptığım yönergeler çerçevesinde hareket ettim, astlarıma mahkum ve tutuklara kötü muamelede bulunulması konusunda hiçbir emir vermedim...

 (...)"

52. M.S. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca tutuklu ya da hükümlülerinin çırılçıplak soyularak bunlara çök-kalk yaptırılması yönünde gardiyanlara bir talimat vermediğini, giyinme odasında kamera olmadığını, kendi odası ile giyinme odası arasında 70-80 metre kadar bir mesafe ile üç dört kapı olduğunu, çok büyük bir isyan olmadığı sürece giyinme odasındaki seslerin kendisine gelmediğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna gelen hükümlü ve tutukluların çocukları yaşında kimseler olduğunu, bu kişilere kötü muamelede bulunulması emri vermesi için bir sebep olmadığını ifade etmiştir.

53. M.S.nin Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu belgelerin incelenmesi neticesinde bu belgeler arasında gardiyanlarla yapılmış toplantılarda neler konuşulduğu hususu ile ilgili olarak M.S. tarafından bir ajandaya elle yazılmış notların olduğu, bu notlardan 25/6/2004 tarihli "İlk Toplantı" başlıklı yazıda diğer bazı emir ve talimatın yanı sıra "Gardiyanlar tutuklu-hükümlüye küfür dayak yok. Meydana gelen olayda sadece etkisiz hale getirilecek. MSYT / 453-1(A) esas alınacak." şeklinde bir talimatın bulunduğu, bu talimatın diğer bazı toplantılarda da tekrar edildiği görülmüştür.

54. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan kısım komutanı olarak görev yapan Astsubay O.A.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. O.A.nın 28/12/2007 tarihli ifadesi şöyledir:

"Ben 2003 yılı Mayıs ayında gardiyan kısım komutanı olarak cezaevinde göreve başladım, suç tarihinde de aynı yerde görevli idim, görev yaptığım süre içerisinde hiçbir şekilde mahkumlara kötü muamelede bulunmadım, böyle bir emir de vermedim, hatta mahkumlar beni baba olarak bilirler, cezaevinde isyan çıktığında bile mahkumlara karşı kötü muamelede bulunulmamıştır, olay günü de saat 11.00 de cezaevinden dış görev için kolorduya gittim, saat 15.00 civarında cezaevine döndüm, cezaevine dahi uğramadan [F.K.] isimli astsubayın yanına gittim, iki saat kadar onunla birlikte idim, saat 16.55 sırasında da evime gitmek için arabamın yanına doğru giderken [N.E.] gelerek içeride kavga olduğunu söyledi, bende cezaevine gittim, gittiğimde maktul hücre tabir ettiğimiz yerde ayakta bekliyordu, kafasının yan tarafında hafif bir kanama vardı, ne oldu diye sordum, gardiyanlar mahkumun kendilerine saldırdığını söyledi, mahkuma sordum, o da bana saldırdılar dedi. Nasılsın dedim, başım ağrıyor dedi, bunun üzerine gardiyanlara bağırıp çağırdım ve maktulü de hastaneye sevk işlemini yaptırdım, aynı hücrede maktulden başka kimse yoktu, ben gardiyanın ifadesini alırken kendilerine hiçbir baskı yapmadım, hatta olay yerinde aynı odada bulunan [A.S.yi] de doğru ifade vermesi için sıkıştırdım, bana anlattığı şekilde ifade verdi, [Mu.K.] albay ile de görüşerek bir kez de [A.S.nin] ifadesinin kendisi tarafından alınmasını, ben aynı yerde görev yaptığım için benden çekiniyor olabileceğini söyledim, [A.S.nin] ifadesini [Mu.K.] albay da aldı, daha sonra hastanede yatan maktulün ifadesini almam için cezaevi müdürlüğüne bakan [T.G.] görevlendirdi, yanımda merkez komutanlığından çavuş, jandarmada uzman çavuş ve yazıcı ile birlikte hastanede maktulün ifadesini aldım, hatta ifade alırken doktor ile iki hemşire de hazırdı, doktor bayan bana maktulün bugün ifadesini alabilirsiniz, yarın için bir şey diyemem, bugün bile durumu pek iyi değil, alacaksanız, bugün alın, yarın için ifadesinin alınmasına izin vermeyebilirim, ifadeyi yazıcı er yazdı, maktule de yattığı yerden imzalattırdık, ne söylediyse onu yazdırttık, ben hiçbir şekilde baskı yapmadım, farklı bir ifade de yazmadım...

 (...)"

55. O.A. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca gardiyanlara tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi konusunda herhangi bir talimat vermediğini, olayda kullanılan sopayı daha önce giyinme odasında görmediğini, bu sopayı halı tezgâhının parçası olarak depoda gördüğünü belirtmiştir. O.A., imzaların farklı çıkmasını kendisinin de anlamadığını, kendisinin aldığı ifadelerin yanında imzalandığını ifade etmiştir. O.A. ifadesinde son olarak R.G.nin bu olaydan önce başgardiyanlığı bırakmış olduğunu, bu görevi M.K.nın yaptığını ancak R.G.nin fiilen ceza infaz kurumunda olduğunu ifade etmiştir.

56. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda astsubay olarak görev yapan T.G.nin ifadesi sanık sıfatıyla alınmıştır. T.G.nin ifadesi şöyledir:

"Ben 2004 yılında Adana 1. sınıf askeri cezaevine atandım, cezaevi müdürümüz [M.S.] tarafından infaz yazışmalarından sorumlu astsubay olarak görevlendirildim, cezaevi müdürünün tayini çıkıncaya kadar da aynı görevi yürüttüm, tayini çıktığında da beni mahkeme dosyalarını hazırlamam için görevlendirdi, ben de olay için mahkeme dosyasını hazırladım, cezaevinde görev yaptığım süre içerisinde hiçbir mahkuma kötü muamelede bulunmadım, böyle bir emir de vermedim, diğer sanıklara ve tanıklara farklı ifade vermeleri için herhangi bir baskı da yapmadım, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, sanıklar tutuklandıktan sonra duruşmada ifade ettikleri şekilde ifade vermeye başladılar, oysa bana ifade verirken hepsi benzer ifadeler vermişlerdi, hatta sanık [H.G.nin] ifade yazdığı, herkesin bu ifadeyi tekrar ettiğini sonradan öğrendim, ancak sanık [H.G.nin] yazıp diğer sanıklara verdiği bu ifade yazılı kağıdı da bulamadık, olayın oluş şekli ise sanıkların bugün duruşmada anlattıkları şekildedir, maktul sanık [H.G.] tarafından dövülmüş, kendi aralarında anlaşmışlar, maktulün kendilerine karşı geldiğini, bu nedenle dövüldüğünü bana söylemişlerdi, anlaşmayı da sonradan öğrendim, hattamaktul de [A.S.] de aynı şekilde ifade vermişlerdi, ancak tutuklandıktan sonra sanıklar ifadelerini değiştirdiler, benim sanıklara baskı yapmam imkansızdır, bana bağlı bir tane asker vardır, ben sadece yazışmaları yapıyorum...

 (...)"

57. T.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca tahkikat aşamasında ifadesini aldığı kişilere aynı anda imzalarını da attırdığını ancak imzaların niçin farklı kişilere ait çıktığını kendisinin de bilmediğini ifade etmiştir.

58. Başvurucular; Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2007 tarihli duruşmasında genel olarak olaya ilişkin görgüye dayalı bilgilerinin olmadığını, oğullarının işkence sonucu öldürüldüğünü, olaya karışan kişilerden şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir.

59. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövüldüğünü iddia eden Mu.K. adlı kişinin ifadesini almıştır. Mu.K.nın 12/6/2008 tarihli ifadesi şöyledir:

"(...)

Ben parça parça 2,5 yıla yakın Adana 1. Sınıf Askeri Cezaevinde tutuklu ve hükümlü olarak kaldım, maktul ölünceye kadar cezaevine giriş çıkışlarda ve cezaevinde bize işkence yapıyorlardı, ancak onun ölümünden sonra cezaevi düzeldi, bizi cezaevinde iken atölye denilen gardiyanların yatıp kalktığı koğuşa götürüp dövüyorlardı, yerler kan olduğunda da bize temizletiyorlardı hatta sanıklardan önce gardiyan olan isimlerini hatırlamadığım kişiler de daha önceki giriş çıkışlarda aynı şekilde dövüyorlardı, hatta bir defasında [O.A.] başçavuşun ayağına asıldım, koğuşumun değiştirilmesini istedim, o da atölyeye çağırdı, koğuşunun niye değiştirilmesini istiyorsun dedi, ben de mahkumlar baskı yapıyorlar daralıyorum, beni küçük koğuşlara verin dedim, aldılar birinci koğuşa verdiler, mesaiden sonra gardiyanlar gelerek niye koğuşu şikayet ettin diyerek tekrar beni dövdüler, hatta bir defasında başgardiyan [R.G.] yeni başlamıştı, ben tekrar geldiğimde beni tanıdığını söyleyerek bunu sindirin dedi, diğer gardiyanlar hep üzerimden geçti, [H.][B.], Urfa'lı olduğunu bildiğim [N.] gardiyan vardı, [N.] gardiyan benim gibi Urfalı olduğu için beni kolluyordu, cezaevinde en çok zoruma gidenlerden birisi devamlı küfür ediyorlardı, ağır suçlu mahkumların korkması için bizi sürekli dövüyorlardı, hatta banyoya götürüp cop izi çıkmasın diye banyoda dövüyorlardı, ifadeyi alan askeri savcı [V.B.ye] ifade verirken de söyledim, cezaevine esrar, içki ve telefon sokuluyordu, bunların parasını da gardiyanlar alıyordu, yine bir defasında [B.] gardiyan Volkman teybin pil yatağındaki teli kızdırarak dilime, alnıma bastırdı, [H.] de gördü, aynısını [H.] de yaptı, gariban mahkumlara eziyet ediyorlardı, diğerlerine dokunmuyorlardı, bir tane Adana çocuğu vardı, ona dokunmuyorlardı, bu nedenle olaylara sebep olan herkesten şikayetçiyim dedi. Hatta bir defasında [O.A.nın] yanına götürüldüğümde bana niye kaçtın diyerek tokatla vurdu, ben bu olaylar nedeniyle cezaevinde olmamama rağmen psikolojik tedavi görmeye devam ediyorum dedi.

Soruldu: Cezaevi girişinde çıplak olarak 3 defa çök-kalk yapıp, ondan sonra cezaevi elbisesi giydiriyorlardı, dövüldükten sonra revirci gelip pansuman yapıyordu, hatta o gittikten bir saat sonra gardiyanlar gelip tekrar dövüyorlardı, daha doğrusu önemli yerlere vurup kanama olursa revirciyi çağırıyorlardı, cop ve sopalar ile vuruyorlardı, hatta atölyede copların bulunduğu yerde "Allah yok, peygamberin izinde" şeklinde yazıyordu, bu talimatları albay veriyordu, çünkü albay bunların götlerini kaldırmayın, rütbenin biri benim, diğeri sizin şeklinde gardiyanlara söylemiş, bunu bize gardiyanlar söylüyordu dedi. Hemşerim olan [N.] rütbelileri şikayet etmemem konusunda da beni uyardı, cezaevinde de başgardiyan [R.G.nin] borusu ötüyordu..."

60. Dava kapsamında ifadesi alınan mağdur Ad.D. de giyinme odası olarak tabir edilen odada çeşitli defa gardiyanlar tarafından dövüldüğünü beyan etmiş ve Mu.K.nın ifadesindeki şikâyetlere benzer hususlardan yakınmıştır. Benzer şekilde O.K., M.T., H.T., H.M. ve Ye.B. adlı mağdurlar da gardiyanlar tarafından dövüldüklerini iddia etmişlerdir.

61. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince gerek M.P.nin dövülerek öldürüldüğü gerekse diğer tutuklu ve hükümlülere kötü muamelede bulunulduğu yönündeki iddialar ile ilgili olarak birçok tanığın ifadesi alınmıştır. İfadeleri alınan tanıkların bir kısmı Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövme olayı olduğunu belirtmişken bir kısmı da böyle bir olayın söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

62. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince 8/8/2008 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan Ö.S. özetle 2004-2005 yılları arasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak on iki on üç ay kadar kaldığını, üç dört arkadaşıyla birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna götürüldüğünü, atölye diye tabir edilen, gardiyanların kaldığı koğuşta kendilerinden tamamen soyunmalarının ve çıplak vaziyette birkaç kez zıplamalarının istendiğini, akabinde elbiselerini giyerek koğuşa gittiklerini, bu sırada herhangi bir dövülme olayı olmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre boyunca kendisinin veya başkasının gardiyanlar tarafından dövülmesi gibi bir olay yaşanmadığını ancak mahkûmların kendi aralarında kavgasına şahit olduğunu belirtmiştir. Aynı gün tanık olarak dinlenen H.K. adlı kişi de 2002-2003 yıllarında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda üç ay kadar kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna üç kişi birlikte getirildiklerini, giriş işlemleri sırasında kendilerinden soyunmalarının ve çök-kalk yapmalarının istendiğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövme olayının olmadığını ifade etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir diğer kişi Ö.Ç. ise kendisinin Van’da, Isparta’da ve Adana'da askerî ceza infaz kurumlarında kaldığını, insanca muameleyi yalnızca Adana'daki askerî ceza infaz kurumunda gördüğünü belirtmiştir.

63. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince 25/9/2008 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan H.Ö. özetle 2002-2004 yılları arasında yaklaşık iki yıl Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı ilk dönemlerde kabadayı tavırlarda bulunan kişilerin gardiyanlar tarafından dövülmesi gibi olayların yaşandığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumu elbisesini giymeyen kişilerin de dövüldüğünü, dayak atılması nedeniyle Askerî Ceza İnfaz Kurumunda isyan çıktığını, 2003 yılında koğuş mümessili olarak Başçavuş O.A. ile bir görüşme yaparak dayak olayının kaldırılmasını söylediğini, o tarihten sonra dayak olmadığını, tahliye olduktan sonra ne olduğunu ise bilmediğini belirtmiştir. H.Ö. duruşma sırasında kendisine sorulan soru üzerine kurallara karşı gelenlerin 2003 yılından önce gardiyanlar tarafından dövüldüğünü ifade etmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir diğer kişi M.Ç. ise 2005 yılının son aylarında üç ay kadar Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna ilk gelindiğinde çırılçıplak soyup hoş geldin dayağı atma şeklinde olayların olduğunu duyduğunu hatta bir iki tanesine kendisinin de şahit olduğunu, Denizlili Ü. adlı gardiyan ile Mardinli Y. adlı gardiyanın Askerî Ceza İnfaz Kurumuna gelenleri dövdüğünü gördüğünü, durumu Astsubay O.A.ya söylediğinde O.A.nın ilgileneceğini, haberinin olmadığını söylediğini belirtmiştir. M.Ç. kendisine de çök-kalk yaptırıldığını, bu uygulamayı gardiyanların kafalarına göre yaptırdığını düşündüğünü ifade etmiştir. M.Ç. son olarak gardiyanların Adanalı olan tutuklu ve hükümlüleri dövmediklerini, dışarıdan gelenlere bunları yaptıklarını belirtmiştir.

64. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2010 tarihli duruşmada Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne müzekkere yazılarak 2003 tarihinden suç tarihine kadar Askerî Ceza İnfaz Kurumunda hangi noktalarda kamera bulunduğunun sorulmasına, kamera sistemi varsa buna ilişkin kayıtların CD ortamında gönderilmesinin istenmesine karar vermiştir. Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün bu müzekkere üzerine Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği cevabın ilgili kısımları şöyledir:

"(...)

2. Cezaevi Müdürlüğümüz arşivinde yapılan araştırmada suç tarihlerini kapsayacak şekilde, ihale yoluyla ve bir proje kapsamında tesis edilmiş bir kamera sisteminin olmadığı tespit edilmiştir.

3. Bunun üzerine, birlik imkanlarıyla sınırlı sayıda olacak şekilde birkaç kameranın yerleştirilmiş olabileceği düşünülerek araştırma derinleştirilmiş ve Ek'te fotokopisi sunulan ve taslak bir çalışma olabileceği değerlendirilen imzasız bir belge bulunmuştur. Belgede imza blok'unda ismi bulunan ve 2004-2005 yıllarında Cezaevi Müdürlüğü yapmış olan Topçu Albay [M.S.] ile telefon irtibatı kurulmuş, kendisi tarafından kurulan bir kamera sisteminin olduğu beyan edilmiştir.

4. Ancak; yukarıda da belirtildiği şekilde Cezaevi Müdürlüğümüzde belirtilen dönemi kapsayan ve resmi bir evrak niteliğinde olan herhangi bir bilgi, belge ve kayda rastlanmamıştır."

65. Mahkemeye gönderilen taslak çalışma incelendiğinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda sekiz kameranın olduğu anlaşılmıştır. Taslağa göre bu sekiz kameradan dördü (1), (3), (4) ve (5) No.lu kulelerde, bir tanesi tutuklu/hükümlü kapalı görüş yerinde, bir tanesi tutuklu hükümlü koridorunda, diğer iki tanesi ise subay/astsubay havalandırması ile tutuklu/hükümlü havalandırmasında bulunmaktadır.

66. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, dövüldüğünü iddia eden kişilerin kendilerine uygulanan eylemlerle ilgili olarak Askerî Ceza İnfaz Kurumuna herhangi bir şikâyette bulunup bulunmadıkları hususunu tespit edebilmek için çeşitli araştırmalar yapmış ve bu araştırmalar neticesinde dövüldüğünü iddia eden kişiler tarafından Askerî Ceza İnfaz Kurumuna verilmiş bir dilekçenin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı araştırmalar neticesinde ayrıca dövüldüğünü iddia eden kişilerin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna giriş ve çıkışlarında raporlar düzenlendiği ancak bu kişiler hakkında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldıkları süre içinde başkaca bir rapor düzenlenmediği tespitinde bulunmuştur.

67. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda keşif yapmıştır. Keşif sonucunda hazırlanan raporda; Askerî Ceza İnfaz Kurumu duvarlarında yalıtım sistemi olduğu, bahse konu olay yerinin en arka oda olduğu, odaya ulaşan bütün kapılar kapatıldığında Askerî Ceza İnfaz Kurumunun idare kısmına ses gelmesinin mümkün olmadığı, kapılar açık olsa bile çıkan sesin -koridorların Z şeklinde olması nedeniyle- Askerî Ceza İnfaz Kurum müdürü veya diğer rütbeli kişiler tarafından duyulamayacağı kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

68. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2012 tarihinde bu verileri değerlendirerek kararını açıklamıştır.

69. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların oğlu M.P.nin ölüm olayını, neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence olarak değil kasten öldürme olarak nitelendirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda bulunan diğer tutuklu ve hükümlülere yapılan muamelelerin de işkence suçunu değil kasten yaralama suçunu oluşturduğu kanaatine varmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi dava konusu olayların neden işkence ve/veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence kapsamında görülmediğini, "sanıklar hakkında, işkence yapmak ve işkence sonucunda ölüme sebebiyet vermek suçundan kamu davası açılmış ise de; mağdurlara yönelik sistematik, fiziksel ve manevi acı çektirmeye dönük uzun süreli, önceden planlanan bir şiddet uygulamasının bulunmadığı, tutuklu ya da hükümlü olarak birtakım suçlardan sevk edilen mağdurların, cezaevine ilk kabulleri sırasında, cezaevine girişte uyuşturucu veya kesici alet sokulmasına engel olmak amacıyla, gardiyan sanıklarca bütün elbiselerinden tecrit edildikleri, bunu yaparken sanıkların, mağdurlara işkence yapma kastı ile hareket ettiklerine dair kesin ve inandırıcı delilin olmadığı, maktul [M.P.nin] ölümüne kadar mağdurların, maruz kaldıklarını iddia ettikleri olaylarla ilgili herhangi bir müracaatlarının olmadığı, maktulün ölümünden uzun bir süre sonra, mağdurların bir kısım gardiyanlar tarafından darp edildiğini ileri sürdükleri ve bu doğrultuda beyanlarının alındığı, mağdurlardan hiçbirinin maruz kaldıklarını iddia ettikleri olaylar ile ilgili olarak alınmış raporlarının bulunmadığı, mağdurların uğradıklarını iddia ettikleri etkili eylemlerden dolayı hayati tehlike geçirmedikleri, sabit eser, kemik kırılması vb. bir durumlarının tespit olunmadığı, eylemleri ve açık kimlikleri tespit edilen sanıkların, mağdurların suçlarından dolayı, kendi ahlaki anlayışlarının etkisi ile, aniden gelişen, münferit kastla, mağdurlar [H.M.][Ye.B.][Ad.K.][Mu.K.] ve [H.Y.ye] yönelik olarak 765 sayılı TCK.nun 456/4 kapsamında etkili eylemde bulundukları..." şeklinde açıklamıştır.

70. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda da belirtildiği gibi M.P.nin ölümünü kasten öldürme olarak nitelendirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, H.G. adlı gardiyanın Askerî Ceza İnfaz Kurumu elbisesini giymek istemeyen M.P.yi copla dövmeye başladığı, bu sırada odadaki dolabın üzerinden yaklaşık 1 metre boyunda 10 cm çapında, üzerinde şafak yazıları ve resimler bulunan tahta bir sopanın düştüğü, H.G.nin bu sopa ile M.P.nin sırtına, beline ve kafasına vurduğu, darbenin etkisiyle M.P.nin ağzından, burnundan ve kafasından kan geldiği, odadaki diğer gardiyan R.G.nin H.G.ye "Bırak, ölecek bak." demesi üzerine H.G.nin M.P.ye vurmayı bıraktığı, olaydan yaklaşık yarım saat sonra Astsubay O.A.ya bilgi verildiği, O.A.nın da olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye bildirdiği, bunun üzerine M.P.nin hastaneye sevk edildiği ancak M.P.nin gördüğü tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdiği kanaatine varmıştır. Olayın anılan şekilde gerçekleştiği kanaatine varan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, H.G. hakkında işkence sonucu ölüme sebebiyet verme suçundan kamu davası açılmış ise de M.P.nin önceden tasarlanıp uygulanan işkence sonucunda ölmediğinin, H.G.nin ani oluşan öldürme kastı ile hareket edip M.P.yi öldürdüğünün anlaşıldığını belirterek H.G.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca müebbet hapis cezası ile tecziye edilmesine karar vermiş ancak duruşmadaki iyi hâli nedeniyle H.G.nin hapis cezasını 25 yıla indirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca H.G.nin diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi, tutuklu Ad.K.yı ve tutuklu A.S.yi atölye bitişiğindeki odada 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kalacak şekilde darbettiği sonucuna ulaşmış ve H.G.nin her bir mağdura yönelik eylemleri için ayrı ayrı 25 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

71. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine karar vermiştir. Mahkeme, bu kişilerin diğer sanık H.G.ye göre alt tertip oldukları, aralarında hiyerarşik ilişki bulunduğu, bu kişilerin sanık H.G.yle birlikte eylem ve fikir birliği içinde, maktulü öldürme kastı ile hareket ettiğine dair mahkûmiyetlerini gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı kanaatine varmıştır. Bununla birlikte Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi R.G.nin diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi, tutuklu Mu.K.yı, tutuklu H.M.yi, tutuklu H.T.yi, tutuklu Ad.K.yı ve tutuklu A.S.yi; E.K.nın diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi ve tutuklu H.M.yi; M.K.nın tutuklu H.M.yi ve tutuklu A.S.yi atölye bitişiğindeki odada 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesinin(2) numaralı fıkrası kapsamında kalacak şekilde darbettikleri sonucuna ulaşmış ve bu kişilerin her bir mağdura yönelik eylemleri için ayrı ayrı 25 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama aşamasında yaşamını yitiren N.E. hakkındaki davanın ise düşürülmesine karar vermiştir.

72. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümüne neden olan olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin işkence suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkeme, gardiyanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerin mesai saatleri sonrasında yapıldığını, gardiyan odası ve giyindirme odası olarak kullanılan yer ile bu kişilerin bulunduğu idari kısım arasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunun kazan dairesinin bulunduğunu, atölye bitişiğindeki odadan bu kişilerin bulunduğu idari kısma hiçbir şekilde seslerin gitme imkânının bulunmadığının keşifle saptandığını, bir kısım sanığın bu kişileri suçlayıcı beyanları bulunmakta ise de bu kişilerin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna alınan kişi ya da kişileri dövme şeklinde verilmiş talimatlarının bulunmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda disiplini sağlamaya yönelik talimatlar verilmiş ise de bu talimatların tutuklu ve hükümlülerin bir arada sorunsuz olarak birlikte yaşayabilmeleri için taviz verilmemesi yönünde verilmiş talimatlar olduğunu, bu talimatların ifa edilen görevin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu husus ile ilgili olarak ayrıca dinlenen bir kısım tanığın Askerî Ceza İnfaz Kurumunu insani koşulların en iyi sağlandığı ceza infaz kurumlarından biri olarak nitelendirdiğini belirtmiştir. Mahkeme tüm bunları dikkate alarak somut olayda Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin cezalandırılmalarını gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

73. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı dövme olaylar nedeniyle bir kısım gardiyanın kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme, bir kısım gardiyanın ise beraatine hükmetmiştir.

74. Başvurucular; anılan kararın eksik inceleme sonucu verildiğini, işkence suçunun oluşabilmesi için işkencenin sistematik olarak uygulanmasının gerekmediğini, kaldı ki birçok tanık anlatımından Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki uygulamanın sistematik hâle geldiğinin anlaşıldığını, oğullarının işkence sonucu öldüğünü, sanıkların öldürme kastı olmayıp amaçlarının işkence etmek olduğunu belirterek temyiz yoluna başvurmuşlardır.

75. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 19/1/2015 tarihli kararla başvurucuların temyiz itirazlarının reddine karar vererek ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

76. Bu karar 11/2/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

77. Başvurucular 10/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

78. 5237 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"Ceza kanunlarının uygulanmasında;

 (...)

c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,

 (...)

anlaşılır."

79. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:

"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

80. 5237 sayılı Kanun'un "İşkence" kenar başlıklı 94. maddesinin (1), (4), (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

 (...)

Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.

Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez."

81. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence" kenar başlıklı 95. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."

82. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun mülga 39. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Asker kişiler hakkında hükmolunan ve aşağıda gösterilen cezalar, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun beşinci kısmında yazılı esaslar dahilinde askeri cezaevlerinde infaz edilir.

A) Subay, astsubay, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Devlet memurları, uzman jandarma, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erler hakkında verilen ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden veya Devlet memurluğundan çıkarmayı, ilişik kesmeyi veya sözleşmenin feshini gerektirmeyen hürriyeti bağlayıcı ceza hükümleri.

 (...)

C) Erbaş ve erler hakkında, asker edildikten sonra işledikleri suçlardan verilen bir yıl veya daha az süreli hürriyeti bağlayıcı ceza hükümleri.

 (...)

Yargı organlarınca haklarında tutuklama kararı verilen asker kişiler, bu sıfatlarını korudukları sürece askeri tutukevine konulurlar.

 (...)"

83. Olayın gerçekleştiği dönemde yürürlükte olan Askerî Ceza ve Tutukevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Askeri ceza ve tutukevlerinde yönetim ile ilgili olarak bir müdür ve kadrolarında gösterilmek kaydıyla yeteri kadar personel bulundurulur."

84. Yönetmelik'in 9. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Askeri ceza ve tutukevinin amiri müdürdür. Müdür, kanun, tüzük, yönetmelik hükümlerine ve yetkili makamlardan verilen emirlere göre görev yapar. Askeri ceza ve tutukevinin bütün personeli üzerinde kanun ve yönetmeliklerin gösterdiği şekilde gözetim ve denetim hakkını kullanır. Bütün personele gerek söz ve gerek yazı ile emir vermeye yetkili olduğu gibi bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğini izlemekle de yükümlü olup genel olarak görevleri;

 (...)

c. Askeri ceza ve tutukevlerinde sık sık arama yaptırmak, suç işlemeye elverişli alet ve eşyadan arındırmak, içeri girmesi yasak olan silah, alet, eşya, uyuşturucu madde ve bunun gibi şeylerin bu yerlere sokulmasına engel olmak.

 (...)

f. Gündüzleri haftada en az bir defa olmak, geceleri de en az on beş günde bir defa olmak üzere askeri ceza ve tutukevini denetlemek.

 (...)"

85. Yönetmelik'in 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Gardiyanlar iç koruma görevlileri olup, askeri ceza ve tutukevinin inzibat ve disiplininin temininden, hükümlü ve tutukluların gözetiminden, bulundukları yerin düzenli ve temiz tutulmasından, kanun, tüzük, yönetmelik hükümleriyle emirlerin uygulanmasından sorumlu olup genel olarak görevleri;

 (...)

d. Hükümlü ve tutuklular arasındaki inzibat ve disiplinin teminini sağlamak.

e. Hükümlü ve tutuklulara gelen her şeyin askeri ceza ve tutukevi idaresi tarafından kontrol edilmeden askeri ceza ve tutukevine girmesini önlemek.

g. Hükümlü ve tutuklulara ait koğuş, yemekhane, dershane, havalandırma alanlarının düzenli ve temiz tutulmasını sağlamak.

 (...)

ı. Hükümlü ve tutuklulara adil olarak davranmaktır."

86. Yönetmelik'in 38. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yetkili makamlardan verilen tutuklama müzekkeresi veya infazı istenen kesinleşmiş mahkumiyet ilamı olmaksızın hiç bir kimse askeri ceza ve tutukevine konulamaz. Askeri ceza ve tutukevine konulacak kişiler, içeri alınmadan önce doktor muayenesine tabi tutulurlar ve durumları bir rapor ve tutanakla saptanır."

87. Yönetmelik'in 41. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hükümlü ve tutukluların askeri ceza ve tutukevine girişte üzerleri aranır. Hükümlü ve tutukluların üzerlerinin aranması aşağıdaki esaslara göre yapılır.

a. Arama askeri ceza ve tutukevi müdürü veya yetkili kılacağı personel başkanlığında bir ekip tarafından yapılır.

b. Arama yapacak ekipte görevlendirilen personelin aramada nelere dikkat edeceği konusunda önceden eğitilmesi zorunludur.

c. Aramadan önce gerekli emniyet tedbirleri alınır.

 (...)"

B. Uluslararası Hukuk

88. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

89. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

90. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”

91. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yaşam hakkını güvence altına alan 2. maddenin Sözleşme'nin en önemli maddeleri arasında yer aldığını ve bu maddenin Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini düzenlediğini ifade etmektedir (Muhacır Çiçek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41465/09, 2/2/2016, § 38; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 96). AİHM, birçok kararında Sözleşme'nin 3. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının da demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

92. AİHM, kamu görevlileri tarafından işlenen öldürme ve kötü muamele suçlarına ilişkin ulusal mahkemelerce tercih edilen uygun yaptırımlara önemli ölçüde saygı duyulması gerektiğini kabul etmektedir. Bununla birlikte AİHM, eylemin ciddiyeti ile verilen ceza arasında bir orantısızlık olması durumunda kendisinin belirli bir değerlendirme gücüne sahip olması ve bu gibi durumlara müdahale edebilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 41).

93. AİHM, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinin ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda kendisinin oldukça ihtiyatlı davranması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, olayın fail ya da faillerin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme uyarınca yükümlü olduğu sorumluluğun farklı olduğunu ifade etmektedir. AİHM, bu bağlamda kendi yetkisinin devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun belirlenmesiyle sınırlı olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme kapsamındaki sorumluluk, uluslararası hukukun ilgili kuralları ve ilkeleri dikkate alınarak Sözleşme'nin amacı ışığında yorumlanması gereken kendi hükümlerine dayanmaktadır. AİHM'e göre devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğu, ulusal mahkemelerin takdir yetkisine sahip olduğu bireysel ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk sorunlarıyla karıştırılmamalıdır. AİHM, birçok kararında ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 182).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

94. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

95. Başvurucular; idarenin denetimi ve gözetimi altında bulunan oğullarının bizzat idari görevliler tarafından işkence sonucu öldürüldüğünü, devletin öldürmeme yükümlülüğünü ihlal ettiğini, oğullarının sistematik olarak işkence yapılan bir yerde kendisine yapılan işkenceler sonucunda yaşamını yitirdiğini, ölüme neden olan hareketin devlet görevlileri tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, oğullarının ölümü ile neticelenen olayda hiçbir koruyucu tedbir almayan idarenin kusurlu olduğunun açık olduğunu iddia etmişlerdir.

96. Başvurucular ayrıca olay hakkında yeterli araştırma yapılmadığını, delillerin yeterince toplanmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular; oğullarının ölümü ile ilgili olarak sadece H.G. adlı gardiyana kasten öldürme suçundan ceza verildiğini, oğullarına karşı yapılan hareketlerin münferit kasıtla gerçekleştirilen eylemler olarak nitelendirildiğini oysa oğullarının ölümüne neden olan olaydan sonra başlatılan ceza soruşturması kapsamında yapılan araştırmalar sonucunda başka bazı kimselerin de daha önceden benzer şekilde işkence gördüğünün anlaşıldığını belirtmişlerdir. Başvurucular, işkence yapılan odanın ses geçirmeyecek şekilde izole edildiğini, olay sonrasında sahte tutanaklar düzenlendiğini, şikâyet hakkını kullanmak isteyen kişilere işkence yapıldığını ve bu kişilerin tehdit edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular; Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer görevlilerin bilgisi olmadan bu tarz olayların gerçekleştirilemeyeceğinin aşikâr olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek diğer sanıkların da korunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca davanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüşlerdir.

97. Başvurucular bu iddialarla yaşam hakkının, işkence yasağının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak ele alındığında başvurucuların iddialarının yaşam hakkı ile işkence yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

99. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

 (...)

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

100. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. İncelemenin Kapsamı Yönünden

101. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülerek öldürüldüğü iddiası haricinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı kötü muamele iddiaları yönünden de çeşitli değerlendirmeler yapmış ve bu eylemlerin faili/failleri olduğu iddia edilen kişiler hakkında hüküm kurmuştur.

102. Başvurucuların, oğulları M.P.nin ölümü nedeniyle mağdur sıfatını haiz oldukları ve bu bağlamda başvuru ehliyetine sahip oldukları hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak başvurucuların Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer kötü muamele iddiaları yönünden mağdurluk statüsüne sahip olduklarının kabul edilmesi mümkün değildir. Söz konusu kötü muamele iddialarının mağdurları başvurucuların yakını olmayıp üçüncü kişilerdir. Bu sebeple başvuru konusu olay M.P.nin ölüm olayı ile sınırlı olarak incelenecektir. Bununla birlikte bu inceleme yapılırken Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer kötü muamele iddialarına ilişkin verilerden yararlanılacaktır.

b. Başvurucuların Mağdurluk Statüsünün Devam Edip Etmediği Yönünden

103. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümünü kasten öldürme olarak nitelendirerek gardiyan H.G.nin 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucular ise diğer ihlal iddialarının yanı sıra H.G.nin kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis cezası ile tecziye edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek aralarında Askerî Ceza İnfaz Kurumu yöneticilerinin de bulunduğu diğer bazı sanıkların korunduğunu iddia etmişlerdir.

104. Başvuru konusu olayın gerçekleşme koşulları değerlendirilmeden Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararı sebebiyle başvurucuların mağdur statüsünün sona erdiğini kabul etmek mümkün değildir. Bu nedenle başvurucuların iddialarının somut olayın gerçekleşme koşulları da dikkate alınarak Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekir.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

105. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

106. Yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddia aşağıda yaşam hakkının hem maddi hem usul yönü açısından ayrı ayrı incelenecektir.

i. Yaşam Hakkının Maddi Yönünün İhlal Edildiğine İlişki İddia

 (1) Genel İlkeler

107. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

108. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

109. Sağlıklı olarak gözaltına alınan yahut ceza infaz kurumuna konulan kişinin şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi hâlinde kişinin ölümüne neden olan olayın gerçekleşme koşulları ile ilgili olarak makul açıklama yapma yükümlülüğü kamu makamlarına aittir. Kamu makamları, tamamen devletin koruması altında bulunan bu kişilerin şüpheli ölüm olayları ile ilgili olarak izahatta bulunmakla yükümlüdür.

110. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil niteliktedir. Ancak Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile ilgili ihlal iddialarında bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında delilleri değerlendirmek kural olarak Cumhuriyet savcıları ve derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemeleri bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Elif Kaya, B. No: 2014/266, 6/4/2017, § 39).

111. İhlal iddiaları kapsamında ileri sürülen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk,B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

112. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı ile ilgili bireysel başvurular kapsamındaki görevi, kişilerin cezai sorumluluğunu saptamak değildir. Anayasa Mahkemesinin bu kapsamdaki görevi, başvuruya konu olayın Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkını ihlal edip etmediğini yine Anayasa hükümlerine göre yorumlamaktır.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

113. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 95) yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

114. Somut olayda M.P., İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/6/2005 tarihli ve 2005/97 Sorgu sayılı tutuklama müzekkeresine istinaden 27/6/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiştir. M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna sağlıklı bir şekilde girdiği hususunda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Nitekim başvuru formu ve eklerinde, M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmadan önce kötü muameleye maruz kalmış olduğu yönünde bir tespit yer almamaktadır. Keza derece mahkemeleri önündeki yargılamalarda da bu yönde bir iddia hiçbir zaman dile getirilmemiştir. Bu sebeple somut olayın koşulları bağlamında bu konu üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.

115. Başvuru konusu olay esasen M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmasından sonra yaşananlarla ilgilidir.

116. M.P. 27/6/2005 tarihinde sağlıklı bir şekilde girdiği Askerî Ceza İnfaz Kurumundan aynı gün saat 18.30 sıralarında kafa+genel vücut travması tanısıyla hastaneye götürülmek üzere çıkarılmıştır. M.P. gördüğü tüm tedavilere rağmen olaydan bir ay sonra yaşamını yitirmiştir. Yapılan otopsi sonucunda M.P.nin genel vücut travması geçirdiği, ölümünün künt kafa travması sonucu meydana gelen beyin kontüzyonuparankim içine kanama ve bunların komplikasyonları sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir.

117. Bu hususlar dikkate alındığında M.P.nin sağlıklı bir şekilde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmasından kısa bir süre sonra sağlık durumu oldukça kötü bir şekilde hastaneye kaldırıldığı, akabinde ise yaşamını yitirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda M.P.nin ölümüne neden olan söz konusu yaralanmaların ne şekilde meydana geldiğinin kamu makamlarınca ve derece mahkemelerince nasıl açıklandığının incelenmesi gerekir.

118. Olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların olayın gelişimi ile ilgili olarak farklı farklı anlatımları olsa da M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyanlar odası olarak tabir edilen ve giyinme odası olarak kullanılan yerde maruz kaldığı eylemler neticesinde öldüğü sabittir. Bu husus, olay hakkında ifadeleri alınan sanıkların ve tanıkların beyanlarının ortak yönüdür. Olayın giyinme odasında gerçekleştiği hususu olaya karıştığı iddia edilen gardiyanlar ile olayın tanığı A.S. tarafından kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklanmış olmakla birlikte M.P.nin vücudundaki yaralanmaların nedeni hakkında bu kişiler tarafından derece mahkemeleri önünde farklı farklı anlatımlarda bulunulduğu görülmektedir. Olayın tanığı A.S. ile olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların önemli bir kısmı H.G. adlı gardiyanın eline geçirdiği bir sopayla sözlü tartışma yaşadığı M.P.yi dövdüğünü belirtmişken H.G. adlı gardiyan ise olayın saldırgan davranışlar sergileyen M.P.nin etkisiz hâle getirilmesi sırasında meydana geldiğini ifade etmiştir. Olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların olayın gelişimi ile ilgili olarak farklı anlatımları olsa da bu beyanlardan hiçbirinin M.P.ye bu şekilde ağır bir şiddet kullanılmasının haklılığını ortaya koyan makul bir açıklama içermediği değerlendirilmiştir. Başka bir anlatımla başvuru formu ve eklerinde, M.P.ye uygulanan şiddetin Anayasa'nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen durumlardan biri ya da birkaçı kapsamında mutlak zorunlu hâle geldiğini ortaya koyan, ikna edici bir açıklama bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nitekim derece mahkemeleri de başvurucuların oğlu M.P.nin kasıtlı olarak gerçekleştirilen kötü muamele sonucunda yaşamını yitirdiği tespitinde bulunmuştur. Esasında derece mahkemelerinin sırf bu tespitinin bile somut olayda devletin M.P.nin ölümünden sorumlu tutulabilmesi için yeterli olduğu değerlendirilmiştir.

119. Tüm bu hususlar dikkate alındığında M.P.nin tamamen devletin denetimi ve koruması altında iken makul bir açıklaması yapılamayan eylemler sonucunda yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.

120. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Yönünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

121. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

122. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

123. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

124. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

125. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

126. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

127. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

128. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

129. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir(Doğan Demirhan, § 70).

130. Yukarıda sayılanlara ek olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızla gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan olayları daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

131. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 96) yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

132. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmesi ve ölüm olayının işkence sonucu gerçekleştiğine dair iddiaların soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirebilmesi için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

133. Şüpheli bir ölüm olayının ekili bir şekilde soruşturulabilmesi için olaydan haberdar olan soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesi son derece önemlidir. Somut olayda başvurucuların oğlu M.P. 27/6/2005 tarihinde kafa+genel vücut travması tanısıyla Askerî Ceza İnfaz Kurumundan çıkarılarak önce asker hastanesine ardından da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine götürülmüştür. Gerek Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri gerekse adı geçen Hastane görevlileri M.P.nin vücudundaki yaraları ve morartıları bilmesine rağmen Askerî Savcılık, ancak Askerî Ceza İnfaz Kurumunca gardiyanlar hakkında hazırlanan suç dosyasının 7/7/2005 tarihinde kendisine gönderilmesi üzerine olaya el koymuştur. Askerî Savcılığın başvurucuların oğlu M.P.nin hastaneye kaldırılmasından on gün sonra olaya el koyması somut olayın koşulları bağlamında önemli bir eksikliktir. Çünkü başvurucuların oğlu M.P., olaydan hemen sonra bitkisel hayata girmemiştir. M.P., hastaneye bilinci açık bir şekilde gitmiştir. M.P.nin bilinci olaydan sonraki birkaç gün boyunca da açık kalmıştır. Askerî Savcılığın olaya derhâl ve bizzat müdahale etmemiş olması daha sonra bitkisel hayata girecek ve nihayetinde de yaşamını yitirecek olan M.P.nin ifadesinin bağımsız soruşturma organlarınca alınamamasına neden olmuştur.

134. Soruşturmadaki bu eksiklik, M.P.nin sağlık durumundan haberdar olan Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin ve hastane görevlilerinin olayı yetkili savcılığa bildirmemesinden kaynaklanmış olabileceği gibi olaydan haberdar edilen yetkili savcılığın olaya derhâl ve bizzat müdahale etmemesinden de kaynaklanmış olabilir. Ancak her iki durumda da kamu makamlarına isnat edilebilecek bir kusur söz konusu olduğundan devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamındaki sorumluluğu yönünden değişen bir şey olmayacaktır.

135. Etkili soruşturmanın en önemli unsurlarından bir diğeri soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerektiğidir. Somut olayda Askerî Savcılığın olaya derhâl ve bizzat el koymaması, olaya karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerin belli bir dönem olay yerinde oldukça etkin olmasına neden olmuştur.

136. Askerî Savcılığın olaya on gün sonra el koymasının olaya karıştığından şüphelenilen bazı kişilerin bu arada gizli anlaşmalar yapmasına, olayın fail ya da faillerinin ifadelerinin sıcağı sıcağına alınamamasına, olay yerinin olduğu gibi muhafaza edilememesine hatta olayda kullanıldığı ileri sürülen sopanın belli bir süre depo olarak adlandırılan yerde saklanmasına neden olduğu ayrıca belirtilmelidir.

137. Bu hususlar dikkate alındığında Askerî Savcılığın somut olayda resen, bizzat ve derhâl harekete geçmediği, bu sebeple olayın doğrudan mağdurunun ifadesinin alınamaması dâhil önemli bir kısım eksikliğin yaşandığı anlaşılmıştır.

138. Olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda herhangi bir kamera sisteminin bulunup bulunmadığı olaydan yaklaşık beş yıl geçtikten sonra araştırılmıştır. Yapılan bu araştırma neticesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda anılan dönemde bir kamera sisteminin olduğu anlaşılmış ancak olayın yaşandığı döneme ait herhangi bir kamera kaydına ulaşılamamıştır. Kamera kayıtlarının olayın aydınlatılmasında ve sorumlu kişilerin belirlenmesinde oynayabileceği rolün ne kadar önemli olduğu açıktır. Buna rağmen soruşturma aşamasının ilk başlarında bu hususla ilgili olarak herhangi bir araştırma yapılmamış ve varsa geriye dönük kamera kayıtlarının soruşturma dosyasına eklenmesi sağlanmamıştır.

139. Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere (bkz. § 129) soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir.

140. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesiyle olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlar, Askerî Ceza İnfaz Kurumunun yönetici kadrosundaki rütbeli askerler ile diğer bazı gardiyanlar hakkında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarından kamu davası açıldığı, Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin ise söz konusu olayda işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarının değil kasten öldürme suçunun oluştuğu sonucuna ulaştığı ve bu kapsamda H.G. adlı gardiyanın kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis cezası ile tecziye edilmesine, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine, olay esnasında giyinme odasına bulunan N.E. hakkındaki davanın ise bu kişinin yargılama aşamasında ölmesi nedeniyle düşürülmesine, olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin işkence suçundan beraatlerine karar verdiği görülmüştür. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı dövme olayları yönünden de çeşitli değerlendirmeler yaparak bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurduğu ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiği anlaşılmıştır.

141. Başvurucular, oğullarının ölümü ile ilgili olarak sadece H.G. adlı gardiyana kasten öldürme suçundan ceza verildiğini, oğullarına karşı yapılan hareketlerin münferit kasıtla gerçekleştirilen eylemler olarak nitelendirildiğini oysa oğullarının ölümüne neden olan olaydan sonra başlatılan ceza soruşturması kapsamında başka kimselerin de daha önceden Askerî Ceza İnfaz Kurumunda işkence gördüğünün anlaşıldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer görevlilerin bilgisi olmadan bu tarz olayların gerçekleştirilemeyeceğinin aşikâr olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek diğer sanıkların da korunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca davanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüşlerdir.

142. Bu durumda derece mahkemelerince verilen kararların soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olup olmadığının başvurucuların iddiaları kapsamında incelenmesi gerekir. Derece mahkemelerince verilen kararların özellikle işkence sonucu ölüm olayının meydana geldiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda daha sıkı bir denetime tabi tutulacağı muhakkaktır.

143. Bu incelemeye geçmeden önce Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, bu incelemenin derece mahkemelerinin olayın muhtemel sorumlusu ya da sorumlularının tespitine yarayabilecek delilleri gerekçeli kararında nesnel, tarafsız ve kapsamlı bir şekilde tartışıp tartışmadığı ile ilgili olduğu özellikle vurgulanmalıdır. Bu bağlamda ayrıca Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı ile ilgili başvurulardaki görevinin olaydan sorumlu olduğu değerlendirilen kişi ya da kişilerinin eyleminin hangi suçu oluşturduğunu belirlemek olmadığı tekrar ifade edilmelidir.

144. Somut olayda Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayına benzer olayların sıkça yaşandığına, bu tarz eylemlerin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda uzun bir süre devam ettiğine, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki tutuklu ve hükümlülere karşı gerçekleştirilen bu eylemlerin hemen hemen aynı olduğuna vurgu yapılarak M.P.nin ölüm olayında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarının oluştuğu kanaatine varıldığı belirtilmiş (bkz. §§ 35, 36) ise de Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianamede işaret edilen bu hususlarla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapmadan M.P.nin ölüm olayının ani gelişen bir kasıt sonucunda meydana geldiği sonucuna ulaşmıştır. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde belirtilen bu hususlardan şüphelenilmesi için önemli veriler bulunduğu hatta Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince, anılan dönemde yaşanan bazı dövme olaylarıyla ilgili olarak aralarında M.P.nin ölüm olayı esnasında giyinme odasında bulunan bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurulduğu ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmüştür. Dolayısıyla Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin iddianamede belirtilen bu hususlarla ilgili olarak oldukça kapsamlı bir değerlendirme yapması ve iddianamedeki bu hususlara niçin katılmadığını kararında makul bir şekilde açıklaması gerekir. Ancak somut olayda Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince bu bağlamda kapsamlı bir analiz yapılmadığı değerlendirilmiştir.

145. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine karar vermiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi bu kişilerin diğer sanık H.G.ye göre alt tertip oldukları, bu kişiler ile H.G. arasında hiyerarşik ilişki bulunduğu, bu kişilerin sanık H.G.yle birlikte eylem ve fikir birliği içinde, M.P.yi öldürme kastı ile hareket ettiklerine dair mahkûmiyetlerini gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin kabulüne göre H.G., M.P.yi önce copla dövmeye başlamış; akabinde giyinme odasındaki dolabın üzerinden düşen yaklaşık 1 metre boyunda, 10 cm çapındaki tahta bir sopayla dövmeye devam etmiştir. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların bir kısmı H.G.nin M.P.yi yaklaşık beş altı dakika dövdüğünü ifade etmiştir.

146. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların sorumluluğunu değerlendirirken bu kişiler ile H.G. arasındaki hiyerarşik ilişkiye vurgu yapmış ise de bir kişinin yaklaşık 1 metre uzunluğunda, 10 cm çapındaki tahta bir sopayla beş altı dakika boyunca dövülmesi gibi vahim bir olaya yeterince müdahale edilmemesinin sadece hiyerarşik ilişki ile açıklanamayacağı, kaldı ki olayın yaşandığı anda başgardiyan unvanının da H.G. adlı kişide olmadığı, somut olayın koşulları bağlamında giyinme odasındaki tüm gardiyanların eylemlerinin ve olaya tepkilerinin ne olduğunun ayrı ayrı değerlendirilerek bir sonuca ulaşılmasının oldukça önemli olduğu ancak somut olayda bu hususta kapsamlı bir değerlendirme yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

147. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümüne neden olan olay esnasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin de işkence suçundan beraatine karar vermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayına benzer olayların söz konusu dönemde sıkça yaşandığı, soruşturma dosyasındaki birçok verinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini gösterdiği, olayda kullanılan sopanın aramalarda görülmemiş olması imkânının bulunmadığı, subay ve astsubayların tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi konusunda emir verdikleri ve bu kişilerin gardiyanları suçun işlenmesinde araç olarak kullandıkları belirtilmiş ise de Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi gardiyanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerin mesai saatleri sonrasında yapıldığını, giyinme odasından Askerî Ceza İnfaz Kurumunun idari kısmına ses gitme imkânının olmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki tutuklu ve/veya hükümlüleri dövme şeklinde verilmiş bir talimatın söz konusu olmadığını, ayrıca ifadeleri alınan bir kısım tanığın Askerî Ceza İnfaz Kurumunu insani koşulların en iyi sağlandığı ceza infaz kurumlarından biri olarak nitelendirdiğini belirterek somut olayda bu kişilerin cezalandırılmalarını gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

148. Başvuru formu ve eklerine göre olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında ifadeleri alınan bazı gardiyanların gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu açıktır. Bu gardiyanlar, tutuklanmalarından önce askerî savcı önünde de gerçeğe aykırı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından alındığı belirtilen ifadelerin anılan tarihte alınmadığını ortaya koyan önemli veriler bulunmaktadır. Başvuru formu ve eklerine göre Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında düzenlenen bazı tutanaklardaki ve ifadelerdeki imzaların sahte olduğu da açıktır. Olay esnasında giyinme odasında bulunan bazı gardiyanlar derece mahkemeleri önünde, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca yürütülen tahkikat kapsamındaki ifadelerini idarenin yönlendirdiğini, idare istediği için o şekilde ifade verdiklerini belirtmişlerdir. Tüm bunlar dikkate alındığında Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki rütbeli askerlerin M.P.nin ölüm olayına karışıp karışmadıklarının, iddia edildiği gibi olaydan sonra gardiyanları koruma saikiyle hareket edip etmediklerinin derece mahkemelerince titiz bir şekilde araştırılması ve yapılan bu araştırma sonucunda elde edilen verilerin değerlendirmeye tabi tutulması gerektiği açıktır. Ancak Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında düzenlenen bazı tutanaklardaki ve ifadelerdeki imzaların niçin sahte çıktığı, 28/6/2005 tarihinde alındığı belirtilen ifadelerin gerçekten de anılan tarihte mi alındığı, ifadeler anılan tarihte alınmamışsa neden bu tarihin ifadelerin alındığı tarihi olarak gösterildiği hususlarında herhangi bir değerlendirme yapmadan kararını açıklamıştır. İddianamede Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini ispatlamak için kullanılan bu argümanların gerekçeli kararda karşılanmamış olması önemli bir eksikliktir.

149. Yukarıda da belirtildiği üzere başvuru formu ve eklerinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayından önce de benzer bazı dövme olaylarının yaşandığından şüphelenilmesi için önemli veriler bulunmaktadır. Nitekim Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, anılan dönemde yaşanan bazı dövme olaylarıyla ilgili olarak bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurmuş ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bazı gardiyanlar dövme emrini rütbeli askerlerin verdiğini ifade etmiştir. Bazı tutuklu ve hükümlüler de dövme olaylarından sonra yüzlerinde oluşan şişlikleri ve morlukları rütbeli askerlerin gördüğünü belirtmişlerdir. Tüm bunlara rağmen derece mahkemeleri, M.P.nin ölümünden önceki dövme olaylarından rütbeli askerlerin haberdar olup olmadığı konusu üzerinde yeterince durmamıştır. Keza derece mahkemeleri, M.P.nin ölümünün münferit bir ölüm olayı olarak görülerek diğer dövme olaylarından bağımsız bir şekilde ele alınmasının gerekçesini tatmin edici bir şekilde ortaya koyamamıştır.

150. Başvuru konusu olayın ayrıca yaşam hakkına ilişkin soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerektiği yönündeki ilke açısından değerlendirilmesi gerekir.

151. Somut olayda 27/6/2005 tarihinde meydana gelen olay hakkındaki soruşturmanın Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19/1/2015 tarihli kararıyla sona erdiği anlaşılmaktadır. Davanın konusunun başvurucular açısından önemi ve başvurucuların davanın uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate alındığında yaklaşık 9 yıl 7 aylık sürenin makul olduğu söylenemeyecektir. Bu sebeple başvuruya konu davanın daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratte yürütülmediği sonucuna varılmıştır.

152. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Askerî Savcılığın olaya resen ve derhâl el koymamasının delilerin toplanması ve muhafazası konusunda önemli bir kısım eksikliğin yaşanmasına sebep olduğu, soruşturma sonucunda elde edilen delillerin derece mahkemeleri kararlarında kapsamlı bir analize tabi tutulmadığı, olaya ilişkin soruşturmanın ve kovuşturmanın makul süratte yürütülmediği, söz konusu eksiklikler nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

153. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

154. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. §§ 95-97) işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

155. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

156. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirildiği kısımda da belirtildiği üzere başvurucuların oğlu M.P. tamamen devletin koruması altında iken makul bir açıklaması yapılamayan, korkutma ve sindirme amacıyla yapıldığı değerlendirilen oldukça yoğun bir fiziksel şiddete maruz kalmış ve bunun sonucunda yaşamını yitirmiştir. Yine yukarıda belirtildiği üzere olay hakkında etkili ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmemiştir. Somut olayın koşulları dikkate alındığında yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile işkence yasağının ihlal edildiği iddiasının iç içe geçtiği anlaşılmıştır. Bu sebeple somut olayda yukarıdaki gerekçelerle işkence yasağının da maddi ve usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

157. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

158. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

159. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan [GK] (B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

160. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

161. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre; Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

162. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hâllerde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan, mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).

163. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını ve 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 100.000 TL tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir.

164. Somut olayda, hem yaşam hakkının hem de işkence yasağının maddi ve usul yönlerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Mevcut başvuruda, yaşam hakkı ile işkence yasağının maddi yönlerine ilişkin ihlalin idarenin kusurundan; yaşam hakkı ile işkence yasağının usul yönlerine ilişkin ihlalin ise soruşturma ve kovuşturma makamlarının soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki bir kısım eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

165. Yaşam hakkı ile işkence yasağının usule ilişkin yönlerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

166. Yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara -talepleriyle bağlı kalınarak- net 50.000 TL manevi tazminatın müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

167. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

168. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. İşkence yasağının maddi yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. İşkence yasağının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

4. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müşterek olarak net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAHİN PARJANI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19219)

 

Karar Tarihi: 10/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 7/11/2019-30941

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Mahin PARJANI

 

 

2. Arda KHALEDI

 

 

3. Birivan KHALEDI

 

 

4. Ramezan KHALEDİ

 

 

5. Hossein KHALEDI

Vekili

:

Av. Mahmut KAÇAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Van'ın Türkiye-İran sınırına oldukça yakın bir yerinde olan Saray ilçesi Kapıköy köyünde 9/10/2013 günü saat 05.30 sıralarında S.K. adlı bir İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı sırtından vurularak öldürülmüştür. İlk başvurucu ölenin eşi, ikinci ve üçüncü başvurucu ölenin çocukları, dördüncü ve beşinci başvurucu ise sırasıyla ölenin babası ve kardeşidir.

9. Olay, bir grup arkadaşıyla sınırdan Türkiye'ye giriş yapan S.K. ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı 6. Hudut Alayı 2. Hudut Taburu 7. Hudut Bölüğü Komutanlığı askerlerinin karşı karşıya gelmesi üzerine S.K. ve arkadaşlarının anılan köye kaçması sonrasında yaşanmıştır.

10. Başvurucuların yakınının ölümü ile sonuçlanan olay Saray Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında resen bir soruşturma başlatmıştır.

11. Olay, Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) da bildirilmiştir. Bunun üzerine Askerî Savcılık olay hakkında resen ayrı bir ceza soruşturması başlatmış ve 9/10/2013 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazarak olay yeri incelemesinin yapılması, delillerin toplanması, ölü muayene ile otopsi işlemlerinin gerçekleştirilmesi, olayın görgü tanıkları ile tespit edilebildiği takdirde şüphelilerin ifadelerinin alınması talebinde bulunmuştur.

A. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci

12. Saray/Çaybağı Jandarma Karakol Komutanlığında görevli Astsubay A.B. tarafından imzalanan "Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Görüşme Tutanağı" başlıklı 9/10/2013 tarihli belgeye göre Kapıköy köyünde 9/10/2013 günü saat 05.30 sıralarında İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.K. adlı bir şahsın ölü olarak bulunduğu bilgisi Saray Cumhuriyet Başsavcılığı savcısına iletilmiştir.

13. Olaydan haberdar edilen Saray Cumhuriyet Başsavcılığı savcısı, Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibine anılan köye gitmesi talimatını vermiştir. Cumhuriyet savcısı da saat 09.00 sıralarında zabit kâtibi ve fotoğraf bilirkişisiyle birlikte olayın meydana geldiği köye gelmiştir.

14. Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine saat 07.00 sıralarında yola çıkan Olay Yeri İnceleme ekibi saat 07.50 sıralarında olayın yaşandığı köye varmıştır. Jandarma Kıdemli Başçavuş Z.S. ile Uzman Çavuş S.U.dan oluşan Olay Yeri İnceleme ekibi, Cumhuriyet savcısının köye gelmesi üzerine olay yeri incelemesine başlamış ve iki sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda, köye varıldığında Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince gerekli emniyet tedbirlerinin alındığının görüldüğü, Cumhuriyet savcısının olay yerine gelmesi üzerine ise gerekli incelemelere başlandığı ifade edilmiştir. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda; köy içinden geçen yolların birleşim noktası olan boş bir alanda üzeri iki battaniyeyle örtülü, sırt üstü yatar vaziyette bir erkek şahsın cesedinin olduğu, cesedin üzerinde bulunan montun göğüs bölgesinde ateşli silaha ait çıkış deliği olduğu değerlendirilen bir delik bulunduğu belirtilmiştir. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda; köy halkının beyanlarından ölen kişinin atlar ile kaçak mazot getiren bir kişi olduğunun anlaşıldığı, cesedin bulunduğu yerin on metre ilerisinde umumi tuvalet kapısına bağlı bir at olduğu ve bu atın köy halkının beyanlarından ölen kişiye ait olduğunun anlaşıldığı, atın üzerinde içinde mazot olduğu değerlendirilen jelikanların bulunduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Raporda ayrıca cesedin olduğu yerin güney ve güneybatı istikametindeki otluk alanda yapılan incelemelerde cesetten 120 metre uzaklıkta bulunan yoncalık tarlanın sınır hattında uzun namlulu silaha ait üç adet, bu alanın biraz daha ilerisinde ise altı adet mermi kovanının bulunduğu, bu gölgede suça konu başka bir iz ve delile rastlanmadığı, mermi kovanlarının bulunduğu yerden ölen kişinin olduğu yere doğru ateş edildiği değerlendirilerek bu hizadaki evlerin duvarlarının ve çatılarının incelendiği ancak bu incelemede herhangi bir mermi çekirdeği giriş deliğine ve çarpma izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. Son olarak olay yerinin ve tespit edilen delillerin fotoğraflarının çekildiği, cesedin bu incelemeden sonra Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda Saray Sağlık Ocağına (Sağlık Ocağı) götürüldüğü, olay yerinin tekrar incelenmesi neticesinde başkaca iz ve delile rastlanmaması nedeniyle saat 10.10 sıralarında olay yerindeki incelemelere son verildiği, daha sonra Sağlık Ocağına gidilerek ölen kişinin el svapları ile parmak izlerinin alındığı, ayrıca ölen kişinin elbiseleri ile üzerindeki cep telefonunun muhafaza altına alındığı belirtilmiştir.

15. Ölen kişinin el ve yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Laboratuvar görevlileri tarafından hazırlanan uzmanlık raporuna göre ölen kişinin el ve yüz bölgelerinden alınan svaplarda atış artığı tespit edilmemiştir. Olay yeri incelemesi sırasında muhafaza altındaki giysiler üzerinde yapılan atış artığı analizinde de atış artığına rastlanmamıştır. Raporda, mont üzerinde atış artığı tespit edilemediği için atış mesafesi hakkında herhangi bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

16. Olay yeri incelemesi sonrasında hazırlanan krokiye göre mermi kovanlarının bulunduğu yer ile cesedin olduğu yer arasında bir dere yatağı bulunmakta; bu dere yatağının bir kenarında köy evleri, diğer kenarında ise tarlalar yer almaktadır. Krokiye göre ceset evlerin olduğu tarafta (evlerin arasında, köyün orta yerinde), mermi kovanları ise tarlaların olduğu taraftadır. Krokiye göre mermi kovanlarının bulunduğu yer ile cesedin olduğu yer arasındaki bölgede yirmi beş metrelik bir mesafede at nalı izleri bulunmaktadır.

17. Olay yeri incelemesinden sonra Sağlık Ocağında ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemine kimlik tanığı sıfatıyla katılan başvurucu Hossein Khaledi buradaki beyanında özetle ölen kişinin kardeşi olduğunu ve aslen İranlı olduklarını ifade etmiştir. Hossein Khaledi ayrıca olayı kardeşi ile birlikte Türkiye'nin Kapıköy köyüne giden kişilerin haber verdiğini, kardeşinin Kapıköy köyünde bekleyen askerler tarafından vurulduğunu öğrendiğini belirtmiştir.

18. Ölü muayene işleminde başvurucuların yakınının sırtının sağ tarafında mermi çekirdeği giriş yarası, göğüs bölgesinde ise mermi çekirdeği çıkış yarası tespit edilmiştir. Bunun üzerine kişinin kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için klasik otopsi işleminin yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

19. Bu değerlendirme üzerine 9/10/2013 tarihinde Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen otopsi hakkında düzenlenen tutanakta diğer bazı hususların yanı sıra kişinin sırtından giren mermi çekirdeğinin önden arkaya, sağdan sola, hafif aşağıdan yukarıya seyirle göğüs bölgesinden vücudu terk ettiği, cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca toksikolojik analiz yapılması için kişiden kan ve idrar alındığı ifade edilmiştir.

20. Klasik otopsi işlemi neticesinde hazırlanan raporda; kişinin kanında ve idrarında sistematikte aranan uyutucu ve uyuşturucu maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kişinin kesin ölüm sebebinin ateşli silah yaralanmasına bağlı iç ve dış kanama olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir.

21. Başvuru formu ve eklerindeki bir tutanağa göre Cumhuriyet savcısı 9/10/2013 tarihinde Jandarma İç Güvenlik Tim Komutanı Astsubay B.Y.yi telefonla arayarak bu kişiye bazı talimatlar vermiştir. Bu tutanakta telefon görüşmesinin hangi saatte yapıldığına ilişkin bir kayıt mevcut değildir. Cumhuriyet savcısının talimatları şunlardır:

"(X) Kapıköy 7'inci Piyade Hudut Bölük Komutanlığında; 09.10.2013 günü 00.00 - 08.00 saatleri arasında dış görevde görevli bulunan personelin görevlendirme belgesinin, görevlendirme belgesindeki personelin görev esnasındaki kimlik ve silah tespitlerinin yapılması, görevli personelin silahlarının muhafaza altına alınması,

 (X) Tespiti yapılan silahların kişi başında zimmet senetlerinin aslının teslim alınması,

 (X) Tanzim edilen soruşturma dosyasının muhafaza altına alma tutanağı ile Saray Cumhuriyet Başsavcılığında 10.10.2013 günü hazır edilmesi, "

22. Cumhuriyet savcısının bu talimatı üzerine 9/10/2013 günü saat 16.00 sıralarında ilgili askerî personelce Kapıköy 7. Hudut Bölük Komutanlığına gidilerek talimatta belirtilen tarihte ve saatte dış görevde bulunan kişilerin ve bu kişilere ait silahların tespiti yapılmış, bu silahlar muhafaza altına alınmıştır.

23. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde köy halkından bazı kişilerin ifadesini almıştır. Bu kapsamda tanık olarak dinlenen H.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün saat sabah 05:00 civarında evimdeyken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Daha önceki tecrübelerden kendi kendime dedim ki muhtemelen yine kaçakçılık olayı oldu, askerler ateş açıyor. Sonrasında saat 05:30 gibi koyunlarımı otlatmak için dışarı çıkardığımda tahminen 50-60 tane askerin ve 3 tane askeri aracın köyümüzün yakınında olduğuna ve 4 veya 5 tane kaçakçıyı kovaladıklarına şahit oldum, kaçakçılardan her biri farklı bir tarafa kaçıyordu, bir tanesi de köye doğru kaçmaya çalışıyordu, tam köy meydanına varmadan köyün 10-15 metre uzaklığında bulunan suyu geçer geçmez vurulduğunu tahmin ediyorum tam net olarak orada vurulduğunu görmedim ancak öyle düşünüyorum çünkü suyu geçer geçmez silah sesi geldi ve atın üzerindeki kaçakçı sallanmaya başladı, sonrasında atı ile birlikte köyün meydanı olan alana doğru at ile birlikte ilerledi ve tam meydana geldiğinde atından aşağı düştü, ben de köyümüzde okul servisçiliği yapan [M.D.], [N.Ö], [N.Y.], [İ.P.] ile birlikte ne olduğunu öğrenmek için attan düşen şahsın yanına gittik, ağzından ve burnundan kan geldiğini görünce vurulduğunu anladık şahıs bir sefer gözünü açıp kapadıktan sonra orada can verdi, bu olayın hemen ardından orada bulunan askerler silahlardan atılan boş kovanları toplayarak geri çekildiler, olayların yaşanması sırasında askerlerin bir kısmı havaya ateş ediyordu, bir kısmı da kaçakçıya doğru ateş ediyorlardı bu ölen şahsa doğru da ateş eden vardı hangi askerin ateş ettiğini arada mesafe olduğu için görmem mümkün olmadı. Bu kaçakçı öldükten sonra biz askerlere bağırarak şahsı öldürdünüz gelin sahip çıkın hastaneye götürün şeklinde bağırdık buna rağmen askerler geri çekilerek gittiler. Köyümüzde bulunan [Z.P.] olaydan sonra gelip askerlerin komutanını arayarak İran'lı kaçakçı bir şahsı vurdunuz niye sahip çıkmadınız niye doktora götürmediniz adam öldü diyerek telefonu kapattı. Tahminime göre bu olaylar sırasında 100 el ateş edilmiştir, bu askerlerin bulunduğu grubun içinde bir kişi eşofmanlıydı elinde silah olup olmadığını fark edemedim o an, o arkadan geriden geliyordu, vurulan şahsın vurulduğu yer ile ateş açan askerlerin arasında tahminime göre 150-200 metre atış mesafesi vardı, bu kaçakçıların hepsi at üzerindeydi askerlere karşı hiçbir şekilde silah veya taş atarak karşılık vermemişlerdir zaten kaçmaya çalışıyorlardı..."

24. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, H.A.nın ifadesinde adı geçen M.D.yi tanık sıfatıyla 11/10/2013 tarihinde dinlemiştir. M.D.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün tahminen saat 06:00'ya doğru okul servisine çocukları bindiriyordum bu sırada tahminen 5 tane kaçakçının köyümüze doğru geldiğini gördüm yanlarında da tahminen 9-10 tane at vardı. Ben bu kaçakçıları görünce minibüsten aşağı indim o sırada da devamlı, silah sesleri geliyordu. Atlı grup içinde bulunan kaçakçılardan bir tanesi 'vay babam' diye bağırdı ve sonrasında kafa üstü attan yere düştü, ben de hemen yere düşen sahsın yanına gittiğimde sahıs benim elimi tutup çekti ve gözlerini bir defa açıp kapadıktan sonra öldü, bu sırada burnundan da bayağı bir kan geldi, tahminime göre attan düşmesinden dolayı kafası da kırılmıştı kafasından da kan geliyordu, attan düşer düşmez şahıs sağ kolu yere gelecek şekilde yere düşmüştü. Ben de şahsın yaşayıp yaşamadığını ve kurşunun nereye geldiğini anlamak için şahsın sırtına baktım, sırt kısmında mermi deliği olduğunu gördüm, yaşanan bu olaylar sırasında şahsın öldüğü yere yaklaşık olarak 200 metre uzaklıkta 40-50 civarında farklı yerlerde bulunan askerlerin ellerindeki silahlarla ateş ettiğini gördüm, ancak olayın heyecanıyla askerlerin havaya mı ateş ettiğini yoksa kaçan kaçakçılara mı ateş ettiğini göremedim. Bu askerler içerisinde sivil bir şahıs da vardı bu elbise tahminime göre eşofmandı yanlış hatırlamıyorsam alt tarafında giydiği eşofman siyah renkliydi ve üst tarafı ise mavi renkliydi, askerlerden bazıları yerde mevzi alarak ateş ediyorlardı bu askerlerden hiçbirini tanımıyorum. Yaklaşık olarak bu şahsın ölümünden 1 saat sonra ambulans geldi sahsın ölmüş oldugunu söylediler. Ambulans geldikten 30 dakika sonra ise jandarma gelerek olaya müdahale etti. Kaçakçı şahsın ölümünden sonra biz piyadelere bağırarak şahsı öldürdünüz gelin sahip çıkın alın doktora götürün diye arkalarından bağırdık ancak piyadeler geri çekildiler, bu olaylar sırasında 3 tane askeri araç görmüştüm, bu askeri araçlara binerek gittiler. Bu olayın ilk başında ölen şahsın yanında bulunan 4 tane kaçakçı da şahsın ölmesi üzerine olay yerinden kaçarak uzaklaştılar..."

25. H.A.nın ifadesinde adı geçen N.Y., N.Ö. ve İ.P.nin 10/10/2013-11/10/2013 tarihlerinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınmıştır. İfadeleri alınanbu kişiler de olayın gelişimini genel olarak H.A. ile M.D.nin anlattığı gibi ifade etmiştir.

26. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, askerî makamlara kişinin öldüğünü söyleyen Z.P. adlı köylünün ifadesini de almıştır. Z.P. ifadesinde özetle İranlı bir şahsın vurulduğunu öğrenmesi üzerine olay yerine gittiğini, kişinin köyün orta yerinde üzerine battaniye çekili şekilde yerde kanlar içinde yattığını gördüğünü, sonrasında Yüzbaşı M.M.G.yi arayarak "Sayın Komutanım hiç iyi bir şey yapmadınız, köyün içinde adam vurulur mu?" dediğini, Komutan'ın da "Biz vurmadık, köylüler vurmuş." diyerek telefonu kapattığını belirtmiştir.

27. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde Saray İlçe Polis Merkezi Amirliğine müzekkere yazarak olayda kullanılan silahlar ile bu silahlara ait mermi çekirdeklerinin ivedi bir şekilde araştırılması talebinde bulunmuştur. Bu müzekkere üzerine Van Emniyet Müdürlüğüne bağlı Olay Yeri İnceleme ekibi saat 11.25'te olayın yaşandığı köye gelmiş ve incelemelerine başlamıştır. Bu inceleme sonucunda hazırlanan 10/10/2013 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporu'nda, cesedin bulunduğu yerin etrafındaki sokaklar ile bu sokaklar üzerindeki evlerin duvarlarında ve avlularında metal arama dedektörleriyle mermi kovanı ve mermi çekirdeği aramalarının yapıldığı ancak bu aramalarda herhangi bir iz/bulgu tespit edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca cesedin bulunduğu yerin güneybatısında kalan yaklaşık 200x300 m mesafede de aynı şekilde arama yapıldığı ancak bir delil elde edilemediği ifade edilmiştir.

28. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde 6. Hudut Alayı 2. Hudut Tabur Komutanlığına (Tabur Komutanlığı) bir talimat yazarak aşağıdaki hususların araştırılmasını ve bu araştırmalar yapıldıktan sonra tanzim edilecek rapor ve tutanakların kendisine gönderilmesini istemiştir.

"1- Olayın meydana geldiği 7. Hudut Bölük K.lığında görevli tüm personelin açık ad ve kimlik bilgileri (Rütbeli, Erbaş ve Er),

2- Olay tarihinde 7. Hudut Bölüğünün envanterinde bulunan tüm silahların marka, model, çap ve seri numara bilgilerini,

3- Olayın meydana geldiği gün kaçakçılık olayına müdahele eden ekipte bulunan kişilerin;

a- Açık ad ve kimlik bilgileri,

b- Olaya müdahele ederken yanlarında bulunan silahların marka, modeli, çapı ve seri numaraları,

c- Yanlarında kaç adet mermi bulunduğu ve müdahele bittikten sonra kaç adet mermi ile karakola döndükleri."

29. Tabur Komutanlığı 10/10/2013 tarihli talimatla istenen bilgi ve belgeleri Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Sunulan bu bilgi ve belgelere göre olay günü dış göreve giden bazı askerler kendilerinin zimmetinde olan mermilerin bir kısmını kullanmıştır. Başvuru ekindeki bu belge tam olarak okunamadığından olay günü kullanılan mermi sayısı tam olarak tespit edilememiş ise de bu belgeden kullanılan mermilerin dokuzdan fazla olduğu anlaşılmaktadır. Tabur Komutanlığı, Saray Cumhuriyet Başsavcılığının (3) numaralı başlıkta istediği bilgiler ile ilgili olarak ise olay günü sadece dış göreve giden askerlerin bilgilerini Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Bu bilgiler arasında aşağıda açıklanacağı üzere olay günü gözetleme kulesinde bulunan ancak duyduğu silah sesleri üzerine gözetleme kulesinden inerek olaya müdahale eden askerlerin yanına giden Uzman Çavuş T.Ş. hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

30. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, olaydan sonra muhafaza altına alınan silahlar ile olay yeri incelemesinde bulunan dokuz adet boş mermi kovanını gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğine (Laboratuvar Amirliği) göndermiştir. Laboratuvar Amirliğinin 31/10/2013 tarihli uzmanlık raporunda; tetkik için gönderilen silahların ateş etmesine mâni mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, incelenmesi için gönderilen dokuz adet 7.62x39 mm çap ve tipindeki mermi kovanının HБ1375Л seri numaralı Kalaşnikof marka silahla atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Bu tespit üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığı HБ1375Л seri numaralı tüfeğin kimin zimmetinde olduğunu Tabur Komutanlığına sormuştur. Tabur Komutanlığı anılan tüfeğin Piyade Uzman Çavuş T.Ş.nin zimmetinde olduğunu Savcılığa bildirmiştir.

31. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden ekipte bulunan askerlerin isimlerinin kendisine bildirilmesi üzerine bu kişilerin ifadelerini almıştır.

32. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı bu kapsamda Bölük Komutanı Yüzbaşı M.M.G.nin 4/12/2013 tarihinde ifadesini almıştır. M.M.G. ifadesinde özetle İran'dan Türkiye'ye giriş yapmak isteyen bir kaçakçı grubun olduğunun ihbarı üzerine iki ayrı askerî unsuru farklı iki noktaya yerleştirdiğini ancak daha sonra kaçakçı grubun askerî unsurların arasından geçerek Kapıköy köyüne giriş yaptığını öğrendiğini, köyden Kalaşnikof marka silah seslerinin gelmesi üzerine görevlendirdiği askerî unsurların yanına gittiğini, askerî unsurların yanına vardığında 35-40 kişilik köylü ve kaçakçı grubun taş ve sopa ile askerlerin üzerine geldiğini gördüğünü, bunun üzerine askerî unsurların geriye çekilmesi yönünde talimat verdiğini belirtmiştir. M.M.G. bölük merkezine gelmelerinden on dakika sonra Z.P. adlı bir köylünün kendisini arayarak "Burada sen ne yaptın, burada bir ölü var, bu saatten sonra savcıyı sen ararsın." dediğini, kendisinin de "Ben kimseyi vurmadım." diyerek telefonu kapattığını ifade etmiştir. M.M.G., bölük merkezine geldikten sonra yapılan sayımlarda toplamda 73 el ateş edildiğinin anlaşıldığını, hangi askerin kaç defa ateş ettiğinin Savcılığa sundukları listeden de belli olduğunu belirtmiştir. M.M.G. ayrıca olay yerindeki boş mermi kovanlarının nerede olduğunu bilmediğini ancak gözetleme kulesindeki askerin olaydan sonra köylülerin olay yerinde bir şeyler topladığını söylediğini, köylülerin ne topladıklarını bilmediğini ifade etmiştir. M.M.G. son olarak askerî unsurlar arasında sivil bir kimse bulunmadığını belirtmiştir.

33. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçakçılara müdahale için yerleştirilen iki askerî unsurdan birinin başında bulunan Astsubay R.C.nin 27/11/2013 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. Astsubay R.C.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın yaşandığı tarihte bölük komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] beni telefon ile arayarak bir grup kaçakçının sınırı geçerek Türkiye'ye giriş yaptığını, bizim de harabe tepe diye bilinen bölgeye gitmemiz yönünde bize emir verdi, bu emir doğrultusunda P.Er [S.G.], P.Er [D.Y.], P.Er [A.K.], P.Onb. [M.U.] ve ayrıca takviye kuvvet olarak da Piyade Uzm Çvş [H.E.] bulunmaktaydı, burada pusuya yattık, belli bir süre sonra 3 şahıs ve 4 tane atın üzerimize doğru geldiğini görünce dur ihtarında bulundum ve üzerime zimmetli olan [S.] marka pompalı tüfek ile 3 el havaya uyarı ateşinde bulundum, kacakçı grubun havaya ateş etmem üzerine durmadıklarını görünce bu defa beylik tabancam [Y.] marka silah ile 4 el havaya doğru uyarı ateşinde bulundum. Daha sonra kaçakçı grup P.Ast [K.A.nın] bulunduğu kabe deresi yönüne doğru ilerlemeye başladı, oradan da müdahale gelince Kapıköy köyünün içine kaçtılar. Kaçakçı grubun köyün içine girmesinden sonra askerlerden hiçbiri ateş etmedi, köyün içine girme yetkimiz olmadığından olay yerinde bulunan unsurlar bölük merkezine gitmek ve geri çekilmek için bir araya toplandılar, bu sırada köyün içinden silah sesleri gelmeye başladı, tahminen 40-50 arası ateş edilmiştir. Bulunduğumuz nokta itibari ile köyün içini görme ihtimalimiz olmadığından kimin ateş ettiğini göremedim. Bölük merkezine gitmek için toparlandığımız sırada bir grup vatandaş taş ve sopalarla üzerimize yürüdü, bu sırada da bize hitaben 'bizim 5 yaşındaki koyuna çıkacak kardeşimizi vurdunuz' şeklinde ifadelerde bulunuldu. Bazı köylü vatandaşlar elimizden silahımızı almaya çalıştı, üzerimize doğru yürürken küfürler ediyorlardı, bütün unsurlar hızlı bir şekilde toparlanarak bölük merkezimize geri dönüş yaptık. Bu müdahale sırasında benim yanımda G-3 Piyade tüfeği de bulunmaktaydı ancak bunu hiçbir şekilde kullanmadım. Bu müdahale sırasında tüm asker unsurlarının 60-70 el civarı ateş ettiğini düşünüyorum, ateş eden diğer askerlerin hava karanlık olduğu için isimlerini bilemeyeceğim, söz konusu müdahale sırasında diğer askerlerde G-3 Piyade tüfeği bulunmaktaydı, bunun dışında kaleşnikof marka silah benim bulunduğum unsurda kimsede yoktu. Olay yerinden geri çekilirken kulede bulunan Uzm. Çvş. [T.Ş.] elindeki kaleşnikof marka silah ile havaya uyarı ateşinde bulundu. Olay yerinden aynlırken yerdeki boş kovanları bizim unsurlanmızdan veya diğer unsurdan hiçbir asker toplamamıştır, boş kovanların yerde neden bulunamadığını bilemiyorum, müdahale sırasında bulunan askeri grupta herkes resmi elbiseliydi, sivil hiçbir şahıs yoktu. Biz bölük merkezine döndükten belli bir süre sonra [Z.P.] isimli şahıs bölük komutanımızı cep telefonundan arayarak 'sen burada ne yaptın, burada bir ölü iki yaralı var, artık bu saatten sonra savcıyı da sen ararsın' dediğini biliyorum. Yoksa biz İranlı vatandaşın öldüğünü olay yerinde görmedik, bölük merkezine gidince komutanımızın söylemesi üzerine bilgimiz oldu. Bu müdahale sırasında toplam 25-30'a kadar asker bulunmaktaydı, söz konusu olayın olduğu tarihten bir hafta önce sınırdan kaçak yolla geçerek mazot kaçıranlara karşı büyük bir darbe sayılacak şekilde iki ton civarında kaçak mazot yakalaması yaptık, bundan dolayı da köylünün bize karşı antipatisi oluştu, bundan dolayı bizi yıpratmaya çalıştıkları ve bize yönelik komplo kurduklarını düşünüyorum. Bu olayda bizim askeri grubumuzda bulunan bütün askerlerden ben eminim, sürekli bu tip olay yaşanınca ne yapılması yönünde askerlere eğitim verilmekte, bundan dolayı da askerlerimiz havaya doğru ateş etmişlerdir. Ayrıca o bölgede oturan köylü vatandaşlar birinci derece askeri yasak bölge olan yerdeki telleri devamlı kesmekte bunlara zarar vermekte, bizde bundan dolayı köylüleri devamlı uyarmaktayız. Sürekli olarak bizi zor duruma düşürmek için köylü vatandaşlar tacizde bulunuyorlar. bölük Komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] müdahale sırasında orada değildi, köyden silah sesleri gelince bölük merkezinden gelerek bizi toplayıp geri çekilmemizi sağladı, onun da elinde silah vardı, yalnız ateş etmedi, bizleri alarak bölük merkezine götürdü. Ben kendimden emin olduğum için üzerime atılı Kasten Adam Öldürme iştirak suçunu kabul etmiyorum..."

34. Astsubay R.C.nin ifadesinde adı geçen P. Er S.G., P. Er D.Y., P. Er A.K., P. Onb. M.U. ve P. Uzm. Çvş. H.E. de olayın gelişimini genel olarak R.C.nin anlattığı gibi anlatmışlardır. Bu kişilerden M.U. yaşanan olayda uyarı amacıyla G-3 piyade tüfeğiyle havaya altı el, A.K. ise G-3 piyade tüfeğiyle havaya üç el ateş ettiğini ifade etmiştir.

35. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden ekipteki diğer askerî unsurun başında bulunan Astsubay K.A.nın 26/11/2013 tarihinde ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu tarihte kabe deresi mevkiinde kaçakçıların geldiğini duyunca pusu atmaya başladık bu sırada benim bulunduğum unsurda Er [E.P.], Er [H.S.], Er [N.T.] ve [A.A.] bulunmaktaydı, biz kaçakçıları beklerken kaçakçılar gelip Kapıköy Köyüne doğru gelip köyün içine girdiğini gördük, köyün içine girmek tehlikeli olduğu için köye kadar gidemedik, bundan dolayı bütün unsurlar tek bir noktada toplandılar geri dönmek için hazırlanmaya başladık, köyün içinde bulunan 40 kişilik bir grup bizimle dalga geçmeye, kaçakçıları yine yakalayamadınız, asker şöyledir böyledir şeklinde sözler ettiler. Sonrasında köyün içinden kalaşnikof olarak değerlendirdiğim silah sesleri gelmeye başladı, tahminen 30-40 civarı ateş edildi. Ateş edildikten sonra da köylüler üzerimize yürümeye başladı, askerin elinden silahını almaya ve kolundan tutup götürmeye çalıştılar. Köylülerin üzerimize yürümesi üzerine askerlerden bazıları havaya doğru korkutma amaçlı ateş etti, aynı zamanda köylüler aracımızı taşlamaya başladı bizde olay yerinden ayrılarak bölük merkezine gittik. Bu operasyon sırasında benim elimde G-3 Piyade tüfeği bulunmaktaydı hiçbir şekilde ateş etmedim. Askerlerden hiçkimse kaçakçılara doğru veya köyün içine doğru ateş etmedi, bu tip müdahalelerde tecrübeli olduğumuz için asker ne yapıp nasıl davranacağını iyi bilmektedir. Kaçakçılar tahminime göre iki üç kişilerdi, dört veya beş tane at vardı. Bu olaylara müdahale sırasında askerlerin hepsi resmi elbiseliydi sivil kimse yoktu. Kaç tane askeri personelin olay yerinde olduğunu şu an hatırlayamadım, en fazla 14-15 kişi vardı. İranlı şahsın öldüğünü bölük merkezine geldikten sonra bölük komutanımızın bize söylemesiyle öğrendik, ilk başta böyle bir şey olacağına inanmadık daha sonra olayın doğru olduğunu anladık. Son olarak şunu tekrardan ifade etmek istiyorum, yaşanan bu olaylar sırasında köyün içinden de silah sesleri geldi bu olayın üzerinde durulmasını istiyorum ölen İranlı şahıs köyün içinde vurulmuş kaçakçılar köyün içine girdikten sonra bizden hiç kimse kesinlikle havaya dahi ateş etmedi, köyün içine de asker girmediği için köyden ateş edenlerin asker dışında birilerinin olduğunu düşünüyorum. Olay yerinden ayrılırken bizden hiçkimse boş kovanları toplamadı olay yerinde neden boş kovanların bulunamadığını bilemeyeceğim, köyde bulunan çoban çocukların biz ayrıldıktan sonra toplama ihtimali bulunmaktadır. Üzerime atılı bulunan kasten adam öldürmeye iştirak etme suçlamasını kabul etmiyorum..."

36. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen P. Er E.P. 2/1/2014 tarihli ifadesinde özetle olay günü kaçakçıları gördüklerinde G-3 piyade tüfeği ile on iki on üç el havaya ateş ettiğini, köye giren kaçakçıların da köyden Kalaşnikof marka silahlarla ateş etmeye başladıklarını ancak kendilerinin karşılık vermediklerini, sadece yine havaya uyarı ateşi açtıklarını ifade etmiştir. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen P. Er A.A. 11/12/2013 tarihli ifadesinde özetle olay günü kaçakçıları gördüklerinde G-3 piyade tüfeği ile önce iki el, kaçakçıların köye girmesi ve Kalaşnikof marka silah sesleri üzerine daha sonra da iki el olmak üzere toplam dört el G-3 piyade tüfeği ile havaya ateş ettiğini ifade etmiştir. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen H.S. ile N.T. ise olayın gelişimini genel olarak K.A. gibi anlatmış ve olayda kendilerinin silah kullanmadıklarını belirtmişlerdir.

37. Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınan diğer askerler de olayın gelişimini genel olarak yukarıdaki askerlerin ifadelerine benzer şekilde anlatmışlardır. İfadeleri alınan askerlerden S.Ç., olaya müdahale eden askerlerin elinde G-3 piyade tüfeği bulunduğunu, sadece T.Ş. adlı uzman çavuşta Kalaşnikof adı verilen silahın olduğunu, köylülerin askerlere saldırması üzerine T.Ş.nin elindeki Kalaşnikof marka silahla havaya doğru uyarı ateşinde bulunduğunu ifade etmiştir.

38. Olay yerinde bulunan dokuz adet mermi kovanının silahından atıldığı tespit edilen Uzman Çavuş T.Ş.nin 25/11/2013 tarihli ifadesinin ilgili kısmı ise şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün 290 numaralı gözetleme kulesinde keşif gözetleme faaliyetleri çerçevesinde görev yapmaktaydım. Bu sırada Kapıköy Köyünden silah sesleri geldiğini duyunca benim bulunduğum kuleden köy tam olarak gözükmediği için ve unsurlarımızın da operasyonda olduğunu bildiğim için Kapıköy köyünü daha net görecek bir bölgeye gittim. Silah sesleri artmaya başlayınca bende olay yerinde bulunan unsurun yanına gittim, ben gittiğimde tahminen 20 kişilik unsurumuz vardı çekilmeye hazırlanıyorlardı, bu sırada da köyden bazı kişiler askerlerimize doğru taş atıyorlardı ve kardeşimizi öldürdünüz diyerek bağırıyorlardı. Bölük komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] unsurları araca bindirmek için uyarıyordu, aynı zamanda ben olay yerine gitmeden önce köyün içinden de silah sesleri geliyordu tahminime göre köyün içinden ateş edilen silah kaleşnikoftu, köyün içinde bizim unsurumuz olmadığından köylülerin ateş ettiğini düşünüyorum. Askerlerimiz araçlara binerken köylüler araçların yanına kadar gelerek askerlerimize taş atmaya başlayınca bende elimde bulunan üzerime zimmetli olan kaleşnikof marka silah ile 22 el havaya doğru uyarı ateşinde bulundum. Bunun üzerine köylüler taş atmayı bıraktı, unsurlar hızlı bir şekilde bölük merkezine geri döndü bende görev yaptığım gözetleme kulesine gittim. Ben olay yerine vardığımda zaten askerler geri çekilmeye başladığı için benim dışımda askerlerden kimsenin ateş ettiğini görmedim. Biz olay yerinden ayrılırken kesinlikle boş kovanları toplamadık. Ben kaçakçı unsurları görmediğim için kaç kişi olduğunu görmedim. Ben olay yerine gittiğim sıralarda [M.M.G.] yüzbaşı da araç ile olay yerine geldiğini gördüm, bildiğim kadarıyla bu operasyon sırasında [M.M.G.] yüzbaşı olay yerinde yoktu, söz konusu görevli askerlerin hepsi resmi elbiseliydi, bizden hiç kimse sivil kıyafetli değildi. Şahsın öldüğünü ben olay günü akşam bölük merkezine gidince öğrendim, bütün arkadaşlar üzgündü bu olayı konuşuyorlardı. Aynı zamanda bölük komutanımız [M.M.G.] yüzbaşı kendisini [Z.P.] isimli şahsın arayarak 'sen burada ne yaptın köyde 1 ölü 2 yaralı var' dediğini duydum. Bu operasyon sırasında rütbeliler dahil 20 üzerinde asker vardı, üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Maktülün köylüler tarafından vurulduğunu düşünüyorum..."

39. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 22/1/2014 tarihinde başvuruculardan Hossein Khaledi'nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Hossein Khaledi ifadesinde özetle ölen kişinin kendisinin öz kardeşi olduğunu, kardeşinin öldüğünü arkadaşlarından ve Kapıköy köyündeki köylülerden öğrendiğini, bunun üzerine Türkiye'ye gelerek kardeşinin cenazesini aldığını, kardeşini öldüren kişi ya da kişilerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucular ayrıca Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları dilekçelerle olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması talebinde bulunmuşlardır.

40. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2014 tarihinde, olaya tanık olduğunu iddia eden İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadesini almıştır. S.M.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Ölen şahıs benim üvey dayım olmaktadır. Olayın yaşandığı tarihte kaçakçılık yapma amacıyla İran'dan Türkiye'ye atlarla birlikte giriş yaptık. Maktul de benim yanımdaydı. Giriş yaptıktan sonra askerler bizi kovalamaya başladı kaçarak Kapıköy köyünün içine girdik. Askerler bizi kovalarken havaya doğru ateş ediyorlardı. Niyetleri bizi vurmak olsaydı, kesinlikle vururlardı. Ancak öyle bir niyetleri olmadığı için havaya doğru ateş ettiler, biz köyün içine girince askerler ateş etmeyi kestiler. Tahminen 15 dk boyunca ateş sesi gelmedi. Sonrasında tek el silah sesi duydum. Silah sesi gelmesinden tahminen 30 sn sonra maktül atın üzerinden yere düştü. Ben de bunun üzerine maktülün yanına giderek yaşayıp yaşamadığına baktım. Maktulden hiç bir ses çıkmıyordu. Köyde bulunan vatandaşlar maktülün etrafına toplanmaya başladılar. Son olarak şunu tekrar etmek istiyorum. Maktulü kesinlikle asker vurmamıştır. Vurmak isteseydi köyün içine gelmeden önce vurabilirdi. Ancak bize karşı hedef alarak ateş etmediler. Uyarı amaçlı havaya ateş açtılar. Maktulü vuranın kim olduğunu görmedim, bilmiyorum..."

41. Başvurucuların vekili bu ifadeyi öğrendikten sonra S.M. adlı kişi hakkında yalan tanıklıktan, bu şahsı Savcılığa getiren kişiler hakkında da sahte delil üretmekten suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucuların vekili Savcılığa sunduğu dilekçede özetle soruşturma dosyasında söz konusu şahsın ifadesine hangi bulgu ve ihtiyaca binaen başvurulduğuna ilişkin tek bir açıklama ve işlem gerekçesi bulunmadığını, bu kişinin temin edilmiş yalancı tanık olduğunun açık olduğunu, Savcılığa bu kişiyi getiren kişilerin asker olduğunu ancak soruşturma dosyasında bu şahsı kimin nasıl getirdiğine dair bir açıklama olmadığını, soruşturma dosyasında bu kişinin kimlik ve pasaport bilgilerinin de olmadığını belirtmiştir. Başvurucuların vekili şikâyet dilekçesinde ayrıca soruşturma dosyasında bu şahsın olay yerinde olduğuna ve maktul ile birlikte görüldüğüne ilişkin tek bir tanık beyanının dahi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucuların vekili, yaptıkları araştırmalar neticesinde söz konusu şahsın eşini öldüren ve bu sebeple İran'da cinayet suçundan aranan bir kişi olduğunu öğrendiklerini, İran İslam Cumhuriyeti makamları kişinin iadesini Türkiye'den talep etmiş ise de sığınmacılara ilişkin mevzuat uyarınca kişinin Türkiye'de olduğunu, bu kişinin kendisine vaat edilenler karşılığında bu şekilde bir ifade vermesinin kuvvetle muhtemel olduğunu ifade etmiştir.

42. Anılan şikâyet dilekçesi üzerine yalan tanıklık suçundan Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan bu soruşturma kapsamında öncelikle S.M. adlı İran vatandaşının Türkiye'ye ne zaman giriş yaptığı araştırılmıştır.

43. Bu araştırma kapsamında 30/1/2014 tarihinde Jandarma Başçavuş B.Y. ile Saray Cumhuriyet Savcısı O.S. arasında bir telefon görüşmesinin gerçekleştiği tespit edilmiştir. "Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Telefon Görüşme Tutanağı" başlıklı 30/1/2014 tarihli belgede; İran İslam Cumhuriyeti uyruklu bir erkek vatandaşın yasal olmayan yollarla Türkiye'ye giriş yaptığının ve bu sınır ihlali sırasında İran askerleri tarafından ateş açıldığının askerî makamlara ihbar edildiği, daha sonra ise İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri tarafından söz konusu şahsın S.M. adlı İran vatandaşı olduğunun ve bu kişinin av tüfeğiyle eşini öldürdüğünün Saray Kaymakamlığına bildirildiği ifade edilmiştir. Tutanakta; aynı gün Kapıköy köyünde İran uyruklu yabancı bir kişinin olduğunun tespit edildiği, bunun üzerine Saray Cumhuriyet Savcısı O.S. ile telefonla görüşüldüğü ve gerekli talimatların alındığı belirtilmiştir.

44. Saray Cumhuriyet Savcısı bu görüşme tutanağını imzalayan Jandarma Başçavuş B.Y.nin ifadesini almıştır. B.Y. ifadesinde özetle söz konusu şahsı yakalayıp Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda Van ili Yabancı Şube Müdürlüğüne götürdükleri sırada söz konusu şahsın sohbet esnasında daha önce Kapıköy köyündeki öldürme olayını Türk askerlerinin gerçekleştirmediğini, olay sırasında maktule beş metre mesafede olduğunu, kişiyi sivil bir vatandaşın vurduğunu gördüğünü ifade etmesi üzerine durumu hemen Cumhuriyet savcısına bildirdiğini, bunun üzerine Cumhuriyet savcısından aldığı talimat ile yoldan dönerek kişiyi Saray Cumhuriyet Başsavcılığına götürdüğünü ifade etmiştir. B.Y. ifadesinde bu olaya minibüs şoförü A.A. ile Adana İl Jandarma Komutanlığında görevli M.T.nin de şahit olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan minibüs şoförü A.A. ile M.T. de B.Y.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır.

45. Bu araştırmalar sonrasında Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelinin ölüm olayına ilişkin ifadesinin doğru olmadığına yönelik hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığı gerekçesiyle yalan tanıklık suçundan başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz Van 2. Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir.

46. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 3/2/2014 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı ile Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına müzekkere yazarak olay yerinde çekilen fotoğraflardaki mermi giriş çıkış deliklerine bakılarak kişinin hangi tür bir silahla vurulduğunun tespit edilmesi, kişinin G-3 piyade tüfeğiyle mi yoksa Kalaşnikof marka silahla mı vurulduğu hususlarının belirlenmesi talebinde bulunmuştur. Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı 19/2/2014 tarihli yazı ile söz konusu incelemenin laboratuvarları bu imkân ve kabiliyette olmadığından yapılamayacağını Savcılığa bildirmiştir. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı ise istenen hususlar hakkında rapor düzenleyecek birim bulunmadığından işlemsiz olarak dosyayı iade etmiştir. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı aynı taleple Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne de başvurmuştur. Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü ise fotoğraflar üzerinden böyle bir inceleme yapmanın mümkün olmadığı gerekçesiyle dosyayı işlemsiz olarak iade etmiştir.

47. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 31/12/2014 tarihinde olay hakkında soruşturma yapmaya yetkili mercinin Askerî Savcılık olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı Askerî Savcılığa göndermiştir.

B. Askerî Savcılık Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci

48. Yukarıda da belirtildiği üzere olaydan haberdar edilen Askerî Savcılık olay hakkında resen bir ceza soruşturması başlatmış ve 9/10/2013 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazarak olay yeri incelemesi yapılması, delillerin toplanması, ölü muayene ile otopsi işlemlerinin gerçekleştirilmesi, olayın görgü tanıkları ile tespit edilebildiği takdirde şüphelilerin ifadelerinin alınması talebinde bulunmuştur. Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bu işlemler gerçekleştirilmiş ve düzenlenen evrakın bir nüshası Askerî Savcılığa gönderilmiştir.

49. Olaya müdahale eden askerlerin bir kısmının ifadesi Askerî Savcılık tarafından da alınmıştır. İfadeleri alınan bu kişiler genel olarak Saray Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri ifadelere benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Bu kapsamda 24/3/2014 tarihinde askerî savcı tarafından ifadesi alınan Uzman Çavuş T.Ş. söz konusu suçu işlemediğini, tarafına tanınan susma hakkını kullanmak istediğini ifade etmiştir.

50. Askerî Savcılık elde ettiği verileri değerlendirerek 19/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; olayla ilgili olarak Saray Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da bir soruşturma yürütülmekte olduğunu, bu soruşturma kapsamında ifadesi alınan İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. adlı şahsın ölen kişiyi kesinlikle askerlerin vurmadığını, askerlerin sadece havaya uyarı amaçlı ateş ettiğini belirttiğini, tanığın bu beyanlarının kaçakçılık olayına müdahale eden askerler tarafından da doğrulandığını ifade etmiştir. Askerî Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ayrıca ölüme neden olan mermi çekirdeğinin askerlerin silahından çıktığına dair bir tespit yapılamadığını, soruşturma kapsamında alınan ifadelerden köyün içinden de silah seslerinin geldiğinin anlaşıldığını, başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silah sonucu ölmüş olabileceği kanaatine varıldığını, olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında da Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturmanın yürütülmekte olduğunu ifade etmiştir. Askerî Savcılık, soruşturma dosyasında söz konusu olayın askerler tarafından gerçekleştirildiğine dair yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

51. Başvurucular, anılan karara itiraz etmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde özetle olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmeden karar verildiğini, kararın temin edilmiş yalancı tanığın ifadesine dayandırıldığını, soruşturma dosyasındaki diğer tüm delillerin görmezden gelindiğini belirtmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde ayrıca köy halkının ifadelerinin Askerî Savcılık tarafından değerlendirilmediğini, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde son olarak olaydan sonra delillerin karartılmaya çalışıldığını, Askerî Savcılık tarafından kendi ifadelerinin dahi alınmadığını, olay gününe ait telsiz ve termal kamera görüntülerinin getirtilmesini talep etmelerine rağmen bu taleplerinin yerine getirilmediğini belirtmişlerdir.

52. İtirazı inceleyen Jandarma Genel Komutanlığı 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 23/12/2014 tarihli karar ile soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme soruşturma kapsamındaki bazı eksikliklere vurgu yapmış ve tespit edilen bu eksikliklerin tamamlanması için dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine, gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Askerî Mahkemece tamamlanması istenen eksiklikler şunlardır:

"1- [S.K] isimli kişinin cesedi üzerinde yapılan otopsi işlemine dair tutanağın dosyaya dahil edilmesi,

2- Atış mesafesinin belirlenmesi,

3- Mermi çekirdeğinin bulunup bulunmadığının araştırılması,

4- Şüpheli [T.Ş.nin] C. Savcısı tarafından tespit olunan ifadesinin ilk sayfası dışındaki sayfalarının temin edilmesi,

5- Saray C. Başsavcılığının 2013/298 esasında yürüttüğü soruşturmayla [ölüm olayı hakkındaki soruşturma] ilgili olarak, anılan Başsavcılıkça 01.04.2014 tarihinden itibaren yapılan işlemlere ilişkin belgelerin birer suretlerinin dosyaya dahil edilmesi,

6- Söz konusu ölüm olayı ile ilgili olarak C. Başsavcılığınca bir karar verilip verilmediğinin sorulması, karar verilmiş ise bir suretinin dosyaya dahil edilmesi,

7- Saray C. Başsavcılığı tarafından 2014/290 esasında yürütülen soruşturmadaki [yalan tanıklık yapma suçu hakkındaki soruşturma] belgelerin mevcut dosyayla bağlantılı olması dolayısıyla birer suretinin dosyaya dahil edilmesi,

8- Suçtan zarar görenler vekilinin dilekçesine atfen, olay günü 7. Hd. BL. K.lığının olay gününe ilişkin telsiz kayıtları ite termal kamera görüntülerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, varsa ilgili kayıtların dosyaya dahil edilmesi,

 (...)"

53. Askerî Savcılık, anılan karar üzerine tamamlanması istenen belgeleri temin etmiş; ayrıca olay gününe ait telsiz ve termal kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığını 6. Hudut Alay Komutanlığına sormuştur.6. Hudut Alay Komutanlığı 9/6/2015 tarihli yazı ile olaya ilişkin telsiz ve termal kamera kayıtlarının bulunmadığını Askerî Savcılığa bildirmiştir.

54. Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi üzerine yapılan araştırmaları da dikkate alarak 16/10/2015 tarihli karar ile itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Ölenin cesedi üzerinde yapılan otopsi ile kıyafetleri üzerinde yapılan kriminal incelemelerde atış mesafesinin tespit edilemediğini, keza ölüme neden olan mermi çekirdeğinin de bulunamadığını belirtmiştir. Askerî Mahkeme ayrıca köy halkı ile şüphelilerin ifadeleri arasında esaslı çelişkiler bulunduğunu ancak bu çelişkilerin giderilemediğini, S.M. adlı kişinin yalan tanıklık yaptığına ilişkin bir emarenin bulunmadığını ifade etmiştir. Askerî Mahkeme bu açıklamaları yaptıktan sonra somut olayda ölen kişinin askerî makamlarca öldürüldüğüne ilişkin olarak kamu davası açmaya yeter delil bulunmadığını, bu sebeple kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir.

55. Bu karar 10/11/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.

56. Başvurucular 8/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

57. Anayasa Mahkemesi 28/1/2019 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay hakkında -sivil kişiler yönünden- yürütülmekte olan bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuştur. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 22/2/2019 tarihli cevap yazısında olay hakkında 31/12/2014 tarihinde görevsizlik kararı verildiğini, bunun üzerine soruşturma dosyasının Askerî Savcılığa gönderilerek kapatıldığını belirtmiştir.

C. İdari Yargıdaki Tam Yargı Davası Süreci

58. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvurucuların anılan olay nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Van 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtıkları, 30/3/2016 tarihinde davanın esastan reddine karar verildiği, davanın Danıştay önünde derdest olduğu anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

59. İlgili hukuk için bkz. Aisha Fares (B. No: 2015/18701, 31/10/2018, §§ 40-58) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

60. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

61. Başvurucular, Türkiye'ye akrabalarını ziyarete giden yakınlarının askerler tarafından öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, yakınları Türkiye'ye yasa dışı yollarla girmiş ise de sınır hattındaki köylerde yaşayanlar arasında akrabalık ilişkilerinin bulunduğunun ve yürüme mesafesinde bulunan bu köylere gidiş gelişlerinin pasaport ve benzeri belgeler kullanılmadan yapılabildiğinin bilinen bir gerçek olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; silahsız olan yakınlarının öncesinde hiçbir uyarı atışı yapılmadan, sırtından vurularak yargısız infaza kurban gittiğini, olayın silah kullanmayı gerektirecek nitelikte olmadığını, yakınlarının öldürülmesinin orantısız ve yasaya aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. Başvurucular, silah kullanmaya ilişkin düzenlemenin işlenen suçun mahiyetini dikkate almadığını belirtmişlerdir.

62. Başvurucular olay hakkındaki soruşturma neticesinde eksik inceleme sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, soruşturma kapsamında elde edilen delillerin isabetsiz bir şekilde takdir edildiğini, soruşturma makamının kendini yargılama yapacak mahkeme yerine koyarak beraat hükmü niteliğinde karar verdiğini belirtmişlerdir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerçeği söylemeyen tanığın ifadesine dayandırıldığını, Askerî Savcılığın bir anda ortaya çıkan bu tanığın ifadelerinin doğruluğunu hiç sorgulamadığını ifade etmişlerdir. Askerî Savcılığın soruşturma dosyasında bulunan diğer tüm delilleri görmezden gelerek, sadece bu tanığın ifadesine dayanmak suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesinin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma yürütülmediğinin de kanıtı olduğunu iddia etmişlerdir. Köy halkının ifadelerinin Askerî Savcılık tarafından değerlendirilmediğini, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını ileri sürmüşlerdir. Köy içinden ateş edildiğine dair tek bir delil bulunmamasına rağmen Askerî Savcılık tarafından bu sonuca nasıl ulaşıldığını anlayamadıklarını belirtmişlerdir. Askerî Mahkemenin itiraz üzerine verdiği kararının da Savcılık kararının tekrarı mahiyetinde olduğunu ve gerekçe içermediğini ileri sürmüşlerdir. Soruşturma sonucunda verilen kararların Askerî Savcılık ile Askerî Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığını gösterdiğini, soruşturma sürecinde şüpheli askerlerin aktif bir rol oynamasının da bu düşünceyi desteklediğini iddia etmişlerdir. Olaydan sonra delillerin karartılmaya çalışıldığını, olaya müdahale eden kişiler ile bu kişiler üzerine zimmetli olan silahların askerî makamlar tarafından Savcılığa bildirildiğini ancak bu bildirim yazısında, olay yerinde bulunan mermi kovalarının atıldığı silah ile bu silahı kullanan kişinin isminin bulunmadığını belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca suça konu mermi çekirdekleri ile mermi kovanlarının askerler tarafından toplanarak delillerin karartılmaya çalışıldığını iddia etmişlerdir.

63. Başvurucular, bu iddialarla yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

64. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönü kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

65. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

66. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

67. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi boyutu yanında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin bir de usul boyutu bulunmaktadır.

68. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edildiği zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).

69. Bununla birlikte tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

70. Somut olayda Anayasa Mahkemesine sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturması dosyasında bulunan bilgi ve belgeler -yaşam hakkının usul boyutu incelenirken açıklanacağı üzere- yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte bilgi içermemektedir. Olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin olarak başvurucuların anlatımları ile soruşturma makamlarının kabulleri arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Aşağıda açıklanacak olan soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle bu anlatımlardan birinin her türlü makul şüphenin ötesinde diğerine tercih edilmesi de mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna hasredilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

72. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

73. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

74. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

75. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

76. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

77. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

78. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

79. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir(Doğan Demirhan, § 70).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. §§ 62-63) yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

81. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmesi ve ölüm olayının güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiğine dair iddiaların soruşturma makamlarınca karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirebilmesi için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

82. Somut olayda başvurucular, yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü iddia etmişlerdir. Olaya müdahale eden askerler ise başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silahla öldürülmüş olabileceğini zira olay anında köyün içinden silah seslerinin geldiğini, köye doğru kendilerinin ateş etmediklerini belirtmişlerdir. Olaya müdahale eden askerler ayrıca köyün içine hiçbir zaman girmediklerini ifade etmişlerdir. Soruşturma makamları yaptığı araştırmalar neticesinde olayın güvenlik güçlerince gerçekleştirildiğine ilişkin olarak kamu davası açmaya yeterli delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

83. Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere şüpheli bir ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulabilmesi için olaydan haberdar olan soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesi son derece önemlidir. Olay hakkında düzenlenen tutanakların bir kısmında olayın sabah saat 05.30 sıralarında meydana geldiği belirtilmiştir (bkz. § 12). Olayı öğrenen Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibinin saat 07.00 sıralarında yola çıkmasını ve 07.50'de olay yerine varmasını sağlamıştır (bkz. §§ 13, 14). Cumhuriyet savcısının kendisi de saat 09.00 sıralarında zabit kâtibi ve fotoğraf bilirkişisi ile birlikte olayın meydana geldiği köye varmıştır (bkz. § 13). Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibince hazırlanan raporda köye varıldığında Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince gerekli emniyet tedbirlerinin alındığının görüldüğü belirtildiğinden Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin de en geç saat 07.50'de olay yerine vardığı anlaşılmıştır (bkz. § 14). Bununla birlikte olay hakkında düzenlenen tutanaklarda, olayın Savcılığa ve Saray İlçe Jandarma ekiplerine saat kaçta bildirildiği ve Saray İlçe Jandarma ekiplerinin olay yerine saat kaçta vardığı hususlarında herhangi bir açıklama bulunmadığı görülmüştür. Düzenlenen tutanaklarda bu hususlar açıklanmamış olduğundan soruşturma makamlarının olaydan zamanında haberdar edilip edilmediği, zamanında haberdar edilmişlerse delillerin kaybolmaması için derhâl harekete geçip geçmedikleri sorularını cevaplamak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

84. Somut olayda özellikle 05.30 ile 07.00 saatleri arasında yaşananlarla ilgili olarak birçok gri alan bulunmaktadır. Bu durum olayın soruşturma makamlarına geç haber verilmesinden kaynaklanmış olabileceği gibi soruşturma makamlarının olaya geç müdahale etmesinden veya soruşturma makamlarının olay yerinde kapsamlı ve titiz bir olay yeri incelemesi yapmamasından da kaynaklanmış olabilir. Yukarıda da açıklandığı üzere soruşturma makamlarının olaydan zamanında haberdar edilip edilmediği, zamanında haberdar edilmişlerse delillerin kaybolmaması için derhâl harekete geçip geçmediği açık olmadığından aşağıda, özellikle olaya müdahale edilmesinden sonraki süreçte yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği titizlikte bir inceleme yapılıp yapılmadığı üzerinde durulacaktır.

85. Olay günü Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibince hazırlanan raporda cesedin bulunduğu yerin 120 metre ilerisindeki otluk alanda toplam uzun namlulu silaha ait dokuz adet mermi kovanının bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 14). Olay yeri incelemesi sonucunda dokuz adet boş mermi kovanı bulunmakla birlikte başvurucular olayda kullanılan mermi sayısının bundan çok fazla olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tanık olarak ifadeleri alınan köylülerin anlatımları da olayda kullanılan mermi sayısının dokuzdan oldukça fazla olduğunu, mermilerin sadece bir asker tarafından değil birden çok asker tarafından atıldığını desteklemektedir (bkz. §§ 23, 24). Nitekim şüphelilerden T.Ş., Savcılık tarafından alınan ifadesinde başvurucuların bu iddiasını destekler mahiyette, köylülerin askerlerin üzerine geldiğini görmesi üzerine Kalaşnikof marka silahla havaya doğru yirmi iki el uyarı ateşinde bulunduğunu belirtmiştir (bkz. § 38). Ayrıca ifadeleri alınan diğer bazı askerler de uyarı amaçlı olarak havaya ateş ettiklerini kabul etmişlerdir (bkz. §§ 35, 36). Askerî makamların bu husus ile ilgili olarak Savcılığa gönderdiği belgelerden de olayda kullanılan mermi sayısının olay yeri incelemesinde tespit edilenden fazla olduğu görülmüştür. Bu durumda olayın yaşandığı bölgedeki mermi kovanlarının bir kısmının bulunamadığı açıktır. Savcılık tarafından ifadeleri alınan askerlerden bir kısmı olay yerindeki boş mermi kovanlarının çocuklar ya da köylüler tarafından toplanmış olabileceğini ima etmiştir (bkz. §§ 32, 35). Savcılık tarafından ifadeleri alınan köylülerden bazıları ise boş mermi kovanlarının askerler tarafından toplandığını iddia etmiştir (bkz. § 23). Soruşturma makamları, askerler tarafından kullanılan silahlardan atılan mermi kovanlarının niçin bulunamadığı ve akıbetlerinin ne olduğu hususunda makul bir açıklama getirmemiş; askerler tarafından iddia edildiği gibi köyden ateş edilmesi gibi bir durumun bulunup bulunmadığı ihtimalini bu aşamada hiç değerlendirmemiş ve olay günü bu yönde herhangi bir araştırma içine girmemiştir.

86. Başvurucular, silahsız olan yakınlarının öncesinde hiçbir uyarı atışı yapılmadan, sırtından vurularak yargısız infaza kurban gittiğini iddia etmişlerdir. Köylülerden bazısı askerlerin bir kısmının havaya ateş ettiğini, bir kısmının ise doğrudan başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu gruba doğru ateş ettiğini belirtmiştir (bkz. § 23). Askerler ise havaya uyarı ateşinde bulunduklarını savunmuşlardır. Bu durumda askerlerin başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu gruba doğru ateş edip etmediğinin tespiti için bu hizadaki evlerin duvarlarında, çatılarında ve boş alanlarda aramalar yapılması başvurucuların ve köylülerden bazısının iddia ettiği gibi başvurucuların yakının da aralarında bulunduğu gruba doğru hedef alınarak ateş edilip edilmediğinin ortaya konulması bakımından son derece önemlidir. Aralamalarda bulunabilecek mermi çekirdeği ya da çekirdeklerinin laboratuvar ortamında incelenmesiyle bunların hangi silahtan ya da silahlardan atıldığının tespit edilmesi de olayın aydınlatılabilmesi ve olayın gelişiminin nasıl olduğunun anlaşılabilmesi bakımından oldukça önemlidir.

87. Özalp İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince hazırlanan Olay Yeri İnceleme Raporu'nda mermi kovanlarının bulunduğu yerden ölen kişinin olduğu yere doğru ateş edildiği değerlendirilerek bu hizadaki evlerin duvarları ile çatılarında araştırma yapıldığı ancak araştırma sonucunda herhangi bir mermi çekirdeği bulunamadığı ifade edilmiştir (bkz. § 14). Yapılan otopsi işlemi sonucunda hazırlanan raporda da ceset üzerinden mermi çekirdeği çıkmadığı belirtilmiştir (bkz. § 19). Otopsi işlemi sonucunda ceset üzerinden mermi çekirdeği çıkmaması üzerine Savcılığın talimatıyla olaydan bir gün sonra 10/10/2013 tarihinde metal arama dedektörleriyle mermi kovanı ve mermi çekirdeği aramaları yapılmış ancak yine bir delil elde edilememiştir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde olaydan sonraki gün gerçekleştirilen olay yeri incelemesinde metal arama dedektörlerinin kullanıldığı anlaşılmış ise de olay günü gerçekleştirilen olay yeri incelemesinde metal arama dedektörü kullanıldığına ilişkin bir bilgi ve belgenin mevcut olmadığı görülmüştür. Birden çok silahın defalarca ateşlendiği iddiasının ileri sürüldüğü bu olayda ilk gün metal arama dedektörleriyle arama yapılmaması, metal arama dedektörleriyle yapılan arama işleminin olaydan bir gün sonra gerçekleştirilmesi yaşam hakkının usul yükümlülüğünün gerektirdiği titizlikle bağdaşmaz niteliktedir.

88. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden askerlerin ifadelerini olaydan yaklaşık elli gün geçtikten sonra almaya başlamıştır (şüphelilerin ifadelerinin alındığı tarihler için bkz. §§ 32-38).

89. Başvuru formu ve eklerinde askerlerin ilk ifadelerinin alınması önünde herhangi bir engel bulunduğuna ilişkin bir veri olmadığı hâlde ifadelerin alınmasında bu denli bir gecikmenin yaşanması mağdurlarda ve genel olarak kamuoyunda soruşturmayı yürütmekle yetkili makamlar ile şüpheliler arasında soruşturmanın kapatılmasına yönelik gizli bir anlaşma yapıldığı izlenimi verebileceğinden soruşturma makamlarının bu konuda daha hassas davranması gerektiği açıktır.

90. Ölümün veya ölümcül yaralanmanın meydana geldiği olaylarda olayın failleri olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin alınmasında yaşanan bu tür gecikmeler, mağdurlarda ve genel olarak toplumda kolluk görevlilerinin eylemlerinden -adli makamlar dâhil olmak üzere- kimseye karşı sorumlu olmadıkları, bir otorite boşluğu içinde hareket ettikleri düşüncesinin oluşmasına da yol açabilmektedir.

91. Şüpheli olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin ivedilikle alınmamasının şüpheliler arasında gizli bir anlaşma riski ortaya çıkarabileceği de muhakkaktır.

92. Tüm bunlara rağmen olayın başlıca şüphelileri olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin olaydan yaklaşık elli gün geçtikten sonra alınmaya başlanmasının yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği zorunlu titizlikle kesinlikle bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.

93. Soruşturmanın ilk aşamasında yapılması gereken hususlarla ilgili olarak ayrıca olaya ilişkin telsiz ve kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığının araştırılmasına değinmek gerekir. Olay gününe ilişkin telsiz ve termal kamera görüntülerinin bulunup bulunmadığı bilgisi ancak soruşturmanın genişletilmesi kararından sonra yapılan araştırmalar neticesinde, olaydan 1 yıl 8 ay sonra 9/6/2015 tarihinde soruşturma dosyasına girmiştir. Askerî makamlar Savcılığa gönderdikleri yazıda olaya ilişkin telsiz ve termal kamera görüntülerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Askerî makamlar tarafından Savcılığa gönderilen yazıdan bu kayıtların hiç mi tutulmadığı yoksa belli bir vakit geçtikten sonra silinmesi nedeniyle mi olmadığı tam olarak anlaşılamamakla birlikte olayın aydınlatılabilmesine yarayacak bu kayıtlara ilişkin araştırmanın bu denli geç yapılması somut olayın koşulları bağlamında makul değildir.

94. Tüm bunlar dikkate alındığında soruşturma makamlarınca gerçekleştirilen ilk işlemlerin yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği titizlikte yapıldığının söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

95. Yukarıda Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir.

96. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde Askerî Savcılığın İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. adlı tanığın ölen kişiyi askerlerin vurmadığı yönündeki beyanı ile askerlerin köyün içinden de silah seslerinin geldiği yönündeki beyanlarına vurgu yaparak 19/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği görülmektedir.

97. Başvurucular; kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın temin edilmiş bir yalancı tanığın ifadesine dayandırıldığını, Askerî Savcılığın bir anda ortaya çıkan bu tanığın ifadelerinin doğruluğunu hiç sorgulamadığını, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını, Askerî Mahkemenin itiraz üzerine verdiği kararın da Savcılık kararının tekrarı mahiyetinde olduğunu ve gerekçe içermediğini belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca Askerî Savcılığın soruşturma dosyasında bulunan diğer tüm delilleri görmezden gelerek, sadece bu tanığın ifadesine dayanmak suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesinin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma yürütülmediğinin de kanıtı olduğunu iddia etmişlerdir.

98. Bu durumda soruşturma makamlarınca verilen kararların soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olup olmadığının başvurucuların iddiaları kapsamında incelenmesi gerekir. Soruşturma makamlarınca verilen kararların güç kullanımı sonucu ölüm olayının meydana geldiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda daha sıkı bir denetime tabi tutulacağı muhakkaktır.

99. Bu incelemeye geçmeden önce Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, bu incelemenin soruşturma makamlarının olayın muhtemel sorumlusu ya da sorumlularının tespitine yarayabilecek delilleri gerekçeli kararında nesnel, tarafsız ve kapsamlı bir şekilde tartışıp tartışmadığı ile ilgili olduğu özellikle vurgulanmalıdır.

100. Somut olayda Savcılık tarafından ifadeleri alınan köylüler, S.K.nın askerler tarafından vurulduğunu belirtmişlerdir. Soruşturma kapsamında ifadeleri alınan köylülerin bazısı, askerlerin dört veya beş kaçakçıyı kovaladığına şahit olduğunu, kaçakçılardan her birinin farklı bir tarafa kaçtığını belirtmiş iken bazısı ise beş kaçakçının köye doğru geldiğini gördüğünü, atlı grup içindeki kaçakçılardan birinin "Vay babam!" diye bağırdığını, sonrasında kafa üstü attan yere düştüğünü, bunun üzerine hemen şahsa müdahale ettiğini belirtmiştir (bkz. §§ 23-26). Olaya müdahale eden askerler ise ölüm olayının köyün içinden açılan ateş sonucunda meydana geldiğini iddia etmişlerdir. Askerler ifadelerinde genel olarak olay anında köyün içinden yaklaşık 40-50 el ateş edildiğini belirtmişlerdir (bkz. §§ 33, 35) Soruşturma kapsamında tanık olarak dinlenen İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. kişinin askerler tarafından vurulmadığını ifade etmiştir. Olaya tanık olduğunu iddia eden İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. başvurucuların yakını ile birlikte köye girmelerinden itibaren yaklaşık on beş dakika boyunca ateş sesi gelmediğini, sonrasında tek el silah sesi duyduğunu, silah sesinin gelmesinden tahminen otuz saniye sonra başvurucuların yakınının yere düşmesi üzerine kendisinin kişinin yanına giderek yaşayıp yaşamadığına baktığını, daha sonra ise köyde bulunan vatandaşların kişinin etrafına toplanmaya başladığını ifade etmiştir (bkz. § 40).

101. Olaya şahit olan köylülerin, askerlerin ve İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadeleri dikkate alındığında bu kişilerin anlatımlarında ciddi farklılıklar bulunduğu görülmektedir. Köylüler genel olarak kişinin askerler tarafından vurulduğunu belirtmiş ve köy içinden gelen herhangi bir silah sesinden bahsetmemişlerdir. Askerler ise genel olarak olay anında kendilerinin havaya ateş ettiğini, bu sırada köyün içinden de 40-50 el silah sesi geldiğini belirtmişlerdir. İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. ise kişinin askerler tarafından vurulmadığını ifade etmiş ancak olayın ayrıntılarını ne köylüler gibi ne de askerler gibi anlatmıştır. S.M. köye girmelerinden itibaren yaklaşık on beş dakika boyunca ateş sesi gelmediğini, sonrasında tek el silah sesi duyduğunu, silah sesinin gelmesinden tahminen otuz saniye sonra başvurucuların yakınının yere düştüğünü belirtmiştir.

102. Bu durumda soruşturma makamlarının İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadesinden sonra köylülerin ifadelerini tekrar almasının somut olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli olduğu açıktır. Soruşturma makamlarının olaya tanık olan köylülerin ifadelerini tekrar alarak bu kişilere vurulma anından sonra ölen kişinin yanında üçüncü bir şahsı görüp görmediklerini sorması, köylüler böyle bir üçüncü şahsı görmüşse bu şahsın S.M. adlı İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı olup olmadığını tespit etmesi ve bu kişileri yüzleştirmesi somut olayın aydınlatılması için atılması gereken son derece makul adımlardır. Ancak somut olayda soruşturma makamlarınca S.M. adlı İran İslam Cumhuriyeti vatandaşının ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyabilecek herhangi bir araştırma yapılmadan karar verildiği görülmektedir. Soruşturma makamları, hem köylülerin hem de askerlerin ifadeleri ile uyumlu olmayan S.M. adlı kişinin beyanlarının gerçekliğini sorgulamadan kararlar vermiştir.

103. Soruşturma makamlarının İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyabilecek makul araştırmaları yapmaması, S.M.nin sadece köylülerin değil asker kişilerin anlatımları ile de örtüşmeyen beyanlarına niçin itibar edildiğini kararlarında ilgili ve yeterli biçimde açıklamaması, köylülerin ifadelerini kararlarında yeterince tartışmadan S.M. ile şüpheli konumundaki askerlerin ifadelerine itibar etmesi soruşturma makamlarının bağımsız ve tarafsız hareket etmediği izlenimini uyandırabileceğinden soruşturma makamlarının bu konuda daha hassas olması gerektiği ayrıca vurgulanmalıdır.

104. Başvuru konusu olayda son olarak ölüm olayının olası sivil fail ya da failleri hakkında herhangi bir soruşturma işlemi yapılıp yapılmadığı hususuna değinmek gerekir. Askerî Savcılığın 19/11/2014 tarihli kararında; başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silah sonucu ölmüş olabileceği kanaatine varıldığı, olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında da Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturmanın yürütülmekte olduğu ifade edilmiştir. Askerî Savcılığın 19/11/2014 tarihli kararına yapılan itiraz, Askerî Mahkemenin 16/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bununla birlikte başvuru formu ve ekleri incelendiğinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığının Askerî Savcılığın kararından sonra 31/12/2014 tarihinde olay hakkında soruşturma yapmaya yetkili mercinin Askerî Savcılık olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verdiği ve dosyayı Askerî Savcılığa gönderdiği görülmektedir. Bu durum dikkate alındığında Askerî Savcılığın kararında -her ne kadar sivil şahıslar hakkında bir soruşturmanın yürütüldüğünden bahsedilmiş ise de- söz konusu soruşturma kapsamında görevsizlik kararı verildiği ve olayın olası sivil fail ya da failleri hakkında herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 28/1/2019 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay hakkında -sivil kişiler yönünden- hâlihazırda yürütülmekte olan bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuş, Saray Cumhuriyet Başsavcılığı ise görevsizlik kararından sonra soruşturma dosyasının Askerî Savcılığa gönderilerek kapatıldığını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bu durumda Askerî Savcılık tarafından olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütüldüğüne vurgu yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği hâlde olayın olası faili sivil kişi ya da kişiler hakkında dahi soruşturma işlemlerine devam edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucuların yakınının ölümüne neden olan olayın soruşturmasız bırakılmasının yaşam hakkının usul yönünün gereklerini karşılamadığı açıktır.

105. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde soruşturma makamlarının ilk işlemlerinin gerekli titizlikte yapılmadığı, soruşturma sonucunda elde edilen delillerin soruşturma makamlarınca kapsamlı bir analize tabi tutulmadığı, nihayetinde ise olayın tamamen soruşturmasız bırakıldığı, söz konusu eksiklikler nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

106. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

107. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

108. Başvurucular, her bir başvurucu için ayrı ayrı 100.000 TL olmak üzere toplam 500.000 TL manevi tazminat, ayrıca ilgililer hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuşlardır.

109. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

110. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

111. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

112. Mevcut başvuruda ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

113. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Ancak bundan, yeniden yapılacak soruşturma sonunda mutlaka kamu davası açması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Yürütülecek yeni soruşturma kapsamında toplanacak delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili Cumhuriyet başsavcılığına aittir.

114. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucuların uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 36.600 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL başvuru harcı ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendi uyarınca askerî mahkemeler kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince belirlenecek görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müşterek olarak net 36.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RABİA NUR YAZICI VE SELMA KOCAPİÇAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/9528)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 5/8/2020-31204

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mustafa ARI

Başvurucular

:

1. Rabia Nur YAZICI

 

 

2. Selma KOCAPİÇAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Hatice YAVUZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yaşanan sel felaketi sonucu meydana gelen ölüm olayları ile ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/5/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 3/7/2012 ile 4/7/2012 tarihlerinde Samsun genelinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle Canik ilçesi sınırları içinde bulunan Kuzey Yıldızı Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) konutlarının kapıcı dairesini su basmış ve dairede apartman görevlisi olarak kalan K.Y. ile oğulları M.Y. ve B.H.Y. hayatlarını kaybetmiştir.

9. K.Y. birinci başvurucunun babası, ikinci başvurucunun ise eski eşi iken M.Y. ile B.H.Y. ise birinci başvurucunun kardeşleri, ikinci başvurucunun da çocuklarıdır. Olay tarihinde K.Y. 39, M.Y. 14 ve B.H.Y. ise 9 yaşındadır.

10. İkinci başvurucu bireysel başvuruyu kendi adına asaleten, birinci başvurucu adına ise velayeten yapmıştır.

A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci

11. Yaşanan olay üzerine Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl soruşturma başlatmıştır.

12. Samsun Emniyet Müdürlüğü Irmak Polis Merkezi Amirliği tarafından 4/7/2012 günü saat 05.30 sıralarında Başsavcılığa Canik ilçesi Kuzey Yıldızı TOKİ B Blok bodrum katını su basması sonucu bir baba ve iki oğlunun hayatlarını kaybettiğinin bildirilmesi üzerine Başsavcılık; olay yerinde gerekli inceleme, tespit ve keşif işlemlerinin yapılarak ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işleminin gerçekleştirilmesi için cesetlerin Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Morguna kaldırılması talimatı vermiştir.

13. Başsavcılık tarafından düzenlenen 4/7/2012 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda; başvurucuların yakınlarının ölümlerinin suda boğulmaya bağlı olarak gerçekleştiği, kesin ölüm nedenleri tespit edildiğinden klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir.

14. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık resen 4/7/2012 tarihinde bir inşaat mühendisi, bir yüksek çevre mühendisi, bir yüksek jeoloji mühendisi ve bir mimardan oluşan bilirkişi heyeti oluşturmuş; bilirkişiler eşliğinde olay yerine intikal ederek fotoğraflama, inceleme ve tespit çalışmaları yapmıştır. Ardından sel sularının geldiği Yılanlıdere bölgesine geçerek bu bölgeyi ve Devlet Su İşleri (DSİ) 7. Bölge Müdürlüğü tarafından yaptırılan sel kapanını incelemiştir.

15. Bilirkişi heyetinin Başsavcılığa sunduğu 15/8/2012 tarihli raporda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Blokların kurulu olduğu alanın çevresinde taşkın gibi olayların önlenmesi ya da güvenlik amacıyla ihata duvarının yapılmamış olması projenin önemli bir eksikliğidir.

ii. Su baskını eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşmak suretiyle toplu konut sahasına ulaşmıştır.

iii. Bodrum katlarda bulunan konutlara iskân verilmesinde meri mevzuat açısından bir engel olmamasına rağmen pencere önünde bulunan alanda biriken suyun tahliyesi için kapalı sistem yerine açık sistem kullanılması gerekmektedir.

iv. 100 yıllık feyezan debisi 155 m³/sn olan akarsu yatağına 710 m³/sn debi su gelmesi nedeniyle ıslah çalışmaları ve sel kapanı yetersiz kalmıştır.

v. Çöp istasyonu, sel kapanı ile akışı düzenleyen suyu biriktirip üzerinden savaklaması sonucu çöplerin taşınmasına neden olmuş ve taşkının oluşmasında başrol oynamıştır.

vi. Maksimum feyezan debisi esas alınarak yapılmış olan dere ıslahı ve sel kapanı projeleri için yapılan hesaplama prensip ve tekniklerinde hata tespit edilememiştir. Buna karşın -gelen su miktarı ne olursa olsun- sel kapanında çökme, göçme ve bozulma olmaması gerekir.

vii. 500 yıllık feyezan debisi 217 m³/sn olan bu akarsuya akışın pik yaptığı anlarda 710 m³/sn debi suyu gelmesi nedeniyle bu miktardaki bir debinin taşkın kapsamında değil de afet kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

viii. Yılanlıdere üzerinde bulunan sel kapanı gövdesinde kaya dolgusu kullanılması gerekirken pasa malzemesi kullanılmış, kil dolgusu kret üst kotuna kadar olması gerekirken kotun 4-5 metre altında bırakılmış ve kret üzerindeki mevcut yol dolgusu nedeniyle dolu savağın önü kapanmıştır.

16. Başsavcılık, bilirkişi heyetinin verdiği rapor doğrultusunda sorumluları tespit ederek sorumlularla ilgili soruşturma yapabilmek amacıyla DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında Samsun Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talebinde bulunmuştur.

17. Samsun Valiliği tarafından yapılan ön inceleme neticesinde 21/12/2012 tarihli kararla görevi ihmal iddiasının sübuta ermediği gerekçesiyle DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

18. Anılan karara Başsavcılık itiraz etmiş, itirazı inceleyen Samsun Bölge İdare Mahkemesi tarafından itiraz kabul edilmiş ve bu şekilde soruşturma izni verilmemesine dair karar kaldırılmıştır. Bunun üzerine Başsavcılıkça tespit edilen yetkililerin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır.

19. DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri şüpheli sıfatıyla verdikleri ifadelerinde özetle sel kapanı yapımında herhangi bir eksikliğin bulunmadığını ve sel kapanı yapımının tüm teknik şartnameler ile istenen kriterlere uygun olduğunu, meteorolojinin 100 yıllık verileri dikkate alındığında 710 m³/sn debinin öngörülebilecek miktarda olmadığını ve yağışın doğal afet niteliğinde olduğunu, böyle bir olayda kendilerine atfedilecek herhangi bir kusurun bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.

20. Başsavcılık, bilirkişi raporundaki tespitlerden hareketle Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı ve Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ile Canik Belediye Başkanı ve Belediye yetkilileri hakkında İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünden 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talebinde bulunmuştur.

21. İçişleri Bakanlığı, görevlendirdiği muhakkikin düzenlediği ön inceleme raporuna dayanarak 15/11/2012 tarihli kararla soruşturma izni istenen on üç kişi hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiş olup anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...Kanun gereği derelerin ıslahı ile görevli Büyükşehir Belediyesince (9.3.2 Bölümde yer alan cevabi yazıdan da anlaşılacağı üzere) 5393 Sayılı Belediye Kanunu'nun 7/r maddesi gereğince dere ıslahı ile ilgili olarak son 5 yılda herhangi bir çalışmanın yapılmaması, dere çevresinde dere rejimine uygun imar mevzuatı ve uygulamaları için gerekli çalışmaları yapmayan, üstelik konutlara yapı ruhsatı ve kullanma izni verilmesinde esas alınan felaketten sonra değiştirilerek meri mevzuata uygun hale getirilmeye çalışılan, Müfettişliğince görevlendirilen bilirkişilerin hazırladığı Bilirkişi Raporunda Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'ne aykırı olduğu, belirtilen Büyükşehir İmar Yönetmeliği'ni yürürlükte tutan ve Başbakanlık 2006/27 sayılı 'Dere Yatakları ve Taşkınlar' Genelge'si 2. maddesi hilafına Yılanlıderenin kavşak yapılması amacıyla Mezbahane Köprüsünden itibaren mansaba doğru (130 m) lik bölümünün üzerinin kapatılması ile ilgili olarak Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y ile Fen İşleri Eski Daire Başkanı S.A., Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanı M.Y., Büyükşehir Belediyesi SASKİ Genel Müdürü C.Ö. ve Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U. haklarında 'soruşturma izni verilmesi'ne,

Dere yatağında düşük kotta yer alan ve selden büyük zarar gören kaçak yapıların Canik Belediyesince (Raporun 9.3.4 bölümünde yer alan yazısında Belediyenin de açıkça belirttiği gibi) zamanında yıkılmaması konusunda görevli ve sorumlu olan Canik Belediye Başkanı O.G. ile Canik Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü H.D. haklarında; 'soruşturma izni verilmesi'ne

TOKİ Konutlarının, kıyı kenar çizgisinde kalıp kalmadığı sorgulanmadan kot altında kalan çukur alanda biriken suların tahliyesi için gerekli tedbirleri almadan, böylesine riskli bir alanda inşa edilen ve bodrumdaki dairelerine iskan verilen konutlar için ihata duvarı yapılmadan inşa edilmiş olmasından sorumlu, bu binalara verilen yapı ve yapı kullanma izinlerinde imzaları bulunan Canik Belediye Başkan Yardımcıları S.İ. ile S.K., İmar ve Şehircilik Müdürü H.D., Proje Ruhsat Şefi N.D., İnşaat Teknikerleri K.V. ve İnşaat Teknikeri Ü.O. Haklarında 'soruşturma izni verilmesi'ne..."

22. Haklarında soruşturma izni verilmesine karar verilen kamu görevlileri anılan karara itiraz etmiş olup itirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 14/3/2013 tarihli kararıyla, ön inceleme raporunun yetersiz ve eksik incelemeye dayandığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmesine dair kararın kaldırılmasına ve belirtilen eksikleri gideren yeni bir ön inceleme raporu düzenlenerek yeniden karar tesis edilmesine karar vermiştir.

23. İçişleri Bakanlığı tarafından Danıştay Birinci Dairesinin 14/3/2013 tarihli kararında belirtilen eksikliklerin giderilmesi ve gerekli araştırmanın yeniden yapılması için görevlendirilen bir mülkiye başmüfettişi ve bir mülkiye müfettişince 24/2/2014 tarihli yeni bir ön inceleme raporu hazırlanmıştır. İçişleri Bakanlığı, söz konusu ön inceleme raporuna dayanarak 25/2/2014 tarihinde yeni bir karar tesis etmiş olup anılan kararın ilgili kısımlarında şu tespitler yer almaktadır:

i. Dere ıslahı, yatak temizliği, afetlere karşı planlama ve fiziki önlemler alınması Büyükşehir Belediyesi için yasal zorunluluk olmasına rağmen bu yükümlülükler yerine getirilmemiştir. Keza dere ıslahı seli önleyici şekilde yapılmamış, imar plan değişikliklerinde taşkın önleme sınırına riayet edilmemiştir.

ii. Yılanlıdere üzerinde bulunan vahşi çöp depolama sahası hafriyat döküm yeri olarak kullanılmış olup dere yatağına dökülen çöp ve hafriyat bu yığının arkasında suyun birikmesine ve bu malzeme ile birlikte suyun ani bir şekilde TOKİ konutlarının olduğu alana gelmesine neden olmuştur.

iii. Yılanlıdere ile aynı havzadaki diğer iki dere üzerinde sel kapanının bulunmaması felaketin artmasına neden olmuştur.

iv. Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından kavşak yapılması amacıyla Mezbahane Köprüsü'nden itibaren mansaba doğru 130 metrelik bölümün üzeri kapatılarak dere yatağı daraltılmıştır.

v. Dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Blokların kurulu olduğu alanın çevresinde taşkın ve güvenlik gibi olayların önlenmesi amacıyla ihata duvarı yapılmamıştır.

vi. Bodrum katta bulunan iki konuta iskân verilmesinde yürürlükteki mevzuat gereği herhangi bir engel bulunmamasına rağmen pencere önü ve çukur alanda taşkın sularını engelleyici tedbir alınamadan iskân verilmesi, sorumluluğu doğurur.

vii. Dere yatağında düşük kotta yer alan ve selden büyük zarar gören kaçak yapılar zamanında yıkılmamış ve Büyükşehir Belediyesi tarafından bu hususta gerekli denetim yükümlülüğü yerine getirilmemiştir.

viii. Yapılan tespit nedeniyle olayda sorumlulukları bulunan Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y., Samsun Büyükşehir Belediyesinde görevli eski Fen İşleri Daire Başkanı S.A., Fen İşleri Daire Başkanı M.Y., SASKİ Genel Müdürü C.Ö. ve İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U., Canik Belediye Başkanı O.G. ve Canik Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü H.D. hakkında soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir.

ix. TOKİ'ye verilen yetki ve imtiyazlar gözönüne alındığında can kayıplarının meydana geldiği dairelere iskân verilmesinden Canik Belediyesi sorumlu tutulamayacağından bu işlem nedeniyle Canik Belediye Başkanı O.G., Başkan Yardımcıları S.İ. ve S.K., İmar ve Şehircilik Müdürü H.D., Proje Ruhsat Şefi N.D. inşaat teknikerleri K.V. ve Ü.O. ile harita teknikeri O.A. hakkında ise soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

24. İçişleri Bakanlığının 25/2/2014 tarihli kararına Başsavcılık (soruşturma izni verilmeyenler yönünden) ve haklarında soruşturma izni verilen kamu görevlileri itiraz etmiştir.

25. İtirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 21/10/2014 tarihli kararıyla Başsavcılığın itirazını reddetmiş, buna karşın hakkında soruşturma izni verilen kamu görevlilerinin itirazlarını kabul ederek ilgili kişiler yönünden verilen soruşturma izni verilmesine dair kararın kaldırılmasına hükmetmiştir.

26. Danıştay Birinci Dairesinin 21/10/2014 tarihli kararının ilgili kısımları şu şekildedir:

"...3-4.7.2012 tarihinde meydana gelen yağışın beklenmeyen ve öngörülemeyen miktarda afet boyutunda olduğu ve asıl sorunun DSİ tarafından yapılan sel kapanı arkasında selin getirdiği rüsubatın birikerek kapanın vazife yapamaz duruma gelmesinden kaynaklandığı, bir süre sonra da sel kapanının yıkılarak biriken debisi yüksek suyun, önüne aldığı her şeyi sürükleyerek taşkına neden olduğu, dolayısıyla Büyükşehir Belediyesi görevlilerinin Yılanlıdere'deki sel afeti nedeniyle ölümlerin meydana gelmesinde sorumluluklarının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle Büyükşehir Belediyesinde görevli ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, itirazların kabulü ile İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 1 inci maddede belirtilen eylemden Y.Z.Y., S.A., M.Y., C.Ö ve Ö.U. için soruşturma izni verilmesine ilişkin kısmının kaldırılmasına,

Yılanlıdere yatağında düşük kotta yer alan ve selden zarar gören ruhsatsız yapıların yıkımını İlçe Belediyesi olarak gerçekleştirmemek, 5216 sayılı Kanunun 11 inci maddesine göre ruhsatsız yapıların yıktırılması ile ilgili Büyükşehir Belediyesi olarak denetim yükümlülüğünü yerine getirmeyerek sel afetinin artmasına ve birden fazla kişinin ölümüne neden olmak yolunda 2 nci maddede belirtilen eylemler ile ilgili olarak, Dairemizin 14.3.2013 tarih ve E:2013/248, K:2013/355 sayılı iade kararında belirtildiği halde, yetkili merci kararında genel ifade kullanılarak dere yatağındaki kaçak yapıları yıkmamak eylemi nedeniyle ilgililer hakkında soruşturma izni verilmiş ise de, dere yatağında olduğu belirtilen kaçak yapıların hangi yapılar olduğu somut olarak tespit edilmeden ilgililerin cezai yönden sorumlu tutulmaları mümkün değildir. Bu nedenle 2 nci maddeden ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, itirazların kabulü ile İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 2 nci maddede belirtilen eylemden Y.Z.Y., O.G. ve H.D. için soruşturma izni verilmesine ilişkin kısmının kaldırılmasına,

...

...aynı Kanunun 4 üncü maddesinde görev alanına giren alanlarda imar planı yapmak ve onaylamak yetkisinin TOKİ'ye ait olduğunun belirtildiği, dolayısıyla TOKİ tarafından onaylanan planlara uygun olarak Canik Belediyesi görevlilerinin TOKİ konutları için yapı ruhsatları ve yapı kullanma izin belgeleri düzenlemeleri nedeniyle isnat edilen eylemlerde sorumlulukları bulunmadığı, bu nedenle 3 üncü maddeden ilgililere isnat edilen eylemlerin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 3 üncü maddede belirtilen eylemlerden S.K., S.İ., N.D., K.V., Ü.O. ve O.A. için soruşturma izni verilmemesine ilişkin kısmına Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine..."

27. 4483 sayılı Kanun gereğince haklarında soruşturma izni verilmesi talep edilen on üç kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi üzerine Başsavcılık 18/12/2014 tarihinde 4483 sayılı Kanun'un 9. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince ilgililer yönünden soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar vermiştir.

28. Ayrıca Başsavcılık, haklarında soruşturma yürütülen ve şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınan DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile ilgili de şüphelilerin beklenen özeni göstermediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal ve kusur bulunmadığı gerekçesiyle 18/12/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair (takipsizlik) karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin yer aldığı ilgili kısım şu şekildedir:

"...Cumhuriyet Başsavcılığımızca söz konusu sel felaketi ile ilgili olarak olay tarihinde görevlendirilen bilirkişi heyetinin Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunmuş oldukları ayrıntılı raporun sonuç bölümünde maksimum fezeyan debisi esas alınarak yapılmış olunan dere ıslahı ve sel kapanı projeleri için yapılan hesaplama, prensip ve tekniklerinde herhangi bir hatanın tespit edilmediği, 500 yıllık fezeyan debisinin 214 m3/sn olan bu akarsuya akışın pik yaptığı alanlarda 710 m3/sn debi suyun gelmiş olması, bu miktarda bir debinin taşkın kapsamında değil doğal afet kapsamında ele alınmasının ve kabul edilmesinin uygun olduğu yönünde düşünce bildirildiği, Samsun 1.İdare Mahkemesinde açılan bir davada mahkemenin 15/07/2014 tarih ve 2013/1260 Esas sayılı kararı ile Meteoroloji Genel Müdürlüğünden, Samsun ilinde 03/07/2012 tarihindeki yağış ve bu yağışın doğal afet kapsamında nitelendirilip nitelendirilemeyeceği ile geçmiş yıllardaki yağışlar hakkında bilgi istenildiği, genel müdürlüğün 25/08/2014 tarih 38894 sayılı cevabında "Samsun Meteoroloji Bölge Müdürlüğümüz tarafından hazırlanan ve Genel Müdürlüğümüze ulaştırılan olağanüstü olay raporlarına göre 03/07/2012 tarihli kayıtlarda Samsun İli Canik İlçesinde meydana gelen şiddetli yağış ve sel hadisesi METEOROLOJİK AÇIDAN AFET OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR denilerek yağış toplamının temmuz ayı yağış normalinin (1970-2010) yaklaşık 5 katını ifade ettiğinin belirlendiği, bu nedenle 03/07/2012 tarihinde meydana gelen yağışın beklenmeyen ve öngörülemeyen miktarda afet boyutunda olduğu bu nedenle Yılanlıdere üzerinde sel kapanı inşaatı özel teknik şartnamesinde yapılması gereken ünitelerin teknik şartnamede istenen kriterlere uygun olduğu, dolayısıyla ileri sürülen görevi ihmal suçunun veya yukarıda açık kimlikleri yazılı bulunan şüphelilerden beklenen özeni gösterilmediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal veya kusurun söz konusu olmadığından..."

29. Başsavcılığın 18/12/2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına başvurucular tarafından yapılan itirazı inceleyen Samsun 2. Sulh Ceza Hâkimliği 12/4/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:

i. Sunulan itiraz dilekçesi ekinde soruşturmaya konu olayla ilgili farklı bilirkişi raporları bulunmasına rağmen (özellikle ceza soruşturması ve tam yargı davasında aldırılan raporlar) Başsavcılık, kararını soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporuna dayandırmış olup verilen karar toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporu ile uyumludur.

ii. Bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olması durumunda bilirkişi raporundan yararlanılarak karar verilmesinde isabetsizlik yoktur.

iii. DSİ yetkilileri ile haklarında soruşturma izni verilmeyen kamu görevlileriyle ilgili verilen işlemden kaldırma kararı teknik bir karar olup bu kişiler yönünden soruşturma dahi yapılmadığından Başsavcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

30. Anılan karar başvurucular vekiline 20/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular ise 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci

31. Başvurucular, idarenin hizmet kusurundan kaynaklı olarak yakınlarının hayatlarını kaybettiğini ileri sürerek Samsun Büyükşehir Belediyesi, Canik Belediyesi, Orman ve Su İşleri Müdürlüğü ve TOKİ aleyhine Samsun 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davası açmışlardır.

32. İdare Mahkemesi, meydana gelen olayla ilgili olarak ölenlerin yakınlarının ölüm olayı nedeniyle uğradıkları maddi zararın sorumluların kusurları oranında belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır.

33. 6/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda özetle;

i. Yılanlıdere üzerinde yapılan sel kapanının (vahşi çöp depolama alanında) projelendirme ve uygulama aşamasında boyutlandırma ve malzeme seçimi yanlış/eksiklikleri nedeniyle DSİ’nin %50 oranında kusurlu olduğu,

ii. İlçe sınırları içindeki inşaat ve yapı kullanma izin belgesi verilmesi konusunda Canik Belediyesinin sorumluluğunun bulunması nedeniyle Yılanlıdere'nin taşması sonucu oluşan zarardan %10 oranında kusurlu olduğu,

iii. 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu ve 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereğince kendisine yüklenen görevleri yeterince yerine getirmediğinden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığının %10 oranında kusurlu olduğu,

iv. Yılanlıdere cephesinde yaklaşım ve çekme mesafelerine uyulmaması (kıyı kenar çizgisi) kapıcı dairelerinin -taban döşeme üst seviyesi ile doğal zemin mesafesi, zemin kat döşeme kotu, kırmızı kot ve su basmanı ile yol seviyesi yönünden- standartlara uygun olarak yapılmaması, çevre duvarı yapılmaması ve bodrum kat havalandırmasının zeminin oyulmasıyla sağlanması sonucu bu alanlara biriken suların drenaj yetersizliğinden dolayı sel baskının olması nedeniyle TOKİ Başkanlığının %30 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.

34. İdare Mahkemesi bilirkişi raporundaki tespitleri yeterli görerek bilirkişi raporuna yapılan itirazları reddetmiş; DSİ, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Canik Belediye Başkanlığı ve TOKİ'nin ölüm olayının meydana gelmesinde hizmet kusurlarının bulunduğunu tespit etmiştir.

35. Ayrıca İdare Mahkemesi başvurucuların olay nedeniyle uğradıkları maddi zararın tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmış ve bilirkişi düzenlediği 13/7/2015 tarihli raporu İdare Mahkemesine sunmuştur.

36. İdare Mahkemesi 2/12/2015 tarihli kararıyla;

i. Olayla ilgili olarak birinci başvurucu için 15.431,13 TL, ikinci başvurucu için 113.885,94 TL maddi tazminat ödenmesine,

ii. Birinci başvurucu için 300.000 TL, ikinci başvurucu için ise 200.000 TL manevi tazminat ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir.

37. Anılan karar, davacılar ve davalılar tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesini yapan Danıştay Sekizinci Dairesi 3/4/2017 tarihli kararında; meydana gelen olay nedeniyle tazmini istenen zararın sadece doğal afetten kaynaklanmadığı, idarelerin kusurlu hizmetlerinden doğan birden çok faktörün bir araya gelmesi ile oluştuğu sonucuna varıldığını belirttikten sonra "Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığının davacıların yakınlarının hayatını kaybettiği konutun yapımı yanında aynı zamanda imar planlarıyla ilgili olarak yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da özellikle imar planlarıyla ilgili olarak yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ortaya konulması ve tespiti halinde davalı konumunda bulunmayan anılan idarelerin de hasım mevkine alınması suretiyle, belirtilen olaya ilişkin olarak Mahkemelerce yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemeleri sonrası hazırlanan bilirkişi raporları da gözetilerek, ilgili idarelerin kusur durumlarının birlikte değerlendirileceği yeni bir bilirkişi raporuyla bulunacak kusur oranları çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yukarıda anılan gerekçelerle tazminat isteminin yalnızca dava açılan idareler yönünden kısmen kabulüne kısmen reddine karar veren İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir..." şeklindeki gerekçeyle söz konusu İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.

38. Bu karara karşı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi Danıştay Sekizinci Dairesinin 15/4/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

39. Danıştay Sekizinci Dairesinin 3/4/2017 tarihli bozma kararından sonra İdare Mahkemesine gönderilen dosyanın 2019/773 Esas sırasına kaydı yapılmış olup dava dosyası derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

40. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.

 (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır.”

41. 5216 sayılı Kanun'un "Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili bentleri şöyledir:

"...

r) Su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak.

...

u) İl düzeyinde yapılan plânlara uygun olarak, doğal afetlerle ilgili plânlamaları ve diğer hazırlıkları büyükşehir ölçeğinde yapmak; gerektiğinde diğer afet bölgelerine araç, gereç ve malzeme desteği vermek; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek.

...

İlçe (...) belediyelerinin görev ve yetkileri şunlardır:

...

f) (Ek: 12/11/2012-6360/7 md.) Afet riski taşıyan veya can ve mal güvenliği açısından tehlike oluşturan binaları tahliye etmek ve yıkmak."

42. 5216 sayılı Kanun'un "Büyükşehir belediyesinin imar denetim yetkisi" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

“Büyükşehir belediyesi, ilçe (…) belediyelerinin imar uygulamalarını denetlemeye yetkilidir. Denetim yetkisi, konu ile ilgili her türlü bilgi ve belgeyi istemeyi, incelemeyi ve gerektiğinde bunların örneklerini almayı içerir. Bu amaçla istenecek her türlü bilgi ve belgeler en geç onbeş gün içinde verilir. İmar uygulamalarının denetiminde kamu kurum ve kuruluşlarından, üniversiteler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından yararlanılabilir.

Denetim sonucunda belirlenen eksiklik ve aykırılıkların giderilmesi için ilgili belediyeye üç ayı geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde eksiklik ve aykırılıklar giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi eksiklik ve aykırılıkları gidermeye yetkilidir.

Büyükşehir belediyesi tarafından belirlenen ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapılar, gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belediyeye bildirilir. Belirlenen imara aykırı uygulama, ilgili belediye tarafından üç ay içinde giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42 nci maddelerinde belirtilen yetkilerini kullanma hakkını haizdir. Ancak 3194 sayılı Kanunun 42 nci madde kapsamındaki konulardan dolayı iki kez ceza verilemez.”

43. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun ek 9. maddesi şöyledir:

"(Ek: 8/12/2004-5273/9 md.) Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılacak veya yaptırılacak yapılara, imar plânlarında o maksada tahsis edilmiş olmak, uygulama imar plânı ve mevzuata aykırı olmamak üzere mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyetin Başkanlık tarafından üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi kaydıyla başkaca belge istenmeksizin müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde avan projeye göre yapı ruhsatı verilir.

(Ek fıkra: 27/4/2006 – 5492/2 md.) Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılacak veya yaptırılacak her türlü alt yapı ve üst yapı inşaatlarıyla ilgili olarak, 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun ek 6 ncı maddesinde yer alan bina inşaat harcı ve 84 üncü maddesinin (1) ve (2) numaralı bentlerinde yer alan çeşitli harçlar, Kanundaki tarifesinde belirtilen en az tutarlar üzerinden alınır. Bu harçların dışında her ne ad altında olursa olsun hizmet karşılığı olsa dahi başkaca bir ücret veya bedel alınamaz. Belediyeler, bu yapılarla ilgili yapı kullanma izin belgesi müracaatları üzerine, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından geçici kabulün yapılmış olması kaydıyla başkaca belge aranmaksızın 15 gün içinde yapı kullanma izin belgesi vermek zorundadır. İstenen diğer belgeler Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından daha sonra tamamlanır."

44. 2560 sayılı Kanun'un "Su ve Kanalizasyon durum belgesi" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Yapı için belediyeden ruhsat isteyen gerçek ve tüzel kişiler, daha önce İSKİ'den su ve kanalizasyon durumu hakkında belge almak zorundadır. İSKİ o yerdeki su ve kanalizasyon şebekesine göre su ve kanalizasyon durum belgesi verir. Yapıların durum belgesi alınmadan veya tesisatın durum belgesine aykırı olarak yapılması hallerinde imar mevzuatının ruhsatsız yapılar hakkındaki hükümleri uygulanır.

İmar planlarının hazırlık safhasında altyapı tesisleriyle uyum yönünden İSKİ'nin de görüşünü almak şarttır."

45. 2560 sayılı Kanun'un ek 5. maddesi şöyledir:

"(5/6/1986 - 3305/3 md. ile gelen Ek 4 üncü madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.) Bu Kanun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanır."

46. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir."

47. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır."

48. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.

Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur."

49. 4483 sayılıKanun'un"İtiraz"kenarbaşlıklı9.maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir...

...verilen kararlar kesindir."

B. Uluslararası Hukuk

50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur."

51. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almaları için devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (L.C.B/Birleşik Krallık, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36).

52. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/ 2004, § 71).

53. AİHM'e göre doğal afetlerle ilgili olarak devlete yüklenebilecek pozitif yükümlülüklerin kapsamı her olayın kendi şartları içinde tehdidin kaynağına, riskin hafifletilmeye elverişlilik derecesine, doğal afetin meydana geleceğine işaret eden şartların bulunmasına, insan yerleşimine veya kullanımına açık bir yeri etkileyen felaketin tekrar edip etmediğine dayanılarak belirlenebilir (M. Özel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 14350/05..., 17/11/2015, § 171).

54. AİHM tehlikeli faaliyetlerin sebep olduğu kazalara karşı adli açıdan verilecek cevaplar hakkında ortaya konulan ilkelerin doğal afetler alanında da uygulanmaya elverişli olduğunu belirtmektedir. Önleyici pozitif tedbirleri alma yükümlülüğü sebebiyle devletin sorumluluğunun söz konusu olduğu olaylar neticesinde can kaybının yaşandığı durumlarda Sözleşme'nin 2. maddesinin gerektirdiği hukuk sistemi, soruşturmaların sonuçlarının bunu haklı kılması hâlinde ceza verilmesini sağlayacak nitelikte ve bazı etkinlik kriterlerini karşılayan resmî, bağımsız ve tarafsız bir soruşturma mekanizmasının varlığını gerektirmektedir (M. Özel ve diğerleri/Türkiye, § 189). Yani doğal afetlerde kamusal makamların yaşama yönelik riski ortadan kaldırmak için gerekli özeni gösterip göstermediğinin tespiti ve varsa ihmal gösteren sorumluların hesap vermelerini sağlayan etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmesi gereklidir (Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 20/3/2008, § 142).

55. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin 2.maddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03, 20/12/2011, § 209).

56. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri, § 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§ 69).

57. AİHM, bazı istisnai durumlarda yetkili makamların Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin cezai yargı yolu gerektirdiğine kanaat getirmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 93). Ancak yaşam hakkının kasıtlı bir şekilde ihlal edilmediği hâllerde ve ihmal boyutunun hatalı bir kararın ya da dikkatsizliğin ötesine geçtiği istisnai durumlar dışında Sözleşme’nin 2. maddesi, bu gibi yasal çözümleri gerektirmemektedir. Devlet, ilgili bireylerin her türlü sorumluluğunun tespitinin ve tazminat gibi uygun kanuni bir telafinin sağlanması yoluyla mağdurlara tek başına ya da bir ceza kanunu yolu ile bağlantılı olarak bir medeni kanun yolu sağlayarak da yükümlülüğünü yerine getirebilir (Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya (k.k.), B. No: 76973/01, 28/11/2006; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73).

58. AİHM Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya kararında; 1996 yılında İspanya Pirenelerindeki şiddetli yağmur sonucu Biescas beldesinde kurulan kamp alanında meydana gelen sel felaketinde 87 kişinin hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak Audiencia Nacional Mahkemesinin idarenin temel hakları koruyamadığı tespitini yaparak birinci başvurucu lehine hükmedilen tazminat miktarlarını makul bulup birinci başvurucunun Sözleşme'nin 34. maddesi bakımından mağdur olduğunu iddia edemeyeceğini belirtmiştir.

59. Bunun dışında burada AİHM'in doğal afetler ile ilgili iki önemli kararına da değinmek gerekir. Bu kararlardan ilki Budayeva ve diğerleri/Rusya kararı olup bu karara konu olay şöyledir: Rusya'nın Tyrnauz kasabasının da içinde bulunduğu bölgede 1937 yılından beri çamurlaşmalar ve toprak kaymaları meydana gelmektedir. 18/7/2000 günü saat 23.00 sıralarında meydana gelen kayma neticesinde kasabanın kimi bölgeleri su ve çamur baskınına maruz kalmıştır. 19/7/2000 günü sabah saatlerinde çamur seviyesinin düşmesi üzerine bazı kasaba sakinleri evlerine geri dönmüş ancak aynı gün öğle saatlerinde kasabada başka bir toprak kaymasının daha olması üzerine koruyucu set yıkılmış, nehir taşmış ve başvurucuların oturdukları bölge su ve çamur altında kalmıştır. Bu kaymalar, su taşkınları ve çamur baskınları 25/7/2000 tarihine kadar devam etmiştir. Olaylar neticesinde sekiz kişi hayatını kaybetmiştir. Başvurucular sel baskını (çamur seli) için gerekli koruyucu önlemlerin alınmadığını ve olayla ilgili etkili soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

60. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaları ilk olarak afet öncesinde gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı yönünden incelemiş; bölgenin iklimsel olarak sele yatkın bir yer olduğunu, somut olaydan önce de bölgede birçok kez sel gerçekleştiğini tespit ettikten sonra yetkililerin kasaba sakinlerinin yaşamını koruyucu risklere karşı yeterli önlemleri almadıklarına karar vermiştir. AİHM başvurucuların yakını Vladimir Budayev’in ölümüne ilişkin olarak da yapılan soruşturmanın Budayev’in ölüm şeklini tespitle sınırlı kaldığını, yetkililerin sorumluluklarının incelenmediğini belirtmiştir.

61. AİHM'in doğal afetler ile ilgili ikinci önemli kararı Kolyadenko ve diğerleri v. Rusya (B. No: 17423/05, 28/2/2012) kararıdır. Karara konu olayda başvurucular, Pionerskaya Nehri üzerine kurulu içme suyu barajı yakınındaki bir yerleşim yerinde (Vladivostok) ikamet etmektedir. 7/8/2001 tarihinde aralıksız devam eden sağanak yağış üzerine kritik eşiğe ulaşan su yüksekliğinin kontrol edilebilmesi amacıyla baraj yetkilileri tarafından suyun tahliye edilmesine karar verilmiş ancak tahliyelerle birlikte su taşkınları meydana gelmiş ve başvurucuların evleri sular altında kalmıştır. AİHM anılan olayda şiddetli yağmur hâlinde rezervuardaki suyun tahliyesinin acilen gerekli olabileceğinin ve bunun ise su baskınlarına neden olarak yaşamı tehlikeye sokabileceğinin yetkililer tarafından bilinmesi ve ona göre önlem alınması gerektiği sonucuna varmıştır. AİHM bu sonuca varırken idari makamların yerleşim yeri tespitinde yapılan hatalar ve imar mevzuatındaki eksiklere işaret eden bilirkişi raporundan da bahsetmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

62. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

63. Başvurucular; yakınlarının hayatlarını kaybetmelerine neden olan olayla ilgili olarak İdare Mahkemesi tarafından aldırılan bilirkişi raporunda DSİ, TOKİ, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Canik Belediyesine kusur atfedilmesine rağmen yürütülen ceza soruşturması sonucunda yeterli araştırma yapılmadan işlemden kaldırma ve takipsizlik kararı verildiğini, olay nedeniyle mağdur olmalarına rağmen ifadelerinin alınmadığını ve bu kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, ayrıca soruşturmanın yaklaşık dört yıl gibi uzun bir süre sonra sonuçlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kanun önünde eşitlik ve hukuk devleti ilkesi ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca başvurucular başvuruya konu ihlalin tespit edilerek her biri için 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Başvurucuların İddialarının Vasıflandırılması Yönünden

64. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, ... hakkına sahiptir."

65. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, yakınlarının hayatlarını kaybetmesine neden olan olayla ilgili olarak aldırılan bilirkişi raporlarındaki kusur tespitlerine rağmen yürütülen ceza soruşturması sonucunda işlemden kaldırma ve takipsizlik kararı verilmesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediği iddiasına dayanmaktadır. Bu sebeple başvurucuların diğer hak ve ilkeler ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialar Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

67. Başvurucular, yakınlarının ölümleriyle ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması neticesinde takipsizlik kararı verildiğini belirterek sorumluların cezasız kaldıkları gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, ölüm olayında kusurları olduğu iddia edilen idare aleyhine İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davası yönünden bir ihlal iddiası ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, bireysel başvuru formunda İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davasında aldırılan bilirkişi raporundan söz etmişler ancak İdare Mahkemesinin verdiği kararla ilgili bir bilgiye yer vermemişlerdir.

68. Başvuruya konu soruşturma sürecine ilişkin olarak başvurucular tarafından adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti ve etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürülen yukarıdaki iddiaların -doğrudan meydana gelen ölümlerin gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasına ve hukuki sorumluluğun belirlenmesine yönelik olması da dikkate alındığında- yaşam hakkının öngördüğü etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif yükümlülük çerçevesinde incelenebileceği değerlendirilmiştir.

69. Bu bakımdan somut olayda başvurucuların etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddialarının ölümlerin gerçekleşme koşullarının aydınlatılması, hukuki sorumluluğun belirlenmesi ve soruşturmanın sonuçlarının bunu haklı kılması hâlinde sorumluları cezasız bırakmayacak şekilde etkili yürütülüp yürütülmediği yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

3. Haklarında İşlemden Kaldırma Kararı Verilen Kamu Görevlileri Yönünden

70. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin belirli bir makamın iznine bağlanması, hukuk devletinde makul görülebilir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, § 106).

71. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 107).

72. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 108).

73. 4483 sayılı Kanun, kapsamında bulunan görevliler ve suçlar bakımından ceza soruşturması açılabilmesi için izin koşulunu kabul etmiştir. İzin süreci sonucunda soruşturma izni alınamaması durumunda ceza soruşturması başlamadığı için suç işlendiğine yönelik ihbar ve şikâyetler hakkında Cumhuriyet başsavcılığı inceleme/işlem yapılmasına yer olmadığı kararı verebilecektir. Ancak başsavcılığın aldığı bu karar 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172. ve 173. maddeleri kapsamında bir karar olmadığından bu karara yapılan itirazda itiraz merciinin incelemeye yer olmadığına karar vermesi gerekir (Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 28/5/2006 tarihli ve E.2006/4098, K.2006/13142 sayılı kararı). Bu kapsamda idarenin soruşturma izni verilmemesine yönelik kararına yapılan itirazın bölge idare mahkemesi veya Danıştay tarafından reddedilmesi hâlinde Cumhuriyet başsavcılığının vereceği karar, şikâyet veya ihbar ile başlayan sürecin bitirilmesine yönelik olup bölge idare mahkemesinin veya Danıştayın kararına aykırılık içeremeyecektir (Günnur Coşkun, B. No: 2012/836, 20/3/2014, § 23; Ayla Akat Ata [GK], B. No: 2014/221, 30/11/2017, § 22).

74. Somut olayda Danıştay Birinci Dairesinin 21/10/2014 tarihli kararı ile Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y., Samsun Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanları M.Y. ve S.A., İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U., SASKİ Genel Müdürü C.Ö., Canik Belediye Başkanı O.G., Canik Belediye Başkan Yardımcıları S.K. ve S.İ., Canik Belediyesi İmar Müdürü H.D., Canik Belediyesi Proje ve Ruhsat Şefi N.D., inşaat teknisyenleri K.V. ve Ü.O., harita teknikeri O.A. hakkında soruşturma izni verilmemesi hususu kesin olarak karara bağlanmıştır. Başsavcılığın verdiği 18/12/2014 tarihli işlemden kaldırma kararının Danıştay kararı üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvuru yolları 21/10/2014 tarihinde Danıştay Birinci Dairesinin kararı ile tüketilmiştir. Başvurucuların anılan nihai karardan en geç Başsavcılık tarafından verilen takipsizlik ve işlemden kaldırma kararına yapmış olduğu itiraz tarihi olan 4/9/2015 tarihinde haberdar olduğunun kabulü gerekmektedir.

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

76. Somut olayda nihai kararın öğrenildiği 4/9/2015 tarihinden itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.

4. Haklarında Takipsizlik Kararı Verilen Kamu Görevlileri Yönünden

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

78. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda birinci başvurucu, olayda hayatını kaybeden K.Y.nin kızı, M.Y. ve B.H.Y.nin kardeşi olup ikinci başvurucu ise K.Y.nin eski eşi, M.Y. ve B.H.Y.nin ise annesidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

79. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

80. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

81. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

82. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşam hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her durum için geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

83. Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

84. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde tedbirler alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

85. Bu noktada öncelikle devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, meydana gelen afet olaylarına ilişkin olarak kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunmasının, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmelidir.

86. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

87. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali gidermek, dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

88. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari, hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

89. Bu noktada ifade etmek gerekir ki tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

90. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

91. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük kesin olarak bir sonuç elde etmeyi değil uygun araçların kullanılmasını gerektirir. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

92. Bu çerçevede yaşam hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 75).

93. Kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunması noktasında tedbir almakla yükümlü olan kamu görevlilerinin yaşanan olaylarda bir ihmallerinin bulunup bulunmadığını tespit ederek olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi, devletin kişilerin hukukunun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterilmemesi ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi çok kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29). Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

94. Dolayısıyla soruşturma ve yargılamaların etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma ve yargılama makamlarının ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri, somut olayda başvurulan yolun türüne bağlı olmak üzere gerektiğinde resen toplaması ve bu konuda ileri sürülen delilleri dikkate alması gerekmektedir. Yargılamalarda ölüm olayının nedeninin veya bundan sorumlu olan kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili bir soruşturma ve yargılama yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce, soruşturma ve yargılama kapsamında elde edilen tanık ifadeleri ve bilirkişi raporları gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların tamamı dikkate alınarak ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması, soruşturma ve yargılama sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması da gerekmektedir (Turan ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73, Cemil Danışman, § 99).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

95. Somut olayda başvurucuların yakınları, Samsun genelinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle Canik ilçesi sınırları içinde bulunan Kuzey Yıldızı TOKİ konutları kapıcı dairesini su basması sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir. Başvurucular, bilirkişi raporlarına göre kusurları tespit edilen bir kısım kamu görevlisi hakkında takipsizlik kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

96. Bu nokta ilk olarak incelenmesi gereken husus, yaşam hakkı kapsamında devletin etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğünün somut olayda ceza soruşturması ile yerine getirilip getirilmediğidir.

97. Öncelikle devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, meydana gelen doğal afet olaylarına ilişkin olarak kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunmasının, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmelidir. Bu belirlemeden sonra her somut olayın özelliklerini kendi içinde değerlendirmekle birlikte esas olarak tehlikeli faaliyetlerin sebep olduğu ölüm olayları yönünden ortaya konulan ilkelerin doğal afetler alanında da uygulanmaya elverişli olduğuna işaret etmek gerekir. Dolayısıyla doğal afetlerde kamusal makamların yaşama yönelik riski ortadan kaldırmak için gerekli özeni gösterip göstermediklerinin tespitini ve varsa ihmal gösteren sorumluların hesap vermelerini sağlayan bir soruşturma yürütülmelidir. Yürütülen soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporları, soruşturmada elde edilen deliller ve tüm bunların nesnel ve tarafsız analizi gerçekleşen ölüm olayında önlem alması gereken kamu görevlilerinin kusurlarını açıkça ortaya koymasına rağmen bu kamu görevlileri hakkında cezasızlık sonucunu ortadan kaldıracak şekilde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi pozitif yükümlülük bağlamında ihlale neden olur.

98. Somut olayda dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Su baskını eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşarak toplu konut sahasına ulaşmıştır. Olayda DSİ 7. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan sel kapanı vazife yapamaz hâle gelmiş, ardından oluşan su baskınları neticesinde başvuruya konu olay yaşanmıştır. Yapılan çalışmalar kapsamında dere yatağının güzergâhının değiştirilmesi, yetkili makamlar tarafından dere ıslah çalışması ve su kapanı yapılması, sel kapanının niteliği ile olay tarihindeki yağış miktarı dikkate alındığında somut olayda yaşam hakkı kapsamında devletin etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğünün ceza soruşturması ile yerine getirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.

99. Bu noktada incelenmesi gereken ikinci husus, etkili yargısal sistem kurma yönündeki yükümlülük bağlamında ceza soruşturmasının somut olay özelinde etkili bir şekilde yürütülüp yürütülmediğidir.

100. Olaydan haberdar olan Başsavcılık derhâl soruşturmaya başlamış, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek şekilde delilleri tespit etmeye çalışmıştır. Bu kapsamda meydana gelen ölüm olayında sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin tespiti amacıyla da keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından Başsavcılığa sunulan 15/8/2012 tarihli raporda, dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen sahanın doldurulduğu ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edildiği, su baskınının eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşarak toplu konut sahasına ulaştığı belirtildikten sonra -gelen suyun miktarı ne olursa olsun- sel kapanında çökme, göçme ve bozulmanın olmaması gerektiği ifade edilmiştir. Raporda Yılanlıdere üzerinde bulunan sel kapanı gövdesinde kaya dolgusu olması gerekirken pasa malzemesi olduğu, kil dolgusu kret üst kotuna kadar olması gerekirken kotun 4-5 metre altında bırakıldığı ve kret üzerindeki mevcut yol dolgusu nedeniyle dolu savağın önünün kapandığına da işaret edilmiştir (bkz. § 15).

101. Anılan bilirkişi raporundaki tespitler dışında İçişleri Bakanlığının 25/2/2014 tarihli kararında; dere ıslahının seli önleyici şekilde yapılmadığı, imar plan değişikliklerinde taşkın önleme sınırına riayet edilmediği tespitleri yapılmış (bkz.§ 23) olup Danıştay Birinci Dairesi ise 21/10/2014 tarihli kararında olayın DSİ tarafından yapılan sel kapanının arkasında selin getirdiği rüsubatın birikerek kapanın vazife yapamaz duruma gelmesinden kaynaklandığına hükmetmiştir (bkz. § 26).

102. Ceza soruşturması kapsamında yapılan bu belirlemelerle birlikte görülen tam yargı davası sırasında İdare Mahkemesi tarafından aldırılan 6/4/2015 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmında da Yılanlıdere üzerinde yapılan sel kapanının (vahşi çöp depolama alanında) projelendirme ve uygulama aşamasında boyutlandırma ve malzeme seçimi yanlış/eksiklikleri nedeniyle DSİ’nin %50 oranında kusurunun olduğu belirtilmiştir (bkz. § 33).

103. Yukarıda değinilen bilirkişi raporlarındaki tespitler, idari ve yargısal merciler tarafından yapılan değerlendirmeler ve kamu makamlarının sorumluluklarını ortaya koyan verilere rağmen Başsavcılık tarafından DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında şüphelilerin beklenen özeni göstermediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal ve kusur bulunmadığı gerekçesiyle 18/12/2014 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir (bkz. § 28). Gerek ceza soruşturmasında gerekse de tam yargı davasında alınan bilirkişi raporlarındaki tespitler doğrultusunda -bilirkişi raporunda yapılan tespitlerin aksini ortaya koyan objektif ve bilimsel başka bir veri yok iken- Başsavcılığın vardığı bu sonucun ölüm olayının nedeninin ve sorumluların ortaya çıkarılmasına imkân verecek etkinlikte yürütüldüğü söylenemez. Keza yürütülen soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporları, soruşturmada elde edilen deliller ve tüm bunların nesnel ve tarafsız analizi gerçekleşen ölüm olayında önlem alması gereken kamu görevlilerinin kusurlarını açıkça ortaya koymasına rağmen bu kamu görevlileri hakkında cezasızlık sonucunu ortadan kaldıracak şekilde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi pozitif yükümlülük bağlamında ihlale neden olur.

104. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

105. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

106. Başvurucular, hak ihlali nedeniyle ayrı ayrı 100.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

107. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

108. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

109. Başvuruda, Başsavcılık tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi sonucu takipsizlik kararı verilmesi gerekçesiyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda ihlalin Başsavcılıkça verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

110. Bu durumda yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yeniden yapılacak soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

111. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

112. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Haklarında işlemden kaldırma kararı verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Haklarında takipsizlik verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Haklarında takipsizlik verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

1. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına (verilen karar 2012/14389 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,

2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

3. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

4. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

5. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Mahkememiz Birinci Bölüm çoğunluğu tarafından, haklarında işlemden kaldırma kararı verilen görevliler bakımından Danıştay kararının öğrenilme tarihi esas alınarak, başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmiştir. Bu karara aşağıda gerekçesi açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.

2. Mahkememiz heyetince 4483 sayılı Kanunun 9. maddesinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu öncesindeki olaylar bakımından uygulanmasına ilişkin önceki Yargıtay yorumundan hareketle, soruşturma izni verilmemesi durumunda C. Başsavcılığının sonraki aşamada aksi yönde bir karar veremeyeceği gerekçesiyle, 30 günlük başvuru süresi Danıştay kararının öğrenilmesinden başlatılmış ve sürenin geçtiği kabul edilmiştir. Fakat bu kabul, aşağıda değinileceği üzere devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında kanun koyucunun 5271 sayılı CMK hükümlerinde öngördüğü hukuk düzenini ve kanun yolunu gözardı etmek anlamına gelmektedir.

3. 4483 sayılı Kanunun 9. maddesinde, yetkili merciin soruşturma izni vermeme kararı üzerine yerine göre Danıştay veya bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceği ve itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu belirtilmektedir. Belirtelim ki, bu kural uyarınca söz konusu olan kesinlik, izin vermeme işlemiyle ilgili ve suçun 4483 sayılı Kanuna ve izne tabi bir suç olmasıyla sınırlıdır. İzne tabi olmayan bir suç hakkında izin süreci işletilerek soruşturma izninin verilmemesi kararıyla sonuçlandırılıp kesinleştirilmesi, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapma ve dava açmasına engel oluşturmamaktadır. Örneğin Yargıtay’ca, köy muhtarının seçim suçuyla ilgili olarak idari merci’in soruşturma izni vermeme kararı kesinleştiği halde, 298 sayılı Kanunun 138. maddesi uyarınca fiilin izne tabi olmaması nedeniyle savcılığın doğrudan dava açabileceği belirtilerek, iznin verilmemesine bağlı kovuşturma şartının yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir; Y.4.CD. 2.12.2008, 2007/5080 – 2008/21521. Ticaret sicil memuru sanıklar hakkında benzer bir örnek için bkz. Y.5.CD’nin 25.1.2017 tarihli ve 2016/6338 E. - 2016/6338 K. sayılı kararı. Bu nedenledir ki soruşturma izni verilmediği durumda dahi CMK hükümlerinde C. Savcısına bu konuda bir karar vermesi ve verilecek kararın da itiraz yoluyla denetlenmesi (m. 172-173) sistemi öngörülmüştür. Bu denetimi yapma yetkisi de ilgili C. başsavcılığı ve itiraz merciine aittir. Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi uyarınca AYM’nin anılan adli merciler önüne geçerek suçun veya şüphelinin izne tabi olup olmadığını denetleme yetkisi bulunmamaktadır. Başka deyişle açık ve bariz bir kanunsuzluk bulunmadığı takdirde AYM’nin anılan uygulamayı esas alması gerekmektedir.

4. Çoğunluk gerekçesinde belirtilen yorum, 5271 sayılı Kanun hükümleri ve uygulamasıyla çelişmektedir. Yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK döneminde aksini öngören bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle ‘memur soruşturması’ tümüyle 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca idari merciler üzerinden yürütülmekte ve bunun için C. Savcılığına şikayette bulunulması dahi gerekmemekte, soruşturma izni verilmediğinde de ‘soruşturmanın’ başlamamış olduğu değerlendirilerek, C. Savcısının ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı veremeyeceği ve yalnızca “incelemeye yer olmadığı’ kararı” verebileceği kabul edilmekteydi. Böylece anılan karara karşı kanun yoluna da gidilemiyordu. Buna karşın 5271 sayılı CMK’nın 158/4. maddesinde ilk kez yapılan düzenleme ile; “Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikayet gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.” hükmü yer almıştır. Bu yükümlülüğün yaptırımı TCK’nın “kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” başlıklı 279. maddesinde düzenlenmiştir. Bir suç ihbarını alan C. Savcısı, soruşturma izne tabi olsa dahi “ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespit” ettikten sonra yetkili merciden izin ister (4483/m.4/1). Böylece, izne tabi olsa dahi soruşturmayı başlatma, fiili niteleme ve yapılmasında zorunluluk bulunan acil soruşturma tedbirlerini aldıktan sonra yetkili idari merciden izin isteme (ve idari ön inceleme sürecini başlatma) yetkisi C. savcısına verilmiştir. İzin, soruşturma engeli ve kovuşturma şartı olduğundan, soruşturma izninin verilmemesi durumunda kovuşturmama kararı verilmesi gerekmektedir. Bununla paralel olarak CMK’nın 172/1. maddesinde ise “Cumhuriyet savcısı soruşturma evresi sonunda … kovuşturma olanağının bulunmaması hallerinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” hükmü düzenlenmiştir. Soruşturma izni verilmemesi, kovuşturma olanağını ortadan kaldırdığı için, işleme koymama kararı değil, anılan hüküm uyarınca C. Savcısınca kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekmektedir (bu konuda bkz. Mustafa Artuç, Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi ve Özel Soruşturma Usulleri, 4.B. Ankara 2016, s. 666).

5. Cumhuriyet savcısının kovuşturmama kararına karşı da CMK’nın 173. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde sulh ceza hakimliğine itiraz yolu bulunmaktadır. Dolayısıyla bu karar tebliği zorunlu kararlardandır. Şu halde mevcut yasal hükümlere göre, izni gerektiren bir suçta dahi soruşturma konusunda C. Savcısı baştan sona kadar yetkilidir. Soruşturma izni verilmese ve bu durum bölge idare mahkemesi kararı ile kesinleşse dahi, sonradan (idarenin ön inceleme dosyasındakiler de dahil) elde edilen delillere göre fiilin izni gerektirmeyen bir suç olduğu görüşünde ise soruşturmayı tamamlayıp kamu davası açması mümkündür. C. Savcısı, fiilin yine izne tabi bulunduğu görüşünde ise bu kez CMK’nın 172/1. maddesi gereği dava şartı olan izin koşulunun ve dolayısıyla kovuşturma olanağının bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermelidir. Fakat aksi görüşte olan mağdurun bu karara karşı itiraz yoluna başvurması mümkündür. Böylece kanun koyucu tarafından, kovuşturmama kararının itiraz mercii tarafından incelenerek C. savcısı kararının ve dolayısıyla ‘etkili soruşturma yükümlülüğüne’ riayetin denetlenmesi istenilmiştir. İtiraz üzerine konuyu inceleyen mahkeme, suçun izne tabi olup olmadığını denetleyecektir. Çünkü izin verilmemesi yönündeki kararın hukuken kesinliği, suçun gerçekten izne tabi olması durumunda geçerlidir. Bu denetimi yapma yetkisi de anılan mercilere verilmiştir. İsnat edilen suç izne tabi değilse, merci tarafından kovuşturmama kararı kaldırılarak soruşturmanın sürdürülmesi sağlanabilecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru süresi bakımından idare mahkemesi kararının kesinleşmesinin değil, kanunda öngörülen itiraz kanun yolunun dikkate alınması gerekir. Çünkü suç mağduru da anılan hükümler uyarınca merci kararı sürecinin tamamlanmasını öngörmektedir. Tersi yöndeki yorum ile iç hukukta tanınmış olan olağan yasa yolu gözardı edilmiş olacağı gibi, Kanunda etkili denetim amacıyla kurulmuş olan hukuk düzeni de bozulmuş olacaktır.

6. Nitekim çoğunluk gerekçesinde dayanak gösterilen önceki uygulamaya ilişkin 2006/13142 sayılı Yargıtay kararının aksine, kamu görevlisi hekimin taksirle ölüme neden olma fiili hakkında 4483 sayılı Kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesi ve itirazın da bölge idare mahkemesince reddi nedeniyle C. Başsavcılığınca “işlem yapılmasına yer olmadığı” kararı verilmesi üzerineYargıtay 4. Ceza Dairesinin 16.6.2010 tarihli ve 2010/12165 E. – 2010/11886 K. sayılı kararında; “yetkili idari makamca soruşturma izni verilmemesi durumunda soruşturma ve kovuşturma şartı niteliğindeki iznin bulunmaması dolayısıyla ve 5271 sayılı CYY’nın 172/1. maddesi gereği ‘kovuşturma olanağının bulunmaması’ nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin yasal zorunluluk olduğu…” değerlendirmeleri yapılmıştır. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4.11.2009 tarihli ve 2009-23011/18510 E/K sayılı; 20.5.2009 tarihli ve 2009-11694/9717 E/K sayılı ve 1.5.2007 tarihli ve 2007- 3609/4141 E/K sayılı kararlarında da aynı görüş açıklanmıştır. Böylece Yargıtay da 5271 sayılı CMK hükümlerinden sonra izin verilmese dahi C. Savcısının CMK sistemine uygun biçimde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi ve bu kararın da aynı Kanunun 173. maddesinde yazılı itiraz kanun yolu denetimine tabi kılınması gerektiği görüşündedir.

7. Bu konuda bir örnek vermek yararlı olabilir. Yargıtay kararına konu olan olayda trafik denetimi yapan polis memurlarının, motorsiklet sürücüsünü yaraladığı ve hakaret ettiği iddiaları ve şikayeti üzerine Silivri Kaymakamlığının soruşturmaya izin verilmemesi kararı itiraz edilmeden kesinleşmiş, Silivri C. Başsavcılığı da bu sebeple kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiş, Eyüp 3. Ağır Ceza Mahkemesi de soruşturma izni verilmediği gerekçesiyle yakınanın itirazını reddetmiştir. Adalet Bakanlığının Kanun yararına bozma isteği ile konuyu Eyüp 3. ACM kararı üzerinden inceleyen Yargıtay Dairesi, hakaret ve yaralama fiillerinin görev sırasında işlense dahi görev sebebiyle işlenemeyeceğini, bu nedenle 4483 sayılı Kanuna ve dolayısıyla soruşturma iznine tabi bulunmadığını belirterek, yakınanın itirazını kabul yerine reddeden anılan mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir; Y. 4.CD. 4.12.2007, 2007- 8658/10300. Yargıtay 5. Ceza Dairesi de bir kararında, 4483 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca ‘işleme konulmama’ kararı verilse dahi anılan kararın, ‘kovuşturmaya yer olmadığı kararı’nın hüküm ve sonuçlarını doğurması nedeniyle CMK’nın 172, 173. maddeleri kapsamında itiraz yasa yoluna tabi bulunacağını ifade etmiştir; 5.CD. 6.12.2016, 2016- 4910/9492 E/K.

8. Diğer bir hususa gelince, çoğunluk görüşünün CMK’daki itiraz yolunun bireysel başvuru bakımından etkili yol bulunmadığı gerekçesinden hareketle benimsendiği savunulabilir. Fakat Anayasanın 148/3. maddesinde başvuru için “olağan kanun yollarının tüketilmesi” şartı getirilmesi karşısında, AYM tarafından bu yönde bir veri bulunmadan ve başvuranın iradesine aykırı şekilde iç hukukta tanınan olağan bir kanun yolunun etkili bulunmadığı tespiti yapılamamalıdır. Örneğin Anayasa Mahkemesince, hukuk davalarında temyizden sonra geçerli olan karar düzeltme yolunun etkili olacağı düşüncesinde olan başvuranların anılan yola müracaat etmeleri durumunda 30 günlük başvuru süresi, karar düzeltme istemi sonunda verilecek kararın öğrenilmesinden itibaren başlatılmaktadır. Tersi durumda, yani başvuran karar düzeltme yolunu etkisiz gördüğü için bu yola gitmemiş ve temyiz yolu sonunda verilen nihai karara karşı bireysel başvuruda bulunmuşsa, başvuru süresi temyiz sonucunda verilen nihai kararın öğrenilmesinden başlatılmaktadır. Nitekim incelenen dosyada C. Başsavcılığının, aslında kovuşturmaya yer olmadığı kararı niteliğindeki ‘incelemeye yer olmadığı kararı’ hakkında başvuran, mahkemeye itirazda bulunmuş olup, merciin itirazı reddeden kararının tebliğ tarihine göre başvuru süresi geçmemiştir. Diğer yandan Mahkememizin süre başlangıcını öne alan yorumu, mevcut hukuk kurallarına göre C. Başsavcılığının veya itiraz mercinin kararının sonucunu bekleyen başvurucuları da yanıltıcı bir işlev görmektedir.

9. Ayrıca Mahkememiz Birinci Bölümünün daha önceki bir kararına konu (B. No: 2014/5310, 21.2.2018, par. 49-51) olayda otomobille şehirlerarası yolda seyahat eden başvurucunun polis memurlarınca şüphe ile durdurulup aranması vesilesiyle kanunsuz güç kullanıldığı iddiasını soruşturan savcılık tarafından önce idari merciden soruşturma izni istenmiş, izin verilmemesi nedeniyle başvuranın yaptığı itirazı da bölge idare mahkemesince reddedilmesine karşın, C. Savcısı bireysel başvurudan sonra iddiaya konu eylemin adli görev kapsamında olduğu ve izne bağlı bulunmadığı düşüncesiyle soruşturmayı tamamlayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Mahkememiz bu olayda; başvuranın sözü edilen kovuşturmama kararına itiraz etmemesi nedeniyle başvurusunun “başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar vermiştir. Başka bir anlatımla anılan kararda CMK’nın 173. maddesindeki itiraz yolunun ‘tüketilmesi gereken etkili yol’ olduğu kabul edilmiştir.

Açıklanan hukuki nedenlerle, söz konusu başvuranlar bakımından başvuru süresinin geçmediği ve esasının incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan, çoğunluğun süre aşımı nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine ilişkin görüşüne katılamamaktayım.

 

 

 

 

Başkan

Hasan Tahsin GÖKCAN

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATMA TURAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/7804)

 

Karar Tarihi: 10/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 11/9/2020-31241

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Fatma TURAN

Vekili

:

Av. Adem ÇALIŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, firari hükümlünün yakalanması için düzenlenen operasyon sırasında bir kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan olaya ilişkin tazminat taleplerinin reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar şöyledir:

8. Başvurucu, Kumru ilçesinde ikamet etmektedir. Başvurucunun eşi Ö.T. 15 yıl süreyle ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş ancak cezasının infazı için tutulduğu Ünye Ceza İnfaz Kurumundan 1/8/2003 tarihinde firar etmiştir. Başvuru dosyası ve eklerinde Ö.T.nin hangi suçtan hükümlü olduğu ile tehlikelilik durumuna ilişkin bir bilgi veya belge bulunmamaktadır.

9. Firardan sonra Kumru Cumhuriyet Başsavcılığınca Ö.T. hakkında yakalama emri çıkarılmış ve gereği için Kumru İlçe Jandarma Komutanlığına (İlçe Jandarma Komutanlığı) talimat verilmiştir. Yakalama çalışmaları, olay tarihine kadar devam etmiş ancak bir sonuç alınamamıştır.

10. İlçe Jandarma Komutanlığının talebi üzerine Kumru Cumhuriyet Başsavcılığınca Ö.T.nin yakalanması için başvurucunun Ağcaalantürk köyündeki evi ve müştemilatında 31/3/2006 tarihinde arama yapılmasına karar verilmiştir.

11. Aramadan önce yetkililerce başvurucunun evinin ve çevresinin kontrol altında tutulması amacıyla bir jandarma uzman çavuş idaresinde altı erden oluşan bir ekip görevlendirilmiştir. Yetkililerce yapılan yakalama operasyonu planlamasına göre anılan ekip, söz konusu evin ve müştemilatının çevresinde gözetleme yapacak ancak bir girişimde bulunması durumunda hükümlünün kaçmasını engelleyecektir. Ev ve eklentilerinde yapılacak arama sırasında hükümlünün bulunması hâlinde yakalama işlemini başka bir jandarma ekibi gerçekleştirecektir.

12. Öncü jandarma ekibi, planlandığı gibi gece vakti evin çevresinde konuşlanmış ve günün ağarmasıyla olay yerine gelecek olan arama yakalama ekibini beklemeye başlamıştır. Bu sırada evin bahçesinde bulunan ve başvurucuya ait olan köpeğin havlaması üzerine evden dışarıya doğru ışık tutulmuştur. Başvurucunun olay tarihinde 16 yaşında olan oğlu E.T., evdeki av tüfeğini alarak dışarı çıkmıştır. E.T. bahçeye çıktıktan sonra ekipte görevli jandarma eri H.Ö. tarafından piyade tüfeğiyle vurularak öldürülmüştür. Başvuru dosyasında firari hükümlünün yakalandığına ilişkin bir bilgiye ise rastlanmamıştır.

13. E.T.nin bahçeye çıkmasından sonraki gelişmeler hakkında tarafların beyanları farklılaşmaktadır. Başvurucu; peşinden gittiği oğlunun köpeğin havlaması üzerine yakına yabani bir hayvanın gelmiş olabileceği zannıyla evden aldığı av tüfeğiyle havaya bir kez ateş ettiğini, ardından bahçe tarafından eve doğru ateş açılmasıyla birlikte yere düştüğünü, yanına gidip yardım etmeye çalışırken ilk atışın geldiği yerden farklı bir noktada bulunan bir askerin kendisine doğru üç kez ateş ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu; oğlunun sadece bir kez havaya ateş ettiğini, yaralandıktan sonra da tüfeğinin bir kez daha kendiliğinden ateş aldığını ileri sürmüştür.

14. Olayın faili jandarma er H.Ö., olaya ilişkin yürütülen ceza soruşturması ve kovuşturması aşamalarında; kendisinin hemen sağında er Ö.K., onun sağında ise er A.T. olacak şekilde evin yakınında ve bahçe tellerinin ardında mevzilendiklerini, Komutan S.A. ile diğer erlerin ise evin aşağısında konuşlandıklarını, bu şekilde günün ağarmasını beklemeye başlamalarından kısa bir süre sonra kendilerini görüp havlamaya başlayan bahçedeki köpeği yiyecek vererek sakinleştirmeye çabaladıklarını ancak başaramadıklarını söylemiştir. H.Ö. ifadesinin devamında ölenin evden çıkarak tüfeğiyle önce havaya ateş ettiğini, ardından el feneriyle kendisine doğru geldiğini, aralarındaki mesafe azalınca bu kez bulunduğu tarafa doğru bir el ateş ettiğini, kendisini olduğu yerde durması için uyardığını ve bu maksatla havaya ateş açtığını ancak ölenin el fenerini kendisine doğru tutmaya devam edip yerini kesin olarak tespit etmesi ve yeniden ateş etmek için tüfeğinin mekanizmasını harekete geçirmesi üzerine kendisini korumak için son çare olarak piyade tüfeğiyle ateş etmek zorunda kaldığını belirtmiştir.

15. Ekibi komuta eden Jandarma Uzman Çavuş S.A.; sabaha karşı gelecek ekiplerden birinin evde arama yapacağının, kendi ekibinin ise olası bir kaçışı engellemek amacıyla evin yol tarafını kontrol altında tutacağının planlandığını, eklentilere veya eve girerek hükümlüyü yakalama görevinin kendi ekibinde değil sabaha karşı olay yerine gelmesi kararlaştırılan diğer ekipte olduğunu, olay sırasında kendi ekibinin evin bahçesine yaklaşık 23 m mesafede mevzilenerek beklediğini belirtmiştir. S.A. askerlere yaşamları tehlikeye düşmediği sürece silahlarını kullanmamaları yönünde talimat verdiğini, askerlerin tüfeklerinde mermi dolu şarjörlerin takılı olduğunu ancak namlularına mermi sürülmemiş hâlde beklediklerini beyan etmiştir.

A. Olaya İlişkin Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci

16. Ölü muayenesi ve otopsi işlemi sonucunda ölümün sağ omuz üzerinden giriş, sol omuz alt kısmından çıkış deliği bulunan ateşli silah yarası nedeniyle gelişen iç kanamaya bağlı olarak gerçekleştiği tespit edilmiştir.

17. Soruşturma aşamasında kolluk görevlileri, başvurucu ve ilgili diğer kişiler Cumhuriyet Başsavcılığınca tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Soruşturmada, olayın ardından olay yerinde delil araştırması yapılarak elde edilen maddi delillere el konulmuş; ardından bu delillere ilişkin bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Söz konusu incelemelerde olay yerinden elde edilen iki kartuşun ölen tarafından olay sırasında kullanıldığı konusunda anlaşmazlık bulunmayan tüfekle uyumlu olduğu belirtilmiştir. Olay yerinden elde edilen söz konusu kartuşlardan birinin eve en yakın konumda mevzilenen askerlerin olduğu alanda bulunduğu bildirilmiştir.

18. Ünye Cumhuriyet Başsavcılığı 27/7/2006 tarihli iddianame ile H.Ö. hakkında Ünye Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açmıştır. İddianamede H.Ö.nün meşru savunmadaki sınırı kasıt olmaksızın aştığı kanaatine ulaşıldığı belirtilmiştir.

19. İddianamede şu hususlara yer verilmiştir:

"...

31.03.2006 tarihinde Kumru İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından şahsın yakalanabilmesi amacıyla ilçemiz Ağcaalantürk köyündeki evinde ve evinin müştemilatında arama yapılabilmesi için talepte bulunulduğu ve Kumru Cumhuriyet Başsavcılığınca gecikmesinde sakınca bulunması nedeniyle arama kararı verildiği,

Şüpheli [H.Ö.nün] Kumru ilçe Jandarma Komutanlığında jandarma er olarak görev yaptığı ve jandarma erler [A.T.] ve [Ö.K.] ile birlikte [Ö.T.nin] Ağcaalantürk köyündeki evinin etrafında arama yapılmadan önce çevre emniyetinin alınması için görevlendirildikleri, şüphelinin verilen emir gereğince arkadaşları ile birlikte henüz gün ağarmadan [Ö.T.nin] evinin bahçesini çevreleyen tel örgünün dışında ve en solda olmak üzere yerini aldığı, şüphelinin 4-5 metre yanında ve sağ tarafında tanık [Ö.K.nın] yer aldığı ve yine en sağda da tanık [A.T.nin] yer aldığı,

Şüpheli ve tanıkların bu şekilde gün ağarmasını ve arama yapmak üzere görevlendirilen ekibi beklemeye başladıkları sırada şikayetçi Fatma Turan’a ait olan ve evin bahçesinde bulunan köpeğin havlaması üzerine Fatma Turan’ın evinden dışarıya doğru ışık tutulduğu, hemen sonrasında ölen [E.T.nin] elinde adli emanetin 2006/20 sırasında kayıtlı tüfekle evin bahçesine çıktığı peşinden annesinin de bahçeye çıktığı, burada köpek kulübesinin bulunduğu yerde [E.T.nin] şikayetçi Fatma’nın beyanına göre bir el, şüpheli savunması ve tanıklar [Ö.K.] ve [A.T.nin] beyanlarına göre ise iki el havaya doğru ateş ettiği, (olay yerinde yapılan incelemeler sırasında iki adet boş av tüfeği kartuşunun bulunduğu ve bunlardan birisinin de bahçenin dış kısmında bulunduğu ve her iki kartuşunda Samsun Kriminal laboratuvarı müdürlüğünden alınan ekspertiz raporuna göre ölenin elindeki tüfekten atıldıklarının belirtildiği,) daha sonra [E.T.nin] elinde el feneri olduğu halde ve yanında köpek bulunduğu halde etrafta dolaşmaya başladığı ve şüpheli ve tanıkların mevzilendiği yerden yaklaşık 100 metre kadar geçip gittiği bu sırada köpeğin şüpheliyi fark etmesi üzerine şüphelinin yakınına giderek havlamaya başladığı bunun üzerine ölen [E.T.nin de] şüphelinin yakınına gidip bir elinde fener olduğu halde etrafını kontrol etmeye başladığı, ardından havaya doğru bir el ateş ettiği bunun üzerine korku ve paniğe kapılan şüphelinin [E.T.ye] doğru ateş ederek ölümüne sebebiyet verdiği, [E.T.nin] Adli Tıp Kurumu Trabzon Grup Başkanlığınca düzenlenen otopsi raporunda ölümün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı mediasten ve sol akciğer perfomasyonundan gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğunun belirtildiği, ölen [E.T.nin] tüfek elinde şüphelinin yanına geldiğinde şüpheli savunması ve tanık [Ö.K.nın] beyanına göre önce havaya bir el ateş ettiği ve tüfeği şüpheliye doğrulttuğu şikayetçi beyanına göre ise [E.T.nın] vurulduktan sonra elindeki tüfeğin ateş aldığının belirtildiği, şüpheli [H.Ö.nün] asker ve eğitimli de olduğu dikkate alındığında ceza sorumluluğunu kaldıran neden olan meşru savunmada kast olmaksızın aştığı ve üzerine atılı olan suçu bu suretle işlediği anlaşılmakla,

..."

20. Ağır Ceza Mahkemesi; kovuşturma aşamasında savunmanın alınması, tanıklar ile başvurucunun şikâyet ve taleplerinin dinlenilmesi gibi diğer birtakım işlemlerin yanında olay yerinde keşif de icra ettikten sonra 11/3/2008 tarihinde H.Ö. hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

21. Mahkemenin maddi olaya ilişkin kabulünün ve ulaştığı sonucun gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Sanığın suç tarihinde Kumru ilçe jandarma komutanlığında jandarma eri olduğu olay anında yakalama emri bulunan [Ö.T.yi] yakalamakla görevli olduğu, jandarmanın silah kullanma yetkisini düzenleyen J.T.ve Vazife nizamnamesinin 27 ve T.S.K. İç hizmet kanunun 80. maddesine göre sanığın bir olayda silah kullanması için ateş emrini alması, dur ihtarı yapması, havaya uyarı atışı yapması, sonra önce ayağa doğru ateş etmesi gerektiği ve ancak aynı maddenin 4.bendi gereği ise bazen bazı olaylarda bunlara uymaksızın olayın şartları gözönünde bulundurularak askerlerin silah kullanabileceği düzenlenmiş olduğundan sanığın bu yetkilere istinaden ateş emri, dur ihtarı, havaya ikaz atışı veya ayak bölgesine doğru öncesinde bir atış yapmadan olayı kendisince takdir ederek maktüle yönelik olarak silah kullandığı anlaşılmıştır. Sanığın takdirinin ve kastının değerlendirilmesinde olay günü tedbir aldıkları yerde firari olan şahsın cezaevinden ağır bir suçtan hükümlü iken kaçan şahıslardan olması, sanığın uzman asker olmaması, olayın henüz güneş doğmadan alaca karanlıkta gerçekleşmesi, maktülün elinde tüfek olup, sanığa doğru gelirken sanığın havaya mı veya bir kişiye yönelik olarak mı olduğunu göremeyecek ve anlayamayacak bir şekilde iki el ateş ederek hareket halinde olması, köpeğin sanığın yerini gösterecek şekilde havlaması, daha önce kendisine et atılarak sakinleştirilen olaydan sonra tanık [E.K.ye] saldırıp sağ bacağından ısıran köpeğin üzerine gelmesi, sanığın mevzisinin iyi olmaması, komutan [S.A.nın] kendisinden çok uzakta bulunması, maktülün sanığın bulunduğu yöne doğru elinde tüfek olduğu halde gelmesi, maktülün annesinin elindeki el feneriyle muhtemelen sanığın bulunduğu bölümü aydınlatmış olması sebebi ile sanığın henüz kendisine yönelik olarak başlamamış, ancak başlayacağını öngördüğü, başladığı takdirde savunmasına olanaksız kılacak veya çok güç hale getirecek şekilde maktülden kendisine yönelebilecek bir saldırıya maruz kaldığını düşünerek kapıldığı heyecan, korku ve panikle silahını maktüle doğru ateşleyerek öldürdüğü, sanığın muhtemelen başka bir şekilde defedebileceği ve henüz başlamamış olan saldırıya karşı savunma sınırlarını aşarak eylemi yaptığı, ancak bu eylemin kapıldığı heyecan, korku ve telaştan ileri geldiği, bununda mazur görülebilecek bir sebep olduğu kanaatine varılmakla; sanığın eylemi 5237 sayılı TCK.nun 25/1.maddesinde düzenlenen meşru savunma veya 5237 sayılı TCK.nun 27/1. maddesinde düzenlenen ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması söz konusu olmadığından 5237 Sayılı TCK.nun 27/2 maddesi ve 5271 sayılı CMK.nun 223/3-c maddesi uyarınca kendisine ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi uygun görülerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

 (...)

1-Sanık [H.Ö.] maktül [E.T.ye] meşru savunmada mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş'ın etkisi ile sınırı aşmak suretiyle öldürdüğü kanaatine varılarak 5237 sayılı TCK.nun 27/2 maddesi ve 5271 sayılı CMK.nun 223/3-c maddesi uyarınca kendisine CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

...."

22. Taraflarca temyiz edilen karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından 15/5/2012 tarihinde onanmıştır.

B. Olaya İlişkin İdari Yargı Süreci

23. Başvurucu, oğlunun idarenin hizmet kusuru nedeniyle öldüğünü ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebiyle İçişleri Bakanlığına başvurmuş; talebinin reddedilmesi üzerine 16/3/2007 tarihinde Ordu İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tazminat (tam yargı) davası açmıştır.

24. Başvurucu tazminat talebini, emir komuta zincirindeki kusur nedeniyle başında rütbeli olmadan mevzilendirilen jandarma erinin öncesinde herhangi bir uyarıda bulunmaksızın öldürme kastıyla oğluna ateş ettiği, ceza kovuşturmasında şahsi ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebebin varlığının kabul edilmesinin idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerçeğini değiştiremeyeceği, kaldı ki ölüme idarenin eyleminin yol açtığı olayda kusursuz sorumluluk esasına göre zararlarının tazmin edilmesi gerektiği iddialarıyla temellendirmiştir.

25. İdare Mahkemesi 5/6/2008 tarihli kararıyla başvurucunun tazminat taleplerini oyçokluğuyla reddetmiştir. Mahkeme, olayı kusura dayalı sorumluluk esaslarına göre ele almış ve failin meşru savunmasının kamu hizmeti ile zarar arasındaki illiyet bağını kestiği gerekçesiyle tazmin borcunun doğmadığı sonucuna oyçokluğuyla ulaşmıştır. Mahkemenin değerlendirmesinde Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen kovuşturmada tespit edilen maddi olguları esas aldığı anlaşılmaktadır.

26. Söz konusu karara karşıoydaki görüşte; sonuca ulaşılmasında ölenin davranışlarının da dikkate alınması gerekmekle birlikte jandarma erinin mevzuat gereğince olayda silah kullanabilmesi için öncelikle ateş etme yönünde bir emir alması, ardından dur ihtarı yaparak havaya uyarı atışı yapması ve ölenin davranışları devam ettiği takdirde önce ayağına doğru ateş etmesi gerekirken bu silsileyi gözardı ettiği ve kendisine yönelik olarak henüz başlamış olan eylemde meşru savunma sınırlarını aşarak silah kullandığı ifade edilmiştir. Karşıoydaki görüşte ayrıca meşru savunma sınırının heyecan, korku ve telaş nedeniyle aşılması durumunun şahsi ceza sorumluluğunu kaldıran bir sebep olarak kabulü olanaklı olmakla birlikte bu durumun hizmet kusurunu ortadan kaldıramayacağı, jandarma erinin mevziinin iyi olmamasının ve operasyonun emir komuta içinde yürütülmesi gerekirken komutanın erden çok uzak bir noktada bulunmasının hizmetin kötü işlediğinin açık bir göstergesi olduğu, bunun yanında idarenin hizmetin yürütülmesi için uygun personeli seçmekle yükümlü olduğu belirtilmiştir.

27. Karara ilişkin temyiz başvurusunu inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi (Daire) 26/6/2012 tarihinde kararı oyçokluğuyla onamıştır. Karşıoyda, İdare Mahkemesi kararındaki karşıoyda yer alan görüş paralelinde kararın bozulması gerektiği belirtilmiştir.

28. Davacıların kararın düzeltilmesi talebi, Dairenin 19/2/2014 tarihli kararıyla reddedilerek karar kesinleşmiştir. Başvuru 26/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

29. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun“Meşru savunma ve zorunluluk hali” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

 “(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

 (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

30. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluklarını kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadar indirilerek hükmolunur.

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilemez."

31. 8/9/1971 tarihli ve 1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:

"Polis veya jandarma, diğer kanun ve tüzüklerde yazılı yetkileri saklı kalmak üzere, aşağıda yazılı hallerde de silah kullanmaya yetkilidirler:

A) 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 16 ncı maddesinde yazılı hallerde,

B) (A) bendindeki yetkiler saklı kalmak üzere, ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya ağır hapis cezasını gerektiren suçlardan bir veya birkaçını işlemekten sanık veya hükümlü olup da haklarında tevkif veya yakalama müzekkeresi çıkarılan ve silahlı dolaşarak emniyet ve asayişi tek başına veya toplu olarak fiilen tehdit ve ihlal ettikleri anlaşılanlardan, teslim olmaları için İçişleri Bakanlığınca tesbit edilen tarihte başlamak üzere 10 günden az ve 30 günden çok olmamak şartiyle verilecek mühlet ile ad, san ve eylemleri de belirtilerek sanık veya hükümlünün dolaştığı bölgelerde mutat vasıtalarla ve uygun görülen yayın organlariyle radyo ve televizyonla da ilan edilenlerin belirtilen süre sonuna kadar adli makamlara, zabıtaya veya herhangi bir resmi mercie teslim olmamaları hallerinde."

32. 1481 sayılı Kanun'un 2. maddesi şöyledir:

"Birinci maddenin (B) bendinde sayılan hallerde:

a. Sanık veya hükümlünün teslim olması için yapılan (Teslim ol) ihtarından sonra,

b. Polis veya jandarmaya karşı silah kullanmaya filhal teşebbüs etmeleri halinde ise ihtara lüzum olmaksızın,

Silah kullanılır.

Müsademe sırasında; sanık veya hükümlüye müsademede veya kaçmada yardımcı olanlar haklarında da birinci fıkra hükmü uygulanır."

33. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

"Polis teşkilatı bulunmıyan yerlerde il, ilçe ve bucak jandarma komutanları ile jandarma karakol komutanları bu kanunda yazılı vazifeleri yapar ve yetkileri kullanırlar."

34. 10/3/1983 tarihli ve 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 3., 7., 11. ve 25. maddeleri şöyledir:

 “Tanım:

Madde 3 – Türkiye Cumhuriyeti Jandarması emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlayan ve diğer kanun ve nizamların verdiği görevleri yerine getiren silahlı, askeri bir güvenlik ve kolluk kuvvetidir.

Jandarmanın genel olarak görevleri:

Madde 7 – Jandarmanın sorumluluk alanlarında genel olarak görevleri şunlardır.

a) Mülki görevleri;

Emniyet ve asayiş ile kamu düzenini sağlamak, korumak ve kollamak, kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek, suç işlenmesini önlemek için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin dış korunmalarını yapmak.

b) Adli görevleri;

İşlenmiş suçlarla ilgili olarak kanunlarda belirtilen işlemleri yapmak ve bunlara ilişkin adli hizmetleri yerine getirmek.

d) Diğer görevleri;

Yukarıda belirtilen görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile bunlara dayalı emir ve kararlarla Jandarmaya verilen görevleri yapmak.

Silah Kullanma Yetkisi

Madde 11 – Jandarma, kendisine verilen görevlerin ifası sırasında hizmet özelliğine uygun ve görevin gereği olarak kanunlarda öngörülen silah kullanma yetkisine sahiptir.

Yürürlükten kaldırılan ve uygulanmayacak olan hükümler:

Madde 25 –

...

2)1559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun,

3)3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun,

4) Disiplin hükümleri saklı kalmak kaydıyla 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun,

Ve diğer kanunların,

Bu Kanuna aykırı hükümleri Jandarma Teşkilatı için uygulanmaz."

35. 17/12/1983 tarihli ve 18254 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliği’nin 24., 38., 39. ve 40. maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Genel Yetki

Madde 24 - Jandarma, emniyet ve asayişi sağlama ve kamu düzenini koruma amacıyla Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ile Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda belirtilen gerekli her türlü güvenlik tedbirlerini almaya yetkilidir.

Zor Kullanma Yetkisi

Madde 38 - Jandarma kanun ve nizamlara uygun olarak kişileri yakalama veya toplulukları dağıtma sırasında karşılaştığı direnmeleri, kırmak, saldırıya yeltenen veya saldırıda bulunanları etkisiz duruma getirmek için zor kullanabilir.

Zor kullanmanın niteliği ve derecesi karşılaşılan direnme veya saldırıya göre değişmek üzere; yeterli biçimde ve nitelikte bedeni kuvvet, maddi güç ve şartları gerçekleştiğinde her çeşit silah kullanmayı kapsar.

...

Toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda; zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gerecin seçimi öncelikle, kuvvetin başındaki komutana aittir. Bu konuda mülki amirin yetkileri saklıdır.

Silah Kullanma Yetkisi ve Bu Yetkinin Kullanılacağı Durumlar

Madde 39 - Jandarma, aşağıda yazılı hallerde silah kullanmaya yetkilidir:

a. Nefsini müdafaa etmek için,

....

e. Ağır cezayı gerektiren ve meşhut cürüm halinde bulunan suçlarda suçlunun veya infaz kurumu ve tutukevinden kaçan hükümlü veya tutuklunun saklı olduğu yerin aranması sırasında, o yerden şüpheli bir şahıs çıkarak kaçtığı ve dur emrine kulak asmadığı görülerek başka türlü ele geçirilmesi mümkün olmazsa,

g. Jandarmanın görevini yapmasına yalnız veya toplu olarak fiili mukavemette bulunulmuş veya fiili saldırı ile karşı gelinmişse,

Silah Kullanmanın Kapsamı ve Uyulması Gereken Esaslar

Madde 40 - Silah kullanmak deyiminden, mutlaka ateş etmek anlaşılmaz. Ateş etmek, silah kullanmada en son çaredir. Buna bağlı olarak:

a. Bu yönetmeliğin uygulanmasında silah deyimi; ateşli silahları, kesici ve dürtücü silahları, önleyici, etkisiz duruma getirici ve savunmaya ilişkin aletleri cop, sis ve gaz bombalarını; gaz, boyalı ve boyasız basınçlı su püskürten, personel ve malzeme taşıyabilir zırhlı ve zırhsız araçları, helikopter ve uçakları kapsar.

b. Silah kullanma yetkisine sahip bulunan amir ve görevliler, kanun ve nizamların belirlediği yetkilerini zamanında kullanmaz ya da silahlarından yeterince yararlanmazsa, davranış ve tutumunun niteliğine göre cezalandırılır.

"Din ve vicdana göre lazım sayılan hareketler" ile "şahsi tehlike korkusu" yüzünden silah kullanmaktan kaçınmış olmak cezayı kaldırmaz ve hafifletmez.

c. Silah kullanmada, olayın ve durumun özellikleri gözönünde bulundurularak; savunmaya ilişkin aletlerle önleyici ve etkisiz duruma getirici aletleri kullanılmasına öncelik verilir. Daha sonra, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahların hedefe yöneltilmesi safhasına geçilir. Etkili olunmadığında, dipçik ve kabzalar kullanılır. Buna rağmen amaç sağlanamamışsa, kesici ve dürtücü silahlarla, ateşli silahlar kullanılır. Ateşli silahların kullanılmasında sırasıyla; önce havaya ihtar atışı yapılır, sonra ayağa doğru ateş edilir. Buna rağmen silah kullanmaya yol açan olay ve durum bastırılamamışsa hedef gözetilmeden ateş edilir.

Bu sıranın her olayda aynen izlenmesi zorunlu değildir. Olayın özelliğine göre, sıra atlanabileceği gibi, şartları varsa doğrudan doğruya hedefe de ateş edilebilir.

Bu gibi durumlarda, neden bu şekilde hareket edildiği olay tutanağında açıkça ve özellikle belirtilir.

d. Ateşli Silahlarla Ateş edilmesi;

 (1) Öncelikle bu konuda emir verilmiş olmasına bağlıdır.

 (2) Ateş emri verilmemiş olsa bile 39 uncu maddede sayılan, durum ve özelliklerin ortaya çıkması nedeniyle, silahın kullanma zamanını, ölçü ve tarzını, her alandaki özel şartları gözönünde tutarak; her görevli kendisi değerlendirir ve saptar.

Diğer silahların kullanılması, emirle ve emirde belirtildiği şekilde olur.

Yetkilerin Kullanılması

Madde 41 - Zor ve silah kullanma yetkileri dışında:

Polis Vazife ve Selahiyet Kanununda öngörülen ve yönetmeliğin bu bölümünde ayrıntıları gösterilen görevlerin yapılması ve yetkilerin kullanılması; İl Jandarma alay, ilçe jandarma bölük, bucak jandarma takım ve jandarma karakol komutanlarına aittir.

Jandarma iç güvenlik birliklerinin diğer makam ve memurları; geçerli bir yetki devri olmadıkça ya da yetkili amirlik makamlarının emri olarak verilmedikçe, bu konudaki görevleri yapamaz ve yetkileri kullanamazlar. Ancak bu konulara ilişkin bir ihlalle karşılaştıklarında durumu bir tutanakla belgeler ve silsile yoluyla ilgili makama gönderirler.

Suçların kovuşturulması yönünden Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun öngördüğü yetkiler gözönünde tutulur.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Birleşmiş Milletler Belgeleri

36. Birleşmiş Milletlerin 29/11/985 tarihli Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Bildirisi'nde;

- Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde adalete ulaşmaları ve adil muamele görmeleri,

- Zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için tedbirler alınması tavsiyelerine yer verilmiştir.

37. 27/8/1990 ile 7/9/1990 tarihleri arasında Küba’nın Havana şehrinde yapılan 8. Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Konferansı'nda kabul edilen güvenlik güçleri tarafından uygulanan ateşli silahlar ve güç kullanımına ilişkin ilkelerin ilgili kısmı şöyledir:

" (...)

1. Kamu yetkilileri ve emniyet makamları, kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında yasalar çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler.

Hükümetler ve kolluk kuvvetleri bu tür kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.

... Kişilerin ölümüne veya yaralanmasına yol açabilecek silahların kullanılmasını giderek sınırlama düsüncesiyle, uygun durumlarda kullanılmak üzere öldürücü olmayan etkisizleştirici silahlar da bu araçlara dâhildir.

Yine aynı amaçla, başka türlü silahları kullanma ihtiyacını da düşürmek için kanun adamlarının kalkan, miğfer, kurşun geçirmez yelek ve kurşun geçirmez taşıtlar gibi kendilerini koruyucu araçlarla donatılmaları mümkündür.

 (…)

9. Kanun adamları kendilerinin ve başkalarının öldürülmelerine veya ağır bir biçimde yaralanmalarına yönelik yakın bir tehlikeye karşı müdafaa halleri ile yaşama karşı ağır bir tehdit içeren ağır nitelikteki özel suçların işlenmesini önlemek, bu tür bir tehlike gösteren veya emirlere direnen bir kimseyi yakalamak veya böyle bir kimsenin kaçmasını önlemek amacı dışında ve bu amaçları gerçekleştirmek için daha hafif yöntemler yetersiz kalmadıkça başkalarına karşı silah kullanamazlar. Her halükarda sadece yaşamı korumak için kesinlikle kaçınılmaz olduğu zaman öldürmeye yönelik silah kullanılabilir.

10. Kanun adamları dokuzuncu prensipte belirtilen durumlarda, kendilerini gereği gibi tanıtarak silah kullanma niyetleri konusunda açık bir uyarıda bulunurlar ve uyarıya uyulabilmesi için yeterli zaman verirler. Eğer uyarıda bulunmak, kanun adamlarını gereksiz yere tehlikeye atacak ise veya başkaları için ölüm veya ciddi bir biçimde yaralanma riski yaratacak ise, veya olayın şartları içinde açıkça gereksiz veya anlamsız ise, uyarı yapılmaz.

 (…)

18. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, bütün kanun adamlarının uygun bir eleme usulüne göre göreve seçilmelerini, görevlerini etkili bir biçimde yerine getirmeleri için gerekli olan ahlaki, psikolojik ve fiziksel niteliklere sahip olmalarını ve sürekli ve tam bir mesleki eğitim almalarını sağlar. Bu kişilerin bu görevlere sürekli uygunluk içinde olup olmadıkları periyodik olarak denetlenir.

19. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, bütün kanun adamlarının zor kullanmada gerekli eğitimi almalarını ve gerekli yeterlilik standartlarına göre sınavdan geçirilmelerini sağlar.

Silah taşımaları gerekli olan kanun adamları, ancak silahların kullanımı konusunda özel eğitimi tamamlamalarından sonra silah taşıma yetkisi kazanabilirler.

20. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, kanun adamlarının eğitiminde, özellikle soruşturma sürecinde polis ahlakı ve insan hakları konularına, zor ve silah kullanmaktansa çatışmaları barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturma, kalabalıkların davranışlarını anlama, ikna, müzakere ve arabulma gibi yöntemler de dâhil, çeşitli alternatif yöntemler kullanma ve ayrıca zor ve silah kullanılmasını kısıtlama amacıyla teknik araçların kullanılmasına özel bir önem verirler. Kanunen yetkili kuruluşlar, eğitim programlarını ve işleyiş usullerini somut olaylar ışığında yeniden değerlendirirler.

 (…)"

2. Avrupa Konseyi Belgeleri

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

39. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

" 1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.(...)

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

c) Bir ayaklanma ya da isyanın yasaya uygun olarak bastırılması"

40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yaşam hakkını koruyan Sözleşme'nin 2. maddesinin olağanüstü hâllerde dahi istisnası öngörülmeyen en temel düzenlemeyi içerdiğini kabul etmektedir. Sözleşme'nin 3. maddesi ile birlikte 2. maddesi, Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların en temel değerlerini korumaktadır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 174).

41. Sözleşme'nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası, sadece kişilerin yaşamlarına kasti ve hukuka aykırı bir şekilde son verilmesinden kaçınma yönünde devletler için bir yükümlülük öngörmemekte; bundan başka iç hukuk sisteminde egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için gerekli olan önlemleri alma yükümlülüğü de getirmektedir (Kılıç/Türkiye, B. No: 22492/93, 28/2/3/2000, § 62). Bu yükümlülük, devletlerin kişilere karşı yaşamlarını tehdit eden eylemlerin önlenmesi konusunda gerekli yasal ve idari çerçeveyi oluşturma yükümlülüğünü de kapsar (Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 57).

42. AİHM'e göre Sözleşme'nin 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen ve yaşam hakkından mahrum bırakmanın meşru sayılabileceği durumlar -bununla sınırlı olmamakla birlikte- kasten yol açılan ölüm olaylarına da gönderme yapmaktadır. Madde metnini bir bütün olarak değerlendiren AİHM, anılan fıkra hükmünün bir bireyin kasti olarak öldürülmesine izin verilen durumları değil istenmeyen bir sonuç olarak bir bireyin yaşamının sonlanmasına yol açabilecek şekilde güç kullanımına izin verilen durumları tanımladığı şekilde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir. AİHM'e göre (2) numaralı fıkranın (a), (b) ve (c) bentlerinde öngörülen amaçların gerçekleştirilmesi için güç kullanımı kesinlikle zorunlu olandan daha fazla olmamalıdır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148; Giuliani ve Gagio/İtalya, § 175).

43. Bu bağlamda AİHM bazı koşullar altında kolluk kuvvetleri tarafından ölüme yol açılacak şekilde güç kullanılmasının Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlaline yol açmadığını kabul etmekle birlikte düzenlemenin açık bir çek olarak değerlendirilemeyeceğini, kamu ajanlarının yetkilerinin açıklıkla düzenlenmediği ve keyfîliğe açık her bir durumun insan haklarının etkin bir şekilde korunması amacıyla bağdaşmayacağını öngörmektedir. Bu nedenle ilgili mevzuat, yalnızca güç kullanmasına izin verilen ajanların yetkilerini saymakla yetinmemelidir. Kolluğun güç kullanmasını gerektirebilecek operasyonlar bu yönden keyfîliğin önüne geçecek, yetki aşımını engelleyebilecek, istenmeyen ve önlenebilir sonuçların önüne geçecek şekilde etkin ve yeterli önlemler içeren bir çerçeve içinde düzenlenmelidir (Makaratzis/Yunanistan, § 58).

44. Kamu ajanlarının güç kullanımı gerektirebilecek operasyonlarının değerlendirmesi yapılırken sadece gücü fiilen kullanan görevlilerin eylemlerinin değil operasyonun planlanması ve kontrolü de dâhil bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (McCann/Birleşik Krallık, § 150). Kolluk görevlilerinin uluslararası standartları da gözönünde bulundurarak güç ve silah kullanabilecekleri sınırlı durumlara ilişkin yasal ve idari çerçeve o şekilde oluşturmalıdır ki kolluk görevlileri, gerek planlı operasyonlarda gerekse tehlikeli olduğu düşünülen bir kişinin yakalanması gibi aniden gelişen durumlarla karşılaştıklarında kullanacakları yetkinin kapsamı konusunda boşlukta kalmamalıdır (Makaratzis/Yunanistan, § 59).

45. Belirtilen bu genel çerçeve kapsamında AİHM, kolluk kuvvetlerinin güç ve silah kullanımı sonucunda yaşam hakkı ihlalleriyle ilgili şikâyetleri incelediği başvurularda yalnızca silah kullanımına ilişkin yasal ve idari düzenlemenin bulunup bulunmadığı yönünden bir değerlendirme yapmakla yetinmemekte; bunun yanı sıra güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyonların yaşam hakkı ihlallerini minimuma indirecek şekilde planlanarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden de bir değerlendirme yapmaktadır (Makaratzis/Yunanistan, § 60; Celniku/Yunanistan, B. No: 21449/04, 5/7/2007, §§ 47, 48).

46. Öte yandan Sözleşme'nin 2. maddesinin bireysel başvuru mekanizması çerçevesinde taşıdığı ağırlığı gözönünde bulunduran AİHM, anılan maddenin maddi yönünden ayrı olarak yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının etkili bir şekilde soruşturulması yükümlülüğünü içeren usule ilişkin boyutunun bulunduğu yönünde içtihat geliştirmiştir. Belirtilen usul yükümlülüğünün ihmal edildiği ve kamu ajanlarının yaşam hakkı yönünden yalnızca negatif yükümlülüklerinin bulunduğunun kabul edildiği bir ortamda oluşturulmaya çalışılan koruma mekanizmasının uygulamada etkili olmasının olanaklı olmayacağı kabul edilmektedir. Bu itibarla Sözleşme'ye taraf olan tüm devletler, bir ölüm olayı gerçekleştiğinde yaşamı korumak amacıyla çizilen yasal ve idari çerçeveye uygulamada da işlerlik kazandıracak şekilde ihlalin ortadan kaldırılması ve faillerin cezalandırılması konusunda -yasal veya idari- kendisine tanınan tüm imkânlarla gerekli tepkiyi vermelidir (Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, §§ 229, 230; Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 298).

47. AİHM'e göre kasten gerçekleştirilen ölümlerde etkili bir cezai soruşturma yürütme zorunluluğu bulunmakla birlikte ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalar açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesi gerekir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Vo/Fransa [BD], B. No: 53924/00, 8/7/2004, § 90; Mastromatteo/İtalya [BD], B. No: 37703/9724/10/2002, §§ 90, 94, 95; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], B. No: 32967/96, 17/1/2002, § 51).

48. AİHM Mastromatteo/İtalya davasında, başvurucunun oğlunun ölümü dolayısıyla yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarını incelerken Sözleşme'nin 2. maddesi kapsamındaki usul yükümlülüklerinin devletin tazmin yükümlülüğünü içerip içermediği sorununu da incelemiştir. Bu bağlamda AİHM; ölüm dolayısıyla Sözleşme'nin 2. maddesinin devletlere kusursuz sorumluluk esasına dayalı bir tazmin sorumluluğu yüklemediğine, İtalyan ceza sisteminde kasıt veya ihmale dayalı olarak öngörülen giderim mekanizmalarının 2. maddede öngörülen usul yükümlülüğünün yerine getirilmesi açısından yeterli olduğuna dikkat çekmiştir (Mastromatteo/İtalya, §§ 95, 96).

49. Öte yandan AİHM, kolluk kuvvetlerinin yol açtığı ölüm olayı nedeniyle yaşam hakkı ihlali iddialarını incelediği Armani Da Silva kararında -soruşturma sonucunda savcılıkça her ne kadar takipsizlik kararı verilmişse de- kolluğun yanlış bir değerlendirme sonucunda başvurucunun yakınının ölümüne yol açtığının yetkililerce hemen kabul edilmesi, aile ile hemen bağlantı kurularak mali ihtiyaçlarının karşılanması, bağımsız hukuki yardım alabilmeleri konusunda gerekli maddi yardımın kendilerine sağlanması, olayda sorumluluğu görülen kolluk görevlileri ile kurumsal sorumluluğun tespiti için gerekli incelemelerin yapılmış olması, ailenin hukuk mahkemesinde açtığı tazminat davası üzerine yetkililerin aile ile bağlantı kurarak üzerinde uzlaşılan tutarı kendilerine ödemiş olmalarını birlikte dikkate alarak olayda yaşam hakkının usul boyutu yönünden ihlal bulunmadığını tespit etmiştir (Armani Da Silva/Birleşik Krallık, §§ 283-287).

50. Dolayısıyla kamu ajanları tarafından gerçekleştirilen ölüm olaylarına ilişkin AİHM içtihadında -Sözleşme kapsamında- kusursuz sorumluluk esasına dayalı olarak mağdurların zararlarının giderilmesi esası benimsenmemekle birlikte söz konusu pozitif yükümlülüklerin yerine getirildiğine karar verilen başvurularda, devletin olayla ilgili mali sorumluluğunun kabulünün koruma yükümlülüğünün bir parçası olarak değerlendirildiği görülmektedir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

51. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

52. Başvurucu; olayda kusurlu bir kolluk operasyonunun bulunduğunu iddia ederek emir komuta zincirindeki bu kusur nedeniyle başında rütbeli olmadan mevzilendirilen jandarma erinin öncesinde herhangi bir uyarıda bulunmaksızın öldürme kastıyla ateş ettiğini, ceza kovuşturmasında meşru savunmaya ilişkin şahsi ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebebin varlığının kabul edilmiş olmasının idarenin hizmetinin kusurlu işlenmiş olduğu gerçeğini değiştiremeyeceğini, buna rağmen İdare Mahkemesinin tazminat taleplerini jandarma erinin eylemiyle sınırlı bir inceleme yaparak reddettiğini ileri sürmüştür. Başvurucu, aksi kabul edilse bile ölüme idarenin eylemiyle yol açıldığı noktasında bir tereddüt içermeyen olayda kusursuz sorumluluk esasına göre zararlarının tazmin edilmesi gerektiğini de iddia etmektedir. Başvurucu, bu gerekçelerle adil yargılanma ve yaşam haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

53. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

54. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

55. Anayasa'nın "Yargı yolu" kenar başlıklı 125. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine yargı yolu açıktır. ..."

1. İncelemenin Kapsamı Yönünden

56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

57. Öte yandan Anayasa Mahkemesi tarafından resen tespit edilecek olan husus, başvurunun hangi hak veya özgürlük kapsamında inceleneceği olup bu durum başvuruda ileri sürülmeyen bir olay veya olgunun inceleneceği şeklinde anlaşılmamalıdır (İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017,§§ 74, 75).

58. Bu çerçevede başvuru formunun incelenmesinden ihlal iddialarının esas itibarıyla İdare Mahkemesinde açılan tazminat davasının reddolunması temelinde olduğu dikkate alınmıştır. Başvurucu bireysel başvurusunda ölüme failin eylemiyle birlikte idarenin operasyon planlamasındaki ve icrasındaki kusurunun sebebiyet verdiğini ileri sürmüş, tazminat talepleri reddedilen idari yargı sürecine ilişkin birtakım iddialarda bulunarak failin şahsi ceza sorumluluğuna ilişkin bir talepte bulunmamıştır. Her ne kadar başvuru formunda sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesi kararına da atıf yapılmışsa ise de bu atfın yalnızca İdare Mahkemesinin tazminat talebini reddederken Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararına dayanması dolayısıyla yapıldığı, kendi başına Ağır Ceza Mahkemesi kararının şikâyet konusu yapılmadığı görülmektedir. Bununla birlikte söz konusu Ağır Ceza Mahkemesi kararının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıç tarihi olan 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği de gözönünde bulundurulmalıdır.

59. Yaşam hakkının kamu görevlilerinin kasıtlı bir eylemi sonucunda ihlal edildiği olaylarda, devletin olayın gerçekleşme koşullarını -maddi gerçeği- ortaya çıkaracak ve varsa olayın sorumlularının hesap vermesini sağlayacak nitelikte -caydırıcı cezalarla sonuçlanan- ceza soruşturması yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte bu noktada gerektiğinde mağdurların maddi ve manevi zararlarının giderilmesi hususuna da vurgu yapılmalıdır. Olaya ilişkin resen ve derhâl bir soruşturma başlatılması, bu süreçte maddi gerçeğin açığa çıkarılarak şahsi ceza sorumluluğu kapsamında caydırıcı yaptırımlara karar vermek dâhil birtakım sonuçlara varılması, diğer bir ifadeyle olaya ilişkin etkili bir cezai soruşturma yürütülmesi mağdurların kendi inisiyatifleriyle yaşam hakkı kapsamında talep ettikleri maddi ve manevi zararlarının gerektiğinde giderilmemesi anlamına gelmemektedir. Bilakis kamu görevlilerinin kasıtlı eylemlerinin söz konusu olduğu olaylardaki ceza soruşturmasının etkin bir şekilde yürütülmesinin bir yükümlülük olarak belirlenmesinin temelinde devletin bu tür olaylarda sadece mağdurların maddi ve manevi zararlarını gidererek diğer yükümlülüklerinden kurtulamayacağı ana fikrinin olduğu belirtilmelidir.

60. Bu nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurup ileri sürdüğü iddialarının yaşam hakkının kapsamında olduğu değerlendirilerek inceleme münhasıran bu hakka ilişkin yapılmıştır. Bu itibarla bireysel başvurunun niteliğini dikkate alarak kendisini taleple bağlı gören Anayasa Mahkemesince başvuruda incelenecek mesele, kolluk görevlisinin eylemi sonucunda meydana gelen ölüm olayına ilişkin tazminat talebinin reddolunmasının Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte yorumlanan 17. maddesinin gereklerine aykırı olup olmadığı ile sınırlandırılmış; olayın failinin şahsi ceza sorumluluğunun incelendiği ceza soruşturması aşaması ve dolayısıyla bu tür olaylarda söz konusu olan ve yukarıda genel hatlarına değinilen devletin etkili ceza soruşturması yürütmesi yükümlülüğü ise inceleme kapsamı dışında bırakılmıştır.

61. Bu noktada inceleme kapsamı belirlendikten sonra inceleme yöntemine ilişkin de birkaç hususun vurgulanmasında fayda bulunmaktadır. Etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğü kapsamında bir inceleme yapılmaması, bu tür başvurularda yetkili cezai soruşturma mercilerinin maddi olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin tespitlerinin dikkate alınmayacağı anlamına gelmemektedir. Yaşam hakkı kapsamındaki bu tür olayları ilk elden inceleyen ve delillerle mümkün olan en kısa sürede temasa geçen mercilerin bu merciler olduğu belirtilmelidir. Somut olayda da İdare Mahkemesinin maddi olaya ilişkin kabulünde bu mercilerin değerlendirmelerini esas aldığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla cezai soruşturma süreci bir bütün olarak etkililiği bakımından söz konusu yükümlülük kapsamında ele alınmamış olsa da yetkili mercilerce bu süreç sonunda varılan birtakım sonuçların dikkate alınması inceleme bakımından elzemdir.

62. Bununla birlikte başvuruda açıklanan nedenlerle etkili cezai soruşturma yükümlülüğü kapsamında bir inceleme yapılmadığı, dolayısıyla Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma ile Ağır Ceza Mahkemesindeki kovuşturma evresinin bu konudaki yeterliliği irdelenmediği için somut olaydaki silahlı güç kullanımının Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında zorunluluğu ve orantılığı ile meşru savunmanın sınırlarının heyecan, korku veya telaşla aşılmasına ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmayacaktır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

63. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan olayda ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu, yaşamını yitiren kişinin annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

64. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel ilkeler

65. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif ödevler yanında pozitif ödevler de yükler. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51). Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır. Güç kullanımı bedenî kuvvet kullanılması, silah kullanılması veya diğer maddi güç araçlarının kullanılması şeklinde gerçekleşebilecektir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

66. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

67. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 113).

68. Anayasa'daki düzenlemeye benzer şekilde Sözleşme'nin 2. maddesine göre de bir ölüm veya ölümcül yaralanma a) bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması b) bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme c) bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması durumlarında mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse yaşam hakkının ihlalinin gerçekleştiğinden söz edilemez (Cemil Danışman, § 51; Nesrin Demir ve diğerleri, § 114).

69. Ancak kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece gücü fiilen kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).

70. Bu noktada belirtmek gerekir ki Anayasa Mahkemesi bu tür durumlarda yetkili mercilerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine tamamen bağlı kalmak zorunda olmayıp kesin, ikna edici bilgi veya bulgulara dayanarak farklı bir değerlendirmede de bulunabilir (Cemil Danışman, § 58; Nesrin Demir ve diğerleri, § 117). Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin değerlendirmesi yapılırken olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediğinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57; Nesrin Demir ve diğerleri, § 108).

71. Öte yandan Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkının Anayasa'nın 17. maddesindeki güvencelere aykırı olarak ihlal edildiği durumlarda derece mahkemelerinin ihlale karşılık gelecek uygun ve yeterli bir giderimin sağlanması görevinin olduğunu kabul etmektedir (Seyfullah Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, § 149).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Başvurucunun ihlal iddialarının esas itibarıyla İdare Mahkemesinde açılan tazminat davasının reddolunması hususu ile ilgili olması nedeniyle incelenecek meselenin kamu görevlisi olan jandarma erinin eylemi sonucunda meydana gelen ölüm nedeniyle devletin yaşam hakkı kapsamında bir sorumluluğunun bulunup bulunmadığıyla sınırlı olarak(bkz. §§ 58, 62) gerçekleştirilen operasyonun planlama ve icrası aşaması da dâhil tüm süreci kapsadığına değinilmiştir (bkz. § 69).

73. Bu noktada öncelikle hangi durumlarda sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerektiğine ilişkin birkaç hususun açıklığa kavuşturulması gerekir. Çünkü ilgili bölümde açıklanacağı üzere başvuruya konu olaydaki meselenin özü, İdare Mahkemesinin kararında da açıkça görüldüğü üzere olaya ilişkin değerlendirmenin görevlinin eylemiyle sınırlandırılıp sınırlandırılamayacağıdır.

74. Gerçekleşmesi muhakkak bir saldırıya karşı güvenlik güçleri tarafından bir operasyon planlanmış, icra edilmiş ve bu saldırıya ilişkin güç kullanılmış ise operasyonun planlanması ile icrası aşamasının da incelenip devletin söz konusu yükümlülüğünü ihlal edip etmediği konusunda bir sonuca varılması gerektiğinde tereddüt bulunmamaktadır. Çünkü öldürücü güç kullanılan bir operasyonda güce başvurulmasının yaşama yönelik riskin mümkün olduğu kadar asgariye indirilecek şekilde planlanıp planlanmadığı Anayasa Mahkemesince incelenmekte, aynı zamanda yetkililerin bu yönde aldıkları tedbirlerin seçiminde ihmal bulunup bulunmadığı da değerlendirilmektedir. Yetkililerin bireylerin yaşamına yönelen bir saldırı gerçekleşeceğinin muhakkak olduğunu değerlendirmelerinden sonra bu saldırıyı önlemek için planladıkları operasyon; olayın koşulları çerçevesinde, dolayısıyla operasyona konu kişilerin yaşamını da mümkün olabildiğince korumayı amaçlayan bir operasyon olmalıdır. Anayasa'nın 17. maddesi ile Sözleşme'nin 2. maddesinin esas itibarıyla kişilerin kasten öldürülmesine izin verilen hâlleri değil istenmeyen bir sonuç olarak yaşam hakkından yoksun kalma sonucunun doğabileceği güç kullanılmasına izin verilen durumları düzenlediği her durumda hatırdan çıkarılmamalıdır.

75. Gerçekleşmekte olan ya da gerçekleşmesi muhakkak olarak değerlendirilen bir saldırıya karşı görevlilerin son çare olarak ve karşı karşıya kalınan güce nispeten orantılı biçimde güç kullanarak savunmada bulunabilecekleri konusunda da bir tereddüt yoktur. Burada söz konusu olan Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen ve başkalarının hayatına ilişkin meşru savunmadır. Gerçekleşmesi muhakkak olduğu değerlendirilen saldırılardan önceden haberdar olunabildiği durumlarda yetkililerin bu saldırıları önlemek için ne şekilde hareket edebileceklerini planlayabildikleri operasyonlar, dolayısıyla savunmanın ne şekilde yapılacağı konusunu da içeren operasyonun planlamaları ve icrası aşamaları söz konusu olabilmektedir. Dolayısıyla bu tür bir operasyon, kolluk görevlilerinin Anayasa’da belirtilen meşru savunma kapsamında başka bir çarenin kalmadığı zorunlu durumlarda ve saldırıyla orantılı bir biçimde güç kullanmayı planlayan, bu yönde bir icra içeren operasyon olmalıdır. Bununla birlikte olayda aniden gerçekleşen bir saldırı vuku bulmuş ise bu saldırıya karşı kullanılacak güce ilişkin bir hazırlıktan söz edilemeyecek olup olaya ilişkin incelemenin sadece güç kullanan kamu görevlisinin eylemiyle sınırlı yapılacağı aşikârdır.

76. Somut olaya bu yönüyle bakıldığında bireylerin yaşamına yönelen bir saldırı yapılacağına ilişkin bilgi edinilmesi sonucu gerçekleşmesi muhakkak olduğu değerlendirilen bu saldırının önlenmesine ilişkin hazırlanmış ve bu kapsamda icra edilmiş bir operasyon söz konusu değildir. Bununla birlikte olayda firari hükümlü hakkında verilen yakalama emrinin yerine getirilmesi amacıyla bir arama-yakalama operasyonu hazırlanarak icrasına başlanılmış fakat icrası sırasında üçüncü kişi konumunda olan başvurucunun oğlu kolluk görevlisinin eylemi sonucunda yaşamını yitirmiştir.

77. Bu noktada yakalama kararının yerine getirilmesi kapsamında bir operasyon planlanıp icrasına başlanmış ise de silahlı gücün yakalama kararının yerine getirilmesi kapsamında yakalanmak istenen kişiye karşı kullanılmadığı da belirtilmelidir. İddia edildiği ve yetkili adli makamlarca kabul edildiği üzere olaydaki silahlı güç, yakalamaya konu karar ve işlemle ilgisi bulunmayan başvurucunun oğlundan kaynaklanan ve kolluk görevlisinin kendi yaşamına yönelen bir saldırıya karşılık olarak meşru savunma kapsamında kullanılmıştır. Bu nedenle somut olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde olaydaki silahlı güç kullanımının önceden değerlendirilen gerçekleşmesi muhakkak bir saldırıya karşı kişilerin yaşamlarını korumaya ilişkin meşru savunma ya da bir yakalama emrinin yerine getirilmesi amacıyla kullanılmadığı sonucuna varılmıştır. Olaydaki operasyon yakalama emrinin yerine getirilmesi için hazırlanmış olsa da silahlı güç kullanımı yakalama işleminin gerçekleştirilmesi amacıyla silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu bir durumdan kaynaklanmamıştır. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen meşru savunmanın silahlı güç kullanan kolluk görevlisinin kendi hayatı bakımından da söz konusu olduğu hususu ise izahtan varestedir.

78. O hâlde somut olaydaki meşru savunmayı ortaya çıkaran durum operasyonun başlamasından sonraki süreçte ortaya çıktığına göre olaya ilişkin incelemenin ne şekilde yapılması gerektiği, başka deyişle sadece kolluk görevlisinin bu duruma karşı gerçekleştirdiği meşru savunma niteliğindeki eylemiyle sınırlı olarak mı yoksa gerçekleştirilen operasyonun planlama ve icrası aşaması da dâhil tüm süreci kapsar nitelikte mi yapılması gerektiği meselesi gündeme gelmektedir. Bu meseleye ilişkin değerlendirme yapılırken öncelikle olayın gerçekleşme koşullarının bir bütün olarak ele alınması yoluna gidilmelidir.

79. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile olguların tespiti açısından büyük ölçüde bu karara dayanan İdare Mahkemesinin kararı incelendiğinde kolluk görevlisinin eylemine ilişkin sübuta erdiği kabul edilen hususların aşağıdaki gibi olduğu anlaşılmıştır:

i. Sanık er bu yönde bir emir almadan, dur ihtarı, havaya ikaz atışı veya ayak bölgesine atış gibi mevzuatın silahın ateşlenmesinden önce yapılması gerekenlere dair öngördüğü silsileyi takip etmeden, olayı kendisince takdir ederek ölene ateş etmiştir.

ii. Olay henüz güneş doğmadan alaca karanlıkta gerçekleşmiştir. Ölenin elinde tüfekle kendisine doğru gelirken havanın aydınlık olmaması nedeniyle kendisine mi havaya mı olduğunu anlayamayacağı şekilde iki el ateş etmesi, olayın faili olan erin olayı takdir edebilme yeteneğini etkilemiştir.

iii. Olayın failinin eylemini ölenden kendisine yönelen, henüz başlamamakla birlikte başlayacağını öngördüğü ve başladığı takdirde savunmasını olanaksız veya çok güç kılacak bir saldırıya maruz kalacağı kanaatiyle gerçekleştirdiğinin kabul edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan olayın faili muhtemelen başka bir şekilde defedebileceği saldırıya karşı savunma sınırlarını aşarak eylemini gerçekleştirmiş ancak bu eyleminin kapıldığı heyecan, korku ve telaştan ileri geldiği, bunun da mazur görülebilecek bir sebep olduğu kanaatine varılmıştır.

80. Bununla birlikte Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sonucunda operasyonun planlanması ve icrası bağlamında da birtakım değerlendirmelerin yapıldığı, şahsi ceza sorumluluğunun belirlenmesinde bu değerlendirmelerde varılan sonuçların dikkate alındığı görülmektedir. Söz konusu değerlendirmeler ve bu değerlendirmelere göre varılan sonuçlar aşağıdaki gibidir:

i. Firari olarak olay yerinde bulunduğu tahmin edilen kişinin ağır yaptırım içeren bir suçtan hükümlü olması hususu olay öncesinde kurgulanan operasyonun planlamasında önemli rol oynamıştır.

ii. Olayın faili erin içinde bulunduğu ekibin başvurucunun evinin aranması ve firari hükümlünün yakalanması ile ilgili herhangi bir rolü bulunmamaktadır. Gece zaman olayın olduğu yere gelerek mevzilenen ekip sadece ortamın güvenliğini sağlayacak, günün ağarmasından sonra gelecek diğer bir ekip ise evin aranması ve evde gizlendiği umulan firari hükümlünün yakalamasını gerçekleştirecektir. Aynı zaman diliminde gelecek üçüncü bir ekip ise hükümlünün muhtemel kaçış yollarında kaçmayı önleme amacıyla tedbir alacaktır.

iii. Olayda firari hükümlünün bulunduğu umulan ev ve müştemilatına en yakın bölgede mevzilendirilen askerler uzman asker değildir. Olayın faili de bu bölgede mevzilendirilen ve uzman asker olmayan erlerden biridir.

iv. Olayın faili olan erin eve göre mevzilendiği alan, operasyonu yöneten tim komutanından çok uzak bir noktadadır.

v. Olayın failinin bulunduğu yer, başka deyişle mevzilendiği alan olayın şartlarına göre doğru belirlenmemiştir.

81. Süreç bir bütün olarak ele alındığında Ağır Ceza Mahkemesinin saptamalarında da açıkça belirtildiği üzere olayda her ne kadar başkalarının hayatına yönelik bir saldırı gerçekleşeceğinin muhakkak olduğu, dolayısıyla bu saldırının meşru savunma amacıyla önlenmesi kapsamında bir operasyonun yürütülmesi söz konusu değilse de ağır bir suçtan hükümlü bir kişinin yakalanması amacıyla gece vakti, açık arazide mevzi alınacak, kaçış yolları kapatılacak şekilde tertip edilen ve askerlerin üzerilerinde mermi dolu şarjörleri takılı olacak şekilde silahlarıyla teçhizatlandırıldığı bir operasyon aşaması söz konusudur. Bu hususlar ve olayın diğer gerçekleşme koşulları, yetkililerin olayda saldırı dâhil her ihtimali öngörebildiklerini göstermektedir. Dolayısıyla somut olayın kendine özgü koşullarına göre incelemenin sadece silahlı gücü kullanan kolluk görevlisinin eylemiyle sınırlı yapılamayacağı kanaatine varılmıştır.

82. Bu bağlamda olaya bakıldığında ise operasyonun planlanması ve idaresi ile ilgili olarak ilk bakışta çeşitli sorunların varlığı hemen göze çarpmaktadır. Öncelikle başvurucunun oğlunun yaşamını sonlandıran atışı yapan jandarma erinin içinde olduğu timin ortamın güvenliğini sağlamak için alana yollandığı, başvurucunun firari durumdaki eşinin yakalanması ile ilgili olarak bu time görev verilmediği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bununla birlikte günün ağarması ile alana gelecek ve olaya müdahale edecek timler ile öncü tim arasındaki koordinasyon hakkında başvuru dosyasına yansıyan herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Öncü timin diğer timlerin olay yerine intikali aşamasına kadar aradan geçecek zaman içinde gerçekleşmesi muhtemel pek çok tehlikeli durumda ateşli silah kullanımı dışında ilgilileri etkisiz hâle getirecek alternatif yöntemlerin kullanılması konusunun planlama aşamasında değerlendirilip değerlendirilmediği anlaşılamamaktadır. Bununla birlikte olayın gelişimine bakıldığında yetkililerin firari hükümlünün başvurucunun evinde olduğu yönünde kesin bir bilgiye sahip oldukları da tam olarak belirlenememektedir. Olay yerine gece vakti öncü bir ekip göndererek öncü ekibe evi gözetleme görevi verildiği akla gelmektedir.

83. Başvuruya konu olayda gece vakti gizlenmiş şekilde yakınında konuşlanılan ve yakalanmak istenen kişinin içinde bulunduğu umulan özel mülkteki kişilerin hayatlarını ve kolluk görevlilerinin can güvenliğini tehlikeye atacak davranışlarda bulunmalarını en başından engelleyecek bir tedbirin düşünüldüğü de görülmemiştir. Olayın gerçekleştiği yerin nüfus yoğunluğu düşük köy yerleşim bölgesi olduğu, burada yaşayan kişilerin kendilerini ya da hayvanlarını gerek çevredeki yabani hayvanlardan gerekse başka tehlikelerden korumak için evlerinde ve eklentilerinde silah bulundurabildiği, bekçi köpeği besleyebildiği herkesçe bilinen bir olgudur. Ayrıca kişilerin özellikle gece vakti mülkleri içindeki veya yakınındaki sıra dışı bir durumu fark etmeleri hâlinde yaşamlarının veya mal varlıklarının açık bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını düşünerek hareket edebilmeleri de mümkündür. Somut olayda da bir arazi içinde bulunan evdeki bekçi köpeğinin gece vakti kolluk görevlilerini fark edip evdekileri uyarması sonrasında bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını değerlendiren ve henüz on altı yaşında olan ölen kişi, tehlikeyi savuşturmak için evin bahçesine elinde tüfek ile çıkmış; sonrasında ise bu olay yaşanmıştır.

84. Öngörülebilir bu ve benzeri durumlara ilişkin bir hazırlık yapılmadığı için istenmeyen olaylar gelişmiştir. Bu öngörememe hâli ve buna göre gerekli tedbirlerin alınmaması, olayın aşamalarını -Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da açıkça ifade edildiği gibi- uzman bir er olmayan ve dolayısıyla bu tür durumlarda nasıl hareket edileceği konusunda yeterli tecrübeye sahip olmayan jandarma eri ile henüz on altı yaşındaki ölenin ellerinde silah olduğu hâlde karşı karşıya kaldıkları bir anın yaşanmasına kadar götürmüştür.

85. Ağır Ceza Mahkemesinin kararında da vurgulandığı gibi time komutanlık eden uzman asker, eve en yakın konumdaki astlarından çok uzak bir noktadadır ve bu nedenle gerçekleşmesi olası durumlara müdahale edebilecek konumda değildir. Bu ve buna benzer eksiklikleri barından operasyon, jandarma erinin eylemine açıkça tesir etmiştir. Oysa operasyonun olayla ilgisi bulunmayan, gece vakti bilmediği bir tehlikeye karşı evini ve arazisini koruma refleksi ile hareket eden on altı yaşındaki bir çocuk ile görevi sadece evi gözetlemek ve bu tür olaylara karşı tecrübesiz olan jandarma erini silahlarıyla karşı karşıya getirmeyecek ya da bu ihtimali mümkün olan asgari seviyeye indirecek bir hazırlık ve buna göre de bir icra içermesi gerekirdi. Bu olaydaki operasyonun kolluk tarafından planlanmış bir operasyon olduğu ve olayın kolluğun beklenilmedik gelişmelere karşı tepki gösterdiği bir olay olmadığı, riskin asgariye indirilmesini sağlamak için gerekli özeninin gösterilmediği anlaşılmıştır.

86. Başvuruya konu olayın bütününe bakıldığında kolluğun operasyonuna ilişkin bu tespitlerin maddi ve manevi tazminat talebiyle açılan idari davadaki değerlendirme sırasında dikkate alınması gerektiği yönünde makul bir beklenti oluşmaktadır. Ancak idari yargı organlarınca başvurucunun tazminat talebinin reddine dayanak oluşturan gerekçenin failin kabul gören meşru savunmasının kamu hizmeti ile zarar arasındaki illiyet bağını kestiğine ve bu nedenle tazmin borcunun doğmadığına ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu noktada gerekçede sadece failin eylemi üzerinde yoğunlaşıldığı, sonucu doğuran sürecin bir bütün olarak ele alınmadığı görülmektedir.

87. Bu itibarla olayda operasyonun planlanması ve idaresi yönünden eksiklikler gösterilmesi ile olaya ilişkin idari yargılama sürecinde yeterli bir inceleme yapılmaksızın olayda hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi suretiyle yaşam hakkının ihlaline yol açıldığı sonucuna varılmıştır.

88. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

89. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

90. Başvurucu 60.000 TL maddi, 60.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

91. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

92. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

93. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

94. İncelenen başvuruda, operasyonun planlanması ve idaresi yönünden eksiklikler gösterilmesi ile olaya ilişkin idari yargılama sürecinde yeterli bir inceleme yapılmaksızın tazminat talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin koruma altına aldığı yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

95. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ordu İdare Mahkemesine (E.2007/301, K.2008/659) gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

96. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

97. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ordu İdare Mahkemesine (E.2007/301, K.2008/659) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.206,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YILMAZ ADLIĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16475)

 

Karar Tarihi: 8/7/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Eser AKINCI

Başvurucu

:

Yılmaz ADLIĞ

Vekili

:

Av. Erdal KUZU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen yaralama olayının etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 9/12/2015 tarihinde Mardin'in Nusaybin ilçesinde, yönetimindeki motorlu araçla seyir hâlindeyken Bakanlar Kurulu kararıyla özel güvenlik bölgesi olarak belirlenen bölgeye girmiştir. Söz konusu bölgede PKK mensuplarıyla mücadele eden kolluk görevlileri başvurucunun aracına ateş etmişlerdir.

9. Yakalandığı sırada yaralandığı anlaşılan başvurucu aynı gün Mardin Devlet Hastanesine sevk edilmiş, burada yapılan tedavisinin ardından 10/12/2015 tarihinde taburcu edilmiştir. Anılan Hastanece düzenlenen rapordan başvurucunun sağ uyluk bölgesinden ateşli silah mermi çekirdeği isabeti nedeniyle yaralandığı ve damar, sinir, iskelet muayenesinin doğal olduğu anlaşılmaktadır.

10. Olayın gerçekleşme şekline ilişkin olarak başvurucunun anlatımlarıyla kolluk görevlileri tarafından düzenlenen belgelerde yer verilen bilgiler arasında farklılıklar bulunmaktadır.

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca resen başlatılan soruşturma kapsamında, olay yerinde veya başvurucunun isabet alan aracı üzerinde olay tarihinde herhangi bir inceleme yapılamamıştır.

12. Kolluk görevlilerince tutulan 11/12/2015 tarihli tutanaklarda, olay yerinde çatışmalar devam ettiği için başvuruya konu olaya ilişkin tutanakların ve başvurucuya ait aracın daha sonra gönderileceği bildirilmiştir. Söz konusu araç üzerinde vücut izi olup olmadığı ve genetik incelemeye esas olmak üzere bulgu bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılmış, ateşli silah isabeti olup olmadığı ise araştırılmamıştır. Soruşturma evraklarının arasında olayın gerçekleşme şeklini açıklayan kolluk tutanağına rastlanmamıştır. Başvurucunun üzerinde veya aracında herhangi bir suç eşyasının ele geçmediği anlaşılmaktadır. Nusaybin İlçe Jandarma Komutanlığınca incelenmesi tamamlanan araç 15/12/2015 tarihinde başvurucunun ağabeyine teslim edilmiştir.

13. Başvurucu 11/12/2015 tarihli ilk ifadesinde terör örgütüyle herhangi bir ilgisinin olmadığını, aracıyla seyir hâlindeyken yanlış yola girdiğini, silah sesleri duyduğunu, aracına isabet eden bir mermi çekirdeğinin karın bölgesini sıyırdığını, bunun üzerine direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini ve aracını bir taşa çarparak durdurduğunu söylemiştir. İfadesinin devamında silah sesleri duymaya devam edince aracından indiğini, tepede bulunan kolluk görevlilerini görmesi üzerine onların ateş ettiğini anlayarak ellerini havaya kaldırdığını, buna rağmen ateşe devam edilmesi nedeniyle bacağından yaralandığını, ardından yanına gelen kolluk görevlileri tarafından hastaneye kaldırıldığını, kendisine durması için herhangi bir ihtar yapıldığını duymadığını beyan etmiş; sorgusunda ve hakkında açılan ceza davasının duruşmasında bu ifadesini tekrar ederek benzer açıklamalarda bulunmuştur.

14. Başvurucu, tedavisinin ardından silahlı terör örgütü üyeliği suçundan11/12/2015 tarihinde tutuklanmış ve hakkında 13/1/2016 tarihinde bu suçtan kamu davası açılmıştır. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 6/10/2016 tarihinde beraatine karar verilmiştir.

15. Olaya ilişkin kolluk fezlekesinde, bölücü terör örgütüne yönelik operasyon sırasında özel güvenlik bölgesine aracıyla giren başvurucunun durması için yapılan ihtara rağmen kaçmaya çalıştığı, aracına ateş edilerek durdurulduğu belirtilmiştir.

16. Başvurucunun yaralanması nedeniyle Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2016 tarihli kararıyla bir kısım jandarma komutanlığı görevlileri hakkında kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararda başvurucunun izinsiz olarak özel güvenlik bölgesine girdiği, kolluk kuvvetlerince durması için ikaz edilmesine rağmen kaçmaya çalıştığı, bu nedenle yakalanması maksadıyla aracına ateş edildiği belirtilmiştir.

17. Bu karara yönelik itirazın Mardin 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmesinin ardından 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili hukuk için bkz. Cembeli Erdem, B. No: 2014/19077, 18/4/2018, §§ 53-73.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 8/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu; kolluk görevlilerinin kendisini hedef alarak ateş etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini, yaralanmasına neden olan bu olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığını iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

22. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

1. Uygulanabilirlik Yönünden

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, ölümcül şiddete maruz kaldığına ve olayın etkili soruşturulmadığına ilişkindir. Bu nedenle ileri sürülen iddiaların yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiştir.

24. Somut olayda başvurucu hayattadır. Bu nedenle başvuruda, öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.

25. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

26. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Siyahmet Şiran ve Mustafa Çelik, B. No: 2014/7227, 12/1/2007, § 69; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

27. Başvuruya konu eylemin ateşli bir silahla gerçekleştirilmesi ve yaralanmaya sebep olması, gerçekleşme şekline ilişkin iddialarla birlikte gözönünde bulundurulduğunda potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olabileceği değerlendirilerek başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

28. Somut olayda başvurucunun bir kolluk görevlisinin silahından çıkan mermi çekirdeğinin isabet etmesi sonucu yaralandığı tartışmasız olmakla birlikte olayın gerçekleşme şekli bakımından başvurucunun iddiası ile adli makamların kabulü arasında farklılıklar bulunmaktadır.

29. Başvurucu, kolluk görevlisi tarafından açıkça hedef alınarak vurulduğunu iddia etmektedir. Soruşturma sonucunda verilen kararda ise başvurucunun yakalanması maksadıyla aracına ateş edildiği kabul edilmiştir.

30. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51). Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

31. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

32. Öldürücü kuvvet, belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir.

33. Aşağıda yaşam hakkının usul boyutu bakımından yapılan değerlendirmede ayrıntıları açıklanacağı üzere başvuruya konu olayın gerçekleşme koşullarının belirlenememesi nedeniyle Anayasa Mahkemesinin önünde başvurucunun iddiaları ile adli makamların söz konusu kabulünün değerlendirilmesine olanak verecek yeterlilikte bilgi veya bulgu bulunmamaktadır.

34. Dolayısıyla başvurucunun yaşam hakkının devletin öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği şikâyeti bu aşamada değerlendirilememiş olup bu nedenle inceleme, sadece olaya ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilemediğinin belirlenmesi ile sınırlı olarak yapılmıştır.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

36. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

37. Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

38. Yaşam hakkı kapsamındaki devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

39. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

40. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulmaya ilişkin savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25). Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

41. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

42. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 68).

43. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

44. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

45. Ancak bahsedilen husustan soruşturmanın başından sonuna kadar mutlaka kamuya açık bir şekilde yürütülmesi gerektiği ve soruşturma makamlarının ölenin yakınlarınca talep edilen her soruşturma tedbirini mutlaka almak zorunda oldukları gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Zira üçüncü şahısların temel haklarını korumak, kamu menfaatini gözetmek veya adli makamların soruşturma yaparken başvurdukları yöntemleri güvence altına almak gibi amaçlarla soruşturma aşamasında bazı delillere erişim yönünden kısıtlama getirilmesi gerekebilir (AYM, E.2014/195, K.2015/116, 23/12/2015, § 107).

46. Ayrıca kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, § 96).

47. Diğer taraftan soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96)

48. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

49. İfade etmek gerekir ki Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

50. Ayrıca belirtilmelidir ki etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitler, Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 143).

51. Anayasa Mahkemesi, görevi olmadığından değerlendirmelerinde belirtilen hususlarda araştırma yapılması hâlinde başvuruya konu davanın nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmemektedir. Anayasa Mahkemesinin görevi, soruşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen derinlikli ve özenli inceleme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini ya da ne ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir (İpek Deniz ve diğerleri, § 169).

52. Son olarak ifade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin doğrudan, ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde gerçekleşen olaylardaki delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması söz konusu olamaz; bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir (Cemil Danışman, § 58).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Başvuru konusu olayda etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaların yukarıda belirtilen ilkeler ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.

54. Başvurucunun soruşturmanın resen ve derhâl başlatılmadığı, kamu denetimine açık olmadığı, etkili katılımının sağlanmadığı ve soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmadığı şikâyeti bulunmadığı gibi somut olayda söz konusu ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da ulaşılmamıştır.

55. Başvuruya konu olayda soruşturmanın sadece silahlı terör örgütü üyeliği suçuna ilişkin olarak yapıldığı, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili herhangi bir delil toplanmadığı anlaşılmaktadır.

56. Başvurucunun yakalandığı sırada kolluk güçlerinin eylemi nedeniyle yaralandığı kabul edildiği halde, olayın nasıl gerçekleştiğine, kolluk görevlilerinin hangi şartlar altında güç kullandıklarına ilişkin hiçbir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Olayın gerçekleştiği tarihlerde söz konusu bölgede güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüyle sürekli bir mücadele içinde olması nedeniyle bazı soruşturma işlemlerinin derhâl yapılamayabileceği kabul edilebilir. Ancak soruşturma kapsamında tutulan tutanaklardan olaydan birkaç gün sonra en azından başvurucunun aracının vücut izi ve genetik inceleme bulgusu yönünden incelenebildiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen neden araçta ateşli silah mermi çekirdeği isabeti nedeniyle oluşabilecek herhangi bir bulgu olup olmadığının incelenmediği adli makamlarca açıklanmamıştır. Bunun gibi, delillerin toplanmasındaki güçlük ortadan kalktıktan sonra başvurucunun yakalama işlemini gerçekleştiren kolluk görevlilerinin ifadelerine başvurularak olayın gerçekleşme şekli de tespit edilmeye çalışılmadan bir kısım jandarma komutanlığı görevlileri hakkında kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

57. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan gerekçelerle yürütülen soruşturmanın Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olmadığı kanaatine varıldığından yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Başvurucu ihlalin tespiti ve 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

62. Başvuruda, yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

63. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

64. Yeniden soruşturma yapılmak üzere dosyanın ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiaları açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

65. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Muammer TOPAL'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No:2015/2979) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/7/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, sevk ve idaresindeki araçla Güneydoğu’da özel güvenlik bölgesi olarak ilan edilen bir bölgeye girmiş, kolluk güçlerinin ihtarına rağmen durmayınca açılan ateş sonucu yaralanarak aracını durdurmuş; daha sonra sevk edildiği mahkemece terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanmış; hakkında aynı suçtan dava açılmış, ancak daha sonra bu suçtan beraatine karar verilmiştir.

2. Terörle mücadelenin çok yoğun olarak sürdürüldüğü bir bölgede, yukarıda özetlenen olayın cereyan şekline göre güvenlik kuvvetlerinin hareket tarzında herhangi bir hukuka aykırılık söz konusu olmadığı halde ve başvurucunun “aracıyla seyir halindeyken, yanlış yola girdiği” şeklindeki, hayatın olağan akışıyla örtüşmeyen savunmasına itibar edilmemesi gerekirken ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nca olay bu çerçevede değerlendirilerek, güvenlik görevlileri yönünden kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı belirtilmek suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişken; yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlâl edildiği şeklindeki bir değerlendirmeye katılmak mümkün görülmemiştir.

3. Açıklanan nedenlerle; ilgili yargı yerlerince yürütülen soruşturma ve verilen kararlarda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı kanaatine vardığımızdan, açıkça dayanaktan yoksun başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği değerlendirmesiyle, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye
Muammer TOPAL

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YUSUF BAYKAL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/32663)

 

Karar Tarihi:16/9/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucu

:

Yusuf BAYKAL

Vekili

:

Av. Eda MUKANNASGİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi hata sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine açılan tazminat davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/8/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1/6/2014 tarihinde yaşamını yitiren 1977 doğumlu M.B.nin babasıdır.

9. Burun ameliyatı olmak için başvurduğu Özel A. Sağlık Hizmetleri A.Ş.ye ait Samsun Özel S. Hastanesinde 1/6/2004 günü başvurucunun oğlu M.B.nin ameliyatına başlanmıştır. Anestezi uygulanır uygulanmaz durumu kötüleşen M.B., yapılan müdahalelere rağmen malign hipetermiye bağlı solunum ve dolaşım durması sonucu vefat etmiştir.

10. Başvurucu ve M.B.nin diğer yakınları tarafından Özel A. Sağlık Hizmetleri A.Ş., doktorlar Ş.K. ve O.Y. aleyhine 24/11/2005 tarihinde İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi talebiyle dava açılmıştır.

11. Başvurucu dava dilekçesinde özetle oğlu M.B.nin 1/6/2004 tarihinde saat 10.20 sıralarında ameliyata alındığını, narkozun verilmesinden hemen sonra durumunun kötüleştiğini, ameliyata derhâl son verilmesi gerektiği hâlde yaşamının tehlikeye atılarak bir saatten daha uzun bir süre ameliyata devam edildiğini, yoğun bakım ünitesi bulunmadığı içinyoğun bakıma alınamadığını, yoğun bakım ünitesi olan başka bir hastaneye sevk edilirkenhayatını kaybettiğini, ameliyat öncesinde son derece sağlıklı olan oğlunun acemilik ve sorumsuzluk sonucunda öldüğünü belirterek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

12. Mahkemece Adli Tıp Kurumu Adli Tıp Üçüncü İhtisas Kurulundan (Adli Tıp Kurumu) rapor alınmıştır. Adli Tıp Kurumu 20/1/2010 tarihli raporunda; anestezi uygulamasında olayın gelişimine göre kişinin ölümünün anestezik ve analjezik maddelere karşı çok nadir gelişebilen ve aşırı vücut ısısı yükselmesiyle seyreden malign hipertermiye bağlı solunum ve dolaşım durmasından ileri gelmiş olduğu, hastanın ameliyatının öncesinde hazırlığın yeterli ve yerinde olduğu, malign hipertermi erkeklerde daha yaygın olup ne aile hikâyesi ne de daha önceden anestezik ajanlara maruz kalma hikâyesinin hekime güvenli bilgi vermediği, malign hipertermi oluşan hastaların yaklaşık yarısında daha önceden aldıkları anestezide bir sorun yaşanmadığı, hastada ameliyat öncesi muayenede malign hipertermiyi düşündürecek bir risk faktörünün mevcut olmadığı, tanı konulur konulmaz tüm anestezik ajanların kesilip yüzde yüz oksijen ve soğutma işlemi yapılmasının yerinde olduğu, gerekli acil basamak tedavisinin uygulandığı, geç sevkin söz konusu olmadığı, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu mütalaa edilmiştir.

13. Başvurucu, Adli Tıp Kurumu raporuna itiraz etmiş; Mahkemece 29/12/2010 tarihinde Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan yeniden rapor alınmasına karar verilmiştir.

14. Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 3/5/2012 raporunun sonuç kısmında Adli Tıp Kurumunun 20/1/2010 tarihli raporuna benzer şekilde mütalaa bildirilmiştir.

15. Mahkeme 14/5/2013 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında olayla ilgili Sultanbeyli Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasının incelendiğini, Özel S. Hastanesinin İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünce yapılan denetiminde ameliyathanenin mevzuata uygun, ekipman olarak yeterli ve bu tür bir ameliyat yapabilmek için elverişli olduğunun değerlendirildiğini belirterek Adli Tıp Kurumu raporları doğrultusunda davanın reddine karar verildiğini belirtmiştir.

16. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarını tekrar ederek anılan kararı temyiz etmiş; Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin temyiz incelemesi sonucunda bozma kararı verilmiştir. 22/1/2015 tarihli bozma kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Adli Tıp Kurumu raporlarında, hastada gelişen malign hipertermi tablosuna ilişkin bulguların ne zaman başladığı, davalı doktorlar tarafından zamanında anlaşılıp anlaşılamadığı, bu yönde yapılan tedavinin zamanında ve yeterli olup olmadığı, operasyona zamanında son verilip verilmediği, hastanın yoğun bakım ünitesine alınmayıp ameliyathanede tedavi uygulanmasının uygun olup olmadığı, hasta yoğun bakıma alınsa idi sonucun değişip değişmeyeceği, hastanın ameliyata alınması ile başka bir hastanenin yoğun bakımına sevkedilmesi arasında geçen zaman diliminin olağan olup olmadığı, sevkte bir gecikmenin bulunup bulunmadığı, hastanenin yoğun bakım ünitesinin somut olaydaki hasta için yeterli olup olmadığı hususlarının somut ve gerekçeli şekilde 2014/12438-2015/935 belirtilmediği ve Dr. [N.A.] ve Dr.[T.G.] tarafından düzenlenen “İnceleme Raporu”nun değerlendirilmediği anlaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle Adli Tıp Kurumu raporları yetersiz olup hükme dayanak yapılamaz.

Bu durumda mahkemece yapılacak iş, üniversitelerin ana bilim dallarından seçilecek uzmanlardan oluşacak bir bilirkişi kuruluna dosya tevdi edilerek, davalıların açıklanan hukuki konum ve sorumlulukları, dosyada mevcut delillerle ve raporlarla birlikte bir bütün olarak değerlendirilip, yapılması gerekenle yapılan müdahale ve tedavinin ne olduğunu, tıbbın gerek ve kurallarına göre olayda davalıların sorumluluğunu gerektirecek ihmal ve hata bulunup bulunmadığını gösteren, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar vermekten ibarettir. Mahkemece, değinilen bu yön gözardı edilerek eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir..."

17. Anılan bozma kararına karşı davalılarca yapılan karar düzeltme talebi 17/11/2015 tarihinde reddedilmiştir.

18. Mahkeme, bozma kararına uyulmasına ve Yargıtay bozma kararı doğrultusunda bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede Mahkemenin 6/12/2019 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verildiği tespit edilmiş olup anılan kararın temyiz incelemesinde olduğu anlaşılmıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu 24/11/2005 tarihinde açılan davada otuz üç celse sonunda 14/5/2013 günü ret karar verildiğini, ölüm olayının gerçekleşmesinden itibaren on üç yıl geçtiğini, ölüme neden olan eylemin niteliğinin açıklığa kavuşturulmadığını, makul olmayan gecikme nedeniyle yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

" Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

22. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, oğlu M.B.nin tıbbi hata sonucu yaşamını yitirmesi nedeniyle açtığı tazminat davasının makul bir sürat ve özenle yürütülmemesinden yakınmaktadır. Başvurucunun şikâyetinin yaşam hakkının usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, müteveffanın babasıdır. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

25. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

26. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

27. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimlerindeki ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak ve onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).

28. Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

29. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını, bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup sorumluların cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

30. Yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

31. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

32. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın ileri sürüldüğü tazminat ve tam yargı davalarında, derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bununla birlikte söz konusu özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

33. Başvurucu 2005 yılında başlayıp hâlen devam eden yargılamanın makul sürede neticelenmediğini ileri sürmüştür.

34. Başvuruya konu yargılama süreci incelendiğinde başvurucunun 24/11/2005 tarihinde zararlarının tazmini talebiyle dava açtığı, Mahkemenin yedi yılı aşkın bir süre sonra 14/5/2013 tarihli kararıyla davanın reddine karar verdiği anlaşılmıştır. Başvurucunun ret kararına karşı temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtayca temyiz incelemesi yapılmış, 22/1/2015 tarihinde Mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmiştir. Mahkeme Yargıtayın bozma kararına uyarak bilirkişi raporu alınmasına karar vermiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede başvurucunun bireysel başvuru yaptığı tarihten sonra Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verildiği, anılan kararın temyiz edilmesi nedeniyle henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.

35. Başvuruya konu davanın karmaşık bir nitelik arz etmemesi ve başvurucunun davanın uzamasında hiçbir katkısının olmaması gibi hususlar dikkate alındığında somut olaya ilişkin yargılamanın 14 yılı aşkın bir sürede sonlandırılmasının makul olduğu söylenemeyecektir.

36. Kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, adalete olan güvenin sarsılmaması yönünden yargılama makamları tarafından yaşam hakkına ilişkin yargılamaların makul süratte yürütülmesi için özen gösterilmesi gerekmektedir. Buna karşın somut olayda 24/11/2005 tarihinde açılan davanın makul kabul edilemeyecek derecede uzun bir süre devam ettiği ve hâlen de sonuçlandırılmadığı görülmüştür.

37. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

38. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

39. Başvurucu 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

40. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

41. İncelenen başvuruda yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle manevi zararları karşılığında başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

42. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

43. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 40.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul Anadolu 5. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/408) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TOCHUKWU GAMALİAH OGU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/6183)

 

Karar Tarihi: 13/1/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 10/3/2021-31419

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Tochukwu Gamaliah OGU

Vekili

:

Av. Alp Tekin OCAK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; polis karakolunda tutulan kişinin kolluk görevlisince öldürülmesi ve olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının, ölümle sonuçlanan şiddetin ırk temelli ayrımcılık saikiyle gerçekleştirilmesi nedeniyle yaşam hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Amirliğinde (Amirlik) görevli dört polis memuru 20/8/2007 tarihinde Tarlabaşı mevkii Sakızağacı Caddesi'nde ekip hâlinde görevlerini ifa ederken bir taksi durağının önünde hareketlerinden şüphelendikleri iki kişi görmüştür. Memurların anlatımlarına göre bu kişiler kendilerini görünce tedirgin olup şüpheli davranışlar sergilemiştir. Ardından bunlardan birinin küçük muhafaza torbası içinde bulunan eşyayı gizlemek için cebine koyduğu sırada bunun fark edilip üst araması yapılması neticesinde uyuşturucu madde (kokain) bulunmuştur. Diğer kişinin üst aramasında ise suça konu eşyaya rastlanmamıştır. Aramaların tamamlanmasının ardından bu kişiler, haber verilmesiyle gelen ekibin yardımıyla Amirliğe götürülmüştür. İlgili belgelerde bu kişilerin memurlara direndikleri veya bir kaçma girişiminde bulundukları belirtilmemiştir. Memurların bu konudaki anlatımları, kıyafetleri ile kullandıkları otomobil resmî olmamasına rağmen söz konusu kişilerin tedirgin olup şüpheli davranışlar sergilediği yönündedir. Fark edilmelerinin sebebi memurlardan birine göre bölgedeki uyuşturucu satıcılarının kendilerini önceki olaylardan dolayı tanımaları, otomobili süren memura göre ise otomobilin sirenine yanlışlıkla basmış -kesin olarak hatırlayamadığını söylemekle birlikte- olmasıdır.

9. Amirliğe gelindiğinde bu kişiler farklı odalara götürülmüştür. Olay günü ekipte ekip amir vekili olarak görev yapan ve olay tarihinde on iki yıllık meslek tecrübesi olan otuz beş yaşındaki C.Y. ile ekipte yer alan polis memuru E.T., cebinde kokaini buldukları ve üstünden çıkan belgeye göre 1982, Lagos/Nijerya doğumlu olan F. Okey'i şüphelilerin müdafileriyle görüşme yaptıkları bir odaya almıştır. Amirliğe getirilen diğer şüpheli M. Oga ise götürüldüğü bekleme odasında tutulmuş, burada üstünün detaylı araması yapılmıştır.

10. F. Okey'in üstünden çıkan, Mersin Emniyet Müdürlüğünce düzenlenmiş 8/8/2007 tarihli yol izin belgesinde İstanbul'a ziyaret amacıyla gidip dönebilmesi için kendisine 8/8/2007-22/08/2007 tarihleri arasında izin verildiği bilgisi bulunmaktadır.

11. F. Okey, görüşme odasına alındıktan bir süre sonra C.Y.nin tabancasından çıkan merminin vücuduna isabet etmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Olayın başlangıcı ve seyri konusunda bireysel başvurudaki iddialar ile memurların anlatımları farklılık göstermektedir. Aşağıda ilgili bölümde açıklandığı üzere bu konuda yetkili adli mercilerce verilmiş kesin bir karar olmadığından, başka bir deyişle gözaltında tutulan kişinin polis karakolunda nasıl öldüğüne ilişkin kesin bir yanıt henüz verilmediğinden başvuruda olayın tüm koşullarının ortaya çıkarılmış olduğu söylenemeyecektir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, başvuru dosyasına sunulan belgeler ile yetkili adli mercilerin inceleme tarihine kadar gerçekleştirdiği işlemler ve aldıkları kararlar üzerinden olay ve olguları titiz bir şekilde tespit edip başvuruyu buna göre değerlendirmek durumundadır.

A. Bireysel Başvuru Öncesindeki Süreç

12. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) haber verilmesi üzerine olayla ilgili olarak derhâl soruşturma başlatmıştır. C.Y. soruşturma ve kovuşturma makamlarındaki ifade ve savunmalarında görüşme odasında oldukları sırada E.T. ile birlikte detaylı arama yapabilmek için F. Okey'den kıyafetlerini çıkarmasını istediklerini söylemiş ancak dilini bilmediklerinden bunu el işaretleriyle anlatmışlardır. Sonrasında F. Okey'in alt iç çamaşırı içinde de kokain bulmuşlardır. C.Y. bu gelişme üzerine görüşme odasının kapı tarafında bulunan meslektaşından amirleri olan Ö.A.yı durumdan haberdar etmesini istemiş, bunun üzerine E.T. odadan çıkmıştır. C.Y., odada yalnız kaldıkları sırada F. Okey'e kıyafetlerini giymesini işaret etmiş; ardından dikkatini odanın kapı tarafına verdiği sırada bel kemerine kılıfı olmaksızın takılı bulunan tabancasının çekiştirildiğini hissetmiştir. C.Y. tabancasını çekiştirdiğini gördüğü öleni engellemek maksadıyla derhâl tek eliyle silahı kabzasından tutup geriye çekmeye çalışmış, başarılı olamayınca bu kez iki eliyle tutup geri çektiği anda tabancayı kendisi gibi iki eliyle fakat namlu bölgesinden tutan ölenin dizlerinin üzerine düştüğünü görmüştür. C.Y. namlusunda mermi olduğunu bildiği için tabancasının tetiğine dokunmamış ancak tabancayı kontrol altına alabilmek için kuvvetlice ikinci kez kendine doğru çektiği anda tabanca ateş almıştır. C.Y. tabancasını diğer kişiler ve kendisinin hayatını koruyabilmek için her zaman namlusuna mermi sürülmüş ve tetik emniyet mandalı açık şekilde taşıdığını ancak tabancanın istem dışı ateş almasını önlemek için ikinci bir tedbir alma yöntemi olan horoz tetiğini yarım çekme metodunu olay sırasında uyguladığını, bunun yanında tabancanın bu hâlde ateş alması için de tetiğin çekilmesi gerektiğini, bunun için diğer zamanlara göre daha fazla kuvvet uygulanmasının şart olduğunu bildiğini de söylemiştir. C.Y. aşamalardaki savunmalarında tabancasının tetiğine dokunmadığında ısrarcıdır. C.Y. anlatımlarına, ölenin aramalarda kendilerine bir şeyler anlatmaya çalışmışsa da dilini bilmedikleri için ne söylediği konusunda fikir sahibi olmadıklarını da eklemiştir. Ayrıca ölenin olayın önceki aşamalarında taşkınlık yapmadığını ve silahı niçin almak istediğini bilmediğini söylemiştir. Ölenin olay sırasında düğmeleri açık gömlek ile siyah fanila giydiğini, giysilerin akıbetini bilmediğini ifade etmiştir. C.Y. önceki olaylardan edindiği mesleki tecrübeye göre kozmopolit yapısı olan Beyoğlu'ndaki siyah tenli kişilerle buraya Türkiye'nin doğu bölgesinden gelen kişilerin uyuşturucu ile ilgili suçlar yönünden dikkat edilmesi gereken kişiler olduğunu düşündüğünü de belirtmiştir.

13. Yetkili adli makamlarca alınan ifadeler ile olayın ardından kolluk görevlilerince düzenlenen ilgili tutanaklara göre polis memurları C.Y. ve E.T., yaralanan F. Okey'i derhâl kucaklayarak odadan çıkarmış, durumdan haberdar olan memur K.K.A.nın da yardımıyla Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinin Acil Servis Polikliniğine götürmüşlerdir. F. Okey, hastanede gerçekleştirilen ameliyatta gösterilen çabaya rağmen aldığı öldürücü nitelikteki yara nedeniyle yaşamını yitirmiştir.

14. Tanık polis memuru E.T. aşamalarda alınan ifadelerinde olayı şöyle anlatmıştır: Amirliğe geldiklerinde öleni görüşme odasına götürmüşlerdir. Burada memur C.Y. ile ölenin giysilerini çıkarttırıp arama yaptıkları sırada ölenin bacaklarının arasına sakladığı uyuşturucu maddeyi bulunca C.Y.nin isteğiyle Grup Amiri Ö.A.ya haber vermek için görüşme odasından çıkmıştır. Grup Amiri'nin odasına giderek durumu anlatmasının sonrasında yan tarafa gitmek için yöneldiği sırada gürültü duyup geriye dönmüş; ardından C.Y.nin ölenin giyindiğini ve adli rapor alabilmek için vakit kaybetmeksizin kendisini hastaneye götürmeleri gerektiğini söylemesi üzerine hızla görüşme odasının kapısına geldiğinde C.Y.yi ayakta ve belindeki tabancasının kabzasından tutmuş, öleni ise dizlerinin üzerinde tabancayı namlusundan tutarak kendine doğru çekiştirirken görmüş, ardından C.Y. tabancayı kuvvetlice iki kez geriye çekip almaya çalışmış ancak tabanca ikincisinde ateş almıştır. Olay ani geliştiği için müdahale etme fırsatı olmamıştır. Ölen, düğmeleri açık gömlek ile siyah fanila giymiştir. Hastaneye götürdükleri sırada ölenin üzerinde olan gömleğin mermi isabet etmesi neticesinde delinip delinmediğini fark etmemiştir.

15. Olay sonrasında kolluk görevlilerince 20/8/2007 tarihinde düzenlenen olaya ilişkin tutanakta yer alan olayın seyri ve sonuçlanmasıyla ilgili tüm bilgiler, polis memurları C.Y. ile E.T.nin anlatımlarındaki gibidir. Tutanakta ayrıca ölenden alınan parmak izinin arşiv kayıtlarında 24/2/2007 tarihinde Amirlik tarafından hakkında işlem yapılan 10/2/1987, Lagos/Nijerya doğumlu F. Okey adlı kişiye ait olduğu belirtilmiştir.

16. Soruşturma kapsamında olay yeri incelemesinde görev alan memurlar (Olay Yeri İnceleme) Amirliğin giriş kapısı önünde 9 mm çapında mermi çekirdeği ile görüşme odasında aynı çapta boş bir kovan elde etmiştir. Olay yeri incelemesinde olay yerinin fotoğraflarının çekilmesinin yanında diğer bazı işlemler de gerçekleştirilmiştir.

17. Bu arada Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü başka bir soruşturmada Somali uyruklu M.M. adlı şüphelinin Beyoğlu/Tarlabaşı'ndaki evinde yapılan aramada kokain ele geçirilmiştir. Bu aramada ölen adına düzenlenmiş "Somali Cumhuriyeti" başlıklı, "Birleşmiş Milletler" ibareli, üzerinde fotoğrafının olduğu bir kimlik belgesi ile D.G.M.G. adına İspanya devleti tarafından düzenlenmiş görünen, yine üzerinde fotoğrafının olduğu kimlik belgesi bulunmuştur. Aynı evden ölenin yalnız ve başka kişilerle çekilmiş üç fotoğrafı da çıkmıştır. Şüpheli M.M. 8/9/2007 tarihindeki ifadesinde susma hakkını kullanmış, tutuklanma talebiyle sevk edildiği Beyoğlu 1. Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgusunda ise suçlamaları reddederek kimlik kartları ve kokain ile ilgisinin olmadığını söylemiştir. Şüpheli; Cumhuriyet savcısına 13/9/2007 tarihinde verdiği ifadede, öleni oynadıkları futbol maçlarından tanıyıp uyuşturucu ticareti yapıp yapmadığını bilmediğini, sahte belgeler ve kokainin polis tarafından getirilip bulunmuş gibi gösterilmesi nedeniyle polislerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir. Bu şikâyet üzerine polisler hakkında başka dosya numarası üzerinden soruşturma başlatılmıştır. Başvuru dosyasındaki belgelerden, soruşturmanın akıbeti hakkında herhangi bilgiye ulaşılamamıştır.

18. Ölüm olayının birçok medya kuruluşunda haber yapılması üzerine İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce 7/9/2007 tarihinde internet sitesi üzerinden bir basın açıklaması yapılmıştır. Söz konusu açıklama şöyledir:

"Nijerya uyruklu F... Okey'in karakolda ölmesi ile ilgili basında yer alan haberler değerlendirilmiştir. Yapılan incelemede, 2/8/2007 günü Taksim'de ekiplerimizi fark ettiğinde iki yabancının tedirgin davranışlar göstermesi ve içlerinden birinin elindeki poşeti cebine sokması üzerine durumundan şüphelenilerek üzerlerinde yapılan kontrolde;

1) Yabancılardan M.Oga kimliğini ispat edecek herhangi bir belge ibraz edememiştir. Şahıslardan F... Okey'in ise üzerinde küçük bir naylon poşet içerisinde satışa hazır vaziyette taş tabir edilen kokain maddesi bulunmuştur.

2) Bu sırada F... Okeyin gösterdiği belgelerden kendisinin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine iltica talebinde bulunduğu ve Mersin ilinde ikamet etmesinin uygun görüldüğü anlaşılmıştır.

3) Bunun üzerine karakola sevk edilen şahısların ikisi de üzerlerinde ince arama yapılmak üzere beşinci kattaki Asayiş Büro Amirliği'ne çıkarılarak ayrı ayrı odalara alınmışlardır.

4) Şahısların yapılan ince aramalarında, F... Okey'in iç çamaşırı içerisinde 13 adet daha satışa hazır tek kullanımlık kokain bulunmuştur.

5) Bunun üzerine F... Okey paniğe kapılarak polis memuru C.Y.nin silahını almak üzere hamle yapmış, memurun silahını vermemek için mücadele etmesi neticesinde çıkan arbedede silah ateş almış ve F... Okey omzundan giren mermi ile yaralanmış, kaldırıldığı Taksim İlkyardım Hastanesi'nde de hayatını kaybetmiştir.

6) İlgili Mevzuat gereğince karakollarımızın sadece nezarethanelerini izlemek üzere kamera bulunmakta, diğer kısımlarda kameralı izleme gerekliliği bulunmamaktadır.

7) 7.9.2007 günü üzerinde 50 gr. kokain maddesiyle yakalanan Somali uyruklu olduğunu beyan eden M.M. adındaki yabancının ikametinde yapılan aramada: 150 gr. satışa hazır kokain maddesiyle üzerinde F... Okey'in fotoğrafı bulunan F... P... ismine düzenlenmiş sahte Somali kimliği, M... G... ismine düzenlenmiş sahte İspanyol kimlik kartı ve Kuşadası Emniyet Müdürlüğü'nce verilmiş gözüken A... M... ismine ait fotoğrafsız seyahat belgesi ele geçirilmiştir. Yapılan incelemede F... Okey'in arkadaşı olduğu anlaşılan M.M.nin de Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nden sığınma talebinde bulunduğu ve Kuşadası'nda ikamet etmesi gerektiği halde İstanbul'da illegal olarak bulunduğu anlaşılmıştır. Konuyla ilgili olarak soruşturma Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı'nca yürütülmekte olup, idari soruşturma için İçişleri Bakanlığı'nca bir Mülkiye Müfettişi ile bir polis müfettişi görevlendirilmiştir."

19. Nöbetçi Cumhuriyet savcısı tarafından hastane morgunda ceset üzerinde doktor bilirkişi refakatinde ölü muayenesi yapılmış ancak kesin ölüm sebebi tespit edilememiştir. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince (Morg İhtisas Dairesi) ceset üzerinde yapılan otopsi sonucu düzenlenen 10/9/2007 tarihli raporda, ölenin kanında alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanında ve idrarında uyutucu, uyuşturucu madde izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Aynı rapora göre ölen, bir adet mermi çekirdeğinin vücuduna isabet etmesi sonucu meydana gelen öldürücü nitelikteki yaralanma nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Mermi çekirdeği, sol klavikula (köprücük kemiği) üstünden vücuduna girmiş, iç organlara zarar verip sol lomber (bel omurgası) bölgeden vücudu terk etmiştir. Rapora göre cilt, cilt altı supraklavikuler kastan başlayarak yukarıdan aşağıya, hafif öne arkaya seyirle sol 1-2. interkostal aralık seviyesi üst kısmından giren mermi çekirdeği, sol akciğerin tamamını üstten aşağıya kat edip sol 11-12. interkostal aralık seviyesinden arka lomber bölgede 11. kodda arkaya doğru kemik kakmaları da oluşturacak şekilde vücuttan çıkmıştır. Raporda ayrıca cilt, cilt altı bulgularına göre atışın bitişik mesafe dışından yapıldığı, kesin atış mesafesinin belirlenemediği, atış mesafesinin belirlenebilmesi için ölenin olay sırasında üzerinde bulunan ve delik ihtiva eden giysilerinin temin edilmesi gerektiği bildirilmiştir. Otopsi raporunda, istendiği takdirde DNA analizi yapılabilmesi için ölenden alınan kemik örneğinin muhafaza altına alındığı ifade edilmiş; ardından yetkili mahkemece verilen moleküler genetik inceleme yapılmasına dair karar gereğince Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesince (Biyolojik İhtisas Dairesi) yapılan incelemede ölenin DNA profili çıkarılmıştır. Bahçelievler Belediye Başkanlığı Sağlık İşleri Müdürlüğünün 26/10/2007 tarihli yol belgesine göre ölenin cenazesi, bu işlemlerden sonra Nijerya'ya gönderilmiştir. Başvuru dosyasındaki belgelerden cenazenin burada yetkililerce teslim alındığı anlaşılmaktadır.

20. Cumhuriyet Başsavcılığı, ölenin ameliyathaneye girerken üzerinde olduğunu belirlediği gömleği atış mesafesinin belirlenebilmesi için araştırdığında ise gömleğin kayıp olduğu bildirilmiştir. Gömleği araştırmakla görevli kolluk görevlileri, olay gecesi hastaneye giderek buradaki tüm birimlerde ertesi güne sarkan araştırmalar yapmış ancak ilgili hastane personeliyle gerçekleştirilen görüşmeleri de kapsayan bu araştırmalarında gömleğin akıbetini öğrenememişlerdir. Hastanenin kamera kayıtları kolluk görevlilerince incelendikten sonra düzenlenen 21/8/2007 tarihli tutanaklara göre ölen 20/8/2007 tarihinde saat 18.08'de bir sedye üstünde Acil Servis Polikliniğine alınırken ve buradan ameliyathaneye götürülürken gömleği üzerindedir ancak giysilerinin görevlilere teslimine ilişkin tutanağa göre teslim edilen giysileri pantolon ile pantolon kemerinden ibarettir. Bu gelişme üzerine ilgili hastane personeli ve kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılmıştır.

21. Cumhuriyet savcısı olay yerinde başka incelemeler de yapmıştır. İnceleme yaptıktan sonra bu yönde talimat verdiği Olay Yeri İnceleme, incelemelerinin sonuçlarını 7/9/2007 tarihinde düzenlediği iki ayrı tutanakla bildirmiştir. Bu tutanaklara göre Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün ek hizmet binasının beşinci katında bulunan Amirliğin sadece giriş kapısında yalnızca bir faal kamera bulunmaktadır. Bu kamera sadece Amirliğin girişi ile giriş merdivenlerini göstermekte, aldığı görüntü telsiz odasındaki bilgisayar monitöründen anında izlenebilmektedir. Ne var ki kameranın bağlı olduğu bilgisayarın yeterli hafızası bulunmadığı için görüntülerin kaydı yapılamamaktadır. Aynı tutanaklara göre Amirlikteki nezarethane bölümü tadilat nedeniyle kullanılmamaktadır ve olay tarihinden önce 2007 yılı Nisan ayında başlayan bu tadilata ilişkin faaliyetler, inceleme tarihinde de devam etmektedir. Bununla birlikte tadilatın ardından nezarethane olarak kullanılması düşünülen bölümün duvarına faal olmayan bir kamera daha konulmuştur. Olay Yeri İncelemeye göre bina özellikleri dikkate alındığında görüşme odasındaki silah sesi, Amirliğin her yanından duyulabilecek şiddettedir.

22. Amirlik ile hastanenin girişlerini gösteren kamera kayıtlarından ölenin Amirliğe 20/8/2007 tarihinde saat 17.47'de getirildikten sonra saat 18.06'da yaralı şekilde taşınarak binadan çıkarıldığı, hastaneye getirilme saatinin ise 18.08 olduğu anlaşılmıştır.

23. Kriminal Polis Laboratuvar Dairesi Başkanlığının 29/8/2007 ve 22/9/2007 tarihli raporlarında; C.Y. ve ölenin el svap örneklerinde atış artığına rastlanmadığı, olay yerinden elde edilen mermi çekirdeği ve kovanının C.Y.ye ait tabanca ile atıldığı, tabancanın ateş etmesine engel olacak mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı bildirilmiştir. Olay yeri inceleme raporunda belirtildiğine göre şüpheli C.Y.nin el svapları saat 01.15 sıralarında (21/8/2007 tarihinde) alınmıştır. 29/8/2007 tarihli rapora göre bu gibi olaylarda yapılan inceleme sonucunda ellerde atış artıklarına rastlanmaması ellerin silinmesine veya yıkanmasına ya da silahı tutuş şekline, silahın cinsine ve fişeğin yapısına bağlı olabilmektedir.

24. Şüpheli polis memuru C.Y.ye ait tabancanın el konulduktan sonra kendisine iade edildiği anlaşılmaktadır. Öte yandan ilgili bölümde ayrıntıları açıklanacağı üzere yetkili adli makamların hükümleri incelendiğinde Başsavcılığın adli emanetinin 2008/3621 numarasında kayıt altına alındığı, hüküm kesinleştiğinde sanığa iade edilmesine karar verildiği görülmüştür. Adli emanet numarasına ilişkin yıl (2008) ile olay hakkındaki soruşturmanın başladığı tarihe ilişkin yıl (2007) dikkate alındığında söz konusu tabancanın şüpheliye iade edildikten sonra yeniden adli emanete alındığı sonucuna varılmıştır. Olaydan sonra tabancaya bir süre el konulduğu anlaşılabilmekle birlikte -ölenin iki eliyle namlusundan tutarak çekiştirdiği yönündeki savunması dikkate alınarak- üzerinde ölenin el (avuç) ve parmak izi incelemelerinin yapıldığına veya yapılmadıysa gerekçelerine ilişkin bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır.

25. Olay günü C.Y.nin ekip amir vekili olarak görev yaptığı ekipte yer alan memur K.K.A. aşamalardaki anlatımlarında (tanık sıfatıyla) Amirlikteyken önce "Tak." şeklinde bir ses, peşinden de "Eyvah!" gibi konuşmalar duyması üzerine ne olup bittiğini anlamak için çevreye bakındığında memur C.T. ile E.T.yi kucaklarında öleni taşırlarken gördüğünü, onlara yardım ederek birlikte hastaneye gittiklerini, burada C.T.nin silahını almaya çalışan öleni engellemek isterken silahının ateş aldığını söylediğini ifade etmiştir. K.K.A. ölenin üzerinde düğmeleri açık gömlek ile beyaz renkli fanila olduğunu ancak ameliyattan sonra bir hemşire tarafından kendisine pantolonu ve şortu ile pantolon kemerinin teslim edildiğini söylemiştir. K.K.A.nın anlatımlarında ölenin gömleğinin akıbetini ilgililere sorup sormadığı konusundaki bir açıklamasına rastlanmamıştır.

26. Olay günü ekipte görevli diğer memur M.A. aşamalardaki anlatımlarında (tanık sıfatıyla) ölenin üstünde uyuşturucu madde bulunca şüpheli kişileri Amirliğe götürmeye karar verdiklerini, haber verildikten sonra olay yerine gelen ekipteki bir polis memuruyla birlikte M. Oga'yı yürüyerek Amirliğe götürdüklerini, Amirlikteyken "Tak." şeklinde ses duyduğunu, sonrasında ekip arkadaşlarını ölen kişiyi hastaneye götürürken gördüğünü söylemiştir. Grup Amiri Ö.A.nın aşamalardaki anlatımlarında ise memur E.T.nin odasına gelerek yaptıkları üst araması sırasında iki kişinin birinde uyuşturucu madde buldukları bu kişileri Amirliğe getirdiklerini, aynı kişinin burada yapılan üst aramasında da uyuşturucu maddeye rastladıklarını söyleyip odasından çıktığını, kısa süre sonra silah sesi duymasıyla odasından çıkıp sesin geldiği yöne baktığında ilk kez gördüğü bir kişinin yaralanmış hâlde memurlar tarafından hastaneye götürüldüğünü gördüğünü, peşlerinden gidip hastanede karşılaştığı C.Y.ye neler yaşandığını sorduğunda C.Y.nin ölen kişi kendisinin (C.Y.) tabancasını almak için çekiştirdiği sırada tabancasının ateş almasıyla ölen kişinin yaralandığını söylediğini ifade etmiştir.

27. Olay günü saat 18.00'de düzenlenen Elkoyma Tutanağı ile saat 18.05'te düzenlenen Tartı Tutanağı'nda, ölenin görüşme odasındaki üst aramasından elde edildiği belirtilen kilitli naylon torba içinde on üç kokain bulunduğu ve kokainin ağırlıkları belirtilmiştir. Tutanaklarda polis memurları K.K.A. ve M.A.nın da imzaları bulunmaktadır. Ayrıca görüşme odasında ve caddede yapılan aramalarda ölenden ele geçirildiği belirtilen kokaine el konulup kokain adli emanete alınmıştır.

28. Ölenle birlikte olay günü Amirliğe götürülen şüpheli M. Oga'nın soruşturmada 21/8/2007 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. M. Oga, Türkiye’ye yasa dışı yollardan giriş yaptıktan sonra olaydan üç hafta önce ölenle tanıştığını, olay günü Amirliğe getirildikten sonra farklı bölmelere alındıklarını, dolayısıyla ölen kişiyi Amirlikte görmediği için kişinin ölüm olayı ile ilgili bir bilgisi olmadığını söylemiştir.

29. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı 7/9/2007 tarihinde Olay Yeri İncelemeyle birlikte Amirlikteki görüşme odasında bir tatbiki keşif gerçekleştirmiştir. Şüpheli C.Y., tanık E.T. ve ölenle beden özellikleri benzerlik gösteren bir kişinin -canlı manken olarak- hazır edildiği keşifte, şüpheli ve tanıktan olay anındaki konumlarını göstermelerinin sağlanmasının ardından manken kişinin de katılımıyla tatbiki keşif yapılmıştır. Tatbiki keşfin ardından üstü arandıktan sonra giysilerini giyen ölenin o sırada yakınında ayakta olduğu hâlde başka yöne bakmakta olan şüphelinin tabancasını almaya çalışması sonucu silahını vermek istemeyen şüpheli ile ölen arasında tabanca üzerinde hâkimiyet kurmak için mücadele yaşandığı sırada ateş alan tabancadan çıkan merminin öleni yaralayabileceğini değerlendiren Cumhuriyet savcısı, değerlendirmelerini içeren keşif ile ilgili bir tutanak düzenlemiştir. Ayrıca söz konusu keşif işlemi kameraya da kaydedilmiş ve görüntülerinin çözümü 10/9/2007 tarihinde tutanak altına alınmıştır.

30. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, F. Okey hakkında elde ettiği bilgileri içeren bir yazıyı Dışişleri Bakanlığına göndermiştir. 28/8/2007 tarihli yazıda, F. Okey'in 17/10/2006 tarihinde Lefkoşa Büyükelçiliğinden aldığı otuz gün süreli "tıbbi tedavi" meşruhatlı vize ile 21/10/2006 tarihinde Atatürk hava hudut kapısından giriş yaptıktan sonra 27/2/2007 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlilerince pasaportsuz seyahat etme ve vize ihlali suçlarından yakalandığı bildirilmiştir. Yazıda, ölenin İstanbul Emniyet Müdürlüğüne 29/5/2007 tarihinde gerçekleştirdiği başvurusuyla geçici sığınmacı statüsünden yararlanmak istemesi üzerine sığınma başvuru sahibi statüsünde kendisine Mersin'de ikamet izni verilip İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlilerince Mersin'e götürülerek Mersin Emniyet Müdürlüğüne teslim edildiği ve bir süre sonra bu Müdürlükçe 8/8/2007 tarihinden geçerli olmak üzere İstanbul'a gitmesi için izin verildiği de açıklanmıştır.

31. Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 4/10/2007 tarihli yazısında; hayatını kaybeden Nijerya vatandaşının gerçek F. Okey olmadığı yönünde Abuja Büyükelçiliğinden teyide muhtaç bir duyum alındığı, Büyükelçilikten alınan kayıtlarda gerçek F. Okey'in kalp rahatsızlığı nedeniyle İstanbul'da özel bir hastanenin doktoruna tedavi olmak maksadıyla ebeveyni P. Okey ve R. Okey refakatinde Türkiye'ye giriş yapmak için 10/3/2006 tarihinde Büyükelçilikten istizanlı vize yöntemiyle (ön izinle verilen vize) giriş vizesi aldığı, doldurduğu vize formuna göre Lagos Üniversitesi 3. sınıf öğrencisi gözüktüğü, ölüm olayının haber yapılmasının ardından bir hukuk bürosu tarafından ölenin ebeveyni olduğu belirtilen P. Ogu ve L. Ogu adına Büyükelçiliğe bir başvuruda bulunulduğu, başvuruda bulunan kişilerin kayıtlarda F. Okey'in ebeveyni gözüken P. Okey ve R. Okey'den farklı olduğu, kayıtlarındaki F. Okey'e ilişkin fotoğraflar ile Emniyet Genel Müdürlüğünün basın açıklamasının ekindeki fotoğraflar arasında bariz farklılıklar bulunduğu bildirilmiştir. Yazıda, ölenin fotoğraflarının bazı mülteciler tarafından kullanılan sahte kimlik belgelerinde bulunduğu belirtilmiştir. Bu arada yazıda bahsi geçen İstanbul'daki özel hastanenin tedaviyi üstlenen doktoru -25/10/2007 tarihinde alınan ifadesinde- F. Okey adıyla fotoğrafı gösterilen ölenin tedavi ettiği kişi olmadığını söylemiştir.

32. Başsavcılık 14/9/2007 tarihinde C.Y. hakkında bilinçli taksirle öldürme suçunu işlediği iddiası ile asliye ceza mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. İddianamedeki olayın başlangıcına ve seyrine ilişkin kabul, C.Y. ile görgü tanığı olarak ifade veren E.T.nin anlatımlarındaki gibidir. İddianameye göre şüphelinin ölenin üstünü Amirlikte aradığı sırada namlusunda mermi bulundurmak suretiyle atışa hazır hâlde tuttuğu silahıyla ölen kişinin yanında olması ve silahı üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışırken silahın ateş almasına sebebiyet verip ölüme yol açması olaydaki bilinçli taksiri göstermektedir. İddianamede C.Y.nin ileri sürülen kusurları şu şekilde açıklanmıştır: C.Y.nin ilk kusurlu davranışı namlusuna mermi sürülmüş silahla ölenin yanında bulunmaktır. Diğer kusurlu davranışları, E.T.yi odadan çıkarması sonucu ölenle yalnız kalmak ve bu sırada görüşme odasının kapısına bakmaktır. İddianamede şüphelinin belirtilen bu üç kusurlu davranışı sergilememesi durumunda ölümün gerçekleşmeyeceği ifade edilerek soruşturmada ulaşılmak istenen maddi gerçeğin bu şekilde tespit edildiği açıklanmıştır.

33. Beyoğlu 7. Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza mahkemesi) 26/11/2007 tarihinde sanığın üzerine atılı suçun nitelendirilmesiyle ilgili değerlendirme yapma görevinin asliye ceza mahkemeleri olmadığı gerekçesiyle dava dosyasının kovuşturma yapılmak üzere ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Asliye Ceza Mahkemesi bu kararına gerekçe olarak ölenin gömleğinin kaybedilip aramalara rağmen bulunamaması üzerine kolluk veya hastane görevlilerince kaybedildiği konusunda soruşturma yürütüldüğünü, Morg İhtisas Dairesince kesin atış mesafesinin mermi deliği ihtiva eden gömleğin kayıp olması nedeniyle belirlenemediğini belirttikten sonra Amirlikte tutulan bir kişinin şüpheli ölümüyle sonuçlanan olayda sanığın eyleminin kasten insan öldürme suçu kapsamında kalma ihtimali bulunup bu konudaki değerlendirme görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğunu göstermiştir. Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararına ilişkin hükmünde eylemin kasten insan öldürme suçu kapsamında olabileceği belirtilmekle birlikte sevk maddesi olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun kasten insan öldürme suçunu düzenleyen 81. maddesinin yanında Kanun'un olası kasıt hükümlerini düzenleyen 21. maddesinin (2) numaralı fıkrasının da yer aldığı görülmüştür.

34. Söz konusu gerekçede7/9/2007 tarihinde M.M adlı kişinin ev aramasını (bkz. § 17) gerçekleştiren polis ekibinde olay günü şüpheli ile aynı ekipte görevli memurlar K.K.A ile M.A.nın bulunduğu, bu aramada ele geçirildiği ileri sürülen sahte kimlikler ve uyuşturucu maddelerin aramayı gerçekleştiren polislerce eve yerleştirilmesi yönündeki şikâyet nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığının aramayı gerçekleştiren polisler hakkında başka bir soruşturma yürüttüğünün -soruşturma numarası ile birlikte- saptandığı da belirtilmiştir.

35. Söz konusu görevsizlik kararının kesinleşmesi üzerine kovuşturma İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) yürütülmeye başlanmıştır.

36. Ağır Ceza Mahkemesinin ölenin gerçek kimlik bilgilerinin tespiti yönünde nüfus kaydının temini için yazı yazdığı Ankara Emniyet Müdürlüğü INTERPOL Daire Başkanlığı 24/3/2008 tarihinde verdiği cevapta, INTERPOL'e üye olmayan ülkelere (Filistin, Somali, Pakistan, Bangladeş, Irak, Hindistan, Nijerya, Afganistan ve Güney Afrika) ilişkin bu tür taleplerin diplomatik kanallardan temin edilmek üzere Bakanlıktan istenmesi gerektiğini belirtmiştir.

37. Ağır Ceza Mahkemesi, kimlik bilgilerini tespit edebilmek için Biyoloji İhtisas Dairesine de yazı yazmış ancak Daire 9/6/2008 tarihli cevap yazısında; kimlik bilgileri ile ilgili bu tür işlemlerin kurumları tarafından yapılmadığını, Nijerya yetkili adli makamlarından sorulabileceğini bildirmiştir.

38. Ağır Ceza Mahkemesi, Türkiye ile Nijerya arasındaki Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne uygun olarak mütekabiliyet ilkesi uyarınca Nijerya yetkili adli makamlarından kimlik bilgilerinin tespiti için Bakanlığa yazı yazmış ancak bir süre geçmesine rağmen yazıya cevap verilmemesi nedeniyle yazısının akıbetini sormuştur. Bakanlık, konunun Dışişleri Bakanlığına intikal ettirilip cevap alındığı takdirde bilgi verileceğini bildirmiştir. Bakanlık bu cevabının ekinde bu konuda kendilerine iletilen belgelerin örneklerini (bkz. §§ 30, 31) de Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir.

39. Ağır Ceza Mahkemesi sanığa ait tabanca üzerinde yeni bir inceleme yaptırmıştır. Tabancanın soruşturmada el konulup sanığa iade edildikten sonra kovuşturmada yeniden adli emanete aldırıldığı anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesinin (Fizik İhtisas Dairesi) raporunda, atış poligonundaki incelemede tetiğine normal olarak kabul edilen "3,5 kg civarında basınç yapılmadan tabancanın düşme, çarpma gibi etkenlerle kendiliğinden ateş etmediğinin" belirlendiği bildirilmiştir.

40. Ağır Ceza Mahkemesi atış mesafesi yönünden de bir araştırma yapmış, dava dosyasını Fizik İhtisas Dairesinin raporuyla birlikte Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna göndermiştir. Kurul 3/11/2008 tarihli raporuyla "zamanında olay sırasında ölenin üzerinde bulunan delik ihtiva eden giysiler adli emanete alınmadığı ve kişinin ölümüne neden olan atışın giysili bölgede olması nedeniyle" atışın hangi mesafeden yapıldığının mevcut verilerle tıbben bilinemeyeceğini ancak mermi çekirdeğinin trajesi (vücutta seyrettiği yol) ve oluşturduğu giriş ve çıkış yaralarının yerleri ile sanığın savunmaları ile Fizik İhtisas Dairesinin raporuna göre ölen diz çökmüş; sanık ayaktayken çekiştirme sırasında tetiğe 3,5 kilogramlık basınç uygulanmasıyla ölenin bu şekilde yaralanmasının mümkün olduğunu, aynı pozisyonda direkt atışla yaralanmasının da ihtimal dâhilinde olduğunu, dolayısıyla mevcut verilerle bu ikisi arasında tıbben ayrım yapılamayacağını bildirmiştir.

41. Ölenin gömleğinin kaybolması ile ilgili olarak yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesine örneği gönderilen 26/3/2008 tarihli karara göre Cumhuriyet Başsavcılığı, gömleğin hastane personeli tarafından kolluk görevlilerine teslim edilmediği gibi kolluk görevlilerinin de gerekli dikkati göstererek gömleği almadıkları iddiasıyla başlatılan soruşturma sonucunda şüpheliler hakkında kamu davası açılması için aranan yeterli şüphe oluşturacak delilin elde edilemediği kanaatine varmıştır.

42. Ağır Ceza Mahkemesi, Amirlikteki nezarethaneyle ilgili bir araştırma yapmıştır. Araştırma neticesinde, nezarethanenin standartlara uygun duruma getirilmesi ve bulunmayan kadın nezarethanesinin yapılması amacıyla 1/4/2007 tarihinde Amirlikte tadilata başlandığı, görüşme odasının teşhis odası olarak da kullanıldığı anlaşılmıştır. Ayrıca nezarethane tadilat gördüğü için Amirlikte polis memurlarının silahlarını bırakabildiği, görevli gözetimi altında tutulan bir yer de bulunmamaktadır.

43. Ağır Ceza Mahkemesi, görevlilerce nezarethanelere silahla girilmesi konusunda bir genelge veya talimat ya da uygulama olup olmadığını da araştırmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğü Hukuk Müşavirliğince Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen yazıda; yürürlüğe giriş tarihi belli olmayan ancak 1964 yılından önce çıkarıldığını düşündükleri Polisin Disiplinine, Merasim ve Topluluklardaki Rolüne ve Polis Karakolları Teşkilatları ile Vazifelerine Dair Talimatname'nin 215. maddesinde nezarethaneye silahla girilemeyeceğinin ve nezarethaneye girişte silahın ilgili görevliye teslim edilmesinin yazılı olduğu ancak bu tarihten sonra yürürlüğe giren ilgili kanun ve yönetmeliklerde bu konuya açıklık getiren bir düzenlemenin bulunmadığı belirtilmiştir. Yazıda, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünün olaydan sonra onaylanan talimatında görevlilere nezarethanede silah taşımamaları yönünde talimat verildiği, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün olaydan önceki talimatlarının ise bu konuyu içermediği, Amirlikteki nezarethanenin tadilatta olması nedeniyle görüşme odasının nezarethane olarak değerlendirilmesinin Mahkemenin takdirinde olduğu bildirilmiştir.

44. Ağır Ceza Mahkemesi ölenin kimliğinin araştırılmasından vazgeçilmesine karar vermiştir. Mahkeme, Bakanlıkça gönderilen belgelerdeki açıklamalar ve başka olaya ilişkin soruşturma kapsamında gerçekleştirilen aramada ölenin fotoğrafının yer aldığı sahte kimlik belgelerinin ele geçirilmiş olması nedeniyle kimliğinin tespit edilebilmesinin hiçbir zaman mümkün olamayabileceği kanaatindedir. Mahkeme, kovuşturmanın sürüncemede kalmaması gerektiği gerekçesiyle bu yöndeki araştırmadan vazgeçilmesine karar vermiş; bu kararında, kimlik bilgileri konusunda dosyadaki belgeler, otopsi raporu ve ölenin mevcut fotoğraflarıyla yetineceğini açıklamıştır.

45. Kovuşturmada birçok kişi (insan hakları konusunda örgütlenmiş dernek ve vakıfların yanında baro üyeleri, avukat, akademisyen, milletvekili ve diğer kişiler olmak üzere toplamda 185 kişi) olayda yaşam hakkı, ayrımcılık yasağı, kişi hürriyeti ve güvenliği gibi birçok hak ihlali gerçekleştirildiğini ileri sürerek ölenin haklarını savunabilmek adına kovuşturmaya katılma talebinde bulunmuştur. Kovuşturmanın duruşma safahatının 17/11/2011 tarihinde gerçekleştirilen on beşinci duruşma oturumunda başvurucu vekili, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Johannesburg şehrinde yaşayan başvurucunun ölenle akrabalık bağını (kardeşlik) ileri sürmüş ve ölenin gerçek adının F. Okey değil B.C. Ogu olduğunu belirttikten sonra vekil olarak görevlendirildiğine ilişkin apostil (bir belgenin gerçekliğinin tasdik edilerek başka bir ülkede yasal olarak kullanılmasını sağlayan bir belge onay sistemi) şerhini, İngilizce düzenlenip vekilliğini gösteren bir vekâletnameyle birlikte Türkçeye çevrilmiş bir örneğini ve ölene ait pasaportun ilgili sayfasının bir nüshasını sunarak başvurucunun kamu davasına katılmasına karar verilmesini istemiştir. Başvurucu vekili; sadece başvurucunun kendilerine ulaşmakla kalmayıp Nijerya'da yaşayan babası O. Ogu, annesi L.L. Ogu, erkek kardeşleri Ony.OguF.A. Ogu ve kız kardeşi A. Ogu ile de iletişim kurduklarını, bu kişilerin adlarına vekâletname düzenlenmesini sağladıktan sonra kendilerine ulaştıracaklarını söylemiştir. Başvurucu vekili, ölenin Nijerya'daki diğer yakınlarının yaşadıkları bölgenin başkente uzak olmasını vekâletnamelerin kendisine henüz ulaşamamış olmasına gerekçe göstermiş; en kısa zamanda ulaşacağını umduğunu, ulaşır ulaşmaz derhâl Mahkemeye sunacağını ifade etmiştir.

46. Ağır Ceza Mahkemesi başvurucunun katılma talebini, soyadının dosyadaki ölene ilişkin bilgilerle uyuşmamasının yanında kardeşlik bağının bulunduğunu gösterir bir belge sunmamış olmasını gerekçe göstererek reddetmiştir. Mahkeme, diğer kişilerin katılma taleplerini ise suçtan doğrudan veya dolaylı olarak zarar görmediklerinden bahisle kabul etmemiştir. Mahkeme, katılma taleplerini reddetmesinin ardından aynı duruşma oturumunda soruşturmanın genişletilmesi talebi olmayan Cumhuriyet savcısının mütalaasını almış ve bu mütalaaya karşı diyeceklerini sunabilmesi için sanık müdafiine süre verip ileri bir tarihte gerçekleştirmek üzere oturuma ara vermiştir. Cumhuriyet savcısının söz konusu mütalaası, iddianamede olduğu gibi sanığın olayda bilinçli taksirle hareket ettiği yönündedir.

47. Başvurucu vekili oturum arasında 12/12/2011 tarihinde bir dilekçe ile Ağır Ceza Mahkemesine başvurarak dilekçe ekine yukarıda belirtilen birtakım belgelerin yanında ölenin pasaport örneği ile cenazesinin yakınlarınca Nijerya'daki yetkililerden teslim alınarak defin işlemlerinin yapıldığını ispatladığını değerlendirdiği bir belge ile bu doğrultuda cenaze merasiminin fotoğraflarını ve davetiye örneğini eklemiştir. Ayrıca dilekçeye ölenin ailesinin verdiğini belirttiği röportajların da içeriğinde bulunduğu olaya ilişkin bazı haberler içeren ulusal ve yabancı gazete kupürlerini eklemiştir. Başvurucu vekili, dilekçesinde son olarak akrabalık bağı incelemesinin gerekirse DNA profilleri kullanılarak yapılmasını talep ederek katılma taleplerinin reddi kararından dönülmesini istemiştir.

48. 13/12/2011 tarihinde yapılan on altıncı duruşma oturumunda hazır bulunan başvurucu vekili, katılma talebini yinelemiştir. Mahkeme, bu yöndeki ara kararında belirtilen delillerde bir değişiklik olmadığı gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Mahkeme, bu kararının ardından kovuşturmada duruşma safahatının sona erdiğini açıklayıp sanığın taksirle öldürme suçundan mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, bu sonuca oyçokluğuyla varmıştır. Mahkemenin bir üyesi, sanığın olası kastla öldürme suçundan cezalandırılması gerektiği görüşündedir.

49. Hükmün gerekçesinde; eylemin kasıtlı gerçekleştirildiğine ilişkin delil, esasen böyle bir iddianın bulunmadığı özellikle belirtilmiştir. Gerekçede, ölenin cesedinde kötü muameleye maruz kaldığına dair bir bulgunun olmadığı ifade edildikten sonra olayı görüntüleyen kamera kaydı ile atış mesafesinin belirlenmesine olanak sağlayabilecek giysinin elde edilememesinden hareketle delillerin kasten yok edildiği düşüncesini akla getirmenin -bu bakımından elde edilmiş kesin ve inandırıcı delil bulunmaması karşısında- sadece tahminden ibaret olacağı açıklanmıştır. Bunun yanında ölenin kaçma girişiminde bulunması sonucu sanığın kasten ateş ederek ölüme sebebiyet verdiğinin de ihtimallerden biri olarak akla gelebileceği ancak merminin vücuda isabet yeri ve izlediği yol dikkate alındığında kaçan bir kişiye arkasından veya önünden yapılacak bir atışla sağlanacak isabetin böyle bir netice vermeyeceği belirtilmiş, ölenle sanık arasındaki konuşma dili sorunu (farkı) ile müdafisiz alınacak ikrarın hukuka aykırı olması gerekçe gösterilerek sanığın korkutarak gerçek dışı ikrar alma amacıyla silahını ölene doğrultup silahın bu sırada ateş aldığı değerlendirmesinin gerçeklikten uzak ve sadece tahmine dayalı olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte olayın başlangıcı ve gelişimi bakımından kanıtlanmamış her türlü tahmin ve ihtimale dayanılarak karar verilmesinin mümkün olmadığı, sanığın aksi başkaca delillerle kanıtlanamayıp olayın tek görgü tanığı olan E.T.nin aşamalardaki anlatımlarıyla da doğrulanan savunmasına itibar edilmesinde zorunluluk bulunduğu ile maddi olay kabulünün aksinin kanıtlanamadığının değerlendirildiği sanık savunmasına göre yapıldığı belirtilmiştir. Mahkeme bu gerekçeyle vardığı maddi olay kabulüne göre belirlediği sanığın eyleminin hukuki nitelendirilmesini ise 5237 sayılı Kanun'un sorumluluğa ilişkin taksir, bilinçli taksir ve olası kasıt hükümlerine göre örneklendirerek açıklamış ve sanığın yeteneği, algılama gücü, tecrübesi, bilgi düzeyi ile olayın koşullarını dikkate alarak subjektif ve objektif olarak kendisinde var olduğunu kabul ettiği dikkat ve özen yükümlülüğüne -iş yükü, temposu ve yoğunluğu fazla olsa da- aykırı davranarak "ölüme silahıyla aynı odada bulunup ölene silahını alma fırsatı tanımasıyla sebebiyet verdiği", bu nedenle sorumluluğunun taksir seviyesinde kaldığı kanaatine vardığını açıklamıştır. Mahkeme; sanığın görev süresi ile tecrübesini, namlusuna mermi sürülmüş tabancanın kendiliğinden ateş almasını önlemek için gerekli emniyetin alınmamış olmasını, olayın Amirlikteki odada gerçekleşmesini, taraflar arasındaki çekiştirmenin tabancanın kabza kısmının sanık, namlu kısmının ise ölenin tarafında olacak şekilde meydana gelip tabancanın bu koşullarda ve kazara ateş almasını nazara aldığını belirterek olayda 5237 sayılı Kanun'un ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kasıt olmaksızın veya mazur görülebilecek bir heyecan, korku ya da telaştan ileri gelen nedenle aşılması hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı sonucuna vardığını açıklamıştır.

50. Kovuşturma sonucunda tüm bu gerekçelerle, taksirle öldürme suçu nedeniyle 5 yıl hapis olarak tayin edilen temel cezada takdiri indirim uygulanarak sanığın 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme başkanı, 5237 sayılı Kanun'da üst sınırı 6 yıl olarak belirlenen suç nedeniyle üst sınıra yakın bir hapis cezasının belirlenmesinin sanığın kusur durumuna uygun olmadığı ile kusur derecesine göre daha alt seviyeden (2 yıl 6 ay) temel hapis cezası belirlenip takdiri indirim uygulandıktan sonra belirlenecek netice hapis cezasının da sanığın geçmişi, adli sicil sabıka kaydı bulunmaması, kişiliği, tüm oturumlara katılması sırasında gözlemlenen pişmanlığı ile suçun niteliği ve işlenmesindeki özelliklere göre adli para cezasına çevrilmesi gerektiği yönünde karşıoy kullanmıştır.

51. Sanığın olası kasıt ile öldürme suçundan cezalandırılması yönünde oy kullanan Ağır Ceza Mahkemesi üyesi, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı tarafından sanık ve tanıkların katılımıyla yapılan tatbiki keşfin sanığın savunmasını doğrulamadığı, Morg İhtisas Dairesinin raporunda ayrıntıları açıklanan mermi çekirdeği trajesi dikkate alındığında çekiştirilirken ateş aldığı savunulan silahtan çıkan merminin -rapordan da anlaşılacağı üzere- doksan derecelik bir açıyla vücuda girdikten sonra belirtilen yönü seyretmesinin mümkün olmadığı görüşündedir. Bunun yanında üye; tabancanın herhangi bir mekanik arızasının bulunmayıp dolayısıyla tetiğine kuvvet uygulamadan ateş almasının mümkün olmadığını, horozu yarı kurulu tabancanın kendiliğinden ateş almasının ise ancak tetiğine daha fazla kuvvet uygulanmasıyla söz konusu olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca polis memurları tanıklar M.A. ve K.K.A.nın katılımıyla ölen kişinin üstünün Amirlikte aranması sonucu uyuşturucu madde bulunduğuna ilişkin olarak olay günü saat 18.00 ile 18.05'te düzenlenen tutanakların adı geçen tanıkların bu sırada diğer şüpheli ile başka odada olmaları nedeniyle gerçeği yansıtmadığını değerlendirdiğini ifade etmiştir. Karşıoy gerekçesine göre adı geçen tanıkların hiçbir aşamada bu tutanaklardan bahsetmemelerinin gerekçesi tutanakların gerçeği yansıtmaması olup bu şekilde tutanaklar düzenlenmesinin altında yatan niyet ise öleni uyuşturucu madde satıcısı, dolayısıyla da -kendilerine göre- makbul bir kişi olmadığı yönünde gösterme ve olayın vahametini hafifletme amacı güdülmesinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca karşıoy görüşüne göre tanık E.T.nin anlatımlarına başkaca sağlam delillerle desteklenmediği sürece sanık ile aynı Amirlikte görev yapması, olay sırasında ölenin silahın namlusunu iki eliyle çekiştirdiği savunmasına ise ölümün olayın hemen akabinde ve hastanede gerçekleşmiş olmasına rağmen ölenin elinde atış artığına rastlanmaması nedenleriyle itibar edilemez. Karşıoy görüşünde son olarak açıklanan tüm bu ve diğer sebeplerle bir caddede gözaltına alınmasından Amirliğe getirilip burada tutulmasıyla devam eden olayın önceki tüm aşamalarında kolluk görevlilerine yönelik agresif ve saldırgan tutum sergilemeyip kaçma girişiminde bulunmaması nedeniyle ölenin Amirlikte tutulduğu sırada silahı alma teşebbüsünde bulunduğu savunması inandırıcı bulunmamış; sanığın korkutup gözdağı vermek ya da kişisel ego tatmini, kontrol altına aldığı kişiye karşı güç gösterisi yapmak gibi saiklerle diz çöktürttüğü ölenin omzunun üst kısmına doğrulttuğu tabancasının tetiğine yanlışlıkla basması sonucu olayın meydana geldiğinin değerlendirildiği ifade edilmiştir. Tecrübeli ve eğitimli bir memur olan sanığın namlusuna mermi sürüp tetik emniyetini sağlamadığı silahını ölene doğrulttuğu, silahının her an ateş alabilip öldürücü yaralanmaya yol açabileceğini öngörmesine rağmen eylemini sürdürerek "Olursa olsun." düşüncesiyle "umursamaz" bir davranış sergilediği belirtilmiştir. Bu sonuca varılırken sanık ile ölenin arasında husumet olmadığı, öldürmenin kasten gerçekleştirildiğine ilişkin bir delilin elde edilemediği de açıklanmıştır.

52. Hüküm; sanık, başvurucu, Cumhuriyet savcısı ile davaya katılma talebinde bulunan diğer kişilerden bazıları tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi, hükmü 27/1/2014 tarihinde bozmuştur. Bozma gerekçesinde, ölenin kimliğinin araştırılmaması ile başvurucunun ölenle akrabalık bağı araştırılmadan katılma talebi konusunda karar verilmesi eksik inceleme kabul edilmiştir. Daire, başvurucunun ölenin kardeşi olduğunda ısrarcı olup biyolojik inceleme dâhil her türlü araştırmanın yapılmasını talep ettiğinin dikkate alınmak suretiyle gerek bu yolla gerekse sair yöntemler kullanılarak "ölenin açık kimliğinin belirlenmesinin ardından başvurucu ile akrabalık bağının araştırılması" gerektiğini belirtmiştir. Daire, davaya katılmaları gerektiğini ileri sürerek hükmü temyiz eden diğer kişilerin temyiz taleplerini ise suçtan zarar görmedikleri, dolayısıyla temyize hak ve yetkileri bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Daire, bozma sebebini dikkate alarak hükmü sair yönleriyle incelemesi dışında tutmuştur.

53. Bozma üzerine yeniden yürütülen kovuşturmada Ağır Ceza Mahkemesi; önceki kovuşturmanın uzamasına rağmen araştırmalarının sonuç vermemesi gerekçesine, akraba kişilerin şahsi hakları yönünden ölenle yakınlıklarını kanıtlayarak ilgili makamlarda her zaman haklarını arama olanağına sahip olmalarının yanında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 260. maddesi gereğince katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olanların da hükme karşı temyiz kanun yoluna başvurma haklarının bulunduğu ile somut dava bakımından bozmadan önceki hükme karşı Cumhuriyet savcısının talebinin olması nedeniyle hükmün sanık aleyhine bozulması ihtimalinin dışlanamayacağını, dolayısıyla kimliğin saptanmasına yönelik bir araştırma yapılmasının sonuca etkisi olmadığını ekleyerek 5/6/2014 tarihinde bozma kararına direnmiş ve sanık hakkında önceki hüküm gibi taksirle öldürme suçundan hüküm kurmuştur. Mahkeme; araştırmanın sonuca etkili olmadığı kanaatine, ölenin kimliğinin suçun oluşumuna veya suçun niteliğine etkisinin olmayacağı düşüncesinden hareketle de varmıştır. Mahkeme başkanı ve üyesinin bu hükümde de -ilk hüküm için açıklanan gerekçelerle- karşıoyları söz konusudur. Cumhuriyet savcısının mütalaası da öncekinde olduğu gibi sanığın taksirinin bilinçli olduğu yönündedir.

54. Bu hüküm sanık, başvurucu ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının başvurucunun katılma talebi yönünden bozma talepli 4/9/2014 tarihli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, direnme kararlarının incelenmesine ilişkin usulde gerçekleştirilen yasal değişiklik gereğince yeniden değerlendirme yapılması için 7/12/2016 tarihinde Yargıtay 1. Ceza Dairesine gönderilmiştir. Daire, direnme kararının yerinde görülmediği gerekçesiyle dosyayı 7/3/2017 tarihinde Yargıtay Birinci Başkanlığına göndermiştir.

55. Başvurucu; Ağır Ceza Mahkemesinin direnme kararının sonrasında 28/8/2014 tarihinde vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bir dilekçe ile başvurmuş, ölümde sorumlulukları bulunduğunu iddia ettiği -amir sıfatıyla görev yapanlar dâhil- kolluk görevlileri hakkında soruşturma başlatılmasını talep etmiştir. Başvuru dilekçesinde; bazı maddi delillerin (sanığın elinde var olduğu ileri sürülen barut artığına ilişkin) zamanında toplanmamış olmasından atış mesafesinin tayinine yarayabilecek gömleğin yok edilmesi, üst aramasının görüşme odasında gerçekleştirilmesi ve uyuşturucu madde ticareti suçundan yürütülen soruşturmada (bkz. § 17) ölüm olayının örtbas edilmesi amacıyla sahte kimlikler de kullanılarak ölen aleyhine delil uydurulmasına kadar pek çok iddiaya dayanan olay ve olgu yer almaktadır.

56. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu şikâyet hakkında yürüttüğü soruşturmada 14/12/2017 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda olaya ilişkin yargısal sürecin Yargıtay tarafından incelendiği, iddiaların kovuşturmayı yürüten makamlarca değerlendirilmesi gerektiği ile bu aşamada kendilerince yapılacak bir değerlendirmenin bu konuda karar vermeye yetkili makamların görev alanına müdahale anlamına geleceği, ayrıca yetkili makamlarca gerekli görüldüğü takdirde dile getirilen iddialar hakkında Cumhuriyet başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunulmasının önünde engel olmadığı belirtildikten sonra Amirlik memurları hakkında yürütülen bir soruşturmada 13/11/2007 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği açıklanmıştır. Başvuru dosyasında, bahsi geçen soruşturmaya ilişkin başkaca bir bilgi veya belgeye rastlanmamıştır.

57. Başvurucunun bu karara itirazı, İstanbul 5. Sulh Ceza Hâkimliğince 16/1/2018 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir.

58. Ret kararı başvurucu vekiline 28/1/2018 tarihinde tebliğ edilmiş, 27/2/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulmuştur.

B. Bireysel Başvuru Sonrasındaki Süreç

59. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 27/3/2018 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesinin direnme kararına konu hükmünü bozmuştur. Genel Kurul; incelemesini iki bölüme ayırmış, ilkinde yabancı uyruklu ölenin kimlik bilgilerinin tespiti ile nüfus kayıtlarının getirtilmesinin gerekip gerekmediğini incelemiştir. Genel Kurul kararında; kişilerin kimlik bilgileri ile yaşlarını en doğru şekilde ortaya koyan resmî belgelerin nüfus kayıt örnekleri, kimlik bilgileri esas alınarak düzenlenen nüfus cüzdanları ve pasaportlar olduğu, bununla birlikte gerek nüfus cüzdanları gerekse pasaportların sahtecilik suçunun konusu olabildiği ifade edilmiştir. Kararda ceza muhakemesinin amacının maddi gerçeğin ortaya çıkarılması olup bunun için başvurulan ispat araçlarından birinin de belge olduğu, dolayısıyla yargılama makamlarının suç isnadı nedeniyle oluşan uyuşmazlığı çözümlerken resmî ve özel belgelerin güvenirliğini denetlemek zorunluluklarının bulunduğu belirtilmiş; Ceza Genel Kurulunun ilgili kararlarında nüfus kayıtlarının hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde kesin olarak belirlenmesi gerektiğine vurgu yapıldığı ifade edildikten sonra, yargılama makamlarınca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının nüfus kayıtlarına Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kullanılarak ulaşılabilmekle birlikte yargılama konusu dosyanın tarafı olup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan kişilerin nüfus kayıtlarının ise Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 16/11/2011 gün ve 69/2 sayılı Genelgesi'nde belirlenen esaslara göre istenmesi gerektiği hatırlatılmıştır. Kararda, Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün internet sitesinde bulunan 16/11/2011 tarihli ve 69/2 sayılı “Uluslararası Ceza İstinabe İşlemlerinde Adlî Makamlarımızca Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar” konulu Genelge'nin (8) numaralı ekinde bulunan listede Nijerya Federal Cumhuriyeti'nin INTERPOL’e üye devletler arasında olduğunun belirtildiği, Genelge'de yabancı uyruklu kişilerin nüfus ve sabıka kayıtlarının teminine ilişkin uygulamaların ve düzenlenmesi gereken belgelerin gösterildiği vurgulanmıştır. Kararda, Genelge uyarınca INTERPOL üyesi Nijerya Federal Cumhuriyeti devletinin vatandaşlarının nüfus kayıtlarının İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü INTERPOL Daire Başkanlığından talep edilmesi gerektiği sonucuna varıldığı ifade edilmiştir. Genel Kurulun incelemesinin ikinci kısmında ise başvurucunun katılma talebine ilişkin olarak ölenle akrabalık bağının araştırılması gerekip gerekmediği hususu yer almıştır. Bu bölümde mağdur ve suçtan zarar gören kavramları açıklandıktan sonra 5271 sayılı Kanun'un mağdur ile şikâyetçinin haklarını ve davaya katılma müessesini düzenleyen hükümlerine yer verilerek somut olay bakımından bir değerlendirme yapılmıştır. Genel Kurul kararında; ölenin kardeşi olduğunu iddia ederek davaya katılma talebinde bulunan başvurucunun vekili aracılığıyla birtakım belgelerle birlikte Güney Afrika Cumhuriyeti’nde düzenlenmiş DNA raporunu ibraz ettiği ve Nijerya Federal Cumhuriyeti devletinin INTERPOL'e üye devletler arasında yer aldığının anlaşılması karşısında Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün söz konusu Genelgesi'nde belirlenen esaslara göre Nijerya uyruklu ölenin nüfus kaydının İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü INTERPOL Daire Başkanlığından talep edilebileceği yeniden hatırlatılmış, bununla birlikte başvurucunun ölenin kardeşi olup olmadığının tespiti için dilekçesi ekinde sunduğu belgelerle ilgili araştırma yapılıp kendisine ait olduğunu iddia ettiği DNA analiz raporunun gerçekte mevcut olup olmadığının Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğünün 1/3/2008 tarihli ve 68/1 sayılı Genelgesi'nde belirtilen esaslara göre Yabancı Resmî Belgelerin Tasdiki Mecburiyetinin Kaldırılması Sözleşmesi’ne taraf olan Güney Afrika Cumhuriyeti resmî makamlarından sorulması ve gerekirse Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ikamet ettiği anlaşılan başvurucudan yetkili makamlar aracılığıyla yeniden alınacak örnek üzerinde moleküler genetik inceleme yaptırıldıktan sonra ölen kişinin Biyoloji İhtisas Dairesi tarafından düzenlenmiş DNA profili ile karşılaştırılıp akrabalık bağı araştırıldıktan sonra sonucuna göre katılma talebi ile ilgili olarak bir karar verilmesi gerektiği açıklanmış, "başvurucunun ölenin kardeşi olduğunun bu yolla anlaşılması sayesinde ölenin gerçek kimlik bilgilerinin tespit edilebileceğine" dikkat çekilerek Ağır Ceza Mahkemesinin hükmünün inceleme yönünden eksik ve isabetsiz olduğu sonucuna varılmıştır. Ceza Genel Kurulu, bozma sebebini dikkate alarak hükmü sair yönleriyle incelemesi dışında tutmuştur.

60. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun bozma ilamı üzerine Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden kovuşturmada ilk duruşma 12/12/2018 tarihinde gerçekleşmiştir. Başvurucu vekilleri başvurucunun Türkiye'ye gelerek duruşmalara katılmak istediğini, dolayısıyla vize işlemleri için bu yönde bir karar verilmesini talep ettiklerini, ayrıca ölenin annesi L.L. Ogu adına da katılma talebinde bulunacaklarını bildirmiştir. Mahkeme, talep doğrultusunda başvurucunun duruşmaya davet edildiğinin kayıt altına alınmasına ilişkin bir ara kararı kurmuş; Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı gereğince Nijerya Federal Cumhuriyeti ve Güney Afrika Cumhuriyeti ile gerekli yazışmaların yapılması için Bakanlığa yazı yazılmasına karar vermiştir.

61. Ağır Ceza Mahkemesi 25/10/2019 tarihli yazısı ile Biyolojik İhtisas Dairesinden başvurucu tarafından sunulan, kendisine ait DNA analizine ilişkin belge ve bulguların yöntemine uygun olarak elde edilmiş, ölenin DNA bulguları ile karşılaştırma yapmaya elverişli bulgular olup olmadığının açıklanmasını ve dosyadaki DNA profillerine göre akrabalık ilişkisi hakkında rapor düzenlemesini istemiştir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Pretoria şehrindeki bir genetik laboratuvarınca düzenlenip başvurucuya ilişkin olduğu belirtilen DNA profilinin bulunduğu 9/1/2013 tarihli raporun kovuşturma dosyasına daha önceki bir aşamada ve Yargıtay Genel Kurulunun temyiz incelemesinden önce ibraz edildiği anlaşılmıştır.

62. Biyolojik İhtisas Dairesinin 15/11/2019 tarihli raporunda; Dairelerinin 25/2/2008 tarihli raporu (bkz. § 19) ile Güney Afrika Yüksek Mahkemesi Gauteng Yerel Dairesinin dosyaya sunulan 16/8/2019 tarihli tasdik şerhini içeren DNA profil tablosunun birlikte değerlendirilmesinin ardından ölen kişinin ve başvurucunun profilleri ile anne olduğu iddia edilen L.L. Ogu'nun profilinin karşılaştırılmaları sonucunda L.L. Ogu'nun %99,99 ihtimalle hem ölenin hem de başvurucunun biyolojik annesi olabileceği kanaatine varıldığı, bu belirlemeden hareketle ölen kişinin ve başvurucunun "anne bir kardeş olabileceğinin" tespit edildiği bildirilmiştir.

63. Ağır Ceza Mahkemesi 15/1/2020 tarihli duruşmada söz konusu raporu dikkate alarak ayrı vekillerle temsil edilen başvurucunun ve ölenin annesi L.L. Ogu'nun davaya katılma talebinin kabulüne karar vermiştir. Sanık müdafileri, raporun eksik olduğunu ileri sürmüş; eksikliğin giderilmesi yönünde Biyolojik İhtisas Dairesinden yeniden görüş alınmasını talep etmiştir. Sanık müdafileri ayrıca ölenin nüfus kaydının dosyaya sunulmamış olması gözetilerek Güney Afrika Yüksek Mahkemesi kararının Türkiye açısından kabul edilebilir olup olmadığının Bakanlıktan sorulmasını istemiştir.

64. Mahkeme, talepler doğrultusunda katılma kararları verdikten sonra başvurucunun ve ölenin akrabalık bağının belirlenmiş olmasını dikkate alarak akrabalık bağı ile ölenin kimlik bilgilerinin araştırılması yönünde öncesinde verdiği tüm ara kararlarından sarfınazar ederek katılanlar vekilleri ile sanık müdafiine talep ve diyeceklerini bildirmeleri için süre vermiş ve yeni duruşma günü için 28/4/2020 tarihini belirlemiştir. Ancak Hâkimler ve Savcılar Kurulu Genel Sekreterliğinin "Corona Virüsü Hakkında Alınacak Tedbirler" konulu yazısı ve son dönemde dünyada görülen virüs kaynaklı hastalıkla mücadelenin sağlanması kapsamında değerlendirme yapmak üzere 7/4/2020 tarihinde dosyayı ele almış ve 4/11/2020 tarihini yeni duruşma tarihi olarak belirlemiştir. Bu tarihte gerçekleştirilen oturumda diyecekleri sorulan başvurucunun ve annesinin vekilleri, sanığın eylemine karşılık gelecek yeterli bir cezayla cezalandırılmasını, verilecek cezanın benzer olayların önlenebilmesi için caydırıcı nitelikte olmasını talep etmişlerdir.

65. Cumhuriyet savcısı esas hakkındaki mütalaasında; sanığın kasıt, olası kasıt veya bilinçli taksirle hareket ettiğine ilişkin olarak cezalandırılmasına yeterli delil elde edilemediğini ve ilgili yasal düzenlemelerde nezarethanelere silahla girilemeyeceğine ilişkin yasaklama veya silahların ne şekilde taşınacağının belirlendiği talimat veya emir yazısı bulunmadığını dikkate alarak sanığın mesleğinin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket edip ölüme sebebiyet verdiği ve bu nedenle taksirle öldürme suçundan cezalandırılması gerektiği görüşünde olduğunu açıklamıştır.

66. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı diyeceklerini bildirmek üzere süre isteyen sanık müdafiinin talebini kabul ederek bir sonraki duruşma oturumunu 17/3/2021 tarihine ertelemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

67. 5271 sayılı Kanun'un "Kanunun kapsamı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"(1) Bu Kanun, ceza muhakemesinin nasıl yapılacağı hususundaki kurallar ile bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerini düzenler."

68. 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" (1) Bu Kanunun uygulanmasında;

...

e) Soruşturma: Kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi,

f) Kovuşturma: İddianamenin kabulüyle başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evreyi,

...

İfade eder."

69. 5271 sayılı Kanun'un "Ara verme" kenar başlıklı 190. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Duruşmaya, ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilir. Ancak, zorunlu hâllerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak surette duruşmaya ara verilebilir."

70. 5271 sayılı Kanun'un "Mağdur ile şikâyetçinin hakları" kenar başlıklı 234. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:

a) Soruşturma evresinde;

1. Delillerin toplanmasını isteme,

2. Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme,

...

4. 153 üncü maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,

5. Cumhuriyet savcısının, kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki kararına kanunda yazılı usule göre itiraz hakkını kullanma.

b) Kovuşturma evresinde;

1. Duruşmadan haberdar edilme,

2. Kamu davasına katılma,

3. Tutanak ve belgelerden (…) örnek isteme,

4. Tanıkların davetini isteme,

...

6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma."

71. 5271 sayılı Kanun'un "Kamu davasına katılma" kenar başlıklı 237. maddesi şöyledir:

" (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.

 (2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır."

72. 5271 sayılı Kanun'un "Katılanın kanun yoluna başvurması" kenar başlıklı 242. maddesi şöyledir:

" (1) Katılan, Cumhuriyet savcısına bağlı olmaksızın kanun yollarına başvurabilir.

 (2) Karar, katılanın başvurusu üzerine bozulursa, Cumhuriyet savcısı işi yeniden takip eder."

73. 5271 sayılı Kanun'un "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı 260. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Hâkim veya mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulananlar için kanun yolları açıktır.

...

3) Cumhuriyet savcısı, sanık lehine olarak da kanun yollarına başvurabilir."

74. 5237 sayılı Kanun'un "Ceza Kanununun amacı" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

" (1) Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir. Kanunda, bu amacın gerçekleştirilmesi için ceza sorumluluğunun temel esasları ile suçlar, ceza ve güvenlik tedbirlerinin türleri düzenlenmiştir.

75. 5237 sayılı Kanun'un "Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"(1) Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.

 (2) Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, millî veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz."

76.5237 sayılı Kanun'un "Kast" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:

"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

 (2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir."

77. 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

 (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

 (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

 (...)"

78. 5237 sayılı Kanun'un "Kanunun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

" (1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

 (2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

 (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

 (4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur."

79.5237 sayılı Kanun'un"Meşru savunma ve zorunluluk hali" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

"(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

 (2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez."

80.5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez."

81. 5237 sayılı Kanun'un "Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar" kenar başlıklı 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;

a) Adlî para cezasına,

...

Çevrilebilir

...

 (4) Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz.

 (5) Uygulamada asıl mahkûmiyet, bu madde hükümlerine göre çevrilen adlî para cezası veya tedbirdir."

82. 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle öldürme" kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

83.5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:

"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

84.5237 sayılı Kanun'un "Nitelikli haller" kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten öldürme suçunun;

...

e) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kişiye karşı,

...

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

85. 1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) "Tanımlar" kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ...

Gözaltına alma: Kanunun verdiği yetkiye göre, yakalanan kişinin hakkındaki işlemlerin tamamlanması amacıyla, yetkili hâkim önüne çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına kadar kanunî süre içinde sağlığına zarar vermeyecek şekilde özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanıp alıkonulmasını,

Gözaltı birimi: Yakalanan kişinin hakkındaki işlemlerin tamamlanarak adlî mercilere sevk edilmesine veya serbest bırakılmasına kadar, kanunî süre içinde onu gözaltında tutmakla yetkili ve görevli kolluk kuvveti birimlerini,

Gözaltı ve nezarethane sorumlusu: Gözaltına veya muhafaza altına alınan kişilere haklarının okunmasını, kayıtların tutulmasını ve kanunlara uygun davranılmasını sağlamak amacıyla ilgili karakol, birim veya bot komutanı, âmiri veya büro âmiri tarafından görevlendirilen personeli,

Nezarethane: Şüpheli veya sanıkların haklarındaki işlemlerin tamamlanıp adlî mercilere sevk edilinceye kadar bekletilmesi amacıyla yapılmış yerleri,

...

Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,

...

Yakalama: Kamu güvenliğine, kamu düzenine veya kişinin vücut veya hayatına yönelik var olan bir tehlikenin giderilmesi için denetim altına alınması gereken veya suç işlediği yönünde hakkında kuvvetli iz, eser, emare ve delil bulunan kişinin gözaltına veya muhafaza altına alma işlemlerinden önce özgürlüğünün geçici olarak ve fiilen kısıtlanarak denetim altına alınmasını,

ifade eder."

86. Yönetmelik'in "Nezarethane İşlemleri" kenar başlıklı 11. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

e) Gözaltına alınan kişi saldırgan bir tutum sergilemeye başladığı veya kendisine zarar vermeye kalkıştığı takdirde önce sözle kontrol altına alınmaya çalışılır. Bu mümkün olmadığı takdirde, hareketini giderecek derecede kuvvet kullanılabilir. Ancak zarurî olmadıkça gerek kendisinin gerek başkasının hayatı, vücut bütünlüğü veya sağlığı tehlikeye girmedikçe kuvvet kullanılmaz."

87. Yönetmelik'in "Nezarethane ve İfade Alma Odası" kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" ...

Nezarethane girişine, onaylanmış nezarethane talimatı asılır.

İç ve dış emniyeti sağlanmış, özel surette hazırlanmış, teknik donanımlı, bağımsız yerlerin ifade alma odası olarak kullanılmasına özen gösterilir.

Mevcut nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygun hâle getirilmesi bütçe imkânları çerçevesinde sağlanır."

88. Yönetmelik'in "Nezarethane ve ifade alma odalarının denetimi" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Nezarethane ve ifade alma odalarının standartlara uygunluğunu sağlamak amacı ile kolluk kuvvetlerinin yetkili birimleri tarafından denetleme yapılır.

Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanların Kaydına Ait Deftere kaydederler."

Yetkili ve görevli mercilerin mevzuatta öngörülen denetim yetkileri saklıdır."

89.Yönetmelik'in "Personelin niteliği" kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:

"Bu Yönetmelikle kolluk kuvvetine verilen görevleri yerine getiren personelin eğitim görmüş olması gerekir."

90. Yönetmelik'in "Personelin eğitimi" kenar başlıklı 31. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Eğitime, tecrübeli, suçluluk psikolojisinden anlayan, sabırlı, soğukkanlı, kavrama kabiliyeti yüksek, tercihan psiko-teknik testten geçirilmiş personel katılabilir.

...

Eğitimde başarı gösteremeyen personel hakkında Hizmet İçi Eğitim Yönergelerinin ilgili hükümleri uygulanır.

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Birleşmiş Milletler Belgeleri

91. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 21/12/1965 tarihli ve 2106 (XX) sayılı kararı ile kabul edilerek 4/1/1969 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 4750 sayılı Kanun'la 3/4/2002 tarihinde onaylanıp 9/4/2002 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan "Her türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme"nin 1. maddesi şöyledir:

"Bu Sözleşmede, 'ırk ayrımcılığı' terimi, siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlüklerin tanınmasını, uygulanmasını, bu hak ve özgürlüklerden yararlanılmasını ortadan kaldırmak veya zayıflatmak amacına ya da etkisine yönelik, ırk, renk, soy ya da ulusal veya etnik kökene dayalı her türlü ayrım, dışlama, kısıtlama ya da tercih anlamındadır."

92.26/8/1985-6/9/1985 tarihleri arasında Milano’da toplanan suçların önlenmesi ve suçluların ıslahı üzerine Yedinci Birleşmiş Milletler Kongresinin tavsiyesi ile BM Genel Kurulu tarafından 29/11/1985 tarihli ve 40/34 sayılı karar ile kabul edilen Suçtan ve Yetki İstismarından Mağdur Olanlara Adalet Sağlanmasına Dair Temel Prensipler Bildirisi'nde;

- Suç mağdurlarının uluslararası ve ulusal düzeyde adalete ulaşmaları ve adil muamele görmeleri,

- Zararlarının giderilmesi, tazminat ve yardım için tedbirler alınması,

- Yargısal ve idari mekanizmaların mağdurların ihtiyaçlarına karşılık verebilmesi için mağdurlara özellikle ağır suçlar söz konusu olduğunda ve mağdurların talep etmeleri hâlinde yargılamadaki rolleri ve kapsamı, yargılamanın zamanlaması ve ilerlemesi ile davalarının durumu hakkında bilgi verilmesi,

- Sanığın haklarına zarar vermeden ve ulusal ceza adaleti sistemine uygun biçimde mağdurun kişisel haklarını ilgilendirdiği durumlarda, davanın gerekli aşamalarında kendisinin görüş ve düşüncelerini sunmasına izin verilmesi,

- Hukuki süreç boyunca mağdurlara uygun bir hukuki yardım sağlanması tavsiyelerine yer verilmiştir.

93. Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115), ilgili kısmı şöyledir:

" (...)

1. Kamu yetkilileri ve emniyet makamları, kanun adamlarının kişilere karşı zor ve silah kullanmaları hakkında yasalar çıkarıp düzenlemeler yaparlar ve bunları yerine getirirler.

Hükümetler ve kolluk kuvvetleri bu tür kurallar koyup düzenlemeler yaparlarken, zor ve silah kullanma ile bağlantılı olan ahlaki sorunları her zaman göz önünde tutarlar.

... Kişilerin ölümüne veya yaralanmasına yol açabilecek silahların kullanılmasını giderek sınırlama düşüncesiyle, uygun durumlarda kullanılmak üzere öldürücü olmayan etkisizleştirici silahlar da bu araçlara dâhildir.

 (…)

9. Kanun adamları kendilerinin ve başkalarının öldürülmelerine veya ağır bir biçimde yaralanmalarına yönelik yakın bir tehlikeye karşı müdafaa halleri ile yaşama karşı ağır bir tehdit içeren ağır nitelikteki özel suçların işlenmesini önlemek, bu tür bir tehlike gösteren veya emirlere direnen bir kimseyi yakalamak veya böyle bir kimsenin kaçmasını önlemek amacı dışında ve bu amaçları gerçekleştirmek için daha hafif yöntemler yetersiz kalmadıkça başkalarına karşı silah kullanamazlar. Her halükarda sadece yaşamı korumak için kesinlikle kaçınılmaz olduğu zaman öldürmeye yönelik silah kullanılabilir.

 (…)

18. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, bütün kanun adamlarının uygun bir eleme usulüne göre göreve seçilmelerini, görevlerini etkili bir biçimde yerine getirmeleri için gerekli olan ahlaki, psikolojik ve fiziksel niteliklere sahip olmalarını ve sürekli ve tam bir mesleki eğitim almalarını sağlar. Bu kişilerin bu görevlere sürekli uygunluk içinde olup olmadıkları periyodik olarak denetlenir.

 (...)

Silah taşımaları gerekli olan kanun adamları, ancak silahların kullanımı konusunda özel eğitimi tamamlamalarından sonra silah taşıma yetkisi kazanabilirler.

20. Hükümetler ve kanunen yetkili kuruluşlar, kanun adamlarının eğitiminde, özellikle soruşturma sürecinde polis ahlakı ve insan hakları konularına, zor ve silah kullanmaktansa çatışmaları barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturma, kalabalıkların davranışlarını anlama, ikna, müzakere ve arabulma gibi yöntemler de dâhil, çeşitli alternatif yöntemler kullanma ve ayrıca zor ve silah kullanılmasını kısıtlama amacıyla teknik araçların kullanılmasına özel bir önem verirler. Kanunen yetkili kuruluşlar, eğitim programlarını ve işleyiş usullerini somut olaylar ışığında yeniden değerlendirirler.

 (…)"

2. Avrupa Konseyi Belgeleri

a. Yaşam Hakkına İlişkin Olarak

94. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

 “Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar”

95. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

" 1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun tutulan bir kişinin kaçmasını önleme;

c) Bir ayaklanma veya isyanın yasaya uygun olarak bastırılması."

96. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının şüphesiz devletin sahip olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermeme negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. AİHM'e göre Sözleşme'nin 2. maddesi, bir bütün olarak esasen bir kişinin kasten öldürülmesinin kabul gördüğü durumları değil istenmeyen sonuç olarak ölüme sebep olan güç kullanımının kabul gördüğü durumları tanımlamaktadır. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir (McCann/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148). AİHM, güvenlik güçlerinin silahı iradi kullanmadıklarının ya da ölümün silahı her iki tarafın da kendi hâkimiyetine almak için mücadele ettiği sırada silahın bir tarafın istem dışı eylemiyle veya kendiliğinden ateş almasıyla ve sonuç olarak kazara meydana geldiğinin savunulduğu olayları da negatif yükümlülük bağlamında incelemiştir (Ercan ve diğerleri/ Bulgaristan (k.k.), B. No: 21470/10, 16.12.2014, §§ 59-69, 73-78).

97. AİHM'e göre aynı zamanda bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakıldığı anda sağlık durumunun iyi olduğu ve serbest bırakıldığı sırada yaralandığı tespit edildiğinde devletin yaralanmanın ne şekilde meydana geldiğine ilişkin makul bir açıklama yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. AİHM; kişi yaşamını yitirdiğinde bu durumun daha da zorunlu hâle geldiğine vurgu yapmakta, tutulan kişilerin savunmasız olup yetkililerin bu kişileri korumakla yükümlü olduğunu sık sık hatırlatmaktadır (pek çok karar arasından bkz. Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000, § 99; Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 141; Tekin ve Arslan/Belçika, B. No: 37795/13, 5/9/2017, § 83).

98. Bununla birlikte AİHM, kamu görevlilerinin silahlı veya silahsız güç kullanımı ile ilgili olarak devletin yaşam hakkına riayet edilmesine yönelik önemli bir görevinin bulunduğunu belirtmektedir. Buna göre devlet, konuyla ilgili uluslararası standartları gözönünde bulundurarak silahlı veya silahsız güç kullanabilinecek koşulları tanımlayan yasal ve idari çerçeve oluşturmakla yükümlüdür (Giulliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 99; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 57-59).

99. Bunun yanında devletler, görevlilerinin yüksek düzeyde mesleki yeterliliğe sahip olmalarını sağlamalı; uygulanan kriterleri karşıladıklarından emin olmalıdır. Özellikle ateşli silahlar emanet edilen kolluk kuvveti mensuplarına gerekli teknik eğitim verilmeli ve bu kişilerin seçiminde özenli davranılmalıdır (Saso Gorgiev/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti B. No: 49382/06, 19/4/2012, § 51).

100. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesi 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 161). AİHM, bu yönde incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ilk olarak kamu görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili olarak belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve yasa dışı olarak öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için yetkili makamlar tarafından ölümcül güce başvurulmasının yasallığının denetlenmesini sağlayan prosedürün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğünün temel amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevliler ve makamların kendi sorumlulukları altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık[BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163). McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusundan verdiği karardan beri AİHM, bu yükümlülüğün sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin kamu görevlileri ya da üçüncü kişiler veya mağdurun yaralanmasının kendisinden kaynaklı olup olmadığına bakmaksızın çeşitli durumlarda ortaya çıktığı kanaatindedir.

101. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise soruşturmanın gerekliliklerine ilişkin kriterleri belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). Bu kriterler, AİHM'in tamamen yeni belirlediği kriterler değildir; McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen başvurularda uyguladığı kriterlerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM, sonrasında süregelen incelemelerinde bu kriterleri somut olaya uygulamış; herhangi birinin yerine getirilmemiş olduğunu tespit ettiğinde yaşam hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

102. AİHM, bir kişinin devletin kontrolüde şüpheli koşullarda yaşamını yitirdiği durumlarda yetkili ulusal makamların bu olaylara ilişkin soruşturmayı bilhassa daha sıkı bir şekilde yürütmeleri gerektiğini de belirtmektedir (Enukidze ve Girgvliani/Gürcistan B. No: 25091/07 26/4/2011, § 277; Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, § 234).

103. AİHM'in yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği söz konusu kriterler şöyledir:

- Soruşturma makamlarının şüpheli ölümden haberdar olur olmaz resen harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105; Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 111)

- Soruşturma makamlarının bağımsız olması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 177)

- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek yeterlilikte olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması için makul tedbirler alınması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107; Armani Da Silva/Birleşik Krallık, § 233)

- Soruşturmanın ivedilikle ve makul bir özenle yürütülmesi (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108; Armani Da Silva/Birleşik Krallık, § 237)

- Soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması ve her durumda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 109)

104. AİHM'e göre soruşturmanın bağımsız olup olmadığıyla ilgili inceleme, bir bütün olarak ve somut biçimde yapılmalıdır. Bu nedenle AİHM soruşturmacıların potansiyel şüpheliler olması veya hakkında soruşturma yapılan kişilerin iş arkadaşı olmaları, potansiyel şüphelilerle hiyerarşik ilişki içinde olmaları veya soruşturma makamlarının olayı aydınlatmak ve varsa sorumluları gerektiğinde cezalandırmak için bazı tedbirleri almamaları, şüphelilerin ifadelerini gerektiğinden fazla önemsemeleri, gerekli olduğu hâlde soruşturmada bazı olasılıkları araştırmamaları veya aşırı eylemsizlik içinde olmaları gibi birçok unsuru bağımsızlığın yokluğuna işaret eden unsur olarak dikkate almaktadır. AİHM, ayrıca 2. maddenin soruşturma yapmaya yetkili kişilerin veya mercilerin mutlak bağımsızlık sahibi olmalarını gerektirmediğini ancak sorumlu tutulmaları olası kişilerden veya yapılardan yeterince bağımsız olmalarını gerektirdiğini ve olaydaki bağımsızlık düzeyinin yeterliliğinin kendisine özgü koşulları dikkate alınarak değerlendirilebileceğini belirtmektedir (Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye, §§ 222, 223). AİHM, soruşturmanın sonuçlarının ilgili bütün unsurlarının titiz, objektif ve tarafsız bir incelemeye dayanması gerektiğini, soruşturmada araştırılması gerekli bir konunun reddedilmesinin şüphesiz soruşturmanın olayın koşullarını aydınlatma ve sorumlu kişilerin tespit edilmesi kapasitesini olumsuz etkileyeceğini de ifade etmektedir (Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye, § 175).

105. AİHM, Mihdi Perinçek/Türkiye (B. No: 54915/09, 8/10/2018) başvurusunda, olay yerindeki maddi delillerin Olay Yeri İnceleme ekibi olay yerine varmadan emniyetin farklı biriminde görevli polis memurlarınca alınıp götürülmesini meşru görmediği ifade etmenin yanında soruşturmanın bağımsızlığı bakımından da sorunlu bulmuştur. AİHM, bu durumun sadece soruşturmanın bağımsızlığı konusunda soru işaretlerine yol açacak kadar ciddi olmakla kalmayıp polis memurlarının ölümle bir bağlantısı olduğunu gösteren önemli delillerin bozulması, yok edilmesi veya gözardı edilmesi riskini taşıdığı kanaatinde olduğunu da ifade etmiştir. AİHM, ölenin kullandığı savunulan tabanca üzerinde parmak izi incelemesi yapılmamasını, giydiği kıyafetlerin kaybedilip ellerinde atış artığı incelemesi yapılmasına ilişkin belirsizlikler bırakılmasını soruşturmanın etkililiğini derinden zedeleyen unsurlar olarak kabul etmiş; özellikle kıyafetlerin kaybedilmesinin Türkiye'de devlet görevlileri tarafından sebebiyet verildiği ileri sürülen olaylara ilişkin başvurularda incelediği kusur örüntüsünün bir belirtisi olduğunu ifade etmiştir. AİHM, önceki başvurulara konu benzer olaylarda da kolluk görevlilerince öldürülen kişilerin giysilerinin yok edildiğini veya delil niteliğinde muhafaza altına alınmadığını, ölenlerin cesetlerinin yanında bulunduğu savunulan silahlarda parmak izi incelemesi yapılmadığını gözlemlediğini belirtmiştir (Mihdi Perinçek/Türkiye, §§ 65-77).

106. AİHM'e göre Sözleşmeci devletlere yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gerekliliği yüklenen soruşturmanın Sözleşme'nin 2. maddesine göre etkili olarak nitelendirilmesi için öncelikle yeterli olması gerekir (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007, § 324). AİHM, bu bağlamda soruşturmadaki ölüm sebebini belirleme ya da varsa sorumluları tespit etme kapasitesini zayıflatan her türlü eksikliğin soruşturmanın yeterliliğini zedelediğini belirtmektedir (Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 166). AİHM, bu duruma örnek olarak yakalama teşebbüsü sırasında gerçekleştirilen silah atışlarında barut kalıntısının bulunup bulunmadığını belirlemek için polisin ellerinin incelenmemesini, olayın yeniden kurgulanmamasını, başka bir deyişle olay yerinde uygulamalı keşif yapılmamasını, mermi isabetiyle mağdurun vücudunda meydana gelen yaralanmayı yeterli şekilde açıklayan raporun bulunmamasını ve görevlileri sorgulamadan önce ayırma gerekliğine uyulmamasını soruşturmanın yeterliliğine etki eden unsurlar olarak görmüş; dolayısıyla soruşturmanın yeterli olmadığı sonucuna varmıştır (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda, §§ 326-332).

107. Bu noktada AİHM'in olayda kovuşturma aşamasına geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin belirlediği gerekliliklerin soruşturma aşamasının ötesine uzandığına ve karar verme aşaması dâhil kovuşturmanın tamamının kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğün gereklerini yerine getirmesi gerektiğine sık sık vurgu yaptığını hatırlatmak gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). Öte yandan AİHM, soruşturmadaki eksikliklerin bir mahkemenin kovuşturmada sorumlulukları ortaya koyma kapasitesine ciddi şekilde zarar verebileceğinin de gözardı edilemeyeceğini belirtmektedir (Ağdaş/Türkiye, B. No: 34592/97, 27/7/2004, § 102).

108. AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları nedeniyle meydana gelen suçlar dâhil- kişilerin hayatlarını sona erdiren veya tehlikeye sokan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde iş birliği olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006; Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014, §§ 54-61).

109. AİHM, bu nedenle yaşam hakkını korumaya yönelik pozitif yükümlülüğün ulusal hukuk sistemlerinin bir kişiyi hukuka aykırı olarak öldüren ya da ölümcül şekilde yaralayanlar hakkında ceza hukukunu uygulayabilme kapasitesini göstermesi gerektirdiğini kararlarında sıkça dile getirir (pek çok karar arasından bkz. Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 60). AİHM, dolayısıyla belirtilen yükümlülüğün yerine getirilip getirilmediğini incelemek için ulusal mahkemelerin bu kararlara varırken hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin korunması ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün öneminin altının çizilmesi amacıyla Sözleşme'nin 2. maddesi uyarınca davaya gereken önemi gösterip göstermediğini ya da ne dereceye kadar gösterdiğini değerlendirmesi görevinin bulunduğunu belirtmektedir (Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, § 62).

110. Tüm bunların yanında AİHM, Sözleşme’nin yaşam hakkı ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda kendisinin oldukça ihtiyatlı davranması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, olayın faillerinin şahsi ceza sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme uyarınca söz konusu olabilen sorumluluklarının farklı olduğunu ifade etmekte; yetkisinin devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun belirlenmesiyle sınırlı olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme kapsamındaki sorumluluk, uluslararası hukukun ilgili kuralları ve ilkeleri dikkate alınarak Sözleşme'nin amacı ışığında yorumlanması gereken kendi hükümlerine dayanmaktadır ve bu nedenle anılan sorumluluk ulusal mahkemelerin takdir yetkisine sahip olduğu şahsi ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk sorunlarıyla karıştırılmamalıdır. Bu itibarla AİHM, birçok kararında ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (bu yöndeki birçok karar arasından bkz. Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 182; Tanlı/Türkiye, § 111 ).

b. Ayrımcılık Yasağına İlişkin Olarak

111. Sözleşme'nin "Ayrımcılık yasağı" kenar başlıklı 14. maddesi şöyledir:

 “Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır.”

112. AİHM, Sözleşme'nin 14. maddesinin Sözleşme'deki diğer haklardan bağımsız bir hak tanımadığını kararlarında sık sık belirtmektedir. AİHM, anılan maddeye göre sadece "bu Sözleşme'de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma" ayrımcılığının yasaklandığına vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla AİHM'e göre önüne getirilen şikâyetin dayandığı olaylar Sözleşme'deki haklardan en az birinin kapsamına girmiyorsa Sözleşme'nin 14. maddesinin uygulanabilirliği bulunmamaktadır (Abdulaziz, Cabales ve Balkandali/Birleşik Krallık, B. No: 28/5/1985, § 71). Öte yandan 1/4/2005 tarihinde yürürlüğe giren ve Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından imzalanmakla birlikte henüz onaylanmayan 12. Protokol, ayrımcılık yasağının kapsamını genişletmiş ve genel bir ayrımcılık yasağı getirmiştir. Bu protokolün birinci maddesi hukuk tarafından tanınmış bir haktan yararlanma bakımından ayrımcılık yasağını öngörmüştür. Bu protokole bağlı devletler bakımından kendi ülkelerinde bulunan herkese tüm işlemlerde hiçbir ayrım yapmadan eşitliği sağlama yükümlülüğü söz konusu iken diğer devletler bakımından mesele -Türkiye Cumhuriyeti devletinde olduğu gibi- hâlen sadece Sözleşme 14. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken bir hak olmaktadır.

113. AİHM, önüne gelen bazı başvurularda şiddetin ırkçılık saikine dayandığı iddialarını olayın niteliğine göre kötü muamele yasağı ya da yaşam hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağı kapsamında da incelemiştir. AİHM'e göre ırkçı şiddet, insan haysiyetine hakaretin belirli bir biçimi olup vahim sonuçları gözönünde tutulduğunda yetkililerin bu tür olaylara özel bir dikkat göstermesi ve icap ettiğinde kuvvetli bir tepki vermeleri gerekir. Bu nedenle yetkililer ırkçılıkla ve ırkçı şiddetle mücadele için bütün araçları kullanmalı, böylece farklılıkların bir tehdit değil bir zenginlik kaynağı olarak anlaşıldığı demokratik vizyonu güçlendirmelidir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 145). AİHM ayrımcılığın en gücendirici türünün ırk ayrımcılığı olduğunu değerlendirdiğini belirtmektedir. AİHM'e göre ırk, etnik köken ya da ulusal köken, başka bir deyişle vatandaşlık bağı (AİHM'in bu terimleri nasıl anladığıyla ilgili olarak bkz. Timishev/Rusya B. No: 55762/00, 55974/00, 13/12/2005,§ 55) temelindeki ayrımcılığa özel önem verilmelidir.

114. AİHM'e göre ayrımcılık ile ilgili şikâyetlerde başvurunun olguları çerçevesinde ırkçı saikin ispatı çoğunlukla aşırı derecede zordur. AİHM, davalı devletin bir kolluk görevlisinin ırkçı saikle ölümcül güç kullandığı iddialarıyla ilgili kendisine yüklenen ispat külfetinin yerine getirilmesi sırasında karşılaşabileceği zorluklara vurgu yaparak ırkçı ön yargı ile güdülenmiş şiddet fiillerinde ispat yükünün yer değiştirerek devlete yüklenmesinin devletin söz konusu kolluk görevlisinin belirli bir öznel tutumunun olmadığını kanıtlaması gerektiği anlamına gelebileceğini belirtmiştir. Bir başka deyişle bu, davalı devletten görevlisinin ırkçı ön yargılarla hareket etmediğini kanıtlamasını beklemek anlamına gelir. Bu nedenle AİHM, bu yöntemi ilke olarak benimsemez. Nitekim AİHM, Nachova ve diğerleri/Bulgaristan başvurusunda Büyük Daire (Genel Kurul şeklinde anlaşılabilir.) olarak verdiği kararda davalı devletin savunulabilir bir ayrımcılık iddiasını çürütmesi gereken ve -eğer bunu yapmazlarsa- olgulara dayalı olarak Sözleşme'nin 14. maddesinin ihlaline karar verilmesini gerektiren vakalar bulunabileceği olasılığını dışlayamayacağını, bununla birlikte somut başvuruda olduğu gibi şiddet içeren bir eylemin ırkçı ön yargıdan kaynaklandığının iddia edildiği durumlarda böyle bir yaklaşımın davalı devletin ilgili kişinin belirli bir öznel tavrının olmadığını kanıtlamasını gerektireceğini belirterek birçok ülkenin hukuk sisteminde politika veya kararın ayrımcı etkisinin kanıtının istihdamda veya hizmetlerin sağlanmasında iddia edilen ayrımcılık konusunda kasıtlı olma ihtiyacını ortadan kaldıracak olsa da bu yaklaşımı bir davaya aktarmanın zor olduğunu ifade etmiştir. Büyük Daire kararında, aksi görüşe varan Dairenin yaklaşımından ayrılarak iddia edilen ihlale ilişkin ispat yükününün devlete yüklenmesi gerektiğinin düşünülmediği açıklanmıştır (anılan kararda bkz. § 157).

115. Öte yandan AİHM, ispat külfeti bakımından ilkesel olarak bu yaklaşımı benimsemekle birlikte olayda ırkçı saikin açıkça ortaya çıkması hâlinde farklı sonuçlara varabilmektedir. AİHM, Stoica/Romanya (B. No: 42722/02, 4/3/2008) başvurusunda, polisin bir kişiye "Çingene misin yoksa Romen mi?" diye sorduktan sonra o kişiye saldırması dâhil olaya ilişkin genel olguları esas alarak başvurucu gibi bireylerin kasten etnik kökenleri sebebiyle hedef seçildiği hususunda kesin delillerin mevcut olduğu sonucuna varmıştır. AİHM, başvurucuya yönelik tek başına kötü muamele teşkil eden başvuruya konu olaydaki saldırının ırkçı saikle gerçekleştirilmediğinin ortaya konulmasına ilişkin ispat yükünü benimsediği ilkesel yaklaşımdan farklı olarak devlete yüklemiş ve kötü muamele ile birlikte ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

116. Diğer taraftan AİHM, ırkçılık saikiyle şiddetin yetkili ulusal mercilerde etkili soruşturma yürütülmesi boyutunun bulunduğunu belirtmektedir. AİHM, görevlileri tarafından gerçekleştirilen ırkçı şiddetten dolayı devletin sorumluluğunu, ayrımcılığın bağlantılı olduğu ilgili hak veya yasağın (olayın koşullarına göre yaşam hakkı veya kötü muamele yasağı) esasa ilişkin yönü bakımından değerlendirirken burada ifade edilen soruşturma yükümlülüğünü, anılan hak ve yasak kapsamındaki etkili soruşturma yükümlülüğü ile bağlantılı olarak usul meselesi olarak ele almaktadır. AİHM'e göre devletler, halkın kolluk görevlilerine duyduğu güveni sürdürebilmek için güç kullanılması ile ilgili olayların soruşturulmasında hem hukuk sisteminde hem de uygulamada aşırı güç kullanma durumu ile ırkçı öldürme fiilleri arasında bir fark gözetilmesini güvence altına almak zorundadırlar (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 160). Yetkililer, ırkçılığın neden olduğu şiddete işaret edebilecek şüpheli olguları görmezden gelmeden, delillerin toplanması ve güvenceye alınması, gerçeğin ortaya çıkarılması için uygulanabilir tüm yolları araştırmak ve tamamen gerekçeli, tarafsız ve nesnel kararlar vermek için mevcut şartlarda makul olan her şeyi yapmak zorundadırlar (Stoica/Romanya, § 124). AİHM'e göre soruşturmanın bu bakımdan makul olan her şeyi yapma konusunda gayret gösterilerek ve tarafsızlıkla yürütülmesi, ırkçı şiddet söz konusu olduğunda toplumun ırkçılığı kınadığını sürekli olarak belirtme ve ilgili makamların azınlıkları ırkçı şiddet tehdidinden koruma konusundaki kapasitelerine güveni koruma gerekliliği bakımından bilhassa önem taşımaktadır (Gjikondi ve diğerleri/Yunanistan, B. No: 17249/10, 21/12/2007, § 118). Yaşam hakkı kapsamındaki soruşturma yükümlülüğü ayrımcılık yapılmaksızın yerine getirilmeli ve ulusal hukuk sistemi bir başkasının yaşamını hukuka aykırı sonlandıran kişilere karşı mağdurun ırk veya etnik kökenine bakılmaksızın ceza hukukunu uygulayabilme gücünü göstermelidir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 160). AİHM'in önemli gördüğü bir diğer husus ise ayrımcılık saikiyle gerçekleşen şiddete müsamaha ve faillerin soruşturulmasında hukuk önünde eşitlik ilkesiyle bağdaşmayacak derecede kayıtsızlık gösterilmemesidir (Gldani Yehova Şahitleri Cemaatinin 97 üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan B. No:71156/01, 3/5/2007, § 140).

117. Sonuç olarak AİHM, ırkçı motivasyona dayalı olduğu ileri sürülen bir şiddet olayında şayet devlet bu eylemin ırkçı saiklerle yapılmadığını ispatlayamıyorsa -ki ispatının çok güç olduğunu belirtmektedir- olaydaki şiddetin kaynağının ırkçı gerekçeler olduğu sonucuna varmayı isabetli bulmamaktadır. Ancak AİHM böyle olmakla birlikte ırkçı saikin olayda açıkça ortaya çıkması durumunda farklı sonuçlara varabilmektedir. AİHM ayrıca devletleri, şiddet olayları ve özellikle görevlilerince gerçekleştirilen öldürme fiillerinin soruşturulması ile ilgili olarak herhangi bir ırkçı saik ve etniğe dayalı nefret ve ön yargının olaylarda rol oynayıp oynamadığını ortaya çıkarmak için tüm makul adımları atmak şeklinde ilave bir yükümlülük altına sokmuştur. AİHM'e göre bu, ırkçılığın kınandığının sürekli olarak belirtilmesi ve yetkili makamların azınlıkları bu tür şiddet tehdidinden koruma konusundaki kapasitelerine güvenin korunması, bir başka ifadeyle bu konudaki güveninin azalmaması için bilhassa gereklidir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda ise yaşam hakkıyla birlikte bu hak ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verebilmesi gündeme gelebilmektedir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

118. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

119. Başvurucu,

i. Kardeşinin gözaltına alınmasına ilişkin olarak hukuka uygun hiçbir sebep yokken sırften renginden dolayı götürülüp alıkonulduğu polis karakolunda, ardında yetkililerce cevaplanması gereken birçok soru bırakarak öldürüldüğünü,

ii. Olayın başlangıcı, seyri ve yetkililerce kullanılan yöntemlerin devletin silahlı güç kullanma tekeline sahip görevlilerinin bu görev ve yetkilerini açıkça kötüye kullandıklarını gösterdiğini,

iii. Olayda kontrol altında tutulduğundan her türlü tehlikeye karşı savunmasız konumda olan kardeşinin polis memurunun yakın tehlike oluşturan eylemine karşı korunmadığını,

iv. Olayda yaşam hakkının ihlal edildiği suçlamalarına rağmen bu suçlamaların soruşturulması ve kovuşturulması sırasında yetkili makamların takındığı tavır, ağır ihmaller, verdikleri kararların etkisizliği, maddi gerçeğin açığa çıkarılmasında önemi bulunan birtakım delillerin toplanmasındaki eksiklikler, aynı nitelikte bazı delillerin ise yok edilmesi, olayda sorumlulukları bulunan diğer görevliler hakkında soruşturma yürütülmemesi, olayın ardından geçen uzun zaman, kovuşturmaya etkili katılımının engellenmesi, bu konuda yıllarca karar verilmemesi ile olayın failinin polislik mesleğine devam ediyor olması ve başvuru tarihine kadar değil tutuklanmak bir gün bile gözaltına alınmamış olması nedeniyle adalete olan kamu güveninde meydana getirilen derin zedelenme sonucu başvuru yapmak zorunda kaldığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı ile Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

a. İddiaların Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

120. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder dolayısıyla bu konuda başvurucu tarafından yapılan nitelendirme ile bağlı değildir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Ancak burada Anayasa Mahkemesi tarafından resen tespit edilecek olan husus, başvurucu tarafından ileri sürülen olay ve olguların hukuki nitelendirilmesi, başka bir anlatımla başvurunun hangi hak veya özgürlük kapsamında inceleneceği olup bu durum başvuruda ileri sürülmeyen bir olay veya olgunun inceleneceği şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksinin kabulü devletin sahip olduğu yükümlülükler bakımından maddi, usule ilişkin farklı ve birden çok boyutu bulunan yaşam hakkı kapsamında yapılan her başvuruda ihlal edildiği ve/veya derece mahkemeleri tarafından ihlal edildiği tespit edilmekle birlikte yeterli giderim sağlanmadığı ileri sürülmediği hâlde yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu tüm yükümlülüklerin incelenmesi sonucunu ortaya çıkarabilecek olup bu durum bireysel başvurunun ikincil niteliğine uygun düşmeyecektir (İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 74, 75).

121. Başvurudaki iddiaların özü, bir kişinin polis karakolunda kolluk görevlisince öldürülmesi ve olayın faili hakkındaki sürecin bir bütün olarak etkili olmamasının yanında ölümde sorumlulukları bulunan diğer görevliler hakkında kovuşturma yürütülmemesidir. Başvurucu, söz konusu süreçlerin tamamında geçen süreyi ve kovuşturma sürecine katılma talebinin reddedilmesine ilişkin aşamaları adil yargılanma hakkı kapsamında nitelendirerek ileri sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerin ayrıntıları aşağıdaki ilgili bölümde açıklanan yaşam hakkı kapsamındaki devletin etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğü ile ilişkili olduğu sonucuna varılarak incelemenin anılan hak kapsamında yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

122. Öte yandan yaşam hakkı çerçevesinde yapılacak incelemenin kapsamı bakımından da bir değerlendirme yapılmalıdır. Başvurucu, devletin (kamu gücünün) kontrolü altında tutulduğundan her türlü tehlikeye karşı korunmasız konumda olan kardeşinin kamu görevlisi tarafından öldürüldüğünü ve olaya ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmediğini iddia etmiştir. Başvuruda, öldürmeme yükümlüğü (negatif yükümlülük) ve bu yükümlülük ile bağlantılı olarak ortaya çıkan etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin olay ve olgular ileri sürülmekle birlikte yaşamı yakın ve gerçek tehlikeye karşı koruma yükümlülüğünün ayrıca incelenmesini gerektirir herhangi bir olay ve olgunun ileri sürülmediği sonucuna varılmıştır. Başvurucu, öldürmeme yükümlülüğü ile bağlantılı olarak iki süreci etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddialarına konu etmiştir. Bunlardan ilki, yetkili merciler tarafından olayın faili olduğu değerlendirilip hakkındaki ceza muhakemesi soruşturma evresinden kovuşturma evresine geçen polis memuru hakkındaki süreçtir. İkincisi ise ölüm olayında ve bazı delillerin elde edilmemesinde sorumlulukları bulunduğunu ileri sürdüğü diğer kamu görevlileri hakkında kovuşturma yürütülmemesidir.

123. Bu sebeple başvuruda, devletin yaşam hakkı kapsamındaki öldürmeme ve olay sonrasına ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülükleri incelenecektir. Bu incelemede hakkında kamu davası yürütülen kolluk görevlisine ilişkin süreç, öldürmeme yükümlülüğü ile birlikte ve ayrıca etkililik bakımından, dolayısıyla aynı zamanda öldürmeme yükümlülüğü bakımından tüketilmesi gereken başvuru yolu bağlamında; sorumlulukları bulunduğu ileri sürülen diğer kamu görevlilerinin cezalandırılması gerektiği şikâyeti ise sadece etkili ceza soruşturması yükümlülüğü bakımından değerlendirmeye tabi tutulacaktır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Bireysel Başvuruda Bulunabilme Ehliyeti (Mağdur Statüsü) Yönünden

124. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir..."

125. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

126. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.

Yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel başvuru yapamaz."

127. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa'nın ihlalinden olumsuz olarak etkilenen veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 53).

128. Bununla birlikte dolaylı mağduriyetin ortaya çıkması, somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre değişebilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu durumlarda- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle başvuru yapabileceklerine karar vermiştir (pek çok karar arasından bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

129. Başvurucu, ölenin kardeşi olduğunu beyan etmektedir. Bu noktada başvurucunun ölenle akrabalık bağını ispatlayan herhangi bir belge bireysel başvurunun yapıldığı tarihte Anayasa Mahkemesine sunulmamış ise de ölenle akrabalık bağını gösterir tıbbi raporların bireysel başvuru yapılmasından sonraki süreçte ilgili yargısal mercilere sunulduğu, bu nedenle de başvurucunun mağdur statüsünün ilgili yargısal mercilerce kabul edildiği görülmüştür. Dolayısıyla başvuruda, başvuru ehliyeti bakımından yakın akrabalık bağı boyutuyla bir sorun görülmemiştir.

130. Diğer taraftan yabancıların yalnızca Türk vatandaşlarına tanınan belirli haklar bakımından bireysel başvuru yapma ehliyetleri bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu nitelikte olanların dışındaki haklardan olan yaşam hakkı yönünden yabancıların bireysel başvuruda bulunma ehliyetine sahip oldukları söylenmelidir. Bununla birlikte başvurucunun yakınının Türkiye'de yaşamını yitirdiği dikkate alındığında yer bakımından yetki kuralı bakımından da bir sorun olmadığı izahtan varestededir. Anayasa'nın 17. maddesinde belirtildiği üzere "Herkes yaşama, maddi ve manevi, varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.". Buradaki "herkes" ibaresinden Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenlik yetkisi alanı içinde bulunan herkesin anlaşılması gerekmektedir. Bu noktada ayrıca Sözleşme'nin 1. maddesinde yer alan "Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar." şeklindeki açık hükmün dikkate alınması, dolayısıyla temel hak ve özgürlüklerin etkili şekilde koruma altına alınmasını temin etmek amacıyla yabancıların başvuru hakkını kısıtlayan hükmün dar şekilde yorumlanması gerektiği belirtilmelidir. Bu gereklilik sadece Anayasa Mahkemesi açısından ve bunlar bireysel başvuru bakımından değil temel haklar ve özgürlükleri koruma ve bunlar ihlal edildiğinde telafi etme görevi öncelikle kendilerine ait olan idari ve yargısal organlar bakımından da geçerlidir

ii. Başvuru Yollarının Tüketilmesi ve Diğer Kabul Edilebilirlik Kriterleri Yönünden

 (1) Bazı Kamu Görevlileri Hakkında Etkili Soruşturma Yürütülmemesine İlişkin İddia

131. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama, ... hakkına sahiptir.

...

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

132. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

133. Anayasa'nın yaşam hakkını güvence altına alan 17. maddesi ile devletin temel amaç ve görevlerini belirten 5. maddesi birlikte değerlendirildiğinde meydana gelen şüpheli ölüm olaylarının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekmektedir. Bununla birlikte yürütülen soruşturma belirli bir kişinin sorumlu olup olmadığıyla sınırlı olmamalı, olayın tüm yönlerini ortaya koyacak kapsamda ve nitelikte olmalıdır. Başka bir ifadeyle ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak şekilde yürütülmesi yerine sadece bu olaya belirli bir kişinin karıştığı veya hiçbir şekilde bu kişinin karışmasının söz konusu olmadığını ortaya koyacak şekilde yürütülmesi, usul yükümlülüğünü karşılamak için yeterli değildir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 89). Bununla birlikte soruşturmanın etkili olup olmadığına ilişkin değerlendirme -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- belirli bir kişi hakkında verilen kararla sınırlı olarak değil yürütülen soruşturma bir bütün olarak incelendikten sonra yapılabilecektir (Gülcan Keleş ve diğerleri, B. No: 2014/797, 22/03/2017, § 30).

134.Başvuruda, bazı kamu görevlilerinin ölüm olayında sorumluluğu olduğu iddiası da ileri sürülmüş; ayrıca olayın faili olduğu yetkili makamlarca değerlendirilen polis memurunun görüşme odasında ölen kişinin üzerini aradığı sırada (ilgili polis memurunun) silah taşımasına izin verildiği, ölen kişi hakkında delil uydurulduğu ve bazı delillerin yok edildiği şikâyetleri dile getirilmiştir. Diğer taraftan olayın faili olduğu değerlendirilen kamu görevlisi hakkındaki kamu davası bireysel başvurunun incelenmesi tarihi itibarıyla derdesttir. Dolayısıyla yetkili makamların başvurucunun diğer kamu görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin iddialarını değerlendirmeye devam ettiği görülmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bu hususa dikkat çekilmiş; yetkili makamların bu konudaki değerlendirmelerinin beklenmesi gerektiği, mevcut bilgi ve belgelere göre başka yönde bir soruşturma yürütülemeyeceği açıklanmıştır.

135. Bu itibarla bireysel başvuru incelemesinin -somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak- bazı kamu görevlileri hakkında verilen bu kararla sınırlandırılması mümkün değildir. Dolayısıyla soruşturma makamlarınca olayın faili olduğu değerlendirilen kamu görevlisi hakkında devam etmekte olan kamu davasının sonuçlanması ve davayı yürüten mercilerin olayın oluş şekline yönelik değerlendirmelerinin beklenmesi gerekir. Kovuşturma sonucunda kamu görevlilerinin sorumluluklarıyla ilgili olarak başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ciddiyet kazanması ve bu doğrultuda sorumluluğu tespit edilenlere yönelik soruşturma başlatılması ihtimal dâhilindedir. Anayasa Mahkemesinin bu konuda bir inceleme yapabilmesi, sürecin bir bütün olarak olayın tüm yönlerini ortaya koyabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenebilmesi ile mümkündür. Bu sebeple kovuşturmanın sonucunun beklenmesi gerekir.

136. Sonuç olarak haklarında verilmiş bir kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine bireysel başvuru yapıldığı görülmüş ise de sorumlulukları bulunduğu ileri sürülen bazı kamu görevlileri hakkında bireysel başvuruda bulunulabilmesi için sürecin bütünün tüketilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

137. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

 (2) C.Y. Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Kovuşturmaya İlişkin İddialar ile Devletin Öldürmeme Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

138. Başvurucu; şikâyetlerinde kardeşinin polis karakolunda hukuk kurallarına aykırı olarak tutulması sırasında zayıf ve savunmasız konumda olmasını fırsat bilerek güç gösterisi yapmak için silah kullanma konusundaki yetki ve görevlerini hiçe sayan polis memurunun eylemi sonucu yaşamını yitirdiğini, soruşturma evresinde olayın aydınlatılması bakımından kritik önemi olan delillerin toplanması için makul tedbirlerin alınmadığını, aynı nitelikteki bazı delillerin ise yok edildiğini, kovuşturmaya katılımının engellenip sürecin uzatıldığını, bu nedenle bireysel başvuruda bulunmak zorunda kaldığını açıklamıştır. Başvurucu, olayın ardından geçen süreye özellikle işaret etmiş ve on yılı aşkın süredir sürecin sonuçlanmasını beklediğini ifade etmiştir.

139. Başvuru yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 20).

140. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup buna uygun davranılmadığı takdirde ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 17). Bu kapsamda temel hak ve hürriyetlerle ilgili hukuk sisteminin koruma mekanizmalarının öncelikle işletilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlal iddialarına ilişkin olarak öncelikle olağan kanun yolları tüketilmelidir. Ancak somut olayın koşulları itibarıyla başvuru yollarının tüketilmesinin yarar sağlamayacağının veya etkili olmadığının anlaşılması hâlinde anılan yollar tüketilmeden yapılan bir başvuru incelenebilir (Şehap Korkmaz, B. No: 2013/8975, 23/7/2014, § 33).

141. Dolayısıyla yaşam hakkı ile ilgili yürütülmekte olan bir soruşturma ve olayda söz konusu olmuş ise kovuşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmesi için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturma veya kovuşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46). Ancak soruşturmanın başlatılmayacağının veya etkili yürütülmediğinin farkına varıldığı veya varılması gerektiği andan itibaren yapılan bireysel başvuruların kabul edilmesine karar verilmelidir. Ancak bu durumun tespiti, her başvurunun kendine özgü koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri,§ 77).

142. Somut başvuruda devletin öldürmemeye ilişkin negatif yükümlülüğünün ihlal edilip edilmediğinin tespitine elverişli olduğu hususunda tereddüt bulunmayan ve hâlen neticelenmemiş bir kovuşturma söz konusudur. Öte yandan olayın üzerinden yaklaşık on dört yıl geçmesine rağmen yaşam hakkı ihlali iddiasına ilişkin davanın ilk derece mahkemesi önünde derdest olduğu görülmektedir.

143. Tüm bu hususlara göre başvurucunun şikâyetleri açısından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği yönünde karar verilebilmesi için devletin etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda ne surette yerine getirildiğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu durumda etkili soruşturma yükümlülüğü ile başvuru yollarının tüketilmesi kuralının iç içe girmiş olması ile somut olay ve olgular dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmesine ilişkin kabul edilebilirlik konusunda soruşturmanın ve kovuşturmanın etkililiği bakımından yapılması gereken değerlendirmenin esas hakkındaki incelemeyle birlikte yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için ayrıca bkz. Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 130).

144. Söz konusu iddialar açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvuru yollarının tüketilmesi kuralı dışında iddiaların kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden olmadığı anlaşılmıştır.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

145. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin veya ölümcül yaralanmaların devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

146. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir. Öte yandan Anayasa'nın 17. maddesinin son fıkrası esas itibarıyla kişilerin kasten öldürülmesine izin verilen durumları değil istenmeyen bir sonuç olarak yaşamdan yoksun kalma sonucunun doğabileceği güç kullanılmasına izin verilen durumları açıklamaktadır.

147. Anayasa’da yaşam hakkına güç kullanmak suretiyle yapılacak müdahalelere ilişkin yer alan yukarıdaki hükümler ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda daha önce vermiş olduğu kararlar birlikte değerlendirildiğinde kolluk kuvvetlerinin ancak Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına, başka bir çarenin kalmadığı zorunlu durumlarda ve -güç kullanarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten- orantılı bir biçimde güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50; Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2013/5785, 29/9/2016, § 113).

148. Öldürücü güç, Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması sonucu son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda zorunluluğu ve orantılılığı Anayasa Mahkemesi tarafından çok sıkı şekilde denetlenmelidir (Nesrin Demir ve diğerleri, § 107).

149. Bunun yanında kolluk görevlilerinin doğrudan silah kullanımı sonucu meydana gelen olaylarda güç kullanımının Anayasa’nın 17. maddesine göre başka çarenin kalmadığı zorunlu bir durumda ve orantılı bir şekilde gerçekleştiğinin soruşturma makamlarınca resen ortaya konması gerekmektedir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 73).

150. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde yaşama son verildiğine veya kötü muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili ceza soruşturması yapılmasını gerektirir. Bu çerçevede kamu otoritelerinin silah kullanımı sonucu ortaya çıkan ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların yasa dışı silah kullanımının önlenmesini güvence altına alacak nitelikte kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu tür olaylara ilişkin soruşturmalarda aranılan bağımsızlık, sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı ifade etmemekte olup soruşturmanın fiilen de (uygulamada da) bağımsız olarak yürütülmesini gerektirmektedir (Cemil Danışman, § 96).

151. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında sorumluların adaletin önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Öte yandan bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Etkili soruşturma yükümlülüğü, başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma hakkı vermediği gibi kamu gücüne de tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü yüklediği şeklinde anlaşılmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 56; Cemil Danışman, § 97).

152. Soruşturmanın etkililiğini ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesinin yanında ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 56; Cemil Danışman, § 98).

153. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

154. Bu noktada ifade etmek gerekir ki usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, bu hak kapsamındaki -söz konusu olmuşsa kovuşturma sürecini de kapsayan- soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

155. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58; Cemil Danışman, § 100).

156. Yürütülecek soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

157. Tüm bunların yanında her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirme yapılması koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların benzer olayların caydırıcılık sağlanarak önlenebilmesi bakımından cezasız kalmaması gerekmektedir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

158. Başvurucunun kardeşi, sonradan yapılan araştırmaya göre sahte olduğu anlaşılan belgelerle Türkiye'ye giriş yapmış ve 27/2/2007 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlilerince pasaportsuz seyahat etme ve vize ihlali suçlarından yakalanmıştır. Geçici sığınmacı statüsünden yararlanmayı istemesi üzerine ölen kişiye sığınma başvuru sahibi statüsünde Mersin'de ikamet izni verilmiş ancak ölen kişi, bir süre sonra aldığı izinle yeniden İstanbul'a gelmiştir. Ölen kişi 20/8/2007 tarihinde Beyoğlu'nda bir caddede arkadaşıyla yürürken bir polis ekibince durdurularak aranmış, ardından üzerinde uyuşturucu madde bulundurduğu iddiasıyla bir polis karakoluna götürülmüş ve götürüldüğü bu karakolda kendisini şüpheli olarak getiren ekip amirinin silahından çıkan merminin vücuduna isabet etmesi sonucu yaşamını yitirmiştir. Olaydan sonra elde edilen kamera görüntülerine göre karakoldaki olaylar, on dokuz dakikada yaşanıp bitmiştir.

159. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen başlatılan soruşturmada, bazı kamu görevlilerinin ifadelerinin bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından alınmıştır. Ayrıca Cumhuriyet savcısının talimatıyla gerçekleştirilen olay yerindeki maddi delil incelemesinin olaya karışmış polis memurları dışında, aynı birimde görev yapmayan konunun uzmanı bir ekip tarafından gerçekleştirildiği tespit edilmiştir. Bununla birlikte soruşturmanın yeterliliği ile bağımsızlığı yönünden birkaç kritik husus ilk bakışta göze çarpmaktadır.

160. Öncelikle belirtilmelidir ki resen başlatılması ve bağımsız şekilde yürütülmesi gereken soruşturmanın aynı zamanda yeterli olması gerekir. Bir soruşturmanın etkili olarak nitelendirilebilmesi için öncelikle yeterli olduğunun belirlenmiş olması gözetilecektir. Soruşturmanın yeterli olması ise varsa sorumluların tespit edilmesine ve gerektiği takdirde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân verecek nitelikte olmasına bağlıdır. Bu bakımdan maddi delillerin zamanında toplanması kritik öneme sahiptir.

161. Bu kapsamda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda ve yerde- ilk anda yürütülecek soruşturma işlemleri çok büyük önem arz etmektedir. Geçen zamanla birlikte delillerin kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplamanın ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, B. No: 2013/6574, 16/12/2015, § 62).

162. Bu konuda belirtilmesi gereken bir diğer husus, olayın gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasına imkân veren bazı tedbirlerin alınmamasının sadece soruşturmanın yeterliliği üzerinde değil bağımsızlığı üzerinde de etki gösterdiğidir. Soruşturmanın bağımsızlığına gölge düşüren durum ortaya çıktığında bunun soruşturmanın yeterliliğini -olayın gerçekleşme koşullarını aydınlatma ve olası sorumluları cezalandırma kapasitesini- etkileyip etkilemediği ve ne ölçüde etkilediği belirlenmelidir.

163. Burada öncelikle ifade edilmelidir ki esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini kendisinin yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmelerin yerine değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, § 185).

164. İkinci olarak Anayasa Mahkemesinin başvuruya konu soruşturma ya da kovuşturmaların nasıl sonuçlanacağıyla doğrudan ilgilenmediği ve bireysel başvurunun mahiyetinin elverdiği ölçüde bu kapsamda yaptığı değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum içermediği vurgulanmalıdır. Anayasa Mahkemesinin görevi, soruşturma ve kovuşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüğünü somut olayda yerine getirip getirmediği ya da ne ölçüde yerine getirdiğini belirlemekten ibarettir (benzer değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, § 110).

165. "Genel İlkeler" kısmında da ifade edildiği üzere etkili soruşturma yükümlülüğü bir amaç değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa Mahkemesi tarafından etkili soruşturma yükümlülüğü açısından delillere ilişkin olarak irdelemelerde bulunulurken delillerin somut soruşturma kapsamında ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğiyle ilgili bir yorum yapılmamaktadır. Delillerin nasıl değerlendirildiği hususu soruşturma ve kovuşturma makamlarının sorumluları saptama ve gerektirmekte ise cezalandırma yükümlerini ifa etme konusunda kendilerinden beklenebilecek makul tedbirleri alıp almadıklarının tespiti açısından önem taşımaktadır (benzer değerlendirmeler için bkz. Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, § 186).

166. Somut olayda sadece iki kişinin bulunduğu bir odada cereyan eden ve sanığın savunmasına göre kendi silahı üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışması sırasında gelişen bir mücadelenin sonucunda olay yerinde bulunan tek bir silahtan çıkan merminin ölen kişinin vücuduna isabet etmesiyle gerçekleşen bir ölüm söz konusudur. Bu durumda herhangi bir mekanik arızası olmayan ancak tetiğine belirli bir kuvvet uygulandığında ateş alması mümkün olan silahın ölene ne kadar mesafede iken ateş aldığı hususu ile -ölenin iki eliyle namlusundan tutarak bir süre güçlü bir şekilde çekiştirdiği savunulduğu dikkate alındığında- ölenin silah üzerinde el ve parmak izlerinin bulunup bulunmadığı meselesi önemli hâle gelmektedir.

Ölüme yol açan merminin ölenin üzerindeki giysiye isabet ederek vücuduna girmesi nedeniyle atış mesafesinin belirlenebilmesinin tek yolu, giysi üzerinde bir inceleme yapılmasıdır. Bu husus ilgili uzman raporlarında açıkça belirtilmiştir. Somut olay bakımından atış mesafesinin tespiti -örneğin bitişik veya buna yakın olduğu belirlendiğinde- ateş edilirken silahın namlusunun vücuda tamamen temas ettiğini ya da neredeyse buna yakın mesafede olduğunu ortaya koyabilecek ve böylece yetkililere olayın gerçekleşme koşulları bakımından çok güçlü fikir verebilecek bir donedir. Ancak, hastanede gerçekleştirilen operasyon sırasında yaşamını yitiren kişinin diğer giysilerine ulaşılmada herhangi bir türden zorluk yaşanmadığı görülmekle birlikte atış mesafesini incelemeye olanak verebilecek gömleğine ulaşılamadığı anlaşılmıştır. Olaydan bir süre sonra akıbetini araştıran yetkililere gömleğin kaybedildiği bildirilmiştir. Bu nedenle atış mesafesi konusunda kesin bir değerlendirme yapılamamıştır.

Somut olayın koşullarının gömleğin elde edilmesinde güçlük yaşanmasını gerektirir nitelikte olduğu söylenemez. Aksine polis karakolundan görevlilerce üzerindeki gömleğiyle birlikte yaralı şekilde çıkarılan ölen, hastaneye ve ameliyathaneye bu gömleği üzerindeyken alınmıştır. Dolayısıyla tamamen yetkililerin hâkimiyetinin söz konusu olduğu, üçüncü kişinin müdahalesinin olmadığı koşullar söz konusudur. Dolayısıyla bu koşullar altında gömleğin kaybolması anlaşılması güç bir durumdur. Bu durumda gömleğin kaybolmasıyla ilgili iki ihtimal akla gelmektedir: Birinci ihtimal gömleğin hastane içinde bir şekilde yok edildiği ya da kaybedildiği, ikinci ihtimal ise hastane yetkililerince soruşturma için teslim edildikten sonra polis memurlarınca yok edildiği veya kaybedildiğidir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu konuda açtığı soruşturmayı, şüpheli hastane yetkilileri ve polis memurları hakkında kamu davası açmaya yeter derecede delil olmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vererek sonlandırmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının -gömleğin tıbbi müdahale sırasındaki bir zorunluluktan ötürü zarar gördüğü açıklanmadığına göre- bu iki ihtimalden birini diğerine göre güçlü görmediği gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan giysilerin tesliminin tutanağa bağlandığı, ölenin gömleği ve fanilası dışındaki giysilerinin hastane yetkililerince polis memurlarına teslim edildiğinin bu tutanakta belirtildiği anlaşılmıştır. Bununla birlikte ölenin üzerinde gömlek ile getirildiğini bilen polis memurlarının bu tutanağın düzenlenmesi sırasında gömleğin akıbetini araştırdıkları da mevcut belgelerden anlaşılamamaktadır.

Mevcut bilgilerden hastane yetkililerince tutanakla teslim edilen giysilerin şüpheli C.Y.nin aynı ekipten mesai arkadaşı K.K.A.ya teslim edildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda görevlendirilen polis memurları hastanede kamera görüntüleri incelemeleri ile bilgi sorma dâhil farklı türden araştırmaları olay gecesi başlayıp ertesi güne sarkan uzun zaman diliminde gerçekleştirmiş iseler de gömleğin akıbetini öğrenememişlerdir. Diğer giysilerin aynı akıbete uğramayıp sadece gömleğin kaybolması çok dikkat çekicidir. Bu durum, yaralıyı kurtarmak için gösterilen gayret sırasındaki telaşla giysilerin muhafazasına özen gösterilmemesiyle kaybedildiğini düşünmeyi zorlaştırmaktadır. Aksine gömleğin atış mesafesinin belirlenmesinde önemi olduğunu bilen kişi veya kişilerin giysiler arasında bu yönde bir seçim yaptığına kuvvetli biçimde işaret etmektedir. Bu nedenle mevcut bilgi ve belgeler, olayda aydınlatılması bakımından kritik bir önemi olan delilin yok edildiği intibası uyandırmaktadır. Olaydan sonra gömleğin bulunması için gösterilen yoğun çaba bu intibayı güçlendirmektedir. Bu itibarla ölenin gömleği, ister hastane personeli isterse sonrasında polis memurlarınca kaybedilmiş ya da yok edilmiş olsun Anayasa Mahkemesinin değerlendirmesi açısından meydana getirdiği sonuç, yetkililerce sorumluluğu ortaya koyabilecek delilin elde edilmesi için gerekli makul tedbirlerin alınmaması yüzünden atış mesafesinin kesin nitelikte belirlenemediğidir.

167. Bu bağlamda ikinci olarak değerlendirilecek husus ise açıklandığı üzere silah üzerinde vücut izi incelemesi yapılmaması veya belirlenemeyen bir sebeple yapılamamasıdır. Anayasa Mahkemesi önündeki bilgi ve belgeler bu yönüyle sıkı biçimde incelenmiş ancak ne Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde ne Asliye Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararında ne de Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararlarında bu hususa değinildiğine veya bu konuda herhangi bir bilgi ya da belgeye rastlanabilmiştir. Mevcut bilgi ve belgelerden olaydan sonra silaha bir süre el konulduğu anlaşılabilmektedir. El konulduktan sonra silahın atış yapmasının mümkün olup olmadığı ile mekanik bir arızasının olup olmadığı hususları incelenmiş, kendiliğinden ateş etmesine neden olacak bir arızasının bulunmadığı belirlenmiştir.

Ancak sanık tarafından ölen kişinin silahı önce elle çekiştirdiği, ardından bir süre namlusundan üstelik iki elle tutarak ve -karşı koyması nedeniyle- dizlerinin üzerine düşecek şekilde direnç göstererek çekiştirmeye devam ettiği, kısacası iki elle sımsıkı şekilde tutup belirli derecede kavrayarak ve kuvvetlice kendine doğru çekerek üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığı savunulmuştur. Bu savunma, tanık delili ile doğrulanmıştır. Sanığın mesai arkadaşı görgü tanığı olarak bu yönde ifade vermiştir. Bununla birlikte olayın savunmada belirtildiği şekilde gerçekleşip gerçekleşmediğinin daha objektif bir gözle değerlendirilebilmesini sağlayabilecek nitelikte vücut izi delili incelemesinin yapılmadığı ya da anlaşılamayan bir sebepten dolayı yapılamadığı görülmektedir.

Öncelikle bu tür bir inceleme yapılsa dahi her olayda silah üzerinde vücut izinin elde edilmesinin mümkün olamayabileceğinin altı çizilmelidir. Ne var ki bu tür bir incelemenin yapılmasının önemi, sonuçlardan bağımsız olarak kamu otoritelerinin delillerin toplanması bakımından ellerinden gelen tüm çabayı gösterip göstermediklerinin değerlendirilmesi noktasındadır. Bu nedenle vücut izi incelemesinin yapılmamış ya da bir sebeple yapılamamış olması bir önceki durumda olduğu gibi kamu otoritelerinin elde edilmesi güç olmayan çok önemli bir delilin toplanması hususunda kendilerinden makul olarak beklenebilecek tedbirleri almadıklarını göstermektedir. Bu noktada bu delilin toplanmasına tanık anlatımına itibar edilmesi sebebiyle gerek görülmemişse bu durumda kayıp gömleğin akıbetinin hangi maksatla yoğun şekilde araştırıldığının anlaşılmasının daha güç hâle geldiği belirtilmelidir. Kaldı ki bu gibi olaylarda gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından daha önemli hâle gelen maddi delillerin elde edilmesine önem verilmesi ve gayretin daha çok maddi delillerin teminine yoğunlaştırılması beklenir. Bir polis karakolunda gerçekleşip hastanede sona eren somut olay bakımından söz konusu delillerin muhafaza altına alınmasının güçlüğünden bahsedebilmek ise mümkün değildir.

168. Delillerin muhafazası için makul tedbirlerin alınması konusunda son olarak değerlendirilecek husus, olayın şüphelisinin ellerinde barut artığı araştırması yapılmasıyla ilgilidir. Şöyle ki olay saat 18.00 sıralarında bitmiş olmasına rağmen olayın şüphelisinin ellerinde barut artığı bulunup bulunmadığının incelenmesi olaydan yaklaşık yedi saat sonra gerçekleştirilmiştir. Aradan geçen zamanda ellerin yıkanmasının ya da silinmesinin atış artığı tespit edilebilmesini neredeyse imkânsız hâle getireceğini söyleyebilmek hiç de zor değildir. Olayın şüphelisinin tetiğini çekmemekle beraber ateş aldığı sırada silaha dokunmadığını veya ellerinin silahın yakınında olmadığını savunmadığı, dolayısıyla ellerinde atış artığı bulunmasının tek başına bir önemi olmadığı söylenebilirse de barut artıklarının avuç ya da el üstünde olup olmadığının kimi durumlarda o elin ateş eden ya da etmemekle birlikte sadece tutan olduğuna işaret ederek olayın gerçekleşmesi hakkında fikir verebildiği bilinmektedir. Diğer delillerin muhafazasında olduğu gibi bu delilin elde edilmesinde veya muhafazasında hiçbir güçlükle karşılaşılmamasına rağmen bu konuda da makul adım atılmayarak elde edilmesi muhtemel bir delile ulaşılmamasına sebebiyet verilmiştir.

169. Öte yandan ölen kişiyi Amirliğe getiren memurların onu önceden gördüklerine ya da tanıdıklarına dair bir anlatımları bulunmamaktadır. Bunun yanında aynı kişiler, ölen ve yanındaki arkadaşının olay günü kendilerini gördüklerinde polis olduklarını anladıklarını ve bu sebeple tedirgin olduklarını belirtmiş; kendilerini tanımaları sebebiyle ilgili olarak birbiriyle uyumlu olmayan çeşitli gerekçeler ileri sürmüşlerdir. Grup Amirliği görevini yerine getiren üstlerinin de öleni ilk kez Amirlikten dışarıya yaralı olarak çıkarıldığı sırada gördüğünü söylediği anlaşılmaktadır.

Bu noktada da iki husus göze çarpmaktadır: İlki, ilgili belgelerden ölenin olaydan bir süre önce 24/2/2007 tarihinde hakkındaki bir işlem için Amirliğe geldiği ya da getirildiği, ardından parmak izinin alındığıdır. Bu konuda başkaca bir bilgi ve belge olmadığı için Amirlikteyken niçin ve hangi memurlarca ölen hakkında işlem yapıldığı ve ölenin burada ne kadar süre kaldığı gibi hususların cevabı bilinememektedir. İkincisi, ilgili belgelere göre ölenin ilk olayın gerçekleşmesinden üç gün sonra Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne bağlı görevliler tarafından pasaportsuz ve vizesiz olarak yakalanması, ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğüne bağlı görevlilerce Mersin'e götürülmesidir. İkinci olayda öleni yakalayanların yabancıların pasaport ve vize işlemlerini takip eden Yabancılar Şubesinde görev yapan memurlar mı yoksa C.Y. ile ekip arkadaşlarının bağlı bulunduğu Asayiş Şubesinde görev yapan memurlar mı olduğu anlaşılamamıştır. Bu konuda kesin olarak ifade edilebilecek tek husus, ölenin şüpheli ve mesai arkadaşlarının çalıştıkları Emniyet Müdürlüğüne ve Amirliğe ilk kez olay günü gelmediğidir. Başka bir deyişle-araştırılmadığı için mahiyeti bilinmemekle birlikte- ölenin Amirlikle ve burada görev yapan bazı memurlarla olay gününün öncesinde de bir temasının olduğu açıkça görülmektedir. Ancak mevcut bilgi ve belgelerden hareketle C.Y. ve ekip arkadaşlarının öleni bir sebepten dolayı tanıdığının söylenebilmesi, başka deyişle tanıdıklarına ilişkin bir çıkarımda bulunulması mümkün görünmemektedir. Bununla birlikte belirtilen hususlar gözetildiğinde böylesi bir olayda bu ihtimalin araştırmaya değer olduğu muhakkak iken kamu otoritelerinin bu konuda bir adım atmadığı görülmektedir.

170. Başvuru formunda soruşturmanın yeterliliğiyle bağlantılı olaraksoruşturma ve kovuşturma makamlarının ölenin ellerinde barut artığı olmaması, polis memurları tarafından ölenin aleyhine delil uydurulması gibi meselelere ilişkin değerlendirmelerine yönelik şikâyetlerde de bulunulmuş ise de olay hakkında yürütülen kovuşturmanın derdest olduğu gözetildiğinde toplanan veya toplanmayan deliller ile yetkili adli makamlarca bu konularda yapılan değerlendirme ve varılan sonuçlar üzerinde bu aşamada bir değerlendirme yapılması uygun olmayacaktır. Yukarıda belirtilen üç hususla (gömleğin kaybedilmesi ve bu yüzden atış mesafesinin belirlenememesi, tabanca üzerinde vücut izi incelememesinin yapılmaması ya da yapılamaması ve olayın şüphelisinin ellerinde barut artığı incelemesinin çok geç yapılması) ilgili olarak bu aşamada değerlendirme yapılmasının sebebi bu eksikliklerin telafisi mümkün olmayan bir durum ortaya çıkarması ve soruşturmanın bağımsızlığına açıkça gölge düşürmüş olmasıdır. Yukarıda açıklandığı üzere gömleğin kaybedilmesi ve atış mesafesi tayini meselesiyle ilgili olarak yetkili merciler tarafından sonuçları belirtilerek değerlendirme yapılmıştır. Tabanca üzerinde vücut izi incelemesi yapılmamış olması ile olayın şüphelisinin ellerinde barut artığı incelemesinin çok geç yapılması ise artık telafisi mümkün olmayan bir durum ortaya çıkarmıştır. Soruşturmada olayın aydınlatılmasına imkân verebilecek nitelikteki bazı tedbirlerin alınmaması, bağımsızlığın olmadığını kendiliğinden düşündürtmektedir. Soruşturma veya kovuşturma sürecinde sergilenen aşırı özensizlik ve isteksizlikler, olayın seyrinin kabulü bakımından kamu görevlisi olan şüphelilerin ifadelerine aşırı derecede önem verilmesi, sonuca ulaşmak bakımından hayati önemdeki bazı konuların araştırılmasında isteksiz davranılması gibi bazı hususlar olayın şartlarına göre başlı başına soruşturmanın bağımsızlığı konusunda sorun teşkil edebilmekte, adalete ulaşılmasının istenmediği izlenimine yol açabilmektedir. Bunun yanında olayın aydınlatılmasına imkân verebilecek tedbirlerin alınmaması soruşturmaların bağımsızlığına açıkça gölge düşürdüğü gibi soruşturmaların yeterliliği üzerinde de derin etki yaratmaktadır.

171. Olayda soruşturma aşamasından kovuşturma aşamasına geçildikten sonraki süreçte etkililik bakımından dikkate alınıp incelenmesi gereken ve başvurucu tarafından şikâyet edilen iki hususun değerlendirilmesi gerekir. Bunlar, başvurucunun gerektiği ölçüde katılımının sağlanması ile makul ivediliktir. İkincisinin başvuru yollarının tüketilmesi kuralı üzerindeki etkilerinden ayrıca söz edilecektir. Burada değinilecek bir diğer husus, sürecin başvurucunun etkili katılımıyla bağlantısı olan ölenin kimliğinin araştırılması aşamasıdır.

172. Öncelikle ölenin kimliğinin araştırılması meselesi ile bu meseleyle arasında doğal bir bağ bulunan başvurucunun kovuşturmaya katılımı konusuna değinilmelidir. Ölenin üstünde başkasına ait bilgilere göre düzenlendiği anlaşılan seyahat izni belgesi olduğundan kimliğinin araştırılmasında birçok zorlukla karşılaşıldığı kabul edilmelidir. Kamu otoritelerince bu yönde çaba gösterilmesine rağmen olayın ardından dört yıl geçtiği hâlde bu konuda bir yol katedilememiştir. Bununla birlikte Ağır Ceza Mahkemesinin ölenin kimlik bilgilerinin tespit edilmesi için çok önemli bir fırsatı üstelik başvurucunun gayretleriyle yakaladığı söylenmelidir. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yaşayan başvurucu, yaşadığı ülkede düzenlettiği vekâletname ile kendisini bir vekil ile temsil ettirip Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş; ölenin gerçek kimliği ile ilgili birtakım bilgi ve belgeleri sunduktan sonra biyolojik inceleme dâhil her türlü araştırmaya razı olduğunu belirterek akrabalık bağı nedeniyle sürece katılmayı istemiştir. Dosyadaki kimlik bilgilerinin gerçeği yansıtmadığı bilindiği hâlde Ağır Ceza Mahkemesinin akrabalık bağının ispatı bakımından ölen kişi ile başvurucunun soy isimlerinin aynı olması şartını araması oldukça dikkat çekicidir. Ayrıca kim olduğu belirlenemeyen kişiye ait akrabalık belgesinin sunulmasının Mahkemece gerekli görülmesinin de anlaşılması güç diğer bir husus olduğu belirtilmelidir. Çünkü başvurucunun Mahkeme önünde iddia ettiğine ve bu aşamaya kadar elde edilen bilgi ve belgelere göre ölen kişi, F. Okey değildir. Başvurucu tarafından dosyaya sunulacak akrabalık belgesinin de bu nedenle F. Okey'e ait olması beklenemez. Başvurucu tarafından sunulacak belgenin bir başka kişiyle ilişkili olacağı muhakkak olmakla birlikte bu kişinin ölen kişi olup olmadığı ancak ölen kişinin gerçek kimlik bilgilerinin bilinmesi hâlinde söz konusu olabilecekken Mahkeme, akrabalık bağını ispatlayan bir belge olmadığı gerekçesiyle katılma talebini reddetmiştir. Yargıtay kararlarında diğerlerinin yanında bu nedenle (katılma talebi) kimlik bilgilerinin araştırılması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi, ölenin kimliğini araştırma ve kamu davasına katılma taleplerini reddetmesinin ardından duruşma arasında sunulan belgeleri dikkate almayarak söz konusu taleplerin yapıldığı duruşmayı takip eden ilk duruşmada kovuşturmayı sonlandırmıştır.

Mahkemenin gerekçesi, kovuşturmanın sürüncemede bırakılmaması olmuştur. Ne var ki Mahkemenin Yargıtay 1. Ceza Dairesinin kimlik bilgilerinin araştırılarak belirlenmesi gerektiği ve bu araştırmanın aynı zamanda başvurucunun akrabalık bağını ortaya çıkaracağı gerekçesiyle kararını bozmasını takip eden süreçte kovuşturmanın sürüncemede kalması meselesini gözettiği anlaşılamamaktadır. Mahkeme, öldürme suçlarında önemi bulunmadığını değerlendirdiği için ölenin kimlik bilgilerini araştırmayı gerekli görmemiştir. Mahkeme ayrıca bu tür durumlarda kişilerin şahsi hak (tazminat) taleplerini -elbette ki önce akrabalık bağlarını kanıtlamak şartıyla- her zaman ilgili mercilerden talep edebileceği, bunun yanında somut olayda Cumhuriyet savcısının suçun niteliğinin bilinçli taksirle öldürme olduğu gerekçesiyle kanun yoluna başvurduğu için temyiz incelemesinde sanık aleyhine bozma yasağının söz konusu olmayacağı gerekçeleriyle ölenin kimliğini araştırmamış; başvurucunun davaya katılması talebini kabul etmemekte ısrarcı olarak meseleyi yeniden aynı şekilde Yargıtay önüne taşımış, bu şekilde sürecin toplamda yaklaşık sekiz yıl uzamasına sebebiyet vermiştir. Bu arada geçen zamanda kimliğin tespit edilebilmesi için mesafe katedilmesi doğal olarak mümkün olmamıştır. Oysa mesele Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararı sonucu yeniden önüne geldiğinde Mahkemenin kimliği tespit edebilmesi için beklemesi gereken süre bir yıldan daha az olmuştur. Başvurucu vekillerinin ilk taleplerinde de belirttikleri gibi Güney Afrika Cumhuriyeti'nde düzenlenip buradan getirtebildikleri DNA profilleri ile ilgili raporlar sayesinde bu konuda -öncesinde yapıldığı gibi- yurt dışına yazışmalar gerçekleştirilerek verilmesi muhtemel cevapların çok uzun süre beklenmesi gibi bir durum da söz konusu olmamıştır.

Bu konuda önemli bir diğer faktör ise soruşturma evresinde, Morg İhtisas Dairesince otopsi sırasında DNA analizi yapılabilmesi için ölenden kemik örneği alınmasının ardından moleküler genetik inceleme yapılmasına dair karar gereğince Biyolojik İhtisas Dairesince bu kemik örneği üzerinden ölenin DNA profilinin çıkarılmış olmasıdır. Ölenin cenazesinin Nijerya'ya gönderilip burada defnedildiği düşünüldüğünde kimliğinin belirlenebilmesinde kritik önemi olan bir soruşturma işleminin bu aşamada gerçekleştirildiği söylenmelidir. Bu sayede ölenin DNA profiline ulaşılması, çok güç ya da -kuvvetli olasılık dâhilinde- imkânsız hâle gelebilecekken yetkililerin kolayca erişilebildiği bir durum oluşturmuştur.

173. Ancak Ağır Ceza Mahkemesinin başvurucunun vekilleri aracılığıyla sunduğu bilgi ve belgelerle oluşturduğu fırsatın yanında kimlik tespiti bakımından açıklanan bu ikinci imkânı da âdeta görmezden geldiği izlenimi yaratacak biçimde ölenin kimliğini araştırmayı reddetme, dolayısıyla aynı zamanda başvurucunun katılma talebini kabul etmeme hususunda ısrarcı davrandığı görülmektedir. Ceza Genel Kurulu kararında, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin kararında olduğu gibi kimliğinin belirlenmesi gerekliliği üzerinde ayrıca durulmuş; davaya katılma meselesinin ancak buna göre çözüme kavuşturulabileceği belirtilmiştir. Diğer taraftan öldürme suçlarında taraflar arasında öncesine dayanan ilişkilerin ve benzeri faktörleri ortaya çıkarabilecek bilgilerin suçun işlenmesindeki nedeni belirlemede önemi olabildiği gibi ölenin yaşı, fiziksel veya ruhsal bakımdan durumu gibi faktörlerin suçun niteliğine doğrudan bir etkisi olduğunda tereddüt bulunmamaktadır (bkz. § 84).

174. Bu konuda sonuç olarak başvurucu tarafından ölenin gerçek kimlik bilgilerinin verildiği tarihten itibaren Mahkemece gerekli araştırmanın yapılması yoluna gidilmiş olması hâlinde kovuşturmanın bu derece uzamayacağını söylemek zor olmayacaktır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı ile başvurucunun katılımı sağlanmış olmakla birlikte ölenin kimliğini ve dolayısıyla başvurucunun mağduriyetini araştırmamadaki bu ısrarcı tutum dikkat çekici bulunmuştur. Unutulmamalıdır ki mutlak gerekli konuları araştırmayı reddetme sürecin bağımsızlığına gölge düşürülebilir. Dolayısıyla yaşam hakkı söz konusu olduğunda ölenin kimliği gibi açıklığa kavuşturulmasının gerekliliğinde hiçbir tereddüt olmayan konuları araştırmamakta -üstelik Yargıtayın ilgili kararı da ortadayken- ısrarcı olunmasının üzerinde daha dikkatli düşünülmesi gerektiği ifade edilmelidir. Aksi hâlde bu gibi durumların tıpkı soruşturmalarda olayın aydınlatılmasına imkân verebilecek tedbirlerin alınmamasında olduğu gibi sürecin bağımsız yürütülmediği yönünde bir intiba oluşturulmasına sebebiyet vermesi kaçınılmaz olacaktır. Bu şekildeki bir izlenimin başta mağdurların, sonrasında kamuoyunun adalete olan güvenlerini sarsaracağı ve toplumun hukuk devletine olan inancını zayıflatacağı akıldan çıkarılmamalıdır.

175. Somut olayda araştırılması mutlak zorunlu olan konuyu araştırmayı reddetme, aynı zamanda etkililik adına ivedilik ölçütünün de yerine getirilmemesine sebep olmuştur. Olayın 2007 yılında gerçekleşmiş olmasına, dolayısıyla üzerinden yaklaşık on dört yıl gibi bir süre geçmesine rağmen mesele hâlen ilk derece mahkemesinin önündedir. Bu uzamış sürenin, ölenin kimlik bilgilerinin tespit edilmesinde ilk başta yaşanan bazı zorluklar ile haklılaştırılması mümkün değildir. Kaldı ki gerekenlerin zamanında yapılması durumunda ceza muhakemesinin çoktan tamamlanmış olacağı aşikârdır. Bundan sonra kanun yolu açık olmak üzere hüküm verildiği takdirde bu yola başvurulması ihtimali ve dolayısıyla kanun yolu incelemelerinde ve sonucuna göre belki yeniden yürütülecek kovuşturmada geçmesi muhtemel süreler gözönüne alındığında kovuşturmada etkililik adına olması gereken ivediliğin çok uzağında kalındığı yadsınamaz bir gerçektir. Bu noktada yetkili mercilerin gerektiği ölçüde süratli hareket etmelerinin kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürebilmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da bu eylemlere kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenebilmesi açısından kritik öneme sahip olduğu yeniden hatırlatılmalıdır.

176. Kovuşturmada ivedilik ölçütünün yerine getirilmediği açıkça anlaşılmaktadır. Bu durumda başvuruda devletin öldürmeme yükümlülüğünü ihlal ettiği şikâyeti bakımından bu yolun tüketilmesinin beklenmesinin gerekip gerekmediği incelenmelidir.

177. Öncelikle yaşam hakkına ilişkin bir kovuşturma söz konusu olduğunda Anayasa Mahkemesi açısından ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulduğu bilinmelidir. Organlarının, görevlilerinin ya da memurlarının eylemlerinden dolayı devletin Anayasa'dan ve Sözleşme'den doğan sorumluluğu ile kişilerin şahsi ceza sorumluluğu birbirine karıştırılmamalıdır. Anayasa Mahkemesinin şahsi ceza sorumluluğu bağlamında bir kanaate ulaşma, suçluluğa veya masumiyete ilişkin bir tespitte bulunma görevi bulunmamaktadır. Bu nedenle soruşturmanın yeterliliği bakımından yapılan incelemede de belirtildiği üzere Anayasa Mahkemesince yer verilen tespitlerin kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir belirleme ya da değerlendirme içerdiği şeklinde yorumlanmaması gerekir (benzer değerlendirme için bkz. Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).

178. Bunun yanında ölümün devletin bir görevlisinin eylemi sonucunda meydana geldiğinin tespit edildiği veya bu konuda taraflar arasında bir ihtilaf olmayıp öldürmenin Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen amaçlarla yapıldığının -meşruiyetinin- savunulmadığı durumlarda, ölümde devletin sorumluluğunun bulunduğuna karar verilmesinin önünde engel bulunmamaktadır. Ancak böyle bir belirleme yapılmasıyla Anayasa Mahkemesinin devlet görevlisinin kasten hareket ettiği ve devletin bu kasıtlı öldürmeden sorumlu olduğu sonucuna vardığı anlaşılmamalıdır.

179. Somut olayda gözaltına alınan kişinin polis karakolunda öldürülmesi söz konusudur. Olayda yetkili merciler tarafından öldürmenin Anayasa'nın 17. maddesinde belirtilen meşru amaçlarla gerçekleştirildiğinin tespit edilmediği, bilakis kaçma girişimini engelleme ya da meşru savunma ve bu savunmada sınırın aşılması gibi durumların söz konusu olmadığının açıklandığı görülmektedir. Yetkili mercilerce tartışılan ve bu konuda bir görevsizlik kararına konu olan husus, kolluk görevlisinin ceza sorumluluğunun derecesidir. Olay, 5237 sayılı Kanun'da bilinçli ya da bilinçsiz olmak üzere taksir, olası veya doğrudan olmak üzere kasıt şeklinde tanımlanan sorumluluk derecelerinin tamamının gündeme geldiği bir olaydır. Anayasa Mahkemesi açısından devletin bir görevlisinin başvurucunun yakınının ölümüne sebebiyet vermesi inceleme bakımından önem taşımaktadır. Anayasa Mahkemesinin görevi de -özellikle sorumluluk derecesinin bu aşamada kovuşturma merciince tartışılmakta olduğu da gözetilerek- sorumluluk derecesini tayin etmek olmayıp devletin Anayasa'dan ve Sözleşme'den doğan sorumluluğunu belirlemek olduğundan yaşam hakkının öldürmemeye ilişkin negatif yükümlülük boyutu bakımından karar verilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

180. Diğer taraftan bu noktada hakkında bir karar verilmesini talep ettiği devletin öldürmemeye ilişkin negatif yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası bakımından özellikle ivedilik ölçütünün sağlanmadığı değerlendirilen kovuşturma sürecini daha fazla beklemesinin başvurucudan istenemeyeceği sonucuna ulaşıldığı da belirtilmelidir. Dolayısıyla başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından kabul edilebilir olduğu değerlendirilmiştir.

181. Sonuç olarak kamu gücünün kontrolü altında tutulan bir kişinin devletin bir görevlisi tarafından öldürüldüğü olayda devletin yaşam hakkı kapsamındaki öldürmemeye ilişkin negatif yükümlülüğünün ihlal edildiği kanaatine varılmıştır.

182. Açıklanan gerekçelerle başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Yaşam Hakkı ile Bağlantılı Olarak Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

183. Başvurucu, kardeşinin ten rengi nedeniyle ırkçılık saikiyle öldürüldüğünü ileri sürmüştür. Başvurucuya göre kardeşi ten renginden dolayı gözaltına alınmış ve ardından aynı nedenle kolluk görevlisinin güç gösterisine maruz kalarak yaşamını yitirmiştir. Başvuru formunda başvurucu, söz konusu ayrımcılığın olayın failinin yetkili makamlardaki ifadesinde kendini açıkça gösterdiğini iddia ederek "Siyahi şahsı şüpheli hareketleri üzerine gözaltına aldık." şeklinde sarf ettiği ileri sürülen söze bu bakımdan dikkat çekmiştir.

184. Başvurucu ayrıca yetkili makamların ayrımcılık yasağına aykırılık suçlaması karşısında etkisiz kararlar aldıkları ile bu bağlamda yükümlülüklerini yerine getirmediklerini belirterek Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin ayrımcılık yasağı boyutuyla ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

a. Uygulanabilirlik ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

185. Anayasa’nın “Kanun önünde eşitlik” kenar başlıklı 10. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

...

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar."

186. Bu noktada öncelikle eşitlik ilkesinin boyutlarına, bireysel başvurudaki incelenmesinin kapsamına, ardından ayrımcılık saikine dayalı şiddet başvuruları bakımından uygulanabilirlik, başka deyişle kapsam içinde yer alma ölçütü bakımından açıklanması gerekli hususlara değinilmelidir.

187. Bu bağlamda söylenmesi gereken ilk husus, Anayasa'nın 10. maddesinde belirtilen kanun önünde eşitlik ilkesinin hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusu olup anılan ilkenin amacı aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemek olduğudur (AYM, E.2019/14, K.2019/25, 11/4/2019, § 19). Bu itibarla eşitlik ilkesinin ayrımcılık ve ayrıcalık şeklinde iki boyutu bulunmaktadır.

188. Diğer taraftan Anayasa'da ayrımcılık yasağının bir tanımı yapılmamakla birlikte Anayasa Mahkemesi içtihadında sıklıkla "Anayasa'nın 10. maddesinde yer verilen eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil, hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak yasa karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Yasa önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez. Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı tutulursa Anayasa'da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez." şeklindeki tespitlere yer verildiği görülmektedir (AYM, E.2009/47, K.2011/51, 17/3/2011; Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş. [GK], B. No: 2015/6728, 1/2/2018, § 81).

189. Öte yandan Anayasa'nın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin Sözleşme'nin 14. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağını da kapsayan daha geniş bir anlam ifade etmesi, bireysel başvuru bakımından eşitlik ilkesine aykırılık iddialarının tamamının incelenmesini mümkün kılmamaktadır. Bireysel başvurularda Anayasa ve Sözleşme'de ortak koruma alanında yer alan ayrımcılık yasağı ile sınırlı olarak bir değerlendirme yapılabilir. Bununla birlikte ayrımcılık temellerinin Anayasa ve Sözleşme maddelerinde birbirine benzer şekilde düzenlendiğinin belirtilmesi gerekir (benzer değerlendirme için bkz. Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş., § 78).

190. Anayasa'nın 10. ve Sözleşme'nin 14. maddelerinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini ifade etmek gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

191. Anayasa'nın 10. maddesindeki “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” düzenlemesinde "dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep" şeklindeki ayrımcılık temellerine -söz konusu unsurların birçok uluslararası düzenlemede karşılık bulan önemli ayrımcılık temelleri olması nedeniyle- açıkça yer verilmiştir. Bununla birlikte madde metninde yer alan “herkes” ve “benzeri sebepler” ifadeleri ayrımcılığa karşı korunan kişi ve ayrımcılık temelleri açısından sınırlı bir yaklaşımın benimsenmediğini ortaya koymakta olup madde metninde yer alan bu temeller örnek niteliğindedir (Hüseyin Kesici, B. No: 2013/3440, 20/4/2016, § 56; Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş., § 79).

192. Anayasa Mahkemesi “benzeri nedenler” ifadesinin yorumu bağlamında da “...Özgürlüklerle ilgili olarak Anayasada yer alan en önemli kavramlardan birini de yasa önünde eşitlik ilkesi oluşturmaktadır.... eşitlik açısından ayırım yapılmayacak hususlar madde metninde sayılanlarla sınırlı değildir. ‘Benzeri sebeplerle’ de ayırım yapılamayacağı esası getirilmek suretiyle ayırım yapılamayacak konular genişletilmiş ve böylece kurala uygulama açısından da açıklık kazandırılmıştır...” diyerek ayrımcılık temellerinin maddede sayılanlarla sınırlı olmadığını açıkça ifade etmiştir (AYM, E.1986/11, K.1986/26, 4/11/1986; Reis Otomotiv Ticaret ve Sanayi A.Ş., § 80).

193. Bu noktada Anayasa'nın 17. maddesinde yer alan "herkes" ibaresinden Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenlik yetkisi alanında bulunan herkesin anlaşılması gerektiğinin yukarıda açıklandığını ve Anayasa'nın herkesin kanun önünde ırk, renk ve benzeri bir sebeple ayrım yapılmaksızın eşit olduğunun Anayasa'nın 10. maddesinde açıkça ifade edilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenlik yetkisi alanında bulunan yabancı kişilerin yaşam hakkı bakımından hukuksal durumlarının vatandaş statüsüne sahip kişiyle aynı olduğunun anlaşılması gerektiğinin belirtilmesi gerekir. Bu sebeple yabancıların yaşam hakkı ile ilişkili kanunlar karşısında vatandaşların tabi tutulduğu işlemle aynı işleme tabi tutulmaları, başka deyişle farklı muameleye maruz kalmamaları gerektiği açıktır.

194. Bunun yanında Anayasa'nın 10. maddesinde ifade edilen "renk" ibaresi ile insanların ten renginin kastedildiği açıktır. Dolayısıyla devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü ten rengi farkı gözetilmeksizin tüm insanlar için aynen geçerlidir. Bu itibarla devlet, bir görevlisinin ten rengi veya başka bir temele dayalı ırkçı ön yargılar ya da güdülerle ayrımcılık gözeterek yaşam hakkına saygı duymadığı durumda ayrımcılık yasağı bağlamında sorumlu olacaktır.

195. Irkçılık saikiyle gerçekleştirildiği iddia edilen şiddetin soruşturulmasında toplumun kamu görevlilerine -özellikle de silah kullanma yetkisine sahip- duyduğu güvenin zedelenmemesi için olayın diğer şiddet olaylarına nazaran daha sıkı bir şekilde incelenmesi ve ayrımcı saiklerin araştırıldığının gösterilmesi gerekir. Bu, adalete ve hukuk devletine olan kamu güveninin zedelenmemesi bakımından elzem olduğu gibi buna ek olarak ırkçılığın tasvip edilmediğinin belirtilmesi ile yetkililerin kişileri bu tür şiddet içeren tehditden koruma gücüne güvenin korunması için bilhassa gereklidir.

196. Sonuç olarak ayrımcılık saiki ile gerçekleştiği öne sürülen şiddet olaylarında kamu makamlarının Anayasa'dan doğan yükümlülüklerinin harekete geçmesi gerektiğinin söylenebilmesi için ayrımcılık saikinin mevcudiyetinin temellendirilmesi gerekir. Bununla birlikte şiddetin ayrımcı saikle gerçekleştirildiğinin ispatındaki güçlükler dikkate alınmalıdır. Başvurucu, ayrımcılığın ispatlanması noktasında oldukça zayıf konumda olabilir. Dolayısıyla söz konusu saikin temellendirilmesinde mağdurlara aşırı bir külfet yüklenmemelidir. Aksi takdirde ayrımcılık iddialarının araştırılması ve dolayısıyla ırkçı şiddetin caydırıcı cezalarla önlenebilmesi çok güçleşir. Esasen devlet görevlisince gücün ayrımcı saikle uygulandığının ispatı bakımından mağdurlar, birçok durumda kamu makamlarının imkân ve araçlarının kullanılmasına muhtaç hâldedirler. Bu iddiaların gerçekliği, çoğunlukla kamu makamlarının bazı olanaklarının ve araçlarının devreye sokulduğu birtakım süreçlerin tüketilmesiyle ortaya çıkabilmektedir. Bu itibarla, ayrımcılık saikiyle gerçekleştirildiği ileri sürülerek dile getirilen şiddet iddialarında başvuruculardan beklenecek temellendirme standardının olayın koşulları nazara alınarak daha düşük tutulması gerekebilir.

197. Şiddetin kamu görevlileri tarafından ayrımcılık saikiyle gerçekleştirildiğinin belirlenmesi durumunda devletin sorumluluğu gündeme gelecektir. Şiddetin ayrımcı saikle gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin tespiti yaşam hakkının maddi boyutuyla bağlantılıdır. Öte yandan ayrımcı saikin etkili olduğuna işaret eden olguların mevcudiyeti hâlinde kamu makamlarının bu saiki araştırmada makul çaba gösterme, tarafsız ve nesnel değerlendirmede bulunma ile kanaatlerini gerekçelendirme yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu yükümlülüğün bir sonuç edimi olmayıp elden gelen gayretin gösterilmesi, bir başka ifadeyle yeterli çabanın sergilenmesi yükümlülüğü olduğu vurgulanmalıdır. Ayrımcılık saikinin araştırılmasıyla ilgili bu yükümlülük ilkinden farklı olarak olaya (esasa) değil olay sonrasındaki prosedürlere (usule) ilişkindir. Bununla birlikte burada, şiddet olaylarındaki genel yükümlülüğe ilave bir araştırma yükümlülüğünün söz konusu olduğu belirtilmelidir.

198. Başvuruda eşitlik ilkesinin ayrımcılık boyutuyla ihlal edildiği yaşam hakkıyla bağlantı kurularak ileri sürülmüştür. Bu itibarla eşitlik ilkesinin ayrımcılık yasağı boyutunun soyut olarak değil yaşam hakkıyla bağlantı kurularak ileri sürüldüğü başvuruda incelemenin kapsamının da belirlenmesi gerekir.

199. Başvurucu, kardeşinin yaşamına bir devlet görevlisinin ten rengine dayalı ırkçı eylemiyle son verildiğini ve adli makamlarca bu ayrımcılığın araştırılmadığını iddia etmiştir. Dolayısıyla ayrımcılık yasağının, yaşam hakkının esasına ve usulüne ilişkin her iki boyutuyla bağlantı kurularak ileri sürüldüğü sonucuna ulaşılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

i. Bireysel Başvuruda Bulunabilme Ehliyeti Yönünden

200. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiası yaşam hakkıyla bağlantı kurularak ileri sürülmüştür. Dolayısıyla yaşam hakkının incelenmesinde başvuru ehliyeti bakımından yer verilen açıklamaların ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiaları yönünden de aynen geçerli olduğu söylenmelidir.

ii. Diğer Kabul Edilebilirlik Kriterleri Yönünden

201. Başvuru formunda başvurucu, kardeşi beyaz bir Türk ya da sarışın bir Avrupalı olsaydı başına gelen bu trajedinin yaşanmayacağını ileri sürmüştür. Keza formda, olayın faili olduğu yetkili makamlarca değerlendirilen kolluk görevlisinin söylediği ileri sürülen bir söze, ayrımcılığın neden olduğu şiddete işaret edebilecek şüpheli olgu bağlamında yer verilmiştir (bkz. § 183).

202. Şiddet olaylarında eylemin ardında yatan nedenin ortaya çıkarılması; olayın aydınlatılması, başka deyişle maddi gerçeğin açığa çıkarılması anlamına gelmektedir. Bu noktada yetkililerce kabul edilen bu gerçekliğe göre sorumluluğun türünü belirleyen ceza kanununun uygulanmasının temel amaçlarından birinin hak ve özgürlükler ile hukuk düzeninin korunması olduğuna vurgu yapılmalıdır.

203. Somut olayda polis memuru C.Y., olayı soruşturan yetkili makamlara, önceki olaylardan edindiği tecrübeye göre Beyoğlu bölgesindeki uyuşturucu ile ilgili suçlar yönünden siyah tenlilere ve Türkiye'nin doğu bölgesinden gelenlere dikkat edilmesi gerektiği yolunda beyanda bulunmuştur. Başvurucunun iddiasına göre C.Y., ölenin hareketlerinden şüphelenmelerinde ten renginin etkili olduğunu söylemiştir.

204. Bu sözlerinden hareketle C.Y.nin Beyoğlu'ndaki narkotik suçların ağırlıklı olarak Türkiye'nin doğu bölgesinden gelenler ile siyah tenliler tarafından işlendiğini değerlendirdiğinin söylenmesi mümkündür. Dolayısıyla ölenin gözaltına alınması sırasında ten renginin dikkate alındığının savunulabilir bir temelinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte başvurucunun kardeşinin ölümcül nitelikteki bir şiddete maruz kalmasında ten renginin etkili olduğunu gösteren herhangi bir işaret bulunmamaktadır. C.Y.nin ölen kişinin gözaltına alınmasında ayrımcı saikle hareket edilip edilmediğinin incelenmesi için yeterli bir temel teşkil eden sözlerinin ölüm olayının da ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak incelenmesi yönünden yeterli bir zemin oluşturduğunun kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.

205. Şiddet fiillerinin soruşturulması sırasında, fiilin işlenmesinde ırkçılık veya benzeri nefret saiklerinin etkili olup olmadığının araştırılması yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için somut olayda buna işaret eden olguların bulunması gerekir. Somut olayda başvurucunun yakınının ölümünde ten renginin etkili olduğuna delalet eden bir emare başvurucu tarafından gösterilebilmiş değildir. Dolayısıyla somut olayda ayrımcılık yasağı yönünden ilave araştırma yükümlülüğünün doğduğu ve yetkili makamların bu yükümlülüğe aykırı hareket ettikleri söylenemeyecektir.

206. Sonuç olarak ten rengi temelli ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın temellendirilemediği sonucuna ulaşılmıştır.

207. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Engin YILDIRIM bu sonuca farklı gerekçe ile katılmıştır.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

208. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

209. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 80.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca yargılama giderlerinin ödenmesine karar verilmesini istemiştir.

210. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

211. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

212. İncelenen başvuruda yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kamu görevlisinin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu nedenle ihlalin aynı zamanda yetkili adli makamların işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı söylenebilir. Diğer taraftan ihlalin giderilmesi bakımından bir değerlendirme yapılırken başvuruya konu olaya ilişkin kovuşturmanın devam ettiği gözönünde tutulmuştur.

213. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

214. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Bazı kamu görevlileri hakkında yürütülen soruşturmada yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık boyutuyla eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Yaşam hakkı kapsamında öldürmeme yükümlülüğü ile etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul ve maddi boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/348) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

 

 

FARKLI GEREKÇE

1. Yaşam hakkı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden Mahkememiz çoğunluğu başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemezlik sonucuna ulaşmıştır.

2. Yaşam hakkının renk nedeniyle ırk ayrımcılığına dayalı olarak kasten ihlal edildiği iddiası açısından kovuşturma makamlarınca bir değerlendirme henüz yapılmadan ve nihai kararlar açıklanmadan Anayasa Mahkemesinin bu iddiayı incelemesi bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi ile uyumluluk göstermeyecektir.

3. Yukarıda belirtilen nedenle, başvurunun bu iddia açısından başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olması gerekmektedir.

Üye

 Engin YILDIRIM

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİT KURT VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/9957)

 

Karar Tarihi: 8/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 23/9/2021 - 31607

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Ferit KURT

 

 

2. Mehmet KURT

 

 

3. Mizgin KURT

 

 

4. Mustafa KURT

 

 

5. Remziye KURT

Başvurucular Vekili

:

Av. Mehmet BOZKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sırasında kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/3/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. PKK terör örgütüne mensup birkaç kişi Bismil Jandarma Komutanlığına bağlı komando birliği ile girdikleri 19/4/1992 tarihli çatışmada yaşamlarını yitirmiştir. Diyarbakır'ın Bismil ilçesi Ağıllı köyünde yaşanan bu çatışmada, Silvan Jandarma Komutanlığı ile Hazro Jandarma Komutanlığına bağlı komando birlikleri de takviye kuvvet olarak görev almıştır.

10. Güvenlik güçlerinin olay nedeniyle düzenledikleri tutanağa göre güvenlik güçleri terör örgütünün ölü mensuplarını kontrol etmek isterken Ağıllı köyündeki bazı evlerden güvenlik güçlerine ateş edilmiştir. Ateş edilen evlerden birisi de A.K.nın babasının evidir. A.K. başvurucu Remziye Kurt'un eşi, diğer başvurucuların ise babasıdır.

11. Aynı gün Ağıllı köyünden aralarında A.K.nın da bulunduğu 17 kişi, terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınarak Bismil Jandarma Komutanlığına götürülmüştür.

12. O gece Silvan Jandarma Komutanlığı ile Hazro Jandarma Komutanlığına bağlı komando birlikleri de misafir olarak Bismil Jandarma Komutanlığında kalmıştır.

13. Bir ara tutulduğu nezarethaneden çıkarılan A.K. kısa bir süre sonra nezarethaneye geri getirilmiştir.

14. Gözaltında tutulan 17 kişi saat 23.00 sıralarında Tepe Jandarma Karakoluna götürülmüştür.

15. Başvurucularla aynı soyadını taşıyan bazı kişilerin de altında imzası bulunan 20/4/1992 tarihli kolluk tutanağına göre sabah 06.30 sıralarında apandisinden rahatsızlandığı gerekçesiyle gözaltındaki bir başka kişiye ait araç ile Bismil Devlet Hastanesine götürülen A.K., aynı gün apandisit sonucu vefat etmiştir.

16. Bismil Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) olay hakkında bir ceza soruşturması başlatmıştır.

17. Olay günü yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemi ile Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesinin 15/6/1992 tarihli raporu, ölümün rektum (kalın bağırsağın son bölümü, göden) perforasyonu (delinme) nedeniyle gelişen peritonitin toksi enfeksiyonundan ileri geldiğini ortaya koymuştur. Ayrıca A.K.nın vücudunda bazı ekimotik (ekimoza benzer) alanlar ve sıyrıklar tespit edilmiştir. Ölü muayenesi ve otopsi işlemi sırasında dinlenen A.K.nın kardeşi Ü.K., nezarethanede bulunduğu sırada A.K.nın midesinden rahatsız olduğunu söylediğini ve ağabeyinin ölümü nedeniyle şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir.

18. Cumhuriyet Başsavcılığı, Bismil Jandarma Komutanlığında görevli askerler ile olay günü nezarette bulunan kişilerin beyanlarını tespit etmiştir.

19. Yürüttüğü soruşturma sonunda 231 muvazzaf hakkında takipsizlik kararı (kovuşturmaya yer olmadığına dair karar) veren Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 muvazzaf hakkında işkence yapmak suretiyle öldürme suçundan kamu davası açılması için hazırladığı 7/2/1994 tarihli fezlekeyi Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

20. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 17/2/1994 tarihinde, Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen fezleke doğrultusunda 15 muvazzaf hakkında Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır. Sanıkların tamamının suça iştirake ilişkin hükümler çerçevesinde ölümden sorumlu olduklarının öne sürüldüğü iddianamede soruşturma kapsamında ifadesi alınan yirmi askerin beyanına göre olayın şöyle gerçekleştiği iddia edilmiştir:

Olay günü asteğmenler tarafından sorgulanan A.K., Rambo lakaplı Asteğmen O.U. ve O.U.nun timindeki askerler tarafından nezaret nöbetçileri M.G. ve Ş.Ş.nin gözetiminden alınıp 20 metre uzaklıktaki banyonun arkasına götürülmüştür. Burada on on beş dakika kadar tutulan A.K.nın makatına cop sokulup çıkarılmıştır. Askerler A.K.nın bağırmasını duyup olayı görmüşlerdir. Askerler, rütbeli olması nedeniyle sözü edilen asteğmene müdahale edememişlerdir.

21. Ceza Mahkemesi, lüzum-u muhakeme kararı verilmeden yargılama yapılamayacağı gerekçesiyle 23/2/1994 tarihinde durma kararı vermiştir.

22. Silvan Kaymakamlığı Memurin Muhakemat Komisyonu 6/3/1997 tarihinde sanıklar hakkında men-i muhakeme kararı vermiştir.

23. Diyarbakır Bölge İdare Mahkemesi, hukuki zorunluluk nedeniyle kendiliğinden yaptığı 25/3/1997 tarihli inceleme sonunda men-i muhakeme kararını bozmuştur. Böylece sanıklar hakkındaki yargılamaya Ceza Mahkemesince devam edilmiştir.

24. A.K. ile aynı zaman diliminde gözaltında tutulan bazı tanıklar nezarethaneye geri getirilmesinden sonra A.K.nın, makatına cop sokulduğunu söylediğini ifade etmiştir.

25. Bazı tanıklar bir asteğmenin gözaltındaki bir kişinin makatına cop soktuğunu duyduklarını ancak olayı görmediklerini söylemiştir. Bir tanık, eylemi gerçekleştiren kişinin Silvan Jandarma Komutanlığında görevli, sarışın bir asteğmen olduğuna ilişkin duyumunu anlatmış; bir başka tanık da duyumu doğrultusunda eylemi yapan kişinin Silvan Jandarma Komutanlığında görevli olduğunu doğrulamıştır.

26. Ceza Mahkemesi, yargılama görevinin Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine (Askerî Mahkeme) ait olduğu gerekçesiyle 1/11/2006 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.

27. 28/9/2007 tarihinde karşı görevsizlik kararı veren Askerî Mahkeme, anılan kararın kesinleşmesini müteakip olumsuz görev uyuşmazlığının çözümü için dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesine göndermiştir.

28. Uyuşmazlık Mahkemesi 7/7/2008 tarihli kararıyla yargılama görevinin Ceza Mahkemesine ait olduğunu tespit edip Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararını kaldırmıştır. Bu suretle yargılamaya Ceza Mahkemesince devam edilmiştir.

29. 14/5/2009 tarihli celsede başvurucular, vekilleri aracılığıyla davaya katılma talebinde bulunmuştur. Bu talep Ceza Mahkemesince kabul edilmiştir.

30. Ceza Mahkemesi, adresini tespit edemediği sanık H.G.nin sorgusunu yapamasa da diğer sanıkların sorgularını yapmıştır.

i. Sanık O.U.; Rambo lakaplı asteğmenin kendisi olmadığını, bu lakabın S.Ü.ye ait olduğunu, olay günü S.Ü.yü yere çömelmiş vaziyetteki kişileri copla döverken gördüğünü ancak yargılamaya konu olayı görmediğini, olaydan sonra askerler arasında eylemi yapanın S.Ü. olduğunun konuşulduğunu beyan etmiştir.

ii. Sanık S.Ü. suçlamayı reddetse de Rambo lakabının kendisine ait olduğunu kabul etmiştir.

iii. Sanık A.A., olaydan sonra S.Ü.nün timinde görevli bazı askerlerin eylemi S.Ü.nün yaptığını söylediğini açıklamıştır.

iv. Sanık Ş.Ş.; olay günü M.G. ile birlikte nöbet tuttuklarını, ölenin rütbeli bir asker tarafından yaklaşık 150 metre uzağa götürülüp 15-20 dakika sonra geri getirildiğini, öleni götüren kişinin iri yapılı, uzun boylu ve hafiften öne doğru kamburu olan biri olduğunu, geri getirildiği zaman ölende herhangi bir darp izi görmediğini ve hava karanlık olduğu için öleni götüren kişinin ten rengini göremediğini beyan etmiştir.

v. Sanık M.G.; eylemin kim tarafından yapıldığına dair duyumu olmadığını, öleni bir süreliğine götüren kişinin rütbeli bir asker olduğunu ve gözaltındaki kişilerin havanın karanlık, sırtlarının da dönük olması nedeniyle öleni götürülürken göremeyeceklerini söylemiştir.

vi. Diğer sanıkların bir kısmı olayı görmediğini veya hatırlamadığını beyan ederken bir kısmı, eylemin Rambo lakaplı S.Ü. tarafından gerçekleştirildiğine veya gerçekleştirilmiş olabileceğine ilişkin duyumlarını ifade etmiştir.

31. Yaptığı yargılama sonunda suçun yalnızca S.Ü. tarafından işlendiği ve26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'ndaki düzenlemenin sanığın lehine olduğu sonucuna varan Ceza Mahkemesi 26/10/2010 tarihinde, sanık S.Ü.nün canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, diğer sanıkların beraatine karar vermiştir.

32. Anılan karar sadece sanık S.Ü.nün müdafii tarafından temyiz edilmiştir. Bu suretle diğer sanıklar yönünden verilen beraat kararı kesinleşmiştir.

33. Temyiz istemini inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) 29/6/2012 tarihinde Ceza Mahkemesince verilen mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir. Bu kararın ilgili kısmı şöyledir:

“...

1-Haklarında verilen beraat kararı kesinleşen [M.G.], [Ş.Ş.] ve [H.D.nin] CMK.nun 43-61 maddeleri uyarınca usulüne uygun olarak duruşmaya çağrılarak sanık [S.Ü.nün] maktulü sorgulamak için götüren asteğmen olup olmadığı konusunda tanık sıfatı ile beyanlarının alınması, sanık [S.Ü.] ile yüzleştirilmelerinin yapılması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile hüküm kurulması,

2-Hükme esas alınan ölü muayene ve otopsi raporu, Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi raporu ve tanık beyanlarının sanığa okunmaması ve diyeceklerinin sorulmaması suretiyle CMK.nun 209 ve 215. maddelerine aykırı davranılması,

3-Kabule göre;

a-Sanık eyleminin 5237 sayılı TCK.nun 95/4 maddesinde belirtilen neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçu kapsamında kalıp kalmadığının tartışmasız bırakılması,

b-TCK.nun 62. maddesinde failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki etkileri gibi hususlar gözetilerek uygulanıp uygulanmayacağına karar verilmesi gerekirken, mahkemece gösterilen gerekçelerden bir kısmının savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gereken davranışlar olup, suçlamayı kabul etmeyen sanığın olay nedeniyle pişman olduğuna ilişkin halin bulunmaması, olayı örtbas etme çabası hususlarının da belirtilerek yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile takdir hükmünün uygulanmamasına karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle sair yönler incelenmeksizin, tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak BOZULMASINA ... [karar verildi.]

34. Bozma sonrası yapılan yargılamada tanıklar H.D. ile G.Ü.nün beyanları alınmıştır. H.D., yargılamaya konu olaydan bir buçuk iki ay kadar sonra sanık S.Ü.nün bir çatışma sırasında kalçasından yaralandığını, olay yerine destek için helikopterler geldiğini, helikopter pilotlarının yaptıkları telsiz görüşmelerinde sanığın eylemini kastederek “Sen adamı makatından öldürdün. Bak, sen de aynı şekilde aynı yerden yaralandın.” dediklerini ve bozma öncesi yargılamada S.Ü.yü gördüğü için yüzleştirme işlemine gerek olmadığını ifade etmiştir.G.Ü. ise olay hakkında bilgisi olmadığını söylemiştir.

35. Adresini terk etmesi nedeniyle tanık Ş.Ş.ye duruşma günü ile saatini bildirir davetiye tebliğ edilememiştir.

36. Ceza Mahkemesi 9/5/2013 tarihinde sanık S.Ü.nün tutuklanmasına karar vermiştir.

37. Sanığın eyleminin kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçunu oluşturduğu ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun sanığın lehine olduğu sonucuna varan Ceza Mahkemesi, sanığın 20 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına 30/5/2013 tarihinde karar vermiştir. Ceza Mahkemesi sanığın geçmişteki hâlini, fiilden sonraki davranışlarını, olayı örtbas etme konusundaki çabalarını ve olay nedeniyle pişman olduğuna ilişkin bir hâlinin bulunmamasını gerekçe göstererek takdirî indirim nedenlerini düzenleyen kanuni düzenlemeyi sanık hakkında uygulamamıştır. Anılan mahkûmiyet hükmü hem sanık S.Ü.nün müdafii hem de başvurucu Mustafa Kurt'un vekili tarafından temyiz edilmiştir.

38. Ceza Dairesi tanıklar Ş.Ş. ve M.G.nin dinlenmemesi, 5237 sayılı Kanun'un takdirî indirim nedenlerini düzenleyen 62. maddesinin yasal ve yeterli olmayan gerekçelerle uygulanmaması ve olay tarihi ile sonrasında ölen hakkında herhangi bir ceza soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin araştırılmaması nedenleriyle 20/4/2015 tarihinde mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar vermiştir.

39. Ceza Mahkemesince yazılan müzekkereye Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen cevaptan ölen kişi hakkında terör suçu nedeniyle yürütülmüş bir soruşturmaya ilişkin kayıt bulunmadığı öğrenilmiştir.

40. Ş.Ş. 7/10/2015 tarihli celsede Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla alınan beyanında; öleni ve Rambo lakaplı kişiyi tanımadığını, Rambo lakaplı kişiyi daha önce görmediğini, öleni götüren kişinin iri yapılı birisi olduğunu ancak karanlık nedeniyle kişiyi göremediğini beyan etmiştir. Ş.Ş. celse sırasında kendisine gösterilen sanığı da tanımadığını söylemiştir.

41. Ceza Mahkemesi 7/10/2015 tarihli celsede sanığın tahliyesine karar vermiştir.

42. M.G. SEGBİS aracılığıyla alınan 24/11/2015 tarihli beyanında; olayın gece olduğunu, öleni sorgulayan kişiyi hatırlamadığını, sanığı tanımadığını ve öleni sorgulamak için götürüp daha sonra getiren rütbeli askerin başka bir askerî birlikten olduğunu ifade etmiştir. M.G., fotoğraflarından sanığı teşhis edememiştir.

43. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2015 tarihli yazıyla ölen hakkında herhangi bir soruşturma kaydına rastlanmadığı konusunda Ceza Mahkemesini bilgilendirmiştir.

44. 10/12/2015 tarihinde Ceza Mahkemesi, önce sanığın kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçundan 24 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırmasına karar vermiş; daha sonra Ceza Dairesinin bozma ilamını gerekçe göstererek sanığın cezasında 1/6 oranındaindirim yapmıştır. Böylece sanığın neticeten 20 yıl ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Ceza Mahkemesince yapılan değerlendirmeye göre 765 sayılı mülga Kanun'daki düzenlemeler sanığın lehinedir. Ceza Mahkemesi ayrıca sanığın tutuklanmasına karar vermiştir.

45. Zikredilen mahkûmiyet hükmü, sanık müdafii tarafından temyiz edilmiştir.

46. Yaptığı temyiz incelemesi sonunda Ceza Dairesi, sanık müdafiinin suçun sübutuna yönelik temyiz itirazını yerinde görmemiş ancak bozma ilamına uyma yönünde karar verilmesine rağmen bozma ilamını kısmen etkisiz kılacak şekilde temel cezanın 20 yıl yerine 24 yıl olarak tespit edildiği ve böylece fazla ceza tayin edildiği gerekçesiyle 12/10/2016 tarihinde mahkûmiyet hükmünün sanık lehine bozulmasına karar vermiştir.

47. Ceza Mahkemesi 13/12/2016 tarihinde, sanığın lehine olduğunu tespit ettiği 765 sayılı mülga Kanun'daki düzenlemelere istinaden sanığın kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçundan neticeten 16 yıl 8 ay ağır hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir.

48. Sanık müdafiinin talebi üzerine gerçekleştirdiği temyiz incelemesi sonunda Ceza Dairesi, dava zamanaşımı süresinin 21/11/2017 tarihinde dolduğu gerekçesiyle 12/2/2018 tarihinde sanık hakkındaki davanın düşürülmesine karar vermiştir.

49. Sanık aynı gün tahliye edilmiştir.

50. Başvuruculara 22/2/2011 tarihinde, 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun çerçevesinde 19.666,75 TL maddi tazminat ödenmiştir. Başvurucular başvuru formunda maddi ve manevi zararları için ayrı bir başvuru yapmadıklarını ifade etmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

51. 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

 “Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

1 - Ölüm [Bu ibare, 14/7/2004 tarihli ve 5218 sayılı Ölüm Cezasının Kaldırılması İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 1. maddesi ile ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis olarak değiştirilmiştir.] ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,

...

... geçmesile ortadan kalkar.

...”

52. 765 sayılı mülga Kanun'un 104. maddesi şöyledir:

“Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkümiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanın kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müddetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

53. 765 sayılı mülga Kanun'un 107. maddesi şöyledir:

 “Hukuku amme davasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde mezuniyet ve kararın alınmasına yahut meselenin halline kadar müruru zaman durur.”

54. 765 sayılı mülga Kanun'un 243. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâli şöyledir:

 “Mahkemeler ve meclisler reis ve âzalarından ve sair hükümet memurlarından biri maznun kimselerin cürümlerini söyletmek için işkence eder yahut zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere baş vurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezası ile mahkûm olur.

Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”

55. 765 sayılı mülga Kanun'un 450. maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Öldürmek fiili:

...

3. Canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile ika edilirse,

...

fail, idam [Bu ibare, 5218 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis olarak değiştirilmiştir.] cezasına mahkûm edilir.”

56. 765 sayılı mülga Kanun'un 452. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Katil kastiyle olmıyan darp ve cerh veya bir müessir fiilden telefi nefis husule gelmiş olursa fail, 448 inci maddede beyan olunan ahvalde sekiz, 449 uncu maddede yazılı ahvalde on ve 450 nci maddede muharrer ahvalde on beş seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapse mahküm olur.”

57. 5237 sayılı Kanun'un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”

58. 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı 66. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;

a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,

...

Geçmesiyle düşer.”

59. 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı 67. maddesi şöyledir:

“(1) Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının, izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde; izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne veya kanun gereğince hakkında kaçak olduğu hususunda karar verilmiş olan suç faili hakkında bu karar kaldırılıncaya kadar dava zamanaşımı durur.

 (2) Bir suçla ilgili olarak;

a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,

b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,

c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,

d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,

Halinde, dava zamanaşımı kesilir.

 (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.

 (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.”

60. 5237 sayılı Kanun'un “Nitelikli haller” kenar başlıklı 82. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Kasten öldürme suçunun;

...

b) Canavarca hisle veya eziyet çektirerek,

...

İşlenmesi halinde, kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”

61. 5237 sayılı Kanun'un “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesinin (1) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

...

 (6) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.”

62. 5237 sayılı Kanun'un “Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence” kenar başlıklı 95. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

63. Mahkemenin 8/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

64. Başvurucular; yakınlarının maruz kaldığı işkence neticesinde öldüğünü vearadan 26 yıl geçmesine rağmen olayın faillerinin tespit edilip cezalandırılamaması olgusunun, soruşturma makamlarının tarafsızlığı konusunda şüphe oluşturduğu gibi ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini, hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmadığını, silahların eşitliği ilkesine riayet edilmediğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını da ortaya koyduğunu belirterek yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

65. Başvurucular ayrıca yakınlarının ölümüne yol açan eylem nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

66. Başvurucular son olarak ölen yakınlarının yakalama ve gözaltı süreçlerinde hiçbir yasal haktan yararlandırılmadığı gibi terör operasyonuna katılan askerle aynı askerî birlik içinde tutulduğunu, ölen yakınlarına yapılan kötü muameleye hiçbir askerin ses çıkarmadığını, yakınlarının maruz kaldığı muamele sonrasında ivedi olarak bir sağlık merkezine sevk edilmediğini, gerçeğe aykırı düzenlenen ve altında ölenin bazı yakınlarının da imzası bulunan kolluk tutanağında yakınlarının apandisit şikâyeti nedeniyle hastaneye götürüldüğünün belirtildiğini ifade ederek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.

67. Bakanlık görüşünde özetle S.Ü.nün uzun süre tutuklu yargılandığı ve böylece cezasızlığın engellendiği belirtilerek benzer nitelikteki başvurularda benimsenen kriterler çerçevesinde değerlendirme yapılmasının Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

1. Hukuki Nitelendirme ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

68. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların şikâyetlerinin özü yakınlarının gözaltında bulunduğu sırada kötü muameleye maruz kalıp bunun neticesinde öldüğüne, bu olay hakkında yürütülen soruşturmanın etkisiz olduğuna ve olayın sorumlularının cezasız kaldığına ilişkindir. Ayrıca başvurucular, Anayasa'nın 19. maddesinde teminat altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının sağladığı güvencelerden herhangi birinin ihlal edildiğinden açık bir şekilde şikâyetçi olmamıştır. Bu nedenle başvurucuların bütün iddialarının yaşam hakkı ile kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesinin gerekli ve yeterli olduğu sonucuna varılmış ve somut olayın gerçekleşme koşulları dikkate alınarak anılan ihlal iddiaları birlikte değerlendirilmiştir.

69. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

...

70. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

72. Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını güvence altına alıp kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağını ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağını hüküm altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde, devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

73. Sözü edilen negatif yükümlülükler devletin bireylerin vücut ve ruh bütünlüklerine saygı gösterme mesuliyetinin bir sonucu olarak kamu otoritelerinin kişilerin anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir iken pozitif yükümlülükler, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunmamasını ve yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almalarını gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81; Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 68).

74. Gözaltı veya tutukluluk gibi bireyin devletin kontrolü altında bulunduğu sırada bir ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiş ise bu ölüm ve yaralanma olaylarına ilişkin tatmin edici ve inandırıcı bir açıklama getirme yükümlülüğü yetkili makamların üzerindedir zira bu tür olaylarda gerçekleşme koşullarına ilişkin bilgiler çoğunlukla yetkili makamların erişimindedir (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 89, 91; Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, § 95; İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 136).

75. Devletin yaşam hakkı ile kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü ise şüpheli ölümlerden ve -bireyin Anayasa'nın 17. maddesini ihlal eder biçimde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması koşuluyla- her türlü fiziksel ve ruhsal saldırıya ilişkin olaylardan sorumlu kişilerin belirlenmesini ve gerekiyorsa bu kişilerin cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkı ile kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen yaralanmalar veya ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 110, 111).

76. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırı olayları hakkında yürütülmesi gereken soruşturma şüphesiz cezai nitelikte olmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

77. Öte yandan etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Bu bakımdan Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56; Cezmi Demir ve diğerleri, § 113) ancak hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin verilmemelidir. Aksi hâlde devlet, kişilerin yaşamı ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirmemiş olur (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

78. Kasten ya da saldırı veya kötü muamele sonucu meydana gelen bir ölüm olayı yahut fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yönelik ağır bir saldırı olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

-Soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96; Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

-Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57; Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için kötü muameleye maruz kalan kişiler ile ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58; Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

- Soruşturmanın hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30; Cezmi Demir ve diğerleri,§ 119),

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması (Cemil Danışman, § 99) gerekir.

79. Son olarak belirtmek gerekir ki olası cezai sorumluluğun tespiti adına soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçilmiş ise ilk derece mahkemesi önündeki yargılama aşaması dâhil bütün süreç Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olmalıdır (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 30).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Başvurucuların yakını A.K., terör örgütü mensuplarına yardım ve yataklık ettiği gerekçesiyle gözaltına alınmış ve gözaltında bulunduğu sırada rahatsızlanarak rektum perforasyonu nedeniyle gelişen peritonitin toksi enfeksiyonu sonucu vefat etmiştir. A.K.nın vefatı üzerine başlatılan ceza soruşturması kapsamında ifadesine başvurulan bazı askerlerce A.K.nın makatına cop sokulup çıkarıldığı ifade edilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, 15 muvazzaf hakkında işkence etmek suretiyle öldürme suçundan ceza mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. Yapılan yargılamada -sanıklar hakkında kesinleşmiş herhangi bir mahkûmiyet kararı bulunmasa da- sanıklardan S.Ü. hakkında kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürme suçundan verilen 10/12/2015 tarihli mahkûmiyet hükmüne yönelik temyiz talebini inceleyen Ceza Dairesi, sanık müdafiinin suçun sübutuna yönelik itirazını yerinde görmemiştir. Ayrıca başvurucuların yakınının ölümü nedeniyle yürütülen soruşturma ve kovuşturma, A.K.nın devlet görevlilerine atfı mümkün olmayan bir sebeple vefat ettiğini ortaya koyamamıştır. Bu nedenle hem yaşam hakkının maddi boyutu hem de kötü muamele yasağının maddi boyutu ihlal edilmiştir.

81. Başvurucular, ölen yakınlarının kötü muameleye maruz kalması yanında kötü muameleye hiçbir askerin ses çıkarmamasından ve yakınlarının maruz kaldığı muamele sonrasında ivedi olarak bir sağlık merkezine sevk edilmemesinden de şikâyet etmiştir. Ne var ki başvurucular, yakınlarının sağlık kuruluşuna sevk edilmesindeki gecikme nedeniyle öldüğü yönünde bir şikâyette bulunmamış ve kötü muamele yasağının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiğine yönelen söz konusu iddiaları başvuruya konu edilen yargılama sürecinde dile getirdiklerini ortaya koyamamıştır. Bu sebeple anılan iddialar yönünden ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

82. Yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi boyutlarının ihlal edildiği yönündeki tespit sonrasında değerlendirilmesi gereken mesele; yaşam hakkı ile kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen yaralanmalar veya ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlaması gereken ceza yargılaması sisteminin somut olayda gerektiği gibi işleyip işlemediği, başka bir deyişle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutlarının ihlal edilip edilmediğidir.

83. Somut olayda Cumhuriyet Başsavcılığı, olaydan haberdar olur olmaz başvurucuların yakınının ölümüyle ilgili bir ceza soruşturması başlatmış ve ölüm sebebi ile ölümü çevreleyen koşulların tespitine yönelik işlemler yapmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan fezleke doğrultusunda Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 15 kişi hakkında dava açmış ve Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada başvurucular katılan olarak yer almışlardır. Ceza Dairesi tarafından çeşitli hukuki gerekçelerle bozulsalar da sanık S.Ü. hakkında başvurucuların yakınını kastın aşılması suretiyle işkence ederek öldürdüğü gerekçesiyle birkaç kez mahkûmiyet kararı verilmiştir. Bu nedenle başvurucuların soruşturma makamlarının tarafsız olmadığına ilişkin iddialarının dayanaksız olduğu değerlendirilmiştir.

84. Bununla birlikte lüzum-u muhakeme kararıyla ilgili süreç yaklaşık üç yıl sürmüş, Ceza Mahkemesi görevsiz olduğu sonucuna yargılamanın başından itibaren geçen dokuz yılı aşkın süre sonunda varabilmiş ve yirmi beş yılı aşan bir süre sonunda başvurucuların yakınlarının maruz kaldığı eylemin sanığı mutlak bir cezasızlık nedeni olan dava zamanaşımı süresinden yararlanmıştır. Bu bakımdan başvuruya konu edilen yargılama sürecinde görev alan yargı mercileri benzer yaşam hakkı ve kötü muamele ihlallerinin önlenmesindeki önemli rollerine aykırı surette yargılamanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi konusunda göstermeleri gereken hassasiyeti göstermemiştir.Bu nedenle yaşam hakkının usul boyutu ile kötü muamele yasağının usul boyutu ihlal edilmiştir.

85. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

87. Başvurucular 750.000 TL maddi tazminat ile 1.750.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

88.Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

89. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

90. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

91. İncelenen başvuruda yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi boyutlarının ihlali kamu görevlilerinin eyleminden kaynaklansa da yargılama makamları ihlali giderememiştir. Ayrıca yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının usul boyutlarının ihlali yargılama makamlarının ihmalinden ileri gelmiştir.

92. Bu durumda yaşam hakkı ile kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Ne var kiCeza Dairesince dava zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanık hakkındaki davanın düşmesine karar verilmesi ve Anayasa'nın 38. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca suç için sonradan yürürlüğe giren kanunda öngörülen daha uzun dava zamanaşımı süresinin geçmişte işlenen suç yönünden uygulanamaması nedeniyle kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesi mümkün görülmemiştir.

93. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 500.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

94. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zararlar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalı ve başvurucular uğradıklarını iddia ettikleri maddi zararlara ilişkin belgeleri Anayasa Mahkemesine sunmalıdır. Başvurucular, ölen yakınlarının desteğini kaybetmeleri nedeniyle maddi zarara uğradıklarını belirterek başka kişiler tarafından açılan bir tazminat davası kapsamında alınan bilirkişi raporunu maddi zararları yönünden dikkate alınmak üzere başvuru formunun ekinde sunsalar da uğradıklarını iddia ettikleri maddi zararlarını ispata elverişli herhangi bir belgeyi ortaya koymamıştır. Ayrıca başvurucular, maddi zararlarının tazmini için yargı mercilerinde dava açmayı da tercih etmemiştir. Bu nedenle başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

95. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara müştereken net 500.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay 1. Ceza Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2021tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET KÖKTAŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/35775)

 

Karar Tarihi: 10/3/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 1/4/2021-31441

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Mehmet KÖKTAŞ

Vekili

:

Av. Tuğçe ÜNAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerlik hizmeti sırasında meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 30/11/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun oğlu M.K., Hakkâri/Yüksekova/Çobanpınar mezrasındaki 7. Hudut Alayı 1. Hudut Taburu 3. Hudut Bölük Komutanlığı (Komutanlık) emrinde sözleşmeli piyade er olarak askerlik görevini ifa ederken 21/6/2018 tarihinde ateşli silah yaralanması sonrasında helikopterle kaldırıldığı Yüksekova Devlet Hastanesinde yaşamını yitirmiştir.

9. Olay hakkında Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) resen ve derhâl soruşturma başlatılmıştır. Cumhuriyet savcısı kolluk görevlilerine görgü tanıklarının ve üstlerinin beyanının alınması, olayda kullanılan silah ve boş kovanın muhafaza altına alınması, Olay Yeri İnceleme (OYİ) Biriminin hastaneye gitmesi, şahsın dertleştiği arkadaşı varsa bilgisine başvurulması, günlüğü var ise bu günlüğün incelenmesi, olay yerindeki delillerin olduğu gibi muhafaza edilmesi talimatlarını iletmiştir.

10. Dosya kapsamındaki 21/6/2018 tarihli tutanakta, Cumhuriyet savcısının talimatına rağmen İç Güvenlik Tim Komutanlığı personeli ile Yüksekova İlçe Jandarma Komutanlığı OYİ Biriminin olay yerinin teröre müzahir bölgede olması ve bölgeye yapılacak kara yolu seyahatinde terör saldırısıyla karşılaşma ihtimali bulunması nedeniyle olay yerine sevk edilemediği belirtilmiştir.

11. OYİ Birimince Başsavcılığa iletilen fotoğraflı olay yeri krokisinde bölgenin güvenlik ve ulaşım durumu nedeniyle olay yerinde inceleme yapılamadığı, olay yerinin fotoğraf krokisinin Çobanpınar Komutanlığınca tanzim edilerek gönderildiği belirtilmiştir.

12. Başsavcılık tarafından 21/6/2018 tarihinde hastanede adli tabip ve patolog bulunmadığından hastanede görevli nöbetçi doktor ile birlikte fotoğraf ve kamera çekimi eşliğinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemi neticesinde tomografi sonucuyla birlikte yapılan değerlendirme ile gözetilen bulgular uyarınca kesin ölüm nedeni, ateşli silah yaralanmasına bağlı baş ve beyin bütünlüğünün bozulması ve kan kaybı olarak tespit edilmiş; otopsi yapılmasına gerek görülmemiştir. Ölü Muayene Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Cesedin Harici Muayenesinde:

Muayeneye geçmeden önce talimat ile olay yeri inceleme ekibince şehidin sağ el, sol el ve yüz bölgesinden atış artığı svapları ile 10 parmak ve avuç izleri alındı.

Ölenin birlikte yapılan harici muayenesinde; Naaşının morg masası üzerinde

Ceset torbası açıldı. Şehidin naaşının giysilerden arındırılmış vaziyette olduğu görüldü.

Şehidin baş bölgesinin sargı bezi ile bağlı olduğu görüldü.

Şehidin üzerinden 1 adet kahverengi cüzdan çıktığı, içerisinde kimlik, banka ve kredi kartının bulunduğu başkaca herhangi bir değerli eşyanın çıkmadığı görüldü.

Şehidin siyah saçlı, kahve renkli gözlü, 175 cm boyunda 60 - 65 kg ağırlığında sünnetli, günlük sakal tıraşiı bir erkek şahsa ait olduğu görüldü. Kafasındaki atış noktasından sağ el parmak ucunun 101 cm olduğu ölçüldü. Şehidin cesedinde ölü katılığı henüz oluşmadığı, ölü morluklarının henüz oluşmaya başladığı görüldü.

Baş ve Boyun Bölgesinin Harici Muayenesinde; Şehidin baş ve boyun bölgesinde, baş kısmından alın orta alt kısmı iki kaş arası 4x3 cm genişlikte mermi girişinin olduğu, mermi giriş de yakın mesafeden atış yapıldığına ilişkin yanık izlerinin mevcut olduğu, kafa kemiğinde çoklu parçalı kırığın mevcut olduğu, mermi girişinin dairesel yıldız şeklinde olduğu, bunun sebebinin G3 silahına takılı 'alevgizleyen' aparatı sebebiyle olduğunun değerlendirildiği, kafasının arka kısmında 7x3 cm boyutlarında düzensiz mermi çıkışının olduğu görüldü.

Göğüs, Kollar ve Sırt Harici Muayenesinde; Herhangi bir patolojik bulguya rastlanmadı.

Genital bölgenin harici muayenesinde; Herhangi bir patolojiye rastlanılmadığı görüldü.

Bacaklar ve ayaklarm harici muayenesinde: Herhangi bir patolojiye rastlanılmadığı görüldü.

İlçede tek nöbetçi adli hekim bulunduğundan, adli tabip ve patolog bulunmadığından ve temin edilemediğinden zorunlu olarak tek hekim ile yetinerek işlemler yapıldı.

...

Bilirkişi Doktor Beyanında;

Yukarıda Cumhuriyet Savcısı ile birlikte yaptığımız tespitlere aynen katılıyorum. Tomografi sonuçları ile yapılan şehit muayene sonucunda ölüm sebebinin muhtemel ateşli silah yaralanmasına bağlı baş ve beyin bütünlüğünün bozulması ve kan kaybı olduğu kanaatindeyim.

Klasik otopsi yapılmasının gerekli olmadığı kanaatindeyim..."

13. Dosyadaki Muhafaza Altına Alma Tutanağı'nın ilgili kısmı şöyledir:

"21 Haziran 2018 tarihinde 1'inci Hd. Tb. 3'üncü Hd. Bl. K.lığına (Çobanpınar) bağlı 7 Numaralı Nöbet kulesi tarafından saat 03:15 sularında atış sesi gelmesi üzerine Gece AMM Çavuşu P. Söz. Er [T.B.] atış sesinin geldiği bölgeyi kontrol maksatlı gittiğinde P. Söz. Er [M.K.nin] başından vurulmuş şekilde yerde yattığını görmesi üzerine P. Ütğm. [C.K.] ve P. Uzm. çvş. [A.K.ya] haber vermiştir. P. Ütğm. [C.K.], P. Uzm. çvş. [A.K.] ve P. Söz. Er [T.B.] nöbet yerine gelerek p. Söz. Er [M.K.nin] mevzide başından vurulduğunu tespit etmişlerdir. Olay yerinde P. Söz. Er [M.K.nin] yanında kendisine zimmetli ...9 seri numaralı şarjörü takılı ve emniyet mandalı seri konumunu gösterir şekilde G3 Piyade Tüfeği, üzerinde hücum yeleği ve hücum yeleğinin ceplerinde 4 (dört) adet G3 Piyade Tüfeğine ait şarjörü bulunmuştur. Bölgeye derhal sıhhi tahliye için helikopter istenmiştir. Helikopterin gelmesine müteakip P. Söz. Er [M.K.] hastaneye sevk edilmiştir. Olay yerinde bulunan nöbet kulesinin yamaçta olması ve sık otlarla kaplı olması sebebiyle detektör ile aranmasına rağmen boş kovan bulunamamıştır. P. Söz. Er [M.K.ya] ait ...9 seri numaralı G3 Piyade Tüfeği ve takılı şarjörü, Tüfeğe takılı şarjörün incelenmesi sonucunda tespit edilen, şarjöre basılı şekilde 17 (On Yedi) adet ve tüfeğin atım yatağında 1 (Bir) adet olmak üzere toplamda 18 (On sekiz) adet G3 Piyade Tüfeği mühimmatı ve P. Söz. Er [M.K.nin] nöbete çıkmadan önce P. Uzm. çvş. [A.K.ya] teslim ettiği cep telefonunu ve sigara paketi muhafaza altına alınmıştır. P. Söz. Er [M.K.nin] yatak ve dolabında yapılan kontrolde herhangi bir mektup ve benzeri yazıya rastlanmamıştır..."

14. Olaya ilişkin olarak düzenlenen mesaj formunda, M.K.nın 01.30-03.30 saatleri arasındaki nöbeti sırasında kendisine zimmetli G3 piyade tüfeğini seri atış durumuna alarak alnına ateşlemek suretiyle intihar ettiği, silahın iki kez ateş aldığı belirtilmiştir.

15. Olay hakkında yürütülen idari tahkikat kapsamında olay tarihinde izinde olan Bölük Komutanı A.E.nin, olay yerine ilk giden şahıslardan olan A.K.nın, ayrıca görevde bulunan diğer askerlerin beyanları alınmıştır. Tüm bu şahıslar genel olarak müteveffanın sakin, sessiz, problemsiz, emir verildiğinde yerine getiren bir personel olduğunu, intihara yönelik bir düşünce ya da eylemine rastlamadıklarını, herhangi bir psikolojik problemini bilmediklerini belirtmiştir.

16. Silah sesi duyulması üzerine nöbet mevzilerini kontrole giden ve müteveffayı bulan T.B. idari tahkikat kapsamında alınan beyanında, gece saat 03.00 civarında silah sesi duymaları üzerine santrale uygulama atışı olup olmadığı sorduklarını, atış olmadığını öğrenmeleri üzerine kendisinin nöbetçileri kontrole gittiğini ve 7 numaralı mevzide müteveffanın yerde yattığını gördüğünü, santrale geri gelip durumu bildirdiğini, sonrasında C.K. ve A.K. ile birlikte mevziye gittiklerini, şahsı başından yaralı şekilde yerde yatarken gördüklerini ifade etmiştir.

17. Olay tarihinde vekâleten bölük komutanı olarak görev yapan C.K.nın idari tahkikat kapsamında alınan beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...

...Saat 03:15 sularında 2 el silah sesi duyarak dışarı çıktım. Taciz veya baskın oluyor düşüncesiyle mevziilere sesin nereden geldiğini sordum. Birkaç dakika içerisinde mevzileri kontrole gönderdiğim p. Söz. Er [T.B.] o saatte nöbetçi olan P. Söz. Er [M.K.nin] nöbet mevziisinde yerde yattığını söyledi. Koşarak mevziye gittiğimde p. Söz. Er [M.K.nin] alnından vurulduğunu gördüm. Sıhhi tahliye için helikopter istedim. Shh. Uzm. ÇvŞ. [Y.E.K.yi] ilk yardım yapması için olay yerine çağırdım. Bu sırada personelin hırıltı şekilde nefes alıp verdiğini gördüm. Olay yerini incelediğimde mermilerin, kompozit başlığın arka tarafından çıkış yapmış olduğunu gördüm ve intihar ettiği kanaatine vardım. Yaralıyı sedyeye yatırdık ve acil bir şekilde helikopter pistine taşıdık. Helikopterin gelmesiyle sıhhi tahliyeyi gerçekleştirdik. Olay yerinde personele ait G3 piyade tüfeği ve takılı şarjörü ile hücum yeleğindeki 4 adet dolu şarjörünü Tabur Komutanı P. Yb. [E.D.] tarafından eldiven ile muhafaza altına alındı. Personele ait G3 piyade tüfeğinin emniyet mandalı seri konumdaydı. Silahın atım yatağında 1 adet fışek bulunmaktaydı. Takılı şarjörde ise 17 adet fışek bulunmaktaydı.

...

...Personeli yaklaşık 20 gündür tanıyorum. Yaptığım görüşmede sessiz, sakin bir personel olduğunu gördüm. Herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sorduğumda, sıkıntısı olmadığını beyan etti. Böyle bir girişimde bulunacağını beklemiyordum.

SORULDU 4 : Size veya başka bir personele herhangi bir rahatsızlığını, şikayetini bildirdi mi? Bildirdi ise bu konuda ne tür önlemler aldınız?

CEVABEN 4 : Olaydan 3 gün önce izin talebi ile yanıma geldi. ilk helikopter faaliyetinde izne gidebileceğini kendisine söyledim. İzin istemesinin sebebini sorduğumda sıkıntılı bir durumun söz konusu olmadığını belirtti.

CEVABEN 5 : Aşırı sessiz ve sakin gördüğüm personele herhangi bir sıkıntısı olup olmadığını sorduğumda, askerliği severek yapmadığını ima eden sözler söyledi. Görüşmek istediği her an yanıma gelebileceğini kendisine söyledim ve yanımdan ayrıldı. Gözlemlediğim kadarıyla böyle bir davranışta bulunacak bir personel olduğunu düşünmedim..."

18. Dosya kapsamındaki danışmanlık kartından 26/11/2015 tarihinde M.K. ile bölük astsubayı odasında yapılan görüşmede müteveffanın maddi, manevi, psikolojik herhangi bir problemi olmadığını bildirdiği anlaşılmıştır.

19. Dosyadaki taşınır mal senedine göre müteveffaya 1 adet G3 piyade tüfeği, 5 adet komple dolu şarjör, 100 adet 7,62 mm fişek, 1 adet askı kayışı, 1 adet kompozit başlık, 1 adet koruyucu plaka teslim edilmiştir.

20. 11/8/2015 tarihli Kayıt Kabul Muayenesi İlk Değerlendirme Anketi'nde ise müteveffanın "Daha önce psikiyatrik/ruhsal/psikolojik bir rahatsızlık geçirdiniz mi?" ve "Hâlen psikolojik durumunuzla ilgili belirtmek istediğiniz önemli bir husus var mı?" sorularına "Hayır." cevabı verdiği görülmüştür.

21. Dosya kapsamındaki 28/6/2018 tarihli Teslim Tesellüm Tutanağı'na göre üzerinde 1 adet çekirdek giriş ve çıkış deliği bulunan, müteveffaya ait kompozit başlık, 18 adet 7,62 mm çaplı fişek, 1 adet metal G3 şarjörü, 1 adet sabit dipçikli ...9 ibareli G3 piyade tüfeği, 1 adet cep telefonu, müteveffanın görev yaptığı birlik tarafından OYİ Birimine teslim edilmiştir.

22. OYİ Birimi müteveffaya ait cep telefonu, iki adet SIM kart ile olay yerine ait video ve fotoğrafları Başsavcılığa teslim etmiştir.

23. OYİ Birimi 28/6/2018 tarihinde Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğinden (Kriminal Laboratuvarı) kriminal inceleme isteğinde bulunmuştur. Talep yazısının ilgili kısmı şöyledir:

"...

7. GÖNDERİLEN BULGULAR :

a) 1 adet kompozit başlık (üzerinde 1 adet çekirdek giriş-çıkışı mevcut),

b) 18 adet 7,62 mm çaplı fışek (Olay esnasında şarjör içerisinde bulunduğu bildirilen 17 adet fişek şarjör içerisinde, atım yatağından çıkartıldığı bildirilen 1 adet fişek bulgu poşeti içerisinde gönderildi),

c) 1 adet metal G3 şarjörü (olay anında tüfekte takılı olduğu bildirilen),

ç) 1 adet sabit dipçikli, ...9 ... ibareli G3 piyade tüfeği,

d) 1 set (sağ el, sol el ve yüz) atıs artığı svabı (Ölü muayene islemi sırasında Cumhuriyet Savcısı talimatıyla [M.K.dan] alınan),

e) 1 adet parmak izi ve fotoğraf kayıt formu ve 1 adet avuç izi kayıt formu (Ölü muayene islemi sırasında Cumhuriyet Savcısı talimatıyla [M.K.dan] alınan),

f) 1 adet haki yeşil renkli kar başlığı,

8. İNCELEME İSTEĞİ

a) 7. nci maddenin (a, d ve f) bendinde belirtilen bulgular üzerinde atış artığı olup olmadığının tespiti, (a ve f) bendindeki bulgular üzerinde ateşli silaha ait delinme olup olmadığının tespiti, delinme var ise çekirdek gidiş istikametinin (kar başlığı ve kompozit başlık üzerinde içten dışa veya dıştan içe olduğunun belirtilmesi) ve atış mesafesinin tayini,

b) 7. nci maddenin (b, c ve ç) bentlerinde yazılı bulgular üzerinde vücut izi olup olmadığının tespiti, vücut izi tespiti halinde (e) bendinde yazılı parmak ve avuç izleri ile mukayese edilmesi, mukayese sonucunda sahibi tespit edilemeyen iz kalması halinde OPTES ve APFİS veri tabanlarına kaydının yapılarak mukayese edilmesi, (e) bendinde yazılı parmak ve avuç izlerinin OPTES ve APFİS veri tabanlarında mukayese edilmesi,

c) 7. nci maddenin (b, c ve ç) bentlerinde yazılı bulgular üzerinde yapılacak gerekli balistik inceleme ile bulguların tip, cins, menşei, teknik özellikleri, kullanılabilirlik durumu, hangi kanun ve maddesi kapsamında değerlendirilebileceğinin tespiti, (c) bendinde yazılı tüfeğin kullanılabilirlik durumunun, emniyet sisteminin çalışıp çalışmadığının, tetik kuvvetinin tespiti hususlarının incelenerek..."

24. Başsavcılık tarafından Kriminal Laboratuvarından temin edilen 20/7/2018 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

İNCELEMEYE VERİLEN BULGU:...

1. '...9' numaralı 7.62x51 mm çapında fişek istimal eden, Türkiye yapısı, G3 marka, yarı ve tam otomatik çalışma sistemine sahip tüfek ve şarjörü.

2. On sekiz adet 7.62x51 mm çapında fişek.

1. inceleme ve karşılaştırma neticesinde, incelemeye verilen bulgu bölümünün;

a. 1'inci maddesinde özellikleri belirtilen tüfeğin emniyet ve ateşleme sisteminin sağlam ve işler durumda olduğu, şarjörü ile yapılan deneme ve mukayese atışlarında 2'nci maddesinde belirtilen fişekler içerisinden rastgele alınan dört adet 7.62x51 mm çapında fişeği patlattığı,

b. Yukarıda belirtilen tespitler kapsamında, inceleme konusu, tüfek ve fişeklerin; 6136 Sayılı Kanun kapsamında vahim nitelikteki ateşli silah ve fışeklerinden oldukları, şarjörün ise ateşli silahların tamamlayıcı parçalarından olduklarından, 6136 Sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği,

c. 1'inci maddesinde belirtilen tüfeğin tetiğinin düşürülebilmesi için yaklaşık '5,7' kilogramlık bir kuvvet uygulanması gerektiği,

sonucuna varılmıştır.

..."

25. Başsavcılık tarafından Kriminal Laboratuvarından temin edilen 20/7/2018 tarihli bir raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

İNCELEMEYE VERİLEN BULGU:...

1. İnceleme konusu bulgu:

a. 1 (bir) adet '...9' numaralı 7.62x51 mm çapında Türkiye yapısı, G3 marka tüfek ve şarjörü.

b. 18 (on sekiz) adet 7.62x51 mm çap ve tipinde muhtelif ibareli fişek.

2. Mukayese konusu bulgu:

 [M.K.ya] ait olduğu belirtilen parmak izi ve fotoğraf kayıt formuna alınmış parmak izleri ve avuç izi kayıt formuna alınmış avuç izleri.

Söz konusu olay ile ilgili olarak... bulgular üzerinde yapılan inceleme ve mukayese sonuçları aşağıya çıkartılmıştır.

1. İnceleme konusu bulgu bölümünde özellikleri belirtilen bulgular üzerinde bulunabilecek izlerin görünür hale getirilebilmesi için, öncelikle çok dalga boylu ışık kaynağı ile yapılan 'ışıksal' incelemeyi müteakip 'siyanoakrilat' kimyasal iz belirleme tekniği uygulanmıştır.

2. Yapılan iz belirleme teknikleri neticesinde söz konusu bulgular üzerinde herhangi bir iz olmadığı tespit edilmiştir.

3. Mukayese konusu bulgu bölümünde [M.K.ya] ait olduğu belirtilen parmak ve avuç izlerinin 16 Temmuz 2018 günü saat 11.00 itibarıyla OPTES veri tabanlarının son durumuna göre yapılan araştırmasında, OPTES veri tabanlarında kayıtlı herhangi bir parmak ve avuç izi (Aday olarak listelenen) ile aynı olmadığı tespit edilmiştir.

..."

26. Başsavcılık tarafından Kriminal Laboratuvarından temin edilen 31/7/2018 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

İNCELEMEYE VERİLEN BULGU: ...

1. P. Söz. Er [M.K.ya] ait olduğu belirtilen birer adet sağ el, sol el ve yüz bölgesinden atış artığı transfer kiti ile alınan 3 adet svap.

2. P. Söz. Er [M.K.ya] ait ... Birer adet; haki renkli aşırı kanlı kar maskesi ve kompozit başlık.

... analizler neticesinde;

1. P. Söz. Er [M.K.ya] ait tüm swaplar üzerinde atış artıkları tespit edilmiştir.

2. P. Söz. Er [M.K.ya] ait kar maskesinin alın üst bölgesinde yaklaşık (7x5) cm ebadında bir adet delinme (D.N.:1), kafa arka bölgede yaklaşık (3x3) cm ebadında bir adet delinme (D.N.:2); kompozit başlığın kafa arka bölgesine denk gelen bölgede yaklaşık (1,5x1,5) cm ebadında bir adet delinme (D.N.:3) ve bu delinmenin hemen üstünde yırtılma tarzında delinme (D.N.:4) olduğu tespit edilmiştir. Kar maskesi ve kompozit başlık üzerinde atış artıklarına rastlanmamış olup, üzerinde bulunan delinme bölgeleri etrafında atış artıklarına rastlanmamış olup, fiziksel ve kimyasal bulgular örtüşmediğinden atış mesafesi konusunda herhangi bir değerlendirme yapılamayacağı kanaatine varılmıştır. (NOT: Kompozit başlığın yırtılma tarzı delinme bölgesi içerisinde bir adet mermi çekirdeği olduğu tespit edilmiştir.)

..."

27. Dosyadaki idari tahkikat sonucuna dair raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

 (1) intihar eden personelin, sessiz, sakin ve pek konuşmayan bir kişiliğe sahip olduğu bu nedenle arkadaşları ile sıkıntılarını paylaşmadığı, intihar etme düşüncesini söz ve hareketleri ile belli etmediği tespit edilmiştir.

 (2) Personelin ... komutanlarına herhangi bir şikayet veya sıkıntısını anlatmadığı, komutanlarının da personel ile yaptıkları görüşmelerde personelin herhangi bir şikayet yada sıkıntısını tespit edemedikleri anlaşılmıştır.

 (3) Personele temel eğitim birliğine katıldığında 'Kayıt-Kabul Muayenesi İlk Değerlendirme Anketi' uygulandığı, personelin söz konusu ankette sorulan sorulara herhangi bir psikolojik rahatsızlığının olmadığı, ailevi ya da başkaca bir probleminin bulunmadığı yönünde cevaplar verdiği tespit edilmiştir.

 (4) Personelin ... katılışına müteakip düzenlenen Danışmanlık Kartına, 26 Kasım 2015 tarihinde... 'psikolojik herhangi bir probleminin olmadığını beyan etti.' kaydının düşüldüğü tespit edilmiştir.

 (5) Personelin intihar eylemini nöbet esnasında... kendisine zimmetli ...tüfeği ile gerçekleştirdiği bölgenin Terörle Mücadele Harekat (TMH) Bölgesinde olması ve nöbet faaliyetlerinin şarjörlü ve mühimmatlı olarak tutulduğu bu nedenle personelin intihar eylemini gerçekleştirdiği silah ve mühimmata ulaşımı ile ilgili komutanlarının kusur ve ihmalinin bulunmadığı değerlendirilmiştir.

...

 (7) Meydana gelen olayda; personelin intiharına sebebiyet verebilecek somut bir bulguya rastlanmadığı (borç, ailevi sorunlar, kız arkadaş, fena muameleye maruz kalma vb.), içine kapanık, sessiz sakin yapıda olan personelin anlık bir düşünceyle intihar ettiği, herhangi bir personelin... kusurunun bulunmadığı tespit edilmiştir.

..."

28. Başsavcılık 24/7/2018 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...7 numaralı nöbet mevzi olarak tabir edilen noktada nöbet tuttuğu esnada birlik personelinin ilgili noktadan silah sesi duyması üzerine olay yerine gittiklerinde müteveffanın yerde yatar vaziyette olduğu, elinde bulunan ve müteveffaya zimmetli G3 piyade tüfeğinin şarjörü takılı, emniyet mandalı seri konumu gösterir şekilde ve müteveffanın başından vurulmuş vaziyette olduğunun görülmesi üzerine sedye ile ivedi olarak hastaneye kaldırıldığı, ancak yapılan müdahaleye rağmen yaşamını yitirdiği olayla ilgili soruşturma işlemlerine başlanılmışsa da,

Edinilen tanık beyanları, olay tutanağı ve yapılan ölü muayene işlemi neticesinde müteveffanın kendisine zimmetli bulunan piyade tüfeği ile intihar ettiğinin anlaşıldığı, söz konusu intihar olayıyla ilgili herhangi bir üçüncü kişiye kusur atfedilemediği, herhangi bir suç unsuruna rastlanılamadığı anlaşılmakla..."

29. Başvurucu 17/9/2018 tarihli dilekçeyle, oğlunun annesiyle telefonda görüşerek askerliğini uzatıp uzatmamasına dair görüşünü sorduğunu, annesinin dönmesini söylemesi üzerine evlenmek için bir aday aramalarını söylediğini, oğlunun intihar etmiş olamayacağını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmiştir.

30. Başvurucunun itirazı Yüksekova Sulh Ceza Hâkimliğince 10/10/2018 tarihinde reddedilmiştir.

31. Ret kararı 31/10/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş olup başvurucu 30/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

32. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 10/3/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

34. Başvurucu; oğlunun askerlik öncesinde hayata bağlı biri olduğunu, askerdeyken gelecek planları yaptığını ve evlenmek istediğini annesine söylediğini, bu nedenle intihar etmiş olamayacağını, olayın cinayet olduğunu fakat delillerin karartılarak olayın üstünün örtüldüğünü, tanık ifadelerinin çelişkili ve basmakalıp olduğunu, olayın kurgulandığını, oğlunun parmak ve avuç izlerinin veri tabanında kayıtlı olmadığını, tüfeğinde parmak izi bulunamamasının da delillerin karartıldığına dair bir bulgu olduğunu, olay sonrasında oğlunun görev yaptığı birliğin komutanıyla ancak uzun süren uğraşları sonucunda görüşebildiğini, olaydan hemen sonra birlik komutanının değiştiğini belirtmiştir.

35. Başvurucu ayrıca G3 tüfeği gibi güçlü bir silahla intihar edilmesi zor olduğu hâlde iki el kafasına ateş etmek suretiyle intihar eden birinin kafatasının parçalanmış olması gerekirken oğlunun bulunduğu sırada nefes almakta olduğunu, bu hususlara rağmen otopsi işlemi yapılmadığını, olay yerinde boş kovan bulunamadığının oğlunun görev yaptığı birlik tarafından bildirildiğini, detaylı bir olay yeri incelemesi yapılmadığını, oğlunun telefon kayıtlarının incelenmediğini, soruşturmada kendisinin bilgisine başvurulmadığı ve soruşturmaya dâhil edilmediği için soruşturmaya etkili katılım sağlayamadığını ifade etmiş; ölüm olayıyla ilgili olarak eksik soruşturma yürütülmesi sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlüğüne dair usul yönünün ihlal edildiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

36. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucunun oğludur. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

38. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

39. Yaşam hakkı kapsamındaki devletin pozitif yükümlülüğü çerçevesinde etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

40. Devletin söz konusu pozitif yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

41. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

- Soruşturma makamlarının haberdar olur olmaz resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir.

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013 § 30) ve soruşturmada görevli olan kişilerin olayların içinde olan veya olması muhtemel kişilerden bağımsız olması gerekmektedir. Bu bağlamda soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturma da fiilen bağımsız yürütülmelidir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizi yapılmalı; soruşturma sonucunda alınan karar soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olmalıdır (Cemil Danışman, § 99).

42. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

43. Fakat ölüm olayına ilişkin olarak yapılacak etkili bir soruşturma kapsamında yetkililerin tanıkların ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri, yaralanmalar ile ilgili olarak gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek şekilde bir otopsinin yapılması, ölüm sebebinin objektif analizinin yapılması ve söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gibi işlemleri gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Ölüm sebebinin veya olası sorumlulukların tespit edilmesini olumsuz yönde etkileyecek nitelikteki her türlü eksiklik, etkili bir soruşturma yürütülmesi açısından risk teşkil edecektir (Meral Eşkili, B. No: 2013/7586, 4/11/2015, § 89).

44. İfade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde, gerçekleşen olaylardaki delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması söz konusu olamaz; bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar olayları ilk elden inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir (Cemil Danışman, § 58) fakat Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluş şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).

45. Ayrıca etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitlerin kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesince bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğinin altı çizilmelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

46. Olayın bildirilmesi üzerine Başsavcılığın resen ve derhâl başlattığı soruşturmada, başvurucunun soruşturmaya etkili katılım sağlayamadığı iddiasına yönelik olarak yapılan incelemede başvurucu ya da müteveffanın diğer aile üyelerinin soruşturma kapsamında beyanlarının alınmadığı anlaşılmıştır. Bu husus bir eksiklik olarak değerlendirilse de oğlunun ölümünden haberdar olan başvurucunun soruşturmayı takip ettiğine yahut soruşturma sürecine herhangi bir biçimde katılmak isteyip de katılamadığına, bu hususta bir engelle karşılaştığına dair bir bulguya rastlanmadığı, başvurucunun soruşturma dosyasından örnek alabilme imkânı olduğu, kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı itirazını sunabildiği ve itirazının bir başka merci tarafından incelenip karara bağlandığı gözetildiğinde başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılımının sağlanmadığını söylemek mümkün değildir.

47. Öte yandan kovuşturmasızlık kararına karşı yapılan itirazın değerlendirilmesi sürecini de kapsayan şekilde dört aylık bir sürede sonuçlandırılan soruşturmanın makul bir süratle yürütüldüğü anlaşılmıştır.

48. Başvurucunun soruşturmanın şeffaf olarak yürütülmediği ve delillerin karartıldığına dair iddiası bakımından olayların içinde olan veya olması muhtemel olan kişilerden bağımsız olarak soruşturmanın yürütülmesi gerekliliğinin (bkz. § 41) somut başvuru açısından incelenmesi gerekir. Bu bağlamda olayın terörle mücadele harekât bölgesinde olan bir komutanlıkta gerçekleşmesi ve buraya kara yolu ile yapılacak bir seyahatte terör saldırısına uğrama ihtimali olması nedenleriyle Cumhuriyet savcısı ve OYİ Birimi görevlilerinin olay yerine gidemediği görülmüştür (bkz. § 10). Bu nedenle detaylı olay yeri incelemesi yapılamamış, müteveffanın görev yaptığı komutanlıkta görevli askerler tarafından olay yerinin fotoğraflanması ve krokisinin çizilmesiyle yetinilmek zorunda kalınmıştır (bkz. § 11). Aynı şekilde müteveffaya ait kar maskesi, kompozit başlık ve tüfek gibi önemli deliller de aynı askerler tarafından muhafaza altına alınarak OYİ Birimi görevlilerine teslim edilmiştir (bkz. § 13).

49. Terörle mücadeleden doğan zorunlu şartlar gözönünde bulundurulduğunda soruşturmanın kendine özgü şartları nedeniyle bu hususların soruşturmanın bağımsızlığını zedelediğini değerlendirmenin mümkün olmadığı belirtilmelidir fakat yürütülen adli soruşturma kapsamında herhangi bir tanık beyanının temin edilmemiş olması, olayın gerçekleştiği komutanlığın kendi içinde yürüttüğü idari tahkikat kapsamında temin edilen, komutanlıkta görevli askerlerin kısa ve detaysız beyanlarını içeren Bilgi Alma Tutanaklarıyla yetinilmiş olması (bkz. §§ 15-17) soruşturmanın bağımsız ve tarafsız yürütülmesi gerekliliği bakımından önemli bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır.

50. Diğer taraftan başvurunun soruşturma makamlarınca ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin tespit edilip edilmediği, olayın sebebinin objektif analizinin yapılarak elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı karar verilip verilmediği yönlerinden de incelenmesi gerekmektedir.

51. Bu noktada müteveffanın sevk edildiği hastanede vefat ettiği ve yine hastanede ölü muayenesi yapıldığı hâlde Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından otopsi yapılmasına gerek olmadığı değerlendirilerek otopsisinin yapılmamış olması (bkz. § 12) dikkat çekmektedir. Müteveffa, olay yerinden hava yoluyla ilçedeki hastaneye sevk edilmiştir ancak otopsi işleminin gerçekleştirilmesi için Adli Tıp Grup Başkanlığının bulunduğu bir şehre sevkinin güvenlik gerekçesiyle sağlanamaması gibi bir durumun olduğuna dair bir veriye rastlanmamıştır.

52. Ölü muayenesi neticesinde M.K.nın alnının orta alt kısmında iki kaşının arasında 4x3 cm genişlikte mermi girişinin bulunduğu, mermi girişinde yakın mesafeden atış yapıldığına ilişkin yanık izlerinin mevcut olduğu, kafa kemiğinde çoklu parçalı kırık olduğu, kafasının arka kısmında ise 7x3 cm boyutlarında düzensiz mermi çıkış deliğinin bulunduğu, mermi girişinin dairesel yıldız şeklinde olduğu, bunun sebebinin G3 silahına takılı alevgizleyen aparatı olabileceği tespit edilmiştir (bkz. § 12).

53. M.K.ya ait tüfekte parmak izine rastlanmadığı (bkz. § 25), yine Kriminal Laboratuvarı tarafından M.K.nın kompozit başlığında olduğu tespit edilen ve deforme olduğuna dair bir tespit bulunmayan mermi çekirdeğinin (bkz. § 26) niteliğine ve müteveffanın tüfeğinden atılmış olup olmadığına dair bir inceleme yapılmadığı, Kriminal Laboratuvarı raporuna göre tüfeğin tetiğini düşürmek için 5,7 kg kuvvet gerektiğinin tespit edildiği (bkz. § 24), ölü muayenesini gerçekleştiren doktorun adli tıp konusunda bir uzmanlığının olmadığı(bkz. § 12) hususları gözönüne alındığında müteveffanın otopsisinin yapılması suretiyle öncelikle atış mesafesinin kesin olarak tespit edilmemesinin, müteveffanın başında oluşan 4x3 cm ve 7x3 cm ebadındaki giriş ve çıkış delikleri şeklindeki ateşli silah yarasının uzun namlulu, ateşli bir silah olan G3 tüfeğiyle ateş edilmesi hâlinde oluşmasının mümkün olup olmadığının, ayrıca olay anında müteveffanın başındaki kompozit başlığın yaranın oluşma derecesine etkisinin tespit edilmemesinin ölüm olayını aydınlatabilecek delillerin soruşturma sırasında toplanması bakımından kayda değer bir eksiklik olduğu değerlendirilmiştir.

54. Diğer taraftan müteveffaya G3 tüfeği ile birlikte 5 adet dolu şarjör ve 100 adet fişek teslim edilmiş (bkz. § 19), olay sonrasında 4 adet dolu şarjör ile tüfeğinde 18 adet fişek bulunmuştur (bkz. § 21). Müteveffanın silahında 2 adet fişek eksik olmakla birlikte olay yerinde Komutanlıktaki görevlilerce yapılan aramaya rağmen boş kovan elde edilememiştir (bkz. § 13).

55. Bununla birlikte müteveffaya ait tüfekte parmak izi (bkz. § 25), kar maskesi ve kompozit başlıkta ise atış artığı tespit edilememiştir (bkz. § 26). Tüm bu veriler ışığında Kriminal Laboratuvarı tarafından kompozit başlıktaki ikinci delikte kaldığı tespit edilen (bkz. § 26) mermi çekirdeğinin müteveffaya ait tüfekten atılıp atılmadığının tespiti amacıyla kriminal inceleme yaptırılmaması da olayın şartlarının ve sorumluların tespiti için delillerin toplanması bakımından önemli bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.

56. Soruşturma makamı tarafından müteveffanın intihar ettiği sonucuna ulaşılabilmesi açısından M.K. tarafından tetiği düşürmek için 5,7 kg kuvvet gerektiren G3 tüfeği ile baş kısmına ne şekilde ateş edilebileceğine dair bir canlandırma raporu temin edilmemesi, müteveffanın tüfeğinde parmak izine rastlanmamasının olası nedenleri hakkında bir bilirkişi raporu alınmaması yahut olay sonrası delilleri muhafaza altına alan ve olay yerinde bulunan Komutanlık personelinin beyanına başvurularak bu hususun araştırılmamış olması soruşturmanın etkinliğini zayıflatan diğer eksiklikler olarak tespit edilmiştir.

57. Son olarak olay sonrası müteveffayı bulan personelin, ayrıca delilleri muhafaza altına alan personelin, bunların yanı sıra M.K.ya ilk tıbbi müdahaleyi yapan sıhhi personel Y.E.K.nın yürütülen adli soruşturma kapsamında beyanlarına başvurularak müteveffanın olay sonrası ne şekilde bulunduğu, yaralarının ne şekilde olduğu, tüfeğinin nerede durduğu, müteveffanın ne şekilde ateş etmiş olabileceğinin tespiti amacıyla müteveffa ile tüfeğin duruş açılarının ve konumlarının nasıl olduğu, tüfeğinin sıcak olup olmadığı gibi olayın gerçekleşme şartlarını netleştirmeye yarayacak ayrıntıların tespit edilmemesi de etkili soruşturma yürütülmesini zedeleyen eksikliklerdir.

58. Müteveffanın olay tarihinde hangi nedenle tek başına nöbet tuttuğu, olay günü veya öncesinde Komutanlıktaki herhangi bir personelle herhangi bir sorun yaşayıp yaşamadığı hususlarının da ayrıntılı tanık beyanlarıyla netleştirilmesi gerektiği gözden kaçırılmaması gereken bir husustur.

59. Bu itibarla ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti ve varsa ölüm olayının sorumlularının belirlenmesi için Başsavcılık tarafından gerekli tüm delillerin toplanmış olduğu, dolayısıyla da kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanılmak suretiyle sonuca ulaşılarak verildiği söylenemez. Somut başvuruya konu soruşturma bütün hâlinde ele alındığında ölüm olayının tüm yönlerinin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

60. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

62. Başvurucu ihlalin tespiti ve yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunmuştur.

63. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

64. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

65. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet Başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

66. İncelenen başvuruda etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığı işlemlerinden/kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

67. Bu durumda yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

68. Başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından yaşam hakkının usul yönünün ihlal edilmesiyle ilgili olarak tazminata hükmedilmemiştir.

69. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No:2018/2592) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/3/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FATIM GARAN VE SÜLEYMAN GARAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/1603)

 

Karar Tarihi: 16/3/2023

R.G. Tarih ve Sayı:20/4/2023 - 32169

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucular

:

1. Fatım GARAN

 

 

2. Süleyman GARAN

Başvurucular Vekili

:

Av. Adar ADIBELLİ

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak meydana gelen ölüm nedeniyle etkili soruşturma yürütülmediği iddiasına ilişkindir.

2. Başvurucuların müşterek çocukları B.G. (doğum yılı 2003) Cizre'de uygulanan sokağa çıkma yasakları sırasında 6/1/2016 tarihinde, Cudi Mahallesi'ndeki bir sokakta başına isabet eden ateşli silah mermi çekirdeğiyle yaralanmış, götürüldüğü Cizre Devlet Hastanesinde hayatını kaybetmiştir.

3. Olay Yeri İnceleme ekipleri tarafından Cizre Devlet Hastanesinde maktulün svap izleri alınmış, 17/3/2016 tarihinde olay yeri incelemesi yapılmıştır. Olay yeri incelemesi sırasında başvurucuların yakınının vurulma yeri tespit edilerek krokilendirilmiş, başkaca bir delile rastlanmamıştır.

4. Ölüm olayına ilişkin başlatılan soruşturmada alınan otopsi raporundan başvurucuların yakınının ölümünün başına uzak mesafeden isabet eden bir adet ateşli silah mermi çekirdeğiyle yaralanması neticesinde yüz ve kafatası kırıkları ile beyin doku hasarı ve beyin kanamasına bağlı olarak gerçekleştiği, cesetten silah mermi çekirdeği veya parçası elde edilemediği anlaşılmıştır.

5. Kolluk görevlileri, müşteki ve bilgi sahibi sıfatıyla müteveffanın kardeşleri ile başvurucu anne ve babanın beyanlarını almıştır. Bu kişiler olay anında müteveffanın yanında değildir. Annesi ve kardeşleri müteveffanın kim tarafından vurulduğunu bilmediklerini beyan etmiştir. Yine kolluk görevlileri; başvurucu babanın beyanında, kızını vuran bölücü terör örgütü mensuplarının tespit edilmesi hâlinde bu kişilerden şikâyetçi olduğunu ifade ettiğini tutanak altına almıştır. Ayrıca vurulma anında olay yerinde bulunan amca ile yengenin beyanları alınmıştır. Amca ve yenge beyanlarında, evden çıktıktan sonra göremedikleri bir yerden üzerilerine yaklaşık yirmi el ateş edildiğini, B.G.nin kim tarafından vurulduğunu görmediklerini, çocuk vurulduktan sonra yüzü poşu ile kapalı birinin gelip "Cenazeyi taziye evine götürelim." dediğini ancak buna izin vermediklerini belirtmiştir.

6. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığı, faillerin araştırılarak tespit edilmesi için kolluk birimlerine yazı yazmıştır. Gelen cevabi yazıda; olay yerini gören kamuya/özel kişiye ait kamera sisteminin bulunmaması, fail/faillerin tespitini yapabilecek herhangi bir tanığın olmaması sebebiyle fail ya da faillerin kimlik bilgilerinin tespit edilemediği belirtilmiştir. Bunun üzerine Başsavcılık 24/4/2017 tarihinde aynı gerekçeyle dosyanın daimî arama kapsamına alınmasına karar vermiştir.

7. Başvurucular 8/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2023 yılının Ocak ayında müteveffanın vurulduğu zaman yanında olan yengesi ile kuzeninin beyanının alınması için talimat yazıldığı ve bu kapsamda anılan kişilerin savcılık tarafından beyanının alındığı görülmüştür. Ölenin vurulma anında yanında olan kuzeni beyanında ateş edenlerin yüzlerinin kapalı olduğunu, yalnızca gözlerinin göründüğünü söylemiştir. Ölenin yengesi ise şehri terk etmek için evden ayrıldıklarını, sokakta kalabalık grupların bulunduğunu, 15-20 kişilik bir grubun içinden dört kişinin kendilerine doğru ateş ettiğini, bu kişilerin yüzlerinin poşu ile sarılı olduğunu, yalnızca gözlerinin göründüğünü ifade etmiştir.

8. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

9. Başvurucular müşterek çocuklarının nereden ve kim tarafından atıldığı belli olmayan bir kurşunla hayatını kaybettiğini, olayın fail ya da faillerinin tespit edilmediğini, soruşturmada bir gelişme olmadığını belirterek yaşam hakkına ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünü bildirmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

10. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

11. Şüpheli bir ölüm olayında soruşturma makamlarının hızla harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek bütün delilleri tespit etmeleri, soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi gerekmektedir (Ahmet Ataman, B. No: 2019/7441, 13/9/2022, §§ 50-58). Suç faillerinin kimliklerinin tespit edilerek olayın soruşturulması görevi soruşturma makamına ait olup bu konuda makul süreler içinde gerekli adımlar atılmaksızın daimî arama kararı vermek suretiyle suç faillerinin kimliklerinin tespit edilmesi görevinin ifasının kolluk biriminin inisiyatifine bırakılması etkili soruşturma yükümlülüğüyle bağdaşmamaktadır (Salih Kılıç, B. No: 2013/5330, 21/1/2016, § 86).

12. Somut olayda başvurucuların müşterek çocukları 2016 yılında Cizre ilçesi Cudi Mahallesi'nde sokakta başına isabet eden bir adet ateşli silah mermisiyle yaralanarak hayatını kaybetmiştir. Yürütülen soruşturmada otopsi raporu alındıktan sonra faillerin tespit edilmesi için kolluk birimlerine yazı yazıldığı, kolluk birimlerinden gelen faillerin tespit edilemediği yönündeki cevap üzerine 2017 yılında daimî arama kararı alındığı, bu tarihten sonra 2023 yılının Ocak ayına kadar dosyada herhangi gelişme yaşanmadığı görülmüştür. Dosya kapsamında alınan beyanların tamamı -2023 yılında alınan tanık beyanlarına kadar- kolluk birimlerince olay günü hastanede ya da daha sonra kolluk merkezinde alınan beyanlardır. Suç faillerinin kimliklerinin tespit edilerek olayın soruşturulması görevinin gerek delillerin toplanması aşamasında gerek henüz tüm delillerin toplanmadığı bir aşamada daimî arama kararı verilmek suretiyle kolluk birimlerinin inisiyatifine bırakıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra 2023 yılında alınan ifadelerin soruşturmada ilerleme sağlanması açısından faydalı olabileceği değerlendirilmekte ise de tanıklarının ifadelerinin savcılık tarafından alınmasının olay tarihinin üzerinden geçen yedi yılın sonunda gerçekleştiği de gözönünde bulundurulduğunda soruşturmanın makul bir sürat ve özenle sürdürüldüğü sonucunaulaşılamayacaktır.

13. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

III. GİDERİM

14. Başvurucular; 1.000.000 TL manevi, 500.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

15. Soruşturma dosyası açık olduğundan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmasına karar verilmesine gerek olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

16. İhlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvuruculara manevi zararları karşılığında net 120.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

17. Başvurucular, maddi zarara ilişkin olarak bilgi/belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara net 120.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.