Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’na (İstanbul Protokolü) göre devletlerin, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda dahi işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların etkili olduğunun kabul edilebilmesi için soruşturma makamlarının, şikâyeti öğrenir öğrenmez veya şikâyet açıklığa kavuşturulur kavuşturulmaz soruşturma başlatması gerekmektedir.

Soruşturmanın; bir usul işlemi olan soruşturma defterine kaydedilmesinin yanı sıra derhâl soruşturma işlemlerine girişilmek suretiyle fiilen de başlatılması gerekmektedir. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir.

İlgili Kararlar:

♦ (Turan Günana (5), B. No: 2013/5545, 15/12/2015)  
♦ (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015)  

♦ (Salih Kılıç, B. No: 2013/5330, 21/1/2016)
♦ (Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016)

♦ (Utku Kalı (2), B. No: 2014/1358, 12/1/2017)
♦ (Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017)

♦ (Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019)  
♦ (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019)

♦ (Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019)  
♦ (Betül Öztürk Gülhan ve Sıla Koç, B. No: 2016/12937, 10/12/2019)

♦ (Akın Can, B. No: 2016/13469, 10/6/2020) 
♦ (Gökhan Gündüz (3), B. No: 2017/32051, 3/11/2020)

♦ (Eyüp Toy ve Saadet Toy, B. No: 2017/34841, 10/2/2021)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TURAN GÜNANA BAŞVURUSU (5)

(Başvuru Numarası: 2013/5545)

 

Karar Tarihi: 15/12/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 11/2/2016-29621

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Alparslan ALTAN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Turan GÜNANA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Kocaeli (2) No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu (Ceza İnfaz Kurumu) mahkûm kabul bölümünde Kurum personeli tarafından çıplak kalacak şekilde soyulmak ve üç gün süreyle havalandırması olmayan bir yerde tutulmak suretiyle darp ve işkenceye maruz kalındığı, buna ilişkin şikâyetlerin etkili bir şekilde soruşturulmadığı, ayrıca çıplak aramanın ilgili mevzuata aykırı olarak rutin bir uygulama hâlini aldığı, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 28/6/2013 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlık, yazılı görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 20/7/2015 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, süresi içinde Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Tekirdağ (1) No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktayken 21/12/2012 tarihinde, sevk edildiği Kocaeli (2) No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna, ilgili kolluk görevlileri tarafından yanında bulunan diğer tutuklu veya hükümlülerle birlikte teslim edilmiştir.

9. Nakil sonrası Ceza İnfaz Kurumuna kabul aşamasında 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile kabul edilen ve 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (Ceza İnfaz Tüzüğü) 46. maddesi gereğince önce üst kıyafetleri çıkarılarak ve üst kıyafetleri giyildikten sonra alt kıyafetleri çıkarılarak üst araması yapılacağını başvurucu ile diğer tutuklu ve hükümlülere ilgili infaz koruma memurları bildirmiştir.

10. Başvurucu ile diğer tutuklu ve hükümlülerden H.Ö. ve C.A., insan onuruna ve ahlakına aykırı olduğunu ve ilgili yerlere şikâyet edeceklerini beyan ederek bu şekilde arama yapılmasını kabul etmediklerini ifade etmişlerdir. Bunun üzerine infaz koruma memurları, başvurucu ve belirtilen kişilere kıyafetlerini çıkarmaları, aksi takdirde zor kullanacakları uyarısında bulunmuştur.

11. Başvurucu ve belirtilen diğer iki kişinin uyarıları dikkate almayarak kıyafetlerini çıkarmamakta ısrar etmesi üzerine infaz koruma memurları tarafından zor kullanılarak kıyafetleri çıkarılmak suretiyle arama işlemleri tamamlanmıştır.

12. Meydana gelen olayın özetlendiği 21/12/2012 tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

“21.12.2012 Cuma günü Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, kurumumuza sevk edilen PKK terör örgütü tutukluları Mahkum Kabul biriminde jandarma görevlilerinden teslim alınmıştır. Daha sonra … Tüzüğün 46. maddesine göre üst ve eşya aramasına başlanmıştır. Tutukluların ceza infaz kurumuna girmesinde sakınca bulunan eşya veya malzemelerin üzerinde bulunup bulunmadığını tespit etmek amacı ile yapılacak üst araması için tutuklular teker teker arama işleminin yapılacağı odaya alınmışlardır. İnfaz ve Koruma Memur…ları kendilerine önce üst bölgelerindeki kıyafetleri çıkartmalarını; üst bölümün araması sona erdikten sonra alt bölgelerdeki kıyafetlerini çıkartmak suretiyle arama işleminin yapılacağını söylemeleri üzerine, tutuklulardan H… Ö…, C… A… ve Turan GÜNANA aramaya karşı çıkmışlardır. Bu şekilde aramaya karşı olduklarını ve şikayet edeceklerini beyan etmişlerdir. Bu durum üzerine görevli personel, üzerlerindeki kıyafetleri çıkartmalarını aksi takdirde zorla çıkartılacağı(n)ı tutuklulara açıklamış fakat yapılan uyarılara rağmen üzerlerindeki kıyafetleri çıkartmayarak aramaya karşı gelen tutukluların üst aramaları Tüzüğün 46. maddesinin 2. fıkrasına göre Kurum 1. Müdürü A… K…’nın bilgisi dahilinde zor kullanma yetkisini kullanarak görevli personelce yapılmıştır. Bu esnada tutuklular ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek. Baskılar bizi yıldıramaz.’ diye slogan atmışlardır. Arama esnasında hiçbir şekilde darp ve şiddet uygulanmamıştır. Tutuklular elbiselerinin çıkartıldığı sırada direnerek personele el kol hareketleriyle mukavemet göstermiş, aktif ve pasif direnmede bulunmuşlardır. Aramaları bitirildikten sonra … geçici koğuşa alınmışlardır.”

1. Başvurucu Hakkında Yürütülen 2013/143 Sayılı Soruşturma

13. Ceza İnfaz Kurumu tarafından başvurucu ve çıplak arama işlemine direnen diğer iki tutuklu/hükümlü hakkında 18/1/2013 tarihli ve 2013/547 sayılı yazı ile “görevi yaptırmamak için direnme” suçunu işledikleri gerekçesiyle suç duyurusunda bulunulmuştur. Yazı ekinde, olaya ilişkin tutanak (bkz. § 12) ve kamera görüntülerinin kaydedildiği kompakt disk (CD) sunulmuştur. Anılan yazıda “adı geçenlerin üst aramasında kişinin mahremiyeti esasına göre odada kamera bulundurulmaması sebebi ile eylemleri gösterir kamera görüntülerinin mev(c)ut olmadığı” da bildirilmiştir.

14. Anılan suç duyurusu üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu ve diğer kişiler hakkında 24/1/2013 tarihinde soruşturma başlatılmıştır.

15. Soruşturma kapsamında Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/1/2013 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna yazılan yazı ile haklarında soruşturma yürütülen başvurucu ile H.Ö. ve C.A.nın Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmeleri, ayrıca 21/12/2012 tarihli tutanakta imzaları bulunan görevlilerin isimlerinin verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatlarının sağlanması istenmiştir.

16. Diğer yandan Ceza İnfaz Kurumu tarafından sunulan kamera görüntülerinin incelenmesi için Kandıra İlçe Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şubesinde görevli polis memuru olan A.K. 29/1/2013 tarihinde bilirkişi olarak görevlendirilmiştir.

17. Bilirkişi A.K. tarafından düzenlenen 4/2/2013 tarihli bilirkişi raporunda, tutanakla tespit edilen olaya ilişkin doğrudan bir görüntüye rastlanmadığı tespit edilmiştir. Anılan raporun sonuç kısmı şöyledir:

“… [G]üvenlik kamerası görüntüsünün ceza evi içerisini göstermekte olduğu, infaz koruma memurları ve jandarma görevlilerinin tutuklu olduğu düşünülen şahısları götürüp getirdiği, şahısların üzerlerini el yordamı ile kontrol etmek sureti ile aradıkları, görevlilerin, tutuklu oldukları düşünülen şahısların üzerindeki elbiseleri çıkararak arama yapma, darp etme vb. olayların yaşanmadığı, görevlilerin görevlerini nizami bir şekilde yaptıkları, tutuklu oldukları düşünülen şahısların da görevlilere karşı herhangi bir şekilde mukavemette bulunmadıkları izlenen görüntülerden anlaşılmıştır. [L]akin tutuklu oldukları düşünülen şahısların görevlilerce zaman zaman farklı odalara alındıkları ve akabinde görevlilerin de odaya girdiği görülmüş, oda içerisinde yaşananlara ait görüntüler olmadığından inceleme yapılamamıştır.

…”

18. Soruşturma kapsamında 21/12/2012 tarihli tutanakta imzaları bulunan infaz koruma memurlarının şikâyetçi sıfatıyla bilinmeyen bir tarihte Cumhuriyet Başsavcısı tarafından ifadeleri alınmıştır. İnfaz koruma memurları Y.V., S.G., F.A., M.V. ve A.S.nin mağdur sıfatıyla alınan ve birbirinin aynı olan ifadeleri şöyledir:

“… Tutanak altındaki imza bana aittir. Şüpheliler kuruma girişte arama yaptırmak istemediler. Arama yaptırma…k için müsaade etmediler. Biz de [T]üzüğün 46. maddesinin 3. fıkrasına dayanarak kendilerini aradık. Bu şahısların bize karşı herhangi bir tehdidi, bize karşı herhangi bir cebir[leri] olmadı. Sadece slogan attılar. Şikayetçi değilim. …”

19. İnfaz koruma memuru V.S.nin Cumhuriyet Başsavcısı tarafından alınan 13/2/2013 tarihli ifadesi şöyledir:

“… Tutanak altındaki imza bana aittir. Şüpheliler kuruma girişte üzerlerini aratmak istemediler. Biz de aramak isteyince aratmamak için direndiler. El kol hareketleriyle aramamıza müsa[a]de etmediler ve slogan attılar. Biz de [T]üzüğü[n] 46. maddesi gereği şüphelileri aradık. Ancak herhangi bir tehditleri olmadı. Şüphelilerden şikayetçi değilim …”

20. İnfaz koruma memuru Y.Y.nin Cumhuriyet Başsavcısı tarafından alınan 15/2/2013 tarihli ifadesi şöyledir:

“… Ben şüphelileri cezaevine girişte teslim alarak aramaları için evrakları ile birlikte görevli memura teslim ettim. Diğer görevli arkadaşlarla aralarında ne geçtiğini bilmiyorum. Kamerada göründüğüm için tutanağa imza attım. Olay anında şüphelilerin cebir ve tehdidine maruz kalmadım. Şikayetim yoktur. …”

21. Diğer yandan başvurucu ile şüpheli konumunda olan tutuklu ve hükümlülerden C.A.nın şikâyeti üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılmış olan 2013/279 sayılı soruşturma, 21/2/2013 tarihli kararla mevcut soruşturma (2013/143) ile birleştirilmiştir.

22. Yürütülen soruşturma sonunda Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığının 5/3/2013 tarihli ve S.2013/143, K.2013/275 sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Karara konu olan suçlar, infaz koruma memurları V.S., Y.Y., Y.V., S.G., F.A., M.V. ve A.S. için “görevi kötüye kullanma”; başvurucu, C.A. ve H.Ö. için “görevi yaptırmamak için direnme” olarak ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…

1- … [C]eza infaz kurumuna 21/12/2012 tarihinde C… A…, Turan Günana ve H… Ö…’in sevk geldikleri, eşyalarının arandığı ve üst aramasının yapıldığı sırada tutuklular C… A…, Turan Günana ve H… Ö…’in aramaya direnme gösterdikleri, slogan eşliğinde kurum görevli personeline mukavemette bulundukları aktif ve pasif şekilde direnme gösterdikleri,

2- İnfaz koruma memurlarının da olaya müdahale ettikleri, görevli personelin zorla çıplak arama yapmak sureti ile görevlerini kötüye kullandıkları yönünde iddialarla ilgili yürütülen soruşturmada;

Tahkikat sonucunda, toplanan delil, bilgi ve belgelerden, olay gününe ait kamera kayıtlarının incelenmesinden, müşteki şüphelilerin alınan beyanlarından

1- [K]urum görevlilerine karşı görevi yaptırmamak için direnme suçu ile ilgili olarak, şüphelilerin yüklenen suçu işlediğini gösterir, dava açmaya yeter kanıt ve emare bulunmadığı gibi müşteki anlatımları ve olay tutanağının içeriğine göre suçun unsurlarının oluşmadığı,

2- [K]uruma yeni gelen tutuklu müşteki şüphelilerin üst aramasının CGTİK uygulamasına dair [T]üzüğün 46. maddesi gereği yapıldığı, eylemin kanun hükmünü ifa olduğu bu hali ile eylemin suç olmadığı anlaşılmakla;

Yüklenen suçlardan müşteki şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

…”

23. Bu karar başvurucuya 29/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

24. Anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı müşteki şüpheli C.A. itiraz yoluna başvurmuştur.

25. İtiraz mercii olan Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 4/6/2013 tarihli ve 2013/695 Değişik İş sayılı kararında “[t]akipsizlik kararının dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğu” gerekçesiyle adı geçen kişinin itirazının reddine karar verilmiştir.

2. Başvurucunun Şikâyeti Üzerine İnfaz Koruma Memurları Hakkında Yürütülen 2013/278 Sayılı Soruşturma

26. Başvurucu 26/12/2012 tarihli dilekçesiyle 21/12/2012 tarihinde sevk olarak geldiği Kocaeli (2) No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumunda çıplak olarak üst araması yapılmak istenmesine karşı çıkması üzerine görevliler tarafından zorla elbiselerinin çıkarılarak darbedildiği iddiası ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“21/12/2012 tarihinde … şu an tutuklu olarak bulunduğum Kocaeli 2 Nolu F Tipi Hapishanesine getirildim. Aynı gün akşam 16:30 saatleri civarında tutuklu kabul bölümünde … çıplak üst araması dayatıldı. Elbise ve çamaşırlarımı kendi isteğim ile çıkarmamam halinde zor kullanılacağı ifade edildi. Ben de çıplak aramanın insanlık onuruna bir saldırı olduğunu ve kabul etmeyeceğimi belirtip, üzerimin normal-giyinikken aranmasını talep ettim. Bunun üzerine tutuklu kabul bölümünde bulunan gardiyanlar tarafından yere düşürülüp, iradem dışında elbiselerim çıkarılmaya çalışıldı. ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek’ sloganı atmaya başlamam üzerine, orada bulunan bir gardiyanın ağzımı ve burnumu kapatıp nefes alamayacak hale getirmesi uygulamasına maruz kaldım. Hem ellerim, hem ayaklarım başka gardiyanlarca tutulup, üzerine oturulması nedeniyle tamamen hareketsiz kalmıştım. Eliyle ağzımı kapatan gardiyan, nefes almakta zorluk çektiğimi fark edince elini kaldırdı. Tekrardan slogan atmaya başlamam üzerine bir gardiyan iki eliyle boğazımı sıkıp, kafamı zemine çarpmak suretiyle, diğer gardiyan ise tekrardan ağzımı kapatmak suretiyle beni darp ettiler. Hem kafamın zemine çarpması nedeniyle kafamda iki yerde şişme ve morarma hem boğazımda morarma hem de burnumun sol yanında tırnak batması nedeniyle yara oluştu. Bu esnada çırpınmamdan kaynaklı ayaklarımdan ve kollarımdan tutup, ayaklarıma oturan gardiyanların kimi … neticesinde ayak ve kollarımda morarma oluştu. Halen de bu izler mevcuttur.

Ayrıca çıplak aramayı kabul etmediğimden 24/12/2012 tarihine kadar, havalandırması olmayan bir hücrede bekletildim. Havalandırma hakkımdan yararlanamadım.

Sonuç olarak, görevini kötüye kullanan, işkencede bulunan (fiziki ve manevi olarak), görevini ihmal eden [h]apishane amir ve memurlarından şikayetçiyim. Gerekli cezai işlemlerin başlatılmasını talep ediyorum.

…”

27. Başvurucunun şikâyet dilekçesi, Ceza İnfaz Kurumunun idari yönden bağlı olduğu Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına aynı tarihli (26/12/2012) ve 2012/9151 sayılı üst yazı ile UYAP doküman yönetim sistemi üzerinden iletilmiştir.

28. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun şikâyet dilekçesi 10/1/2013 tarihinde soruşturmaya kaydedilmiş ve oluşturulan soruşturma dosyası 11/1/2013 tarihli yetkisizlik kararı ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

29. Yetkisizlik kararı ekindeki soruşturma dosyası, Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma defterinin 2013/278 sayılı sırasına 25/1/2013 tarihinde kaydedilmiştir.

30. Soruşturma kapsamında Cumhuriyet Savcısı, 20/2/2013 tarihli ve 2013/278 sayılı yazı ile Ceza İnfaz Kurumundan başvurucunun “kuruma getirildiği gün nasıl arandığı hususunda … bilgi” verilmesini istemiştir.

31. Anılan yazıya cevap olarak sunulan Ceza İnfaz Kurumunun 28/2/2013 tarihli ve Muh.2013/300 sayılı yazısı şöyledir:

“…

Tutuklu Turan GÜNANA, ceza infaz kurumumuza sevk olarak geldiği 21/12/2012 tarihinde kurumumuz mahkum kabul birimince kabul işlemleri yapılmış, kuruma ilk kabulü olması nedeni ile … Tüzüğün 46. maddesine göre önce üst kısımlarının araması yapılmış, üst kısımları giyildikten sonra kıyafetlerinin alt kısımlarının araması yapılmıştır. Kuruma ilk kabulü olması sebe[b]i ile üzerinde ceza infaz kurumuna sokulması yasak herhangi bir şeyin olup olmadığı veya vücudunda herhangi bir iz olup olmadığı kontrolü açısından yapılması gereken bu üst aramaya tutuklu karşı çıkmış; belirtilen tüzük doğrultusunda görevli personellerce kıyafetleri çıkartılarak herhangi bir darp veya cebir uygulanmadan üst aramaları yapılmıştır.

…”

32. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığının 26/3/2013 tarihli ve S.2013/278, K.2013/358 sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararda şüpheli kamu görevlileri “KOCAELİ 2 NO.LU F TİPİ CİK PERSONELİ” şeklinde ifade edilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“... [M]üşteki Turan Günana 26/12/2012 tarihli dilekçesinde; 21/12/2012 günü sevk olarak geldiği Kocaeli 2 Nolu F Tipi Cezaevinde çıplak olarak üst aramasının yapılmak iste(n)diğini, karşı çıkması üzerine görevliler tarafından zor kullanılarak elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiğini, üst aramasına karşı çıkması nedeniyle de 24/12/2012 gününe kadar havalandırması olmayan bir hücrede tutulduğunu iddia ederek şikayetçi olmuş ise de;

Müştekinin soyut beyanları dışında Ceza İnfaz Kurumu Personeli hakkında ceza yargılamasını gerektirecek somut delil olmadığı, müştekinin darp-cebir raporunun bulunmadığı, cezaevinin 28/02/2013 tarihli cevabi yazısında aramasının usulüne uygun yapıldığının belirtildiği anlaşılmıştır.

...”

33. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucunun itiraz dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

“… Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına yapmış olduğum şikayet[t]e ‘…’ denilerek … sözlü beyanlarıma, rapor (darp-cebir) alıp almadığıma, şayet almadıysam bunun nedenine ya da hastaneye sevkimin gerekip gerekmediğine bile ihtiyaç duyulmadan karara gitmiş, dilekçemdeki iddialarım kovuşturulmamıştır, incelenmemiştir.

Çıplak aramaya tabi tutulduğum inkar edilmemektedir. Çıplak arama yapmak her ne kadar … Tüzüğün 46. maddesine dayanılarak yapılmaktaysa da, bu uygulama meşru değildir, ahlaki değildir. [K]aldı ki ‘… Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı…’ şeklinde hüküm getirilmiştir. Oysaki bu uygulama … rutin bir uygulamaya dönüştürülmüştür.

Darp edildiğime dair kurum doktoru kısmi bir muayene yapmış ve kimi ilaç ve kremler vermiştir. Ancak tutulan rapor yüzeysel olduğu için, yeterli muayene edilmediğim için imzadan imtina ettim. Yani yüzeysel de olsa bir rapor tutulmuştur. [A]ncak savcılık gerekli soruşturmayı yürütmediğinden bu bilgilere ulaşmamış, talep etmemiştir. Hastaneden rapor alınıp alınmamasının, tedaviye ihtiyaç olup olmadığını soruşturmamıştır. Vücudumun bir çok yerinde oluşan morarmalar ve şişlikler yaklaşık iki hafta sürmüştür. Boynumda oluşan zedelenme halen de sürmektedir.

Savcılığın ifade ettiği gibi iddialar soyut değildir. Şayet kamera kayıtları tümüyle izlenirse nasıl yerlerde sürüklenip darp edildiğim, … hiçbir neden yokken soyulup çıplak aramaya tabi tutulduğum, darp izlerimin kurum doktoru tarafından yetersiz de olsa rapora geçirildiği, şu anda hastaneye sevk edilmem durumunda darp emarelerinin rapor edileceği görülecektir.

…”

34. İtiraz mercii olan Sakarya 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/6/2013 tarihli ve 2013/685 Değişik İş sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın “[s]oruşturma evrakı içeriğine karardaki gerekçeye göre usul ve yasaya uygun” olduğu gerekçesine yer verilerek başvurucunun itirazının reddine karar verilmiştir.

35. Karar, başvurucuya 13/6/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

36. Başvurucu 28/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İhbar ve şikâyet” kenar başlıklı 158. maddesi şöyledir:

“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.

(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.

…”

38. 5271 sayılı Kanun’un “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”

39. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.

…”

40. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesi (soruşturma sürecinin devam ettiği dönemde yürürlükte olduğu hâliyle) şöyledir:

“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.

(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.

...”

41. Ceza İnfaz Tüzüğü’nün “Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım” kenar başlıklı 46. maddesi şöyledir:

“…

(2) Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir.

a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlal etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir,

b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır,

c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir,

d) Çıplak olarak arama, mümkün olan en kısa süre içinde bitirilir.

(3) Beden ve üst aramaları aynı cinsiyetten güvenlik ve gözetim görevlileri tarafından yapılır.

(9) Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır.”

42. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü dönemde yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve (8) No.lu Genelge’nin ilgili kısımları şöyledir:

“…

2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,

…”

2. Uluslararası Hukuk

43. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasının uygun bulunduğuna dair 3441 sayılı Kanun, 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:

“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.”

44. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 9/12/1988 tarihli ve 43/173 sayılı kararıyla kabul edilmiş olan “Herhangi Bir Biçimde Tutulan veya Hapsedilen Kişilerin Korunması İçin Prensipler Bütünü”nün (Prensipler Bütünü) “İşkence yasağı” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“Her hangi bir biçimde tutulan veya hapsedilen bir kimse, işkenceye veya zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz.

* ‘Zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza’ deyimi, tutulmuş veya hapsedilmiş bir kimseyi geçici veya sürekli olarak her hangi bir doğal duyumunu kullanmaktan veya bulunduğu yer ve zamanın farkında olmaktan yoksun bırakma da dahil, fiziksel veya ruhsal bütün istismar edilme hallerine karşı mümkün olan en geniş ölçüde koruyacak bir biçimde yorumlanır.

* Hiç bir durum, işkenceyi veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezayı haklı göstermek için ileri sürülemez.”

45. Prensipler Bütünü’nün “Kuralların ihlalini cezalandırma ve ihlalleri ihbar ödevi” kenar başlıklı 7. maddesi şöyledir:

“1. Devletler, bu prensiplerde yer alan haklara ve ödevlere aykırı bütün fiilleri hukuken yasaklar; bu tür eylemleri gerekli yaptırımlara başlar ve bu tür eylemler hakkında yapılan şikayetler konusunda tarafsız soruşturmalar yapar.

2. Bu Prensipler Bütününün ihlal edildiğine veya ihlal edilmek üzere olduğuna inanmak için sebepleri bulunan kamu görevlileri, konuyu üst makamlara veya gerektiği takdirde konuyu incelemeye veya hukuki yoldan çözüm getirmeye [yetkili] makamlara veya organlara bildirir.

3. Bu Prensipler Bütününün ihlal edildiğine veya ihlal edilmek üzere olduğuna inanmak için sebepleri bulunan her hangi bir kimse, olaya karışan kamu görevlilerin üst makamlarından başka, konuyu incelemeye veya hukuki yoldan çözmeye yetkili diğer makam veya organlara bildirme hakkına sahiptir.”

46. Prensipler Bütünü’nün “Kötü muameleyi şikayet hakkı” kenar başlıklı 33. maddesi şöyledir:

“1. Tutulan veya hapsedilen bir kimse veya avukatı, kendisine yapılan muamele hakkında ve özellikle maruz kaldığı işkence veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muameleler konusunda, tutma yeri veya hapishaneden sorumlu makama ve daha yüksek bir makama ve gerekirse denetleme ve hukuki çözüm getirme yetkisine sahip makama şikayette ve talepte bulunma hakkına sahiptir.

2. Tutulan veya hapsedilen kimsenin veya avukatın bu prensibin 1. fıkrasında belirtilen hakları kullanma imkanı bulunmuyorsa, tutulan veya hapsedilen kimsenin ailesinin bir üyesi veya bu durum hakkında bilgisi olan her hangi bir kimse yukarıda belirtilen hakları kullanabilir.

3. Şikayet edenin talebi halinde, yapılan şikayet veya taleple ilgili gizlilik korunur.

4. Her bir talep veya şikayet hemen ele alınıp incelenir ve gereksiz gecikmeye meydan vermeksizin cevaplanır. Eğer talep veya şikayet reddedilirse veya aşırı bir gecikme varsa, şikayetçi durumu yargısal veya diğer bir makam önüne getirebilir. Tutulan ve hapsedilen kimse veya bu prensibin birinci fıkrasında belirtilen şikayetçiler bir talepte veya şikayette bulunmaktan ötürü zarara maruz bırakılamazlar.”

47. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

48. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 15/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 28/6/2013 tarihli ve 2013/5545 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu; hükümlü olarak sevk edildiği Ceza İnfaz Kurumunun mahkûm kabul bölümünde kurum personeli tarafından çıplak kalacak şekilde üst aramasının yapılmak istendiğini, karşı çıkması üzerine görevlilerin “üzerine çullanarak” yere yatırıp kendisini darbetmek suretiyle kıyafetlerinden tecrit ettiklerini, direnme eylemi nedeniyle arama sonrasında havalandırması olmayan bir yerde üç gün kapalı tutulduğunu, anılan işlemler nedeniyle şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında ifadesinin alınmadığını, yetersiz de olsa Kurum Tabipliğince düzenlenen raporun temin edilmediğini, böyle bir rapor olup olmadığının araştırılmadığını, yeni bir rapor alınması için girişimde bulunulmadığını, şikâyetçi olduğu Kurum tarafından sunulan bilgiler esas alınarak etkili bir soruşturma yürütülmeksizin kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, bu karara karşı yaptığı itirazın da reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; tazminat talebinde bulunmuştur.

51. Başvurucu, hakkında icra edilen çıplak arama işleminin insan onuruna aykırı ve bir işkence biçimi olduğunu, bu işleme dayanak olarak Ceza İnfaz Tüzüğü’nün 46. maddesinin gösterildiğini ancak bu hükmün gerekli hâllerde (makul ve ciddi emarelerin varlığı ve en üst kurum amirinin gerekli görmesi hâlinde) uygulanabileceğini ancak hükmün Ceza İnfaz Kurumuna yeni gelen her tutuklu veya hükümlüye istisnasız olarak uygulanmakta olduğunu, rutin hâle gelen bu uygulamanın insan onuruna aykırı ve işkence niteliğinde olduğunu, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Somut başvuru bakımından başvurucunun, hakkında icra edilen çıplak arama işleminin orantısız güç kullanılarak yapıldığı ve belirtilen arama işlemine direnmesi nedeniyle havalandırması olmayan bir yerde üç gün tutulduğu iddialarının sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi, devletin etkili soruşturma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirip getirmediğinin tespitine bağlıdır. Bu nedenle başvurucunun belirtilen iddialarının, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altında alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu yönünden incelenmesi gerekli ve yeterli görülmüştür.

53. Başvurucunun; İçtüzüğe aykırı olmasına rağmen tutuklu ve hükümlülerin çıplak şekilde aranmalarının Ceza İnfaz Kurumunda rutin bir uygulama hâlini aldığı, bütün tutuklu ve hükümlülere istisnasız uygulanmasının insan onuruna aykırı olduğu ve bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddiasının ise ayrıca incelenmesi gerekmektedir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

54. Ekonomik durumunun elverişsiz olduğunu beyan eden, Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu bulunan ve UYAP sistemi aracılığıyla yapılan araştırma sonucunda herhangi bir sabit gelir veya mal varlığına sahip olduğuna dair bir bilgiye ulaşılamamış olan başvurucunun, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine ulaşılmıştır. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulü gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Orantısız Güç Kullanılması ve Havalandırması Olmayan Bir Yerde Üç Gün Tutulma İddialarının Etkili Soruşturulmaması Nedeniyle Anayasa’nın 17. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının Usul Yönünden İhlal Edildiği İddiası

55. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği yönünden ayrıca görüş bildirilmemiştir.

56. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Çıplak Arama Nedeniyle Anayasa’nın 17. Maddesinin Üçüncü Fıkrasının İhlal Edildiği İddiası

57. Bakanlık görüş yazısında, başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliği yönünden ayrıca görüş bildirilmemiştir.

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru usulü” kenar başlıklı 47. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“Başvuru dilekçesinde … işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, … belirtilmesi gerekir. Başvuru dilekçesine, dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen işlem veya kararların aslı ya da örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi şarttır.”

59. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Bireysel başvuru hakkında kabul edilebilirlik kararı verilebilmesi için 45 ila 47 nci maddelerde öngörülen şartların taşınması gerekir.

(2) Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

60. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) “Bireysel başvuru formu ve ekleri” kenar başlıklı 59. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“…

(2) Başvuru formunda aşağıdaki hususlar yer alır:

d) Bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamalar.

e) Başvurucunun güncel ve kişisel bir temel hakkının doğrudan zedelendiği iddiasının dayanakları.

…”

61. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3) numaralı, 48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 59. maddesinin ilgili fıkraları uyarınca başvurucunun; başvuru konusu olaylara ilişkin iddialarını açıklama, dayanılan Anayasa hükmünün ihlal edildiğine dair hukuki iddialarını kanıtlama, bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği ve buna ilişkin gerekçeleri ve delilleri sunma yükümlülüğü bulunmaktadır (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 38; Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

62. Belirtilen koşullar yerine getirilmediği takdirde başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesince kabul edilemez olduğuna karar verilebilir.

63. Başvurucu, hakkında icra edilen çıplak arama işleminin insan onuruna aykırı bir işkence biçimi olduğunu, bu işleme dayanak olarak Ceza İnfaz Tüzüğü’nün 46. maddesinin gösterildiğini ancak bu hükmün gerekli hallerde (makul ve ciddi emarelerin varlığı ve en üst kurum amirinin gerekli görmesi hâlinde) uygulanabileceğini ancak hükmün Ceza İnfaz Kurumuna yeni gelen her tutuklu veya hükümlüye istisnasız uygulanmakta olduğunu, rutin hâle gelen bu uygulamanın insan onuruna aykırı ve işkence niteliğinde olduğunu, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Tutuklu veya hükümlülerin cezaevinde çıplak olarak aranmaları, güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması bakımından haklı görülebilir. Ancak bu kapsamdaki bir aramanın her hâlükârda insan onuruna uygun bir şekilde ve uygun bir tarzda yapılması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Valašinas/Litvanya, B. No: 44558/98, 24/7/2001, § 117). Dolayısıyla her türlü çıplak arama işleminin insan onuruna müdahale oluşturduğu söylenemez.

65. Başvurucu ihlal iddiasını, Ceza İnfaz Tüzüğü’nün 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının uygulanmasının her bir tutuklu veya hükümlü bakımından gerekli olup olmadığına bakılmaksızın genelleştirildiği iddiasına dayandırmış olup bunun dışında maruz kaldığı uygulamanın kendi özel durumu ile uyumsuzluğu ve bunun gerekçesi konusunda bir açıklamada bulunmamıştır. Bir başka ifadeyle başvurucu, kendisi hakkında uygulanan arama işleminin icra ediliş tarzının hangi yönlerden insan onuruna aykırı olduğunu açıklamak yerine Ceza İnfaz Kurumunun genel uygulaması hakkında bilgiler vererek soyut biçimde söz konusu uygulamanın insan onuruna aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Dahası gerek başvurucunun beyanları gerekse görevlilerce düzenlenen tutanaktaki tespitler dikkate alındığında başvurucunun “çıplak arama” işlemine karşı çıkarken dahi belirtilen yöntemle arama yapılmasının kendisi açısından gerekli olmadığı hususunda bir itiraz ileri sürmediği anlaşılmaktadır. Bu nedenle ihlal iddiası ve bu iddianın temelindeki olguların ispatına ilişkin yeterli açıklamalarda bulunmayan başvurucunun iddiasını kanıtlayamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

66. Açıklanan nedenlerle başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

67. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet; bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

68. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir resmî soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).

69. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 111).

70. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

71. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

72. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

73. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

74. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında soruşturma yapılmamış olması ya da soruşturmanın yeterli olmaması da bazen tek başına kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

75. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için soruşturmanın öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

76. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usul güvencelerinin sağlanması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 118).

77. İşkence, eziyet ve kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

78. Mahkemelerin, özellikle işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmesi ve tüm araçlara başvurması gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından hemen verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamu güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüsüzlüğe olanak tanır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120).

79. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir devlet görevlisinin işkence, eziyet veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121).

b. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Başvurucu, Ceza İnfaz Kurumuna nakil olarak kabul edildiği sırada çıplak arama işlemine direnmesi nedeniyle zor kullanması sonucunda fiziksel işkenceye maruz kaldığını, ayrıca aramaya direnmesi nedeniyle üç gün boyunca havalandırması olmayan dar bir mekânda tutulduğunu, bu nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğini, diğer yandan anılan işlemler nedeniyle şikâyetçi olması üzerine başlatılan soruşturma kapsamında ifadesinin alınmadığını, yetersiz de olsa Kurum Tabipliğince düzenlenen raporun temin edilmediğini, böyle bir rapor olup olmadığının araştırılmadığını, yeni bir rapor alınması için girişimde bulunulmadığını, şikâyetçi olduğu Kurumun raporu esas alınarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

81. Bakanlık görüş yazısında, insan onuruna aykırı olarak zorla çıplak arandığını iddia eden başvurucunun Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğu, bu kapsamda ilgili personel hakkında adli soruşturma başlatıldığı, soruşturma kapsamında delillerin değerlendirilmesi sonucunda ilgili personel hakkında müsnet suçun unsurları itibarıyla oluşmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği, bu süreç neticesinde başvurucuya iddialarını ve delillerini sunma ve usule ilişkin haklardan yararlanma imkânlarının sağlandığı bildirilmiştir.

82. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde başvuru formundaki iddialarını tekrar ederek çıplak aramaya tabi tutulduğunu, odanın kısmen el kamerasıyla kaydedildiğini, ayrıca koridorda sabit kameralar olduğunu, bu şekilde ilgili amir ve memurların kimliklerinin ve bazı eylemlerinin tespit edilebileceğini, bedenindeki onlarca morarma ve şişliğe rağmen Kurum doktorunun muayene raporunu usulüne uygun tutmadığını, Cumhuriyet Savcısı ve itiraz merciine bu durumu iletmesine rağmen tekrar rapor aldırılmadığını, Bakanlık görüşünün aksine delillerini sunma ve usule ilişkin haklardan yararlanma imkânının kendisine sağlanmadığını ifade etmiştir.

83. Başvurucu, 26/12/2012 tarihli dilekçesi ile çıplak arama işlemine karşı çıkması üzerine görevlilerce zorla elbiseleri çıkartılarak darp edildiğini ve direnme eyleminden dolayı 24/12/2012 tarihine kadar havalandırması olmayan bir hücrede bekletildiğini iddia ederek Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olmuştur.

84. UYAP safahat bilgileri incelendiğinde başvurucunun 26/12/2012 tarihli dilekçesinin Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya kayıt işleminin 10/1/2013 tarihinde yapılabildiği, 11/1/2013 tarihinde yetkisizlik kararı ile soruşturma dosyasının Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, dosyanın görevli savcıya tevzi işleminin ancak 13/2/2013 tarihinde gerçekleştirilebildiği anlaşılmaktadır.

85. İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların etkili olduğunun kabul edilebilmesi için soruşturma makamlarının, şikâyeti öğrenir öğrenmez veya şikâyet açıklığa kavuşturulur kavuşturulmaz soruşturma başlatması gerekmektedir. Soruşturmanın; bir usul işlemi olan soruşturma defterine kaydedilmesinin yanı sıra derhâl soruşturma işlemlerine girişilmek suretiyle fiilen de başlatılması gerekmektedir. Somut başvuruda ise başvurucunun şikâyet dilekçesinin sadece soruşturma numarası alması on beş gün sonra gerçekleşebilmiştir. Fiilen soruşturma işlemlerine girişilmesi ise şikâyet dilekçesinin düzenlendiği tarihten itibaren kırk dokuz gün, şikâyete konu olayın gerçekleştiği tarihten elli dört gün sonra sağlanabilmiştir.

86. Diğer taraftan İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesine göre (bkz. § 47) devletlerin, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda dahi işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapma yükümlülüğü bulunmaktadır. Başvurucu ve diğer tutuklu/hükümlüler hakkında görevi yaptırmamak için direnme suçlaması ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2012/143 numaralı soruşturma (bkz. § 13 vd.) kapsamında başvurucuya yöneldiği iddia edilen eylemlerden haberdar olunmasına rağmen işkence ve kötü muamele eylemlerinin işlendiği şüphesi barındıran anılan soruşturmaya konu direnme olayı, bu yönden sorgulanmamıştır.

87. Başvurucunun 26/12/2012 tarihli şikâyet dilekçesinin 10/1/2013 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı kalemine kaydedilmesi ile başlayan soruşturma süreci yaklaşık beş ay sonra itiraz merciinin 3/6/2013 tarihli kararı ile sonuçlanmıştır. Ceza İnfaz Kurumuna yazılan ve başvurucunun “kuruma getirildiği gün nasıl arandığı” hususunun sorulduğu 20/2/2013 tarihli müzekkere haricinde başvuruya konu soruşturma sürecinin daha kısa bir sürede tamamlanmamasını haklı kılacak derecede kayda değer bir soruşturma işlemi tespit edilememiştir.

88. Diğer taraftan başvurucunun iddiaları ve Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen tutanak ve belgelere göre arama işlemine direnen başvurucuya zor kullanıldığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Zor kullanma, en hafif şeklinde dahi niteliği gereği asgari düzeyde cebir içeren bir eylemdir. Bu bağlamda kendisine görevlilerce zor kullanıldığı sabit olan başvurucunun Kuruma kabulüne ilişkin rutin muayenesini yapan doktorun, herhangi bir adli rapor düzenlememiş olması ve bu durumun soruşturma makamları tarafından hiçbir şekilde sorgulanmaması da işkence ve kötü muamele iddialarının etkili soruşturulması bakımından önemli bir eksikliktir.

89. Bunun dışında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başvuruya konu soruşturmanın devam etmekte olduğu zaman periyodunda yürürlükte olan 18/10/2011 tarihli ve (8) numaralı mülga Genelgesi’nde (bkz. § 42) insan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesine ilişkin gereklilik ifade edilmiştir. Ayrıca İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde de soruşturmayı yürütenlerin, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olması gerektiği düzenlenmiştir.

90. Cumhuriyet Savcılığı, başvurucunun şikâyetlerinin temelindeki arama işleminin yapılış şeklini açıklığa kavuşturmak amacıyla sadece Ceza İnfaz Kurumu yönetiminden bilgi istemiş; buna karşılık başvurucunun konu ile ilgili görüşlerini almamıştır. Dış dünya ile bağlantıları son derece sınırlı olarak tutulan kişilere yönelik işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların sonuçlandırılması bakımından özellikle şüpheli kamu görevlilerinin hiyerarşisine tabi oldukları idarece sunulan bilgilerin esas alınmasının kötü muamele iddialarının aydınlatılmasını ve sorumluların belirlenmesini oldukça zorlaştırılacağı açıktır. Bu durumun ise ilgili kamu görevlilerinin fiilî bir dokunulmazlıktan yararlanmalarına ve dolayısıyla kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmelerine engel olan cezai hükümlerin anlamını yitirmesine neden olması söz konusu olabilir.

91. Dahası yukarıda da belirtildiği üzere Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince olayın oluş şeklini tespit eden bir tutanak düzenlenmiş ve bu tutanağa dayanılarak görevi yaptırmamak için direnme suçunun işlendiği iddiasıyla Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuştur. Başvuruya konu soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılığı; böyle bir tutanağın varlığını araştırmak ve anılan tutanağı dosyasından veya Ceza İnfaz Kurumundan getirtmek gibi bir yola başvurmadığı gibi tutanakta imzaları bulunan infaz koruma memurları, başvurucuyu Kuruma teslim eden jandarma görevlileri, başvurucu ve diğer tutuklu ve hükümlüler, başvurucunun muayenesini yapan Kurum doktoru gibi olayın diğer potansiyel tanıklarının ifadelerinin alınması, başvurucunun güncel adli muayenesinin yaptırılması, güvenlik kamerası veya el kamerası kayıtları ile başvurucu hakkında daha önce düzenlenmiş herhangi bir doktor raporunun var olup olmadığının birinci elden araştırılması ve incelenmesi yollarına başvurmayı denememiştir.

92. Soruşturmanın etkililiğinin denetiminde önemli noktalardan biri olan soruşturmanın kamu denetimine açık ve şeffaf olmasının gereklerinden biri de mağdurların meşru menfaatlerinin korunması için soruşturma sürecine etkili katılımlarının sağlanmasıdır. Başvuruya konu soruşturma kapsamında başvurucu, şikâyet dilekçesini sunmasından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen aşamaya kadar herhangi bir şekilde Cumhuriyet Savcısı huzurunda ifade vermek üzere Ceza İnfaz Kurumundan getirtilmemiş ve ifadesi alınmamıştır. İfadesi dahi alınmayan başvurucu ayrıca ilgili idarece soruşturma dosyasına sunulan bilgilerden haberdar olup bunlara etkili bir şekilde itiraz etme imkânından da mahrum bırakılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun mağduru olduğu soruşturmanın şeffaflığına ve adalet mekanizmasının işleyişine güvenini temin edecek tedbirler alındığı söylenemez.

93. Sonuç itibarıyla başvurucunun işkence ve kötü muamele iddiaları etkili bir şekilde soruşturulmamıştır. Bu açıdan başvuruya konu soruşturma, işkence ve kötü muamele fiillerinin önlenmesi ve gerekiyorsa faillerin cezalandırılması bakımından yeterli bir etki doğurmamıştır. Dahası salt soruşturmanın etkisizliği nedeniyle şüphelilerin kovuşturulmamış olması, bu tür olaylara karışan kamu görevlilerine müsamaha ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırmakta olup bu durum işkence ve kötü muamele fiillerini gerçekleştirme temayülü olan kamu görevlilerini cesaretlendirebileceği gibi bireyleri belirtilen eylemlere karşı koruma görevi bakımından devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebilecektir.

94. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

95. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

96. Başvurucu maruz kaldığını iddia ettiği işkence ve kötü muamele nedeniyle 28.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

97. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen devletin etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Bu bakımdan ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

98. Öte yandan kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından tek başına yeterli bir giderim sağlamayacağı kanaatine varıldığından soruşturmanın etkili yürütülmemesine bağlı olarak maruz kaldığı manevi zarar nedeniyle başvurucuya takdiren net 2.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. Çıplak arama nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Orantısız güç kullanılması ve üç gün boyunca havalandırması olmayan bir yerde tutulma şikâyetlerinin etkili soruşturulmaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul yönünden ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapmak üzere Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 2.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

15/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SÜLEYMAN DEVECİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3017)

 

Karar Tarihi: 16/12/2015

R.G. Tarih ve Sayı: 5/2/2016-29615

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Süleyman DEVECİ

Vekili

:

Av. Suat ÇETİNKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; Şanlıurfa Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda görevli infaz koruma memurları tarafından darbedilme, sakalın zorla kesilmesi, şikâyette bulunulmaması için tehdit edilme, sorumluların cezasız kalması nedenleriyle Anayasa'nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 27/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 24/6/2015 tarihli görüş yazısı 6/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 9/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, resmî evrakta sahtecilik ve kamu kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçlarından mahkûmiyetinin infazı için 26/6/2006 tarihinde Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir.

8. İnfaz koruma memurları tarafından 28/6/2006 tarihinde sakalını kesmesi söylenmiş, başvurucunun buna ilişkin bir kural olup olmadığını sorması ve sakalını kesmek istemediğini belirtmesi üzerine görevliler ile aralarında tartışma yaşanmış, kurallara uymadığı gerekçesiyle başvurucunun müşahede odasına alınması yönünde işlem yapıldıktan sonra sakalı kesilmiştir.

9. Başvurucu, sakalının zor kullanılarak kesildiğini ve darbedildiğini ileri sürmektedir. İnfaz koruma memurları ise başvurucunun müşahede odasında kalmamak için sakalını kesmeyi kabul ettiğini darp ya da zor kullanmanın söz konusu olmadığını ileri sürmüşlerdir.

10. İnfaz koruma memurları tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 28/6/2006 tarihli tutanakta başvurucunun temizliğine riayet etmediği için defalarca uyarıldığı, kendilerine yönelik olarak “Ben bir siyasi parti başkanıyım sizinle dışarıda hesaplaşırım.” dediği ve kendilerini tayinle tehdit ettiği “Hepinizi süründürürüm, benim kişisel temizliğim bana aittir, kimse bana yaptıramaz, cezaevi kurallarına uymuyorum, sizler bir hiçsiniz.” dediği, diğer hükümlü ve tutuklara kötü örnek olduğundan Kurum Müdürü’nün emri dâhilinde müşahedeye alındığı belirtilmektedir. Anılan tutanak, infaz koruma memurları Ş.K., H.Ö., A.N., M.D., M.R.B., A.O.Y., R.B., R.Y., H.A. tarafından imzalanmış ve 29/6/2006 tarihinde Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne sunulmuştur.

11. Ceza İnfaz Koruma Müdürlüğüne ayrıca başvurucu tarafından imzalanmış olan “Ben cezaevine henüz yeni geldim. Kuralları bilmediğimden dolayı olası hatalarım nedeniyle idareden özür dilerim.” ve “C… B… bey ve A… Ç… beyden yaptığım hatalardan dolayı özür dilerim.” şeklinde iki dilekçe sunulduğu anlaşılmaktadır.

12. Başvurucunun kulağından kan geldiğini ve doktora gitmek istediğini belirtmesi üzerine 29/6/2006 tarihinde başvurucu, Şanlıurfa Devlet Hastanesine götürülmüş; burada düzenlenen adli raporda darp ve cebir öyküsü bulunduğu, yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar; göğüs ön sol tarafta 12. kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiş; başvurucu göğüs ve batın patolojisi için Harran Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edilmiştir.

13. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinde 29/6/2006 tarihinde düzenlenen müşahede evrakında tüm batın USG normal olduğu, acil müdahale düşünülmediği, yumuşak doku travması olduğu belirtilmiştir.

14. Başvurucu, hastanede doktorlara darbedildiğini anlattığını ancak muayene için kendisiyle birlikte gelen Ceza İnfaz Kurumu memurlarının gerekli işlemlerin yapılmasına engel olduklarını beyan etmektedir. Başvurucu, ayrıca hastaneden sonra Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü burada tehdit edilerek kendisine sağlık sorunlarının Cezaevine girmeden önce var olduğunu beyan ettiği bir dilekçe yazdırıldığını, başka bir kuruma sevk edilmesi koşuluyla dilekçeyi vermeyi kabul ettiğini beyan etmektedir.

15. Başvurucu tarafından imzalanarak Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sunulan dilekçenin içeriği şöyledir:

29/6/2006 tarihinde gitmiş olduğum Şanlıurfa Devlet Hastanesinden hakkımda tanzim edilen raporlarda belirtilen rahatsızlıklar ben cezaevine girmeden önce mevcut idi. Benim rahatsızlıklarımdan cezaevinden kimse sorumlu değildir.

16. Başvurucu, yaklaşık iki buçuk ay sonra Halfeti Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; 7/9/2006 tarihinde verdiği dilekçe ile Şanlıurfa Ceza İnfaz Kurumunda kötü muamele gördüğünü, kendisini darbeden, suçu bildirmeyen ve bildirilmesine engel olan kamu görevlileri hakkında şikâyetçi olduğunu belirtmiştir.

17. Başvurucu; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan M.Ö. ve Ö.D. tarafından yazılıp imzalanmış, başvurucunun dövüldüğüne şahit olduklarına dair Savcılığa birer dilekçe sunmuştur.

18. Halfeti Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucuya infaz koruma memurları arasından teşhis yaptırılmış, şüpheli ve tanık ifadeleri ile başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır.

19. Başvurucu, Şanlıurfa Kapalı Cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları arasından 1/2/2007 tarihinde yaptığı teşhiste Ş.K.nin kendisini ayakta tokatladığını ve kafasına bastığını, A.Ö.nün kendisini yerde tekmelediğini, H.Ö.nün olay yerinde bulunduğunu ancak şiddet uygulamadığını, A.Ç.nin kendisinin yere yatırılmasını istediğini ve yerde tekmelediğini, H.A’nın yerde tekmelediğini, M.Y.nin kendisini yere yatırarak tekmelediğini, M.R.B ve H.P.nin kendisini ayakta iken dövdüğünü ve yerde iken tekmelediğini, M.D.nin kendisini arkasından sarıp tuttuğunu, yere yatırıldığında ise göğsüne diziyle bastırdığını ve her iki yanağına tokat attığını, işitme kaybına sebebiyet veren yaralanmanın M.D.nin eylemi sırasında gerçekleşmiş olabileceğini, sol elmacık kemiği üzerindeki yaralanmanın tekme atılırken olduğunu ancak kimin yaptığını bilmediğini, burun ve sağ elmacık kemiği üzerindeki yaranın Ş.K.nin ayak tabanıyla yüzüne bastığı sırada olduğunu belirtmiştir.

20. Başvurucu, Savcılık tarafından alınan ifadesinde özetle 26/6/2006 tarihinde Cezaevine alındığını, 28/6/2006 tarihinde ismini bilmediği bir gardiyanın kendisine sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmesiyle ilgili yönetmelikte bir hüküm olup olmadığını sorması üzerine memurun “yönetmelikte yoksa ne olacak” şeklinde cevap verdiğini, kendisinin buna hitaben “o zaman keyfi uygulama yapmış olursunuz” dediğini bunun üzerine gardiyanın gidip kısa bir süre sonra geri geldiğini ve kendisini koğuştan çıkararak koridorun girişine götürdüğünü, burada sekiz gardiyanın beklemekte olduğunu, gardiyanlardan birisinin kendisine hitaben “sakalını kesmeyecekmişsin” dediğini, böyle bir şey söylemediğini yalnızca böyle bir usulün olup olmadığını sorduğunu belirttiğini, bunun üzerine Arap M. lakaplı M.D.nin “burada kanun benim, sen kendini ne sanıyorsun” dediğini, bunun üzerine baş gardiyanla görüşmek istediğini söylediğini, aynı kişinin “baş gardiyan da benim” dediğini, bunun üzerine A.Ç.nin “götürün kesin” dediğini, bunun üzerine sekiz gardiyanla birlikte berberhaneye doğru gittikleri sırada altı gardiyanın daha geldiğini, bu kişileri görse tanıyabileceğini, Ş.K.nin berbere “kes” dediğini, H. hariç diğer on üç gardiyanın A.Ç.nin verdiği “yatırın” komutuyla kendisine saldırdıklarını, önce Ş.K.nın kendisine tokat attığını, M.D.nin kollarını arkadan kavradığını, H.P., R., A.N. ve ismini bilmediği bir gardiyanın kendisini dövmeye devam ettiğini, kendisini yere düşürdüklerini, yerde iken on üç gardiyan tarafından tekmelendiğini, yerde iken sakalını kesmeye çalıştıklarını, kendisinin engel olmaya çalışması üzerine M.D.nin boğazını tutarak birkaç kez tokat attığını, “imdat” diye bağırınca Ş.K.nin ayakkabısı ile yüzüne bastırdığını, daha sonra ayağını sol gözüne koyduğunu ve küfür ettiğini, berbere “kes” dediğini, yerde iken tıraş edildiğini, nefesinin daraldığını ve kalp krizi geçiyorum diye bağırdığını, berberin de tıraşı bitirmesi üzerine kendisini bıraktıklarını ve müşahede odasına götürdüklerini, burada kimsenin bulunmadığını, kendisini güvende hissetmediği için şikâyetçi olmayacağını belirterek koğuşuna götürmelerini istediğini, bunun üzerine kendisine bir özür dilekçesi imzalattıklarını ve kendisini başka bir koğuşa götürdüklerini, kulağından kan gelmeye başladığını, ertesi gün de kan durmayınca doktora gitmek istediğini, revire götürüldüğünü, buradaki sağlık memuruna darbedildiğini anlattığını, düştüğünü söylemesi koşuluyla kendisini doktora götürebileceklerini söylediklerini, çaresiz olduğu için kabul ettiğini, saat 16:30’da kendisini Cezaevi doktoruna götürdüklerini, doktora düştüğünü söylediğini, muayeneden sonra doktorun kendisini hastaneye sevk ettiğini, hastanede doktorun yanında yalnız olmadığını, buna rağmen darbedildiğini belirttiğini ve rapor tutulmasını istediğini, burada kendisine tetanos aşısı yapıldığını, muayene ve tahliller yapıldıktan sonra başka bir hastaneye gittiklerini, burada doktor kendisini muayene etmek isterken kendisini hastaneye getiren Cezaevi memurlarının doktoru dışarı çağırdıklarını, bir süre sonra bayan bir doktorun geldiğini, bu doktordan yardım istediğini, Cezaevine döndüklerinde müdürün odasına götürüldüğünü, burada kendisini tehdit ettiklerini, bir kâğıda “Yaralanmalarım cezaevine girmeden önce olmuştur.” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını, başka bir cezaevine nakil olmak koşuluyla kabul ettiğini, korktuğu için bu Cezaevinde kalmaktayken herhangi bir şikâyette bulunamadığını, başka cezaevine geçer geçmez Savcılığa dilekçe verdiğini; kendisini darbeden gardiyanlardan, Cezaevi sağlık memurundan, görevini yapmayan hastane polisinden ve kendisini en son muayene eden bayan doktor hariç hastane doktorlarından ve diğer sorumlulardan şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.

21. İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle Süleyman Deveci’nin (başvurucu) Cezaevine geldiğinde çene kısmında uzun sakalı bulunduğunu, İş Kontrolörü A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, bunun üzerine başvurucunun “ben sakalımı kesmiyorum siz keyfi uygulama yapıyorsunuz, ben siyasi parti il başkanıyım, sizinle hesaplaşırım” şeklinde tehditler savurduğunu ve bağırdığını o sırada sekiz on gardiyanın olay yerinde olduğunu, başvurucuyla konuşarak onu sakinleştirdiğini, bunun üzerine sakalını kesmeye ikna olduğunu, berberhaneye giderek tıraş olduğunu, olaya ilişkin tutanak tuttuklarını, şahsın yanaklarındaki yaralanmanın bağırdığı sırada ağzını kapatmaya çalıştıkları sırada olmuş olabileceğini, zaten cildinin hassas olduğunu, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

22. İş Kontrolörü A.Ç., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başgardiyanların da amiri olduğunu, olay günü başvurucu sakalını kesmek istemeyince tutanak tuttuğunu ve kendisine bir şey yapmaması için başvurucuyu müşahede kısmına almalarını söylediğini, başvurucunun “hepinizi sürdüreceğim” diye bağırmaya başladığını, gardiyanların şahsın ağzını kapattıklarını, bunun üzerine özür dileyerek sakalını keseceğini söylediğini, dilekçe yazdıklarını, bunun üzerine kendisini koğuşa götürdüklerini, olaydan birkaç gün sonra kendisini gördüğünde yanaklarında hafif kızarıklık olduğunu, gardiyanların bağırmasın diye ağzını kapattıkları sırada olmuş olduğunu tahmin ettiğini, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

23. İnfaz koruma memurlarından M.R.B., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, başvrucunun sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç.ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, sonra başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahadeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, suçlamaları kabul etmediğini belirtmiştir.

24. İnfaz koruma memurlarından M.D., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle berberhanenin bulunduğu yerden bağırma sesleri gelmesi üzerine oraya gittiğini, koridorda top sakallı birinin “sakalımı kesemezsiniz” diye bağırmakta olduğunu gördüğünü, bu kişiyi hücreye koyduklarını, beş on dakika sonra kapıyı tıklayarak kendisini çağırdığını, sakalını keseceğini söylediğini, bunun üzerine kendisini çıkararak berberhaneye götürdüklerini, kendisine vurmadıklarını ifade etmiştir.

25. İnfaz koruma memurlarından A.N., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde A.Ç.nin R.B.yi başvurucunun koğuşuna göndererek sakalını kesmesini söylettiğini, kendisi olay yerine gittiğinde başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü, A.Ç.nin başvurucuya sakalını kesmesini söylediğini, başvurucunun ise “benim sakalımı kestiremezsiniz ben sakalımı kesmem parti yöneticisiyim” dediğini, o sırada H.Ö. ile birlikte başka bir kısma geçtiklerini, gerisini bilmediğini, başvurucuya vurmadığını ve ona karşı zor kullanmadığını belirtmiştir.

26. Ceza İnfaz Kurumu Müdür Yardımcısı E.Ü., Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle olay günü vekil müdür olduğunu, A.Ç.nin kendisine sakalını kesmek istemeyen bir kişi olduğu ve müşahedeye alma konusunda bilgi verdiğini, daha sonra gelip bu kişinin özür dilediğini ve tıraş olduğunu bildirdiklerini, bu kişi ile yüz yüze hiç görüşmediğini, anlatılan konuşmanın kendisi ile aralarında geçmediğini, belki diğer müdür yardımcısı arkadaşlarıyla geçmiş olabileceğini, bu kişilerin ise tayin olup gittiklerini, isimlerinin M.S. ve H.K. olduğunu beyan etmiştir.

27. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan berber M.Ö., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında özetle olay günü Başgardiyan Ş.K.nin başvurucuyu berbere getirdiğini, başvurucunun tıraş olmak istememesi üzerine kendisine “dışarı çık” dediklerini, yarım saat sonra çağırdıklarında şahsın berber koltuğunda oturuyor olduğunu ve kendisini tıraş ettiğini, dövülmüş gibi bir görüntüsü olmadığını, yara bere izi görmediğini, el yazısıyla kendi ismiyle yazılmış olan ve Savcılığa sunulan, başvurucunun dövüldüğüne ilişkin yazıyı kendisinin yazmadığını belirtmiştir.

28. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan Ö.D., Savcılık tarafından tanık sıfatıyla alınan beyanında öncelikle 4/10/2006 tarihinde tahliye olacağını (ifadenin alındığı günden on beş gün sonra) belirtmiş, daha sonra özetle 28/8/2006 günü öğleden sonra başvurucuyu başgardiyanla birlikte yedi sekiz gardiyanın getirip koğuşa bıraktığını; başvurucunun yüzü, gözü, kolları, bacaklarının perişan hâlde olduğunu, gözüne kan oturduğunu, başvurucunun dayak yediğini anladığını, sakal ve bıyığının düzgün olmayan bir şekilde tıraş edilmiş olduğunu, başvuruya ne olduğunu sorduğunda anlatmadığını ancak Cezaevinde dayak olayının duyulduğunu, kendisinin daha sonra başvurucuya gidip olayı sorduğunu, yine anlatmadığını ancak bir ay kadar sonra anlattığını, sakal bırakmanın yasak olmadığını, Süleyman Deveci koğuştan ayrıldıktan sonra gardiyanların gelip “Süleyman bizi şikayet etmiş, ifade vermeyin zararlı siz çıkarsınız.” diye tehdit ettiklerini, rutin aramanın dışında kendi koğuşlarında arama yaptıklarını, bu ifadesinden sonra baskı göreceğini beyan etmiştir.

29. Halfeti Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/9/2006 tarihinde başvurucu hakkında adli rapor düzenlenmesi istemiyle Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığına, Şanlıurfa Devlet Hastanesi Baştabipliğine yazı yazılmıştır.

30. Halfeti Kaymakamlığı Sağlık Grup Başkanlığının düzenlendiği tek hekim geçici raporunda (tarih bulunmamaktadır) başvurucunun her iki göz çevresinde eski yara izi mevcut olduğu, şahsın bir üst sağlık kurumuna sevkinin uygun olduğu görüşü sunulmuştur.

31. Şanlıurfa Devlet Hastanesince yapılan plastik cerrahi muayenesinde başvurucunun, sağda daha belirgin olan bileteral, her iki eklemde ağız açıklığı sırasında kondil eminens üzerine çıktığı, sağ göz inferolateralinde 15x15 mm’lik skar dokusu mevcut olduğu, scarın sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığının olay tarihinden altı ay sonra yapılacak muayyene ile tespit edilmesinin uygun olacağı, çene eklemlerindeki patolojinin duyu veya organlardan birinin sürekli zayıflığına yol açabileceği, plastik cerrahi tarafından bir ay sonra tekrar değerlendirilmesinin uygun olacağı hususlarını belirten 13/9/2006 tarihli uzman hekim geçici raporu düzenlenmiştir.

32. Aynı Kurum tarafından yapılan KBB muayenesinde başvurucunun sol timpanik membran üzerinde kalker plak ve sol kulakta tiz frekanslarında hafif derecede sensionöral işitme kaybı tespit edilmiş, tıbben bu sonuçlara bakılarak kişinin darba uğradığı yorumu yapılamayacağı şeklinde kesin rapor düzenlenmiştir.

33. Başvurucunun Şanlıurfa Devlet Hastanesince 8/11/2006 tarihinde yapılan plastik cerrahi muayenesinde mevcut skarların sabit iz niteliği taşıyıp taşımadığı açısından kırk beş gün sonra değerlendirilmesi, bileteral TME patolojisi için Gaziantep Devlet Hastanesi Plastik Cerrahi servisine sevkinin uygun olacağı şeklinde rapor düzenlenmiştir.

34. Gaziantep Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 17/11/2006 tarihli raporda, maksimum ağız açıklığını 4 cm olduğu, sağ temporomandibular eklemde klik olduğu belirtilmiştir.

35. Şanlıurfa Devlet Hastanesi tarafından 21/12/2006 tarihli kesin raporda sağ malar bölgede yer alan 15 mm’lik skar dokusu, sol inferoorbital bölgedeki 15 mm’lik skar dokusunun sabit eser taşıdığı, burun dorsumundaki skar sabit eser niteliğinde olduğu, bileteral TME disfonksiyonu kalıcı vasıfta olduğu bildirilmiştir.

36. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığınca 1/2/2007 tarihinde başvurucu hakkında düzenlenen adli raporda sağ zygoma altında cilt seviyesinde hemen hemen cilt renginde 1x0,1 cm nedbe, burun sırtı sağda cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,5x0,2 cm nedbe, sol zygomada cilt seviyesinde ciltten hafif koyu renkli 1,2x0,1 nedbe, çene sağda cilt seviseyinde ciltten hafif açık renkli sakal azalmış 1x0,5 cm nedbe bulunduğu, normal ışık altında sözel diyalog mesafesinden ilk bakışta fark edilmediği, sabit iz niteliğinde bulunmadığı, temporamandibular eklem hareketleri tam, açılmada klik sesi duyulduğu, sonuç olarak yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı ve yüzde sabit iz niteliği taşımadığı mütalaa edilmiştir.

37. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 12/2/2007 tarihinde iş kontrolörü A.Ç., İnfaz Koruma Başmemuru Ş.K. ve infaz koruma memurları A.N., M.D., M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında kasten yaralama suçundan yargılanmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

38. Şanlıurfa 2. Sulh Ceza Mahkemesi 26/2/2007 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş, 10/4/2007 tarihinde davaya konu eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

39. Dava, Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin E. 2007/212 sayılı dosyasına kaydedilmiştir.

40. A.Ç. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle kesinlikle şikâyetçiyi (başvurucu) kastederek “yatırın bunu” şeklinde talimat vermediğini, tehditte bulunmadığını ve vurmadığını, başvurucuyu yaralamadığını, sakalını kesmesini söylemeleri üzerine başvurucunun sinirlendiğini ve bağırmaya başladığını, bir gardiyanın gürültü olmaması için bağırırken ağzını kapattığını, karşı geldiği için sakinleşmesi amacıyla müşahede odasına götürmelerini söylediğini, götürülürken başvurucunun kendilerinden özür dilediğini, sakalını keseceğini söylediğini bunun üzerine berbere götürmelerini söylediğini, olayın bundan ibaret olduğunu ifade etmiştir.

41. Ş.K. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucunun sakalını kesmek istememesi üzerine tartışma yaşanınca tutanak tuttuklarını, müşahedeye alınacağını anladığından başvurucunun özür dilediğini ve bu hususta yazılı beyanda bulunduğunu, bunun üzerine diğer gardiyanlar tarafından berbere götürüldüğünü, vurmadığını, yaralamadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

42. A.N. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin kendisine başvurucuyu kastederek “sakalı kesilecek” dediğini, başvurucuyu tek başına berbere götürürken başvurucunun yolda bağırmaya başladığını, berbere götürüp bıraktığını burada beklemediğini, vurmadığını, yaralamadığını beyan etmiştir.

43. M.D. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle başvurucuyu müşahede kısmında bir bölüme aldıklarını, kendisiyle görüşmeye gittiğini ve sakalını kesmeyi kabul etmesi üzerine berbere götürdüklerini tıraş olduğunu, herhangi bir itiş kakış olmadığını, başvurucuya kötü davranmaları için bir sebep olmadığını beyan etmiştir.

44. M.R.B. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle A.Ç.nin talimatı üzerine başvurucuya gidip sakalını kesmesini söylediğini, sakalını kesmek istemediğini gidip A.Ç ye söylediğini, “buraya getir” deyince başvurucuyu alıp koridora çıkardığını, başvurucunun “benim sakalımı kesemezsiniz” demesi üzerine A.Ç.nin “kurallara uymadığı için bu müşahadeye gidiyor” dediğini, başvurucunun bağırmaya başladığını, M.D.nin koğuşlar galeyana gelmesin diye ağzını kapattığını, müşahedeye giderken özür dileyip sakalını kestirmiş olduğunu bildiğini, kendisinin görmediğini, diğer mahkûmların da olayı gördüğünü, başvurucuya vurmadığını, tehditte bulunmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

45. A.Ö. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, olay yerinde bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını beyan etmiştir.

46. H.P. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle olay tarihinde D Blok nöbetçisi olduğunu, sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

47. A.O.Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle; olay tarihinde C Blok nöbetçisi olduğunu, tartışmada bulunmadığını, sadece başvurucu berberhaneye götürülürken gördüğünü, beş kişinin berbere götürdüğünü, olaylarla ilgisi olmadığını belirtmiştir.

48. M.Y. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle tartışmayı duyduğunu ama tartışmaya katılmadığını belirtmiştir.

49. H.A. kovuşturma aşamasında verdiği savunmada özetle sakal kesilmesi tartışmasında da, berberhanede de bulunmadığını, olaylarla bir ilgisi olmadığını belirtmiştir.

50. Başvurucu kovuşturma aşamasında şikâyet dilekçesi ve Savcılık beyanlarını aynen tekrar ettiğini, Cezaevi ikinci müdürünün olayı örtbas etmek için kendisini tehdit ettiğini, onun hakkında da şikâyetçi olduğunu, gördüğü muamele nedeniyle kulağından on beş gün boyunca kan aktığını, çenesinde çıkık oluştuğunu, yemek yerken hâlenzorlandığını, yüzünde yara izleri olduğunu, başka cezaevine nakil edilmeden önce iki ay yaralarının iyileşmesi için kendisini beklettiklerini ifade etmiştir.

51. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla sanıklardan 5/12/2008 tarihinde vefat eden M.D. hakkında düşme, A.Ç., A.N., M.R.B., A.Ö., H.P., A.O.Y., M.Y., H.A. hakkında beraat kararı verilmiştir. Sanık Ş.K. hakkında eylemin TCK’nın 256/1 maddesinin yollamasıyla kasten yaralama suçunu oluşturduğu ve suçun haksız tahrik altında işlendiği belirtilerek 2.240 TL adli para cezasına hükmedilmiş, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması nedeniyle sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme gerekçesi şöyledir:

müşteki anlatımlarının sanıklar M.D. ve Ş.K. yönünden doktor raporları ile uyumlu olması, ...hayatın olağan akışına aykırı biçimde müştekinin … olası hatalarından dolayı cezaevi idaresinden özür dilediğine dair dilekçe yazması ve diğer delillerin değerlendirilmesi neticesinde; müştekinin… cezaevine girerken top sakal diye tabir edilen sakalının bulunduğu, bu sakalı kesmesinin infaz koruma memurlarınca istendiği, müştekinin sakalını kesmemek konusunda direndiği, bu sebeple görevliler ile arasında tartışma yaşandığı, tartışma sırasında cezaevi görevlilerinden M.D. Ş.K.’nın orantılı güç kullanmayı aşar ve sahip bulundukları nüfuzu kötüye kullanır biçimde müştekiye tokat attıkları, M.D’nin müştekiyi arkadan kollarını kavrayarak etkisiz hale getirdiği, her iki sanığın müştekiyi yere yatırdıkları, M.’nin dizi ile müştekinin göğsüne bastığı, Ş.’nin ayağı ile müştekinin yüzüne bastığı ve bu şekilde doktor raporlarında belirtilen biçimde müştekinin yaralanmasına sebebiyet verdikleri, olay sonrası müştekinin şikayetçi olacağını bildirmesi üzerine de dosya içinde… bulunan tutanağı düzenledikleri, müştekinin ısrarları ve kulağından kan geldiğini bildirmesi üzerine kendisinin sağlık kuruluşuna sevkinin yapıldığı, bilahare de müştekinin sanıklardan şikayetçi olduğu şeklinde yargılama konusu olayın vuku bulduğuna dair mahkememizde kabul oluşmuştur. Müştekinin infaz kurumuna alındıktan sonra kurallara riayet etmeyen tavırlar takınıp disiplinsiz hareketlerde bulunduğu olayın gelişiminden ve sanıkların dosyadaki bilgi ve belgelerle tutarlı beyanlarından anlaşıldığından sanık lehine olmak üzere haksız tahrik hükümleri tatbik edilmiştir. Sanık savunmaları ve müşteki ifadeleri ile doktor raporları dikkate alındığında yargılama konusu eylemin anlık gelişen münferit bir davranış olduğu, müşteki aleyhine zaman içerisinde devam eden ve sistemli olarak yapılan eziyet verici hareketlerin bulunmadığı, dolayısıyla işkence suçunun unsurlarının bu olayda bulunmadığı yönünde mahkememizde kanaat oluşmuştur. Sanık A.Ç’nin olayda azmettirici olduğu ifade edilmiş ise de; somut olayda amir konumunda bulunan sanığın katılana karşı yaralamaya veya kötü muamelede bulunulmasına ilişkin her türlü yorum ve varsayımdan uzak, kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanamadığından şüphe hali sanık lehine yorumlanmıştır. Yine müşteki tüm sanıklar hakkında şikayetçi olmuş ise de; sanıkların eyleminin müştekide meydana getirdiği netice, olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor bulunması, müştekinin ifadeleri arasında M. ve Ş. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünden çelişkiler bulunması karşısında özellikle Mahkememizin 25/09/2007 tarihli oturumunda bu iki sanık dışındaki sanıklar yönünden beyanları, müşteki anlatımları ile doktor raporları arasında sanıklar M. ve Ş. yönünden de irtibat kurulması sebebiyle diğer sanıklar hakkında delil yetersizliğinden beraat hüküm kurulmuş, eylemi gerçekleştirdikleri mahkememizce düşünülen sanıklar Ş.K. ve M.D’’den M’nin yargılama sırasında vefat ettiğinin tespiti…”

52. Başvurucunun beraat hükmü yönünden temyiz ettiği karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 7/2/2013 tarihli ve E.2012/37429, K.2013/4566 sayılı ilamıyla onanmıştır.

53. Başvurucunun hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı yaptığı itirazın Yargıtaya gönderildiği, Yargıtay tarafından 7/2/2013 tarihli onama kararında itirazın merciine gönderilmesi yönünde hüküm kurulduğu ancak itirazın merciine gönderilmeyerek Yargıtay onama kararı çerçevesinde kesinleştirme yapıldığı anlaşılmaktadır.

54. Temyiz isteminin reddine ilişkin karar 11/4/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

55. Başvurucunun 19/11/2007 tarihinde verdiği dilekçede ayrıca Ceza İnfaz Kurumu sağlık memuru E.Ö., infaz koruma memuru Ö.Ş., hastaneden döndüğünde kendisini tehdit ettiğini ileri sürdüğü Cezaevi ikinci müdürü ve diğer personel hakkında suç delillerini yok etme, işlenen suçu bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmaları istemiyle, H.Ö.nün ise kendisine yapılan muameleyi görmesine rağmen olayı gerekli mercilere bildirmeme ve suçluyu kayırma nedenleriyle cezalandırılmasını istediği anlaşılmaktadır.

56. Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi, suç delillerini gizleme ve tehdit suçları isnadıyla başlatılan soruşturma sonucunda Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli kararıyla kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Anılan kararın gerekçesi şöyledir:

 “Yapılan soruşturma sırasında şikayetçinin 29.06.2006 tarihinde Ceza İnfaz Kurumu doktoru tarafından muayenesinin ardından 500 Yataklı Devlet Hastanesine sevkinin yapıldığı, ancak sevk evrakının adli bir olay sevki gibi olmayıp hastalık neticesi sevk evrakı şeklinde olduğu, hastanede poliklinik defter kaydına intikal şeklinin resmi evrak olarak girilip adli olay girişi yapılmadığı, sevk evrakı üzerine hastanede grafilerinin çekilip, tetkiklerinin yapıldığı, tanzim edilen 29.06.2006 tarih 5895 sayılı raporda bir gün öncesine ait darp hikayesinin mevcut olduğunun yazıldığı, raporun refakatte gelen görevlilere teslim edilmediği gibi, zimmet veya posta yolu ile de Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne intikalinin sağlanmadığı, bu hususun 500 Yataklı Devlet Hastanesi Baştabipliğinin yazılarından anlaşılmasının yanı sıra Asayiş Şube Müdürlüğü aracılığı ile yapılan araştırmada da belirlenmiş olup, rapor aslının temini ile 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sayılı dosyasına intikalinin sağlandığı,

 Şikayetçinin 3.Ağır Ceza Mahkemesinin 2007/212 Esas sırasına kayıtlı dosyasındaki anlatımları ile soruşturma konusu dosyadaki anlatımlarının incelenmesinde H. Ö’nün olayın oluş şekline ilişkin bir bilgisinin bulunmadığının sabit olmasının yanı sıra, normal bir vaka olarak intikal ettiği hastanede olayın adli nitelikte olduğunun farkına varılması halinde durumun hastane görevlilerince Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilmesi gerektiği, ancak hastane görevlilerince intikal ettirilmediğinin şikayetçi beyanından da anlaşıldığı, yine kurum ikinci müdürünün şikayetçiyi tehdit ettiği şeklindeki iddialarında sübut bulmadığı, meydana gelen sakal kesme olayının taraflarından birisinin C.B. olmaması sebebi ile özür dileme olayının tarafı alma ihtimalinin de bulunmadığı anlaşılmakla…”

57. Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş; Siverek Ağır Ceza Mahkemesinin 31/3/2008 tarihli ve 2008/240 Değişik İş sayılı kararıyla itiraz reddedilmiştir.

58. Başvurucu hakkında 7/1/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararına esas şikâyeti nedeniyle Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2008 tarihli iddianamesiyle iftira suçundan yargılanması istemiyle dava açılmış, Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 14/4/2009 tarihli ve E.2008/35, K.2009/233 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına karar verilmiş, anılan karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

59. Başvurucu, ayrıca Cezaevi personeli tarafından darbedilerek yaralanması sonucu idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebiyle 27/4/2007 tarihinde Bakanlığa başvurmuş, yaptığı başvurunun Bakanlığın 26/6/2007 tarihli ve 55570 sayılı işlemi ile reddedilmesi neticesinde 100.000 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır.

60. Şanlıurfa İdare Mahkemesi 31/8/2010 tarihli ve E.2009/1788, K.2010/1482 sayılı kararıyla davanın kısmen kabulüne ve 2.000 TL tutarındaki manevi tazminatın davalı idareden alınarak başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.

61. Başvurucunun ve Bakanlığın temyiz istemi üzerine Danıştay 10. Dairesi E.2010/15015, K. 2015/230 sayılı ilamıyla takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısmının bozulmasına hükmetmiştir.

62. Davalı idarenin karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden Danıştaya gönderilmiştir.

B. İlgili Hukuk

63. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

64. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesi şöyledir:

“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

65. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl (2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

 a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

 b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

 c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

66. Mahkemenin 16/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 2/5/2013 tarihli ve 2013/3017 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

67. Başvurucu, Şanlıurfa E Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmesinin üçüncü günü olan 28/6/2006 tarihinde, infaz koruma memurlarından birinin önce bir tutuklu aracılığıyla daha sonra doğrudan kendisine sakalını kesmesini söylediğini, yönetmelikte böyle bir hüküm bulunup bulunmadığını sorması üzerine “burada kanun, kitap biziz” diyerek bir grup infaz koruma memuru tarafından Cezaevi koridoru ve berberhanede darbedildiğini, yerlerde sürüklendiğini, yüzüne ayakkabı ile basıldığını, tekmelendiğini, saçı ve sakalının yolunduğunu, koğuşa geri dönmesine imkân tanınmayarak tek başına boş bir odaya atıldığını, “olası hatalarımdan dolayı özür dilerim” ifadesinin yer aldığı bir mektup yazması ve imzalaması karşılığında koğuşa dönmesine izin verildiğini, ertesi gün kulağından kan gelmesi üzerine önce Cezaevi revirine götürüldüğünü, burada hekim bulunmadığı için hekim çağrıldığını, daha sonra hastaneye sevk edildiğini, hastaneye gitmeden önce “düştüm” demesi için baskı ve tehdit gördüğünü, acil serviste hastane polisinin önünde darbedildiğini, beyan etmesine karşın bir işlem yapılmadığını, Cezaevine döndüklerinde Cezaevi müdürünün odasına götürüldüğünü, burada tehdit edilerek kendisine “rahatsızlıklarım Cezaevine girmeden önce vardı” şeklinde dilekçe yazdırdıklarını, başka bir ceza infaz kurumuna nakil edildikten sonra yaptığı şikâyet sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve beraat kararları verildiğini belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakları ile sakalının zorla kesilmesi nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

68. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

69. Anılan yargılama sürecinde kovuşturmaya yer olmadığı, beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarıyla farklı zamanlarda neticelenmiş aşamalar bulunmakla birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde soruşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve son kararın kesinleşme tarihi esas alınmıştır.

70. Ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında eylem bir bütün olarak değerlendirileceğinden başvurucunun sakalının kesilmesi nedeniyle özel hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmayacaktır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

72. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

73. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

74. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurları tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.

75. Bakanlık görüşünde başvurucunun şikâyeti üzerine infaz koruma memurlarının teşhisinin yaptırıldığı, hastaneye sevk edilerek gerekli muayenelerin yaptırıldığı, tanık ve şüphelilerin ifadeleri alınarak dava açıldığı, işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

76. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde şikâyete konu eylemlerinin meydana getirdiği yoğun acı ve ızdırap nedeniyle işkence olarak adlandırılması gerektiğini vurgulamıştır.

77. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel İlkeler

78. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

79. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

80. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

81. Anılan koruma yükümü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

82. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı, somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara, muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki neden de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir, § 83).

84. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).

85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).

86. "İşkence" seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi ya da manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler "eziyet" olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak "eziyet"te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri "insanlık dışı muameleler" olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında "eziyet" olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

87. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

88. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaret içeren ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme, içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri , § 90).

89. AİHM kararlarında bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104).

90. Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

91. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı -bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça- fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir, § 92, 102) .

 i. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvuru konusu olay, devletin kontrolü altında bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda başvurucunun maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.

93. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu dikkate alınarak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No:2013/6359, 10/12/2014, § 79).

94. Somut olayda başvurucunun sakalını kesmek istemediğini söylemesi üzerine infaz koruma memurları ile aralarında tartışma yaşanmış, başvurucunun kurallara uymaması nedeniyle müşahede odasına alındığı şeklinde tutanak düzenlenmiş, başvurucu berberhaneye götürülerek sakalı kesilmiştir. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında alınan ifadelerde başvurucunun müşahede odasına alınıp alınmadığı, sakalını kesmeyi ne zaman ve ne şekilde kabul ettiği, berberhaneye götürülürken yanında kaç infaz koruma memuru olduğu, berberhanede sakalının nasıl kesildiği konusunda çelişkiler bulunmaktadır.

95. Başvurucunun yaralanmaları sebebiyle olayın ertesi günü götürüldüğü hastanede düzenlenen raporda yüzünde sağ zygoma kemiği üzerinde 3x2 cm’lik, sol zygoma üzerinde 2x2 cm’lik, burun üstünde 1x1 cm’lik ekimozlar bulunduğu, göğüs ön sol tarafta 12. kot çevresinde hassasiyet, sağ skapula üstünde 1x2 cm’lik ekimoz tespit edilmiştir (bkz. §12).

96. Başvurucunun anılan yaralanmalarının gerçekleşme şekline ilişkin -sanıklar her ne kadar başvurucunun bağırdığı sırada ağzının kapatılması nedeniyle olabileceğini ileri sürmüşlerse de- tespit edilen yaralanmalarının niteliği dikkate alındığında bunun mümkün görülmemesi nedeniyle makul bir açıklama getirilemediği anlaşılmaktadır.

97. Yapılan yargılamada, sağlık raporları ve sair deliller değerlendirilerek başvurucunun ileri sürdüğü darp fiilinin, fiili kim ya da kimlerin gerçekleştirdiğinden bağımsız olarak gerçekleştiği kabul edilmiştir. Başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki iddiaları, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdikleri çelişkili ifadeler ve başvurucunun sağlık raporları doğrultusunda Mahkemenin olayın gerçekleşmesine ilişkin yaptığı tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

98. Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel ve ruhsal yönden acı veren ve başvurucunun ciddi şekilde yaralanmasına sebebiyet veren darp fiilinin -amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında- eziyet olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

99. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık hakkında adli para cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiş; yargılanan diğer sanıklar hakkında beraat kararı verilmiştir. Maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlanabilecek herhangi bir yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmakta, herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmamaktadır. Bu durumda başvurucu açısından mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir.

100. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması olarak ortaya çıkabilmektedir.

101. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır.

102. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır.

103. Buna göre somut olayda, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda maruz kaldığı darp fiiline ilişkin yapılan yargılamada Mahkemenin, bu tür eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde adli para cezası öngördüğü ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiği anlaşılmaktadır.

104. Başvurucu; ayrıca doktor muayenesinin infaz koruma memurları önünde yapıldığını, darp edildiğini beyan etmesine karşın doktorların gerekli işlemleri yapmasının engellendiğini ve şikâyetçi olmaması yönünde Ceza İnfaz Kurumu idaresinde tehdit edildiğini ileri sürmektedir.

105. Devletin hüküm ve kontrolü altında bulunduğu bir zaman diliminde kötü muameleye maruz kaldığı iddiasında bulunan kişilerin güce başvurdukları iddiasında bulunanların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri, şikâyetçi olmamaları yönünde baskı gördükleri iddiasıyla birlikte değerlendirildiğinde kötü muamele tehdidinin varlığı devam ettiğinden devletin koruma yükümüne aykırılık teşkil etmekte ve insan onuruna müdahale oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 103).

106. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel İlkeler

107. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının, sorumluluğunda meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

108. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

109. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

110. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına dair hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

111. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136).

112. Şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli; şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılmasını sağlamalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

113. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91, 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81, 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84).

114. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

115. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir, § 121; bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

116. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

 ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

117. Başvurucu; darbedildiğini hastanede dile getirmesi ve yaralanmalarının tespit edilmesine karşın sorumlular hakkında herhangi bir işlem başlatılmadığını, Cezaevi yönetiminin kendisini tehdit etmesi nedeniyle ancak başka bir ceza infaz kurumuna naklinin gerçekleşmesinden sonra Savcılığa şikâyette bulunabildiğini, yapılan yargılamada etkinliğin sağlanamadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

118. Bu kapsamda somut olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir. Etkili soruşturma kavramı, ceza muhakemesi hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

119. Başvurucunun olayın ertesi günü götürüldüğü Şanlıurfa Devlet Hastanesinde düzenlenen raporda, başvurucunun darp ve cebir şikâyetinde bulunduğu belirtilmektedir. Başvurucu da hastanedeki doktorlara darbedildiğini belirttiğini ve bunu hastane polisinin de duyduğunu ifade etmektedir. Yapılan muayenesinde tespit edilen yaralanmalar gözetildiğinde başvurucunun darp iddialarının adli makamlara iletildiği ancak gerekli soruşturmanın başlatılması gerekirken herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır.

120. Başvurucunun yaklaşık iki buçuk ay sonra başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesinin ardından şikâyette bulunması üzerine Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuya teşhis yaptırılmış; müşteki, şüpheli ve tanık ifadeleri alınmış, adli rapor aldırılmış ve tespit edilen on infaz koruma memuru hakkında kasten yaralama suçundan cezalandırılmaları istemiyle dava açılmıştır. İki yıl süren yargılama sonucunda ise Ş.K. ve hüküm tarihinde vefat etmiş olan M.D.nin isnat edilen suçu işledikleri sonucuna varılmış, M.D. hakkında düşme kararı verilmiş, Ş.K.nın ise adli para cezasıyla cezalandırılması öngörülmüş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.

121. Yine aynı kararda, amir konumunda bulunan A.Ç.nin azmettirici konumunda olduğuna ilişkin kesin bir yargı oluşturacak eylemine rastlanmadığı, diğer sanıklar hakkında ise olayın meydana geldiği belirtilen berberhanenin fiziki şartları dikkate alındığında bu eylemin bu kadar çok sayıda kişi tarafından gerçekleştirilmesinin fiziki olarak zor olması ve müştekinin ifadeleri arasında M.D. ve Ş.K. dışındaki sanıklar yönünden eylemin sertliği yönünde çelişkiler bulunması gerekçeleriyle beraat hükmü kurulmuştur.

122. Yürütülen yargılama sonucunda kötü muamele yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır. Anılan suç nedeniyle herhangi bir disiplin işlemi yürütüldüğüne ilişkin bir veri de bulunmamaktadır.

123. Başvurucunun darp eylemi nedeniyle şikâyetçi olmaması ve düştüğünü söylemesi konusunda Cezaevi yönetiminden baskı ve tehdit gördüğü iddiaları bulunmaktadır. Başvurucunun anılan iddialarına ilişkin bir inceleme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

124. Yukarıda bahsi geçen dilekçelerin (bkz. §11,15) başvurucuya baskı ve tehdit yoluyla yazdırılıp yazdırılmadığı ve bu dilekçelerin yazdırılmasının ayrı bir suç teşkil edip etmeyeceği hususunda gerekli değerlendirmenin yapıldığına ilişkin bir veriye ulaşılamamıştır.

125. Yargılama sırasında tanık sıfatıyla dinlenilen mahkûmların, sanık sıfatıyla yargılanan infaz koruma memurlarının görev yaptıkları Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaya devam ettiği, bir tanığın ifade vermemeleri için tehdit edildikleri yönünde açık beyanda bulunduğu anlaşılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın tanıklarının infaz koruma memurları ile Ceza İnfaz Kurumunda bulunan hükümlü ve tutuklardan ibaret olduğu değerlendirildiğinde hükümlü ve tutukların ifade vermemeleri yönünde tehdit edildikleri iddiasının, yargılamanın etkililiğini yakından etkileyeceği açık olduğundan anılan iddialara yönelik bir incelemenin de yapılmadığı anlaşılmaktadır.

126. Başvurucunun, doktorlar tarafından yalnız muayene edilmediği ve kendisini hastaneye götüren infaz koruma memurlarının doktorları yönlendirme çabası içinde olduğu iddialarının da herhangi bir incelemeye konu olmadığı anlaşılmaktadır.

127. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

128. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

129. Başvurucu; Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle yargılamanın yenilenmesi, ayrıca Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davada ödediği avukatlık ücretine karşılık olarak 400 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

130. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmış; ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargılamanın yenilenmesine kararı verilmesi, başvurucuya ayrıca net 7.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/2/2009 tarihli ve E.2007/212, K.2009/16 sayılı kararıyla başvuruya 1.250 TL vekâlet ücreti ödenmesine hükmedilmesi nedeniyle başvurucunun maddi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.

131. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Şanlıurfa 3. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 7.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya ve Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

16/12/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SALİH KILIÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/5330)

 

Karar Tarihi: 21/1/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 1/4/2016-29671

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep ÜNAL

Başvurucu

:

Salih KILIÇ

Vekili

:

Av. Özden NACAKCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kalındığı iddiasının etkili soruşturulmaması nedeniyle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 24/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 6/8/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/8/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 26/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Bakanlık görüşünde bildirilen hususlar çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 11/7/2010 tarihinde İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Asmalımescit mevkiinde sabaha karşı iki polis memuru tarafından darbedildiği iddiasıyla Taksim Polis Merkezine müracaatta bulunarak anılan memurlardan şikâyetçi olduğunu bildirmiştir.

9. Başvurucunun şikâyetçi olduğunu bildirmesi üzerine anılan Polis Merkezinde görevli polis memurları tarafından ifadesine başvurulmaksızın adli muayene raporu alması için ilgili hastaneye yönlendirilmiştir.

10. Başvurucunun Taksim Eğitim Araştırma Hastanesinde muayenesi yapılarak hakkında “genel adli muayene raporu” düzenlenmiştir. 11/7/2010 tarihinde saat 05.52’de düzenlenen 11972 numaralı raporun ilgili kısımları şöyledir:

“Yapılan fizik muayenede yüzde her iki kulak ve ağız mukozasında darba bağlı basit tıbbi müdahale gerektiren izler mevcut olup, kati rapor adli tabiplikçe verilecektir.”

11. Başvurucu 13/7/2010 tarihinde, Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatta bulunarak olaya ilişkin şikâyetini yazılı olarak bildirmiş ve 13/7/2010 tarihinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu, şikâyet dilekçesinde ve ifadesinde özetle Asmalımescit’te bir restoran önündeki masaya oturmuş alkol almakta olan sivil polis memurlarının kendisine yönelik darp, hakaret ve tehdit eylemlerinin olduğunu, bunun üzerine Taksim Polis Merkezindeki görevlilerce verilen bir kâğıtla başvurduğu hastane tabipliğince muayenesinin yapıldığını ifade etmiş; ayrıntılı eşkal bilgilerini verdiği olayın faillerini fotoğraflarından teşhis edebileceğini belirtmiştir.

12. Başvurucu, ifadesinin alınmasını müteakip Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilmiş ve aynı gün burada düzenlenen raporla yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu tespit edilmiştir.

13. Başvurucu 14/7/2010 tarihinde Kocamustafapaşa Ceylan Özel Tıp Merkezine tedavi için başvurmuştur. Anılan Sağlık Kuruluşunun 14/7/2010 tarihli raporu şöyledir:

“Yukarıda adı yazılı hastanın (s)ol kulak alt kadranda santral post-travmatik perforasyon (s)ağ kulak zarı üstü ön kadranda santral küçük post-travmatik perforasyon tespit edilmiştir. R.V. Her iki kurak zarına perforasyonları kapatacak dış destek konuldu.”

14. Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığınca 11/8/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne ve Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne (Gayrettepe/İstanbul) müzekkereler yazılarak başvurucuya yönelik eylemleri yaptıkları iddia edilen polis memurlarının teşhis ettirilmesi ve tespit edilen memurların “görev yazılarının” gönderilmesi istenmiştir.

15. 12/8/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü Gasp Büro Amirliğinde başvurucuya yaptırılan teşhis işlemine ilişkin aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

“… 11/08/2010 tarih ve 2010/20741 soruşturma numaralı evrakında Müşteki Salih KILIÇ’ın 11/07/2010 günü saat 05:00 sıralarında polis memurlarınca darp edilmesi olayı ile ilgili olarak darp eden [p]olis memurlarının teşhisi amaçlı Müdürlüğümüzde görevli memur ve amirlerin fotoğraflarının gösterilmesi istenmiş;

Müştekiye Polnet ortamında müdürlüğümüzde görevli personelin fotoğrafları gösterilmiş, ancak müşteki Salih KILIÇ gösterilen fotoğraflar arasından teşhiste bulunamadığına dair;

İş bu [t]eşhis tutanağı tarafımızdan tanzim edilerek altı birlikte imza altına alınmıştır.…”

16. 12/8/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde başvurucuya yaptırılan teşhis işlemine ilişkin aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

“11.08.2010 gün ve Soruşturma No:2010/20741 sayılı yazı ile 11.07.2010 günü kendisine hakaret ve yaralama eyleminde bulunan personelin teşhisi için şikayetçi … Salih KILIÇ’a 12.08.2010 günü saat: 14.00’da Müdürlüğümüz Personel Büro Amirliğinde Müdürlüğümüz kadrosunda görevli tüm personelin fotoğrafları bilgisayar ortamında gösterilerek teşhiste bulunması istenmiş;

Adı geçen şahıs, kendisine karşı şikayetine konu eylemi gerçekleştirdiğini iddia ettiği herhangi bir personeli teşhis edememiştir.

…”

17. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunca Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılan 31/8/2010 tarihli ve 2010/20741 sayılı “daimi arama” yazısı şöyledir:

“Bugüne kadar şüpheliler… yakalanamadığı gibi kimlikleri de tespit edilemediğinden müzekkeremizin zamanaşımına kadar iade edilmeyerek;

1- Olayın üzerinde önemle durularak, suç fail veya faillerinin aşağıda gösterilen zamanaşımına kadar sürekli ve aralıksız aranmasına devam edilip suç kanıtlarıyla birlikte yakalanmalarının temini,

2- Tekidi gerektirmeksizin zamanaşımına kadar 3 ayda bir yapılan tahkikattan bilgi verilmesi,

3- … [Ş]üphelilerin yakalandıklarında müsnet suçla ilgili savunmalarının alınması, nüfus kayıtlarının eklenerek … hazır edilmeleri,

4- Bu müzekkeremizin şüpheli yakalandığında veya zamanaşımı dolduğu tarihte iade edilmesi rica olunur.”

18. Başvurucu 21/10/2010 tarihli dilekçe ile Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden başvurarak Emniyette kendisine “eski” polis memurlarının fotoğraflarının gösterildiğini oysa kendisine kötü muamelede bulunan polis memurlarının “yeni” olduklarını bildirmiştir.

19. Başvurucunun bu iddiaları üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/11/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkereler yazılarak olay günü Taksim-İstiklal Caddesi ile Asmalımescit civarı ve sokaklarında görevli olan tüm amir ve polis memurlarının görev yazıları ile birer fotoğraflarının temin edilerek gönderilmesi istenmiştir.

20. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına 10/11/2010 tarihli yeni bir dilekçe sunmuştur. Bu dilekçesinde başvurucu, önceki beyanlarını tekrar ederek kendisini darbeden polislerin Taksim Polis Merkezinde görev yaptıklarını, onları seyyar satıcılık yaptığı dönemden bildiğini belirtmiş ve teşhis için anılan Polis Merkezinde görev yapan polislerin fotoğraflarının kendisine gösterilmesini talep etmiştir.

21. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Taksim Polis Merkezi Amirliğinin 22/11/2010 tarihli yazısı ile soruşturmaya konu olaya ilişkin belirtilen tarih ve saatte ek herhangi bir görevlendirme olmadığı bildirilmiş, 11/7/2010 tarihinde saat 05.00 sularında görevli polis memurlarının listesinin onaylı sureti Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

22. Başvurucu 30/11/2010 tarihinde Beyoğlu Kaymakamlığına dilekçe ile başvuruda bulunarak “güven timi” polislerinden şikâyetçi olduğunu ve Cumhuriyet savcısına ifade verdiğini beyan ederek iddia ettiği darp olayı nedeniyle gerekli işlemlerin yapılmasını talep etmiştir. Kaymakam, aynı tarihli derkenar yazısı ile başvurucunun şikâyet dilekçesini Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne havale etmiştir. Başvurucunun anılan dilekçesinin ilgili kısımları (yazım hataları düzeltilmiş hâliyle) şöyledir:

“… Ben Güventim polislerinden şikâyetçiyim. Beyoğlu Asmalımescit’te beni darp ettiler. … Savcılığa ifade … verdim. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.”

23. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce Asayiş Şube Müdürlüğü B Bölgesi Güven Timleri Amirliğine yazılan 1/12/2010 tarihli ve 2010-1115 sayılı yazı ile başvurucunun 30/11/2010 tarihli dilekçesindeki iddiaları hakkında gerekli araştırmanın yapılarak 1/11/1984 tarihli ve 3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun’un 7. maddesi gereğince en geç 28/12/2010 tarihine kadar başvuru sahibine ve Beyoğlu Kaymakamlığına gönderilmek üzere Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne bilgi verilmesi istenmiştir.

24. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünce Beyoğlu Kaymakamlığına hitaben yazılan 30/12/2010 tarihli ve 2010-1115 sayılı yazı ile başvurucunun 30/11/2010 tarihli dilekçesine istinaden yapılan işlemler hakkında bilgi verilmiştir. Anılan yazının ilgili kısımları şöyledir:

“... [B]ahse konu dilekçe 01.12.2010 tarih ve 2010/1115 sayılı yazımız ile Asayiş Şube Müdürlüğü B Bölgesi Güven Timleri Amirliğine intikal ettirilmiş ve B Bölgesi Güven Timleri Amirliği konu ile ilgili olarak;

Kayıtlarının tetkikinde Salih KILIÇ isimli şahsa herhangi bir adli işlem yapılmadığı, POL-NET, İSTAP kayıtları incelendiğinde adı geçen şahıs hakkında herhangi bir kaydın mevcut olmadığının tespit edildiği, ayrıca dilekçe sahibi ile görüşülerek fotoğraf teşhisi için olay günü ve saatini, tam olarak olay yerini ve hangi birim tarafından işlem yapıldığının tespitini belirten bir dilekçe ile adli işlem için Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatı ile polis memurlarının fotoğraf teşhisi yaptırılabileceğinin şahsa bildirildiği belirtilmiştir.

…”

25. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 13/12/2010 tarihli ve 192674 sayılı yazısı ile Güven Timleri B Bölge Amirliğinde görevli personelin fotoğrafları CD ortamında Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

26. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/1/2011 tarihinde başvurucunun şikâyetçi sıfatıyla yeniden ifadesine başvurulmuş ve polis memuru olan altı farklı kişinin fotoğrafları bilgisayar ortamında başvurucuya gösterilmiştir. Anılan ifade tutanağının ilgili kısımları şöyledir:

“... CD bilgisayar ortamından kontrol edildiğinde 6 adet polis memurunun fotoğrafı bulunduğu ... müştekiye soruldu:

Polis [m]emurları ve fotoğrafı gönderilen amir bana yönelik olarak eylemde bulunan polis memurları değillerdir. [A]ncak ben idari yönden soruşturma yapılması amacıyla Beyoğlu Kaymakamlığına şikayet dilekçesi vermiştim. [B]ahse konu şikayet dilekçesi üzerine beni Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğüne gönderdiler. Ben orada iki kişiyi teşhis ettim. [D]aha önce yine ben teşhis için gitmiştim ancak kimseyi teşhis edememiştim. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne de teşhise gittim. [O]rada kimseyi teşhis edememiştim dedi. ...”

27. Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca Beyoğlu Kaymakamlığına yazılan 7/1/2011 tarihli yazı ile başvurucunun polis memurları tarafından 11/7/2010 tarihinde darbedildiği iddiasını içeren bir başvurusunun olup olmadığı, var ise şüpheli polis memurları hakkında idari ya da disiplin yönünden soruşturma yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise ilgili evrakın birer örneğinin gönderilmesi istenmiştir.

28. Beyoğlu Kaymakamlığının 15/2/2011 tarihli cevap yazısı ile söz konusu olayla ilgili idari bir soruşturma bulunmadığı bildirilmiş ve ilgili belgeler yazı ekinde gönderilmiştir.

29. Cumhuriyet Başsavcılığının 31/8/2010 tarihli “daimi arama” yazısı ile aynı içeriğe sahip 28/2/2011 tarihli ikinci “daimi arama” yazısı, ilgili kolluk birimine yeniden yazılmıştır.

30. Başvurucu 7/6/2011 tarihinde Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına vekili marifetiyle yeniden dilekçe vererek Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünde 12/8/2010 tarihinde yapılan teşhis işleminin ve tutulan fotoğraf teşhis tutanağının usule aykırı olduğunu, gerçeği yansıtmadığını, anılan işlemin yeniden yapılması gerektiğini beyan etmiştir. 8/6/2011 tarihinde başvurucu, Cumhuriyet Savcılığında tekrar ifade vermiştir. Başvurucu bu ifadesinde, ilk dilekçesinde olayın faillerinin Taksim Polis Merkezinde görev yaptığını sehven söylediğini ancak daha sonra anılan Merkezde sivil polis çalışmadığını ve anılan faillerin Asayiş Şube Müdürlüğü Güven Timlerine bağlı polis memurları olduğunu öğrendiğini, Kaymakamlığa verdiği dilekçe sonrasında kendisine teşhis yaptırılmadığını ve şikâyetinin devam ettiğini beyan etmiştir.

31. Cumhuriyet Başsavcılığının 19/6/2011 tarihli yazısı ile 31/8/2010 tarihli “daimi arama” yazısı aynı kolluk birimine yeniden yazılmıştır.

32. Başvurucu (Beyoğlu Adliyesinin kapatılması nedeniyle soruşturma dosyasının devredildiği) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına 15/6/2012 havale tarihli dilekçe ile başvuruda bulunarak fotoğraflarından teşhis ettiği şüpheliler hakkında kovuşturma başlatılmasını talep etmiştir. Anılan dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

“Şikayete konu şüphelilerin Gayrettepe (A)sayiş (Ş)ube (M)üdürlüğünde fotoğraflarından teşhis etmiş bulunmaktayım.

Yine şüphelilerden birisini Sirkeci'de resmi olarak görev başında iken... gördüm.

Şikayete konu suçu işleyen ve mağduriyetime neden olan şüphelilerin bir an evvel yakalanmasını ve cezalandırılmasını istiyorum.

Emniyette fotoğraflarından teşhis ettiğim şüphelilerin kimlik bilgilerinin tespitini de talep etmekteyim.

...”

33. Başvurucu 27/6/2012 tarihinde Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) mektupla başvuruda bulunarak sorumlular hakkında yasal işlem yapılmasını talep etmiştir. Başvuru yazısının ilgili kısımları şöyledir:

“... Güven timleri tarafından gördüğüm işkence neticesinde bu zamana kadar yaptığım tü(m) yasal başvurularımdan sonuç alamadım ve mağdur edildim.

Beni darp eden işkence yap...an kişiler belli olmasına rağmen haklarında gerekli yasal işlem bir türlü yapılmamakta mağduriyetim her geçen gün daha da artmaktadır.

Tüm bu durumlar karşısında mağduriyetimin önlenmesi ve sorumlul(a)r hakkında yasal işlem yapılmasının sağlanması amacı ile dilekçemi sunuyorum.

...”

34. Başvurucunun BİMER’e yaptığı müracaat 28/6/2012 tarihinde Adalet Bakanlığı aracılığıyla ilgisi nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir.

35. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Bilgi Edinme Bürosunun 2/7/2012 tarihli ve 2012/429 sayılı yazısı ile başvurucuya, konu hakkındaki müracaatını soruşturma dosyasının uhdesinde bulunduğu Cumhuriyet savcılarına iletmesinin uygun olacağı bildirilmiştir.

36. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Faili Meçhul Suçlar Bürosunca Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne hitaben yazılan 16/5/2013 tarihli ve 2010/83050 sayılı yazı ile faillerin araştırılması talimatı verilmiştir. Yazının ilgili kısımları şöyledir:

“İLGİ : 19/06/2011 tarih ve 2010/20741 sayılı kapanan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının yazısı.

İlgi sayılı FAİLİ MEÇHUL soruşturma evrakı ile ilgili olarak FİRARİ ... (şüphelilerin) DAVA ZAMANAŞIMI OLAN 11/07/2018 tarihine kadar önemle araştırılıp; yakalanmalarının ve haklarındaki soruşturma evrakı ile birlikte Savcılığımıza gönderilmelerinin temini ile;

Yapılan soruşturma ile ilgili olarak TEKİDE ve İLGİLİLER HAKKINDA SORUŞTURMAYA mahal verilmeksizin; YILDA BİR KEZ SAVCILIĞIMIZA BİLGİ VERİLMESİ;

Önemle rica olunur.”

37. Başvurucu 16/7/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

38. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğünün 5/3/2015 tarihli yazısı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilen aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

“… 28.02.2011 tarih ve 2010/20741 soruşturma … sayılı yazısı gereği faili meçhul şahıs ve şahısların idaremiz dahilinde barınması ve bulunması muhtemel olan yerler önemle aranmış ise de bahse konu şahıs ve şahısların tespiti ve temini mümkün olamamış …”

39. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/6/2015 tarihli yazı ile başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına davet edilmiştir. Anılan yazının tebliği üzerine başvurucu 23/7/2015 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve aynı tarihte şikâyetçi sıfatıyla yeniden ifadesine başvurulmuştur. Başvurucunun alınan ifadesine ilişkin tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

“Ben 13/07/2010 tarihinde vermiş olduğum şikayet dilekçemi 13/07/2010, 05/01/2011 tarihli, 08/06/2011 tarihli Savcılık ifadelerini aynen tekrar ederim. Dilekçede ifadelerimde belirttiğim gibi 11/07/2010 günü saat 05.00 sıralarında İstanbul Beyoğlu İstiklal [C]addesi’nde Asmalımescit’te içkili restoran… önünde çiğ köfte satmaktaydım. Restoran… önündeki masada oturarak içki içmekte olan, 2 sivil giyimli şahıs ve restoran… personeli olan 4-5 kişi vardı. Bu iki sivil giyimli içk[i] içen şahıstan biri beni yanına çağırdı ve bu şahıs elini boynuma sararak 20-30 metre kadar aşağıya götürdü. Bu şahıs bana ‘İnşaat duvarına işerken kamerada gördüm seni’ diyerek tokat attı. Ben de kendisine ‘Sen kimsin beni dövüyo[r]sun’ dedim. Daha sonra diğer şahıs [da] geldi her ikisi de tekme tokat beni dövdüler. Her iki şahıs [da] bana ‘Senin kafana silah sıkar, sinkaf ederim’ diyerek hakaret ve tehditte bulundular. Ben bu şahıslar hakkında şikayetçi olmak için Taksim Polis Merkezi’ne gittim. Olayı anlattım. Bana bir kağıt verdiler … hastaneye gönderdiler. Hastaneden raporumu aldım. Tekrar Polis [M]erkezine geldim … Beyoğlu Başsavcılığına gitmemi söylediler. Ben de 13/07/2010 günü dilekçeyle Beyoğlu Başsavcılığına başvurdum. Beni döven bu iki sivil giyimli şahıs… İstanbul Emniyet Müdürlüğü güven timlerinde görevli polis memurlarıdır. Ben bu iki polis memurunun resimlerini Beyoğlu Kaymakamlığına şikayetim üzerine Taksim Polis Merkezinde görevli M… Başkomiser tarafından gönderildiğim, İstanbul Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde bilgisayar üzerinde görerek teşhis etmiştim. Bilgisayar resimleri bana Gayrettepe’de görevli polis memuru E… göstermişti. Ancak bana isimlerini söylemedi. Savcılıktan kağıt olmadan isimleri veremeyeceğini belirtti. Ben de Cumhuriyet Savcısı A… Ş…’ın yanına geldim. Durumu söyledim. Bana CD isteyeceğini daha sonra teşhis yaptıracağını söyledi. Beni döven hakaret ve tehditte bulunan bu polis memurlarından davacı ve şikayetçiyim. Görsem kendilerini teşhis edebilirim. [B]en ayrıca bu konuda 24/05/2012 tarihli (15/06/2012 … havale tarihli) vermiş olduğum dilekçemde de Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde fotoğraflardan teşhiste bulunduğum… şüphelilerden birini Sirkeci'de görevi başında gördüğümü belirtmiştim. 24/05/2012 tarihinde dilekçe verdiğim günden bir kaç gün öncesi Sirkeci Polis Merkezi’nde beni gören polis memurunu resmi polis kıyafetiyle Karakola girerken gördüm. Bu hususların araştırılmasını istiyorum …”

40. Cumhuriyet Başsavcılığı Genel Soruşturma Bürosunca Kocamustafapaşa Ceylan Tıp Merkezine yazılan ve ekinde başvurucuya ait raporlar bulunan 25/11/2015 tarihli yazı ile başvurucuya ait tedavi evrakının gönderilmesi istenmiştir.

41. Cumhuriyet Başsavcılığı Genel Soruşturma Bürosunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığına yazılan 25/11/2015 tarihli yazı ile İstanbul Gayrettepe Asayiş Şube Müdürlüğünde 10/7/2010-11/7/2010 tarihlerinde görev yapan polis memurlarının açık kimlik bilgileri ve fotoğraflarının, ayrıca Sirkeci Polis Merkezinde 20/5/2012 ile 24/5/2012 tarihleri arasında görev yapan polis memurlarının açık kimlik bilgileri ile fotoğraflarının gönderilmesi istenmiştir.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

42. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “İhbar ve şikâyet” kenar başlıklı 158. maddesi şöyledir:

“(1) Suça ilişkin ihbar veya şikâyet, Cumhuriyet Başsavcılığına veya kolluk makamlarına yapılabilir.

(4) Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.

(5) İhbar veya şikâyet yazılı veya tutanağa geçirilmek üzere sözlü olarak yapılabilir.

…”

43. 5271 sayılı Kanun’un “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

“(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

(2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.”

44. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü zaman yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve (8) No.lu Genelge’nin ilgili kısımları şöyledir:

“…

2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,

…”

45. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 20/2/2015 tarihli ve 158 sayılı Genelgesi’nin ilgili kısımları şöyledir:

“…

2- İnsan hakları ihlali, işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yapılan soruşturmaların, kolluk kuvvetlerine bırakılmayarak bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesi,

…”

2. Uluslararası Hukuk

46. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasına dair 3441 sayılı Kanun, 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:

“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.”

47. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

48. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 21/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu; iki polis memuru tarafından tamamen keyfî bir biçimde darbedilmesi sonucunda her iki kulağında hasar oluştuğunu, kendi imkânlarıyla tedavi olmasına rağmen sağlık sorununun devam ettiğini, olayın 2010 yılında gerçekleştiğini ve hemen akabinde Cumhuriyet savcısına şikâyetini sunduğunu fakat sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasını sağlayacak düzeyde etkili bir soruşturma yapılmadığını, fiilin dava zamanaşımı süresinin 11/7/2018 tarihinde dolacağını, bu nedenlerle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16; M. Aydın Gürül, B. No: 2012/682, 2/10/2013, § 18). Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altında alınan insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin, ancak usul yükümlülüğü kapsamında yapılacak etkili bir ceza soruşturması sonucunda belirlenebileceği dikkate alınarak başvurucunun iddialarının yalnızca usul boyutu yönünden incelenmesi gerekli ve yeterli görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Zaman Bakımından Yetki Sorunu

52. Bakanlık görüş yazısında, bireysel başvuru konusunda Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcının 23/9/2012 tarihi olduğu, bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararların bireysel başvuruya konu olabileceği, Aksakal/Türkiye (B. No: 51967/99, 11/9/2007, § 65) kararına atfen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) onaylandığı veya bireysel başvuru hakkının taraf devletçe tanındığı tarihten önce meydana gelen olaylarla ilgili şikâyetlerin zaman bakımından yetkisizlik gerekçesiyle kabul edilemez bulunduğu ifade edilmiştir. Bakanlığa göre 11/7/2010 tarihinde gerçekleşen, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamındaki başvuruya konu olaya ilişkin soruşturma kapsamında Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı 19/6/2011 tarihinde “daimi arama” kararı almış olup aktif soruşturmanın sona erdiği tarih, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten önceki bir tarihtir.

53. Başvurucu; başvurunun özünün etkisiz soruşturma sonucu soruşturma dosyasından aktif olarak el çekilerek dosyanın daimî aramaya alınmasıyla ilgili olduğundan, başka bir deyişle etkili bir soruşturma yapılmaksızın dosyadan el çekildiğinden dosyanın daimî aramaya alınma tarihi temel alınarak bireysel başvurunun zaman açısından kabul edilemez olduğunun kabulünün mümkün olmadığını Bakanlık görüşüne karşı beyanında bildirmiştir.

54. Bakanlık görüş yazısında, kararına atıfta bulunulan AİHM’e göre Sözleşme, 2. ve 3. maddeleri kapsamındaki haklarda olduğu gibi güvence altına aldığı hakların etkin şekilde kullanımının sağlanmasına özgü pozitif yükümlülükleri gerektirebilir. Bireyin, Sözleşme’nin 3. maddesi ihlaline ilişkin belli delillerle savunulabilir bir iddiasının olması hâlinde etkili bir hukuk yolu kavramı, devlet tarafından sorumlu kimselerin tespit edilmesine ve cezalandırılmasına olanak sağlayabilecek kapsamlı ve etkin bir soruşturmayı gerektirir. Gerçekte kişinin iddialarının ulusal mahkemeler ve AİHM önünde üretilen delillerle doğrulanması, bu iddiaların savunulabilir olma niteliğinin değerlendirilmesinde belirleyici bir faktördür. AİHM, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddeleri temelinde yapılan şikâyetlerin mahkeme önünde yeterli seviyedeki delillerle desteklendiği durumlarda ulusal makamların -söz konusu delillerin ilgili zamanda önlerindeki dosyada olması hâlinde ve olduğu ölçüde- bu hükümlerden doğan usul yükümlülüklerine tabi olduğu sonucuna varmıştır. Aksi düşünce kritik tarihten itibaren önlerindeki davaların tümünde Sözleşme’yi dikkate almakla yükümlü olan ulusal mahkemelerin, bahsi geçen tarihten önce meydana gelen olaylarla ilgili devam eden davalarda, bu yükümlülükten sapma hususunda tam yetkiye sahip olacağı anlamına gelecektir (Aksakal/Türkiye, §§ 67-76).

55. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrasında Anayasa Mahkemesinin ancak 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceleyeceği hükme bağlanmıştır.

56. Başvuru konusu ceza soruşturması hâlâ derdesttir. Bakanlık görüşünde belirtilen 19/6/2011 tarihli “daimi arama” kararı, soruşturmayı neticelendirici bir özelliğe sahip olmadığı gibi devletin etkili soruşturma yükümlülüğü, somut olayda devam etmektedir. Dolayısıyla başvuruya konu soruşturmayı neticelendiren ve kritik tarihten önce kesinleşmiş bir işlem mevcut değildir. Esasen başvurucunun şikâyeti de doğrudan doğruya 11/7/2010 tarihinde meydana gelen darp olayına ilişkin olmayıp etkili yürütülmediğini iddia ettiği soruşturma ve bu çerçevede kamu otoritesince sergilendiği iddia edilen pasif tutuma yöneliktir.

57. Bu itibarla kritik tarihten önce kesinleşmiş olan herhangi bir nihai işlem veya kararı konu almadığı sonucuna varılan başvurucunun ihlal iddialarının, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi kapsamında yer aldığı anlaşılmaktadır.

b. Başvuru Yollarının Tüketilmesi Sorunu

58. Başvuru kapsamında ileri sürülen iddialar açısından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğine karar verebilmek için Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edilip edilmediğinin esas yönünden incelenmesi, bir başka ifadeyle derdest ceza soruşturmasının gelinen aşama itibarıyla etkili yürütülüp yürütülmediğinin tespiti gerekir. Bu nedenle devletin, insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutu kapsamındaki yükümlülüklerini yakından ilgilendiren başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği sorununun başvurunun esasına ilişkin inceleme ile birlikte çözüme kavuşturulması uygun görülmüştür (bkz. § 94).

59. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

60. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

61. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).

62. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 111).

63. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

64. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

65. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

66. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

67. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

68. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın “etkili” olabilmesi için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

69. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (Tahir Canan, § 26; Cezmi Demir ve diğerleri, § 118).

70. İşkence, eziyet ve kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için soruşturmanın yetkililer tarafından makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

71. Mahkemelerin özellikle işkence, eziyet ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarını konu olan bir ceza davasının yetkililer tarafından mümkün olan en kısa zamanda bir sonuca bağlanması, eşitlik ilkesi bağlamında kamunun güveninin korunmasına ve kanun dışı eylemlere karışanlara karşı hoşgörülü bir tutum sergilendiği izlenimi oluşmasının önlenmesine hizmet eder (Cezmi Demir ve diğerleri, § 120).

72. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence, eziyet veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, affın veya genel affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121).

b. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvurucu; iki polis memuru tarafından tamamen keyfî bir biçimde darbedilmesi sonucunda her iki kulağında hasar oluştuğunu, kendi imkânlarıyla tedavi olmasına rağmen sağlık sorununun devam ettiğini, olayın 2010 yılında gerçekleştiğini ve hemen akabinde Cumhuriyet savcısına şikâyetini sunduğunu fakat sorumluların belirlenmesi ve cezalandırılmasını sağlayacak düzeyde etkili bir soruşturma yapılmadığını, fiilin dava zamanaşımı süresinin 11/7/2018 tarihinde dolacağını, bu nedenlerle insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

74. Bakanlık görüş yazısında, özetle başvurucunun Cumhuriyet Savcılığına olayı intikal ettirdikten sonra ayrıntılı bir şekilde ifadesinin alındığı, adli muayene raporunun temin edildiği, şüphelilerin teşhis ve tespitleri için ilgili kurumlarla kısa süre içinde yazışmalar yapıldığı, başvurucuya birden çok kez teşhis yaptırıldığı bildirilmiştir.

75. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde soruşturma işlemlerinin kronolojik gelişimine bakıldığında şüphelilerin tespiti adına soruşturma dosyasına sunduğu bilgi ve belgelerin etkin olarak değerlendirilmediğini, olayın gerçekleşmesinin üzerinden kısa bir süre sonra daimî aramaya alınmasının açıkça hak ihlali olduğunu ifade etmiştir.

76. Meydana geldiği iddia edilen darp olayı ile ilgili olarak Taksim Eğitim Araştırma Hastanesinden ve Kocamustafapaşa Ceylan Özel Tıp Merkezinden alınan tıbbi raporların her ikisi de başvurucunun girişimleri ile alınmıştır. Diğer taraftan Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 13/7/2010 tarihinde alınan ifadesini müteakip Beyoğlu Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edilen başvurucu hakkında aynı gün düzenlenen raporla, yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu tespit edilmiştir. Genel olarak düzenlenen tüm raporlarda, başvurucunun darp iddiasını kuvvetlendiren bulgulara yer verildiği görülmektedir. Ayrıca başvurucu, Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ifadesinde olayın faillerinin ayrıntılı eşkal bilgilerini de sunabilmiştir. Bu itibarla başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin belli delillerle savunulabilir bir iddiası olduğunun ve böyle bir iddia karşısında devletin sorumlu kimselerin tespit edilmesine ve cezalandırılmasına olanak sağlayabilecek kapsamlı ve etkili bir soruşturma yürütme zorunluluğunun doğduğunun kabulü gerekir.

77. İnsan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların etkili olduğunun kabul edilebilmesi için şikâyet öğrenilir öğrenilmez veya yeterince açıklığa kavuşmayan bir şikâyet açıklığa kavuşturulur kavuşturulmaz soruşturma makamlarınca soruşturma başlatılması gerekmektedir. Şikâyetin olmadığı ancak insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir muamelenin mevcudiyetine ilişkin ciddi delil veya emareler bulunduğunun farkına varıldığı bir durumda ise savcılığın resen harekete geçme yükümlülüğü devam etmektedir.

78. Başvurucu, 11/7/2010 tarihinde İstanbul ili Beyoğlu ilçesi Asmalımescit mevkiinde iki polis memuru tarafından sabaha karşı darbedildiği iddiasıyla Taksim Polis Merkezine müracaatta bulunarak anılan memurlardan şikâyetçi olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine başvurucu, görevli polis memurları tarafından ifadesine başvurulmaksızın adli muayenesinin yapılması için hastaneye ve sonrasında da şikâyetini bildirmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına yönlendirilmiştir.

79. Öncelikle 5271 sayılı Kanun’un 158. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince suç işlendiğine ilişkin şikâyetleri kabule yetkili olan kolluk görevlileri, başvurucunun iddialarını bağlı bulundukları Cumhuriyet savcısına iletip vereceği talimatlar doğrultusunda olaya el koyarak iddia edilen yaralama olayına ilişkin tıbbi bulgular ve başvurucunun ayrıntılı ifadesi başta olmak üzere suç delillerinin vakit geçirmeksizin tespiti yerine, başvurucuyu adli muayenesinin yapılması için hastaneye ve sonrasında şikâyetçi olması için Cumhuriyet Başsavcılığına yönlendirmişlerdir. Bu çerçevede genel ilkeler başlığı altında da ifade edildiği şekliyle başvuruya konu soruşturmanın derhâl başlatıldığının kabul edilmesi mümkün değildir. Başvurucunun 11/7/2010 tarihli şikâyet dilekçesi ile doğrudan müracaatı üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca derhâl soruşturma başlatılması ve aynı gün içinde başvurucunun şikâyetçi sıfatıyla ifadesine başvurulması da ortaya çıkan bu eksikliği gidermemiştir.

80. İnsan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele iddialarının etkili soruşturulması bakımından önem arz eden bir diğer nokta, soruşturmada görev alan kişilerin bağımsız ve tarafsız hareket edebileceklerine olan inancın korunmasıdır. AİHM’e göre de bir soruşturma ancak soruşturmayı yapmakla görevli kişiler, olaylara karışanlardan bağımsız olduğu takdirde “etkili” olarak nitelenebilir. Bu durum, yalnızca anılan kişi kategorileri arasında hiçbir hiyerarşik ve kurumsal bağın olmamasını gerektirmekle kalmaz; aynı zamanda pratik bağımsızlığı da gerektirir (Kamer Demir ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41335/98, 19/10/2006, § 44).

81. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başvuruya konu soruşturmanın devam etmekte olduğu zaman içinde yürürlükte olan 18/10/2011 tarihli ve (8) numaralı mülga Genelgesi’nde (bkz. § 42) ve Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün hâlihazırda yürürlükte bulunan 20/2/2015 tarihli ve 158 numaralı Genelgesi’nde, insan hakları ihlalleri ile işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların bizzat Cumhuriyet başsavcısı ya da görevlendireceği bir Cumhuriyet savcısı tarafından etkili ve yeterli bir şekilde yürütülmesine ilişkin gereklilik ifade edilmiştir. Ayrıca İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde de soruşturmayı yürütenlerin bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olması gerektiği düzenlenmiştir.

82. Başvuruya konu soruşturma süreci kapsamında Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığınca 11/8/2010 tarihinde Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne ve Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne yazılar yazılarak başvurucuya yönelik eylemleri yaptıkları iddia edilen polis memurlarının teşhis ettirilmesi istenmiştir.

83. Hiç kuşkusuz soruşturulan “faili meçhul” olayın aydınlatılması noktasında teşhis işlemleri, anahtar bir role sahiptir. Bu denli önem arz eden teşhis işlemlerinin ilk etapta, soruşturulan olayın potansiyel failleri ile aynı hiyerarşik çatıyı paylaşan kolluk görevlilerine yaptırılmasının yukarıda belirtilen soruşturmanın bağımsız ve tarafsız ellerle yürütülmesi ilkeleri ile bağdaştığı söylenemez.

84. Başvurucu 21/10/2010 tarihli dilekçe ile Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden başvurarak Emniyette kendisine eski polis memurlarının fotoğraflarının gösterildiğini oysa kendisine kötü muamelede bulunan polis memurlarının yeni olduklarını bildirmiştir. Başvurucunun bu iddiaları üzerine Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca 2/11/2010 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğüne ve Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne müzekkereler yazılarak olay günü Taksim İstiklal Caddesi ile Asmalımescit civarı ve sokaklarında görevli olan tüm amir ve polis memurlarının görev yazıları ile birer fotoğraflarının temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü Taksim Polis Merkezi Amirliğinin 22/11/2010 tarihli yazısı ile soruşturmaya konu olaya ilişkin belirtilen tarih ve saatte ek herhangi bir görevlendirme olmadığı bildirilmiş, 11/7/2010 tarihinde saat 05.00 sularında görevli polis memurlarının listesinin onaylı sureti Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 13/12/2010 tarihli ve 192674 sayılı yazısı ile de Güven Timleri B Bölge Amirliğinde görevli personelin fotoğrafları CD ortamında Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

85. Cumhuriyet savcısı huzurundaki teşhis işlemlerinde kullanılan en önemli kanıt unsuru olan ilgili görevlilere ait fotoğrafların temininde de aynı kapsamdaki görevlilerin etkin olmaları ve soruşturmanın sadece bu kişilerden gelen bilgi ve belgeler üzerinden yürütülmesi soruşturmanın etkili yürütülmesi bağlamında öne çıkan bir diğer önemli eksikliktir. Nitekim Cumhuriyet savcısı tarafından 5/1/2011 tarihinde polis memuru olan yalnızca altı kişinin fotoğrafı bilgisayar ortamında başvurucuya gösterilmiş ve başvurucu, fotoğrafı gösterilen görevliler arasında kendisini darbeden kişilerin bulunmadığını beyan etmiştir.

86. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığınca Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderilen 31/8/2010, 28/2/2011, 19/6/2011 ve 16/5/2013 tarihli “daimi arama” yazıları ile meçhul şüphelilerin dava zamanaşımı tarihi olan 11/7/2018’e kadar araştırılmaları ve yakalanmaları, ayrıca soruşturmanın akıbeti hakkında “yılda bir kez” Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verilmesi istenmiştir. Bu yazıdaki talimatların dava zamanaşımının dolacağı tarihe kadar geçerli olması ve bilgilendirme periyodu olarak bir yıl gibi uzun bir süre belirlenmesi dikkate alındığında soruşturma makamının, birinci derecede sorumlu olduğu suç faillerinin kimliklerinin tespit edilerek iddia edilen olayın soruşturulması görevinin ifasını ilgili kolluk biriminin inisiyatifine bıraktığı açıktır.

87. Öte yandan başvurucunun, kimlikleri belirsiz şüpheli polis memurlarının tespiti ve haklarında idari soruşturma yürütülmesi için müracaatta bulunduğu Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından olayla ilgili bir soruşturma açılmamış; başvurucunun müracaat dilekçesi, üzerine eklenen matbu bir derkenar yazısı ile Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne havale edilmiştir. Bu kapsamda şüpheliler araştırılmayarak idari yönden soruşturulmalarını sağlayacak somut adımlar atılmamış ve yalnızca ilgili kolluk birimine çağrılan başvurucuya, olaya ilişkin olarak Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyetçi olabileceği yönünde bilgilendirme yapılmakla yetinilmiştir.

88. Gerek Cumhuriyet Başsavcılığı gerekse Kaymakamlık, olayın faillerinin tespitine ilişkin işlemleri bizzat yürütmek ve süreci birinci elden takip etmek yerine bu görevi fiilen önemli ölçüde potansiyel şüphelilerle aynı hiyerarşik yapıyı paylaşan ilgili kolluk birimlerine devretmişlerdir. Etkili, tarafsız ve bağımsız bir şekilde görev yapabilecekleri noktasında ciddi şüpheler bulunan kişiler eliyle yürütülen bir soruşturma sonucunda, olayın aydınlatılarak şüphelilerin kimliklerinin açığa çıkarılmasının beklenmesi mümkün değildir.

89. Dahası Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda belirtilen “daimi arama” yazıları (bkz. § 86), kolluk görevlilerine, soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi verilmesi şeklinde bir formalitenin yerine getirilmesinin ötesinde soruşturmanın esasına etkili olabilecek ve somutlaştırılmış bir sorumluluk da yüklememiştir. Nitekim anılan daimî arama yazılarının muhatabı olan kolluk birimi tarafından yapılan araştırma işlemlerini ortaya koyan tek belge 5/3/2015 tarihli tutanaktır (bkz. § 38). Belirtilen tutanakta “28.02.2011 tarih ve 2010/20741 soruşturma … sayılı yazısı gereği faili meçhul şahıs ve şahısların idaremiz dahilinde barınması ve bulunması muhtemel olan yerler önemle aranmış ise de bahse konu şahıs ve şahısların tespiti ve temini mümkün olamamış[tır.]” ifadelerine yer verildiği görülmektedir. Cumhuriyet Başsavcılığının “daimi arama” yazısına ilişkin tarih ve sayı bilgileri haricinde başvuruya konu soruşturmaya ilişkin hiçbir özel tespit veya araştırma faaliyeti bilgisine yer verilmeyen ve tamamıyla klişe ifadelerden oluşan bu tutanağın bir şablon niteliğinde olduğu açıktır. Dahası tutanakta “faili meçhul … şahısların idaremiz dahilinde barınması ve bulunması muhtemel olan yerler önemle aranmış” ifadelerine yer veren görevlilerin, araştırdıkları potansiyel faillerin birer polis memuru olduğunun farkında oldukları da kuşkuludur. Bu şartlar altında başvuruya konu soruşturmada görev alan kişilerin makul bir özen içinde hareket ettiklerinin kabul edilmesi mümkün değildir.

90. Genel ilkeler kısmında da ifade edildiği üzere işkence, eziyet ve kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda; hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir.

91. Başvuru formu ve ekleri ile Bakanlık görüş yazısı ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla tespit edilen bilgiler çerçevesinde başvurucunun şikâyet dilekçesini sunduğu 13/7/2010 tarihinde resmî olarak başlayan ve hâlihazırda derdest olan adli soruşturma sürecinde başvurucunun 13/7/2010, 5/1/2011, 8/6/2011 ve 23/7/2015 tarihlerinde ifadelerine başvurulmuştur. 5/1/2011 tarihinde başvurucuya, teşhis etmesi için altı polis memurunun fotoğrafı gösterilmiştir. 12/8/2010 tarihinde kolluk birimlerine, başvurucuya teşhis işlemi yaptırılması talimatı verilmiş; başvurucunun 21/10/2010 tarihli dilekçesinde ileri sürdüğü iddialar üzerine Cumhuriyet Başsavcılığının 2/11/2010 tarihli yazısı ile kolluk birimlerinden teşhis için ilgili görevlilerin fotoğraflarının gönderilmesi istenmiştir. 7/1/2011 tarihli yazı ile Beyoğlu Kaymakamlığına, başvurucunun maruz kaldığını iddia ettiği olaya ilişkin herhangi bir idari soruşturma yürütülüp yürütülmediği sorulmuştur. 25/11/2015 tarihinde ise ilgili kolluk biriminden olayın meydana geldiği yer ve zaman diliminde görevli polis memurlarının fotoğrafları ile olayın akabinde muayene olduğu özel sağlık kuruluşundan başvurucunun tedavi belgeleri istenmiştir.

92. Başvurucunun üçüncü defa ifadesinin alındığı 8/6/2011 tarihinden ilgili kolluk birimi ve sağlık kuruluşuna müzekkerelerin yazıldığı 25/11/2015 tarihine kadar geçen yaklaşık 4 yıl 5 aylık sürede yapılmış esaslı herhangi bir soruşturma işlemi tespit edilememiştir. Bu durum, soruşturma sürecinin gerekli makul özen ve süratle yürütülmediğini ortaya koymaktadır.

93. Sonuç itibarıyla başvurucunun insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele iddialarının etkili bir şekilde soruşturulduğu sonucuna ulaşılamamıştır. Bu açıdan başvuruya konu soruşturma, insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele fiillerinin önlenmesi ve gerekiyorsa faillerin tespit edilerek cezalandırılması bakımından yeterli bir etki doğurmamıştır. Dahası salt soruşturmanın etkisizliği nedeniyle şüphelilerin kovuşturulmamış olması, bu tür olaylara karışan kamu görevlilerine müsamaha ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırmakta olup bu durumun insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele fiillerini gerçekleştirme temayülü olan kişileri cesaretlendirebileceği ve bireylerin, belirtilen eylemlere karşı koruma ödevi bulunan devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

94. Ayrıca başvurucunun insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele iddiaları bakımından etkili soruşturma yürütülmediğinin tespit edilmiş olması nedeniyle başvurunun özel koşulları çerçevesinde başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşılamamıştır.

95. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile güvence altına alınan etkili soruşturma (usul) yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

96. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

97. Başvurucu, etkili bir soruşturma yapılmamış olması nedeniyle şüphelilerin tespit edilerek haklarında gerekli soruşturmanın başlatılmasına yönelik karar verilmesini ve maruz kaldığını iddia ettiği insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele nedeniyle 2.000 TL maddi ve 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

98. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen devletin etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

99. Belirtilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

100. Öte yandan kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin tespit edilen ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından tek başına yeterli bir giderim sağlamayacağı kanaatine varıldığından soruşturmanın etkili yürütülmemesine bağlı olarak maruz kaldığı manevi zarar nedeniyle başvurucuya, somut başvuru bakımından tazminatın tamamlayıcı bir giderim olması da dikkate alınarak net 5.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

102. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul yönünden ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için dosyanın ­İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 5.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

21/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

CENGİZ KAHRAMAN VE KENAN ÖZYÜREK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8137)

Karar Tarihi: 20/4/2016

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan                     : Burhan ÜSTÜN

Üyeler                       : Erdal TERCAN

                                    Hasan Tahsin GÖKCAN

                                    Kadir ÖZKAYA

                                    Rıdvan GÜLEÇ                   

Raportör                   : Hüseyin MECEK

Başvurucular           :1. Kenan ÖZYÜREK

                                    2. Cengiz KAHRAMAN

Vekili                        Av. Gül ALTAY

I.     BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuları darbetmeleri nedeniyle haklarında dava açılan infaz ve koruma memurları ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadan beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/11/2013 tarihinde İstanbul 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların sırasıyla Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014,Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihlerinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 25/5/2015 tarihinde birleştirilmesine ve incelemenin 2013/8137 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III.  OLAY VE OLGULAR

A.   Olaylar

8.  Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular olay tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadırlar.

10. Başvurucular 10/4/2007 tarihinde İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde muayene olmak istemeleri üzerine görevli memurlarca saat 11.00 sıralarında kaldıkları A.1.32 No.lu odadan alınmışlardır. Başvurucular revire gitmeden önce infaz ve koruma memurları tarafından yapılmak istenen aramaya karşı gelerek ayakkabılarını çıkarmak istememişlerdir. Görevliler tarafından yapılan aramadan sonra koridordan revire ilerledikleri sırada başvurucu Kenan Özyürek, A.11.33. No.lu odanın kapısını çalarak orada kalan hükümlü arkadaşlarıyla mazgaldan konuşmak istediğinde görevlilerin uyarısı üzerine başvurucularla infaz ve koruma memurları arasında tartışma çıkmıştır. Olay sırasında başvurucular darbedildiklerini, İnfaz ve Koruma memurları Ş.Ş. ve A.D. ise tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

11.Başvurucular 16/4/2007 tarihli dilekçeyle infaz ve koruma memurları tarafından yapılan eylemler ile bundan sonra tedavi sürecindeki aksaklıklarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır.

1.    Olay Tutanağı

12. İnfaz Kurumunda görevli on bir kişi tarafından tutulan tutanakta 10/4/2007 tarihinde saat 11.23’te A.11.32 No.lu odada kalan Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in revire çıkmak üzere odalarından alınmaya gidildiği sırada aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, slogan attıkları, ayakkabılarının çıkarılmasında zorluk çıkardıkları daha sonra koridorda ilerlerken A.11.33. No.lu odanın kapısına vurarak içerde bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, uyarıldıklarında ise "Siz ne karışıyorsunuz?" diyerek karşılık verdikleri, A Blok açık görüş mahallinden geçerken Kenan Özyürek’in memurlara tehdit ve hakaret içeren sözler sarf ettiği, bunun üzerine Kenan Özyürek’in ise herhangi bir olaya sebebiyet verilmemesi için odasına geri getirildiği, Cengiz Kahraman’ın ise olay yerine gelen diğer infaz ve koruma memurları tarafından revire götürülmek üzere teslim alındığı ancak Cengiz Kahraman’ın "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü, nöbetçi müdürün bilgisi dâhilinde sonradan her ikisinin de revire götürüldüğü belirtilmiştir.

2.    Adli Raporlar

13.Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Ceza İnfaz Kurumunun 10/4/2007 tarihli ve 1489 sayılı Dr. N.S.Y. tarafından tanzim olunan raporunda hastanın görevliler tarafından darbedildiği, sağ bacakta ve belinde ağrısı olduğunu beyan ettiği, yapılan muayenede kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenesinde herhangi bir hassasiyetinin bulunmadığı, şikâyetine istinaden dicloflam intra musculer uygulandığı, TA ve nabzın normal olduğu belirtilmiştir.

14. 10/4/2007 tarihli ve 22.00 saatli Dr. M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından tutulan tutanakta saat 21.30’da Cezaevi Müdürlüğünün talebi üzerine Kuruma geldikleri, A.11.32 No.lu odada kalan hasta Cengiz Kahraman’ın Cezaevi revirinde fiziki muayenesinde her iki testisinde minimal ödem ve sağ skrotal ekimozu ve prepisyonunda minimal ekimoz bulunduğu, başkaca bir patoloji saptanmadığı, hastanın iğneyle tedaviyi kabul etmediği, daha önce gelen doktorun da kendisini muayene etmediğini söylediği kayıtlıdır.

15. Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 298591 protokol numaralı Dr. H.P. tarafından yapılan muayene kaydında testis bölgesine darbe alan kişinin testislerinde şişlik ve ödem olduğu, Ankara Numune Hastanesi Üroloji Kliniğine sevkinin uygun olduğu yazılıdır.

16. Üroloji Servisinin talebi üzerine başvurucu Cengiz Kahraman’ın radyoloji filmi çektirilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Radyoloji Servisi tarafından verilen 11/4/2007 tarihli raporunda; her iki testis skrotumda ve normal boyutlarda olup konturları düzgün olduğu, sağ testis inferior kesiminde 17x20 mm boyutlarda, düzensiz sınırlı, hipoekokik alan izlendiği, bilateral epididim boyut ve eko yapısı normal olup epididimlerde yer alan kitle lezyonu saptanmadığı, skrotum sağ tarafındanda cilt-cilt altı yumuşak doku ödemli izlendiği, sağda skrotal sıvı minimal arttığı belirtilmiştir.

17. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Numune Hastanesi üroloji polikliniğinin 11/4/2007 tarihli ve 1226275 sayılı raporunda; sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, hg: 13.8, TU: 1-2 lokosit, streod USG: sol testis normal, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm, acil ürolojik cerrahi düşünülmedi, 2 hafta poliklinik kontrolünün uygun olduğu, skrotal elevasyon, saatte 5 dk buz uygulamasının uygun olduğu yazılıdır.

18. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararında sağ testiste hematoma neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

3.    Başvurucuların Beyanları

19. Başvurucu Kenan Özyürek 5/7/2007 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü saat 11.20’de revire gitmek üzere infaz ve koruma memurlarının nezaretinde odadan çıktıklarını, A.11.13 No.lu odanın önünden geçerken orada kalan bir hükümlüye selam vermek istediğini ancak görevlilerin buna müdahale ettiklerini, arkasından iteklediklerini, bunun üzerine onlarla tartıştığını, memurların kendilerini revire götürmekten vazgeçerek 11.30’da odalarına geri getirdiklerini, memur A.K.nin kendisine şerefsizler diyerek hakaret ettiğini, kendisini memur M.Ö.nün ittirip duvara çarptırdığını, kendisini odaya bıraktıktan sonra memurların, arkadaşı Cengiz Kahraman’ın bacaklarına ve cinsel organının bulunduğu bölgeye tekme vurduklarını, bunu seslerinden duyarak anladığını ancak fiilen vurma anını görmediğini, saat 12.45’te Cengiz Kahraman’ın ağrıları arttığı için birlikte revire çıktıklarını, kendisi revirde bayan doktora muayene olduktan sonra içeriye Cengiz Kahraman’ın girdiğini, Cengiz Kahraman’ın doktor odasından çıktıktan sonra doktorun kendisiyle ilgilenmediğini söylediğini, hükümlü E.Z.nin havalandırma boşluğundan olayı gördüğünü, bu nedenle tanık olarak dinlenmesi gerektiğini, kendisine hakaret eden itip kakan görevlilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.

20. Başvurucu Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 25/3/2008 tarihlerinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında Kenan Özyürek’le birlikte iki infaz ve koruma memuru nezaretinde A.11.33 No.lu odanın önünden geçerken Kenan'ın odada kalan bir hükümlüye merhaba demek istediğini, görevli memurlarla sert bir şekilde tartışmaya girdiğini, memurun eliyle Kenan’ı ittirdiğini,Kenan’ın da beni ittirme, ne söylüyorsan sözlü olarak söyle dediğini, bunun üzerine tartışma çıktığını, daha sonra Kenan’ı odasına geri götürdüklerini, kendisi malta (Cezaevi koridoru) kısmında beklediği sırada sanık Ş.Ş.nin hakaret ettiğini ve hayalarına tekme vurduğunu, yere düşünce bacaklarına da vurduğunu, bu sırada başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurarak sizin onurunuzu sinkaf edeyim şeklinde küfrettiğini, daha sonra karga tulumba odasına götürüldüğünü, fenalaştığı için kendisini doktora götürdüklerini, cezaevindeki bayan doktorun kendisini hiç muayene etmeden, darp edilen yere bakmadan ağrı kesici iğne yaptığını, odasına geri döndükten sonra cinsel organının çevresinde şişkinlik olduğunu ve kan toplandığını görmesi üzerine tekrar revire çıkmak istediğini ancak revire götürmediklerini, aynı günün akşamı revire tekrar götürdüklerini, sağlık merkezinden bir başka doktorun kendisini başından savmak istercesine hiçbir şeyin yok, ağrı kesici yapıp göndereyim dediğini, bunun tedavi yöntemi olmadığını söyleyerek hastaneye sevkini istediğini ancak sevk yapmadıklarını, ertesi gün tekrar şişkinlik olunca revire gittiğini, kanaması olduğu tespit edilince Sincan Devlet Hastanesine sevk edildiğini, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, darp olayının maltada olduğunu, bu nedenle kamera görüntülerinde yer alması gerektiğini, kendisinin darbedildiği anı gösteren kamera görüntülerinin birileri tarafından silindiği kanaatinde olduğunu, kendisini yaralayan kişinin Ş.Ş. isimli memur olduğunu ancak kendisi yere düşünce tekme atan diğer görevlinin kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.

4.    Sanıklar Ş.Ş. ve A.K.nin Savunmaları

21. Sanık Ş.Ş. 12/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında, başvurucuları olay günü revire götürmek üzere odalarından çıkardıklarında üst aramalarını bahane ederek slogan attıklarını, ilerdeki koğuşta bulunan aynı örgüt mensubu diğer hükümlülerle selamlaşmak ve onları da slogana eşlik ettirmek için yüksek sesle bağırıp Cezaevinin huzurunu bozduklarını, kendilerini uyardıklarını, bu şekilde davranırlarsa revire gidemeyeceklerini söylediklerini, daha sonra bu kişileri odalarına geri götürürken Cengiz’in kendini yere attığını, yerden kaldırarak odasına bıraktıklarını, Cengiz’in ayağıyla karnına vurduğunu, odalarda kamera olmadığını, Cengiz’in nasıl yaralandığını bilmediğini, Cezaevinde hükümlülerin üçer kişilik odalarda kaldıklarını, odalarında kendilerini yaralamış olabileceklerini söylemiştir.

22. Sanık A.K. 10/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü A Blok'ta görevli olduğu sırada duyduğu sese doğru yöneldiğinde Cengiz Kahraman’ın "Onursuz aramaya son." şeklinde slogan attığını, ayrıca kendisini yerden yere atmaya çalıştığını, daha sonra Cengiz’in "Arkadaşım revire gitmiyorsa ben de gitmiyorum." dediğini, bunun üzerine zor kullanma yetki sınırını aşmadan adı geçen tutuklu Cengiz’i odasına götürdüklerini, kimseyi darp etmediğini, hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

5.    Kamera İzleme Tutanağı

23. Cumhuriyet savcısı 25/3/2008 tarihinde İnfaz Kurumunda keşif yaparak kamera kayıtlarını incelemiştir. Olayla ilgili olarak 10/4/2007 tarihli kayıtların tutulduğu A Blok 11. koridorun görüntülendiği kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.23’te tutukluların bulunduğu oda kapısının açıldığı, bir grup infaz ve koruma memurunun kapı açık olduğu hâlde oda önünde beklediği, tutukluların üst aramalarının yapıldığı, 11.25’te başvurucuların üç infaz ve koruma memuru nezaretinde götürüldüğü, bu sırada başvurucu Kenan Özyürek’in bir odanın yanında geçerken odanın mazgalına doğru eğildiği, bir şeyler söylediği ancak ne söylediğinin anlaşılmadığı, görevli infaz ve koruma memurunun uyarısı ile yürümeye devam edildiği, A Blok'tan B Blok'a geçişin görüntülendiği 2 No.lu kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.19’da başvurucu Cengiz Kahraman’ın yürümemek için infaz koruma memurlarına direndiği, üç infaz koruma memurunun Cengiz Kahraman’ı el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü, 11.19’da iki infaz koruma memurunun tutuklu başvurucu Kenan Özyürek'i el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü ancak başvuruculara karşı herhangi bir darp ve cebrin uygulanmadığının tespit edilmiştir.

6.    Tanık Beyanları

24. İnfaz ve koruma memuru E.D., M.Ö., M.G. ve Ö.D.,6/7/2007, İnfaz ve Koruma Memuru E.G. 13/7/2007 tarihli beyanlarında şüpheli A.K.nin beyanlarıyla aynı mahiyette ifade vermişlerdir.

25. Cezaevi Müdür Yardımcısı A.Y.D. 6/7/2007 tarihli beyanında olay günü nöbetçi müdür yardımcısı olarak görevli olduğunu, personelin hükümlüler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın revire çıkarken slogan attıklarını ve aramaya karşı mukavemet gösterdiklerini, bu nedenle odalarına geri konulduklarını ve adı geçen hükümlüleri tekrar revire çıkmak istediklerini söylediklerini, kendisinin adı geçen hükümlülerin tekrar revire çıkmaları için görevli memurlara talimat verdiğini, aynı zamanda hükümlülerin bulunduğu bloğa giderek hükümlüler revire gidene kadar yanlarında refakat ettiğini, adı geçen hükümlülere zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle etkili eylemde bulunulmadığını söylemiştir.

26. İnfaz ve Koruma Memuru İ.A. 14/11/2007 tarihli beyanında olay tarihinde mahkûmların bulunduğu koridorda A Blok'ta vardiya memuru olarak görevli olduğunu, İnfaz ve Koruma Memurları M.Ö. ve E.D.nin birlikte Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’i müracaatları doğrultusunda sağlık kontrolüne götürmek üzere geldiklerini, iki mahkûmu aldıklarını, üstlerinde arama yaptıklarını, başvurucuların ayakkabı aramasını engellemek için direndiklerini, "Onursuz aramaya son." diyerek slogan attıklarını, koridorda ilerken A.11.33 No.lu odanın hizasına geldiklerinde memurların uyarılarına rağmen burada kalan mahkûmlarla mazgaldan konuşmak istediklerini,memurların uyarması üzerine memurlarla tartışmaya başladıklarını, memurların elleriyle onların omuzlarından işaret ederek devam etmelerini ve koridorda durmamalarını söylediklerini, memurlar tarafından herhangi bir cebir kullanılmadığını, sadece sözlü olarak tartıştıklarını, A Blok'ta sabit görevli olduğu için A Blok'tan çıkıldıktan sonra ne olduğunu görmediğini, beş dakika sonra yine her iki memur refakatinde A Blok'a döndüklerinde Cengiz ile Kenan'ın memurlarla tartıştıklarını, muayeneye gitmek istemediklerini anladığını, vazgeçip geri geldikleri için her ikisini de odalarına geri konduğunu, koğuş kilitlendikten sonra aradan iki üç saat geçince Cengiz Kahraman’ın revire gitmek istediğini söylediğini, müdahale ekibinin gelerek Cengiz’i revire götürdüğünü söylemiştir.

27. Cezaevi Müdür Yardımcısı F.Ç. 14/11/2007 tarihli beyanında olayla ilgili doğrudan bilgisinin olmadığını söylemiştir.

28. İnfaz ve Koruma Memuru T.G. 19/11/2007 tarihli beyanında olay yerine sonradan geldiğinde hükümlülerin odalarına sakinleştirilmek üzere geri götürüldüklerini, aralarında herhangi bir fiilî kavga olayının olmadığını, Kenan Özyürek’in doktora gitmek istediğini söylediğini, 15-20 dakika sonra onları odalarından çıkarıp doktora götürdüklerini, Cengiz Kahraman'a yönelik herhangi bir darp eylemlerinin olmadığını, onların da görevlilere yönelik fiilî bir eylemlerinin bulunmadığını, sadece sözlü tartışmaya girdiklerini, Cengiz Kahraman'ın kendisine karşı etkili eylemde bulunduğunu söylemediğini beyan etmiştir.

29. İnfaz ve Koruma Memuru A.A. 20/11/2007 tarihli beyanında olay günü hükümlülerin revire gitmeden önce üst aramasına direnmeleri nedeniyle odalarına geri götürmek üzere koridorda ilerlerken birisinin kendini yere attığını "Biz kendimizi aratmayız, sizin devletinizi tanımayız, bizi neden burada tutsak tutuyorsunuz, şerefsizler!" diyerek kendilerine hakaret ettiklerini, kendilerini darbetmediklerini söylemiştir.

30. Tanık Dr. H.P. duruşmadaki beyanında olay tarihlerinde 1,5 yıl kadar Cezaevinde görev yaptığını, Cengiz Kahraman’ı isim olarak hatırladığını, o tarihte bu tür iddialarla tutuklu ve hükümlülerin geldiğini, Cengiz Kahraman'ı ne şekilde ve ne sebeple hastaneye sevk ettiğini hatırlamadığını, sevk yazılarındaki imzaların kendisine ait olduğunu, olayı hayal meyal hatırladığını, Cezaevinde doktor olarak görev yaparken tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde tıbbi olarak gerekli görmediği takdirde hastaneye kimseyi sevk etmediğini, Cengiz Kahraman’ı hastaneye sevk ettiğine göre mutlaka tıbbi bir zorunluluk bulunduğunu, olay günü kendisini mesai haricinde çağırdıklarını, Cengiz Kahraman'ın testislerinde bir şişlik bulunduğunu hatta oradaki sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesiyle hastaneye sevk edilmemesi eğiliminde olduklarını, buna rağmen durumun ciddi olduğunu bildiği için hastaneye sevk ettiğini söylemiştir.

31. Tanık Dr. N.S.Y. duruşmadaki beyanında Sincan Sağlık Grup Başkanlığında görevli olduğunu, zaman zaman geçici görevle Cezaevine de gittiğini, tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde muayenelerini yapıp bulguları sağlık fişlerine yazdığını, olayı hatırlamadığını, hükümlü Cengiz’e ait sağlık fişindeki yazılarla imzanın kendisine ait olduğunu, Cezaevine dışardan geçici olarak gittikleri ve cezaevi uygulamasını tam olarak bilmedikleri için oranın uygulamaları ile ilgili orada görevli bulunan sağlık memurlarından zaman zaman yardım aldıklarını, kendilerini etkileyip yönlendirebildiklerini, kargaşa sırasında belki Cengiz’in testislerine bakmamış ve sözlü beyanlarına göre ilaç uygulamış olabileceğini söylemiştir.

32. Tanık hükümlü E.Z. duruşmadaki beyanında hükümlüler Cengiz ve Kenan’ı önceden tanıdığını, kaldığı odanın havalandırma penceresinden koridorun kısmen göründüğünü, olay sırasında infaz koruma memurlarının Cengiz ve Kenan’ı döverek koridordan götürdüklerini, onların da "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, sonrasında gürültü olduğunu, isimlerini bilmediği uzun boylu, kel esmer bir infaz koruma memuru ile kısa boylu, kıvırcık saçlı bir infaz koruma memurunun Cengiz ve       Kenan'ı döverek götürdüklerini gördüğünü, başka memurların da olduğunu ancak onların vurduğunu görmediğini söylemiştir.

7.    İddianame

33. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 23/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucular hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve direnme, görevli İnfaz Koruma Memurları A.K. ve Ş.Ş. hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümleri şöyledir:

“…şikayetçi şüpheliler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın, bulundukları Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde istedikleri muayene ve tedavileri yapılmak üzere görevli infaz koruma memurlarınca, odalarından olay günü saat 11.23 sıralarında alındıklarında, yapılmak istenen arama işlemine şüphelilerin, ayakkabılarını çıkarmayı redderek,"onursuz aramaya son" diyerek slogan atıp, arama yaptırmak istemediklerini söyledikleri, ayakkabılarını çıkarmayarak istenen arama işlemini engellemek için direndikleri, görevli memurlar tarafından zorla ayakkabıları çıkarılarak yapılan aramadan sonra, görevlilernezaretinde koridordan revire doğru ilerlerken, önünden geçmekte oldukları ve içerisindeki tutuklu-hükümlü arkadaşlarıyla konuşmak için A.11.33 numaralı odanın kapısını çalıp, içerideki tutuklu arkadaşıyla mazgaldan konuşmaya çalıştığında, görevli memurların uyarısı üzerine, şüpheli Kenan Özyürek'in, "...size ne, siz ne karışıyorsunuz..." şeklinde sözler sarf ettiğinde çıkan tartışmada, görevli infaz koruma memurlarına, "...şerefsizler" diyerek hakaret ettiği,

Görevli memurların olayı yatıştırmak ve şüpheli Kenan Özyürek'i sakinleşmesinden sonra revire götürmek üzere odasına götürdükleri, şüpheli Cengiz Kahraman'ın görevli memurlara, " ...arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmıyorum..." diyerek odasına gitmek istediğini söyleyerek slogan atıp, görevli şikâyetçi memurlarla aralarında çıkan tartışma sırasında kendisini yere atarak odasına gitmemekte protesto amaçlı direndiği, görevli şikâyetçi memurlar tarafından zor kullanılarak kollarından tutulup, yerden kaldırılarak odasına götürüldüğü,

Şikayetçi şüpheli Cengiz Kahraman'ın odasında görevlilerin kendisine vurduğu, tekme attıkları şikâyetiyle alındığı, ceza infaz kurumu nöbetçi müdürünün bilgisi dâhilinde infaz kurumu revirinde tıbbi fiziki muayene uygulandığı, Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 1226274 sayılı üroji muayenesinde; testis bölgesine darbe alan şikayetçinin testislerinde şişlik ve ödem olduğunun ifade edildiği;

Şikayetçi Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 13/5/2008 günlü ifadelerinde, olay günü revire götürülmek üzere bir arkadaşıyla odasından alındığını, iki infaz koruma memuru nezaretinde, A.11.33 numaralı odanın önünden geçmekte oldukları esnada arkadaşının bir hükümlüye merhaba demek istemesi üzerine, görevliler ile aralarında tartışma çıktığını, görevlilerin kendilerini revire götürmediklerini, odalarına götürmek istediklerini, arkadaşını odasına götürdüklerini, iki görevli nezaretinde maltada beklerken şüpheli görevlilerden birinin tekme ile hayalarına vurduğunu, düştüğü yerde diğer şüpheli görevlinin de tekme ile vurduğunu beyan ettiği;

Şüpheli görevlilerin olay sırasında şikâyetçiyi, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı raporunda belirlendiği şekilde, ‘Sağ testisinde hematoma neden olan yaralanmasının, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayacak nitelikte’ kasten yaraladıkları…”

8.    Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar

34. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2008 tarihli kararı ile haklarında soruşturma yapılan şüpheli İnfaz ve Koruma Memurları T.Ş., İ.A., A.Y.D., M.Ö., M.G., Ö.D., E.D., E.G., A.A. ile isimleri karar başlığında açıkça belirtilmeyen Cezaevi revirinde görevli doktor ve sağlık memurları hakkında hakaret ve görevi kötüye kullanma suçlarından yapılan soruşturmada delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

35. Kararın başvuruculara ve şüphelilere tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

9.    Yargılama Sonucunda Verilen Karar

36. Davanın görüldüğü Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi 21/10/2010 tarihli ve E.2008/386, K.2010/584 sayılı kararı ile başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından, sanık A.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan beraatlerine, temyizi kabil olarak sanık Ş.Ş.nin ise başvurucu Cengiz Kahraman'a karşı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“…

Mahkememizce yapılan yargılamada iddia, savunma, tutanaklar, cezaevi tabipliği sağlık fişi örnekleri, adli tıp raporu, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından edinilen kanaate nazaran; Müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman’ın Sincan 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü oldukları, olay günü cezaevi revirine muayene amacıyla gitmek için idareden talepte bulundukları, taleplerinin kabul edilmesi üzerine her iki müşteki sanığın görevli infaz koruma memurları nezaretinde revire götürmek amacıyla odalarından alındığı, odalarından alınırken üst araması yapıldığında, ayakkabıların da görevlilerce aranmak istemesi üzerine onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları ve ayakkabılarını çıkartmadıkları, ayakkabıların infaz koruma memurları tarafından çıkartılarak arandıktan sonra her iki şahsın revire götürülmek üzere koridora çıkarıldığı, koridorda hareket halindeyken koridor üzerinde bulunan oda kapılarının mazgallarından odalarda bulunan arkadaşları ile selamlaşmak istedikleri, infaz koruma memurlarının bu duruma engel olmak amacıyla adı geçenleri kontrol etmek istediklerinde şahısların slogan atarak karşılık verdiği, şahısların slogan atması üzerine infaz koruma memurlarının yanlarına gelen diğer görevlilerle birlikte müşteki sanık Kenan Özyürek’i odasına götürmeye çalıştıkları, Cengiz Kahraman’ın da Kenan’ın odasına götürülmesi nedeniyle revire gitmekten vazgeçtiği, bu esnada her iki şahsın kendilerini yere atarak slogan atmaya başladıkları, infaz koruma memurlarının da bu şahısları kollarından tutup sürükleyerek odalarına götürdükleri sırada sanık infaz koruma görevlisi Ş.Ş.nin Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme ile vurduğu ve güç kullanarak Cengiz ve Kenan’ın odalarına götürüldüğü, Cengiz’in aldığı darbe nedeniyle testisinin şişmesi üzerine muayene olmak amacıyla idareye başvurduğu, cezaevi revirine çıkartıldığı, 10/4/2007 tarihinde revirde görevli olan doktor N.S.Y.nin Cengiz Kahraman’ı muayene etmeksizin ağrı kesici uygulayıp koğuşuna geri gönderdiği, ağrı kesicinin etkisinin azalması; vurulan yerin ağrısının ve şişliğinin artması üzerine hastaneye sevk edilmek için doktora çıkmak istediği, geç saatlerde gelen doktora gidip durumu anlattığında doktor M.K.nin de ciddi bir şey olmadığı, ağrı kesici yapıp göndermek istediğini söylemesi üzerine müşteki sanık Cengiz’in bu tedaviyi kabul etmediği, ertesi gün müşteki sanık Cengiz’in ısrarla idareye başvurması üzerine yeniden revire çıkartıldığı, revirde o gün görevli bulunan doktor H.P.nin Cengiz’i muayene ettiği ve acil hastaneye sevk edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiği, tanık olarak beyanı alınan doktorun anlatımına göre orada bulunan sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesi ile Cengiz’in hastaneye sevk edilmemesi yönünde doktora telkinde bulundukları, ancak buna rağmen doktorun Cengiz’i önce Sincan Devlet Hastanesine, daha ileri bir sağlık kuruluşuna gitmesi gerektiğine yönelik Sincan Devlet Hastanesinin görüşüne dayanarak Ankara Numune Hastanesine sevk ettiği anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararına göre Cengiz Kahraman’ın sağ testisindeki hematom şeklinde yaralanmanın sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile meydana gelebilecek nitelikte bir yaralanma olduğu, bu yaralanmanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir yaralanma olmadığı ayrıca basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar cezaevi görevlisi olan sanıklar kişideki bu yaralanmanın cezaevi idaresini zor durumda bırakmak amacına yönelik kendi kendilerine meydana getirilen bir yaralanma olduğunu iddia etmişlerse de olayın oluş şekli, cezaevinde bulunan doktorların biraz da yaptıkları işin önemini kavrayamamaları ve geçici süreli cezaevinde istihdam edilmiş olmalarının da vermiş olduğu deneyimsizlikle sürekli cezaevinde çalışan ve cezaevi idaresi ve görevlilerini koruma düşüncesiyle hareket eden cezaevi personelinin yönlendirmesiyle ısrarla müşteki sanık Cengiz Kahraman’ı muayene etmekten ve testis bölgesinde oluşan yaralamayı belirtir rapor düzenlemekten ve hatta dışarıda bir hekim tarafından muayene yapıldığı taktirde olay ortaya çıkacağı düşüncesiyle yaralıyı ileri bir sağlık kuruluşuna sevk etmekten kaçınmaları dikkate alındığında, bu yaralanmanın cezaevi görevlileri tarafından oluşturulduğu, bu görevlinin de müşteki sanık Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme atan Ş.Ş. olduğu kanaati hasıl olmuştur. Her ne kadar sanık Ş.Ş. müşteki sanık Cengiz Kahraman'a vurmadığını savunmuşsa da, gerek Ş.Ş.nin anlatımı, gerekse dosyada beyanı bulunan diğer kişinin söyledikleri dikkate alındığında Ş.Ş.nin müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman koridorda slogan attıklarında Cengiz Kahraman’a fiziki müdahale ettiği sabit olup, sanık Cengiz Kahraman da kendisine tekme atanın Ş.Ş. olduğu yönünde teşhiste bulunmuştur. Öte yandan müşteki sanık A.K. hakkında da yaralama suçundan kamu davası açılmışsa da bu olaylar olduğu esnada cezaevinde bulunan A.K.nin herhangi bir şekilde müşteki sanıklar Cengiz ve Kenan’a yönelik fiziki müdahalede bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil yoktur.

Müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’e atılı suçlar görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memurlara görevleri nedeniyle hakaret etmektir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yapan tanıkların hemen hemen tamamı müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in sadece insanlık onuru işkenceyi yenecek ve onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları, bunun haricinde görevlilere hakaret ettiklerini duymadıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumda müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in slogan atmak dışında hakaret oluşturabilecek nitelikte bir söz sarf etmedikleri sonucuna ulaşılmış, örgüt üyesi oldukları ve bu suçtan mahkûm oldukları iddia edilen bu kişilerin örgüt disiplini çerçevesinde kendilerinin ve arkadaşlarının direncini arttıracak nitelikte slogan atmalarının ötesinde adi suç oluşturabilecek oluşturacak tarzda bu nevi küfür ve hakaret kelimelerini kullanmaları pek alışılagelen bir husus değildir. Bu sebeple bu iki şahsın hakaret suçunu işlemedikleri sonucu hasıl olmuştur. TCK'da düzenlenen görevli memura direnme suçunun unsurları cebir ve tehdittir. Yerleşmiş uygulamaya göre bir kişinin kendisini yere atması ya da demokratik hakkını kullanma olarak nitelendirilebilecek şekilde slogan atması cebir olarakdeğerlendirilmemektedir. Ayrıca cezaevinde hükümlü olarak bulunan ve her yönüyle özgürlüğü kısıtlanmış ve devletin tam hakimiyeti altında yer alan kişilerin bu kişileri kontrol etmek üzerine eğitim almış ve her türlü donanıma sahip infaz koruma memurlarına TCK anlamında görevlerini yaptırmamak için direnebileceklerini düşünmek mümkün değildir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevi görevlisi olan tanıkların hemen hemen tamamına yakını yine müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in diğer müşteki sanıkları tehdit ettiklerine ilişkin de bir beyandabulunmamışlardır. Sayılan nedenlerle müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in görevli memura direnme ve hakaret suçlarını işlemedikleri sonucuna ulaşılmış ve tüm bu hususlar dikkate alındığında müşteki sanık Ş.Ş.nin kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine, diğer sanıkların atılı suçlardan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar sanık Ş.Ş. hakkında TCK’nın 86/3-d maddesinin de uygulanması talep edilmişse de sıfatı gereği zor kullanma yetkisini haiz kamu görevlisi hakkında işlemiş olduğu kasten yaralama suçu nedeniyle bu madde ile cezasının arttırılması mümkün olmadığından bu maddenin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar vermek gerekmiş ve bu sebeple aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”

37. Başvurucular vekilinin sanık Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itiraz, Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ve 2010/2548 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosyada ret kararının başvuruculara tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

38. Başvurucular vekilinin sanık A.K. hakkında verilen beraat kararını temyiz etmeleri üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi 4/6/2013 tarihli ve E.2011/19584, K.2013/17364 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

39. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B.   İlgili Hukuk

1.  Ulusal Hukuk

a.  Ulusal Mevzuat

40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile ve (3) numaralıfıkrasının (d) bendi şöyledir:

"...

(2) (Ek: 31/3/2005 tarihli ve 5328 sayılı Kanun) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

41. 5237 sayılı Kanun’un “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

42. 5237 sayılı Kanun'un “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

43. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 258. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

44. 5237 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“ Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”

46. 4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar başlıklı 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”

47. İnfaz Tüzüğü’nün “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.

(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerindeki idare ile infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş ve disiplinin sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”

48. İnfaz Tüzüğü’nün “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir

“(1) Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,

b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,

c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,

d) Kurullara çağrılma,

e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller,

f) Kurum idaresince gerekli görülen hâller.

(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.”

49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,

karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

…”

50. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Kişilerin uğradıkları zararlar”kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 6/6/1990 tarihli ve 3657 sayılı Kanun) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.

(Ek: 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanun) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir.”

b.  Danıştay ve Yargıtay Kararları

51. Danıştay 10. Dairesinin 6/2/2009 tarihli ve E.2006/1212, K.2009/652 sayılı kararı şöyledir:

“Bir cinayet soruşturması nedeniyle 3 gün süre ile gözaltında tutulan davacının bu süre içerisinde kendisine kötü muamelede bulunulduğundan ve işkence edildiğinden bahisle duyulan acı ve üzüntünün karşılığı 200.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.

Dava konusu olayda, 6.5.2002 tarihinde İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınan davacının gözaltı süresince kolluk kuvvetince yapılan sorgulamasında kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldığı hususunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca düzenlenen 26.7.2002 tarih ve 246 sayılı rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler uyarınca sabit olduğundan, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini, genel ahlakı ve Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumakla görevli kılınan polisin, bu yetkiyi kullanırken kanunen tanımlanan görev alanı dışına çıkmak suretiyle davacıya hukuka aykırı eylem ve işlemi ile verdiği zararı tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle" davanın kısmen kabulü ile, kişisel durumu, olayın oluş şekli ve niteliği göz önüne alındığında sorgulama sırasında kötü muamele ve işkenceye maruz kalan davacı lehine 100.000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, davacının fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.

Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi amaçladığında kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu hüküm karşısında, gözaltında bulunduğu sürece davacıya kötü muamelede bulunan ve işkence yapan ilgililerin kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz istemlerinin reddi ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.3.2005 tarih ve E:2003/1410, K:2005/492 sayılı kararının onanmasına, idare aleyhine hükmedilen tazminatın bu olayda kişisel kusuru bulunan kişi ya da kişilere rücu edilmesi için kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine 6.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

52. Danıştay 10. Dairesinin 28.9.2010 tarihli ve E.2007/5028, K.2010/6974 sayılı kararı şöyledir:

“…

Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar davacılar yakınının gözaltında iken işkence yapılarak ölümüne neden olunduğundan bahisle görevli polis memurlarının hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ceza mahkemesi kararı Yargıtay tarafından temyizen incelenerek, işkence yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, faili meçhul bir suçun soruşturması kapsamında ailesine ve Cumhuriyet Savcısına haber verilmeksizin mevzuata aykırı bir şekilde gözaltına alınan davacılar yakınının bir gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverme işlemleri yapıldığı sırada büroda iki kez düşerek şiddetli şekilde kafasını yere çarpmasına karşın, görevli polis memurlarınca yeterli özen gösterilmeksizin 2-3 saat beklendikten sonra hastaneye götürülmesi nedeniyle davacılar yakınının kafa travmasına bağlı komplikasyon sonucunda ölmesinde, kamu görevlilerinin ağır ihmali ile görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle ağır hizmet kusuru bulunan davalı idarenin, olay nedeniyle davacıların uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmesi gerekmektedir.

…”

53. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/03/2014 tarihli ve E.2014/3432, K.2014/4712 sayılı kararı şöyledir:

“…

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda, memur olan davalının görevini yerine getirirken işkence yaptığı iddia edilerek, manevi tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.

    Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olmasıusul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.

…”

54. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/219, K.2014/930 sayılı kararı şöyledir:

“…

Davaya konu edilen olayda; davacı, hırsızlık olayı nedeniyle gözaltına alındığını, gözaltında iken Derik Jandarma komutanlığında görevli astsubay olan davalı tarafından işkence gördüğünü, davalının işkence suçundan yargılanıp cezalandırılmasına karar verildiğini, olay nedeniyle kemiklerinin kırıldığını, iş göremezlik zararının oluştuğunu belirterek maddi ve manevi tazminatisteminde bulunmuştur.

Şu durumda,mahkemece kamu görevlisi olan davalıhakkında, kusurunadayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”

2.    Uluslararası Hukuk

55. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

56. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

57. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurular incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucuların İddiaları

58. Başvurucular; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulundukları 10/4/2007 tarihinde revire gitmek üzere arama yapılarak odalarından çıkarıldıklarını, başvurucu Kenan’ın koridorda giderken başka bir odada bulunan arkadaşlarına mazgaldan selam vermek istemesi üzerine görevliler tarafından sert bir şekilde uyarıldığını, başvurucu Kenan’ın görevli M.Ö. tarafından çekiştirildiğini, başvurucu Kenan’ı görevlilerce iteklenerek odaya geri götürüldüğünü, diğer başvurucu Cengiz Kahraman’ın da buna tepki olarak revire gitmek istemediğini, odasına dönmek istediğini söylemesi üzerine görevli Ş.Ş.nin küfrederek testislerine tekme vurduğunu, görevlilerin hep birlikte Cengiz Kahraman’ı darbettikten sonra odasına götürdüklerini, odada ağrılarının artması üzerine revirde bulunan Bayan Doktor N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici yapılarak odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından ağrı kesici yapılmak istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007’de üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, bu olay nedeniyle infaz ve koruma memuru sanıklar A.K. ve Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açıldığını, yargılamada Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi taleplerinin reddedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek;

       i. İnfaz Kurumunda başvurucuları tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, her iki sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğunu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının,

       ii. Sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının,

       iii. Sanıkların işkence ve kötü muamelelerinin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile “miktarı daha sonra belirlenecek” maddi ve manevi zararının tazmini talebinde bulunmuştur.

B.   Değerlendirme

59.Başvurucular; İnfaz Kurumunda maruz kaldıkları yaralama eylemlerinden dolayı infaz ve koruma memuru olan sanıklar hakkında açılan kamu davaları neticesinde verilen kararlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, sanıkların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin, işkence ve kötü muamelenin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını sağlayan etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de bu hususlarda işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunda değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurular, Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ve bu yasakla bağlantılı olarak tazminat ödenmesini sağlayacak sistemin bulunmaması yönünden Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmiştir.

60. Sanık Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, itiraz üzerine Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ret kararıyla, diğer sanık A.K. hakkında aynı suçtan verilen beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4/6/2013 onama kararıylaşüpheli sağlık görevlileri hakkında verilen 23/5/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar farklı zamanlarda kesinleşmekle birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde kovuşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve Yargıtay kararının verildiği tarih kesinleşme tarihi olarak esas alınmıştır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015; § 69).

1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

61. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde; başvuru konusu olayların 10/4/2007 tarihinde meydana gelmesi, şüpheli Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 28/12/2010 tarihinde kesinleşmesi; kesinleşen bu karar her ne kadar başvuruculara tebliğ edilmemiş ise de başvurucuların bir avukatla temsil edilmeleri nedeniyle kesinleşen bu kararı dosyanın Yargıtay tarafından karara bağlandığı 4/6/2013 tarihinden önce öğrenmelerinin gerekmesi; başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak dosya kapsamında somut bir bilgi ve belgenin bulunmamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki, otuz günlük süre kuralı ve açıkça dayanaktan yoksunluk değerlendirilmesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

a.  Başvurucu Kenan Özyürek’in İleri Sürdüğü İhlale İlişkin İddialar

62.Başvurucu Kenan Özyürek 10/4/2007 tarihinde, infaz kurumunda maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ve bu hakla bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

63.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

64.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

65.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014, § 42).

66.Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).

67.Başvuru konusu kararın dayanağı olan iddianame ile infaz ve koruma memuru olan sanıklar Ş.Ş ve A.K. hakkında sadece başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik yaralama eylemi nedeniyle zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıkların başvurucu Kenan Özyürek’e yönelik olarak işlendiği iddiasıyla herhangi bir suçtan kamu davası açılmadığı (bkz. § 33), bu nedenle başvurucunun mağduru olduğu bir eylem ve dolayısıyla ihlal edilmiş bir anayasal bir hakkı bulunmadığı gibi diğer başvurucu Cengiz Kahraman’a karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle de güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmemiştir. Bu durumda Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda başvurucunun anayasal haklarına bir müdahalede bulunulduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun bireysel başvuru yapma hakkı mevcut değildir.

68.Açıklanan nedenlerle başvurucunun mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İleri Sürdüğü İhlal İddiaları

i. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağı ile Bağlantılı Şekilde Tazminat Ödenmesini Sağlayacak Etkili Bir Hukuk Yolunun Bulunmadığı İddiasıyla İlgili Olarak Anayasa’nın 40. Maddesinde Güvence Altına Alınan Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

69. Başvurucu, cezaevinde maruz kaldığı işkence ve kötü muamele fiillerinin her türlü kuşkudan uzak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen kendisine tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun fiilen oluşturulmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

70. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

(3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

71. Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

72. Anayasa'nın 40. ve Sözleşme'nin 13. maddelerindeki ifadeler dikkate alındığında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaların, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bu hakkın ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin, hangi temel hak ve özgürlüğü bağlamındaki etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilebilmelidir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkı bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).

73. Etkili başvuru hakkının kullanılabilmesi için temel hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edilmiş olması bir ön koşul değildir. Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen bir konuda kendisinin zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları hakkında karar verilmesini, hem de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak için hukuki bir yola başvurma hakkını gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 64). Başka bir deyişle Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes, Anayasa’nın 40. maddesi kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya/Türkiye, B. No: 158/96, 19/2/1998, §107; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 113). Bir kimsenin, Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz karar alabileceği bir çözüm merciinin bulunmaması durumunda bu hak ihlal edilmiş olacaktır.

74. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarda, öncelikle başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü anayasal bir hak çerçevesinde tüketilmesi gereken herhangi bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının, bulunuyorsa bunun uygulamada telafi imkânı sağlayacak nitelikte olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Başvurucu, kamu görevlilerinin işledikleri işkence ve kötü muamele eyleminden doğan zararının giderilebileceği hiçbir hukuki yolun bulunmadığını ileri sürmüş olup mevcut olan herhangi bir başvuru yolunun uygulamada etkisiz olduğundan bahisle zararının tazmini amacıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunmuş değildir. Bu nedenle başvurunun konusunun 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve diğer bir kabul edilmezlik nedeni olan başvuru yollarının tüketilmesi ile ilgili olmadığı değerlendirilmiştir.

75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

76. Başvurucu her ne kadar devletin hizmet kusuru nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de Anayasa’nın 129. ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddelerinde (bkz. § 50) genel olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı idare aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiş; Yargıtay ve Danıştay kararlarında da başvuru konusu olaya benzer şekilde işkence ve kötü muamele fiilleri nedeniyle idare aleyhine tam yargı davası açılabileceği kabul edilmiştir (bkz. §§ 53-56). Bu nedenle başvurucunun ileri sürdüğü zararının tazmini için hukuki bir yolun mevcut olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.

77. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak bir ihlal tespit edilmediğinden başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası

78.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.

2.    Esas Yönünden

79. Başvurucu Cengiz Kahraman, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, kendisini tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen adli raporların İstanbul Protokolü’nün1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

80. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının maddi bakımdan ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucu Cengiz Kahraman’ın Cezaevinde kötü muamele gördüğüne dair iddianın Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararıyla ortaya çıktığı, bu bağlamda başvurucu Cengiz Kahraman bakımından Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunun değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.

81. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun 10/4/2007 tarihinde Cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiası üzerine geciktirilmeksizin soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin izlenerek tutanak altına alındığı, başvurucuların ve tüm tanıkların ifadelerinin alındığı, açılan kamu davası sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik eylem nedeniyle İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. hakkında mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, diğer sanık A.K. hakkında beraat kararı verildiği, beraat kararının temyiz edilmesi sonucunda 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından kararın onanarak kesinleştiği belirtilerek kovuşturma süresinin ve infaz ve koruma memurları hakkında disiplin soruşturması yapılmamasının yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

82. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesi -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.  Genel İlkeler

83. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında beraat, diğer sanık Ş.Ş. hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

84.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

85. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

86. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

87. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

88. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

89. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

90. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

91. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

92.“İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007.) Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

93. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

94. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

95. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104). Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Süleyman Deveci, § 90).

96. Anayasa'nın 17. maddesi, cezaevinde güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

97. Cezaevinde oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).

98. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde son derece dikkatli davranması gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

ii.  İlkelerin Olaya Uygulanması

99. 10/7/2007 tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların revire götürülmek üzere odalarına gidildiğinde aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, koridorda ilerlerken başka bir odada bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, görevliler tarafından uyarıldıklarında Kenan Özyürek’in tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmesi üzerine odasına geri getirildiği, bunun üzerine Cengiz Kahraman’ın da "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü şeklinde tutanak tutularak başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

100. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın Ankara Numune Hastanesi üroloji polikliniği tarafından tanzim olunan raporunda sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm bulunduğu belirtilmiş; İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporunda yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

101. Başvurucu Cengiz Kahraman beyanlarında Cezaevi koridorunda beklediği sırada İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş.nin testislerine tekme vurduğunu, yere düşünce kim olduğunu bilmediği başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurduğunu söylemiştir. Sanık Ş.Ş., başvurucu Cengiz Kahraman’ın nasıl yaralandığını bilmediğini, hükümlülerin Cezaevinde üçer kişilik odalarda kaldıklarını, kendi kendilerini yaralamış olabileceklerini, sanık A.K., hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

102. Devletin koruma ve gözetimi altında bulunan başvurucuda doktor raporlarıyla tespit edilen yaralanma nedeniyle işkence ve kötü muamele iddiasının savunulabilir düzeyde ciddi olduğu, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve başvurucunun iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün artık devlete ait olduğu (bkz. §97) ancak şüpheli infaz ve koruma memurlarının savunmalarının yaralanmanın sebebine ilişkin makul, tatminkâr ve ikna edici bir açıklama getirmediği anlaşılmıştır.

103. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında verilen doktor raporları, başvurucu Cengiz Kahraman’ın beyanları ve kamera kayıtlarına göre infaz ve koruma memurları ile başvurucular arasında başvurucuların revire götürülmeleri sırasında Cezaevi koridorunda tartışma olduğu, başvurucu Cengiz’in cinsel organının bulunduğu bölgeden yaralandığı sabit ise de bu yaranın nerede ve kaç kişi tarafından gerçekleştirildiği konusunda iddia ve savunmalar arasında çelişkiler bulunmaktadır.

104. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Yapılan yargılama sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’ın İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. tarafından darbedildiğine ilişkin iddiaları, cezaevi koridorunu gösteren kamera kayıtlarının incelenmesinde görevliler tarafından hükümlülerin ayakkabı aramaları sırasında darbedildiklerine dair bir görüntünün bulunmadığına ilişkin tespit, başvurucu Kenan Özyürek’in yaralandığına ilişkin herhangi bir iddiasının ve adli raporunun bulunmaması ve diğer deliller gözönünde bulundurularak Mahkemece tanık E.Z.nin her iki başvurucunun darbedildiğine dair beyanlarına itibar edilmeyerek şüpheli A.K.nin delil yetersizliğinden beraatiyle eylemin şüpheli Ş.Ş.tarafından gerçekleştirildiğine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedeniyle Mahkeme tarafından yapılan bu tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

105. Başvurucuların ayakkabılarını aratmak istememesi üzerine infaz ve koruma memuru tarafından arama yapmak amacıyla bir müdahalede bulunulmadığı, başvurucuların her ikisinin de aramaları yapıldıktan sonra revire gitmek üzere koridorda ilerlerken diğer başvurucu Kenan Özyürek'in A.11.33 No.luodada kalan hükümlülerle konuşması üzerine odasına geri götürülmesine karşı tepki göstermesi üzerine başvurucu Cengiz'in de odasına geri götürüldüğü ancak kamera izleme tutanağından anlaşılacağı üzere (bkz. § 23)bu sırada başvurucunun darbedilmediği, başvurucunun kamera görüntüsü kapsamında kalmayan odasına götürüldükten sonra darbedildiği anlaşıldığından kullanılan güçle gerçekleştirilmek istenen amacın meşru ve orantılı olup olmadığı konusunda ayrıca inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

106. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırıeylemnedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık Ş.Ş. hakkında kasten yaralama eyleminden on ay hapis cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Mahkemece verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığı, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.

107. Hükümlü olarak devletin gözetim ve koruması altında bulunan başvurucunun adli raporlarına göre sağ bacak ve belinde ağrı şikâyetinin olduğu, her iki testisinde ödem ve ekimoz bulunduğu, sağ testiste 17-20 mm boyutunda hipoekoik alan izlendiği, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı tespit edilen yaralanma asgari ağırlık eşiğini aşmıştır. Başvurucu, insan onuruna aykırı bu eylem neticesinde bedensel ve ruhsal yönden acı çekmiştir. İnfaz ve koruma memuru/memurları tarafından başvurucu kaldığı odaya götürüldükten sonra meşru bir amaç olmaksızın darbedilmiş olupbelli bir amaçla bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylem işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesininbir kararında da vücudunun muhtelif yerlerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan hükümlüye karşı gerçekleştirilen eylem eziyet kapsamında değerlendirildiğinden (Süleyman Deveci, § 98), başvuru konusu olayda da bu değerlendirmeden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

108. Aşağıda eziyet yasağının usul boyutunun incelenmesinde ayrıntıları açıklanacağı üzere maruz kalınan kötü muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmadığından başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir. Bu nedenle her ne kadar İlk Derece Mahkemesi, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde eziyet yasağını ihlal ettiğini tespit etmiş ise de yaptırım yetersiz olduğundan yasağın maddi boyutu ihlal edilmiştir.

109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b.    Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.     Genel İlkeler

109. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

110 İşkence ve kötü muameleyle ilgili tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

112. İşkence ve kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu koşulların tespiti hâlinde kötü bir muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu amaçla yetkililer mağdurun iddialarıyla ilgili ayrıntılı ifadesini almalı, tıbbi bulguların özellikle de yaraların sebebine ilişkin objektif bir analiz yapmalıdır. Soruşturmada yaranın sebebini veya sorumlu kişiyi ortaya çıkarma yeteneğini sakatlayan bir kusur, bu standartla çelişme riski yaratacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

115. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

116. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

ii.    İlkelerin Olaya Uygulanması

117. Başvurucu Cengiz Kahraman, Ceza İnfaz Kurumunda revire gitmek istemesi üzerine infaz ve koruma memuru/memurları tarafından darbedildikten sonra revirde bulunan Bayan Dr. N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici verilerek odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından kendisine ağrı kesici verilmek istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007 tarihinde üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, Cezaevinde doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu, Dr. N.S.Y.nin duruşmadaki ifadesinde Cezaevindeki uygulamaları bilmediğinden sağlık memurlarının yönlendirmesi sonucunda başvurucunun testislerine bakmadan rapor yazmış ve tedavi uygulamış olabileceğini dair beyanlarının da bu hususu teyit ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi talebinin reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

118. Başvurucu darbedildikten sonra infaz ve koruma memurları tarafından olayla ilgili tutanak düzenlenmiş ancak bu tutanakta başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine bu yazının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi için yazılan üst yazıda başvurucular hakkında idari soruşturma başlatıldığı bildirilmiştir. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın yaralanmasından sonra Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemesi nedeniyle soruşturmanın gecikmeli olarak başlamasına sebebiyet verilmiştir.

119. Başvurucu, kendisini Cezaevinde tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını ileri sürmüştür.

120. 10/4/2007 tarihinde saat 11.30 sıralarında başvuru konusu olayın meydana gelmesinden sonra Dr. N.S.Y. tarafından tanzim edilen 1489 sayılı Ceza İnfaz Kurumu raporunda; sağ bacakta ve belinde ağrı olduğunu söyleyen kişinin yapılan muayenesinde kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenede herhangi bir hassasiyeti olmadığı, Diclafrom ampul uygulandığı kayıtlıdır. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde devletlerin, işkence ve kötü muamele şikâyetleri ve bildirimlerinin anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlü olduğu, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Protokol’ün Birinci Eki’nin 6. maddesinde de işkence ve kötü muayene iddialarında adli muayenenin yapılma usulü düzenlenmiştir. Anılan rapor, 6. maddeye aykırı şekilde tanzim edilmiştir. Bu maddede devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda muayene yapılması gerektiği belirtilmişken hekim, odada kimlerin bulunduğunu rapora yazmadığı gibi adı geçen hekimin duruşmadaki beyanlarından Cezaevindeki sağlık görevlilerinin kendisini etkilemiş olabileceğini, başvurucunun testislerine bakmadan muayene etmiş olabileceğini ifade etmiştir. Sonraki raporlarda testiste hematom bulunduğunun belirtildiği, olay öyküsünün rapora dercedilmediği, muayene edilen kişinin görüşüne raporda yer verilmediği, hekim tarafından raporun bir suretinin işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmediği anlaşılmıştır.

121. Aynı gün başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi üzerine saat 21.30’da Cezaevi revirinde Dr. M.K. tarafından yapılan muayene sonucundaki raporda, başvurucunun her iki testisinde minimal ödem ve ekimoz olduğu, tedavi uygulanmak istendiği ancak kişinin tedaviyi kabul etmediği bildirilmiştir. Bu raporun da İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesindeki şartları taşımadığı, muayene sırasında üçüncü kişinin bulunup bulunmadığı, olayın öyküsünün ve muayene edilenin görüşlerinin raporda yer almadığı, raporun işkence ve kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara gönderilmediği anlaşılmıştır.

122. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde muayene sırasındaki eksiklikler açıkça anlatılmasına, sonradan Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesince tanzim edilen raporlar ve çektirilen USG raporuyla Ceza İnfaz Kurumunda tanzim edilen ilk rapor arasında önemli sayılabilecek çelişkiler bulunmasına rağmen ilgili doktorlar hakkında yapılan soruşturmada muayeneyi gerçekleştiren ve hakkında soruşturma yapılan hekimlerin savunmaları alınmadan ve raporlardaki çelişkiler değerlendirilmeden 23/5/2008 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, keza Dr. N.S.Y.nin duruşmada verdiği beyanında başvurucuyu muayene sırasında başvurucunun testislerine bakmamış olabileceğini söylediği anlaşılmıştır. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın şüpheliler kısmında hakkında soruşturma yapılan doktorlar ve sağlık görevlilerin kimlik bilgilerine yer verilmemiştir. Öte yandan bu kararın ne başvuruculara ne de şüpheliye tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

123.Başvurucu Cengiz Kahraman; kamera görüntülerinde darbedildiği kısmın silinmiş olabileceğini, bu nedenle kayıtlarda görüntülerin yer almamış olabileceğini, kamera kayıtlarının yeniden incelenmesi talebinin Mahkemece değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.

124. Olayın Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucular tarafından bildirildiği 16/4/2007 tarihinde ilk olarak teknik nitelikli delillerden olan kamera kayıtlarının muhafaza edilerek incelenmesi gerekmesine rağmen şikâyet tarihten yaklaşık on bir ay sonra Cumhuriyet savcısı tarafından keşif yapılıp cezaevine gidilerek kayıtlar incelenmiştir. Kamera kayıtlarının incelenmesinde başvurucunun darp edildiğine dair bir görüntünün bulunmadığı tutanağa geçirilmiş ise de kayıtlar uzman bir bilirkişiden yardım alınmadan incelenmiş, kayıtlarda tahribat yapılıp yapılmadığına ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kayıtların olayın üzerinden bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra incelenmesi, başvurucu tarafından yargılama sırasında ifade edildiği üzere kayıtlarda tahribat yapıldığı kuşkusuna yol açması nedeniyle soruşturmanın tarafı olan başvurucuların yargı teşkilatına olan güvenini zedeleyebileceği açıktır.

125. Başvurucular ayrıca, işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle bir başka usul yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

126. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın İnfaz Kurumunun en üst amiri tarafından Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekirken ancak altı gün sonra 16/4/2007 tarihinde başvurucular tarafından suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet Savcılığının olaydan haberdar edildiği, 23/5/2008 tarihinde soruşturma tamamlanarak kamu davası açıldığı, yaklaşık 2 yıl 5 ay sonra Mahkeme tarafından 21/10/2010 tarihinde karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından hükmün onanarak kesinleştiği, soruşturma ve kovuşturmanın bütün olarak yaklaşık 6 yıl 2 ay sürdüğü, toplam dört sanık bulunan dosyanın yargılamasının bu kadar uzun sürmesini gerektirecek nitelikte kapsamlı olmadığı anlaşıldığından davanın makul sürede sonuçlandırıldığı söylenemeyecektir.

127. Yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan faillerin suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

128. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, §§100, 101).

129. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, 102).

130. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında, sanık Ş.Ş. hakkında verilen 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı sonucunda, sanığın deneme süresi içerisinde suç işlememesi hâlinde bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

131. Sonuç olarak 10/4/2007 tarihinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın Ceza İnfaz Kurumu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmediği, başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına rağmen tahrip edilebilecek ve kaybolabilecek nitelikte delil soruşturmada en önemli delil olan kamera kayıtlarının olaydan yaklaşık on bir ay geçtikten sonra incelendiği, gerçeğe aykırı rapor düzenlediği iddia edilen doktorların savunmaları alınmadan ve raporlar arasında bulunan çelişkilerin nedeni araştırılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, duruşmada başvurucuyu ilk kez muayene eden Dr. N.S.Y tarafından başvurucunun yaralandığı bölgeyi görmeden ve Cezaevi görevlilerinin etkisi altında rapor tanzim etmiş olabileceği yönündeki beyanı üzerine herhangi bir işlem yapılmadığı, soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede tamamlanmadığı, sanık Ş.Ş. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu nedenlerle eziyet yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı anlaşılmıştır.

132. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

134. Başvurucu Cengiz Kahraman işkence ve kötü muamele yasağının ihlalinin tespiti, miktarı sonradan belirlenecek maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.

135. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

136. Eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için sanık Ş.Ş.nin yeniden yargılanmasında, gerçeğe aykırı olarak düzenlediği iddia olunan doktor raporlarıyla ilgili olarak yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine ve Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

137. Eziyet yasağının esas ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

138. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi yönden zarar gördüğüne dair herhangi bir belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

139. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Cengiz Kahraman’aödenmesine karar verilmesi gerekir.

140. Başvurucu Kenan Özyürek’in başvurusunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verildiğinden adına yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekir.

V.    HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muamele yasağı ile bu hakla bağlantılı olarak etkli başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

             2. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

       3. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 1. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen hekimler ve sağlık görevlileri yönünden yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

       2. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanık Ş.Ş. yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D.Başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E.    198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU CENGİZ KAHRAMAN’A ÖDENMESİNE,

F.    Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G.   Başvurucu Kenan Özyürek için, yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,

H.   Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

UTKU KALI BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2014/1358)

 

Karar Tarihi: 12/1/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Utku KALI

Vekili

:

Av. Ceren KALI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerlik hizmeti sırasında devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme ve açıklama suçlarından başlatılan idari tahkikat sürecinde askerî savcının bilgisi ve kararı olmadan gözaltında tutularak kötü muameleye maruz kalma şikâyetinin kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/1/2014 tarihinde İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 11/6/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 9/2/2016 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 21/3/2016 tarihli yazısıyla başvuru hakkında görüş verilmeyeceği bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. 1987 Karadeniz Ereğli doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Amasya İl Jandarma Komutanlığında jandarma ulaştırma er olarak askerlik vazifesini yerine getirmektedir.

8. Hatay ili Reyhanlı ilçesinde 11/5/2013 tarihinde saat 13.40’ta iki ayrı bombalı terör saldırısı düzenlenmiştir. Birkaç dakika arayla düzenlenen saldırılarda elliden fazla kişi hayatını kaybetmiş, yüz elliye yakın kişi ise yaralanmıştır.

9. Söz konusu terör saldırılarının ardından bir bilgisayar korsanı grubu tarafından 22/5/2013 tarihinde, anılan saldırılara ilişkin dört adet askerî yazışma İnternet sitelerinde yayımlanmıştır. Yayımlanan haberlerde saldırıyla ilgili istihbaratın 25 Nisan’da alındığına dair bilgiler bulunmaktadır.

10. Tokat Jandarma Bölge Komutanlığınca konuyla ilgili bilgi güvenliği ihlali kapsamında araştırma yapılması için İdari Tahkikat Heyeti görevlendirilmiştir.

1. Başvurucu Hakkında Devletin Güvenliğine İlişkin Bilgileri Temin Etme ve Devletin Güvenliğine ve Siyasal Yararlarına İlişkin Bilgileri Açıklama Suçlarından Yapılan Soruşturma

11. İdari Tahkikat Heyeti tarafından düzenlenen 22/5/2013 tarihli tutanakta İnternet sitesinde çıkan mesajın renkli çıktısı alınmış, İlçe Jandarma Komutanlıklarına ve Jandarma Karakol Komutanlıklarına gönderilen mesajlar İnternet'ten alınan çıktı ile karşılaştırılmış, Cezaevi Jandarma Karakol Komutanlığından alınan çıktılarda 2 ve 4 rakamlarının aynı özellikleri taşıdığı, SEMAC' (süratli emniyetli mesaj aktarma cihazı) bağlı nokta vuruşlu yazıcının dokuz adet iğnesinin olması gerektiği hâlde alttan ikinci iğnesinin kırık olduğu, bu nedenle yazıların alt bölümünün silik çıktığı tespit edilmiş, İnternet'te yayımlanan mesajın cep telefonuyla gönderilebileceği değerlendirilerek muhabere kısmında görevli personelin üst ve dolaplarında arama izni için Sivas 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığı telefonla aranmış, askerî savcı tarafından olaya resen el konularak olay tespit tutanağı düzenlenmesi, mesaj örneklerinin muhafaza edilmesi, muhabere kısmı ve çöp kutularında arama yapılması, görevli erbaş ve erlerin üst ve dolaplarında mahkemeden arama kararı alınana kadar arama yapılmaması, erbaş ve erlerin İl Jandarma Komutanlığına götürülerek orada tutulması, görev bölgesinden uzaklaştırılması talimatlarının verildiği belirtilmiştir.

12. Amasya Cezaevi Jandarma Karakol Komutanlığı tarafından düzenlenen 22/5/2013 tarihli tutanakta telsiz kısmında mesajların çıktılarının alındığı nokta vuruşlu yazıcıda yapılan inceleme sonucu söz konusu evraklarda silik olarak görülen yazı karakterlerinin yazıcı üzerinde alttan ikinci iğnenin kırık olmasından kaynaklandığı tespit edilmiştir.

13. Sivas 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığının 23/5/2013 tarihli ve 2013/691 sayılı arama kararıyla gecikmesinde sakınca bulunduğundan şüpheliler Jandarma Onbaşı K.Z. ve başvurucunun dolapları, valizleri ile santral odasında arama yapılmasına karar verilmiştir.

14. Başvurucunun görev yaptığı santral odasında 23/5/2013 tarihinde yapılan aramada üç adet cep telefonu bulunmuştur.

15. Başvurucu, Askerî Savcılığın 23/5/2013 tarihli ve 2013/502 sayılı kararıyla aynı gün gözaltına alınmıştır.

16. Başvurucu 23/5/2013 tarihinde şüpheli sıfatıyla Askerî Savcılıkta müdafii bulunmadan, Askerî Mahkemede müdafii huzurundaki sorgusunda yaptığı savunmalarında işkence ve kötü muamele iddiasında bulunmamıştır.

17. Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 24/5/2013 tarihli ve E.2013/850, K.2013/67 sayılı kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir.

18. 28/5/2013 tarihli tutanakta Amasya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ait 45 ve 46 No.lu kameraların 21/5/2013 günü saat 19.01 ile 19.06 arasındaki kayıtlarında Jandarma Er Utku Kalı’nın [başvurucu] Cezaevi Karakolu önündeki çöp bidonunda kâğıt yaktığı, daha sonra su ile söndürdüğü tespit edilmiştir.

19. KKK 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığının 17/7/2013 tarihli ve E.2013/502 sayılı iddianamesiyle başvurucunun “devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme ve devletin güvenliğine ve siyasal yararına ilişkin belgeleri açıklama” suçlarından cezalandırılması istemiyle aynı yer Askerî Mahkemesine kamu davası açılmıştır. İddianame şöyledir:

“Şüpheli J.Er Utku KALI’nın [başvurucu] görevli olduğu Amasya İl Mrk. J. K.lığı santralinde 21 Mayıs 2013 saat 13.20’de İl J.K.lığı tarafından gönderilen ... bilgisayar numaralı ve J. İsthb. Bşk.lığınca ‘Devletin Güvenliği, iç ya da dış siyasal yararları bakımından ve niteliği açısından gizli kalması gereken bilgilerden olduğu’ tespit edilen dört adet ‘gizli’ gizlilik dereceli mesajdan bir suret bilgisayar çıktısı alması gerekirken iki suret bilgisayar çıktısı aldığı, almış olduğu bilgisayar çıktılarından bir sureti hakkında yapılması gereken işlemleri yaparak dört adet mesajı cezaevi karakol komutanı J. Kd. Bçvş. E.A.ya teslim ettiği, elinde kalan diğer mesaj suretlerinin üzerine ‘gizli’ ve ‘ivedi’ kaşeleri vurduktan bilirkişi raporu ile şüpheli J. Er Utku KALI’ya ait olduğu tespit edilen … marka cep telefonunda kullanılan C.K.Z. adına kayıtlı ... numaralı hattan E.P. isimli sivil şahsa ait ... numaralı hattı 18:17:19 da arayarak 13 saniye konuştuğu, 18:18:23’de tekrar arayarak 210 saniye görüştüğü, elinde mevcut mesaj emirlerinin fotoğrafını … marka cep telefonuyla Apple ürünleri için yakından kaliteli resim çekmek amacıyla geliştirilmiş olan Camera Plus programı vasıtasıyla 18:53:58 ile 18:54:55 saatleri arasında çektiği ve E.P.’ye ait ... numaralı cep telefonu ile anlık iletişim ve veri aktarma özelliği olan Whatsapp programı vasıtasıyla iletişim kurduğu, telefon üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde; bu iletişim kayıtlarında JPG uzantılı resim dosyalarına rastlanıldığı ve bu resimlerin internetten yayınlanan resimler olduğunun tespit edildiği ... anlaşılmıştır.”

20. KKK 5. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığı Askerî Mahkemesinin 15/8/2013 tarihli ve E.2013/870, K.2013/166 sayılı kararı ile görevsizlik kararı verilerek dosya, Samsun 3. Ağır Ceza Mahkemesine (12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun mülga 10. maddesi ile görevli) gönderilmiştir.

21. Samsun 3. Ağır Ceza Mahkemesince E.2013/43 sayılı dosya üzerinden yürütülen yargılamada 11/11/2013 tarihli celsede başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir.

22. 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi ile görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinin kaldırılması üzerine dosya, Samsun Ağır Ceza Mahkemesinin 13/3/2014 tarihli ve E.2013/43, K.2014/13 sayılı kararı ile Amasya Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir.

23. Amasya Ağır Ceza Mahkemesinin 4/2/2016 tarihli ve E.2014/98, K.2016/24 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına karar verilmiştir. Bu karar temyiz edilmeksizin 12/2/2016 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“…

Sonuç olarak yapılan aramanın CMK'nın 119 ve 120. maddelerine açıkça aykırı olduğu anlaşılmakla, bu aramalar sonucu elde edilen delillerin bu kapsamda sanığa ait olduğu iddia edilen cep telefonunun ve telefon üzerinde yapılan inceleme sonucu alınan raporların hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğinde olduğu ve hükme esas alınamayacağı kanaatine varılmıştır. Açıklanan bu deliller çıkarıldığında sanığın atılı suçu işleyip işlemediğinin dosyadaki diğer deliller ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Sanığın suça konu gizli belgeleri temin ettiği ve açıkladığına dair yukarıda belirtilen ve hukuka aykırı olarak elde edildiği sonucuna varılan deliller dışında cezalandırılmasına yeterli delil bulunmamaktadır. Bir kısım tanıklar sanığı belge yakarken gördüklerini beyan etmiş iseler de; yaktığı belgelerin içeriğini görmediklerini söylemişlerdir. Dolayısıyla sanığın yaktığı iddia edilen belgelerin suça konu belgeler olduğuna dair herhangi bir delil bulunmamaktadır. Yine söz konusu belgelerin sanığın görev yaptığı santrale gönderildiği sabit ise de; santralde sanık dışında görev yapan başka personel de bulunmakta olup, dava konusu belgelerin sadece sanığın çalıştığı santrale değil başka pek çok birime de gönderilmiş olduğu dosya kapsamı ile sabittir. Yine sanığın bu belgeleri temin ederek E.P. isimli şahsa gönderdiğinin iddia edilmesine karşın, bu belgeleri açıklamak suçundan Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/205 Esas sayılı dosyasında yargılanan E.P.nin atılı suçlardan beraatına karar verilmiş ve bu karar kesinleşmiştir. Yukarıda açıklanan bütün bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde sanığın üzerine atılı suçları işlediğine dair hukuka uygun olarak elde edilmiş, cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, somut ve kesin delil bulunmadığından sanığın CMK'nın 223/2-e maddesi gereğince beraatına dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.”

2. Başvurucunun Şikâyeti Üzerine İşkence Suçundan Yapılan Soruşturma

24. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde İdari Tahkikat Heyeti üyeleri ve Amasya E Tipi Cezaevi Jandarma Komutanlığı yetkilileri hakkında 22/5/2013 tarihinde gerçekleştiğini ileri sürdüğü işkence, hakaret ve tehdit suçlarından Amasya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Şikâyet dilekçesinde başvurucu; Amasya E Tipi Kapalı Cezaevi İlçe Jandarma Komutanlığında askerlik görevini yaptığını, Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlama olayı ile ilgili olarak bir bilgisayar korsanı grubu tarafından 22/5/2013 tarihinde toplam yedi sayfa olmak üzere 4 adet jandarma istihbarat belgesinin yayımlandığını, bu olayla ilgili olarak 22/5/2013 tarihinde akşam saatlerinde Amasya E Tipi Kapalı Cezaevi Jandarma Karakoluna Tokat Jandarma Bölge Komutanlığından gelen İdari Tahkikat Heyetince hukuka ayrı olarak ve Askerî Savcılığın bilgisi dışında sorgulandığını, öncelikle komutan odasında, ardından da karakolda boş bir odaya alınarak işkenceye maruz kaldığını, heyet üyeleri tarafından hukuka aykırı olarak sorgulanıp kendisine gösterilen evraklardan haberinin olup olmadığının sorulduğunu, ”Bu işi para için mi yaptın? Neden yaptın? Suratına ne oldu? Kanın mı çekildi? Az otur istersen." gibi sözlerle direncinin kırılmaya çalışıldığını; annesi, babası, ablası ve ablasının eşinin ad soyadları, meslekleri, nerede çalıştıkları ve telefon numaraları gibi kişisel bilgilerinin sorulduğunu, bu şekilde ailesine yönelik endişe duymasının amaçlandığını ve itirafa zorlandığını, "Ben yapmadım komutanım." demesi üzerine, Tokat'tan gelen bir kıdemli başçavuş ve yine orada bulunan bir kişi tarafından yan odaya alınarak tokatlandığını, boğazının sıkıldığını, yine iteklenerek duvara çarpıldığını, karın boşluğu gibi daha ziyade iz kalmayacak bölgelerine vurulduğunu, işkence süresince hakarete maruz kaldığını, arama yapmak istediklerinde durumu Askerî Savcılığa ileterek izin talep ettiklerini, 22/5/2013 tarihli tutanağa göre de bu noktada olaya Askerî Savcılığın resen el koyduğunu, aynı yerde askerlik yapan arkadaşı Jandarma Er K.Z. ile birlikte Amasya İl Jandarma Komutanlığına götürülmesi talimatının verildiğini, Amasya İl Jandarma Komutanlığında "bekleme odası" diye tabir edilen bir odada kalmaya zorlandığını, yatak olmayan odada kendisine verilen bir battaniye ile üçlü sandalye üzerinde uyumak zorunda bırakıldığını, Amasya İl Jandarma Komutanlığına geldikten sonra su ve sigara içmesine izin verilmediğini, odanın nezarethaneye çevrildiğini ve kapısında beklemek üzere bir nöbetçi görevlendirildiğini, 22/5/2013 tarihinde saat 05.00 gibi uyandırılarak 06.00 gibi Sivas Askerî Savcılığına götürülmek üzere yola çıkıldığını, Reyhanlı’daki patlamayla ilgili jandarma istihbarat belgelerini sızdırmak suçlamasıyla 24/5/2013 tarihinde tutuklandığını, gördüğü işkence ve kötü muamele nedeniyle psikolojik sıkıntılar yaşadığını ve ilaç kullanmaya başladığını belirtmiştir.

25. Müştekinin soruşturmada ifadesi alınmamıştır.

26. Başvurucu hakkında gözaltına alınmadan önce Sivas Numune Hastanesinin 23/5/2013 tarihli saat 18.32’de tanzim olunan raporunda; sol scapula (kürek kemiği) üstünde 1 cm’lik kırmızı lezyon, boyun sol ön yanında 3 cm’lik kırmızı lezyon, sağ kolda 2 adet 1 cm çapında yuvarlak sarı renkli lezyon, sol dizde operasyon skarı (yara izi) bulunduğu kayıtlıdır.

27. Gözaltından çıkarılırken aynı Hastanenin 24/5/2013 tarihli ve 06.10’da tanzim olunan raporunda yeni darp cebir izi bulunmadığı belirtilmiştir.

28. Başvurucu vekili tarafından ibraz edilen Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 6/8/2013 tarihli raporunda; alınan öykü ve yapılan ruhsal durum muayenesi bulguları travma sonrası stres bozukluğu tanısını karşılamakta, ayrıca yapılan psikometrik testlerde beck depresyon ölçeği (39 puan), beck anksiyete envanteri (33 puan), MMPI ve travma değerlendirme ölçekleri neticesinde şahsın bildirdiği bu durumun kötü muamele ile bağlantılı olabileceği tıbbi kanaatine varılmış olup şahsın intihar düşünceleri olması nedeniyle yatarak tedavi olması gerektiği önerilmiştir.

29. Başvurucu vekili tarafından ibraz edilen Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesinin 25/10/2013 tarihli raporuna göre; beck depresyon ölçeği 61, beck anksiyete ölçeği 55 puan sonucunda şahsın yoğun öz kıyım düşünceleri olduğundan mahkûm koğuşu bulunan kapalı bir psikiyatri kliniğine sevki uygun görülmüştür.

30. Jandarma Uzman Çavuş S.E., Jandarma Astsubay K.K, Jandarma Uzman Çavuş E.Ç., Jandarma Er H.K. ve başvurucuyla birlikte gözaltına alınan Jandarma Er E.Z. 14/8/2013 tarihli ifadelerinde başvurucunun gözaltına alınmasından tutuklanmasına kadar geçen süreçte işkence, hakaret ve tehdide maruz kalmadığını söylemişlerdir.

31. Yapılan soruşturma sonucunda Amasya Cumhuriyet Başsavcılığının 26/9/2013 tarihli ve 2013/3721 Soruşturma, K.2013/2897 sayılı kararla kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“…

Müşteki hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin dosyanın bir suretinin Sivas 5. Piyade Er Eğitim Tugay Komutanlığı Askeri Savcılığından istenilerek dosyamız arasına alındığı, dosyanın yapılan incelemesinde soruşturmanın doğrudan askeri savcılık tarafından yürütüldüğünün anlaşıldığı, müşteki hakkında Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 23/5/2013 tarih ve 3473 No.lu adli muayene raporunun incelenmesinde müştekide yeni darp ve cebir izinin bulunmadığının belirtildiği ve yine Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 24/5/2013 tarih ve 3489 No.lu adli muayene raporunun incelenmesinde yeni darp ve cebir izinin bulunmadığının belirtildiği,

Cumhuriyet Başsavcılığımızca yürütülen soruşturma sonucu yapılan incelemede, tanık beyanları ve özellikle müştekiyle birlikte hakkında soruşturma yürütülen tanık K.Z.nin beyanı, olay sonrası Sivas Numune Hastanesince tanzim edilen 23/5/2013 ve 24/5/2013 tarihli adli raporlarda müştekide yeni darp cebir izine rastlanmadığı yönündeki tespitler nazara alındığında, şüphelilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair müşteki vekilinin şikayet dilekçesinde belirttiği iddialar dışında kamu davasının açılmasını haklı gösterecek her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği anlaşıldığından [kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir]."

32. Bu karara başvurucu tarafından yapılan itiraz, Vezirköprü Ağır Ceza Mahkemesinin 5/12/2013 tarihli ve 2013/568 Değişik İş sayılı kararıyla şüpheliler hakkında kamu davası açılması için yeterli delil ve neden bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

33. Ret kararı başvurucuya 31/12/2013 tarihinde tebliğ edildiğinden 29/1/2014 tarihinde yapılan bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı tespit edilmiştir.

B. İlgili Hukuk

34. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 94., 106. ve 125. maddeleri şöyledir:

“İşkence

Madde 94 – (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Tehdit

Madde 106 – (1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

Hakaret

Madde 125 – (1) (8.7.2005 T. 5377 s k değ.) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

…”

35. 25/10/1963 tarihli ve 353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun 93. ve 95. maddeleri şöyledir:

"Bir suç işlendiğinin öğrenilmesi ve ilk tedbirler:

Madde 95- (Değişik madde: 29/06/2006 - 5530 S.K./29. md.)

 Cumhuriyet savcılıklarına veya zabıta makam ve memurlarına yapılacak askerî yargıya tâbi suç ihbar ve şikâyetleri şüphelinin amiri olan makama gönderilir.

 Askerî birlik komutanı veya askerî kurum amiri maiyetinden birinin kendisine ihbar veya şikâyet olunan veyahut diğer suretle öğrendiği, askerî mahkemelerin görev alanına giren suçları hakkında şüphelinin kimliğini, isnat olunan suçu ve bu suçun delillerini gösterir bir vak'a raporu düzenler ve adlî yönden bağlı bulunduğu askerî mahkemenin teşkilâtında kurulduğu kıt'a komutanı veya askerî kurum amirine gönderir.

 Teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askerî kurum amiri, suç evrakını inceledikten sonra askerî savcıya gönderir ve şüphelinin tutuklanmasını isterse bu husustaki istemini de bildirir.

 Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlar veya gecikmesinde sakınca umulan hallerde askerî savcılar derhal soruşturmaya başlarlar. Zorunluluk halinde bu soruşturma bir disiplin subayı tarafından da yapılabilir. Bu hallerde durum derhal yetkili askerî mahkemenin teşkilâtında kurulduğu komutan veya askerî kurum amirine bildirilir.

 ..."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 12/1/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

37. Başvurucu, Amasya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Jandarma Karakol Komutanlığında askerlik hizmeti yaparken 11/5/2013 tarihinde Hatay ili Reyhanlı ilçesinde meydana gelen patlamaya ilişkin gizli belgelerin 22/5/2013 tarihinde İnternet üzerinden yayımlanmasına ilişkin olarak idari tahkikat için görevlendirilen Tokat Jandarma Bölge Komutanlığından gelen heyetin aynı gün karakola geldiğini, heyetin hukuka aykırı olarak askerî savcının bilgisi dışında kendisini gözaltına aldığını, işkenceyle suçu kabule zorlandığını, yaptığı şikâyet üzerine Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelilerin ifadesinin alınmadığını, adli raporlar dikkate alınmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla tahkikatın sonuçlandığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 141. maddelerinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma ve gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

38. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkı ile gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de anılan hususlarda kötü muamele yasağının usul boyutu başlığı altında değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.

39. Başvurucunun iddiaları ve başvuruya konu soruşturma kapsamında elde edilen bilgi ve belgeler Anayasa'nın 17. maddesinin maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda iddiaların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi ancak devletin etkili soruşturma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirip getirmediğinin tespiti ile mümkün olabileceğinden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu ile sınırlı olarak yapılmasına karar verilmiştir.

40. Başvuruya ilişkin olarak Adalet Bakanlığı tarafından görüş bildirilmemiştir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

41. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen adli yardım talebinin değerlendirilmesine ilişkin ilkeler temelinde somut olayda, başvurucunun sosyal güvenlik kapsamında bir geliri, adına kayıtlı aracı veya taşınmaz malları olmadığı, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu, gerek başvurucunun sunduğu gerekse de Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi'nden temin edilen belgelerden anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun talebi bu aşamada açıkça dayanaktan yoksun olmadığından adli yardım talebinin kabulü gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

42. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

43. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

44. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

45. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı; ancak, salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 87). Bu yükümlülük, sadece gözaltında değil aynı zamanda devlet yetkililerinin özel kontrolü altında bulunan bölgelerde gerçekleşen yaralama ve ölümleri de kapsamakta, zira her iki durumda da söz konusu olayların tamamı ya da büyük kısmı yetkililerin özel bilgisi dâhilinde gerçekleşmektedir (Beker/Türkiye, B. No. 27866/03, 24/3/2009, § 42).

46. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

47. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde, Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

48. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

49. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının, resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açılmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

50. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde İdari Tahkikat Heyeti ve Amasya E Tipi Cezaevi Jandarma Komutanlığı yetkilileri hakkında gözaltında bulunduğu sırada hakaret, tehdit ve işkence suçlarına maruz kaldığını belirterek Amasya Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu, İdari Tahkikat Heyetince hukuka aykırı olarak ve Askerî Savcılığın bilgisi olmadan sorgulandığını, sorgu sırasında işkence gördüğünü, tokatlandığını, darb edildiğini ileri sürmüştür (bkz.§ 24).

52. Genel ilkeler kısmında açıklandığı üzere (bkz. § 49) kötü muamele iddialarına ilişkin soruşturmaların etkili olduğunun kabul edilebilmesi için savunulabilir nitelikte kötü muamele iddialarının kamu makamları tarafından öğrenilir öğrenilmez soruşturma başlatılması için ilgili mercilere bildirilmesi gerekmektedir. Hatta mağdurların şikâyetlerinin bulunmadığı hâllerde dahi bu nitelikte bir muamelenin mevcudiyetine ilişkin ciddi delil veya emareler bulunduğunun farkına varıldığı bir durumdaresen harekete geçme yükümlülüğü devam etmektedir.

53. Başvurucunun, Askerî Savcılık tarafından devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme ve devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama suçlarından yapılan soruşturma sırasında, gözaltına alınmadan önce, Sivas Numune Hastanesinde 23/5/2013 tarihinde saat 18.32'de rapor verilmiş; raporda, başvurucunun vücudunun muhtelif yerlerinde darp-cebir izleri bulunduğu belirtilmiştir. Devlet yetkililerinin gözetimi altında askerlik vazifesini yapan başvurucunun bu raporları karşısında askerî savcının soruşturma yapılmak üzere derhal yetkili Cumhuriyet savcılığına durumla ilgili olarak bildirimde bulunması gerekirken resen harekete geçme yükümlülüğüne aykırı şekilde bundan imtina edilmiştir. Bu nedenle soruşturma olaydan yaklaşık iki buçuk ay sonra 12/7/2013 tarihinde başvurucunun şikâyeti üzerine gecikmeli olarak başlamıştır.

54. Yapılan soruşturmada, Jandarma Uzman Çavuş S.E., Jandarma Astsubay K.K, Jandarma Uzman Çavuş E.Ç., Jandarma Er H.K. ve başvurucuyla birlikte gözaltına alınan Jandarma Er E.Z.nin 14/8/2013 tarihinde ifadeleri alınmış, başvurucunun gözaltına alınmasından tutuklanmasına kadar geçen süreçte işkence, hakaret ve tehdide maruz kalmadığını söylemişlerdir. Soruşturma sonunda başvurucunun adli muayene raporunda yeni darp cebir izinin bulunmadığı, başvurucuyla birlikte hakkında soruşturma yapılan diğer şüpheli K.Z.nin beyanı ve diğer tanık beyanları dikkate alınarak kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte somut delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir (bkz. § 31).

55. Başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin olarak dosyada bulunan 23/5/2013 tarihli saat 18.32’de tanzim olunan adli muayene raporunda sol scapula (kürek kemiği), boyun sol ön yanında, sağ kolda lezyonlar bulunduğu belirtilmiştir.Ayrıca başvurucunun soruşturma dosyasına ibraz ettiği Cumhuriyet Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesince verilen psikiyatrik muayene raporları (bkz. §§ 28-29) ve hasta gözlem ve epikriz formlarına göre başvurucuda travma sonrası stres bozukluğu bulunduğu bildirilmiştir. Ancak kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararda bilimsel nitelikte delil olan bu raporlardaki bulgular değerlendirme dışı bırakılmıştır. Devlet yetkililerinin kontrolü altında bulunan askerî mahalde gerçekleşen başvurucudaki yaraların ne şekilde meydana geldiğine dair açıklama getirme yükümlülüğü devlete ait olmasına rağmen (bkz. § 45) başvurucunun adli raporlarında yer alan fiziksel ve ruhsal bulguların ne zaman ve kim/kimler tarafından oluşturulduğu konusunda herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır.

56. Başvurucu şikâyet dilekçesinde, özellikle Amasya İl Jandarma Komutanlığı tarafından görevlendirilen İdari Tahkikat Heyeti üyeleri ile Cezaevi Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda kimlik bilgileri tespit edilmeden "Tokat Jandarma Bölge Komutanlığı İdari Tahkikat Heyeti üyeleri ve Amasya E Tipi Cezaevi Karakol Komutanlığı görevlileri" şüpheli olarak gösterilmiştir.

57. Özetle kötü muamele gibi son derece ciddi bir isnat karşısında soruşturmanın olayların seyrini aydınlatmaya yönelik yeterli derinlikte ve titizlikte yapılmadığı, başvurucunun ve sanıkların ifadeleri alınarak olayın aydınlatılması yönünde yeterli çabanın gösterilmediği, gözaltına alınmadan önce gerçekleştiği ileri sürülen iddialar üzerinde hiç durulmadığı, iddiaların gözaltına alındıktan sonraki bir zaman diliminde vuku bulduğu varsayımıyla gözaltı çıkış raporlarına istinaden temelden yoksun bir sonuca varılarak karar verildiği anlaşılmaktadır.

58. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

59. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

60. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğinin tespiti, soruşturmanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

61. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

62. Etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Amasya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

63. Etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

64. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Amasya Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/1/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

SÜLEYMAN GÖKSEL YERDUT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/788)

 

Karar Tarihi: 16/11/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 9/1/2018-30296

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Süleyman Göksel YERDUT

Vekili

:

Av. İmdat ATAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında kötü muameleye maruz bırakılma ve sorumlular hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvurunun bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

6. Birinci Bölüm tarafından 21/9/2016 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, Gezi Parkı protestolarına katıldığı gerekçesiyle 24/6/2013 tarihinde sabah 06.00 sıralarında ikametgâhında gözaltına alınmıştır.

A. Kamu Makamlarının Sunduğu Tutanaklara Göre Gelişen Olaylar

9. 24/6/2013 tarihinde sabah 06.00 sıralarında ikametgâhının kapısını açan başvurucuya yakalama kararı okunmuş ve hakları hatırlatıldıktan sonra başvurucu yakalanmıştır. Yakalama işleminden sonra evde arama yapılmış, 06.30 sıralarında kamera çekimi yapılarak arama işlemine son verilmiştir.

10.Başvurucunun gözaltına alınması ve gözaltı giriş işlemleri için Karşıyaka Devlet Hastanesine götürülmesi sırasında güvenlik gerekçesi ile başvurucuya kelepçe takılmış; başvurucu, kollarını sıkıp gererek bileklerine zarar vermiştir.

11. Sağlık raporunun alınmasından sonra başvurucu, araca binmemek için direnmiş; araç içinde başvurucunun sol koluna kelepçe takılmış; başvurucu sol kolunu karnına sıkıştırarak direnmiş; zor kullanmak suretiyle başvurucunun sağ kolu ile sol kolu arkasında birleştirilerek başvurucuya kelepçe takılmıştır. Polis merkezine getirilen başvurucunun parmak izi vermek istememesi üzerine yine zor kullanılmak suretiyle parmak izi alınmış, ayrıca nezarethaneye girerken ayakkabı bağcıklarının çıkarılması için başvurucu yere yatırılmış ve başvurucunun ayakkabı bağcıkları çıkarılmıştır. Tutanaklarda anılan tüm müdahalelerin kamera ile kayıt altına alındığı belirtilmektedir.

B. Başvurucunun Beyanlarına Göre Gelişen Olaylar

12. Başvurucu; gözaltı giriş muayenesinden sonra polis aracına bindirilirken eşkâlini bildirdiği bir polis memuru tarafından sağ koluna, bir başka polis memuru tarafından ise ayaklarına tekme atıldığını, polis merkezine götürüldükten sonra kolunun ağrıdığını ve hastaneye sevk edilmek istediğini söylemesine karşın kolu bükülerek parmak izinin alındığını beyan etmektedir.

C. Sağlık Raporları

13. Başvurucunun gözaltı giriş işlemleri için götürüldüğü Karşıyaka Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen 24/6/2013 tarihli ve 06.55 saatli Gözaltı Giriş Raporu'nda her iki bileğin dış yüzeyinde yaklaşık 2 cm'lik ekimoz tespit edilmiş, başka bir bulguya rastlanmamıştır.

14. Başvurucu, kolundaki rahatsızlık nedeniyle hastaneye sevk edilmek istemesi üzerine İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş; yapılan muayene sonuçları ayrı bir rapor düzenlenmeksizin sevk kâğıdının altına işlenmiştir. Anılan tespitler şöyledir:

"Hasta sağ dirsekte ve her iki bileklerinde ağrı şikayeti ile geldi. Tutuklama esnasında şikayeti başlayan hastanın muayenesinde herhangi bir kırık çıkık ve ekimoz görülmedi. Sadece sol bilek ön yanında 5-6 cm çapında kırmızı ekimoz mevcuttu. Çekilen röntgende herhangi bir patolojik bulgu rastlanmadı. "

15. Yakalamanın ertesi günü 25/6/2013 tarihinde kolundaki rahatsızlığın devam etmesi üzerine başvurucu yeniden İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiş, anılan Hastanede düzenlenen 25/6/2013 tarihli ve 17.40 saatli raporda başvurucunun sağ kol dirseğinde kırık tespit edilmiştir.

16. Başvurucunun 26/6/2013 tarihli Gözaltı Çıkış Raporu'nda; sağ kol dirsekteki kırığın yanı sıra sol ön kol iç kısımda eritem (kızarıklık), sol üst kol iç kısımda 2 cm'lik eritem, sağ alt bacak tibia (kaval kemiği) üzerinde 3 cm'lik yüzeysel sıyrık tespit edilmiştir.

D. Gözaltı İşlemleri Sonrasındaki Süreç

17. Başvurucu, tutuklanmış ve yaklaşık beş ay ceza infaz kurumunda kalmıştır. Tahliye olduktan sonra 3/1/2014 tarihinde kolundan ameliyat geçirmiştir.

18. Başvurucu, maruz kaldığı eylemler nedeniyle ilgili polis memurlarının tespiti ve cezalandırılması talebiyle 16/8/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuştur. Başvurucu, dilekçesinde şüpheli polis memurlarının kimlik bilgilerinin tespitini ve gözaltı giriş işlemleri için götürülmüş olduğu Karşıyaka Devlet Hastanesinin 24/6/2013 tarihli iç ve dış kamera görüntülerinin toplanmasını istemiştir.

19. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2013/76792 sayılı dosya numarasıyla yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli polis memurlarına yönelik kimlik tespiti yapılmamış, başvurucunun olayın gerçekleştiğini ileri sürdüğü Hastanenin kamera görüntüleri toplanmamış, mevcut sağlık raporları ve tutanaklar değerlendirilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:

" ... müşteki hakkında yakalama kararı verildiği, yakalama müzekkeresi üzerine müştekinin 23/06/2103 tarihli tutanakla yakalandığı, yakalandığı esnada nezarethane giriş raporu için Karşıyaka Devlet Hastanesine götürülürken kendisine takılan kelepçe ile iki kolunu gerdirerek kendisine zarar vermeye çalıştığı, görevli memurlar tarafından uyarılmasına rağmen aynı hareketlerine devam ettiği, araç içerisinde önce sol koluna kelepçe takılması üzerine kelepçeli sol kolunu karnına sıkıştırmak suretiyle bu kez yine işkence iddialarında delil olarak ileri sürmek üzere kolunu sıkıştırdığı, bunun üzerine görevli memurlar tarafından diğer sağ kolunun da kelepçelendiği, müştekinin görevli memurlar tarafından yapılan her türlü etkisiz hale getirme müdahalesine karşı kendisine zarar vereceği hareketlerde bulunduğu, parmak izinin alınması sırasında parmak izi vermemek için direndiği görülmesine göre;

Şüpheli Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Görevli Polis Memurlarının zor kullanma yetki ve sınırı içerisinde hareket ettikleri, müştekinin işkence ve kötü muamele iddialarında ileri sürmek üzere kendisine zarar verdiği [anlaşılmıştır]."

20. Başvurucu; anılan karara karşı Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesine yaptığı itirazda kamera kayıtlarının toplanmadığını, şüphelilerin kimlik tespitinin yapılmadığını ve ifadelerinin alınmadığını, kendisinin beyanının alınmadığını, yalnızca polis tutanaklarına dayanılarak karar verildiğini belirtmiştir. Mahkemenin 2013/3092 Değişik İş sayılı kararıyla, kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle başvurucunun itirazı reddedilmiştir.

21. Anılan karar başvurucuya 19/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 17/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesi şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.

Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.

23. 12/10/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

24. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

25. 5237 sayılı Kanun'un 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

" Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 16/11/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu;

i. Gözaltına alınmasına kadar hiçbir sağlık probleminin bulunmadığını, gözaltına alındığı sırada kendisine ters kelepçe uygulandığını, sağlık raporu alınmasından sonra bir polis memuru tarafından koluna tekme atıldığını, bir diğeri tarafından ise ayaklarına tekme atıldığını, zor kullanılarak parmak izinin alındığını, gördüğü kötü muamele sonucu kolunun kırıldığını,

ii. Ceza infaz kurumunda kaldığı sürede tedavisinin gereği gibi yaptırılmaması nedeniyle kolunun iyileşmediğini ve tahliye olduktan sonra ameliyat olmak zorunda kaldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile Anayasa'nın 36. maddesinde koruma altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin olarak devletin sahip olduğu etkili soruşturma yapma yükümlülüğü kapsamında görüldüğünden adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkin ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Ceza İnfaz Kurumunda Gerekli Tedavinin Yapılmaması Nedeniyle İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

29. Başvurucu, ceza infaz kurumunda kaldığı süre boyunca tedavisinin gereği gibi yaptırılmamasından dolayı kolunun iyileşmemesi nedeniyle tahliye olduktan sonra ameliyat olmak zorunda kaldığını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

30. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Mahkeme, ... açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir. "

31. İçtüzük'ün "Bireysel başvuru formu ve ekleri" kenar başlıklı 59. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (d) bendinde; bireysel başvuru formunda bireysel başvuru kapsamındaki haklardan hangisinin hangi nedenle ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçeler ve delillere ait özlü açıklamaların yer alacağı belirtilmiştir.

32. Anayasa Mahkemesi, başvuruya konu ihlal iddiasıyla ilgili deliller sunarak olaya ilişkin iddialarını ve hangi Anayasa hükmünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunmak suretiyle hukuki iddialarını kanıtlama yükümlülüğünün başvurucuya ait olduğu gerekçesiyle ihlal iddialarının soyut şekilde ileri sürüldüğü ve hakkın nasıl ihlal edildiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığının anlaşıldığı durumlarda başvuruya konu şikâyetlerin kanıtlanamamış olması nedeniyle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğuna karar vermektedir (Yusuf Gezer, B. No: 2013/2103, 14/1/2014, § 40; Mustafa Bayrı, B. No: 2013/5718, 20/3/2014, § 35).

33. Özellikle devletin sorumluluk ve kontrolüne tabi olunduğu bir zaman diliminde gerçekleştiği ileri sürülen ihlal iddialarına ilişkin delil elde edilmesinin güçlüğü dikkate alınmakla birlikte başvuruculardan en azından ihlale neden olduğunu düşündükleri olaylara ilişkin tutarlı bir anlatımda bulunmaları beklenmektedir.

34. Somut olayda başvurucunun ceza infaz kurumunda kaldığı süre içinde tedavisinin gereği gibi yaptırılmaması nedeniyle kolunun iyileşemediğini ileri sürdüğü ancak ceza infaz kurumundaki sürece ilişkin hiçbir bilgi sunmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun ceza infaz kurumunda kaldığı sırada hastaneye sevk edilip edilmediği, edildi ise tedavisinin neden gerçekleştirilmediği ya da başvurucunun tedavi talebinde bulunup bulunmadığıyla ilgili olarak tedavi sürecine ilişkin inceleme yapılması için Anayasa Mahkemesine yeterli bir veri sunulmadığı ve iddianın somutlaştırılmadığı anlaşılmaktadır.

35. Açıklanan nedenlerle ihlalin nasıl gerçekleştiğine ilişkin bir açıklama ve kanıtlamada bulunulmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucunun Gözaltı İşlemleri Sırasında Kötü Muameleye Maruz Kaldığına İlişkin İddia

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

37. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı ile üçüncü fıkrası şöyledir:

 "Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

38. Başvurucu; gözaltı işlemleri sırasında maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğünü, sağlık raporu alınmasından sonra bir polis memuru tarafından koluna ve bir diğeri tarafından ise ayaklarına tekme atıldığını, gördüğü kötü muamele sonucu kolunun kırıldığını ileri sürmektedir.

39. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye veya cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

40. İncelemeye konu başvuruda kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkilerini kullandıkları ileri sürülmekte, anılan durumda zor kullanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği ile güç kullanmadaki orantılılığın aşılıp aşılmadığının değerlendirilmesinin gerektiği anlaşılmaktadır. Niteliği itibarıyla başvurucunun kolundaki kırığın birden fazla şekilde meydana gelmiş olabileceği anlaşılmakla dosyadaki somut verilerin zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması konusunda bu aşamada Anayasa Mahkemesince değerlendirme yapılmasına yeterli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

41. Başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların esasına yönelik Anayasa Mahkemesinin bir sonuca varmasını sağlayacak yeterli veri bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğü ile sınırlı olarak incelenmesine karar verilmiştir.

Engin YILDIRIM ve Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.

a. Genel İlkeler

42. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014 § 110).

43. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

44. Usul yükümlülüğünün, bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek, mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

45. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını, ölüm ya da yaralama olayına ilişkin sorumlularınhesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

46. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

47. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, §§ 68, 69).

48. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

49. Yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

50. Kamu görevlileri tarafından yapılan işkence ve kötü muameleye ilişkin iddialar hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişiler, olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır. Soruşturmanın bağımsızlığı, sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

51. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

52. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Başvuruya konu olayda gözaltında bulunduğu zaman dilimi içinde kolunda kırık ile vücudunda birtakım kızarıklık ve sıyrıklar meydana geldiği sabit olan başvurucu, gözaltı işlemleri sırasında kötü muamele gördüğü iddialarını Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçede dile getirmiştir.

54. Başvurucu, gözaltı giriş işlemleri için götürüldüğü Karşıyaka Devlet Hastanesinin çıkışında bir polis memuru tarafından koluna, bir diğer polis memuru tarafından ise bacaklarına tekme atıldığını ileri sürmüş; Hastane kamera kayıtlarının toplanmasını talep etmiştir.

55. Polis memurları tarafından düzenlenen tutanaklarda ise başvurucunun kendi kendisine zarar verdiği, ayrıca kelepçe takılması, parmak izi alınması ve ayakkabı bağcıklarının çözülmesi için zor kullanıldığı belirtilmektedir.

56. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma neticesinde "yakalandığı esnada nezarethane giriş raporu için Karşıyaka Devlet Hastanesine götürülürken kendisine takılan kelepçe ile iki kolunu gerdirerek kendisine zarar vermeye çalıştığı, görevli memurlar tarafından uyarılmasına rağmen aynı hareketlerine devam ettiği, araç içerisinde önce sol koluna kelepçe takılması üzerine kelepçeli sol kolunu karnına sıkıştırmak suretiyle bu kez yine işkence iddialarında delil olarak ileri sürmek üzere kolunu sıkıştırdığı, bunun üzerine görevli memurlar tarafından diğer sağ kolunun da kelepçelendiği, müştekinin görevli memurlar tarafından yapılan her türlü etkisiz hale getirme müdahalesine karşı kendisine zarar verici hareketlerde bulunduğu, parmak izinin alınması sırasında parmak izi vermemek için direndiği,... Polis Memurlarının zor kulanma yetki ve sınırı içerisinde hareket ettikleri, müştekinin işkence ve kötü muamele iddialarında ileri sürmek üzere kendisine zarar verdiği" gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucunun yaptığı itirazın reddedilmesiyle anılan karar kesinleşmiştir.

57. Öncelikle gerek kolluk tarafından düzenlenen tutanaklar gerek başvurucunun olay anlatımı değerlendirildiğinde başvurucunun kolundaki kırığa sebebiyet verebilecek birkaç farklı eylemin söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucunun kötü muamele iddiaları değerlendirildiğinde yapılacak soruşturmada öncelikle başvurucunun kolunun ne zaman ve hangi eylem sonucunda kırılmış olabileceğinin tespiti gerekmektedir.

58. Başvurucunun kolundaki kırığa hangi eylemin sebebiyet vermiş olabileceğine ilişkin bir tespit yapılmaksızın, bir başka ifade ile maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli tüm araştırmalar yapılmaksızın olaydaki sorumluluğun ve sorumluların tespiti ile zor kullanmada sınırın aşılması yönünden sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün görülmemektedir. Başvuruya konu olaya ilişkin başlatılan adli işlemler kapsamında başvurucunun kolunda meydana gelen kırığın ne zaman ve hangi eylem sonucu meydana gelmiş olabileceğine ilişkin değerlendirme içeren bir bilirkişi raporu alınması için girişimde bulunulduğuna dair bir veriye ulaşılamamış, soruşturma sonucunda verilen kararda da bu yönde bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.

59. Kolluk görevlileri tarafından düzenlenmiş tutanaklarda zor kullanımın kamera ile görüntü altına alınmış olduğu belirtilmesine karşın soruşturma dosyasında, anılan kamera görüntülerinin toplandığı ve değerlendirildiği yönünde bir veriye rastlanmamış; yine başvurucunun toplanmasını talep etmiş olduğu ve maddi olayın ortaya çıkarılmasında etkili olabilecek Karşıyaka Devlet Hastanesi kamera görüntülerinin de soruşturma dosyasında yer almadığı anlaşılmıştır.

60. Soruşturma dosyası kapsamında sağlık raporları ve kolluk görevlileri tarafından düzenlenmiş tutanaklar dışında kamera görüntüsü, bilirkişi raporu, müşteki ve tanık beyanı, şüpheli ifadesi gibi başkaca bir delilin bulunmadığı; soruşturma sonucunda verilen kararda ise dosyada mevcut olan sağlık raporlarında tespit edilen yaralanmalar yönünden bir değerlendirmeye yer verilmediği anlaşılmaktadır.

61. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkin soruşturma dosyası incelendiğinde olayın şüphelileri olan kolluk görevlileri tarafından düzenlenen tutanakların tek başına kovuşturmaya yer olmadığı kararına dayanak teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Somut olayda, olayın şüphelileri tarafından düzenlendiği konusunda uyuşmazlık bulunmayan tutanakların doğrulukları araştırılmaksızın ve başkaca bir delil ile desteklenmeksizin tek başına hükme esas alınmasının tarafsız vebağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık teşkil ettiği tespit edilmektedir.

62. Süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman diliminde meydana gelen yaralanma olayına ilişkin etkili, özenli, sorumluların tespiti ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılması amacına yönelik bir soruşturma yürütülmesi konusunda gerekli özenin gösterilmediği sonucuna ulaşılmıştır.

63. Ayrıca başvurucunun kolunda kırık meydana geldiğinin sağlık raporlarıyla sabit olması ve çıkarıldığı adli makamlar önünde başvurucunun kolunun alçıda olduğunun bilinmesi karşısında konuya ilişkin resen soruşturma başlatılmayarak ancak başvurucunun olaydan yaklaşık bir buçuk ay sonra yaptığı şikâyet üzerine harekete geçilmesi de soruşturmanın etkililiği yönünden önem taşıyan resen soruşturma ilkesinin ihlali niteliğindedir.

64. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

65. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

66. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle ihlalin tespiti ve 20.000 TL maddi ve manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

67. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yargılamanın (soruşturmanın) yenilenmesine karar verilmesi gerekir.

68. Başvurucuya ayrıca net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

Serruh KALELİ bu görüşe katılmamıştır.

69. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Ceza infaz kurumunda gerekli tedavinin yapılmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

 2. Gözaltı işlemleri sırasında insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kalındığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. 1. İncelemenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğü ile sınırlı olarak yapılmasına Engin YILDIRIM ve Serruh KALELİ'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

 2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı yönünden usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

D. Başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE Serruh KALELİ'nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE OYBİRLİĞİYLE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA OYBİRLİĞİYLE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/11/2017 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Hakkında gözaltı işlemleri yapılan başvurucu, bu işlemler sırasında maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle kolunun kırıldığını iddia etmektedir.

2. Anayasa Mahkemesi uygulamasında işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikayetler, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bağlamında maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınmaktadır. Mahkememiz Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun somut olayda ihlal edildiğine oybirliğiyle karar vermiştir.

3. Anayasamızın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı ve kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamayacağı güvence altına alınmış olup, burada geçen ifadeler arasında da bir yoğunluk farkı bulunmaktadır. Kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence”, bu seviyeye varmayan fakat yine de vücutta zarar ya da yoğun fiziksel veya ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”, küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir.

4. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz.AİHM, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanmalar tespit edildiğinde söz konusu yaralanmaların nasıl oluştuğu konusunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakmayacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğunu özellikle iddiaların doktor raporu ile doğrulandığı hallerde Sözleşmenin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağını belirtmişve fiziksel saldırı, darp, gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir. Bu nitelikteki muameleler ve yaralanmalar Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir.

5. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa'nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.

6. Somut olayda başvurucunun gözaltı giriş ve çıkış raporları ile İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinden aldığı 25/6/2013 tarihli rapor göz önüne alındığında gözaltı işlemleri sırasında devletin gözetim, sorumluluk ve denetimine tabi olduğu bir zaman diliminde başvurucunun kolunun kırıldığı anlaşılmaktadır. Yaklaşık beş ay tutuklu kalan başvurucu daha sonra kolundan ameliyat olmak zorunda kalmıştır.

7. Kolluk görevlileri görevlerini yerine getirirken direnişle karşılaşmaları halinde bu direnişi kırmak amacıyla ve direnişi kıracak ölçüde ve fiili bir saldırıyla karşılaştıklarında meşru savunma kapsamında zor kullanmaya yetkilidir. Ancak bu yetki ölçülü ve kademeli kullanılmalıdır.

8. Kolluğun gözaltı işlemleri sırasında yukarıda bahsettiğimiz durumlarda meşru ve orantılı bir güç ve zor kullanma yetkisine sahip olduğu şüphesiz olmakla birlikte başvurucunun kolunda kırık oluşacak şekilde bir kuvvete maruz kalması gözaltı işlemleri sırasında uygulanan zor kullanma yetkisinin ölçüsüz olduğunun ve makul bir güç kullanmanın ötesine geçildiğinin en önemli göstergesidir.

9. Bu kırığın nasıl meydana geldiği hususunda idare başvurucunun kendi eylemleri sonucunda kolunun kırıldığını ifade etmiştir. Bununla beraber başvurucunun aktif bir direnme ya da saldırı gerçekleştirdiğine, tehlike arz ettiğine ya da kaçacağına ilişkin şüphe olduğuna dair herhangi bir somut bir bulgu idare tarafından Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun kolunda meydana gelen kırığa ilişkin makul bir açıklama getirilememiştir.

10. İncelediğimiz başvuruda sağlıklı halde gözaltına alınan ve devletin gözetim, sorumluluk ve denetimine tabi olduğu bir zaman diliminde kolunun kırıldığı sabit olan başvurucunun kolunun nasıl kırıldığı hususunda kamu makamları tarafından ortaya somut bir bulgu konulamaması, yaralanmanın mahiyeti, ızdıraba neden olması ve uzun süreli etkisi hep birlikte değerlendirildiğinde yapılan müdahalenin eziyet olarak nitelendirilebileceği kanaatine ulaşılmıştır.

11. Sonuç olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutu bakımından ihlal edildiği düşüncesiyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

 

Başkanvekili

Engin YILDIRIM

KARŞIOY

Başvurucu, gözaltına alınana kadar sağlık problemi bulunmadığını, gözaltı işlemleri sırasında kötü muameleye maruz kaldığını, hastahaneye götürülürken ters kelepçe uygulandığını, hastahane çıkışı polis aracına bindirilirken polisçe tekmelendiğini, kolunun ağrıdığını söylemesine rağmen kollarının bükülerek parmak izi alındığını, bilahare çekilen röntgenle de kolunda kırık olduğunun anlaşıldığının ortaya çıktığını, ceza infaz kurumunda tedavi olamadığını, cezaevi sonrası ameliyat olmak zorunda kaldığını ve neticede insan haysiyeti ile bağdaşmayan bir muameleye tabi tutulmuş olduğunu ifade etmektedir.

Mahkememiz bu kapsamdaki iddialara, zor kullanmanın gerçekleşip gerçekleşmediği ve kullanımdaki orantılılığın aşılıp aşılmadığının anlaşılması için dosyadaki verilerin yeterli olmadığı, kol kırığının da birden fazla şekilde olabileceği gibi, kırığın haklılığı ve sebebinden soyut olabileceği algısı veren ilginç bir yaklaşımla ve gerekçe ile cevaplamış bu yönüyle de başvurunun ancak Anayasa'nın 17/3 fıkrasının Devletin öngördüğü etkili soruşturma kapsamında sınırlı incelemesi gerektiği yönündeki çoğunluk görüşü oluşmuş ise de bu görüşe, Devletin negatif (bireyi kötü, aşağılayıcı muameleye tabi tutmama) ve pozitif (bu tür muamelelerden koruma) yönündeki yükümlülükleri yerine getirmediğine ilişkin maddi boyutu yönünden de incelenmesi gerekeceği nedenleri ile katılınmamıştır.

Anayasa'nın 17. maddesi ile insan onurunun korunması amaçlanırken, işkence ve eziyete maruz bırakılamayacağı, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesine saygı gösterme zorunluluğu ile bireyi gerek kendi gerek kamusal makamlardan kaynaklı risklere karşı koruma yükümlülüğünü beraberinde getirmektedir. Bu nedenle “zaten kol kırığının birden fazla şekilde meydana gelmiş olabileceği” şeklinde mahkemenin görev alanını ya da korunan hak kapsamı belirlemesinde kullandığı maddi boyutu incelememe gerekçesi, bu konumdaki başvurucuyu kendisinden bile koruma yükümlülüğü şeklindeki Anayasal zorunluluğu görmemek, bu iddiayı incelemesiz cevapsız bırakmaktır.

Başvurucunun, sağlıklı halde gözaltına alındığı, ancak vücudunda meydana gelen ağrı ve yaralanmaların nasıl ve neden oluştuğu yönünde özellikle ilgili iddiaların doktor raporu, röntgen filmleri ile de doğrulandığı hallerde, mağdur iddiaları üzerindeki şüpheleri giderecek kanıt sunma ve makul bir açıklama görevinin Devlete ait olduğu açıktır.

Bireyi tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükü bunların önlenmesine ait her türlü tedbiri alma, aldığını gösterme ve doğal olarak ispat külfetini de beraberinde getirir.

Var olan somut bir gözaltı eylemi ve süreçte gelişen/ortaya çıkan yaralanmaların, süreçte hürriyeti tahdidi, her davranışı Devlet gözetiminde olan bireyden beklenen “kararımızın 40.” paragrafında ki gibi zor kullanmanın gerçekliği, kullanılan gücün orantılılığı değerlendirmesine yarayacak belgenin dosyadaki eksikliğinin ağırlıklı sorumlusunun, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyut sorumlusu Devlet olacağında kuşku yoktur. Hal böyle iken ortada gözaltı, yaralanma, doktor müracaatları, kırık teşhisi gibi fiziki olgular varken değerlendirme verileri eksik demek doğru bir inceleme olmayacaktır.

Polisin zor kullanma yetkisi, cezalandırma aracı değildir. Zorunlu sınırın aşılması kötü muamele yasağının ihlal sonucunu doğuracaktır. Fiziksel güç kullanımı kural olarak Anayasa'nın 17/3 ihlal olarak değerlendirildiği (Cezmi Demir ve diğerleri; § 92,102) düşünüldüğünde, başvurucuya karşı gözaltı sırasında aktif bir direnç, saldırı, kaçma girişimi ya da tehlike arz ettiğine dair veri bulunmayan olayda, başvurucunun kolunda bir kırığa maruz bırakılmış olması zor kullanma yetkisinin kullanılması ötesi bir açıklamaya ihtiyaç bırakmaktadır.

Açıklanan nedenler ile kötü muamele yasağının Devlete getirdiği negatif ve pozitif yüklerin maddi boyutunun değerlendirilmemesi ve sadece usul boyutunun incelenmesi ile yetinilmesi yönündeki karara katınılmamıştır.

Ayrıca; Başvurucuya Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlali nedeniyle 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Öncelikle Anayasa'nın 17. maddesinin sadece usul yönünden ihlali ötesinde maddi boyutu yönüyle de incelenip ihlal değerlendirmesi yapılması gerektiği nedeniyle sadece bu kapsamda tazminat hesaplama ve hükmetmenin eksik olduğu düşüncesindeyim.

Ve önemlisi;

Usul boyutu değerlendirmesi var olan ihlal kararı neticesi öngörülen 15.000 TL tazminat tutarı değerlendirme kriterlerinin asgari eşiğinin altında bir rakamdır.

Mahkememizin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele, usul yükümlülüğü ihlallerinde olayın vahameti/ciddiyetine göre sınıflanabilen ve asgari, ortalama ve azami olarak öngörülebilecek tazminat miktarlarından en düşük olanına yakın bir seviyenin/rakamın tercihi, hakkaniyet ve ölçek değerleri ile uyum içinde değildir. Az vahim, az önemde bir olguya bağlı ihlal değerlendirmesi kanaati oluşturan tazminat miktarı tespit edilen ihlalin ağırlığı ve uygulama esaslarımıza oran itibarı ile uymayan, ortalama değerler altındaki tazminat tutarına eksik öngörü nedeniyle katılınmamıştır.

 

Üye

Serruh KALELİ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

HASAN FIRAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/9496)

Karar Tarihi: 31/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 10/12/2019-30974

GENEL KURUL

KARAR

Başkan                     :   Zühtü ARSLAN

Başkanvekili              Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili              Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler                         Serdar ÖZGÜLDÜR                                 

                                      Burhan ÜSTÜN

                                      Engin YILDIRIM

                                      Hicabi DURSUN

                                      Celal Mümtaz AKINCI

                                      Muammer TOPAL

                                      M. Emin KUZ

                                      Kadir ÖZKAYA

                                     Rıdvan GÜLEÇ

                                      Recai AKYEL

                                      Yusuf Şevki HAKYEMEZ

                                      Yıldız SEFERİNOĞLU                            

                                      Selahaddin MENTEŞ        

Raportör                  :   Hüseyin MECEK

Başvurucu               :   Hasan FIRAT

Vekili                        :   Av. Ercan KANAR

I.     BAŞVURUNUN KONUSU

1.    Başvuru, kolluk görevlilerinin bir gösteriye yaptığı müdahale neticesinde meydana gelen yaralanmanın kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2.    Başvurular 29/5/2015 ve 13/6/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3.    Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4.    Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5.    Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6.    2016/11226 numaralı başvuru dosyasının hukuki irtibat nedeniyle 2015/9496 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/9496 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

7.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8.    Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

9.    İkinci Bölüm tarafından 10/10/2019 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

10.  Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Olayla İlgili Olarak Yapılan Soruşturmalar

11.  1957 doğumlu olan başvurucu, Gezi Parkı olayları sırasında yaralandıktan sonra vefat eden B.E.nin 12/3/2014 tarihinde İstanbul Okmeydanı Feriköy Kabristanı’ndaki cenaze merasimine katılmıştır.

12.  Başvuru formundaki bilgiler ile başvurucunun soruşturmada verdiği dilekçe ve ifadelere göre olayın gelişimi şöyledir:

- Cenaze törenine katılanlar daha sonra Taksim Meydanı’na yürümek istemiştir. Kurtuluş-Dolapdere mevkiinden Taksim Meydanı’na çıkan yollar güvenlik güçlerince kesilmiştir. Saat 17.30 sıralarında polis, verilen emir üzerine basınçlı su, biber gazı ve plastik mermiyle hiçbir ikaz yapmadan müdahalede bulunmuştur.

- Osmanbey Metro Durağında sıkışanlara polisin yaptığı müdahale sonucunda başvurucu yaralanmıştır. Ulusal basında da haber olan bu müdahaleyle ilgili olarak başvurucu birkaç fotoğraf sunmuştur.

- Müdahale sebebiyle başvurucu sırtından, başından ve bacağından yaralanmıştır.

- Yere ne zaman düştüğünü hatırlamayan başvurucuyu iki üniversite öğrencisi hastaneye götürmüştür.

13.  Başvurucu hakkında Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince 12/3/2014 tarihinde saat 20.50’de rapor düzenlenmiştir. Beyoğlu Polis Merkezine hitaben düzenlenen geçici raporda şu bilgiler yer almaktadır:

“Vücudunun çeşitli bölgelerine plastik mermi isabet ettiğini ifade eden hastanın sağ kruris posteriorda [bacak arka kısım] 3x3 cm ortası soluk, etrafı kırmızı ekimoz, interscapular [kürek kemiği arası] bölgede 3x3 cm kırmızı ekimoz, sağ temporal [şakak kemiği] ve sol temporal bölgelerde 2x2 cm kırmızı ekimoz görülmüştür.”

14.  İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğü 3/3/2016 tarihli raporunda zikredilen yaraların basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olduğunu bildirmiştir.

15.  Başvurucu; Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi, İstanbul İl Emniyet Müdürü, olay yerinde gaz bombası ve basınçlı suyla müdahalede kullanılan T34, T60, T52 ve T74 No.lu toplumsal olaylara müdahale araçlarında (TOMA) görevli polisler ile biber gazı ve plastik mermi kullanan polisler hakkında 2/5/2014 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunmuştur.

16.  Başvurucunun şikâyeti 2014/66170 soruşturma numarasına kaydedilmiştir. Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkındaki soruşturma tefrik edilerek Savcılığın 2014/76070 numaralı soruşturma dosyası üzerinden sürdürülmüştür.

17.  Savcılık 23/5/2014 tarihli yazısıyla İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünden şu hususların araştırılmasını istemiştir:

“…

1-Şikayete konu gösteri yürüyüşü için katılımcıların yürüyüş öncesinde yasal bildirimde bulunup bulunmadıklarının tespiti,

2-Müştekinin şikayetine konu ettiği zor kullanma öncesinde gösteri yürüyüşüne katılanların şiddet içerikli hareket ve davranışlar sergileyip sergilemediklerini tespiti, şayet müdahale öncesinde şiddet içerikli hareket ve davranışlar varsa bunları gösteren kamera görüntüsü, tutanak vb. tüm delillerin toplanması,

3-Şikayete konu gösteri yürüyüşünü trafik karışıklığına yol açmak dışında başkalarına zarar verme ya da başkalarının hiç bir güçlükle karşılaşmadan halk içinde dolaşma hakkı gibi hakları ihlal edip etmediğinin tespiti, şayet böyle bir ihlal varsa buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak vb. tüm delillerin toplanması, (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açık bir alanda gerçekleştirilen her türlü gösterinin günlük yaşamın akışını bir ölçüde bozacağını, bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabileceğini ancak bu orandaki düzen bozukluğunun tek başına toplanma özgürlüğü hakkına yönelik müdahaleyi haklı kılmayacağı görüşündedir.)

4-Gösteri yürüyüşü müdahale öncesi şiddet içermiyorsa diğer bir ifade ile barışçıl bir gösteri yürüyüşü ise müdahale öncesi makul bir süre beklenip beklenilmediği, bu süre geçtikten sonra dağılma uyarısı yapılıp yapılmadığının tespiti, buna ilişkin kamera görüntüsü,tutanak gibi tüm delillerin toplanması. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Oya ATAMAN kararında toplantının başlayıp gözaltı ile bittiği yarım saatlik süreyi sabırsızlık olarak nitelendirmektedir.)

5-Olay yeri ve zaman dilimindeki zor kullanmanın kaçınılmaz olup olmadığına ve aşırı (orantılı) olup olmadığına ilişkin tespit yapılması, buna ilişkin kamera görüntüsü, tutanak vb. tüm delillerin tespiti,

6-Olay yeri ve zaman diliminde kayıt yapan toma aracı kamerası, mobese kamerası, banka şubesi kamerası vb. kameraların olaya ilişkin kaydetmiş olduğu görüntüler CD ya da DVD ortamına aktarılarak ve de üzerilerinde inceleme yapılarak gerektiğinde müştekinin de ifadesi alınıp toma aracı numarası vb. bilgiler alınarak ya da teşhis işlemi yaptırılarak olay tarih ve yerinde müştekiye yönelik zor kullanan polis memurlarının tespiti.”

18.  Savcılığın yazısı üzerine olayla ilgili olarak disiplin soruşturması başlatılmıştır. Aşağıda aktarılan bilgiler disiplin soruşturmasında yapılan incelemeler sonucunda elde edilmiştir.

19.  Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) Polis Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı (Teftiş Kurulu) tarafından olayla ilgili tutanaklar, gösteriye müdahale eden rütbeli ve rütbesiz polislerin isimleri, yakalama tutanakları, MOBESE kayıtları, polis ve TOMA’larla kaydedilen görüntüler istenerek başvurucu hakkında toplantı ve gösteri yürüyüşüne muhalefet ya da görevliye direnme suçundan soruşturma yapılıp yapılmadığı ile diğer bazı bilgiler sorulmuştur. Başvurucu hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığı, Haydarpaşa Numune Hastanesinin 12/3/2014 tarihinde saat 20.50’de düzenlediği raporun işlem yapılmak üzere Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderildiği bildirilmiştir.

20.  12/3/2014 tarihinde saat 22.30’da otuz dört polis amir ve memuru tarafından Olay Değerlendirme ve Müdahale Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanağı imzalayanlardan altısının savunma tüfeği (Tip-1, FN 303) kullanıcısı, sekizinin Zed tüfeği (Emniyet Genel Müdürlüğünün verdiği bilgiye göre savunma tüfeği Tip-2, Tippmann olarak da isimlendirilmektedir) kullanıcısı olduğu sicil numaralarının yanında yazılıdır. Başvurucunun yaralandığını söylediği Osmanbey Metro Durağında vuku bulan olaylara ilişkin değerlendirmeler şöyledir:

“Saat 19:30 civarında 150-200 kişilik eylemci grubun Rumeli Caddesine barikat kurması ve yolu trafiğe kapatması nedeniyle Osmanbey Metro civarında bekleme görevini ifa eden 38 110 (1. Grup) grubumuz Rumeli Caddesine intikal ettirilmiş, intikal sonrasında eylemci grup 'Katil Polis, [B.] ölmedi. Her Yer Taksim Her Yer Direniş' şeklinde slogan atarak Çevik Kuvvet unsurunu taşlamaya başlamış, buradaki eylemci gruplara ve çevredeki vatandaşlara dağılmaları yönünde defaten anonslar yapılmış ancak yapılan anonslara rağmen gereken süre tanındığı halde dağılmayan ve uyarıya taş atarak karşılık veren eylemci grubun üzerine TOMA 59 marifetiyle tazyikli su sıkılmış, ancak grubun dağılmayıp taşlamayı sürdürmesi üzerine kademeli bir şekilde savunma tüfeği ve Zed diye tabir edilen göz yaşartıcı mühimmat ile eylemci gruba müdahale edilmiş ve eylemci grubun dağılması sağlanmıştır.”

21.  İki polis memuru tarafından 25/11/2014 tarihinde düzenlenen tutanakta, TOMA’larda görüntü cihazlarının kapasitesinin yetersiz olması, yeni görüntülerin öncekilerin üzerine kaydedilmesi, olayın üzerinden geçen sürenin fazla olmasından dolayı beş TOMA'nın dördünde görüntü kaydı bulunmadığı bildirilmiştir. T14 No.lu TOMA'da bulunan kayıtlar ise Teftiş Kuruluna gönderilmiştir.

22.  Olayla ilgili olarak yirmi polis memuru ve amirinin ifadesi alınmıştır. Polislerin savunmaları şu noktalarda yoğunlaşmıştır:

- Gösteriye katılan kalabalık polise taş, sopa, sapan, molotofkokteyli, havai fişek vb. cisimlerle saldırmış; bazı kişilerse yüzlerini gizlemiştir.

- Polis, grubu saldırıyı sonlandırmaları ve dağılmaları konusunda ses yayın aracından defalarca ikaz etmiştir.

- İkaza aldırmayan göstericilere basınçlı su ve gaz bombası kullanılarak müdahale edilmiştir. Bu yüzden toplantı barışçıl nitelikte değildir.

- Müdahale sırasında kimsenin yaralanmaması için önlemler alınmış fakat o karışıklıkta yere düşenler, birbirinin üzerine basanlar olmuştur. Bu karmaşada bazı kişiler yaralanmış olabilir. Müdahale esnasında insanların izdiham ve panik olmadan dağılmasını sağlamak için Çevik Kuvvet personeli yürüyerek, TOMA’lar da yürüme hızında müdahaleye devam etmiştir.

23.  İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü T14 No.lu TOMA'daki fotoğraf ve video kayıtlarını Teftiş Kuruluna göndermiştir. Bu kayıtlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Başvurucuyla ilgili bir açıklama içermeyen raporda TOMA'nın su sıktığı, polisin gaz bombası attığı, bazı göstericilerin taş ve sopalarla saldırdığı, havai fişek attığı, barikat kurarak ateş yaktığı, göstericilerle polis arasında çatışmalar çıktığı ifade edilmiştir. Bazı görüntü çıktıları rapora eklenmiştir. Başvurucunun bulunduğu metro durağındaki görüntülerde ise polis araçlarından sıkılan su ve atılan gaz bombasının etkisiyle kalabalığın caddeden uzaklaşarak dağıldığı, metro girişinde bekleyen bir gruba TOMA'dan basınçlı su ve gaz bombasıyla müdahale edildiği, bazı göstericilerin ellerindeki sapanla polise taş atarak polisle çatıştığı kayıtlıdır.

B.   Soruşturmalar Neticesinde Verilen Kararlar

24.  Savcılığın yazısı doğrultusunda yapılan disiplin soruşturması 5/7/2015 tarihinde işlemden kaldırılmıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“…

11/03/2014 tarihinde hastanede vefat eden [B.E.] isimli şahsın cenazesinin Feriköy Mezarlığında defnedileceğinden dolayı, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü tarafından 12/3/2014 tarihinde Şişli ve Beyoğlu ilçelerinde çıkması muhtemel toplumsal olaylara karşı emniyet tedbirlerinin alındığı, müştekinin yaralandığını beyan etliği Şişli-Pangaltı’da bulunan Osmanbey Metro istasyonunun bulunduğu mevkide, Taksim istikametine yürümek isteyen gruplar olması halinde kapama noktası oluşturulduğu, cenaze kortejinin 16:00-16:30 saatleri arasında Pangaltı’dan Feriköy Mezarlığına geçtiği, bu sırada kortejden görevli polislere taş ve sopalarla saldırılmasına rağmen polisin müdahale etmediği, kortejin Feriköy Mezarlığına varmasından sonra yaklaşık 30-40 bin kişilik bir grubun mezarlıktaki cenaze törenine katılmayıp Taksim istikametine yürüyüş yapmak istedikleri, kapama noktasında bulunan ses yayın aracıyla yaklaşık 45 dakika kadar sürekli olarak kalabalığa anons yapıldığı, kalabalığın polislere taş, sopa ve havai fişeklerle saldırmasına rağmen önce ses yayın aracıyla uyarılara devam edildiği, saldırıların devam etmesi üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüne bağlı gruplarca önce TOMA aracından su sıkarak başlayan ve gaz fişekleri ile yapılan müdahalede bir kısım grubun Osmanbey Metro istasyonu ve Çağdaş Büfe arasında dağılmadıkları için birbiri üzerine yığıldıkları, Çevik Kuvvet görevlilerinin yürüyerek grubu takip ettikleri, TOMA araçlarının yürüme hızında su sıkarak yine aynı yerde sıkışan kalabalığın yanından Şişli Camii istikametine doğru gittiğinin kamera kayıtlarında açık şekilde görüldüğü, müştekinin ifadesinde beyan ettiği gibi kalabalığın demokratik hak arayan barışçı bir grup olmadığı, Osmanbey Metro İstasyonu yanında başlayan müdahale sırasında ve devamında kalabalığın taş, sapan, havai fişek ve şişelerle polise saldırdığının açıkça görüldüğü, Hasan FIRAT isimli şahsın 12/3/2014 tarihinde Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinden almış olduğu doktor raporunda, 3x3 ve 2x2 cm ebatlarında olmak üzere vücudunda (2) adet kırmızı 'ekimoz' görüldüğü belirtmekle birlikte, kamera kayıtlarında görülen kalabalığın birbiri üstüne yığılmasından dolayı şahsın vücudunda bu hasarın oluşabileceğinin değerlendirildiği, sonuç olarak alınan emniyet tedbirlerinde görev yapan personelin sonuna kadar sağduyulu davrandıkları, kanunların verdiği yetkiyi kullanarak kanunsuz yürüyüş ve eylem yapan gruba müdahale ettikleri ve herhangi bir kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir.

…”

25. Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkında ayrılarak Savcılığın 2014/76070 soruşturma numarasına kaydedilen dosya 14/11/2014 tarihinde işlemden kaldırma ve kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla sonuçlanmıştır. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

“…yukarıda isimleri yazılı İstanbul Valisi, Emniyet Genel Müdürü ve İstanbul İl Emniyet Müdürü'nün eyleme doğrudan katıldığına, olay yerinde bulunduklarına veya müştekinin yaralanması ile sonuçlanan eylem için sözlü veya yazılı talimat verdiklerine dair bir iddia ve delil bulunmamaktadır.

Olayın henüz suç işlenmeden veya adli göreve dönüşmeden gerçekleşmesi karşısında hakkında inceleme yapılan kişiler için 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerinin göz önünde tutulması ve ilgili maddelere göre değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Çünkü 4483 sayılı kanunun 4. maddesinde görüleceği gibi, yetkili ve görevli C.Başsavcılığına herhangi bir şikayet veya ihbar yapıldığında, ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan deliller tespit edildikten sonra, hiçbir işlem yapmadan kamu görevlisinin ifadesi alınmaksızın evrak örneğinin soruşturma izni vermeye yetkili makama gönderilmesi ve soruşturma izni istenmesi; maddenin 3. fırkasında da, 'Memur ve diğer Kamu Görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar ve şikayetlerde kişi ve/veya olayın belirtilmesi' gerekmektedir. Aksi halde 4483 sayılı kanunun 4/4 maddesinde açıkça belirtildiği üzere, dilekçede bulunması gereken ve yasanın düzenleniş amacı itibariyle zorunlu unsurlardan olması gereken hususların bulunmaması durumunda '...ihbar ve şikayetler Cumhuriyet Başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum ihbar veya şikayette bulunan bildirilir.'

Her ne kadar müşteki vekili tarafından sunulan şikayet dilekçesinde olayın maddi delillerini teşkil edebilecek fotoğraflar ile doktor raporu örneği sunulmuş ise de, olayı doğrudan gerçekleştiren kamu görevlileri hakkında, kasıtlı veya taksirli oluşu soruşturma sonucu belirlenmek üzere evrakın bir örneği ayrılarak Memur Suçları Bürosu'na gönderilmiştir. Ancak haklarında inceleme yapılan kişiler hakkında soruşturma izni talebini haklı gösterecek 'uygun illiyet bağı'nın ne şekilde kurulduğu veya kurulabileceği açıklanamamıştır.

Şikayet dilekçenin sonuç bölümünde yapılacak soruşturma sonucuna göre tespit edilecek görevli memurlar ve olayda sorumluluğu bulunan kolluk ve idari görevliler ile siyasi sorumlular hakkında soruşturma açılması, bu kapsamda diğer üst derecedeki kişilerinde siyasi sorumluluğu açısından yorumla veya disiplin hükümleri gibi kıyaslamadan yararlanarak soruşturma açılmasının istendiği, ancak yukarıda da değinildiği gibi, siyasi sorumluluğu bulunmakla birlikte somut olaya ne şekilde iştirak ettiklerinin maddi delillerinin gösterilmediği; Ceza Hukuku bakımından kişiler aleyhine kıyas yasağı bulunduğu gibi, disiplin hukuku açısından soruşturulması gereken her eylemin Ceza Hukuku açısından soruşturulması da her zaman mümkün değildir. Bununla birlikte İstanbul gibi büyük bir şehirde meydana gelen toplumsal olayların mahiyeti ve kapsamı itibariyle, en üst düzeydeki mülki amir ve kolluk amirinin her olayda sorumluluğunun bulunması gibi bir sonuca ulaşmak ve ani meydana gelen her olayda uygun illiyet bağını kurmak mümkün görülmemiştir.

Her ne kadar olay tarihi itibariyle T.C. Hükümeti Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN ve İçişleri Bakanı Efkan ALA hakkında da siyasi sorumluluklarının bulunduğu öne sürülerek şikayet dilekçesi verilmiş ise de;

Şikayet dilekçesinde yazılı ve müştekinin ifadesinde belirttiği fiilin, Ceza Hukuku kapsamında suç teşkil edip etmediğini tartışmadan önce, şikayet edilen kişilerin (şikayet tarihinde T.C. Başbakanı ve daha sonra Cumhurbaşkanı seçilip yemin ederek görevine başlaması sebebiyle Recep Tayyip ERDOĞAN ile İçişleri Bakanı Efkan ALA) hakkında soruşturma yapılıp yapılamayacağının, soruşturma açılması gerekiyorsa soruşturma yapmaya, kimin ve hangi merciin yetkili ve görevli olduğunun belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü T.C. Anayasası 100. Maddesinde ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün 107. Maddesinde görüleceği gibi 'Başbakan veya Bakanlar hakkında Türkiye Millet Meclisinin üye tam sayısının en az onda birinin vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir. Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve gizli oyla karara bağlar.' Doktrinde ve emsal uygulamalarda karşılaşıldığı gibi, Başbakanlığı veya Bakanlığı döneminde işlediği öne sürülen bir eylemden dolayı ilgili kişi hakkında ceza hukuku kapsamındaki soruşturmanın ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından açılabileceği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin gizli oylaması sonunda ve tasvibi halinde soruşturma komisyonunun kurularak, sonucuna göre işlem yapılabileceği bilinmektedir. Dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine tanınan anayasal bir yetkinin bir başka kişi veya kurum tarafından kullanılması hukuken mümkün bulunmamaktadır.

Bu itibarla hakkında şikayet dilekçesi verilen ve olay tarihi itibariyle Başbakan ve Bakanlar Kurulu Üyesi Bakan oluşu itibariyle, hakkında İstanbul C. Başsavcılığı tarafından soruşturma açmak ve soruşturma yapmak hukuken mümkün değildir.

Haklarında inceleme yapılan (Eski Başbakan) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, İçişleri Bakanı Efkan ALA, Emniyet Genel Müdürü Mehmet KILIÇLAR, İstanbul (Eski) Valisi Hüseyin Avni MUTLU ile İstanbul İl Emniyet Müdürü Selami ALTINOK hakkındaki şikayet evrakının İŞLEMDEN KALDIRILMASINA ve KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, kararın bir örneğinin şikayetçi vekiline tebliğine, tebliğden itibaren 15 gün içinde İstanbul Sulh Ceza Hakimliği'ne itiraz etmekte muhtariyetine, CMK'nun 172-173 ve 4483 sayılı kanunun 4/4 maddesi uyarınca karar [verilmiştir.]

26. Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul 3. Sulh Ceza Hâkimliğince 13/4/2015 tarihinde reddedilmiştir. 29/4/2015 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 29/5/2015 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

27.  Savcılığın gösteriye müdahale eden kolluk görevlileri hakkında yaptığı 2014/66170 sayılı soruşturma, 23/3/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Anılan kararın "şüpheli" kısmında ilgili kolluk görevlileri, herhangi bir isim yazılmadan yer almaktadır. Kararda müştekinin (başvurucu) şikâyet dilekçesine ve Teftiş Kurulu Başkanlığının soruşturma raporunun sonuç kısmına aynen yer verildikten sonra yapılan değerlendirmeler şöyledir:

“…

C. Başsavcılığımızca toplanan deliller ışığında toplantının barışçıl olup olmadığı, müdahalenin gerekliliği ve şikayete konu müdahalenin orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Müşteki şikayetinde de belirttiği üzere her toplantı ve gösteri için izin alınması gerekli olmamakla birlikte bu hakkın özellikle geniş katılımlı toplantı ve gösterilerde sınırsız bir şekilde kullanılması da mümkün değildir. Olay tarihinde protesto yürüyüşü müştekinin belirtmiş olduğu zaman dilimi olan saat 17:30 da başlamış değildir. Yaşamını yitiren [B.E.] isimli vatandaşımızın evinden başlayan kortej herhangi bir izin olmamasına karşın saat 13:45 te yola çıkmış,oluşturulan kortej Darülaceze Caddesini takiben E5 Çevre yolu üzerinden ilerlemişsaat 15:00 sıralarında Şişli İlçesi Camii önünde intikal etmiş ve burada bekleyen toplulukla birleşmiştir. Topluluğun büyük bir kısmı defin işlemi için Polisin belirlediği güzergah üzerinden Feriköy Mezarlığına yönelirken bir kısım gösterici hiç bir izin olmadığı halde Taksim Meydanına gitmek istemiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Disk ve Kesk v. Türkiye (38676/08) kararında belirtildiği üzere Taksim Meydanı İstanbul şehrinin kalbinde yer almaktadır. Bu bölgede yapılacak geniş katılımlı toplantı ve gösteriler büyük ölçekli bir gösterinin kamu düzenini aksatacağı açıktır. Bu kapsamda Polisin tüm uyarılarına rağmen ve makul süre beklemesine karşın gösterici grubun Taksim istikametine ilerlemek istemesi, sonrasında topluluk içerisinden bir kısım kişilerin Polis memurlarına yönelik taş, sopa vb. cisimlerle saldırılması dikkate alındığında müştekinin de katıldığı gösterinin müdahale anı itibariyle barışçıl bir gösteri olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunun 24. maddesi Toplantı veya Gösteri Yürüyüşlerinin Kanuna aykırı olarak başlaması hallerinde; güvenlik kuvvetleri mensuplarına topluluğa dağılmaları, aksi halde zor kullanılarak dağıtılacakları ihtarında bulunma ve topluluk dağılmazsa zor kullanma yetkisi vermektedir. Bunun yanında 2559 S.Y. m. 16 uyarınca görevlerini yaparken direnişle karşılaşmaları halinde Polisin bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkisi bulunmaktadır.

Yapılan soruşturma sonunda;

1-Polisin olay tarihinde saat 13:45'te [B.E.nin] evinden başlayan Darülaceze Caddesini takiben E5 Çevre yolu üzerinden ilerleyen Abide-i Hürriyet Caddesi üzerindenŞişli İlçesi Camii önünde intikal ve sonrasında Polis ile yapılan görüşme sonrasında belirlenen istikamette Feriköy Mezarlığına ilerleyen yoğun katılımlı izinsiz yürüyüşe herhangi bir müdahalede bulunmamış olması,

2-Müştekinin de katıldığı gösterinin müdahale anı itibariyle yukarıda açıklanan nedenlerle yasal olmaması, Polis memurlarına yönelik saldırı gerçekleştirilmiş olması,

3-Şüphelilerin ifa ettikleri görev müdahale ettikleri olayın niteliğine göre zor kullanma yetkilerinin bulunması,

4-Müştekilerden raporlarındaki bulguların niteliği,

Dikkate alındığında müştekinin soyut iddiası dışında görevli polis memurlarınınzor kullanırken orantılı davranmadıklarına, zor kullanma yetkisinde sınırı aşarak sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle müştekiyi kasten yaraladıklarına ilişkin kamu davası açmak için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediği...[anlaşıldığından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.]

28.Bu karara başvurucunun yaptığı itiraz, İstanbul 9. Sulh Ceza Hâkimliğince 11/5/2016 tarihinde reddedilmiştir. 17/5/2016 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 13/6/2016 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır.

IV.  İLGİLİ HUKUK

A.   Ulusal Hukuk

29.  26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi ile 86. ve 265. maddelerinin ilgili kısımları şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması

Madde 256- (1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

Kasten yaralama

Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Görevi yaptırmamak için direnme

Madde 265- (1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

…”

30.  4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 16. maddesi şöyledir:

“Zor ve silah kullanma

Madde 16 - Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

31.  EGM’nin "Çevik Kuvvet Personeli" konulu, 26/6/2013 tarihli ve 55 sayılı Genelgesi'nin ilgili kısımları şöyledir:

“…

- Orantısız güç ve aşırı gaz kullanımı iddialarını önlemek için, müdahale ve gözaltı işlemlerinin kamera ile kayıt altına alınması ilgili birimlerce sağlanacaktır.

…”

32.  EGM’nin Toplumsal Olaylarda Hareket Tarzları konulu, 22/7/2013 tarihli ve 64 sayılı Genelgesi’nin ilgili kısmı şöyledir:

“…müdahalenin kamera ile kayıt altına alınmasının sağlanması...”

B. Uluslararası Hukuk

33.  İlgili uluslararası hukuk için bkz. Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 26-38.

V.    İNCELEME VE GEREKÇE

34.  Mahkemenin 31/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A.   Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiği İddiası

1.    Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

35.  Başvurucu; Gezi Parkı olaylarında yaralanıp vefat eden B.E.nin cenaze merasimine katıldıktan sonra Taksim Meydanı’na yöneldikleri sırada polisin biber gazı, plastik mermi, basınçlı suyla yaptığı müdahaleden dolayı yaralandığını, barışçıl olarak yapılan toplantıya polisin gereksiz ve ölçüsüz müdahalede bulunduğunu, ölüm gerçekleşmese de ölümle sonuçlanma ihtimali barındıran olayda biber gazı ve plastik mermi kullanımının yaşamını tehlikeye soktuğunu, olayla ilgili olarak yapılan soruşturmanın asgari kurallara riayet edilmeden yürütüldüğünü, delillerin toplanmadığını, taraflı soruşturma yürütüldüğünü, verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararlarının gerekçeden yoksun olduğunu belirterek yaşam hakkı, kötü muamele yasağı, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme, adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

36.  Bakanlık görüşünde, polis memurları hakkında yapılan soruşturma hususunda Anayasa Mahkemesinin Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018) başvurusuna gönderme yapılarak başvurucunun müdahale sırasında oluşan kargaşa ve panik ortamından etkilendiği ifade edilmiştir. Sorumluluğu öne sürülen bürokrat ve bakanlarla ilgili olarak da Anayasa Mahkemesinin Elif Güneş Yıldırım (B. No: 2014/12391, 5/4/2017) kararına atfen kolluğa verilen emirlerle meydana gelen yaralanma arasında ceza hukuku bağlamında bir illiyet bağının bulunduğunun savunulabilir düzeyde gösterilmediği belirtilmiştir.

37.  Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formundaki bilgileri tekrarlamıştır.

2.    Değerlendirme

38.  Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili kısımları ile 5. maddesi şöyledir:

“Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…"

"Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

a.    Uygulanabilirlik Yönünden

39.  Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

40.  Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

41.  Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru, mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği ve eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki etkisi önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

42.  Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

43.  Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansımaları olması beklenebilir. Kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkına Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunu göstermektedir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 51).

44.  Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

45.  Başvurucunun yaralandığını öne sürdüğü yer, herkesin gelip geçtiği metro durağının girişine yakın bir sokaktır. Burada maruz kalınan bir muamelenin, üçüncü kişilerin bulunmadığı yerde gerçekleştirilenlere oranla başvurucunun onur ve haysiyetinde meydana getirebileceği zedelenmenin yoğunluk ve derinliğinde belirli derecede farklılığın oluşabileceği muhakkaktır.

46.  Maruz kaldığı muamelenin fiziksel etkisinin mahiyetine gelince; başvurucu baş bölgesi de dâhil olmak üzere vücudunun dört yerinden basit tıbbi müdahaleyle giderilecek biçimde yaralanmıştır. Anayasa Mahkemesi, basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralanmanın meydana getirildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal ŞorliZeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Özge ÖzgürenginErdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) başvurularında kötü muamele yasağının asgari eşiğinin geçildiğini değerlendirmiştir.

47.  Başvuru konusu olayda da yukarıda anılan kararlardaki tespitlerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Ancak başvurucunun hayati tehlike geçirmediği, baş bölgesi de dâhil olmak üzere vücudunun dört yerinden yaralandığı ve bunların basit tıbbi müdahaleyle giderildiği dikkate alındığında yaşam hakkı kapsamında inceleme yapılmasını gerektiren bir durum görülmemiştir.

48.  Adil yargılanma ve etkili başvuru hakkına ilişkin şikâyetler, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından bu iddialar yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır.

b.  Kabul Edilebilirlik Yönünden

i.     Bakanlar Kurulu Üyeleri ve Üst Düzey Bürokratlar Bakımından

49.  Başvurucu olayla ilgili yaptığı suç ihbarında Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkında soruşturma yapılmasını talep etmiştir.

50.  Savcılık; Emniyet Genel Müdürü, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü'nün eyleme doğrudan katıldığına, olay yerinde bulunduğuna veya başvurucunun yaralanmasıyla sonuçlanan eylem için talimat verdiğine dair delil bulunmadığı değerlendirmesinde bulunmuştur.

51.  Başbakan ve İçişleri Bakanı'nın görevleriyle ilgili suçlarda ceza hukuku anlamında soruşturmanın Anayasa'nın 100. ve TBMM İçtüzüğü'nün 107. maddelerine göre ancak meclis soruşturması usulüyle başlatılabileceği gerekçesiyle işlemden kaldırma ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

52.  Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak Anayasa’nın 17. maddesini ihlal edecek biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi için öncelikle kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

53.  Başvurucunun bu başlıktaki iddialarının doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlilerine yönelik değil olayın siyasi sorumlusu olduğunu ifade ettiği Bakanlar Kurulu üyeleri ile kolluk kuvvetlerine müdahale talimatı veren kolluk amirlerine yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

54.  Kolluğun müdahalesinden dolayı cezalandırılması talep edilen kolluk amirleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin etkili bir soruşturma yükümlülüğünden bahsedilebilmesi için öncelikle savunulabilir bir iddianın ortaya konulması gerekmektedir. Savunulabilir bir iddianın esasını, hakkında soruşturma yapılacak kişilerin mağdurun yaralanmasından ceza hukuku anlamında sorumlu olabilme ihtimalinin ortaya konulması oluşturmaktadır. Aksi takdirde devletin ceza hukuku kapsamında sorumlu olmayan kişiler hakkında da makul kabul edilemeyecek bir şekilde soruşturma yükümlülüğü altına sokulması söz konusu olacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, § 36; Bülent Barmaksız, B. No: 2014/9771, 21/9/2016, § 28; Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 25; Onur Cingil (2), B. No: 2014/2976, 9/5/2018, § 60; Gamze Elvan ve diğerleri, B. No: 2015/5718, 9/5/2019, § 60; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, § 33).

55.  Başvurucu, cenaze törenine katıldıktan sonra Taksim'de yapılmak istenen yürüyüşe engel olunması için kolluk amirlerinin verdiği somut bir talimattan söz etmemiş; genel olarak polisin müdahalesi sonucunda vücudunun dört yerinden basit tıbbi müdahaleyle giderilecek biçimde yaralandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, kolluk görevlilerinin ölçüsüz müdahalede bulunduğu iddiası ile kolluk amirlerinin talimatları arasında ceza hukuku bağlamında illiyet bağını gösteren savunulabilir bir bilgi veya belge de ortaya koymamış; verilen emirlerin kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğunu gösteren herhangi bir somut kanıt da gösterilmemiştir.

56.  Bu açıklamalar ışığında başvurucunun kötü muamele iddiaları yönünden kolluk amirleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında soruşturma yapılmasını gerekli kılan nitelikte, kolluğun orantısız müdahalesiyle verilen talimatlar arasında illiyet bağını gösterir hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddialarının soyut ve temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

57.  Öte yandan Bakanlar Kurulu üyelerinin aldığı kararlar sonucunda cezai sorumluluklarından bahsedilebilmesi ancak Anayasa'nın mülga 100. ve TBMM İçtüzüğü'nün 107. maddesindeki koşullar gerçekleştiğinde mümkündür. Somut olay açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen ve Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilebilecek olaylar açısından Bakanlar Kurulu üyelerinin her türlü kararından ötürü soruşturulması gerektiği şeklinde bir pozitif yükümlülüğün olduğu söylenemez. Zira ceza hukuku bağlamında kötü muamele yasağına aykırı fiillerin cezalandırılması için illiyet bağının ortaya konulması gerekmektedir. Aksi hâlde ortaya çıkan durum Başbakan ve bakanların uyguladıkları genel siyasetin ve bakanlıkların görevleri ile ilgili şikâyetlerin Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından incelenmesi sonucuna yola açar ki TBMM'ye ait olan bu yetkinin Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından kullanılması mümkün değildir (Onur Cingil (2), § 61).

58.  Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii.  Kolluk Görevlileri Bakımından

59.  Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c.    Esas Yönünden

i.     Genel İlkeler

60.  Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

61.  Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 111).

62.  Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma veya cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle veya belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

63.  Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirti olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

64.  Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

ii.    İlkelerin Olaya Uygulanması

65.  Gezi Parkı olaylarında B.E. isimli bir çocuk yaralandıktan uzun bir süre sonra 11/3/2014 tarihinde hayatını kaybetmiştir. 12/3/2014 tarihinde yapılan cenaze merasimine başvurucu da katılmıştır. Teftiş Kurulu raporunda açıklandığı üzere B.E.nin cenazesine on binlerle ifade edilen sayıda bir katılım gerçekleşmiştir. Olaydan önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü, çıkması muhtemel toplumsal olaylara karşı güvenlik önlemleri almıştır. Raporda otuz kırk bin civarında kişinin cenaze merasimine katılmak yerine Taksim Meydanı’na yöneldiği ifade edilmiştir.

66.  İstanbul’un farklı yerlerinde kanuna aykırı olarak yapılan gösterilere polis müdahale etmiştir. Başvurucunun da içinde yer aldığı, Osmanbey Metro Durağında meydana gelen hadiselerle ilgili olarak düzenlenen tutanağa Olay ve Olgular kısmında yer verilmiştir (§ 20). Anılan tutanakta saat 19.30’da yaklaşık 150-200 kişinin barikat kurup yolu trafiğe kapattığı, dağılmaları konusunda yapılan ikazlara aldırmayan ve polise taş atarak saldıran kalabalığa TOMA 59 marifetiyle basınçlı su sıkıldığı, taşlamanın sürdürülmesi yüzünden kademeli biçimde savunma tüfekleriyle gruba müdahale edildiği kayıtlıdır. Dosyada bulunan DVD’ler üzerinde yaptırılan inceleme neticesinde göstericilerden bazılarının polise taş ve sapanla saldırdığı teyit edilmiştir.

67.  Soruşturmanın etkililiği ele alınırken öncelikle soruşturmaya başlandığı anda başvurucunun iddialarının savunulabilir (makul şüphe uyandıran) düzeyde olup olmadığı ve soruşturmanın seyrinin buna uygun bir şekilde yönlendirilip yönlendirilmediği tespit edilmelidir.

68.  Başvurucunun adli muayene raporunda belirtildiği üzere basit tıbbi müdahaleyle giderilecek şekilde yaralandığı konusunda bir belirsizlik bulunmamaktadır. Kötü muamele vakalarında fiziki bulgular bakımından doktor raporlarının anahtar role sahip olduğunun altı çizilmelidir. Başvurucunun iddialarının karine hâline dönüşmesine yol açacak nitelikte olan adli muayene raporundaki bulgular, bunların savunulabilir düzeyde olduğunu sergilemektedir. Nitekim bu durum Savcılıkça da kabul edilerek başvurucunun ihbarı üzerine soruşturmaya başlanmıştır.

69.  Ne var ki başvurucunun yaralandığını tespit eden Beyoğlu Polis Merkez Amirliğine hitaben 12/3/2014 tarihinde düzenlenen doktor raporunun mevcudiyetine karşın soruşturma, olayın üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçtikten sonra başvurucunun suç ihbarı üzerine başlatılabilmiştir. Başvurucunun şikâyet dilekçesi vermeden önce gösteri yürüyüşü sırasında yaralandığından haberdar olan kamu makamlarının hareketsiz kalması, resen ve derhâl soruşturma açılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 101; Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 63; benzer yöndeki karar için bkz. Evin Barış, B. No: 2016/172, 28/5/2019, § 38).

70.  Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

71.  Başvuru konusu olaydaki gibi, olayın nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası kişilerin kısa süre içinde sorgulanması fiziksel şiddet olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması açısından büyük bir önem arz etmektedir Geçen zamanla birlikte delillerin kaçınılmaz bir şekilde kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, B. No: 2013/6574, 16/12/2015, §§ 61, 62).

72.  Kolluğun gösteri yürüyüşüne müdahalesi sonucunda yaralanmanın ileri sürüldüğü somut olayda kötü muamelenin kamu gücünün kullanımından ötürü mü yoksa başka bir nedenle mi gerçekleştiği sorusunun yanıtının aranması hususunda yeterli çaba gösterilmemiştir. Bu sorunun muhtemel cevabına göre soruşturmanın seyrinin yönlendirilmesi bakımından önem taşıyan, olay tutanağında sicil numaraları yazılı, savunma tüfeği kullanan polis memurlarının ifadelerinin alınması için bir adım atılmadığı görülmüştür. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında şüphelilerin İlgili Kolluk Görevlileri biçiminde, anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Tuna Ayçiçek, § 87; Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

73.  Somut başvuruda TOMA'lardaki cihazların kapasite yetersizliği ve önceki kayıtların üzerinden geçen sürenin uzunluğu nedeniyle kayıt elde edilemediği bildirilmiştir. Üzerinde inceleme yaptırılan beş CD’de ise başvurucunun yaralandığı anı gösteren bir görüntü bulunmamaktadır. Kolluğun düzenlediği tutanaklar ve bazı görüntü kayıtlarına göre gösterinin barışçıl niteliğinin bozulduğu, polis ve göstericiler arasında istenmeyen olayların meydana geldiği anlaşılmaktadır.

74.  Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerektiği Genel İlkeler kısmında açıklanmıştır. Kamu makamlarının bu yükümlülüğü yerine getirmek için kamu kurumları ile özel kişilere ait ev ve işyerlerindeki olay yerini gören kamera, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'larda bulunan video görüntülerinin temin edilip saklanmasına yönelik gerekli tedbirleri alması gerekir. Bundan imtina edilmesi, devletin toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin kaynağını ve nedenini açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır. Nitekim İlgili Hukuk kısmında yer verilen EGM’nin 55 ve 64 sayılı genelgelerinde de orantısız güç ve aşırı gaz kullanımı iddialarını önlemek için müdahale ve gözaltı işlemlerinin kayıt altına alınacağı düzenlenmiştir.

75.  Toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında yaralandığı hususunda tereddüt bulunmayan olayda, başvurucunun kolluk ya da üçüncü kişilerin müdahalesi sonucunda mı yaralandığı aydınlatılmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

76.  Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsızlığının ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın çatısının -doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen- olayın potansiyel şüphelileri tarafından tanzim edilen olay tutanakları ve Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesindeki Teftiş Kurulu Başkanlığının hazırladığı rapora dayandırılması, soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığına gölge düşürmüştür (aynı yöndeki değerlendirme için birçok karar arasından bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66; Albına Kıyamova (Alıbaeva), B. No: 2013/3187, 14/4/2016, § 74).

77.  Son olarak soruşturmada toplanan delillerin analizi incelenecektir.

78.  Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, başvurucunun içinde bulunduğu grubun da şiddet hareketlerine karıştığı varsayımından yola çıkıldığı izlenimi edinilmektedir. Üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntü kayıtlarına dayanılarak varılan bu sonuç, olayın gerçekleştiği zaman diliminin bütününü kapsayan bir mekânda vuku bulduğu şeklinde bir varsayıma dayalıdır. Bu varsayıma dayanılarak varılan sonucun sağlam temellere dayandığının kabul edilmesi güçtür (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 69).

79.  Soruşturma mercii tarafından olayın sebebini aydınlatmak için atılması gerekli adımların eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, kötü muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

80.  Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

81.  Soruşturmadaki anılan eksiklikler, kötü muamele yasağının maddi boyutunun tetkik edilmesine mâni olduğundan bu konuda inceleme yapılmamıştır (benzer değerlendirme için bkz. Mehmet Güneş, B. No: 2015/16417, 11/12/2018, § 60).

B.   Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

82.  Başvurucu, Taksim Meydanı'na yürümek isteyen grubun güç kullanılarak engellenmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83.  Somut olayda, başvurucunun katıldığı gösteri yürüyüşünün asıl amacının B.E.nin cenazesine katılmak ve öncesinde onun ölümüne neden olunmasını protesto etmek olduğu açıktır. Göstericilerin, cenaze törenine katılabildikleri ve tören öncesinde de yürüyüş düzenleyerek kamuoyunun dikkatini çekebildikleri anlaşılmaktadır. Kolluk görevlilerinin müdahalesinin, göstericilerin Taksim Meydanı'na yönelmesinden sonra gerçekleştiği görülmektedir. Kolluk görevlilerinin göstericileri güç kullanarak dağıtmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına müdahale teşkil ettiği hususunda tereddüt bulunmasa da somut başvurudaki temel meselenin kolluk görevlilerinin gösteriyi dağıtırken uyguladığı gücün kötü muamele yasağını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi olduğu değerlendirilmektedir.

84.  Bu durumda, kötü muamele yasağına ilişkin olarak yukarıda ihlal sonucuna ulaşılmış olması karşısında toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

C.   6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

85.  30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

86.  Başvurucu, kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle 10.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri hakkında yeniden soruşturma yapılmasını talep etmiştir.

87.  Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

88.  Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

89.  Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen kötü muamele yasağının usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin soruşturma makamlarının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

90.  Şüphelilerin tespiti için olayın üzerinden geçen zaman da dikkate alındığında bu aşamadan sonra delillerin toplanması ve faillerin tespitindeki güçlük nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasında fayda görülmemiştir.

91.  Kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında talebi de dikkate alınarak başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92.  Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

93.  Dosyadaki belgelerden tespit edilen 466,40 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.941,40 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.   1. Bakanlar Kurulu üyeleri ve üst düzey bürokratlar bakımından kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kolluk görevlileri bakımından kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.   Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C.   Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D.   466,40 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.941,40 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E.    Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F.    Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DURAN EREN ŞAHİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/11928)

 

Karar Tarihi: 20/11/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Duran Eren ŞAHİN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto eylemine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında; orantısız güç kullanımı sonucu meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 24/6/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu 11/12/1990 doğumlu olup olay tarihinde Ankara'da üniversite öğrencisidir.

10. 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan bir kapsül ile baş bölgesinden yaralanmış ve aynı tarihte Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda " ...sağ temporal lob medial [sağ kulak üstü alanın ortası] kesimde 16x12 mm boyutlarında düzgün sınırlı kistik[içeriği sıvı formda olan kesecik] lezyon..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanma tespiti yapılmamıştır.

11. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Çevik Kuvvet biriminden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde kolluk görevlilerine veya başka bir kimseye karşı herhangi bir suç işlemediği, barışçıl bir tutum içinde hareket ettiği hâlde bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca kolluk görevlileri tarafından kullanılan yoğun göz yaşartıcı gaza maruz kalmasından da yakınmaktadır. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da talep etmiştir.

12. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediği, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluğa ait kamera kaydı temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydı araştırması yapılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli/idari bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ve gönderilmesi istenmiştir.

13. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta, önceden haber vermeksizin 2/6/2013 tarihinde gerçekleştirilen protesto eyleminde sayıları gittikçe artan bir gösterici grubun Kızılay Meydanı'na çıkan ana yolları araç ve yaya trafiğine kapattığı, göstericilerden bazılarının yüzlerini bezle kapattığı ve yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmadığı belirtilmiştir. Göstericilerden bazılarının kolluk görevlileri ile kolluk araçlarına, çevrede bulunan kamu ve şahıs mallarına taş, sopa, soda şişesi vb. gibi cisimlerle saldırıda bulunup zarar verdikleri, bazı kolluk görevlilerinin bu saldırılarda yaralandığı da verilen bilgiler arasındadır. Cevap yazısında kamu düzeninin tesisi amacıyla bu göstericilere karşı orantılı şekilde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, birçok göstericinin yakalanarak hakkında adli işlem yapıldığı, ancak başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı olaya ilişkin olarak kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera kayıtlarını temin ederek veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bir bilirkişi marifeti ile kayıtlar üzerinde inceleme yaptırmıştır. Bilirkişi raporunda, kolluk tarafından kayda alınan ve biri fotoğraf, yedisi görüntü kaydı içeren toplam sekiz DVD üzerinde inceleme yapıldığı görülmektedir. Raporda, DVD'lerin tamamının kolluk tarafından 2/6/2013 tarihinde Kızılay Meydanı ve çevresinde kayda alınan görüntü ve fotoğraflardan oluştuğu, görüntülerin muhtelif sürelerde ve sürekli olmadığı, başvurucunun iddiasına konu olayı doğrulayan bir görüntü ya da fotoğrafa dair tespitin yapılamadığı belirtilmiştir. Ayrıca her DVD içeriğine ilişkin görüntülerden çeşitli kesitler barındıran fotoğraflara da raporda yer verilmiştir. Bu fotoğraflarda yüzleri maskeli ve taş atan bazı göstericilerin olduğu, yollara çeşitli barikatların kurulduğu, ateş yakıldığı, kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gaz kullanarak göstericilere müdahale ettiği görülmektedir.

15. Olay yerini gösterebilecek trafik kamera kaydına (MOBESE) ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta; söz konusu kaydın otuz gün süre ile saklandığı, bu nedenle olay tarihine ilişkin görüntüye ulaşılamadığı bilgisine yer verilmiştir. Bir özel işletmenin güvenlik kamera sisteminin ise yirmi iki günlük kayıt tuttuğu, bu sebeple olay tarihine ilişkin görüntülere ulaşılamadığı aynı kolluk birimi tarafından düzenlenen 19/8/2013 tarihli başka bir tutanakta ifade edilmiştir. Kent Güvenliği Yönetim Sistemi (KGYS) kapsamında yapılan araştırmada ise sisteme ait ilgili kameraya 2/6/2013 tarihinde göstericiler tarafından zarar verildiğinden istenen görüntülere erişilemediği belirtilmiştir.

16. Başvurucunun yaralandığı olayda gaz mühimmatı kullanan personelin tespit edilemediği kolluk tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun nedeni ise olay tarihinde -daha hassas korunması gerektiği ifade edilen Başbakanlık binasının da bulunduğu- Kızılay Meydanı'nda yoğun protesto eylemlerinin düzenlenmesi ve bu gösterilerde il dışından takviye kolluk personelinin görevlendirilmesi olarak gösterilmiştir. Bu nedenle gaz mühimmatı kullanmakla görevli personelin muhtelif zaman ve yerlerde, değişen şekillerde görev aldığı, dolayısıyla başvurucunun şikâyetine konu yer ve zaman diliminde tam olarak hangi personelin görev yaptığının tespit edilemediği belirtilmiştir. Bu kapsamda olay tarihinde ve yerinde görev alan tüm kolluk görevlilerinin listesi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bu bilgi sonrası Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli kimlik tespitine yönelik başkaca bir girişimde bulunulduğu yönünde bir bilgi ya da belgeye dosya kapsamından erişilememiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar Hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş ve bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Darp nedeniyle geldiği;sağ saçlı deri içinde sağ tempora pariatelde [kulak üstü kafatası çeperi] 2 cm'lik deriden hafif kabarıklık gösteren, deriden koyu renkli nedbe tespit edildiğine, raporunda; sağ pariatelde 2 cm'lik kesi sütüre [dikiş] edildiği, sistem muayenelerinin doğal olduğu, BT'sinde [Bilgisayarlı Tomografi] acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, beyin cerrahi konsültasyon raporunda; acil beyin cerrahi patoloji düşünülmediği kayıtlı olup, ek patoloji bildirilmediğine göre;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

18. Cumhuriyet Başsavcılığınca 26/3/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde protesto amacıyla Kızılay Meydanı'nda bulunduğunu, ortamın çok kalabalık ve kargaşa içinde olduğunu, bir üst geçidin camlarının birden kırıldığını, burada üniformalı ve kasklı iki polisin belirdiğini, polislerden birinin kalabalık içindeki göstericileri hedef olarak gösterdiğini, diğerinin ise gaz tüfeği ile bu kişilere doğru atış yaptığını iddia etmiştir. Kendisinin de bu şekilde hedef alınmak suretiyle atılan bir gaz mühimmatı ile başından yaralandığını ileri süren başvurucu, yaralanmasına neden olan kolluk görevlilerinden ve tüm sorumlulardan şikâyetçi olmuştur.

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca 29/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararda şüpheli olarak sadece "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" ibaresine yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 8/6/2015 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Eren Şahin'in [Başvurucu] kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün Ekim 2013 tarih ve 58604142-6738.62399- 12508/2013 sayılı cevabi yazısında '2.6.2013 Pazar günü çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde “İstanbul Taksim Gezi Parkı AVM Projesini Protesto Etmek' amacıyla Kızılay Bölgesi, Kolej, Tunalı Hilmi Caddesi ve İlimizin muhtelif yerlerinde toplanan eylemci gruplar ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmak suretiyle, içlerinden bazı şahıslar da tanınmamak için de yüzlerini bez parçaları ile gizledikten ve kendilerine sıkılan tazyikli su ile gazdan etkilenmemek için yüzlerini deniz gözlüğü ile inşaatlarda kullanılan baretler ile kapattıktan sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensuplan ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. bununla birilkte Eren Şahin isimli şahıs hakkında olay tarihinde şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır.' şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca Müşteki Eren Şahin'in iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 2.6.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Potesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 2.6.2013 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına kovuşturma yer olmadığına... [karar verildi.]"

20. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, karar gerekçesinin usul ve yasaya uygun olduğunu belirten Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 11/5/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Ret kararı 26/5/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 24/6/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir.

28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin [Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115] ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 20/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

30. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak, geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

31. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde barışçıl bir tutum içinde olmasına rağmen kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi ile hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesiyle etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmektedir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği Anayasa'nın 17. maddesini ve Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal etmiştir.

32. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yazılan müzekkereler ile alınan bilirkişi raporunun olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını bozduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kolluk amirleri ve Vali hakkında herhangi bir işlem yapılmamasından da yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiaları kapsamında Anayasa'nın 40. maddesi ile Sözleşme'nin 13. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

33. Başvurucu, kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını ve bu uygulamanın sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında başvuru formu ekinde 1/6/2013 tarihindeki başka bir protesto eylemine ait olduğunu belirttiği iki adet CD sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunduğu belirtilmiştir. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği ve olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki şikâyetleri ise anılan yasağın usul boyutu içerisinde inceleneceğinden bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden sâdır olduğu için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

43. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

44. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla Anayasa tarafından getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

45. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

46. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

47. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

48. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

49. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında herhangi bir şiddet eylemine karışmadığı ve barışçıl bir tutum içinde olduğu hâlde kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü Hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da temin edilmiş durumdadır. Şu hâlde başvurucunun iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başkaca bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.

51. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde somut olayın kötü muamele yasağının kapsamı alanında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğini aşmadığı da söylenemez.

52. Kolluk görevlilerinin protesto gösterileri gibi toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun da katıldığı protesto eyleminde bazı göstericilerin barışçıl tutum içinde olmadıkları, kolluk görevlilerine şiddet içeren saldırıda bulundukları, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verdikleri kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 13). Ayrıca olaya ilişkin görüntüleri inceleyen bilirkişi tarafından da benzer yönde tespitlerin yapıldığı görülmektedir (bkz. § 14). Ancak başvurucunun kendisine karşı güç kullanılmasını gerekli kılan bir tutum içerisinde olduğuna dair kolluk görevlilerince bir gerekçe ileri sürülmediği gibi bilirkişi incelemesinde de başvurucuya karşı güç kullanılmasını meşrulaştıracak bir tespit yapılmamıştır. Dahası Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa başvurucu hakkında -gösteri sırasında işlediği bir suç nedeniyle- adli işlem yapılıp yapılmadığı sorulmuş, kolluk tarafından yapılmadığı bildirilmiştir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında ise başvurucuya karşı kolluğun güç kullandığı hususu kabul edilmekle birlikte bu gücün orantılı olduğunun belirtilmesiyle yetinilmiş, başvurucunun yaralanmasının başkaca bir olaydan kaynaklandığı yönünde bir değerlendirme de yapılmamıştır. Şu hâlde başvurucuya karşı kolluk görevlileri tarafından güç kullanıldığı ve bu güç kullanımının nedeninin bizatihi başvurucunun eyleminden kaynaklandığının ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır.

53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde polisin müdahalesi esnasında ortaya çıkan panik ve karmaşada gösteriye katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen kişilerin de müdahaleden etkilenmesi mümkündür. Bu durumda polisten kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu karmaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin polis tarafından mutlak olarak uygulanmasının zorluğunu da kabul etmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94). Öncelikle belirtilmelidir ki göz yaşartıcı gaz fişeğinin bir atım aleti (silahı) vasıtasıyla ateşlenmesi, bu silahın uygun olmayan bir tarzda kullanılması durumunda ciddi yaralanmalara hatta ölümlere sebebiyet verme potansiyelini taşımaktadır (Özlem Kır, § 63). Başvurucunun -başına isabet eden göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile yaralanmış olduğu yönündeki savunulabilir iddiası karşısında- toplantı hakkını kullanırken barışçıl olmadığının kamu makamlarınca açıkça ortaya konulamadığı görülmektedir. Bu durumda başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemez.Güç kullanımının gerekli olmadığı sonucuna varıldığından somut olay özelinde ayrıca orantılılık hususunda bir inceleme yapma gereği duyulmamıştır.

54. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunu tam olarak tespit edememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 16). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve buna bağlı olarak sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda güç kullanılmasının temininin zorlaştığı söylenebilecektir.

55. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmadan kullanılan gücünözellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenememektedir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu da iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olması hususları birlikte dikkate alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

57. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

58. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

59. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

60. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötümuamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

61. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvurucunun 2/6/2013 tarihinde katılmış olduğu toplantıda yaralanması üzerine Hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 10). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu ve bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim soruşturmanın başlamasındaki anılan gecikme olay anına ilişkin MOBESE görüntüleri ile özel bir işletmeye ait görüntülerin elde edilememesine neden olmuştur (bkz. § 15). Dolayısıyla derhâl resmî soruşturma başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

63. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de derhâl resmî soruşturma başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve Yardımcısı ile Vali'nin sadece ismen zikredildiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olunduğunun belirtilmediği görülmektedir (bkz. § 11). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır.

64. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 14). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim yaratıldığı söylenemez.

65. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun yaralanmasına neden olan ilgili kolluk görevlisi ya da görevlilerinin tespiti yönünde yaptığı tek girişimin kolluğa yazdığı müzekkere ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Kolluğun bu konuda net bir yanıt vermemesi ve birçok kolluk görevlisinin kimlik bilgilerini içeren uzun bir listeyi Cumhuriyet Başsavcılığına göndermesi sonrası şüpheli kimlik tespiti yapılması yönünde daha ileri bir araştırma yapılmadığı, soruşturmanın, şüpheli bilgisi "Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri" şeklinde gösterilerek sonlandırıldığı görülmektedir. Oysa kolluğa yeni bir müzekkere yazılarak olağan şüpheli isim listesinin daraltılması ya da müştekiden olaya ilişkin tanıklarının bulunup bulunmadığının sorulması yoluna da gidilebilir. Bu açıdan da delillerin toplanmasında gerekli özenle hareket edildiği söylenemeyecektir.

66. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucunun da katıldığı eylemde bazı göstericilerin barışçıl olmayan tutum ve davranışlarda bulunmaları nedeniyle toplantıya yapılan müdahalenin gerekli olduğu ve bu kapsamda kullanılan gücün de orantılı olup herhangi bir suça vücut vermediği belirtilmiştir. Ancak kararda başvurucu hakkında herhangi bir adli işlem yapılmadığı da belirtilmesine karşın başvurucuya karşı güç kullanımının neden gerekli ve orantılı olduğu hususunda bir kişiselleştirme yapılmamıştır. Oysa genel olarak olayın anlatılmasının yanı sıra başvurucu açısından da kendisine karşı kullanılan gücün gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı kapsamındaki usul yükümlülüğünün bir gereğidir. Bu açıdan da soruşturmanın etkili olması için gerekli olan özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

67. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

68. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Sözleşme'nin 11. maddesi ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

69. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

71. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

72. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ...yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ...demokratik toplum düzeninin ...gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

73. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

74. 2559 sayılı Kanun'un 16. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır (bkz. § 24).

 (2) Meşru Amaç

75. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

76. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

77. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması (Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

78. Anayasa’nın 34. maddesi fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No:2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

79. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

80. Toplanma hakkının barışçıl niteliği genel olarak bir bütün hâlinde değerlendirilerek ortaya konulmalıdır. Bunun dışında toplantı veya gösteri yürüyüşüne katılanların bir kısmının şiddete başvurması diğerleri açısından bu hakka müdahaleyi meşru kılmaz (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 119). Genel olarak polisin müdahalesi orantılı kabul edilse de somut olayın özellikleri gözetildiğinde kolektif olarak kullanılan ancak bireysel hak olan toplanma hakkının başvurucuların eylemdeki tutumları çerçevesinde polisin müdahalesinin ölçülülüğü ayrı ayrı değerlendirilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 145).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

81. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinin kolluk görevlilerinin yaptığı müdahale ile dağıtılması sırasında başvurucu baş bölgesinden yaralanmıştır. Söz konusu protesto gösterisinde bir kısım gösterici tarafından kolluk görevlilerine taş, soda şişesi vb. cisimler atıldığı, kamu ve özel şahıs mallarına zarar verildiği kolluk tarafından düzenlenen tutanaklara ve bilirkişi raporuna yansımıştır (bkz. §§ 13, 14). Başka bir ifadeyle göstericiler arasında barışçıl olmayan birtakım kişilerin bulunduğu anlaşılmaktadır.

82. Öte yandan başvurucu hakkında söz konusu gösteriye katılması ve/veya burada bir suç işlemesi nedeniyle herhangi bir adli/idari işlemin yapılmadığı görülmektedir. Olay anına ilişkin görüntüler üzerinde yapılan inceleme sonucunda düzenlenen bilirkişi raporunda da aynı yönde bir tespitin bulunduğu görülmektedir. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığı kararında da aksi bir iddia ileri sürülmemektedir. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Buna göre başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahale demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun değildir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

83. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

84. Başvurucu kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğinin tespit edilmesi ve 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

85. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda, 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

86. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

87. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin bir kısım delilin toplanmayarak gerekli olan kamu davasının açılmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

88. Bu durumda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında ve sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun eksikliği belirtilen birtakım delillerin toplanmasının ardından sorumlu kolluk görevlisi ya da görevlileri hakkında kamu davası açmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2013/91922) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvuruda, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutları ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

90. Anılan hakların ihlal edilmesi sonucu yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya -talebi de gözetilerek- net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

91. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ENDER ERGÜN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1849)

 

Karar Tarihi: 19/11/2019

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Ender ERGÜN

Vekilleri

:

1. Av. Deniz MUSLU

 

 

2. Av. Özlem AYATA LOKANOĞLU

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerinin gereksiz ve orantısız şekilde güç kullanarak müdahalede bulunması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının; müdahale sonucunda meydana gelen yaralanma ile bu olaya ilişkin yürütülen soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ve göstericilere karşı bazı sivil kişilerin saldırılarına mani olunmamasından ötürü açılan tam yargı davasının reddi nedenleriyle de insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1/1/1973 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. Anayasa Mahkemesi, Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014'te yayımlanan Gezi Parkı olayları raporunda yer alan bazı tespitlere Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında yer vermiştir.

A. Olayın Gelişimi

10. Başvurucu 6/7/2013 tarihinde Taksim Meydanı'nda gerçekleştirilen protesto eylemine katılmıştır. Söz konusu eyleme kolluk görevlilerince göz yaşartıcı gazla müdahale edilmiş ve buradan kaçan gösterici grup ile sivil birkaç kişi arasında kavga yaşanmıştır. Sivil kişiler olay yeri yakınında bulunan bir lokantanın sahibi ile çalışanlarıdır. Yaşanan kavgada başvurucu kolundan kesici aletle hafif şekilde yaralanmıştır. Bu olaya ilişkin olarak başvurucu 28/11/2013 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) suç duyurusunda bulunmuş ve ilgili sivil kişilerden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda iddianame tanzim edilmiş ve İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda başvurucuyu yaralayan sivil kişiye neticeten 9 ay hapis cezası verilmiştir. Erteleme ya da takdirî indirim uygulanmayan hapis cezası istinaf kanun yolunca da onanarak kesinleşmiştir. Ayrıca bu yargılamada, sivil kişilerin göstericilere karşı saldırılarını önlemeye çalışırken yaralanan bir kolluk görevlisi de bulunduğundan saldırıda bulunanlara bu eylemleri nedeniyle de ceza verilmiştir. Bireysel başvuru kapsamında bu yargılamaya ilişkin olarak bir şikâyet ileri sürülmemiştir.

B. Suç Duyurusu

11. Olaylar sırasında yaralanan başvurucu 28/11/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusu dilekçesi ile Başbakan, Başbakan Yardımcısı ile bazı bürokratlardan ve ilgili kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Kolluk görevlileri dışındaki kişiler hakkında -soruşturma usulünün farklı olması nedeniyle- Cumhuriyet Başsavcılığınca ayrı soruşturmalar yürütülmüş ve bu soruşturmalara ilişkin olarak başvurucu herhangi bir şikâyet ileri sürmemiştir.

12. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde; olay tarihinde Taksim Meydanı'na protesto amacıyla gittiğini ancak Talimhane oteller bölgesinden Taksim Meydanı'na doğru geçmek istediği esnada hiçbir uyarı yapılmaksızın kolluğun göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi kullanarak göstericilere orantısız şekilde müdahale ettiğini iddia etmiştir. Başvurucu, plastik merminin hedef gözetilerek kafasına doğru atıldığını, bu nedenle kafasını korurken kolundan yaralandığını, bu müdahale nedeniyle kaçarken de göstericilere saldıran sivil kişiler tarafından kesici aletle yaralandığını ileri sürmüştür. Başvurucu, kolluk görevlilerinin bilinçli olarak sivil kişileri engellemediğinden yakınmıştır.

C. Soruşturma Kapsamında Yapılan İşlemler

13. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa yazılan müzekkereyle başvurucunun yaralandığını iddia ettiği yerde olay tarihinde görevli kolluk görevlilerinin kimler olduğu sorulmuş, olay yerini gören trafik kamera kaydı (MOBESE) ve güvenlik kamerası kaydı araştırması yapılması ile varsa bu kayıtlarının temini istenmiştir. Kolluk tarafından verilen cevapta, olay anına ilişkin kolluk görevlilerince tutulan tutanak, 10/3/2014 tarihli kamera kaydı araştırma tutanağı, belirtilen yerde olay tarihinde görev yapan kolluk görevlilerinin listesi ve olay anına ilişkin kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan kamera görüntülerinin gönderildiği belirtilmiştir.

i. Olay anına ilişkin olarak kolluk tarafından tutulan tutanakta, protesto eylemine destek vermek amacıyla Talimhane Caddesi tarafından Taksim Meydanı'na doğru gelen bir grubun sesli olarak dağılmaları yönünde ikaz edildiği, makul bir süre beklenmesine rağmen dağılmayan grubun tekrar sesli olarak ikaz edildiği ancak yine dağılmayan gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve kademeli olarak artan nispette zor kullanıldığı belirtilmiştir. Bu kapsamda müdahale sırasında üç kişinin yakalandığı ve haklarında adli işlem yapıldığı belirtilmiş ancak başvurucunun yakalandığından ya da hakkında adli bir işlem yapıldığından bahsedilmemiştir. Tutanakta ayrıca kesici aletle göstericilere saldıran bir sivil kişinin yakalanarak hakkındaki adli işlemlerin gerçekleştirilmesi için ilgili kolluk birimine teslim edildiği bilgisi de yer almaktadır.

ii. Olay yerinde bulunan dört otele ve bir avukatlık şirketine ait güvenlik kamerası olduğu, ancak söz konusu kameralar üç günden yirmi dört güne kadar değişik sürelerde kayıt tuttuğu için olay anına ait görüntü kaydının elde edilemediği belirtilmiştir.

iii. Olay tarihinde ve olay yerinde görevli tüm kolluk personeli ile gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen kolluk görevlilerinin kimlik bilgilerini içeren birden fazla liste düzenlenmiştir.

vi. Olay anına ilişkin olduğu ve ilgili kolluk birimi tarafından kayda alındığı belirtilen görüntüler gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı görüntülerin izlenmesi ve raporlanması için bilgisayar programcısı bir bilirkişi görevlendirmiş, bilirkişi raporunu sunmuştur. Söz konusu raporda, iki DVD içinde teslim edilen görüntülerin İstiklal Caddesi ve Galatasaray Lisesi önünde yapılan eyleme ilişkin olduğu, başvurucunun şikâyetine konu yere ait herhangi bir görüntüye rastlanmadığı, ayrıca görüntüde kolluk görevlilerinin biber gazı ya da plastik mermiyle bir müdahalesinin olmadığı belirtilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca 11/4/2014 tarihinde başvurucunun ifadesinin alınması amacıyla çağrı kâğıdı düzenlenmiş, ancak başvurucunun ifadesinin alındığına dair bir ifade zabtına ya da bu yönde bir zorla getirme kararına dosya kapsamından erişilememiştir. Gaz tüfeği kullanmaya yetkili olduğu belirtilen beş kolluk görevlisinin Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli olarak ifadesine başvurulmuştur. Bu ifadelerde, kolluk görevlilerinden üçü olay yerinde takviye kuvvet olarak bulunduğunu ve olaya müdahale etmediğini, ikisi ise olayda gaz ya da plastik mermi kullanmadığını belirterek müsnet suçlamaları reddetmiştir. Diğer yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucu hakkında kati adli rapor tanzim edilmesi için İstanbul Adli Tıp Kurumuna (ATK) müzekkere yazılmış ve ATK tarafından tanzim edilen rapor dosya arasına alınmıştır. Başvurucu tarafından soruşturma dosyasına 27/3/2014 tarihinde ibraz edilen Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliğince (Vakıf) düzenlenmiş başvurucu hakkındaki sağlık raporu da aynı tarihte dosyaya eklenmiştir.

D. Sağlık Raporları

15. Olayın akabinde 7/7/2013 tarihinde başvurucu hakkında Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi tarafından düzenlenen genel adli muayene raporunda, olayın öyküsü "polis müdahalesi sırasında her iki dirsekte yaralanma plastik mermi isabet ettiği ifadesi ile gelen hasta" şeklinde belirtilmiştir. Raporun konsültasyon değerlendirmesinde ise "...sol dirsekte 2 adet abrazyon [sıyrık] mevcut. 1. abrazyon vertikal (dikey) seyirli sol dirsek posteriorda [arkası] yaklaşık 3 cm uzunluğunda, 2. abrazyon oblik (eğik) uzanımlı yaklaşık 1 cm uzunluğundadır..." şeklinde tespitlere yer verilmiştir. Başvurucu 3 cm uzunluğundaki yaralanmanın sivil kişilerce yapılan saldırı sonucu, diğer 1 cm uzunluğundaki yaralanmanın ise kolluk görevlileri tarafından atılan plastik merminin isabet etmesi sonucu oluştuğunu iddia etmektedir.

16. ATK tarafından 13/12/2013 tarihinde, yukarıda (bkz. § 15) belirtilen rapor üzerinden bir değerlendirme yapılarak tekrar adli rapor tanzim edilmiştir. Raporun sonuç kısmı şöyledir:

"Kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu kanaatini bildirir rapordur."

17. Başvuru formu ekinde sunulan ve başvurucu hakkında Vakıf tarafından Doktor C.K.C. imzasıyla 8/1/2014 tarihinde düzenlenen sağlık raporu sonucunda olay nedeniyle başvurucuda akut stres bozukluğu oluştuğu, ayrıca başvurucunun yakınmalarının yoğun gaza maruz kalması ile uyumlu olduğu belirtilerek bu tespitlerin Dünya Sağlık Örgütünün uluslararası hastalık sınıflandırması, ICD 10 kapsamında Y07.3 kodu ile belirtilen işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele kapsamı içinde kaldığı belirtilmiştir.

18. Başvurucu olaydan önce bir akciğer rahatsızlığı yaşadığını da belirterek buna dair sağlık raporunu başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:

"Hikâyesi: 1991 yılında soldan spontan pnömotoraks [hava kaçağı] geçirmiş ve yapılan Cerrahi drenaj ile iyileşmiş. 1999 yılında pnömotoraks geçirmiş cerrahi operasyonla tedavi edilmiş. Hastanın hala ciddi eforlarda nefes darlığı mevcut.

Akciğer PA Grafi: Sağ üst alanda belirgin hava bülü [kist]

Solunum Fonksiyon testleri: ZVK: 4.26 (%95). ZVK1: 3.66 (%99), ZVK1/ZVK: %86.

Tanı: Sağ akciğerde hava bülü."

E. Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı

19. Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda 8/11/2015 tarihinde ifadesine başvurulan beş kolluk görevlisi hakkında zor kullanma yetkisinde sınırın aşılması suçundan kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

"Müştekinin 7/7/2013 tarihinde hastaneyi müracaatla plastik mermiye maruz kaldığını belirterek rapor aldığı, alınan raporuna göre sol dirsekteki abrazyon nedeniyle basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralandığının tespit edildiği,

Yukarıda açık kimliği yazılı polis memurları [polis memurlarının isimleri] olay tarihi itibariyle gaz mühimmatı kullanmakla göreli polis memuru olduklarının bildirildiği, şüphelilerin alınan ifadelerinde müştekinin yaralanması ile sonuçlanan plastik mermi kullanmadıklarını beyan ettikleri,

Kamuoyunda Gezi olayları olarak bilinen olaylar sırasında, göstericiler tarafından birçok kamu ve özel kişilerearaç ve binalarının tahrip edildiği, bu olayları engellemek için bu olayları önlemek için kolluk görevlilerinin 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 24.maddesi,2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanununun 16.maddesi ve 30/12/1982 tarih 17914 sayılı Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe giren Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliğinin 19 ve 25.maddeleri uyarınca, uyarılara rağmen dağılmayan göstericilerin dağıtılması ve üçüncü kişilerin can ve mal güvenliğinin sağlanması için göz yaşartıcı gaz ve kanunsuz gösteri yapan göstericileri dağıtmak için zor kullanıldığı,

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunun 16.maddesindeki;

...

Düzenlemeleri karşısında, müştekinin plastik mermi ile yaralandığına dair delil bulunmaması, müştekiye karşı basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte güç kullanan kolluk görevlilerinineylemlerinin, yasa ile verilmiş zor kullanma yetkisinin kullanılması şeklinde geliştiği, bu nedenle atılı suçun unsurları ile oluşmadığı evrak kapsamından anlaşılmakla;

Şüpheliler hakkında atılı suçun unsurları ile oluşmadığından 5271 s.CMK.nun 223/2.c maddesi uyarınca kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına [karar verilmiştir]"

20. Karara başvurucunun itiraz etmesi sonrası İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimliğince 16/12/2015 tarihinde kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle ret kararı verilmiştir. Ret kararı başvurucuya 24/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

F. İdare Mahkemesi Kararı

21. Başvurucu 27/8/2014 tarihinde İstanbul 5. İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dava dilekçesinde, olay tarihinde toplantı ve gösteri hakkını kullanmak maksadıyla Taksim Meydanı'na giderken herhangi bir ikaz anonsu yapılmaksızın kolluk görevlilerince atılan yoğun biber gazına maruz kaldığını, kronik akciğer hastalığı olduğu için nefes alamayarak 30-35 dakika acı çektiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca olay yerinde sivil bazı kişilerin kesici aletle yaptıkları saldırıya da maruz kaldığını ve sol kolundan yaralandığını, kolluk görevlilerince bilinçli olarak bu kişilere mani olunmadığını belirterek söz konusu olay nedeniyle devletin ağır hizmet kusurunun bulunduğunu ileri sürmüş ve 5.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

22. İdare tarafından Mahkemeye verilen savunmada, Talimhane Caddesi'nden gelen gruba iki kez sesli ikazda bulunulduğu, ancak dağılmamakta ısrar eden gruba karşı direnci kıracak ölçüde ve artan kademeyle zor kullanıldığı belirtilmiştir. Ancak idareye göre başvurucunun yaralanması olayı ile idari eylem arasında bir illiyet bağı da bulunmamakta, bir an için bulunduğu düşünülse dahi hukuka uygunluk nedeniyle eyleme bağlı olarak ortaya çıkan zarardan tazminat yükümlülüğü doğmamaktadır.

23. Mahkeme 19/6/2015 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Dava dosyasının incelenmesinden; davacının beyanında; 6/7/2013 tarihinde Taksim Gezi Parkı eylemlerine katıldığını, bu eylemlere kolluk kuvvetlerince yapılan müdahale sonucunda yoğun biber gazına maruz kaldığını, ayrıca yakın mesafeden sıkılan bir plastik mermi ile sağ kolundan yaralandığını, bölgeden uzaklaşırken ellerindeki satırları sallayarak gelen 3-4 kişilik bir grubun arasında kaldığı ve bu kişilerin kullandığı satırın isabet etmesi suretiyle sol kolundan da yaralandığını, aynı günün akşamında 7/7/2013 tarihinde saat 00.06'da Şişli Etfal Hastanesine başvurduğu, gördüğü müdahalenin ardından hazırlanan raporda dirseklerde iki adet abrazyon tespit edildiği, davalı idarenin savunmasında; zarardoğuran eylemin davalı idareden kaynaklandığına ilişkin hiçbir bilgi veya belgebulunmadığı, zararla eylem arasında illiyet bağı olmadığını beyan ettiği anlaşılmıştır.

Somut olayda; davacının şahsında gerçekleşen zararın, idarenineylemi sonucunda oluştuğuna dairsomut bir delil veya belge bulunmamaktadır. Diğer bir anlatımla oluşan zarar ile davalının eylemi arasında illiyet bağı olduğuna dair her türlü şüpheden uzak, açık, net ve somut bir delil olmadığı; idareninsorumlu tutulabilmesiiçinmeydana gelen zarar ile idari davranış arasında açık, net ve şüpheden uzak bir bağlantının olması; meydana gelen zararın, ya idarenin direkt bir fiilinden kaynaklanması veya idarenin bu zararın meydana gelmesinde denetim görevini yerine getirmemekle dolaylı bir şekilde zarara sebebiyet vermesi gerekir. Somut olayda ise idareyi sorumlututabilmek için hiç bir somutdelil,bilgi, belge ve tanıkbeyanı bulunmadığı açıktır. Bu bağlamda, davacınınkolunda meydana gelenyaralanmasonucundadavacınınbir zarara uğradığı, maneviyöndenbelli bir süre veya geleceğe yönelik olarak sıkıntı çekeceği açık olmakla birlikte; davacıda meydana gelen bu zararın kaynağının idari bir eylem olduğuna yönelik dosyada somut, açık,şüpheden uzak ve net bir delil olmadığından davacının talep etmiş olduğu manevi tazminat talebinin reddi gerektiği sonucunaulaşılmıştır."

24. Karara başvurucu tarafından itiraz edilmiş, itirazı inceleyen İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü Kurulu 29/12/2015 tarihli kararı ile ret kararını onamıştır. Onama kararı 14/1/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

25. Başvurucu 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

G. Başvurucu Tarafından Olaya İlişkin Olarak Sunulan Görüntüler

26. Başvurucu tarafından başvuru ekinde sunulan taşınabilir bellek içinde,toplam beş klasör bulunduğu, bir otele ait güvenlik kamerası olduğu belirtilen ilk klasör içinde bulunan yirmi dosyanın akan görüntü değil fotoğraf kareleri şeklinde olduğu, diğer dosyaların ise video şeklinde olup izlenebildiği anlaşılmıştır.

27. Kolluk görevlilerinin olaya müdahale anına ilişkin olduğu iddia edilen videonun yabancı bir medya kuruluşuna ait görüntüler olduğu, kayıtta tarih ve saat bilgisi bulunmamakla birlikte görüntünün ilk karelerinde yabancı bir dilde "İstanbul: Taksim Meydanı çevresinde olaylar" şeklinde anlık üst yazı belirmektedir. Kesik kesik bazı anların birleştirildiği anlaşılan videoda, kolluk görevlilerini yuhalayan göstericilere karşı tazyikli su ve biber gazı ile müdahalede bulunulduğu görülmektedir. Görüntünün devamında sivil bir kişinin elindeki büyük bir kesici aletle kolluk görevlilerinin arasından koşarak geçtiği, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamaya çalıştığı, sivil kişinin kafasında mavi baret bulunan bir göstericiye elindeki kesici aletle saldırdığı ve göstericiyi boynundan yaraladığı görülmektedir.

28. Bir diğer görüntüde ise elinde kesici alet bulunan sivil kişinin yoldan geçen insanlara saldırdığı, bir kadına önce elindeki aletin -kesici olmayan- yan yüzüyle sonra da tekme ile vurduğu, burada kesilen görüntünün daha sonra elinde kesici alet bulunan sivil kişi ve -birinin elinde sopa olan- iki kişinin beş kolluk görevlisi ile karşılaştığı görüntüyle devam ettiği görülmektedir. Kolluk görevlileri ile sivil saldırganlar arasında bir konuşma geçtiği ancak konuşmanın duyulamadığı, bir kolluk görevlisinin elinde kesici alet bulunan şahsı iterek oradan uzaklaştırmaya çalıştığı, bu esnada elinde sopa bulunan bir şahsın koştuğu ve elindeki sopayı kolluk görevlilerinin arkasında bulunanlara doğru fırlattığı, sivil kişilerin burada gözaltına alınmadığı görülmektedir.

29. Görüntülerin devamında kesici aletle saldırıda bulunan sivil kişi kolluk görevlileri tarafından elleri arkadan kelepçeli şekilde bir kolluk aracına bindirilmektedir. Diğer iki güvenlik kamera kaydında ise elinde kesici alet bulunan sivil kişi ile yanındaki iki kişinin yoldan geçenlere rastgele saldırıda bulunduğu ana ilişkin görüntülerinin bulunduğu anlaşılmıştır.

30. İzlenebilen tüm kayıtlarda, başvurucunun kolluk görevlilerinin müdahalesi ile ya da bahsi geçen sivil kişinin kesici alet saldırısıyla yaralanma anlarına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

32. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

33. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polisin genel emniyetle ilgili görevleri iki kısımdır.

A) Kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere, Hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmıyan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak,

B) İşlenmiş olan bir suç hakkında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda yazılı görevleri yapmak

...

Aşağıda yazılı hallerde:

...

VII – İşlenmekte olan bir suçun işlenmesine veya devamına mani olmak için,

...

Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir. ..."

34. 2559 sayılı Kanun'un 13. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis,

A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,

...

eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar."

35. 2559 sayılı Kanun'un"Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır.

Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

..."

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 19/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

38. Başvurucu, gazeteci olduğunu ve Taksim Dayanışmasının çağrısına uyarak olay tarihinde hem bir vatandaş olarak basın açıklamasına katılmak hem de gazetecilik yapmak üzere Taksim Meydanı'na gittiğini belirtmiştir. Başvurucu meydana doğru yürüdüğü esnada Talimhane Caddesi'nde kolluğun önceden herhangi bir uyarı yapmaksızın attığı göz yaşartıcı gazdan kronik akciğer rahatsızlığı nedeniyle fazlaca etkilendiğini ve kafası hedef alınarak atılan plastik merminin -kafasını korurken- kolunu yaraladığını iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca bu müdahale sonrası kaçarken ellerinde kesici alet ve sopalar bulunan sivil bazı kişilerin saldırısına uğradığını, bu saldırıda kolundan kesici alet ile yaralanmasına rağmen kolluk görevlilerinin bilinçli olarak bu kişilere mâni olmadığını öne sürmektedir. Başvurucuya göre yürütülen ceza soruşturmasında;

i. Sivil kişilerin saldırılarına mâni olmayan kolluk görevlileri hakkındaki iddialar tamamen görmezden gelinmiş,

ii. Savunması alınan kolluk görevlileri olay yerinde olmayan, rastgele seçilmiş birtakım polis memurları olduğundan ve ifadeleri basmakalıp şekilde alındığından iddia tam olarak açıklığa kavuşturulamamış,

iii. Soruşturma için önemli delillerden olan kamera kayıtlarına ilişkin bilirkişi raporu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesince yürütülen kovuşturma dosyasında bulunmasına rağmen dosya celbedilerek incelenmemiş,

vi. Kovuşturmaya yer olmadığı kararının dayanağı olan bilirkişi raporu, şikâyete konu olay yerine ait görüntülere ilişkin değil başka bir yerde kayda alınan görüntülere ilişkin olmasına ve bu durum raporda belirtilmesine rağmen doğru kamera kaydı araştırması için kolluktan yeni bir talepte bulunulmadığı gibi olaya dair haber kanallarından da görüntü talep edilmemiş,

v. Hakkında düzenlenen adli raporda yaralanmanın kaynağının plastik mermi olup olmadığı yönünde bir açıklık bulunmamasına rağmen bu konuda detaylı araştırma yapılmamış,

vi. Mağdur sıfatıyla ifadesi alınmamış, soruşturma dosyasına sunulan Vakfın düzenlediği sağlık raporu dikkate alınmamıştır.

39. Başvurucu belirtilen nedenlerle etkili bir soruşturma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiğini, itirazın da aynı şekilde reddedildiğini, manevi tazminat talebinin de Mahkemece reddedildiğini dile getirmiştir. Tüm bu nedenlerle başvurucu Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile bu güvenceyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

40. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz."

41. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

42. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiş, etkili başvuru hakkına ilişkin ileri sürülen iddia anılan güvencenin usul boyutu kapsamında kaldığından bu açıdan ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

43. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyut ve usul boyutu bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu, pozitif yükümlülüğü ise hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile koruma yükümlülüğünü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

44. Başvurucunun şikâyetine konu yaralama eyleminin bir boyutunun devlet görevlilerinden sâdır olduğu iddia edildiği için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Başvurucunun kendisine saldıran sivil kişilere kolluk görevlilerince mâni olunmadığı ve bununla ilgili olarak açtığı tam yargı davasının haksız olarak reddedildiği iddiası ise koruma yükümlülüğü bağlamında ele alınmalıdır. Ayrıca başvurucunun etkili bir soruşturma yapılmayarak kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği iddiası da pozitif yükümlülükler kapsamında usul boyutu altında incelenmelidir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

45. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Kötü Muamale Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Negatif Yükümlülüğün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

46. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmış; üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

47. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi istisna öngörmemekte; işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 74).

48. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

49. Kötü muamele, Anayasa ve Sözleşme tarafından kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkenceeziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

50. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

51. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış, fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

52. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

53. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Başvurucu; katılmış olduğu protesto eylemine kolluk görevlilerince gereksiz ve orantısız şekilde kullanılan göz yaşartıcı gaz ve plastik mermiyle müdahale edilmesi sonucu yaralandığını, daha önce yaşadığı akciğer rahatsızlığı nedeniyle de normal bir insana göre daha fazla acı ve ızdırap duyduğunu dile getirmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen sağlık raporlarında, iddiasına konu ettiği şekilde göz yaşartıcı gaz nedeniyle meydana gelen bir yaralanmadan bahsedilmemekle birlikte kolundaki yaralanmanın tespit edildiği görülmektedir (bkz. §§ 15, 16). Öte yandan Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararında başvurucuya karşı kolluk görevlilerinin zor kullanım yetkisi kapsamında göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğunun kabul edildiği de görülmektedir (bkz. § 19). Karar gerekçesinde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı kullanılan gücün yasal bir dayanağı olduğu ve orantılı şekilde kullanıldığı belirtilmektedir. Şu hâlde Anayasa Mahkemesi, başvurucunun yargı makamlarınca da kabul edilen kamusal güç kullanımı sonucu yaralanma iddiasını Anayasa'nın aradığı gereklilik ve orantılılık bağlamında ele alacaktır.

55. Başvurucunun da aralarında bulunduğu gösterici gruba karşı dağılmaları yönünde uyarıda bulunulduğu, makul bir süre beklendikten sonra göstericilere tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu, olay hakkında düzenlenen kolluk tutanağında belirtilmiştir (bkz. § 13). Bu tutanakta bazı kişiler hakkında adli işlem yapılmak üzere yakalama işlemi yapıldığından bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalandığına ya da yakalanmaya çalışıldığına dair bir ifadeye yer verilmediği görülmektedir. Ayrıca başvurucu hakkında -katılmış olduğu toplantıda işlediği herhangi bir suç nedeniyle- adli bir işlem yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Buna göre başvurucuya karşı güç kullanılmasını gerekli kılan hususun ne olduğu, başvurucunun dağılmama yönünde nasıl bir direnç gösterdiği kolluk tarafından düzenlenen evrakta ve kovuşturmaya yer olmadığı kararında yeterli şekilde izah edilmiş değildir. Dolayısıyla başvurucuya karşı kullanılan gücün gerekli olduğu söylenemeyecektir.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının negatif yükümlülük bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (2) Koruma Yükümlülüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (a) Genel İlkeler

57. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (benzer yöndeki bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

58. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin vücut bütünlüğünü kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle bireylerin vücut bütünlüğüne yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (benzer yöndeki karar için bkz. Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

59. İşkence ve kötü muamele yasağı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından Anayasa Mahkemesinin benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan yasal ve idari çerçevenin elindeki tüm imkânları kullanarak maddi ve manevi varlığı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını, buna ilave olarak işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Z.C. [GK], B. No: 2013/3262, 11/5/2016, § 83).

60. Önleme yükümlülüğün ortaya çıkması için belirli bir kişinin maddi ve manevi varlığına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun yetkililerce bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti gerekmektedir. Ancak bu konu, her davanın kendi koşulları altında değerlendirilmelidir (Z.C., § 85).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

61. Başvurucunun katılmış olduğu gösteri sırasında sivil bir kişinin saldırısı sonucu kesici alet ile yaralandığı şikâyetiyle ilgili olarak yapılan ceza yargılaması sonucunda başvurucunun iddiaları doğrulanmış, saldırıda bulunduğu belirlenen sivil kişiye hapis cezası verilmiştir (bkz. § 10). Şu hâlde başvurucunun gösteri alanından kaçarken sivil bir kişinin saldırısı sonucu yaralandığı iddiası ilk derece ve istinaf yargı makamlarınca kabul edilmiştir.

62. Öte yandan başvurucunun katılmış olduğu gösteri ve çevrede bulunan diğer gösteriler nedeniyle kolluk görevlilerinin olay yeri ve çevresinde önceden tedbir aldığı anlaşılmaktadır. Şüphesiz alınan tedbirler kamu düzeninin bozulmamasına yönelik olduğu kadar aynı önem derecesinde göstericilerin güvenliğini temine yönelik de olmalıdır. Kaldı ki alınan tedbirler kapsamında, olay anına ilişkin kolluk tarafından tutulan tutanakta elinde kesici alet bulunan sivil bir kişinin göstericilere saldırdığına ilişkin bir bilgiye yer verilmiş olması kolluk görevlilerinin bu süreçte olaydan haberdar olduğunu da göstermektedir. Bu durum kamu makamlarının söz konusu olayı önleme noktasında -en azından olaydan haberdar oldukları andan sonra- olaya müdahale etmeleri sorumluluğunu doğurmaktadır.

63. Anayasa Mahkemesi koruma yükümlülüğünü incelediği benzer bir başvuruda (Muhterem Turantaylak, B. No: 2014/15253, 9/5/2018, § 98), devletin insan haklarının garantörü olmasından kaynaklanan koruma yükümlülüğü kapsamında hem hukuki hem de fiilî tedbirler alması gerektiği ilkesini vurgulamakla birlikte ani gelişen ve müdahale şansı tanımayacak kadar kısa süren bir olayda koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.

64. Ancak başvurucunun başvuru formu ekinde sunduğu görüntülerin Anayasa Mahkemesince izlenmesi sonucunda saldırıda bulunan sivil kişilerin ani gelişen ve kısa bir sürede fiilî saldırıda bulunduklarının söylenmesi zordur. Zira ellerinde kesici ve bereleyici aletlerle kalabalığın arasına dalan sivil kişilerin azımsanmayacak bir süre devam eden eylemleri söz konusudur. Bazı görüntülerde ise elinde kesici alet bulunan şahsın kolluk görevlilerinin arasından geçerek çevrede bulunan kişilere saldırdığı, kolluk görevlilerinin bu kişiyi yakalamak ve kontrol altına almak noktasında gerekli özeni göstermediği açıktır (bkz. §§ 27, 28).

65. Mahkemece verilen ret kararında başvurucunun yaralanması olgusu ile devlet görevlilerinin denetim görevleri arasında uygun illiyet bağı kurulmasını sağlayacak somut bir delil bulunmadığından bahsedildiği görülmektedir (bkz. § 23). Oysa başvurucunun dava dilekçesinde olay anına ilişkin olduğunu belirttiği kamera görüntüleri konusunda Mahkemece bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, buna dair kanun yolu itiraz dilekçesindeki şikâyet hakkında da Bölge İdare Mahkemesince bir değerlendirme yapılmamıştır. Ayrıca, Mahkeme yapacağı değerlendirmede göz önüne alması gereken olayın gerçekleşme koşullarına dair bir kısım delile (kamera görüntüsü, bilirkişi raporu, tutanak vb. gibi) İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesine yazacağı bir müzekkere ile sorup erişme yoluna da gitmemiştir.

66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının koruma yükümlülüğü bağlamında maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Kötü Muamale Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

 (1) Genel İlkeler

67. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini, gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak, kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

68. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

69. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

70. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplaması gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

71. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler bulunduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

72. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

73. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

74. Başvurucu, olayın gerçekleştiği günün gecesinde devlet hastanesine başvurmuş; kolluk görevlilerinin güç kullanmasına bağlı olarak yaralandığı iddiası ile muayene olmuş ve hakkında yaralanmanın tespit edildiği genel adli muayene raporu düzenlenmiştir (bkz. § 15). Ancak başvurucunun 28/11/2013 tarihinde yaptığı suç duyurusuna kadar resmî soruşturma açılmamış, başka bir ifadeyle olaydan yaklaşık beş ay sonra yapılan suç duyurusuyla ancak adli soruşturma başlatılmıştır. Oysa devlet görevlilerinin dahli olduğu savunulabilir şekilde iddia edilen olaylarda derhâl resmî bir soruşturma başlatılması, soruşturma açılmasının mağdurların inisiyatifine bırakılmaması devletin bu gibi olaylarda soruşturma açmada isteksiz olduğu intibasının yaratılmaması açısından önemlidir. Ayrıca delillerin zamanında ve gerekli titizlikle toplanabilmesi açısından da resmî soruşturmanın derhâl başlaması son derece önemlidir. Nitekim belirtilen gecikme nedeniyle soruşturma kapsamında bazı delillere erişilememiştir (bkz. § 13). Dolayısıyla somut olaydaki söz konusu durum devletin -adli rapor dâhilinde makul savunulabilir bir iddianın varlığı da gözetildiğinde- olaydan haberdar olmasına rağmen derhâl resmî bir soruşturma başlatması ilkesi açısından gerekli özenin gösterilmediğine işaret etmektedir.

75. Yapılan ceza soruşturması kapsamında ileri sürülen iddiaların sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi açısından somut olayda sağlık raporları ile olay anına ilişkin kamera görüntülerinin önemli olduğu açıktır. Cumhuriyet Başsavcılığınca olay anına ilişkin kamera kaydı araştırması yapılması kolluktan istenmiş, cevap olarak kolluğun ilgili birimi tarafından çekildiği belirtilen görüntüler gönderilmekle birlikte güvenlik kamera kayıtlarına aradan geçen süre nedeniyle erişilemediği belirtilmiştir (bkz. § 13). Ne var ki yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda gönderilen kaydın olay yerine ait görüntüler olmadığı bilirkişi raporunda açıkça belirtilmesine rağmen Cumhuriyet Başsavcılığınca tekrar doğru kaydın gönderilmesi kolluktan talep edilmemiştir. Ayrıca başvurucunun katılan sıfatıyla dâhil olduğu İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesinde devam eden yargılama dosyasında güvenlik kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığı da sorulmamış ya da olay anına ilişkin medya kuruluşlarından görüntü istenmemiştir.

76. Başvurucunun sunduğu Vakıf tarafından düzenlenmiş sağlık raporunun soruşturma dosyasına alınması mağdurun soruşturmaya etkin şekilde katılımı açısından önemlidir. Her ne kadar başvurucu bu rapora kararda yer verilmediğinden bahsetse de -kararda başvurucunun yaralanma olgusunun reddedilmediği dikkate alındığında- söz konusu şikâyet hususunda daha ileri bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

77. Soruşturma kapsamında kolluk tarafından gönderilen görev listesindeki birçok isim arasından seçilerek ifadelerine başvurulan kolluk görevlilerinin olayın faili olarak nasıl ve ne şekilde belirlendiği hususu açıklığa kavuşturulamamıştır. Zira gaz kullanmakla yetkili birçok görevlinin ismi bu listelerde bulunmaktadır. Kaldı ki ifadelerde ayrıntılı sorular yöneltilmemiş ve sadece yaralanma eyleminin faili olup olmadıklarının sorulması ile yetinilmiştir.

78. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında; kamuoyunda gezi eylemleri olarak bilinen gösteriler sırasında genel olarak göstericilerin kamu mülküne ve özel mülke zarar verdiklerini, kolluğun dağılmaları yönündeki uyarılarını dikkate almadıklarını, bu nedenle 2911 sayılı Kanun ve 2559 sayılı Kanun uyarınca güç kullanılması gerektiği bilgilerine yer verilmiştir. Kararda devamla başvurucudaki yaralanmanın plastik mermi ile meydana geldiği hususunda delil bulunmadığı ve söz konusu yaralanmanın kolluğun zor kullanım yetkisi içinde meydana gelen basit bir yaralanmadan ibaret olduğu belirtilmektedir. Ne var ki başvurucunun veya diğer göstericilerin kendilerine yapılan müdahaleyi nasıl ve ne şekilde haklı kılacak eylemlerde bulunduğu şikâyete konu olay özelinde açıklanmamıştır.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

80. Başvurucu, barışçıl bir biçimde katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

81. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

82. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

83. Başvurucunun katılmış olduğu bir protesto eylemi sırasında kolluk görevlileri tarafından güç kullanılması ile başvurucunun yaralandığı, bunun da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına bir müdahale olduğu kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

84. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

85. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

86. 2559 sayılı Kanun'un 16. Maddesinin (bkz. § 35) kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

87. Başvurucuya toplantı sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

88. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

89. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması(Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51) ve orantılı (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında Dilan Ögüz Canan § 33, 56; Ferhat Üstündağ, § 48) olması gerekir.

90. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

91. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce -polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde- gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

92. Başvurucunun da katıldığı bir protesto gösterisinde kolluk görevlilerince göstericilere hitaben toplantının yasal olmadığı ve dağılmaları yönündeki iki ikaz sonrası göstericilerin direnmesi üzerine zor kullanıldığı kolluk görevlilerince düzenlenen tutanakta belirtilmektedir (bkz. § 13). Ancak ne tutanaktan ne de kovuşturmaya yer olmadığı kararından söz konusu toplantının neden dağıtılması gerektiği, başvurucunun toplantının dağıtılmasını haklı kılacak şekilde barışçıl olmayan bir tutum ve davranış içinde bulunup bulunmadığı anlaşılamamaktadır.

93. Söz konusu gösteriye katılması nedeniyle başvurucu hakkında herhangi bir adli ya da idari işlem yapılmadığı görülmektedir. Kolluk görevlilerinin alınan ifadelerinde veya diğer toplanan delillerde başvurucunun barışçıl olmayan bir tutum içinde olduğu yönünde bir iddia da bulunmamaktadır. Şu hâlde başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı açısından söz konusu toplantıya kolluk görevlilerince yapılan müdahalenin zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği kamu otoritesince gösterilememiştir. Zorunlu sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiği gösterilemeyen kamusal müdahalenin orantılılığı hususunda ise ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Dolayısıyla başvurucunun toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan ve zorunlu sosyal bir ihtiyacı karşılamayan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğu da söylenemeyecektir.

94. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

95. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

96. Başvurucu; hak ihlali tespitinde bulunulmasını, yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesini ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

97. Anayasa Mahkemesi Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60) başvurusuna dair vermiş olduğu kararda, bireysel başvuruya konu olayın incelenmesi sonucunda ihlal kararı verilmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenler hususunda detaylı açıklamalarda bulunmuştur. Anılan içtihat doğrultusunda 6216 sayılı Kanun uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için temel kural olan eski hâle getirmenin başvuruya konu olayda uygulanması gerektiği sonucuna varılmıştır.

98. Kolluk kuvvetince başvurucuya karşı uygulanan gücün gerekli olmaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

99. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutuna ilişkin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2015/67751) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

100. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutu (hem negatif yükümlülük hem de koruma yükümlülüğü açısından) ile usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 32.500 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İstanbul 5. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BETÜL ÖZTÜRK GÜLHAN VE SILA KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/12937)

 

Karar Tarihi: 10/12/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 16/1/2020-31010

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucular

:

1. Betül ÖZTÜRK GÜLHAN

 

 

2. Sıla KOÇ

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Soma maden kazasını protesto etmek için yapılan gösteriye polis müdahalesine ilişkin soruşturmanın kovuşturmaya yer olmadığı kararıyla neticelenmesinin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden erişilen soruşturma dosyasındaki bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Olarak

8. Sırasıyla 1987 ve 1977 doğumlu olan başvurucu Sıla Uzunpınar ve Betül Öztürk Gülhan, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için 14/5/2014 tarihinde Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kalabalığa katılmıştır. Polisin yaptığı müdahalede biber gazına maruz kalan başvurucular yaralanmıştır.

9. Olayla ilgili olarak Kızılay ve civarında yapılan gösterilerde yer alan 21 kişi hakkında soruşturma açılmıştır. Emniyet Müdürlüğü, başvurucular hakkında herhangi bir soruşturma başlatılmadığını belirtmiştir.

10. Başvurucular vekilinin 5/9/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç ihbarında bulunması üzerine kolluk görevlileri hakkında 2014/119116 sayılı soruşturma başlatılmıştır.

11. Savcılık 23/1/2015 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğüne şu talimatları vermiştir:

 “14/05/2014 tarihinde Güvenpark civarında polis tarafından toplumsal bir olaya müdahale yapılıp yapılmadığı, yapılmış ise uyarı yapılıp yapılmadığının tespiti ile buna ilişkin tutanakların onaylı suretinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahalline ilişkin kurumunuzda kamera kaydı var ise buna ilişkin örnek ile olay mahallini gösterir diğer kamu ve özel kuruluşlara ait kamera kayıtlarının temin edilerek CD ortamında Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK hakkında 2911 sayılı Yasa’ya muhalefet etmekten soruşturma yapılmış ise, buna ilişkin evrakın onaylı örneğinin Başsavcılığımıza gönderilmesi,

Olay tarihinde olay mahallinde müştekiler Sıla UZUNPINAR ile Betül KORKUT ÖZTÜRK'e yakın mesafeden kimyasal gaz sıkan polis memurlarının tespit edilerek Başsavcılığımıza bildirilmesi tespit edilemediği takdirde, belirtilen bölgede gaz kapsülü sıkan tüm polis memurlarının tespit edilerek açık kimliklerinin Başsavcılığımıza bildirilmesi rica olunur.”

12. Olayla ilgili olarak 15/5/2014 günü saat 09.00’da birçok polis amir ve memuru tarafından tutanak tanzim edilmiştir. Başvuruculara özgü bir bilgi içermeyen tutanağın Güvenpark’taki göstericilere yapılan müdahaleye ilişkin "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmı şöyledir:

 “Saat 18.35’de Güvenpark Havuz başında toplanarak sabahın erken saatlerinden itibaren eylemlerine devam eden, aralarında KESK, Eğitim-Sen, ÖDP, DGH, BDSP, TKP, HKP, SODAP, KALDIRAÇ, DEVRİMCİ LİSESİLER, TES-İŞ SENDİKASI, ANKARA TABİP ODASI, PARTİZAN, ALINTERİ, GENÇ UMUT, CHP ÇANKAYA ve çeşitli sivil toplum örgütleri ile uç grupların bulunduğu, en önde üzerinde 'İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET / ÖLÜM HEP BİZE Mİ BİZE Mİ DÜŞER BE USTA / İŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET'” ibaresi yazılı pankart, arkasında da çeşitli pankartlar arkasında gruplar olacak şekilde kortej oluşturan, sayıları da tüm katılımlarla yaklaşık (2500) kişiye ulaşan topluluk, Atatürk Bulvarı Akay Kavşağı istikametine doğru yolu araç trafiğine de kapatmak suretiyle 'BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM / HÜKÜMET İSTİFA / SOMANIN HESABI SORULACAK / KATİL DEVLET HESAP VERECEK / HIRSIZ KATİL AKP / İŞÇİ KATİLİ HIRSIZ AKP / SOMANIN ATEŞİ AKP'Yİ YAKACAK' şeklinde sloganlar atarak yürüyüşe geçmiştir.

Saat 18.50’da 'Hükümet İstifa / Katil Devlet Hesap Verecek' şeklinde sloganlar atarak ilimizin ana arterlerinden olan Atatürk Bulvarı üzerinden, araç trafiğini de kapatmak suretiyle kortej eşliğinde yürüyüşlerine devam eden topluluk, Olgunlar Sokak Madenci Anıtı önüne intikal etmiştir.

Bir süre sonra topluluğun Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde Atatürk Bulvarını da araç trafiğine kapatmak suretiyle eylemlerine devam ettiği esnada topluluk içerisinden üzerlerinde beyaz zemin üzerine siyah yazıyla “Kolektif’ ibaresi yazılı önlük giyili yaklaşık (25) kişi yanlarında getirmiş oldukları içinde kömür bulunan el arabası ile TBMM’ne yürümek üzere harekete geçmişlerdir. Ancak Atatürk Bulvarı üzerinde grubun TBMM’ne gitmesini engellemek ve istenmeyen olaylara sebebiyet vermemek amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar vasıtasıyla barikat kurmak suretiyle grubun önü kesilmiş ve görevlilerimiz tarafından grubun duyarak anlayabileceği şekilde gerekli ikazlar yapılmıştır.

Burada grup içerisinden [N.M.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru bağırmak suretiyle kışkırtıcı mahiyette çeşitli açıklamalar yapmış, [O.K.] isimli şahıs Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından oluşturulan barikatın üzerine doğru gelerek emniyet mensuplarına doğru kafa atacakmış gibi abanarak ve bağırarak kışkırtıcı bir şekilde konuşmalar yapmış, ardından da emniyet mensuplarının üzerine doğru tükürmüş, yine grup içerisinden [D.K.] isimli şahıs da Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru 'Katilsiniz Oğlum / Tayyibin Köpeklerisiniz' şeklinde hakaret içerikli beyanlarda bulunmuştur.

Akabinde grup, ellerinde bulunan flama sopaları ile Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline vurmak suretiyle saldırmaya başlamıştır. Bunun üzerine grubun gerilemesine yetecek ve saldırılarını sonlandıracak ölçüde kısa süreli gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından geriye doğru çekilen grup, bir süre sonra Olgunlar Sokak Atatürk Bulvarı kesişiminde eylemlerine devam etmekte olan topluluktan da katılımlarla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından Atatürk Bulvarı üzerinde kurulan barikata doğru tekrar yönelmeye başlamıştır.

Saat 18.55’de eylemci grubun tamamının duyarak anlayabileceği şekilde; 'Dikkat Dikkat Yolu Araç Trafiğine Kapatan Gruba Sesleniyorum. Yaptığınız Eylem 2911 Sayılı Kanuna Aykırıdır. Yolu Trafiğe Açınız. Aksi Takdirde Müdahale Edilerek Dağıtılacaksınız.' şeklinde gerekli ikaz anonsları yapılmıştır.

Saat 19.00’da topluluğun yapılan tüm ikaz anonslarına ve ikaz sonrası dağılmaları için beklenilmesine rağmen herhangi bir dağılma eğilimi göstermeyerek yolu araç trafiğine kapatarak eylemlerini devam ettirdikleri esnada topluluk içerisinden bazı şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru havai fişek ile saldırmaya başlamış, akabinde de topluluk içerisinden diğer bazı şahıslar da daha önceden saldırı amaçlı hazırladıkları taş, sopa, havai fişek, bilye ve soda şişesi gibi materyalleri emniyet mensuplarına doğru atmak suretiyle saldırılarını artırarak devam ettirmişlerdir.

Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından topluluğun saldırılarını sonlandırmak, topluluğun dağılmasını sağlayarak ilimizin ana arterlerinden Atatürk Bulvarı'nı araç trafiğine açmak amacıyla orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle topluluğa müdahale edilmeye başlanmıştır. Yapılan müdahalenin ardından topluluk bir miktar geriye çekilmesine rağmen dağılmamakta direnmeye devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden bazı şahıslar emniyet mensuplarına doğru taş, soda şişesi, bilye vb. maddeler ile havai fişek ile saldırılarına devam etmiştir. Bunun üzerine Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından müdahale edilmeye devam edilmiş, bir süre sonra da topluluğun ara sokaklara dağılması sağlanarak Atatürk Bulvarının araç trafiğine açılması sağlanabilmiştir.

Atatürk Bulvarı Olgunlar Sokak kesişiminde bulunan ve yapılan müdahale sonrası geriye çekilerek büyük oranda dağılan kitle içerisinden sayıları yaklaşık (800)’ü bulan ve aralarında SDP (Sosyalist Demokrasi Partisi), Öğrenci Kolektifleri, Dev-Lis’in bulunduğu marjinal gruplardan oluşan topluluk Olgunlar Sokak'tan Meşrutiyet Caddesine zaman zaman saldırılarını devam ettirmek suretiyle intikal etmiştir. Burada “ÎŞ KAZASI DEĞİL CİNAYET/SDP” ibareli bez pankart arkasında, çevreden topladıkları tahta perde, çöp kutusu vb. malzemelerle cadde üzerinde barikat kuran topluluk içerisinden yüzleri bez, gaz maskesi, motorcu kaskı, poşu vb. ile kapalı olan şahıslar, Meşrutiyet Caddesi Atatürk Bulvarı kesişiminde emniyet tedbiri alan Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeline doğru sapan kullanarak veya doğrudan taş, soda şişesi ve bilye gibi malzemelerle saldırmaya devam etmiş, bu esnada da topluluk içerisinden şahıslar tarafından çok sayıda havai fişek emniyet mensuplarına doğru atılmıştır.

Bunun üzerine yapılan saldırıları sonlandırarak Meşrutiyet Caddesi üzerindeki saldırgan grubun dağılımını sağlamak amacıyla Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından orantılı ve kademeli olarak tazyikli su ve gaz kullanılmıştır.

Yapılan müdahalenin ardından saldırgan topluluk geriye doğru çekilmiş, saldırılarını da devam ettirmek suretiyle ara sokaklara kaçmıştır. Akabinde söz konusu gruplar, zaman zaman bina aralarından taş, bilye, havai fişek vb. cisimler atmak, ana arterler üzerinde tekrar toplandıktan sonra yapılan ikazları dinlemeyerek barikat kurmak suretiyle kanuna aykırı eylemlerini devam ettirmiş, ancak Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli marifetiyle orantılı olarak tazyikli su ve gaz kullanılarak dağılmaları sağlanmıştır.

Bu esnada ise Güvenpark havuz başında sabah saatlerinden itibaren gerçekleştirilen kanuna aykırı eylemleri devam ettirmek amacıyla tekrar toplanan ve sayıları yaklaşık (200) kişiyi bulan grup, bir süre beklendikten sonra görevlilerimiz tarafından tüm grubun duyarak anlayabileceği şekilde 'Yaptıkları Eylemin Kanunsuz Olduğu, Eylemlerini Sonlandırarak Buradan Dağılmaları Gerekliği, Sabah Saatlerinden İtibaren Eylemlerim Yapmalarına Hoşgörü Gösterildiği, Ancak Aralarında Günün Anlam ve Önemini İstismar Etmek İsteyen Şahısların Olduğu, Bu Nedenle Artık Dağılmaları Gerektiği' yönünde peş peşe ikaz anonsları yapılmıştır,

Ancak yapılan ikazlara rağmen eylemci grubun dağılmamakta ısrar etmesi üzerine, şahıslar Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli tarafından kalkanlar marifetiyle Kızılay AVM ve Ziya Gökalp Caddesi istikametine doğru süpürülmüştür. Kızılay AVM önünde sloganlar eşliğinde beklemeye devam eden grup, bir süre daha bekledikten sonra çeşitli yönlere dağılmıştır.

…”

13. Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliği 4/2/2015 tarihli yazıyla 14/5/2014 günü Güvenpark içini ve civarını gösteren ANK-0278, ANK-0279, ANK-0280 ve ANK-0281 No.lu hareketli ve sabit 1-2-3 No.lu Kent Güvenlik Yönetim Sistemi (KGYS) kameraları bulunmakla birlikte kayıtların yaklaşık bir ay merkez arşiv veri tabanında tutulmasından dolayı geçmişe dönük kayıt elde edilemediğini bildirmiştir.

14. Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü ise 3/2/2015 tarihli yazıyla ANK-281 No.lu hareketli kameraya ait görüntüleri iki CD olarak göndermiştir. Diğer hareketli ve sabit kameraların görüntülerinin gönderilememe nedeni açıklanmamıştır.

15. Güvenpark civarındaki bazı işyerleri ve apartmanların güvenlik kameralarından bir görüntü elde edilemediğine dair tutanaklar düzenlenmiştir.

16. Olay günü gaz kullanan 49 polis memurunun isim ve sicil numaralarının yazılı olduğu liste 9/2/2015 tarihinde Savcılığa sunulmuştur.

B. Başvurucuların Raporları

17. Başvurucular 14/5/2014 günü saat 20.00 civarında biber gazı sıkılması şikâyetiyle Ulucanlar Devlet Hastanesinde muayene olmuştur. Muayene bilgileri şöyledir:

i. Başvurucu Sıla Uzunpınar'la ilgili adli raporda kişinin görme düzeyinin tam ve göz basıncının 14/16 olduğu, biyomikroskobik muayenede epitelyal (organ ve vücut yüzeylerini örten hücre tabakası) değişikliklerin saptandığı belirtilmiştir.

ii. Başvurucu Betül Korkut’un adli raporunda göz kapaklarında hiperemikoruyonktrusta hiperemi ve korneada epitelyal değişiklikler saptandığı, görme düzeyleri tam/0,8 olarak değerlendirildiği, yüzünde de yaygın epitelyal değişiklikler olduğu ifade edilmiştir.

iii. Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğünün kesin raporlarına göre başvuruculardaki bulgular, basit tıbbi müdahaleyle (BTM) giderilebilecek niteliktedir.

C. Kamera Görüntüleri Üzerinde Yaptırılan Bilirkişi İncelemesi

18. Dosyada bulunan dört DVD üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 5/6/2016 tarihli bilirkişi raporunda yer alan görüntülerin Kızılay’ın farklı yerlerindeki gösterilere ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Dosyaya ne şekilde girdiği tespit edilemeyen görüntülerin yer aldığı bu DVD’ler bilirkişi tarafından şöyle tasniflendirilmiştir:

i. Üzerinde “STO SOMA PROTESTO EYLEMİ Güvenpark-Atatürk Bulvarı-Olgunlar Madenci Anıtı” yazılı DVD’nin Ankara Emniyet Müdürlüğü Foto Film Şube Müdürlüğü tarafından kaydedilen 02.00.33 süreli videosu

ii.Üzerinde “14/5/2014 Fotofilm Şb. Soma Fotoğraflar” yazılı DVD’de beş klasör içinde 529 fotoğraf

iii. Üzerinde "2015/1373-1" yazılı DVD'de de Kızılay Meydanı’nı gösteren üç hareketli MOBESE ile çekilmiş 01.51.46 ve 01.53.31 süreli video kaydı

19. Raporda başvurucuların görüntü kayıtlarından bahsedilmemiştir. Bilirkişi raporunun tetkikinden şu tespitlere ulaşılmıştır:

i. İlk DVD’deki görüntülerin süreklilik arz etmediği, kesik kesik çekimlerden meydana geldiği, güvenlik güçlerinin eylemcileri uyardığı ancak göstericilerin protestoya devam ettiği, buna karşın görevlilerin biber gazı ve tazyikli su kullanarak göstericileri dağıtmaya çalıştığı açıklanmıştır. Bu DVD’deki diğer kayıtlar Güvenpark dışında meydana gelen olaylara ilişkindir.

ii. Fotoğraflar içinde Güvenpark’ta meydana gelen olaylarla ilgili bir fotoğraf bulunmamaktadır.

iii. Hareketli MOBESE kayıtlarında herhangi bir kriminal gelişmeye rastlanmamıştır.

iv. Bilirkişi raporunun sonuç kısmında ise Güvenpark civarında göstericilerin uzun süre slogan atıp oturma eylemi yaptıkları, vatandaşların bölgeden rahatça gelip geçtikleri, bu sürede herhangi bir müdahaleyle karşılaşmadıkları tespit edilmiştir. Raporun diğer kısımlarında ise polis ve göstericiler arasında meydana gelen şiddet olaylarının gelişimi açıklanmıştır.

D. Soruşturma Neticesinde Verilen Karar

20. Savcılık 6/4/2016 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 04/04/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK'ün kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

Ankara Emniyet Müdürlüğünün 23/02/2016 tarihli … cevabi yazısında: 14/05/2014 günü çeşitli sivil toplum örgütleri, siyasi parti, dernek, oda, sendika ve marjinal gruplar organizesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciası' ile ilgili olarak protesto amacıyla ilimiz Çankaya İlçesi Atatürk Bulvarı, Güvenpark Havuz önü, Meşrutiyet Caddesi, Olgunlar Sokak, Konur Sokak, Karanfil Sokak ile Ziya Gökalp Caddesi-Sağlık Sokak kesişiminde toplanan eylemci gruplar, çevreden topladıkları çöp kutusu, tahta ve demir parçaları vb. malzemeleri yığmak sureliyle yol üzerinde barikat kurduktan sonra barikatı ateşe vererek ana arterleri araç ve yaya trafiğine kapatarak ardından eylemci grubun içlerinden bazı şahıslar tanınmamak için yüzlerini bez parçaları ile gizledikten sonra yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan emniyet mensupları ile araçlarına, akabinde de çevrede bulunan kamu ve özel mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan, bilye, havai fişek vb. sert cisimlerle saldırmışlardır. Bunun üzerine yapılan şiddet içerikli kanuna aykırı eylemi sonlandırarak kamu düzeninin ve güvenliğinin yeniden tesis edilebilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve gaz sıkılmak suretiyle eylemci gruplara müdahale edilmiştir. Bununla birlikte müştekiler Sıla UZUN PINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK isimli şahıslar hakkında olay tarihinde 2911 sayılı yasaya muhalefet etmek suçundan şubemizce herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmıştır." şeklinde bilgi verilmiştir.

Başsavcılığımızca müştekiler Sıla UZUNPINAR ve Betül KORKUT ÖZTÜRK vekilinin iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikle değerlendirildiğinde 14/05/2014 tarihinde Kızılay bölgesinde 'Manisa İli Soma İlçesinde Meydana gelen Maden Faciasını protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve copla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 maddesinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak sureliyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 14/05/2014 tarihli gösteriye müdahale eden Ankara Emniyet Müd. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA [karar verilmiştir.]

21. Bu karara başvurucular vekilince yapılan itiraz, Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle 1/6/2016 tarihinde reddedilmiştir.

22. 17/6/206 tarihinde tebliğ edilen karara karşı 14/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. Anayasa Mahkemesinin Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 22-38) ve Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-27, 29-45) kararlarında ilgili ulusal ve uluslararası mevzuat ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) uygulaması açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 10/12/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

25. Başvurucular;

i. Soma maden kazasında 301 madencinin ölümünü protesto etmek için Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde yapılacak basın açıklamasına katılmak üzere Güvenpark’ta toplanan kişilere polisin gereksiz bir şekilde kimyasal gaz, tazyikli su ve plastik mermiyle müdahale ettiğini, bir metreden daha yakın mesafeden sıkılan gaz nedeniyle yaralandıklarını,

ii. Savcılıkça alınan bilirkişi raporunda kendilerine yönelik bir eylem tespit edilemediği ifade edilmiş ise de CD’nin 1.27.45 ila 1.27.53 sekiz saniyelik zaman diliminde gaz nedeniyle yürümekte zorlandıkları için birbirlerinin koluna girerek yürüyebildiklerine ilişkin görüntünün göz ardı edildiğini,

iii. Savcılığın talebi üzerine gönderilen MOBESE kayıtlarının olay öncesine ilişkin olduğunu, olay anını gösteren kayıtların gönderilmediğini, Emniyet Müdürlüğünün delilleri gizleme amacıyla bunu yaptığını, kovuşturmasızlık kararının gerekçesine de eksik bilgilerin sirayet ettiğini,

iv. Kararda müdahalenin zor kullanma yetkisi kapsamında kaldığı bildirilmiş ise de merdivenlerde oturup beklediklerini, hiçbir şiddet eylemine karışmamalarına karşın polis saldırısına maruz kaldıklarını belirterek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkı ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini öne sürmüşlerdir.

2. Değerlendirme

26. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesine esas alınacak olan 17. maddesinin ilgili kısımları ile 5. maddesi şöyledir:

 “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Devletin temel amaç ve görevleri

Madde 5 - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

a. Uygulanabilirlik Yönünden

27. Başvuru konusu olayda ele alınması gereken ilk husus incelemenin hangi hak kapsamında yapılacağıdır. Biber gazına maruz kalmalarından ötürü başvurucuların göz ve yüzünde epitelyal değişiklik oluşturan, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek yaralanmanın kötü muamele yasağının asgari eşiğini geçip geçmediği ele alınmalıdır.

28. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal açıdan zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri,B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

29. Kötü muamele oluşturan her eylemin aynı zamanda bireylerin fiziksel ve/veya psikolojik bütünlüğüne zarar vererek özel hayatına da menfi yansıması olacaktır. İşkence ve kötü muamele yasağı ile özel hayata saygı hakkının bir parçası olarak fiziksel ve ruhsal bütünlüğün korunması hakkının Anayasa’nın aynı maddesinde yer verilmesi de bunun göstergesidir (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/1/2018, § 51).

30. Bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

31. Başvurucular yaralanmalarının gösterinin barışçıl niteliğini bozucu bir davranışta bulunmadan Güvenpark’taki merdivenlerde oturdukları sırada, takriben bir metre mesafeden yüzlerine sıkılan biber gazından kaynaklandığını öne sürmüştür.

32. Başvurucuların darbedildiklerini öne sürdüğü yer, göstericilerin ve gazetecilerin bulunduğu bir meydandır. Burada maruz kalınan bir muamelenin üçüncü kişilerin bulunmadığı yerde gerçekleştirilenlere oranla insan onur ve haysiyetinde meydana getirebileceği zedelenmenin yoğunluk ve derinliğinde belirli derecede farklılığın oluşabileceği muhakkaktır. Anayasa Mahkemesi, kolluk görevlileri tarafından basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde bir yaralanmanın meydana getirildiği Mustafa Rollas (B. No: 2014/7703, 2/2/2017), Arif Haldun Soygür (B. No: 2013/2659, 15/10/2015), Muhterem Turantaylak (B. No: 2014/15253, 9/5/2018), Vedat Şorli ve Bilal Şorli, (B. No: 2014/10459, 13/7/2016), Zeki Bingöl (2) (B. No: 2013/6576, 18/11/2015), Erdal İmrek (B. No: 2015/4206, 17/7/2019) ve Özge Özgürengin başvurularını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında incelemiştir.

33. Biber gazının herhangi bir araz bırakmamakla birlikte kimyasal tesiri yüzünden başvurucularda oluşturduğu acı -meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahaleyle giderilebilir nitelikte olması durumunda bile bundan bağımsız olarak- başvurucularda ilave bir korku ve elem duygusuna yol açabilecek mahiyettedir (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 43).

34. Yukarıda sıralanan bu hususlar, başvurucuların maruz kaldıklarını öne sürdükleri biber gazıyla yapılan müdahale Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki asgari eşiğin aşıldığının göstergesi olduğundan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı kapsamında inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

35. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaları, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında değerlendirildiğinden bu çerçevede inceleme yapılmıştır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Esas Yönünden

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

37. Anayasa Mahkemesi, toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin ilkeleri Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§46-54) kararında açıklamıştır.

38. Başvurucular, Soma maden kazasını protesto etmek için katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşünün barışçıl niteliğini bozucu bir davranışları olmamasına karşın polisin gereksiz yere bir metre mesafeden biber gazıyla yaptığı müdahalenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağını ihlal ettiğini öne sürmektedir.

39. Anayasa'nın 17. maddesi, bir yakalamayı gerçekleştirmek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlamak için uygulanan fiziksel şiddet şeklinde tanımlanabilecek güç kullanımı, ortaya çıkan tehlike bakımından kaçınılmaz ve gerekli olandan fazla olmamak kaydıyla kullanılabilmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 81; Ali Ulvi Altunelli, § 76).

40. Başvurucuların dosyaya ibraz ettiği doktor raporları ve sekiz saniyelik video kaydı iddiaların soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte tartışılabilir olduğunu göstermektedir. O hâlde üzerinde durulması gereken en önemli nokta, kolluğun müdahalesinin gerekli ve orantılı olup olmadığıdır.

41. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir. Gözaltı gibi kişinin tamamıyla devletin gözetimi altında bulunduğu hâllerde olduğu kadar sıkı uygulanamayacak olmakla birlikte anılan ilke, güvenlik güçleri tarafından kordon altına alınan Güvenpark’ta meydana gelen bu vakada da geçerlidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87; Ali Ulvi Altunelli, § 63).

42. Yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların kolluğun müdahalesi sonucunda yaralandığı kabul edilmekle birlikte bunun zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçunun yasal unsurlarının oluşumuna yeterli gelmediği değerlendirilerek kovuşturmasızlık kararı verilmiştir.

43. Başvurucular Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı’na çelenk bırakmak amacıyla olay günü Güvenpark’ta beklemediklerini ileri sürmüştür. Başvurucuların Güvenpark’ta yaralandıkları, ibraz ettikleri CD’deki sekiz saniyelik görüntüden anlaşılmaktadır. Bu durum Kızılay ve çevresinde şiddet hareketlerinin meydana geldiği yerlere henüz intikal etmediklerini ve gösterinin barışçıl niteliğini bozmadıklarını ortaya koymaktadır.

44. Her ne kadar kolluğun tanzim ettiği tutanaklarda göstericilerden kaynaklanan bir kısmı vahim nitelikte şiddet hareketinin meydana geldiği görülmekteyse de başvurucuların beklediği Güvenpark’ta meydana gelen şiddet hareketine ilişkin gerek kamera kayıtlarında gerekse tutanaklarda bir tespit bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Güvenpark’ta toplananlara yönelen kolluk müdahalesinin gerekliliği, ne idari ne de yargısal mercilerce ortaya konulabilmiştir. Başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet suçundan açılmış bir soruşturma da bulunmamaktadır.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucular katıldıkları toplantı ve gösteri yürüyüşüne polisin biber gazıyla yaptığı müdahaleden ötürü yaralanmaları hususunda etkisiz ve özensiz biçimde yürütülen ceza soruşturmasından netice alamadıklarını ileri sürmüştür.

47. Toplantı ve gösteri sırasında kolluğun güç kullanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddialarına ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin belirlediği ilkeler Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§ 70-80) başvurusunda açıklanmıştır.

48. Toplanma özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan kamu düzenine yönelik tehditlerin gerçeklik değeri taşıması hâlinde yetkili makamların bu tehditleri bertaraf edecek tedbirleri alabilecekleri kabul edilmelidir. Alınan tedbirler, durumun özelliklerine ve gerekliliklerine göre değişiklik gösterebilir. Bu nedenle devletin bu konuda yapacağı düzenleme ve uygulamalarda belli bir takdir alanına sahip olduğunun kabulü gerekir (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 81).

49. Bu değerlendirmede başvurucunun barışçıl olmasına ve bu sebeple müdahale edilmemesi gereken birisi olması hâlinde dahi müdahale anındaki panik ve kargaşadan etkilenmesinin mümkün olduğu gözetilmelidir. Bu tür durumlarda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması gerekir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

50. Görüldüğü üzere müdahalenin gereklilik ve oranlılık değerlendirmesinde genel olarak gösterinin barışçıl olup olmadığı, bilhassa başvurucunun buna menfi yönde tesir eden bir tutum takınıp takınmadığının belirlenmesi devletin negatif yükümlülüğü bağlamındaki kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediğinin ele alınmasında anahtar role sahiptir. O hâlde savunulabilir ve makul düzeydeki kötü muamele iddialarında adli mercilere düşen görev, bu konudaki belirsizlikleri giderecek mahiyette etkili bir soruşturma yürütmektir.

51. Kötü muamele iddiasıyla karşılaşan soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz resen ve derhâl harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerektiği "Genel İlkeler" kısmında açıklanmıştır.

52. Somut olayda biber gazı kullanılması sonucunda başvurucuların yararlandığının tespit edildiği adli raporların bir suretinin hekim tarafından kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmemesi resen ve derhâl soruşturma yapılması ilkesine aykırı görülmüştür (aynı doğrultudaki karar için bkz. Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016, §§ 119-121). Soruşturma, olaydan dört aya yakın bir süre sonra başvurucuların şikâyetleri üzerine ancak başlatılabilmiştir.

53. Yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanık ifadeleri, söz konusu olaylarla ilgili olarak bilirkişi incelemeleri gibi tüm kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tedbirler alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114; Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73). Buna karşın soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde, soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemleri listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

54. Başvurucuların şikâyeti üzerine başlatılan soruşturmada Savcılık tarafından olay yeri civarındaki MOBESE kayıtları, kamu kurumları ve işyerlerinin güvenlik kamerası kayıtlarının bulunup bulunmadığı hususu araştırılmış olmakla birlikte toplumsal olaylara müdahale araçları (TOMA) ve diğer polis taşıtlarında kamera kaydı yapılıp yapılmadığı, basında yer alması kuvvetle muhtemel olaylara ilişkin olarak basın yayın kuruluşlarında görüntü olup olmadığının tespiti için girişimde bulunulmamıştır.

55. Savcılığın kamera görüntülerinin tespiti için verdiği talimat üzerine Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü Destek Büro Amirliğince, Güvenpark ve civarını gösteren dördü hareketli, üçü sabit KYGS kamerası bulunduğu ancak bunların bir aylık arşivde saklama süresi sona erdiğinden kayıtların elde edilemediği bildirilmiştir. Oysa Ankara Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü 281 No.lu hareketli kamera görüntülerini iki CD’ye kaydederek göndermiştir. Güvenpark’te bulunan yedi kameranın altısından herhangi bir kayıt elde edilememesinin nedeni Savcılıkça araştırılmamıştır. Soruşturmadaki bu özensizlik, ayrıca soruşturmanın bağımsızlık ve tarafsızlığı hususunda başvurucularda kuşku oluşmasına ve başvuru formunda bunu dillendirmelerine yol açmıştır.

56. Öte yandan o gün Kızılay’da meydana gelen gösterilere katılan toplam yirmi bir kişi hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve 2911 sayılı Kanun’a muhalefet suçlarından soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturmada temin edilen kamera kayıtları ve diğer delillerin incelenerek başvuruculara yapılan müdahalenin koşulları araştırılmamıştır.

57. Başvuruculardaki yaralanmaların polisin kullandığı cebirden kaynaklandığı somut olayda, güç kullanımının kaçınılmaz hâle geldiğini ve kullanılan gücün orantılı olduğunu kanıtlamak kamu makamlarına aittir (Ali Ulvi Altunelli, § 63). Kamu makamlarının bu yükümlülüğü olay yerini gören kamuya ve özel kişilere ait ev ve işyerleri, MOBESE, KYGS kayıtları ile TOMA'da bulunan video ve görüntü kayıtlarının saklanması için gerekli tedbirleri almasını gerektirmektedir. Bundan imtina edilmesi toplumsal olaylarda yaralanan göstericilere yapılan müdahalenin gerekli ve orantılılığını makul bir şekilde açıklama yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır (aynı doğrultudaki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat [GK], B. No: 2015/9496, 31/10/2019, § 74).

58. Kovuşturmasızlık kararına dayanak yapılan tutanağın "Güvenpark Havuzbaşı" başlıklı kısmında başvurucuların bulunduğu Güvenpark içinde vuku bulan, göstericilerden kaynaklanan bir şiddet hareketinden bahsedilmemektedir. Bahsedilen şiddet hareketleri daha çok Olgunlar Sokak ile Atatürk Bulvarı’nın kesiştiği yerlerde meydana gelmiştir.

59. Başvuruculara hangi kolluk görevlisi veya görevlilerinin biber gazı sıktığı sorusunun cevabının bulunması için de yeterli özen ve çaba gösterilmemiştir. Şüphelilerin beyanları özünde savunmaya ilişkin olmakla birlikte bunların aynı zamanda -ikrar vb. bir durum bulunmaması hâlinde dahi- kanıt unsuru olarak kullanılmasını kısıtlayan bir düzenleme bulunmamaktadır. Kovuşturmasızlık kararında şüphelilerin Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü personelleri biçiminde, anonim olarak adlandırılması da bunu teyit etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Ali Çerkezoğlu ve Diğerleri, B. No: 2015/1737, §§ 56, 57).

60. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı ileri sürülen kötü muamele iddialarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmanın etkililiği için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsızlığının ve tarafsızlığının da sağlanması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsızlığının ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Kararın gerekçesinde yalnız olayın potansiyel şüphelileri tarafından düzenlenen olay tutanağına dayanılmıştır. Müştekilerin (başvurucular) iddialarıyla soruşturmada yapılan bazı işlemler özetlendikten sonra özellikle değerlendirme kısmının çatısını oluşturan, doğruluğu başka delillerle desteklenmeyen olay tutanağının tek başına karara esas alınmasının tarafsız ve bağımsız soruşturma ilkelerine aykırılık oluşturduğu anlaşılmaktadır (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61; Ali Çerkezoğlu ve diğerleri, § 66; Hasan Fırat, § 76).

61. Son olarak soruşturmada elde edilen delillerin isabetli biçimde analiz edilip edilmediği konusu ele alınacaktır.

62. Topladığı delillerle soruşturmanın çatısını biçimlendirme rolüne sahip savcının neticeye ulaşırken nesnel bakış açısıyla ve diyalektik bir metotla analiz yapması gerekmektedir. Kızılay civarında farklı yerlerdeki göstericilerin tamamının aynı düzeyde şiddet hareketinde bulunarak gösterinin barışçıl niteliğini zedelediği varsayımından yola çıkıldığı izlenimini verecek şekilde başvurucuların içinde bulunduğu öznel durumları dikkate alınmamıştır. Öyle ki gereklilik ve oranlılık testinde farklı yerlerde, farklı şüpheliler tarafından yapılan müdahalelerin aynı koşullarda gerçekleştiği hipoteziyle ayrı bir değerlendirmede bulunulmadan kolluğun tek taraflı olarak tanzim ettiği olay tutanağında yapılan tespitlerden yola çıkılarak sonuca ulaşılmıştır.

63. Öte yandan üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılan görüntü kayıtlarında polisin doğrudan fiziksel bir müdahalesinin bulunmadığının değerlendirilmesi, görüntü kayıtlarının olayın gerçekleştiği zaman diliminin bütününü kapsayan bir mekânda vuku bulduğu şeklinde bir varsayıma dayalıdır. Bu varsayım, buna dayanılarak varılan sonucun sağlam temellere dayandığının kabul edilmesini güçleştirmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Erdal İmrek, § 69). Kamu makamlarının temin edip saklamakla yükümlü olduğu kamera görüntülerinin eksik toplanmasının başvurucuların aleyhine yorumlanarak bu yönde bir kayıt bulunmamasının kovuşturmasızlık kararına gerekçe yapılmasının rasyonel bir yöntem olduğu söylenemez.

64. Soruşturma mercii tarafından olayın sebebini aydınlatmak için atılması gerekli adımların eksik bırakıldığını ve soruşturmanın özenle yürütülmediğini gösteren yukarıda sıralanan bu tespitler, kötü muamele iddiasının gerçekleşme koşullarının tespit edilememesine neden olmuştur.

65. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

66. Başvurucular, Soma’da meydana gelen maden kazasını protesto etmek için katıldıkları gösterinin kolluk kuvvetlerince şiddet kullanılmak suretiyle dağıtılmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

67. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak olan 34. maddesi şöyledir:

"Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı

Madde 34 - Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

69. Başvurucuların katıldığı toplantının zor kullanılarak dağıtılmasının bu hakka yönelik bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmelidir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

70. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları taşımadığı müddetçe Anayasa’nın 34. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması

Madde 13 - Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

71. Sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma,demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

72. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun 2. ve 16. maddelerinde yer alan düzenlemelerin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

73. Başvuruculara yürüyüş sırasında müdahale edilmesinin Anayasa'nın 34. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3)Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının Önemi

74. Anayasa Mahkemesi demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkânını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkânı veren bu hak, çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır (Ferhat Üstündağ, B. No: 2014/15428, 17/7/2018, § 40; Dilan Ögüz Canan [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 36; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 79; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 45).

75. Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğünün ışığında değerlendirilmelidir. İfade özgürlüğünün demokratik ve çoğulcu bir toplumdaki önemi, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı için de geçerlidir (Dilan Ögüz Canan, § 34; Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 115; Osman Erbil, §§ 31, 45; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 72; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, § 66; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 52).Sonuç olarak toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır (Dilan Ögüz Canan, § 35; Ömer Faruk Akyüz, § 55).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

76. Buna göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan bir müdahale zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan § 32; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 73; Tayfun Cengiz, B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56; Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, §§ 103-105; grev hakkı bağlamında bkz. Kristal-İş Sendikası [GK], B. No: 2014/12166, 2/7/2015, § 70) ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse (bazı farklılıklarla birlikte toplantı hakkı bağlamında bkz. Dilan Ögüz Canan §§ 33, 56; sendika hakkı bağlamında bkz. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 74demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Barışçıl Toplanma Hakkı

77. Anayasa’nın 34. maddesi; fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi ve gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilme imkânı sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır (Dilan Ögüz Canan, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, § 80; Osman Erbil, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Dilan Ögüz Canan, § 36; Osman Erbil, § 54).

78. Barışçıl şekilde toplanan kişilere yapılan müdahalelerin demokratik toplumda kamu düzeninin korunması açısından gerekli olduğunun, müdahalenin kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların bu anayasal haklarını kullanırlarken sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının yetkili mercilerce (polis raporlarında, iddianamelerde veya derece mahkemelerinin gerekçelerinde) gösterilmesi gerekir (Dilan Ögüz Canan, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Anayasa Mahkemesi önündeki mesele, Soma maden kazasını protesto etmek için Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde buluşmak üzere Güvenpark’ta bekleyen grup içinde yer alan başvuruculara kolluk güçleri tarafından biber gazı sıkılmak suretiyle gösterinin dağıtılmasının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesidir.

80. Barışçıl toplantılara müdahalelerde yetkili merciler tarafından müdahalenin haklılığının kamu düzeninin bozulması veya bozulma tehlikesinin ortaya çıkması sebebiyle yapıldığının veya katılımcıların sahip oldukları hak ve özgürlüklerin gerektirdiği ödev ve sorumluluklara uygun davranmadıklarının idarece ortaya konulması gerektiğinden (Sevinç Hocaoğulları, B. No: 2015/271, 15/11/2018, § 46) dosya içeriğinde yer alan ve idarece düzenlenen tutanaklar, kolluk görevlilerinin ifadeleri ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karar çerçevesinde değerlendirme yapılacaktır.

81. Hiçbir hak ve özgürlüğün sınırsız kullanılması düşünülemeyeceğinden toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı için de kötüye kullanımları önlemek ve kamu düzenini sağlamak amacıyla sınırlamalar öngörülmesi kaçınılmazdır. Çizilen bu sınırlar, hem kolluk görevlilerini disiplin altına alıcı hem de bu sınırlara riayet etmeyen göstericileri dışlayıcı bir özellik taşımaktadır. Bir hakkın mevzuatta düzenlenmesi dahi başlı başına bu hakka bazı sınırların getirilmesi gerektiğini gösteren bir olgudur. Toplumsal olaylarda bireylerin kendilerini bu sınır karşısındaki konumlandırdıkları yerin tespit edilmesi de ölçülülük değerlendirmesinde dikkate alınmalıdır. Öte yandan bireylerin ifade hürriyetlerini kolektif olarak kullanmalarının farklı bir görünümü olan toplantı ve gösterilere yapılan müdahaleler, kamu otoritesinin baskısını derinleştirme düzeneğine dönüşerek temel hak ve özgürlükleri zedeleyici bir karakter sergilememelidir. Gösterilere orantısız olarak yapılan şiddetli müdahalelerin de hakların kullanılması konusunda caydırıcı potansiyele sahip olduğu ifade edilmelidir (Ali Ulvi Altunelli, § 103).

82. Başvurucuların da içinde bulunduğu değişik sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı gösteriyle bu kişilerin Soma maden kazasında işçilerin ölüm, yaralanma ve maden ocağında mahsur kalmalarını protesto etmek amacıyla muhalif fikirlerini kolektif biçimde ifade etme çabası demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır. Dolayısıyla kamuya açık alanda düzenlenen gösteriler, günlük yaşam düzenini belirli bir derecede bozmakla birlikte bu gibi durumlarda kamu makamlarından daha hoşgörülü bir tutum takınması beklenmektedir. Aynı zamanda devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluğun güç kullanımında özellikle daha dikkatli ve profesyonel davranması icap etmektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Muhterem Turantaylak, § 51).

83. 13/5/2014 tarihinde Soma’da özel bir şirketin işlettiği maden ocağında 301 kişinin ölümü ve birçok madencinin de yaralanmasıyla neticelenen kazayla ilgili olarak Hükûmetin özelleştirme politikasını, maden ocaklarındaki elverişsiz çalışma koşullarını ve denetimlerdeki ihmalleri dile getirmek, bu konularda kamuoyu oluşturmak amacıyla sembolik önemi olan Ankara Olgunlar Sokak’taki Madenci Anıtı önünde toplanma kararı verilmiştir. Kazadan bir gün sonra, olay henüz gündemdeki sıcaklığını koruduğu sırada sivil toplum kuruluşlarının ve toplumun değişik kesimlerinin kazanın bu kadar çok işçinin ölüm ve yaralanmasıyla sonuçlanmasını protesto etmek istemesi çoğulcu demokratik sistemde olağan kabul edilmelidir.

84. Emniyet Müdürlüğünün fezlekesinden anlaşılacağı üzere 14/5/2014 Çarşamba günü gece saatlerinden itibaren Manisa Soma Kömür İşletmelerinde meydana gelen patlamada birçok işçinin hayatını kaybetmesinin ve madende mahsur kalmasının sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılması ve basında haber yapılması üzerine çeşitli sivil toplum kuruluşu mensupları ve vatandaşlar Güvenpark havuz önüne gelerek toplanmaya başlamıştır. Tutanaklar ve fezlekedeki bilgilere göre Akay Kavşağı, Olgunlar Sokak, Meşrutiyet Caddesi, Karanfil Sokak, Konur Sokak civarında toplanan gruplardan bazı kişilerin toplantının barışçıl niteliğini bozucu şekilde polise saldırması üzerine kolluk tarafından güç kullanılarak göstericiler dağıtılmıştır.

85. Ancak başvurucuların bulunduğu Güvenpark havuz başını gösteren KYGS kayıtlarında şiddet hareketlerinin orada meydana geldiğini gösteren bir unsur bulunmamaktadır. Polisin yine de buradaki gruba dağılmaları konusunda ihtar yaptığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Güvenpark’ın içinde toplanan göstericilerin kolluk kuvvetlerine, kamu binalarına ya da özel ev ve işyerlerine saldırdıklarını ortaya koyan bir görüntü tespit edilmemesine karşın olay yerindeki göstericiler arasında yer alan başvurucuların gösterileri biber gazı, basınçlı su ve süpürme yöntemi kullanılarak sonlandırılmıştır.

86. Başvurucuların ödev ve sorumluluklarına aykırı davrandıkları, kendilerinin bizzat şiddete başvurdukları ya da bu haklarını barışçıl kullanmadıkları yönünde dosyada bir tespit bulunmamaktadır. Yetkili mercilerin müdahalenin kamu düzeninin bozulması ya da bozulma tehlikesi olduğunu ikna edici surette ortaya koyması gereklidir. Somut olayda, başvurucuların eylemlerinin kamu düzeninin bozulmasına yol açtığı ya da bozulma tehlikesi doğurduğu idarece ortaya konulamamıştır.

87. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 20.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir(Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

91. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

92. İncelenen başvuruda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutu ile Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla ihlalin toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılan müdahaleden ötürü başvurucunun yaralanması ve bu konuda etkili bir soruşturma yürütülmemesinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

93. İhlalin yargısal karardan kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedebilir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66-67).

94. Lakin olayın üzerinden geçen zaman da dikkate alındığında bu aşamadan sonra delillerin toplanması ve faillerin tespitindeki güçlük nedeniyle yeniden soruşturma yapılmasında fayda görülmemiştir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. Hasan Fırat, § 90).

95. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağı ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

96. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvuruculara ayrı ayrı net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/12/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AKIN CAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/13469)

 

Karar Tarihi: 10/6/2020

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin KAYA

Başvurucu

:

Akın CAN

Vekili

:

Av. Doğukan Tonguç CANKURT

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen bir protesto gösterisine kolluk görevlilerince güç kullanılarak yapılan müdahale sırasında orantısız güç kullanımı sonucu yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin etkili soruşma yürütülmemesi nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının, toplantının hukuka aykırı şekilde dağıtılması nedeniyle de toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 19/7/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. 1/6/2013 tarihinde Ankara'nın Ziya Gökalp Caddesi'nde gerçekleştirilen protesto eylemine katılan başvurucu, eylem sırasında kolluk görevlisi tarafından kullanılan göz yaşartıcı gaz tüfeğinden atılan kapsülün başına isabet etmesiyle yaralanmış ve aynı gün Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) tedavi edilerek hakkında genel adli muayene raporu düzenlenmiştir. Raporda "Kafasına gaz bombası gelmiş. Sağ temporalde [başın sağ kulak üstü kısmı] 5 cm lik kesi. Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu..." şeklinde bir tespit bulunmakta olup bunun dışında herhangi bir yaralanmadan bahsedilmemiştir.

10. Başvurucu 12/7/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yaptığı suç duyurusunda, ilgili kolluk görevlilerinin ve kolluk amirlerinin yanı sıra Güvenlik Şube Müdürlüğünden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile İl Emniyet Müdürü ve Vali'den de şikâyetçi olmuştur. Başvurucu, katılmış olduğu protesto gösterisinde saat 15.00-15.30 civarında bir polis memurunun elindeki gaz tüfeği ile üzerine nişan alarak kasıtlı biçimde atış yapması sonucu baş bölgesinden yaralandığını iddia etmektedir. Başvurucu suç duyurusu dilekçesinde, meydana gelen yaralanma nedeniyle ilgili kolluk görevlileri ve amirlerinden şikâyetçi olduğunu detaylı şekilde açıklarken İl Emniyet Müdürü ve Vali'den neden şikâyetçi olduğuna dair özel bir gerekçe belirtmemiştir. Başvurucu açılacak adli soruşturmada, İl Emniyet Müdürlüğü görevlilerinden şikâyetçi olduğundan soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığının temini için adli kolluk olarak polis yerine jandarma görevlilerinin kullanılmasını da istemiştir. Cumhuriyet savcısının bizzat yürütmesini istediği soruşturmada başvurucu öncelikle trafik kamera kaydı (MOBESE) ile olaya ilişkin kamu ya da özel kişilere ait güvenlik kamera kayıtlarının toplanmasını ve sorumlu polis memurlarının kimlik tespitlerinin yapılmasını talep etmiştir.

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte soruşturma başlatılmış, 18/7/2013 tarihinde kolluğa müzekkere yazılarak başvurucunun iddiaları kapsamında toplumsal bir olaya müdahale edilip edilmediğine, edildiyse gerekli uyarıların yapılıp yapılmadığına ilişkin bilgi istenmiştir. Yazılan müzekkerede ayrıca olay anına ilişkin varsa kolluk tarafından çekimi yapılan kamera görüntüsünün temini ile olay yerini gören kamu ya da özel kişilere ait kamera kaydının araştırılması istenmiştir. Bunun dışında başvurucu hakkında 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçu kapsamında adli bir işlem yapılıp yapılmadığı da kolluktan sorulmuştur. Ayrıca başvurucunun yaralanmasına neden olduğu iddia edilen polis memurunun kimlik bilgilerinin tespiti, bu mümkün değilse olay yerinde gaz mühimmatı kullanmaya yetkili kolluk personelinin kimlik bilgilerinin tespiti ile gönderilmesi istenmiştir.

12. Kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına 2/12/2013 tarihli yazıyla verdiği cevapta;

i. 31/5/2013 tarihinden itibaren çeşitli sivil toplum örgütleri ve marjinal gruplar organizesinde İstanbul Gezi Parkı olayları kapsamında Ankara'da özellikle Kızılay Meydanı ve çevresinde gösterilerin gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Söz konusu olaylarda göstericilerin güvenlik görevlilerine taş, şişe, sopa, bilye vb. gibi sert cisimlerle saldırıda bulunduğu, çevrede bulunan kamu ve özel kişilere ait eşyalara zarar verdiği vurgulanmıştır. Kolluk görevlilerince göstericilerin tamamının duyabileceği şekilde eylemlerine son vererek dağılmaları yönünde ikazlar yapıldığı ancak dağılmamakta direnen ve şiddete başvuran göstericilere karşı kamu güvenliğinin yeniden tesis edilmesi amacıyla orantılı olarak tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu ifade edilmiştir.

ii. Başvurucu hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, devletin egemenlik alametlerini alenen aşağılama, terör örgütü propagandası yapma, görevi yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme, yaralama, silahlı terör örgütüne üye olma, mala zarar verme, iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçları kapsamında Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından adli işlem yapılarak dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığının ilgili birimine iletildiği belirtilmiştir. Ayrıca başvurucunun 1/6/2013 tarihinde Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen eyleme katıldığı, tanınmamak için yüzünü bezle kapattığı, kolluk görevlilerine taş attığı yönünde kamera kaydı bulunduğu belirtilerek bu kayıttan alıntılanan üç fotoğraf yazı ekinde sunulmuştur. Söz konusu fotoğraflardan başvurucunun yüzünün bir kısmının bezle kapatılmış olduğu, elinde taş olduğu ve taş attığı tespit edilebilmektedir. Başvurucu hakkında ayrıca 2911 sayılı Kanun'a muhalefet, görevi yaptırmamak için direnme, nitelikli kasten yaralama, kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, nitelikli hırsızlık, mala zarar verme, kamu malına zarar verme, ulaşım araçlarının alıkonulması suçlarından adli işlem yapıldığı ve soruşturma evrakının Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirildiği de ifade edilmiştir.

iii. Ankara genelinde Gezi Parkı eylemleri kapsamında gerçekleştirilen gösterilere ve bunlara yapılan müdahalelere ilişkin olarak kolluk görevlileri tarafından düzenlenen toplam dört Olay ve Yakalama Tutanağı ile bir İkaz Tutanağı Cumhuriyet Başsavcılığına verilen cevap yazısı ekinde sunulmuştur. Anılan tutanaklarda il genelindeki gösterilerin nasıl ve ne şekilde geliştiği, gruplara müdahale şekli, hangi göstericilerin ne zaman yakalanarak gözaltına alındığı gibi çeşitli bilgilere yer verildiği görülmektedir. Tutanak içeriklerinde -başvurucunun da yaralandığını belirttiği- Ziya Gökalp Caddesi'ndeki göstericilere olay tarihinde tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğundan bahsedilmesine karşın başvurucunun yakalanarak gözaltına alındığı bilgisine yer verilmediği anlaşılmaktadır. İkaz Tutanağı'nın ise Millî Müdafaa Caddesi'ndeki göstericilere yönelik yapılan ikazlara ilişkin düzenlendiği görülmektedir.

iv. Başvurucunun yaralanmasına neden olan polis memurunun kimlik tespitinin yapılamadığı zira olayların kapsamının büyüklüğü nedeniyle il dışından da birçok kolluk personelinin görevlendirildiği ifade edilmiştir. Ayrıca Başbakanlık merkez binasının göstericiler tarafından işgal edilmeye çalışılması nedeniyle görev yerleri farklı birçok kuvvetin bu alana kaydırıldığı, bu nedenle başvurucunun şikâyetine konu olayın meydana geldiği bölge çevresindeki görevli tüm kolluk personelinin isim listesinin gönderildiği belirtilmiştir. Anılan listede ellisi gaz kullanmaya yetkili olduğu belirtilen yüzlerce kolluk görevlisinin isminin bulunduğu görülmektedir.

v. MOBESE görüntülerine ilişkin olarak Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen 30/7/2013 tarihli tutanakta, bahse konu bölgede 6/7/2013 günü saat 04.00'ten öncesine ait görüntü bulunmadığı, ayrıca veri tabanının bir ay süreyle kayıt tuttuğu belirtilmiştir. Ayrıca üç farklı özel kişiye ait işyeri güvenlik kamera görüntülerine ikisi on beş ve otuz günlük kayıt sakladığı, biri ise olay tarihinde yeni kuruluyor olduğu gerekçesiyle erişilemediğine ilişkin tutanaklar düzenlenmiştir. Öte yandan Kent Güvenliği Yönetim Sistemi'nin (KGYS) olay yerine ait 1/6/2013 günü 15.00 ile 17.00 saatleri arasındaki görüntüleri ile kolluğun ilgili birimi (Foto Film Şube Müdürlüğü) tarafından kaydedilen görüntülerin temin edilerek gönderildiği belirtilmiştir.

13. Cumhuriyet Başsavcılığı, kolluğun gönderdiği toplam altı DVD içindeki kamera görüntüleri ve fotoğraflar ile başvurucu tarafından dosyaya sunulduğu anlaşılan bir DVD içindeki fotoğrafları, inceleyip rapor hazırlamak üzere veri hazırlama ve kontrol işletmeni olan bağımsız bir bilirkişiye 30/3/2016 tarihinde tevdi etmiştir. Bilirkişi raporunu dosyaya 31/3/2016 tarihinde sunmuştur. Raporda;

i. Başvurucu tarafından dosyaya sunulan DVD içinde on yedi fotoğraf bulunduğu, fotoğrafların polis memurlarının -nerede ve hangi gösteride olduğu bilinmeyen- göstericilere yaptığı müdahaleleri gösterir mahiyette olduğu belirtilerek bu fotoğraflardan üçüne yer verilmiştir. Bu üç fotoğrafta polis memurlarının göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini -kullanım talimatına aykırı olarak- yatay pozisyonda kullandığı görülmektedir.

ii. KGYS görüntüleri olduğu anlaşılan fakat raporda MOBESE olarak belirtilen iki DVD içindeki toplam altı video dosyasının olay yerini gösterir hareketli kamera kaydı olduğu, görüntülerde Kızılay Meydanı'na ilerleyen çok sayıdaki göstericiye polis müdahalesinin ardından geri çekildiği ve başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir görüntünün tespit edilemediği belirtilmiştir. Görüntülerden alıntılanan toplam yirmi altı fotoğrafa raporda yer verilmiştir. Fotoğraflardan bir kısım göstericinin yüzlerini bezle kapattığı, ellerinde sopa veya flama bulunduğu, yer yer göz yaşartıcı gaz kullanıldığı tespit edilebilmektedir.

iii. Kolluğun ilgili birimi tarafından kaydedilen ve toplam dört DVD içinde sunulan içerikte, üç kamera görüntüsü ile 819 fotoğrafın bulunduğu belirtilmiştir. Görüntülerin Kızılay Meydanı'nın farklı bölgeleri ile Yüksel Caddesi ve Karanfil Sokak'a ait kayıtlar olduğu, süreklilik arz etmediği ve toplam 178 dakika 17 saniye sürdüğü ifade edilmiştir. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin bir tespit yapılamadığı belirtilen görüntülerden toplam on beş fotoğraf alıntılanmıştır. Fotoğraflarda göstericiler tarafından atılan taşlar, yollara kurulan barikatlar, göz yaşartıcı gaz dumanı görülmektedir. İçinde fotoğraf bulunduğu belirtilen DVD'den ise sekiz fotoğrafa yer verilmiştir. İlk beş fotoğrafta bazı göstericiler ile göz yaşartıcı gaz dumanı, son üç fotoğrafta ise tahrip edilen bankamatik ile otobüs olduğu görülmektedir. Fotoğraflardan da herhangi bir yaralanma olayının tespit edilemediği belirtilmiştir.

iv. Raporun sonuç bölümünde eylemlerin genelinde göstericilerin dağılmamakta ısrar ettikleri, kolluk görevlilerinin tazyikli su ve göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunduğu, göstericiler ile güvenlik güçleri arasında yaklaşık otuz kırk metre mesafe bulunduğu, başvurucunun iddiasına konu olay yeri ve saatinde herhangi bir yaralanmanın tespit edilemediği bilgilerine yer verilmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun muayenesinin yapıldığı tıbbi kayıtlar hastaneye yazılan müzekkere ile temin edilmiş, bu doğrultuda Adli Tıp Kurumunca (ATK) düzenlenen kati adli rapor da dosya arasına alınmıştır. ATK tarafından düzenlenen adli raporun ilgili kısmı şöyledir:

"...

Sağ temporalde 5 cmlik kesi olduğu kayıtlı olup;

Yaralanmasının;

1-Kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum OLMADIĞINI,

2-Basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLDUĞUNU,

Bildirir rapordur."

15. Cumhuriyet Başsavcılığınca 27/11/2013 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu ifadesinde; Hükûmetin demokratik olmayan uygulamalarını protesto etmek amacıyla annesi ve komşularıyla birlikte Kızılay Meydanı'na gelmek için yola çıktıklarını, Ziya Gökalp Caddesi'ne geldikleri saat 15.00 ile 15.30 sıralarında polisin yoğun müdahalesi ile karşılaştıklarını dile getirmiştir. Başvurucu, üç dört polisten bir tanesinin ana gruptan öne çıkarak gaz tüfeği ile atış yaptığını ve sağ kulak üst bölgesine isabet eden gaz kapsülü nedeniyle yaralandığını iddia etmiştir. Polis memurlarının kasklı ya da gaz maskeli olmaları nedeniyle teşhiste bulunamayacağını belirtmiş, atışın kasten ve hedef alınarak yapıldığını ileri sürmüştür. Başvurucu vekili ise olay tarihinde ve yerinde gaz kullanmaya yetkili üç polis memurunun kask numaralarını başka bir soruşturma dosyasındaki fotoğraflardan tespit ettiğini belirtmiş ve bu kişilerin bulunmasını istemiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğa müzekkere yazılarak durumun sorulması üzerine, kask numaraları belirtilen üç polis memurundan ikisinin gaz kullanmaya yetkili, birinin ise yetkisiz olduğu belirlenmiş; yetkili olan iki personelin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Bir polis memuru ifadesinde; kullandığı gaz tüfeğinin metal kapsül atmayan, sadece yirmi yirmi beş metreye kadar gaz atabilen bir tüfek olduğunu, olay günü saat 12.00 ile 13.00 arasında yedi sekiz kez gaz attığını ancak grubun önüne çıkarak gaz tüfeği kullanmadığını belirtmiştir. Gaz tüfeğinin yiv seti bulunmadığını, nişangâh tertibatının olmadığını, bu nedenle nişan alınarak atış yapılmasının teknik olarak mümkün olmadığını da dile getirmiştir. Polis memuru ayrıca olay günü göstericilerin saat 15.00 civarında yoğun taşlı saldırılarına maruz kaldıklarını, mühimmatlarının azaldığını, sayılarının az ve yolların kapalı olması nedeniyle takviye edilemediklerini, geri çekilmek zorunda kaldıklarını, ayrıca bu saldırıda yaralandığını belirterek buna dair sağlık raporu ibraz etmiştir. Diğer polis memuru ise saat 14.00-14.30 civarında olay yerinden Güvenpark istikametine doğru geri çekildiklerini zira mühimmatlarının bittiğini ve göstericilerin sayıca fazla olduğunu, hedef alarak atış yapmadığını belirtmiş ve müsnet suçlamayı kabul etmemiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığınca 31/3/2016 tarihinde başvurucunun şikâyetine ilişkin olarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Başsavcılığımızca yapılan soruşturma kapsamında, olay tarih ve saatinde belirtilen alana ilişkin temin edilen görüntü kayıtlarının 31/03/2016 tarihinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde müşteki Akın Can'ın kolluk görevlilerince veya herhangi bir kimse tarafından darp edildiğine ilişkin görüntü tespit edilememiştir.

...[kolluğa yazılan müzekkere cevabına yer veriliyor]ayrıca 01/06/2013 tarihinde Kızılay bölgesi Ziya Gökalp Caddesi üzerinde gerçekleştirilen şiddet içerikli kanuna aykırı eylemler esnasında çekimi yapılan görüntüler üzerinde yapılan izlemede, Akın Can isimli şahsın tanınmamak için yüzünü bez parçası ile gizlemek suretiyle emniyet mensuplarına taş, sopa, şişe vb sert cisimlerle saldıran şahıslardan olduğu tespit ve aralarında Akın Can isimli şahsın da bulunduğu şüpheliler hakkında işlem yapıldığının bildirilmiştir.

Başsavcılığımızca Müşteki Akın Can'ın iddiaları ve dosya kapsamındaki deliller birlikte değerlendirildiğinde 01.06.2013 tarihinde Kızılay bölgesinde 'İstanbul-Taksim Gezi Parkı AVM projesini Protesto etmek' amacıyla toplanan eylemci grupların ana arterleri araç ile yaya trafiğine kapatmaları ve kolluk görevlilerince yapılan tüm ikazlara rağmen dağılmayarak görevli bulunan kolluk görevlileri ile araçlarına ayrıca çevrelerinde bulunan kamu ve özel mülkiyeti konu mallara taş, sopa, soda şişesi, sapan vb. sert cisimlerle saldırmaları üzerine, şiddet içerikli kanuna aykırı eyleme dönüşen gösteri ve yürüyüşe kamu düzeni ve güvenliğini tesir etmek amacıyla kolluk güçlerinin biber gazı ve jopla müdahalede bulunması sırasında müştekinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanmasında, TCK 256 md.sinde düzenlenen kolluk görevlilerinin zor kullanma sınırlarını aşmak suretiyle kasten yaralama suçunun yasal unsurları oluşmadığı anlaşılmakla yasal unsurları oluşmayan kasten yaralama suçundan 01.06.2013 tarihli gösteriye müdahale eden şüpheliler [M.K.][A.S.] ve Ankara Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Personeli hakkında kamu adına KOVUŞTURMA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"

18. Başvurucu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş, Ankara 6. Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 9/6/2016 tarihli kararıyla itiraz reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Şikayetçinin çıkan olaylarda raporunda belirtilen şekilde yaralandığı ileri sürülmüş ise de; şikayetçiye TCK. 256 maddesi kapsamında zor kullanma sınırlarının aşılması suretiyle müdahalede bulunulduğuna dair soyut iddia dışında kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bir delil bulunamadığı, dosya kapsamı ve uzman bilirkişi tarafından düzenlenen 31/03/2016 günlü rapor içeriği ile belirlenmiştir. Bu nedenle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmanın usul ve yasaya uygun olduğu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuka uygun bulunduğu, kararda gösterilen gerekçelerin dosya içeriğine uygun olduğu anlaşılmakla; [reddine karar verildi.]"

19. Ret kararı 22/6/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

20. Başvurucu 19/7/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

21. Öte yandan başvurucu katıldığı gösterideki terör suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri (bkz. § 12) nedeniyle 22/6/2013 tarihinde tutuklanmış ve 31/7/2013 tarihinde tahliye edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 9/12/2016 tarihli iddianamenin Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesince kabulüyle başlayan başvurucu hakkındaki kamu davası derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

22. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

23. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

24. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

..."

25. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesi şöyledir:

"(1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

 (2) Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür."

26. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 28-30) kararlarında 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

27. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddelerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatlarına Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer verilmiştir. Bunun dışında AİHM'in Razvozzhayev/Rusya ve Ukrayna ve Udaltsov/Rusya (B. No: 75734/12, 19/11/2019) kararına da değinilmesi gerekmektedir. Anılan kararda AİHM, barışçıl olmayan ya da barışçıl amaç taşımayan göstericilerin Sözleşme'nin 11. maddesi kapsamında koruma görmeyeceğini belirtmiş ve barışçıl olmadığını tespit ettiği bir başvurucu yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (aynı kararda bkz. §§ 282-284).

28. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine yer vermiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 10/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu, katılmış olduğu bir protesto gösterisinde kolluk görevlisi tarafından kasten ve hedef alınmak sureti ile atılan göz yaşartıcı gaz mühimmatı ile başından yaralandığını iddia etmiştir. Başvurucu olay hakkında yürütülen adli soruşturma kapsamında şikâyetçi olduğu İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında bir karar verilmemesi, annesinin tanık olarak dinlenmemesi, hakkında düzenlenen adli rapora rağmen kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; Cumhuriyet Başsavcılığı müzekkeresine verilen cevabın yeterli olmadığını, alınan bilirkişi raporunun ise olayı aydınlatmaktan uzak olduğunu, adli kolluk olarak jandarma yerine polisin soruşturmada görevlendirilmesinin soruşturmanın bağımsızlığını ve tarafsızlığını zedelediğini de iddia etmiştir. Başvurucuya göre kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralanması ve akabinde yapılan ceza soruşturmasının yetersizliği, kötü muamele yasağını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesini ve bununla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 40. maddesini ihlal etmiştir.

31. Başvurucu; kolluk görevlilerinin göstericilere karşı göz yaşartıcı gaz tüfeğini orantısız şekilde kullandığını, bu uygulamanın ülkede sistematik bir hâl aldığını iddia etmiştir. Başvurucu bu iddiası kapsamında 1/6/2013 tarihindeki başka bir olaya ait olduğunu belirttiği iki CD'yi başvuru formu ekinde sunmuştur. Bu görüntülerde kolluk görevlilerinin göz yaşartıcı gazla yaptığı müdahale sırasında yaralanan bir gösterici bulunmaktadır. Eldeki başvuruyla bir ilgisi bulunmadığından söz konusu CD içeriği incelenmemiştir.

32. Bakanlık görüşünde, başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içerikli eylemde bulunduğu da hatırlatılarak adli makamların olaydan haberdar olur olmaz soruşturma açtığı, sağlık raporu ve kamera görüntüleri gibi gerekli olan tüm delillerin toplandığı belirtilmiştir. Bakanlık; soruşturma kapsamında kamera görüntüleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığını, soruşturmanın kamu denetimine açık şekilde yürütüldüğünü, başvurucuya sürece etkili şekilde katılım ve itiraz etme imkânlarının tanındığını ifade ederek olayda etkili bir soruşturmanın yürütüldüğünü savunmuştur.

33. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, bireysel başvuruda ileri sürülen iddiaların ele alınmadığını, bunun yerine genel geçer ifadelerle ihlal oluşmadığı yönünde taraflı bir görüş sunulduğunu belirtmiştir. Başvurucu, göz yaşartıcı gaz tüfeği kullanımının talimatlara aykırı olarak kullanıldığı yönündeki iddiası hususunda Bakanlığın bir değerlendirme yapmamasını vurgulayarak bu durumun sistematik şekilde ve ülke genelinde uygulandığı yönündeki düşüncesi ile hak ihlali iddiasını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

34. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun kolluk görevlisinin eylemi sonucu yaralandığı ve bu olay hakkında yapılan ceza soruşturmasının etkili olmadığı yönündeki iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Öte yandan başvurucunun soruşturmanın bağımsız ve tarafsız şekilde yürütülmediği iddiası ile soruşturmanın olayın maddi koşullarını aydınlatmaktan uzak kaldığı yönündeki iddiası anılan yasağın usul boyutu içinde kaldığından bu şikâyetler açısından ayrıca etkili başvuru hakkı kapsamında bir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

36. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

37. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi boyutlar ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü bireyleri işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken devletin pozitif yükümlülüğü hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılması sorumluluğunu (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün alanında kalan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (benzer yöndeki inceleme usulünü içeren kararlar için bkz. Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 75; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, § 64; Mustafa Rollas, B. No: 2014/7703, 2/2/2017, § 49).

38. Başvurucunun şikâyetine konu eylem bir devlet görevlisinden kaynaklandığı için kural olarak devletin negatif yükümlülüğü kapsamında bir hak ihlali olup olmadığının incelenmesi gerekir. Ayrıca başvurucunun kolluk görevlileri hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilerek etkili soruşturma yapılmadığı iddiası da bulunduğundan pozitif yükümlülükler kapsamında etkili soruşturma yapma yükümlülüğü açısından da bir değerlendirme yapılmalıdır.

i. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

39. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında ise kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

40. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası ve Sözleşme'nin 3. maddesi istisna öngörmemekte ve işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezaların yasaklanmasının mutlak mahiyetini belirtmektedir. Kötü muamele yasağının mutlak mahiyeti Anayasa'nın 15. maddesi kapsamında belirtilen savaş veya ulusun varlığını tehdit eden başka bir genel tehlike hâlinde dahi istisna öngörmemiştir. Aynı şekilde Sözleşme'nin 15. maddesi kapsamında da benzer bir düzenleme ile kötü muamele yasağına ilişkin herhangi bir istisna öngörülmemiştir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 33).

41. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

42. Öte yandan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için makul seviyesini aşan bazı kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

43. Kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller, prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir. Bu bağlamda AİHM, suçla mücadeleye özgü inkâr edilemez zorlukların bireylerin vücut dokunulmazlığı açısından sağlanacak korumaya sınırlar koymasını haklı kılamayacağını belirtmektedir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 81). Kendisine karşı şiddet uygulayan kişilere karşı polisin müdahale etmesi kabul edilebilir, ancak her hâlükârda müdahalenin ölçülü olması ve aşırı olmaması gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 88).

44. Sadece sınırları belli bazı durumlarda güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilebilmektedir. Bu kapsamda, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 82).

45. Anayasa Mahkemesi, kötü muamelenin kişi üzerindeki etkisine göre Anayasa ve Sözleşme kapsamında nasıl derecelendirildiğine, buna göre eylemin işkenceeziyet ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele nitelendirmelerinden hangisine uygun olduğuna ilişkin temel ilke ve belirlemelerini ortaya koymuş (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 84, 85, 88-90) ve bu ilkeleri birçok kararında da tekrar etmiştir (birçok karar arasından bkz. Ender Ergün, B. No: 2016/1849, 19/11/2019, §§ 49-53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvurucu, katılmış olduğu bir gösteride kolluk kuvvetince kullanılan gaz tüfeği mühimmatı ile yaralandığından yakınmaktadır. Başvurucu bu iddiasını aynı gün tedavi gördüğü hastane tarafından düzenlenen adli raporla da desteklemektedir. Bu adli raporla bağlantılı olarak ayrıca ATK tarafından düzenlenen rapor da Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmiştir. Şu hâlde başvurucunun kendisine karşı güç kullanıldığı yönündeki iddiasını makul birtakım delillerle destekleyemediği söylenemeyecektir. Kaldı ki kovuşturmaya yer olmadığı kararında da başvurucunun iddiası dışında başka bir şekilde yaralandığı yönünde yargısal bir değerlendirme yapılmamış, aksine kolluk kuvvetinin kullandığı gücün orantılı olduğunun kabulü ile soruşturma sonuçlandırılmıştır.

47. Başvurucuda meydana gelen yaralanmanın ağırlığı, yeri ve olayın meydana geliş şekline ilişkin iddia bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi için aranan asgari ağırlık eşiğinin olayda aşılmadığı da söylenemez.

48. Kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara nasıl ve ne şekilde müdahale etmesi gerektiğine ilişkin kurallar kanuni düzenleme ile belirlenmiştir (bkz. § 24). Somut olayda, başvurucunun katılmış olduğu toplantıda barışçıl bir tutum içinde olmadığı yönündeki iddia kamu makamlarınca kamera görüntüsü gibi objektif bir delille desteklenmiştir (bkz. § 12). Buna göre başvurucunun yüzünü tanınmasına engel olacak şekilde bezle kapatması ve güvenlik güçlerine taş atması barışçıl bir gösterici olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Şu hâlde kolluk görevlilerince başvurucuya karşı güç kullanılarak yapılan müdahalenin gerekli olduğu açıktır.

49. Başvurucuya karşı uygulanan gücün orantılı olup olmadığına ilişkin yapılacak değerlendirmede ise kullanılan maddi güç aracı, başvurucuda meydana gelen yaralanmanın şekli ve niteliği gibi hususlar şüphesiz önemli olmakla birlikte olayda başvurucunun ileri sürdüğü kasıtlı ve hedef gözeterek atış yapılması iddiasıyla bu konuda kamu makamlarının olaya getirdiği açıklama da dikkate alınmalıdır.

50. Başvurucuda meydana gelen yaralanma, niteliği ve sonucu itibariyle hafif şekilde tariflense de yaşamsal açıdan riskli olarak kabul edilen baş bölgesindedir (bkz. §§ 9, 14). Ne var ki söz konusu yaralanmanın, başvurucunun yaklaşık yirmi metreden ve hedef gözetilerek yapılan atış sonucunda oluştuğu yönündeki iddiasının da tam olarak doğrulandığı söylenemez. Zira anılan mesafeden atılan ve isabet eden bir gaz mühimmatı daha ciddi sonuçlar doğuran bir yaralanmaya neden olabileceği gibi başvurucunun iddia ettiği şekilde yapılan atışın baş bölgesini sıyırarak başvurucuyu yaralaması da söz konusu olabilir.

51. Olaya dair kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda ve bilirkişi raporunda; gösterici gruba dağılmaları yönünde anons yapıldığı, dağılmamakta direnen kalabalığa önce tazyikli suyla sonra göz yaşartıcı gazla müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir. Bu açıdan maddi gücün ağırlığı nispetine göre tedricen orantılı olarak kullanıldığı not edilmelidir. Ancak başvurucu -daha özel bir şikâyet olarak- göz yaşartıcı gazın kullanımında ölçüsüz bir durumun ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Başka bir ifadeyle kullanılan maddi güç aracının bizatihi orantısız olması değil talimatlara (bkz. §§ 26, 28) uygun şekilde kullanılmaması nedeniyle ortaya çıkan orantısızlıktan yakınmakta ve bu hususu vurgulamaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere (bkz. § 50) anılan iddiayı başvurucu hakkında düzenlenen adli rapor tek başına doğrulamaktan uzaktır. Bunun dışında başvurucunun belirttiği olay yeri ve olay anına ilişkin KGYS görüntüleri bağımsız bir bilirkişi tarafından incelenmiş ve yaralanma anına ilişkin bir görüntüye rastlanmamıştır. Ayrıca olay yerini gösterme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına olayın üzerinden belli bir zaman geçmiş olması nedeniyle erişilemediği (bkz. § 12), derhal resmi bir soruşturma başlatılmamış olmasının ise bunda etkili olduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 62). Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile Hâkimliğin itiraz incelemesinde başvurucuya karşı kamusal güç kullanımının varlığı kabul edilmekle birlikte orantısız şekilde kullanıldığı yönündeki iddia delil yetersizliği gerekçesiyle reddedilmiş ancak güç kullanımının neden ve ne şekilde orantılı olduğu yönünde bir açıklama yapma yoluna gidilmemiştir (bkz. §§ 17, 18).

52. Şu hâlde başvurucunun yaralanmasının iddia edildiği gibi polis memurunun göz yaşartıcı gaz tüfeğinden kasıtlı ve hedef gözeterek yaptığı bir atış sonucu oluştuğu iddiası kamu makamlarınca -derhal resmi bir soruşturma başlatmama sonucu toplanamayan bazı delillerin de etkisiyle (bkz. § 63)- çürütülebilmiş değildir. Bu durumda savunulabilir bir iddia ileri süren başvurucuya karşı kolluk görevlisince kullanılan maddi gücün orantılı olduğu sonucuna varılamayacaktır.

53. Diğer bir husus ise kolluğun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği cevapta başvurucunun yaralandığı yerde gaz mühimmatı kullanmakla görevli polis memurunun kim olduğunun tam olarak tespit edilememesine dair sunduğu gerekçedir (bkz. § 12). Burada belirtilen hususlar kolluğun toplumsal olaya müdahalesi sırasında gerekli olan organizasyon ve planlamadaki eksikliği ile doğrudan bağlantılı olarak yorumlanabilecektir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 57; Özlem Kır, § 65; Pınar Durko, B. No: 2015/16449, 28/6/2018, § 83). Bu yönüyle de kolluğun güç kullanımının bağlı olması gerektiği sıkı denetim mekanizmasının zayıfladığı ve bu nedenle de sadece gerekli olduğu hâl ve koşullarda orantılı şekilde güç kullanılmasının temininin zorlaştığı anlaşılmaktadır (Duran Eren Şahin, B. No: 2016/11928, 20/11/2019, § 54).

54. Başvurucuya karşı kolluk görevlilerince gerekli olmakla birlikte orantısız uygulanan kamusal gücün özellikle bilgi alma cezalandırma veya yıldırma amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap verme şeklinde gerçekleştirildiği söylenemeyecektir. Eylemin uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya ya da yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olacak şekilde ortaya çıkmış olduğu iddia edilemez. Bu durumda söz konusu eylemin işkence veya eziyet boyutuna varmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucuya uygulanan şiddetin düzeyi, süresi, şekli ve eylem nedeniyle başvurucuda meydana gelen yaralanmaların niteliği bir bütün olarak ele alındığında eylemin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak tanımlanması mümkündür.

55. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

56. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

57. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın bu maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa bu madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan,§ 25).

58. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli, kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak, özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

59. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli olarak yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

60. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için öncelikle soruşturmanın bağımsız yürütülebilir bir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

61. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

62. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın bireylerin vücut bütünlüğüne yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığı noktasında yeterli bir değerlendirme de içermesi gerekmektedir (benzer yöndeki karar için bkz. Cemil Danışman, § 99).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

63. Başvurucunun 1/6/2013 tarihinde katılmış olduğu gösteride yaralanması üzerine hastaneye müracaat ederek tedavi olduğu ve aynı tarihte hakkında genel adli muayene raporu tanzim edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 9). Başvurucu hakkında düzenlenen bu adli rapor sonrası kamu otoritelerinin olaydan haberdar olduğu, bu kapsamda derhâl resmî bir soruşturma açılması gerektiği söylenebilir (bkz. § 58). Ancak başvurucunun 12/7/2013 tarihinde (olaydan yaklaşık kırk gün sonra) Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunmasına kadar herhangi bir resmî soruşturmanın başlatılmadığı görülmektedir. Bu gecikme iki açıdan önem arz etmektedir: İlki devletin kötü muamele iddiası içeren şikâyetler karşısında derhâl verdiği tepki ile bu gibi olaylara müsamahakâr davranmadığını göstermesi, ikincisi ise belli bir zaman dâhilinde kaybolma olasılığı olan delillerin bir an önce toplanmasının sağlanmasıdır. Nitekim olay anına ilişkin görüntü ihtiva etme ihtimali olan bazı özel kişilere ait iş yeri güvenlik kamera kayıtlarına soruşturmanın geç başlatılmış olması nedeniyle erişilememiştir (bkz. § 12). Dolayısıyla resmî soruşturmanın derhâl başlatılması zorunluluğu açısından gerekli özenin gösterildiği söylenemeyecektir.

64. Başvurucunun İl Emniyet Müdürü ve Vali hakkında da şikâyetçi olmasına rağmen bu kişiler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmemesi şikâyeti de resmî soruşturmanın derhâl başlatılması ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Başvurucunun Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde İl Emniyet Müdürü ve İl Emniyet Yardımcısı ile Vali'yi sadece ismen zikrettiği, bu kişiler hakkında neden ve hangi eylemleri doğrultusunda şikâyetçi olduğunu belirtmediği görülmektedir (bkz. § 10). Esasen bu kişiler hakkında sadece belli bir iddianın öne sürülmesi de yeterli olmayıp bu iddianın makul bazı delillerle savunulabilir şekilde ileri sürülmesi de resmî bir soruşturma başlatılması için ön şarttır (bkz. § 57). Dolayısıyla anılan kişiler açısından başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına yeterli düzeyde açıklama ve makul delillerle desteklenmiş savunulabilir bir iddia sunmadığından bu hususta resmî bir soruşturma yürütülmemesi Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı bağlamında bir ihlal sonucunu gerekli kılmamaktadır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 63).

65. Başvurucu jandarma yerine polisin adli kolluk olarak soruşturmada yer almasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun yaralanmasına neden olduğu ileri sürülen kolluk görevlisinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü biriminde görevli olduğunda şüphe bulunmamaktadır. Nitekim başvurucu da suç duyurusunda bu birimden bahsetmiş ve bu birimde görevli olan kolluk görevlilerinden şikâyetçi olmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca kolluğun ilgili birimi tarafından kayda alınan görüntüler ile toplantıya yapılan müdahaleye ilişkin kolluk evrakı zorunlu olarak şikâyet edilen kolluk birimlerinden istenmiştir. Zira ilgili kayıtların tutulduğu birim Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğüdür. Kamera kaydının incelenmesini ise kolluktan bağımsız bir bilirkişi yapmıştır (bkz. § 13). Olaya ilişkin kamera kaydı araştırmasını yapan görevliler ise şikâyet edilen Ankara Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü görevlileri değil Çankaya İlçe Emniyet Müdürlüğü görevlileridir. Dolayısıyla olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmada delil toplama faaliyetinde bulunan adli kolluk görevlileri ile aynı kişiler olmadığı anlaşıldığından soruşturmanın bağımsız ve tarafsız olmadığı yönünde bir izlenim oluştuğu söylenemez (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Duran Eren Şahin, § 64).

66. Başvurunun soruşturma dosyasına sunduğu kamera görüntüsü ve bazı fotoğraflar soruşturmanın sonucuna etki etme ihtimaline binaen Cumhuriyet Başsavcılığınca bilirkişi marifetiyle incelenmiştir (bkz § 13). Bu yönüyle başvurucunun sunduğu delillerin soruşturma makamınca dikkate alınmasıyla makul birtakım taleplerinin karşılanması, başvurucunun soruşturmaya etkin bir şekilde katılımının sağlandığını göstermektedir.

67. Son olarak soruşturma kapsamında elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak başvurucuya karşı kolluk görevlilerince kullanılan gücün gerekliliği ve orantılılığı hususunda yeterli düzeyde bir açıklama yapılıp yapılmadığı incelenmelidir. Şiddet hareketlerine katılması olgusu objektif birtakım delillerle ortaya konan başvurucuya karşı kamusal güç kullanılmasının gerekli olduğu kararda yeterli bir gerekçeyle açıklanmıştır. Ne var ki kararda başvurucuya karşı kullanılan gücün orantılılığı hususunda gerekçe ihtiva eden bir açıklamaya yer verilmediği, sadece suçun unsurlarının oluşmadığının belirtilmesiyle yetinildiği görülmektedir (bkz. § 17).

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

69. Başvurucu, katılmış olduğu protesto eyleminin kolluk görevlilerinin kullandığı orantısız güçle dağıtıldığını iddia ederek Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu kolluk görevlilerinin göstericilere bir saldırısı olmadığı sürece herhangi bir karşı eylemde bulunmadığını ancak polis aşırı güç kullanımıyla saldırıda bulunduğunda kaçınılmaz olarak bazı çatışmaların yaşandığını iddia etmiştir.

70. Bakanlık, başvurucunun katılmış olduğu gösterinin barışçıl olmadığını belirtmiş; başvurucunun güvenlik görevlilerine karşı şiddet içeren hareketlerinin kamera görüntüsüyle tespit edildiğine vurgu yapmıştır. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin benzer mahiyette olduğunu değerlendirdiği bazı kararlarına atıf yaparak bu kararlardaki tespitlerin de yapılacak değerlendirmede gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir.

71. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, kolluk görevlilerinin toplantıya orantısız güç kullanarak müdahale etmesinin ülke genelinde sistematik bir hâle geldiği yönündeki yakınmalarını ve hak ihlali iddiasını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

72. Anayasa’nın "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" kenar başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir."

73. Anayasa’nın 34. maddesi, fikirlerin silahsız ve saldırısız, başka bir ifade ile barışçıl bir şekilde ortaya konulabilmesi için toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını güvence altına almıştır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı şiddete başvurmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Demokratik bir toplumda, mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle değiştirilmesi, gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla ifade edilebilme imkânı kişilere sunulmalıdır. Şiddet kullanma niyetinde olan kişilerin katıldığı veya düzenlediği gösteriler barışçıl toplanma kavramı dışındadır. Dolayısıyla toplantı hakkının amacı, şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. (Dilan Ögüz Canan, [GK], B. No: 2014/20411, 30/11/2017, § 37; Ali Rıza Özer ve diğerleri, §§ 117, 118; Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleri, [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, § 80; Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, § 47; Gülşah Öztürk ve diğerleri, B. No: 2013/3936, 17/2/2016, §§ 67, 68; Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 54). Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kişilerin toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir (Osman Erbil, § 54).

74. Somut olayda, şikâyete konu gösteride barışçıl tutum içinde olmayan, güvenlik görevlilerine taş, şişe, bilye vb. gibi sert cisimler atan, yüzlerini tanınmamak için bezle kapatan bazı kişilerin bulunduğu, başvurucunun da bu kişilerden biri olduğu kolluk tarafından düzenlenen tutanaklarda belirtilmiştir (bkz. § 12). Ayrıca kamu makamlarınca başvurucunun şiddet içeren eylemleri kamera görüntüsü ile de ortaya konulmuş durumdadır. Dahası yürütülen adli soruşturma kapsamında bir süre tutuklu kalan başvurucu hakkındaki kamu davası da devam etmektedir (bkz. § 21). Dolayısıyla katıldığı gösteride barışçıl bir tavır içinde olmayan başvurucunun Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri hakkının sağladığı korumadan yararlanması beklenemez (benzer yönde bkz. Bülent Teoman Özkan ve diğerleri, B. No: 2016/557, 29/1/2020, §§ 111-117).

75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

76. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı ile şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

77. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini isteyip 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmasına karşın yeniden soruşturma yapılması talebinde bulunmamıştır.

78. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

79. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

80. İncelenen başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak ihlal sonucuna varılmasını gerektiren sebepler gözetildiğinde Cumhuriyet Başsavcılığınca yeniden soruşturma yapılmasında yarar olmadığı değerlendirilmiştir.

81. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net -isteme uygun olarak- 20.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÖKHAN GÜNDÜZ BAŞVURUSU (3)

(Başvuru Numarası: 2017/32051)

 

Karar Tarihi: 3/11/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Gökhan GÜNDÜZ

Vekili

:

Av. Engin GÖKOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda protesto eylemine yapılan müdahale neticesinde meydana gelen yaralanma ve bu olaya ilişkin ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 17/8/2017 ve 7/11/2017 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 73. maddesi uyarınca kırılan kolu için fizik tedavi uygulanması konusunda tedbir kararı verilmesini talep etmiştir.

5. Başvurucunun sağlık hizmetlerine erişim imkânına sahip olduğunu değerlendiren Komisyonca tedbir talebi reddedilmiştir.

6. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebi kabul edilmiş, ayrıca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

7. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşüne karşı başvurucu beyanda bulunmuştur.

9. 2017/37364 numaralı başvuru dosyasının kişi ve konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2017/32051 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2017/32051 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve diğer dosyanın kapatılmasına karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

11. Başvurucu, 1970 doğumlu olup olay tarihinde Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) hükümlü olarak tutulmaktadır.

12. Başvurucu 25/5/2017 tarihinde İnfaz Kurumundaki bazı uygulamaları protesto etmek amacıyla kantinin önünde başka hükümlülerle birlikte oturma eylemi başlatmıştır. Eyleme infaz koruma memurları müdahale etmiş ve başvurucuyu oturduğu yerden kaldırarak götürmek istemiştir.

13. Bireysel başvuru formunda başvurucu; bu müdahale sırasında R.Ş. isimli infaz koruma memuru tarafından yere yıkıldığını, kafasının beton zemine vurulduğunu, daha sonra kolunun kırılana kadar büküldüğünü, kırık kolundan tutulmak suretiyle sürüklenerek götürüldüğünü belirtmiştir.

14. Başvurucu aynı gün İnfaz Kurumu tarafından Acil Servisle Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesine (İhtisas Hastanesi) sevk edilmiştir.

15. Başvurucu hakkında düzenlenen 25/5/2017 tarihli adli muayene raporunda sol ön kolda hareket kısıtlılığı bulunduğu, yaralanmanın basit tıbbı müdahale ile giderilemeyeceği, hayati tehlike riskinin olmadığı tespitine yer verilmiş ve kati raporun ortopedi uzmanı tarafından verilmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

16. Adli raporu düzenleyen acil tıp uzmanı İnfaz Kurumunun düzenlediği hasta sevk kâğıdı üzerine imzasını atarak şu ibareyi yazmıştır:

"Dirsekte fraktürü olan hasta ortopedi ile konsülte edildi. Uzun kol atele alındı. 1 hafta sonra ortopedi polk. [okunamadı] önerisiyle taburcu edildi."

17. Başvurucu bazı tıbbi test ve tetkikler için 8/6/2017 tarihinde İhtisas Hastanesine sevk edilmiştir. 29/6/2017 tarihinde düzenlenen kati raporda şu tespitler yer almaktadır:

"Ulna koronoid procesde kırık kaynamış. Kırığın hayati fonksiyonlarına etkisi 3 (üç) derecedir. Hayati tehlike geçirmemiştir. Basit tıbbi müdahale ile düzelmez olduğunu bildirir hekim raporudur."

B. İnfaz Koruma Memurları Hakkında Yürütülen İdari Disiplin Soruşturması

18. Başvurucunun kolunun kırılmasına ilişkin olarak beş infaz koruma memuru ve nöbetçi müdür tarafından olayın yaşandığı gün bir tutanak düzenlenmiştir. Tutanakta başvurucunun, kantin önünde oturma eylemi yapmaya başlayınca eylemine son vermesi konusunda uyarıldığı fakat uyarıyı dikkate almadığı ve slogan atmaya başladığı, bunun üzerine mahkûm taşıma teknikleri kullanılarak yerden kaldırılıp götürülmeye çalışıldığı, bu esnada da slogan atmaya devam ettiği belirtilmiştir. Tutanakta başvurucunun koğuş şebekesi girişine getirildiğinde kapının açılması beklenirken kasten kolunun üzerine gelecek şekilde kendisini sertçe yere attığı, yere düştükten sonra "Kolumu kırdınız şerefsizler" şeklinde diyerek diğer hükümlüleri galeyana getirdiği ve toplu şekilde slogan atmaya sebebiyet verdiği ifade edilmiştir.

19. Olayla ilgili tutanağı hazırlayan dört infaz koruma memuru hakkında disiplin soruşturması yapılmıştır.

20. Muhakkikin yürüttüğü soruşturma kapsamında yazılı savunma veren üç infaz koruma memuru tutanakta (bkz. § 18) belirtildiği gibi başvurucunun kendisini yere atması sonucu kolunun zarar gördüğünü ifade etmişlerdir. V.T. isimli dördüncü infaz koruma memuru ise başvurucunun odasına götürüldüğü sırada kendisinin görev almadığını, bağırışmalar üzerine olayın yaşandığı yere gittiğini, kamera görüntüleri incelendiğinde durumun anlaşılacağını söylemiştir. Tutanakta imzası bulunan ve hakkında soruşturma açılmayan infaz başmemuru Ö.M. tanık olarak verdiği ifadede eyleme orantılı şekilde zor kullanılarak son verilmesi talimatı verdiğini söylemiş, bu aşamadan sonrasına ilişkin bir anlatımda bulunmamıştır.

21. İnfaz koruma memurları dışında tutanakta imzası bulunan ve tanık olarak dinlenen ikinci müdür İ.K.nın olayla ilgili olarak görgüye dayalı bir bir bilgisinin olmadığı görülmüştür. Soruşturmada başkaca bir tanık dinlenmemiştir.

22. Muhakkik, soruşturma sonucu hazırladığı raporda 25/5/2017 tarihli kamera kaydından bahsetmiş ise de görüntülerin içeriğine ilişkin kendisi veya bilirkişi tarafından hazırlanmış herhangi bir çözümleme tutanağından söz etmemiştir. Raporun sonuç kısmında başvurucunun koğuş şebeke girişine gelindiğinde kasıtlı olarak kendisini kolunun üzerine bıraktığının kamera görüntülerinden ve ifade tutanaklarından anlaşıldığı belirtilmiştir.

23. Disiplin soruşturması sonucunda 13/7/2017 tarihinde dört infaz koruma memuru hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

C. Başvurucu Hakkında Yürütülen Disiplin Soruşturması

24. Başvuru konusu olaya karışan infaz korumu memurlarından ikisi 25/5/2017 tarihinde düzenledikleri tutanakta başvurucunun mahkemeye gittikten sonra odasına döneceği sırada "İşkenceler bizi yıldıramaz. İşkencecilere ölüm. Kimse bize işkence yapamaz." şeklinde slogan atarak oturma eylemi yaptığı, uyarmaları üzerine başvurucunun "Eyleme devam edeceğim" dediği belirtilmiştir. Tutanakta başvurucunun eylemini sürdürmekte ısrar etmesi üzerine zor kullanılarak odasına götürüldüğü ifade edilmiştir. Başvurucu dışında üç hükümlü hakkında da aynı tutanaktan hazırlanmıştır.

25. Başvurucuya, söz konusu tutanakta belirtilen olay nedeniyle disiplin soruşturması başlatıldığı belirtilerek üç gün içinde savunma vermesi, aksi takdirde savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağı yazıyla ihtar edilmiştir. Başvurucu yazılı veya sözlü ifade vermemiştir.

26. Disiplin soruşturması sonunda başvurucuya gereksiz olarak marş söyleme veya slogan atma eylemi nedeniyle bir ay haberleşme veya iletişim (mektup) araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama cezası verilmiştir. Başvurucuyla beraber hakkında soruşturma açılan diğer üç hükümlü de hücreye koyma veya ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma gibi cezalarla cezalandırılmıştır.

D. Başvurucunun Şikâyetine İlişkin Adli Soruşturma Süreci

27. İçeriği aynı iki dilekçeyle başvurucuyla birlikte toplam beş kişi, Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) suç duyurusunda bulunmuş; 12/6/2017 tarihli dilekçelerle, 25/5/2017 tarihinde infaz koruma memurlarının saldırdıklarını, bu sırada canavarca bir hisle ve planlı bir şekilde başvurucunun kolunun kırıldığını ileri sürmüştür. Şikâyetçiler ayrıca -bireysel başvuru konusu dışında kalmakla birlikte- yazdıkları mektupların yasaklandığını da belirtmişlerdir.

28. Suç duyurusuna ilişkin dilekçeler İnfaz Kurumu aracılığıyla Savcılığa gönderilmiştir. Yazı ekinde hastane sevk evrakı, disiplin cezası kararları ve adli muayene formu da bulunmaktadır. Bunlar dışında bireysel başvuru konusu olmayan hükümlü mektubu şikâyetiyle ilgili evrak da mevcuttur. İnfaz Kurumu yazıda ayrıca olayla ilgili süreci anlatarak bilgilendirmede bulunmuştur.

29. Savcılık başvurucunun kolunun kırıldığı şikâyetiyle ilgili araştırma yapmaksızın -İnfaz Kurumundan gelen belgelere göre- bir sonuca ulaşmıştır. 21/6/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığı kararında, şikâyet dilekçelerinin gönderildiği üst yazıdaki bilgilere yer verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...

Kırıkkale F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün konuya ilişkin olarak vermiş olduğu cevabi yazıda;

...

Ayrıca DHKP/C Silahlı Terör Örgütü Üyesi hükümlülerin şikayetine istinaden Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığınca Adli Soruşturma personel hakkında da Kurumumuzca İdarri Tahkikat başlatılmış olup halen devam etmektedir.

Adı geçenin kolunun kırıldığını iddia etmesi üzerine aynı gün Kuruma 112 acil servis çağırılmış ve akabinde Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Acil Polikliniğine sevk edilmiş olup burada yapılan muayene ve düzenlenen Adli Muayene Rapor Formunda kolunda hareket kısıtlığının bulunduğu belirtilmiş, kolu atele alınarak hakkında geçici doktor raporu düzenlenmiş ve 1 hafta sonra Ortopedi Polikliniğinde kontrolü önerilerek taburcu edilmiş olup raporda kolunun kırıldığına dair herhangi bir ibare bulunmamaktadır. Adı geçenin muayene edilmesi ve hakkında kati rapor düzenlenmesi hususunda 07/06/2017 günü Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi Ortopedi Polikliniğine sevk edilmiş ve muayene sonucunda 19/06/2017 tarihine randevu verilmiş olup henüz hakkında kati doktor raporu düzenlenmemiştir.

...

Daha önce yazmış oldukları dilekçelerde de 'istediklerini alıncaya kadar eylemlerini artırarak devam edeceklerini' belirttikleri göz önüne alındığında bu tür eylemlere müdahale eden ve son çare olarak zor kullanma yetkisini kullanan personeli ise işkence yaptıkları iddiaları ile yıldırma amacı içerisinde olduklarının değerlendirildiğinin' belirtildiği,

Müştekilerin iddiaları ile ilgili kurum görevlilerinin; herhangi bir kusur, ihmal ve suç işleme kasıtlarının bulunmadığı gibi haklarında kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil de elde edilemediği, yapılan işlemlerin mevzuata uygun olduğu dosya kapsamından anlaşılmakla;

Açıklanan nedenlerle iddialar ve şüpheliler hakkında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verildi.]"

30. Başvurucunun Savcılık kararına itirazı, Kırıkkale Sulh Ceza Hâkimliğinin (Hâkimlik) 24/7/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar, başvurucuya 26/7/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

31. Başvurucu 17/8/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

32. Birleştirilen 2017/37364 numaralı dosyanın konusunu başvurucunun kolunun kırılmasına ilişkin sonraki tarihli bir şikâyet oluşturmaktadır. Buna göre başvurucu, İhtisas Hastanesinin 29/6/2017 tarihli raporunu (bkz. § 17) 2/8/2017 tarihinde Savcılığa sunarak yeniden şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun şikâyet dilekçesinin içeriği 12/6/2017 tarihli dilekçesiyle benzer şekildedir. Başvurucunun şikâyeti üzerine Savcılık 21/6/2017 tarihli kararından (bkz. § 29) bahsederek şikâyetin mükerrer nitelikte olduğunu değerlendirmiş ve kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Verilen karar Hâkimliğin 18/10/2017 tarihli kararıyla kesinleşmiştir.

33. Hâkimliğin kararı 20/10/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 7/11/2017 tarihinde yeniden bireysel başvuruda bulunmuştur.

34. Başvurucu 2017/37364 numaralı dosyada ilk bireysel başvuru dosyasındaki iddialarla aynı mahiyette şikâyetlerde bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

35. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

İşlenmesi hâlinde, şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

36. 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır."

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

B. Uluslararası Hukuk

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

39. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerin Sözleşme'yle yasaklandığını belirtmiştir. AİHM, kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğine ilişkin içtihatlarını hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

40. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007 §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

41. AİHM'e göre ceza infaz kurumundaki bir kişi üzerinde fiziksel güce başvurulması -bu kişinin kendi eylemi kesinlikle gerekli kılmadığı sürece- insan onuruna zarar verir ve prensip olarak Sözleşme'nin 3. maddesini ihlal eder (Satık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 31866/96, 10/10/2000, § 54).

42. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131; Tepe/Türkiye, B. No: 31247/96, 21/12/2004, § 48). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız ve kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve süratli biçimde çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 3/11/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kolun Kırılmasına İlişkin İddialar

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

44. Başvurucu; infaz görevlileri tarafından kolu kırılmasına rağmen kati sağlık raporu düzenlenmeden, tanık ifadelerine başvurulmadan, şüphelilerin ifadeleri alınmadan, kamera görüntüleri ve diğer deliller toplanmadan İnfaz Kurumunun yazısı doğrultusunda karar verildiğini, itirazının da gerekçesiz şekilde reddedildiğini belirterek etkili soruşturma yapılmadığını iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca kırılan kolu nedeniyle fizik tedaviye ihtiyacı olmasına rağmen bu tedavinin uygulanmadığını da belirterek kötü muamele yasağı ile adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Bakanlık görüşünde özetle; başvurucunun örgütsel irade ile İnfaz Kurumu içinde birçok defa düzeni bozucu eylem ve faaliyette bulunduğu, olay sırasında infaz koruma memurlarının görevleri gereği Kurumun düzenini sağlamak amacıyla başvurucuya ölçülü müdahalede bulunarak oturma eylemini sonlandırdıkları ve başvurucuyu koğuşuna götürdükleri, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın sonuç kısmında da zaten kanuna aykırı ve kasıtlı yahut ihmale dayalı hareketle gerçekleşen bir eylemin bulunmadığının değerlendirildiği belirtilmiştir. Görüş yazısında ayrıca başvurucunun olayla ilgili dilekçesinde genel ifadeler kullandığı, olayın örgüsü ve detaylarından bahsetmediği, meydana gelen yaralanmanın İnfaz Kurumu personeli tarafından gerçekleştirildiği yönündeki iddialarının inandırıcılığına dair uygun ve kabul edilebilir deliller sunmadığı, 25/5/2017 tarihinde gerçekleştiğini iddia ettiği olayla ilgili olarak 12/6/2017 tarihinde İnfaz Kurumuna başvuru dilekçesi vermek suretiyle özen yükümlülüğüne aykırı davrandığı, bu hususların yapılacak değerlendirmede gözönünde tutulması gerektiği ifade edilmiştir.

46. Başvurucu Bakanlığın görüş yazısına ilişkin beyan dilekçesinde bireysel başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğine yönelik iddiaları kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında kaldığından söz konusu haklar yönünden ayrıca bir inceleme yapılmamıştır.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

48. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

49. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, … maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

...”

50. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

51. Kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

52. Kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıran iddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

53. Başvurucu öncelikle kolluk görevlileri tarafından kasıtlı olarak kolunun kırıldığını iddia etmekte, sonrasında ise maruz kaldığı olayın aydınlatılması için etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirtmektedir. Bu nedenle başvurucunun şikâyetlerinin kötü muamele yasağının hem maddi hem usul boyutu açısından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.

i. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

54. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

55. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

56. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

57. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

58. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

59. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye esas alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

60. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

61. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

62. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

63. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

64. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

65. Ayrıca AİHM'in birçok kararında vurgulayıp Yurtsever ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22965/10, 8/7/2014) kararında da tekrarladığı -olayın fail ya da faillerinin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun farklı olduğu yönündeki- ilkeye özellikle dikkat çekmek gerekir. AİHM, anılan kararında bu ilkeye açıkça vurgu yapmış ve ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Yurtsever ve diğerleri/Türkiye, § 68).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Başvurucu, hükümlü olarak tutulduğu ceza infaz kurumundaki oturma eylemine yapılan müdahale neticesinde infaz koruma görevlileri tarafından kolunun kırılarak kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmektedir.

67. Anayasa Mahkemesi, asgari eşik seviyesini aştığı varsayılan kötü muamele iddialarının makul şüphe kalmayacak şekilde kanıtlanması şartını aramakta ve başvurularda öncelikle bu konudaki kanıtlama sorununu ele almaktadır (Beyza Metin, B. No: 2014/19426, 12/12/2018, § 45).

68. Somut olayda kötü muamele iddialarının fiziki bulguları açısından doktor raporlarının önem arz ettiği açıktır. Başvurucunun İnfaz Kurumundan sevk edildiği İhtisas Hastanesi tarafından ilk adli muayene raporunda kolundaki hareket kısıtlılığı tespit edilmiş, uzman doktor tarafından dirsekte kırık izlendiği belirtilmiştir (bkz. §§ 15, 16). Kaldı ki kati raporda da başvurucunun kolunda kırık olduğu ortaya konulmuştur. Bu durumda ceza infaz kurumunda hükümlü olmasından dolayı devletin gözetimi ve sorumluluğu altında bulunan başvurucunun fiziksel bir saldırıya maruz kaldığına ilişkin iddianın soruşturulması için yeterli delilin var olduğu kabul edilmelidir.

69. Bir kişinin devletin gözetimi altında bulunduğu bir zaman diliminde yaralandığının tespiti hâlinde söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme yükümlülüğü devlete aittir (Sinan Işık, B. No: 2013/2482, 13/4/2016, § 87).

70. İnfaz koruma memurlarının düzenlediği tutanakta (bkz. § 18) başvurucunun kendini yere atarak yaraladığı iddia edilmektedir. Başvurucunun şikâyeti üzerine açılan adli soruşturmada ise Savcılık yaralanmanın ne şekilde meydana geldiğine ilişkin bir açıklama yapmamış, sadece kamu görevlilerine atfedilecek bir kusur olmadığını veya bu kişilerin suç işleme kasıtlarının bulunmadığını belirtmiştir. Ancak kararında İnfaz Kurumunun yazısındaki (bkz. § 28) bilgilere olduğu gibi yer veren Savcılığın başvurucunun kolundaki kırığa ilişkin bir kabulde bulunup bulunmadığı dahi anlaşılamamıştır.

71. İddia konusu olayla ilgili olarak infaz koruma memurları hakkında açılan disiplin soruşturmasına ilişkin dosyadan, olay yerine ilişkin kamera görüntülerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte disiplin soruşturmasında muhakkik, adli soruşturmada da Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin içerikleri ortaya konulmamış ve infaz koruma memurlarının beyanlarının görüntülerle uyumlu olup olmadığı tespit edilmemiştir. Dolayısıyla bu görüntüleri çözümleyerek gerçekte neler yaşandığını ortaya koyup olayı aydınlatabilecek imkâna sahip olan soruşturma makamlarının bu konuda sessiz kalması, onlara düşen -açıklama yapma şeklindeki- ispat yükümlülüğüne aykırılık oluşturmaktadır. Bu durumda başvurucunun iddiaları doğrultusunda kamu görevlileri tarafından kolunun bükülerek kırıldığının kabulü gerekmektedir.

72. Somut olayın gerçekleşme koşulları, başvurucunun kolunda meydana gelen kırığın niteliği ve bu durumun başvurucu üzerindeki muhtemel fiziksel etkileri birlikte değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi mümkündür.

73. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun kolunun kırılmasıyla neticelenen müdahale nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi -negatif yükümlülük- boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

74. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

75. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Soruşturma etkili olmadığında anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

76. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

77. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

78. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilmiş olduğunun kabulü için;

- Yetkili makamların olaydan haberdar olur olmaz resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların meşru menfaatlerini korumak için soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115),

- Soruşturmadan sorumlu olan ve incelemeleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117),

- Soruşturmaların makul özen ve süratle yürütülmesi (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114),

- Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekmektedir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

79. Başvurucu, dört kişiyle birlikte yazdığı şikâyet dilekçesinde infaz koruma memurları tarafından kolunun kırıldığını iddia etmiş; söz konusu dilekçeyi İnfaz Kurumu aracılığıyla diğer evrakla birlikte (bkz. § 28) Savcılığa göndermiştir. Başvurucunun İhtisas Hastanesine sevkine ilişkin evraka uzman doktor tarafından dirsekte fraktür tespit edildiği yazılması karşısında başvurucunun iddiasının savunulabilir olduğu söylenmelidir. Bu noktada soruşturma makamlarının başvurucunun iddiaları konusunda etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğünün doğduğu kabul edilmelidir.

80. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, her soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68). Buna bağlı olarak soruşturmaya özgü değeri bulunan ilke ve araçların olayın aydınlatılmasını temin edecek şekilde yargısal mercilerce işlevselleştirilip işlevselleştirilmediği ortaya konmalıdır (Tuna Ayçiçek, B. No: 2014/6526, 24/01/2018, § 83).

81. Başvurucunun kamu görevlileri tarafından kolunun kırıldığını ileri sürmesine karşın infaz koruma memurlarının başvurucunun kendisinin kolunu kırdığını iddia ettiği dikkate alındığında, olay yerindeki kamera kayıtlarının incelenmesi, varsa tanıkların dinlenilmesi ve ilgililerin ifadelerinin alınması gibi birtakım soruşturma işlemlerinin yapılması gerektiği açıktır.

82. İnfaz koruma memurları hakkında yürütülen disiplin soruşturmasında kamera kayıtlarının varlığından söz edilmiş ise de bu görüntülerin tarafsız kişilerce çözümlenmesinin yapıldığına ilişkin bir tutanak veya rapor bulunmamaktadır. Dolayısıyla görüntülerin hangi beyanları doğrular nitelikte olduğu disiplin veya adli soruşturmadan anlaşılamamıştır. Başvurucunun şikâyet dilekçesi vermesi üzerine olayı öğrenen Savcılığın iddialarla ilgili olarak başvurucunun veya infaz koruma memurlarının beyanlarını almadığı, ayrıca herhangi bir inceleme ve araştırma yapmadığı görülmektedir.

83. Savcılık, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda İnfaz Kurumunun bilgilendirme yazısı ve içeriği üzerinden bir sonuca ulaşmış; herhangi bir soruşturma işlemi yapmamıştır. Öte yandan Savcılığın kararından, başvurucuda bir yaralanma meydana gelip gelmediği veya geldiği kabul edilse dahi söz konusu yaralanmanın kamu görevlilerinin müdahalesi sonucunda mı gerçekleştiği hususunda açık bir değerlendirme bulunmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir deyişle yaralanmanın niteliği ve nasıl gerçekleştiği aydınlatılmış değildir. Dolayısıyla soruşturmadaki eksiklikler ve ulaşılan sonuç Savcılığın gerçeği ciddiyetle öğrenme çabası içinde olduğu konusunda kuşku uyandırmaktadır.

84. Tüm bu eksiklikler birlikte değerlendirildiğinde başvurucuya karşı kötü muamele oluşturduğu iddia edilen eylemlere yönelik olayın aydınlatılması amacıyla etkili bir ceza soruşturması yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Ceza İnfaz Kurumunda Fizik Tedavi Uygulanmadığına İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

86. Başvurucu, kırılan kolu nedeniyle fizik tedaviye ihtiyaç duyduğunu fakat bu konuda kendisine tedavi imkânı sağlanmadığını iddia etmiştir.

87. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

88. Anayasa Mahkemesi ceza infaz kurumlarında hükümlülere sağlık hizmetlerinin hiç veya gereği gibi sağlanmamasından kaynaklanan kötü muamele iddialarına ilişkin olarak infaz hâkimliğine şikâyet yolunu, tüketilmesi gereken etkili bir iç hukuk yolu olarak gördüğünü çeşitli kararlarında belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Süleyman Araç, B. No: 2015/7985, 20/9/2018, §§ 24-29).

89. Başvurucu söz konusu şikâyetlerini infaz hâkimliği önüne taşıdığına dair herhangi bir bilgi ya da belge sunmamıştır. Dolayısıyla somut olayda, anılan kararlarda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

90. Açıklanan gereklerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. Ayrımcılık Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

91. Başvurucu; uzun yıllardır hükümlü olmasına karşın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında örgüt mensubu olarak gösterildiğini, kullanılan ifadeler nedeniyle ayrımcılığa uğradığını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

92. Bakanlık bu konuda görüş bildirmemiştir.

2. Değerlendirme

93. Anayasa'nın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesi ve Sözleşme'nin 14. maddesinde düzenlenen ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddiaların soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33).

94. Somut olayda, eşitlik ilkesinin ihlal edildiği ileri sürülmekte ise de söz konusu ihlal iddiasının hangi temel hak ve özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştiği belirtilmemiştir.

95. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

D. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

96. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

97. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

98. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

99. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

100. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66-67).

101. İncelenen başvuruda eziyet yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

102. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

103. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 70.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

104. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Gerekmesine rağmen fizik tedavi uygulanmadığına ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

3. Ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usule ilişkin boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının usule ilişkin boyutunun ihlalinin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Kırıkkale Cumhuriyet Başsavcılığına (ihlal kararı Savcılığın 2017/6616 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir.) GÖNDERİLMESİNE,

D. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlali nedeniyle net 70.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/11/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EYÜP TOY VE SAADET TOY BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/34841)

 

Karar Tarihi: 10/2/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 16/3/2021-31425

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportörler

:

Hasan SARAÇ

 

 

Elif ÇELİKDEMİR ANKITCI

Başvurucular

:

1. Eyüp TOY

 

 

2. Saadet TOY

Başvurucular Vekili

:

Av. Mesut BALTA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, okul idaresi ve öğretmenler tarafından aşağılayıcı muameleye maruz kalınmasına karşın buna ilişkin soruşturmanın etkili yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/9/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular; 2001 yılı doğumlu, olay tarihinde 15 yaşında olan N.T.nin baba ve annesi olup ailece Osmaniye'nin bir ilçesinde yaşamaktadır. Başvurucu Eyüp Toy işçi olarak çalıştığını, başvurucu Saadet Toy ise çalışmadığını beyan etmektedir.

9. Başvurucuların anlatımına göre 28/12/2016 tarihinde başvurucu babanın il dışında olması, başvurucu annenin ise epilepsi (sara) rahatsızlığı bulunan bir başka çocuğunu hastaneye götürmesinden dolayı kendilerine ulaşabilmesi amacıyla kızı N.T.ye cep telefonu vermişlerdir.

10. N.T. öğrenim gördüğü (...) lisesinde olay günü telefon araması yapılacağı haberini alması üzerine telefonunu bir başka sınıftaki arkadaşı G.K.ya vermiş, sonra geri almak istediği sırada ders öğretmeni H.C.K.nın durumu fark etmesi üzerine derse girmiş, H.C.K. da diğer sınıfa giderek telefonu G.K.dan almıştır.

11. H.C.K.ya göre telefonu aldığında telefon açık olduğundan sadece C.M. ismiyle kayıtlı bir kişiden mesajlar geldiğini fark etmiş ancak mesajları okumamış, daha sonra bu kişinin yine aynı okul öğrencilerinden olduğunu öğrenmesi üzerine telefonu Müdür Yardımcısı N.S.ye teslim etmiş, okulda telefon kullanması nedeniyle N.T.ye disiplin cezası verilmesi hususunu da okul idaresiyle görüşmüştür.

12. Başvurucular bu aşamada öğretmen H.C.K.nın mesajları okuduğunu iddia etmişlerdir. G.K. ile aynı sınıfta bulunan öğrenciler A.Ç., A.H.C., N.K. benzer ifadelerinde öğretmen H.C.K.nın sınıfa gelerek telefonu aldığını, telefona birkaç dakikayı geçmeyecek bir süre baktıktan sonra sınıfta bulunan diğer öğretmen M.K.ya telefonu gösterdiğini, öğlen saatlerinde telefonla birinin arandığını söylediğini, ardından telefonu alıp sınıftan çıktığını belirtmiştir.

13. G.K.dan telefonun alındığı sırada dersin öğretmeni olan M.K. da olaya tanıklık etmiştir. M.K.ya göre ders işledikleri esnada bulundukları sınıfa gelen öğretmen H.C.K., öğrencisi G.K.dan telefonu almış; telefonun mesaj kısmını kendisine göstererek hâlen açık olduğunu söylemiş, buna karşın mesajları kendisi veya yanında bulunan H.C.K. okumamıştır.

14. Telefonun kendisine teslim edildiği Müdür Yardımcısı N.S., başvurucuların kızı N.T.yi okul idaresine çağırmıştır. N.T. burada C.M. isimli öğrenci ile aralarında duygusal bir ilişki olduğunu, bu nedenle telefon bulundurduğunu beyan etmesi üzerine okul idarecileri N.S. ile S.G. olaya karışan öğrencilerin velilerini telefonla arayarak durumdan haberdar etmiştir.

15. İddiaya göre idarecilerden S.G., C.M.nin babası A.M. ile konuşurken C.M.nin kız arkadaşı olduğunu belirterek odada bulunan N.T. ve C.M.nin duyacağı şekilde ''Evlilik işi var, düğün, düğün.'' şeklinde beyanda bulunmuştur. S.G. daha sonra soruşturma makamına verdiği savunmasında telefonda "Düğün, düğün" dediğini kabul etmiş, tanık olarak dinlenen A.M. de bahse konu konuşmayı doğrulamıştır.

16. Başvurucu anne ile telefonda görüşen Müdür Yardımcısı N.S., başvurucuya kızının okulda telefon kullandığını ve bu nedenle okula gelmesi gerektiğini iletmiştir. Başvurucunun hastanede olduğunu beyan etmesi üzerine başvurucu annenin erkek kardeşi (N.T.nin dayısı) görüşmek üzere okula çağrılmıştır.

17. Öğrencilerin velileri ile irtibat kurulduktan sonra öğrenciler sınıflarına gönderilmiştir. Derslerin sona ermesini müteakip N.T.nin arkadaşı M.G. ile birlikte saat 15.24'te okuldan ayrıldığı, arkadaşının olmadığı sırada -saat 16.00 civarında- bir inşaattan atlayarak intihar ettiği anlaşılmıştır.

18. N.T.yi en son gören M.G.ye göre okul idaresinde bulunduğu sırada ailesinin aranmaması hususunda N.T. çok ısrarcı olmuş hatta yalvarmış, sınıfa gönderildikten sonra N.T. kısık sesle bir erkek arkadaşı olduğunu annesi öğrenirse kendisini binadan atacağını beyan etmiş, okul çıkışında da bu söylemini üç dört defa tekrar etmiştir. Kendisinin asla böyle bir şey yapmaması hususunda N.T.ye telkinlerde bulunduğunu ifade eden M.G., N.T.nin erkek arkadaşı C.M.nin yanlarına geldiğini, kendisinin onlardan ayrılarak eve gittiğini, daha sonra ise N.T.nin intihar ettiğini öğrendiğini beyan etmiştir.

19. Olayla ilgili olarak Düziçi Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) derhâl soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talimatı ile olay yeri, uzman görevlilerce incelenmiş; fotoğraf ve video kaydı yapılmış, krokiler çizilmiş, Olay Yeri Tespit Tutanakları tutulmuş ve deliller muhafaza altına alınmıştır. Olayın meydana geldiği yolun görüntülerini içeren kamera kaydı incelenmiş ve inceleme sonucu, tutanak altına alınmıştır.

20. Ölünün adli muayenesi işlemi Başsavcılık tarafından yapıldıktan sonra Adana Başsavcılığınca da otopsi işlemi icra edilmiştir. Otopsi raporuna göre N.T.nin ölümü, genel beden travmasına bağlı kot ve ekstremite kırıklarıyla birlikte iç organ yaralanmasıyla gelişen iç kanama sonucu meydana gelmiştir.

21. Başvurucular; avukatları aracılığıyla 3/1/2017 tarihinde, intihara yönlendirme, hakaret, duygusal şiddet, koruma gözetim ve yardım yükümlülüğünün ihlali, özel hayatın gizliliğinin ihlali, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, güveni kötüye kullanma, genel güvenliğin tehlikeye sokulması suçlarının işlendiği isnadıyla okul idaresi, H.C.K., C.M., S.G. ve intiharın gerçekleştiği inşaatın yetkilileri ile resen tespit edilecek kişiler hakkında Başsavcılığa şikâyette bulunmuştur.

22. 3/1/2017 tarihli şikâyet dilekçelerinde başvurucular, ders öğretmeni H.C.K.nın kızları N.T.ye ait telefonu alarak sınıfın huzurunda telefondaki mesajları okuduğunu, telefonu okul idaresine götürdüğünde mesajları okul müdür yardımcılarından S.G. ile birlikte okuyarak "Bunların evlenmesi gerek, düğün ne zaman?" diyerek kızlarıyla alay ettiklerini ve N.T.ye duygusal şiddet uyguladıklarını, başvurucu anneyi arayarak okula gelmezse telefonu N.T.ye vermeyeceklerini söyleyerek N.T.yi korkuttuklarını iddia etmiş; bu doğrultuda kızlarının duygusal şiddete maruz bırakılması, küçük düşürülmesi, özel hayatının gizliliğinin ifşa edilmesi ve kişisel verilerinin hukuka aykırı kullanılması neticesinde intihar etmesinde kusuru bulunan kişilerin cezalandırılmasını talep etmişlerdir.

23. Başsavcılık tarafından H.C.K., N.S. ve S.G. hakkında özel hayatın gizliliğini ihlal etme ile başkasını intihara yönlendirme ve/veya yardım etme suçları kapsamında soruşturma yürütülmüştür. Savcılık, İlçe Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği yazıyla olaya karıştığı iddia edilen kişilerin özel hayatın ve haberleşmenin gizliliğini ihlal suçlarından şüpheli sıfatı ile ifadelerinin alınmasını istemiştir. Şüpheliler suçlamaları reddetmiştir. Savcılık, bu kişilerin beyanlarını daha sonra tanık sıfatıyla almıştır.

24. H.C.K.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

''Olay günü ben son derse 5 dakika geç kalmıştım. [N.T.] koridorda sınıfa değilde başka bir yöne doğru gittiğini gördüm... [N.T.] okulda arama olacak nedeniyle [G.K.ya] verdiğini içinde erkek arkadaşıyla yazışmaların olduğunu.... söyledi. Ben 'sen sınıfa geç ben telefonu alırım' dedim. [G.K.dan] telefonu istedik.[G.] bize telefonu verdi. Telefonu kaydırdığımızda tuş kilidi olmadığını gördük. Telefon açıktı. [M.] Hocaya 'bakın hocam telefonda açıkmış ne yapacağım ben bunu' dedim. Telefonu müdür yardımcısı [N.S.ye] götürdüm. [Messenger] girmeden telefonun ekran görüntüsünde bildirim olarak mesajlar duruyordu. Onları [N.] Hanıma gösterip 'mesajlar gelmiş' dedim. [N.] Hanıma [N.T.yi] çağıralım dedi. [N.T.] geldiğinde 'ona telefonu niye okula getiriyorsun yanında bulunması mı gerekiyor' diye sorduk. Kendisi 'yok' dedi. Niye bu kadar paniklediğini başkasına verdiğini sorunca kendisi 'erkek arkadaşım var o nedenle korktum' dedi. 'Erkek arkadaşım [C.M.] dedi. [S.G.] [C.M.yi] çağırdı. [C.M.ye] [N.T.] 'kız arkadaşın mı' diye sorduk o da 'hayır' dedi. [N.T] de 'hocam telefona bakalım erkek arkadaşım o benim, mesajlara bakabilirsiniz' dedi ama biz okumadık. [C.M.nin] geldiğini gördük. [C.M.nin] 'o benim sevgilim değil' demesine [N.T.] çok bozuldu yüzü kızardı. .....Ben öğrencilere hitaben 'arkadaşlar sizin sevgiliniz olup olmaması beni ilgilendirmiyor sadece benim dersime telefon getirip beni zor durumda bırakmayın, Siz de yalan söylemek zorunda kalmayın' dedim. . Sonrasında zil çaldı. 'Benim misafirlerim var zaten ben çıkıyorum' dedim ve odadan çıktım. Olayı evde otururken arkadaşımdan haber aldım. Benim bilgim ve görgüm bundan ibarettir.''

25. S.G.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Olay günü 6. saat için odama geldiğimde müdür yardımcımız [N.] hanım ingilizce öğretmeni [H.] hanım ve 3 kız 1 erkek içerdeydik. [N.] hanım bana erkek öğrencinin babasını arayıp kız arkadaşı ile ilgili okula gelmesini istedik. Ben [A.M.yi] aradım. Okula gelmesini oğlunun kız arkadaşının olmasında ve kız meselesinde okula gelmesini istedik. Kendisi gürültü olduğundan beni duymuyordu. 2 defa sordu okuldan mı kaçtı devamsızlık mı yaptı kavgamı etti dedi bende önemli bir şey değil dememe rağmen beni duymuyordu. Bende yukarıda söylediklerimi söyledim. Beni anlaması için Diğer çocuklarda odada iken [N.T.de] odadaydı. Onların duymaması için [A.M.ye] 'düğün düğün' dedim Telefonu kapattım. Rehber öğretmeni [Z.K.yı] çağırdım. Kendisi odaya girdi ben odadan çıktım. Bu olay ile ilgili ondan sonra herhangi bir bilgim olmadı bir daha odaya girmedim. En son emniyet beni aradı durumu bildirdi. Öğrenci hakkında bilgi almak istedi ve olayla ile böyle bilgim oldu."

26. N.S.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Olay günü [H.] hanım elinde telefon ile geldi. Bana [N.nin] telefonundaki mesajları göstererek bak erkek arkadaşıyla mesajlamışlar derste dedi. [H.] hanım aileleri arayalım dedi. [N.nin] annesini aradım kızınız okula telefon getirmiş sevgilisi ile mesajlaşmaları varmış yarın okula gelin görüşelim dedim. Ben [N.ye] telefon ile kimle görüştün diye sordum o da bana mesenjer de erkek arkadaşıyla görüştüğünü söyledi. Diğer iki kızın telefonlarına bakmadım. Onlarında ailesini aradım.. Ben [N.nin] annesi konuşurken annesine yukarı bahsettiklerimi derken [N.de] odadaydı beni duyuyordu. Sonrasında öğrencileri sınıflarına gönderdik. Sonrasında sınıf rehber öğretmeni [Z.K.] odaya geldi. [S.G.nin] odada olup olmadığını hatırlamıyorum. [Z.K.], [N.nin] yanına gelip erkek arkadaşıyla mezarlıkta buluştuğunu abisinin arkadaşlarının gördüğünü [Z.K.ya] ağlayarak anlatmış ve bir daha yapmayacağından bahsetmiş. Olay günü [Z.K.] da bu bilgisini benimle paylaştı. Okul 15:20 de bitince hocalar evlerine gitti ben ve [S.] bey odadaydık saat 16:00 civarında [S.] beye bir telefon geldi. Bir kız öğrencinin kendini inşaatttan attığını [...] lisesi öğrencisi olabileceği bilgisi [S.] beye verildi. Sonrasında[S.] bey [N.nin] ın TC sini almak için yanıma geldi. Öğrencinin bilgilerini çıkardım. Olay gününün olduğu gece bizim kız yatılı bölümünün nöbetçisi [Ç.U.du] Daha önceden de [N.] kendini aşağıya atacağından bahsettiğini öğrencilerden [Ç.] hoca duymuş. [Ç.] hoca 12 sınıfta okuyan [Z.] isimli bir öğrenciden duyduğunu söyleyince bugün yanıma çağırdım. [Z.] adlı öğrenci bana [E.T.nin] bunu söylediğini bahsetti. Onun bilgisi olduğunu söyledi. Bu olay ile görgüm ve bilgim bundan ibarettir."

27. Olayla ilgili olarak C.M.nin İlçe Emniyet Müdürlüğünde ve Başsavcılıkta ifadesi alınmıştır. C.M.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

''[N. T.] kız arkadaşım olur. Olay olmadan önce 16 gün olmuştu ilişkimiz başlayalı...Ben son saat derste iken nöbetçi öğrenci gelip beni idareden çağırdıklarını söyledi. Ben de müdür yardımcısı odasına gittim. O an oda da [S.], [N.], [H.] Hoca, [M.G.] ve başka iki kız öğrenci daha vardı.. Ben odaya girince [H.] Hoca '[N.T.]yi tanıyor musun diye sordu. Ben tanıyorum dedim, sevgilin diye sorunca 'hayır' dedim. 'Hayır' dediğimde [N.T.] oda da yoktu diye hatırlıyorum., 1-2 dakika sonra odaya girdiğini hatırlıyorum. [N.T.] odaya gelince [H.][N.T.ye] beni göstererek 'bu mu senin sevgilin' dedi o da 'evet' dedi. [N.T.] 'evet' deyince ben de 'evet benim sevgilim' dedim. ..sonradan [S.] Hoca ailelerine haber verelim gelsinler dedi. Bunu sevgili olduğumuzu da bilakis söyledi. [H.] Hoca uzun süre telefonu inceledi. Mesajlara bakıyordu. Hatta [N.ye] telefonun giriş şifresini gir de okulun wifisine girip mesajlara bakalım dedi. [N.T.] 'tamam hocam girelim' dedi. O an [S.] Hoca benim ailemi aradığından dolayı ben dikkatimi [S.] Hocaya verdim. Şifreyi girip girmediğini hatırlamıyorum. [S.] Hoca babama okula gelmelisiniz dedi. Babam ona ne cevap verdiğini bilmiyorum. [S.] Hoca sonrasında 'evlilik işi var evlilik işi var' diyerek gülerek konuştu. ..Sonrasında [S.] Hoca 'sen sınıfına gidebilirsin' dedi. Bende odadan çıktım. Ben odadan çıkarken [N.] gördüğümde ağlıyordu. Ben sınıfıma gittim 5 dakika sonra son zil çaldı. Okuldan çıktım halk eğitim orada [N.T.] ve arkadaşı [M.G.yi] gördüm. Onları durdurdum [N.T.ye] 'canını sıkma bir yolunu buluruz' dedim. [N.] 'bana seni çok seviyorum' dedi ve yolun karşısına [M.G.] ile birlikte geçtiler ben peşlerinden gittim. [M.G.] 'ben gidiyorum o zaman' deyince [N.T.yi] 'ben bırakırım' dedim. [N.] ile bir süre yürüdükten sonra farklı yöne doğru gittiğini görünce ben 'nereye gidiyorsun halangilin evi şuradaki binadaydı' dedim o da 'bana diğer halamgile gidiyorum' dedi. O anda gözleri dolu doluydu. Yüz rengi soluktu. Bana 'sen git' dedi 'ben buradan' gideceğim dedi. O gitmeye başlayınca yolda ağladığını gördüm dayanamadım durdurdum 'kendini üzme çözülür' dedim. [N.] 'bana bir kere bu olay yüzünden uyardı zaten, duyarlarsa beni döverler' dedi. Ben de 'elbet bir yolu bulunur' dedim. O da bana 'seni çok seviyorum' dedi ve bana sarıldı. Bana 'zaten halamgile yaklaştık seni görmesinler sen git' dedi, ben tamam dedim, evime geldim. Sonradan [M.Ş] isimli arkadaşım bizim eve gelerek [N.] kendini inşaattan atmış dedi. Bizim ev inşattan uzak olmasına rağmen yola çıkınca inşaatın orası gözükmektedir. İnşaatın önünün kalabalık olduğunu görünce korkarak eve girdim ve olayı anneme anlattım.''

28. Aynı şekilde N.T.nin sınıf arkadaşları K.K., B.S., F.D.nin intihar olayıyla ilgili olarak ifadeleri alınmıştır. Sınıf arkadaşları, N.T.nin okul idaresinden döndüğünde ağladığına tanıklık ettiklerini beyan etmişlerdir. N.T.nin intihar ettiği inşaatta bulunan kişiler ile olayı gören şahısların da bilgilerine başvurulmuştur.

29. Başsavcılık; özel hayatın gizliliğini ihlal etme, başkasını intihara yönlendirme ve yardım etme suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...[N.T.nin] ....isimli apartman inşaatından atlamak suretiyle intihar ettiği [...] tüm soruşturma evrakı incelendiğinde özel hayatın gizliliğini ihlal suçu bakımından şüphelilerin ölene ait olan telefonu açarak mesaj ve arama kayıtlarını incelediklerine dair kamu davası açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı, intihara yönlendirme suçu bakımından da şüphelilerin çocuk psikolojisi bakımından yeterli eğitimlerinin bulunmadığı, öğrencilere karşı tutumlarının somut olaya uygun olmadığı anlaşılsa da yapmış oldukları eylemleri ile ölen [N.T.nin] intihar etmesi arasında illiyet bağı kurulmadığından....şüpheliler hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verilmiştir.]"'

30. Başvurucuların Başsavcılık kararına yaptığı itirazı Osmaniye 1. Sulh Ceza Hâkimliği 7/8/2017 tarihinde reddetmiştir. Ret kararı başvuruculara 16/8/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir.

31. Başvurucular 15/9/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

32. Anayasa Mahkemesince yapılan araştırmada olayla ilgili olarak Müdür Yardımcısı N.S. hakkında başlatılan disiplin soruşturması sonucunda N.S.ye kınama cezası verilmiş, daha sonra Diyarbakır 2. İdare Mahkemesi tarafından söz konusu ceza şeklî sebepler dolayısıyla iptal edilmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

33. Mahkemenin 10/2/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

34. Başvurucular; kızlarının intiharıyla sonuçlanan olay ile ilgili olarak Başavcılıkça etkili soruşturma yapılmadığını, bu bağlamda okul idaresi ve öğretmenlerinin özel hayatı ifşa edilen kızları N.T. ile alay ederek ona duygusal şiddet uygulamaları nedeniyle kızlarının intihar etmesine rağmen olaydan sorumlu kişilerin cezalandırılmadığını, N.T.nin telefonunun izinsiz olarak incelendiğini, mesajların okunduğu açık olmasına rağmen bu hususun araştırılmadığını iddia ederek eşitlik ilkesi, etkili başvuru hakkı ve adil yargılanma hakkı ile birlikte diğer anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

1. İddiaların Nitelendirilmesi ve İnceleme Kapsamının Belirlenmesi

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

36. Başvurucular, kızlarının okul yönetimi ve öğretmenleri tarafından psikolojik şiddete maruz kalması nedeniyle intihar etmesi olayının Başsavcılıkça etkili soruşturulmadığından şikâyet etmektedir. Bu bağlamda başvurucular şikâyetçi oldukları kişilerin kızları N.T.nin intihar etmesinde doğrudan eylemlerinin bulunduğunu ileri sürmemekte, sadece okulda yaşanan olaylar nedeniyle kızlarının intihar etmesine sebep olunduğunu ve intiharı önleyemediklerini dile getirmektedir. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma N.T.nin intihar etmesi olayında tüm delillerin soruşturma makamınca toplandığı ve esaslı araştırma yapıldığı, şüpheliler hakkında intihara yönlendirme veya yardım etme suçlarının işlendiğine ilişkin şüpheli eylemleri ile intihar olayı arasında illiyet bağı bulunmadığının tespit edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucuların kızlarının intiharının planlı olmadığı, okulda yaşanan olayların intihar eylemiyle sonuçlanacağının öngörülememiş olduğu dikkate alındığında yaşam hakkı yönünden inceleme yapılmasına gerek bulunmadığı değerlendirilmektedir.

37. Diğer taraftan başvurucuların kızlarının psikolojik şiddete maruz kalmasına karşın etkili soruşturma yapılmamasına ilişkin iddiaları Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında kaldığından bu madde yönünden (maddi ve manevi varlığın korunması hakkı veya kötü muamele yasağı yönünden) inceleme yapılması gerekir.

38. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

39. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

40. Somut başvurudaki iddialar, mahiyeti gereği Anayasa’nın 17. maddesinin birinci veya üçüncü fıkralarında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması veya kötü muamele yasağı kapsamında olmasına karşın bir muamelenin Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrası gereği maddi ve manevi bütünlüğün korunması hakkını aşarak üçüncü fıkrası gereği kötü muamele yasağına girmesi için asgari bir eşiğe ulaşması gerekmektedir.

41. Bu asgari eşik göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83).

42. Somut olayda, on beş yaşındaki bir kız çocuğunun bir erkek öğrenciyle aralarında duygusal bağ bulunduğunun öğrenim gördüğü okulun idaresi tarafından tespit edilmesi üzerine ailelerin durumdan haberdar edilerek öğrencilerin mahrem bilgilerinin ifşa edilmesi suretiyle okul idaresi, diğer öğrenciler ve aileleri nezdinde alay konusu olup gururlarının kırıldığı iddia edilmektedir. Dahası okul idaresindeki yetkin kişilerin bu olayı ciddiyetten uzak bir dille ailelere iletirken çocukların onurlarını zedeleyecek ölçüde davranış sergiledikleri hatta başvurucuların kızı N.T.nin bu olayın ailesine bildirilmesi nedeniyle aşırı utanç ve korku hissederek okul sonrası intihar ettiği ileri sürülmektedir.

43. Başvurucuların kızlarının anılan olay sebebiyle intihar etmesinin öngörülemeyeceği değerlendirilse de bu olayın N.T. üzerindeki ruhsal etkisi, N.T.nin yaşı, cinsiyeti, yaşadığı toplumdaki ahlaki değerler ile öğrenim gördüğü okulun disiplin kuralları bir bütün olarak dikkate alındığında okul yönetimi ve öğretmenleri tarafından yapıldığı iddia edilen muameleyle asgari eşik seviyesinin geçildiğine ilişkin savunulabilir iddiaların bulunduğu değerlendirilmekle, inceleme kötü muamele yasağı kapsamında yapılmıştır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

45. Anayasa Mahkemesinin kötü muamele yasağı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen olaylarda Anayasa'nın 17. maddesi devlete, bu konuda ihdas edilmiş bulunan yasal ve idari çerçevenin elindeki tüm imkânları kullanarak maddi ve manevi varlığı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını, buna ilave olarak işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 52 ).

46. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 82).

47. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usule ilişkin bir boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve karıştıkları olaylarda kamu görevlilerinin ya da kurumlarının kendi sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

48. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

49. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

50. Kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

51. Kızları N.T.nin intihar etmesi nedeniyle başlatılan soruşturma kapsamında başvurucular; kızlarının okul yönetimi ve ders öğretmeninin duygusal şiddetine maruz kaldığını, yaşadığı utanç ve korku sebebiyle intihar ettiğini iddia ederek sorumlu kişilerin cezalandırılmasını talep etmiştir.

52. Başsavcılık tarafından yapılan soruşturma sonunda ders öğretmeni H.C.K., Müdür Yardımcıları N.S. ve S.G.nin eylemleri ile N.T.nin intihar etmesi arasında illiyet bağı kurulmadığı, ayrıca bu kişilerin telefondaki mesaj ve arama kayıtlarını incelediklerine dair delil olmadığı değerlendirilerek intihara yönlendirme ve yardım etme ile özel hayatın gizliliğini ihlal etme suçlarına yönelik olarak şüpheli kamu görevlileri hakkında ceza davası açılmamasına karar verilmiştir.

53. Öncelikle belirtilmesi gerekir ki şüpheli öğretmen ve idarecilerin başvurucular tarafından "hakaret ve duygusal şiddet" olarak tanımlanan eylemleri nedeniyle kızlarının aşağılayıcı muameleye maruz bırakıldığı yönünde Başsavcılığa açık şikâyetleri bulunmaktadır. Buna karşın Başsavcılıkça soruşturma, sadece intihar olayı ve N.T.nin telefonundaki bilgilerin ifşa edilip edilmediği çerçevesinde yürütülmüştür. Diğer bir ifadeyle soruşturma makamınca yapılan araştırma, N.T.nin intihar etmesinde başka kişilerin yönlendirme veya yardım etme şeklinde kasıtlı sorumluluğu bulunup bulunmadığı ve özel hayatın gizliliğini ihlal bağlamında herhangi bir eylemin mevcut olup olmadığıyla sınırlı tutulmuştur.

54. Bu durumda N.T.nin intiharından önce, kamu görevi yürüten şüpheli öğretmen veya okul yönetimince bu görevin verdiği nüfuzun kullanılarak N.T.ye karşı kötü muameleye varan davranışlarda bulunulup bulunulmadığı, N.T.nin aşağılayıcı muameleye maruz kalıp kalmadığı noktasında soruşturma yapılmadığı tespit edilmiştir.

55. Oysaki başvurucunun kızlarının bir erkek öğrenciyle arasında mesajlaşma olayının açığa çıkmasından sonra yaşanan yasak cep telefonu olayı farklı bir boyut kazanmış, okul yönetiminin olaya ilişkin tavrı (bkz. §§ 15, 25) ve bu tavrın N.T. üzerindeki etkisi -suç oluşturup oluşturmadığı- çerçevesinde herhangi bir araştırma veya değerlendirme yapılmamıştır.

56. Soruşturma kapsamında toplanan deliller ve dinlenen tanık beyanlarıyla şüpheli okul görevlilerinin N.T.ye yönelik bir kısım davranışı ortaya konulmuş ise de okul yönetiminin öğrencilerle ve öğrenci aileleriyle görüşmesi esnasındaki olayların oluş şekli aydınlatılmamıştır. Diğer taraftan Başsavcılıkça toplanan mevcut deliller kapsamında da başvuruya konu şikâyete ilişkin bir irdeleme yapılmaksızın soruşturma tamamlanmıştır.

57. Kötü muamele hususundaki iddiaların soruşturma makamlarınca titizlikle araştırılması ve maddi gerçeğe ulaşma çabası içinde olunması etkili soruşturma yükümlülüğünün temelini oluşturduğu nazara alındığında somut olayda Başsavcılıktan beklenen bu özenin gösterilmediği değerlendirilmiştir. Bu noktada altı çizilmelidir ki kamu görevlilerince gerçekleşen eylemlerin suç oluşturup oluşturmadığı hususunda bir kanıya varılmaksızın yalnızca bu yönde yapılan ve savunulabilir olduğu değerlendirilen şikâyetle ilgili soruşturma yapılmaması nedeniyle etkili soruşturma yürütülmediği sonucuna ulaşılmıştır.

58. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında kalan usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmiştir.

59. Öte yandan başvurucuların kızı N.T.nin kötü muameleye maruz kaldığına yönelik savunulabilir iddiaları bulunsa da bu yönde ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle olayların gerçekliği hususunda başvuruya yansıyan olgular bağlamında bir kanaat oluşmamıştır. Bu kapsamda kötü muamele yasağının maddi boyutu itibarıyla değerlendirme yapılması mümkün görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

61. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini istemiş ve soruşturmanın yeniden açılması talebinde bulunmuştur.

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

64. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

65. İncelenen başvuruda kötü muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla kötü muamele yasağının usul boyutu ihlalinin Başsavcılıkça verilen kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda kötü muamele yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Düziçi Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/2/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.