Bu çerçevede yapılacak bir soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır. Bununla birlikte soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Buradaki etkililik, ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir.

Son olarak bu türden bir soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekmektedir.

İlgili Kararlar

♦ (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014)
♦ (Selahatdin Akgüre ve diğerleri, B. No: 2013/2515, 20/11/2014)
♦ (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015)  
♦ (Ali Mükerrem Furtun, B. No: 2013/9020, 6/10/2015)     
♦ (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016)   
♦ (Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016)
♦ (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017)
♦ (Ekrem Bora, B. No: 2014/14970, 21/9/2017) 
♦ (Nuran Seslioğlu, B. No: 2014/13765, 9/1/2018)
♦ (Aısha Fares, B. No: 2015/18701, 31/10/2018) 
♦ (Hacı Ahmet Yaşartürk ve Nurdane Yaşartürk, B. No: 2014/850, 4/4/2019) 
♦ (Mehmet Bayrakcı (2) [GK], B. No: 2014/6100, 20/6/2019)
♦ (Mahın Parjanı ve diğerleri, B. No: 2015/19219, 10/10/2019) 
♦ (Refiye Alver, B. No: 2016/10550, 17/7/2019)
♦ (Nezir Depren, B. No: 2015/6547, 9/10/2019)
♦ (Gülşen Polat ve Kenan Polat, B. No: 2015/4450, 10/10/2019) 
♦ (F.A. ve diğerleri, B. No: 2016/1640, 11/3/2020) 
♦ (Rabia Nur Yazıcı ve Selma Kocapiçak, B. No: 2016/9528, 9/6/2020)
♦ (Yılmaz Adlığ, B. No: 2017/16475, 8/7/2020)
♦ (Devrim Zengin ve diğerleri, B. No: 2017/26413, 9/7/2020)
♦ (Okan Göçer, B. No: 2017/29596, 13/1/2021) 
♦ (Nevzat Ateş, B. No: 2018/4619, 18/5/2021)
♦ (Muazzez Babak ve Naif Babak, B. No: 2017/35564, 9/6/2021) 
♦ (Atilla Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2018/10220, 15/9/2021) 
♦ (Gökhan Yiğit Koç ve diğerleri [GK], B. No: 2019/25727, 28/7/2022) 

♦ (Güneş Ayşe Özkeskin, B. No: 2019/41772, 22/11/2022) 
♦ (Asya Göres ve diğerleri [GK], B. No: 2018/15851, 1/12/2022)  (Non bis idem ilkesi  ve yeniden yargılama)
♦ (Ahmet Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2018/24394, 12/4/2023)  

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RAHİL DİNK VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/848)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

R.G. Tarih-Sayı: 12/11/2014-29173

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

Rahil DİNK

 

 

Hosrof DİNK

 

 

Delal DİNK

 

 

Arat DİNK

 

 

Sera DİNK

Vekilleri

:

Av. Fethiye ÇETİN, Av. İsmail Cem HALAVURT,

 

 

Av. Hakan BAKIRCIOĞLU, Av. Ayşenur DEMİRKALE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, birinci derece yakınları olan kişinin öldürülmesi olayı üzerine başlatılan soruşturmanın özellikle kamu görevlileri yönünden etkili bir şekilde yürütülmediğini, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutularak evrak verilmediğini, konu ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 14/9/2010 tarihinde verilen kararın gereklerinin iç hukukta yerine getirilmediğini, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10, 11., 17., 36. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Birinci başvuru 12/11/2012 tarihinde İstanbul 3 No’lu Hâkimliği (TMK 10. Maddesi ile Görevli), ikinci başvuru da 3/3/2014 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliklerinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/6/2013 tarihinde, İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/3/2014 tarihinde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucuların, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu ve kişi yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/3/2014 tarihinde, 2014/3045 numaralı dosyanın 2012/848 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 28/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvurucuların vekiline 18/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular, görüşlerini 21/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuşlardır.

8. Anayasa Mahkemesinin 19/6/2013 tarih ve 2012/848 sayılı yazısı ile somut başvuru kapsamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından “söz konusu soruşturma dosyasının geldiği aşamanın tespiti ve başvurucuların soruşturmaya katılım durumlarının belirlenmesi açısından, bu soruşturmaya ilişkin gerçekleştirilen işlem ve kararları içeren açıklayıcı bilgi notu ile birlikte, dosyada belirleyici niteliğe sahip ve gerekli görülen belgelerin onaylı suretlerinin” istenilmesi üzerine, Savcılık tarafından başvuru konusu soruşturma ile ilgili bir adet DVD 12/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur.

9. Anayasa Mahkemesinin 24/2/2014 tarih ve 2012/848 sayılı yazısıyla, yürütülen soruşturmanın etkililiğinin saptanabilmesi açısından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından ek bilgi istenilmiş ise de, anılan Savcılığın 26/2/2014 tarihli cevabi yazısında “söz konusu soruşturma dosyasında kısıtlama kararı bulunduğu, soruşturmanın gizliliğine zarar gelmemesi ve delillerin aleniyet kazanmasının takdiri Anayasa Mahkemesine ait olmak üzere soruşturma dosyasının bir suretinin dijital ortamda 30/10/2013 tarihinde gönderildiği, soruşturmanın halen devam ettiği” belirtilerek, önceki talimat yazısına atıfta bulunulmuştur.

10. Yine Anayasa Mahkemesinin devam eden yazışmaları ve yapılan telefon görüşmeleri sonucunda Samsun, Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarından 10-18-24-27/6/2014 tarihlerinde konu ile ilgili bazı ek bilgi ve belgeler alınmıştır.

11. Diğer taraftan Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 28/8/2013 tarihli görüşünde, başvurucuların Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarında teyit ettikleri bir takım bilgilere yer vermiştir.

12. Bakanlık ayrıca, söz konusu soruşturma hakkında 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesi kapsamında kısıtlılık kararı bulunduğundan İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 12/7/2013 tarihli yazısı dışında herhangi bir soruşturma evrakı temin edemediklerinden, soruşturmanın seyri ve içeriğine ilişkin Anayasa Mahkemesine ayrıntılı görüş sunamadıklarını bildirmiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

13. Başvuru formu ve ekleri ile yapılan yazışmalar ve Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Hrant Dink’in Öldürülmesi

14. Agos Gazetesinin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19/1/2007 tarihinde İstanbul’da işyerini terk etmekte iken uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir.

15. Bu olayın takipçileri olan başvuruculardan Rahil Dink maktul Hrant Dink’in eşi, Hosrof Dink kardeşi, Delal, Arat ve Sera Dink ise çocuklarıdırlar.

2. Soruşturmanın Başlatılması ve Soruşturmaya Getirilen Kısıtlama

16. Hrant Dink’in öldürüldüğü gün İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2007/972 (ve Hz.2007/115) sayılı dosya üzerinden soruşturma açılmıştır.

17. Hrant Dink cinayeti ile ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2007/972 numaralı dosya üzerinden “terör örgütü üyesi olmak” suçundan yürütülen soruşturma kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 8/10/2007 tarih ve K.2007/286 sayılı yazısı ile “soruşturma dosyasında bulunan evrakın müdafiler ve vekiller tarafından incelenmesi ve suretlerinin alınması halinde aranan kişilerin arandıklarını öğrenerek kaçmaları, suç eşyası ve suç delillerinin yok edilmesi, delillerin toplanmasının ve tüm şüphelilerle birlikte tüm suçların açığa çıkartılmasının zorlaşması ihtimaline göre kısıtlama tedbirine ihtiyaç duyulması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada bulunan evrakın şüpheli, müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından incelenmesi ve suret alınması hakkının kısıtlanmasına” karar verilmiştir.

18. Savcılıkça yürütülen soruşturmada elde edilen deliller neticesinde olaya karıştıkları tespit edilen bazı şüphelilerle ilgili olarak dava açılmış ise de, soruşturmanın kapsamlı olması ve yeni deliller elde edilmesi ihtimali gözetilerek soruşturma dosyası açık bırakılmış olup, başvurucuların bireysel başvuruya geldikleri tarih itibariyle dosya derdest bulunmaktadır.

3. Öldürme Eylemine Karışan Sivil Şahıslar Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

19. Cinayet olayı üzerine başlatılan soruşturma 20/4/2007 tarihinde 18 sivil şüpheli yönünden tamamlanarak, E.2007/368 sayılı iddianame ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır.

20. Hrant Dink cinayetinin asli faillerinden olup çocuk yaşta olması nedeniyle dosyası tefrik edilen O. S., İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 25/7/2011 tarihinde kasten öldürme suçundan 21 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu karar, 21/3/2012 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.

21. Diğer sanıklar hakkındaki karar, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 17/1/2012 tarihinde açıklanmıştır. Kararda, sanık Y. H., O. S.’yi Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmesi suçuna azmettirdiği gerekçesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Sanıklar E. Y. ve A. İ. ise, O. S.’yi Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmesi suçuna yardım ettikleri gerekçesiyle 15’er yıl hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir. Diğer taraftan, Y. H.’nin “Silahlı terör örgütünün yöneticisi olma”, E. Y. ve A. İ.’nin ise “Silahlı terör örgütüne üye olma” suçları sabit olmadığı gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir.

22. Bu karar, örgüt suçundan ve bazı sanıklar hakkında delil bulunmadığından bahisle verilen beraat kararının hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından temyiz edilmiştir.

23. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kasten öldürme suçunun örgüt faaliyeti çerçevesinde işlendiği gerekçesiyle kararın bozulması yönünde 10/1/2013 tarihinde tebliğname düzenlemiştir.

24. Temyiz incelemesi yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 13/5/2013 tarihinde, sanık Y. H.’nin silahlı suç örgütü kurma ve yönetme suçundan, sanıklar A. İ. ve E. Y.’nin silahlı suç örgütüne üye olma suçundan, sanıklar E. T., T. U. ve Z. A. Y.’nin silahlı suç örgütüne üye olma ve öldürmeye yardım suçlarından beraatlarına karar verilmesi nedeniyle söz konusu hükmün bozulmasına karar vermiştir. Kararda, örgüt için gerekli şartların somut davanın koşullarında oluştuğu, sanıklardan Y. H.’nin Hrant Dink’in öldürülmesi olayını örgütün işlemeyi amaçladığı bir suç olarak kararlaştırdığı, suç örgütünün üyeleri oldukları anlaşılan diğer sanıkların örgütün faaliyeti kapsamında O. S.’yi suçu işlemesini teşvik etmek, suç işleme kararını kuvvetlendirmek, nasıl işleyeceği hususunda yol göstermek suretiyle öldürme suçuna iştirak ettikleri ifade edilmiştir. Bu dava, İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/221 sayılı dosyası üzerinden yürütülmektedir.

4. Öldürme Eylemindeki İhmalleri Nedeniyle Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

25. Yukarıda anılan bilgi ve belgelere göre Savcılığın olay ile ilgilerini tespit ettiği kamu görevlileri hakkında yürüttüğü adli işlemler özetle şöyledir:

a. Trabzon Jandarma görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

26. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların 17/1/2008 tarihli şikayet dilekçelerine ek olarak resen yürüttüğü soruşturma sonucunda, Trabzon Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan 25/1/2008 tarih ve K.2008/33 sayı ve “ihmali davranış ile kasten öldürme” suçundan 28/4/2008 tarih ve K.2008/201 sayı ile Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına görevsizlik kararı vermiştir.

27. Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı 30/10/2007 tarih ve E.2007/2815, 25/12/2008 tarih ve E.2008/4010 sayılı iddianameleriyle bir kısım jandarma personeli hakkında “görevi ihmal” suçundan Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesinde dava açmıştır.

28. Anılan Mahkemenin 2/6/2011 tarih ve E.2008/615, K.2011/669 sayılı kararı ile, “saldırı konusunda ayrıntılı bilgi almalarına rağmen bu bilgiyi yetkili makamlara bildirmedikleri ve bu şekilde görevlerini ihmal ettikleri” gerekçesiyle, jandarma personeli olan sanıklar A. Ö., M. Y., V. Ş., O. Ş., H. Y. ve H. Ö. Ü.’nün 4 ve 6 ay arasında değişen hapis cezalarıyla mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.

b. İstanbul Emniyet görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

29. Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca Hrant Dink cinayeti ile ilgili ihmalleri olduğu iddia edilen İstanbul emniyetine mensup kamu görevlileri hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 9. maddesi gereğince yürütülen soruşturma sonucunda İstanbul Valisi tarafından verilmiş olan 20/3/2008 tarihli karar uyarınca, İstanbul Emniyet Müdürü C. C. ve İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı B. K. hakkında soruşturma izni verilmemesi, istihbaratta görevli diğer altı polis ve amirleri hakkında ise soruşturma izni verilmesi uygun görülmüştür.

30. Tarafların bu karara itiraz etmeleri üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 27/6/2008 tarih ve E.2008/374 sayılı kararı ile soruşturma izni verilmemesine ilişkin karar onanırken, haklarında soruşturma izni verilen görevliler açısından ise “soruşturma yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı” belirtilerek kararın bozulmasına ve bu kişiler yönünden soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

31. Bunun üzerine soruşturmayı yürüten Fatih Cumhuriyet Başsavcılığınca, 22/10/2008 tarih ve K.2008/9680 sayılı karar ile söz konusu kamu görevlileri hakkında “kovuşturmaya yer olmadığına” karar verilmiştir.

c. Samsun Emniyet görevlileri hakkında yürütülen ceza soruşturması

32. Samsun Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hrant Dink’i öldürdükten sonra kaçıp Samsun’da yakalanan O. S. ile ilgili Samsun Emniyet görevlilerince yapılan işlemler sırasında görevi kötüye kullanma ve gizliliği ihlal niteliğindeki eylemler nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürü olan M. B. ile komiser olarak görev yapan İ. F. hakkında 2007 yılında kamu davası açılmıştır.

33. Cumhuriyet Savcısının yazılı emrine rağmen şüphelinin gözaltına alınmaması, yaşı küçük olan şüphelinin yalnızca Cumhuriyet Savcısınca ifadesinin alınabileceği ve Savcının emri olmadıkça görüntü ve ses kaydının alınamayacağı ve fotoğrafının çektirilerek yayınlattırılamayacağı kurallarına aykırı davranılması kapsamında Samsun 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, 22/10/2008 tarih ve E.2007/521, K.2008/587 sayılı karar ile “eylemin disiplin cezası gerektirebileceği ve suçun kasıt unsuru bulunmadığı” gerekçesine dayalı olarak adı geçen sanıkların beraatına karar verilmiştir.

34. Cumhuriyet Savcısı ve başvurucular tarafından yapılan temyiz üzerine, Yargıtay 4. Ceza Dairesi 17/12/2012 tarih ve E.2010/27631, K.2012/30616 sayılı kararında, “sanıkların, Kanun ve Yönetmelik hükümlerine aykırı davranarak, şüphelinin ve ölüm olayı mağdurlarının, Anayasa’nın 36. maddesi ve AİHS’nin 6/2. maddesindeki adil yargılanma haklarının da ihlal edilmesine ve bu şekilde görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle kişilerin mağduriyetine neden olması karşısında; TCK’nın 257/1. maddesindeki icrai davranışla görevi kötüye kullanma suçunun maddi ve manevi unsurlarının oluştuğunun gözetilmemesi…, sanıkların amaçlarının kasten insan öldürme suçundan şüpheli O. S.’nin işlediği suçun doğru bir davranış olduğu yönünde kamuoyuna mesaj vermek olup olmadığı ve haklarında TCK’nın 215. maddesinin uygulanma olanağı bulunup bulunmadığı tartışılmadan, suç niteliği yanlış değerlendirilen ve yerinde görülmeyen gerekçelerle sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinin yasaya aykırı olması” gerekçesi ile Mahkemenin beraat kararı bozulmuştur. Mahkemece, bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda, adı geçen iki görevlinin sanık O. S. ile çektikleri fotoğrafları yayınlamaları şeklindeki eylemleri “suçu ve suçluyu övme” suçu kapsamında değerlendirilerek ve suç tarihi de gözetilerek 6352 sayılı Kanun’un 1/1. maddesi uyarınca “kamu davasının ertelenmesine”, ayrıca M. B. hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan verilen 5 ay hapis cezası hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına 18/6/2013 tarihinde karar verilmiştir.

5. Başvurucuların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) Başvurmaları

35. Başvurucular, bir kısım iddialara ek olarak Hrant Dink’in öldürülmesi nedeniyle, yaşam hakkının maddi ve usuli yönlerden ihlal edildiği iddiasıyla 2008 ve 2009 yıllarında AİHM’e başvuruda bulunmuşlardır. AİHM, Hrant Dink ve yakınları olan başvurucular tarafından yapılmış olan beş başvuruyu birleştirerek (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) incelemiştir.

36. AİHM, 14/9/2010 tarihinde diğer bazı ihlal nedenleri yanında, resmi makamların Hrant Dink’in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunmasına rağmen, cinayetin meydana gelmesini engellemek için gerekli önlemleri almadıkları gerekçesiyle, Sözleşme’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin maddi yönden; Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı emniyet ve jandarma görevlileri hakkında başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması nedeniyle, Devletin, ihmalleri görülen kişileri belirleme ve cezalandırma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna vararak, anılan maddenin usul yönünden de ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal nedeni oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın koşullarında başvurucular Rahil Dink, Delal Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e birlikte 100.000, başvurucu Hasrof Dink’e 5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur.

37. AİHM, olayın meydana gelişini ihmali davranışları ile engelleyemeyen kamu görevlileri hakkında ilgili birimlerce yapılan işlemler konusunda şu tespitlerde bulunmuştur:

AİHM,

· Trabzon Emniyet Müdürlüğü görevlilerinin, İstanbul Emniyet Müdürlüğünü, Y.H.’nin Hrant Dink’in öldürülmesini planladığı, adli sicilinin ve kişiliğinin de bu suçu işlemeye elverişli olduğu konusunda 17/1/2006 tarihinde resmi olarak haberdar ettiğini, ancak İstanbul Emniyet Müdürlüğünün söz konusu istihbarat üzerine herhangi bir işlem yapmadığını, İstanbul Savcılığının 20/4/2007 tarihli iddianame ile terör eylemleri ve adam öldürmek için suç örgütü oluşturma ve bunlara üye olma ya da bu tür eylemleri azmettirmekten dolayı on sekiz sanık hakkında bir kamu davası açtığını, bu davanın halen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olduğunu,

· Trabzon Savcılığının 30/10/2007 tarihli iddianamesi ile jandarma görevlileri V.S. ve O.S. hakkında Trabzon Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığını, ancak 4/4/2007 tarihli Valilik kararına karşı başvurucuların avukatları tarafından gerçekleştirilen ve söz konusu jandarma görevlilerinin üstlerinin sorumluluğuna da gidilmesi talebini içeren başvurunun Trabzon Bölge İdare Mahkemesi tarafından 6/6/2007 tarihinde reddedildiğini,

· İstanbul Savcılığının ihbarı üzerine, Trabzon Savcılığınca, Trabzon Emniyet Müdürlüğündeki sorumlular hakkında soruşturma açıldığını, sonuç olarak 10/1/2008 tarihinde takipsizlik kararı verildiğini, bu takipsizliğe yapılan itirazın ise 14/2/2008 tarihinde, Rize Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiğini,

· İstanbul Savcısı tarafından İstanbul Emniyet Müdürlüğündeki bazı görevliler hakkında yürütülen soruşturmaların, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin, 23/5/2007, 27/6/2008 ve 15/11/2008 tarihli soruşturma izni verilmemesi ya da verilmiş izinlerin iptali yönündeki kararları nedeniyle takipsizlikle sonuçlandığını,

· Samsun Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı mensuplarının Hrant Dink’in katil zanlısı olan O. S.’yi, cinayetin ertesi günü İstanbul’dan Trabzon’a dönerken, Samsun otogarında yakalamaları ve ellerinde Türk bayrağı bulunan şüpheliyle birlikte fotoğraf çektirmeleri nedeniyle başvurucuların O. S. ile poz veren polis ve jandarma görevlileri hakkında Hrant Dink cinayetini övmek ve görevi kötüye kullanmaktan dolayı suç duyurusunda bulunduklarını, ancak Samsun Savcılığının yaptığı adli soruşturma sonucunda, 22/6/2007 tarihinde takipsizlik kararı verdiğini, bununla birlikte Savcının, güvenlik güçleri mensuplarının yaptıkları bazı usuli hataların (özellikle de küçüklere ilişkin soruşturmanın gizliliği açısından) ise disiplin yargılamasına konu olabileceği ihtimalini dışlamadığını, güvenlik güçleri aleyhine başlatılan disiplin soruşturmalarının, ceza yargılamasının gizliliği ilkesinin ihlali ve güvenlik güçlerinin saygınlığını bozmadan dolayı disiplin cezaları verilmesi ile sonuçlandığını saptamıştır.

38. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin usul yönünden ihlal gerekçelerini ortaya koyarken de şu değerlendirmeleri yapmıştır:

AİHM özetle,

· Somut olayda, Hrant Dink cinayetinin ardından İstanbul Savcılığının, İstanbul ve Trabzon güvenlik güçlerinin bu suçun muhtemelliği konusunda edindikleri bilgileri yönetme biçimine ilişkin olarak ayrıntılı ve titiz bir soruşturma yürüttüğünü, İstanbul Savcısının, güvenlik güçleri nezdindeki olası ihmaller serisini gün yüzüne çıkardığı ve bu açıdan elde ettiği bilgileri, başvuranın yaşamının korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların kimliğini de belirtmek suretiyle, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma birimlerine ilettiği,

· İstanbul Savcılığının ihbarı ve İçişleri Bakanlığının emri üzerine Trabzon’da başlatılan soruşturmalar sonunda, Valinin, iki astsubay dışında ilgili jandarma mensuplarının ceza mahkemesi önüne çıkarılmasına izin vermediği, …iki astsubayın bilgileri iletmesinin ardından, uygun önlemleri almaya yetkili olan Trabzon Jandarma subaylarının niçin pasif kaldığı konusunda hiçbir sonuca ulaşılmadığı,

· Trabzon polisinin suçun önlenmesi kapsamındaki usulsüzlük ve ihmalleriyle ilgili olarak, Trabzon Savcılığının verdiği takipsizlik kararının, dosyadaki diğer olaylarla çatışan argümanlar içerdiği, soruşturmanın, polislerin sahip oldukları bilgilere rağmen, niçin cinayet faillerine karşı hareketsiz kalındığı konusunda hiçbir bilgi sağlamadığı,

· Yine İstanbul Polisine karşı, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin (İstanbul Valiliği İl İdare Kurulunun kararına ilişkin) iptal kararından dolayı hiçbir ceza kovuşturmasına girişilemediği, Emniyet Müdürünün de İl İdare Kurulu tarafından soruşturma dışında bırakıldığı, sonuç olarak, niçin İstanbul polisinin, cinayetten önce sahip olduğu bilgilere rağmen, Hrant Dink üzerindeki tehdide karşı harekete geçmediği hususunun aydınlatılamadığı,

· Hükümetin altını çizdiği üzere, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde, saldırının failleri oldukları iddia edilen ve hepsi aşırı milliyetçi bir gruba mensup olan kimseler aleyhine halen devam etmekte olan bir ceza yargılamasının var olduğu, bununla birlikte bugüne dek, Trabzon’daki iki astsubaya karşı açılan davalar dışında, suçun önlenmesinde resmi makamların sorumluluğunu gündeme getiren tüm yargılamaların sadece takipsizlikle sonuçlandığı, …üstlerine yönelik ceza soruşturması bittiği için, iki astsubay hakkında devam eden yargılamanın sonucunun önceki tespitleri etkileyecek düzeyde olmadığı,

· Ayrıca, Trabzon jandarma subaylarına ve İstanbul polis memurlarına yönelik suçlamaların, sadece, hepsi yürütme erkine mensup olan ve olaylara karışanlardan tamamen bağımsız olmayan diğer memurlarca (Vali, İl İdare Kurulu) esastan incelendiği, bu durumun da tek başına söz konusu soruşturmanın zayıflığını gösterdiği, Emniyet görevlileri ve jandarma subayları hakkındaki yargılamalara Hrant Dink’in yakınlarının müdahil edilmediğ, kendilerine, karara karşı sadece dosya üzerinden inceleme yapan üst makama itiraz hakkının tanındığı, bir polis şefinin aşırı milliyetçi fikirlerini afişe etmesi ve cinayetle suçlanan kişilerin eylemlerini olumlamasının hiçbir derinlemesine soruşturma konusu yapılmadığı,

· Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı Trabzon Emniyeti ve Jandarma sorumlularına ve İstanbul Emniyeti sorumlularına karşı başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonlanmasının; ihmalleri görülen kişileri belirleme ve bu ihmalleri yaptırım altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü yükleyen Sözleşmenin 2. maddesi gereklerinin ihlali niteliğinde olduğu şeklinde tespitlerde bulunmuştur.

6. AİHM Kararından Sonra Kamu Görevlileri Hakkında Yürütülen Adli İşlemler

39. Başvurucuların avukatı Fethiye Çetin tarafından 17/1/2011 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na bir dilekçe sunulmuştur. Dilekçede, 14/12/2010 tarihinde kesinleşen AİHM’in Dink kararına (Dink / Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) atıfta bulunularak İstanbul Valisi M. G. ve İstanbul Emniyet Müdürü C. C. de dâhil 25 kadar kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılması ve kamu davası açılması talep edilmiştir.

40. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikâyet sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya üzerinden ismi geçen kamu görevlileri hakkında “terör örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek, sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından genel soruşturma açılmıştır.

41. Hz.2011/192 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma, daha sonra derdest durumda olan Hz.2007/972 numaralı ilk soruşturma dosyası ile 13/10/2011 tarihinde birleştirilmiştir.

42. Öte yandan, başvurucuların 20/7/2010 tarihli dilekçeleri ile suç tarihinde İstanbul Valisi olan M. G.’nin, Hrant Dink’e yapılan suikastı ihmali davranışları ile engellemeyerek görevini kötüye kullandığını iddia etmeleri üzerine, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturma sonucunda; “Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 14/11/2007 tarih ve Hz.2007/143, K.2007/57 sayılı kararında, Hrant Dink’in öldürülmesinde İstanbul Valisi M. G.’nin doğrudan ya da dolaylı olarak sorumluluğunun bulunduğuna yönelik delil bulunmadığından işleme konulmama kararı verilerek muktezaya bağlandığı anlaşıldığından şüpheli hakkında kavuşturma yapılmasına yer olmadığına” şeklindeki gerekçe ile 10/4/2013 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir.

7. Başvurucuların 2014/3045 Numarasına Kaydı Yapılan Bireysel Başvuruya Konu Ettikleri Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

43. Başvurucular, AİHM’nin 14/9/2010 tarihli kararına dayanarak, 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesine eklenen (3) numaralı fıkrada düzenlenen “Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.” hükmü uyarınca, 1/7/2013 tarihinde, anılan AİHM kararının gereğinin yapılması ve daha önceden haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilen Trabzon Emniyet ve Jandarma ile İstanbul Valilik ve Emniyetinde görev yapan ve şikayet dilekçesinde ismi geçen kamu görevlileri ile ilgili olarak yeniden soruşturma açılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına şikayette bulunmuşlardır.

44. Başvurucuların şikâyet dilekçeleri genel soruşturmaları yapmakla görevli Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturmasına kaydı yapılmıştır. Anılan Savcılık tarafından görevlilerin bir kısmının suçun işlendiği sırada Trabzon’da görevlerini ifa ettikleri belirtilerek, tefrik edilen evrak 2013/102053 soruşturma numarasına kaydı yapılmış ve yetkisizlik kararı ile 19/7/2013 tarihinde Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Şikâyet edilenler arasında bulunan İstanbul Valisi M. G. hakkındaki dosya da tefrik edilerek, 2013/101995 soruşturma numarası üzerinden, valiler hakkında soruşturma yapmakla yetkili ve görevli olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 19/7/2013 tarihli görevsizlik kararı ile gönderilmiştir.

45. Savcılık, aynı soruşturma kapsamında şikayet edilen ve daha önceden 4483 sayılı Kanun uyarınca haklarında soruşturma izni verilmediğinden hukuksal sürecin kesinleştiği İstanbul Vali Yardımcısı E. G., İstanbul Emniyet Müdürü C. C., Emniyet Müdürleri A. İ. G., B. K., İ. P., Başkomiser İ. Ş. E., Komiser V. A. ve polis memurları Ö. Ö. ve B. T. hakkında, 5271 sayılı Kanun’da yapılan değişikliği de gözeterek, şüphelilere isnat edilen eylemin idari görevden kaynaklanması nedeniyle 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi için İstanbul Valiliğinden talepte bulunmuştur.

46. Ön inceleme yapmak üzere görevlendirilen Mülkiye Müfettişi tarafından hazırlanan 21/11/2013 tarihli raporda; AİHM’in Hrant Dink hakkındaki kararının 14/12/2010 tarihinde kesinleştiği, 5271 sayılı Kanun’un 172. maddesine eklenen (3) numaralı fıkranın ise 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe girdiği, dolayısıyla ancak bu tarihten sonra kesinleşen AİHM kararlarına konu olan eylemler için soruşturmanın yenilenebileceği, somut olayda soruşturmanın yenilenmesine olanak bulunmadığı, diğer taraftan başvurucuların 1/7/2013 tarihli dilekçelerinde iddia edilen konuların tamamının daha önceki ön incelemelerde değerlendirildiği ve yapılan bu ön incelemelerin hepsinin idari yargı denetiminden geçerek kesinleştiği, 4483 sayılı Kanun uyarınca müracaatın işleme konulabilmesi için bahse konu şikayet dilekçesinde bu ön incelemelerin neticesini etkileyecek yeni bilgi ve belgelerin de sunulmadığı belirtilerek, adı geçen emniyet görevlileri hakkında soruşturma izni verilmemesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca aynı raporda, İstanbul Vali Yardımcısı E. G. hakkında daha önceden bir ön inceleme yapılmadığı, ancak adı geçen şahsın iki MİT görevlisi ile birlikte 24/2/2004 tarihinde Hrant Dink ile görüştüğü, bu görüşmede suç teşkil edici bir durumun olduğuna dair gerek Hrant Dink tarafından yapılan açıklamalarda gerekse anılan şikayet dilekçesinde ileri sürülmediği, Vali Yardımcısının görev yapmış olduğu 6/10/2004 – 22/12/2008 tarihleri arasında İl Koruma Kurulu Başkanlığı görevinin bulunmadığı, Hrant Dink’in korunmaya alınmasına ilişkin bir önerinin de kendisine ulaştırılmadığı, kaldı ki bir suçlamada bulunulsa bile bu görüşmenin yapıldığı tarih itibarıyla 765 sayılı Kanun uyarınca görevi kötüye kullanma suçu açısından 5 yıllık zamanaşımının dolduğu, hakkında bu nedenlerle soruşturma izni verilmemesi gerektiği belirtilmiştir.

47. İstanbul Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünün 28/11/2013 tarih ve K.2013/141 sayılı kararı ile Vali H. A. M. tarafından, ön inceleme raporundaki tespit ve gerekçeler doğrultusunda şikayet edilen dokuz kamu görevlisi hakkında “soruşturma izni verilmemesine” karar verilmiştir.

48. Başvurucuların bu karara karşı 23/12/2013 tarihinde yaptıkları itiraz üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 22/1/2014 tarih ve K.2014/14 sayılı kararı ile “konuyla ilgili olarak daha önce verilen ve itirazdan geçen soruşturma izni verilmemesine ilişkin kesinleşen kararın konusunu oluşturan iddialar yönünden yeni delillerin elde edildiği yönünde bir bulgunun varlığının ortaya konulamadığı da göz önünde bulundurulduğunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi ve belgenin dosya muhteviyatı itibarıyla mevcut olmadığı” gerekçesine dayalı olarak itirazın reddine, soruşturma izni verilmemesine ilişkin kararın onanmasına karar verilmiştir. Bu karar 31/1/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş olup, başvurucular, yasal sürede soruşturmanın etkili yürütülmediğinden bahisle bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

49. Öte yandan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu) 18/6/2014 tarihli yazısında, Bölge İdare Mahkemesinin anılan kararı nedeniyle, 2013/93822 sayılı dosya üzerinde yürütülen soruşturmada 21/2/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına (işlemden kaldırılmasına) ilişkin karar verildiği anlaşılmıştır.

50. Bu karara başvurucuların 19/3/2014 tarihinde yaptığı itirazı inceleyen Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/5/2014 tarihli kararı ile itirazı kabul ederek, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı kaldırmıştır. Bununla birlikte İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca bu kararın 4483 sayılı Kanun’un 9/3. maddesine aykırı olduğu, İdari Yargı birimlerince verilen kesin karar sonrası bu suç yönünden soruşturma yapıp kamu davası açılmasının mümkün bulunmadığı gerekçesi ile kararın kanun yararına bozulması görüşünü havi 4/6/2014 tarihli dilekçe Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilmiştir.

8. Başvurucuların İdare Aleyhine Açtıkları Tazminat Davası

51. Diğer taraftan başvurucu Hosrof Dink ve kardeşi Yervant Dink tarafından kardeşleri olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayında idarenin ağır hizmet kusuru ve objektif sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla İçişleri Bakanlığı aleyhine toplam 400.000 TL. manevi tazminat davası açılmıştır.

52. İstanbul 10. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada, 27/10/2010 tarih ve E.2008/421, K.2010/1539 sayılı kararı ile “Trabzon Emniyet Müdürlüğünce, İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğüne Y. H.’nin Hrant Dink’i öldürme planı kurduğunun 17/2/2006 tarihinde resmi olarak bildirildiği, Agos Gazetesi’nde yayınlanan ve bazı aşırı milliyetçi grupların tepkisine yol açan makaleler nedeniyle Hrant Dink’in yaşam hakkının açık ve yakın bir tehlike içerisinde bulunduğu, bu haliyle Hrant Dink’in kendisinin talebini beklemeden koruma tedbirlerinin alınması gereğinin yerine getirilmediği, yapılanların sadece yazışma safhasında kalıp korumaya yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin aşamaya geçilmediği, dolayısıyla Hrant Dink’in yaşam hakkının korunmasında idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu sonucuna varılmıştır” denilerek, toplam 100.000 TL. manevi tazminat ödenmesine hükmedilmiştir.

9. Başvurucuların Soruşturmaya Katılımı ve Savcılıkça Gerçekleştirilen Bazı İşlemler

53. Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine Cumhuriyet Savcılığınca olaya ilişkin farklı dosyalarda yürütülen soruşturmaların birleştirme işlemlerinin 2013 yılı itibarıyla sürdüğü (Hz.2011/1345 soruşturma numaralı dosya 15/2/2013 tarihinde Hz.2007/972 numaralı dosya ile birleştirilmiştir), bir yandan Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinden kamu görevlileri hakkında genel soruşturma yapılırken, öte yandan başvurucuların 1/7/2013 tarihli yeniden soruşturma yapılması istemi üzerine Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun kapsamında soruşturmaya devam edildiği görülmüştür.

54. Başvurucular, yürütülen soruşturma işlemlerine katkıda bulunabilmek için görevli Cumhuriyet Savcısı ile birkaç kez yüz yüze görüşme, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu raporundaki bulguları analiz etme, yeni dilekçeler sunma imkânını elde etmişlerdir.

55. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (TMK’nın 10. Maddesi İle Görevli Bölümü) 12/7/2013 tarih ve Hz.2007/972 sayılı yazısında, bu soruşturma kapsamında, Trabzon Jandarma Komutanlığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Silivri Cezaevi Müdürlüğü ve Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı gibi ilgili kurumlarla yazışmalar yapıldığı, delillerin toplanmaya devam edildiği, ilgili kurumlardan gelen cevaplara göre soruşturmanın genişletilebileceği belirtilmiştir.

56. Devlet Denetleme Kurulu’nun Hrant Dink cinayeti ile ilgili 2/2/2012 tarih ve 2012/1 sayılı Araştırma ve İnceleme Raporu’nda geçen hususlar ve soruşturma kapsamında elde edilen bir kısım yeni bilgiler doğrultusunda: Hrant Dink’in öldürüldüğü tarih ve öncesini kapsayan dönemlerde bazı yerlerde görev yapan askeri personele ilişkin bilgilerin askeri makamlardan istenildiği, bu tür yazışmaların 2012-2013 yılları itibarıyla devam ettiği; soruşturmanın tam olarak aydınlatılabilmesi ve şüphelilerin tespiti ile suç delillerinin eksiksiz toplanabilmesi, grubun hiyerarşik yapısının deşifre edilerek ortaya çıkarılması ve şüphelilerin suç delilleri ile birlikte yakalanabilmesinin fiziki takip ve tarassut ile mümkün olmaması ve başka türlü delil elde imkanı bulunmaması nedeniyle belirlenen birçok telefon numarasının 2000-2012 yılları arasındaki kütük, arayan-aranan, mesaj gönderen-gönderilen ve irtibat kurulan telefon bilgilerinin 2/5/2012 ve 11/10/2013 tarihli hâkim kararlarıyla istenildiği; bu çerçevede kimlikleri tespit edilen yeni şüpheliler hakkında Milli Güvenlik Kurulu, üniversiteler, bakanlıklar, cezaevleri gibi çeşitli kurum ve diğer savcılıklarla yazışmaların yapıldığı, ifadelerin alındığı, ifade sahiplerine kamu görevlilerinin bir ihmal veya kastlarının olup olmadığı hususu da sorularak, bu durumun irdelendiği, 2012-Ekim 2013 yılı itibarıyla talimatla ya da farklı yerlerden davetiye ile gelen (bir kısmı askeri personel olan) tanıklar ile gizli tanıklar ve şüphelilerin beyan ve ifadelerinin alınmaya devam edildiği; idari soruşturma dosyaları ve buradaki delillerin incelenerek 2011 yılında bazı kamu görevlilerinin bilgisine başvurulduğu, diğer sanıkların yargılandığı mahkemelerdeki bazı bilgi ve belge örneğinin soruşturma dosyasına aldırıldığı; olaya ilişkin değişik kişiler tarafından gönderilen ihbar mektupları ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan davada, yürütülen soruşturma ile ilgisinin olduğu anlaşılan ve dosya ile birleştirilmesi istenen belge ve dilekçelerin içeriğinin dikkate alınarak buna göre soruşturmanın genişletildiği; başvurucuların verdikleri raporlar, telefon kayıtları, isimler ve dilekçelerle (2011 tarihli birçok dilekçe) soruşturmaya katkıda bulunabildikleri; Savcılık tarafından dosyadaki bazı belgelerin başvuruculara tebliğ edilerek, başvurucuların buna karşı soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunabildikleri (örneğin başvurucuların 22/3/2012 tarihli dilekçelerinde Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nca hazırlanan 22/2/2012 tarihli raporun 27/2/2012 tarihinde kendilerine tebliğ edildiği belirtilerek, raporda geçen hususlar kapsamında 18 konuda soruşturmanın genişletilmesi talep edilmiştir) görülmüştür.

57. Ayrıca İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu) 10-18/6/2014 tarihli yazılarında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/972 sayılı soruşturmasının, 6526 sayılı Kanunun 1. maddesi uyarınca Terörle Mücadele Kanunu’nun 10. maddesi ile görevli ve yetkili Ağır Ceza Mahkemesi kapatıldığından, yeni düzenleme kapsamında oluşturulan “Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu” tarafından 2014/40810 sayılı soruşturma üzerinden yürütülmesine karar verildiği saptanmıştır.

58. Anılan yazılarda; 5271 sayılı CMK’nın 153. maddesindeki değişiklik nedeniyle başvurucuların avukatı Hakan Bakırcıoğlu’nun talebi üzerine tüm dosyanın bir örneğinin kendisine verildiği, ilgili Savcının, adı geçen Avukat ile soruşturma safahatını değerlendirdiği, kamu görevlilerinin cinayet ile bağlantılarının belirlenmeye çalışıldığı, bu kapsamda birçok yerden bilgi ve belge istendiği, 10/12/2010 – 8/5/2014 tarihleri arasında 45 kişinin tanık, 3 kişinin gizli tanık, 8 kişinin ifade sahibi olarak dinlendiği, Hrant Dink cinayetine karışan sanıkların Malatya Zirve Yayınevi cinayeti, Ergenekon, Balyoz ve Kafes davalarında yargılanan sanıklarla bir irtibatlarının bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla HTS ile ilişkili irtibat raporunun uzmanlarca çıkartıldığı, 20/5/2014 tarihinde İstihbarat Daire Başkanlığındaki telefon sorgulamalarına ilişkin kayıtların silinmesi konusunda yürütülen soruşturma raporunun alındığı, kamu görevlilerinin suç organizasyonuna yardım niteliğinde eylemlerinin bulunup bulunmadığı, ihmali davranışla kişinin ölümünde sorumluluklarının olup olmadığı yönünden soruşturmanın derinleştirilerek şüpheli görülen kişilerin çağrılıp dinlenmesi aşamasına gelindiği belirtilmiştir.

10. Başvurucuların Dosya İnceleme Yetkisine Getirilen Kısıtlama

59. AİHM kararından sonra başvurucuların yaptıkları şikayet sonucunda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2011/192 numaralı dosya üzerinden ismi geçen kamu görevlileri hakkında “terör örgütü üyesi olmak, ihmali davranış ile kasten öldürmeye sebebiyet vermek, sahte evrak tanzimi ve kasten adam öldürmeye iştirak” suçlarından yürütülen soruşturma kapsamında yapılan talep üzerine, İstanbul Nöbetçi 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/2/2011 tarih ve K.2011/56 sayılı yazısı ile “soruşturmanın özelliği, dosyada bulunan evraklarda şüphelilerin kimlikleri ve telefon numaraları, örgüte ait suç unsurlarının saklandığı yerlerin yazılı olduğu, iletişim tespit tutanaklarında birçok örgüt mensubunun adı geçtiğinden, diğer belgelerin aynı mahiyette olması nedeniyle evrakın şüpheliler ve vekilleri tarafından incelenmesinde sakınca bulunması nedeniyle, yasal istisna hariç, dosyada bulunan evrakın şüpheli, müdafi ve suçtan zarar gören vekili tarafından incelenmesi ve suret alınması hakkının kısıtlanmasına” karar verilmiştir.

60. Başvurucular, 10/9/2012 tarihli dilekçeleri ile dosyadaki evrakların ve dijital verilerin bir örneğinin kendilerine verilmesi amacıyla Savcılığa başvuruda bulunmuşlarsa da, söz konusu talep, dosyada gizlilik kararı olduğu gerekçesiyle aynı gün reddedilmiştir.

61. Başvurucular, “davadaki deliller ve sanıklarla ilgili olarak defalarca ayrıntılı bir şekilde basın yayın organlarında haber yapıldığını, kamuoyunun söz konusu soruşturma ve dava hakkında bilgi sahibi olduğunu, buna rağmen kısıtlılık kararının sürdürülmesinin ve taraf olarak dosyadan örnek alma haklarının sınırlandırılmasının hukuka aykırı olduğunu” belirterek, 17/9/2012 tarihinde İstanbul Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine başvurmuş ve soruşturma dosyasının üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını istemişlerdir.

62. İstanbul 3 No’lu (TMK 10. Maddesi ile Görevli) Hâkimliği, 25/9/2012 tarih ve Değişik İş 2012/121 sayılı kararı ile “CMK’nın 153. maddesi gereğince kısıtlılık kararı kaldırılıncaya kadar geçerlidir. Davanın iddianamesinin kabulü sonrasında CMK 153/4 gereğince mahkemesinden örnek alınabileceği açıktır.” gerekçesi ile başvurucuların taleplerini kesin olarak reddetmiştir. Bu karar, 10/10/2012 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

11. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu Raporu

63. Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından, Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 2/2/2012 tarihinde tamamı 650 sayfadan oluştuğu anlaşılan bir rapor hazırlanmış olup, raporun “aynı konu ile ilgili olarak Savcılıkça yürütülmekte olan hazırlık soruşturmasının gizliliği ve diğer hususlar nedeniyle” 34 sayfalık özet bölümü Kurumun internet sayfasında (http://www.tccb.gov.tr/ddk/ddk50.pdf) yayınlanmıştır. Raporun yayınlanmış olan kısmında özetle;

“Gerek konuyla ilgili olarak hazırlanan raporlarda gerekse basın ve yayın organlarında pek çok iddianın ortaya atıldığı, bunların hemen hemen tamamının adli ve idari inceleme ve soruşturmaların konusu olduğu ve/veya halen sürdürülen soruşturma ve kovuşturmalarda ele alınmakta olduğunun görüldüğü,

Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak idari birimlerce 28 adet raporun yazıldığı, yargı organlarınca da 50 civarında görevsizlik, yetkisizlik, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların verildiği, ayrıca iki ana iddianame ile davaların açıldığı, iki mahkemede sanıklarla ilgili mahkûmiyet kararlarının verildiği,

AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19/1/2007 tarihinde öldürülmesi olayında Trabzon Jandarma Komutanlığı personeli ile ilgili soruşturmanın kısmen yargıya taşındığı ve bazı personelin görevi ihmal suçundan mahkûm edildikleri, MİT personeli ile ilgili soruşturma izninin verildiği ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca zamanaşımı gerekçesiyle takipsizlik kararı verildiği, cinayet sanığı ve cinayeti azmettirenlerle ilgili mahkûmiyet kararlarının verildiği, cinayetin arkasında başka fail ve azmettiricilerin olup olmadığı ve AİHM kararı sonrasında bazı kamu görevlileri hakkında başlatılan savcılık soruşturmalarının devam ettiğinin görüldüğü,

Hrant Dink’i öldürenlerin güvenlik kuvvetlerince çok kısa sürede yakalanmış olmasına, olay ile ilgili olarak, idari soruşturma süreçlerinin tamamlanmış ve konunun birçok yönüyle yargı organlarına intikal ettirilerek, ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamanın tamamlanmış olmasına rağmen, soruşturma ve yargılama sürecinin; sistemik bazı sorunlar nedeniyle aynı oranda etkin, düzenli ve hızlı sürdürülemediğini, bu nedenle, kamuoyu ve Hrant Dink ailesinin, cinayete ilişkin olarak gerek idare gerekse yargı organlarınca gerçekleştirilen soruşturmalardan/kovuşturmalardan tatmin olmadığı, özellikle, Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin yargılanamadığı ve yakalananlar dışındaki cinayetin gerçek faillerine ulaşılamadığı iddialarının, soruşturma/kovuşturma süreçlerinin başından itibaren eleştirilerin temelini oluşturduğu,

Hrant Dink’in yaşama hakkının korunamamasına ilişkin olarak ifade edilmesi gereken ilk hususun, güvenlik sektörü ile ilgili yapısal bazı sorunların varlığı olduğu, bu sektörde gerek koordinasyon gerekse iç/dış denetim ve sivil denetim açıklarının giderilmesi gerektiği, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un uygulamasında öteden beri var olan ‘temel algılama hatası’nın, Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde kamu görevlilerince işlendiği iddia edilen fiillerin soruşturulması ve kovuşturulmasında da kendini gösterdiği, bu itibarla, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak oluşan esas fiil kapsamında; kamu görevlilerinin ihmal ve hatalarının da adli yargı organlarınca öncelikle 5237 sayılı Kanun’un 37, 38, 39 ve 83. maddeleri uyarınca soruşturulması, kamu görevlilerinin cinayetten önce ve sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin esas niteliğinin, mutlaka ana suç kapsamında adli soruşturma ve bilhassa yargılama safhasında belirginleştirilmesi, aynı şekilde, başlatılan idari soruşturma süreçlerine rağmen herhangi bir sınırlama olmaksızın görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen fiillere ilişkin delillerin Savcılıkça toplanmasının gerektiği, böyle yapılmaması nedeniyle, bir bakıma adli yargı yerinde görülmüş olan ana davada ilgili Mahkemenin delillere ve gerçeğe ulaşma kapasitesinin sınırlandırılmış olduğu,

Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda eleştirilmesi gereken eksikliğin bir ‘yöntem yanlışlığı’ olduğu, kamu görevlilerinin silsile halinde birbirini takip eden ihmalleri; 4483 sayılı Kanun çerçevesinde bir bütün halinde incelenmediği ve gerek yetki gerekse suçun işlendiği mahal itibariyle farklı birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve incelemeler yapıldığı, söz konusu yöntem hatasının, 4483 sayılı Kanun’un ortaya çıkardığı uygulama hatalarından birine tekabül ettiği, idari soruşturma ve incelemelerde izlenen söz konusu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilememesine ve tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına yol açtığı, bu durumun, kamu görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin ciddiyetinin kavranamamasına, ana fiil ile illiyet bağının bulunup bulunmadığının sorgulanamamasına ve böylece bütünüyle idari inceleme ve soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu, aynı zamanda izlenen söz konusu yöntemin, her bir idari birimce süreç içerisindeki ihmal ve hatalarının başka birimlere kaydırılmaya/yükletilmeye çalışılması gibi reflekslerin gelişimine de sebebiyet verdiği,

Konuyla ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan tüm inceleme, araştırma ve soruşturmalara ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi sonucunda özetle; Hrant Dink'e yönelik bir tehlikenin varlığının emniyet ve jandarma personelince öğrenilmiş olduğu, Hrant Dink’in korunmasına yönelik istihbarat birimlerinin gerekli çalışmaları yapmadığı ve işbirliğine gitmediği, idari makamların Hrant Dink’e yönelik oluşan riskleri bilebilecek durumda olmalarına rağmen, her kademedeki sorumluların zincirleme eylemleri sonucunda tehlikeyi önlemek için gereken tedbirlerin alınmadığı, tehlikenin gerçekleştiği ve Hrant Dink’in yaşamını yitirmiş olduğu, dolayısıyla, gerek Anayasa’nın 17. maddesinde gerekse iç hukukumuzun bir parçası durumunda olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 2. maddesinde ifadesini bulan yaşam hakkının korunması hususundaki pozitif yükümlüğün yerine getirilmediği ve böylece ağır bir kamu hizmet kusurunun oluşumuna sebebiyet verildiği, ölüm olayının gerçekleşmesinden sonra yaşam hakkını koruma altına alan iç hukuk kurallarının etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve Devlet yetkililerinin veya organlarının sorumluluklarını ortaya koymak açısından; Devlet organlarının olayın tespit edilebilen failleri ve olayda ihmal ve kusuru olan kamu görevlileri açısından hem ceza hukuku hem de disiplin hukuku alanında gereken soruşturmaların derhal başlatıldığı, idare organlarınca sürdürülen soruşturmalarda yasal olarak öngörülen süreçlere uyulmakla birlikte, gerek kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuat düzenlemelerinin niteliğinden gerekse kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen yöntemlerdeki hatalar/yanlışlıklar ve diğer eksiklikler sebebiyle yürütülen soruşturmalardan etkin bir sonuç alınamadığı kanaatine ulaşıldığı, bu açıdan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca AİHM kararından sonra bazı kamu görevlilerinin de daha önce başlatılmış olan soruşturma sürecine dahil edilmiş olması, yukarıda bahsedilen hatalı uygulamanın düzeltilmesi açısından gecikmiş de olsa olumlu görüldüğü” hususlarına yer verilmiştir.

B. İlgili Hukuk

64. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Soruşturmanın gizliliği” kenar başlıklı 157. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kanunun başka hüküm koyduğu hâller saklı kalmak ve savunma haklarına zarar vermemek koşuluyla soruşturma evresindeki usul işlemleri gizlidir.”

65. 5271 sayılı Kanun’un “Müdafiin dosyayı inceleme yetkisi” kenar başlıklı 153. maddesinin 21/2/2014 tarihinde yapılan değişiklikten önceki metni şöyledir:

“(1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.

(2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.

(3) Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.

(4) Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.

(5) Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır.”

66. 21/2/2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

67. 5271 sayılı Kanun’un “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” kenar başlıklı 234. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“1) Mağdur ile şikâyetçinin hakları şunlardır:

 a) Soruşturma evresinde;

1. Delillerin toplanmasını isteme,

2. Soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği isteme,

4. 153 üncü Maddeye uygun olmak koşuluyla vekili aracılığı ile soruşturma belgelerini ve elkonulan ve muhafazaya alınan eşyayı inceletme,

…”

68. 5271 sayılı Kanun’un “İtiraz olunabilecek kararlar” kenar başlıklı 267. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir.”

69. 11/4/2013 tarih ve 6459 sayılı Kanun’un 19. maddesi uyarınca 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesine eklenen ve 30/4/2013 tarihinde yürürlüğe giren (3) numaralı fıkrası şöyledir:

“(3) (Ek fıkra: 11/04/2013-6459 S.K./19. md) Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi üzerine, kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde talep edilmesi hâlinde yeniden soruşturma açılır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

70. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 12/11/2012 tarih ve 2012/848 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

71. Başvurucular, birinci derece yakınları olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak 2007/972 numaralı dosya üzerinden yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu, muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen noktada AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini, aynı Savcılığın 2013/93822 sayılı soruşturma dosyasında da 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan inceleme neticesinde kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmediğini belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden; ayrıca, soruşturmanın gizlilik kararına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

72. Başvurucular ek olarak, 10/9/2012 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Hz.2007/972 sayılı dosyasından evrak talebinde bulunduklarını, ancak gizlilik kararı nedeniyle bu taleplerinin reddedildiğini, böylece yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, yine aynı Savcılık tarafından 4483 sayılı Kanun uyarınca yürütülen 2013/93822 numaralı soruşturmada kamu görevlileri hakkında soruşturma izninin verilmediğini, devletin kendini koruma refleksi sonucu bunların bağımsız ve tarafsız olmayan kurullarca özel koruma yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenlerle Anayasa’nın 2., 10. ve 36. maddeleri ile bu maddelere bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve 500.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası

73. Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, soruşturma sürecinin halen devam ettiği, 30/3/2012 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun ancak başvuru yollarının tamamının tüketilmesi sonrasında yapılabileceği, bu koşulun yerine getirilmediği hususunun dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

74. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, soruşturmanın halen devam ettiğinin farkında olduklarını, ancak gizlilik kararı nedeniyle dosyanın içeriğine erişemediklerini, kısıtlama kararının kaldırılması taleplerinin reddedildiğini ve bu yöndeki başvuru yollarının tüketilmiş olduğunu, bu nedenle Bakanlığın başvuru yollarının tüketilmediği itirazının yerinde olmadığını ileri sürmüşlerdir.

75. Öncelikle başvurucuların başvuru ehliyetleri ve ihlal iddiasının incelenmesinde menfaatlerinin bulunup bulunmadığı belirlenmelidir. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi, çocukları ve kardeşi olup, olayla ilgili olarak baştan itibaren şikâyet dilekçesi vererek, soruşturma ve kovuşturma aşamalarına katılmışlardır. Bu nedenle gerçekleşen ölüm olayı ile ilgili yürütülen soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesindeki yaşam hakkının ihlali niteliğinde olduğunun tespitinde başvurucuların meşru menfaatleri olup, başvuru ehliyetleri açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

76. İkinci olarak, bir işlem ya da kararın bireysel başvuruya konu olabilmesi için bu hususta öngörülen tüm kanun yollarının tüketilmesi gerekir. 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle, temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (B. No: 2012/1027, § 20-21, 12/2/2013). Bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünde bu koşul mutlak gerekli olmasa da, yine de yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır. Başvuruya konu olayla ilgili olarak gerek başvurucuların şikâyeti gerekse resen yürütülen soruşturmalar sonucunda açılmış ve neticelenmiş olan davalar yanında, derdest olan dava ve halen yürütülen ve kesinleşmemiş soruşturmalar bulunmakta ise de, başvuru konusu olayda Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usul boyutunun, Anayasa Mahkemesince bu aşamada incelenmesi ve bu yükümlülüklere uygun davranılıp davranılmadığının belirlenmesi ikincil koruma mekanizması ile çelişmeyecektir.

77. Bir soruşturmanın açılmayacağını, soruşturmada ilerleme olmadığını, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığını ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucuların yaptığı bireysel başvurular kabul edilebilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir durumda başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifleri ele alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler. Soruşturmanın çok uzun sürmesi ve soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru yapılması konusunda ölenin yakınlarına karşı çok katı bir tutum takınılmamalıdır. Ancak bu durumun tespiti doğal olarak her davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No: 16064/90, 18/9/2009). Buna göre, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken, başvuru yollarının tüketilmesi hususunda karar verebilmek için, Devletin, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin tespiti gerekmektedir. İç içe girmiş olması nedeniyle kabul edilebilirlik konusundaki bu değerlendirmenin esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

78. Dolayısıyla, başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddialarının 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı tespit edilmiştir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

79. Başvurucular ayrıca, birinci derece yakınları olan Hrant Dink’in öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yürütülen soruşturmada gizlilik kararı alındığını, bu karara karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, Anayasa’nın 17. maddesi ile bağlantılı olarak 40. maddesinin de ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

80. Başvurucuların Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde nitelendirme konusunda değerlendirme yapılırken, somut başvuruda şikâyetlerin kaleme alınış şekli ve kapsamı dikkate alınarak, bu yöndeki şikâyetin de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.

81. Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık tarafından sunulan bir görüş bulunmasa da, başvurucular, Bakanlığın nitelendirme yönündeki görüşüne karşı olarak, diğer ihlal iddialarının yanında Anayasa’nın 40. maddesine ilişkin ihlal iddialarının da Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki görüşlerinde, soruşturma dosyası üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını inceleyen hâkime başvuru yolunun çelişmeli bir muhakemenin yürütülmemesi, duruşma yapılmaması, gerekçesiz karar verilmesi yönlerinden mevcut olayda Anayasa’nın 40. maddesinin gerektirdiği güvenceleri başvuruculara sağlayan etkili bir hukuk yolu olmadığını ileri sürmüşlerdir.

82. Başvurucuların, soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiaları açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak, Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelendiğinden ayrıca bu bağlamda Anayasa’nın 40. maddesinin de ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup, bu yöndeki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

83. Başvurucular, soruşturmanın gizliliği nedeniyle yargı mercileri önünde davacı olarak iddiada bulunma ve bilgiye ulaşarak muhakemenin gidişatına yön verme haklarının engellendiğini, soruşturma dosyasındaki tutanak ve belgelerden örnek almanın hak arama özgürlüğünün ve bu bağlamda adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu, kamu görevlileri hakkında soruşturma yapmanın izne tabi olduğunu, dolayısıyla bu kişilerin özel koruma yöntemlerinden faydalandırıldığını, bu nedenle Anayasa’nın 2. 10. ve 36. maddeleri ile bu maddelere bağlı olarak da 11. maddenin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

84. Bakanlık görüşünde başvurucuların bu iddialarına karşılık, AİHS’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğunu, başvurucuların söz konusu ceza soruşturmasında suç isnadı altında bulunmadıklarının göz önünde bulundurulması ve bu nedenle konu bakımından yetkisizlik kararı verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

85. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucuların bu iddiaları Anayasa’nın 36. maddesi ile ilişkili görülerek adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

86. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkraları uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden kişilere Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınmıştır.

87. Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra AİHS (Sözleşme) ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir.

88. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

89. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22-27).

90. Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz.

91. AİHM içtihatlarına göre, bir ceza davasında üçüncü kişilerin suçlanması veya cezalandırılmasını talep eden mağdur, suçtan zarar gören, şikâyetçi veya katılan sıfatını haiz kişiler, Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma alanı dışında kalmaktadır. Bu kuralın istisnaları, ceza davasında medeni hak talebine imkân veren bir sistemin benimsenmiş veya ceza davası sonucunda verilen kararın hukuk davası açısından etkili ya da bağlayıcı olması hâlleridir (bkz. Perez/Fransa, B. No: 47287/99, 12/2/2004, § 70).

92. 5271 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile ceza muhakemesinde şahsi hak iddiasında bulunma imkânı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla başvurucuların ceza muhakemesi sürecinde medeni haklarını ileri sürme imkânı bulunmamaktadır.

93. Başvurucular, suç işlediğini düşündükleri kişiler hakkında soruşturma açılmasını sağlamak amacıyla suç duyurusunda bulunmuş olup, talepleri, yürütülen ceza soruşturması işlemleri ile ilgili tüm bilgi ve belgelere ulaşamamaları ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığından, hak arama özgürlüklerinin ve bu bağlamda adil yargılanma haklarının ihlal edildiği ile sınırlıdır.

94. Bu nedenle, başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesine dayanan ihlal iddialarının konusu, Anayasa’da güvence altına alınmış ve Sözleşme kapsamında olan temel hak ve özgürlüklerin koruma alanı dışında kaldığından, başvurunun bu kısmının “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlığın Görüşü

95. Başvurucular, birinci derece yakınlarının öldürülmesi olayı ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, soruşturma dosyasının kendilerine karşı gizli tutulduğunu, gizlilik kararına karşı etkili bir başvuru yolu bulunmadığını, 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan incelemeler sonucunda muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve gelinen noktada AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini belirterek, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

96. Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların yaptığı başvuru üzerine AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın etkililiği bakımından AİHM kararından (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010) sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin kaydedildiği belirtilmiştir.

97. Bakanlık görüşünde ayrıca, AİHM’in yaşam hakkı konusunda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM içtihatları bağlamında, soruşturmanın, kamunun denetimine ve mağdurun yakınlarına, meşru çıkarlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde açık (ulaşılabilir) olması gerektiği, bununla birlikte, polis tutanaklarının ve soruşturma belgelerinin açıklanması ya da yayınlanması, özel kişilere ya da diğer soruşturmalara zarar verebilecek bazı hassas (önemli) sorunlara neden olabileceğinden, açıklık şartının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. maddesinin her durumda söz konusu olan kesin (otomatik) bir gerekliliği olarak görülemeyeceği, dolayısıyla, soruşturmanın kamuya veya mağdurun yakınlarına açıklığı şartının, usulün diğer uygun aşamalarında karşılanabileceği, hatta bazı durumlarda, soruşturmanın gizli yapılmasına rağmen, elde edilen sonucun kamuya açıklanmasının yeterli olabileceği, Sözleşme’nin 2. maddesinin, soruşturma makamlarına, soruşturma sırasında ölenin yakınlarının bazı soruşturma tedbirlerinin alınması için yaptıkları her talebi karşılamaları şeklinde bir yükümlülük yüklemediği ifade edilmiştir.

98. Bakanlık görüşünde son olarak, yürürlükteki mevzuat hükümlerinin AİHM kriterleri ile büyük oranda uyumlu olduğu belirtilerek, yaşam hakkının usuli bakımdan ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

99. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, soruşturma dosyasının kısıtlılık kararı nedeniyle erişimlerine kapalı olduğunu, bu nedenle soruşturmaya dâhil edildiklerinin söylenemeyeceğini, tüm belgelere erişimlerinin gerekçesiz ve keyfi olarak mutlak bir biçimde yasaklanması, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmaması, soruşturmanın kendilerine ve kamuoyuna açıklanmamasının etkili soruşturma yükümlülüğünü ihlal ettiğini belirtmişlerdir.

b. Genel İlkeler

100. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

101. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardandır. Anayasa Mahkemesince belirtildiği gibi yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki temel hak, devletlere pozitif ve negatif sorumluluk yüklemektedir (AYM, E.2007/78, K.2010/120, K.T. 30/12/2010).

102. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında, devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bunun yanı sıra devlet, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır (AYM, E.1999/68, K.1999/1, K.T. 6/1/1999). Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (AYM, E.2005/151, K.2008/37, K.T. 3/1/2008; E.2010/58, K.2011/8, K.T. 6/1/2011).

103. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi, Devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir.

104. Ancak, özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve kendilerine verilen yükümlülükler kapsamında, bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde hiç önlem almadıkları ya da gerektiği gibi almadıklarının tespiti gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, 27229/95, 3/4/2001, §§ 89-92; A. ve Diğerleri/Türkiye, 27/7/2004, 30015/96, § 44-45; İlbeyi Kemaloğlu ve Meriye Kemaloğlu/Türkiye, 19986/06, 10/4/2012, § 28).

105. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi, meydana gelen ölüm olaylarında Devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60).

106. Buna göre, üçüncü kişilerin eylemleri sonucunda ortaya çıkan öldürme olaylarına yönelik devletin kapsamlı ve etkin bir cezai soruşturma yürütmesi yükümlülüğü bulunmaktadır. Önleyici tedbirlerin alınmaması sonucu meydana gelen can kayıplarından Devletin sorumluluğunu gerektiren durumlarda, Anayasa’nın 17. maddesi gereğince oluşturulması gereken “etkili bir yargısal sistem”in kapsamında, etkililiğe dair belirlenmiş asgari standartları karşılayan ve soruşturmanın bulguları çerçevesinde adli cezaların uygulanmasını sağlayan bağımsız ve tarafsız bir resmi soruşturma usulünün bulunması gerekir. Bu gibi davalarda, yetkili makamlar büyük bir gayretle ve ivedilikle çalışmalı ve ilk olarak olayın meydana geliş koşulları ile denetim sisteminin işleyişindeki aksaklıkları ele almalı, ikinci olarak da söz konusu olaylar zincirinde herhangi bir şekilde rol oynayan Devlet görevlileri ya da makamlarını tespit etmek için resen soruşturma açmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 62; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Budayeva ve diğerleri/Rusya, 15339/02, 20/3/2008, § 142).

107. Dolayısıyla devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usuli yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, § 137; Jasinskis/Letonya, 21.12.2010, B. No: 45744/08, § 72).

108. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

109. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, 26129/95, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

110. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini ve/veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan eksiklikler, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).

111. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109).

c. Bu İlkelerin Mevcut Başvuruya Uygulanması

112. Başvuru konusu olayda, başvurucuların yakını 19/1/2007 tarihinde üçüncü kişi/kişilerin eylemine bağlı olarak uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Anılan olay açısından, devletin sahip olduğu yükümlülükler arasında yer alan yaşam hakkını koruma yükümlülüğü için yasal ve idari çerçevenin oluşturulması ve bu çerçevenin gereği gibi uygulanması sorumluluğunun (bulunup bulunmadığının) ortaya konulması gerekmektedir.

113. Devletin bu noktada bir yükümlülüğünün ortaya çıkabilmesi için kamu yetkililerince, belirli bir kişinin hayatının gerçek ve yakın tehlike içinde olduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra, böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız oldukları tespit edilmelidir (§ 104).

114. Ancak AİHM, aynı olayla ilgili olarak açılmış olan Dink/Türkiye davasında yaptığı incelemede, Hrant Dink’in yaşamı üzerinde açık ve yakın bir tehlikenin mevcudiyeti konusunda güvenlik güçlerinin, ilgiliye karşı olası bir saldırının yüksek olduğunu bildikleri ya da bilebilecek durumda oldukları, fakat öngörülen tehlikenin vücuda gelmesini engellemek için başvurulması gereken önlemleri almadıkları sonucuna vararak, maddi yönden Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiş ve ihlal nedeni oluşturan diğer bir kısım hususları da dikkate alarak somut olayın koşullarında başvurucular Rahil Dink, Delal Dink, Arat Dink ve Sera Dink’e birlikte 100.000, başvurucu Hasrof Dink’e 5000 Avro ödenmesini uygun bulmuştur (bkz. Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 66-75). Dolayısıyla, kamu makamlarının önlem almadaki başarısızlığı nedeniyle cinayetin işlenmesi sonucu gerçekleşen hak ihlali ile ilgili olarak, başvurucuların mağduriyeti ortadan kalkmıştır. Buna göre başvurucuların mağdur sıfatı sona erdiğinden aynı ihlal nedeninin ikinci bir kez Anayasa Mahkemesince incelenmesinde hukuki yarar bulunmamaktadır.

115. Diğer taraftan AİHM aynı kararında Hrant Dink’in ölümünde ihmali olabilecek kamu görevlilerinin tespitine yönelik etkili bir soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle yaşam hakkının usuli boyutunun da ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu kararın gereğini yerine getirmek Sözleşmeye göre Devletin ödevidir. AİHS’nin “kararların bağlayıcılığı ve infazı” başlıklı 46. maddesi uyarınca, taraf devletlerin AİHM’in kesinleşmiş kararlarına uyma yükümlülüğü bulunduğu, Mahkemenin kesinleşen kararlarının, infazını denetleyecek olan Bakanlar Komitesi’ne gönderildiği, Bakanlar Komitesi’nin, bir Yüksek Sözleşmeci Taraf’ın, taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde olması halinde, ilgili Taraf’a ihtarda bulunduktan sonra, bu Devlet’in aynı maddenin 1. fıkrasında öngörülen yükümlülüğünü yerine getirmediği meselesini Mahkemeye intikal ettirme yetkisine sahip olduğu ve Mahkemenin, 1. fıkranın ihlal edildiğini tespit etmesi durumunda, alınacak önlemleri değerlendirmesi için davayı Bakanlar Komitesi’ne gönderebileceği dikkate alındığında, Hrant Dink ile ilgili verilmiş olan karara uygun davranılıp davranılmadığının Bakanlar Komitesi’nce denetlenmesi gerektiği açıktır.

116. Somut olayda yaşam hakkının usuli boyutuna ilişkin AİHM tarafından verilmiş bir ihlal kararı olmasına rağmen, Anayasa Mahkemesinin aynı konuda yeni bir inceleme yapabilmesi için başvurucuların mağduriyetinin AİHM kararıyla giderilmemiş olması gerekir. Anılan başvuruda Hrant Dink cinayetine ilişkin soruşturma dosyasının baştan itibaren açık olup, sorumluların tespitine yönelik incelemenin devam ettiği görülmektedir. Bu durumda AİHM’in ihlal kararı ile başvurucuların mağdur sıfatının sona erdiği söylenemez. Anayasa Mahkemesinin özellikle AİHM’in kararı üzerine Cumhuriyet Savcılığınca, Hrant Dink’in yaşamını korumada ihmalleri görülen veya cinayetin işlenmesi organizasyonunda yer alan kamu görevlilerini belirleme ve bu eylemleri yaptırım altına alma amacıyla etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerekir.

117. Başvurucular, olayla ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığını, muhtemel şüphelilerin cezasız bırakıldığını ve AİHM kararının gereklerinin yerine getirilmediğini ileri sürmüşlerdir (§ 95). Bakanlığın görüş yazısında ise konu ile ilgili olarak, başvurucuların yaptığı başvuru üzerine AİHM tarafından 14/9/2010 tarihinde, Hrant Dink cinayeti hakkında yaşam hakkının esastan ihlalinin yanı sıra usulden de ihlal edildiğine karar verildiği, soruşturmanın etkililiği bakımından AİHM kararından sonra yargılama süreçlerinde yeni gelişmelerin kaydedildiği ifade edilmiştir (§ 96).

118. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi bir soruşturmanın etkililiğinden söz edebilmek için, soruşturmayı yapmakla görevli kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları zorunludur. Bağımsızlık sadece hiyerarşik veya kurumsal değil, aynı zamanda pratik olarak bağımsızlığı da gerektirir (bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 120; Kelly ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30054/96, 4/5/2001, § 114). Soruşturma, sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açabilecek nitelikte olmalıdır (bkz. Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 71). Sözleşme’nin 2. maddesi anlamındaki etkili bir soruşturma için, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yürütülmesi gerekir (bkz. Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, B. No. 25965/04, 7/1/2010, § 233; Çakıcı/Türkiye [BD], B. No: 23657/94, 8/7/1999, § 80, 87, 106; yukarıda geçen Kelly ve diğerleri, § 97). Bütün bu süreçte, mağdurun yakınları, meşru menfaatlerinin korunmasının gerektirdiği ölçüde yer almalıdırlar (bkz. Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, § 82; yukarıda geçen Kelly ve diğerleri, § 98).

119. Somut olay ile ilgili soruşturmanın kamu görevlileri yönünden iki farklı usul izlenerek yürütüldüğü görülmektedir. Birincisinde, olaya karışmış olduğu iddia edilen kişilerden bağımsız olarak genel ilkeler çerçevesinde İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Hz.2007/972 sayılı dosya üzerinden yürütülen bir soruşturma söz konusu iken, ikincisinde ise Trabzon ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıklarınca 4483 sayılı Kanun’un öngörmüş olduğu usul kapsamında değişik soruşturma numaraları üzerinde yürütülen ve bir kısım Trabzon Jandarma görevlileri ile ilgili somut adli işlemler dışında, olayla ilgileri tespit edilen diğer kamu görevlileri yönünden kovuşturma ya da işlem yapılmasına yer olmadığı kararları ile sonuçlanan bir soruşturma söz konusudur.

120. Buna göre Hrant Dink ile ilgili AİHM kararında da (bkz. Dink/Türkiye, 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 82) vurgulandığı üzere, cinayetin ardından İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca, maktulün yaşamının korunması yükümlülüğünün yerine getirilmesinde ihmali bulunan memurların kimliğinin de belirtilerek, İstanbul ve Trabzon’daki soruşturma birimlerine iletilmesine rağmen, cinayetin gerçekleştiği tarihten bireysel başvurunun inceleme tarihine kadar halen olayla ilgili ihmalleri olduğu ileri sürülen kamu görevlilerinin (§ 39) bağımsız adli birimlerce soruşturulmamış ve olaydaki rollerinin belirlenmemiş olması soruşturmanın etkililiğini zayıflatmıştır. Özellikle Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlileri ile ilgili soruşturmaların sistemik ve uygulamadan kaynaklanan bazı sorunlar nedeniyle istenilen seviyede tarafsız, etkin, düzenli ve hızlı sürdürüldüğünü söylemek mümkün değildir.

121. Hrant Dink’in öldürülmesi sürecinde, kamu görevlilerinin cinayetten önce veya sonra ortaya çıkan görevi kötüye kullanma ve ihmal gibi görülen bazı fiillerinin soruşturulmasının 4483 sayılı Kanun kapsamında yapıldığı, dolayısıyla cinayetin işlenmesinde ihmalleri olduğu ileri sürülen güvenlik personeli hakkındaki soruşturmaların yapılmasının bu görevlilerin amiri olan Vali tarafından sağlandığı, inceleme sonucunda Valinin soruşturma izni vermediği, bu karara karşı yapılan itirazın Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği dikkate alındığında, bu durumun kamu görevlilerinin sorumluluğunu tespite yönelik olarak etkili soruşturmayı, özellikle de bu kişilere atfedilebilecek fiillerin ana suç kapsamındaki soruşturma ve yargılama aşamalarında belirginleşmesini engellediği görülmüştür. Yetkili makamların maddi gerçeğe ulaşmaya yönelik etkili soruşturma ve kovuşturma yapmaları beklenir. Bu konuda gerekli özenin gösterilmediği durumlarda ise, 4483 sayılı Kanun’un öngördüğü soruşturma usulünün yaşam hakkının korunması bakımından kamu görevlilerinin muhtemel sorumluluklarını ortaya çıkaracak etkili soruşturmanın yapılmamasına neden olduğu söylenebilir.

122. Diğer taraftan Devlet Denetleme Kurulu Raporunda da belirtildiği gibi, Hrant Dink’in öldürülmesi ile ilgili olarak kamu görevlileri hakkında yapılan idari inceleme ve soruşturmalarda 4483 sayılı Kanun’un ortaya çıkardığı uygulama hatalarından birisi de “yöntem yanlışlığı” olup, kamu görevlilerinin silsile halinde birbirini takip eden ihmallerinin 4483 sayılı Kanun çerçevesinde bir bütün halinde incelenmeyerek, gerek yetki gerekse suçun işlendiği mahal itibariyle farklı birimlerce ayrı ayrı soruşturma ve incelemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu yöntemin; olayların bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilememesine, tüm iddiaların bir arada sorgulanamamasına, kamu görevlilerinin süreç içerisindeki fiillerinin ciddiyetinin kavranamamasına, ana fiil ile illiyet bağının bulunup bulunmadığının tartışılmamasına ve böylece bütünüyle idari inceleme ve soruşturmalardan sonuç alınamamasına neden olduğu saptanmıştır (§ 63).

123. Somut olayda Devlet Denetleme Kurulu Raporunda işaret edilen ve AİHM’in de ihlal nedeni olarak saptadığı hususlarda etkili bir soruşturmanın yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla ihlale dayalı mağduriyetin de giderilmediği anlaşılmaktadır. Zira olaylar silsilesinde sorumluluğu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin etkili bir yargısal sistem kapsamında sorumluluklarının belirlenmesi ve gerekiyorsa cezalandırılmalarına ilişkin devletin pozitif ödevinin yerine getirilmesinde AİHM değerlendirmelerinin gereği gibi dikkate alınmadığı, sistem sorunları ve yöntem yanlışlıklarının giderilmesi çabalarının gerekli özen, ivedilik ve sorumluluk içinde yürütülmediği, buna ilişkin belirtilerin de tatmin edici olmaktan uzak olduğu saptanmıştır. Ayrıca soruşturma sürecinde ilgili kamu görevlilerinin ifadelerine bile başvurulmadan verilmiş olan takipsizlik kararlarının başlı başına ihlal nedeni olması karşısında, soruşturmanın takibi için geçen süreyi makul kabul etmeye yarayacak kabul edilebilir, şeffaf bilgilere ve bulgulara ulaşılamadığı da dikkate alındığında, soruşturmanın, devletin pozitif yükümlülüğüne uygun olarak etkili bir şekilde yürütüldüğü söylenemez.

124. Buna göre gerek kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuatın uygulanmasında gerekli özenin gösterilmemesi ve kamu görevlilerinin soruşturulması hususunda izlenen yöntemlerdeki hatalar gerekse de adli birimlerin yeterince hızlı ve özenli davranmamaları sebepleri ile; olay kapsamında ihmalleri olduğu ileri sürülerek kimlikleri tespit edilen İstanbul ve Trabzon’daki kamu görevlilerinin cinayetin üzerinden uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen halen ifadelerinin bağımsız adli birimlerce alınamadığı, olaydaki rollerinin saptanamadığı, öldürülenin yakınlarının ancak kendi çabalarıyla soruşturma sürecinden haberdar olabildikleri ya da katılabildikleri, soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılamadığı anlaşılmış olduğundan, hakkın özüne zarar verecek şekilde yürütülen bu soruşturmanın bir bütün olarak etkisiz olduğunun kabul edilmesi gerekir.

125. Soruşturmanın etkili olmadığı saptandığından, başvurucuların, soruşturma evresinde kısıtlılık kararı verilerek dosyanın kendilerine karşı gizli tutulmasının ve buna karşı etkili bir başvuru yolu bulunmamasının hak ihlali oluşturduğu yönündeki şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

126. Açıklanan nedenlerle, Hrant Dink cinayetinde sorumlulukları ve ihmalleri olduğu iddia edilen Trabzon jandarma ve emniyet personeli ile İstanbul emniyet görevlileri ve mülki amirleri hakkında özellikle AİHM kararı üzerine yeniden açılan soruşturmanın bir bütün olarak etkili olmadığına ve Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin pozitif yükümlülüğünün bir sonucu olan usul yükümlülüğün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

127. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

128. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir.

129. Başvurucuların aynı iddialar kapsamında yaptıkları başvurular sonucunda AİHM’in 14/9/2010 tarihli kararı ile 105.000 Avro (§ 36); İstanbul 10. İdare Mahkemesinin 27/10/2010 tarihli kararı ile de 100.000 TL tazminat ödenmesine (§ 52) karar verildiği tespit edildiğinden, bu konuda ayrıca bir tazminat ödenmesine gerek görülmemiştir.

130. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği şeklindeki iddiaları içeren bölümünün “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının usul yönünden ihlal edildiği şeklindeki şikâyetlerini içeren kısmının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının Devletin usul yükümlülüğü yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 386,20 TL başvuru ve vekâlet harcı ile 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.886,20 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca İstanbul ve Trabzon Cumhuriyet Başsavcılıklarına; bir örneğinin de aynı maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca, başvurucular ile Adalet Bakanlığına gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SELAHATDİN AKGÜRE VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2515)

 

Karar Tarihi: 20/11/2014

R. G. Tarih-Sayı: 14/3/2015-29295

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep BENLİ

Başvurucu

:

1- Selahatdin AKGÜRE

 

 

2- Neriman AKGÜRE

 

 

3- Songül AKGÜRE

Vekili

:

Av. Selçuk KAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, askerlik görevini yapan yakınlarının rahatsızlanması üzerine götürüldüğü revirde bozuk serum verilmesi nedeniyle ölümüne sebebiyet verildiğini ve olay hakkında etkin bir soruşturma yürütülmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini belirterek yaşam hakkı ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 27/3/2013 tarihinde İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 21/2/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 24/4/2014 tarihli görüşü başvurucular vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucular vekili 20/5/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

7. Başvuruculardan Selahattin Akgüre ve Neriman Akgüre’nin oğlu, Songül Akgüre’nin eşi olan Halil İbrahim Akgüre, askerlik görevi sırasında acemi birliğindeki eğitimini tamamladıktan sonra 70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm. Blk. Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de görevlendirilmiştir.

8. Halil İbrahim Akgüre, askerliğe çağrı üzerine yapılan kontrollerde, Üsküdar Askerlik Şubesi yetkililerine kısmi bel fıtığı dışında ciddi bir rahatsızlığının olmadığını bildirmiştir.

9. Halil İbrahim Akgüre, 15/5/ 2009 günü saat 14.00 sularında yapılan öğle içtiması esnasında baygınlık geçirmiş, arkadaşlarının müdahalesiyle 1-2 dakika içinde kendine gelmiş ve komutanı (T.Y) tarafından revire gönderilmiştir.

10. Bakanlık görüşüne ve askeri savcılığa göre, Halil İbrahim Akgüre’ye revirde görevli tabip teğmen (T.K) tarafından müdahalede bulunularak, nabız ve tansiyon ölçümü yaptırılmış, değerlerde anormallik bulunmaması ve bilinci açık olan hastanın birkaç gündür iştahsız olduğunu beyan etmesi üzerine kendisine serum taktırılmıştır.

11. Başvurucuların iddiasına göre ise, herhangi bir doktor muayenesi yapılmadan, sağlık görevlileri (H.İ.) ve (O.G.) tarafından hastaya 500 cc’lik serum takılmıştır.

12. Bakanlık görüşüne ve askeri savcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair karara göre, serum önce hastanın sağ koluna takılmış, ancak canının yandığını belirtmesi üzerine sol koluna alınmıştır. Şikayetleri devam eden hasta bir süre sonra serumun çıkartılmasını istemiş, bunun üzerine tabip teğmen (T.K) tarafından damar yolu kontrol edilmiştir. Bu esnada midesi bulanan hasta orada bulunan çöp kovasına istifra etmiştir.

13. Başvurucuların iddiasına göre, Halil İbrahim Akgüre, serumun takılmasından sonra iki defa istifra etmiş ve kendini iyi hissetmediğini belirterek serumun çıkarılmasını istemiştir. Müteveffanın bu isteği görevlilerce yerine getirilmemiştir. Bölük doktorlarının olaydan haberdar edilmesi üzerine, tabip teğmen (T.K) seruma yönelik itirazları dinlemiş fakat hastayı rol yapmakla itham etmiş ve tedaviye devam etmiştir.

14. Akabinde sinirli tavırlar sergileyen hasta bir süre sonra geriye doğru kasılmaya başlamış ve nefes alıp verme düzeni bozulmuştur. Bunun üzerine revir baştabibi (A.B) gelerek solunumu bozulan hastaya müdahale etmeye çalışmış, solunumu düzelmeyince (A.B)’nin talimatı ile hasta doktorlar nezaretinde ambulansla Kızıltepe Devlet Hastanesine götürülmüştür.

15. Bu hastanenin acil servisinde yapılan kontrolde hastanın kalp ritminde herhangi bir düzensizlik olmadığı anlaşılmış, beyin sapında muhtemel bir kanama ya da kitlenin baskı yapması nedeniyle solunumun düzelmediği şüphesi üzerine, hasta, tomografi cihazı bulunan Diyarbakır Asker Hastanesine sevk edilmiştir.

16. Hastanın kalp atışlarının yolda düşmeye başlaması ve bir süre sonra durması üzerine, yol üzerindeki Mardin Devlet Hastanesi acil servisine gidilmiş fakat 15 dakika boyunca kalp masajı yapılmasına rağmen hasta kurtarılamamıştır.

17. Olayın meydana gelmesini müteakip 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı, 2009/950 sayılı dosyayla resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucular da, daha sonra yetkili kişilerden şikâyetçi olduklarını beyan etmişlerdir.

18. Mardin Devlet Hastanesinde ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmış fakat müteveffanın ölüm nedeninin tam olarak belirlenememesi nedeniyle, otopsi esnasında alınan kan ve iç organ örnekleri, toksikolojik ve histopatolojik inceleme yapılması amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine gönderilmiştir.

19. İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince, 24/12/2009 tarihli rapor hazırlanmıştır. Raporda, müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, kanda aranan uyutucu, uyuşturucu maddelerin bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

20. Savcılık tarafından, olayla ilgisi bulunan kişilerin ifadeleri alınmıştır. İfadesi alınan kişilerden piyade er (S.A) özetle, olay günü rahatsızlanan askerin ambulansla götürüldüğünü ve hastaya serum verildiğini öğrenince bu olaydan bir iki gün önce (R.H) adlı bir askerin de serum takıldıktan sonra rahatsızlanması nedeniyle serumlardan şüphelendiğini, bu sebeple serumların bozuk olup olmadığını anlamak için revir eczanesine giderek antibiyotik olan İespor adlı 1 gramlık ilaçla serumları karıştırdığını, tepkimeleri gözlediğinde Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) üretimi olan ve ölen askere de verilen serumların bozuk olduğu kanaatine vardığını, bunun üzerine hastaya refakat eden doktor (A.B)’yi arayarak serumun bozuk olabileceğini söylediğini beyan etmiştir. Tabip üsteğmen (A.B)’de bu konuya ilişkin olarak ifadesinde, özetle Kızıltepe Devlet Hastanesi acil servisindeyken (S.A) adlı askerin kendisini arayarak serumda sorun olabilir dediğini, hastanın serumları zaten burada değişmiş olduğu için kimseye bir şey söyleme gereği duymadığını belirtmiştir.

21. Başvurucuların iddialarına göre, müteveffanın ölümüne sebep olan serumlar, revir görevlisi tarafından ölüm olayından 3 gün sonra imha edilmiştir. Başvuruculara göre ayrıca, adli tıpa gönderilecek tüplerin içindeki serum numuneleri boşaltılmış ve adli tıp kurumunun ölüm nedenini tespit edememesi sağlanmıştır.

22. Soruşturma aşamasında tanık olarak ifade veren askerlerden onbaşı (F.E), serumların imhasıyla ilgili olarak, ölüm olayının meydana geldiği gün (S.A) adlı askerin içinden numune aldığı serumlarla birlikte 3 koli serumu er (U.Ş) ile birlikte lavaboya dökerek imha ettiklerini beyan etmiştir. Er (U.Ş) ise, olaydan 3-4 gün sonra şüphelenilen serumların revirde görevli er (Y.K ) tarafından mutfak lavabosuna dökülerek imha edildiğini beyan etmiştir. (Y.K) isimli er ifadesinde, mayıs ayının başında depoda bulunan serumları eczaneye çektiklerini, mayıs ayı ortasında tugaydan yeni serumlar gelince, son kullanma tarihi 2010 olan 12 adet envanter girişi olmayan 500 cc’lik serumu 9/6/2009 tarihinde astsubay (K.L)’nin talimatı doğrultusunda lavaboya dökmek suretiyle imha ettiğini beyan etmiştir. Şüpheli astsubay (K.L) ifadesinde, 9/6/2009 tarihli imha tutanağındaki imzanın kendisine ait olduğunu, tabip üsteğmen (A.B)’nin talimatı ile envanter dışı gözüken GATA imali serumları tespit ederek komutanına bildirdiğini, imha işlemine katılmadığını, düzenlenen imha tutanağını sonradan imzaladığını söylemiştir. Şüpheli tabip üsteğmen (A.B) ise özetle, bozuk olduğu gerekçesiyle hiçbir serumun imha edilmediğini, 9/6/2009 tarihinde imha edilen 12 adet 500 cc’lik serumun envanterde kayıtlı olmadığı için imha edildiğini beyan etmiştir.

23. Tabip teğmen (T.K) envanter girişi olmadığı için 9/6/2009 tarihinde imha edilen 12 adet serumdan bir tanesinin boş şişesini her ihtimale karşı muhafaza etmekte iken savcılığa teslim etmiştir. Savcılık, 2012/32 emanet numarasına kayıtlı olarak emanete alınan boş serum şişesini incelemek istemiş, bu şişenin boş olması sebebiyle serumun bozuk olup olmadığı konusunda herhangi bir inceleme yapılamamıştır. Bunun üzerine Savcılık tarafından, üretim tarihi 2008 ve son kullanma tarihi Ocak 2010 olan serumların içerisinde bozulma olup olmadığına ilişkin GATA Komutanlığına intikal etmiş bir bilgi olup olmadığı sorulmuştur. GATA Komutanlığı, ürünle ilgili herhangi bir geri bildirimin intikal etmediğini bildirmiştir.

24. Savcılık, kullanılan serumun bozuk olduğu iddiaları kapsamında inceleme başlatarak, başvurucuların yakınının ölüm olayından önce aynı revirde serum takıldığı için rahatsızlandığı iddia edilen (R.H) isimli askere ait tedavi evrakları ile müteveffaya ait tüm tıbbi evrak ve soruşturma dosyasının İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna gönderilmesine karar vermiştir.

25. Bu Kurul tarafından hazırlanan 25/8/2010 tarihli rapora göre özetle, müteveffadan alınan kanda alkol (etanol-metanol) bulunmadığı, iç organlarda yapılan sistematik toksikolojik analiz sonucunda aranan maddelerin bulunmadığı, zamanında kullanılan serum veya serisinden örnek alınarak tetkik yapılamamış olmakla birlikte anlatım, otopsi bulguları ve yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığı, mevcut bulgularla ölüm sebebinin belirlenemediği ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.

26. Bu rapora başvurucular tarafından itiraz edilmesi üzerine, soruşturma dosyası İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kuruluna gönderilmiş ve konuyla ilgili rapor talep edilmiştir. Genel Kurul, 1. İhtisas Kurulunun sunduğu raporla aynı doğrultuda bir rapor sunmuştur.

27. Savcılık, serumların bozuk olup olmadığı hususu ile ilgili olarak bilirkişi Dz. Ecz. Atğm. (O.T)’den rapor talep etmiştir. Hazırlanan raporda özetle, dosyada mevcut tıbbi belgelere ve tanık anlatımlarına göre, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğunu söylemenin mümkün olmadığı, ölümün bozuk serumdan kaynaklandığını söylemeye yetecek derecede bulgu olmadığı belirtilmiştir.

28. Yaptığı araştırmalar sonucunda Savcılık, 26/12/2012 tarih ve E.2009/72, K.2012/213 sayılı kararıyla, “… tanık beyanları, adli muayene ve otopsi bulguları, İstanbul Adli Tıp Kurumu raporları ile diğer tüm deliller birlikte değerlendirilip yorumlandığında, müteveffanın kesin ölüm nedeni belirlenememekle beraber, olay sırasında kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanmadığının ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun anlaşılması karşısında, ölüm olayında şüpheliler tabip yüzbaşı (A.B), tabip üsteğmen (T.K), sağlık kıdemli üst çavuş (K.L) ya da başka bir askeri personel/personellerin kusurunun bulunduğuna dair kamu davası açmaya yeter derecede delil bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

29. Başvurucular, ölüm olayının tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen kasten öldürme niteliğinde olduğunu, bozuk serumların imha edilerek cinayetin örtbas edildiğini, müteveffayı hastaneye götürme sürecinde de çok fazla zaman kaybedildiğini, Adli Tıp Kurumu raporunun gerçeği yansıtmadığını belirterek anılan karara itiraz etmiştir.

30. İtirazı inceleyen Hava Kuvvetleri Komutanlığı 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesi, 26/2/2013 tarih ve E.2013/253, K.2013/218 Müt. Sayılı kararıyla, “Ölüm olayının tasarlanarak ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen bir cinayet olduğu yönündeki iddialara ilişkin, somut delillerin bulunmadığı, buna ilişkin şüphenin de oluşmadığı, müteveffanın ölmeden önce herhangi bir kimseyle husumet içerisinde olduğuna ilişkin bir bilginin bulunmadığı…, yine PKK terör örgütü ve sempatizanlarının müteveffaya yönelik olarak ölüm olayını kurguladıkları iddiasına ilişkin de somut delillerin bulunmadığı…, Halil İbrahim Akgüre’nin ölümü olayında, herhangi bir kişiye kusur atfedilmesini gerektirecek yeterli şüphenin bulunmadığı, dosyada adı şüpheli olarak geçen şahısların uygulamalarının ve eylemlerinin tıp kuralları çerçevesinde olduğu ve bu yönüyle ölüm olayı açısından sorumlulukları cihetine gidilmesinin hukuken mümkün bulunmadığı, kullanılan serumun da yine aynı kapsamda ölümde etkisini, ortaya koyacak herhangi bir bulgunun saptanmadığı, diğer itiraz sebepleri açısından da somut delillerin ve yeterli şüphenin bulunmadığı anlaşıldığından” gerekçeleriyle itirazı reddetmiştir.

31. Kesin olan bu karardan sonra başvurucular 27/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

32. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

33. 25/10/1963 tarih ve 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu'nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz” kenar başlıklı 107. maddesi şöyledir:

“Askerî savcı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ile şüpheli ve suçtan zarar görene bildirilir.

Bu karara karşı teşkilâtında askerî mahkeme kurulan kıt’a komutanı veya askerî kurum amiri ya da suçtan zarar gören, kararın kendilerine tebliğinden itibaren onbeş gün içinde kararı veren askerî savcının teşkilâtında olduğu askerî mahkemeye yer itibarıyla en yakın askerî mahkemede itiraz edebilirler...”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 20/11/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 27/3/2013 tarih ve 2013/2515 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

35. Başvurucular, bozuk serumun takılmasına ve olumsuz etkilerinin görülmesine rağmen ısrarla çıkarılmaması sebebiyle askerlik görevini yapan yakınlarının vefat ettiğini, müteveffanın ölümünden iki gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma alınması sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini, hastaneye götürülürken çok fazla zaman kaybedildiğini, olaydaki ihmaller düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet niteliğinde olduğunun akla geldiğini, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, olayla ilgili yürütülen soruşturmada gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde incelenmediğini belirterek yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

36. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvurucular, başvuru konusu olayda ölen kişinin eşi ile annesi ve babasıdır. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65).

37. Başvuruda Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkının yanı sıra 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma ve 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru haklarının da ihlal edildiği ileri sürülmüştür. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Başvurucunun şikâyetleri Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı açısından incelenmiştir.

38. Bakanlığın kabul edilebilirliğe ilişkin görüş yazısında, AİHM’in birçok kararında, yaşam hakkına ya da fiziksel bütünlüğe yönelik ihlallerin kasıtlı olmadığı durumlarda, “etkili bir adli sistem” oluşturmayı kapsayan pozitif yükümlülüğün her davada cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, özel, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının mağdurlara açık olmasının yeterli olabileceği, başvuruculardan Songül Akgüre’nin 22/11/2013 tarihli dilekçe ile kendi adına asaleten çocukları adına velayeten Milli Savunma Bakanlığı (idare) aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) tazminat davası açtığı, AYİM Başsavcılığı tarafından kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca bilirkişi tarafından tespit edilecek miktarın davacılara maddi ve manevi tazminat olarak ödenmesi yönünde görüş bildirildiği, davanın henüz neticelenmediği, diğer iki başvurucunun uğradıkları zararın tazmini amacıyla yargı yoluna başvurmadıkları, bu itibarla yaşam hakkının ihlal edilip edilmediği incelenirken başvurucuların etkin olan kanun yollarını tüketmesi değerlendirmesinde bu hususun dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

39. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı, yakınlarının ölümüne ilişkin etkili bir ceza soruşturması yapılmaması ve bu yöndeki tüm taleplerinin ilgili makamlarca reddedilmiş olmasının etkin başvuru yollarının tüketilmiş olduğunun kabulü için yeterli olduğunu, bunun için başvurucuların devlet aleyhine tazminat davası açmış olmaları gerekmediğini, zira başvurucuların Türk mahkemelerinden öncelikli taleplerinin maddi tazminat olmayıp, yakınlarının ölümünden sorumlu olanların kanun önünde hesap vermesi ve cezalandırılması olduğunu belirtmişlerdir.

40. Başvurunun incelenmesi neticesinde, yaşam hakkının ihlali iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

41. Başvurucular, olaydaki ihmaller zinciri düşünüldüğünde olayın örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen kasten öldürme niteliğinde olduğunun akla geldiğini, müteveffanın ölümünden iki gün önce serumlar yüzünden bir askerin zehirlenerek yoğun bakıma alınması sebebiyle serumların bozuk olduğunun görevlilerce bilindiğini buna rağmen aynı seriden serumların kullanıldığını, olaydan 3 gün sonra gerekli incelemelerin yapılamaması amacıyla bozuk serumların imha edildiğini, gerekli tıbbi müdahalelerin zamanında yapılmadığını, olayla ilgili yürütülen soruşturmada gerekli hassasiyet gösterilmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptığı itirazın adil ve etkili bir şekilde incelenmediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

42. Bakanlığın görüş yazısında, somut olayda, ölüm olayına ilişkin olarak yürütülen soruşturma sonucunda, Diyarbakır 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından, 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, soruşturma kapsamında, ölü muayenesi ve otopsi işleminin yapıldığı, tanık ifadelerinin tespit edildiği, müteveffaya uygulanan serumun bozuk olduğu iddialarına ilişkin olarak İstanbul Adli Tıp Kurumundan görüş alındığı, bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, neticede iddiaları destekleyici nitelikte bir delil tespit edilemediğinden kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, bu karara karşı yapılan itirazın da reddine hükmedildiği hususlarının Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği belirtilmiştir.

43. Başvurucular cevap dilekçesinde, ortada yalnızca bir tıbbi ihmal yahut taksirin söz konusu olmadığını, Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının kasten ihlal edildiğini, ancak bu hususun ölüm olayına ilişkin delillerin kasten yok edildiği gözetilmeksizin “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle kapsamlı bir şekilde soruşturulmadığını ve askeri yargı mercileri tarafından olayın üstününün kapatıldığına ilişkin iddialarını yenilemişlerdir.

44. Anayasa'nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

45. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği belirtilmiştir. Devletin yaşam hakkına saygı gösterme yükümlülüğü öncelikle kamu otoritelerinin yaşam hakkına müdahale etmemelerini, yani maddede belirtilen istisnalar dışında kişilerin ölümüne neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin yaşam hakkından kaynaklanan negatif ödevidir. Yaşam hakkına saygı, ikinci olarak devletin üçüncü kişilerden gelecek tehlikelere karşı bireylerin hayatını korumasını gerektirir. Bir kimsenin hayatına yönelik çok özel ve ciddi bir tehdidin varlığı kanıtlanmışsa, devletin bu tehdide karşı bireyin hayatını korumak için makul tedbirleri alması gerekir. Bu, yaşam hakkından kaynaklanan devletin pozitif yükümlülüğüdür. Bir ölüm meydana gelmişse, devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle, devletin anılan madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

46. Bireyin, bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30).

47. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 111).

48. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için, soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 57; (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109; Dink/Türkiye, B. No: 2668/07, 6102/08, 30079/08, 7072/09 ve 7124/09, 14/9/2010, § 78).

49. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini koruyan hususlardan biri de, teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için, soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 58; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 109).

50. Somut olayda başvurucular, Halil İbrahim Akgüre’nin yaşama hakkının kasten ihlal edildiğini, ölüm olayına ilişkin delillerin kasten yok edildiği gözetilmeksizin “yeterli delil olmadığı” gerekçesiyle kapsamlı bir soruşturma yapılmadan olayın üstününün kapatıldığını ileri sürmüşlerdir.

51. Bireylerin cezai sorumluluklarının kapsamının belirlenmesine yönelik hukuki sorunların incelenmesi kural olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisi kapsamında olmayıp, suçluların tespiti ve cezalandırılması derece mahkemelerin görev ve yetkisindedir. Ancak yukarıda belirtilen yaşam hakkına yönelik müdahaleleri soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilmediği Anayasa Mahkemesince incelenmelidir. (B. No: 2013/1335, 6/2/2014, § 19)

52. Askeri savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve bu karara itiraz edilmesi sonucu askeri mahkemece verilen karar bu açıdan değerlendirildiğinde; Halil İbrahim Akgüre’nin 70. Mekanize Piyade Tugayı Lojistik Destek Bkm. Brl. 2. Bkm. Blk. Komutanlığı Kızıltepe/Mardin’de askerlik görevini yapmakta iken 15/5/2009 tarihinde öğle içtiması sırasında rahatsızlanarak revire kaldırıldığı, revirde ve Kızıltepe Devlet Hastanesinde tıbbi müdahalelerin yapıldığı, tomografi cihazı bulunan Diyarbakır Asker Hastanesine ambulansla sevk edildiği sırada durumunun kötüleşmesi üzerine Mardin Devlet Hastanesine götürüldüğü, ancak burada hayatını kaybettiği, ölüm olayının askeri savcılığa bildirilmesi üzerine derhal soruşturmaya başlandığı, Mardin Devlet Hastanesinde ölü muayene ve otopsi işleminin yapıldığı, kesin ölüm sebebi tespit edilemeyince ölenin vücudundan alınan kan örneği ve iç organ parçalarının incelenmek üzere İstanbul Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine gönderildiği, alınan raporda kanda uyutucu, uyuşturucu maddeye rastlanmadığı, iç organlarda yapılan incelemede aranan maddelerin bulunmadığının bildirildiği, olayla ilgili olarak tanık ve şüpheli beyanlarının alındığı, bu beyanlar doğrultusunda ölene revirde takılan serumun bozuk olduğu yönündeki iddiaların araştırılmaya başlandığı, üzerinde inceleme yapılmak istenen ölen askere takılan serumun bulunamadığı, revirde bulunan aynı seriden serumların da olaydan sonra lavaboya dökülerek imha edildiğinin anlaşıldığı, tanık ve şüpheli beyanlarına göre GATA yapımı aynı seriden serumların envanter kayıtlarının bulunmadığı, bu nedenle sadece olaydan bir gün önce revirde serum takıldıktan sonra rahatsızlanan bir askere ait tedavi evraklarıyla birlikte ölene ait tüm tedavi evraklarının kesin ölüm sebebinin tespiti için Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kuruluna gönderildiği, alınan raporda “Zamanında kullanılan serum ve serisinden örnek alınarak tetkik yapılmamış olmakla birlikte anlatım, otopsi bulguları ve yapılan tetkikler birlikte değerlendirildiğinde; Kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanmadığı, mevcut bulgularla ölüm sebebinin belirlenemediği, yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu”nun bildirildiği, başvurucular tarafından bu rapora itiraz edilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulunca hazırlanan raporun da 1. İhtisas Kurulu raporuyla aynı doğrultuda olduğu, 7. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından tüm bu hususlar birlikte değerlendirilerek kullanılan serumun ölümde etkisinin olduğunu gösterir bulgu tanımlanamadığından ve yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu anlaşıldığından ölüm olayında kusurlu oldukları iddia edilen şüpheliler hakkında 26/12/2012 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, başvurucuların bu karara itiraz etmeleri üzerine 2. Hava Kuvveti Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 26/2/2013 tarihli kararıyla müteveffanın ölümünde herhangi bir tıbbi ihmalin söz konusu olmadığı, ölüm sebebinin serumlardan kaynaklandığına ilişkin iddiaların doğrulanamadığı, ölüm olayının örgütlü bir şekilde gerçekleştirilen cinayet olduğu yönündeki iddialara ilişkin somut delil bulunmadığı gerekçesiyle itirazı reddettiği belirlenmiştir.

53. Soruşturma makamları somut olayda resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatmaya çalışmışlardır. Başvurucular her ne kadar yakınlarının örgütlü bir şekilde hareket edilerek kasten öldürüldüğünü iddia etmişlerse de, yapılan soruşturma sonucunda başvurucuların soyut iddiaları dışında buna ilişkin herhangi bir somut delile rastlanmadığı anlaşılmıştır

54. Ancak, kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi ve Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınan raporlarda, kullanılan serum ve serisinden örnek alınarak tetkik yapılmamış olması bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir. Her ne kadar savcılık makamı serumun bozuk olduğuna ilişkin iddialara vakıf olduktan sonra gerekli araştırmaları yapsa da, askeri makamların olaydan hemen sonra aynı seriden olan serumları imha etmiş olmaları nedeniyle serumlar üzerinde gerekli tetkikler yapılamamıştır. Yapılan klasik otopsi sonucu ölen askerin kesin ölüm sebebinin tespit edilememesi dikkate alındığında, serumların ölümün meydana gelmesinde etkili olup olmadığının araştırılamaması soruşturmanın seyri açısından önemli bir eksikliktir. Askeri makamlarca olaydan sonra delil niteliğindeki serumların muhafaza edilmemesini soruşturmanın etkinliğini zedeleyen bir unsur olarak değerlendirmek gerekir. Bu nedenle, başvuru dosyasında oluşa ilişkin belge ve bilgiler dikkate alındığında, ölüme sebebiyet veren olayların doğru bir şekilde tespitine, muhtemel sorumluların belirlenmelerine ve cezalandırılmalarına yol açacak nitelikte etkili bir soruşturmanın gerçekleştiğinden söz edilemeyecektir.

55. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

56. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

57. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucuların maddi ve manevi tazminat talebi yoktur. Başvurucuların yakınının yaşam hakkının korunmasına yönelik olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle bu aşamadan sonra yeniden yargılama yapılmasında hukuki bir yarar görülmediğinden ve başvurucuların tazminat talebi de bulunmadığından yalnızca ihlal tespitiyle yetinilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

58. Başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usuli boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

20/11/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

MEHMET KAYA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6979)

Karar Tarihi: 20/5/2015

R.G. Tarih- Sayı: 10/8/2015-29441

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan             :  Alparslan ALTAN

Üyeler               :  Serdar ÖZGÜLDÜR

                             Celal Mümtaz AKINCI

                             Muammer TOPAL

                             M. Emin KUZ

Raportör          :  Cüneyt DURMAZ

Başvurucular   :  1. Mehmet KAYA

                             2. Ayşe Gürsel KAYA

                             3. Yüksel BOZKUŞ

                             4. Ümmü İMER

                             5. Doğan KAYA

                             6. Erdal KAYA

                             7. Göksel CAYNALI

                             8. Melek VARTÜRK

                             9. Erdoğan KAYA  

Vekilleri            : Av. Adnan KAYA

I.        BAŞVURUNUN KONUSU

1.      Başvurucular, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan yakınlarının görevlilerin ihmali sonucu hayatını kaybettiğini, olay hakkında etkin bir soruşturma yürütülmeyerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, müteveffaya infaz koruma memurları tarafından kötü muamelede bulunulduğunu belirterek; yaşam hakkının, adil yargılama hakkının, etkili başvuru hakkının ve kötü muamele ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

II.     BAŞVURU SÜRECİ

2.      Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 3/9/2013 tarihinde yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3.      İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. 

4.      Bölüm tarafından 29/1/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5.      Adalet Bakanlığı tarafından 31/3/2014 tarihinde başvuru hakkında Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculara 1/4/2014 tarihinde bildirilmiş, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 24/4/2014 tarihinde sunmuşlardır.

III. OLAY VE OLGULAR

A.    Olaylar

1.  Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar

6.      Başvurucuların ikisinin çocuğu ve diğerlerinin kardeşi olan Erkan Kaya, 2009 yılından beri Muğla E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Cezaevi) hükümlü olarak cezasını çekmekte iken başvuruculardan baba Mehmet Kaya, 29/8/2012 tarihli dilekçesiyle İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve oğlunun bir kısım hükümlü ve infaz koruma memuru tarafından haraca bağlandığını, haraç vermemesi üzerine mahkumlar tarafından dövüldüğünü, infaz koruma memurları tarafından işkenceye tabi tutulduğunu ve hücreye atıldığını belirterek, oğlunun Aliağa Şakran Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapılması talebinde bulunmuştur. Bu talep reddedilmiştir.

7.      Erkan Kaya, 7/1/2013 tarihinde kalmakta olduğu kısımda bulunan yatağı yakmış ve yatağın alev alması sonucunda vücudunda yanıklar oluşmuştur. Bunun üzerine hastaneye kaldırılan Erkan Kaya sevk edildiği İzmir Bozkaya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisi devam ederken 19/1/2013 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

8.      Olayın meydana gelmesini müteakip Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), 2013/290 sayılı dosyayla resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucular da 4/2/2013 tarihli dilekçeyle, dosyanın tekemmülü ve delillerin toplanması açısından önem arz edecek hususların dikkate alınması ve ölüm olayında kusurları bulunan kişilerin tutuklanması talebinde bulunmuşlardır.

9.      Müteveffanın ağabeyi olan başvuruculardan Erdoğan Kaya’nın müracaatı üzerine, Başsavcılık 17/1/2013 tarihinde kendisinin ifadesini almıştır. Erdoğan Kaya ifadesinde özetle; kardeşi ile aynı kurumda kaldığını, kardeşinin kendisini ve yatağını yakmasının sebebinin verilen haksız disiplin cezaları olduğunu belirtmiştir. Anılan kişi ifadesinde ayrıca, ilk dönemlerde kardeşi ile aynı koğuşta kaldığını, koğuşta bulunan diğer kişiler ve infaz koruma memurlarıyla sorun yaşadıklarını, idareye şikâyette bulunduklarını, şikâyetlerinin gereğinin yerine getirilmediğini belirtmiştir.

10.  Soruşturma kapsamında alınan tanık beyanlarında, müteveffanın psikolojik sorunlarının bulunduğu ve daha önce de benzer yatak yakma eylemlerinde bulunduğu belirtilmiştir.

11.  Başsavcılık, 8/5/2013 tarihli ve Soruşturma No:2013/290, K.2013/1168 sayılı kararıyla; görevlilerce yangına çok kısa sürede müdahale edildiği ve yangının kontrol altına alındığı, olayda kurum personelinin ihmal ya da gecikmesinin söz konusu olmadığı ve ölüm olayının İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığının 24/4/2013 tarihli raporuna göre yanık ve komplikasyon olarak gelişen akut pnömoni sonucu meydana geldiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle, kovuşturmaya yer olmadığına (KYO) karar vermiştir.

12.  Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 19/7/2013 tarihli ve 2013/1082 Değişik İş No’lu kararıyla, KYO kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından bahisle reddedilmiştir.

13.  Bu karar, 6/8/2013 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiş ve 3/9/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

2. Bakanlık görüşünde ifade edildiği şekliyle başvuru konusu olay öncesi ve sonrası yaşanan gelişmeler

14.  2012 yılının Ağustos ayında infaz koruma görevlileri tarafından tutulan bir tutanakta; diğer tutuklu ve hükümlülerin kendisinden duydukları rahatsızlığı cezaevi idaresine dile getirmeleri ve bu hususta dilekçe vermeleri üzerine hastane dönüşü hükümlü Erkan Kaya ile başmemurlukta görüşülerek nasihatlerde bulunulduğu, ancak hükümlünün saldırgan davranışlar sergilediği, herhangi bir olaya sebebiyet verilmemesi için hükümlü ile ağabeyi Erdoğan Kaya’nın müşahede kısmına alındığı, her iki hükümlü ile tekrar konuşulup telkinlerde bulunulmaya çalışılırken hükümlü Erkan Kaya’nın nereden elde ettiği bilinmeyen jilet parçasıyla koridora fırlayarak görevli memurlara saldırmak istediği, etkisiz hale getirilerek elindeki jilet parçasının alındığı, saldırgan tavırlarına devam eden hükümlünün tehditlerde bulunduğu ve sakinleştirildikten sonra tekrar C Blok sağ müşahede kısmına verildiği belirtilmiştir.

15.  Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığı, Ağustos 2012 tarihli kararıyla, hükümlünün bir ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma ve 5 gün hücreye koyma cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Hücre cezasına ilişkin bu karara yapılan itiraz, İnfaz Hâkimliğinin 10/9/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

16.  Hükümlü, olay öncesinde 27/8/2012 tarihinde de kalmakta olduğu C Blok Sol Müşahede kısmında bulunan odasındaki yatağını ateşe vermiştir. 27/8/2012 tarihinde, ceza infaz koruma memurları tarafından bir tutanak tutulmuştur. Anılan tutanakta, hükümlü Erkan Kaya’nın doktora muayene olmak için dilekçe verdiği, aynı zamanda sözlü olarak da hastaneye gitmek istediğini söylediği, dilekçenin görevli infaz koruma memuru tarafından onaylanarak kurum revirine gönderildiği, durumu hakkında bilgi almak için görevli memur tarafından revire telefon açıldığında, hükümlünün önceki hafta hastanedeki randevusunu kendi isteği ile dilekçe yazarak iptal ettiği ve hastaneye gidebilmesi için kurum doktoru tarafından sevk edilmesi ve tekrar hastaneden randevu alınması gerektiğinin söylendiği belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca, saat 11.00 sıralarında durum hükümlüye bildirilmek için Müşahede kısmına çıkılıp anlatıldığında, hükümlünün görevli memurlara hakaret ve küfür ettiği, “ben başmemurla görüşmek istiyorum, sizinle işim olmaz, gidin bana müdürü çağırın, başmemuru çağırın.” dediği, vardiya sorumlusuna durum anlatılıp tekrar hükümlünün yanına çıkıldığında hükümlünün yatağı ateşe verdiğinin görüldüğü belirtilmiştir. Tutanağa göre, görevli memurlarca hemen müdahale edilerek ateş söndürülmüş, yakmış olduğu yatak odadan çıkarılmaya çalışılırken hükümlü orada bulunan müdür, başmemur ve memurlara küfür, tehdit ve hakaretlerde bulunmuş, hükümlünün odası temizlenerek tekrar odasına verilmiştir.

17.  Bu eyleminden dolayı hükümlü Erkan Kaya, Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından 6/9/2012 tarihinde, 15 gün hücrede kalma cezası ile cezalandırılmış, hükümlünün başvurusu sebebiyle Muğla İnfaz Hâkimliğince verilen 24/9/2012 tarihli ret kararına hükümlünün itirazı üzerine, Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 9/10/2012 tarihinde, itirazın reddine karar vermiştir. Hükümlü hakkındaki ceza infaz edilmiştir.

18.  Ayrıca hükümlü hakkında, Başsavcılığın 25/9/2012 tarihli ve 2012/4609 soruşturma, E.2012/1952 sayılı iddianamesiyle, yakarak kamu malına zarar verme ve infaz koruma memurlarına yönelik hakaret suçlarını işlediği iddiasıyla Muğla Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

19.  Hükümlü hakkında ayrıca, Başsavcılığın 2/10/2012 tarihli iddianamesiyle, 13/8/2012 tarihinde infaz koruma memurlarına yönelik jiletle yaralamaya teşebbüs, görevli memurlara hakaret, tehdit suçlarını işlediği gerekçesiyle Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Bir kısım infaz koruma memurları hakkında ise, görevi kötüye kullanma suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Bu kararda, hükümlü Erkan Kaya’nın 17/7/2012 tarihli dilekçesi ve Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının kararına istinaden idari nedenlerle tekrar D-7 nolu odaya yerleştirildiği, kurum yetkilileri üzerine atılı bir suç ve suç unsuru bulunmadığı belirtilmiştir.

20.  9/11/2012 tarihinde, Cezaevi Disiplin Kurulu Başkanlığı, hükümlü hakkında, 30/10/2012 tarihinde tutulan bir tutanağa istinaden birtakım disiplinsiz davranışları sebebiyle, 1 ay ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, 10 gün hücrede kalma cezası ile cezalandırılması kararı vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz da, İnfaz Hâkimliğinin 28/11/2012 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

21.  Hükümlü Erkan Kaya’nın Cezaevi Müdürlüğüne sunduğu 28/12/2012 tarihli dilekçesinde, 18/12/2012 ila 28/12/2012 tarihlerinde hücre cezasını yattığını, kendi isteği ile bir hafta daha Müşahede kısmında kalmak istediğini belirterek, gereğinin yapılmasını talep ettiği görülmektedir.

22.  4/1/2013 tarihinde infaz koruma memurları tarafından tutulan bir tutanakta, Cezaevi sol Müşahede kısmı 5 no’lu odada kendi isteğiyle kalmakta olan hükümlü Erkan Kaya’ya kalmakta olduğu kısımdan alınarak koğuşa verileceği ve eşyalarını hazırlaması söylendiğinde, hükümlünün nöbetçiye “kaldığım müşadiye kısmından çıkmayacağım, bununla ilgili dilekçe de yazmayacağım, kimseyle görüşmeyeceğim” demesi üzerine Erkan Kaya’nın bu kısımdan çıkarılmadığı belirtilmektedir.

23.  28/12/2012 tarihinde bitirmiş olduğu hücre cezası sonrasında bir hafta daha müşahedede kalmak istediğine dair talebinin idarece uygun görülmesi üzerine ve bu sürenin bitiminde de 4/1/2013 günü kalmakta olduğu müşahede kısmından çıkmayacağına, dilekçe yazmayacağına ve kimseyle görüşmeyeceğine dair beyanı üzerine tanzim edilen tutanağa istinaden C Blok Sol Müşahede kısmındaki 5 no’lu bölümde cezasının infazına devam edilirken, hükümlü Erkan Kaya 7/1/2013 tarihinde saat 08.38’de yatağını yakmak suretiyle yangına sebebiyet vermiştir.

24.  Bu hususta infaz koruma memurları tarafından 7/1/2013 tarihli bir tutanak imza altına alınmıştır. Bu tutanağa göre, hükümlü odadan dışarı alınmaya çalışılırken sağ elinde demir kısmı 3,5 cm tahta sapı 8,5 cm olan ucu sivri alet görüldüğü ve elinden alınarak muhafaza altına alındığı, ayrıca yanan oda kontrol edildiğinde hükümlünün lavabo ve fayansları kırdığının tespit edildiği belirtilmiştir.

25.  15/1/2013 tarihinde, Cumhuriyet Savcısı tarafından yangına ilişkin görüntülere dair bir tutanak tutulmuştur.

26.  17/1/2013 tarihinde, İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, Başsavcılık ile Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne (CTEGM) bir dilekçe göndermiştir. Bu dilekçede, başvurucu Mehmet Kaya’nın kendilerine müracaat ettiği ve oğluna işkence yapıldığı, doktora çıkarılmadığı, oğlunun tek kişilik hücreye atıldığı ve yatağını ateşe verdiği, gardiyanların kapıları kilitlediği beyanlarında bulunduğu belirtilmiş ve başvurucunun bu beyan ve iddiaları doğrultusunda gerekli tahkikatın yapılması istenmiştir.

27.  18/1/2013 ve 20/1/2013 tarihlerinde, Cumhuriyet Savcısı, yangın olayıyla ilgili cezaevi görevlisi dokuz kişinin tanık sıfatıyla beyanlarını almıştır.

28.  18/1/2013 tarihinde, Başsavcılık, başvurucu Erdoğan Kaya’nın cezaevi görevlileri hakkında işkence iddiası ile yaptığı şikayet üzerine başlatılan ve 2013/287 soruşturma nolu dosya üzerinden yürütülen soruşturmada, kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda, Erdoğan Kaya’nın alınan ifadesinde, işkence yapılmasının söz konusu olmadığını, ailesinin İzmir’de olması sebebiyle İzmir’e nakil talebinin olduğunu belirttiği, kurum kayıtlarından kardeşi Erkan Kaya’nın değişik tarihlerde kurum revirine çıkarıldığının belirlendiği, dolayısıyla işkence iddiasının asılsız olduğu, can güvenliğinin sağlanmasına yönelik olarak kuruma gerekli talimatın verildiği, adı geçenin herhangi bir problemi olmadığının kendi beyanından anlaşıldığı, işkence iddiası ile ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda herhangi bir suç ve suç unsuru bulunmadığı belirtilmiştir.

29.  Hükümlü Erkan Kaya’da olay günü ele geçen sivri uçlu alet üzerinde yaptırılan kriminal inceleme sonucu düzenlenen 28/1/2013 tarihli uzmanlık raporunda, örgü ve dantel işlerinde kullanılan tığ olduğu, 6136 sayılı Kanun’a göre memnu olmadığı belirtilmiştir.

30.  30/1/2013 tarihinde, CTEGM, İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi tarafından verilen dilekçede belirtilen hususların titizlikle araştırılması için Başsavcılığa bir yazı göndermiştir.

31.  İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesinin bu dilekçesi üzerine başlatılan soruşturma, ölüm olayına ilişkin olarak Başsavcılık nezdinde yürütülen 2013/290 sayılı soruşturma dosyası ile birleştirilmiştir.

32.  19/2/2013 tarihinde de aynı Cezaevinde bulunan başka bir hükümlü olan İsmail Bulut’un tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır.

33.  Hükümlü Erkan Kaya’nın 19/1/2013 tarihinde ölmesi sebebiyle, 20/2/2013 tarihinde, 27/8/2012 tarihinde yatak yakma suretiyle kamu malına zarar verme, infaz koruma memurlarına yönelik hakaret eylemleri nedeniyle hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine karar verilmiştir.

34.  26/2/2013 tarihinde de, hükümlü hakkında 13/8/2013 tarihinde infaz koruma memurlarına yönelik yaralamaya teşebbüs, hakaret, tehdit suçlarından açılan kamu davasının sanığın ölmüş olması sebebiyle düşmesine karar verilmiştir.

35.  Başvurucuların yakını Erkan Kaya psikolojik sorunları nedeniyle zaman zaman kurum revirine çıkarak muayene olmuş ve tabip tarafından anksiyete bozukluğu, polinöropati, depresif nöbet teşhisleri konularak kendisine çeşitli ilaçlar verilmiş ve kullandırılmıştır. Cezaevinde bulunduğu son 5 aylık revir kayıtlarına göre hükümlü, çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle muhtelif tarihlerde toplam 24 defa kurum revirinde muayene edilmiş, bu süre içinde 4 defa Muğla Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine, 4 defa da İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülüp getirilerek gerekli muayene ve tedavisi yaptırılmıştır.

36.  Cezaevinde bulunduğu son yedi ay içinde birçok kere hükümlü Erkan Kaya’nın Cezaevi idaresi tarafından odası değiştirilmiş, son altı ayda kendisi hakkında verilmiş yedi ayrı disiplin cezası kararı infaz edilmiştir.

37.  Hükümlünün 7/1/2013 tarihinde müşahedede kaldığı odasındaki yatağı ile kaldığı yeri ateşe vermesi sonucu ölümü ile ilgili olarak, Cezaevi görevlileri hakkında idari soruşturma başlatılmış ve sonucunda 22/1/2013 tarihli ve 01 sayılı; 25/1/2013 tarihli ve 02 sayılı kararlarla cezaevi görevlilerinin ihmal ve kusurlarının bulunmadığı, aksine tam zamanında ve doğru müdahalede bulundukları anlaşıldığından bahisle “disiplin cezası verilmesine yer olmadığına” karar verilmiştir.

B.     İlgili Hukuk

38.  5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“ (1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde  ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde  tutulurlar.

b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının  korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.

e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur.

h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karşı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır.”

39.  5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı 16. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“ (1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 nci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.

(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.”

40.  Anılan Kanun’un “Akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı” kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

 “(1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir.

(2) Birinci fıkrada belirtilenlerin cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç duyduğu uzman ve diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır.”

41.  Anılan Kanun’un “Hastalık nedeniyle nakil” kenar başlıklı 57. maddesi şöyledir:

“ (1) Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır.

(2) Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi, tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür. Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite hastaneleri tercih edilir.

(3) Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir.

(4) Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi verilir.

(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir.”

42.  Anılan Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“ (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin  mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

43.  Anılan Kanun’un 78 ila 82. maddelerinde, hükümlülerin muayene ve tedavisi, sağlık denetimi, hastaneye sevki ve infazı engelleyecek hastalık hâline ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.

44.  6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük” ile 5275 sayılı Kanun’da belirlenen esaslar daha ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

45.  Mahkemenin 20/5/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/9/2013 tarihli ve 2013/6979 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A.    Başvurucuların İddiaları

46.   Başvurucular, yakınlarının psikolojik sorunu bulunmasına ve daha önceden de benzer yatak yakma eylemlerinde bulunmasına rağmen, görevlilerin gerekli tedbirleri almaması sonucu yaşamını yitirdiğini, müteveffaya infaz koruma memurları tarafından kötü muamelede bulunulduğunu ve işkence yapıldığını, müteveffaya kötü muamelede bulunan görevliler hakkında soruşturma başlatılmadığını ve müteveffanın ölümünde ihmali bulunan görevliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptıkları itiraz üzerine Mahkeme tarafından Başsavcılıktan mütalaa alındığını, fakat alınan mütalaanın kendilerine tebliğ edilmediğini, Mahkeme tarafından duruşma yapılmadan ve kendileri dinlenilmeden karar verildiğini belirterek, yaşam hakkının, kötü muamele ve işkence yasağının, adil yargılama hakkının, etkili başvuru hakkının ve iki dereceli yargılama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B.     Değerlendirme

1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İşkence ve Eziyet Yasağının İhlal Edildiği İddiası

47.  Başvurucular, yakınları Erkan Kaya’ya ölmeden önce infaz koruma memurları tarafından kötü muamelede bulunulduğunu ve işkence yapıldığını, müteveffaya kötü muamelede bulunan görevliler hakkında soruşturma başlatılmadığını iddia etmektedirler.

48.  Bu iddialara yönelik olarak Bakanlığın görüşünde, Erkan Kaya’nın 19/1/2013 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ölü muayenesinde, cesette haricen müessir fiile emare olabilecek travmatik darp, cebir ve şiddet bulguları ile ateşli silah, kesici delici alet yarası bulunmadığının görüldüğü belirtilmiştir.

49.  Yine benzer şekilde, hükümlünün 20/1/2013 tarihinde İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığında yapılan klasik otopsisi sonucunda düzenlenen rapor incelendiğinde, göbek çukurunun sol tarafında 1x0.7 cm’lik belli belirsiz ekimoz dışında başka bir bulguya, bu arada ateşli silah yarası ile kesici-delici alet yarasına rastlanmadığı belirtilmiştir.

50.  18/1/2013 tarihinde, başvurucu Erdoğan Kaya’nın iddiaları üzerine Başsavcılığın, cezaevi görevlileri hakkında işkence iddiası ile başlattığı soruşturmada, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği görülmektedir. Kararda, işkence iddiası ile ilgili olarak yapılan soruşturma sonucunda herhangi bir suç ve suç unsuru bulunmadığı belirtilmiştir.

51.  Başvurucu Mehmet Kaya’nın İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi vasıtasıyla Başsavcılık ve CTEGM’ye gönderdiği ve işkence iddialarının yer aldığı dilekçesinin ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturma ile birleştirildiği, ölüm olayına ilişkin olarak 8/5/2013 tarihinde verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, herhangi bir kötü muamele bulgusunun bulunmadığı belirtilmiştir.

52.  Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

53.  Bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, olay hakkında etkili resmi bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25). Ancak, bu konuda bir soruşturmanın başlayabilmesi için öncelikle işkence ve kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

54.  Söz konusu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

55.  Başvuru konusu olay hakkında yürütülen Başsavcılık soruşturmasında ifadeleri alınan cezaevi görevlilerinin ve cezaevinde bulunan bir diğer mahkûmun ifadelerinde, Erkan Kaya’nın başvurucuların iddia ettiği gibi bir muameleye maruz kaldığına yönelik herhangi bir açıklama yapmadıkları veya bu kapsamda değerlendirilebilecek bir olaydan bahsetmedikleri görülmektedir. Olay sonrasında yapılan ve Bakanlık görüşünde değinilen, ölü muayene ve klasik otopsi işlemlerinde de bu yönde herhangi bir bulgu bulunmadığı anlaşılmaktadır. Müteveffanın toplam 24 defa kurum revirinde muayenesi yaptırılmış, bu süre içinde 4 defa Muğla Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine, 4 defa da İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülüp muayene ve tedavisi yaptırılmıştır. Gerek başvuru dosyasında gerekse soruşturma dosyasında, başvurucunun cezaevinde kaldığı sırada Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırılık teşkil edecek bir kötü muameleye maruz kaldığı izlenimi doğuracak herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.

56.  Bir kimsenin, özellikle içinde bulunduğu hassas durum da göz önüne alındığında, cezaevinde şiddete maruz kaldığını kanıtlayacak doktor raporu elde etmesinin zor olabileceği düşünülebilir. Bununla birlikte, müteveffanın ya da aynı Cezaevinde kalan ağabeyinin tedavi işlemleri sırasında darp ve kötü muameleye ilişkin muayene ve rapor talebinde bulunduğu veya başka bir doktor tarafından muayene edilmeyi istediği hususunda da bir tespit yapılamamıştır. Başvurucuların, ilgili kötü muamele iddialarını hem ceza soruşturması aşamasında sundukları şikâyet ve itiraz dilekçelerinde hem de bireysel başvuru dilekçelerinde sadece genel olarak açıkladıkları ve müteveffanın kendilerine anlattığı şekliyle olanlar hakkında hiçbir ayrıntılı bilgi sunmadıkları görülmektedir.

57.  Müteveffanın ağabeyi olan Erdoğan Kaya’nın, kardeşinin ölümü öncesinde 16/10/2012 tarihinde, Muğla Cumhuriyet Başsavcılığında incelendiği anlaşılan konu hakkındaki şikayetleri hakkında da “Erkan Kaya’nın kurumunda sürekli olarak sorun yarattığı, görevli personele hakaretlerde bulunduğu, koğuşun huzur ve düzenini bozmaya çalıştığı, hücreye koyma cezası olmak üzere 2 ayrı ceza verildiği, görevli personelin yasalar ve talimatlar çerçevesinde görevini yerine getirdikleri anlaşıldığından” bahisle personel hakkında işlem yapılmadığı bilgisine yer verilmiştir. Bakanlık görüşünde ifade edildiği üzere, 18/1/2013 tarihinde, Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu Erdoğan Kaya’nın kurum görevlilerinin işkence yaptığı şikayeti üzerine başlatılan 2013/287 sayılı soruşturmada da, herhangi bir suç ve suç unsuru bulunmadığından bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir (§ 28).

58.  Bu açıklamalar ışığında somut başvuru değerlendirildiğinde, başvurucuların yakınının cezaevinde işkence ya da kötü muamele gördüğünün ispat edilmesini mümkün kılar nitelikte her türlü makul şüpheden uzak hiçbir kanıtın bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddialarının soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu açıkça anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam Hakkının İhlal Edildiği İddiası

59.  Başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği iddialarına yönelik olarak Bakanlık görüşünde, şikâyetlerin kabul edilebilirliği açısından değerlendirme yapılırken, bireysel başvuru yoluna başvurmadan önce, kişilere, ihlale neden olduğunu ileri sürdükleri işlem, eylem ya da ihmal için “kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının” tamamını tüketmiş olmaları zorunluluğu getirildiği, başvuru formunda, başvurucuların ceza soruşturması hariç kalmak üzere, şikayet konusu edilen olay nedeniyle ilgili kişiler veya idare aleyhine tazminat davası açtıklarına dair bir bilgi bulunmadığı, yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi halinde mağdur sıfatının ortadan kalkacağı, ölüm olayının kasten meydana gelmemesi durumunda, hukuki veya idari bir prosedür aracılığıyla sorumluların belirlenmesi ve tazminat ödenmesinin yeterli olabileceği, bu hususta iç hukukta ilgili idare kusurlu bulunarak hükmedilen tazminat kararlarının da bulunduğu ifade edilmiştir.

60.  Başvuru konusu olayda yaşanan ölümün kasıtlı bir eylem sonucu meydana gelmediği ortadadır. Bu durumda, yaşanan olayda yetkili ve sorumlu olan kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almama gibi bir durumun bulunup bulunmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu gibi durumlarda, birey kendi inisiyatifiyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 60-62).

61.  Bu nedenle, başvurucuların, Bakanlık görüşünde ileri sürülen, Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği konusunda karar verebilmek için somut olayda devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir.

62.  Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının esas bakımından incelenmesi gerekmektedir.

c. Etkili Başvuru ve Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

63.  Başvurucuların, yaşam hakkı ve işkence ve eziyet yasağına ilişkin iddialarının yanı sıra, Mahkeme tarafından Başsavcılıktan mütalaa alındığı, fakat alınan mütalaanın kendilerine tebliğ edilmediği, Mahkeme tarafından duruşma yapılmadan ve kendileri dinlenilmeden karar verildiği ve iki dereceli yargılama yapılmadığından bahisle Anayasa’nın 36. ve 40. maddeleri ile AİHS’nin 13. maddelerinin ihlal edildiği yönünde iddiaları bulunmaktadır. Başvurucuların bu yönlerdeki iddiaları yaşam hakkı kapsamında yapılan incelemelerde değerlendirildiği için bu haklar kapsamında ayrıca inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

2.      Esas Bakımından İnceleme

a.  Yaşamı Korumak İçin Gerekli Tedbirlerin Alınmadığı İddiası Yönünden

64.  Başvurucular, yakınları Erkan Kaya’nın psikolojik sorunları bulunmasına ve daha önce de benzer yatak yakma eylemlerinde bulunmasına rağmen görevlilerin gerekli tedbirleri almaması sonucu yaşamını yitirdiğini iddia etmektedirler.

65.  Bakanlık görüşünde, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, AİHM’nin devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. Bakanlık, AİHM’nin bu konudaki kararlarında, bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği halde makul tedbirleri almamasının devletin sorumluluğunu doğurabileceğini, bu itibarla, her türlü özgürlükten mahrumiyetin, doğası gereği, tutuklu veya hükümlü kişinin psikolojisinin bozulmasına neden olduğunu ve dolayısıyla bunun kırılgan ve korumasız bir kişinin intihar etme riskini artırabileceğini, bu yüzden ulusal mevzuatın cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklediğini ve tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının gereksiz yere tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler getirdiğini, bununla birlikte, intihar olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde, insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiğini belirttiğini ifade etmiştir.

66.  Bakanlık görüşünde, somut olayla ilgili şu değerlendirmeler yapılmıştır: Hükümlünün yatak yakma eylemi dışında cezaevinde koğuş arkadaşlarıyla geçimsizliğinin olduğu, cezaevi idaresine karşı saldırgan ve disiplinsiz davranışlarda bulunduğu, bu hareketleri sebebi ile başta hücre cezası olmak üzere hakkında çok sayıda disiplin cezası kararı verildiği ve bunların infaz edildiği, kurum görevlilerine karşı eylemleri nedeni ile hakkında davalar açıldığı, ayrıca hükümlünün pek çok kez odasının değiştirildiği, dolayısıyla, Erkan Kaya’nın şiddetli bir ruhsal bozukluk içerisinde olduğu, ilgili şahsın sıkı bir şekilde gözetim altında tutulması gerektiği, sağlığının korunması açısından yetkili makamlar tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği, konu ile ilgili görüşleri sorulan Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün (CTGM) cevabî yazısında; hükümlünün psikolojik sorunları nedeniyle zaman zaman kurum revirinde muayenesinin yapıldığı ve kurum tabibi tarafından anksiyete bozukluğu, polinöropati, depresif nöbet teşhisleri konularak kendisine çeşitli ilaçların reçete edildiği ve bu ilaçların kullanımının sağlandığı, ilgilinin kendisine veya başkalarına zarar vermemesi için gerekli özenin gösterildiği, ancak bu hususta kararlı olanların eylemlerini önleyebilmenin imkânsız olduğu, ayrıca, hasta ve rahatsız olduğunu beyan eden hükümlü ve tutukluların kurumda tam gün görev yapan aile hekimine gerekli muayene, tetkik ve tedavilerinin yaptırıldığı, tabibin gerekli gördüğü durumlarda ise ilgili hastanelere sevklerinin yapıldığının belirtildiği bilgilerine yer verilmiştir.

67.  Bakanlık görüşünde ayrıca, başvurucuların, tam olarak yakma olayının başlaması ile kurum görevlilerinin müdahalesinin hangi saatlerde olduğu meselesinin kesin olarak belirlenemediği, müdahalede geç kalındığı iddiasının her türlü şüpheyi kesin olarak ortadan kaldıracak şekilde yanıtlanmadığı iddialarına karşılık gelmek üzere, CTEGM’nin cevabî yazısında, yangına bir dakika on üç saniye içerisinde müdahale edilerek söndürüldüğü ve hükümlünün odasından çıkarıldığı, ellerinde, dizinde ve sırt kısmında yanıkların görülmesi üzerine vakit kaybedilmeden 112 Acil Servisin çağrılarak hükümlünün İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırıldığı, olayın kamera kayıtlarının da mevcut olduğu belirtilmiştir.

68.  Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, özetle, iddialarının açıkça itiraza uğramadığını, yaşam hakkının ihlal edildiği hususundaki istemlerini yinelediklerini ifade etmişlerdir.

69.  Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

70.  Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,  bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50,51).

71.  Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

72.  Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014,  § 74). Cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için cezaevi yetkililerinin, kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek; böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 90 ve 91, Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, § 74). Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,  § 53; Sadık Koçak ve diğerleri, § 74). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun cezaevi yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir.

73.  Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin, daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak, psikolojik sağlıkları bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin intihar etme riski artabilmektedir. Bu nedenle, yasal ve ikincil düzenlemelerin, cezaevi yetkililerine, bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi ve tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla, öncelikle, cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi ve gerektiğinde doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan, bu konuda meyli olduğu anlaşılanlar açısından, kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi ve intihar eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara, kemer, çamaşır ipi veya ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konulması şeklinde bu tip risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, § 90 ve 91; Tanrıbilir/Türkiye, § 74).

74.  Bu bağlamda, kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmeyecek bir ölçüde, bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme ihtimalini en aza indirecek tedbirlerin alınması yetkililerden beklenebilecektir. Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Keenan/Birleşik Krallık,  § 92).

75.  Yaşam hakkı kapsamında devletin, öncelikle yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir (§ 71). Aynı yükümlülük cezaevlerinde bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda cezaevi yetkililerince yerine getirilecek takip, kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin yukarıda yer verilen mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği görülmektedir (§§ 38-44). Başvurucular tarafından bu konuda ileri sürülen bir eksiklik bulunmadığı gibi, başvuru konusu olay açısından, Anayasa Mahkemesi tarafından resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.

76.  Dolayısıyla mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde, öncelikli olarak cezaevi yetkililerinin Erkan Kaya’nın kendini öldürme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmeleri gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.

77.  Erkan Kaya’nın daha önce de, ölümüne sebep olan 7/1/2013 tarihinde meydana gelen yatak yakma eylemine benzer yatak yakma eyleminde bulunduğu, ayrıca psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle tedavi için doktora gittiği anlaşılmaktadır (§§ 14-35).

78.  Bakanlık görüşünde de ifade edildiği üzere, Erkan Kaya’nın yatak yakma eylemi dışında cezaevinde koğuş arkadaşlarıyla geçimsizlik yaşadığı, cezaevi görevlilerine karşı saldırgan ve disiplinsiz davranışlarda bulunduğu, bu hareketleri sebebi ile Muğla Cezaevinde bulunduğu süre içinde başta hücre cezası olmak üzere hakkında çok sayıda disiplin cezası kararı verildiği ve bunların infaz edildiği, kurum görevlilerine karşı eylemleri nedeni ile hakkında davalar açıldığı tespit edilmiştir. Ayrıca hükümlünün bu süreçte pek çok kez odası değiştirilmiştir.

79.  Erkan Kaya’nın özellikle de cezaevinde geçirdiği son altı ayında saldırgan tavırlar sergilediği, görevliler ve cezaevinde kalan diğer kişilerle sorunlar yaşaması nedeniyle çok sayıda ceza aldığı ve koğuşunun değiştirildiği, 2009 yılından beri kendisine uygulanan tedavi ve kullandığı ilaçları gösteren tablonun incelenmesinden de ilk bakışta ortaya çıktığı üzere, aynı dönem içerisinde, yaşadığı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle kendisine ilaç tedavisi uygulandığı ve yine aynı zaman dilimi içinde bulunan Ağustos 2012’de aynı şekilde yatak yakma girişiminde bulunduğu dikkate alındığında, daha sıkı bir şekilde gözetim altında tutulması gerektiği ve kendisine ya da diğer kişilere zarar verme ve ölümüne neden olma riskinin bulunduğunun cezaevi yetkililerince bilindiğinin, en azından bilinmesi gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.

80.  Bu durumda, somut olayın koşullarında, Erkan Kaya’nın sağlığının korunması ve kendisine veya diğer kişilere zarar vermemesi açısından yetkililer tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği açıktır.

81.  5275 sayılı Kanun’da, ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması ve ayrıca, hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezalarının, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilmesi zorunluluğu öngörülmüştür.

82.  Cezaevinde bulunan veya askerlik vazifesini yerine getiren bir kişinin sağlığı ve güvenliği açısından gerekli tedavi türünün ve kalması uygun olan yerin belirlenmesinin, o kişinin bu konulardaki muhakeme yeteneğinin somut olayın şartları içerisinde sağlıklı olmadığının açık olduğu durumlarda, sadece kendi tercihlerine göre yapılması mümkün değildir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kılınç ve diğerleri/Türkiye, B. No: 40145/98, 7/6/2005, § 51, Kılavuz/Türkiye,  B. No: 8327/03, 21/10/2008,  § 94).

83.  Somut olayda, hükümlünün Muğla Cezaevinde bulunduğu süre içinde pek çok kez kurum revirine çıktığı ve psikolojik tedavi gördüğü, fakat bir defasında, revire çıkmak istemekle birlikte, hastane randevusunu kendi isteği ile dilekçe yazarak iptal ettirdiği tespit edilmiştir. Diğer yandan, Başsavcılık soruşturmasında ifadesi alınan müteveffanın ağabeyi Erdoğan Kaya, daha önceki yatak yakma eyleminin nedeninin kendisinin revire gönderilme talebinin reddi olduğunu ileri sürmüştür. Erkan Kaya’nın, ölümünden hemen önce, Cezaevi Müdürlüğüne sunduğu 28/12/2012 tarihli dilekçesinde, 18/12/2012 ila 28/12/2012 tarihlerinde hücre cezasını yattığını, kendi isteği ile bir hafta daha cezaevinde “müşadiye” olarak adlandırılan kısımda kalmak istediğini belirterek gereğinin yapılmasını talep ettiği ve bir haftalık sürenin sonunda da Müşahede kısmından çıkarılmayı reddettiği görülmektedir (§§ 21-22).

84.  Erkan Kaya’nın cezaevinde kalacağı yer konusundaki tercihleri ve tedavi taleplerinde sergilediği tutarsızlıklar ile psikolojik sorunları bir arada değerlendirildiğinde, yatağını yakarak ölümüne neden olmasında, bulunduğu yerin ve psikolojik sağlığının yerinde olmamasının sadece kendisine bağlanması mümkün görünmemektedir. Yukarıda değinildiği ve ilgili mevzuatta imkân tanındığı üzere, sadece kendi iradesine bırakılmayacak şekilde, sağlık durumunun kontrol altında tutulması ve kalacağı yerin belirlenmesi konularında bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme ihtimalini en aza indirecek tedbirleri almaları yetkililerden beklenebilecektir. Erkan Kaya açısından, kendisinin sürekli gözlem altında tutulması, uzman bir doktorun görüşleri doğrultusunda gerektiğinde bir psikiyatri servisinde tedavi edilmesi, kendisine zarar vermek veya intihar etmek için kullanabileceği nesneleri temin etmesinin engellenmesi için cezaevinde kaldığı bölümün belirlenmesi ve günlük hayatının buna göre düzenlenmesi gibi daha sıkı tedbirler alınması cezaevi yetkililerinden ve ilgili sağlık birimlerinden beklenebilecektir.

85.  Erkan Kaya’nın kalacağı yerin belirlenmesi konusunda sağlıklı olmadığı ortada olan kendi değerlendirmelerine göre kararlar verildiği, psikolojik rahatsızlıkları konusunda sadece ilaçla tedavi öngören bir tedavinin takip edildiği, tedavi yöntemi konusunda cezaevinin idari personeli ile cezaevinde ve diğer kurumlarda görevli ilgili doktorlar arasında tedavinin şekli ve yerine ilişkin hükümlünün hastalık derecesi dikkate alınarak birlikte bir değerlendirme yapıldığına dair bir bilginin yer almadığı ve daha önce yaptığı gibi hükümlünün yatağı tutuşturmak amacıyla kullandığı anlaşılan çakmağa ulaşmasının cezaevi görevlilerince engellenememesi gibi somut olayın gerçekleşme koşulları birlikte değerlendirildiğinde, cezaevi görevlileri tarafından yetkileri çerçevesinde Erkan Kaya’nın ölümünün önlenmesi için gerekli tedbirlerin alındığı söylenemeyecektir.

86.  Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkının gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Ceza Soruşturması Sürecine İlişkin İddialar Yönünden

87.  Başvurucular, müteveffanın ölümünde ihmali bulunan görevliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yaptıkları itiraz üzerine Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Başsavcılıktan mütalaa alındığını, fakat alınan mütalaanın kendilerine tebliğ edilmediğini, Mahkeme tarafından duruşma yapılmadan ve kendileri dinlenilmeden karar verildiğini belirterek, etkin soruşturma yapılmadığını iddia etmektedirler.

88.  Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde, öncelikli olarak, AİHM içtihatları uyarınca yaşam hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmasının etkili olabilmesi için yetkililerin resen harekete geçmesi, soruşturmakla görevli olan ve soruşturmayı yürüten kişilerin olaylara karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmaları, soruşturmanın, ölenin ailesinin meşru çıkarlarının korunması için yeterli ölçüde kendilerine açık olması, makul bir hızlılık içinde yürütülmesi, sorumluların belirlenmelerine ve gerekirse cezalandırılmalarına imkân verecek nitelikte olması gerektiği ifade edilmiştir.

89.  Bakanlık görüşünde, yine AİHM kararlarına dayanılarak; somut olayda varılan sonuçla ilgili değil ancak, bu sonucu doğuran araçlarla ilgili bir yükümlülüğün söz konusu olduğu, yetkililerin somut olaya ilişkin delillerin toplanabilmesi için kendilerinden beklenen bütün makul önlemleri almaları gerektiği, soruşturmada sorumlu kişi ya da kişilerin tespit edilmesini engelleyebilecek nitelikteki her eksikliğin onun etkinliğine zarar verebileceği, etkili bir yargısal denetim oluşturma şeklindeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka ceza davası açılmasını veya her ceza davasında mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmediği, mağdurlara idari ve hukuki dava yollarının açık olmasının da yeterli görülebileceği belirtilmiştir.

90.  Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak, başvurucuların yakını Erkan Kaya’nın ölümü sonrasında Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir soruşturma yürütüldüğü, bu soruşturma çerçevesinde kurum görevlilerinin tanık sıfatıyla beyanlarının alındığı, adli soruşturma sonucunda; görevlilerce yangına çok kısa sürede müdahale edildiği ve yangının kontrol altına alındığı, olayda kurum personelinin ihmal ya da gecikmesinin söz konusu olmadığı ve ölüm olayının yanık ve komplikasyon olarak gelişen akut pnomoni sonucu meydana geldiğinin anlaşıldığı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, bu karara karşı başvurucular tarafından yapılan itirazın da, Fethiye Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiği, yürütülen soruşturmada, kurum görevlilerinin olayın çıkması sonrası olaya en kısa sürede müdahale ederek gerekli tedbirleri aldıkları üzerinde durulduğu, ölüm olayıyla ilgili kurum personeli hakkında ayrıca disiplin soruşturması yürütüldüğü, herhangi bir ihmal ve kusurlarının bulunmadığından bahisle disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verildiği, başvurucuların ayrıca ihmali olduğunu ileri sürdükleri kurum görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazını inceleyen Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma yapmadan ve kendilerini dinlemeden karar verdiği, Başsavcılıktan alınan mütalaanın kendilerine tebliğ edilmediği iddialarının da yaşam hakkı kapsamında yürütülen soruşturmanın etkililiği incelenirken değerlendirilebileceği ifade edilmiştir.

91.  Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı, özetle, bu bölüme ilişkin iddialarına tam karşılık gelecek yanıtlar alamadıklarını, soruşturmayı yürütenlerin olaya karışmış kişilerden bağımsız kişiler olmadıklarını ve soruşturma sürecine kendilerinin katılımının sağlanmadığını ileri sürmüşlerdir.

92.  Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin (§ 71) usulî boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

93.  Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Ancak, ihmal sonucu meydana geldiği ortada olan somut olay açısından, yetkili ve sorumlu kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin, yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek, olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almama gibi bir durumun bulunup bulunmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu gibi durumlarda, bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun, insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 60-62).

94.  Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

95.  Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57; Sadık Koçak ve diğerleri,  § 94 ).

96.  Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de, teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve Diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 58).

97.  Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

98.  Başvuru konusu olayda, yürütülen soruşturma işlemlerine bakıldığında, başvurucuların yakını Erkan Kaya’nın 7/1/2013 günü yattığı yatağı yakması ve yaralanması, akabinde tedavi gördüğü hastanede 19/1/2013 günü hayatını kaybetmesi olayı ile ilgili olarak Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen bir soruşturma yürütüldüğü, bu soruşturma çerçevesinde, kurum görevlilerinin tanık sıfatıyla beyanlarının alındığı, adli soruşturma sonucunda; görevlilerce yangına çok kısa sürede müdahale edildiği ve yangının kontrol altına alındığı, olayda görevli kurum personelinin ihmal ya da gecikmesinin söz konusu olmadığı ve ölüm olayının yanık ve komplikasyon olarak gelişen akut pnömoni sonucu meydana geldiğinin anlaşıldığı belirtilerek, kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği görülmektedir.

99.  Hâlbuki olayda, başvurucuların da ileri sürdüğü ve yaşamı koruma yükümlülüğü konusunda inceleme yapılan bölümde (§§ 64-86) ortaya konulduğu üzere, Erkan Kaya’nın ölümüne neden olan eyleminden önce bu şekilde bir eylemde bulunabileceğine dair pek çok belirti olduğu ve bu belirtiler dikkate alınarak yetkililerin daha ileri düzeyde tedbirler almalarının kendilerinden beklenebileceği ortaya çıkmıştır. Yürütülen soruşturmada da Erkan Kaya’nın önceki yatak yakma girişimi, cezaevi görevlileri ve diğer mahkûmlarla yaşadığı sorunlar ve bunlara bağlı olarak gerçekleşen yer değişimleri ve aldığı disiplin cezaları ile aynı dönemde yaşadığı psikolojik sorunların, hem tutanaklarla cezaevi yönetimince kayda alındığı, hem de soruşturma sürecinde başvurucular ve ifadeleri alınan cezaevi görevlileri ve diğer bir mahkûm tarafından ifade edildiği tespit edilmiştir.

100.          Soruşturma kapsamında, ölüm olayının tüm yönlerini aydınlatabilmek ve olası sorumluların tespiti açısından kritik öneme sahip olan; Erkan Kaya’nın olay öncesi sağlık durumunun tespiti, kendisine uygulanan tedavi sürecinin incelenmesi, uygulanan tedavi yöntemi ve yeri ile cezaevinde kalacağı bölümün ne şekilde belirlendiğinin ve bu belirlemelerde Erkan Kaya’nın önceki yatak yakma eylemi ile psikolojik sorunlarının ne derecede dikkate alındığının araştırılması ve son olarak Erkan Kaya’nın yatağı tutuşturmak için kullandığı çakmağı kimden ve ne şekilde elde ettiği ve bu durumdan görevi gereği olası sorumlu kişilerin tespit edilmesi gibi konularda bir araştırma ve değerlendirmenin yapılmamış olduğu görülmektedir.

101.          Olayın yukarıda yer verilen yönlerinin bulunmasına rağmen olaya ilişkin olarak sadece yaşanan yangından sonra olaya müdahale noktasında yetkililerin bir ihmallerinin bulunup bulunmadığı yönünden bir değerlendirme yapılıp KYO kararı verilmesi nedeniyle, yürütülen soruşturmanın, ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve olası sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıması zorunluluğunu karşılamaktan uzak olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

102.          Bununla bağlantılı olarak, soruşturma ve itiraz aşamasında, başvurucuların, yukarıda değinilen olayın farklı yönlerine ilişkin iddialarının KYO kararında ve  itiraz üzerine verilen kararda karşılanmamış olması, başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarına engel olmuştur.

103.           Soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen değerlendirmeler bir bütün halinde ele alındığında, Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturmada yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamadığı, olası sorumlu kişilerin belirlenmediği ve ölenin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanamadığı, dolayısıyla somut olayda yürütülen soruşturmanın teoride olduğu gibi uygulamada da hesap verilebilirliği temin edemediği kanaatine varılmıştır.

104.          Açıklanan nedenlerle, yaşam hakkının gerektirdiği etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3.    6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

105.     6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

106.          Mevcut başvuruda yaşamı koruma ve etkili bir soruşturma yürütülmesi yükümlülükleri yönlerinden Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için dosyanın ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

107.          Başvurucular, yaşam hakkının, kötü muamele ve işkence yasağının, adil yargılama hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlali nedeniyle, anne ve babanın her biri için 50.000 TL olmak üzere, toplamda 100.000 TL maddi tazminat ile anne babanın her biri için 100.000 TL ve kardeşlerin her biri için 25.000 TL olmak üzere, toplamda 375.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

108.          Başvurucular, uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddi gerekir.

109.          Yaşam hakkı kapsamında etkili bir soruşturma yürütülmesi yükümlülüğünün, ihlal edildiğinin tespit edilmesinin yanı sıra kararın gereğinin yerine getirilmesi için dosyanın ilgili Başsavcılığa gönderilmesine karar verilmesinin, başvurucuların ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu kanaatine varılmakla birlikte, yaşamı koruma yükümlülüğünün de ihlal edildiğine hükmedilmesi nedeniyle, başvuruculardan ölen Erkan KAYA’nın anne babası ve kardeşleri için takdiren toplam net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

110.          Başvurucular, ayrıca yargılama ve avukatlık ücretinin kendilerine ödenmesini talep etmişlerdir. Başvurucular tarafından yapılan harç ve vekalet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvuruculara ödenmesine karar verilmiştir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.       Başvurunun,

1.   İşkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddiası yönünden, KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2.   Başvurunun, yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.       Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında, yaşamı koruma yükümlülüğü ile etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C.        Başvurucuların Anayasa’nın 36. ve 40. maddelerinin ihlali yönündeki şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

D.       6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince, başvuruculara müştereken ve takdiren toplam net 30.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE,

E.       Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F.        Başvurucuların fazlaya ilişkin tazminat taleplerinin REDDİNE,

G.       Başvurucular tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

H.       Kararın bir örneğinin gereği için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine,

20/5/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ALİ MÜKERREM FURTUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/9020)

 

Karar Tarihi: 6/10/2015

R.G. Tarih-Sayı: 20/11/2015-29538

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Ali Mükerrem FURTUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ölüm olayının etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 13/12/2013 tarihinde İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 24/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular 27/5/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiş; Bakanlık, görüşünü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık görüşü başvurucuya bildirilmiş ancak başvurucu bu görüşe karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen ve başvuruya konu soruşturma dosyalarından tespit edilen olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, halası ve halasının kocası olan müteveffa Abbas Furtun (A. F.) tarafından 9 yaşında iken evlat edinilmiştir.

9. Evlat edinen halasının (annesi) 2007 yılında ölmesinden sonra maddi durumu iyi olan 1926 doğumlu A. F., o dönemde yurt dışında çalışmakta olan başvurucunun bilgisi dışında kendinden 32 yaş küçük H. F. adlı kişiyle evlenmiştir.

10. A. F., evlendikten kısa bir süre sonra H. F.nin kendisini terk etmesi üzerine şeker koması teşhisi ile Ordu Devlet Hastanesine kaldırılmış ve burada 6 gün süre ile tedavi edilmiştir.

11. Bu olaydan bir süre sonra A. F., yaşlılığından faydalanılarak kandırıldığı gerekçesiyle eşi aleyhine boşanma davası açmış, Mahkemece davanın kabul edilmesi neticesinde boşanmalarına ve Yargıtayın ilgili Dairesi tarafından da bu kararın onanmasına karar verilmiş olmasına rağmen aynı Dairece yapılan karar düzeltme incelemesi aşamasında açtığı bu davadan feragat etmiştir.

12. A. F., boşanma davasından vazgeçtiği ve eşi ile yeniden bir araya geldiği sonraki zaman zarfında hastalığı ve yaşı nedeniyle gözetime ve bakıma muhtaç bir şekilde yaşamış; aynı dönemde belli aralıklarla hastanede tedavi görmüştür.

13. A. F., sağlık durumunun ağırlaşması nedeniyle 2011 yılı Mart ayı ila 19/8/2011 tarihlerinde özel bir hastanenin plastik cerrahi, dâhiliye ve yoğun bakım ünitelerinde eşinin refakatinde yatılı tedavi gördükten sonra genel durumunda kısmi düzelme olduğu gerekçesiyle taburcu edilmiş ancak 25/8/2011 tarihinde (85 yaşında) evinde yaşamını yitirmiştir.

14. A. F.nin ikamet ettiği bölgenin Aile Sağlık Merkezinde görev yapan Doktor M. Y., 26/8/2011 tarihinde saat 10.00’da düzenlediği ölüm tutanağında müteveffanın yaşı, diyabet ve kalp hastası olduğunu dikkate alarak ölümün mevcut hastalıklar nedeniyle gerçekleştiğini belirtmiştir.

15. Müteveffanın öldüğü tarihte İstanbul’da ikamet eden başvurucu, 26/8/2011 tarihinde Ordu Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) gönderilmek üzere İstanbul Nöbetçi Cumhuriyet Başsavcılığına “ivedi inceleme talepli” olarak verdiği dilekçesinde özetle “...maddi anlamda varlıklı bir iş adamı olan babasının (müteveffanın) annesinin ani ölümü sonrasında sorunlu bir evlilik yaptığını, eşine yönelik ‘yalnızlığından ve yaşlığından faydalanıp mirasından pay almak için kandırıldığı’ gerekçesiyle açtığı boşanma davasından, boşanmalarına karar verilmesine ve anılan kararın Yargıtay tarafından onanmasına rağmen, karar düzeltme incelemesi aşamasında feragat ettiğini, bu vazgeçme sonrasında kendisiyle olan irtibatının kesildiğini, hastalığı nedeniyle bakıma muhtaç olduğunu, bu süreçte, ilaçlarının dozlarına ne derece dikkat edildiği ile yediği yiyeceklere yeterli dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediği hususlarının şüpheli olduğunu, ayrıca babasının 26/8/2011 tarihinde kılınacak öğle namazından sonra defnedileceğine yönelik duyum aldığını” bildirmiş ve şüpheli ölüm nedeniyle otopsi yapılarak, fiziksel ve kimyasal muayenelerin yapılmasını” talep etmiştir.

16. Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, aynı gün imzaladığı dilekçeyi soruşturma için kayda almış ve görevlilere, dilekçenin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına faks aracılığıyla gönderilmesi talimatını vermiştir.

17. Dilekçenin, Cumhuriyet Başsavcılığına müteveffanın defin işleminin yapılmasından önce ulaşıp ulaşmadığı ile Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından otopsi yapılması talebi hakkında herhangi bir karar verilip verilmediği soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilememiştir.

18. Bu hususta soruşturma dosyasından edinilen tek bilgi, müteveffanın ölü muayene ve otopsi işlemi yapılmaksızın defnedildiğidir.

19. Cumhuriyet Savcısı 26/8/2011 tarihinde saat 17.30’da ölüm belgesini ve defin ruhsatını düzenleyen Doktor M. Y.nin tanık sıfatıyla ifadesini almış, adı geçen kişi ifadesinde özetle “26/8/2011 tarihinde saat 10.00 sıralarında ölüm olayının kendisine bildirilmesi üzerine ölenin evine gittiğini ve tutanakta belirttiği tespitlerde bulunarak, defin ruhsatını düzenlediğini” belirtmiştir.

20. Cumhuriyet Başsavcılığı, 19/9/2011 tarihli ve 2011/7853 soruşturma sayılı kararıyla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

 “Abbas Furtun’un 25/8/2011 tarihinde vefat ettiği, tanık olarak ifadesi alınan doktor M.Y’nin 25/8/2011 tarihinde düzenlemiş olduğu ölüm belgesine göre, ölüm nedeninin diyabet ve kalp damar hastalığı olduğunun belirtildiği, bu hali ile ortada suç veya suç unsurunun bulunmadığı anlaşılmıştır.

21. Başvurucunun bu karara itiraz edip etmediği, soruşturma dosyası içeriğinden belirlenememiştir.

22. Sonraki aşamada 26/9/2011 tarihinde H. F.nin kollukta ifade verdiği (Şüpheli sıfatıyla alınmamıştır.) görülmüştür. İfadesinin ilgili bölümleri şöyledir:

 “ oğlu eşimle aramı açtı, bu nedenle bir süre ayrı yaşadık, bu olaylar nedeniyle ölümünden 8-9 ay önce hastalığı çoğaldı, bu nedenle Ordu’ya benim yanıma geldi, onu hastaneye götürdüm, burada yatışını yaptılar, ayağında şekerden doyalı yaralar açılmıştı, hastanede üç ayrı ameliyat geçirdi, önce sağ ayak parmakları, sonra ayak bileği ve sağ dizden alt tarafı kesildi. Hastanede kaldığı süreçte ilaçlarını hemşireler ve doktorlar verdiler. Ölümüne dört gün kala doktorlar ‘ümit yok, hastayı çıkaralım evinize götürün’ dediler. Ben kalmasını istedim. Doktorlar ‘yapacak bir şey yok’ dediler. Dört günlük sürede … sayılı yerde bulunan ikametimizde kaldık. Dört gün boyunca evde kaldığı dönemde herhangi bir ilaç kullanmadık, doktor, ilacı ümit yok diye hastanede kesmişti. Ölümden sonra doktor A.F’yi gördü ve ölüm raporunu verdi…ben eşime otopsi yapılmasını istemiyorum…

23. Soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesine rağmen bu karardan sonra H. F.nin ifadesine ne için ihtiyaç duyulduğu veya ifadesinin hangi maksatla alındığı mevcut belgelerden anlaşılamamıştır. Kolluk tarafından düzenlenen 12/9/2011 tarihli fezleke incelendiğinde ifade tutanağında belirtilen tarihte maddi hata da bulunmadığı görülmüş, bu nedenle ifadenin karardan önce alınmış olma ihtimalinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

24. Başvurucu, 17/10/2011 tarihinde soruşturmanın genişletilmesi talebiyle yeniden Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve babasının boşanma davasından gördüğü baskı ve tehdit nedeniyle vazgeçtiğini, bu süreçte koruma talep edip eşi H. F. ile yakınları hakkında Cumhuriyet Savcılığına şikâyet dilekçesi verdiğini belirtmiş ve babasıyla ilgilenmeyerek ölümüne sebebiyet verdiğini ileri sürdüğü H. F. hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuştur.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı, 18/10/2011 tarihli ve K.2011/4500 sayılı kararında “Şikâyete konu olayla ilgili yürütülmüş ve sonuçlandırılmış bir soruşturmanın bulunduğu, ölümün şüpheli olduğu yönünde yeni bir delilin elde edilemediği ve olayda suç veya suç unsuru olduğu yönünde soyut iddia dışında somut hiçbir delilin bulunmadığı” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

26. Başvurucunun bu karara itirazı, Giresun Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 18/10/2011 tarihli ve 2011/1107 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir.

27. Başvurucunun Başbakanlık İletişim Merkezine konu ile ilgili olarak 25/9/2012 tarihinde gönderdiği dilekçe sonrasında olay hakkında yeniden soruşturma başlatılmış; önceki soruşturmaya ilişkin bilgi ve belgeler, bu soruşturma dosyası kapsamına alınmıştır.

28. Cumhuriyet Başsavcılığı, müteveffanın tedavisine ilişkin tüm bilgi ve belgeleri bu soruşturma sürecinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndererek müteveffanın kasten veya taksirle öldürülmüş olabileceğine ilişkin bir şüphenin bulunup bulunmadığını, mevcut tıbbi belgeler dikkate alındığında ölüm nedeninin kesin olup olmadığını ve cesedin üzerinde inceleme yapılabilmesi için mezarının açılmasının gerekli olup olmadığını sormuş; anılan kurumun Birinci İhtisas Kurulu raporunda özetle “…19/8/2011 tarihinde genel durumu daha iyi olan müteveffanın, yakınlarına hastalığı hakkında bilgi verilerek, gerekli tedavileri düzenlendikten sonra taburcu edildiğini, 25/8/2011 tarihinde ikametinde öldüğünü, ölen hakkında aile hekimi tarafından düzenlenen ölüm tutanağında ‘ölüm sebebi diyabet ve kalp damar hastalığı’ olduğunun belirtilip defin ruhsatının düzenlendiği dikkate alındığında; müteveffanın ölümünün diyabet ve kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olabileceğini, ancak ölüm anına ait tıbbi belge bulunmadığını, ölümün evde gerçekleştiğini, otopsi yapılarak dokularda mikroskobik, histopatolojik, toksikolojik analizler yapılamadığından mevcut verilerle kesin ölüm nedeni, mekanizması ve ilaçların hastaneden taburcu edilmesiyle ölüm arasında geçen sürede düzenli kullanılıp kullanılmadığı hususunda değerlendirme yapılamadığını, feth-i kabir suretiyle cesedin çıkarılarak otopsi yapılması durumunda da yapılacak analizlerle bu hususun tespitinin mümkün olmadığını” bildirilmiştir.

29. Müteveffanın hastalığının takibini yapan biri plastik cerrahi, diğeri ise dâhiliye uzmanı olan doktorlar da beyanlarında özetle “Müteveffada şeker hastalığı ve kan dolaşımı bozukluğunun bulunduğunu, bu hastalıkları sebebiyle ayağının kesildiğini ve ‘genel düşkünlük’ halinin mevcut olduğunu, sürekli bakıma muhtaç bir duruma geldiğini, en son hastaneye getirilip tedavisi ve kontrolleri yapıldıktan sonra, hastalığının evde yapılabilmesi için, yakınlarına tedavi konusunda eğitim verilerek taburcu edildiğini, kendisine şeker hastalığı yönünden insülin ilaçları yazıldığını, taburcu edilirken herhangi bir enfeksiyon durumu olmadığını, ancak kesilen ayak ucunda enfeksiyon tekrar edebilecek düzeyde açık yaralar mevcut olduğunu, zaten enfeksiyonun tekrarlaması nedeniyle de yeniden hastaneye getirildiğini duyduklarını ve müteveffanın ölümünün şeker hastalığına bağlı gelişen komplikasyonlar nedeniyle gerçekleştiğini tahmin ettiklerini” bildirmişlerdir.

30. Ölüm tutanağını düzenleyen Doktor M. Y.nin yeniden alınan ifadesinde “Müteveffanın kendinde var olan hastalıklar sonucu öldüğünü hatırladığını” söylemiştir.

31. H. F. ise bu kez şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle “Aralarında anlaşmazlık bulunan müştekinin (başvurucu) müteveffa ile arasını bozmaya çalıştığını, ölümün gerçekleşmesinden önceki bir yıllık zaman diliminin büyük bir bölümünü, müteveffanın hastalıkları nedeniyle hastanede geçirdiklerini, müteveffayla ilgilenmemesi, ihtiyacı olan ilaçları vermemesi gibi bir durumun ise söz konusu olmadığını ve isnat edilen tüm iddiaları reddettiğini” beyan etmiştir.

32. Başvurucu, müşteki sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle “…babasının, 6 milyon TL civarında bir malvarlığının bulunduğunu, hastaneden taburcu edilip evine gönderildikten sonra ölümüne kadar aradan geçen sürece ilişkin olarak herhangi bir soruşturma işleminin yapılmadığını ve şüpheli H.F.’nin, mirasından faydalanmak için ilaçlarını vermeyerek, babasının ölümüne neden olduğunu ” ileri sürmüştür.

33. Cumhuriyet Başsavcılığı, 28/6/2013 tarihli ve K.2013/2987 sayılı kararında özetle “İstanbul Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulu raporu, şüpheli H.F.’nin ifadesi, müteveffanın hastalığını takip eden doktorlar ile ölüm tutanağını düzenleyen doktorun ifadeleri dikkate alındığında, kamu davası açmaya yeter delil elde edilemediği” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir.

34. Başvurucunun anılan karara itirazı, Mahkemenin 2/10/2013 tarihli ve 2013/1037 Değişik İş sayılı kararı ile kesin olarak reddedilmiştir. Mahkemenin gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

 “  Tüm soruşturma evrakı kapsamı dikkate alındığında; şüpheli H.F’ nin eşi olan ölen A. F.’nin tedavisini kasten ihmal ederek öldürdüğüne dair kamu davası açmaya yeter delil elde edilemediğinden…

35. Bu karar başvurucuya 15/11/2013 tarihinde bildirilmiş; başvurucu, süresi içinde 13/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

 B. İlgili Hukuk

36. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene” kenar başlıklı 86. maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

 (2) Ölünün adli muayenesinde tıbbi belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır.

 (3) Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim tarafından görevlendirilerek yapılır.

37. 5271 sayılı Kanun’un “Otopsi” kenar başlıklı 87. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 (1) Otopsi, Cumhuriyet savcısının huzurunda biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır. Müdafi veya vekil tarafından getirilen hekim de otopside hazır bulunabilir. Zorunluluk bulunduğunda otopsi işlemi bir hekim tarafından da yapılabilir; bu durum otopsi raporunda açıkça belirtilir.

 …

 (4) Gömülmüş bulunan bir ceset, incelenmesi veya otopsi yapılması için mezardan çıkarılabilir. Bu husustaki karar, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilir. Mezardan çıkarma kararı, araştırmanın amacını tehlikeye düşürmeyecekse ve ulaşılması da zor değilse ölünün bir yakınına derhal bildirilir.

38. 5271 sayılı Kanun’un “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” kenar başlıklı 172. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda, itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.

39. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” kenar başlıklı 173. maddesinin 18/6/2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesi ile değişiklik yapılmadan önceki ilgili kısımları şöyledir:

 (1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine itiraz edebilir.

 …

 (6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesinin bu hususta karar vermesine bağlıdır.

 IV. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 6/10/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 13/12/2013 tarihli ve 2013/9020 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

41. Başvurucu, babasının şüpheli ölümüyle ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığını, definden önce otopsi işlemi yapılması talebinde bulunmasına rağmen bu işleminin yapılmaması sonucu kesin ölüm nedeninin tespit edilemediğini, soruşturmalar sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına karşı yaptığı itirazların ise gerekçeden yoksun bir şekilde reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma ile Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile tüm sonuçlarının ortadan kaldırılması taleplerinde bulunmuştur.

 B. Değerlendirme

42. Başvurucunun şikâyetlerinin özü, babasının ölümüne ilişkin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturmanın, delillerin toplanması yönünden etkili olmaması ile soruşturma sonucunda verilen kararlara karşı yaptığı itirazların gerekçesiz reddedilmesi nedeniyle anayasal haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle ceza soruşturmasında mağdur (suçtan zarar gören) konumunda olan başvurucunun iddiaları, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ile ilişkili görülerek değerlendirmenin anılan bu madde kapsamında yapılması gerektiği kanaatine varılmıştır.

44. Bakanlığın görüşünde, öncelikli olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları uyarınca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 2. maddesinin ilk cümlesinde devlete yalnızca kasıtlı ve kanunsuz ölüme sebebiyet vermekten kaçınma zorunluluğu değil; aynı zamanda egemenlik alanı içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumaya yönelik gerekli tedbirleri alma zorunluluğu getirdiği, Sözleşme’nin 2. maddesinin devlete belirlenen koşullarda kişiyi üçüncü şahıslara, istisnai koşullarda da kişinin kendisine karşı koruması için yetkililere uygulamaya yönelik önleyici pozitif yükümlülük yüklediği, bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini etkili bir şekilde soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevinin de bulunduğu ifade edilmiştir.

45. Bakanlık görüşünde, yine AİHM kararlarına dayanılarak soruşturma açılması için ölen kişinin yakınlarının resmî bir başvurusu yapması beklenmeksizin yetkililerin resen harekete geçmesinin ve maktulün ailesinin meşru çıkarlarının korunması için gerekli olduğu ölçüde soruşturmanın kendilerine açık olmasının gerektiği belirtilmiş, etkili soruşturma için zımni olarak bir çabukluk ve makul bir hızlılık şartının da bulunduğu ifade edilmiştir.

46. Bakanlık görüşünde, bu kapsamda somut olaya ilişkin olarak herhangi bir kabul edilemezlik nedeni ileri sürülmemiş ve soruşturmada yapılan işlemler tek tek sıralanmak suretiyle 2011 yılında açılan soruşturmalar döneminde başvurucunun babası ve H. F. arasındaki aile hukuku uyuşmazlıkları da gözetilerek dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmemiş ve feth-i kabir yapılması durumunda başvurucunun babasının gerçek ölüm nedeninin tespit edilip edilemeyeceği noktasında teknik ve tıbbi bir değerlendirmenin istenilmemiş olmasının devletin yaşama hakkını koruma bağlamında sahip olduğu soruşturma yükümlülüğüne uygunluğu konusundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunun düşünüldüğü bildirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişinin yakınları tarafından yapılabilecektir. Başvuru konusu olayda başvurucu, ölen kişinin oğludur. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

48. Ayrıca başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğine dair iddiasının 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı tespit edilmiştir. Başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

49. Başvurucu, etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini de iddia etmiştir.

50. Başvurucunun, soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiası açıkça dayanaktan yoksun bulunmayarak Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelendiğinden ayrıca bu kapsamda Anayasa’nın 40. maddesinin de ihlal edildiği iddiasının değerlendirilmesine gerek görülmemiş olup bu yöndeki şikâyetler de Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında incelenmiştir.

 2. Esas Yönünden

 a. Genel İlkeler

51. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

52. Bütün diğer haklar için bir temel oluşturan yaşam hakkı, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmış ve bu maddede belirlenen istisnalar dışında hiç kimsenin yaşamına kasten son verilemeyeceği belirtilmiştir. Bir ölüm meydana gelmişse devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında ölümün nedenlerini soruşturma ve sorumluları tespit ederek cezalandırma ödevi de vardır. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

53. Bireyin bir devlet görevlisi ya da özel bir kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirir (Salih Akkuş, § 30).

54. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada başarılı olunması veya mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma, kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mikheyev/Rusya, B. No: 77617/01, 26/1/2006, § 107).

55. Soruşturma yükümlülüğünün amacı yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. Maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013§ 56).

56. Ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

57. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, kural olarak başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan durumlarda yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 95).

58. Yukarıda sayılanlara ek olarak yürütülecek soruşturmalarda, soruşturmanın makul bir hızla gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri; yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

59. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ek olarak her olayda ölen kişinin yakınlarının, meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

 b. İlkelerin Başvuruya Uygulanması

60. Yukarıda belirtilen usul yükümlülüğü kapsamındaki ilkeler bağlamında somut olay, öncelikle soruşturmanın etkililiği adına aranan, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması ve elde edilen delillerin kapsamlı, tarafsız analizine dayalı olarak sonuca ulaşılması ölçütleri açısından değerlendirilecektir.

61. Öncelikle belirtilmesi gereken husus, soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki incelemenin, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişeceği, buradaki etkililiğin ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiğidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Velcea ve Mazare/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009, § 105).

62. Bu nedenle başvuruya ilişkin soruşturmanın kendine özgü koşulları ile pratik gerçekleri dikkate alınarak soruşturmada etkililik adına uygun araçların kullanılması yükümlülüğünün yerine getirildiği, buna rağmen bir sonuca ulaşılamadığının anlaşılması hâlinde soruşturma yetkililerinin bir ihmali veya onlara yüklenebilecek bir eksikliğin bulunduğu söylenemeyecek dolayısıyla usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılamayacaktır.

63. Diğer taraftan AİHM kararlarında da açıkça belirtildiği üzere yaşam hakkının korunması bakımından yetkili mercilerin; olaylara ilişkin görgü tanıklarının ifadelerini, bilimsel ve teknik verileri, gerektiğinde maktulün vücudundaki zedelenmeler de dâhil tüm bulguları tam ve belirgin bir şekilde gösterecek bir otopsi sonucunun toplanabilmesi için makul olan tüm tedbirleri almaları gerekir (Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000).

64. Başvuruya konu soruşturmada, başvurucu tarafından 26/8/2011 tarihinde ölümün şüpheli olduğu ileri sürülerek otopsi işleminin yapılması talep edilmiş; adı geçenin bu konuda ikamet ettiği İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe, ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından aynı tarihte kayda alınmış ve talebin yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi yönünde işlem yapılmıştır.

65. Başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden, söz konusu dilekçenin Cumhuriyet Başsavcılığına hangi zaman diliminde ulaştığı yönünde kesin bir tespit yapılamış ise de Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun talebi doğrultusunda bir soruşturma başlatılarak ölene ilişkin defin ruhsatını düzenleyen doktorun bilgi ve görgüsünün aynı gün saat 17.30’da alındığı görülmüştür.

66. Başvuruya konu olayda Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, ölümün şüpheli olduğunun ileri sürülmesi üzerine aynı gün olaya ilişkin bir soruşturma açılmasına rağmen başvurucuya ait dilekçe Başsavcılıklarına müteveffanın defninden önce gelmiş ise bu işlemden önceki zaman diliminde, aksi durumda ise derhâl mezar açılması işlemi yapılarak müteveffaya ait ceset üzerinde otopsi işlemi uygulanması yoluna gidilmemiştir.

67. Soruşturmanın ilk aşamalarında yetkili mercilerin, ölümün şüpheli olduğu yönünde bir iddianın da bulunmasına rağmen ölüm nedeninin belirlenebilmesi yönünde ölü muayene ve otopsi işlemi yapmak için herhangi bir adım atmadıkları görülmüştür.

68. Soruşturmanın sonraki aşamalarında anılan eksiklik fark edilerek müteveffaya ait tüm tıbbi bilgi ve belgeler Adli Tıp Kurumuna gönderilmiş ve kesin ölüm nedeni ile otopsi yapılmasının soruşturmaya bir yarar sağlayıp sağlamayacağı hususları sorulmuşsa da gerek zamanında otopsi işleminin yapılmaması gerekse soruşturmadaki temel suçlamaya ilişkin hususlarda görüş bildirilmesinin istenmemiş olması nedeniyle anılan Kurum, sorulan hususlarda kesin bir görüş verememiştir.

69. Öncelikle başvuruya konu olay bakımından otopsi, müteveffanın bakımsız bırakıldığına, hastalığına ilişkin ilaçların verilmediğine ve bu şekilde ölümüne neden olunduğuna ilişkin iddiaların gerçek olup olmadığını ortaya koyabilecek nitelikte önemli bir delildir. Bu nedenle soruşturma mercileri tarafından bu delilin zamanında toplanabilmesi için makul olan tedbirlerin alınmaması, soruşturmada derinliği üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksiklik meydana getirmiştir.

70. Soruşturmada, bu nitelikte bir eksiklik bırakıldıktan sonra ölüm nedeninin belirlenebilmesi yönünde yapılan diğer araştırmalarda soruşturmadaki temel suçlamaya konu olan taburcu edilme sırasında kendisine reçete edilen “insülin” ilacının müteveffaya verilmemesinin, ölüm sonucunu meydana getirmeye elverişli olup olmadığı Adli Tıp Kurumuna sorulmamış, böylelikle -zamanında otopsi yapılmamış olsa bile- ölüm sebebinin belirlenmeye çalışılması yoluna gidilmemiştir.

71. Soruşturma sonucunda elde edilen müteveffanın muhtemelen kendisinde var olan hastalık ve genel düşkünlük sonucunda öldüğü bilgisi, otopsi işleminin yapılmaması ve Adli Tıp Kurumuna, müteveffaya reçete edilen ilacın verilmemesinin iddia edildiği gibi ölüm üzerinde bir etkisinin bulunup bulunmadığının sorulmaması, ölüm üzerindeki şüpheleri tam olarak giderememiştir.

72. Diğer taraftan tanık olarak dinlenen Dâhiliye Uzmanı Doktor M. Ş.nin ifadesinde, müteveffanın hastaneden taburcu edilmesinden önce evde tedavi edilebilmesi için yakınlarına eğitim verdiğini, ayrıca sürekli bakıma muhtaç hâle gelen müteveffanın şeker hastalığı yönünden kendisine “insülin” ilacı reçete ettiğini belirttiği ve hastanenin iç hastalıkları kliniği günlük notları “çıkış önerileri” bölümünde de “hastaya, hastalıkları ve ilaçları hakkında bilgi verildi” ibaresinin yazıldığı görülmüştür.

73. Şüpheli H. F.nin 26/9/2011 tarihinde kolluğa verdiği ifadesinden müteveffaya, iyileşme umudu kalmadığı gerekçesiyle doktorlar tarafından kendileri hastanedeyken ilaç verilmesinin kesildiğini ileri sürerek müteveffa taburcu edildikten sonraki dönemde kendisinin de ilaç vermediğini açıkça söylediği, sonraki aşamada verdiği ifadesinden ise ilaçları vermemesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirttiği anlaşılmıştır.

74. Açıkça görüldüğü üzere şüphelinin her iki ifadesi arasında ölüm olayının aydınlatılması bakımından kritik öneme haiz olan müteveffaya ilaç verip vermediği hususunda ciddi çelişkiler bulunmaktadır. Şüphelinin, müteveffaya yaşamını devam ettirmesi için gerekli olan ilacı verip vermediği ile vermemiş ise ölümün bu nedenle gerçekleşip gerçekleşmediği, soruşturmanın temelini oluşturan ve yanıtlarının bulunması hâlinde ölüm olayının nedenini kesin olarak ortaya koyabilecek nitelikte iki önemli husustur.

75. Buna rağmen soruşturma mercilerince, bu ifadeler arasındaki derin çelişki üzerinde hiç durulmamış ve şüphelinin önceki ifadesi herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır. Diğer taraftan soruşturma sonucunda verilen kararlar ve bu kararlara itiraz üzerine Mahkemece yapılan inceleme sonucunda verilen ret kararlarında şüphelinin ilk aşamada verdiği ifadesinden hiç bahsedilmemiş ve/veya hangi nedenle sonraki aşamada verdiği ifadesine üstünlük tanındığı konusunda herhangi bir değerlendirmeye yer verilmemiştir.

76. Soruşturma mercileri, şüpheli tarafından kendisine isnat olunan eylemin başka bir gerekçeyle de olsa gerçekleştirildiğinin kabul edildiğini dikkate alıp eylemin ölüm üzerindeki mutlak veya muhtemel etkisini araştırıp sonucuna göre de şüphelinin sorumluluğunu tartışmamışlardır.

77. Ayrıca soruşturma mercileri, ölümle sonuçlanabilecek bu tür bir eyleme maruz kalındığının ortaya konabildiği olaylarda, bazı eksiklikler nedeniyle zamanında otopsi yapılmaması ya da yapılamaması sonucu kesin ölüm nedeni belirlenememiş olsa bile faillerin yaşam hakkı çerçevesinde sorumlu tutulabileceklerini göz ardı etmişlerdir.

78. Sonuç olarak başvuruya konu olay ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alındığında soruşturma mercilerince ölüm olayının nedeni ve varsa sorumluların tespiti bakımından elde edilmesi mümkün olan tüm delillerin toplanmaması ve toplanabilmesi için makul olan tüm tedbirlerin alınmaması suretiyle soruşturmanın derinliği ile ciddiyetine etki edecek birtakım eksiklikler bırakıldığı gibi, elde edilen bulguların tamamının kapsamlı bir analizinin de yapılmadığı, dolayısıyla yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğün ihlaline sebep olunduğu sonucuna varılmıştır.

79. Öte yandan yaklaşık bir yıl süren soruşturmanın makul bir özen ve hızla yapılmadığı ile başvurucunun etkili katılımının sağlanmadığının da söylenebilmesini mümkün kılan herhangi bir nedenin bulunmadığı anlaşılmıştır.

80. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan usul yükümlülüğü kapsamındaki etkili soruşturma yürütme (delil toplama) yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

81. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

82. Mevcut başvuruda etkili bir soruşturma yürütülmemesinden dolayı yaşam hakkını düzenleyen Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğinin tespit edilmiş olduğu gerekçesiyle ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için kararın, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

83. Başvurucu, ayrıca yargılama giderinin kendisine ödenmesini talep etmiştir. Başvurucu tarafından yapılan yargılama giderinin de başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

 V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvuru konusu olayda yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapmak üzere kararın bir örneğinin Ordu Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin ayrıca İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

E. Başvurucu tarafından yapılan ve başvuru harcından ibaret 198,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına

6/10/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

HIDIR ÖZTÜRK VE DİLİF ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/7832)

Karar Tarihi: 21/4/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 23/6/2016-29751

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan                     Engin YILDIRIM

Üyeler                       Serdar ÖZGÜLDÜR

                                    Osman Alifeyyaz PAKSÜT

                                    Recep KÖMÜRCÜ

                                    Alparslan ALTAN

Raportör                  Nahit GEZGİN

Başvurucular           1. Hıdır ÖZTÜRK

                                     2. Dilif ÖZTÜRK

Vekili                        Av. Cihan SÖYLEMEZ

I.    BAŞVURUNUN KONUSU

1.    Başvuru; başvurucuların müşterek çocuklarının 1992 yılında güvenlik güçlerive Millî İstihbarat Teşkilatı adına çalışan kişilerce zorla kaybettirildikten ve işkenceye maruz bırakıldıktan sonra öldürülmesi, bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi ve idare aleyhine açtıkları tazminat davasının reddedilmesi nedenleriyle adil yargılanma, yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği hakları ile işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2.    Başvuru 21/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Tunceli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 18/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 09/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın 1/10/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlere atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A.   Olaylar

6.    Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen başvuruya konu ceza soruşturması dosyası ve idari dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucuların 1960 doğumlu ve bekâr olan müşterek çocukları Ayten Öztürk (A.Ö.), olay tarihinde Tunceli ili Mazgirt ilçesine bağlı Akpınar kasabasında faaliyet gösteren Tunceli İl Özel İdaresine ait bir fabrikada çalışmakta ve bu bölgede ailesinden ayrı olarak tek başına yaşamaktadır.

8. A.Ö. 27/7/1992 tarihinde saat 17.30 sıralarında mesaisini tamamlayarak söz konusu fabrikadan ayrılmış, daha sonra kendisinden haber alınamamıştır.

              1. Ceza Soruşturması Süreci

9. Kendisi de Tunceli İl Özel İdare Müdürlüğünde memur olarak çalışmakta olan başvurucu baba Hıdır Öztürk, kızı A.Ö.den haber alamamaları üzerine 29/7/1992 tarihinde Mazgirt Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek kızının, fabrikadan çıktıktan sonra N. isimli bir komşusunun evine gitmek için Tunceli-Elazığ kara yolu üzerinde yürüdüğü sırada kimliklerini belirleyemedikleri kişilerce beyaz renkli bir otomobile alınıp götürüldüğünü, bu otomobilin plakasını da tam olarak tespit edemediklerini ve kızının hayatından endişe ettiğini belirterek olayın faillerinin en kısa zamanda bulunmasını ve cezalandırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

10.  Aynı başvurucu, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına da bu yönde şikâyet dilekçesi verdikten sonra Kovancılar Cumhuriyet Başsavcılığına 5/8/1992 tarihinde müracaat ederek Kovancılar ilçesinde ikamet eden N.A. adlı kişi hakkında şikâyet dilekçesi vermiş ve bu dilekçesinde, adı geçen kişinin kızını olay öncesinde pek çok kez evlenmek amacıyla rahatsız ettiğini, kızının da başvurucu annesine, başına kötü bir şey gelirse bu kişinin sorumlu olduğunu söylediğini ileri sürmüştür.

11. Akabinde başvurucu Hıdır Öztürk'ün kolluk tarafından ifadesi alınmış olup ifadesinde bu dilekçesindeki olay ve olguları tekrar ederek N.A. isimli kişiden şikâyetçi olduğunu söylediği görülmüştür. A.Ö.nün annesi başvurucu Dilif Öztürk'ün de aynı tarihte kollukta alınan ifadesinde, N.A. isimli kişinin kızıyla evlenmek istediğini ve N.A.nın babasının bu evliliğe karşı çıkması nedeniyle bu evliliği istemeyen kızını rahatsız ettiğini söylemiştir.

12. Başvurucu Hıdır Öztürk 7/8/1992 tarihinde yeniden Mazgirt Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve kızından hâlâ haber alamadığını, kaybolmadan bir süre önce her zaman uğradığı marketten alışverişini aniden ve sebepsiz şekilde kestiğini, bu nedenle ve çevreden edindiği bilgilere göre bu marketi işleten Ş.Ç. adlı kişinin kızını kaçırmış olabileceği kanaatine vardığını söylemiş; adı geçen kişi ve bu kişinin suç ortağı olduğunu ileri sürdüğü başka bir kişi hakkında daha soruşturmanın genişletilmesi talebinde bulunmuştur.

13. Başvurucunun söz konusu şikâyetleri üzerine açılan soruşturma devam ederken Elazığ ili Karşıyaka     Mahallesi Kartaltepe mevkinde yerleşim yerlerinden uzak bir bölgede bulunan ve Köy Hizmetleri Müdürlüğüne ait etrafı yer yer bozulmuş olmakla birlikte tel örgüler ile çevrili bir alanda, çevrede yaşayan köylüler tarafından 8/8/1992 tarihinde toprak yüzeyine çıkmış bir elin görüldüğünün ihbarı üzerine kolluk görevlileri, ihbara konu yere intikal ederek olay yerini fotoğraflamış ve durumdan Cumhuriyet savcısını haberdar etmişlerdir.

14. Elazığ Cumhuriyet savcısı, iki doktor bilirkişisi ile birlikte olay yerine gelerek ilk tespitlerde bulunduktan sonra topraktan yüzeye çıkmış bir elin bulunduğu yeri, kazma ve küreklerle kazdırarak üzerinde günlük kıyafetleri bulunan bir kadın cesedine ulaşmıştır.

15. Olay yerinde yapılan ilk incelemelerde toprak yüzeyinde yeşil desenli bir kadın mendili, biri üzerinde muhtemelen kan lekesi olduğu bu makamlarca değerlendirilen iki erkek mendili ve bir kadın ayakkabısı tespit edilmiş; bu eşyaya delil araştırması yapılmak üzere el konmuştur. Ayrıca olay yeri krokilendirilmiş ve belirtilen tespitlere ilişkin bir tutanak tanzim edilmiştir.

16. Toprağa gömülü hâlde bulunan ceset, çıkartıldıktan sonra ölü muayene ve otopsi işlemleri yapılmak üzere bir hastaneye götürülmüş ve burada Cumhuriyet savcısı ve refakatinde bulunan iki doktor tarafından yapılan harici muayenesinde saçlarının yer yer döküldüğü ve dökülen bölgelerdeki derinin açığa çıktığı belirlenmiş; saç dökülmesinin cesedi çıkarmak için toprağın kazılması sırasında kazma ve küreklerin saçlara teması neticesinde meydana gelmiş olabileceği değerlendirilmiş; ayrıca cesedin gözlerinin, burnunun ve dudağının çürümüş olduğu; boynunda urgan hâline getirilip bir sefer tam, ikinci seferde önden arkaya doğru dolanıp bağlanmamış olan muhtemelen yanlarından çekilip sıkılmış sağlam beyaz bir bez parçasının bulunduğu tespit edilmiştir.

17. Ölü muayenesinde ayrıca cesedin, çenesinin altından boynunun arkasına kadar bağın oluşturduğu telem izi, boynunun altında göğüs nahiyesinden omuzlara doğru şişkinlik ve hematom (kan toplanması), kol ve diğer bölgelerinde yer yer çürüme, sabunlaşmaya bağlı deri kalkması, böceklenme ve yer yer kurtlanma, ayak ve el tırnaklarının ojeli, el tırnaklarının uzun, ayak tırnaklarının ise normal boyutlarda olduğu belirlenmiş; cesette ayrıca ateşli silah, kesici ve delici alet veya künt cisim yarası, darp ve cebir izi ise saptanmamıştır.

18. Yapılan bu muayeneden sonra kişinin ölümünün, boynuna dolanan bezinsıkılması suretiyle buradaki hyoid kemiğinin (dil kemiği) kırılması nedeniyle meydana gelen beyin anoksisi (beynin tamamen oksijensiz kalması) ve asfiksi sonucu gerçekleştiği, ayrıca cesedin bulunduğu arazinin şartları -yüksek ve meyilli oluşu, rüzgara açık bir alan olması ve cesedin üzerindeki toprağın azlığı gibi- dikkate alındığında cesedin 1,5-2 ay önce gömülmüş olmasının kuvvetle muhtemel olduğu belirlenmiştir. Ölü muayene tutanağında "cesedin fotoğraflandırıldığı (6 adet) ve tıbbi kesin ölüm nedeni belirlendiğinden klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı" da belirtilmiştir.

19. Kimliği meçhul kadın cesedinin bulunup kesin ölüm sebebinin de bu şekilde belirlenmesinden sonra durumdan 9/8/1992 tarihinde haberdar edilen başvurucular, aynı tarihte kendilerine gösterilen söz konusu kadın cesedinin kızları A.Ö.ye ait olduğunu teşhis etmişlerdir. İlgili tutanağa göre başvurucular bu teşhislerini, cesedin yüzündeki ve vücudunun diğer bölümlerindeki defarmosyon sonucu tanınamayacak durumda olması nedeniyle üzerinden çıkartılan giysilerine, küpelerine ve dişlerine dayandırmışlardır. Teşhise başvurucuların yanında katılan ve ölenin akrabası olan diş doktoru Y.Ö. de daha önce ölenin dişlerinin tedavisini yaptığını, bu nedenle cesedin dişlerinden ölen kişinin A.Ö. olduğunu teşhis ettiğini söylemiştir.

20. Hıdır Öztürk (başvurucu), 10/8/1992 tarihinde Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği beyanında Ş.Ç. adlı kişinin kendisine, kızı A.Ö.yü olay günü birkaç kişi ile birlikte E.A. isimli kişinin otomobilinde gördüğünü söylediğini ifade etmiştir.

21. S.Ç. 20/8/1992 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği ifadesinde, başvurucunun bu iddialarını reddetmiş ve E.A. adlı kişinin otomobilinde gördüğü kişilerin başka kişiler olduğunu söylemiştir.

22. Olay hakkında yürütülen soruşturma kapsamında A.Ö.nün kaybolduğu gün içinde teşhis edemedikleri üç erkek şahsın bulunduğu beyaz renkli bir otomobilde sakin bir ruh hâliyle görüldüğü bazı tanıklarca ifade edilmiştir. Tanıklar, otomobilin, markası ve modeli konusunda bir bilgi vermemişler; plakasını ise göremediklerini söylemişlerdir.

23. Şüpheliler N.A., E.A ve S.Ç. soruşturma kapsamında alınan ifadelerinde üzerilerine atılı suçlamaları reddetmişlerdir. N.A., A.Ö. ile evlenmek istediği, bu isteğinin reddedilmesi nedeniyle A.Ö.yü rahatsız ettiği iddialarının doğru olmadığını savunmuştur.

24. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/8/1992 tarihinde bu şüpheliler hakkında A.Ö.yü taammüden (tasarlayarak) öldürme suçundan kamu davası açılmıştır.

25. Elazığ Ağır Ceza Mahkemesince (Ağır Ceza Mahkemesi) yürütülen yargılama sırasında olayın tanıklarının ve davaya müdahil olan başvurucuların ifadeleri ile sanıkların savunmaları alınmış; sanıkların araba sahibi olup olmadıkları ve olduğu belirlenenlerin sahibi oldukları arabaların markaları, modelleri, plaka sayıları ve renkleri araştırılmış; yargılama sonucunda Mahkemenin 5/11/1992 tarihli kararıyla üzerilerine atılı suçları işlediklerine dair mahkûmiyetlerine yeter kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği gerekçesiyle beraatlerine, ayrıca olayın fail ya da faillerinin tespit edilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiştir.

26. İncelenen belgelerden bu kararın temyiz edilip edilmediği kesin olarakanlaşılamamıştır.

27. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen bu yargılama sırasında tanzim edilen duruşma tutanaklarının incelenmesinden sanık Ş.Ç. müdafisinin; ölüm olayının nedeninin A.Ö.nün kız kardeşinin ve bu kardeşinin eşinin bir silahlı terör örgütü saflarında bulunmasının olduğunu, bu terör örgütü mensuplarının ölüm olayından on gün sonra sanıkların ikamet ettiği Akpınar kasabasına silahlı baskın yaparak bir kişiyi öldürüp iki kişiyi yaraladıklarını, şayet sanıkların ölüm olayıyla bir bağlantıları bulunsaydı örgütün bu baskında sanıkları da öldüreceğinin mutlak olduğunu, bu terör örgütünün yanlısı olduğunu ileri sürdüğü bir gazetede olayın farklı şekilde anlatıldığını ve bu gazetenin "örgüt kontrgerilla cinayetini lanetledi" şeklinde haberler yayımlandığını söyleyip söz konusu gazete kupürünü Mahkemeye ibraz ettiği anlaşılmıştır. İncelenen belgelerde bu kupüre rastlanılmadığından ve duruşma tutanaklarında bu kupürlere ilişkin herhangi bir açıklama bulunmadığından haberin detayları belirlenememiştir.

28. Ancak başvurucuların başvuru formuna suretlerini ekledikleri ve yayımlandığı tarihleri kesin olarak anlaşılamamakla birlikte içerikleri itibarıyla A.Ö.nün cesedinin bulunmasının hemen akabinde yayımlandığı anlaşılan yerel gazete kupürlerinde ise "Kaçırılan kızın cesedi bulundu" ve "Kaçırılan kızın cesedi" başlıklı haberlerde kayıp olan A.Ö.nün cesedinin gözleri çıkartılmış, kulakları ve saçları kesilmiş hâlde Elazığ ilinde bulunduğu, A.Ö.nün yakınları tarafından, kaçırılma olayının şahsi nedenlerle gerçekleştirildiğinin düşünülmeyip eylemin güvenlik güçleri adına hareket eden bazı kişiler tarafından gerçekleştirildiğinin sanıldığının belirtildiği görülmüştür.

29. Söz konusu duruşma tutanaklarına göre sanık müdafisi ayrıca maktulün terör örgütü ya da (kendi beyanına göre) kontrgerilla tarafından öldürüldüğü hususunun savunmalarının temelini oluşturduğunu, bu nedenle başvurucuya diğer kızlarından birinin ve bu kızının eşinin bir terör örgütüyle bağlarının bulunup bulunmadığının sorulmasını istemiştir.

30. Başvurucu ise gazete haberlerinde belirtildiği gibi bir durumun -varsa- Akpınar kasabası küçük bir yerleşim yeri olduğundan sanıklar tarafından bilinebileceğini ifade etmiş hatta sanıkların bu olaya karışmış olabileceklerini de düşündüğünü söylemiştir.

31. Mahkeme, yargılamayla bir ilgisi bulunmadığı gerekçesiyle sanık müdafisinin, başvurucuya diğer kızının ve damadının terör örgütüyle bir bağının bulunup bulunmadığının sorulması talebini reddetmiştir.

32. Başvurucu vekili de sanık müdafisinin olayı saptırma amacında olduğunu, söz konusu davanın, yargılanan üç kişinin maktulü öldürdüğü iddiasından ibaret olduğunu söylemiştir.

33. Yukarıda değinildiği gibi yargılamanın tamamlanması ve Ağır Ceza Mahkemesinin suç duyurusunda bulunması üzerine Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aynı soruşturma numarası üzerinden yürütülen soruşturmada 7/12/1992 tarihinde, olayın fail ya da faillerinin dava zamanaşımına kadar devamlı şekilde aranmalarına yönelik "daimî arama" kararı verilmiş;aramalara ilişkin her üç ayda bir bilgi verilmesinin, faillerin daimi olarak aranılmalarının ve yakalandıklarında ifadeleri alınmak üzere mevcutlu olarak Cumhuriyet Başsavcılıklarında hazır edilmelerinin temini için Elazığ Asayiş Şube Müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır.

34. Soruşturmada faillerin aranılmasına bu şekilde devam edilirken İnsan Hakları Derneği (İHD) Tunceli Şubesi Başkanının ve bir avukatın, ulusal yayım yapan bir gazetenin 26/8/1993 tarihli nüshasında, kimliği açıklanmayan bir subayla yapılan mülakata ilişkin haberin yayımlandığını; bu haberde A.Ö.nün ölümü olayıyla ilgili bölümlere de yer verildiğini ileri sürülerek 1993 yılında Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdukları soruşturma dosyasındaki belge ve tutanaklardan anlaşılmıştır. İncelenen belgelerde bu başvuruya ilişkin dilekçeye rastlanılmadığından bu haberde, kimliği açıklanmayan subayın ölüm olayı hakkında ne tür açıklamalarda bulunduğunun haber yapıldığı kesin olarak belirlenememiş ise de aşağıda açıklanacak belge ve bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla bu kişinin, A.Ö.nün güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler tarafından öldürüldüğünü iddia ettiği anlaşılmaktadır.

35. Ayrıca başvurucular tarafından başvuru formu ekinde ibraz edilen ve hangi tarihte yayımlandığı belirtilmediği ve içeriğinde bu yönde bir bilgiye yer verilmediği için kesin olarak anlaşılamayan gazete kupürü fotokopisinde "Ölüm Mangası" başlıklı bir haberin yapıldığı, bu haberin içeriğinde özel harp uzmanı olduğu belirtilen bir subayla yapılan mülakata ilişkin bilgilere yer verildiği, bu bilgilere göre ismi verilmeyen subayın haberi yapan gazeteciye verdiği mülakatta, "Yeşil" kod adlı A.D. (aşağıda yer verilen belge ve ifadelerde bu kişi M.Y. diye anılmaktadır) ve Mehmet Y. isimli kişilerden bahsederek bu kişilerin başvurucuların kızı A.Ö.nün öldürülmesi olayı dâhil bölgede yaşanan bazı zorla kaybettirilme, işkence ve hukuka aykırı öldürme eylemlerini devlet adına gerçekleştirdiklerini, eylemi gerçekleştirmelerinde lojistik destek ve maddi yardımı da devletten aldıklarını ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Söz konusu gazete haberine göre ismi verilmeyen subay bu mülakatta, A.Ö.nün öldürülmesine ilişkin olayın gerçekleştirilme şekli hakkında detaylı bilgi vermemiş; sadece ismini verdiği kişilerin eylemlerinden bahsederken bu olaya da değinmiştir.

36. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, İHD Tunceli Şubesi Başkanı ve bir avukat tarafından yapılan bu başvuruyu Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiş; Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı da bu başvuruyu soruşturmaya kaydettikten ve 1993/3603 numarasıyla iddialar hakkında soruşturma başlattıktan sonra başkaca bir işlem yapmaksızın bu dosyayı A.Ö.nün ölümüne ilişkin yürüttüğü 1992/3111 numaralı soruşturma dosyası ile birleştirmiştir.

37. Soruşturmada 16/2/2010 tarihine kadar aradan geçen zaman zarfında kolluk, olayın faillerinin tespit edilmesi çalışmalarına devam edildiğine ilişkin yazıları her üç ayda bir Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı da bu tarihe kadar aralıklarla daimî arama kararının akıbetini kolluktan sormuş, belirtilen tarihte ise yeniden kolluğa yazı yazarak dava zamanaşımı tarihinin yaklaşması gerekçesiyle daha kapsamlı ve titiz bir çalışmanın yapılmasının temini için deneyimli bir polis memurunun görevlendirilmesini istemiş; kolluk da 1/3/2011 tarihinde bu yazıya verdiği cevapta, olaya ilişkin kıdemli bir memurun görevlendirdiğini, 26/10/2011 tarihinde gönderdiği yazıda da olayın faillerinin belirlenemediğini ve bu yöndeki araştırmalarının ise devam ettiğinibildirmiştir.

38. Soruşturma bu şekilde devam ederken Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları Komisyonunca terör ve şiddet olayları kapsamında yaşam hakkı ihlallerinin incelenmesine yönelik olarak kurulan alt Komisyonun (Komisyon) çalışmaları sırasında başvurucu bu Komisyon tarafından davet edilerek 13/12/2011 tarihindedinlenmiştir.

39. Anılan Komisyonunun başvurucuyu, kamuoyunun yakından takip ettiği aşağıda belirtilen kitap yayımları ve medya haberleri üzerine mi yoksa kendi isteğiyle mi davet edip dinlediği, incelenen belgelerden kesin olarak anlaşılamamıştır.

40. Soruşturma dosyası içeriğinde bulunan söz konusu Komisyon tutanaklarının onaylı suretlerine göre başvurucu, kızı A.Ö.nün ölümü olayıyla ilgili Komisyona anlatımlarda bulunmuştur. Bu anlatımlarında özetle 1992 yılında kızının öldürülmesinden önce Tunceli İl Jandarma Komutanı olan ve ismini hatırlamadığı kişinin kendisini telefonla arayarak makamına birkaç kez çağırdığını, önceleri kendisinin bu çağrıya uymadığını ancak akabindebu çağrıya uyup bu kişinin makamına giderek yaptıkları görüşmede kendisine "Kızlarından biri dağa çıkmak istiyor." dediğini, buna itiraz edip bu fikre ne şekilde vardığını sorunca da cevaben "Öyle ise çocuklarını getir göreyim." dediğini, sonraki bir tarihte ölen kızı ile birlikte diğer iki kızını da yanına alarak makamına gittiklerinde bu kişinin kızlarına nerede çalıştıkları ve oturduklarına ilişkin bazı sorular sorduğunu ve görüşmenin sonunda "Devletinize çalışın." diye öğüt verip astlarına "Bunları M... Bey'e götürün." şeklinde talimat verdiğini, akabinde hep birlikte Komutanlık binasının alt katına götürüldüklerini, çocuklarının burada bir odaya alındıklarını, bu sırada dışarıdan içeriye baktığında zayıf ve sakallı bir kişiyi masada otururken gördüğünü, peşinden odanın kapısının kapatıldığını, burada fiziksel görünümünü tarif ettiği kişi tarafından çocuklarına bazı sorular sorulduğunu ve nerede çalıştıklarının öğrenildiğini görüşme sonrasında çocuklarından duyduğunu, bu olaydan yaklaşık iki ay sonra da kızı A.Ö.nün kaçırıldığını, akabinde Elazığ Devlet Hastanesine, morgunda bulunan bir kadın cesedini teşhis etmek için ailesiyle birlikte gittiğini, cesedi önce teşhis edemeyip söz konusu morgdan çıktıklarını, dışarıda beklerken sivil giyinimli bir polis memurunun yanlarına gelerek karısı başvurucu Dilif Öztürk'e "Bu senin kızın, sana benziyordu." demesi üzerine kendilerinin de "Sen yaptın o zaman." şeklinde çıkıştıklarını, sonrasında kızının kıyafetlerini tanıyıp cesedin kızına ait olduğunu teşhis ettiklerini söylemiştir.

41. Başvurucu bu anlatımlarında kızının işkence edilerek öldürüldüğünü, gözlerinin yerlerinden çıkartıldığını, saçlarının kazındığını, kulaklarının ve burnunun kesildiğini, cesedinin parçalandığını da ileri sürmüştür.

42. Başvurucu ayrıca, anlatımlarında geçen M.Y. isimli kişiyi bu olaylardan çok sonra televizyon kanallarında gördüğünü, kızlarının da bu kişiyi görünce kendisine "İşte baba bak, işte budur. Bizi sorgulayan bu adamdı." dediklerini, ayrıca ölen kızı A.Ö.nün terör örgütleriyle bir bağlantısının bulunmadığını, kızının cesedinin bulunmasından üç gün sonra Tunceli Valiliğinin 13/8/1992 tarihli yazısıyla ikamet ettiği İl Özel İdaresi lojmanını, oturma süresi dolmadığı hâlde tahliye etmesinin istenildiğini ve aynı tarihlerde A.Ö.nün iş sözleşmesinin de işe mazeretsiz olarak gelmediği gerekçesiyle feshedildiğini ileri sürmüştür.

43. Başvurucu bunların yanında kızının öldürülmesinden sonra bu olaylarla ölüm olayını hemen irtibatlandıramamasına, kamu görevlilerinin böyle bir eylemi gerçekleştirmiş olabileceklerine ihtimal vermemesinin neden olduğunu belirtmiş; tüm bu olup bitenlerin nedeninin, diğer kızlarından birinin daha önce terör örgütüne katıldığı için iddialarında belirttiği kişilerin kendilerinden intikam alma isteği olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca, olaydan bir süre sonra bölgenin bir milletvekiliyle birlikte ifadelerinde adı geçen İl Jandarma Komutanıyla görüşmek istediklerini ancak bu kişiyi makamında bulamadıklarından dolayı görüşmeyi gerçekleştiremediklerini söylemiştir.

44. Komisyonun bir üyesinin bu iddialarıyla ilgili olarak daha önce yetkili makamlara bir başvuru yapıp yapmadığı yönündeki sorusu üzerine başvurucu, olayın gerçekleşmesinden sonra isimlerini verdiği bir avukat ve İnsan Hakları Derneği Başkanı tarafından Tunceli ve Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıklarına ve o dönemin Adalet Bakanına dilekçe ve basın açıklamaları gönderildiğini ancak bu başvurularına cevap verilmediğini söylemiştir. Başvurucunun hangi tarihli bir dilekçeyle söz konusu iddialarına ilişkin Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvuruda bulunduğu Komisyon tutanaklarına yansımamış olmakla birlikte Komisyonun aşağıdaki paragrafta açıklanan yazısında bu tarih belirtilmiştir.

45. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, başvurucuyu dinledikten sonra Tunceli ve Elazığ Cumhuriyet Başsavcılıklarına yazı yazarak söz konusu olaya ilişkin soruşturma işlemleri ve soruşturma dosyasının safahatı konusunda, özellikle de başvurucunun 3/9/1993 tarihinde kızının terörle mücadele sırasında güvenlik güçleri adına çalışan kişilerce kaçırılarak öldürüldüğü iddiasına ilişkin başvurusu hakkında herhangi bir işlem yapılıp yapılmadığı konusunda bilgi verilmesini istemiş, ayrıca başvurucunun Komisyonda verdiği ifadesine ilişkin tutanağı bu yazıya ekleyerek gereğinin takdiri için göndermiştir.

46. Komisyonun, çalışmalarını tamamladıktan sonra bu olaya ilişkin ne şekilde bir değerlendirme yaptığı ve raporunda bu olaya yer verip vermediği, incelenen belgelerde Komisyonun inceleme ve değerlendirme raporu bulunmadığından belirlenememiştir.

47. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, Komisyona 28/12/2011 tarihinde yazdığı cevap yazısında, soruşturmanın safahatı hakkında kronolojik olarak bilgi vermiştir. Bu yazıda, Komisyona önce A.Ö.nün kaybolması ve akabinde yapılan soruşturma işlemleri hakkında bilgi verildikten sonra, Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/1992 tarihinde sanıklar hakkında beraat kararı verip olayın fail ya da faillerinin bulunması için Cumhuriyet Başsavcılıklarına suç duyurusunda bulunmasından sonra, soruşturmaya aynı numara (1993/3111) üzerinden devam edildiği ve 7/12/1992 tarihinde verilen daimî arama kararıyla olayın fail ya da faillerin aranılması çalışmalarına başlandığı, soruşturma bu şekilde devam ederken "26/8/1993 tarihli bir gazetede kimliği açıklanmayan özel harp uzmanı olan bir subayla gazeteci-yazar S.Y.nin yaptığı iddia edilen görüşmede, A.Ö.nün ölüm olayıyla ilgili bölümlerin bulunması nedeniyle İHD Tunceli Başkanı M.G. ve avukat A.D. tarafından Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunulduğu", bu başvurunun Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gereği için Cumhuriyet Başsavcılıklarına gönderildiği, "bu iddialara ilişkin 1993/3603 numaralı evrakla bir soruşturmanın başlatılıp bu soruşturmanın olay hakkında yürütülmekte olan 1999/3111 numaralı soruşturma dosyasıyla birleştirildiği", 16/2/2010 tarihinde ise dava zamanaşımı süresinin yaklaşmakta olduğu gerekçesiyle olayın fail ya da faillerinin yakalanması için daha titiz ve ayrıntılı bir çalışma yapılması için Elazığ Emniyet Müdürlüğüne yazı yazıldığı bildirilmiştir.

48. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının Komisyona 24/1/2012 tarihinde yazdığı cevap yazısında ise "başvurucunun kızının kamu görevlilerince işkence edilip öldürüldüğü iddialarıyla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılıklarınca herhangi bir soruşturma işleminin gerçekleştirilmediği" (bkz. § 33) ve başvurucunun ifadesinin yer aldığı tutanağın ekli bulunduğu ilgi yazılarının 2011/2248 soruşturma numarasına kaydedildiği; bu soruşturmanın suç yeri itibarıyla Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olması nedeniyle olay hakkında yeni bir işlem yapılıp yapılmayacağı hususunun takdiri ve ifası için yetkisizlik kararı verilerek bu Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini bildirmiştir.

49. Başvurucu 1/2/2012 tarihinde vekili aracılığıyla Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına yeniden bir dilekçeyle başvurmuş ve kızının "devlet içinde yapılandırıldığını iddia ettiği" Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele'nin (JİTEM) bazı mensupları ve Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) adına çalışan bazı kişiler tarafından zorla kaybettirilerek öldürüldüğünü, kamuoyunda "Susurluk raporu" olarak bilinen raporda kendisine on yedi sayfa yer ayrılan "Yeşil" kod adlı M.Y.nin, ekibi ile birlikte kızını öldürdüğü yönünde pek çok haber ve yorumun medyada yer aldığını; söz konusu raporda da ifadelerine yer verilen kişilerin, M.Y.nin başka kişilerle birlikte pek çok faili meçhul olaya karıştığını söylediklerini, yetkili makamların bu olayı aydınlatmakta ve adı geçen kişiyi yakalamakta zafiyet gösterdiğini ileri sürmüştür.

50. Başvurucu, söz konusu dilekçesinde, 2009 ila 2011 yıllarında yayımlanan birçok gazete ve internet haberleri ile kitaplar ve M.Y. tarafından 1993 yılında Ankara'da öldürüldüğünü iddia ettiği Jandarma Komutanlığında binbaşı rütbesiyle görev yapan "A.C.E.nin İtirafları" isimli yayımlanan başka bir kitapta yer verildiğini ileri sürdüğü bilgilerden alıntı yapmış; söz konusu haber ve yorumların suretlerini dilekçesine eklemiştir.

51. Başvurucunun söz konusu dilekçesinde yer verdiği haberler ve yorumlarda, başvurucunun kızının ölümünden sorumlu olduğunu ileri sürdüğü M.Y.nin 1992 yılı ve bu yılı takip eden birkaç yıl içinde ülkemizin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde pek çok faili meçhul ölüm ve kayıp olaylarına karıştığına ve bu olayların planlayıcısı ve azmettiricisi olduğuna, ayrıca yaşadığı hâlde bazı kamu görevlilerince saklandığına, yine bu kişilerce yetkili mercilerden kaçmasına müsaade edildiğine ilişkin birçok iddianın yer aldığı görülmüştür.

52. Bu iddiaların bir kısımında A.Ö.nün, M.Y. ve ekibi tarafından Diyarbakır ilindeki Olağanüstü Hâl Bölge Valiliği yerleşkesinin yanında bulunan bir binaya götürüldüğü, burada iki gün süreyle tutulduğu, sonrasında da M.Y. ve yanındakiler tarafından buradan alınarak bilinmeyen bir yere götürüldüğü ileri sürülmüştür. A.Ö.nün ölümüne ilişkin haberler ve yorumların bir kısmı, daha önce terör örgütü mensubu iken sonrasında bir dönem Jandarma bünyesinde görev aldığını ileri süren (haber ve yorumlarda itirafçı diye anılmaktadır) ve bu haberlerin yayımlandığı tarihte İsveç'te yaşayan A.A. isimli bir kişinin bu ülkede bir internet sitesine 18/8/2009 tarihinde verdiği haber edilen mülakata ve bu mülakatı haber yapan 16/9/2009 tarihli gazete haberine dayandırılmıştır.

53. Başvurucu bu dilekçesinde M.Y. adlı kişi ve onunla birlikte hareket ettiğini ileri sürdüğü bazı kamu görevlileri ve üçüncü kişiler haricinde ona MİT bünyesinde görev veren, suç işlemesini sundukları devlet imkânlarıyla kolaylaştıran, yardım eden ve eylemlerine göz yuman olduklarını ileri sürdüğü bazı kolluk ve kamu görevlileri ile MİT mensupları hakkında da suç duyurusunda bulunmuş; kızının kaybolma tarihi ile ölü olarak olarak bulunduğu tarih dikkate alındığında cesedinin, ölü muayene raporunda belirtildiği gibi deforme olma ihtimalinin bulunmadığını ileri sürerek otopside görev alan Cumhuriyet savcısı ve doktorların ifadelerinin alınmasını; ayrıca bazı Cumhuriyet Başsavcılıkları ve Mahkemelerde, M.Y.ye ilişkin birtakım soruşturmaların ve davaların yürütülmekte olduğunu, bu soruşturmalar ve davalara ilişkin dosyaların ilgili makamlardan getirtilerek kızının ölüm olayıyla bağlantılı olarak incelenmesini talep etmiştir.

54. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun 1/2/2012 tarihli dilekçesinisoruşturmaya kaydetmiş ve 9/2/2012 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı da bu dosyayı, olayla ilgili önceden yürüttüğü soruşturma dosyası ile birleştirerek isnat edilen cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve bu teşekküle katılarak mensubu olmak, kasten insan öldürmek ve kasten insan öldürmeye teşebbüs suçlarını soruşturmanın Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle başvurucunun şikâyet dilekçesinde ve TBMM İnsan Hakları Komisyonuna verdiği ifadelerinde ismi geçen M.Y. ve içlerinde bazı kolluk ve kamu görevlileri ile MİT mensuplarının da bulunduğu diğer kişiler hakkında fezleke düzenleyerek soruşturma dosyasını Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

55. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı 23/2/2012 tarihinde MİT Müsteşarlığına yazı yazarak M.Y.nin MİT bünyesinde herhangi bir görev alıp almadığını, MİT mensubu olup olmadığını, MİT adına haber elemanı olarak görev yapıp yapmadığını, görev yapmışsa tarihlerini ve M.E. isimli bir MİT mensubunun, soruşturmaya konu cinayetten sonra M.Y.yi korumak için adı geçeni MİT bünyesinde görevlendirdiğinin ve yetkili makamlara teslim etmeyerek bu suça ortak olduğunun iddia edildiği de belirtilerek bu kişinin MİT bünyesindeki görevlerinin ve görev tarihlerinin bildirilmesini istemiştir.

56. MİT Müsteşarlığının 15/3/2012 tarihli yazısıyla 4/6/1973-Haziran 1989 (3/11/1973-Kasım 1975 tarihlerinde askerlik yükümlülüğünü yerine getirmesi nedeniyle irtibatları kesilmiş olmakla birlikte) ve Eylül 1994-30/11/1996 tarihleri arasında konuları itibarıyla zaman zaman M.Y. adlı kişiden istifade edildiği bildirilmiştir. Aynı yazıda, sorulan M.E. isimli MİT yöneticisinin farklı tarihlerdeki görevlerine ilişkin bilgilere de yer verilmiştir.

57. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ümraniye Cumhuriyet Başsavcılığına 29/2/2012 tarihinde talimat yazılmış ve Savcılığın yetki sınırları içinde ikamet ettiği anlaşılan, A.Ö.nün ölü muayene işlemine katılan Doktor Z.K.nın, A.Ö.nün öldürülmeden önce gözlerinin yerlerinden çıkarıldığı, saçlarının kazındığı, kulaklarının ve burnunun kesildiği ve cesedinin parçalandığı iddialarına ilişkin ayrıntılı ifadesinin alınması istenmiştir.

58. Doktor Z.K., talimat üzerine 9/3/2012 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde özetle ölü muayene tutanağını tekrar ederek cesedin kulak ve burnunun yerinde olduğunu ancak çürümeye başladığını, gözlerini ise hatırlamadığını, ayrıca bu olaydan önce veya sonra söz konusu cinayetin kamu görevlilerince işlenip işlenmediğine ilişkin bir duyum da almadığını söylemiştir.

59. Başvurucunun A.Ö.ye işkence edildiğine ilişkin iddialarının bazı gazete ve internet sitesi haberlerinde yer alması ve bu haberler ve yorumlarda, A.Ö.nün ölü muayene işlemini yapan doktorlar Z.K. ve N.A hakkında kesin olmayan bulguları kesin bulgu gibi göstererek klasik otopsiye gerek olmadığını bildirdirdiklerinin, işkence bulguları olan vakada mesleki bilgi ve becerilerini gerçeğin ortaya çıkarılması için kullanmadıklarının ve tıbbi deontoloji kurallarına aykırı davrandıklarının iddia edilmesi üzerine Türk Tabipler Birliği Merkezi Konseyi tarafından 23/2/2012 tarihinde Elazığ Tabip Odasına bu konuda ön inceleme başlatılması istemiyle yazı yazılmış; akabinde Tabip Odasınca adı geçen doktorlar hakkında ön inceleme işlemi başlatılarak söz konusu odanın yönetim kurulu üyesi olan bir doktor (İlgili belgelerin incelenmesinden Adli Tıp uzmanı olup olmadığı belirlenememiştir.) ön incelemeci olarak tayin edilmiştir.

60. Bu ön inceleme sırasında ifadeleri alınan doktorlar Z.K. ve N.A., ölü muayene tutanağını tekrar edip bu tutanağı hiçbir baskı ve tehdit altında kalmadan serbest iradeleriyle ve mesleki etik kurallara uygun biçimde düzenlediklerini, ölenin cesedinde işkence edildiğine ilişkin bir bulgu saptamadıklarını, bu iddiaların tamamen bir kurgudan ibaret olduğunu, olay günü her ikisinin de nöbetçi olması nedeniyle Cumhuriyet savcısının bu yöndeki talimatıyla ölü muayene işlemine birlikte katıldıklarını, kişinin tıbbi ölüm nedenini harici muayene ile belirlediklerinden klasik otopsi yapılmasına gerek görmediklerini, ölü muayene işlemi sırasında cesedin fotoğraflarının çekildiğini, söz konusu fotoğrafların bulunmasının ve iddialarla ilgili olarak değerlendirilmesinin bu konudaki şüpheleri gidereceğini söylemişlerdir.

61. Ön incelemeci doktorun, Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazarak getirttiği ölü muayene tutanağı suretini ve yukarıda değinilen doktorların ifadelerini değerlendirerek 25/12/2012 tarihinde düzenlediği fezlekede; olayda soruşturulan doktorların kesin olmayan bulguları kesin bulgu gibi göstererek klasik otopsiye gerek olmadığını bildirdikleri iddiaları yönünden Cumhuriyet savcısının talebinin kişinin ölüm nedeninin belirlenmesi yönünde olduğu ve bilirkişi doktorların kesin ölüm nedenini harici muayene ile tespit ettikleri, bu nedenle de olayda klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı, işkence bulguları olan olguda mesleki bilgi ve becerilerini gerçeğin ortaya çıkarılması için kullanmadıkları ve tıbbi deontoji kurallarına aykırı davrandıkları iddiası yönünden ise ölü muayene tutanağında ölenin el ve ayak tırnaklarının ojeli olduğunun, el tırnaklarının uzun ayak tırnaklarının normal olduğunun ve vücudunda herhangi bir darp ve cebir izinin bulunmadığının bildirildiğinin görüldüğü;sonuç olarak incelenen bilgi ve belgelerden ölenin üzerinde işkence emaresi olabilecek herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, bu konuda bir mesleki bilgi ve beceri eksikliğinin olmadığı kanaatine vardığını bildirdiği anlaşılmıştır.

62. Elazığ Tabip Odası Yönetim Kurulunun 6/5/2013 tarihli toplantısında, ilgili bilgi ve belgeler ve alınan ifadelerin incelenmesi sonucunda adı geçen doktorlar hakkında ileri sürülen iddiaların delile değil varsayımlara dayalı olduğuna ve doktorların ilgili etik kurallarına, 23/1/1953 tarihli ve 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Kanunu'na, 19/2/1960 tarihli ve 10436 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tıbbi Deontoloji Tüzüğü'ne, ilgili kanun hükümlerine uygun işlem yaptıklarına ve olayda herhangi bir cezai işlem yapılmasına gerek olmadığına karar verilmiş ve bu karar 10/10/2013 tarihinde Türk Tabipler Merkez Konsey Başkanlığına bildirilmiştir.

63. Başvurucu, vekili aracılığıyla 25/4/2012 tarihinde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve Jandarma Teşkilatı içinde var olduğunu daha önce de iddia ettiği JİTEM'in bünyesinde görev aldığını ileri sürdüğü A.A. isimli kişinin yabancı bir ajansa verdiği görüntülü mülakata ilişkin elektronik kaydı (DVD) Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığınca da bu kaydın çözümü kolluk görevlilerine yaptırılmıştır. Soruşturma dosyasında yer alan bu çözüm tutanağından söz konusu mülakatın yapıldığı tarih kesin olarak belirlenememiş ise de içeriği itibarıyla A.Ö.nün ölümü ile ilgili bazı kitapların yayımlandığı tarihlerden sonra yapıldığı anlaşılmaktadır.

64. Bu mülakatta A.A, M.Y.nin başvurucunun kızının öldürüldüğü tarihlerde Diyarbakır ilinde bulunduğunu ileri sürdüğü (kendi beyanına göre) JİTEM binasına gidip gelmeye başladığını, burada MİT ve Olağanüstü Hâl Valiliği tarafından kendisine bir arazi aracı tahsis edildiğini, A.Ö.nün de Diyarbakır Ceza İnfaz Kurumunda tutulan ancak bazı operasyonlarda görev alması için zaman zaman buradan çıkartılan M.M. isimli kişi tarafından 1992 yılının Temmuz ayının sonu veya Ağustos ayının başlangıcında M.Y.ye tahsis edilen arazi aracıyla Diyarbakır'daki JİTEM binasına getirildiğini söylemiştir.

65. Anılan mülakatta A.A. ayrıca, A.Ö.yü burada gördüğünü ve M.Y.ye kim olduğunu sorduğunu, M.Y.nin de cevaben A.Ö.nün, bir terör örgütünün o dönemdeki Tunceli bölge sorumlusu olduğunu ve örgüt içinde sözü geçen biri olduğunu açıkladığı S.Ç. isimli kişinin karısının kardeşi olduğunu söylediğini ifade etmiştir. A.A. mülakatta, A.Ö.nün bu kişiler için bilgi temin etmeyi reddettiğinden ve S.Ç. ile çevresindekilere göz dağı verilmesi amacıyla öldürüldüğünü düşündüğünü söylemiştir. Aynı mülakatta A.A, A.Ö.yü gördüğünde sakin ve rahat olduğunu gözlemlediğini, yüzünde ve vücudunda kötü muameleye maruz bırakıldığına dair bir emarenin bulunmadığını ancak M.Y.nin, A.Ö.ye işkence ettiğinin iddia edildiğini söylemiştir.

66. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ölüm olayından bir süre önce çocuklarıyla birlikte Tunceli İl Jandarma Komutanlığına çağrıldığı ve burada kızlarına M.Y. isimli kişi tarafından bazı sorular sorulduğu iddiasına ilişkin olarak önce iddiaya konu tarihte İl Jandarma Komutanlığının kim tarafından yürütüldüğünü araştırmış; ilgili makamlarla yazışması sonucu bu hususu tespit etmesiyle de bu kişinin şüpheli sıfatıyla ifadesi alınması için bulunduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazmıştır.

67. Talimat gereğince 28/3/2012 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Emekli Kıdemli Albay M.S.Y., başvurucunun tüm iddialarını reddederek bu iddialarda adı geçen M.Y. isimli kişiyle aralarında hiçbir fiilî ve hukuki ilişkinin yaşanmadığını, bu kişiyi görmediğini, Komutanlığındaki istihbarat işlemlerinin bu konuda görevli olan astları tarafından gerçekleştirildiğini, başvurucuyla iddia ettiği gibi bir görüşme yapmadığını, A.A. adlı kişiyi de tanımadığını söylemiştir.

68. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle ve Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 31/5/2012 tarihli kararıyla şüpheli M.Y. hakkında kendisine çağrı yapılamadığı ve tüm aramalara rağmen ulaşılamadığı gerekçesiyle yoklukta tutuklama kararı verilmiş ve aynı tarihte bu konuda bir emir düzenlenerek gereği için ilgili birimlere dağıtılmıştır.

69. Soruşturma belgelerinden Malatya Ağır Ceza Mahkemesince 21/10/2011 tarihinde İHD Elazığ Şubesi Başkanı M.C. ve Dr. H.K.nin 27/2/1993 tarihinde zorla kaybettirilerek öldürülmesi olayına ilişkin de M.Y. hakkında başka bir yoklukta tutuklama kararı verildiği, ayrıca hakkında Tunceli Eski İl Jandarma Komutanı K.Ç.nin belirtilmeyen tarihte ölümü olayıyla ilgili olarak "Kırmızı Bülten" kararı çıkartıldığı anlaşılmıştır. Soruşturma belgelerinde adı geçen hakkında yürütülmekte olan başka soruşturma ya da görülmekte olan dava ya da davaların bulunup bulunmadığının, ilgili mercilerdeki bu soruşturma ya da dava dosyalarının içeriklerinde A.Ö.nün ölümü olayına ilişkin tanık beyanı ve benzeri delillerin bulunup bulunmadığı yönünden incelenebilmesi bakımından araştırılıp araştırılmadığı kesin olarak anlaşılamamıştır.

70. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun ifadesini 8/6/2012 tarihinde yeniden almıştır. Başvurucu bu ifadesinde genel olarak Komisyona verdiği ifadesini tekrar etmiş, farklı olarak 1992 yılının Mayıs ayında Tunceli İl Jandarma Komutanın çağrısı üzerine ölen A.Ö ve diğer iki kızı ile birlikte İl Jandarma Komutanlığına gittiklerinde binanın alt katında bulunan odada sakallı bir kişi tarafından kızlarına bazı sorular sorulması sırasında terör örgütünün bazı mensuplarının fotoğraflarının gösterildiğini, bu kişilerin arasında büyük kızı Aysel Ö.nün de fotoğrafının bulunduğunu, kızlarının, kardeşleri Aysel Ö.nün evlendikten sonra örgüte katıldığını ve sonrasında eşi S.Ç. ile birlikte yurt dışında yaşamaya başladığını söylediklerini, olay günü kızı A.Ö.nün biri sakallı olmak üzere üç erkek şahıs tarafından beyaz bir otomobille götürüldüğünün görüldüğünü söylemiş; ayrıca kamuoyunda "Susurluk raporu" diye bilinen raporda ismi geçen Jandarma Emekli Astsubay H.O. isimli kişiyle yakın zamanda telefonla görüştüğünü, bu kişinin kendisine kızı A.Ö.nün öldürülmesi olayıyla ilgili bilgisinin olduğunu söylediğini ileri sürmüştür.

71. Başvurucu, bu ifadesinin alınması sırasında Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınaayrıca Tunceli İl Özel İdare Müdürlüğünün 13/8/1992 tarihli kendisine tahsisli konutun beş yıldan fazla kalındığı gerekçesiyle tahliyesinin istendiği yazısını ve Tunceli İl Özel İdaresi Müdürlüğüne ait şirketin (TUNGAŞ) 9/9/1992 tarihli kızı A.Ö.nün 27/7/1992-29/7/1992 tarihlerinde aralıksız iki iş günü mazeretsiz olarak işe gelmediği gerekçesiyle 31/7/1992 tarihinde alınan yönetim kurulu kararıyla iş akdinin feshedildiğini bildirir yazısını ibraz etmiştir.

72. Başvurucunun bu ifadesinde olayla ilgili bilgisi olduğunu ileri sürdüğü H.O.nun talimatla 13/6/2012 tarihinde alınan ifadesinde, 1992 yılında Uşak İl Jandarma Komutanlığında Sorgu Kısım amiri olarak görev yaptığını, 1993 yılı Temmuz ayında Malatya İl Jandarma Komutanlığı Sorgu Kısım amiri olarak tayin olduğunu, Elazığ (kendi beyanına göre) JİTEM bölge komutanı olan Yüzbaşı Z. ile aynı yıl içinde Elazığ iline gittiğinde görüştüğünü, bu görüşmede bölgedeki faili meçhul cinayetler hakkında konuştuklarını, Yüzbaşı Z.nin kendisine "Yeşil" kod adlı M.Y.nin Mazgirt'den Ayten isimli bir kadını, eniştesi bir terör örgütünün Tunceli bölge sorumlusu olmasından dolayı kaçırdığını, yanında da örgüt itirafçısı olarak bilinen M.M. isimli kişinin bulunduğunu, kaçırdıktan sonra Diyarbakır (kendi beyanına göre) JİTEM'ine getirdiklerini, bu dönemde JİTEM'in komutanı olan A.K.nin huzuruna çıkardıklarını ve akabinde M.M., M.Y., A.K. ve sonradan İsveç'de yaşamaya başlayan A.A.nın, Ayten isimli kadına üç gün süreyle işkence ettiklerini anlattığını ancak bu kişinin Ayten isimli kadının nasıl öldürüldüğü konusunda bilgi vermediğini söylemiştir. H.O., A.A. isimli kişinin A.Ö.yü soyup işkence ettiklerini doğruladığını da ileri sürmüş; başvurucunun ifade vermesinden kısa bir süre önce kendisini telefonla arayıp bu konuda ifade verip veremeyeceğini sorduğunu, kendisinin de verebileceğini ifade ettiğini söylemiştir.

73. H.O., aynı ifadesinde bu bölgede işkence edilenlerin Jandarma Komutanlıklarının yetkili olduğu bölgelerde öldürüldüklerini, böylece olayın gereği gibi soruşturulmasının önüne geçildiğini, A.Ö. kaçırıldığında bu olaydan Mazgirt İlçe Jandarma Karakol Komutanının da haberdar olduğunu duyduğunu, 1994 yılında Tunceli iline görevli olarak gittiğinde birlik komutanı olan M.B.nin de bu olayı örnek göstererek "Yeşil" kod adlı kişinin birçok kişiyi kaçırıp işkence ettikten sonra öldürdüğünü söylediğini, aynı kişinin bu durumdan rahatsızlığını da ifade ettiğini, A.Ö.nün ölümüyle sonuçlanan olaya ilişkin kayıtların Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığında tutulduğunu, kendisinin de Malatya İl Jandarma Komutanlığının istihbarat bölümünde buna ilişkin kayıtları tuttuğunu, 1996 yılında Malatya'dan ayrıldığını, kayıtların bu tarihten sonra muhafaza edilip edilmediğini ise bilmediğini ve ifadesinde adı geçen M.M.nin Mersin'de ikamet ettiğini söylemiştir.

74. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla başvurucunun iddialarında ismi geçen ve olay tarihinde Tunceli İl Özel İdaresi Müdürü olan K.K.nin 23/10/2012 tarihinde alınan ifadesinde başvurucu ve A.Ö.yü hatırlayamadığını, iddialara konu lojmanın boşaltılması işlemini gerçekleştirmekle yetkili olduğunu ancak bu dönemde herhangi bir memurun lojmanını boşaltması yönünde özel bir talimat almadığını, A.Ö.nün İl Özel İdaresine ait fabrikasındaki iş akdinin kaybolmasından bir süre sonra feshedilip edilmediğini ise hatırlamadığını söylemiştir.

75. Yine Malatya Cumhuriyet Başsavcılığının talimatıyla 26/11/2012 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan M.M.; H.O. isimli kişiyi tanımadığını, ismini basından duyduğunu, A.Ö.nün öldürülmesi olayıyla ilgili bilgisinin olmadığını, terör örgütü üyesiyken 1991 yılında güvenlik güçlerine teslim olduğunu, akabinde bir yıl süreyle ceza infaz kurumunda kaldığını söylemiştir.

76. Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı, incelenen soruşturma belgelerine göre 13/3/2014 tarihine kadar başkaca bir işlem gerçekleştirmemiş, belirtilen tarihte ilgili kanunda yapılan değişikliği gerekçe göstererek yetkisizlik kararı vermiş ve soruşturma dosyasını yenidenElazığ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

77. Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığı, şüpheli M.Y. hakkında önceden çıkartılan yakalama emrini, bu kararı takip edemeyeceği gerekçesiyle resen kaldırarak Elazığ Sulh Ceza Hâkimliğinden yeni bir yakalama emri çıkartılmasını talep etmiştir. Hâkimlik de talep gereğince 29/9/2014 tarihinde M.Y. hakkında yeni bir yakalama emri çıkarmış ve aynı tarihte bu yönde bir emir düzenlemiştir.

78. İncelenen belgelerden, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığının 21/1/2016 tarihinde Elazığ Tabip Odasına yazı yazarak ölü muayene tutanağını düzenleyen doktorlar hakkında herhangi bir idari inceleme yapılıp yapılmadığını sormasına kadar soruşturmada, M.Y. hakkında çıkartılan yakalama emrinin infazının beklenilmesinden başka herhangi bir işlemin gerçekleştirildiği tespit edilememiştir.

79. Elazığ Tabip Odası 9/2/2016 tarihli cevabi yazısıyla yukarıda değinilen ön inceleme işlemine ilişkin belgeleri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

80. Anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu soruşturma dosyasının onaylı suretlerinin gönderilmesi Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığından talep edilmiş olup talep gereğince 29/2/2016 tarihinde onaylı suretleri UYAP üzerinden gönderilen dosyanın incelenmesinden soruşturmanın derdest olduğu ve M.Y. hakkında çıkartılan yakalama emrinin henüz infaz edilemediği anlaşılmıştır.

2. İdari Dava Süreci

81. Başvurucular 25/5/2005 tarihinde vekilleri aracılığıyla Tunceli Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Zarar Tespit Komisyonu) 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında başvurmuş ve kızlarının güvenlik güçleri adına hareket eden bazı yapılanmalar tarafından zorla kaybettirildiğini, işkence edildiğini ve akabinde öldürüldüğünü ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuşlardır.

82. Zarar Tespit Komisyonunun 10/10/2006 tarihli kararıyla talebe konu failimeçhul olayın gerçekleşme şekliyle ilgili iddiaların herhangi bir somut belgeye dayandırılmadığı, konuyla ilgili gazete kupürlerinin duyum, kanaat ve faraziye mesabesinde olduğunun ve iddia konusunun bu noktadan bakıldığında tam tersi bir mütalaada konu olabileceğinin değerlendirildiği ile bilgi ve belge eksikliği gerekçesiyle talebin reddine karar verilmiştir.

83.  Başvurucular tarafından, yasal süresi içinde Tunceli Valiliği hasım gösterilerek Malatya İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde söz konusu ret kararının iptali talebiyle dava açılmıştır.

84.  Mahkemenin 3/6/2010 tarihli ve K.2010/1287 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"...Dava dosyasının incelenmesinden, davacıların çocuğu olan Ayten Öztürk'ün 27/8/1992 tarihinde Tunceli ili Mazgirt ilçesi Kepektaş köyünden, kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra öldürüldüğünden bahisle 5233 sayılı yasa kapsamında taraflarına tazminat ödenmesi istemiyle yaptıkları başvurunun reddine ilişkin Zarar Tespit Komisyonunun 10/10/2006 tarihli kararının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığıanlaşılmaktadır.

Olayda; dava dosyasında mevcut bilgi ve belgeler incelendiğinde; davacı Hıdır Öztürk tarafından kızı Ayten Öztürk'ün tanımadıkları kişiler tarafından zorla kaçırıldığı, kızının N.A. tarafından evlenmek maksadıyla rahatsız edildiği ve kaçırılmış olabileceği, kanaatiyle Kovancılar Cumhuriyet Savcılığına 5/8/1992 tarihinde şikâyette bulunduğu, yine davacıların Akpazar Jandarma Karakolunda 6/8/1992 tarihinde alınan ifadelerinde, kızlarının kaçırılması ile ilgili olarak market sahibi Ş.Ç. Ve taksicilik yapan E.A.dan şikâyetçi oldukları, bu arada davacıların kızı Ayten Öztürk'ün 8/8/1992 günü Elazığı ili Karşıyaka Mahallesi Kartaltepe Mevkiinde toprağa gömülü cesedinin bulunduğu, yapılan otopside maktulün boğularak öldürüldüğünün tespit edildiği, davacılar tarafından şikâyetçi olunan E.A, N.A, Ş.Ç isimli kişiler hakkında,maktulün kaçırılması ve öldürülmesi olayıyla ilgili olarak Elazığ 1. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava neticesi 5/11/1992 gün ve E.1992/132,K.1992/140 sayılı kararla, sanıklar hakkında 'atılı suçları işlediklerine dair cezalandırılmalarına yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatlerine' karar verildiği, maktulün kimler tarafından öldürülmüş olduğu hususunun araştırılmaya devam ettiği görülmektedir.

Bu durumda; yukarıda anlatılan hususlar dikkate alınarak yapılan değerlendirme sonucu, davacıların çocuğu Ayten Öztürk'ün terör veya terörden kaynaklanan bir olaydanötürü kaçırıldığı ve akabinde öldürülmüş olduğu hususunda herhangi bir tespit, hatta bunu düşündürebilecek bir emare bulunmadığı, ölüm olayının 5233 sayılı yasa kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı kanaatiyle davacıların başvurusunun reddine ilişkin dava konusuişlemde hukuka aykırılıkbulunmamaktadır.

..."

85. Başvurucuların temyizi üzerine bu karar, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Daire)9/5/2012 tarihli ve K.2012/2827sayılı ilamıyla onanmıştır.

86.  Başvurucuların karar düzeltme istemi de Dairenin 11/4/2013 tarihli veK.2013/2738 sayılı ilamı ile oyçokluğuyla reddedilmiştir. Çoğunluk görüşüne katılmayan üyenin karşıoy gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"Ayten Öztürk'ün öldürülmesi olayının faillerinin bulunamamış olmasına rağmen, dosyada mevcut itiraf mahiyetindeki açıklamalar ve Malatya Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve olayın meydana geldiği dönemdeki faili meçhul cinayetler bir arada değerlendirildiğinde, davacıların kızının bir terör eylemi sonucu hayatını kaybettiği kanaati uyanmaktadır.

...

Uyuşmazlık konusu olayda da kişinin yaşam hakkının ihlal edildiği, ancak sorumluların da bugüne kadar açığa çıkarılamadığı görülmektedir.

Bu durumda faili ortaya çıkarılamayan bu cinayetlerden dolayı Anayasa ve insan haklarına ilişkin sözleşmeler uyarınca yaşam hakkını korumakla yükümlü olan idari birimlerin, bu tür olaylardan doğabilecek zararları karşılaması hukuk devleti olmasının gereğidir.

..."

87.  Nihai karar başvuruculara 23/9/2013 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular otuz günlük yasal süresi içinde 21/10/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B. İlgili Hukuk

1.Ulusal Hukuk

88.  6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

89.  5233 sayılı Hakkında Kanun’un 1. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”

90. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86. maddesişöyledir:

       "(1) Engelleyici sebepler olmadıkçaölü muayenesinden veya otopsiden önce ölünün kimliği her suretle ve özellikle kendisini tanıyanlara gösterilerek belirlenir ve elde edilmiş bir şüpheli veya sanık varsa, teşhis edilmek üzere ölü ona da gösterilir.

       (2) Ölünün adli muayenesinde tıbbi belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır.

       (3) Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim tarafından görevlendirilerek yapılır."

91. 13/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102. ve 104. maddelerinin ilgili bölümleri şöyledir:

“Madde 102 - Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

1 - Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,

2 - Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,

... geçmesiyle ortadan kalkar.

Madde 104 - Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü, yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar. Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesi ile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

92. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 7. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

  “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.”

93. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kabul edilen (11/12/2010 tarihli ve 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na 6524 sayılı Kanun’un 39. maddesi ile eklenen geçici 4. maddenin (6) numaralı fıkrası gereğince yürürlükten kaldırılmış olan ancak başvuruya konu soruşturmanın yürütüldüğü periyotta yürürlükte olan) 18/10/2011 tarihli ve faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturma usul ve esaslarına ilişkin Genelge'nin ilgili bölümü şöyledir:

    “…

      50. Faili meçhul olay ve cinayetlerin soruşturulmasında,

        ...

g) Soruşturma evraklarının ilgili Cumhuriyet savcısı tarafından sık sık gözden geçirilmesi, ancak sadece soruşturma evrakının en üstündeki müzekkereye cevap verilmiş olup olmadığı ile yetinilmeyerek içeriği itibarıyla başkaca eksik kalmış bir husus varsa onun da tamamlanması için gerekli yazının yazılması, sonucunun uygun aralıklarla takip edilmesi,

…”

2. Uluslararası Hukuk

94. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10/12/1984 tarihli ve 39/46 sayılı kararıyla kabul edilen ve onaylanmasına dair 3441 sayılı İşkenceye ve Diğer Zalimane Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna DairKanun'un dayanak oluşturduğu 29/4/1988 tarihli ve 19799 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Alçaltıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 12. maddesi şöyledir:

“Her Taraf Devlet, yetkisi altındaki ülkelerde bir işkence eyleminin işlendiğine inanmak için ciddi sebepler mevcut olan her halde, yetkili mercilerin derhal ve tarafsız soruşturma yürütmelerini sağlayacaktır.”

95.  Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) birinci ekinin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

96.  Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucuların İddiaları

97.  Başvurucular; kızlarının güvenlik güçleri ve MİT adına çalışan M.Y. tarafından zorla kaybettirilerek işkence yapılmak suretiyle öldürüldüğünü, bu olaya ilişkin etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmediğini, ayrıca söz konusu ceza soruşturmasında adı geçen şüpheli M.Y. hakkında yoklukta tutuklama kararı çıkarılmasına rağmen açtıkları tazminat davasının, olayın terör ve terörden kaynaklanan bir olay olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; maddi ve manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuşlardır.

B.   Değerlendirme

98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

99. Başvurucular, kızlarının işkence edilerek ölümüyle sonuçlanan olayda etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi suretiyle devletin yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği hakları ile işkence ve eziyet yasağı kapsamında pozitif yükümlülüklerini ihlal ettiği şikâyetlerinin yanında kızlarının bazı kamu görevlileri ve güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler tarafından zorla kaybettirilerek işkenceye maruz bırakıldığını ve akabinde öldürüldüğünü ileri sürerek devletin aynı haklar kapsamında negatif yükümlülüklerini de ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.

100. Öncelikle belirtilmelidir ki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme)normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır. (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları -mağdurun davranışı ne olursa olsun- kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 93; Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

101. AİHM'e göre gözaltında tutulan kişilerin yaşamlarından ve vücut bütünlüklerinden ulusal makamlar sorumludur ve gözaltında meydana gelen yaralanma, ölüm ve kayboluşlara ilişkin makul bir açıklama getirme görevi savunmacı devletlere aittir (Er ve diğerleri/Türkiye, B. No: 23016, 31/12/2012, § 66; Tanış ve diğerleri/Türkiye, B. No: 65899/93, § 160).

102. Yine AİHM'e göre resmî olarak kolluk görevlileri tarafından çağrıldığının, bunların kontrolü altında bir yere girdiğinin ve o tarihten itibaren bir daha haber alınamadığının tespit edilmesi hâlinde tutulan kişinin yaşamına ve vücut bütünlüğüne yönelik bir açıklama getirmek zorunludur. Bu gibi şartlar altında, ne olduğuna ilişkin makul bir açıklama getirmek ve ilgili kişinin yetkililerce alıkonulmadığını ve özgürlüğünden mahrum bırakılmaksızın salıverildiğini göstermek devletin görevidir (Tanış ve diğerleri/Türkiye, § 160). Gözaltına alınan bir kişinin akıbetine ilişkin yetkililerin hesap verme zorunluluğu, kişinin salıverildiği gösterilene kadar devam etmektedir (Er ve diğerleri/Türkiye, § 71).

103. AİHM, bir başvurucunun kocasının polis gözetiminden salıverildikten sonra hukuka aykırı şekilde öldürülüşünü konu alan bir kararında bu hesap verme sorumluluğunugenişleterek dosyada resmî bir salıverme evrakının olmayışının, başvurucunun kocasının gerçekten salıverildiğini kanıtlamaya ilişkin yükümlülüğün yerine getirilemediği anlamına geldiğini belirtmiş ve söz konusu ölümden devletin sorumlu olduğuna karar vermiştir (Süheyle Aydın/Türkiye, B. No: 25660/94, 24/5/2005, § 154).

104. AİHM, değinilen karara varırken "Özgürlüğünden yoksun bırakılan herkes, gerçekten serbest bırakıldıklarına ilişkin güvenilir bir doğrulama sağlanarak ve ayrıca fiziksel bütünlükleri ve haklarından eksiksiz biçimde yararlanabilme yetenekleri korunmuş olarak serbest bırakılmalıdır." şeklinde düzenleme öngören Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 18/12/1992 tarihli ve 47/133 sayılı Bütün Kişilerin Zorla Kaybettirilmeden Korunmasına İlişkin Deklarasyon'un 11. maddesini dikkate almıştır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Meryem Çelik ve diğerleri, B. No: 3598/03, 16/4/2013,§ 51).

105. Diğer taraftan kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 92; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Hamdiye Aslan, § 92; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

106. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Hamdiye Aslan, § 93; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32).

107. Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetler hakkında tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için ise her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yukarıda belirtildiği üzere yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak kaybolan kişilerin akıbeti hakkında devletin hesap verme yükümlülüğü bulunup bu yükümlülüğünü yerine getirmediği hâllerde, yaşanan ölümlerden sorumluluğu bulunduğunu söyleyebilmek için kaybettirilen kişinin devletin nezareti altında kaldığının -makul şüphenin ötesinde- kesin olarakbelirlenebilmesi gerekir.

108. Somut olayda başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturması ve idari dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgeler, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve işkence ve eziyet yasağı ile Anayasa'nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte -makul şüphenin ötesinde- kanıt unsuru içermemektedir. Olayın gerçekleştiği koşullar, başka bir ifadeyle ölenin iddia edildiği gibi keyfî olarak devletin nezaretine alınıp bu sırada işkenceye maruz bırakıldıktan sonra kamu görevlilerince ve bu görevliler adına hareket eden kişilerce mi öldürüldüğü yoksa üçüncü kişilerce hürriyetinden yoksun bırakılıp akabinde bu kişilerce mi öldürüldüğü, bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte belirlenebilmiş değildir.

109. Bu şartlar altında, başvurucuların çocukları A.Ö.nün zorla kaybettirildikten sonra işkenceye maruz bırakıldığı iddiasının, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve eziyet yasağı; akabinde öldürüldüğü iddiasının ise Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu ve başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin, Anayasa'nın 17. maddesinin sadece etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu ile sınırlı olarak yapılması gerekli ve yeterli görülmüştür.

110. Diğer taraftan başvurucuların, çocuklarının terörle mücadele kapsamında öldürüldüğünü ileri sürerek idare aleyhine açtıkları tazminat davasının delillerin takdirindeyanılgıya düşülerek olayın terör veya terörden kaynaklanan bir olay olmadığı gerekçesiyle reddedildiği iddiasının Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve söz konusu iddiaya ilişkin inceleme bu madde kapsamında yapılmıştır.

1.Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

111. Başvurucular, idari yargıda bakılan davada delillere ilişkin hatalı bir değerlendirme yapılarak taleplerinin reddedilmesi suretiyle adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

112. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

113. İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, derece mahkemesi kararları bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik içermedikçe Anayasa Mahkemesince esas yönünden incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).

114. 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinde terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlarınkapsam dışında olduğu açıkça belirtilmiştir.

115. 5233 sayılı Kanun uyarınca ileri sürülen taleplerin belirtilen Kanun kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceği hususu ve Kanun’un kapsamının belirlenmesi noktasındaki mevzuat hükümlerinin yorumu ile bu hususta içtihadi bir ölçütün belirlenmesi ve somut olayın bu ölçüt uyarınca değerlendirilmesi noktasındaki takdir, esasen derece mahkemelerine ait olup 5233 sayılı Kanun’un uygulanması bağlamında daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış olan taleplere ilişkin olarak Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde de belirtilen hususlara ilişkin iddiaların, maddi olayın ve hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması bağlamında kanun yolu mahkemelerince değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu belirtilerek açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır (Sabri Çetin, B. No: 2013/3007, 6/2/2014, §§ 45-50; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Akbayır/Türkiye, B. No: 30415/08, 28/6/2011, § 88). Bu konudaki takdir esasen derece mahkemelerine ait olmakla beraber derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfîlik içermesi durumunda anayasal bir temel hak veya özgürlüğün ihlal edilip edilmediğinin tespiti noktasında farklı bir değerlendirme yapılması gerekebilecektir (Mesude Yaşar, B. No: 2013/2738, 16/7/2014, § 93; Cahit Tekin, B. No: 2013/2744, 16/7/2014, § 88).

116. Somut olayda başvurucuların, devletin içinde yapılandığını iddia ettikleri bazı grupların güvenlik güçleri adına hareket ederek kızlarını zorla kaybettirip akabinde işkence etmek sureyle öldürdüğünü ve bu çerçevede oluşan zararlarının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürdükleri; Zarar Tespit Komisyonunun bu taleplerini reddetmesi işlemine karşı idari yargıda açtıkları davanın ise bu olay hakkında yürütülmekte olan ceza soruşturmasında güvenlik güçleri adına hareket ettiğini iddia ettikleri şüpheli M.Y. hakkında yoklukta tutuklama kararı çıkartıldığının dikkate alınmaması suretiyle reddedilmesinin, anayasal haklarını ihlal ettiğini iddia ettikleri anlaşılmıştır.

117. İlk Derece Mahkemesinin ve Danıştay Dairesinin söz konusu davanın reddedilmesine ilişkin gerekçelerinde, olaya ilişkin toplanan tüm delillere ve yürütülmekte olan ceza soruşturması dosyasındaki bilgi ve belgelere dayanılarak olayın terör veya terörden kaynaklanan bir olay olduğunun belirlenemediği ve bu belirsizlik karşısında idareye yüklenebilecek bir sorumluluğun bulunmadığı sonucuna varıldığı bildirilmiştir.

118. Yukarıda değerlendirme kısmında değinildiği ve aşağıda olaya ilişkin etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün incelenmesi bölümünde ayrıca açıklanacağı üzere, bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturması ve dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerin, olayın meydana geldiği koşulların kesin olarak belirlenebilmesine imkân vermediği gözetildiğinde Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik içerdiğinin söylenebilmesi mümkün değildir.

119. Açıklanan nedenlerle başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfîlik de içermediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Ceza Soruşturmasının Etkili Yürütülmediğine İlişkin İddia

120. Başvurucular kızlarının zorla kaybettirilmesi, işkenceye maruz bırakılması ve akabinde öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturma yürütülmediğini iddia etmişlerdir.

121. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

  “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

           ...

   Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”                                                  

122. 6216 sayılı Kanun’un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular, ölen kişinin babası ve annesidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

123. Somut başvuruda, başvuruya konu ceza soruşturması derdesttir. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı açısından bir değerlendirme yapılması gerekir.

124. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

        “... Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

125.   6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.

126. Anılan Anayasa ve Kanun maddelerinde yer verilen kanun yollarının tüketilmesi koşulu, bireysel başvurunun temel hak ihlallerini önlemek için son ve olağanüstü bir çare olmasının doğal sonucudur. Diğer bir ifadeyle temel hak ihlallerini öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılmaktadır (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, § 20).

127. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

128. Öncelikle başvuru yollarının tüketilmesi kuralı, bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için mutlak surette gerekli olmasa da yürütülen soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır.

129. Ancak bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığının ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucular tarafından yapılan başvuruların, kabul edilmesine karar verilmelidir. Yaşam hakkı ile ilgili böyle bir durumda, başvurucular gerekli özeni göstermeli, inisiyatifleri ele alabilmeli ve şikâyetlerini çok uzun süre geçirmeden Anayasa Mahkemesine sunabilmelidirler. Öte yandan, soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre çok uzun sürmesi sonucunda soruşturma süreci tamamlanmadan başvuru yapılması durumunda, ölenin yakınlarına karşı çok katı bir tutum takınılmadan bir değerlendirme yapılmalıdır. Ancak bu durumun tespiti, doğal olarak her davanın şartlarına bağlı olarak değerlendirilecektir (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015).

130. Buna göre başvurucuların Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından kabul edilebilirlik değerlendirmesi yapılırken başvuru yollarının tüketilmesi yönünde karar verebilmek için devletin, anılan madde kapsamında “etkili soruşturma yapma” pozitif yükümlülüğünün çerçevesinin ve somut olayda bu yükümlülüğün ne surette yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir. İç içe girmiş olması nedeniyle kabul edilebilirlik konusundaki bu değerlendirmenin esas hakkındaki inceleme ile birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

2. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

131. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 105; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

132. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün usule ilişkin bir boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan ölüm, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

133. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25).

134. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin, negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

135. Usule ilişkin yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

136. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

137. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, öldürme ve kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114). Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

138. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın “etkili” olabilmesi için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir. Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

139. Yukarıda sayılanlara ilave olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir süratle gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin süratli hareket etmeleri, yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

140. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

141. Son olarak, yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

ii.     Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

142. Başvurucular, kızlarının kamu görevlileri ve güvenlik güçleri adına hareket eden kişilerce zorla kaybettirilerek işkence edilmesi suretiyle öldürülmesi olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

143. Başvuruya konu olayın, özelliğine göre iki aşamalı olarak incelenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. İlki, başvurucuların ölen kızının çalıştığı fabrikadan ayrıldıktan sonra kaybolması ve başvurucuların bu kaybolmayla ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmalarından sonra gerçekleştirilen ilk soruşturma ve akabinde gerçekleştirilen kovuşturma aşamadır.

144. Başvurucuların, kızlarının kaybolduğunu bildirmesiyle Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatılmış, akabinde başvurucuların gösterdikleri tanıklar dinlenilmiş ve iddialarında isimleri geçen üçüncü kişiler hakkında soruşturma genişletilmiştir.

145. Ölene ait cesedin bulunmasından sonra bu kişiler hakkında kamu davası açılmış, yürütülen yargılama sonucunda sanıkların mahkûmiyetlerine yeter delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatlerine karar verilmiştir.

146. Soruşturmanın bu aşamasında ölenin cesedinin yakınında, birinin üzerinde kan lekesi olduğu soruşturma makamlarınca değerlendirilen iki erkek mendili bulunmuştur (bkz. §15). Onaylı suretleri gönderilen soruşturma belgelerinde, söz konusu mendillerden birinde bulunduğu değerlendirilen kan lekesinin, haklarında kamu davası açılan şüphelilere mi, öleni mi yoksa bir üçüncü kişiye mi ait olduğu hususunda herhangi bir soruşturma işlemi gerçekleştirildiğine ilişkin bilgiye ve belgeye rastlanılmamıştır.

147. Anayasa Mahkemesi, soruşturma evrakında bu konuda herhangi bir bilgi bulunmadığından, söz konusu tarihteki kriminoloji bilimi düzeyinin mendil üzerindeki kan lekesinin biyolojik mukayeseye ve biyolojik verilerin elde edilmesine imkân tanıyıp tanımadığı konusunda kesin bir yorum yapmayacaktır.

148. Öte yandan, soruşturma belgelerinde bu olayla bir ilgisi bulunmayan ancak sehven soruşturma dosyasına eklendiği değerlendirilen 11/8/1992 tarihinde Elazığ ili Karakoçan ilçesinde H.B. isimli bir kadının kesici bir aletle öldürülmesi olayıyla ilgili olarak maktule ait kanlı pantolon ve N.B. isimli kişiye ait kanlı bez parçası üzerinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Biyolojik İhtisas Dairesince yapılan inceleme sonucunda bu kurum tarafından düzenlenen 30/9/1992 tarihli raporda, lekelerin aidiyeti konusunda sağlıklı bir inceleme yapılabilmesi için N.B. adlı kişinin kan grubunun bildirilmesinin Karakoçan Cumhuriyet Başsavcılığından talep edildiği görülmüştür.

149. Bu durumda, bu belgeden de hareketle belirtilen tarihte, A.Ö.nün cesedinin yakınında bulunan mendilin, bu olaydaki gibi incelenerek üzerindeki lekenin kan lekesi olup olmadığının ve öyle ise birtakım verilerle kime ait olduğunun bilimsel usullerle incelenip belirlenebilme imkânın bulunduğu söylenebilecektir.

150. Soruşturmada bu şekilde olay yerinden elde edilen maddi delil üzerinde bir inceleme yapıldığına ilişkin bilgiye ve belgeye rastlanılmadığı gibi ölenin cesedi üzerinde kesin tıbbi ölüm nedeni belirlendiği gerekçesiyle de otopsi işleminin gerçekleştirilmediği ve ceset üzerinde ölü muayenesi yapılmasıyla yetinildiği de görülmüştür.

151. Öncelikle belirtilmelidir ki soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri göz önünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Velcea ve Mazare/Romanya, B. No: 64301/01, 1/12/2009 § 105).

152. Anayasa'nın 17. maddesi kapsamındaki etkili soruşturma yükümlülüğü bağlamında her olayda değinilen şekilde geçerli bir asgari işlemler listesi belirlemek mümkün değilse de yetkililerin, soruşturmanın etkililiğini sağlamak bakımından diğer deliller yanında kriminalistik bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması dâhil olmak üzere söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almaları gerekir. (Hüseyin Caruş, § 64; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

153. Somut başvuruda söz konusu olay yerinde bulunan maddi delilin, görgü tanığı olmayan olayın aydınlatılması ve sorumluların tespiti bakımından kritik bir öneme sahip olduğu kolaylıkla söylenebilir. Anayasa Mahkemesi bu hususun hiç araştırılmamasını, -olayın faili ya da faillerinin tespiti bakımından bir sonuca götürebilecek nitelikte olup olmamasından bağımsız olarak- bir amaç değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olan etkili soruşturma yükümlüğü bakımından bu etkililiği en başından zayıflatan bir eksiklik olarak görmüştür.

154. Bunun yanında, olayda cesetteki -cesedin bazı deformasyonlara uğradığı belirtildiği hâlde bu deformasyonların nitelikleri itibarıyla cesetteki tüm bulguları haricen tespit etmekte karşılaştırabileceği zorluklar da dikkate alınmaksızın- tüm bulguların tespit edilebildiğinin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya konulduğu bir klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmeyerek sadece harici muayene yapılmasıyla yetinilmesi de faili belli olmayan ve nedenleri konusunda farklı şüpheler bulunan olayın gerçekleştirilme koşullarının ortaya çıkarılması bakımından başka bir eksiklik meydana getirmiştir.

155. Bu aşamadan sonra yürütülen kamu davasında beraat kararı verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasının akabinde ise olayda ikinci aşamaya geçilmiş ve soruşturmaya, önceki numarası üzerinden fail ya da faillerin belirlenebilmesine yönelik olarak devam edilmiştir. Bu aşamada, 1993 yılında başvurucu ve başvurucu adına hareket eden İHD Başkanı ve bir avukatın, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek ölenin, güvenlik güçleri adına çalışan kişilerce zorla kaybettirildiğini, işkenceye maruz bırakıldığını ve öldürüldüğünü ileri sürmeleriyle olay başka bir boyut kazanmıştır (bkz. §§ 44-49).

156. Aslında aynı yöndeki iddialar, Elazığ Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında da bir sanık müdafisi tarafından savunulmuş ve aynı müdafi tarafından, savunmasını güçlendirmek amacıyla bu konudaki gazete haberi Mahkemeye sunulmuş ancak Mahkemece bu savunmanın dava konusuyla ilgisi bulunmadığı kanaatine varılmıştır. Öte yandan, söz konusu yargılamada, başvurucuların vekilinin de tahkikatın bu savunma doğrultusunda genişletilmesine karşı çıktığı ve olayın sanık müdafisi tarafından saptırılmaya çalışıldığını ileri sürüldüğü de görülmüştür (bkz. §§ 27-32).

157. Anayasa’nın 17. maddesi gereğince yürütülecek soruşturmalarda, soruşturma makamlarının olayın gelişimine ve delillerin elde edilmesine ilişkin ölen kişinin yakınlarının soruşturma kapsamında her türlü iddialarını ve taleplerini karşılama zorunluluğu bulunmamaktadır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, 2013/6574, 16/12/2015, § 62; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sultan Dölek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 34902/10, 28/4/2015 § 81). Soruşturma kapsamında yürütülecek soruşturma işlemlerinin belirleyicisi, yetkili soruşturma makamlarıdır. Soruşturma makamları, her bir somut olayın koşullarını ayrıca değerlendirerek bu yönde makul olan bir yöntem belirleyecektir.

158. Diğer taraftan gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).

159. Somut olayda soruşturmanın ilk aşamasında Mahkemece yürütülen yargılama sırasında, başvurucunun ileriki aşamalarda kendisinin ve kızlarının, Tunceli İl Jandarma Komutanı tarafından Komutanlık binasına çağrılıp burada bazı sorulara muhatap kaldıklarını anlatmaması ve vekilinin, güvenlik güçleri adına hareket eden kişilerin olaya karıştığı savunmasının maddi gerçeği saptırmaya yönelik olduğunu belirtmesi birlikte nazara alındığında; soruşturmanın ilk aşamasında, olayın güvenlik güçlerinin ve onlar adına hareket kişilerin eylemi gerçekleştirdiği iddialarına ilişkin olarak genişletilmemesinde soruşturmamakamlarının bir ihmali ve kusuru bulunmadığı söylenebilir.

160. Ancak A.Ö.yü taammüden öldürmek suçundan yargılanan sanıklar hakkında beraat kararı verilmesinden sonra ve olayın failin ya da faillerinin tespit edilemediği ve aranılması çalışmalarının devam ettiği 1993 tarihinde başvurucu ve başvurucu adına İHD Elazığ Şubesi Başkanı ve bir avukat tarafından ileri sürülen bu iddiaların, Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında yapılan ve yukarıda değinilen sanık savunmasıyla birlikte bir bütün olarak anlam ifade ettiği ve bu iddiaların, soruşturmanın aynı doğrultuda derinleştirilmesi gerekliliği bakımından savunabilir olduğu da söylenebilir.

161. Öte yandan başvurucu, kızının öldürülmesini, kaybolmasından önce gerçekleştiğini ileri sürdüğü olaylarla hemen irtibatlandırmamasına neden olarak kamu görevlilerinin bu tür eylemlere karışabileceğine ihtimal vermemesi olduğunu ifade etmiştir.

162. Dolayısıyla başvurucunun, kızının kaybolmasını ve cesedinin bir arazide gömülü olarak bulunmasını, soruşturma makamlarına ileride ileteceği bu iddialarında belirttiği vakalarla hemen irtibatlandırmasını ve bu vakaları içeren iddiaları derhâl bu yetkili makamlara iletmesini beklemek hayatın olağan akışıyla da uygun düşmeyecektir.

163. Açıklandığı üzere başvurucunun ve adına hareket edenlerin, 1993 tarihinde kızının işkenceye maruz bırakıldığı ve akabinde öldürüldüğüne ilişkin bir iddiada bulunarak soruşturma makamlarına başvuruda bulunmalarına rağmen bu makamlarca söz konusu iddiaları araştırmak adına çok uzun bir süre -2012 yılına kadar- hiçbir adım atılmadığı görülmüştür. Soruşturma makamlarını çok uzun yıllar sonra bu yönde bir adım atmaya zorlayan neden ise TBMM İnsan Hakları Komisyonunun, başvurucuyu dinledikten sonra bu makamlara soruşturmanın akıbetini sorup ayrıca başvurucunun ifadelerini içeren Komisyon tutanaklarını göndermesi ve başvurucunun 1/2/2012 tarihinde aynı konuda yeniden birdilekçeyle başvurması olmuştur (bkz. §§ 45-48).

164. Somut olaydaki gibi ölümün nasıl gerçekleştiğine ve faillerinin kimler olduğuna dair olay yerinden ya da ceset üzerinden elde edilebilen somut bir bilginin bulunmadığı durumlarda daha çok önem arz etmekle birlikte, olay hakkında şüpheli herhangi bir şey görmesi ya da duyması olası kişilerin hiç sorgulanmaması ya da çok geç sorgulanması, yürütülen soruşturmanın ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan önemli bir eksiklik olarak ortaya çıkmaktadır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 61; aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Sultan Dölek ve diğerleri/Türkiye, § 72).

165. Bu kapsamda -özellikle de olayın gerçekleştiği zamanda ve yerde- ilk anda yürütülecek soruşturma işlemleri çok büyük önem arz etmektedir. Geçen zamanla birlikte kaçınılmaz bir şekilde delillerin kaybolması, tanıkların yer değiştirmesi ve yaşananları hatırlamanın güçleşmesi gibi nedenlerle delil toplama ve olayın gerçekleşme şeklini belirlemenin giderek zorlaşacağı açıktır (Yavuz Durmuş ve diğerleri, § 62; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Saygı/Türkiye, B. No: 37715/11, 27/1/2015, § 48) .

166. Başvuruya konu soruşturmada ileri sürülen eylemlerin bazı kamu görevlileri ve güvenlik güçleri adına hareket eden kişiler tarafından gerçekleştirildiği iddiasının, olayın gerçekleştiği tarihten çok uzun bir zaman sonra araştırılmaya başlanması ve öncesinde başkaca bir soruşturma işlemi gerçekleştirilmeyerek sadece ne surette yerine getirildiği de anlaşılamayan şekilde olayın faillerinin daimi olarak aranılması, delil toplanmasını ve olayın gerçekleşme şeklinin ortaya çıkarılması bakımından bir sonuca varılmasını, başlı başına güçleştiren bir durum meydana getirmiştir.

167. Söz konusu başvuru, olay ve olgular bölümünde açıklandığı üzere belli bir tarihte ve ülkemizin belli bir bölgesinde güvenlik güçlerine bağlı bulunduğu iddia edilen bazı grupların, faili meçhul olaylara karıştıklarına ve bu olayın da anılan olaylardan biri olduğuna ilişkin iddialar içermektedir. Somut olayda, iddialar hakkında yukarıda değinilen inceleme Komisyonlarının faaliyet göstermeye başlamasından ve bu konuda bazı raporlar yayımlayıp bu raporların kamuoyunda tartışılmaya başlanmasından önce, bu tür grupların varlığının, ileri sürüldüğü gibi zorla kaybettirme, işkence ve kanun dışı öldürmeye dâhil olup olmadıklarının ve olmuşlarsa derecesinin araştırılması yönünde soruşturma makamlarınca herhangi bir adım atıldığına dair bir delilin mevcut olmaması, soruşturmanın etkililiğini zayıflatan en önemli unsur olmuştur.

168. TBMM İnsan Hakları Komisyonun yazısı ve akabinde başvurucu Hıdır Öztürk'ün vekili aracılığıyla başvurusu üzerine yetkili makamlar, soruşturmayı, güvenlik güçleri adına hareket ettiği iddia edilen kişiler ve bazı kamu görevlilerinin bu olaya karıştıkları iddiası yönünden kısmen derinleştirmişler ve bu yönde başvurucunun, bazı tanıkların ve şüphelilerin bir kısmının ifadelerini almışlardır.

169. Ancak bu aşamada da, -yukarıda değinildiği üzere delillerin toplanması bakımından bazı güçlüklerin bulunduğu değerlendirilebilmekle birlikte- olayın aydınlatılmasına ve sorumluların tespitine imkân verebilecek bazı adımların atılmadığı görülmüştür.

170. Bunlardan ilki, A.Ö.nün resmî makamlar tarafından zorla kaybettirildiği iddialarına ilişkin olarak bazı tanıklarca bu iddiaları doğrulayan şekilde yeri ve zamanı bildirilen vakalara ilişkin soruşturmanın derinleştirilmemesidir. Soruşturmada tanık olarak dinlenen ve olay tarihinde Jandarma İstihbarat Astsubayı olarak görev yapan H.O., A.Ö.nün nezarete alınarak işkenceye maruz bırakıldığı, akabinde de öldürüldüğü bilgisine sahip olduğunu belirterek, A.Ö.nün kaybolmasına ilişkin kayıtların, Mazgirt İlçe Jandarma Komutanlığı ve kendisi tarafından tutulup muhafaza edildiğini ileri sürmüştür (bkz. §§ 72, 73).

171. Başvuruya konu eylemleri gerçekleştirenlerin, güvenlik güçlerinin bilgisi ve rızasıyla onlar adına hareket eden, bu güçlerden eylemlerini kolaylaştırıcı nitelikte yardım alan üçüncü kişiler olduğu ve bu kişilerin oluşturduğu yapılanmanın da yasa dışı olduğunun ileri sürülmesi nedeniyle, A.Ö. iddia edildiği gibi zorla alıkonulmuş ve akabinde bir süre tutulmuş olsa bile bu durumun resmî kayıtlara alınmayarak konunun gizlenmiş olabileceği akla gelebilirse de istihbarat biriminde görev yapan tanığın, bu olayın kaydının tutulduğunu söylediği ve tutulan kayıtlar hakkında açıklamalarda bulunarak bazı bilgiler verdiği anlaşılmıştır.

172. Dolayısıyla aradan geçen zamana ve olaya kamu görevlilerinin de karıştığı iddialarına rağmen zorla kaybettirme ve işkence edilerek öldürme gibi çok ciddi insan hakları ihlallerinin gerçekleştirildiğinin ileri sürüldüğü başvuruda, olayın faillerine ulaşmak için her türlü ihtimalin gözden geçirilmesinin yanında söz konusu bilgiyi veren kişinin bu yönde bilgisi olabilecek bir kamu görevlisi oluşunun da dikkate alınması gerekirken böyle bir kaydın mevcudiyeti araştırılmamıştır.

173. Bu tür kayıp olaylarında, güvenlik güçleri tarafından, başvurucuların yakınlarının alınıp mensubu bulundukları birim üslerine götürüldüğünün tespit edilebildiği durumlarda, burada gözaltına alınışlarına ve sonrasında salıverişlerine ilişkin bir kaydın tutulmaması, başlı başına, hürriyeti yoksun kılma eyleminde sorumluluğu bulunan kişilerin suça karıştıklarını saklamalarına, eylemlerinin izlerini örtmelerine ve tutulan kişilerin akıbeti açısından hesap verme sorumluluğundan kaçmalarına yardımcı olmaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Er ve diğerleri, § 104).

174. Yukarıda değinilen Süheyle Aydın kararında da belirtildiği üzere (bkz. § 103), bir kişinin gözaltına alınmasından sonra dosyada resmi bir salıverme evrakının olmayışı, devletin, kişininyaşamlarına ve vücut bütünlüklerine zarar verilmeden salıverildiğini ispat yükümlülüğünü yerine getiremediği anlamına gelebilmekte ve gözaltına alınmadan sonra gerçekleşen ölümden dolayı devletin sorumluluğu söz konusu olabilmektedir.

175. Somut olayda yukarıda değerlendirme bölümünde de ifade edildiği üzere ölenin gözaltına alındığı, makul şüphenin ötesinde yeterli kanıt unsuru ile desteklenmediğinden devletin maddi yükümlülüğü bakımından belirtilen karardaki gibi bir değerlendirmeyapılabilmesi bu aşamada mümkün olmamakla birlikte, somut olayda başvurucunun kızlarının zorla kaybettirildiği akabinde işkence edilmek suretiyle öldürüldüğü iddiaları bakımından, adı geçen tanığın ifadesinde beyan ettiği gibi A.Ö.nün gözaltında tutulduğu, varlığı iddia edilen bir belgeyle ortaya çıkarabilirse, bu belgenin, sonrasında gerçekleşen ölüm olayının sorumluların tespit edilmesinde anahtar bir rol oynayacağında tereddüt bulunmamaktadır.

176. Böyle bir kaydın varlığının araştırılmamasının yanında, adı geçen tanığın ifadelerinde, başvuruya konu olaya ilişkin bilgilerinin bulunduğunu ileri sürdüğü bazı güvenlik güçleri mensuplarının olduğunu, bu görevlilerin kimliklerini de beyan ederek bildirmesine rağmen (bkz. § 73) soruşturmada, bu kişilerin ifadelerine başvurulması için de bir girişimde bulunulmadığı görülmüştür. Keza bu kişinin ifadesinde adı geçen ve yurt dışında ikamet edip burada olaya ilişkin bir mülakat verdiği başka belgelerden de anlaşılan A.A.nın, bulunduğu yerde resmi makamlar aracılığıyla ifadesinin alınabilmesi amacına yönelik bir adımın da atılmadığı anlaşılmıştır.

177. Ayrıca A.Ö.nün Diyarbakır ilinde getirildiği yer ve getiriliş tarihi konusunda bazı tanıklarca açık ve kesin ifadelerde bulunulmasına rağmen, belirtilen tarih ve yerde görev yapan ve görevi ve statüsü gereği bu olayla ilgili bilgisi ve görgüsü olabilecek kişiler belirlenmeye çalışılarak olayın bu yönüyle aydınlatılmaya çalışılmadığı görülmüştür.

178. Aynı durum, başvurucu Hıdır Öztürk'ün olaydan önce Tunceli İl Jandarma Komutanlığına kızlarıyla birlikte çağrıldığı ve burada önce Alay Komutanı sonrasında da M.Y. isimli kişiyle görüştükleri iddiası bakımından da geçerlidir. Söz konusu iddia ile ilgili olarak adı geçen şüpheli Alay Komutanın ifadesine başvurulduğu ve bu kişinin suçlamaları reddettiği görülmekle birlikte, iddiaya konu tarihte söz konusu Komutanlıkta görev yapan ve bu konuda bilgisi olabilecek personelin de belirlenmeye çalışılarak bu iddia ve savunmanın doğruluğu ölçülmemiştir.

179. Bu konuda başvurucunun hayatta olan kızlarının da ifadeleri alınmamış, olayın aydınlatılması bakımından başvurucudan farklı ve ayrıntılı beyanlarda bulunma ihtimalleri üzerinde durulmamıştır.

180. Soruşturmada bir başka eksiklik de A.Ö.nün işkence edilerek öldürüldüğü iddialarının araştırılması bakımından gerçekleştirilen soruşturma işlemlerine ilişkindir. Öncelikle, ölü muayene tutanağında ölenin cesedinin fotoğraflandırıldığının belirtildiği görülmüştür (bkz. § 18). Gerçekten böyle ise, bu delilin, ölenin yüz ve vücudundaki deformasyonların öldürülmesinden sonra aradan geçen zamandan mı kaynaklandığı yoksa iddialarda ileri sürüldüğü gibi bir muameleye mi maruz kaldığını ortaya çıkarmak bakımından hangi sebeple incelenip değerlendirilmediği anlaşılamamıştır.

181. Nedenleri ve gerçekleştirilme koşullarında farklı şüpheler bulunan olayda klasik otopsi işleminin gerçekleştirilmeyip ölü muayenesiyle yetinilmesi, yukarıda ifade edildiği üzere cesetteki tüm bulguların, gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek nitelikte tespit edilebildiğini söyleyebilmeyi mümkün kılmadığından söz konusu fotoğrafların, olayın bu yönüyle aydınlatılmasında kritik öneme sahip olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

182. Bu tespitlerden Anayasa Mahkemesinin görevinin, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59,60).

183. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin, bilirkişilerin vardığı sonuçları, mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek sahip olduğu bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığı yönünden irdeleme görevi de bulunmamaktadır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59).

184. Anayasa Mahkemesi, yine görevi olmadığından değerlendirmelerinde bu tür sorunların incelenmesi durumunda, başvuruya konu davaların ya da soruşturmaların nasıl sonuçlanacağıyla ilgilenmemektedir. Anayasa Mahkemesinin inceleme görevi, soruşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüğünün somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin ya da ne ölçüde yerine getirildiğinin nesnel bir şekilde belirlenmesiden ibarettir (Cemil Danışman,§ 110).

185. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015,§ 44). Görülmekte olan bir davada ya da yürütülmekte olan bir soruşturmada, delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49).

186. Bu nedenle, etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitlerin, hiçbir şekilde, Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerekir. Genel ilkelerde de ifade edildiği üzere etkili soruşturma yükümlülüğü bir amaç değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Bu bakımdan Anayasa Mahkemesi tarafından, etkili soruşturma yükümlülüğü açısından toplanan veya toplanmayan tüm delillere ilişkin bir değerlendirmede bulunulurken, bu delillerin olayın aydınlatılması ve varsa sorumluların tespiti üzerindeki muhtemel olumlu veya olumsuz sonuçları hakkında herhangi bir yorum yapılmamakta olup bu yükümlülük kapsamında yapılan değerlendirmelerde, sadece, kendine özgü koşulları ve pratik gerçekleri dikkate alınan başvuruya konu somut soruşturmaların, bir bütün olarak olayı tüm yönleriyle aydınlatabilecek ve varsa sorumluların tespitine yarayabilecek deliller toplanarak yürütülüp yürütülmediği ve soruşturma makamlarının bu delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirleri alıp almadıkları incelenmektedir.

187. Kaldı ki ölüm olaylarına ilişkin soruşturmaların, olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini ortaya koyacak şekilde yürütülmesi yerine sadece bu olaya belirli bir kişinin karıştığı veya hiçbir şekilde bu kişinin karışmasının söz konusu olmadığını ortaya koyacak şekilde yürütülmesi, usul yükümlülüğünü karşılamak için yeterli değildir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun,B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 89; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Sultan Dölek ve diğerleri, § 69). Yukarıda da ifade edildiği gibi (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57) soruşturma makamlarının yükümlülüğü ölüm nedeninin ortaya çıkarılmasını da içermektedir.

188. Bu bakımdan, somut soruşturma açısından da delil toplamaya ilişkin yukarıda yer verilen tespitlere, somut olaya belirli kişilerin karıştığının veya hiçbir şekilde karışmamasının söz konusu olmadığının ortaya çıkarılması yönünden değil soruşturma makamlarının, Anayasa'nın 17. maddesi kapsamında olayın nedenini ve sorumluların ortaya çıkarılmasını sağlamaya ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünü yerine getirip getirmediklerinin ya da ne ölçüde yerine getirdiklerinin nesnel bir şekilde belirlenebilmesi açısından yer verilmiştir.

189. Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi kural olarak, başvurucuların yakınının öldüğü gün resen ceza soruşturmasının açıldığı, titiz ve hızlı bir çalışma sonucunda elde edilen deliller ışığında soruşturma ve ilk derece yargılama makamlarının, olayların seyrini aydınlatmak istediğinden kuşku duyulmadığı, yürütülen soruşturmaların ölüm sebeplerini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verdiği kanısına varılan durumlarda, yürütülen soruşturmaların ve davaların, derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösterecek nitelikte bir eksikliğin bulunmaması koşuluyla yürütülen soruşturmaların ve alınan kararların yetersiz veya çelişkili olduklarının ileri sürülemeyeceğini kabul etmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014 , § 95).

190. Diğer taraftan soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit, başvuruya konu olayın kendi koşullarına, soruşturmadaki şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).

191. Burada önemli olan husus, soruşturmaların; başvurucuların, soruşturmanın süratle ve özenle sonuçlandırılmasındaki menfaatlerinin niteliği dikkate alındığında başlı başına, özelde başvurucuların ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından, yeterli sürat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin ortaya konulmasıdır (Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).

192. Tüm bu değerlendirmeler ışığında, soruşturma makamlarının, olayın gerçekleştiği yer ve zamanda toplanması mümkün olan delillerin elde edilebilmesi için kendilerinden beklenen tüm makul tedbirleri almadıkları gibi akabinde de olayın nedenini aydınlatmak için herhangi bir somut adım attıkları tespit edilememiş, bu makamların soruşturmanın etkililiğinin sağlanabilmesi için atabildikleri tek adımın, olaydan 18 yıl sonra 16/2/2010 tarihinde soruşturmada kıdemli bir kolluk memuru görevlendirmek ve bu memur vasıtasıyla çalışmayı daha titiz ve kapsamlı bir şekilde yürütebilmeyi ummak olduğu görülmüştür (bkz. § 37).

193. Soruşturmanın bir bütün olarak, başvurucuların iddiaları ve bu iddialara ilişkin tespit edilen soruşturma eksiklikleri bir yana bırakıldığında dahi yaşam hakkının kasten ihlal edilmesiyle sonuçlanan olayın nedenini aydınlatmada ve sorumluları tespit etmede yetersiz kaldığı görülmektedir.

194. Soruşturma makamlarının, olayın gelişimine ve delillerin elde edilmesine ilişkin başvurucuların her iddiasını ve talebini karşılama zorunluluğu bulunmamakta ise deanılan makamların, olayın koşullarını, bu iddialardan bağımsız olarak değerlendirerek yürütülecek soruşturma işlemlerini resen belirledikleri ve akabinde bu yönde makul olan bir yöntemi uygulamaya koydukları da söylenememektedir.

195. Ayrıca soruşturma makamlarının, gerçekleştirilmesi gereken soruşturma işlemlerini resen belirledikten sonra bu işlemleri, olayların seyrinin aydınlatılmak istenildiğinden kuşku duyulmayacak ve ölüm nedenini kesin olarak saptamaya ve sorumlu kişilerin cezalandırılmasına imkân verecek nitelikte uygulamaya koydukları tespit edilemediği hâlde başvurucuların iddialarını araştırmak adına titiz ve hızlı bir çalışma yürüttükleri de tespit edilememiştir.

196. Dolayısıyla soruşturma kapsamında ölüm olayının nedenini ortaya çıkarmak için gerekli adımların zamanında ve yeterli bir şekilde atıldığının söylenemeyeceği, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması konusunda ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından gerekli sürat ve özenin gösterilmediği ve bu şekilde soruşturmanın çok uzun bir süre sonuca götürecek hiçbir işlem yürütülmeksizin sürüncemede bırakılarak Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği yeterlilik ve süratte bir inceleme içermediği sonucuna varılmıştır.

197. Bu nedenle etkili yürütülmediği için herhangi bir ilerleme kaydedilemeyen bu soruşturmaya mevcut hâliyle devam edilmesi durumunda soruşturmada etkili olmak adına en ufak gerçekçi bir şansın bulunduğu söylenemeyecek olup başvurucuların da bu durumun farkına varmalarından sonra etkililiği kalmayan bu soruşturmaya yönelik olarak bireysel başvuruda bulundukları kanaatine varılmıştır.

198. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

199. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

200. Başvurucular, 150.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi olmak üzere toplamda 400.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

201. Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

202. İhlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi gerekir.

203. Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara -ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verildiği de gözetilerek- müştereken net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

204. Başvuru hakkında yapılan inceleme sonucunda Anayasa’nın 17. maddesinin, esasının ihlal edildiği hususunda bir karar verilmemiş, bununla birlikte usul boyutunun ihlal edildiğine hükmedilmiştir. Başvurucular da uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettiği maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

205. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

A. 1. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

        2. Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için Elazığ Cumhuriyet BaşsavcılığınaGÖNDERİLMESİNE,

D.Başvuruculara Anayasa'nın 17. maddesinin usul boyutunun ihlali nedeniyle müştereken net 50.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEJLA ÖZER VE MÜSLİM ÖZER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/3782)

 

Karar Tarihi: 21/4/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 22/6/2016-29750

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Ali Feyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Alparslan ALTAN

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Nejla ÖZER

 

 

2. Müslim ÖZER

Vekili

:

Av. Nazan YAMAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda ası suretiyle ölüm meydana gelmesi ve bu ölüm olayına ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının, ceza infaz kurumu idaresinin bilgisi dâhilinde işkence görülmesi ve işkence iddialarının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/5/2013 tarihinde Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 23/10/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 6/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 9/1/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 20/1/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 4/2/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular, Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu iken 6/10/2011 tarihinde yaşamını yitiren 1990 doğumlu Hasan Özer'in anne ve babasıdır. Kasten öldürme suçundan yargılanan Hasan Özer, vefat ettiği tarihte tutuklu statüsündedir ve kasten öldürme suçuna ilişkin yargılama, Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/281 esas sayılı dava dosyası ile devam etmektedir.

1. Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumundaki Durumu

a. Hasan Özer'in Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna Sevk Edilmesi Üzerine Yapılan İlk İşlemler

9. Başvurucuların oğlu Hasan Özer, kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 1/1/2007 tarihli kararı ile tutuklanmış ve İstanbul H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu konulmuştur. Hasan Özer 4/3/2008 tarihinde Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, 15/7/2008 tarihinde ise Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiş; Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı koğuşta 26/7/2010 tarihinde yangın çıkardığı gerekçesiyle yirmi gün hücreye koyma cezası ile cezalandırılmış; 4/9/2010 tarihinde ise disiplin nedeniyle Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Ceza İnfaz Kurumu) sevk edilmiştir.

10. Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilen Hasan Özer, hükümlülerin ve yetişkinlerin bulunduğu A-11 No.lu koğuşa yerleştirilmiştir.

11. Hasan Özer, Ceza İnfaz Kurumuna getirildiği 4/9/2010 günü muayene edilmiştir. Yapılan bu muayene neticesinde Hasan Özer'in kollarında, bacaklarında ve göbeğinin üst kısmında çok sayıda kesi izi olduğu tespit edilmiştir.

12. Ceza İnfaz Kurumu Psikoloğu S.T. 8/9/2010 tarihinde Hasan Özer ile ilk görüşmeyi gerçekleştirmiş ve bu görüşmeden sonra Hükümlü-Tutuklu Ön Görüşme Tanıma Formunu düzenlemiştir.

13. Hasan Özer hakkında Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunca verilen yirmi gün süreyle hücreye koyma cezası (bkz. § 9), 17/2/2011 ile 9/3/2011 tarihleri arasında infaz edilmiştir. Hasan Özer ayrıca A-11 No.lu koğuşta 18/3/2011 tarihinde yapılan arama sırasında Ceza İnfaz Kurumu görevlilerine hakaret ettiği gerekçesiyle beş gün süreyle hücreye koyma cezası ile cezalandırılmış; yaşanan olay nedeniyle A-18 No.lu koğuşa alınmıştır.

b. Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumuna Sunduğu Çeşitli Dilekçeler ve Bu Dilekçeler Hakkında Yapılan İşlemler

14. Hasan Özer, Ceza İnfaz Kurumuna sunduğu 11/1/2011 tarihli dilekçe ile psikolog ile görüşme talebinde bulunmuştur. Başvurucunun dilekçesi "Sayın Müdürüm, Psikolojik sorunlarım olduğundan dolayı Kurumunuzda görevli psikolog doktoruyla acil olarak görüşmek istiyorum. Gereğinin yapılmasını saygılarımla ARZ ve TALEP ederim." şeklindedir. Başvurucu, psikolog talebiyle ilgili olarak 17/1/2011 tarihinde Ceza İnfaz Kurumuna bir dilekçe daha sunmuştur. Bu dilekçe ise "Bu size tam olarak 9. psikolog dilekçesidir. Niye psikoloğa çıkarmıyorsunuz. Benim psikolojik sorunlarım var. Gereğinin yapılmasını saygılarımla ARZ ederim." şeklindedir. Bu dilekçeler üzerine Hasan Özer, Sosyal Çalışmacı S.K. tarafından görüşmeye alınmış ve yapılan görüşme neticesinde Kurum psikoloğuna yönlendirilmiştir. Daha sonra Ceza İnfaz Kurumu Psikoloğu S.T., Hasan Özer ile bir görüşme gerçekleştirmiş, Hasan Özer'in öfke problemi olduğuna kanaat getirmiş ve "öfke kontrol programı" için uygun olduğuna karar vermiştir.

15. Hasan Özer, Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne sunduğu 6/9/2011 tarihli dilekçe ile psikolojik sorunlarından dolayı Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu ile görüşme talebinde bulunmuştur. Bu dilekçeye istinaden Sosyal Çalışmacı N.Y., 7/9/2011 tarihinde Hasan Özer ile bireysel görüşme gerçekleştirmiştir. Sosyal Çalışmacı N.Y., yapılan görüşme esnasında tutuklunun koğuş değişikliği istediğini ifade etmesi üzerine kendisine neden koğuş değişikliği istediğini sorduğunu, tutuklunun koğuş arkadaşlarıyla anlaşamadığı için değişiklik istediğini belirttiğini, Hasan Özer'e probleminin ne olduğunu söylemesi hâlinde yardımcı olabileceğini söylediğini ancak Hasan Özer'in koğuş değişikliğinde ısrarcı olması, problemini açıklamaması ve görüşme anında daha önceden kendini kesme eyleminde bulunduğunu öğrenmesi nedenleriyle koğuş değişikliği yapılmaması hâlinde bu tarz eylemleri tekrarlayabileceğini düşündüğünü ve durum hakkında Ceza İnfaz Kurumu Başmemurluğuna bilgi verdiğini belirtmiştir.

16. Hasan Özer 6/9/2011 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına da bir dilekçe göndermiştir. Bu dilekçede özetle kaldığı koğuşlarda yaşadığı sorunlar nedeniyle disiplin cezası aldığını, Ceza İnfaz Kurumu müdürü ile psikoloğuna dilekçeler yazmasına rağmen kendisi ile görüşme yapılmadığını, katıldığı her duruşmadan sonra kendisine zarar verdiğini, akabinde de koğuş arkadaşlarını üzdüğünü, kendisine daha fazla zarar vermek istemediği için tek kişilik koğuşa geçmek istediğini belirtmiştir.

17. Hasan Özer, Ceza İnfaz Kurumuna sunduğu 7/9/2011 tarihli bir dilekçe ile şahsi ve psikolojik sorunları olduğunu belirterek bulunduğu A-18 No.lu koğuştan Ceza İnfaz Kurumunca uygun görülecek başka bir koğuşa nakledilmesi talebinde bulunmuştur. Bu talep üzerine Hasan Özer 9/9/2011 tarihinde C-4 No.lu koğuşa alınmıştır.

c. Hasan Özer'in C-4 No.lu Koğuşa Alınması Üzerine Yaşanan Olaylar

18. C-4 No.lu koğuşa alınan Hasan Özer, koğuşta bulunan diğer bazı tutuklu ve hükümlüler tarafından 9/9/2011 tarihindedövülmüştür. Olayın ardından Kocaeli Devlet Hastanesine götürülen Hasan Özer burada tedavi edilmiştir.

19. Anılan kavga olayından sonra Hasan Özer ile annesi Nejla Özer ve babası Müslim Özer arasında gerçekleştirilen 14/9/2011 tarihli telefon görüşme kayıtlarının ilgili kısmı şöyledir:

"Hasan Özer'in 00.02'inci dakikada: Sorma?

Nejla Özer'in 00.03'üncü dakikada: Ne oldu oğlum sana... Hıı...

Hasan Özer'in 00.05'inci dakikada: Müdür şeye verdi.

Neye Özer'in 00.06'ıncı dakikada: Neye verdi?

Hasan Özer'in 00.08'inci dakikada: Oooo... Dayak attırma koğuşuna.

Nejla Özer'in 00.10'uncu dakikada: Niye verdi lan?

Nejla Özer'in 00.13'üncü dakikada: Noldu abi, benim çocuğuma ne yaptınız.

Hasan Özer'in 00.15'inci dakikada: Baba. Buradan çıkarken... Bak bak. Bak savcıya git burdan çıkarken savcıya git. Müdür di, C-4 koğuşu açmışlar. C-4 koğuşu. Oraya veriyorlarmış, adamları dövdürüyorlarmış. C-4 koğuşu. Savcı gelsin buraya. Beni tekliye versin. Koğuşlarda hepsi şiyyy baba. Para yiyorlardı.

Müslim Özer'in 00.44'üncü dakikada: Abi niye böyleki abi? Hıı. Ben şimdi ya... Savcıya çıkacağım, bak çocuğumu C-4'e vermişler, orada dövmüşler, anladın mı?

Hasan Özer'in 00.56'ıncı dakikada: Kamera kayıtları...

Müslim Özer'in 00.57'inci dakikada: Kamera kayıtları incelettirip,

Hasan Özer'in 01.00'inci dakikada: 9eylül 17 civarı saat 5 civarı.

Müslim Özer'in 01.04'üncü dakikada: Niye böyle yaptırıyorsunuz abi? Ne?

Hasan Özer'in 01.09'uncu dakikada: Ağlama sen anne.

Müslim Özer'in 01.10'uncu dakikada: ...çocuğun hali ne olacak?... Canlı bomba olurum... Bu benim evladım. Evladım. (Görevlilerle aile arasında tartışma yaşanıyor.)

Hasan Özer'in 01.20'inci dakikada: Yalan atıyor. Yalan yalan. (Görevliler aileye koğuşta kavga ettiğini söylüyorlar.)

Hasan Özer'in 01.24'üncü dakikada: Yalan yalan. Yalan baba, yalan. Müdür gördü beni akşam, yok diyor bugün bahçeye çıkmak yasak, yok şu yasak, yok bu yasak. Ben de çıktım mümessille konuştum. Mümessile dedim ki. Abi dedim.

Müslim Özer'in 01.37'inci dakikada: Olum sen o A-18'den niye çıktın?

Hasan Özer'in 01.42'uncu dakikada: Oradan niye çıktım. Ordan dilekçe yazdım çıktım.

Müslim Özer'in 01.45'inci dakikada: Heee...

Hasan Özer'in 01.46'ıncı dakikada: Dilekçe yazdım çıktım.

Nejla Özer'in 01.47'inci dakikada: Çığlık atarak bağırmaya başladığı duyuluyor.

...

Hasan Özer'in 01.48'inci dakikada: Anne.

Müslim Özer'in 01.51'inci dakikada: Heee...

Hasan Özer'in 01.53'üncü dakikada: Anneme söyle ağlamasın.

Müslim Özer'in 01.55'inci dakikada: C-18'den niye çıktın?

Hasan Özer'in 01.56'ıncı dakikada: Orada da para yiyorlardı.

Müslim Özer'in 01.58'inci dakikada: Heee... Orada da mı? Baştan niye demedin?

Nejla Özer'in 02.00'inci dakikada: Müdür. Benim bu çocuğumun hali ne?

Görevliler 02.05'inci dakikada: Bağırma.

Hasan Özer'in 02.06'ıncı dakikada: Anne. Bağırmasın, bağırmasın.

Müslim Özer'in 02.08'inci dakikada: Ben savcıyı alıp geleceğim...

MüslimÖzer'in 02.14'üncü dakikada: Koğuş sorumlusu da... Koğuştan pislikleri niye temizlemiyorsunuz siz? Kim. Para alıyorlarmış, haraç alıyorlarmış.

(...)"

20. Ziyaret sırasında oğullarının dövüldüğünü anlayan başvurucular, Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunmuştur.

21. Başvurucuların şikâyeti üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, Hasan Özer'in sağlık durumu hakkında Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünden rapor istemiştir. Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünün 16/9/2011 tarihli raporunda Hasan Özer'in darba bağlı arızasının yaşamını tehlikeye düşürmediği, basit tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde olduğu belirtilmiştir.

22. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, 16/11/2011 tarihli ve Sor. No. 2011/2106, K.2011/1213 sayılı karar ile yaralamanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, anılan suçun soruşturması ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olduğu, Hasan Özer'in ise Cumhuriyet Savcısı huzurunda verdiği ifadesinde şikâyetinin bulunmadığını belirttiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Hasan Özer'in şikâyetini geri aldığı 20/9/2011 tarihli ifadesi şöyledir:

"Ben olaydan önce A-18 koğuşundaydım. Koğuşta anlaşamadığım için olaydan bir gün evvel C-4 koğuşuna verildim. Koğuşa gidince koğuş mümessili olduğunu söyleyen İ. ismindeki kişi bana 20 gün bahçeye çıkmak veya herhangi birisiyle konuşmak yok dedi. Ben de bunun üzerine bir gün sonra İ.ye, benim üzerimde baskı kurmaya mı çalışıyorsunuz bu şart ne diye sordum. O da bunun üzerine içeri girerek Hasan huzursuzluk çıkarmak istiyor dedi. Devamla bütün koğuş benim üzerime yürüdü ve tamamı vurmaya başladı. Ben de memurlara haber verdim. Bu şekilde yaralandım. Ben bu olaydan çok daha önce 2011'in 3. ayında yanlış hatırlamıyorsam mart ayının 19'unda odamdan alınarak geçici koğuşa konulmuştum. Burada M.M. müdür bana vurmuştu. Ben de yalan yok Ben de hakaret etmiştim. Hatta bu nedenle disiplin cezası da aldım. Söz konusu son olayın M.M. müdürle aramızda geçen olaydan kaynaklandığını ve M.M. müdürün azmettirmesiyle yapıldığını düşünüyorum. Her ne kadar başımdan bu şekilde bir olay geçmiş ise de, Cezaevinde uzun süre kalacak olmam ve şikâyetçi olacağım kişilerden bir çoğunun da hükümlü/tutuklu olmaları ve mağduriyet yaşayacaklarını düşünerekmeydana gelen olay nedeniyle şikâyetçi değilim."

23. Başvuru dosyasında anılan karara itiraz edildiğine ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır.

24. Anılan olay sebebiyle Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığının 21/9/2011 tarihli ve K.2011/725 sayılı kararıyla kavgaya karışan hükümlü B.K. ve H.D. ile tutuklu Ç.O.nun bir ay süre ile ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılmasına karar verilmiştir.

d. Hasan Özer'in 28/9/2011 Tarihinde A-7 No.lu Koğuşta Vücudunun Bazı Yerlerini Kesmesi Olayı

25. Anılan kavgadan sonra tedbir amaçlı geçici 2 No.lu odaya yerleştirilen Hasan Özer 13/9/2011 tarihli dilekçe ile B-3 No.lu koğuşa geçme talebinde bulunmuştur. Hasan Özer'in dilekçesi "Sayın Müdürüm, B-3 koğuşunda bulunan E.T. benim arkadaşımdır. O da beni yanına çağırıyor. Ben de B-3 Koğuşuna geçmek istiyorum. Gereğinin yapılmasını siz saygıdeğer müdürümden istiyorum. Saygılarımla arz ederim." şeklindendir. Bu dilekçeye "A-7 Uygundur" notu düşülerek Hasan Özer'in A-7 No.lu koğuşa yerleştirilmesine karar verilmiştir.

26. Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri tarafından 28/9/2011 tarihinde yapılan koğuş denetiminde Hasan Özer'in vücudunun bazı yerlerini kestiği görülmüştür. Bu olay hakkında düzenlenen 28/9/2011 tarihli tutanakta, Hasan Özer'in kendisini kestiği görülerek koğuştan alındığı ve revirde pansumanı yapılarak geçici 1 No.lu odaya konulduğu belirtilmiştir.

27. Bu olay üzerine disiplin soruşturması başlatılmış ise de Hasan Özer'in 6/10/2011 tarihinde vefat etmesi nedeniyle disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Hasan Özer bu soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde psikolojik sorunlarının bulunduğunu, bu nedenle kendisini kestiğini, bir daha böyle bir şey yapmayacağını belirtmiştir.

e. Hasan Özer'in 28/9/2011 Tarihinde Geçici 1 No.lu Koğuşta B.Ö. ile Kavga Etmesi Olayı

28. Vücudunun çeşitli yerlerini kesmesi üzerine geçici 1 No.lu odaya alınan Hasan Özer, aynı gün hükümlü B.Ö. ile kavga etmiştir. Bu olay hakkında düzenlenen 28/9/2011 tarihli tutanakta, geçici 1 No.lu odadan kapıya vurulması üzerine odaya gidildiği, içeri girildiğinde B.Ö. ile Hasan Özer'in kavga ettiğinin anlaşıldığı, Hasan Özer'in tedbir amaçlı olarak revire alındığı belirtilmiştir.

29. Bu olay hakkında da disiplin soruşturması başlatılmış ancak Hasan Özer'in 6/10/2011 tarihinde vefat etmesi nedeniyle disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Hasan Özer, bu soruşturma kapsamında kendisinden savunma istenmesine rağmen herhangi bir savunma vermemiştir. Kavga ettiği B.Ö. ise Hasan Özer'in Geçici 1 No.lu odaya geldiğinde vücudunun bazı yerlerinin kesilmiş olduğunu görünce Hasan Özer'e "Niye kendini kesiyorsun?" diyerek uyarıda bulunduğunu, bunun üzerine Hasan Özer'in kendisine saldırdığını belirtmiştir.

f. Hasan Özer'in 1/10/2011 Tarihinde B-14 No.lu Koğuşta Vücudunun Bazı Yerlerini Kesmesi Olayı

30. Hasan Özer, anılan olaylardan sonra 30/9/2011 tarihinde B-14 No.lu koğuşa yerleştirilmiştir.

31. Hasan Özer 1/10/2011 tarihinde sağ ve sol koluna kesi suretiyle çizikler atmıştır. Bu olaya ilişkin tutulan tutanakta, saat 07.05'te havalandırma bahçelerinin kapılarının açılması sırasında Hasan Özer'in elindeki jilet ile kendini kestiği, bunun üzerine Hasan Özer'e müdahale edildiği ve Hasan Özer'in ilk önce kurum revirine ardından da Kocaeli Devlet Hastanesine sevk edildiği belirtilmiştir.

32. Kocaeli Devlet Hastanesi Acil Polikliniği tarafından Hasan Özer adına tutulan raporda "Her iki el bileğini kesme şikâyeti ile getirilen kişinin sağ el bileği iç yüzde 5 adet 3-4 cm.lik kesi ve sol el bileği iç yüzde 3 adet 3-4 cm.lik kesinin mevcuttu. Pansuman yapıldı."bilgileri bulunmaktadır.

33. Hasan Özer hakkında bu olaya ilişkin olarak da disiplin soruşturması başlatılmıştır. Hasan Özer bu soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde B-14 No.lu koğuşta bulunan hükümlü ve tutukluların kendisine cinsel tacizde bulunduğunu, bunu idareye sözlü olarak söyleyemediğini, utandığını, bu cinsel taciz olayını doğrulayacak kimsenin bulunmadığını, bu nedenle böyle bir eylemde bulunduğunu beyan etmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı 6/10/2011 tarihli ve 2011/759 sayılı kararla Hasan Özer'in B-14 No.lu koğuşa verildiğinde vücudunun muhtelif yerlerinde kesikler olduğunu, koğuşta bulunan diğer hükümlü ve tutukluların ifadelerini, Hasan Özer'in kalabalık ortamlarda kalamadığını ve amacının tek yatmak olduğunu daha önceden koğuş arkadaşlarına söylemiş olduğunu dikkate alarak Hasan Özer'in cinsel taciz iddialarının asılsız olduğunu kabul etmiş veHasan Özer'in bu eyleminden ötürü bir aydan üç aya kadar ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası ile cezalandırılması gerektiğine ancak daha sonra vefat etmesi üzerine disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

34. Pansuman edildikten sonra Hastaneden Ceza İnfaz Kurumuna getirilen Hasan Özer, bulunduğu B-14 koğuşuna girmek istememiştir. Bu olay hakkında Kurum Nöb. Müd. M.M., İnfaz Koruma Baş Memuru F.A., İnfaz Koruma Memurları Y.G. ve H.İ. tarafından tutulan 1/10/2011 tarihli tutanak "...Hasan Özer hastane dönüşü bulunduğu B-14 No.lu odaya girmek istemediğini, kalabalık odada yatamayacağını, kendisinin tekil odaya veya geçici koğuşa alınması için ısrar etmiş, ardından B-14 No.lu odaya götürülürken Kurum infaz koruma memurlarını tehdit ederek "Beni o odaya götüremezsiniz", "Size gününüzü göstereceğim", "Sizinle görüşeceğiz", "Bu olay burada kapanmayacaktır" demiştir. Kendisine son bir hafta içerisinde üç oda değiştirdiğini, aynı odaya gitmesi gerektiğini, varsa şikâyet ve isteklerini hafta içi mesai saatlerinde dilekçe yolu ile müracaat etmesi gerektiği söylenmiştir. Bulunduğu B-14 No.lu odaya gitmek istememesi üzerine Tüzüğün 22. maddesi 8. fıkrasına istinaden zor kullanılarak B-14 No.lu odaya götürülmüş, olaydan kurum nöbetçi müdürü haberdar edilmiştir." şeklindedir. Hasan Özer hakkında bu olaya ilişkin olarak da disiplin soruşturması başlatılmış ancak daha sonra Hasan Özer'in 6/10/2011 tarihinde vefat etmesi üzerine disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir

g. 2/10/2011 Tarihinde Yaşanan Olaylar

35. Hasan Özer 2/10/2011 tarihinde saat 11.15'te ailesiyle bir telefon görüşmesi yapmış, telefon görüşmesi sırasında ahizeyi bırakarak bir anda koşmaya başlamıştır. Bu olaya ilişkin Kurum Nöb. Müd. M.M., İnfaz Koruma Baş Memuru M.Ö., İnfaz Koruma Memurları T.R. ve İ.D. tarafından tutulan 2/10/2011 tarihli tutanak, "...Hasan Özer telefonla görüştükten sonra telefon ahizesini bırakır bırakmaz maltaya doğru koşmaya başladı. Görevli memurlar da kendisini yakaladı ve olayın ardından H/T Hasan ÖZER kalmakta olduğu B-14 koğuşuna geri götürülmüştür." şeklindedir.

36. Bu olay üzerine başvurucular, Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat etmiş ve oğullarının kendilerine öldürüleceğini söylediğini belirterek oğlunun koğuşunun değiştirilmesi talebinde bulunmuştur.

37. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı Sor. No. 2011/18850 sayılı dosya ile soruşturma başlatmıştır.

h. Hasan Özer'in 3/10/2011 Tarihinde B-14 No.lu Koğuşta Vücudunun Bazı Yerlerini Kesmesi Olayı

38. Hasan Özer 3/10/2011 tarihinde boynuna kesi suretiyle çizikler atmıştır. Bu olaya ilişkin tutulan tutanakta, saat 13.20'de B-14 No.lu odadan butona basıldığı, odaya gidildiğinde Hasan Özer'in banyoda boynunu kesmiş olduğunun söylendiği, bunun üzerine Hasan Özer'in revire çıkarıldığı belirtilmiştir.

39. Daha sonra Kocaeli Devlet Hastanesine sevk edilen Hasan Özer adına anılan Hastanece tutulan kayıtta "Sağ boyun bölgesinde 10 cm. yüzeysel kesi sütüre edildi. (...)"bilgileri bulunmaktadır. Fiziksel tedavisi yapılan Hasan Özer, psikiyatri muayenesinin gerekli görülmesi nedeniyle Hastanenin Psikiyatri Polikliniğine götürülmüştür. Burada muayene edilen Hasan Özer "Bilinç açık koorpare oryante, self-mutilatif davranışlar, el bileklerinde ve sağ boyun bölgesinde yüzeysel kesiler mevcut. Suisid (hayatına son verme) amaçlı yapmadığını belirtiyor. Muayene sırasında suisid düşüncesi ve psikotik bulgu saptanmadığı, anti-sosyal kişilik bozukluğu, medikal tedavi önerilmemiştir." psikiyatri notuyla Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir.

40. Bu olay üzerine Hasan Özer hakkında disiplin soruşturması başlatılmış, daha sonra Hasan Özer'in ölümü üzerine disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Hasan Özer, bu soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde psikolojik sorunlarının bulunduğunu, bu nedenle boynunu kestiğini belirtmiştir.

ı. 4/10/2011 Tarihli Duruşma Gününde Yaşanan Olaylar

41. Hasan Özer, kasten öldürme suçundan yargılandığı davanın saat 13.50'deki duruşmasına katılmak üzere 4/10/2011 tarihinde Bakırköy Adliyesine götürülmüştür. Hasan Özer burada da kendine zarar vermek istemiştir. Olaya ilişkin 4/10/2011 tarihli tutanakta özetle Hasan Özer'in saat 13.00'te Bakırköy Adliyesi mahkûm koğuşuna alındığı ve koğuşun kapısının kilitlendiği, kapının kilitlenmesinden sonra Hasan Özer'in ayakkabısı ile camı kırdığı ve cam kırıkları ile boğazını kesmeye çalıştığı, bunun üzerine olaya müdahale edildiği, Hasan Özer'in boyun ve boğaz bölgesinde kanama olduğu, 112 Acil Servise haber verildiği, 112 Acil Servis görevlileri tarafından gerekli müdahalenin yapıldığı ve Hasan Özer'in durumunun çok önemli olmadığının ve duruşmadan sonra dikiş atılması amacıyla hastaneye götürülmesinin uygun olacağının belirtildiği, bunun üzerine Hasan Özer'in 13.50'de duruşmaya çıkarıldığı belirtilmiştir.

42. Duruşma sırasında Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı tarafından Hasan Özer'e vücudundaki yaralar sorulmuş, Hasan Özer "Bu çizikleri ben kendim yaptım, cezaevine gitmemek için ayakkabı ile cama vurdum, cam kırılınca boğazımı kesti, cezaevinde beni öldürmek istiyorlar, Ramazan Gerginyay isimli bir hasmımı oraya koyuyorlar." şeklinde cevap vermiştir.

43. Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesi, Hasan Özer'in tutukluluk hâlinin devamına ve Hasan Özer'in koğuşunda bulunan Ramazan Gerginyay adlı kişi tarafından tehdit edildiğini belirtmesi nedeniyle duruşma tutanağının bilgi ve gereği için Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmesine ve konu ile ilgili olarak Mahkemeye bilgi verilmesine karar vermiştir.

44. Hasan Özer, tedavisinin yapılması maksadıyla duruşmadan sonra hastaneye götürülmüştür. Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 4/10/2011 tarihli ve 2011/14542 sayılı raporu şöyledir:

"Kişinin şubemizde yapılan muayenesinde, boynunda sol SCM alt kenarında orta hatta oradan sağ boyuna uzanan 14 cm.lik 4 adet birbiri içine geçmiş lineer yüzeysel sıyrık, boyun sağ yanda 9,5 cm.lik yatay seyreden üzeri dikişli düzgün kenarlı yeni oluşmuş yara, her iki kolda çok sayıda kolun dış yüzünde yoğun bir kısmı eski scartize bir kısmı kabuklu 2-8 cm uzunluğunda düzgün kenarlı bazıları ciltten çökük scartize yaralar, her iki ön kol 1/3 alt iç yüzde solda 5 adet birbirine paralel 4-6 cm.lik, sağda 3 adet oblik seyirli kabuklanma gösteren düzgün kenarlı yara, sağ ön kolda yaygın alacalı dış yüzeyde yoğun el sırtına uzanan kırmızı mor renkte ekimozlar, sol ayak bileği iç malleolda 2 adet 3x0,5, sağ ayak bileği ön yüz 1/3 altta 3x0,2 cm.lik kabuklu ekimozlu yaralar, sol ön kol sırtında sağ ön kolda yumruk ve kelepçe dövmesi, göğüs ön yüzde göbeğe kadar bölgede çok sayıda 1 ile 12 cm arasında değişen eski kesi izleri ile 8 adet 4-12 cm.lik yeni kesi izi, sol kol 1/3 üst iç yanda 6x1 cm.lik ray şeklinde ekimoz, sağ omuzda 6 adet 3 ile 10 cm arasında değişen uzunlukta 1 cm genişliğinde ray şeklinde ekimoz, sağ kol 1/3 üst arka yüzde 5x1,5 cm.lik mor renkte ekimoz, sağ kol 1/3 üst dış yüzde 10 adet 8-10 cm.lik lineer kabuklanma gösteren sıyrık, sağ scapula altında 5x4 cm.lik üçgen şeklinde sağ SCM üzerinde 3 adet 4x1 cm.lik kırmızı ekimoz, ensede sağ yanda 10 adet 0,5x1 cm.lik lineer sıyrık görüldü. Dikişlerinin Kocaeli Devlet Hastanesinde atıldığı ifade edildi. Dört ekstremite hareketleri tam ve serbest, hafif ağrılı, çömelme tam, ayak dorsafleksörleri tam olduğu izlendi. Cezaevinde hasımlarıyla aynı koğuşa koyduklarını, olayların bu nedenle çıktığını söylediği,

Şahsın halihazırda kesilerinin dikilerek tadavi edildiği, sağlık kurumundan kesilerin kas, damar, sinir kesisi (özellikle boynundaki) içerip içermediği hususunda düzenlenecek raporunun tadavi edildiği Kocaeli Devlet Hastanesinden temin edilerek Kurul muayene günlerinden birinde Adli Tıp KurumU Başkanlığı ilgili ihtisas Kurulu'na gönderilerek, bu husus hakkında oradan görüş alınmasının uygun olacağı kanaatini bildirir RAPORDUR."

i. Hasan Özer'in Ölümü

45. Hasan Özer'in vekili 5/10/2011 tarihli dilekçesine duruşma tutanağını da ekleyerek Ceza İnfaz Kurumuna başvurmuş ve Hasan Özer'in kaldığı odanın acilen değiştirilmesi ve başka bir ceza infaz kurumuna naklinin yapılması telebinde bulunmuştur. Hasan Özer, duruşma dönüşünde geçici 2 No.lu koğuşa yerleştirilmiştir.

46. Başvurucuların oğlu Hasan Özer, infaz koruma memurlarınca 6/10/2011 tarihinde sabah saat 08.00 sıralarında sayım amacı ile yapılan denetim sırasında kaldığı geçici 2 No.lu koğuşta gömlek parçası ile duş başlığına boynundan asılı vaziyette ölü olarak bulunmuştur.

2. Hasan Özer'in Ölümü Üzerine Başlatılan Soruşturma Süreci

47. Anılan olayın ardından Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığının Sor. No. 2011/2206 sayılı dosyası ile resen soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma dosyası ile başvurucuların 2/10/2011 tarihinde Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet üzerine başlatılan 2011/18850 sayılı soruşturma dosyası (bkz. § 37) birleştirilmiş ve soruşturmaya 2011/2206 sayılı dosya üzerinden devam edilmesine karar verilmiştir.

 a. Olay Günü Yapılan İşlemler

48. Olay hakkında kendisine saat 09.00 sıralarında bilgi verilen nöbetçi Cumhuriyet Savcısı M.E., olay yeri inceleme ekibinin Ceza İnfaz Kurumuna yönlendirilmesi talimatını vermiş; ardından Zabır Katibi N.K., Nöbetçi Doktor Bilirkişisi E.K.G. ve Otopsi Yrd. N.Ş. ile birlikte Ceza İnfaz Kurumuna gitmiştir.

49. Saat 09.15'te olaydan haberdar edilen olay yeri inceleme ekibi, saat 09.35'te Ceza İnfaz Kurumuna varmış ve olay yerinde hazır bulunan Cumhuriyet Savcısı M.E.nin talimatı doğrultusunda olay yeri incelemesine başlamıştır. Hazırlanan 6/10/2011 tarihli olay yeri inceleme Raporu aşağıdaki şekildedir:

"(...)

Olayın meydana geldiği koğuşun giriş kapısının sol üst köşesinde GEÇİCİ KOĞUŞ-2- levhasının bulunduğu, kapının kahverengi demir olduğu, sağlam olduğu, odanın tamamının betonarme yapı olduğu, duvarların sarı, tavanının beyaz, kapı ve pencerelerinin turuncu renkte boyalı olduğu, bahse konu koğuşa girişte sol köşede duvar dibinde 1 adet demir ranza, üzerinde 1 adet çarşafsız yatak, 1 adet mavi renkli yastık, yatağın ayak ucu kısmında düzgün katlanmış vaziyette 1 adet kahverengi renkte battaniye, yerde 1 çift kahverengi renkte deri ayakkabı, ayakkabının hemen yanında yerde mavi renkli çöp poşeti üzerinde 1 adet gri renkli pantolon, pantolonun bitişiğinde yerde 1 adet yatak olduğu görüldü. Giriş istikametine göre karşı duvarın sol köşesinde 3 adet boş (yatak vb yok) ranza, bunların sağ tarafında gri renkli 1 adet ayakkabılık, ayakkabılığın üstünde 2 adet tabak, bir adet kaşık, 1,5 somun ekmek, ayakkabılığın önünde yerde ise mavi renkli çöp poşeti ve içerisinde çöp bulunduğu görüldü. Koğuşun girişte sağda bulunan duvarında 1,5x1,5 m. ebatlarında 3 adet penceresinin bulunduğu, pencerelerin dış bölümünde parmaklık bulunduğu, pencerelerin hemen alt tarafında bir adet kalorifer peteği, pencerenin önünde bir adet L. marka boş sigara paketi ve içinde bir adet izmarit ve kül olduğu görüldü. Giriş kapısının karşısındaki duvarın sağ tarafında bulunan banyo/duş bölümünün kapısının 70 cm eninde ve 202 cm yüksekliğinde, yarı açık vaziyette (55 cm), banyonun sağ tarafında bulunan tuvaletin kapısının kapalı olduğu görüldü. Banyo ve tuvaletin arasında bulunan duvarın en üst bölümünde 20 cm boşluk bulunduğu, banyonun 150 cm x 115 cm ebatlarında 280 cm yüksekliğinde, duvarları fayans ile kaplı olduğu görüldü. Banyo/duş bölümünde bir erkek şahsın, duş fıskiyesinin takılı olduğu yere, boyun bölgesinden asılı vaziyette olduğu görüldü. Yapılan incelemede asılı şahsın boğazındaki kumaşın, siyah beyaz çizgili, kareli gömlek parçasından ip şekline getirilmiş olduğu görüldü. İp haline getirilmiş gömleğin diğer parçalarının ayakkabılığın önündeki mavi çöp poşetinin içinde bulunduğu görüldü. Fıskiyenin bulunduğu noktadaki bağlantı ile şahsın boğazının alt bölümüne kadar 45 cm.lik mesafe olduğu, duş fıskiyesi ile tavan arasındaki mesafenin 80 cm olduğu, şahsın kafası ile arkasındaki duvar arasının 10 cm olduğu, asılı olarak bulunan şahsın boyunun (topuktan başına kadar) 166 cm olduğu, fıskiyenin duvar ile birleştiği yerin yerden yüksekliğin 205 cm olduğu, asılı şahsın ayak uçlarının yerden 10 cm yüksekte, topukların 20 cm yüksekte, ayaklarının 15 cm aralıklı olduğu görüldü. Asılı şahsın kalçası hizasında banyo/duş hortumunun su bataryasının bulunduğu, su bataryasının yerden 95 cm yükseklikte bulunduğu, su bataryası ile su fıskiyesinin arasındaki mesafenin 110 cm olduğu tespit edildi.

Meydana gelen ası olayı ile ilgili olarak bahse konulu GEÇİCİ KOĞUŞ-2- bölümünde, ceset üzerinde, banyo wc bölümünde yapılan incelemede şüpheli herhangi bir boğuşma veya arbede izine rastlanmadı. Ölen şahsın (...) Hasan Özer (...) olduğu cezaevi personelinin beyanından öğrenildi. Cezaevi personeli ile yapılan mülakatta Hasan Özer'in diğer mahkum ve tutuklular ile sorunlar yaşaması nedeni ile 1-2 gün önce tek kişilik koğuşa alındığı, en son olarak 05.10.2011 günü saat 20.30 sıralarında sayım nedeni ile kontrolünün yapıldığını, 06.10.2011 sabah sayımında asılı vaziyette bulunduğu öğrenildi. Hasan Özer'in asılı olarak bulunduğu duş bölümünde, ellerinde, tırnak aralarında yapılan incelemede herhangi bir boğuşma izi veya doku parçasının bulunmadığı, duş bölümündeki fayanslarda yapılan incelemede mukayeseye elverişli herhangi bir parmak izinin bulunmadığı görüldü.

Usulüne uygun olarak olay yerinin gerekli fotoğrafları çekildi. Ölçüm ve krokilendirmesi yapıldı. C. Savcısı ve Doktor tarafından yapılan ölü muayenesi sırasında gerekli fotoğraf çekimi yapıldı. Olay yerinde olayı aydınlatmaya yarayabilecek başkaca herhangi bir iz ve bulguya rastlanılmaması üzerine olay yeri inceleme ve araştırmasına aynı gün saat 11.30'da son verilmiştir."

50. Cumhuriyet Savcısı M.E., Zabır Katibi N.K., Doktor Bilirkişisi E.K.G., Otopsi Yrd. N.Ş., Fotoğrafçı Bilirkişi E.A. ve Kimlik Tanığı M.M. imzalı 6/10/2011 tarihli Olay Yeri İncelemesi ve Ölü Muayene Tutanağı'nda özetle cesedin baş bölgesinde herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı, sol kulak alt bölgesinden sağ kulak alt bölgesine kadar uzanan, kalınlığı boyun üst kısmında 2 cm olan ve arka kısımlara doğru incelenen asıya bağlı koyu kahverengine dönmüş cilt altı ekimotik alan olduğu, boynun bazı bölgelerinde kabuklanmış kesiler ile sütüre edilmiş bazı kesilerin bulunduğu, göğsün üst kısmında eskiye dayalı yatay hatlı skar dokusu bulunduğu, kollarda ve bacaklarda bazıları kabuklanmış, bazıları kabuklanmakta olan birçok eski skarın bulunduğu, sol kalça kemiğine denk gelen ön kısımda 2x4 cm ebatlarında muhtemel çarpmaya bağlı kahverengine dönmüş ekimotik alanın görüldüğü, ölenin cinsel bölgelerinin incelenmesi neticesinde herhangi bir cinsel saldırı, fiilî livata izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Doktor E.K.G. haricî muayene bulgularına göre ölüm sebebinin her ne kadar ası sureti ile olduğu görülmekte ise de kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak uzman Adli Tıp hekimince tespit edilmesi gerektiği, muhtemel ölüm zamanının yaklaşık 5-6 saat öncesi olduğu yönünde mütalaada bulunmuştur. Bunun üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti için klasik otopsi yapılmak üzere cesedin Kocaeli Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiştir.

51. Cumhuriyet Savcısı M.A., Zabıt Katibi D.İ., Adli Tabip E.B., Adli Tabip H.Ö.A., Otopsi Yrd. H.T. ve kimlik tanığı sıfatıyla başvurucu Müslim Özer'in katılımı ile Hasan Özer'in otopsisi yapılmıştır. Başvurucu Müslim Özer özetle kendisine gösterilen cesedin oğlu olduğunu, kasten öldürme iddiasıyla yaklaşık beş yıldır tutuklu olan oğlunun bir yılı aşkın bir süre önce hayatını kaybettiği Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, oğlunun önceleri şikâyetinin olmadığını ancak son yirmi gündür Tuncelili biri ile A-18 koğuşunda sorunlar yaşadığını, dövüldüğünü söylediğini, kendisine oğlunun intihar ettiği söylenilmiş ise de olayın etraflı bir şekilde araştırılmasını ve oğlu öldürülmüş ise gereğinin yapılmasını, otopsi işleminden sonra oğlunun kendisine teslim edilmesini istediğini belirtmiştir. Klasik otopsi işlemi sonucu hazırlanan 6/10/2011 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağında aşağıdaki tespitler yapılmıştır:

"Cesedin harici muayenesinde;

Cesedin 165 cm boyunda 70-75 kg 20-21 yaşlarında, siyah saçlı, kahve gözlü, bir haftalık sakal bıyık traşlı, buğday tenli, sünnetli erkek cesedi olduğu, ölü sertliği başlamış ve devam etmekte olduğu, ölü morlukları sırt kısımlarında baskı görmeyen yerlerde mor renkli oluşmuş olduğu görüldü. Sol kaşta yaklaşık 3 cm.lik eski yara skarı mevcuttur. Boyun sağ tarafta 8 cm.lik üzerinde sütür materyali bulunan yaklaşık 1 haftalık kesi, boyun ön kısımda 14 cm.lik sağda yüzeysel başlayıp sola doğru derinleşerek devam eden yer yer kurutlu iyileşme sürecinde yaklaşık 1 haftalık cilt kesisi olduğu belirlendi. En derin yeri boyun ön tarafta 1,5 cm derinliğinde olan her iki tarafta kulak arkasına doğru yüzeyselleşerek ilerleyen ve mastoid kemikler üzerinde sonlananyükselici tarzda 1 cm genişliğinde telem izi saptandı. Göğüs ön yüzde çok sayıda birbirine göre düzensiz seyirli psikopatik kesi skarları mevcuttur. Sağ ön kol sırtında yumruk ve kelepçe şeklinde dövme olduğu görüldü. Her iki üst ekstremitede çok sayıda kimi kurutlu ve iyileşme sürecinde olan çoğunluğu ise iyileşme sürecini tamamlamış psikopatik eski kesi skarlar görüldü. Sol el bileği ön yüzde 5 adet boyutları 3-5 cm arasında değişen, sağ el bileği ön yüzde 5 adet boyutları 3-5 cm arasında değişen, sağ el bileği ön yüzde 3 adet boyutları 3-5 cm arasında değişen üzerleri yer yer kurutlu iyileşme sürecinde eski kesiler olduğu belirlendi. Sağ ve sol uyluk üst dış kısımlarda sağda 10 cm çaplı solda 6 cm çaplı alanlarda kahverengi-sarı yer yer mor renkli iyileşme sürecinde 7-10 günlük ekimozlarve sol ayak bileği iç yüzde 2 adet 3x0,5 cm boyutlarında üzerleri kurutlu yüzeysel cilt kesileri görüldü. Diz altında her iki tibia orta bölüm ön iç kısımlarda sağda 9 cm.lik solda 7 cm.lik eski yara skarları olduğu saptandı. Genital organlar olağan görümde idi. Anüste ölüm sonrası genişleme dışında anormal bir bulgu saptanmadı.

Bilirkişilerden soruldu: Yukarıda C.Savcısı ile birlikte tespit ettiğimiz bulgulara aynen katılıyoruz. Kesin ölüm sebebinin tespiti için klasik otopsiye gerek vardır dediler. Klasik otopsiye başlandı.

Baş Açıldı: Cilt altında ve temporal adalelerde ekimoz veya hematom görülmedi. Kafatası kemikleri sağlam bulundu. Kafatası açıldı. Beyinde az sayıda noktavari peteşiyel kanama alanları dışında patolojik bulgu saptanmadı. Beyin kesilerinde özellik görülmedi. Kafa kaide kemikleri sağlam bulundu.

Boyun-Göğüs Açıldı: Boyun cilt altında belirgin bir özellik görülmedi. Boyun bölgesi yumuşak dokularında ası izi altından solda daha yaygın ve belirgin olmak üzere her iki tarafta ekimotik alanlar tespit edildi. Hyoid kemik ve kıkırdak yapılar sağlam bulundu. Her iki akciğerde az sayıda havasızlığa bağlı nokta şeklinde kanama alanları görüldü. Kalp normal konum ve boyutlarında bulundu. Kesitlerinde bir özellik saptanmadı. Bir kan tüpüne kan örneği alındı.

Batın Açıldı: Batın organları normal konum ve ebatlarında idi. Travmatik bulgu görülmedi. Organlarda patolojih bulgu tespit edilmedi. Midede az miktarda kısmen sindirilmiş gıda olduğu görüldü.

Kas iskelet sistemi yaşına uygun yapıda ve sağlamdı. Açılan yerler usulüne uygun olarak kapatıldı.

Otopside elde edilen bulgulara göre kesin ölüm sebebi ASIYA BAĞLI MEKANİK ASFİKSİ'dir.Ölüm bu şekilde belli olduğu için defninde sakınca yoktur. Otopsi sırasında alınan kan Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesine gönderilerek kanda alkol, uyutucu, uyuşturucu madde aranması uygun olur dedi."

52. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/10/2011 tarihli yazı ile İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığına müzekkere yazmış ve alınan kanda alkol, uyutucu ve uyuşturucu madde bulunup bulunmadığına dair rapor tanzim edilmesi talebinde bulunmuştur.

53. Cumhuriyet Savcısı M.E., ölüm olayının meydana geldiği gün, Ceza İnfaz Kurumundaki bazı görevliler ile Hasan Özer'in intihar ettiği odanın karşısında bulunan mahkûmların ifadelerini almıştır.

i. Ceza İnfaz Kurumu Sorumlu BaşmemuruE.S. ifadesinde özetle 5/10/2011 gününü 6/10/2011 gününe bağlayan gece İnfaz Koruma Memuru S.Ü. ile birlikte geçici koğuşların da bulunduğu mahkûm kabul kısmında nöbetçi olduğunu, geçici 1 No.lu koğuşta B.Ö. ile Niğde'den sevk edilen bir mahkûmun, geçici 2 No.lu Koğuşta ise Hasan Özer'in bulunduğunu, her iki koğuşun pencereleri karşılıklı olduğundan mahkûmların birbirleri ile iletişim kurmasının mümkün olduğunu, geçici koğuşlarda kalan mahkûmların zaman zaman kapıya vurarak ihtiyaçlarını bildirdiklerini, Hasan Özer'in de kapıya vurarak sevkten gelen mahkûmun kendisine sigara vereceğini, bu sigarayı alarak kendisine vermesini istediğini, bu istek üzerine sevkten gelen mahkûmun verdiği dört sigarayı Hasan Özer'e verdiğini, sonrasında kendisine sık sık zarar verdiği için Hasan Özer ile nasihat babında sohbet ettiğini, yanlarında İnfaz Koruma Memuru S.Ü.nün de bulunduğunu, kendilerinin daha sonra havalandırma bahçesinden çıkarak koridorda nöbetlerine devam ettiklerini, kulaklarının sürekli olarak geçici koğuşlarda olduğunu, geceleyin herhangi bir boğulma veya boğuşma gibi bir ses duymadığını, sabah saat 08.00'de sayım için odaya giren İnfaz Koruma Memuru S.Ü. ile diğer görevlinin Hasan Özer'i asılı olarak görmeleri üzerine kendisine seslendiklerini, kendisinin de müdürlerine haber verdiğini, Hasan Özer'in sorunlu biri olduğunu ve sık sık kendisine zarar verdiğini belirtmiştir. İnfaz Koruma Memuru S.Ü. de, Başmemur E.S. ile benzer yönde beyanda bulunmuştur.

ii. Olayın meydana geldiği gün geçici 1 No.lu koğuşta bulunan B.Ö. ifadesinde özetle koğuşlarda hasımlarının bulunduğu için yaklaşık bir buçuk aydır geçici 1 No.lu koğuşta kaldığını, koğuşlarında sorun yaşayan yahut kendisine zarar veren mahkûmların kendisinin bulunduğu koğuşa veya geçici 2 No.lu koğuşa geldiğini, Hasan Özer'in üç dört defa geçici koğuşlara geldiğini, bunlardan birisinde ise kendisinin bulunduğu koğuşa verildiğini, bu dönemde Hasan Özer'e ağabeylik yapıp onunla yemeğini paylaşmasına rağmen onun durduk yere kendisine vurduğunu,Hasan Özer'in çocukluğuna vererek bu olay hakkında şikâyetçi olmadığını, yaklaşık dört gün önce Hasan Özer'in tekrar geçici 2 No.lu koğuşa getirildiğini, Hasan Özer ile muhatap olmak istemediğinden bu sürede onunla hiç konuşmadığını, Hasan Özer'in bir gün önce Niğde'den gelen mahkûmdan sigara istediğini, sevkten gelen mahkûmun ceza infaz koruma memurları aracılığıylasigarayı verdiğini, infaz koruma memurlarının daha sonrahavalandırma kapısını kapatarak ayrıldığını, kendisinin de istirahata çekildiğini, gece boyunca kapı açılma, boğma, boğuşma gibi bir ses duymadığını, uyandığında Hasan Özer'in öldüğünü öğrendiğini belirtmiştir.

iii. Niğde'den gelen mahkûm C.B. ise özetle 5/10/2011 günü saat 19.00 civarında Niğde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sevkle geldiğini ve B.Ö. isimli mahkûmun bulunduğu geçici 1 No.lu koğuşa yerleştirildiğini, havalandırma bahçesinin diğer tarafındaki koğuşta bulunan genç bir arkadaşın birkaç defa kendisine seslenerek hoş geldin gibisinden sözler söylediğini ve sonrasında sigara istediğini, infaz koruma memurlarının verdiği sigarayı karşı odadaki gence verdiğini, infaz koruma memurları ile genç arasında herhangi bir konuşmanın geçip geçmediğini hatırlamadığını, gece boyunca kapı açılması, boğuşma gibi bir ses duymadığını, sabahleyin ise sigara verdiği gencin öldüğünü öğrendiğini belirtmiştir.

b. B-14 No.lu Koğuşta Bulunan Mahkûmlar ile İdare Memuru M.M.nin Şüpheli Sıfatıyla Dinlenmesi

54. Başvurucular 10/10/2011 tarihli dilekçe ile özetle oğullarının olaydan önce ısrarla öldürüleceğinden bahsettiği ve dövüldüğü dikkate alındığında ölümün intihar değil cinayet olduğu kanaatine vardıklarını belirterek ölüm nedeninin intihar olduğunu belirten otopsi raporunu kabul etmediklerini, bu sebeple yeni bir rapor alınmasını, kamera kayıtlarının incelenmesini, oğullarını yaklaşık yirmi gün önce döven kişilerin tespit edilmesini ve ölüm olayı ile bağlantılarının araştırılmasını istemiştir. Başvurucular, aynı tarihli ifadelerinde de benzer yönde beyanda bulunmuşlardır. Başvurucular 19/10/2011 tarihli dilekçelerinde ise olayın intihar olmadığını tekrarlayarak ölü üzerinde otopsi yapılmasına karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

55. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 1/12/2011 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olan İ.Ö.yü tanık sıfatıyla dinlemiştir. İ.Ö. ifadesinde özetle Hasan Özer ile A-7 koğuşunda iki hafta kadar birlikte kaldığını, Hasan Özer'in A-7 koğuşuna gelmeden önce C-4 koğuşunda darbedilmiş olduğunu, A-7 koğuşuna gelmesinin sebebinin de bu olduğunu, kendileriyle diyaloğunun ise normal olduğunu, koğuşta herhangi bir probleminin olmadığını, Başmemur E., ismini bilmediği 30-35 yaşlarındaki ikinci müdür ve tanımadığı bazı ceza infaz koruma memurlarının darp olayı (C-4 No.lu odada 9/9/2011 tarihinde meydana gelen dövülme olayı) ile ilgili olarak Hasan Özer'i şikâyetinden vazgeçirmeye ikna etmek için koğuşa geldiğini, tavsiye şeklinde şikâyetten vazgeçmesini söylediklerini ancak herhangi bir şekilde baskı yapmadıklarını ve onu tehdit etmediklerini, sonrasında kendilerinin de Hasan'la konuşarak şikâyetinden vazgeçirmelerini söylediklerini, onun da ikna olarak darp olayı ile ilgilişikâyetçi olmadığını, daha sonrasında ise tek kişilik odada ölü olarak bulunduğunu, Hasan'ın intihar ettiğini düşünmediğini, birlikte kaldıkları dönemde kendisinin bu yönde bir eğilimini görmediğini, hayattan beklentileri olan biri olduğunu hatta tahliye olacağını düşünerek bütün eşyalarını ailesine gönderdiğini, Hasan'ın ölümünde idarenin özellikle ikinci müdür M.M.nin sorumlu olduğunu düşündüğünü çünkü bu şahsın Ceza İnfaz Kurumunda astığı astık kestiği kestik davranan, mahkûm döven hatta mahkûmlara adam dövdüren birisi olduğunu belirtmiştir.

56. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, B-14 No.lu koğuşta bulunan tutuklu ve hükümlülerin 4/11/2011 tarihinde; Ceza İnfaz Kurumunda idare memuru olarak görev yapan M.M.nin ise 29/12/2011 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır.

i. B-14 Koğuşunda bulunan T.A. ifadesinde özetle Hasan Özer ile B-14 koğuşunda üç gün kadar kaldığını, Hasan Özer'in banyoda kendini jiletle kesmesi nedeniyle koğuştan alındığını, psikolojik sorunlarının olduğunu ve kendi kendine konuştuğunu, bir keresinde koğuş kapısı açılır açılmaz kendini bahçeye attığını ve vücudunu kestiğini, Hasan Özer'e karşı koğuşta herhangi bir tehdit ve baskı olmadığını, Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından da böyle bir yönlendirmenin yapılmadığını belirtmiştir. B-14 koğuşunda bulunan diğer hükümlü ve tutuklular da benzer yönde beyanda bulunmuşlardır.

ii. Şüpheli sıfatıyla 29/12/2011 tarihinde ifadesi alınan Ceza İnfaz Kurumu İdare Memuru M.M. ise özetle görev yaptığı süre boyunca Hasan Özer adlı tutukluyu iki defa gördüğünü, Hasan Özer'i ilk defa U.A. adlı mahkûm ile birlikte odalarını yakacaklarını söylemeleri üzerine geçici odalara götürülürken gördüğünü, U.A.yı ise daha önceden gördüğünden "Neden bu şekilde sorun çıkarıyorsun?" diyerek sitemde bulunduğunu, Hasan Özer ile ikinci defa Hasan Özer'in C-4 No.lu koğuşta mahkûmlar tarafından darbedilmesi olayı sonrasında karşılaştığını, Hasan Özer'in darbedildiği haberini alınca kendisini darp raporu aldırmak için hastaneye gönderdiğini, bunun dışında Hasan Özer'i görmediğini,Hasan Özer'in öldüğü gün kendisinin izinli olduğunu, iddia edildiği gibi Hasan Özer'i mahkûmlara darbettirmiş olmadığını, tehdit de etmediğini, ölümüyle herhangi bir ilgisinin bulunmadığını, idareci olması nedeniyle Hasan Özer'in sık sık sorun çıkarıp kendisine zarar verdiğini bildiğini, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

c. Otopsi Sırasında Hasan Özer'den Alınan Kanın İncelenmesi

57. Cumhuriyet Başsavcılığının 6/10/2011 tarihli yazısı üzerine Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesine gönderilen kan örnekleri üzerinde yapılan inceleme neticesinde hazırlanan 11/11/2011 tarihli raporda, incelenmesi istenen numunenin 11/10/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumuna geldiği, incelemenin 12/10/2011 tarihinde yapıldığı belirtilmiş ve HS/GC metoduna göre yapılan inceleme neticesinde kanda 64 mg/dl etanolün bulunduğu sonucuna varılmıştır.

58. Anılan sonuç üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2012 tarihinde Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğüne müzekkere yazarak ölenin kanında çıkan 64 mg/dl alkolün sebebi hakkında rapor tanzim edilmesi talebinde bulunmuştur. Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğü, Cumhuriyet Başsavcılığının anılan talebi hakkında 15/4/2012 tarihli raporu tanzim etmiştir. Adli Tabip Uzmanı Dr. E.B. tarafından hazırlanan rapor şöyledir:

"Kandıra Hazırlık Bürosu'nun 30/01/2012 tarihli ve 2011/2206 sayılı yazısı ile "06.10.2011 tarihinde cezaevinde tutuklu/hükümlü olarak bulunması gözönünde bulundurularak, ilgi tarihli raporda ölenin kanında 64 mg/dl alkolün sebebi" sorulan Müslim ve Nejla oğlu, 15/02/1990 Acıgöl doğumlu, Hasan Özer'e ait Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesine ait 11.11.2011 tarih 4946 sayılı raporunun tetkikinde;

06.10.2011 tarihinde 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kendisini iple asmak sureti ile vefat ettiği, otopsisi aynı gün yapılarak kan alındığı,

Alınan kan otopsi tarihinden 5 gün sonra Adli Tıp Kurumuna ulaştığı, yapılan tetkik sonunda alınan kanda % 64 mg/dl oranında alkol tespit edildiği,

Ölenin kapali cezaevinde alkol alma olanağı bulunmadığından, otopsi sırasında alınan kanın oda sıcaklığı ortamında tutularak Adli Tıp Kurumuna ulaştırıldığı ve meydana gelen putrefaksiyon (çürüme) nedeni ile alkol oluşması meydana geldiğinin kabulü gerekli olduğu,

Gerçekte bu tür anormal alkol tespitleri başka vakalarda da meydana geldiği, bunun Kimya İhtisas Dairesi Uzmanları tarafından bu şekilde yorumlandığı, bazı kanlarda çok daha yüksek alkol oranları tespit edildiği bildirildiğinden;

NETİCE: Hasan Özer’in kanında tespit edilen % 64 mg/dl miktarındaki alkolün mutlaka kendisi tarafından alınan içki ile meydana gelmeyebileceği, alınan kanın sıcak ortamda bekletilmesi sureti ile kanda meydana gelen putrefaksiyon sonucu da meydana gelebileceği kanaatini bildirir rapordur."

d. Ceza İnfaz Kurumu Kamera Kayıtlarının ve Hasan Özer'in 2/10/2011 Tarihinde Yaptığı Telefon Görüşmesinin İncelenmesi

59. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 10/4/2012 tarihli müzekkere ile Ceza İnfaz Kurumundan Hasan Özer'in 2/10/2011 tarihinde ailesiyle telefon görüşmesi yaptığı yerin kamera kayıtlarının 3/10/2011 tarihinden 6/10/2011 tarihi saat 09.00'a kadar geçici 1 No. ve geçici 2 No.lu koğuşları gören tüm kamera kayıtlarının, Hasan Özer'in 4/10/2011 tarihli duruşma için Adliyeye sevki sırasında koridor ve Ceza İnfaz Kurumu içinde geçmiş olduğu alanlara ait kamera kayıtlarının ve 4/10/2011 ile 6/10/2011 tarihleri arasında Hasan Özer'in bulunduğu koğuş ve geçmiş olduğu alanlara ilişkin kamera görüntülerinin CD ortamına aktarılarak gönderilmesi talebinde bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu 17/4/2012 tarihinde kamera kayıtlarını Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur.

60. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, Ceza İnfaz Kurumundan gönderilen kamera kayıtları üzerinde çözümleme yaparak rapor sunması amacıyla Bilirkişi M.Ş.yi resen atamıştır.Bilirkişi M.Ş., kamera kayıtlarını incelemiş ve 118 fotoğrafkullanarak toplam yirmi üç sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Raporun ilgili ve önemli kısımları şöyledir:

"CH-02 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde Hasan Özer'in 02.10.2011 günü saat 11:15:54 sıralarında konuşmakta olduğu telefon avizesini bırakarak ana koridorda hızlıca gelişi güzel koştuğu arkasından infaz koruma memurlarının Hasan ÖZER'i takip ettiği görüldü.

CH-03 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, Hasan ÖZER'in 02.10.2011 günü saat 11:17:56 ile saat 11:19:43 arasında (...) 2 infaz koruma memuru tarafından her iki elinin arkadan tutulmak suretiyle kontrol altına alınmasına çalışıldığı, akabinde ayağa kaldırılarak her iki eli arkadan tutulmak suretiyle götürüldüğü görüldü.

CH-15, 16, 11 ve 07 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, Hasan ÖZER'in 02.10.2011 günü saat 11:22:32 ile saat 11:30:18 arasında elleri serbest olarak kendi başına 2 nolu Geçici koğuşun bulunduğu koridora geldiği, sakinleşmesi üzerine 2 nolu Geçici koğuşa alınmak istememesi üzerine infaz koruma memurlarına direndiği, bunun üzerine infaz koruma memurları tarafından her iki kolu ve ayaklarından tutulmak suretiyle yerinden kaldırılarak B-14 nolu koğuşa götürüldüğü görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, 03.10.2011 günü saat 13:30:56'da Hasan ÖZER'in iki infaz koruma memuru eşliğinde kendi başına ayakta yürüyerek duyarlı kapıya doğru geldiği görüldü. Devamında 03.10.2011 günü saat 17:33:56'da Hasan ÖZER'in tekrar cezaevine geldiği (...) Hasan ÖZER'in koğuş içerisine saat 17:34:06'da girdiği, saat 17:35:03'te ise 2 nolu koğuştan infaz koruma memurlarının dışarı çıktıkları görüldü.

(...)

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, 03.10.2011 günü saat 22:05:15'te iki infaz koruma memuru (infaz koruma memurlarından birinin elinde bir adet poşet bir adet a4 kağıdı var) 2 nolu geçici koğuşun kapısını açıyor ve içeri giriyor aynı gün saat 22:05:32'de iki infaz koruma memuru dışarı çıkarak kapıyı kilitliyor İçeri girerken ellerinde bulunan malzemelerin olmadığı görüldü.

CH-16, CH-14 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, 04.10.2011 günü saat 08:58:50'de bir infaz koruma memuru 2 nolu geçici koğuşun kapısını açıyor(...) Hasan ÖZER dışarı çıkıyor (...) jandarma eşliğinde cezaevinden aynı gün saat 09:01:49'da ayrıldığı görüldü.

CH-16, CH-14 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, Hasan ÖZER'in 04.10.2011 günü saat 18:29:00'da jandarma eşliğinde cezaevine getirildiği (...) görüldü

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, 04.10.2011 günü saat 18:43:03'te 2 nolu geçici koğuşun kapısı bir infaz koruma memuru ve bir hizmetli eşliğinde açıldı hizmetli personelin elinde 3 tabak yemek olduğu görüldü. İnfaz koruma memuru ve hizmetli koğuştan içeri girmeden yemekleri kapıdan Hasan ÖZER'e uzattıkları ve aynı gün saat:18:43:13'de 2 nolu geçici koğuşun kapısının kilitlenerek kapatıldığı görüldü.

(...)

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüsü incelendiğinde, 04.10.2011 günü saat 20:54:44'te 2 nolu geçici koğuşun kapısı iki infaz koruma memuru tarafından açıldı. (...) Hasan Özer dışarı çıktı. (...)

CH-14 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 04.10.2011 günü saat 20:56:00'da Hasan ÖZER'induyarlı kapıdan geçerek infaz koruma memuru tarafından elle kaba üst aramasının yapıldığı, ardından 112 sağlık ekibinin yanına saat 20:56:20'de gelerek beyaz renkli sandalyeye oturduğu ve 112 sağlık ekibiyle konuştuğu görüldü.

CH-14 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 04.10.2011 günü saat 21:18:18'de jandarmaların cezaevine geldiği, (...) Hasan ÖZER'in (...) 21:21:36'da jandarma eşliğinde cezaevinden çıktığı görüldü.

CH-14 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 00:41:16'da Hasan ÖZER'in jandarmaların eşliğinde cezaevine geldiği, kelepçelerinin çıkarılmasından sonra direk olarak kendi başına odaya doğru gittiği. Aynı gün saat 00:42:31'de Hasan ÖZER odadan çıkarak gene tek başına duyarlı kapıya doğru geldiği görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 00:43:12'de Hasan ÖZER'in duyarlı kapıdan geçerek iki infaz koruma memuru eşliğinde 2 nolu geçici koğuşa doğru gittiği kapı önünde elle kaba üst aramasının yapıldığı ve aynı gün saat 00:43:43'te koğuştan içeri girdiği, iki infaz koruma memurunun ise içeri girmediği görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 06:32:59'da bir görevlinin yemek dağıtım arabasıyla geldiği, saat 06:33:38'de bir infaz koruma memuru tarafından Hasan ÖZER'in bulunduğu 2 nolu geçici koğuşun kapısının açıldığı, infaz koruma memurunun 2-3 defa içeri girip çıktığı görüldü. Saat 06:34:45'de bir tabak yemek içeri veriliyor bu esnada infaz koruma memuru koğuşun dışında bulunuyor içeri girmediği Hasan ÖZER'in tabağı aldığı görüldü. Saat 06:34:49'da infaz koruma memuru tarafından kapı kilitlenerek kapatıldığı görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 07:58:44'te üç infaz koruma memuru 2 nolu geçici koğuşun kapısına geldiği ve içeri girdikleri aynı gün saat 07:59:04'te üç infaz koruma memuru da koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kilitledikleri görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 08:22:51'de üç infaz koruma memuru 2 nolu geçici koğuşun kapısına geldiği ve içeri girdikleri aynı gün saat 08:25:09'de üç infaz koruma memuru da koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kilitledikleri görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 08:50:21'de bir infaz koruma memuru ile birlikte bir hizmetli görevli çöpleri toplamak amacıyla tekerlekli el arabasıyla birlikte 2 nolu geçici koğuşun kapısına geldiği ve infaz koruma memurunun içeri girdiği saat 08:50:28'de koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kilitlediği görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 11:43:08'de iki infaz koruma memurunun 2 nolu geçici koğuşa geldikleri ve kapıyı açarak içeri girdikleri, (...) saat 11:44:35'te ise Hasan ÖZER ile birlikte tüm infaz memurlarının koğuştan dışarı çıktıkları, Hasan ÖZER'in kaba üst aramasının yapılmasının ardından iki infaz koruma memuru eşliğinde saat 11:45:20'de koridora yürüyerek ilerlediği görüldü.

(...) 19 sn sonra başka bir koridorda aynı iki infaz koruma memuru eşliğinde koridorda (y)ürüyerek ilerlediği görüldü.

(...) Hasan ÖZER'in kaba üst aramasının yapılması ardından 2 nolu geçici koğuşun içerisine alındığı ve koğuşun kapısının saat 12:22:04'te kapatılarak kilitlendiği görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde, 05.10.2011 günü saat 15:50:06'da iki infaz koruma memurunun 2 nolu geçici koğuşa gelerek kapıyı açtıkları ancak içeri girmedikleri, Hasan ÖZER'in koğuş kapısı açılması ile birlikte dışarı çıktığı (...) saat 15:51:32'de iki infaz koruma memurunun eşliğinde koridorda yürüyerek ilerlediği görüldü.

(...) Hasan ÖZER'in son görüldüğü koridora aynı gün saat 16:33:50'de bir infaz koruma memuru eşliğinde geldiği ve koridorda elle kaba üst aramasının yapıldığı, bu esnada koridorda iki infaz koruma memurunun da bulunduğu bir infaz koruma memurunun elinde kendisine ait pantolon kemerini olduğu görüldü. Hasan ÖZER'in iki infaz koruma memuru eşliğinde yürüyerek 2 nolu geçici koğuşun bulunduğu koridora ilerlediği, (...) aynı gün saat 16:35:24'te 2 nolu geçici koğuşun kapısı açılarak Hasan ÖZER'in koğuştan içeri girdiği, saat 16:35:42'de ise elinde pantolon kemeri bulunan infaz koruma memurunun koğuşa doğru hareketlendiği ancak CH-16 nolu güvenlik kamerası ve koğuş kapısının açılma açısının infaz koruma memurunun içeri tam olarak girip girmediğinin tespit edilmesine imkan tanımadığı ancak içeri girdiğinin değerlendirildiği, saat 16:36:07'deduyarlı kapının bulunduğu yerden bir infaz koruma memurunun da 2 nolu geçici koğuşun kapısına doğru gelerek kapı önünde beklediği görüldü. Saat 16:37:29'da ise dört infaz koruma memuru koğuşun önünden ayrılarak Hasan ÖZER'in içinde bulunduğu 2 nolu geçici koğuşun kapısının kilitlenerek kapatıldığı görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde saat 17:37:56'da Hasan ÖZER'in içinde bulunduğu 2 nolu geçici koğuşun kapısı iki infaz koruma memuru ve bir hizmetli tekerlekli servis arabasıyla yemek dağıtımı için geldiği, koğuş kapısının infaz koruma memuru tarafından açılması üzerine infaz koruma memuru koğuştan içeri girmeden kapı önünde toplam üç adet yemek tabağını içeri uzattığını ve infaz koruma memurunun saat 17:38:40'da koğuşun kapısını kilitleyerek kapattığı görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde saat 18:09:36'da Hasan ÖZER'in içinde bulunduğu 2 nolu geçici koğuşun kapısı bir infaz koruma memuru ve bir hizmetli tekerlekli servis arabasıyla yumurta dağıtımı için geldiği, koğuş kapısının infaz koruma memuru tarafından açılması üzerine infaz koruma memuru koğuştan içeri girmeden kapı önünde kahvaltılık içeri uzattığı ve infaz koruma memurunun saat 18:10:11'de koğuşun kapısını kilitleyerek kapattığı görüldü.

CH-16 nolu güvenlik kamerası görüntüleri incelendiğinde saat 08:04:25'te Hasan ÖZER'in içinde bulunduğu 2 nolu geçici koğuşun kapısı iki infaz koruma memuru eşliğinde açıldığı, iki infaz koruma memurunun koğuştan içeri girdiği, saat 08:04:44'te içeri giren infaz koruma memurlarından biri koşarak 2 nolu geçici koğuştan dışarı çıktığı ve koridordan koşarak uzaklaştığı, içeride bulunan diğer infaz koruma memuru ise saat 08:04:50'de 2 nolu geçici koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kapattığı görüldü."

61. Hasan Özer ile annesi Nejla Özer, babası Müslim Özer ve kardeşi H.Ö. arasında geçen 2/10/2011 tarihli telefon görüşme kayıtları ise aşağıdaki şekildedir:

"Müslim Özer'in 00.38'inci dakikada: Hasan

Hasan Özer'in 00.39'uncu dakikada: Hasan Özer.

Müslim Özer'in 00.41'inci dakikada: Napıyon Hasan?

Hasan Özer'in 00.41'inci dakikada: İyiyim baba

Müslim Özer'in 00.43'üncü dakikada: Ney lan?

Hasan Özer'in 00.46'ıncı dakikada: Beni öldürecekler baba.

Müslim Özer'in 00.47'inci dakikada: Niye?

Hasan Özer'in 00.48'inci dakikada: Ne biliyim?

Müslim Özer'in 00.51'inci dakikada: Seni öldürecekler mi?

Hasan Özer'in 00.52'inci dakikada: Bugün... Bugün hemen Cumhuriyet savcılığına çık gel.

Müslim Özer'in 00.56'ncı dakikada: Cumhuriyet Savcılığına mı? çıkım.

Hasan Özer'in 00.57'inci dakikada: Heee... He nöbetçi savcıya.

Müslim Özer'in 00.59'uncu dakikada: Niye?

Nejla Özer'in 01.00'inci dakikada: Ne? Noldu?...

Hasan Özer'in 01.03'üncü dakikada: Anne beni öldürecekler.

Nejla Özer'in 01.05'inci dakikada: Noldu?

Hasan Özer'in 01.06'ncı dakikada: Öldürecekler beni.

Nejla Özer'in 01.07'nci dakikada: Ne zaman öldürecekler?

Hasan Özer'in 01.10'uncu dakikada: Bugün... Yalnız şeye çıkın gelin.

Nejla Özer'in 01.12'inci dakikada: Tamam oğlum.

Hasan Özer'in 01.13'üncü dakikada: Cumhuriyet savcılığına.

Nejla Özer'in 01.14'üncü dakikada: Varınca sataşma kimseye.

Hasan Özer'in 01.16'ncı dakikada: Tamam

Nejla Özer'in 01.18'inci dakikada: Tamam oğlum kendine iyi bak.

Hasan Özer'in 01.19'uncu dakikada: Tamam mı anne hemen gelin. Hemen.

Nejla Özer'in 01.21'inci dakikada: Hemen şimdi. A baş...

Hasan Özer'in 01.23'üncü dakikada: Ben koğuşa girmiyom. Bak gardiyanlar beni alacak, içeri alacak, koğuşa.

Nejla Özer'in 01.27'inci dakikada: Biz geliyoz, geliyoz, arabamız var, geliyok hemen, sen kendini ferah tutaç...

Hasan Özer'in 01.03'üncü dakikada: Anne beni öldürecekler.

Kardeşi 01.32'inci saniyede: Hasan Abi.

Nejla Özer'in 01.33'üncü dakikada: Gapatma.

Hasan Özer'in 01.34'üncü dakikada: heh

(Kardeşi) H. Özer'in 01.35'inci dakikada: Sataşma. Kim öldürecek oğlum?

Hasan Özer'in 01.36'ıncı dakikada: Çabuk babama haber versin, gelsin buraya.

(Kardeşi) H. Özer'in 01.38'inci dakikada: Kim öldürecek? Kim? ... La Hasan Abi. Kim öldürecek oğlum?

(Kardeşi) H. Özer'in 01.49'uncu dakikada: Lan müdüre çık, müdüre.

Hasan Özer'in 01.50'inci dakikada: Taam. Hadi. Müdür, müdür öldürecek zaten abi.

Müslim Özer'in 01.56'ıncı dakikada: Hasan.

Hasan Özer'in 01.57'inci dakikada: Haaa... Baba hadi çabuk cumhuriyet savcılığına çık gel sen arabayla dayımgili de getir.

Müslim Özer'in 02.01'inci dakikada: Niye?

Hasan Özer'in 02.02'nci dakikada: Dayımgili neyim de al gel.

Müslim Özer'in 02.04'üncü dakikada: Ne diyon?

Hasan Özer'in 02.05'nci dakikada: Dayımgili neyim de al gel.

Müslim Özer'in 02.07'inci dakikada: Dayıngili.

Hasan Özer'in 02.07'inci dakikada: Dayım, dayım, çabuk hadi.

Müslim Özer'in 02.10'uncu dakikada: Tamam, hadi, hadi.

Hasan Özer'in 02.12'inci dakikada: Hadi.

Hasan Özer'in 02.13'üncü dakikada: Yolunuz açık...

Müslim Özer'in 02.14'üncü dakikada: Tamam hadi. Yılmaza ver."

 e. Kamera Kayıtlarının ve Telefon Görüşmesinin İncelenmesi Sonrasında Yapılan İşlemler ve Soruşturma Sonucunda Verilen Karar

62. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, Hasan Özer'in ailesiyle görüştüğü ve kendisinin tehdit edildiğini söylediği 2/10/2011 tarihli telefon görüşmesi sırasında yaşanan olaya tanıklık eden infaz koruma memurlarını, ölüm olayından önceki son yirmi dört saat içinde görevli bulunan infaz koruma memurlarını ve ölüm olayına müdahale eden diğer görevlileri tanık sıfatıyla dinlemiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca Ceza İnfaz Kurumu Müdürü H.İ.D. ile olay tarihinde nöbetçi olan Müdür E.D.nin tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır.

i. 2/10/2011 tarihli telefon görüşmesine tanıklık eden ceza İnfaz Koruma Memuru E.A., Hasan Özer'in iki üç dakika telefonla konuştuktan sonra telefonu fırlatıp sağa sola koşmaya başladığını ve daha sonra yakalanarak koğuşuna götürüldüğünü beyan etmiştir. Bu olaya tanıklık eden diğer ceza infaz koruma memurları da benzer yönde beyanda bulunmuştur.

ii. Ölüm olayının olduğu sabah S.Ü. ile birlikte geçici 2 No.lu koğuşun kapısını açan İnfaz Koruma Memuru M.Me. ifadesinde özetle sabah saat 08.05'te geçici koğuşlarda bulunan tutuklu ve hükümlüleri kontrol etmek amacıyla geçici koğuşların pencerelerinin baktığı havalandırma bölümüne gittiğini, havalandırma bölümünden geçici 1 No.lu koğuşa baktığını, içeride iki mahkûmun kaldığını, geçici 2 No.lu koğuşa camdan baktığında ise kimseyi göremediğini, daha sonra içeriye seslendiğini, içerden herhangi bir ses gelmemesi üzerine S.Ü. ile birlikte geçici 2 No.lu koğuşa gittiğini, kapıyı açtıklarında koğuşun duş bölümünde Hasan Özer isimli şahsın kendi gömlek parçasıyla duş başlığına asılı bir vaziyette durduğuna şahit olduğunu, S.Ü.nün hemen görevli personele haber vermek için çıkıp gittiğini, kendisinin de S.Ü.den sonra dışarı çıkıp geçici 2 No.lu koğuşun kapısını kilitlediğini, Hasan Özer'in psikolojik sorunlar yaşadığını, Ceza İnfaz Kurumunda sürekli olay çıkardığını bildiğini belirtmiştir.

iii. İnfaz Koruma Memuru K.D. ifadesinde özetle 5/10/2011 tarihinde H.İ. isimli personel ile Hasan Özer'e yemek götürdüğünü, kapıyı açıp kendisine yemek verdiğini belirtmiştir. İnfaz Koruma Memuru E.C.K. ifadesinde özetle 5/10/2011 tarihinde yemek dağıtım işinde görev yaptığını, o gün saat 18.00 sıralarında bir sonraki günün kahvaltısını vermek için geçici koğuşlara gittiğini, Hasan Özer'e şeker ve yumurta verdiğini, Hasan Özer'in malzemeleri aldığını ve kendisiyle hiç konuşmadığını belirtmiştir.

iv. Müdahale biriminde görevli olan infaz koruma memurları da genel olarak ölümden haberdar edilmeleri üzerine olay yerine gittiklerini, Hasan Özer'in asılı vaziyette olduğunu gördüklerini, olay hakkında Cumhuriyet Savcısına bilgi verildiğini belirtmişlerdir.

v. Ceza İnfaz Kurumu Müdürü H.İ.D. ifadesinde özetle olayın olduğu gün sabah saat 08.00 sıralarında evden çıkıp Ceza İnfaz Kurumuna doğru hareket hâlinde iken Nöbetçi Müdür E.D.nin kendisini arayarak Hasan Özer'in geçici koğuşta asılı bir vaziyette ölü olarak bulunduğunu söylediğini, olayın devamında görevli Cumhuriyet savcısına haber verdiğini, daha sonra Cumhuriyet savcısı ile birlikte Hasan Özer'in bulunduğu geçici koğuşa girdiğini, Hasan Özer'in geçici koğuşun duş bölümünde asılı bir vaziyette olduğunu gördüğünü, Cumhuriyet savcısının talimatı ile Hasan Özer'in doktor kontrolünde asıdan indirildiğini, Hasan Özer'in sorunlu biri olduğunu bildiğini, Hasan Özer'in öldürülmüş olabileceğine ihtimal vermediğini belirtmiştir. Nöbetçi Müdür E.D. ise ifadesinde özetle 5/10/2011 tarihinde sabah saat 08.00'den akşam saat 20.00'ye kadar görev yaptığını, akşam saat 20.00'den sonra ise icapçı müdür olarak sabaha kadar görev yaptığını, görev yaptığı zaman diliminde şüpheli herhangi bir duruma rastlamadığını, Hasan Özer'in intihar olayından önce içine kapanık bir hâle büründüğünü, Hasan Özer'in problemli bir kişi olduğunu ve sık sık koğuş değiştirdiğini bildiğini, olayın intihar olduğu kanaatine sahip olduğunu belirtmiştir.

63. Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan U.A. adlı bir kişi, aldığı bir disiplin cezasına yaptığı itiraz nedeniyle Kocaeli İnfaz Hâkimliğince yapılan bir duruşmada "(...)Hasan Özer'in intihar etmediği aksine öldürüldüğüne ilişkin görgüye dayalı bilgim vardır. Bu konuda Hâkimliğinizce C. Savcılığına ihtarda bulunulsun, görgü ve bilgimi C. Savcılığında anlatacağım(...)" şeklinde beyanda bulunmuştur. Bunun üzerine Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, 30/12/2012 tarihinde tanık sıfatıyla U.A. adlı şahsı dinlemiştir. U.A. ifadesinde, "Her ne kadar infaz hakimliğine vermiş olduğum ifademde görgüye dayalı bilgim olduğu yazılmış ise bu husus yanlış geçmiştir. Benim konu ile ilgili duyumlarım vardı. Onları sizlerle paylaşmak istedim. Hasan'ın direk öldürüldüğüne ilişkin bir bilgim yoktur ancak rızası dışında bir çok defa odasının değiştirilmesi ve sıkıntılı odalara verilmesi nedeniyle hakkını aramasının engellemesi için cezaevi idaresi tarafından baskıya maruz bırakıldığını düşünüyorum." şeklinde beyanda bulunmuştur.

64. Ölüm olayının meydana geldiği tarihte Ceza İnfaz Kurumunda bulunan B.B., bu Ceza İnfaz Kurumundan çıktıktan ve soruşturma süreci kesinleştikten sonra Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ifadesinde özetle Hasan Özer'in ölmeden birkaç gün önce elleri sargılı şekilde hastaneden getirildiğinigördüğünü, Hasan Özer'in bu sırada"Beni o koğuşa vermeyin, beni orada öldürecek." diyerek kendini yere attığını, daha sonra Hasan Özer'in zorla götürüldüğünü ve birkaç gün sonra da öldüğünü duyduğunu, Ceza İnfaz Kurumunda baskı altında olduğu için bu olaya tanıklık etmediğini, Hasan Özer'in intihar ettiğine veya öldürüldüğüne dair görgüye dayalı bir bilgisinin olmadığını, yukarıdaki olaydan ötürü öldürülebileceğini veya ölümüne sebep olunduğunu düşündüğünü belirtmiştir.

65. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı, Ceza İnfaz Kurumunda Ramazan Gerginyay adında bir hükümlünün bulunup bulunmadığının bildirilmesi amacıyla Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazmış; gönderilen cevap yazısında Ceza İnfaz Kurumunda böyle bir kişinin bulunmadığı bildirilmiştir.

66. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 31/10/2012 tarihli yazı ile Hasan Özer'in psikolojik tedavi görüp görmediğini, tedavi görmüş ise bu hususta düzenlenen tüm raporların gönderilmesini Ceza İnfaz Kurumundan talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 5/11/2012 tarihli cevap yazısında özetle Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumuna 4/9/2010 tarihinde sevkle geldiği, 8/9/2010 tarihinde Hasan Özer ile ilk görüşmesi yapılarak Hükümlü/Tutuklu Ön Görüşme Tanıma Takip Formu'nun doldurulduğu, Hasan Özer'in 11/1/2011 tarihli ve 17/1/2011 tarihli dilekçeler ile görevli psikolog ile görüşme talebinde bulunması üzerine 20/1/2011 tarihinde Kurum psikoloğu tarafından görüşmeye alındığı, Hasan Özer'in 7/9/2011 tarihli dilekçe ile psikolog ile görüşme talebinde bulunması üzerine aynı gün Sosyal Çalışmacı tarafından görüşmeye alındığı, tutuklu ile yapılan görüşmelerde tutukluda yoğun anksiyetenin, kendine zarar verme davranışının ve öfke eşiğinin düşük olduğunun gözlemlendiği, öfke kontrol programından faydalanmasının uygun olacağının düşünüldüğü ancak Kurumda öfke kontrol programı açılmamış olduğundan tutuklunun çalışmaya dâhil edilemediği, tutuklunun bireysel görüşmelerle desteklenmesinin planlandığı ancak yapılan çalışmalara uyum göstermediği ve kendine zarar verme davranışının devam ettiği, Kurum tabipliği ile sözel bilgi paylaşımında bulunulduğu, tutuklunun Psikososyal Yardım Servisine yazmış olduğu dilekçelere istinaden görüşmelerin yapılmış ve kayıt altına alınmış olduğu belirtilmiştir.

67. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 3/12/2012 tarihli ve Sor. No. 2011/2206, K.2012/1202 sayılı karar ile aşağıda yer verilen gerekçeyle şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir:

"...Maktulün 06/10/2011 günü saat 08:04'te geçici 2 nolu odada ölü olarak bulunduğunun Nöbetçi Cumhuriyet Savcısına haber verilmesi üzerine Cumhuriyet Savcısı ve görevli personel ile birlikte Kocaeli 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gidildiği, Kocaeli 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda geçici 2 nolu koğuşun banyo bölümünde maktulün gömlek parçası ile duş başlığına asılı vaziyette durduğunun görüldüğü, Cumhuriyet Savcısı ve doktor bilirkişi tarafından ölü muayenesinin yapıldığı, ayrıca Cumhuriyet Savcısı gözetiminde olay yeri incelemesinin yapıldığı, ölü muyanesine ve olay yeri incelemesine saat 09:30 sıralarında başlandığı, saat 11:00'de son verildiği, yapılan olay yeri incelemesi ve ölü muayenesinde, maktulün elinde, tırnak arasında veya vücudunun herhangi bir yerinde doku parçasının olmadığı, boğuşma ve darp cebir izinin olmadığı, duş bölümünün fayanslarında yapılan incelemede mukayeseye elverişli herhangi bir parmak izinin bulunmadığı, usulüne uygun olarak olay yerinin fotoğraflarının çekildiği, ölçüm ve krokilendirmenin yapıldığı, ölü muayenesinde elde edilen bulgulara göre; maktulün ölüm saatinin sabaha doğru 05:00- 06:00 sularında olduğunun tespit edildiği, olay yerinde olayı aydınlatmaya yarayabilecek diğer araştırmaların yapıldığı, maktulün kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla klasik otopsi için 06/10/2011 günü saat 11:00'de Kocaeli Adli Tıp Şube Müdürlüğüne gönderildiği,

Kocaeli Adli Tıp Şube Müdürlüğünde maktulün 06/10/2011 günü saat 13:45'te klasik otopsisinin yapılmasına başlandığı, saat 14:35'te sonlandığı, Yapılan klasik otopsi raporunda; maktulün boyun bölgesi yumuşak dokularında ası izi altında solda daha yaygın ve belirgin olmak üzere her iki tarafta ekimotik alanların tespit edildiği, ekimozların her iki tarafta da hyoid kemiğe kadar devam ettiğinin belirlendiği, maktulün kesin ölüm sebebininASIYA BAĞLI MEKANİK ASFİKSİ olduğu, maktulün vücudunda (dosya kapsamına da yansıyan raporlara göre) ölmeden önce kendisi tarafından vücudunda meydana getirmiş olduğu kurumaya yüz tutmuş kesi izlerinin olduğu, kesi izlerinin dışında maktulün vücudunda herhangi bir darp cebir izine rastlanılmadığının belirtildiği, klasik otopsi sırasında maktülden Toksikolojik inceleme yapılması amacıyla kan örneğinin alınarakİstanbul Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesi Toksikoloji Şubesine gönderildiği, İstanbul Kimya İhtisas Dairesi Toksoloji Şubesinde maktule ait kanda alkol ve uyucu-uyuşturucu madde olup olmadığının tespiti amacıyla yapılan inceleme sonucunda kanında 64 mg/dl oranında etanol (alkol) olduğunun, bunun dışında kanında herhangi bir pozitif bulguya rastlanılmadığının anlaşıldığı, Maktulun kanında çıkan alkolün sebebinin ne olabileceğine dair Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünden alınan rapora göre; maktulun kanında tespit edilen %64 mg/dl miktarındaki alkolün mutlaka kendisi tarafından alınan içkiyle meydana gelmeyeceği, alınan kanın sıcak ortamda bekletilmesi suretiyle kanda meydana gelen putrefaksiyon sonucunda meydana gelebileceğininbelirtildiği,

Dosyaya yansıyan raporlar, tanık beyanları ve diğer delilere göre; Maktulün Silivri Cezaevinde iken cezaevinde kasten yangın çıkarmasındandolayı 04/09/2010 tarihinde Kocaeli 1 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk olarak geldiği, Kocaeli 1 nolu T Tipi kapalı ceza infaz Kurumunda yaklaşık bir sene kadar kaldığı, Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içerisinde kalmış olduğu koğuşlarda koğuş arkadaşları ile sorun yaşaması nedeniyletoplamda 12 defa koğuş değiştirdiği,bu süreçte disiplin cezaları aldığı, vücudunukesmek suretiyle kendisine zarar verdiği, son zamanlarında maktulün Ceza İnfaz Kurumunda hasmı olduğu, bu hasmının idare tarafından kalmış olduğu koğuşa konulmak suretiyle kendisinin öldürüleceği endişesini taşıdığı, bu hasmının isminin Ramazan Gerginyay adında bir mahkum olduğunu belirttiği, ancak yapılan araştırma ve tanık beyanlarına göre maktulün kalmış olduğu CezaevindeRamazan Gerginyay isimli bir tutuklu veya hükümlünün hiç bulunmadığının anlaşıldığı,

Maktulün ölmeden önce taşımış olduğu endişe nedeniyle ve tedbir amacıyla03/10/2011 tarihinde geçici 2 nolu koğuşa konulduğu,

Maktulün ölü bulunduğu 06/10/2011 tarihinden önce, ölüm anında ve ölüm anından sonra nöbeti devrealan İnfaz Koruma Memurları, Müdürler ve Müdür yardımcıları ile geçici 2 nolu odanın hemen yanında bulunan geçici 1 nolu odada kalan iki tutuklu/hükümlünün beyanlarına başvurulduğu, alınan tüm beyanlarda maktulün kaldığı geçici 2 nolu odadan olay günü gece boyunca herhangi bir ses, gürültü, boğuşma sesinin gelmediğini belirttikleri,

Maktulün ölümüne dair görgüsü olduğunu belirten Serkan Çavlım, İbrahim Özbay ve Ufuk Altun'un ifadelerinin alındığı, ancak her üç tanığın olayla ilgili herhangi bir görgülerinin olmadığını belirttikleri,

Maktulün müşteki sıfatıyla anne ve babasının ifadelerinin alındığı,

Maktulün geçici 2 nolu koğuşa geçmeden önce en son kaldığı B1-14 nolu koğuşta bulunan tutuklu ve hükümlülerin şüpheli olarak ifadelerinin alındığı, ayrıca Ceza İnfaz Kurumunda İdare Memuru olan Mikayil Mahmat'ın şüpheli olarak ifadesinin alındığı,

Maktulün ölü olarak bulunduğu geçici 2 nolu odada yapılan incelemede, 2 nolu odanın bir havalandırmasının olduğu, bu havalandırmanın geçici 1 nolu oda ile ortak kullanım alanına sahip olduğu, havalandırma bölümü ve geçici koğuşların içerisi özel yaşam alanı olması nedeniyle kamerayla izlenemediği, maktulün kalmış olduğu Geçici koğuştan havalandırma bölümüne koğuş içinden giriş ve çıkışın olmadığı, geçici 2 nolu koğuşun pencerelerinin demir parmaklıklarla kapalı olduğu, bu sebeple havalandırma bölümünde geçici koğuşlara girmenin mümkün olmadığı,Geçici odalara veya havalandırma bölümüne gidebilmek için 24 saat kesintisiz kameralarla izlenen ana koridorlardan geçmek gerektiğinin tespit edildiği,

Maktulün kalmış olduğu 2 nolu geçici koğuşu ve ana koridoru gören 03/10/2011-06/10/2011 tarihli saat 09:00'a kadar olan kamera görüntüleri, maktulün 02/10/2011 tarihli ailesi telefon görüşmesi yaptığı yerin kamera görüntüleri, geçici 1 ve 2 nolu koğuşları tüm cephelerden gören kamera kayıtları, maktulün 04/10/2011 tarihinde duruşması için adliyeye sevki sırasında koridor ve cezaevi içerisinde geçmiş olduğu alanlara ait görüntü kayıtları, 04/10/2011-06/10/2011 tarihi arasında maktulün bulunduğu koğuş ve geçmiş olduğu alanlara ilişkin kamera görüntülerine el konularak bilirkişi marifetiyle çözümlerinin yaptırıldığı ve bu kamera görüntüleriyle ilgili 10/08/2012 tarihli ayrıntılı bilirkişi raporu düzenlendiği,

Kamera kayıtlarına yansıyan 02/10/2011 maktulün ailesi ile yaptığı telefon görüşmesi sonrası elde edilen görüntülerin bilirkişi incelemesine göre; maktulün telefon ile ailesi ile konuştuğu, telefon ahizesini birden bırakıp ceza infaz kurumu içerisinde sağa sola kaçtığı, olay anında kendisine sakinleşmesi için müdahale edildiği, bu görüntülerinde koridoru çeken kameraya yansıdığı, kameraya yansıyangörevli İnfaz Koruma Memurları ile kameraya beyaz eldivenlerle yansıyanİnfaz Koruma Memurlarının dinlenildiği, İnfaz Koruma Memurununrevirde görevli olmasından dolayı elinde beyaz eldivenlerin olduğu ve o sırada kendi rutin görevini icra ettiği,

Güvenlik kamerası görüntülerinin incelenmesi neticesinde düzenlenen raporda; 05/10/2011 tarihinde saat 18:09:36 da maktulün kaldığı geçici 2 nolu koğuşun kapısına bir İnfaz Koruma Memuru ve bir hizmetlinin yumurta dağıtımı için geldiği, koğuş kapısının İnfaz Koruma Memuru tarafından açılarak İnfaz Koruma memurunun içeri girmeden kahvaltıyı maktule verdiği, İnfaz koruma memurunun koğuşun kapısını kilitleyerek kapattığı, Bu saatten sonra gece boyunca maktulün ölü bulunduğu saatte dahil geçici 2 nolu odanın kapısının açılmadığı, odaya kimsenin girmediği, 06/10/2011 tarihinde saat 08:04:25 de maktülün ölü bulunduğu geçici 2 nolu koğuşun kapısının iki infaz koruma memuru tarafından açıldığı, iki infaz koruma memurunun saat 08:04:50'de geçici 2 nolu koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kapattığının görüldüğünün belirtildiği, söz konusu iki infaz koruma memurunun maktulüodada ölü olarak ilk gören şahıslar olduğunun tespit edildiği,

SONUÇ VE KANAAT:

Maktulün geçici 2 nolu odada asılı şekilde ölü olarak bulunması olayı ile ilgili yapılan soruşturma kapsamında: yapılan olay yeri inceleme veölü muayenesi, klasik otopsi raporu, Adli Tıp İstanbul Kimya İhtisas Dairesi raporu, maktulün kanında bulunan 64 mg alkole ilişkin Adli Tıp Şube Müdürlüğü'nden alınan rapor, tüm kamera kayıtlarının bilirkişi marifetli yapılan çözümü, maktulün ölü bulunduğu geçici koğuşun içeriden ve dışarıdan elde edilen fotoğrafları ve şekli, dinlenen tanık beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde; maktulün kaldığı geçici 2 nolu koğuşun banyo kısmında duvara sabit olan duş başlığına kendi gömlek parçasını dolamak suretiyle ve banyoda bulunan sabunluktan ve duş bataryasından destek alarak dışarıdan başka bir müdahale olmadan kendi kendine intihar ettiği, maktulün intihar etmesinde intihara teşvik, telkin ve yardım edildiğine dair delil olmadığı, maktulün kendi hayatına son vermek suretiyle intihar ettiğinin anlaşıldığı, eylemin bu haliyle suç olmadığı anlaşılmakla,

Maktulün ölümüyle ilgili dinlenen şüphelilerin maktulun ölmesinde herhangi bir kast, kusur ve ihmallerinin olmadığı anlaşıldığından bu şüpheliler açısından,

CMK 172 vd maddeleri uyarınca KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA, kararın taraflara tebliğine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Sakarya Ağır CezaMahkemesi Başkanlığına itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi."

68. Başvurucular 2/1/2013 tarihli dilekçe ile özetle oğullarının intihar etmediğini, aksine cinayete kurban gittiğini; ölüm olayı öncesi yaşanan gelişmeler, Hasan Özer'in ısrarla öldürüleceğinden bahsetmesi ve diğer birçok nedenden dolayı oğullarının intihar ettiğine inanmadıklarını, yeniden otopsi yapılması ile kamera kayıtlarının incelenmesi talepleri hakkında yeterince araştırma yapılmadan karar verildiğini, 5/10/2011 tarihli dilekçe ile Hasan Özer'in can güvenliğinin sağlanmasını istemelerine rağmen Hasan Özer'in korunamadığını ve ölümünün engellenemediğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir.

69. Başvurucuların anılan karara yaptığı itiraz, Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/3/2013 tarihli ve 2013/382 Değişik İş sayılı kararı ile "...Takipsizlik kararının dosya kapsamına, usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla..." gerekçesiyle reddedilmiştir.

70. Anılan karar 26/4/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

71. Başvurucular 27/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

72. Başvurucular, anılan olay sebebiyle idari yargıda tam yargı davası açtığına yahut hukuk mahkemelerinde tazminat davası açtığına ilişkin bir bilgi vermemiştir. Bakanlık görüşünde de söz konusu olay sebebiyle başvurucuların tam yargı davası yahut tazminat davası açtığına ilişkin bir bilgi sunulmamıştır. Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi üzerinden yapılan inceleme neticesinde de başvurucular tarafından tam yargı davası veya tazminat davası açıldığına ilişkin bir kayıt tespit edilememiştir.

3. Ölüm Olayı HakkındaHazırlanan Özel denetim Raporu

73. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 16/10/2012 tarihli ve 61 sayılı emri ile Başkontrolör Ali M. tarafından Hasan Özer'in ölüm olayı hakkında 109 sayfalık ayrıntılı bir özel denetim raporu hazırlanmıştır. Özel denetim raporunun sonuç kısmında diğer birtakım eksikliklerinyanında özetle bazı odalarda hükümlü ve tutukluların bir arada barındırıldığı, ayrıca gençlerle yetişkinlerin de birlikte tutulduğu, koğuşlarda genellikle eskiden beri bulunan, arkadaş sayısı en fazla olan ve düzgün konuşmasını bilen kişilerin mevzuatta yer almamasına rağmen koğuş mesulu olarak seçildiği ve idarenin de bu uygulamaya engel olmadığı tespitleri yapılmıştır. Özel denetim raporunda ayrıca, tanıklığına başvurulan önemli sayıdaki tutuklu ve hükümlü tarafından C-4 No.lu koğuşta bulunan İ.K.nin diğer hükümlü ve tutuklulara küfür ettiği, fiziki güç kullandığı, hakarette bulunduğu ve psikolojik baskı yaptığı yönünde iddialar dile getirildiği belirtilmiş veİ.K. hakkında adli işlem yapılmasının yerinde olacağı değerlendirmeleri yapılmıştır.

B. İlgili Hukuk

74. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının f bendi şöyledir:

“ (1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

(...)

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

(...)”

75. 5275 sayılı Kanun’un “Kapalı ceza infaz kurumları” kenar başlıklı 8. maddesi şöyledir:

"Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir."

76. 5275 sayılı Kanun’un “Hastalık nedeniyle nakil” kenar başlıklı 57. maddesi şöyledir:

“Hastaneye sevki zorunlu görülen hükümlü, bulunduğu yere en yakın tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesinin hükümlü koğuşuna yatırılır.

Bu hastanelere gönderilen hükümlülerin başka yerlerdeki hastanelere sevki, sağlık kurulu raporuyla, acil ve yaşamsal tehlikesi bulunması hâlinde, varsa biri hastalığın uzmanı olmak üzere iki uzman hekim tarafından verilip, başhekim tarafından onaylanan ve hastalığın sebebi, tedavinin hangi sebeple bulunduğu hastanede gerçekleştirilemediği, hastaya nerede ve ne tür bir tedavi gerektiğini açıkça belirten bir raporla mümkündür. Bu durumda da en yakın ve hükümlü koğuşu bulunan Devlet veya üniversite hastaneleri tercih edilir.

Hükümlünün bu hastanelerde kontrol ve tedavisinin devam edip etmeyeceğinin sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi gerekir; aksi hâlde hükümlü ait olduğu kuruma iade edilir.

Hükümlü, acil hâller dışında özel sağlık kuruluşlarında tedavi edilemez. Acil hâllerin varlığı hâlinde Adalet Bakanlığına bilgi verilir.

Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir.”

77. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerininmahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

78. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır."

79. 5275 sayılı Kanun’un “Sağlık denetimi” kenar başlıklı 79. maddesi şöyledir:

"Kurum hekimi, kurumu ayda en az bir kez denetleyerek genel ve özel önlem alınması gereken hastalıklar ile kurumda sağlık koşulları yönünden alınması gereken önerileri içeren bir rapor düzenler ve kurum yönetimine verir."

80. 5275 sayılı Kanun’un “Hastaneye sevk” kenar başlıklı 80. maddesi şöyledir:

"Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhâl bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir."

81. 5275 sayılı Kanun’un “İnfazı engelleyecek hastalık hâli” kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:

"Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir."

82. 5275 sayılı Kanun’un “Tutuklama kararının yerine getirildiği kurumlar” kenar başlıklı 111. maddesi şöyledir:

"Tutuklular, iç ve dış güvenlik görevlisi bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engelleri olan, 34 üncü maddede sayılan hâller dışında oda ve koridor kapıları sürekli olarak kapalı tutulan ve yasal zorunluluklar ayrık, dışarıyla irtibat ve haberleşme olanağı bulunmayan normal güvenlik esasına dayalı tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hâllerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulurlar.

Eylem ve davranışları ile 9 uncu madde kapsamına giren tutuklular, yüksek güvenlikli tutukevlerinde veya buna olanak bulunmadığı hâllerde yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumlarının tutuklulara ayrılan bölümlerinde barındırılırlar.

Kadın, çocuk ve gençlik tutukevleri müstakil olarak kurulabilir. Tutuklular, tutukevlerinde veya maddî olanak bulunmadığı hâllerde kapalı ceza infaz kurumlarının tutuklulara ayrılan bölümlerinde, büyükler, kadınlar, gençler, çocuklar olmak üzere ve suç türleri de gözetilerek ayrı yerlerde barındırılırlar."

83. 5275 Sayılı Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” kenar başlıklı 116. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir."

84. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Ölünün kimliğini belirleme ve adlî muayene" başlıklı 86. maddesi şöyledir:

"Engelleyici sebepler olmadıkça ölü muayenesinden veya otopsiden önce ölünün kimliği her suretle ve özellikle kendisini tanıyanlara gösterilerek belirlenir ve elde edilmiş bir şüpheli veya sanık varsa, teşhis edilmek üzere ölü ona da gösterilebilir.

Ölünün adlî muayenesinde tıbbî belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular saptanır.

Bu muayene, Cumhuriyet savcısının huzurunda ve bir hekim görevlendirilerek yapılır."

85. 5271 sayılı Kanun'un "Otopsi" başlıklı 87. maddesi şöyledir:

"Otopsi, Cumhuriyet savcısının huzurunda biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır. Müdafi veya vekil tarafından getirilen hekim de otopside hazır bulunabilir. Zorunluluk bulunduğunda otopsi işlemi bir hekim tarafından da yapılabilir; bu durum otopsi raporunda açıkça belirtilir.

Otopsi, cesedin durumu olanak verdiği takdirde, mutlaka baş, göğüs ve karnın açılmasını gerektirir.

Ölümünden hemen önceki hastalığında öleni tedavi etmiş olan tabibe, otopsi yapma görevi verilemez. Ancak, bu tabibin otopsi sırasında hazır bulunması ve hastalığın seyri hakkında bilgi vermesi istenebilir.

Gömülmüş bulunan bir ceset, incelenmesi veya otopsi yapılması için mezardan çıkarılabilir. Bu husustaki karar, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilir. Mezardan çıkarma kararı, araştırmanın amacını tehlikeye düşürmeyecekse ve ulaşılması da zor değilse ölünün bir yakınına derhâl bildirilir.

Yukarıdaki fıkralarda sözü edilen işlemler yapılırken, cesedin görüntüleri kayda alınır."

86. 6/4/2006 tarihli ve 26131 numaralı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük'ün (Tüzük) "Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi" kenar başlıklı 45. maddesi şöyledir:

"Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,

b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,

c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,

d) Kurullara çağrılma,

e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller,

f) Kurum idaresince gerekli görülen hâller.

(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.

(3) Odaların havalandırma bahçesine açılan kapılarının açılış ve kapanış saatleri, kurumların fiziki yapıları, kapasiteleri, mevcutları ve bölgenin coğrafi koşulları değerlendirilerek kurumun iç yönetmeliğinde düzenlenir."

87. Anılan Tüzük'ün "Arama, güvenlik tatbikatı ve sayım" kenar başlıklı 46. maddesinin (6), (7), (8) ve (9) numaralı fıkraları söyledir:

"Sayımlar, Tüzüğün 22 nci maddesinde belirtilen görevliler tarafından, dörtlü vardiya hizmetinin uygulandığı kurumlarda sabah, akşam ve gece olmak üzere günde üç kez, diğer vardiya hizmetlerinin uygulandığı kurumlarda ise her vardiya değişiminde yapılır.

İdare tarafından uygun görülmesi durumunda, her zaman sayım yapılabilir. Olağanüstü durumlarda, kurum en üst amirinin talebi, Cumhuriyet başsavcısının oluru ile dış güvenlik görevlileri sayımlara katılabilir.

Sayımlar, yatma plânları da göz önünde bulundurularak odalarda yapılır. Sayımın yapılış şekli, kurum güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek biçimde odada bulunan hükümlülerin sayısı dikkate alınarak idare tarafından belirlenir.

Arama ve sayımlar sırasında insan onuruna saygı esastır."

88. Anılan Tüzük'ün "Tutuklama kararının yerine getirildiği kurumlar" başlıklı 180. maddesi şöyledir:

"Tutukluluk kararları, 5275 sayılı Kanunun 111 inci maddesinde belirtilen kurumlarda yerine getirilir. Ceza infaz kurumlarının personel, görev, yetki ve sorumlulukları, kurulların oluşumu ve çalışması ile iç güvenlik hususlarıyla ilgili düzenlemeler tutukevlerinde de uygulanır.

Tutuklular, hükümlülerden ayrı binalarda barındırılır. Tutuklular, bağımsız bir bina ayrılması mümkün olmadığı takdirde, kurumlarda, hükümlülerle bağlantısı olmayacak şekilde kendilerine ayrılan bölümlerde kalır. Açık kurumlar ile çocuk eğitimevlerinde tutuklu barındırılmaz.

Ceza infaz kurumlarından hangilerinin tutuklulara tahsis edileceği Bakanlıkça belirlenir."

89. 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan Ceza İnfaz Kurumlarında Bulundurulabilecek Eşya ve Maddeler Hakkında Yönetmelik'in 7. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Hükümlülerin koğuş, oda ve eklentilerinde birer adet palto, manto ve mont, iki adet ceket veya ceket yerine kullanılabilen hırka, dört adet pantolon ve/veya etek, bayan için iki adet elbise, bir takım eşofman, dört adet gömlek, iki adet kazak, iki takım pijama, bir spor ayakkabısı, bir kışlık ayakkabı, bir iskarpin, üç adet tişört, iki adet kravat, bir adet kemer, gerektiği kadar iç çamaşırı, çorap, bir terlik, havlu ve bir bornoz ile kaşkol, 25/11/1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında Kanuna aykırı olmayan bir adet şapka bulundurulmasına izin verilir."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

90. Mahkemenin 21/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

91. Başvurucular,

i. Oğulları Hasan Özer’in kasten öldürme suçundan tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun tek kişilik geçici koğuşunda bulunan duş başlığına boynundan asılı vaziyette ölü olarak bulunduğunu, ölümün devletin gözetiminde gerçekleşmiş olduğunu,

ii. Bu vakıanın son derece kuşkulu bir ölüm olayı olduğunu, oğullarının 2/10/2011 tarihinde yapılan telefon görüşmesinde kendisinin öldürüleceğini söylediğini,

iii. Olay hakkında etkili ve adil bir soruşturmanın yürütülmediğini, delillerin yeterli şekilde toplanıp değerlendirilmediğini, yapılan otopsi sırasında kayıt altına alınması gereken fotoğraf/kamera çekimlerinden elde edilen kayıtların defalarca istemde bulunulmasına rağmen dosya kapsamına alınmadığını, bu kayıtların dosya kapsamına alınmamasının ve karar verme sürecinde tartışılmamış olmasının otopsi sırasında fotoğraf/kamera çekimlerinin yapılmamış olduğunu gösterdiğini, bu kayıtların fekki mezar talepleri bakımından önem arz ettiğini zira adli tıp otoritelerine bu kayıtlar incelettirilerek ölüm sebebi hakkında bir görüş elde edebileceklerini, Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 4/10/2011 tarihli raporunda yer alan tespitlerin otopsi raporunda yer almamasının otopsinin sıhhatini ve bilimselliğini ortadan kaldırdığını, otopsi sırasında alınan kanın toksik inceleme yapılması için İstanbul Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Daire Başkanlığına gönderildiğini, Adli Tıp Kurumunca yapılan inceleme neticesinde kanda 64 mg/dl alkol bulunduğunu, bunun üzerine alkolün ne şekilde ortaya çıktığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğünden rapor istendiğini, bu istem üzerine Adli Tıp Kurumu Kocaeli Şube Müdürlüğü tarafından yoruma dayalı açıklamalar içeren ve hiçbir bilimsel veri sunmayan bir rapor sunulduğunu, raporu hazırlayan adli tıp uzmanın kimya alanı ile hiçbir ilgisinin olmadığını, Cumhuriyet Başsavcılığının ise taleplerine rağmen hiçbir araştırmaya gitmediğini, delillerin soruşturma savcısı tarafından bizzat araştırılmadığını ve delillerin toplanmasının soruşturma sonucunda sorumlu bulunacak kişilere yaptırıldığını, soruşturma sonucunda Ceza İnfaz Kurumundan alınan kamera kayıtlarının çözümünü yapan jandarmanın bilimsellikten uzak rapor hazırladığını, oğullarının 2/10/2011 tarihli telefon görüşmesinde öldürüleceğini söylemesine üzerine Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına şikâyette bulunduklarını ancak şikâyetleri hakkında hiçbir işlem yapılmadan dosyanın Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiğini, başta Ceza İnfaz Kurumu müdürü olmak üzere kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapılmadığını, şüpheli sıfatıyla ifade veren kişilerin beyanlarının doğruluğunun teyit edilmediğini, bu beyanların alınmasından itibaren bir yıl boyunca Cumhuriyet Başsavcılığınca kimsenin beyan ve bilgisine başvurulmadığını, soruşturma sonucunda verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına yaptıkları itirazın gerekçesiz reddedildiğini,

iv. Başvurucular ayrıca oğullarının idarenin bilgisi dâhilinde işkence gördüğünü, otopsi raporunda da belirtildiği üzere oğullarının vücudunda geçmiş tarihli darp ve cebir izlerinin bulunduğunu, oğullarının B-14 No.lu koğuşa gitmek istemediğini ve burada kendisine her türlü eziyetin yapıldığını belirtmesine rağmen Ceza İnfaz Kurumu yönetiminin bu konudakayıtsız kaldığını, bu durumun aynı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan U.A.nın 16/7/2011 tarihli ve B.B.nin 9/4/2013 tarihli beyanlarından da anlaşılacağını ancak Ceza İnfaz Kurumu yönetiminin oğullarına işkence yapılmasına göz yumduğunu, kamu görevlilerine ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığını bu nedenlerle Anayasa’nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı ile işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlalin tespiti ile 120.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

92. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların yaşam hakkı bağlamında temel olarak oğullarının üçüncü kişi ya da kişilerce öldürülmüş olabileceğinden devletin gözetiminde meydana gelen ölüm olayından ve olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesinden şikâyet ettiği anlaşılmaktadır. Bu doğrultuda başvurucuların ölümün üçüncü kişi ya da kişilerce gerçekleştirilmiş olabileceği iddiası ile ölümün devletin gözetiminde gerçekleşmiş olduğu iddiasının yaşam hakkının maddi boyutu yönünden, olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediği iddiasının ise yaşam hakkının usule ilişkin boyutu yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Başvurucular her ne kadar adil yargılanma hakkı ile etkili başvuru hakkınınihlal edildiğini ileri sürmüş ise de başvurucuların bu yöndeki iddialarının yaşam hakkı kapsamında etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

93. İşkence yasağının ihlal edildiği yönündeki iddialar ise ayrıca incelenecektir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

94. Başvurucular oğullarının idarenin bilgisi dâhilinde işkence gördüğünü, otopsi raporunda da belirtildiği üzere oğullarının vücudunda geçmiş tarihli darp ve cebir izlerinin bulunduğunu, oğullarının B-14 No.lu koğuşa gitmek istemediğini ve burada kendisine her türlü eziyetin yapıldığını belirtmesine rağmen Ceza İnfaz Kurumu yönetiminin bu konudakayıtsız kaldığını, bu durumun aynı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan U.A.nın 16/7/2011 tarihli ve B.B.nin 9/4/2013 tarihli beyanlarından da anlaşılacağını, Ceza İnfaz Kurumu yönetiminin oğullarına işkence yapılmasına göz yumduğunu, kamu görevlilerine ilişkin herhangi bir işlem yapılmadığını ileri sürmüştür.

95. Bakanlık görüşünde, kabul edilebilirliğe ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcının 23 Eylül 2012 tarihi olduğu ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararların bireysel başvurunun konusu olabileceği, başvurucuların oğlu Hasan Özer'in C-4 No.lu koğuşta dövülmesi üzerine Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturmanın şikâyetin geri alınması gerekçesiyle 16/11/2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlandığı, bu karara itiraz edildiğine dair bir bilginin bulunmadığı, söz konusu eylemlerin gerçekleştiği iddia olunan tarihin 23 Eylül 2012 tarihinden önce olduğu, Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumunda tehdit edildiğine ve hayati tehlikesinin bulunduğuna dair iddiaların ise ölüm nedeniyle yapılan soruşturmaya dâhil edildiği, başvurunun bu kısmının zaman yönünden kabul edilebilir olup olmadığının takdirinin Anayasa Mahkemesine ait olduğu bildirilmiştir.

96. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında geçici odaların işkence uygulanan yerler olduğunu, oğullarının işkence ve kötü muameleye tabi tutulduğuna dair iddialarının etkili bir şekilde soruşturulmadığını belirtmiştir.

97. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

"Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler."

98. Anılan hüküm uyarınca Anayasa Mahkemesinin yetkisinin zaman bakımından başlangıcı 23/9/2012 tarihi olup Mahkeme ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Anayasa Mahkemesinin yetki kapsamının, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihai işlem ve kararları da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün değildir (Hasan Taşlıyurt, B. No: 2012/947, 12/2/2013, § 16).

99. Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve Mahkemenin yetkisinin geriye yürür şekilde uygulanmaması, hukuk güvenliği ilkesinin bir gereğidir (Zafer Öztürk, B. No: 2012/51, 25/12/2012, § 18).

100. Başvurucular, oğullarının idarenin bilgisi dâhilinde işkence gördüğüne ilişkin somut olarak sadece C-4 No.lu koğuşta dövülmesini göstermiştir. Bu olaya ilişkin yürütülen soruşturma ise Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığının 16/11/2011 tarihli ve Sor. No. 2011/2106, K.2011/1213 sayılı kararıyla Hasan Özer'in yaralarının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, anılan suçun soruşturması ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olduğu, Hasan Özer'in ise Cumhuriyet savcısı huzurunda verdiği ifadesinde şikâyetinin bulunmadığını belirttiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair kararla sonuçlanmıştır. Başvuru dosyasında bu karara itiraz edildiğine dair bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Başvurucular da Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında söz konusu karara karşı itiraz yoluna başvurduklarına ilişkin bir bilgi sunmamıştır. Buna göre kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın 23/9/2012 tarihinden önce kesinleştiği dolayısıyla başvurucuların, Hasan Özer'in idarenin bilgisi dâhilinde C-4 No.lu koğuşta dövülerek işkence ve kötü muamele tabi tutulduğu yönündeki şikâyetlerinin Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi dışında kaldığı anlaşılmaktadır.

101. Açıklanan nedenlerle başvurucuların, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altında alınmış olan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarının zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

102. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin diğer iddiaları ise Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumunda baskıya ve tehdide maruz kaldığı, kötü muameleye tabi tutulduğu yönündeki şikâyetlerinin Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından etkili bir şekilde soruşturulmadığına ilişkindir. Başvurucuların bu iddialarının, Hasan Özer'in ölüm olayı hakkında etkili bir şekilde soruşturma yürütülmediği iddiasının incelendiği bölüm içinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

b. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine ilişkin İddia

103. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle mağdur olan ölen kişilerin yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Hasan Özer, başvurucular Nejla Özer ile Müslim Özer'in oğludur. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

104. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Yaşam Hakkının İhlal edildiğine İlişkin İddia

105. Yukarıda belirtildiği üzere (bkz. § 92) başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının yaşam hakkının maddi ve usul boyutu yönünden ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

106. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

107. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

108. Bu bağlamda Hasan Özer'in yaşamının üçüncü kişi ya da kişilerin eylemlerine karşı koruma yükümlülüğünün yerine getirilmediği yönünden ve Hasan Özer'in yaşamının kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğünün yerine getirilmediği yönününden ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

1. Hasan Özer'in Yaşamının Üçüncü Kişi ya da Kişilerin Eylemlerine Karşı Korunmadığına İlişkin İddia

109. Başvurucular oğullarının ölümünün son derece kuşkulu bir ölüm olayı olduğunu, oğullarının 2/10/2011 tarihli telefon görüşmesinde Ceza İnfaz Kurumu müdürü tarafından öldürüleceğini söylediğini belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

110. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarına göre yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetlerin en dikkatli şekilde incelemeye tabi tutulması gerektiği, AİHM'in delilleri değerlendirirken kullandığı ispat ölçütünün "suçun kesin olarak veya her türlü makul şüpheden uzak olarak kanıtlanmış olması" ölçütü olduğu, böyle bir ispatın yeterli derecede kuvvetli, açık ve birbiri ile uyumlu sonuçların veyaçürütülememiş fiilî karinelerin bir arada var olmasına bağlı olabileceği ifade edilmiştir.

111. Bakanlık görüşünde, somut olayla ilgili olarak otopsi ve olay yeri incelemesi raporlarına göre başvurucuların oğlu Hasan Özer'in kesin ölüm sebebinin asıya bağlı mekanik asfiksi olduğu, Hasan Özer'in ellerinde ve tırnak aralarında herhangi bir boğuşma izi veya doku parçasının bulunmadığı, ölümün gerçekleştiği yerde bulunan fayanslarda mukayeseye elverişli herhangi bir parmak izinin olmadığı, kamera kayıtlarına göre Hasan Özer'in bulunduğu odaya gece boyunca kimsenin girmediğinin anlaşıldığı, Hasan Özer'in bulunduğu odanın karşısında yer alan koğuştaki kişilerin ifadelerinin alınıdığı, bu kişilerin gece boyunca herhangi bir ses duymadıklarını belirttiği bildirilmiştir.

112. Başvurucular, başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

113. Başvurucular, iddialarını kanıtlamak amacıyla ilgili yargı kararları ile diğer bazı belgeleri Anayasa Mahkemesine ibraz etmiştir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların iddialarının sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutulması maksadıyla 11/1/2016 tarihli yazı ile Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığından 2011/2206 soruşturma numaralı dosyanın tamamını talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi; başvuru dosyasına eklenen bu bilgi ve belgelerin, ölümün üçüncü kişi ya da kişilerce gerçekleştirilmiş olabileceği iddiası hakkında değerlendirme yapmaya yeterli olduğu kanaatine ulaşmıştır.

114. Başvurucuların ölümün üçüncü kişi ya da kişilerce gerçekleştirildiği yönündeki iddiasının başvurucular tarafından ortaya konulan deliller ile soruşturma dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ışığında değerlendirilmesi gerekir. Anayasa Mahkemesi tarafından bu bilgi ve belgeler ışığında yapılacak olan değerlendirmede ispat ölçütü olarak "makul şüphenin ötesinde" ilkesinin benimsendiğini ve bu ilkenin uygulanacağını vurgulamak gerekir. Böyle bir ispat, yeteri derecede sağlam, açık ve birbiri ile uyumlu çıkarsamaların ya da aksi ispat edilememiş benzer maddi karinelerin bir arada bulunmasına bağlı olabilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Uçar/Türkiye, B. No: 52392/99, 11/4/2006 § 74; Orhan Türkiye,B. No: 25656794, 18/6/2002, § 264; Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 147).

115. Başvurucular özellikle oğullarının Ceza İnfaz Kurumu müdürü tarafından öldürüleceğini söylemesine vurgu yaparak olayın son derece kuşkulu bir ölüm olduğunu ileri sürmüştür.

116. Hasan Özer'in ası suretiyle yaşamını yitirmiş vaziyette bulunması üzerine Cumhuriyet Savcısı M.E. olaydan haberdar edilmiştir. Cumhuriyet savcısı huzurunda yapılan olay yeri incelemesi neticesinde Hasan Özer'in kaldığı tek kişilik koğuş ile koğuşun banyo ve tuvalet bölümünde şüpheli herhangi bir boğuşma ya da arbede izine rastlanmadığı, Hasan Özer'in ellerinde ve tırnak aralarında boğuşma izi veya doku parçasının olmadığı, duş bölümündeki fayanslarda mukayeseye elverişli herhangi bir parmak izinin bulunmadığı tespitleri yapılmıştır (bkz. § 49). Yapılan ölü muayenesi neticesinde müteveffanın baş bölgesinde herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadığı ancak vücudunda birçok eski yaranın bulunduğu, muhtemel ölüm zamanının yaklaşık beş altı saat öncesi olduğu değerlendirmeleri yapılmış; aynı gün yapılan otopsi işlemi neticesinde de müteveffanın kesin ölüm sebebinin asıya bağlı mekanik asfiksi olduğu sonucuna ulaşılmıştır (bkz. §§ 50, 51). Kişinin alkol, uyutucu maddeve uyuşturucu alıp almadığının tespit edilmesi amacıyla otopsi sırasındaalınan kanın Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesince incelenmesi neticesinde kanda 64 mg/dl etanolün bulunduğu tespit edilmiştir.

117. Bu aşamaya kadar yapılan tespitlere göre kanda 64 mg/dl etanolün bulunması dışında başvurucuların oğlu Hasan Özer'in üçüncü kişi ya da kişilerce öldürülmüş olabileceğini ortaya koyan şüpheli bir durumun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Kanda 64 mg/dl etanolün bulunmasının tek başına cinayet iddiasını doğrulayacak nitelikte olmaması nedeniyle soruşturma aşamasında yapılan diğer araştırmaların değerlendirilmesi ve olayın cinayet olmadığının kesin olarak veya her türlü makul şüphenin ötesinde ortaya konması gerekmektedir.

118. Cumhuriyet Savcısı M.E., sabah sayımı sırasında Hasan Özer'in öldüğünü gören infaz koruma memurları ile Hasan Özer'in kaldığı koğuşun karşısındaki koğuşta bulunan mahkûmları ölüm olayının meydana geldiği gün dinlemiştir. Mahkûmlar, gece boyunca herhangi bir kapı açılma sesi veya boğma ve boğuşma gibi bir ses duymadıklarını belirtmiştir. Dinlenen mahkûmlar ile Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin anlatımları birbiri ile uyumlu olup başvurucuların cinayet iddiasını destekleyecek herhangi bir kayıt içermemektedir (bkz. § 53). Gerek tanık sıfatıyla gerek şüpheli sıfatıyla dinlenen diğer kişilerin beyanlarının da cinayet iddiasını güçlendirecek herhangi bir kayıt içermediği anlaşılmaktadır. Sadece Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan U.A. ve B.B. olayın cinayet olabileceğini ima etmiş ancak onlar da Cumhuriyet savcısı önünde verdikleri ifadelerinde olayın cinayet olduğuna dair görgüye dayalı bilgilerinin bulunmadığını belirtmişlerdir (bkz. §§ 63, 64).

119. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan araştırmalar neticesinde Hasan Özer'in kendisini tehdit ettiğini söylediği Ramazan Gerginyay adında bir hükümlünün Ceza İnfaz Kurumunda bulunmadığı tespit edilmiştir.

120. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 3/10/2011 tarihinden 6/10/2011 tarihi saat 09.00'a kadar geçici 1 No.lu ve geçici 2 No.lu koğuşları gören tüm kamera kayıtlarının çözümünü yaptırmıştır. Resen atanan Bilirkişi M.Ş.nin toplam 118 fotoğrafkullanarak hazırladığı yirmi üç sayfalık rapordan CH-16 nolu güvenlik kamerasının Hasan Özer'in kaldığı geçici 2. No.lu koğuşun kapısını yirmi dört saat gördüğü, geçici 2. No.lu koğuşun kapısının ölümün anlaşılmasından önce en son 5/10/2011 tarihinde ertesi günkü kahvaltının dağıtımı amacıyla saat 18.09.36'da açıldığı, kahvaltılığın koğuşa girilmeden kapı önünden uzatıldığı ve saat 18.10.11'de koğuşun kapısının kapatıldığı, bu saatten sonra kapının gece boyunca açılmadığı anlaşılmaktadır. Anılan raporda, koğuşun kapısının ertesi gün saat 08.04.25'te iki infaz koruma memuru eşliğinde açıldığı, iki infaz koruma memurunun koğuştan içeri girdiği, saat 08.04.44'te içeri giren infaz koruma memurlarından birinin koşarak 2 No.lu geçici koğuştan dışarı çıktığı, içeride bulunan diğer infaz koruma memurunun ise saat 08.04.50'de 2 No.lu geçici koğuştan dışarı çıkarak kapıyı kapattığı belirtilmektedir (bkz. § 60). Başvurucular her ne kadar bilirkişi raporunun bilimsellikten uzak olduğunu iddia etmişse de resen atanan bir bilirkişin toplam 118 fotoğraf kullanarak ayrıntılı bir şekilde hazırlamış olduğu raporda verilen bilgilerden kuşkulanılmasını gerektirecek bir husus tespit edilememiştir.

121. Bilirkişi raporunda olayların fotoğraflar ile desteklenerek dakikası dakikasına anlatıldığı, Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından dinlenen tanıkların anlatımları ile kamera kayıtlarının örtüştüğü dikkate alındığında koğuşun kapısının 5/10/2011 günü saat 18.10.11'den 6/11/2011 günü saat 08.04.25'e kadar açılmadığı hususundan şüphelenilmesinigerektirecek bir durum bulunmamaktadır. Geçici 2 No.lu koğuşun havalandırma bahçesine bakan pencerelerinin dış bölümünde parmaklıkların bulunması (bkz. § 49) ve karşı koğuştaki mahkûmların gece boyunca herhangi bir ses duymadıklarını belirtmesi karşısında havalandırma bahçesine bakan pencerelerden koğuşa girildiğinin kabul edilmesi de makul gözükmemektedir. Kaldı ki başvurucunun kaldığı odada herhangi bir olağanüstülük tespit edilemediği gibi koğuşta arbede yaşandığına dair bir iz bulunamamıştır. Ayrıca ölü muayenesi raporunda muhtemel ölüm zamanının yaklaşık beş altı saat öncesi olduğu belirtildiğinden (bkz. § 50), ölümün 5/10/2011 günü saat 18.10.11'den önce gerçekleşmediği de anlaşılmaktadır. Tüm bu hususlar dikkate alındığında soruşturma makamlarının Hasan Özer'in intihar ettiği yönündeki tespitinden ayrılmayı gerektirecek geçerli bir nedenin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

122. Açıklanan nedenlerle Hasan Özer'in yaşamının üçüncü kişi ya da kişilerin eylemlerine karşı korunamadığı yönündeki şikâyetler yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

 2. Hasan Özer'in Yaşamının Kendi Eylemlerine Karşı Korunmadığına İlişkin İddia

123. Başvurucular oğulları Hasan Özer’in kasten öldürme suçundan tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun tek kişilik geçici koğuşunda bulunan duş başlığına boynundan asılı vaziyette ölü olarak bulunduğunu, ölümün devletin gözetiminde gerçekleşmiş olduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

124. Bakanlık görüşünde, AİHM’nin devletin yaşamı koruma yükümlülüğünü devletin egemenlik alanında bulunan kişileri intihara karşı korumayı kapsayacak şekilde yorumladığı belirtildikten sonra konuya ilişkin AİHM kararlarına yer verilmiştir. Bakanlık, AİHM’nin bu konudaki kararlarında bireyin kendisine karşı bir risk oluşturduğunu biliyor olması veya bilmesi gerektiği hâlde makul tedbirleri almamasının devletin sorumluluğunu doğurabileceğini, bu itibarla her türlü özgürlükten mahrumiyetin doğası gereği tutuklu veya hükümlü kişinin psikolojisinin bozulmasına neden olduğunu dolayısıyla bunun kırılgan ve korumasız bir kişinin intihar etme riskini artırabileceğini, bu yüzden ulusal mevzuatın ceza infaz kurumu yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklediğini, bununla birlikte intihar olaylarında devletin yerine getirmesi gereken pozitif yükümlülüklerin kapsamının belirlenmesinde insan davranışlarının “öngörülemezliği” ilkesinin de gözden kaçırılmaması gerektiğini belirttiği ifade edilmiştir.

125. Bakanlık görüşünde somut olayla ilgili olarak Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre boyunca tespit edilebilen psikolojik tutumuna ve Ceza İnfaz Kurumu tarafından alındığı belirtilen önlemlere işaret edilmiş, Hasan Özer'in intiharının öngörülebilir olup olmadığının ve bu intihar olayına ilşkin bir ihmalin bulunup bulunmadığının takdirinin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

126. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı özetle ölüm olayının intihar olduğu kabul edilse bile oğullarının psikolojik rahatsızlığının teşhisi ve tedavisi için gerekli tedbirlerin alınmadığını, kamu görevlilerinin bu ölüme karşı kayıtsız kaldığını belirtmiştir.

127. Devletin, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğünün bulunduğunuyeniden vurgulamak gerekir (bkz. § 107).

128. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

129. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, § 74). Cezaevlerinde gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için cezaevi yetkililerinin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, 3/4/2001, § 90, 91; Tanrıbilir/Türkiye, B. No: 21422/93, 16/11/2000, § 74). Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 53; Sadık Koçak ve diğerleri, § 74). Bu çerçevede Anayasa Mahkemesince yapılacak incelemede, basit bir ihmali veya değerlendirme hatasını aşan bir kusurun cezaevi yetkililerine atfedilebilip atfedilemeyeceğinin ortaya konulması gerekmektedir.

130. Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmaları ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak psikolojik sağlıkları bozulabilmekte dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin intihar etme riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin, cezaevi yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi ve tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle cezaevinde kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi ve gerektiğinde doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan bu konuda meyli olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi ve intihar eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara, kemer, çamaşır ipi veya ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konması şeklinde bu tip risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 73).

131. Bu bağlamda kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmeyecek ölçüde bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme ihtimalini en aza indirecek tedbirlerin alınması yetkililerden beklenebilecektir. Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74).

132. Yaşam hakkı kapsamında devletin öncelikle yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir (§ 127). Aynı yükümlülük ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek takip, kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin yukarıda yer verilen mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği görülmektedir (bkz. §§ 73-88). Başvurucular tarafından bu konuda ileri sürülen bir eksiklik bulunmadığı gibi başvuru konusu olay açısından, Anayasa Mahkemesi tarafından resen gözetilmesi ve incelenmesi gereken bir hususun da bulunmadığı anlaşılmıştır.

133. Dolayısıyla mevcut başvuruda, yukarıda yer verilen ilkeler çerçevesinde öncelikle Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin Hasan Özer'in kendini öldürme riskini bilip bilmediklerinin veya bilmelerinin gerekip gerekmediğinin ortaya konması gerekmektedir.

134. Başvurucuların oğlu Hasan Özer, Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu koğuşta yangın çıkardığı gerekçesiyle yirmi gün hücreye koyma cezası ile cezalandırılmış ve bu olay sonrasında 4/9/2010 tarihinde disiplin nedeniyle Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Hasan Özer'in dosyasına vakıf olan Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu idaresinin Hasan Özer'in bu eyleminden haberdar olmaması mümkün değildir.

135. Hasan Özer, vücudunun çeşitli yerlerine jilet atmak suretiyle birçok defa kendisine zarar vermiş ve koğuş arkadaşlarıyla sürekli sorun yaşamıştır. Koğuş arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlar nedeniyle birçok defa koğuşu değiştirilen Hasan Özer, gerek kendisine zarar vermesinden gerekse koğuş arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlardan dolayı disiplin soruşturmaları geçirmiştir.

136. Hasan Özer, psikolojik sorunlar yaşadığını belirterek müteaddit defa Ceza İnfaz Kurumu psikoloğu ile görüşme talebinde bulunmuştur. Kurum psikoloğu tarafından yapılan görüşmeler neticesinde Hasan Özer'de yoğun anksiyetenin ve kendine zarar verme davranışının olduğu değerlendirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan infaz koruma memurları ile diğer yöneticiler de ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturma sırasında verdiği ifadelerinde Hasan Özer'in birçok defa kendini kesme eyleminde bulunduğunu ve psikolojik sorunlarının olduğunu belirtmişlerdir.

137. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Hasan Özer'in kendisine ya da diğer kişilere zarar verme riskinin bulunduğunun Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince bilindiğinin, en azından bilinmesi gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir.

138. Bu durumda somut olayın koşullarında Hasan Özer'in sağlığının korunması ve kendisine veya diğer kişilere zarar vermemesi açısından yetkililer tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınması gerektiği açıktır.

139. 5275 sayılı Kanun'un 111. maddesine göre tutukluların tutukevlerinde veya maddi olanak bulunmadığı hâllerde diğer kapalı ceza infaz kurumlarının bu amaca ayrılmış bölümlerinde tutulması; tutukluların ayrıca büyükler, kadınlar, gençler, çocuklar olmak üzere ve suç türleri de gözetilerek ayrı yerlerde barındırılması gerekir. İnfaza ilişkin ilgili Tüzük'ün 180. maddesinde ise tutukluluk kararlarının 5275 sayılı Kanun'un 111. maddesinde belirtilen kurumlarda yerine getirileceği, tutukluların hükümlülerden ayrı binalarda barındırılması, tutuklulara bağımsız bir bina ayrılması mümkün olmadığı takdirde tutukluların ceza infaz kurumlarında hükümlülerle bağlantısı olmayacak şekilde ayrı bölümlerde kalması gerektiği belirtilmiştir.

140. Somut olayda kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla Küçükçekmece 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 1/1/2007 tarihli kararı ile tutuklanan Hasan Özer'in yargılaması, ölüm olayının yaşandığı 6/10/2011 tarihinde Bakırkör 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/281 Esas sayılı dava dosyası üzerinden devam etmektedir. Hakkında kesinleşmiş herhangi bir mahkûmiyet kararı da bulunmayan Hasan Özer, Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır ve Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevkle geldiği tarihte henüz yirmi bir yaşını doldurmamıştır. Dolayısıyla Hasan Özer'in Kocaeli 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevkle geldiği tarihte Ceza İnfaz Kurumunun genç tutuklulara ayrılmış bölümüne alınması ve burada tutulması, yirmi bir yaşını doldurmasından sonra ise yetişkin tutukluların bulunduğu bölüme aktarılması gerekirken Ceza İnfaz Kurumuna geldiği andan itibaren hiçbir gözlem ve sınıflandırmaya tabi tutulmadan hem büyüklerin hem de hükümlülerin kaldığı koğuşlarda barındırıldığı görülmektedir.

141. Hasan Özer'in olay tarihinde yürürlükte bulunan mevzuata aykırı olarak hükümlülerin bulunduğu bir koğuşta tutulmasının trajik bir şekilde kendini öldürmesiyle sonuçlanan mevcut sorunlarına katkıda bulunmadığını söylemek güçtür. Hasan Özer'in Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı bir dilekçesinde kaldığı koğuşlarda yaşadığı sorunlar nedeniyle disiplin cezası aldığını, katıldığı her duruşmadan sonra kendisine zarar verdiğini belirttiği (bkz. § 16), Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadesi alınan İ.Ö. adlı bir tanığın ise Hasan Özer'in tahliye olacağını düşünerek bütün eşyalarını ailesine gönderdiği yönündeki beyanları (bkz. § 55) dikkate alındığında Hasan Özer'in her duruşma öncesindeyoğun bir şekilde tahliye olacağı inancı ile hareket ettiği ve tahliye edilmemesi hâlinde kendine zarar verme eğilimi gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu durumdaki bir tutuklunun kendisi ile benzer durumda olmayan ve benzer psikolojiyi paylaşmayan hükümlülerle birlikte tutulmasının mevcut olan psikolojik sorunlarını etkilemediğinin söylenemeyeceği değerlendirilmektedir.

142. İkinci olarak Hasan Özer'in psikolojik sorunlarına ilişkin gerekli tıbbi yardımın sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

143. 5275 sayılı Kanun'un 71. maddesinde ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbi araçlardan yararlanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Aynı maddede hükümlü ve tutukluların öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirileceği hükme bağlanmıştır. 5275 sayılı Kanun'un bu maddesi ile tutuklu ve hükümlülerin ruh ve beden sağlığına ilişkin mevzuatta bulunan diğer hükümler dikkate alındığında sağlık sorunları bulunan tutuklu ve hükümlülerin durumlarına göre kurum revirinde yahut devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi imkânına sahip olduğu anlaşılmaktadır.

144. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı 31/10/2012 tarihli yazı ile Hasan Özer'in psikolojik tedavi görüp görmediğini, tedavi görmüş ise bu hususta düzenlenen tüm raporların gönderilmesini Ceza İnfaz Kurumundan talep etmiştir. Ceza İnfaz Kurumunun 5/11/2012 tarihli cevap yazısına göre başka bir ceza infaz kurumundan sevkle gelen Hasan Özer ile 8/9/2010 tarihinde ilk görüşmenin yapıldığı ve Hükümlü/Tutuklu Ön Görüşme Tanıma Takip Formu'nun doldurulduğu, Hasan Özer'in verdiği dilekçelere istinaden bir defa Kurum psikoloğu ile birkaç defa da sosyal çalışmacı ile görüşme yapıldığı, yapılan görüşmeler neticesinde Hasan Özer'in öfke kontrol programından faydalanmasının uygun olacağının düşünüldüğü ancak Kurumda öfke kontrol programının açılmamış olması nedeniyle bireysel görüşmelerle desteklenmesinin planlandığı anlaşılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu yazısı dikkate alındığında Hasan Özer'in psikolojik sorunları nedeniyle Kurum revirinde yahut devlet veya üniversite hastanelerinde tedavi aldığına ilişkin bir kayıt yer almamaktadır.

145. Daha önceden de kendisine zarar veren ve koğuşunda yangın çıkarma eyleminde bulunan Hasan Özer 28/9/2011, 1/10/2011, 3/10/2011 ve 4/10/2011 tarihlerinde vücudunun muhtelif yerlerini kesmek suretiyle kendisine zarar vermiştir. Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin bu olaylara yönelik müdahalesi ise genel olarak Hasan Özer'in fiziki yaralarının tedavi edilmesini sağlamak ve olay hakkında disiplin soruşturması başlatarak Hasan Özer'i cezalandırmak olmuştur. Oysa bu tür olaylarda kişinin fiziki yaralarının iyileştirilmesi kadar psikolojik sorunlarının düzeltilmesi için de çaba sarf edilmesi, üzüntü verici bu tarz eylemlerin tekrarlanmasını önlemek bakımından oldukça önemlidir. Ancak somut olayda yetkili makamların, Hasan Özer'in ihtiyaç duyduğu psikolojik desteğin sağlanması ve tekrar bu tür girişimlerde bulunmasının önlenmesi amacıyla kendilerinden makul olarak beklenebilecek her şeyi yerine getirdiğinin söylenemeyeceği değerlendirilmektedir.

146. Son olarak belirtmek gerekir ki Hasan Özer'in kendine zarar verme eylemlerinin 4/10/2011 tarihli duruşma gününün öncesinde yoğunlaştığı gerçektir. Hasan Özer, yukarıda da belirtildiği üzere Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı bir dilekçesinde, katıldığı her duruşmadan sonra kendisine zarar verdiğini belirtmiştir. Bu hususlar dikkate alındığında Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin -özellikle duruşma öncesinde ve sonrasında- Hasan Özer'e daha dikkatli yaklaşmaları ve yeterli gözetimi sağlamaları gerekmektedir. Ancak başvuru dosyasında, Hasan Özer ile duruşma öncesinde ve sonrasında özel olarak ilgilenildiğine veya Hasan Özer'in geçici odaya alınması dışında özel olarak gözetim altında tutulduğuna ilişkinherhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

147. Tüm bu koşullar birlikte değerlendirildiğinde Ceza İnfaz Kurumu görevlileri tarafından yetkileri çerçevesinde Hasan Özer'in ölümünün önlenmesi için gerekli tedbirlerin alındığı söylenemeyecektir.

148. Açıklanan nedenlerle Hasan Özer'in yaşamının kendi eylemlerine karşı korunamaması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkı Kapsamında Etkili Bir Soruşturma Yürütülmediğine İlişkin İddia

149. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 91) oğullarının ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür.

150. Bakanlığın konu hakkındaki görüşünde öncelikle AİHM içtihatlarına değinilmiş ve bu içtihatlara göre şüpheli bir ölüm olayının varlığı durumunda etkili bir soruşturma yapılması gerektiği, bu yükümlülüğün bir devlet görevlisinin sebep olduğu öldürmelerle sınırlı olmadığı, bir soruşturmanın asgari düzeyde etkili olmasını sağlayan incelemenin niteliği ve derecesinin her davanın kendi koşullarına bağlı olduğu belirtilmiştir.

151. Bakanlık görüşünde mevcut başvuru ile ilgili olarak başvurucuların oğlu Hasan Özer'in ölümü sonrasında Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatıldığı, olayın hemen akabinde olay yeri incelemesinin yapıldığı ve ölü muayene tutanağının düzenlendiği, ölüm olayının meydana geldiği gün uzman bir hekim tarafından otopsi yapıldığı, ölüm nedeninin asıya bağlı mekanik asfiksi olarak değerlendirildiği, otopsi raporunda Hasan Özer'in vücudundaki yara izlerinin yaklaşık 7-10 günlük olduğunun belirtildiği, olay hakkında bilgi sahibi olabilecek kişiler ile şüpheli konumundaki kişilerin dinlendiği, elde edilen tüm deliller değerdirilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ifade edilmiştir.

152. Başvurucular Bakanlık görüşüne karşı özetle ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini, henüz otopsi bile yapılmamışken tutanaklarda "intihar eden" kavramının kullanıldığını, soruşturmanın açıldığını ancak sonuç alıcı işlemlerin yapılmadığını, olay mahallinde ve çevresinde keşif yapılmadığını ileri sürmüş ve genel olarak başvuru formundaki iddialarını tekrarlamışlardır.

153. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usul boyutu, yaşanan ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturmanın yürütülmesini gerektirmektedir. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

154. Yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza soruşturması yürütülmesini gerektirmemektedir. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Ancak somut olay açısından yetkili ve sorumlu kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almama gibi bir durumun bulunup bulunmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu gibi durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 60-62).

155. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında varsa sorumluları ve sorumluluklarını tespit etmek üzere adalet önüne çıkarılmalarını sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi hükümleri başvuruculara üçüncü tarafları belirli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği, tüm yargılamaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma yükümlülüğü verdiği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

156. Soruşturmanın etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma makamlarının resen harekete geçmesi ve ölüm olayını aydınlatabilecek sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57; Sadık Koçak ve diğerleri, § 94 ).

157. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

158. Yukarıda sayılanlara ek olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızla gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

159. Ayrıca soruşturmada görevli olan kişilerin, olayların içinde olan veya olması muhtemel olan kişilerden bağımsız olmaları gerekmektedir. Bu durum sadece hiyerarşik ya da kurumsal bir bağlantının bulunmamasını değil aynı zamanda pratik bağımsızlığı da gerektirir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, § 177).

160. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin, başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün “şüpheli” olduğuna dair iddialarının soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

161. Başvuru konusu olayda yürütülen soruşturma işlemlerine bakıldığında başvurucuların oğlu Hasan Özer’in kasten öldürme suçundan tutuklu olarak bulunduğu Kocaeli T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun tek kişilik geçici koğuşunda bulunan duş başlığına boynundan asılı vaziyette ölü olarak bulunması olayı ile ilgili olarak Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen bir soruşturmanın başlatıldığı, ölüm olayının öğrenilmesinden kısa bir süre sonra Cumhuriyet savcısı eşliğinde detaylı bir olay yeri incelemesi ile ölü muayenesinin yapıldığı, olay yerinin fotoğraflarının alındığı ve krokisinin çizildiği, ölü muayene sırasında gerekli fotoğraflamanın yapıldığı, ardından otopsi işlemine geçildiği, otopsi raporuna göre Hasan Özer'in kesin ölüm sebebinin asıya bağlı mekanik asfiksi olarak tespit edildiği, olayla ilgili bazı kişilerin şüpheli ve tanık sıfatıyla dinlendiği, Ceza İnfaz Kurumunun güvenlik kameraları kayıtlarının bilirkişi marifetiyle çözümü yapılarak incelendiği ve elde edilen delillerin değerlendirilmesi neticesinde Hasan Özer'in intihar etmesinde intihara teşvik, telkin ve yardıma dair bir delil olmadığı, Hasan Özer'in kendi hayatına son vermek suretiyle intihar ettiği sonucuna varılarak şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği ve anılan karara yapılan itirazın reddedildiğigörülmektedir.

162. Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan araştırmalar dikkate alındığında soruşturmada sadece Hasan Özer'in üçüncü kişi ya da kişilerce öldürülüp öldürülmediğine odaklanıldığı ancak Hasan Özer'in intihar etmesine yol açan sebepler ile varsa sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması hususunda kapsamlı bir araştırmanın yapılmadığı görülmektedir. Başka bir anlatımla Hasan Özer'in üçüncü kişi ya da kişilerin eylemi neticesinde öldürülüp öldürülmediği hususu etkili bir şekilde araştırılarak ortaya konmakla birlikte ölüm olayının cinayet iddiası dışındaki diğer yönlerinin ortaya konamadığı ve varsa sorumlu kişilerin belirlenebilmesine imkân tanıyan etkili bir soruşturmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu bağlamda ayrıca belirtmek gerekir ki başvurucular her ne kadar otopsi raporunun yetersiz ve bilimsellikten uzak olduğunu, Bakırköy Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 4/10/2011 tarihli raporunda yer alan tespitlerin otopsi raporunda yer almadığını ileri sürmüş ise de genel olarak her iki raporun birbiri ile örtüştüğü, başvuru dosyasına sunulan bilgi ve belgelere göre kesin ölüm sebebini asıya bağlı mekanik asfiksi olarak değerlendiren otopsi raporundan kuşku duyulmasını gerektirecek bir hususun bulunmadığı görülmektedir.

163. Öncelikle belirtmek gerekir ki Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 16/10/2012 tarihli ve 61 sayılı emri ile Başkontrolör Ali M. tarafından Hasan Özer'in ölüm olayı hakkında hazırlanan özel denetim raporunda, önemli sayıdaki tutuklu ve hükümlünün C-4 No.lu koğuşta bulunan İ.K.nin diğer hükümlü ve tutuklulara küfür ettiği, fiziki güç kullandığı, hakarette bulunduğu ve psikolojik baskı yaptığı yönünde iddialar dile getirdiği belirtilmiştir (bkz. § 73). Hasan Özer, bir dönem C-4 No.lu koğuşta kalmış ve koğuşta bulunan diğer hükümlü ve tutuklularca dövülmüştür (bkz. §§ 18-24). Bazı mahkûmlar ise soruşturma sürecinde Hasan Özer'in rızası dışında birçok defa odasının değiştirildiği, sıkıntılı odalara verildiği ve Ceza İnfaz Kurumu idaresi tarafından baskıya maruz bırakıldığı şeklinde ifadeler vermiştir (bkz. §§55, 63, 64). Tüm bu hususlar dikkate alındığında Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumu idaresince baskı altında tutulup tutulmadığı konusunda ciddi tereddütler ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple Hasan Özer'in Ceza İnfaz Kurumu idaresince gerçekten baskı altında tutulup tutulmadığı, baskı altında tutulmuşsa bu olayların intihar olayına etkisi hususunda daha kapsamlı bir soruşturma yapılması gerektiği değerlendirilmiştir. Oysa Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından şüpheli sıfatıyla sadece bir kamu görevlisi dinlenmiş, tanık sıfatıyla dinlenen diğer Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin ise sadece ölüm olayına ilişkin bilgisine başvurulmuş ancak ölüm olayının öncesi hakkında Hasan Özer'i intihara sürükleyebilecek ihmaller hakkında yeterli bir araştırma yapılmamıştır. C-4 No.lu koğuşta bir baskı ortamın bulunup bulunmadığı, eğer böyle bir ortam bulunuyorsa neden bu duruma göz yumulduğu, C-4 No.lu koğuşun sorunlu bir oda olduğu Ceza İnfaz Kurumu idaresince biliniyorsa neden psikolojik sorunları olan Hasan Özer'in bu koğuşa bir müddet verildiği, verilmesinin gerçekten Hasan Özer üzerine baskı kurma amaçlı olup olmadığı, Hasan Özer'in kaldığı diğer koğuşlarda da C-4 No.lu koğuşta anlatılan gibi bir durumunun olup olmadığı Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığı tarafındanaraştırılmamıştır. Ayrıca Hasan Özer'in sürekli kendine zarar verme eylemlerinde bulunması hiç sorgulanmamış, Hasan Özer'in bu eylemlerinin sebepleri hakkında bir araştırma yapılmamıştır.

164. Başvurucuların ileri sürdüğü ve yaşamı koruma yükümlülüğü konusunda inceleme yapılan bölümde ortaya konduğu üzere Hasan Özer'in ölümüne neden olan eyleminden önce bu şekilde bir eylemde bulunabileceğine dair pek çok belirti olduğu ve bu belirtiler dikkate alınarak yetkililerin daha ileri düzeyde tedbirler almalarının kendilerinden beklenebileceği ancak Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin Hasan Özer'in yaşam hakkının korunması noktasında ihmallerin bulunduğu tespit edilmiştir (bkz. §§ 133-147). Ancak olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın, kapsamı ve sonuçları itibarıyla söz konusu ihmallerin ortaya çıkarılmasını ve gerekiyorsa sorumluların cezalandırmasını sağlayacak nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.

165. Başvurucular tarafından ayrıca, delillerin soruşturma savcısı tarafından bizzat araştırılmadığı ve delillerin toplanmasının soruşturma sonucunda sorumlu bulunacak kişilere yaptırıldığı yönünde iddialar ileri sürülmüş ise de bu açıklamaların soyut bir şekilde dile getirildiği ve bu konuya ilişkin yeterli bir somutlaştırma yapılmadığı görülmektedir. Ölüm olayının öğrenilmesinden yaklaşık bir saat sonra Cumhuriyet savcısının olay yerine gittiği, Cumhuriyet savcısının eşliğinde ve talimatları doğrultusunda olay yeri incelemesi ile ölü muayene ve otopsi işlemlerinin yapıldığı, soruşturma kapsamında yapılan diğer işlemlerin de Cumhuriyet savcısının emri ve talimatları doğrultusunda ve onun nezaretinde yapıldığı dikkate alındığında soruşturmanın bağımsız olmadığı veya taraflı yürütüldüğü kanaatine varılmasını sağlayacak bir husus tespit edilmemiştir. Ayrıca 6/10/2011 tarihinde resen başlatılan ve kovuşturmaya yer olmadığı kararına yapılan itirazın reddedilmesiyle 27/3/2013 tarihinde on beş ay gibi bir sürede sona eren soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılmadığı söylenemez. Soruşturmanın bu yönlerinde yaşam hakkının usul boyutunu ihlal edecek bir eksiklik bulunmadığını ayrıca belirtmek gerekir.

166. Soruşturmanın etkililiği konusunda bu bölümde yer verilen değerlendirmeler bir bütün hâlinde ele alındığında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konamadığı, olası sorumlu kişilerin belirlenmediği dolayısıyla somut olayda yürütülen soruşturmanın teoride olduğu gibi fiilen de hesap verilebilirliği sağlayamadığı kanaatine varılmıştır.

167. Açıklanan nedenlerle somut olayda yürütülen ceza soruşturmasında yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

168. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

169. Başvurucular, Anayasa’nın 17., 19., 36. ve 40. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğinin tespiti ile 120.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucular, maddi tazminat talebinde bulunmamıştır.

170. Başvurucuların oğlu Hasan Özer'in yaşamının kendi eylemlerine karşı korunamaması ve ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

171. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

172. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiş olması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müşterek olarak net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

173. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İşkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Hasan Özer'in yaşamının üçüncü kişi ya da kişilerin eylemlerine karşı korunmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

2. Hasan Özer'in yaşamının kendi eylemlerine karşı korunmadığına ilişkin iddia yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Kandıra Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müşterek olarak net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREK OLARAK ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

21/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ESMA ÇELEBİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/17591)

 

Karar Tarihi: 19/4/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 31/5/2017-30082

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Nahit GEZGİN

Başvurucu

:

Esma ÇELEBİ

Vekili

:

Av. Egemen GÜRCÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; ruh ve sinir hastalıkları hastanesine götürülmek istenen şizofreni hastasının kolluk tarafından orantısız güç kullanılması ve sağlık personelinin müdahalesi sonucu yaşamını yitirmesi ile bu olayla ilgili olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağı ile yaşama hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, 1976 doğumludur ve Tekirdağ'da yaşamaktadır. Başvurucunun birlikte yaşadığı eşi 1979 doğumlu Ali Çelebi'ye (A.Ç.) olay tarihinden önce sağlık kuruluşları tarafından şizofreni tanısı konmuştur.

10. A.Ç. birer yıllık aralıklarla ailesi tarafından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine (Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) götürülerek belirli bir süreyle burada kalmakta ve kendisinin tedavisine bu şekilde devam edilmektedir.

11. A.Ç. olay tarihinden on beş yirmi gün önce saldırgan tavırlar sergilemeye ve başvurucuyla müşterek olarak yaşadıkları evdeki eşyalara -evin balkonundan atarak veya başka şekillerde- zarar vermeye başlamıştır. Yakınları, kendisine veya çevresindekilere zarar vereceğinden endişelenerek A.Ç.yi yeniden Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürmeye karar vermiş ve bunun için İstanbul'daki özel bir hastanede ambulans şoförü olarak görev yapan R.K. ile görüşerek belli bir ücret karşılığında anlaşmışlardır.

12. Olay tarihi olan 4/8/2013 günü söz konusu özel hastanenin ambulansı, başvurucuyla A.Ç.nin birlikte yaşadığı eve gelmiştir. Ambulansta başvurucunun daha önce görüştüğü şoför R.K. dışında, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki hasta bakıcılığı görevinden 2010 yılında emekli olmuş Ş.B. ve kendi beyanına göre başka bir özel hastanede hemşire olarak görev yapan Ö.A. bulunmaktadır. Olaya ilişkin soruşturmada dinlenen bazı tanıklar, ambulansta bir kişinin daha bulunduğunu söylemişlerse de söz konusu soruşturmada böyle bir kişinin varlığı tespit edilmemiştir.

13. A.Ç. başvuru belgelerinden -otopsi raporundan- anlaşılabildiği kadarıyla 185 cm boyunda ve 116 kg ağırlığında iri cüsseli biridir ve ambulans eve geldiğinde de saldırgan davranışlarını sürdürmektedir. A.Ç. ambulansla gitmek istememiş ancak yakınlarının ilçedeki devlet hastanesine kontrol için götürülüp sonrasında hemen geri getirileceğini söylemeleri üzerine saldırgan tavır sergilemesi neticesinde çağrılan jandarma kuvvetlerinin olay yerine gelmesinden sonra gitmeye ikna olmuştur.

14. Ö.A. evden ayrılmadan önce A.Ç.ye sakinleşmesi için ilaç enjekte etmiş, ardından A.Ç. jandarma eşliğinde bir sedyeye yatırılıp bağlandıktan sonra ambulansa bindirilebilmiştir. Daha sonra ambulans, içinde A.Ç.nin annesi D.Ç. de olduğu hâlde Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine doğru yola çıkmış; başvurucu Esma Çelebi ile arkadaşları T.Ç. ve B.A.Ç. de başka bir araçla ambulansı takip etmeye başlamışlardır. Jandarma kuvvetleri ise Tekirdağ'da kalmışlardır.

15. Ambulans şehirler arası yolda Ruh ve Sinir Hastanesine doğru ilerlerken A.Ç.ye enjekte edilen sakinleştirici ilacın etkisi geçmiş ve A.Ç. etrafa baktığında ilçedeki Devlet Hastanesinden başka bir yere götürüldüğünü anlayarak hırçınlaşmaya başlamıştır. Ardından bağlı olduğu kayışları kopartarak sedyeden kurtulmuş ve ambulansın kapı camını tekmeleyerek kırmıştır. Ayrıca yanında oturan Ş.B.ye saldırarak sol kolundan basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte onu yaralamıştır.

16. Bunun üzerine ambulans şoförü R.K. ambulansı durdurarak arka kapıyı açmış, A.Ç. de açık olan bu kapıdan çıkarak yakındaki ağaçlık alana kaçmıştır. Ambulansın arkasından başka araçla gelen başvurucu ve arkadaşlarının bu ağaçlık alanda bir süre aramalarına rağmen onu bulamamaları üzerine ambulans ve diğer araçtakiler, son çare olarak eve dönmüş ve A.Ç.nin gelmesini beklemeye başlamışlardır.

17.A.Ç. ise bir süre sonra kaçtığı yerden başka bir bölgedeki akaryakıt istasyonunag elmiş ve burada akaryakıt alıp aracını temizletmek için bulunan T.S. isimli kişiden kendisini evine götürmesini istemiştir. A.Ç. akaryakıt istasyonuna geldiğinde T.S.nin anlatımına göre A.Ç.nin ayakkabıları yoktur, sağ eli ve ayakları kanlıdır, ayrıca sağ şakak kemiğinin bulunduğu bölgede ve dizlerinde kızarıklık bulunmaktadır.

18. T.S.nin söylediğine göre A.Ç.ye yardım etmek için onu evine götürmeye karar vermiş, aynı zamanda tavırları ve görünüşü nedeniyle kendisinden korkmuş ve çekinmiştir. T.S.nin aracıyla yola çıktıklarında A.Ç. eşini ve ağabeyini öldüreceğini söyleyip zaman zaman anlamsız bir şekilde bağırmakta, ayrıca aracın ön ve arka kapı arasında bulunan direk kısmına eliyle vurmaktadır.

19. T.S. ve A.Ç. bir süre sonra A.Ç.nin evine gelmişlerdir. A.Ç. araçtan inmeden arkadaşı T.Ç.yi yanına çağırmış ve ardından hep beraber aynı araçla A.Ç.nin akrabası olan S.F.nin Kapaklı Semti'ndeki evine gitmişlerdir. T.S., A.Ç.yi ve T.Ç.yi bıraktıktan sonra buradan ayrılmıştır. Ancak söylediğine göre ayrılacağını A.Ç.ye söylemekten tavırları nedeniyle çekinmiş ve bir bahane uydurup araçtan inmemeyi başararak olay yerinden uzaklaşabilmiştir.

20. T.S.nin olaydan sonra 5/8/2013 tarihinde Çerkezköy Emniyet Asayiş Müdürlüğünde (Asayiş Müdürlüğü) alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

"... marka araçtan ... daha önceden çalıştığım marketten alışveriş yapmasından dolayı tanıdığım bir erkek şahıs indi, şahsın adını bilmiyorum, ayaklarında ayakkabıları yoktu, üzerinde tişört ve şort vardı. Sağ elinde kan ve ayaklarında kan vardı, başının sağ şakak kemiğinin bulunduğu yerde kızarıklık vardı, sanki başını bir yere vurmuş veya başına birisi bir şey vurmuş gibi görünüyordu, dizlerinde de kızarıklık vardı, sanki biriyle boğuşmuş veya sürüklenmiş gibi görünüyordu, ... şahsı aracımın ön koltuğuna aldım. Şahıs bana kavga ettiğini söyledi oysa ben ona hiçbir şey sormamıştım. Görünüş itibarıyla benim 2-3 katımdı, akli dengesi bozuk gibi görünüyordu, bu sebeple çekindiğim için hiçbir şey sormadım. ... öldüreceğini söylüyordu, evde emanet olduğunu söyleyerek sanki silaha benzer bir şey olduğunu ima ediyordu. ... Kapaklı'ya giderken arkada oturan ismini bilmediğim şahsa hitaben 'emanetleri çantaya koy ve bana getir' diyordu, sanki gittiği yerde silah ve benzeri malzeme bulunduğu imasında bulunuyordu..."

21. A.Ç.nin S.F.nin evine gittiğini öğrenen annesi D.Ç., ambulansla Kapaklı Polis Merkezine (Polis Merkezi) gelerek buradaki polis memurlarına A.Ç.nin kendisine ve çevresindekilere zarar verebileceğini söylemiş; Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine nakli konusunda onlardan yardım istemiştir. D.Ç., ambulansla gelenlere de daha önce ve Polis Merkezine birlikte giderlerken oğlunun bir süredir çok tehlikeli ve saldırgan davranışlar sergilediğini, bu nedenle derhâl ve mutlaka Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürülmesi gerektiğini, aksi hâlde kendisine veya başkalarına zarar verebileceğini, bu mümkün olmadan ambulanstan inmeyeceğini söylemiştir. Başka akrabalarının da Polis Merkezine gelerek aynı konuda yardım istemeleri üzerine buradaki polis memurları, önce bu konuda resmî bir görevlendirme olmadığı için tereddüt yaşamışlar; ardından bir kısmı durumun ciddiyeti ve aciliyeti nedeniyle ekip araçlarıyla gelen ambulansı takip ederek Kapaklı'daki eve gitmiştir.

22. Polis memurları tarafından 4/8/2013 tarihinde saat 17.30'da düzenlenen ihbar tutanağının ilgili bölümü şöyledir:

"... Saat 17.00 sıralarında ... camı tamamen kırık ambulansla gelen ... sabah saatlerinde akli dengesi bozuk olan A... Ç... isimli şahısı Jandarma eşliğinde sakinleştirici iğne vurarak yatıştırdıktan sonra ambulansa bindirdiklerini, ... tekrar saldırmaya başlayıp ambulansın camını kırarak olay yerinden kaçtığını, ... saldırgan tavırlar sergilediğini ve kendisine ve çevresindeki insanlara zarar verdiğini, 6-7 kişinin zapt edemediğini, ... son günlerde hastalığının ilerleyerek çevresindeki bütün insanlara saldırdığını, ... şahsı tekrar ambulansa bindirmek için görevli polis talep etmeleri üzerine (olay yerine gidildi)."

23. Burada A.Ç. akrabaları tarafından ambulansa yeniden binmesi konusunda ikna edilmeye çalışılmışsa da başarılı olunamamıştır. A.Ç.nin ambulansa binmeyi reddetmesi sonucu polis memurları ve A.Ç. arasında bu konuda bir mücadele başlamıştır. Bu mücadele sırasında bazı polis memurları yaralanmış, bazı polis memurları da A.Ç.ye karşı cop, biber gazı ve kelepçe kullanmışlardır.

24. Yaşanan bu arbede sonrasında kontrol altına alınarak ambulansa bindirilebilen A.Ç.ye A.Ö. tarafından ikinci kez ilaç enjekte edilmiş, ardından ambulansla yeniden Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine doğru yola çıkılmıştır.

25. Yolda A.Ç.nin durumunun kötü olduğu fark edilerek Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gidilmesinden vazgeçilmiş ve A.Ç., Çerkezköy Devlet Hastanesine (Devlet Hastanesi) götürülmüştür.

26. A.Ç., Devlet Hastanesine getirildiğinde Acil Servis Doktoru H.K.nin yaptığı kontrolde kalbinin durmuş olduğunun -yaşamını yitirdiğinin- tespit edilmesi üzerine Hastanenin Acil Servis ünitesinde bir süre yeniden canlandırma işlemi (CPR) yapılsa da bu işleme yanıt alınamamıştır.

27. Ölüm, Çerkezköy Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) bildirilmiş; Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında aynı gün soruşturma açmıştır. Nöbetçi Cumhuriyet Savcısı, bu soruşturma kapsamında Devlet Hastanesine giderek ölü muayene işlemi yapmış ve buna ilişkin bir tutanak düzenlemiştir.

28. Ölü muayene sonucunda kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi içinmüteveffaya ait cesedin sistematik otopsisi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesine (Morg İhtisas Dairesi) gönderilmesine karar verilmiştir.

A. A.Ç. Hakkında Düzenlenen Ölü Muayene ve Otopsi Raporları

29. Morg İhtisas Dairesinin 25/12/2013 tarihli raporunun ilgili bölümleri şöyledir:

“(...)

DIŞ MUAYENE

185 cm boyunda, 116 kg ağırlığında, ... cesedinde ; ..

(...)

Sağ zygoma üzerinde 4,5x2,5 cm ekimoz, sağ kaş üzerinde alın solda 9x6 cm'lik alanda en büyüğü 3x3,5 cm, en küçüğü 0,5x1 cm olan multipl ekimozlar, sağ el orta parmak IPF eklem üzerinde etrafı beyaz ortası soluk 0,5x0,6 cm lezyon, sağ omuz dış yanda 6x1,5 cm alanda ekimoz, sağ scapula üzerinde 6x7cm'lik boyutlu ekimoz, sağhumerus arka orta 1/3 te ekimoz, sol lomber bölgede 5 cm uzunluğunda cilt cilt altına uzanan yırtık, sağ gluteal bölgede 8x8 cm'lik alanda en uzunu 4,5 cm en kısası 0,3 cm olan mutlipl sıyrıklar, sırtta bel orta hatta 7,2 cm uzunluğunda sıyrıklı ekimoz, sol cruris arka yüzdetibia orta 1/3 te6x5 cm'lik ekimoz alanı, sağ uyluk arkaorta 1/3 te 6x13 cm'lik ekimoz, sağ cruris arka yüzde1,5x1 cm ekimoz, sağ cruris lateralinde 5 cm uzunluğunda sıyrık, sol diz de ön yüzde en büyüğü6x4 cm en küçüğü 1x0,8 cm olan çok sayıda sıyrıklı ekimoz, sağ diz ön yüzde en büyüğü 4x4 cm, en küçüğü 2x1,5 cm'lik çok sayıda sıyrıklı ekimoz, sol ayak baş parmak medialde 0,9x0,4 cm'lik alanda epidermis kaybı olan sıyrık, sağ ayakbaş parmak tabanında MTP eklem üzerinde 2,5x1,4 cm boyutlarındaepidermis kaybı olan sıyrık, sağ ayak dorsal yüzde 5,5x1,4 cm boyutlarında ekimoz, sağ ayak baş parmak dorsalinde 1x1,1 cm boyutlarda yüzeyel epidermis ayrılmasının olduğu sıyrık, sağ ayak 4. parmak dorsalinde 0,3x0,1 cm'lik sıyrık, sol ayak dorsalinde iğne izleri görüldü.

Skopi altında yapılan incelemede; metalik cisim imajı görülmedi.

...

SONUÇ:

1. Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, (1,99 ng/ml) diazepam, (1,76ng/ml) JWH-018 n-Pentanoic acid, (9,06 ng/ml) midazolam, chlorpromazine, quetiapine, metamizole (pür standartları olmadığından miktar verilemediği) bulunduğu, sistematikteki diğer maddelerin bulunmadığı, idrarda JWH-018 n-Pentanoic acid, Midazolam, Chlorpromazine, Quetiapine, THC-COOH bulunduğu, sistematikteki diğer maddelerin bulunmadığı,

2. Kişinin ölüm nedeni hakkında önceki sağlık durumunu gösteren tıbbi kayıtları ile olay yeri inceleme bulgularını ve görüntülerini içeren adli tahkikat dosyasının aslı ve tamamının gönderilerek Adli Tıp Kurumu Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'ndan görüş alınmasının uygun olduğukanaatini bildirir rapordur.”

30. Soruşturma dosyası, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Birinci İhtisas Kuruluna (Birinci İhtisas Kurulu) gönderilerek müteveffanın kesin ölüm sebebi ile polis memurları, müteveffaya ilaç enjekte eden hemşire ve diğer sağlık personelinin ölümde bir ihmal veya kusurlarının bulunup bulunmadığı hakkında mütalaa verilmesi talep edilmiştir. Birinci İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan 11/6/2014 tarihli raporun sonuç kısmının ilgili bölümü şöyledir:

 (...)

2) Otopsisinde dış muayenesinde; ... iç muayenesinde kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin kanaması, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediği dikkate alındığında; kişinin travmatik tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı,

 3) 04/08/2013 tarihinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürmek üzere Polis, ambulans görevlileri ve yakınları tarafından ikna edilmeye çalışıldığı, gelmek istemeyince polise karşı zor kullandığı, polisin kollarından kavradığında kollarını silkeleyerek kurtulduğu, çıkan arbedede ambulansa bindirilerek sedyeye yatırıldığı, hemşire A... [Ö...] A...'ün kişiyi ikna amacıyla Serum Fizyolojik sıvısından enjektörle kalçasına yaptığı, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne doğru hareket halinde iken Çerkezköy gişelerini geçtikleri sırada kişinin ambulansta ayağa kalkarak ambulansın sağ kapı camını tekme atarak kırdığı, tekrar arbede çıkması üzerine ambulansın sağlık görevlilerince durdurulduğu, ambulanstan kaçarak uzaklaştığı, polis tarafından tekrar bulunduğunda polise karşı direndiği, yumruk attığı, yakınlarının da yardımıyla polis memurları tarafından yakalandığında yere yatırarak etkisiz hale getirdikleri, kelepçe takılmaya çalışıldığı sırada başını sert zemine defalarca vurarak direnmeye çalıştığı, yakınları tarafından urgan tabir edilen iple rulo tarzında bacaklarından eller ve ayakları bağlı ve yüzü aşağıya gelecek şekilde bağlandığı, başına su döktükleri, ağzından köpükler geldiği, nabzının olmadığı, hemşire A...[Ö...] A...'ün kalçadan Serum Fizyolojik sıvıdan intramüsküler yaptığı, bacaklarından urganla sedyeye bağlı halde Çerkezköy Devlet Hastanesi'ne kaldırıldığında yapılan muayenesinde eks duhul olduğu, 45 dakika boyunca canlandırma işleminde yanıt alınamadığı ve öldüğü kabul edilen kişinin otopsisinde kalp ağırlığı ve duvar kalınlığında artma, aort kapağında aterom plaklarının olduğu, kesitlerde sol ventrikül papiller kas ucuna uyan sahada 0.3 cm çapında nispeten daha koyu bir saha olduğu, koroner başlangıçtan 1.5 cm'de orta derecede darlık, myokardda orta-ağır interstisyel fibrozis, koroner arterde %50-60 daraltıcı vasıfta aterom plağı tespit edildiği, otopsisinde alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesi'nde yapılan incelemesinde tedavi dozunda anksiyolitik ilaç etken maddesi (1,99 ng/ml) Diazepam,(l,76ng/ml) JWH-018n-Pentanoic acid, tedavi dozunda ilaç etken maddesi (9,06 ng/ml) Midazolam, Chlorpromazine, Quetiapine, Metamizole bulunduğu, idrarda JWH-018 n-Pentanoic Acid, Midazolam, Chlorpromazine, Quetiapine, THC-COOH bulunduğu, kronik kalp damar hastalığı bulunan kişide ölümün uyuşturucu entoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,

 ...

 Sağlık görevlilerinin kişiyi hastaneye götürmek için sedyeye yatırıp ambulansa bindirdikleri, ambulansın içinde ayağa kalkıp camı kırdığında kaza olmaması için hareket halindeki ambulansı durdurdukları, tekrar yakalandığında görevli hemşire A...[Ö...] A...’ün Serum Fizyolojik sıvıdan kalçasına iğne yaptığı,

 Çerkezköy Devlet Hastanesi acil serviste görevli Dr. H... K...'ın tansiyon ve nabzını ölçerek muayene ettiği, kalp atışlarının olmadığını görünce canlandırma işlemine başladığı cihetle ilgili ambulansta görevli yardımcı sağlık personeline ve yeniden canlandırma işlemine katılan hekimlere kusur atfedilemeyeceği oy birliği ile mütalaa olunur."

B. Maddi Delilİncelemeleri

31. Soruşturmada Çerkezköy Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ekibi (Olay Yeri İnceleme ekibi) tarafından olaydan birkaç saat sonra Kapaklı'daki olay yerinde, müteveffanın ambulanstan kaçtığı yerde (yol) ve ambulansta maddi delil incelemesi yapılmış; buna ilişkin bir tutanak düzenlenerek olay yerinin basit krokisi çizilmiş ve olay yerine, yola ve ambulansa ait fotoğraf ve video çekimi yapılmıştır.

32. Bu incelemeden sonra düzenlenen raporda ambulansın kapı camının kırık olduğu, bu kırık parçalarının bir kısmının yolda dağınık şekilde bulunduğu ve olay yerinde boş bir şırınga, kan lekesi ve bir miktar kusmuk tespit edildiği bildirilmiştir.

33. Olay yerine ilişkin olarak çevrede güvenlik kamerasının bulunup bulunmadığı araştırılmış; birkaç iş yerinde bulunduğu tespit edilmekle birlikte bu kameralarının bazılarının görüş açısının uygun olmaması, diğerlerinin ise uzaklığından dolayı olay yerini görmediği belirlenmiştir. Müteveffanın tanık T.S.nin aracına bindiği akaryakıt istasyonuna ait güvenlik kamerası kayıtları da incelenmiş ancak T.S.nin anlatımlarından farklı veya olağan dışı bir durum belirlenmemiştir.

34. Olay yerinden elde edilen maddi deliller, Cumhuriyet Başsavcılığının adli emanetinde muhafaza altına alınmıştır.

C. Başvurucu, Şüpheliler ve Görgü Tanıklarının Beyanları

35. Soruşturmada başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi, Cumhuriyet Savcısı tarafından 6/8/2013 tarihinde alınmıştır. Söz konusu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:

"... Biz kendisini her sene Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürüp yaklaşık bir hafta tedavisini yaptırıp sonra tekrar eve getirirdik. Havalar ısındığında hastalığı belirti göstermeye başlıyordu. Daha sonra hastalığı ilerledi. Son 15-20 gün içerisinde eşim saldırganlaşmaya başladı. ... Biz de kendisini aşağı atmasından endişelenmeye başladık. Son birkaç gün bu sebeple uyumadık. Bu sebeple eşimi Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatırmak istedik. ... Biz de İstanbulda bulunan Özel M... Hastanesinden durumumuzu anlatarak bir ambulans istedik. Resmi görevlendirilme olduğunu bilemiyorum. Ambulans benim eşim ve çocuklarımla beraber yaşadığım S... ilçesinde bulunan Y... köyüne geldi. Ambulans içinde bir hemşire, bir şoför, iki de ne iş yaptıklarını tam olarak bilmediğim erkek şahıs vardı. Burada biz eşimi ikna ettik. ... Eşime bizim evde yarım saat bir saat uyuşturabilecek nitelikte olan bir iğne yapıldı hemşire tarafından. Daha sonra eşim sedyeye yatırılarak ambulansa bindi. Sedyeye bağlandı. Eşimin yanında eşimin annesi ve ambulans içerisinde az önce söylediğim 4 kişi vardıBiz de ambulansın arkasından özel aracımızla 3 kişi gidiyorduk. Bu araç içerisinde, ben, eşimin arkadaşları olan T... Ç..., B... Ç... vardık. Ambulans Mahmutpaşa gişelerine varmadan, ne kadar uzaklıkta olduğunu bilmiyorum daha sonra öğrendimiz kadarıyla sedyedeki kayışları koparmış, araba yavaş seyirli haldeyken arabadan camı ayağıyla kırarak dışarı çıkmış ve kaçmış. Ambulansla aramızda yaklaşık olarak 10 dk mesafe vardı, bu sebeple biz bu ambulanstan inme olayını göremedik. ... Kapaklıdaki ... binanın 5. katında oturan S... F... adındaki yengesinin yanına gitmiş. Orada sohbet etmişler. Sonra duyduğum kadarıyla 'ah burdan atlaması ne kadar güzel olur' demiş eşim. Eşimi ikna edip aşağı indirmişler, olayın sonrasını bilmiyorum. Olayda sorumluluğu olan kişilerden şikayetçiyim."

36. Başvurucu 6/12/2013 tarihinde, olay yerine gelen polis memurlarının eşinin baş bölgesine cop ve yumrukla vurmaları sonucu ölümün meydana geldiğini iddia ederek bu memurlardan şikâyetçi olmuştur.

37. Polis memurlarının şüpheli olarak ifadelerini de Cumhuriyet Savcısı bizzat almıştır. Bu ifadeler ve ilgili bölümleri şöyledir:

" Ö.Ş.: (…) Annesi olduğunu düşündüğümüz kişi Ali’nin tehlikeli bir şahıs olduğunu bize veya kendisine zarar vereceğini söyledi biz de bunun üzerine şarjörlerimizi çıkardık. Cebimize koyduk. ... Daha sonra ellerini başının üzerinde birleştirip yumruk haline getirdi, Allah diye bağırarak Ö... A...'ın boynuna vurdu. Şahıs çok kuvvetliydi vurduğunu yere deviriyordu. Zaten yakınları da olay yerinde olmasaydı şahsı etkisiz hale getirebileceğimizi düşünmüyorum. Memur arkadaşların üzerine yürüdü. Bunun üzerine D... P..., Ali’nin gözlerine biber gazı sıktı. Şahıs buradan uzaklaşıp M... T...'nun üzerine yürüdü ve M... T... da şahsa biber gazı sıktı. Sonra oradan da uzaklaştı bu sırada diğer polis memuru Y... B... A...’in üzerine yürüdü. O da biber gazı sıktı. Şahıs kaçmaya başladı. Bunun üzerine Ö... A... kaçmasını engellemek için şahsa müdahale etmeye çalışırken Ali elinin yumruğunun tersiyle Ö...’e vurdu. Daha sonra Ö... yere düştü. Ali kaçmaya başlarken Ö... yine peşinden gitti. Ali bu sırada dengesiz bir şekilde binanın yan tarafında bulunan 1 mt derinliğindeki garaj girişine yüzükoyun düştü. Bu garaj girişinin yan kısımları beton ancak zemininde otlar vardı. Zeminin beton olup olmadığını otlar sebebiyle görmedim. Şahıs düştükten sonra hemen kalktı ve M... T... ile benim üzerime yürüdü. O sırada Ö... A... yine şahsın üzerine yürüdü. Ali Ö... A...ı itti. Bu sefer aynı garaj girişine Ö... düştü. Sonra şahsa yeniden biber gazı sıkıldı. Ali bunun üzerine bizim ekip otomuzun ön sağ kaportasının üzerine düşerek kapaklandı. Bunu fırsat bilen M... T... şahsa müdahale edip üzerine yüklendi. Hemen akabinde şahsın yakınları gelip şahsı tuttu. sonra Ali’yi arabanın üzerinden alıp yere yatırdılar. Bu sırada Ali’nin üzerinde 7-8 akrabası vardı. Bu kişiler Ali’nin kollarını arkada birleştirdiler. Y... B... A... isimli polis arkadaşımız şahsın ellerini kelepçeledi. Şahsın kendisine bu kadar biber gazı sıkmamıza rağmen gözleri açıktı. Bırakın beni diye bağırıyordu. Yüzükoyun halde yattığı halde çırpınıyordu. Kafasını sağa sola çevirip zaman zaman da sert zemine vuruyordu. Aynı anda bacaklarını da yere vuruyordu. Ailesi kendisine zarar vermesin diye ayaklarını iple bağladılar. Biz kendilerini uyardık ama onlar yine iple bağladılar. ... Şahsı daha sonra sedyenin üzerine koydular. Bu sırada Aliye sakinleştirici olduğunu söyledikleri iki iğne vurdular ve yakınları şahsı sedyeye bağladılar. Şahsın ayaklarını bilek kısmından sedyeye rulo yapmak suretiyle bağladılar. ... Ali’ye yalnız biz değil Ali’nin ismini bilmediğim yakınları da Ali’yi etkisiz hale getirmek için müdahale ettiler. ... ambulansa binerken hala canlıydı ve beni bırakın diye bağırıyordu. Daha sonra öldüğünü duyunca çok şaşırdım. Polis arkadaşlar şahsa jopla şahsın sadece kollarına vurdular. Çünkü şahıs sürekli kollarını sağa sola savurarak bizi yere düşürüyordu.

(…).

Y.B.A.: (…) Ailesi bizi Ali'nin sorun çıkartabileceğini, bize saldırıp silahımızı alabileceğini, bu sebeple bizim apartmanın önünde beklememiz gerektiğini söyledi. Ben ve diğer polis arkadaşlar silahlarımızın şarjörlerini çıkardık. Ve şahsı beklemeye başladık. Ali'nin ismini bilmediğim bir yakını Ali'yi evine götüreceğini söyleyip ikna etmeye çalışarak yanımıza kadar getirdi. ... Ali iki elini birleştirerek Ö... abinin kafasına vurdu. Ben de bunun üzerine hemen Ö... abinin yanına koştum. Bu sırada Ali kolunu savurdu ve bu suretle benim alt dudağımı patlattı. Ben de yalpaladım geri çekildim. Sonra Ali'yi etkisiz hale getirmek için yaklaşık 1,5 mt mesafeden Ali'ye biber gazı sıktım. ... Ali’nin gözüne sıktığımız gaz sebebiyle gözleri yanıyordu bu sebeple polis arkadaşlar su getirdi. Ali’nin gözlerine su vurduk.

(...).

Ö.A.: (…) Sonra ben şahsın dikkatini dağıtmak ve etkisiz hale getirmek için gözüne biber gazı sıkmaya çalıştım. Diğer arkadaşlar da şahsın üzerine biber gazı sıkmaya çalıştılar. Sonra iki elini birleştirip benim başıma alnımın üzerine vurdu ben yere düştüm. Daha sonra ayağa kalktım. Diğer polis arkadaşlar da şahsa müdahale edip etkisiz hale getirmeye çalışıyorlardı. Şahıs aynı binanın sol tarafında garaj girişi vardı ve bu garaj girişi zeminden yaklaşık bir metre aşağıya eğimliydi, iniyordu. Bu arada ben yine Ali'nin peşine gittim. Yanına yaklaştığımda elinin tersiyle benim sağ ense köküme bir yumruk vurdu ve ben yere düştüm. Şahıs da bahsettiğim garaj girişine yüzükoyun düştü. Daha sonra hemen kalkıp bizim üzerime yürüdü. Sonra beni aynı girişe itti. Ve ben oraya düştüm. Ense köküme aldığım darbenin etkisiyle ve birçok kez şahıs tarafından yere düşürülmemin tesiriyle bilincimi kaybettim (…).

A.S.: (…) Ben de onu durdurmak için ona doğru yöneldiğim esnada yumruğunu salladı ve benim koluma geldi ve ben yere düştüm. O esnada biber gazı sıkıldığı için gözlerim yandı. Bundan dolayı ben kenara çekildim. (…) Biz Aliyi etkisiz hale getirmek için biber gazı kullandık. Ve bazı arkadaşlar, Ali sürekli sağa sola kolunu savurduğu için Ali’ye jopla vurmak zorunda kaldılar (…).

M.T.: (…) Polis memuru Ö... A... şahsın tedavi edilmesi için ambulansa davet etti. Şahıs ambulansa binmeyi reddederek sağa sola bağırdı ve 'beni kimse bindiremez' dedi. Polis memuru Ö... A... birkaç defa daha ikna etmeye çalıştı. Sonra şahıs ellerini kafasının üstünde birleştirerek polis memuru Ö... A... kulağının altına vurdu. Daha sonra Ö... A... yerinden kalkarak biber gazını şahsın gözüne doğru sıktı. Bundan dolayı bütün polis memurları biber gazından etkilendi. Sonra şahıs sağa sola saldırmaya başladı. Ellerini ve kollarını savurarak hepimizin üzerine gelmeye çalıştı. (…). Ayaklarını yere vurmaya başladı. Bu yüzden ayak parmakları kanıyordu. Ayaklarını yere vurmasın diye tutmaya çalıştım. (…). Daha sonra bu süre zarfında hemşireye iğne yapması için şahsın akrabaları ısrarda bulundular. (…) Şahıs ambulansla gittikten sonra şahsın akrabaları 'siz olmasaydınız tedavisini yaptırmak için hastaneye götüremezdik. Allah razı olsun' dediler (…).

D.P.: (…) Bir anda ellerini kollarını sallamaya başladı ve iki elini yumruk yaparak Ö... A...'ın boynuna vurdu. Ö... A... yere düştü. Kalktığı sırada ali tekrar Ö...in sağ kulak arkasına bir yumruk vurdu. O sırada benim elimde biber gazı tüpü vardı yaklaşık 2 mt uzaklıktan biber gazını Alinin gözüne sıktım. Tam karşımda bir arkadaşım da aynı anda biber gazı sıktı (…). Ellerini açarak arkasındaki kalabalıkla beraber bana doğru geliyordu. Şahsın bana vuracağını düşünerek sağ koluna jopla bir kere vurdum. (…). Şahıs yüzünü sağa sola çeviriyordu ve başını zaman zaman sert zemine vuruyordu. Bu sırada tam olarak alın bölgesinin sağ ve sol kısmında 2-3 cm çapında kan izleri gördüm. Ayaklarını yere vurmaya çalışıyordu. Bu sırada ayak parmak uçları kanıyordu. Akrabaları uyarmamıza rağmen ayaklarından iple bağladılar. (…). Arkadaşlar Aliye jopla kollarına vurmak suretiyle müdahale ettiler ancak kafasına vurmadılar. Şahsın kollarına vurduk çünkü şahıs sürekli kollarını sağa sola savurarak arkadaşlarımızı yere deviriyordu. Şahıs uzun boylu olması sebebiyle birçok arkadaşımızı yere yıktı. Ben şahsa biber gazı sıktım ve birkaç kez jopla vurdum. Şahıs ambulansa bindiğinde yaşıyordu ve bırakın beni diye bağırıyordu. Ambulansın bulunduğumuz yerden Çerkezköy Devlet Hastanesine gitme süresi yaklaşık 5 dk’dır. Şahsın vefat ettiğini duyunca çok şaşırdık (…).

U.Ö: ... bayan bir şahıs 'oğlum memurları üzme ambulansa bin' dedi. O da bunun üzerine 'deviririm ambulansı, ambulansa binmem' diyerek kolunu sağa sola salladı. Polis memuru Ö... A... kolundan tutmaya çalıştığı sırada Ali Çelebi iki elini birleştirip 'Allah' diyerek polis memuru Ö... A...'ın ense kısmına vurdu ve Ö... A... yere düştü. Daha sonra Ö... A... ayağa kalkıp müdahale etmeye çalıştığı sırada Ali Çelebi tekrar yumruk vurdu. Ben diğer polis arkadaşlarla şahsa müdahale edip etkisiz hale getirmeye çalışıyorduk. Bu kez diğer polis memuru Y... B... A...'e yumrukla vurdu. Y... biber gazı sıktı. Şahıs saldırgan tavırlarını devam ettirdi. Bunun üzerine Polis memuru D... P...'ta biber gazı sıktı. Sıkılan biber gazından bizlerde etkilendiğimiz için arkamı dönüp geri çekilmek zorunda kaldım. Tekrar olaya baktığımda Ali Çelebi isimli şahıs elini kolunu sallayarak ... marketin yanında bulunan garaj kısmına doğru kaçmaya başladı. Arkasında bulunan polis memuru Ö... A...'a dönerek tekrar yumruk attı. Tekrar kaçmaya devam ettiği sırada garajın önünde bulunan üstü açık etrafı betonla çevrili çukura yüzüstü düştü. Ayağa kalkarak bulunduğu çukurdan çıktı. Ö... A... isimli polis memurunu itekleyerek polis memurunun çukura düşmesine sebep oldu. Ali Çelebi isimli şahıs Polis memuru Ö... Ç... ile birlikte ekip otosunun önünde durduğumuz esnada şahıs gözleri açık bir şekilde bize doğru koştuğunu görmemiz üzerine biz kenara çekildik. Sonra şahıs ekip otosunun ön kaportanın üzeri atladı ve kafasını vurdu. Bu sırada polis memuru M... T... şahsın akrabaları ile birlikte Ali Çelebi'nin arkasından yaklaşıp kendisine müdahale etmek istediler. Ali Çelebi isimli şahsın akrabaları ile birlikte Ali Çelebi’yi yere yatırdılar. Ali Çelebi çırpınarak kafasını ve ayaklarını yere vuruyordu. ...Polis memurlarının uyarılarına rağmen şahsın akrabaları üzerinde mavi çizgili beyaz bir urgan iple şahsın ayaklarını rulo şeklinde bağladıklarını gördüm. Bu sırada ambulans hemşiresi olduğunu söyleyen şahıs elinde iğne ile bekliyordu. Hemşire şahsa iğne yaptı. Olay yerinde sadece bir hemşire, bir ambulans şoförü ve yardımcısı vardı. Başkaca bir sağlık görevlisi yoktu. Sonra şahsı yüzüstü bir şekilde sedyeye şahsın akrabaları ve ambulans görevlileri yardımıyla sedyeye koydular. Şahsı ambulansa bindirdikleri esnada şahıs çırpınarak 'bırakın beni' diye bağırıyordu. 4-5 akrabasıyla beraber şahsı ambulansa bindirdiler. Olay yerinden ambulansın içindeki akrabalarıyla birlikte ayrıldılar. Biz daha sonra Ali Çelebi isimli şahsın darp ettiği polis memurlarına doktor raporu almak için hastaneye gittiğimizde şahsın yakınları yanımıza gelerek 'kusura bakmayın, size de saldırdı, siz olmasaydınız biz ambulansa bindiremezdik. Çok sağolun, Allah sizden razı olsun' şeklinde ithamlarda bulundular. ...Ben Ali Çelebi isimli şahsa copla vurmadım ve biber gazı sıkmadım. Zaten polis otosunda sadece iki adet cop vardı. ... Bu olaylar yaşandığı sırada ... ben olmak üzere sekiz polis memuru vardı (...).

 Ö.Ç.: ... Polis memuru Ö... A... kolundan tutmaya çalıştığı sırada Ali Çelebi iki elini birleştirip Pol. Mem. Ö... A...'ın başına alnının üzerine vurdu ve Ö... A... yere düştü. Polis Memuru Y... B... A...'e elinin tersi ile vurdu ve yere düşürdü. Bu sırada tam olarak hatırlayamadığım polis arkadaşlardan biri şahsın üzerine biber gazı sıktı. Biber gazının etkisiyle gözlerim kapandı elimi yüzüme kapadım ve şahsın ellerini açarak bana doğru geldiğini gördüm. Ben geriye doğru kaçtım. Daha sonra Polis memuru Ö... A... ayağa kalkıp müdahale etmeye çalıştığı sırada Ali Çelebi tekrar Ö... A...'a yumruk vurdu. ... Şahıs saldırgan tavırlarını devam ettirdi. Tekrar olaya baktığımda Ali Çelebi isimli şahıs elini kolunu sallayarak ... marketin yanında bulunan garaj kısmına doğru varmaya başladı. Arkasında bulunan polis memuru Ö... A...'a dönerek tekrar yumruk attı. Tekrar kaçmaya devam ettiği sırada garajın önünde bulunan üstü açık etrafı betonla çevrili çukura yüzüstü düştü. Ayağa kalkarak bulunduğu çukurdan çıktı. Yere düşmüş coplardan birini vatandaşlar almasın diye arabaya bırakmaya gittim. Ali Çelebi bu esnada Ö... A...'a yine vurdu ve Ö... A...'ın bir daha yere düştüğünü gördüm. Sonra şahıs ... marketin önünde bulunan ekip otosunun ön kaportanın üzeri atladı ve kafasını vurdu. ... Ali Çelebi isimli şahsın akrabaları ile birlikte Ali Çelebi'yi yüzüstü yere yatırdılar. Ali Çelebi çırpınarak kafasını ve ayaklarını yere vuruyordu. ... Şahsın akrabaları üzerinde mavi çizgili beyaz bir urgan iple şahsın ayaklarım rulo şeklinde bağladılar. Ali Çelebi'nin yakınları elinde iğne ile bekleyen hemşireye 'iğneyi vur, vur' diye baskı yapıyorlardı. Ancak hemşire hastaneye gittiğimiz sırada şahsa boş serum verdiğini söyledi. ... Hemşire şahsa iğne yaptı. Olay yerinde sadece bir hemşire, bir ambulans şoförü ve yardımcısı vardı. Başkaca bir sağlık görevli yoktu. Sonra şahsı yüzüstü bir şekilde akrabaları ve ambulans görevlileri yardımıyla sedyeye koydular. Şahsı ambulansa bindirdikleri esnada şahıs çırpınarak 'bırakın beni' diye bağırıyordu. Şahsın bilinci açıktı. 4-5 akrabasıyla beraber şahsı ambulansa bindirdiler. ... hastaneye gittiğimizde şahsın yakınları yanımıza gelerek 'kusura bakmayın, size de saldırdı, siz olmasaydınız biz ambulansa bindiremezdik. Çok sağolun, Allah sizden razı olsun" şeklinde ithamlarda bulundular. Bu olaylar yaşandığı sırada ... ben olmak üzere sekiz polis memuru vardık. Ben Ali Çelebi isimli şahsa copla vurmadım ve biber gazı sıkmadım. Fiziki hiç bir temasım olmadı. ...”

38. Müteveffanın annesi D.Ç.nin 7/8/2013 tarihinde Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinin ilgili bölümleri şöyledir:

"(…) oğlum Ali Çelebi ve gelinimle beraber yaşarım. Biz normalde S... Cumhuriyet Başsavcılığından oğlumu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine resmi şekilde nakletmek için cuma günü talepte bulunduk. Ancak cuma günü işler yetişmediği için nakletme işlemini ancak pazartesi günü yapabileceklerini söylediler. Biz de bekledik. Ancak pazar günü yani olay günü oğlum iyice hırçınlaştığından dolayı İstanbul Özel M.... Hastanesi'nden bir ambulans temin ettik. Bu ambulansın içerisinde bir hemşire ve üç tane erkek görevli vardı. Biz bu ambulansı ve içindeki şahısları para karşılığında temin ettik. Resmi görevlendirme yok diye düşünüyorum. Ambulans gelince Ali Çelebi'yi ikna etmeye çalıştık başaramayınca ambulans görevlileri Saray ilçesinden jandarma çağırdılar. Daha sonra jandarmalar ve biz oğlumu ikna edip ambulansa bindirdik ancak jandarmalar oğlum ambulansa bindikten sonra ayrıldılar. Oğluma araca binmeden önce sakinleştirmek amacıyla iğne yaptılar. ...oğlumdaki ilacın tesiri geçti ve yeniden saldırganlaşmaya başladı. Oğlum ambulans içerisinde sedyeye kayışlarla bağlanmıştı. Ancak ilacın tesiri geçince bu kayışları koparmış ve ambulansın camını ayaklarıyla tekmeleyerek kırmış. Ben ambulansın önünde oturduğum ve o anda kendimi kötü hissettiğim için birşey göremedim. Camın kırılması üzerine ambulans sağa çekti ve durdu. Ambulanstan inmedim ancak oğlumun kaçtığını oturduğum yerden camdan bakmak suretiyle gördüm. Oğlum ormana doğru kaçtı ve uzaklaştı biz kendisini yakalayamadık. Yanımızdaki şahıslar oğlumun peşinden koşmuşlar ancak yakalayamamışlar. Daha sonra ben ambulansa binip Yeniköydeki evime geldim. Daha sonra oğlumun Kapaklı'da ... akrabamız olan S... F...'ın evine geldiğini öğrendim. Bunun üzerine Kapaklı Polis Merkezi'ne giderek 'ne olursunuz bize yardım edin, oğlum kendini binadan aşağı atabilir, kendine zarar verebilir, bir anne olarak bana yardım edin, bize yardım edin, oğlumu ambulansa koyup Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesine götürelim' dedim. Onlar da kabul ettiler. Daha sonra ben polis merkezinin önünde yine ambulansa bindim. Yanımda yine bir hemşire ve üç erkek şahıs vardı. Önde biz arkada polis ekipleri olmak üzere S...'nin kapaklıdaki evine geldik. Ambulanstan inmedim. Ben daha sonra olanları ambulansın camından oturduğum yerden izledim. Bir akrabam ancak şuan kim olduğunu hatırlayamadığım bir kişi oğlumu apartmandan ikna ederek indirdi. Oğlum aşağı geldi. Daha sonra beyaz saçlı bir polis oğlumun koluna girdi 'gel ambulansa binelim, gidelim' dedi. Oğlum da 'hayır ben binmeyeceğim o ambulansı yıkarım' dedi. Bu sırada ikindi ezanı okunmaya başladı. Oğlum ezanı duyunca 'ben namaz kılmaya gideceğim' dedi. Daha sonra polisler koluna girip zorla ambulansa sokmaya çalıştılar. Bunun üzerine oğlum hangi polis olduğunu hatırlayamadığım bir polis memuruna bir tokat attı. Daha sonra bir arbede yaşandı bu arbedede oğlum binanın yan tarafındaki yaklaşık bir metre derinliğindeki garaj girişine düştü. Oğlumu kimse itmedi, kendisi biber gazının tesiri altında arbededen kaçmaya çalışırken binanın yan tarafında bulunan yaklaşık bir metre derinliğindeki garajın girişine düştü ancak bu düşme ayakları üzerinde düşme şeklinde olmuş, kafasının üzerine düşmedi. Oğlum hemen dışarı çıktı ve polisler etrafını sardı. O zaman bir daha biber gazı sıktılar ve çevredeki polislerden bir kaçı oğluma jopla vurmaya başladılar. Oğlumun sırtına, omuzlarına ve kafasının arka tarafına iki kere jopla vurdular ve biber gazı sıktılar. Bundan eminim. Bunun üzerine oğlum yere yüzüstü, kollarının üzerine düştü. Burada kafasına darbe almadı, kollarıyla kendisini korudu. Ben ambulansın camından bunun net bir şekilde gördüm. Bu sırada bizim yakınlarımız polislere oğlumu yakalamak için yardım etmedi. Biz polislere 'oğluma vurmayın, biz sizden bunu istemedik, vurmayın incitmeyin bu kadar, incitmeden ambulansa sokalım' dedik. Bu sırada dört tane polis oğlumun üzerine çıktı ve hareket etmesini engelledi. Oğlum bu sırada yüzükoyun yatıyordu. Oğlumu kelepçelediler. Benim akrabalarımdan kimse oğlumu tutmadı. Oğlumu sadece polisler tutuyordu. Sonra bir polis memuru 'ip getirin' dedi ve akrabam S... Y... ip getirdi. Ambulansta bizimle olan üç erkekten biri hangisi olduğunu bilmiyorum oğlumun ayaklarını bileklerinden bağladı. Bu sırada bizim yanımızda gelen hemşire arkadaş, oğluma iğne yaptı ama kaç tane yaptığını bilmiyorum. Hala yüzükoyundu. Daha sonra akrabalarım oğlumu çevirmelerini, nefes alamayabileceğini söylediler. Ondan sonra oğlumu sedyeye koydular, oğlumu sedyeye bağladılar ancak baş kısmından bağlamadılar. Yine polisler oğlumu sedyeye yüzükoyun, ayaklarından bağlı bir şekilde ambulansa koydular. Biz koymadık yakınları koymadı. Ambulansa oğlumu bindirirlerken kalabalık ve kargaşa olması sebebiyle oğlumun üzerinde herhangi bir morluk, yara bere kan göremedim. Daha sonra ambulansa akrabam Y... B..., S... Y... bindi. Başkasının binip binmediğini hatırlamıyorum. Belki de binmiştir. Ambulansa polisler binmedi. Ambulansın arkasına hemşire ve ambulanstaki üç görevli erkek şahıs bindi biz bu halde Çerkezköy Devlet Hastanesi'ne gittik. Ancak biz giderken ben Bakırköy'e gittiğimizi zannediyorduk. Ancak bana şoför devlet hastanesine gitmemiz gerektiğini söyledi ben de yolu tarif ettim. Yaklaşık olarak 5-10 dk içerisinde Çerkezköy Devlet Hastanesi'ne vardık. Oğlumu ambulanstan indirdiler ve hastaneye soktular. ... Hastaneye geldikten yaklaşık 20 dk sonra oğlumun öldüğünü söylediler. (...)."

39. Cumhuriyet Savcısı olayla ilgili olarak başka görgü tanıklarının ifadesine de başvurmuştur. Müteveffanın akrabaları olan tanıkların söz konusu ifadelerinin ilgili bölümleri şöyledir:

"S.F.: ... Bir süre sonra tekrar aradığımda Ali'nin ambulans camlarını kırıp kaçtığını söyledi. ... Yoldan geri dönüp eve gittim. Eve gittiğimde Ali evde oturuyordu. Ali'nin yanında T... vardı. Hep birlikte oturduk. Ali ile evin terasına çıktık. Ali terastan aşağıya baktı, 'yenge buradan atlayıp ölmek ne güzel olur biliyor musun?' dedi. Ben atlar diye korktum ve Ali'yi tekrar içeri girmesi için ikna ettim. ... Kaynanam ambulans ve polis ekipleriyle birlikte evin önüne geldi. Ali'yi bir şekilde ikna edip aşağıya indirdik. Kapıdan çıkarken Ali polisleri görünce 'vatana millete hayırlı uğurlu olsun' diye kollarını salladı. Polislerden biri gelip Ali'nin koluna girdi 'Ali gel ambulansa bineceğiz' dedi. Ali 'benim suçum ne, beni niye alıyorsunuz' dedi. Polis 'sen hastasın biz seni hastaneye götüreceğiz, hadi gel bin' dedi. Ali elini kolunu sağa sola savurarak 'ben binmem' dedi. Ve şişman 45-50 yaşlarında bir polise çok sert bir şekilde vurdu. Polis yere yığıldı. Ayağa kalkarak sinirli bir şekilde Ali'ye copla sırtına vurdu. Cop polisin elinden fırladı, Ali bunun üzerine sağa sola saldırınca Ali'nin dövdüğü polis belinden silahı çıkarıp Ali’nin ayaklarına doğru tuttu. Oğlum E... amcası Ali'ye doğru müdahale etmek için koşunca ben Ali, E...'ye de vurmasın diye E...'yi tuttum. Ben E...’yi tuttuğum sırada bir kargaşa oldu. Ali'nin marketin yan tarafında bodrum çukuruna doğru koşarak atladığını gördüm. Polislerden biri Ali'nin peşinden koşarken ayağı takıldı düştü. Bu sırada Ali gitmesin diye hep birlikte Ali'yi tuttuk. Ali'yi olayın ilk olduğu yere doğru getirdiğimizde polislerden birine vurdu. Polisler Ali'ye biber gazı sıktı. Bizde gazdan etkilenmiştik. Ali'nin yere yatırıldığını polislerin üzerine çullandığını gördüm. Bizler bağırdık 'Ali'yi boğacaksınız üzerinden kalkın' diye çığlık attık. Oğlum E... polislerden ikisini Ali'nin üzerinden aldı. Ali'nin ağzı bembeyaz köpük doluydu. Kafasının tam olarak tanıyamadığım bir köşesinde kızarıklık vardı. Ali 'Abla nefes alamıyorum, abla, abla' diye bağırdı. Ben su istedim su getirildi ve ben kafasından aşağıya suyu döktüm. Ben Ali'yi bağlamalarını söyledim. Ali'nin ayaklarını bağladılar. Ali'nin ayakları bağlanırken polisler üzerinde yoktu. Hemşirenin Ali'ye bir defa iğne yaptığını gördüm. Ali halen yüzüstüydü. Ambulansa bindirilirken de yüzüstüydü. Ambulansa bindirilirken 1 hemşire ve 3 erkek şahıs olan ambulans görevlilerine ve diğer yardım eden kişilere sırt üstü bindirin yüz üstü kalmasın nefes alamaz diye bağırıyordum. Onlarda duydu ancak hiçbir şey yapmadılar.

S.Y.: ... Ambulans yeni köydeki ali abinin ikametine geldi. İçinde de bir hemşire, bir şoför ve iki erkek şahıs vardı. ... Daha sonra bir kısım akrabalarımız kapaklı polis merkezinde olduğu için biz de oraya gittik. ... ambulansında çalışan görevli olan ismini bilmediğim iki erkek şahıs ali abinin yeniden kaçmaya çalışabileceği ihtimalini göz önünde bulundurup bizden bir ip temin etmemizi istedi. ... Daha sonra olay yerine geldik. Olayın en başından itibaren oradaydım. ... Ali abi ikna olmayınca iki kolunu başının üzerine yerleştirip kendisini ikna etmeye çalışan polis memurunun omzuna vurdu. ... Birkaç polis memuru ali abiye jopla vurmaya başladılar. Bu etapta ali abinin sırtına ve ayaklarına vurdular. Daha sonra ali abi de bunun üzerine ilk müdahalede bulunan polis memuruna yumruk attı. ... Bunun üzerine ali abi kaçmaya başladı. Daha sonra polis memurlarının müdahalesi sertleşti. Biber gazlarını çıkardılar ali abiye sıktılar. ... Hemşire Ali abinin kalçasından bir tane iğne vurdu. İkinci iğneyi yaptı mı bilmiyorum. ... Ali Abimi bu şekilde ambulansın içine hep beraber koyduk içlerinde ben de vardım. Ambulansın arka tarafında ali abi, ben, hemşire, Y... B..., M... E... vardık. Ben ali abinin baş kısmındaydım. Ambulansa binmeden sürekli ali abinin sırt üstü yatması gerektiği gerektiğini söyledikleri için ben de etkilendim, ambulans içerisinde ve ambulans seyir halindeyken ben ali abinin omzundan tutup sırt üstü yatırmaya çalıştım biraz kaldırdım ancak başarılı olamadım. Ancak hastaneye gidene kadar kendisini sağ omzundan tutarak yukarı doğru bir miktar çaprazlama şeklinde tuttum. Bu sırada benim sol tarafımda hemşire vardı. Hemşire sürekli ali abinin boynundan ve bileğinden nabzını yokluyordu. Ben ali abinin ellerinin morardığını gördüm. Hemşireye söyledim ve hemşire de 'merak etmeyin, kelepçelerden olmuştur' dedi. Daha sonra başına baktım alnının sol tarafında bir morluk gördüm, dudakları da morarmıştı. Bunu da hemşireye söyledim, o da bana 'merak etmeyin normaldir' dedi. Ali abim ambulansa daha ambulansa koyarken baygın vaziyetteydi. Bu andan itibaren Çerkezköy Devlet hastanesine gidene kadar ali abinin nefes aldığını görmedim. Ali abi nefes alsa yaklaşık 110-120 kg olduğundan ve bu sebeple hareket edeceğinden mutlaka anlardım. Olay yerinden Çerkezköy Devlet Hastanesine yaklaşık 7-8 dk içerisinde gittik. İlk yola çıktığımızda ambulans biraz yavaş gidiyordu. Daha sonra hemşire 'sireni aç hızlan' dedi ve bunun üzerine ambulans hızlandı. Ambulans hastaneye vardığında ben artık müdahil olmadım. M... hastanesinden gelen ambulans görevlileri ali abimi acile götürdüler. Daha sonra içerde ne oldu bilmiyorum. Hemşireyi daha sonra gördüğümde 'ambulansa aldığımızda Ali Abi ölmüştü, size nasıl söyleyebilirim ki' dedi. Ayrıca ambulansın içerisinde serum, solunum maskesi vb. herhangi bir ekipman görmedim. Olay sırasında alinin nabzını ölçmekten başka birşey yapmadı.

E.Ç.: Ali Çelebi benim amcam olur. ... Babaannem ambulansla Kapaklı polis merkezine gitti. Bende Kapaklı'daki evimize gittim. ... Dikkatimi ilkin amcamın ayağındaki şişlik çekti. ... Polisler geldiğinde ben amcamın rahatsız olduğunu silahlarına sahip çıkmalarını söyledim. Bunun üzerine polisler şarjörlerini tabancalarından aldılar. Daha sonra yukarı çıkıp amcamı aşağı indirmek için ikna etmeye çalıştık. Annem amcamı ikna etti, aşağı indirdik. ... Ayakları çıplaktı. Amcam Ali "vatana millete hayırlı uğurlu olsun" diye söz söyledi. Amcam camiye doğru yürüdü. Polis memurlarından biri yanına yaklaştı "hadi gidelim seni hastaneye götüreceğiz" dedi. Amcamda "hayırdır, neden, niye" dedi. O sırada ezan okundu. Amcam tekrar camiye doğru dönüp elini kalbine koyarak dua etti. Amcam eli kalbinde dua ederken polis memuru amcamın elinden tuttu. Bunun üzerine amcam Ali, iki elini birleştirip havaya kaldırarak polis memurunun omuzuna vurdu. O sırada bir polis daha geldi. Amcam Ali onada vurdu. Daha sonra polisler birden amcamın üzerine çullanıp cop[la] dövdüler, biber gazı sıktılar. Amcam daha sonra ... marketin önündeki çukura atladı. Kesinlikle yüz üstü veya başka bir şekilde düşmedi. Amcam çukurdan çıkınca onun peşinden giden polis memuru ayağı takılarak çukura düştü. Amcam polis arabasına doğru kaçtı. Polis arabasının önünde duran iki polis memuru amcamı yakalayarak arabanın ön kaportasına yatırdılar ve amcamın kafasına doğru copla bir kaç kez vurdular. ... Tam olarak kafasının hangi kısmına vurduklarını hatırlamıyorum. Bir taraftan amcamın arkadan ellerini kelepçelemeye çalışıyorlardı. Bu sır[a]da polis arabasının yanında duran bir başka polis olaya hiç müdahale etmedi. Amcam ayağa kalkmaya çalışırken tüm polisler amcamın üzerine çullanıp kendisini tutmaya çalıştılar. Ambulans görevlilerinden biri amcamın ayaklarını iple bağlamaya çalışıyordu. Amcam bu sırada kafasını ve ayağını yere vurmuyordu. Zaten polisler tutmuştu kafasını ve ayağını vuramazdı. Ben bunun üzerine amcamın üzerinden iki tane polis memuru çektim. Diğer polisler amcamı tutmaya devam ediyordu. Bu sırada hemşire gelip amcama iğne yaptı. İğneyi amcamın sağ kalçasına yaptı. Amcam 'su' diye bağırdı. Su istedi. Hatırlayamadığım biri su alıp getirdi. Kafasına su döktüler. Biber gazından yüzü yanmasın diye yüzüne su dökmediler. Amcamı kaldırarak yüz üstü halde sedyeye koydular. Amcamı kimlerin sedyeye bindirdiğini hatırlamıyorum. Ben ve akrabalarım ambulans görevlilerini amcamı sırt üstü çevirmeleri için uyardık. Ambulans görevlileri birşey olmayacağını bu şekil de gidebileceğini söylediler. Amcamı ambulansa bindirdiklerinde başının sağ alın kısmında kızarıklık ve şişlik vardı. Ben ambulans görevlilerine İstanbula götürülmeden önce en yakın hastaneye götürmelerini söyledim. (...).

N.Y.: ... toplam dört jandarma geldi. Ordaki jandarmadan bir astsubay arkadaş evin içine girdi, Ali'yi ambulansa girmek için ikna etti. Yine kendisine iğne vurulması için de ikna etmiştik ve sakinleştirmek amacıyla kendi rızısıyla ambulanstaki hemşire bir iğne vurdu. Ben ambulans içinde gelen şahısların hepsine 'bir yarım iğne daha vurabilir misiniz, ali güçlü kuvvetlidir. Ambulans içinde zorluk çıkarmasın.' dedim. Onlar da bir şey olmayacağını bunun yeterli olduğunu söylediler. ... Ali'nin bulunduğu kapaklıdaki akrabamız olana S... evine gittim. ... ben de kapaklı polis merkezine gittim. Ben karakolda memurlara Ali'nin çok güçlü kuvvetli olduğunu, bir ekibin yetmeyeceğini, takviye ekip istenirse daha iyi olacağını söyledim. ... onlar da silahlarının şarjörlerini çıkardılar ve ceplerine koydular.... daha sonra onu ikna etmeye çalışan polis memuru arkadaşı eliyle itti. Ama polis memuru yere düşmedi. Daha sonra aynı polis memuru arkadaş aliye bir sprey sıktı. Yanındaki başka bir polis arkadaş da sprey sıktı. Bunun üzerine rahatsız olan Ali onu ilk etapta ikna etmeye çalışan memur arkadaşa bir eliyle yumruk vurdu. O da yere düştü, daha sonra ali kaçmaya başladı. daha sonra polis arkadaşlar aliyi sıkıştırdı ekip arabasının kaputunun üzerine yatırdılar. ... bir polis ali kaputun üzerinde kapaklanmış bir halde dururken jopla kafasının sağ arka çapraz kısmına vurmaya başladı. Ancak ne kadar vurduğunu tam olarak bilmiyorum ama iki üç kez vurdu.... bir polis arkadaş da alinin kafasının sağ ön çapraz kısmına jopla vurmaya başladı. Bu polis memuru da tam olarak bilmiyorum ama bir iki kere vurmuştur. Biz bu sırada yakınları olarak 'vurmayın arkadaşlar, yapmayın, bırakın' dedik. Memurlara hakaretvari birşey söylemedik. Ali bu durumdan kurtuldu, kaçtı. Aliyi ilk ikna etmeye çalışan memur arkadaş Aliyi yakalamak için peşine düştü, bu sırada ayağı kaydı ve binanın yan tarafında bulunan 1 mt derinliğindeki garaj girişine düştü ve bu sırada hemen yerden kalkıp alinin sol çapraz sırt bölümüne jopla üç dört defa vurdu. ondan sonra biraz ilerledikten sonra yere düştü yere düşerken yüzüstü düştü ancak kafasını yere vurmadı. Ve memur arkadaşlardan beş altı tanesi Aliye müdahale ettiler ve yakaladılar. Biz de hemen bu sırada müdahale ettik. Ali kaçmasın diye biz de aliyi tuttuk. diğer tutan yakınlarımın kim olduğunu olay karışıklığı sebebiyle hatırlamıyorum. ancak biz yakınları olarak 7-8 kişi vardık. Ancak biz bir iki kişi Aliyi tutabildik polis arkadaşlar aliyi tuttuğu için. Ben Ali'nin kelepçe takılırken elini tuttum. Polislere yardımcı oldum. Ali bu sırada 'ben nefes alamıyorum, beni az biraz bırakın' dedi. Ali bu sırada yere yüzüstü yatar vaziyette, kolları arkada kelepçeli vaziyette duruyordu. daha sonra birileri ip istedi ancak kimin istediğini bilmiyorum. Bir ip getirildi ve ayaklarını bağladılar ama kimin bağladığını da görmedim. Ali yerdeyken onu tutan çok sayıda insan olduğu için çırpınamadı, kafasını ve ayaklarını yere vurmadı. Ali'ye bu sırada iğne yapıldığını görmedim belki yapılmıştır. Ali'yi yüzükoyun elleri arkadan sıkı bir şekilde kelepçeli bir vaziyette sedyeye koydular. Daha sonra ayaklarını bileklerinden sedyeye bağladılar. Ama kimin bağladığını görmedim. Daha sonra ambulansa Aliyi koydular. Ali hala yüzükoyun sedyeye bağlı bir şekilde duruyordu, ben hemen Alinin nefessiz kalmasından endişelenip ambulansta görevli bulunan üç erkek şahısa 'ali nefes almakta sıkıntı yaşayabilir, onu yüzükoyun çevirelim' dedim. Bu üç kişiden şoförün yanında gelen arkadaş bana hiçbirşey olmaz zaten hastaneye kadar gideceğiz dedi. Ve alinin duruş şeklini değiştirmediler. Ali ambulansın içindeyken 'nefes alamıyorum' şeklinde bir şey söylemedi. Zaten ambulansa bindirdiğimizde sessizdi. Ancak canlıydı. Sedyeden kurtulmaya da çalışmıyordu, çırpınmıyordu. (...).

A.K.: ... Ambulans ile birlikte Ali'nin annesi de emniyet müdürlüğündeydi. Polislerden yardım istedik. Polislerle birlikte Ali'nin abisinin evine gittik. Ali apartmandan aşağı atlar korkusuyla polisleri aşağıda bıraktık. ... Polis ısrar edip Ali'nin kolundan tutunca Ali iki elini birleştirip kendi kendine vurdu ve polisi itekleyerek düşürdü. Ben Ali'nin iki elini birleştirerek polise vurduğunu görmedim. Diğer polislerde müdahale etmeye çalışınca ali polislerden birine daha vurdu. Daha sonra polisler copla Ali'nin sırtına vurarak, biber gazı sıktılar. Bu sırada Ali'nin herhangi bir yerinde kan veya şişik görmedim. Ali duran polis arabasına doğru koşmaya başladı. Ali polis arabasının kaportasına biber gazından etkilendiği için yaslandı. Bu esnada arabanın ön kısmında ve arka kısmında durmak üzere iki polis vardı. Arabanın yanında duran polislerden bir tanesi iki eliyle tuttuğu copu Ali'nin kafasına doğru vurdu. Tam olarak kafasının neresine vurduğunu hatırlamıyorum. ... Ben polise doğru koşarak kendisini tuttum. Ben o polisi tutunca bu sefer diğer polis copla Aliye vurdu. Ali daha fazla dayanamayıp yere yığıldı ve diğer polislerle birlikte Ali'ye çullanıp yüzüstü çevirdiler. Ellerini kelepçelediler. ... Ben ve hatırlamadığım bir başkası Ali'nin ayaklarını bağlamaya çalıştık. Hemşire gelip Ali'nin sağ kalçasına iğne yaptı ama ilk vurduğunda kan aktı. Hemşire ikinci bir defa tekrar aynı yere iğne yaptı. Ali bu esnada su istedi. Kafasından aşağıya su döküldü. Ben Ali'nin ayaklarını tutarken Ali ayaklarını kaldırıp yere vurdu. Ayak parmakları kanadı. Sonra sedye getirildi Ali'yi sedyeye koyduk ve ordan ambulansa bindirdik. Ali ambulansa bindirilirken hareketsizdi. Ambulans bu şekilde yola çıktı. (...).

F.Y:... Daha sonra ali polisle gitmek istemeyince polislerden birini koluyla iteledi. Polis de bunun üzerine sendeledi. Bunun üzerine polisler aliye biber gazı sıktılar. Biber gazı sıktıkları için kardeşim ali gaz sıkan polislerden birini koluyla itti. ... yaklaşık 1 mt derinliğindeki garaj girişine kardeşim atladı. Kesinlikle düşmedi. Daha sonra kardeşim ordan çıktı. sonra bir polis kardeşimin peşinden koşarken garaj girişine düştü. ... Bunu görünce kardeşim iyice kaçmaya çalıştı. Daha sonra kardeşimi yakalayıp çevresini sardılar. polisler kardeşimi başından yakalayarak ekip otosunun üzerine yatırdılar kafasını da bunu yaparken arabanın ön kaportasına vurdular. Sonra üç dört tane polis memuru kardeşimin kafasının arkasına vurdular bunlardan iki tanesinin eşgalini verebilirim. ... Biz bu sırada alinin yakınları olarak polislere 'vurmayın, kendisi şizofren hastasıdır, biz sizi bunun için mi çağırdık' dedik. Daha sonra kardeşim yere hafif bir şekilde yüzükoyun düştü ve kafasını da bir yere vurmadı. daha sonra polisler hemen kardeşime müdahale ederek kardeşimin elini kelepçelediler. O esnada sağlık görevlisi bizden ip istedi. Hangi sağlık görevlisinin istediğini tam bilmiyorum ama erkek şahıslardan biriydi. Yine aynı kişi iple ayağını bağladılar. Bu sırada yerdeyken bana 'nefes alamıyorum abla' dedi. Ağzından köpük geliyordu. Kardeşimin dudakları da morarmıştı. Benim de gözlerim biber gazından etkilenmişti daha sonra pek birşey göremedim ama alinin ambulansa konulduğunu zarzor gördüm. (...).

40. Olayın meydana geldiği yerde ikamet eden görgü tanıkları H.Ç. ve Y.B.nin ifadeleri şöyledir:

" H.Ç.: ... İkametimin penceresinden baktığımda bizim evin karşısında bulunan binanın yanında bir ambulans ve vatandaşlar ile polisin olduğunu gördüm. Ancak ne olduğunu anlamadım. ... Birkaç dakika sonra bina içerisinden 35-40 yaşlarında, iri yapılı, üzerinde beyaz renkli atlet ve altında eşofman bulunan, tanımadığım bir erkek şahıs çıktı. Elinde herhangi bir şey yoktu. Şahıs ... market yanında bulunan bakkalın önündeki plakasını göremediğim ancak bej renkli bir taksinin kaporta üzerine iki eli ile birkaç yumruk attı. Bu sırada 5-6 kadar polis ve 15-20 belki daha fazla olan vatandaş şahsı yakalamaya çalışıyorlardı, şahıs yanına kimseyi yaklaştırmak istemiyor gibi el kol hareketleri yapıyordu, bu sırada şahıs sağ eli olduğunu hatırlıyorum yukarı doğru kaldırdı ve bir polisin yere düştüğünü gördüm, şahıs polise ya yumruk vurdu veya iterek düşürdü, o esnada şahısta karşı tarafa atlamak istediği esnada düştü ve kalkarak market önüne doğru gitti, polisler ve kalabalık vatandaş topluluğu şahsı sakinleştirmeye ve yakalamaya çalışıyorlardı, polisler ve vatandaşlar şahsı yere yatırdılar ve ambulansa aldılar, oradan ayrıldılar. Ben polislerin elinde cop olduğunu gördüm ancak şahsa veya başka birine vurduklarını görmedim. İsminin Ali Çelebi olduğunu öğrendiğim şahsın da elinde herhangi bir şey yoktu. Benim konu ile ilgili bilgim ve görgüm bundan ibarettir.

Y.B.: ... Olay günü işten döndüğümde evin önünde bir kalabalık olduğunu gördüm, kaza olduğunu düşünüp hemen olay yerine geldim. İlk gördüğümde Ali'nin yerde elleri arkadan kelepçeli vaziyette yüzükoyun yatar halde ve ayakları iple bağlanmış şekilde gördüm. Alinin kafasını yere vurduğunu görmedim sadece sağa sola çeviriyordu. Bu sırada ağzından salya ve köpük geliyordu, dudaklarında ve ellerinde morarma vardı. Polisler ayaklarındaki ipi tutup ayaklarını yere vurmasını engelliyorlardı. daha sonra aliyi iki erkek sağlık görevlisi ve bir bayan sağlık görevlisinin ve yanında onlara yardım eden birkaç kişinin aliyi yüzükoyun bir şekilde sedyeye yatırdıklarını gördüm. Hatırladığım kadarıyla sedyeye koyanlar arasında polis yoktu. Sedyeye de aynı şekilde yüzükoyun elleri arkada kelepçeli bir şekilde sedyenin kemerleriyle bağladılar. Kemerlerden biri gögsün alt kısmı hizasında birisi de baldırlarının hizasındaydı. Bu olaylar benim hemen yanımda olmuştur. Birkaç metre mesafeden izliyordum, anlattığım şeyleri net bir şekilde gördüm. bu sırada Alinin alnının sol kısmında morluk gördüm bu morlukların nasıl olduğunu görmedim. Ayrıca ayaklarında kan gördüm. Bu ayaklarındaki yaralanmaların da nasıl olduğunu görmedim. ... Ali bayılmadan önce birkaç kez kesinlikle kısık olmayan ve normal bir ses tonuyla 'nefes alamıyorum' dedi. Bunu gayet net bir şekilde duydum. Bunu söylediği sırada hemen başının ucunda sağlık görevlileri de vardı. Zaten daha sonra kendinden geçti. Muhtemelen çevredeki kalabalıktan insanlar da nefes alamadığını söylediğini duymuştur. Ancak kimse bu konuda müdahale etmedi. Ağzından köpük ve salya gelmeye devam ediyordu. ... Daha sonra sedyeye yüzükoyun elleri arkadan kelepçeli bir şekilde koydular. Bu sırada da baygındı. Aliyi sedyeye koyanlar; iki erkek sağlıkçı ve hemşire ile kim olduğunu hatırlayamadığım yakınları vardı. Ancak polisler sedyeye koymamışlardır. Sedyeye koyduktan sonra aliyi sedyeyle ambulansa koyduk. Ambulansın arka tarafında Ali, ben S... Y..., sağlıkçı hemşire ve iki sağlıkçı görevli erkek şahıs vardı. Ali burda da baygındı. Hatta ben hiç ayıldığını görmedim. Ambulansın içindeyken S... Y... 'alinin durumu çok kötü birşeyler yapalım' dedi. Hemşire de 'normal korkacak birşey yok' dedi ve alinin nabzını kontrol etti bundan sonra biz normalde burdan çıktığımızda bakırköy ruh ve sinir hastanesine gideceğimiz halde hemşire şoföre burdaki hastaneye uğrayalım dedi. sonra çerkezköy devlet hastanesine gittik. Bizim olay yerinden çerkezköy devlet hastanesine gitmemiz yaklaşık 10 dk sürmüştür. Daha sonra Aliyi sağlık görevlileri hastanenin acil servisine götürdüler. (...)."

41. Müteveffanın ambulansla götürülmeye ilk kez teşebbüs edildiği ancak yolda ambulanstan kaçtığını gören tanıklar T.Ç. ve B.A.Ç.nin ifadelerinin ilgili bölümleri şöyledir:

"T.Ç.: ... ambulansta gelen hemşirealiye gördüğüm kadarıyla bir tane sakinleştirici iğne vurdu. Daha sonra biz alinin koluna girdik. Çerkezköy devlet hastanesine gideceğimizi söyleyerek ikna ettik. Daha sonra ambulansa götürdük. Ambulansta sedyeye yatırdık ve sedyedeki kemerleri bağladık. Ambulans yola çıktı. Ambulansın içinde şoför, onun yanında ambulansta görevli bir erkek şahıs ve yanında da alinin annesi, arkada ambulansta görevli iki erkek şahıs, bir hemşire vardı. Arkada yakını yoktu. ... Ancak biz Çavuşlu gişelerini geçtikten sonra kavşaktan sağa doğru İstanbul yoluna girerken bizim ambulansı sağa çekmiş park etmiş halde gördük. ambulansın sağ camı kırıktı. Alinin kaçmış olduğunu söylediler. Jandarmayı aramışlar ancak jandarma gelmeyince biz aliyi aradık. Yaklaşık 40-45 dk aliyi orda aradık. Daha sonra bulamayacağımızı anlayıp otobandan döndük. ... Biz de çerkezköye döndük. ... ayakları çıplaktı. Alinin üzerinde kan, yara bere morluk vs birşey görmedim. Bu sırada ali bana 3 km yol yürüdüm ayaklarım şişti dedi. Ancak ayaklarında kan görmedim. ... Bu sırada alinin kolunda iki tane polis vardı. Ali polislerin kendisini bırakması için iki elini havaya kaldırdı yukarıda birleştirdi ve önünde kendisini ikna etmeye çalışan polis memurunun boynuna vurdu. Bunun üzerine yanındaki polisler joplarını çıkardılar. Ali de ilk vurduğu polis memuruna elinin tersiyle yüz kısmına vurdu. Bu sırada polis memuru yere düştü. Bunun üzerine diğer polisler aliye jopla vurmaya başladılar. Polislerden biri alinin kafasının sağ arka çapraz kısmına jopla vurdu, diğerleri de çeşitli yerlerine vuruyordu. Biz de bunun üzerine polislere 'Ali hastadır bu şekilde müdahale etmeyin' dedik. Ali binanın yan tarafına doğru koştu. Ben de alinin peşinden koştum ikna etmek için. ... bir polis biber gazını çıkardı ve aliye sıktı sonra ben de ali de biber gazından etkilendik. Gözlerim biber gazından etkilendiği için gözlerimi silmeye başladım kollarımla bu andan itibaren birkaç dakika biber gazının tesiriyle birşey göremedim. Ben gözlerimi açabilmeye başladığımda alinin yerde kelepçelenmiş olduğunu gördüm. kelepçeli olduğu sırada alinin üzerinde eniştesi N... Y..., a... abi ve polis arkadaşlar vardı. Sonra hemşire kalçasından bir adet iğne vurdu. Bunu vurduğunu gördüm. Daha sonra hemşire kaldırmayın bir tane daha vuracağım dedi ama ikincisini vurup vurmadığını görmedim. Ben de bu sırada ayaklarını tutuyordum. Bu sırada bir yerden ip geldi ve kim olduğunu hatırlayamadığım bir alinin ayak bileklerinden aliyi sedyeye bağlıyordu. ... sonra aliyi yüzüstü olacak şekilde ambulansa koyduk. ambulansa koyduğumuz sırada bağırıp çağırmıyordu. İlacın etkisiyle sakinleşmişti kendisinden nefes alamıyorum diye birşey duymadım. Ambulansın arka kısmında ... hemşire ve bir tane yardımcısı vardı. Ön kısımda ise şoför ve alinin annesi vardı. Daha sonra ambulans Bakırköye gitmek üzere çıktı diye biliyorum. ...Ambulansın olay yerinden çerkezköy devlet hastanesine gelmesi bence takriben 4-5 dk sürer. (...).

B.A.Ç.: ... Olay günü eşim T.. Ç... eve gelerek Ali'nin hasta olduğunu ve hastaneye götürülmesi gerektiğini söyledi. ...Bizde arabayla ambulansın peşinden gittik. ... Otobanda seyir halinde iken ambulansın yol kenarında durduğunu gördük. Bizde durduk ve ambulansın yanına gittiğimizde ambulansın camının kırık olduğunu gördük. Ali'nin kaçtığını öğrendik. Biz burda bir süre bekleyip Ali'yi aradık. Daha sonra tekrar Yeniköy'e döndük. Orda Ali'nin evinin önünde otururken bir süre sonra Ali bir arabayla eve geldi. Arabada şoför koltuğunun yan tarafında oturuyordu. Araba şoförünü tanımıyorum. ... Kapaklıya gittiklerini öğrendim. ... Eşim beni telefonla arayarak Ali'nin eşi olan Esma'nın hazır olmasını Ali'yi ambulansa tekrar bindirdiklerini İstanbul'a götürdüklerini bizimde arabayla peşlerinden gideceğimizi söyledi. Esma rahatsız ve yorgun olduğu için gelmek istemedi. ...Bir süre sonra Ali'nin burada vefat ettiğini öğrendik.(...)."

42. Devlet Hastanesi doktoru olan ve müteveffa Devlet Hastanesine getirildiğinde ona ilk tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren H.K.nin ifadesi Asayiş Müdürlüğünde alınmıştır. Bu ifadenin ilgili bölümü şöyledir:

" ... 4/8/2013 günü görevim esnasında saat 17.25 sıralarında Hastaneye sedye ile Acil Polikliniğine 30-35 yaşlarında bir erkek hasta getirildi, hasta sedyeye parmak kalınlığında bir iple bağlıydı, ben ve diğer hastane görevlileri hastaya derhal müdahale ederek nabzını ve tansiyonunu ölçtük ayrıca hastanın kalp atışlarının olmadığını anlayınca CPR'ye başlandı, yaklaşık 45 dakika boyunca CPR yapılan hastanın nabız ve kalp atışları dönmeyince hasta eks kabul edildi. ... Yukarıda belirttiğim gibi şahıs hastaneye intikal ettirildiğinde nabız ve kalp atışı yoktu. (...)."

43. Olay yerine giden, özel hastaneye ait ambulansta bulunan ve söylediğine göre olay tarihinde başka bir özel hastanede hemşire olarak görev yapan Ö.A.nın 5/8/2013 tarihinde Asayiş Müdürlüğünde alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

" ... Ben 5 yıllık hemşireyim. Halen İstanbul Bakırköy ... Hastanesinde hemşire olarak çalışmaktayım. 4/8/2013 günü sabah saat: 10.00 sıralarında yaklaşık 1 aydır tanıdığım ve Özel M... Hastanesinde ambulans şoförü olduğunu bildiğim R... K... beni arayarak Tekirdağ'dan bir hastayı alarak Bakırköy’e nakil edeceğini söyledi, hastanın durumuyla ilgili bir bilgi vermedi. Ben de izinli olduğum için ve bazen böyle il dışına gidip geldiğimde hasta yakınları tarafından bir miktar para verildiği için bu geliri elde etmek amacıyla R... K...nin teklifini kabul ettim. Beni ambulans ile evimden aldı yanında daha önceden tanımadığım Ş... B... isimli bir şahısta vardı, birlikte S... ilçesinin Y... Köyü'ne geldik. Ben ambulanstan hiç inmedim, bu sırada yanımıza hasta Ali ÇELEBİ isimli şahısın annesi olduğunu söyleyen bayan geldi, bize hitaben 'Bunu alın götürün, yoksa bizi öldürecek' şeklinde sözler söyledi, ben ambulanstan inmedim, Ş... ile R... gittiler, bu sırada şahısın 2 ya da 3 katlı müstakil bir evin ikinci kattaki balkonunda olduğunu gördüm, 35-40 yaşlarında 190-200 cm boylarında 120-130 kilo civarında, kirli sakallı, başında takkesi olan bir şahıs olduğunu gördüm, bir müddet sonra Ş... ve R... geldiler, şahısı ikna edemediklerini söylediler, annesi bana 'ne olur iğne yap uyuşturucu yap bunu götürelim yoksa bizi öldürecek' dedi, ben sıkıntı olur yapmam dedim bunun üzerine R... jandarmayı aradı, bir süre sonra Jandarma geldi, birlikte yukarı çıktık, şahısı Çerkezköy’de bir hastaneye kontrole götürmek vaadi ile inandırıp bende ikna olması için serum olarak tabir edilen İzotonik suyundan şahısın kalçasından iğne yaptım, şahıs bize 'çıkın dışarı dua edeceğim' dedi, sonra bize tekrar 'sadece kontrole gideceğiz söz mü' dedi, bizde 'söz dedik', sonra ambulansa bindi. Sedyeye yattı, emniyet kemerlerini bağladık ve İstanbul Bakırköy'e doğru ambulans ile hareket ettik arkada ben hasta ve Ş... vardı, ön tarafta şahısın annesi ve R... vardı, bir müddet sonra ambulansın içerisinde kafayı kaldırıp etrafına bakınmaya başladı daha sonra 'siz kalleşsiniz' sonra sedyeden doğrularak 'Allah' diye bağırda iki elini yana açarak 'sizi öldürmekten korkuyorum' diye bağırdı ayağı ile ambulansın sağ kapı tarafına tekme attı, cam kırıldı. Ben R... bey hasta fenalaştı deyip aracı durdurmasını sağladım. R... arabayı durdurdu ve kapıyı açtı, Ali ÇELEBİ araçtan inerek koşarak araziye doğru gitti. 10 dakika kadar arazide durdu, ben araçtan inmedim, bu sırada R... telefonla görüştü, bu sırada şahsın annesi bana 'hep senin yüzünden oldu, ben sana uyuşturucu yap dedim yapmadın, bunu döve söve Bakırköy'e götürmemiz lazım' diye sitemlerde bulunuyordu. Bir müddet sonra otoyol gişelerinde jandarmanın bulunduğu yere jandarmanın yanına gittik. jandarmalar bize şahsın bir araca binerek Çerkezköy'e doğru gittiğini söyledi, annesi debize hitaben 'çabuk tekrar eski eve gidelim yoksa bu karısını çocuklarını öldürür, ne yapıp edip Bakırköy'e götürmemiz lazım' dedi. Birlikte tekrar evine geldik, ambulansı görmesin diye evin arkasına park ettik, ben ambulanstan inmedim, bir süre sonra şahsın başka bir yerde olduğunu, yakınları gidip polisten yardım alacaklarını söyledi, annesi bize hitaben 'Ben bu ambulanstan Bakırköy'e gidinceye kadar inmeyeceğim, bu gün gitmezse hepimizi öldürür' şeklinde konuştu, sonra ambulansla bir polis merkezinin önüne geldik ben yine ambulanstan inmedim, annesi, yakınları polislerle bir şeyler konuşuyorlardı, ama ne konuştuklarını duymadım. Daha sonra 4-5 katlı bir apartmanın bulunduğu bir yere geldik, ben ambulanstan yine hiç inmedim, bir süre sonra Ali ÇELEBİ isimli şahsı zemin katta gördüm, polisleri görünce 'Allah' diye bağırdı bu sırada ezan okundu, 'ben bir camiye gidip geleyim' dedi, polis memurunun bir tanesi 'yok gitme seni hastaneye kontrole götüreceğiz' dedi ancak şahıs iki elini yumruk yaparak polise vurdu, sonra bir anda ortalık karıştı, şahsa polisler biber gazı sıktılar, şahıs daha da hiddetlendi nereye saldıracağını şaşırdı, ortalık karıştı, bu esnada da annesi bana 'iğne yap iğne yap' deyip duruyordu, bunun üzerine 2 şırıngaya izotenik suyu çektim, bu sırada şahsın 10-15 civarında yakını ve 9-10 polis şahsı yüzüstü yere yatırarak etkisiz hale getirdiler, başına su döktüler, bu sırada şahsın ağzından köpükler geliyordu, nabzına baktığımda yoktu, yüzü mordu, sanki nefes alamamış gibiydi, bende iğnenin birini bu karmaşada yaptım diğerini de kendi elime yaptım. Sonra şahsın akrabaları ayaklarından iple bağladılar, polisler kelepçe taktı, şahsı ambulansa bindirdik, ben acil bir servise gitmesi gerektiğini R...’ye söyledim, Devlet hastanesine şahsı götürdük, burada şahsa müdahale yaptılar ancak şahıs eks olmuştu, ambulansın arkasında ben, hasta, Ş... ve 4 tane akrabası vardı annesi ve R... ambulansın önündeydi. Olay bu şekilde olmuştur, ben bu şahsa vurmadım, şahısta bana vurmadı."

44. Ambulans şoförü R.K.nin 5/8/2013 tarihinde Asayiş Müdürlüğünde alınan ifadesinin ilgili bölümü şöyledir:

"... 4/8/2013 günü sabah saat: 10.00 sıralarında bana ait ... numaralı telefonumdan arayarak Ali Çelebi'nin abisi olduğunu söyleyen bir şahıs bana 'psikolojik rahatsızlığı olan bir kardeşimiz var, polisten ve jandarmadan yardım istedik, savcının bilgisi var, bu hastayı alıp Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine ücreti mukabilinde götürür müsün? zaten kendisi daha önce de orada tedavi gördü.' dedi. ... TL'ye anlaştık. ... bunun üzerine yanıma daha önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde hasta bakıcı olarak çalışıp emekli olan Ş... B... ve daha önceden tanıdığım ve hemşire olan ve herhangi bir yerde halihazırda çalışmayan Ö... A...'ü alarak bana verilen adrese Özel M... Hastanesine ait .... ambulansla geldik. Ali Çelebi isimli şahıs ... iki katlı müstakil bir evin ikinci katında idi. Kendisinin yanına yanımda bulunan arkadaşlarımla beraber çıktık. Kendisi ile 30 dakika kadar konuşarak tedavisi için ikna etmeye çalıştık, ancak kendisi deli olmadığını iddia ederek sopa ile bizi evden kovdu. Evde ismini bilmediğim annesi vardı. 156 jandarmayı arayarak bize yardım etmesini istedim. Bir müddet sonra jandarma görevlileri geldi. Jandarma ona iğne vurulup geleceksin diyerek ikna etmeye çalıştı, şahısta ben iğneden korkmam diyerek burada vurabilirsiniz dedi. Bunun üzerine Ö... A... isimli hemşiremiz ESEF olarak adlandırdığımız serum suyunu şırıngaya çekerek Ali Çelebi'nin kalçasından yaparak şahsı ikna ettik. ... Bağırma sesleri üzerine viraj bitiminde ambulansı sağa doğru çektim. Ali Çelebi'nin bağlı bulunduğu sedyeden kalktığını ve ayağıyla ambulansın sağ sürgülü kapısının camına tekme attığını gördüm, cam kırıldı, beni bırakın diye bağırıyordu. Bana yumruk atmaya çalıştı ancak yumruğu bana değmedi. Bunun üzerine ambulansın iç kısmındaki malzemelere zarar vereceği düşüncesiyle ambulanstan inerek sağ yan sürgülü kapıyı açtım. Şahıs yalın ayak araçtan atlayarak yolun sağ tarafındaki toprak araziye doğru koşarak gitti. ... ailesine zarar vermemesi için yeniden evlerine geldik. Ali Çelebi ... bir araçla kendisiyle beraber iki kişi evine geldi., burada ismini bilmediğim bir akrabasını da alarak evinden ayrıldı. Ben bunun üzerine Ali Çelebi'nin annesine bizden artık bu kadar biz İstanbul'a dönüyoruz dedim ancak annesi araçtan inmedi 'sizi bırakmam işimi halledeceksiniz bana yardım edeceksiniz, polisten de yardım isteyeceğini' söyleyerek bizi ikna etti. ... bunun üzerine polis merkezine gittik. Annesi buradaki görevlilere 'benim oğlum akıl hastası, Yeniköy'den Jandarmayla ambulansa bindirdik ama yolda giderken ambulansın camını kırdı ve ambulanstan kaçtı, şu anda yeğenimizin evinde can güvenliğimiz tehlikede, eğer Bakırköy'deki Hastaneye götürmezsek bizi öldürecek. Ne olur bize yardım edin' dedi. Görevliler de herhangi bir resmi evrak olmadığı için çekincede kaldılar ancak daha sonra iki resmi polis ekibi Ali Çelebi'nin yeğenin evine gittik, yaklaşık 15-20 kişilik akrabası evin önündeydiler, polislere ve bizlere 'siz sakın apartmana çıkmayın, şahıs 5. katta sizi görürse balkondan atlayabilir, biz ellerini bağlayıp aşağıya indireceğiz, siz burada bekleyin' dediler.

Bir müddet sonra kendi evine götüreceklerini vaat ederek kandırdılar ve apartmandan indirdiler. Apartmandan indirdiklerinde görevli resmi polisleri görünce 'siz neden buraya geldiniz, gidin buradan' dedi, polis memurları da 'biz seninle buraya konuşmaya geldik' şeklinde pozitif yaklaşımda bulundular. ... Ben gideceğim dedi, polisler de konuşalım sonra gidersin dediler, bu sırada olay yerine takviye bir polis ekibi daha geldi. Konuşma sırasında Ali Çelebi, iki elini havada birleştirerek hızlı bir şekilde kendisiyle konuşan polis memurunun baş bölgesine doğru yumrukla vurdu, yumruğun şiddetiyle polis 3-4 adım geriye düştü, hemen yanında bulunan polis memuru Ali Çelebi'nin yüzüne doğru biber gazı sıktı, bu memura da bir tokat attı, bu polis memuru da 3-4 metre geriye düştü, daha sonra bağırarak sağa sola saldırmaya başlayınca diğer polis memurları da bu şahsı etkisiz hale getirmek için şahsa biber gazı ve copla müdahalede bulundular. Bunun üzerine Ali Çelebi polislerin elinden kurtuldu ve olay yerine yakın yerde bulunan yaklaşık 1/1,5 metre derinliğindeki dere yatağı gibi çukur bir yere ayaküstü atladı. Kısa süre sonra oradan çıktı. Polisler onu yakalamaya çalıştılar, çevreden gelen yakınları ile birlikte görevli polisler onu yere yatırdılar, kelepçe taktılar, ismini bilmediğim yakınları da beyaz renkli bir urgan ile şahsı ayaklarından bağladılar. 3-4 polis ve 4-5 yakını ile birlikte şahsı bu şekilde zapt etmeye çalışıyorlardı, hemen ambulans istediler, ben de ambulansı şahsın istediği bölgeye getirip sedyeyi çıkarttım. Sedyeyi güçlükle koydular çünkü şahıs 1.90-1.95 cm boylarında ve yaklaşık 140 kg ağırlığında iri yarı birisiydi. Sedyeye koyduklarında yüzünde hafif morluklar ve ağzında köpük vardı. Görsem tanıyamayacağım bir yakını Ali Çelebi'yi bu hali ile aynı urgan ile sedyeye bağladı., ambulansın kapısını kapatarak ve annesini ambulansın ön tarafına alarakolay yerinden ayrıldık. Ambulansın arka kısmında Ali Çelebi'nin 5-6 yakını ve Ş... Ç... İle Ö... A... Hemşire vardı, polisler yoktu. Ben şahsın bu hali ile en yakın Acil Serviste müdahale edilmesi gerektiğini annesine söyledim ancak annesi Bakorköy'deki hastaneye gidelim dedi ancak ben olmaz dedim ve Çerkezköy Devlet Hastanesine getirerek şahsı indirdim. Daha sonra şahsın eks olduğunu öğrendim. ...

... Hastayı alırken bana psikolojik tedavi gördüğünü söylediler ancak ben raporunu talep etmedim. Hastane yönetiminin benim bu yaptığım davranıştan dolayı herhangi bir izni ve müsaadesi yoktur, sadece soyadını bilmediğim H... isimli gece müdürüne 4/8/2013 günü saat 10.00'da bilgi verdim, onun bilgisi vardır. Yanımda bulunan Ş... B... ve Ö... A...'ün Özel M... Hastanesiyle uzaktan yakından bir ilgileri yoktur, herhangi bir yerde çalışmazlar, ben sadece onlara yardım etmeleri için yanıma aldım, herhangi bir resmi sıfatları yoktur... Gece müdürü H...'ye Çerkezköy'de hasta var oraya gideceğiz diye telefonla bilgi verdim. O da tamam dedi."

45. Bu ifade sonrasında kolluk tarafından söz konusu özel hastane telefonla aranarak hastanenin gece sorumlusu H.A. isimli kişiyle telefonda görüşülmüş ve söz konusu ambulansın müteveffayı Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine nakli konusunda görevlendirilip görevlendirilmediği sorulmuştur. H.A. böyle bir görevlendirmenin ne ambulans ne de R.K. için söz konusu olduğunu ve konuyu hemen sorumlu müdürlerine ilettiklerini ancak onun da bu olaydan haberinin olmadığını söylemiştir.

46. Ambulansla müteveffayı almaya giden Ş.B.nin ifadesi de aynı gün Asayiş Müdürlüğünde alınmıştır. Adı geçen şahıs, R.K.nin anlatımlarına benzer anlatımlarda bulunmuş; 2010 yılında Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesindeki hasta bakıcılığı görevinden emekli olduktan sonra ek gelir elde etmek için R.K.nin kullandığı ambulansla izinsiz olarak bu tür nakillere gittiğini, Ö.A.yı tanımadığını ancak R.K.nin çalıştığı hastaneden farklı bir hastanede hemşire olarak çalıştığını duyduğunu, ambulansla toplam üç kişi gittiklerini, R.K.nin müteveffanın yakınlarından hastalığına ve nakil işlemine ilişkin herhangi bir belge almadığını, müteveffanın ambulansa ilk bindirildiğinde kendisine saldırıp kolundan yaraladığını, ikinci kez bindirmeye çalıştıklarında ise polislere saldırdığını, polislerin de biber gazıyla karşılık vererek müteveffayı etkisiz hâle getirmeye çalıştıklarını, müteveffanın en son akrabaları ve polisler tarafından yere yüzükoyun yatırılıp bağlanarak ve kelepçe takılarak etkisiz hâle getirilebildiğini, bu aşamadan sonra polis memurlarının kuvvet kullanmadıklarını, tekrarambulansa bindirilip Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürürlerken Ö.A.nın, A.Ç.nin durumunun kötüleştiğini ve en yakın acil servise götürmeleri gerektiğini söylemesi üzerine Devlet Hastanesine gittiklerini ve burada müteveffanın öldüğünü öğrendiğini ifade etmiştir.

D. Şüpheliler Hakkında Düzenlenen Tıbbi Belgeler

47. Soruşturma kapsamında alınan doktor raporlarına göre;

-Ş.B.nin sol kol arka kısımda 5x5 cm boyutunda sıyrık ve ekimoz,

-Polis memuru A.S.nin sağ el bileği ve sol ayak bileğindeki hareketlerde hassasiyet,

-Polis memuru Ö.A.nın sağ kulak ve kulak altında kızarıklık ile sağ dirsekte sıyrık ve sağ dizde kızarıklık,

-Polis memuru Ö.Ş.nin boyun arka kısımda palpasyonda hassasiyet,

-Polis memuru Y.B.A.nın alt dudak iç tarafta ve sağ dizde kızarıklık,

-Polis memuru D.P.nin sağ dizde palpasyonda hassasiyet ve ciltte hafif kızarıklık meydana gelecek ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte yaralanması söz konusudur.

E. Soruşturma Sonucunda Verilen Kararlar

48. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/7/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"... olay tarihinden yaklaşık 15-20 gün önce müteveffanın saldırganlaşmaya başladığı, eşi Esma Çelebi'nin beyanına göre ufak tefek şeyleri evden dışarı balkondan aşağıya attığı, buzdolabının kapısını kırdığı, çamaşırlarının bir kısmını dışarı attığı, ailesinin de bu durumdan endişelenmeye başladığı, bu sebeple ailenin müteveffayı yine Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine yatırmaya karar verdiği, bunun için ailenin Özel M... Hastanesi'nden müteveffayı hastaneye götürmek üzere ambulans istedikleri, 04.08.2013 tarihinde 34 ... plakalı ambulansın müteveffanın eşi, annesi ve çocuklarıyla beraber yaşadığı S... ilçesinde bulunan Y... köyüne geldiği, ambulansta şoför R... K...,şoför yardımcısı Ş... B... ve hemşire Ö... A...'ın olduğu,

Ailenin müteveffayı Çerkezköy Devlet Hastanesi'ne kontrol için götürüp geri götürüceğiz diyerek ikna ettiği, hemşirenin evde müteveffaya uyuşturmak/sakinleştirmek için iğne yaptığı, müteveffanın sedyeye yatırılıp bağlanarak ambulansa bindirildiği, ambulansın şoför koltuğunun yanındaki yolcu koltuğuna müteveffanın annesi D... Ç...'nin oturduğu, arka kısmında ise şoför yardımcısı Ş... B... ve hemşire Ö... A...'ün olduğu, ambulansın Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine doğru yola çıktığı, ambulansın arkasında özel araçla müteveffanın eşi Esma Çelebi, arkadaşları olan T... Ç... ve B... Ç...'ın ambulansı takip ettikleri, bu araçla ambulans arasında yaklaşık 10 dakikalık bir mesafe olduğu,

Ambulans yolda seyir halindeyken Mahmutbey Gişeler gelmeden önce, Çavuşlu Gişeleri geçtikten sonra müteveffaya yapılan iğnenin tesirinin geçtiği, müteveffanın etrafa bakıp başka bir yere gittiğini anladığı ve hırçınlaşmaya başladığı, sedyeye bağlı olduğu kayışları kopardığı, ambulansın sağ sürgülü kapısının camını tekmeleyerek kırdığı, müteveffanın ambulans içinde Ş... B...in sol koluna vurarak/sıkarak kesin adli muayene raporuna göre basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek nitelikte yaraladığı, bunun üzerine ambulansın yolda sağa çekip durduğu, ambulans şoförü R... K...'ın ambulansın kapısını açtığı ve müteveffanın araçtan kaçarak ağaçlık alana doğru kaçtığı, ailesinin onu yaklaşık 40-45 dakika aramasına rağmen bulamadığı, bunun üzerine ambulansın ve müteveffanın yakınlarının Y...'deki eve geri döndükleri ve burada bekledikleri,

Müteveffanın muhtemelen otostop çekerek .... marka bir araca bindiği, araçla beraber C... mah. T.... Konutları yolu üzerinde bulunan T... Petrol'e geldiği, burada araçtan indiği, burada bulunan T... S...'den kendisini Y...'e götürmesini istediği, T... S...'nin kabul ettiği, T...in beyanında; müteveffa'nın ayakkabılarının olmadığını, üzerinde şort ve tişort olduğunu, sağ elinde ve ayaklarında kan olduğunu, başının sağ şakak kemiğinin bulunduğu yerde kızarıklık olduğunu, müteveffanın kendisinin ... plakalı gri renkli ... marka arabasına bindiğini, kendisinin müteveffanın akıl sağlığının bozuk olduğunu anladığı, müteveffanın eşini ve abisi olduğunu söylediği şahsı öldüreceğinden bahsettiğini, zaman zaman Allah diye bağırdığını ve arabanın ön ve arka kapı adasında bulunan direk kısmına vurduğunu, ... beyan etmiştir.

Müteveffanın T... S...'nin kullandığı araç içinde yolcu koltuğunda Y..'deki evine geldiği, müteveffanın burada T... Ç...'ı yanına çağırdığı, bu araçla beraber müteveffanın akrabası olan S... F...'ın ... Kapaklı'daki evine gittikleri, T... S...'nin oradan ayrıldığı,

Müteveffa'nın S....'nin evinde olduğunu öğrenen annesi D... Ç...'nin ambulansla Kapaklı Polis Merkezi'ne giderek müteveffanın kendisine zarar verebileceğinden bahisle yardım istediği, müteveffanın başka akrabalarının da polis merkezine gidip yardım istediği, polislerin de kabul ettiği, ambulans ve polislerin müteveffanın bulunduğu Kapaklı'daki adrese gittikleri, burada müteveffanın yakınlarının polis memurlarını uyarıp müteveffanın silahlarını alıp kendisine ve çevredekilere zarar verebileceğini söyledikleri, bunun üzerine polis memurlarının silahlarındaki şarjörlerini çıkartıp ceplerine koydukları, müteveffanın yakınlarının polisin geldiğini öğrenince müteveffayı Y....'deki kendi evine götüreceklerini söyleyerek ikna edip dışarı çıkarttıkları, polislerin müteveffayı ikna etmek için konuştukları, ...

Olayı doğrudan gören tanıklar ...'ın beyanlarına göre; polislerden birinin müteveffanın koluna girerek 'gel ambulansa gidelim' dediği, müteveffanın de ona 'namazımı kılayım nereye istiyorsanız gideriz' dediği, bunun üzerine polislerin ona 'önce ambulansa binelim sonra hep beraber namaz kılarız' dedikleri, bu sırada müteveffanın koluna iki tane polisin girdiği, müteveffanın polislerin kendisini bırakması için iki elini havaya kaldırdığı yukarıda birleştirdiği ve önünde kendisini ikna etmeye çalışan polis memurunun (Ö... A...) boynuna vurduğu, bunun üzerine yanındaki polislerin coplarını çıkardıkları, müteveffanın da ilk vurduğu polis memuruna elinin tersiyle yüz kısmına vurduğu ve polisin yere düştüğü, bunun üzerine diğer polislerin müteveffaya copla vurmaya başladıkları,

Olay sırasında arbedenin yaşandığı, polis memurlarının müteveffayı etkisiz hale getirmek için cop ve biber gazı kullandığı, müteveffanın da bu uygulamaların üzerine daha da sinirlenip polis memurlarına vurduğu, müteveffanın 185 cm boyunda, 116 kilo ağırlığında ve güçlü olması sebepleriyle arbedenin bir süre devam ettiği, daha sonra polis memurlarının müteveffanın akrabalarının da yardımıyla müteveffayı yüzü koyun yere yatırdıkları ve kelepçeledikleri, müteveffanın yakınlarının onun ayaklarını iple bağladığı, bu sırada hemşireÖ... A...'ın müteveffaya iğne yaptığı, yine müteveffanın yakınlarının onu sedye yüzüstü yatırıp ipin kalan kısmıyla bağladıkları, müteveffayı ambulansa bindirdikleri, ambulansla Çerkezköy Devlet Hastanesine götürdükleri, acil doktoru olan H... K...'ın yaptığı incelemede Ali Çelebi'nin hastaneye eks duhul halde getirildiğinin tespit edildiği, hastanede yaklaşık olarak 45 dakika CPR yapıldığı, yanıt alınamayınca Ali Çelebi'nin ölü olarak kabul edildiği,

(...).

Olay yeri inceleme raporu, olay yeri krokisi, tutanaklar, Adli Tıp raporları, fotoğraflar, ölü muayene tutanağı, kesin adli muayene raporları, tanık, şüpheli, şikayetçi beyanları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;

Polisin zor kullanma yetkisinin Polis Vazife Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde ifade edildiği, burada polisin görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde bu direnişi kıracak ölçüde zor kullanabileceği, bunun için bedeni kuvvet, kelepçe, cop, göz yaşartıcı gaz kullanabileceği belirtilmektedir. Olay günü polislerin idari görevleri kapsamında, müteveffanın kendisine ve çevresine zarar verebileceğinden bahisle kendisinden yardım isteyen müteveffanın yakınlarına yardım etmek için olay yerine gittikleri, müteveffayı nazikçe ambulansa davet ettikleri, ancak müteveffanın şizofren hastası olması, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gitmek istememesi ve polislerin kendisini buraya getireceklerini anlaması üzerine burada bulunan polis memurlarına vurmaya başladığı, bunun üzerine polis memurlarının müteveffaya orantılı bir kuvvet uygulayarak (bedeni kuvvet, kelepçe, cop, göz yaşartıcı gaz) müteveffayı kelepçeleyip etkisiz hale getirdikleri, müteveffa etkisiz hale geldikten sonra herhangi bir kuvvet uygulamadıkları,

Adli Tıp Kurumu İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun 2014/66390/2653 sayı 2541 karar ve 11/06/2014 tarihli Adli Tıp Raporu'nda; müteveffanın kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin kanaması, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediği için travmatik tesirle öldüğünün tıbbi delilleri bulunmadığı ve kronik kalp damar hastalığı bulunan müteveffada ölümün uyuşturucu entoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu oy birliği ile ifade edildiğinden, polis memuru olan şüpheliler .... ın müteveffaya orantılı kuvvet uyguladıkları ve bu kuvvetin müteveffanın ölümüne sebebiyet vermediği, bu haliyle bu şüphelilerin üzerine atılı suçun maddi-manevi unsurlarının gerçekleşmediği,

Yine Adli Tıp Kurumu İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun 2014/66390/2653 sayı 2541 karar ve 11/06/2014 tarihli Adli Tıp Raporu'nda; ambulansta görevli yardımcı sağlık personeli olan şüpheli hemşire Ö... A...'e kusur atfedilemeyeceği oy birliği ile ifade edildiğinden, şüpheli Ö...'nin üzerine atılı suçun maddi-manevi unsurlarının oluşmadığı anlaşılmakla, (kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi)."

49. Başvurucunun bu karara itirazı, Çorlu Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/9/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili bölümü şöyledir:

"...

CMK’nın 172. maddesinde '(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir… (2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.' hükmü yer almakta olup yeni delil meydana çıkması halinde aynı fiilden dolayı kamu davası açılabileceği muhakkaktır.

Usul ve Yasaya uygun olduğu anlaşılan Çerkezköy C. Başsavcılığının 18/07/2014 tarih ve 2013/5155 Soruşturma 2014/3130 Kovuşturmaya Yer Olmadığına dair kararındaki gerekçeye görekovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isabetsizlik olmadığı görülmekle aşağıdaki gibi (karar vermek gerekmiştir)."

50. Bu karar, başvurucuya 9/10/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup 6/11/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

51. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 13. maddesinin 27/3/2015 tarihli ve 6638 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değişiklik yapılmadan önceki ilgili bölümü şöyledir:

" (Değişik: 3/8/2002-4771/10 md.)

 Polis,

 ...

F) Bir kurumda tedavi, eğitim ve ıslahı için kanunlarla ve bu Kanunun uygulanmasını gösteren tüzükte belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirlerin yerine getirilmesi amacıyla, toplum için tehlike teşkil eden akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol bağımlısı serseri veya hastalık bulaştırabilecek kişileri,

 ...

eylemin veya durumun niteliğine göre; yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar. Yakalanması belirli bir usule bağlanmış kişilerle ilgili kanun hükümleri saklıdır.

..."

52. 2559 sayılı Kanun'un “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıyı teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.”

53. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler” başlıklı ikinci bölümünün “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesi şöyledir:

 "(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.

(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.

(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.

(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur."

54. 5237 sayılı Kanun’un “Meşru savunma ve zorunluluk hâli” kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

“(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Birleşmiş Milletler Belgeleri

55. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

56. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü olarak anılmaktadır.) birinci ekinin 2. maddesi şöyledir:

" Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır."

57. 18/12/2008 tarihli ve 27084 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 30/3/2007 tarihli BM Engelli Hakları Sözleşmesi'nde engellilerin tüm insan hak ve temel özgürlüklerinden tam ve eşit şekilde yararlanmasını teşvik etmek, korumak ve sağlamak ile doğuştan sahip oldukları onura saygıyı güçlendirmenin amaçlandığı belirtilmiştir. Adı geçen Sözleşme'de engelli kişiler; çeşitli engellerle karşılaşmaları hâlinde diğerleriyle eşit bir şekilde topluma tam ve etkili şekilde katılmalarını engelleyen uzun süreli fiziksel, zihinsel, ruhsal ve duyusal sakatlığı olan kişiler olarak tanımlanmıştır.

2. Avrupa Konseyi Belgeleri

58. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

 59. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”

60. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının, Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

61. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunu söyleyebilmek için eylemin "minimum ağırlık eşiğini" aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

62. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

63. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

64. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

65. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 5/9/1995, § 161). Mahkeme, yaşama hakkı kapsamında incelediği McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık davasında verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır.

66. Mahkemeye göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000,§ 105; Şener Can ve diğerleri/Türkiye, B. No: 27446/12, 24/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.

67. Mahkeme, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, Mahkemenin tamamen yeni belirlediği ilkeler değildir. Yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. Mahkemenin yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

- Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

- Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

- Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

V. İNCELEME VE GEREKÇE

68. Mahkemenin 19/4/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

69. Başvurucu; şizofreni hastası olan eşinin Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürülmek istenirken polis memurlarınca cop, göz yaşartıcı gaz ve kelepçe kullanıldığı için maruz bırakıldığı orantısız güç nedeniyle vücut ve ruhsal bütünlüğünün zarar gördüğünü ve bu olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmediğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Somut olayda başvurucu, ölen eşine yönelik eylemler nedeniyle şikâyette bulunmaktadır. Bu nedenle başvuruda öncelikle başvurucunun ileri sürdüğü bu şikâyet yönünden mağdur statüsüne sahip olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

71. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

 "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir..."

72. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

73. 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 "Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

74. 6216 sayılı Kanun'un 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar; başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin mağdur olduğunu ileri sürmesidir (Fetih Ahmet Özer, B. No: 2013/6179, 20/3/2014, § 24).

75. Bu üç temel koşula ilave olarak anılan Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine, ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Fetih Ahmet Özer, § 25).

76. Bireysel başvuruda "mağdur" kavramı, davada menfaat veya dava ehliyeti gibi kurallardan bağımsız bir şekilde yorumlanır. Ayrıca mağdur kavramının yorumu, günümüzde toplumun koşulları ışığında değişime tabi olup bu kavram aşırı biçimcilikten uzak bir şekilde uygulanmalıdır (Mahmut Tanal (2), B. No: 2014/11438, 23/7/2014, § 20).

77. Bireysel başvuruda, bir başvurunun kabul edilebilmesi için başvurucunun sadece mağdur olduğunu ileri sürmesi yeterli olmayıp ihlalden doğrudan etkilendiğini yani mağdur olduğunu göstermesi veya mağdur olduğu konusunda Anayasa Mahkemesini ikna etmesi gerekir. Bu itibarla mağdur olduğu zannı veya şüphesi de mağdurluk statüsünün varlığı için yeterli değildir (Ayşe Hülya Potur, B. No: 2013/8479, 6/2/2014, § 24).

78. Öte yandan bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de "dolaylı mağdur" sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 53).

79. Diğer taraftan "dolaylı mağduriyet"in ortaya çıkması, somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine bağlı olarak değişebilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşama hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabileceklerine de karar vermiştir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782 11/3/2015).

80. Mevcut başvuruda da başvurucunun yakını olayda yaşamını yitirmiştir. Bu nedenle bizzat başvuru yapma imkânı doğal olarak bulunmamaktadır. Başvurucu kendisi bakımından doğrudan mağduriyetini ileri sürerek değil ölen yakınına yönelik eylemleri şikâyet konusu yapmıştır. Dolayısıyla başvuruda mağdur statüsü bakımından bir sorun bulunmamaktadır.

81. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutu Yönünden

 Genel İlkeler

82. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerektiği vurgulanmıştır. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa'nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hâllerde bile bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 104).

83. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenmez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir. Bu bağlamda kanıtlar değerlendirilirken ilgililerin süreçteki tutumları da dikkate alınmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

84. Aynı şekilde bir muamelenin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında olabilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekir. Bu asgari eşik, göreceli olup her olayın somut koşulları dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu kapsamda muamelenin süresi, bedensel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır. Ayrıca muamelenin ardındaki saik ve amaç dikkate alınmalıdır. Muamelenin heyecanın yükseldiği ve duygu yoğunluğunun olduğu bir anda meydana gelip gelmediği de gözönünde tutulmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

85. Kişileri küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kişide korku, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza” olarak tanımlanabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

 İlkelerin Olaya Uygulanması

86. Somut olayda polis; ciddi zihinsel bozukluğu olan, kendisinin, çevresindekilerin, başkalarının yaşamı ve vücut bütünlüğü için tehlike yaratabilecek bir kişinin götürülmek istendiği ambulanstan kaçarak kendi (polis) görev bölgesi içinde bulunan bir eve geldiğine, bu kişinin yakın zamanda saldırgan davranışlar sergilemeye başladığına, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine derhâl götürülmezse çok vahim sonuçlarla karşılaşılabileceğine ilişkin bir başvuru almıştır.

87. Müteveffanın annesi bir ambulansla, diğer yakın akrabaları ise başka yollarla Polis Merkezine gelmişler; sabah saatlerinde Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürülmesi için çaba gösterilen müteveffanın ambulansa maddi zarar verip ambulansla gelen kişiye de saldırdığını söylemişlerdir. Polis memurları, bu konuda resmî bir görevlendirmeleri bulunmadığından olay yerine gidip gitmemekte önce tereddüt yaşamışlar, akabinde ise durumun ciddiyeti ve aciliyetini dikkate alarak olay yerine gitmişlerdir.

88. Öncelikle somut olay açısından güç kullanmanın koşulları değerlendirirken müteveffanın ciddi bir psikiyatrik rahatsızlığının olduğunun gözönünde tutulması gerektiğini ifade etmek gerekir. Bu bağlamda psikiyatrik rahatsızlığı olan kişilerle iletişime geçmenin özel bir eğitim gerektirdiği ve bu nitelikte bir eğitime sahip olunmaması durumunda somut olayda olduğu gibi polisin bu tür bir rahatsızlığa sahip kişiyle iletişime geçme çabasının boşa çıkacağı belirtilmelidir.

89. Bu nedenle psikiyatrik rahatsızlığı olan kişileri -istekleri olmaksızın- bir sağlık kuruluşuna götürme işleminde yetkili kişiler, yanlarında mümkünse bu konuda özel eğitim almış bir sağlık personeli bulundurmalıdır ya da bu tür işlemler, özel eğitim almış kişiler tarafından gerçekleştirilmelidir. Bunun mümkün olmaması durumunda ise psikiyatrik rahatsızlığı olan kişilerin sağlık personeline ya da kendilerine karşı çıkarak direneceği dikkate alınıp yetkili kişiler tarafından bu konuda uygun bir yöntem belirlenmesi, istenmeyen sonuçların doğmasının önüne geçilmesi bakımından önem arz etmektedir. Ancak kolluk güçlerinden, bu davranışlarla baş etme konusunda uzmanlığa dayalı becerilere sahip olmaları beklenemeyecektir.

90. Mevcut olayda polisin, müteveffanın isteği olmaksızın bir ambulansla hastaneye nakledilmesi konusunda özel bir eğitim almış sağlık personeli bulunmaksızın girişimde bulunmak zorunda kaldığı ortadadır. Yukarıda ayrıntılarıyla ifade edildiği üzere müteveffa -yakınları dâhil ifadesine başvurulanların anlatımlarına göre- kendisinin ve bir başkasının yaşamı veya vücut bütünlüğü için çok tehlikelidir ve müteveffayla uygun şekilde iletişim kurabilecek bir uzmana ulaşılması için yeterli zaman bulunmamaktadır. Bu durumun daha da ötesinde müteveffayı almak için gelen ambulanstaki kişilerin bu konuda uzman olup olmadıklarının polis memurlarına bildirildiğine ilişkin herhangi bir bilgi veya belge de soruşturma dosyasında bulunmamaktadır. Bu nedenle somut olayda, polis memurlarının ambulansla gelen kişilerin uzmanlığı konusunda haklı bir beklenti içinde olabilecekleri bir durumun söz konusu olduğu sonucuna varılmıştır.

91. Başvuruda güç kullanmayı gerektiren bir durumun olup olmadığı değerlendirilirken ikinci olarak güç kullanmanın hukuka uygun olup olmadığı, sonrasında ise zorunlu olup olmadığı değerlendirilmelidir.

92. 2559 sayılı Kanun'un kapsamında polis memurlarının toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastasını yakalama kontrol altına alma görevi bulunmaktadır (bkz. § 51). Anılan Kanun'da, polis memurlarının bu görevlerinin ifası sırasında bir saldırıya maruz kalmaları, aktif veya pasif direnmeyle karşılaşmaları durumunda bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkili olduğu, bu kapsamda direnmenin mahiyetine ve derecesine göre direnenleri etkisiz hâle getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedensel kuvvet, maddi güç ve kanuni şartlar gerçekleştiğinde silah kullanabileceği de belirtilmiştir (bkz. §§ 52, 53).

93. Aynı maddede polisin kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın 5237 sayılı Kanun'un meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunabileceği hükmüne yer verilmiştir.

94. Başvuru konusu olayda polis memurları olay yerine geldiklerinde müteveffa ambulansa binmesi konusunda akrabaları tarafından ikna edilmeye çalışılmış ancak bu mümkün olmamıştır. Ardından iki memur tarafından müteveffanın koluna girilerek bir yandan ikna edilmeye bir yandan da ambulansa götürülmeye çalışılması sırasında müteveffa, memurlara eliyle peş peşe şiddetle vurmuş ve birkaçını vurarak yere düşürmüştür. Müteveffa, polise direnmekle kalmamış; onlara saldırmıştır. Aynı zamanda müteveffa, sadece polis memurları için değil diğer kişiler için de çok tehlikelidir ve memurlara ilk saldırısından sonra olay yerinden kaçmaya çalışmıştır. Bu nedenle olay yerinden uzaklaşmasına izin verilmesi üçüncü kişilerin yaşamı ve vücut bütünlüğü bakımından tehlike oluşturmaktadır. Müteveffa, engellenmesi sonucu kaçmayı başaramayınca memurlara yeniden saldırmış ve sekiz memurdan beşini vücutlarının çeşitli yerlerinden yaralamıştır.

95. Bu durumda polis memurlarının ilgili Kanun kapsamında ve meşru savunma hükümleri çerçevesinde zor kullanma yetkisini kullanmalarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Polis memurlarının zor kullanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı belirlenmekle birlikte olayda bu yetkinin kullanımının zorunlu olup olmadığı ve kullanımında sınırın aşılıp aşılmadığı da incelenmelidir.

96. Müteveffanın kontrol altına alınması için polis memurları tarafından cop, göz yaşartıcı gaz ve kelepçe kullanıldığı, gerçekleştirilen ölü muayene ve otopsi işlemleri sonucunda müteveffanın vücudunda birden fazla yaralanmanın meydana geldiğinin tespit edildiği anlaşılmıştır. 2559 sayılı Kanun'da polisin zor kullanma yetkisi kapsamında bedensel kuvvet ve maddi güç -cop, göz yaşartıcı gaz, kelepçe gibi- kullanabileceği düzenlenmiştir.

97. Anayasa Mahkemesinin, kolluk görevlilerinin toplumsal olaylara müdahalesinde araç olarak kabul edilen, kullanılması ulusal ve uluslararası mevzuatta yasak olmayan göz yaşartıcı gazın kullanım usullerinde öngörülen kriterlerin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğine ulaşıp ulaşmadığını denetlediği önceki kararında; bu gazın kullanılmasının bazı sağlık sorunlarına yol açabileceğinin açık olduğuna ve Türkiye Tabipler Birliğinin yayımladığı “Toplumsal Olaylarda Kullanılan Kimyasal Silahlara İlişkin Bilgi Notu"nda Türkiye’de kullanılan gazın solunum darlığı, bulantı, kusma, tahriş gibi sonuçlarının olabileceğinin hatta küçük çocuklarda, yaşlılarda, gebelerde ve kronik rahatsızlıkları olanlarda ölüme varabilecek daha vahim sonuçlar doğurabileceğinin belirtildiğine vurgu yaptığını öncelikle belirtmek gerekir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK]B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 91).

98. Ancak Mahkemenin bu kararında; kolluk görevlilerini aşmaya çalışan kişiler dışındaki kişilere doğrudan müdahale olduğunun tespit edilemediği, ayrıca göz yaşartıcı gazın doğal etkisi dışında başvurucuda bir yaralanma olmadığı ve gazın aşırı kullanıldığına ilişkin herhangi bir doktor raporuna veya başka bir bulguya rastlanmadığı durumlarda başvurucunun bu gazdan etkilenmesinin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında asgari ağırlık eşiğini aştığının söylenemeyeceği sonucuna vardığını da ifade etmek gerekir (Anayasa Mahkemesinin benzer kararları için bkz. Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 92).

99. Somut olayda müteveffa iri cüsseli, bedensel kuvvet bakımından polis memurlarına üstünlük kuran ve bir silah edindiği ya da ele geçirdiği takdirde bunu tehlikeli biçimde kullanma potansiyeli olan bir kişidir. Olaydan önce yakın akrabaları, eline geçirebileceği ve daha sonra ölümcül eylemde bulunabileceği endişesiyle polis memurlarından tabancalarının şarjörlerini çıkarmalarını istemişler; memurlar da bu isteğe uymuşlardır. Ardından müteveffa, ikna edilmeye çalışıldığı sırada tanıkların tamamının anlatımına göre adeta çılgına dönmüş; polis memurlarına şiddetli şekilde elleriyle vurmaya ve önüne çıkana saldırmaya başlamıştır. Müteveffa bir yandan da kaçmak için belli bir yükseklikten atlamış, kendine zarar verecek şekilde olay yerindeki araçları yumruklamış, baş ve gövdesini sağa sola vurmuştur.

100. Yine tanıkların bazılarının anlatımına göre yakınları da müteveffayı kontrol altına almak için uğraş vermiş, yakalamaya çalışmış ve en son polis memurlarıyla birlikte yakaladıktan sonra üstüne çıkarak bir iple sedyeye bağlamışlardır. Tarafsız tanıkların anlatımına göre polis memurları, kontrol altına alındıktan sonra müteveffaya yönelik bedensel ve maddi kuvvet kullanmamışlardır.

101. Diğer taraftan Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götürülmeye ilk teşebbüs edildiği sırada ambulanstan kaçtıktan sonra müteveffayı evine getiren tanık T.S.nin söylediğine göre müteveffanın vücudunun çeşitli bölgelerinde yeni oluşmuş yaralar mevcuttur ve bu yaralar kanama oluşturacak kadar ciddidir. T.S. müteveffanın bir kavgaya karıştığını kendisine söylediğini ifade etmiştir.

102. Bu bakımdan müteveffanın bedensel muayenesi sonucunda tespit edilen yaraların tamamının polis memurlarının müdahalesi sırasında meydana gelmediği sabittir. Müteveffada polis memurlarının müdahalesi öncesinde de bazı yaralanmalar meydana gelmiştir. Bunun yanında müteveffa, kontrol altına alınmaya çalışıldığı sırada kendisini yaralayacak tarzda hareket etmiş, ayrıca yakınları da onu sakinleştirmek ve yakalamak amacıyla bedensel kuvvet kullanmışlardır.

103. Diğer taraftan görgü tanıkların anlatımlarına göre polis memurlarının tamamı göz yaşartıcı gaz, kelepçe ve cop kullanmamıştır. Ayrıca bazı tanık anlatımlarına göre polis memurları, müteveffanın saldırısının gerçekleşmesinin ardından önce müteveffanın ayak ve kol bölgelerine copla vurmuşlar ancak saldırının devam etmesi üzerine olayın kontrolünü sağlamak amacıyla müdahalelerinin dozunu kademeli olarak artırmışlardır.

104. Tüm bu değerlendirmeler ışığında ve mevcut bilgi ve belgelere göre polis memurlarının müteveffaya yönelik olarak zor kullanmalarının hukuka uygun ve gerekli olduğu sonucuna varılmış; ayrıca memurların bu yetkilerinin sınırlarını, kendilerine saldırılmasından ötürü sırf bir misilleme veya bedensel ceza oluşturması kastıyla ya da taksirle aştıkları tespit edilememiştir. Dolayısıyla olayda hukuka aykırı, gereksiz ve orantısız bir bedenî ve maddi kuvvet uygulanarak müdahalede bulunulduğu söylenemez.

105. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

ii. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Usule İlişkin Boyutu Yönünden

 Genel İlkeler

106. İşkence ve kötü muameleye ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

107. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25).

108. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri, fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

109. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmaların etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan, inceleme ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

110. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

İlkelerin Olaya Uygulanması

111. Başvuru konusu olayda yetkili makamlar, olayın bildirilmesi üzerine derhâl ve resen harekete geçerek olay hakkında bir soruşturma açmıştır. Bu soruşturmada yürütülen işlemlere bakıldığında olaya karışan kolluk görevlilerinin soruşturmaya katılmadığı, soruşturmanın bizzat Cumhuriyet Savcısı tarafından yürütüldüğü, nitelikleri ve özellikleri gereği kolluğun yürütmesi gereken bazı soruşturma işlemlerinin ise olaya karışan görevliler dışındaki bu kişilerle birlikte görev yapmayan polis memurlarınca gerçekleştirildiği görülmüştür. Bu bakımdan kötü muamele şikâyetleriyle ilgili olarak soruşturmada bağımsızlık ve tarafsızlık açısından herhangi bir sorun bulunmamaktadır.

112. Ayrıca soruşturmada, yukarıda genel ilkeler bölümünde ifade edilen başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması, soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekliliği konularında başvurucu tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir. Başvurucunun soruşturma sonucunda verilen karara itiraz ederek ve taleplerini ileri sürerek bu sürece katılabildiği, olayın niteliği gereği maddi delil incelemeleri yapılması, görgü tanıklarının ifadelerinin alınması, Adli Tıp raporlarının düzenlenmesi gibi birbirinden farklı nitelikte ve çok sayıda soruşturma işlemi gerçekleştirilmesinin gerekmesine rağmen soruşturmanın makul bir sürede tamamlanabildiği anlaşılmıştır.

113. Bununla birlikte kötü muamele iddiasına yönelik soruşturmalarda en temel husus, mağdur veya somut olayda olduğu gibi bu mümkün olmadığı takdirde yakınları ile olayın görgü tanıklarının ifadelerinin alınması ve doktor muayenesinin geciktirilmeden ayrıntılı olarak yapılmasıdır. Zira doktor raporu; bu şikâyet bakımından iddia edilen muamelenin olup olmadığı, olmuşsa boyutlarının tespiti açısından olmazsa olmaz bir delil niteliği taşımaktadır.

114. Başvuru konusu olayda, müteveffanın vücudunda bulunan yaralara ilişkin olarak vakit geçirilmeksizin ölü muayene ve sistematik otopsi işlemlerinin yapıldığı, ardından Adli Tıp Kurumundan ayrıntılı raporların alınıp bu bakımdan şüpheli bir durumun bırakılmadığı, ayrıca olayla ilgili olarak tespit edilebilen tüm görgü tanıklarının ifadelerinin alındığı anlaşılmıştır.

115. Soruşturmada, bu şekilde deliller toplandıktan sonra elde edilen delillerin tarafsız ve nesnel bir değerlendirilmesi yapılarak olayda kolluk güçlerinin zor kullanmaya ilişkin yetkilerini aşmadıkları, müteveffaya orantılı bir kuvvet uyguladıkları, kendisi ve başkaları bakımından tehlikeli olma durumu ortadan kalktıktan sonra bir kuvvet uygulamadıkları sonucuna varılmıştır.

116. Açıklanan nedenlerle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

B. Yaşama Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1- Başvurucunun İddiaları

117. Başvurucu, polis memurları tarafından silahlı güç kullanılması ve ardından sağlık personelinin müdahalesi sonucu eşinin yaşamını yitirdiğini, ayrıca ölümün etkili soruşturulmadığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; olayla ilgili olarak yeniden soruşturma başlatılması ve manevi tazminata karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

118. Yaşama hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41).

119. Başvuru konusu olayda başvurucu Esma Çelebi, müteveffa Ali Çelebi'nin eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır. Başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamakla birlikte yaşama hakkı kapsamında ileri sürülen iddiaların kabul edilebilirlik bakımından ayrı ayrı incelenmesi gerekir.

i. Yaşama Hakkının Maddi Boyutu Yönünden

120. Başvurucu, eşinin ölümünün polis memurlarının eylemleri sonucu gerçekleştiğini iddia etmiştir.

121. Bakanlık görüşünde, bu iddiaya ilişkin herhangi bir kabul edilemezlik nedeninin bulunduğu ileri sürülmemiştir.

122. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

...

 "Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

123. Kamusal yetkiyle güç kullanılması sonucu gerçekleşen ölümlerin devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, § 44).

124. Olaya ilişkin yürütülen soruşturmada -aşağıda etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin incelemede belirtildiği üzere- Cumhuriyet Savcısı nezaretinde ölü muayene ve sistematik otopsi işlemleri yapılmış ve bu işlemler sonucunda müteveffanın kesin tıbbi ölüm sebebi Adli Tıp Kurumundan ayrıntılı bir rapor alınarak tespit edilmiştir. Bu raporda, müteveffanın travmatik tesirle öldüğüne ilişkin tıbbi delillerin bulunmadığının belirtildiği gibi ölümle sonuçlanabilecek güç kullanımının söz konusu olduğuna ilişkin bir tespitte de bulunulmadığı anlaşılmıştır (bkz. § 30).

125. Dolayısıyla başvuru dosyasında başvurucunun yakınının, polis memurlarının eylemleri sonucunda yaşamını yitirdiği izlenimini (şüphesi) doğuracak herhangi bir bilgi veya bulgu bulunmamaktadır.

126. Açıklanan nedenlerle başvurucunun yakınının kolluk güçlerince öldürüldüğünü söyleyebilmeyi mümkün kılar nitelikte her türlü makul şüpheden uzak bir kanıtın bulunmadığı, dolayısıyla bu yöndeki iddiaların soyut ve kanıtlanmamış şikâyetlerden oluştuğu açıkça anlaşıldığından başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usule İlişkin Boyutu Yönünden

127. Bakanlık görüşünde, başvurucunun eşinin sağlık personelinin müdahalesi sonucu öldüğü iddiasına ilişkin olarak yaşama hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai soruşturma başlatmayı ve yürütmeyi gerektirmediği, somut olayda başvurucunun ilgili sağlık personeli veya idare aleyhine adli ya da idari yargıda tazminat davası açtığına ilişkin bir bilginin bulunmadığı, bu durumda başvurucunun hem ilgili sağlık personelinin veya idarenin sorumluluğunun ortaya konulmasına hem de gerektiği takdirde tazminat ödenmesine imkân sağlayacak bir hukuki yoldan kendisini mahrum bıraktığı belirtilerek bu hususun kabul edilebilirlik incelemesi bakımından gözönünde tutulması gerektiği ifade edilmiştir.

128. Somut olayda başvurucunun olaya ilişkin sadece ceza soruşturması sürecini tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda ceza soruşturması sürecinin kesin bir kararla neticelenmesi üzerine yapılan bireysel başvuruda, ileri sürülen bu iddia bakımından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunun değerlendirilmesi gerekir.

129. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü de bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin filleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

130. Yaşama hakkına ilişkin usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin, sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

131. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşama hakkının veya vücut bütünlüğünün ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

132. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64; Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78).

133. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

134. Aynı durum, yetkili kişi ve kurumların mesleki ödevlerini hiçe sayarak sağlık kuruluşlarına başvuran hastanın hayatına veya vücut bütünlüğüne hastalığının tanı ve tedavisine ilişkin değerlendirme hatasını aşacak şekilde zarar vermeleri hâlinde sağlık alanında yürütülen faaliyetlerde de geçerlidir (Kenan Sayın, § 47).

135. Başvurunun koşulları bu bakımdan değerlendirildiğinde somut olay, bir doktor ya da başka bir sağlık personeli tarafından yapılan tıbbi bir hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olmayıp psikiyatrik rahatsızlığı ilgililer tarafından bilinen yahut bilinmesi gereken bir hastanın (müteveffa) bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesine nakli sırasında -ayrıntıları aşağıda ilgili bölümde açıklanacağı üzere- sağlık personeli olup olmadığı dahi açıklığa kavuşturulamamış kişiler tarafından yapılan müdahale sonucu yaşamını yitirdiği iddiasıyla ilgilidir.

136. Anayasa Mahkemesinin hukuk mahkemelerinde ya da idari yargıda tazminat davası açılmadığı gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı verdiği tıbbi hataya ilişkin bu başvurularda, sağlık personeli tarafından gerçekleştirilen tıbbi müdahale anında veya hastalığın takibinde yapıldığı iddia edilen bir hata yahut hastalık hakkında konulan yanlış bir teşhis sebebiyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiaları ileri sürülmesine rağmen (Kenan SayınCoşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç ve Zeki Kartal kararı ile Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015) somut olay; bu durumlardan farklı olarak herhangi bir sağlık personelinin hatalı bir tıbbi müdahalede yahut hastalık hakkında yanlış bir teşhiste bulunması, başka bir ifadeyle tıbbi hizmetin uygulanması, yeterliliği ve kalitesi ile ilgili değildir. Somut olayda, tıbbi hizmetin bu konuda profesyonelliği bulunan sağlık personeli aracılığıyla bir özel hastane ya da kamu hastanesi tarafından verilmesi söz konusu olmadığından başvuru, bu yönüyle Anayasa Mahkemesinin tazminat yolu tüketilmediğinden kabul edilemezlik kararı verdiği tıbbi hataya ilişkin diğer başvurulardan farklılık göstermektedir.

137. Bu nedenle başvuruda, Anayasa Mahkemesinin başvuru yollarının tüketilmesi koşuluna ilişkin yerleşik içtihadının (bkz. § 132) uygulanamayacağı sonucuna ulaşılmış ve ceza soruşturması sürecinin müteveffaya yapılan tıbbi müdahale bakımından da incelenmesinin gerekli olduğu değerlendirilmiştir.

138. Açıklanan nedenlerle ceza soruşturmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi sonucunda yapılan bireysel başvuruda, başvuru yollarının tüketilmesi koşulu yönünden herhangi bir eksiklik bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

139. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

140. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

141. Yaşama hakkına ilişkin ceza soruşturmasının da etkili olması için işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin ceza soruşturmasında olduğu gibi;

- Yetkili makamların resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

- Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, § 96),

- Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96) gerekmektedir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

142. Yaşama hakkı kapsamındaki olayla ilgili yürütülen soruşturmada -işkence ve kötü muamele yasağının soruşturulmasında olduğu gibi- yetkili makamların derhâl ve resen harekete geçmesi, soruşturmanın makul bir sürede tamamlanması, başvurucunun gerektiği ölçüde soruşturmaya katılması ve bağımsızlık ile tarafsızlığın sağlanması yönlerinden soruşturmanın yukarıda ifade edilen genel ilkelere herhangi bir aykırılık içermediği görülmüştür.

143. Yine yukarıda yaşama hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelendiği bölümde belirtildiği gibi soruşturmada, müteveffanın polis memurları tarafından öldürüldüğü iddiasına ilişkin olarak gerekli tüm soruşturma işlemlerinin gerçekleştirildiği ve müteveffanın ölüm sebebinin memurların eylemleri sonucu meydana gelmediğinin tespit edildiği anlaşılmıştır.

144. Bununla birlikte yukarıda olaylar ve olgular bölümünde ayrıntılarıyla açıklandığı üzere başvuruya konu olay birden fazla aşamalı olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle soruşturmanın, polis memurlarının olay yerine gelip müteveffanın ambulansa bindirilmesinin ardından gelişen olaylar açısından da ayrıca incelenmesi gerekmektedir.

145. Soruşturmada müteveffanın yaşamını yitirmesiyle ilgili olarak alınan Adli Tıp Kurumu raporunda, müteveffanın kronik kalp damar hastalığının bulunduğu ve ölümünün uyuşturucu entoksikasyonu ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği, ambulansta görevli yardımcı sağlık personeli olan şüpheli hemşire Ö.A.ya ise bu konuda bir kusur atfedilemeyeceği belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında bu rapora atıfta bulunularak bir sonuca varılmıştır (bkz. §§ 30, 48).

146. Öncelikle bu noktada belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).

147. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir.

148. Gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla birlikte Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 68).

149. Somut olayda müteveffa, soruşturmada elde edilen bilgilere göre olay yerinden Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine nakledilmesi için ambulansa bindirildiği sırada hayattadır ve bindirildikten sonra içinde bazı tanıklar da olduğu hâlde söz konusu Hastaneye gidilmek üzere ambulansla yola çıkılmıştır. Ancak yolda, müteveffanın sağlık durumunda bir anormallik olduğu fark edilerek Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gidilmesinden vazgeçilmiş ve en yakında bulunan Çerkezköy Devlet Hastanesine götürülmesine karar verilmiştir.

150. Ambulansta bulunan tanıklar anlatımlarında; yola çıktıktan bir süre sonra müteveffanın nefes almadığını, ellerinin morardığını ve hareketsiz kaldığını fark edip ambulanstakilere söylediklerini, onların ise bu konuda müdahalede bulunmak yerine önce bu durumun normal olduğunu söylediklerini, ardından durumun ciddiyetinin farkına vararak hemen güzergâhlarının değiştirilmesine karar verdiklerini ifade etmişlerdir. Hatta bir tanık, ambulansta acil müdahale için gerekli solunum maskesi ve benzeri teknik ekipmanın bulunmadığını fark ettiğini, ambulanstakilerin bir anormallik olduğunu anlamalarına rağmen herhangi bir müdahalede bulunmadıklarını ifade etmiştir (bkz. § 39).

151. Soruşturma mercileri ve Adli Tıp Kurumu tarafından, olay yerine gelen ambulansta bulunan kişilerin görevli sağlık personeli olduğu kabul edilmiştir. Oysa bu kişilerden sadece ambulansın şoförü olan R.K.nin özel bir hastanede çalıştığının belirlendiği, müteveffaya birden fazla ilaç enjekte eden A.Ö.nün bir özel hastanede hemşire olarak görev yaptığını söylemesine rağmen bu hususun R.K. tarafından doğrulanmadığı görülmüştür. Ambulansla gelen diğer kişinin ise -kendi anlatımlarından da anlaşılacağı üzere- olaydanbirkaç yıl önce görevinden emekli olmuş bir hasta bakıcı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca bu kişiler, ambulansın ait olduğu hastanenin bir görevlendirmesi olmaksızın olay yerine gitmişlerdir (bkz. §§ 44-46).

152. Buna rağmen soruşturmada, A.Ö.nün bir sağlık kuruluşunda hemşire olarak görev yapıp yapmadığı, A.Ö. ve diğerlerinin, bir engellinin nakledilmesi ve gerektiğinde bu kişiye acil yaşamsal tıbbi müdahalede bulunulması konularında mesleki yeterliliğe ve eğitime sahip olup olmadıkları ve dolayısıyla olayın yetkisiz tıbbi girişim niteliğinde olup olmadığı araştırılmamıştır.

153. Yine soruşturmada, bu kişilerin olay yerine getirdikleri ambulansın hasta nakli ve gerektiğinde bir hastayı hayata döndürmek için gerekli teknik cihaz ve donanımı olup olmadığı da belirlenmemiştir. Olay Yeri İnceleme ekibi tarafından ambulans üzerinde bir inceleme yapılmışsa da bu inceleme söz konusu hususları aydınlatmaya yönelik değil müteveffanın ambulansa verdiği maddi zarara ve olayın diğer yönlerine ilişkindir ( bkz. § 31).

154. Müteveffanın olay yerine bir ambulansla gelen, mesleki ehliyetleri ve yeterlilikleri konusunda şüpheler bulunan kişilerin müdahalesi sonucu ve teknik donanımıkonusunda bazı şüpheler ve iddialar bulunan bir ambulanstayken yaşamını yitirmesi, belirtilen hususların araştırılması zorunluluğunu kendiliğinden ortaya çıkartmaktadır. Oysa kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararda ve bu kararın atıfta bulunduğu Adli Tıp Kurumu raporunda, müteveffaya ikinci kez ilaç enjekte edilmesinden sonraki sürece ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır.

155. Aslında soruşturma mercileri ve Adli Tıp Kurumu tarafından, müteveffanın kalbinin ambulanstayken durduğunun sağlık personeli olduğu kabul edilen kişilerce fark edilmesinin gerekip gerekmediği ve gerekiyorsa ve/veya edilmişse neden hemen bu duruma müdahale edilmediğinin -bu tür şüphe ve iddialar bulunmasa dahi- sorgulanmasının gerektiği de söylenmelidir.

156. Sonuç olarak soruşturmada, kronik kalp rahatsızlığı bulunduğu anlaşılan müteveffaya yetkisi ve görevi bulunmayan, ayrıcabu konuda mesleki eğitime ve yeterliliğe sahip olup olmadığı dahi belirlenmeyen kişiler tarafından birkaç saat arayla iki kez uyuşturucu ilaç enjekte edilerek müdahalede bulunulması ve bu müdahaleden sonra müteveffanın yeterli teknik donanıma sahip olduğu konusunda şüpheler bulunan bir ambulansla nakledilmeye çalışılması hususlarında herhangi bir soruşturma işlemi gerçekleştirilmemiş; bu hususların müteveffanın ölümü üzerinde bir etkisinin bulunup bulunmadığı araştırılmamıştır.

157. Dolayısıyla soruşturmada, olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve buna göre ölümde varsa sorumlulukları bulunanların belirlenmesi için gerekli tüm delillerin toplanmadığı sonucuna varılmıştır.

158. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

159. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

160. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminata karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

161. Başvuruda yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

162. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yürütülmesinde hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Çerkezköy Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

163. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

164. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşama hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Çerkezköy Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL başvuru harcı ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/4/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EKREM BORA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/14970)

 

Karar Tarihi: 21/9/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 3/11/2017 - 30229

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucu

:

Ekrem BORA

Vekili

:

Av. Mehmet Akif ERKEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/9/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru dilekçesi ve ekleri ile onaylı suretleri Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 10/3/2014 tarihinde Artvin ili Arhavi ilçe merkezindeki bir otel odasında başından vurulmuş vaziyette bulunan ve akabinde kaldırıldığı hastanede yaşamını yitiren 1987 doğumlu M.B.nin babasıdır.

9. Başvurucunun oğlu M.B., bireysel başvuru ve soruşturma dosyasına yansıdığı kadarıyla olay tarihinden yaklaşık on beş yirmi gün önce Y.Z.P. adlı bir kişi ile Konya'dan Arhavi'ye gitmiştir. M.B., Arhavi'de Y.Z.P. adlı kişinin işlerine yardımcı olarak geçimini sağlamaya çalışmış ve burada bulunduğu dönemde E. Otelinde kalmıştır. Otel kayıtlarına göre Y.Z.P. adlı kişi daha önce de bu Otelde kalmışsa da M.B. bu Otelde ilk kez 17/2/2014 tarihinde kalmıştır. Kayıtlara göre M.B. 25/2/2014 ile 1/3/2014 ve 6/3/2014 ile 10/3/2014 tarihleri arasında da anılan otelde kalmıştır.

10. M.B. 10/3/2014 tarihinde saat 23.40 sıralarında Otelin 24 numaralı odasında başından vurulmuş vaziyette Y.Z.P. adlı kişi tarafından bulunmuştur.

11. Otel resepsiyonunda görevli olan K.Y. saat 23.40 sıralarında 155 Polis İmdat hattını arayarak olayı polise bildirmiştir. Olay yerine intikal eden polis ekipleri, M.B.nin hayati fonksiyonlarının devam ettiğini fark etmiştir.

12. Bunun üzerine derhâl 112 Acil Servis hattı aranmış ve olay yerine bir ambulansın gönderilmesi istenmiştir. M.B., saat 23.45'te olay yerine intikal eden 112 Acil Servis ambulansı ile Arhavi Devlet Hastanesine götürülmüştür.

13. Genel durumu kötü ve bilinci kapalı bir şekilde Arhavi Devlet Hastanesine götürülen M.B., burada yapılan acil müdahale sonrası daha ileri tetkik ve tedavi için Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir.

14. M.B., bunun üzerine Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülerek bu Hastanenin Nöroloji Yoğun Bakım Servisine yatırılmıştır.

15. M.B.nin el svapları, Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde tedavi gördüğü sırada Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda alınmıştır. M.B.nin el svaplarının alındığına dair tutanağın düzenlenme tarihi 11/3/2014 olup saati 04.15'tir.

16. M.B., tedavi gördüğü Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesinde11/3/2014 tarihinde saat 10.00 sıralarında yaşamını yitirmiştir.

17. Olay yerine ilk intikal eden polis ekiplerince düzenlenen 11/3/2014 tarihli (saat 01.30) olay ve araştırma tutanağında özetle M.B.nin kaldığı odanın kapısının arkadan kilitli hâldeyken kırılmış olduğu, M.B.nin girişe göre karşı tarafta bulunan yatak üzerinde ateşli silah ile vurulmuş vaziyette sırtüstü yatar şekilde olduğu ve hayati fonksiyonları devam eden M.B.nin hastaneye kaldırıldığı belirtilmiştir. Olay ve araştırma tutanağında ayrıca olay yerine intikal edildiğinde Y.Z.P. adlı şahsın olayın şoku ile resepsiyonda bulunan koltukta oturduğunun görüldüğü, konu ile ilgili ifadesi alınmak üzere şahsın Polis Merkezi Amirliğine götürüldüğü ifade edilmiştir. Tutanakta; olayın meydana geldiği Otelin içindeki ve dışındaki kameraların uzun süredir arızalı olduğu, bu sebeple olay anını gösterir herhangi bir kamera kaydının bulunamadığı da belirtilmiştir.

18. Olay yerine ilk gelen polis ekipleri, nöbetçi Cumhuriyet savcısını olay hakkında bilgilendirmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet savcısı, olay yeri inceleme ekibinin gerekli teknik çalışmalara başlamasını istemiş; delillerin tespiti ve muhafazası için gerekli tedbirlerin alınması talimatını vermiştir.

19. Olay yeri inceleme ekibinin olay yerinde yaptığı inceleme neticesinde hazırladığı olay yeri inceleme raporu şöyledir:

"Olayın (…)24 nolu odada meydana geldiği bilgisinin alınması üzerine buraya geçildi.24 nolu odanın kapısının ahşap olduğu, kapının kırılmış olduğu, kapı kilit dilinin dışarıda olduğu, kapının karşısında bir adet yatak olduğu, yatağın üzerinde yoğun miktarda kırmızı renkli sıvı olduğu, bu sıvının yanında bir adet kovan olduğu, yatağın ayak kısmında üzerinde “B...” ibareli bir adet telefon olduğu, yatağın yan tarafında bir adet silah olduğu, silahın horozunun kurulu olmayıp namlu ağzında da mermi olmadığı, şarjörünün boş olduğu görüldü. Olayın gerçekleştiği odanın banyo-wc kapısının pvc doğrama olduğu, kapının alt kısmında bir adet mermi giriş çıkış deliği olduğu, kapı üzerine yapışmış halde kıl parçalarının olduğu, banyo içerisine girildiğinde kapının üzerinde bulunan mermi çıkış deliğinin hizasındaki duvar üzerinde bir adet mermi sekme izi olduğu, banyo kapısının sol tarafında zemin üzerinde bir adet çekirdek olduğu, banyo kapısı önünde bulunan çöp kovası içerisinde sigara izmaritlerinin olduğu görüldü. Silah üzerinde yapılan vücut izi incelemesinde herhangi bir bulguya rastlanılmadı. Maktulün eşyalarının 25 numaralı odada olduğu bilgisinin alınması üzerine bu odaya geçilerek şahsa ait siyah valiz ve odada yapılan incelemede herhangi bir bulguya rastlanılmadı. Olay yerinden alınan bulgular usulüne uygun olarak transfer edilerek tanımları delil bulgu listesinde, konumları olay yeri krokisinde belirtilmiştir. Olay yerinin bu haliyle fotoğrafları çekilerek olayın tanığı olduğu beyan edilen Y.Z.P. isimli şahsın el svapları alınmak üzere Arhavi Polis Merkezine gidilmiş, burada şahsın her iki eline ait el svapları alınarak incelemeye son verilmiştir."

20. M.B.nin yaşamını yitirmesi üzerine 12/3/2014 tarihinde ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemine katılan adli hekim, kesin ölüm sebebinin klasik otopsi işlemi yapılarak tespit edilmesinin yerinde olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla aynı tarihte klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiş ve otopsi sırasında cesetten kimyasal tetkik için kan, göz içi sıvısı ve idrar alınmıştır. Otopsi sonucunda hazırlanan 14/4/2014 tarihli raporun ilgili kısmı şöyledir:

" (...)

1- Sağ temporal bölgede cilt üzerinde hafif is bulaşığı bulunan, altında beyin dokusunun görüldüğü 1,5 cm çapında ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,

2- Sol temporal bölgede düzensiz kenarlı 2x1 cm lik ateşli silah mermi çekirdeği çıkış yarası görüldü.

(...)

SONUÇ

(...)

2- Kimyasal incelemede alkol, uyutucu-uyuşturucu ve sistematik toksik madde saptanmadığı,

3- Kişinin vücudundan ateşli silah ürünü elde edilmediği,

4- Kişinin vücudunda 1 (bir) adet ateşli silah ürünü giriş ve 1 (bir) adet ateşli silah ürünü çıkış yarası tespit edilmiş olup yaralanmanın tek başına öldürücü nitelikte olduğu,

5- Giriş deliği etrafında cilt üzerinde ve cilt altında barut is ve asarına rastlanıldığı cihetle atışın bitişik veya bitişiğe yakın atış mesafesinden yapılmış olduğu,

6- Kişinin ölümünün; ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir raporudur."

21. Olay yeri incelemesi neticesinde muhafaza altına alınan tabanca ile tabancanın şarjörü, ayrıca olay yerinde bulunan kovan ile mermi çekirdeği gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne gönderilmiştir. Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 21/3/2014 tarihli uzmanlık raporunda; olay yerinde bulunan tabancanın ateş etmeye mani mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, yapılan deneme atışlarında fişeklerin patladığının görüldüğü, incelenmek için gönderilen 9x19 mm çap ve tipindeki kovan ile aynı çaptaki mermi çekirdeğinin olay yerinde bulunmuş tabanca ile atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır.

22. Yine Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce hazırlanan 21/3/2014 tarihli uzmanlık raporunda, M.B. ve Y.Z.P.ye ait sağ ve sol el içi ile el üstlerinden alındığı belirtilen svaplar üzerinde atış artıklarına rastlanmadığı belirtilmiştir.

23. Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde saat 15.58’de Y.Z.P. adlı kişinin şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:

"M.B. isimli şahısla yaklaşık olarak 45 gün kadar önce memleketim olan Konya iline gittiğim zaman (...) bir meyhanede arkadaş ortamında tanıştım. M.B. bana ailesinden ayrı yaşadığını, babasının emekli polis memuru olduğunu, geçimini insanları dolandırarak sağladığını, başının bu yüzden belada olduğunu, en son olarak Konya ilinde bulunan bir mobilya mağazasından ikinci el bir yatak odası satın aldığını, Mevlüt ismindeki taksici bir arkadaşı ile aynı evde kaldıklarını, yatak odasının parasını ödemediğinden dolayı şahısların kendisini öldürmekle tehdit ettiklerini ve bu yüzden Konya ilinden uzaklaşmak istediğini söyledi. Ben (...) benim yanımda çalıştığı takdirde yalnızca harçlığını ve otel masraflarını karşılayabileceğimi, bu şartlarda yanımda gelebileceğini söyledim. O da kabul ederek benimle 15-20 gün kadar önce Artvin-Arhavi’ye geldi. Arhavi’ye geldiğimizde benim daha önceden kalmış olduğum E. otele yerleştik. Ben Artvin ilinde yaklaşık olarak 10 yıldır ticaret ile uğraşmaktayım. (...) Şu an geçimimi büyük şehirlerde bulunan spot mağazalarından ucuza eşya satın alarak ve bu eşyaları satarak geçimimi sağlamaktayım. Arhavi'de bulunduğumuz süre zarfında arkadaşım olan M.B.yi alacaklarımı alması için birkaç ile gönderdim. M.B. bana borcu olan şahıslardan paralarımı alarak getirdi. (...) M.B., benim ile birlikte olduğu zamanlarda sürekli olarak Konya ilinde olan kız arkadaşı ile telefonla görüşüyordu ancak ben aralarındaki konuşmalara hiç şahit olmadım. M.B., bana bazı zamanda Konya'da olan ablaları ile de konuştuğunu fakat aralarının iyi olmadığını söylüyordu. M.B., Konya'da yaşadığı olaylardan dolayı sürekli tedirgindi. Bana isimlerini söylemediği şahıslar tarafından öldürüleceği korkusu ile Konya iline gidemediğini söylüyordu. Benim bildiğim kadarıyla da M.B. üzerinde sürekli olarak ya bıçak ya da tabanca taşıyordu. Ben bazı zamanlarda da üzerinde silah taşıdığını görüyordum fakat kendisine herhangi bir şey söylemedim. 10.3.2014 günü öğlen saatlerinde uyandık, otelde kahvaltı yaptık. Ben kaldığım oda temizleneceği için ve o gün otelden ayrılacağımdan dolayı kendime ait içerisinde bana ait kıyafetler olan kırmızı siyah renkli çantamı odadan alarak resepsiyonun oraya bırakacağım zaman M.B. de kendisine ait içerisinde tabancası olan siyah renkli el çantasını benim çantamın büyük bölümüne koymuştu. Fakat kendi el çantasını bir ara almıştı, tekrar el çantasını benim çantamın içine koymuş ama ben görmedim. Otelde bulunduğumuz sırada saat 18.00sıralarında resepsiyon görevlisi Sinan isimli şahıs at yarışı kuponu hazırlıyordu, ben kendisine bir kupon da bize hazırla oynayalım dedim. Sinan bize bir kupon hazırladı, biz de kuponu yatırdık ve at yarışını televizyondan seyretmeye başladık. Yarış saat 21.00 sıralarında bitti, ben M.B.ye hadi otelden çıkıp dolaşalım dedim. Arhavi içerisinde biraz yaya olarak gezdik ve benim sürekli olarak gittiğim T. isimli meyhaneye geldik. Burada bir müddet alkol aldık. Alkol aldıktan sonra M.B. bugüne kadar ailesiyle yaşadıkları olumsuzlukları, Konya ilinde (...) 20.000 (yirmi bin) TL.nin üzerinde borcu olduğunu, bu yüzden intihar edeceğini söyleyince ben sinirlendim ve elimi kaldırarak 20.000 TL için adam kendini öldürür mü diyerek zorla masaya oturtturdum. Ben M.B.nin T. isimli meyhanede bana abi ben kendimi öldüreceğim demesi sonrasında silah üzerinde mi diye kontrol ettim, silah üzerinde değildi. Bana yemin ederek dayı üzerimde silah yok dedi. Bir müddet sonra hesabı ödeyerek oradan ayrıldık ve yaya olarak otele doğru yürümeye başladık. Ben bu esnada Hopa'dan tanıdığım taksici bir arkadaşı beni alması için aradım fakat Trabzon'da olduğunu söyledi. Biz yaya olarak otele geldik. Benim amacım kendisine zarar vermesini önlemek için siyah el çantasının içindeki silahı alarak Hopa'ya gitmekti. Otelin içerisine önde ben arkamda M.B. giriş yaptık. Ben resepsiyona giderek otelde sadece M.B.nin kalacağını söyleyerek parasını ödedim. Gündüzden resepsiyon girişine bıraktığım kırmızı siyah renkli çantamı almak için yöneldiğimde çantanın yerinde olmadığını gördüm ve resepsiyon görevlisine çanta nerede diye sordum, O da bana çantayı M.B.nin alarak odaya gittiğini söyledi. Ben de bunun üzerine M.B.nin silahını benim çantamın içerisine tekrar koymuş olduğunu bildiğim için kendisine zarar vereceği düşüncesiyle hemen odaya doğru koştum. M.B.nin bulunduğu 24 numaralı odanın kapısı kilitli idi. M.B.ye kapıyı aç diyerek kapıya vurdum, açmayınca omuzunla kapıyı kırdım, içeri girdiğimde M.B. yatağın üzerinde oturuyordu, elinde kendisine ait tabanca vardı, tabancayı başının sağ tarafına doğru tutarak bana hitaben “DAYI GÜLE GÜLE” diyerek tabancayı ateşledi, ben kafasındaki kanı görünce şoka girdim, kapının hemen önündeki bana ait olan çantayı refleks ile aldığımı hatırlıyorum, oradan resepsiyon bölümüne geçtim. Bu sırada yanıma gelen resepsiyon görevlisi ne olacak ne olacak diye panik halinde bana sordu, ben de polisi ve ambulansı ara dedim. Kısa süre sonra da polisler ve ambulans geldi, odada yaralı olan M.B.ye müdahale ederek hastaneye kaldırdılar. Benim bildiğim kadarı ile M.B. ailesi ile olan problemleri ve piyasaya olan borçlarından dolayı kendisine ait tabancası ile intihara kalkıştı. Ben kendisine engel olmak istedim fakat bir anlık boşluktan faydalanarak bu olayı gerçekleştirdi."

24. Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde Otel resepsiyonunda görev yapan K.Y. adlı kişinin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. K.Y.nin ifadesi okunabildiği kadarıyla şöyledir:

"E. otelde resepsiyonist olarak görev yapmaktayım. 10.3.2014 günü saat 23.30 sıralarında otel müşterilerimizden M.B. [okunamadı] bana iyi geceler dileyip resepsiyonda bulunan bavulunu alarak odasına gitti. Ben resepsiyon vardiyamı [okunamadı] teslim aldım. Vardiyayı teslim aldığım arkadaş bana bavulun M.B.ye ait olduğunu ve gece [okunamadı] teslim alacağını söylemişti. M.B.nin resepsiyonla aynı katta bulunan 24 numaralı odasının [okunamadı] anahtarla kapattığını ben oturduğum resepsiyon masasından duydum. M.B.nin odasına gitmesinin ardından 3-5 dakika sonra dayısı Y.Z.P. koşarak resepsiyona geldi ve çantayı sordu. Kendisine çantayı yeğeninin aldığını söyledim. Y.Z.P. yanımdan ayrılarak M.B.nin odasına gitti ve kapıyı çaldı. Y.Z.P. sertçe vurmaya ve içeride bulunan M.B.ye sürekli kapıyı açması için bağırıyordu. Ses tonu ve kapıyı vurma şiddeti artınca bulunduğum yerden kalkarak Y.Z.P.nin yanına gittim. Kendisini saatin geç olduğu ve otelde çalışanların rahatsız olabileceği yönünde ikaz ettim. Kendisi sakinleşerek bir sorunun olmadığını söyledi. Ben de yanından ayrıldım ve resepsiyonda [okunamadı] oturdum. Masama yerleştiğim anda M.B.nin odasından bir el silah sesi duyuldu. Silah sesinin duyulması ile birlikte Y.Z.P., M.B.nin kalmakta olduğu kapıya omuz atarak kırdı. Kendisi kapının eşiğinden içeri baktı ve bir adım geri çekildi. Ben hemen yanına gittim. Y.Z.P. elini başına koyarak “kendini vurdu” diyerek geri çekildi ve yere çöktü. Kapıdan içeri baktığımda kapının karşısında bulunan yatağın üzerinde M.B.yi yatar vaziyette gördüm. M.B. [okunamadı] sırtüstü yatar vaziyetteydi. Hemen yanımda bulunan cep telefonumdan 155’i arayıp [okunamadı] vererek yardım istedim. Y.Z.P. olayın etkisiyle şoka girmiş gibi görünüyordu, [okunamadı] sürekli sigara içiyor ve konuşamıyordu. Kısa bir süre sonra polis ekipleri ve 112 ekipleri otele geldiler. M.B. 06.03.2014gününden beri otelimizde kalmaktadır. Y.Z.P. [okunamadı] otelimizde kalmıştır. Y.Z.P. uzun süredir otelimize gelip gitmektedir. Kendisinin [okunamadı] bilgim yoktur, nerede çalıştıkları ne için burada oldukları hakkında bilgim yoktur. [okunamadı] Akrabalık ilişkisini kendi beyanları doğrultusunda biliyorum, gerçekliği hakkında bilgim yoktur. [okunamadı]olayla ilgili olarak tüm bilgi ve görgüm bunlardan ibarettir."

25. Kolluk görevlileri 11/3/2014 tarihinde T. adlı birahanenin sahibi O.K. ile burada garson olarak çalışan A.S. adlı kişinin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. O.K. ile A.S. birbiriyle örtüşen ifadelerinde özetle M.B. ile Y.Z.P.nin en son 10/3/2014 tarihinde saat 21.15-21.20 sıralarında Birahaneye gelerek tavuk şiş, çerez, börek, yoğurt, rakı ve iki servis tabağı ile iki adet içki bardağı istediklerini, daha önceden de dört beş defa gelen M.B.nin genel olarak fazla alkol almadığını hatta bir defasında içki içmediğini, dün ise iki rakı bardağı istediklerini, bu kişiler arasında yüksek sesle konuşmaların olmadığını, bu kişilerin birbirlerine el kol ile vurduklarını ya da hakaret ettiklerini görmediklerini, hesabı Y.Z.P.nin ödediğini, önceki gelişlerinde de hesabı sürekli Y.Z.P.nin ödediğini belirtmişlerdir.

26. Soruşturma kapsamında 30/4/2014 tarihinde başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu özetle oğlu ile birlikte yaşamadığını, oğlunun ayrı bir ev tuttuğunu, şüpheli Y.Z.P.nin oğlunun arkadaşı olduğunu, oğlunu Arhavi'ye bu kişinin götürdüğünü fakat niye götürdüğünü bilmediğini, daha sonra yapmış olduğu araştırmalarda bu kişinin silah kaçakçısı olduğunu duyduğunu, bu kişinin belki de oğlunu silah kaçakçılığı yaptırmak için Arhavi'ye götürdüğünü, oğlunun borçlarını kafaya takan biri olmadığını, borçların çoğunu kendisinin ödediğini, birkaç defa oğluna para gönderdiğini, oğlunun intihar ettiğine inanmadığını, bu olayı Y.Z.P.nin yapmasından ya da yaptırmasından şüphelendiğini belirtmiştir.

27. Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığı, soruşturma kapsamında elde ettiği verileri dikkate alarak M.B.nin ölüm olayı ile ilgili olarak kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"(...)

Bu bağlamda 10/03/2014 tarihinde maktul M.B.nin ölümü ile ilgili yapılan soruşturma ile ilgili, öncelikle olayın intihar mı, yoksa kasten adam öldürme mi olduğu noktasında yapılan değerlendirmede, olayın görgü tanığı otel görevlisi K.Y.nin yukarıda özetlenen beyanları, şüpheli Y.Z.P.nin beyanları, Trabzon Adli Tıp Grup Başkanlığınca düzenlenen otopsi raporunda maktulün bitişik veya bitişiğe yakın mesafeden yapılan atışla hayatını kaybettiğinin belirtilmesi, olaydan hemen sonra Arhavi İlçe Emniyet Müdürlüğünce düzenlenen tutanaklar ile Olay Yeri İnceleme ekibince düzenlenen raporun değerlendirilmesi neticesinde olayın intihar olduğunun anlaşıldığı,

Şüpheli Y.Z.P. hakkında intihara yönlendirme eyleminden yürütülen soruşturmada, yukarıda belirtilen deliller kapsamında yapılan değerlendirmede, şüpheli Y.Z.P.nin maktulü intihara yönlendirdiğine ilişkin dava açmaya yeterli nitelikte delil bulunmadığının anlaşılması nedeniyle, 10/03/2014 tarihinde meydana gelen maktul M.B.nin ölümü olayı ile ilgili ve şüpheli Y.Z.P. hakkında açıklanan nedenlerle kamu adına ek kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,

(...) karar verildi."

28. Başvurucu, anılan karara itiraz etmiştir. Başvurucu, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın eksik tahkikat ve inceleme sonucu verildiği gerekçesiyle bu kararın kaldırılarak şüpheli ya da şüpheliler hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuştur. Başvurucu 23/6/2014 tarihli dilekçesinde özetle oğlunun kesinlikle intihar etmediğini, oğlunun bir çete ya da şebeke tarafından tasarlanarak öldürüldüğünü, oğlunun intihar edecek bir yapıda olmadığını ifade etmiştir. Başvurucu; soruşturma kapsamında alınan ifadelerin çelişkili olduğunu, Y.Z.P.nin beyanına göre oğlunun içinde tabanca bulunan çantayı resepsiyondan alarak bu tabancayı ateşlemek suretiyle intihar ettiğini, içinde tabanca bulunan bir çantanın resepsiyona bırakılmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, şüphelinin ifadesindeki diğer bir yalanın ise kapıyı kırması olduğunu, olağan hayat koşullarında kapı açılmıyor diye kimsenin hemen kapıyı kırmayacağını, beyanlara göre resepsiyon ile odanın yakın mesafede olduğunun anlaşıldığını, böyle bir durumda normal bir insan davranışının resepsiyondan yedek anahtarı alıp kapıyı açmak olduğunu, zaten resepsiyon görevlisi ile şüphelinin ifadelerinin çok net bir şekilde birbiriyle çeliştiğini, resepsiyon görevlisi K.Y.nin beyanında silah patladıktan sonra şüphelinin kapıyı kırarak içeri girdiğini belirttiğini, şüphelinin ifadesinde ise kapıyı silah patlamadan önce kırdığını ifade ettiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca oğlunun ve şüphelinin ellerinden alınan svaplarda atış artığının bulunmadığını, oğlu ateş etmiş olsaydı mutlaka ellerinde barut izinin bulunması gerektiğini, şüphelinin ellerini yıkayarak bu iz ve emareleri yok etmiş olabileceğini, şüphelinin olay günü gittiği yerlerde bulunan kamera kayıtlarının incelenmediğini belirtmiştir.

29. İtiraz talebini inceleyen Rize Ağır Ceza Mahkemesi 22/7/2014 tarihli kararıyla "(...) şikayetçinin iddiası, şüphelinin ifadesi, tüm dosya kapsamı, kararda gösterilen ve yerinde görülen gerekçeye göre Arhavi C.Başsavcılığı'nın 11/06/2014 tarih ve 2014/160 Soruşturma Sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında usul ve yasaya aykırılık görülmediği (...)" gerekçesiyle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir.

30. Bu karar 12/8/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.

31. Başvurucu 3/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.”

33. 5271 sayılı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı 161. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adli kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adli görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister.

 (2) Adli kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 21/9/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; oğlunun bir otel odasında başından vurulmuş vaziyette bulunması üzerine başlatılan soruşturmanın etkisiz olduğunu, yeterli araştırma yapılmadan olayın intihar olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu kararın dosya münderecatında bulunan deliller ve bilgilerle çeliştiğini, oğlu ile şüpheli Y.Z.P.nin ellerinden alınan svaplarda atış artığının tespit edilemediğini, intihar eden bir kişinin atış artığından kurtulamayacağı gerçeği karşısında olayın intihar olmadığını düşündüğünü, şüpheli Y.Z.P.nin ise ellerini yıkamış olabileceğini, şüpheli ile olayın tek tanığının ifadelerinin çelişkili olduğunu, resepsiyon görevlisi K.Y.nin silah patladıktan sonra şüphelinin kapıyı kırarak içeri girdiğini belirttiğini, şüphelinin ise odanın kapısını silah patlamadan önce kırdığını ve içeri girdiğini ifade ettiğini, soruşturma makamlarınca bu çelişkinin giderilmediğini, ayrıca kapıyı kırmak yerine niçin yedek anahtarın resepsiyondan istenmediğinin soruşturma makamlarınca taraflara sorulmadığını, şüpheli ve oğlunun Otel ile Birahane arasındaki yolda herhangi bir tartışma yaşayıp yaşamadığının tespiti için bu bölgede bulunan kamera kayıtlarının incelenmesi gerektiğini ancak somut olayda böyle bir araştırmanın yapılmadığını, soruşturma makamlarının intihar nedeni olarak gösterilen borçlar hakkında da herhangi bir araştırma yapmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerekçesinin çelişkiler içerip yetersiz olduğunu, bu karardaki çelişkilerin ve eksikliklerin giderilmesi için yaptığı itirazın da gerekçesiz olarak reddedildiğini, olayın koşullarının aydınlatılamadığını belirterek yaşama hakkının, adil yargılanma hakkının ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

36. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).Başvurucunun şikâyetlerinin özü, oğlunun ölümü ile sonuçlanan olayda etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle yaşama hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

37. Somut olayda başvurucu, oğlunun ölümüne bir devlet görevlisinin neden olduğunu ileri sürmemiş; oğlunun yaşamına yönelik olarak devletin yetkili makamlarınca bilinen ya da bilinmesi gereken gerçek ve yakın bir tehdidin bulunduğuna ancak anılan makamların oğlunun yaşamını korumak için gerekli tedbirleri almadığına ilişkin bir iddiada da bulunmamıştır.

38. Bu itibarla başvurucunun tüm iddialarının yaşama hakkının usul boyutu kapsamında etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğü yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

39. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

40. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

41. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

42. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

43. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

44. Yaşama hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşama hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

45. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

46. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

47. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

48. Bununla birlikte soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Buradaki etkililik, ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Doğan Demirhan, § 69).

49. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Doğan Demirhan, § 70).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

50. Somut olayda başvurucu, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 35) oğlunun ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüştür.

51. Somut olay genel ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde yürütülen soruşturmada aşağıda açıklanacağı üzere önemli birtakım eksiklikler bulunduğu anlaşılmıştır.

52. Başvuru formu incelendiğinde olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin temel argümanlardan birinin hem M.B.den hem de şüpheli Y.Z.P.den alınan svaplarda atış artığının tespit edilememesi hususu ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu bu kapsamda oğlu ile şüpheli Y.Z.P.nin ellerinden alınan svaplarda atış artığının tespit edilemediğini, intihar eden bir kişinin atış artığından kurtulamayacağı gerçeği karşısında olayın intihar olmadığını düşündüğünü, şüpheli Y.Z.P.nin ise ellerini yıkamış olabileceğini ileri sürmüştür.

53. Öncelikle UYAP üzerinden gönderilen soruşturma dosyasının içeriğinde Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 21/3/2014 tarihli raporunun bulunmadığı belirtilmelidir. Bununla birlikte kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda açıkça "M.B. ve Y.Z.P.ye ait sağ ve sol el içi ile el üstlerinden alındığı belirtilen svaplar ve boş numune svaplarının analizlerinde, söz konusu svaplarda atış artıklarına rastlanmadığı" ifade edildiğinden bu verilerin konu ile ilgili değerlendirme yapabilme bakımından yeterli olduğu kanaatine varılmıştır.

54. Ölen kişinin el svaplarının olayın meydana gelmesinden hemen sonra mümkünse olay yerinde alınmasının delillerin toplanması ve korunması bakımından teorik olarak en etkili çözüm olacağı muhakkaktır. Ancak yaşam fonksiyonları devam eden bir kişinin el svapları alınmadan acilen hastaneye götürülmesi de somut olayın koşullarına göre makul kabul edilebilir. Bununla birlikte bu gibi durumlarda dahi -tedavi süreci el verdiği ölçüde- kişinin el svaplarının mümkün olan en kısa sürede alınması gerekir. Başvuru formu ve ekleri ile soruşturma dosyası bu kapsamda incelendiğinde olayın saat 23.40 sıralarında meydana geldiği, M.B.nin el svaplarının ise Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Servisinde saat 04.15'te alındığı görülmektedir. Bu durum dikkate alındığında M.B.nin el svaplarının olayın meydana gelmesinden yaklaşık dört buçuk saat geçtikten sonra -M.B.nin olay yerinden Arhavi Devlet Hastanesine, Arhavi Devlet Hastanesinden de Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesine naklinin gerçekleştirilmesinden sonra- alındığı anlaşılmaktadır. Somut olayda M.B.nin yaşam fonksiyonlarının devam ettiğinin anlaşılması üzerine acilen hastaneye götürülmesi makul olmakla birlikte sağlıklı bir atış artığı analizi yapılabilmesi için gerekli olan el svaplarının olaydan yaklaşık dört buçuk saat sonra alınmasının -soruşturma makamlarınca bu hususta ikna edici bir açıklama getirilmediği sürece- delillerin toplanması ve korunması hususunda sorun teşkil edebileceği ve makul olarak değerlendirilemeyeceği vurgulanmalıdır.

55. Atış artığı elde etmenin bazı durumlarda mümkün olmadığı göz ardı edilmemekle birlikte böylesi bir durumun varlığı hâlinde bu durumun soruşturma makamlarının kararlarında etkili bir şekilde karşılanması gerekir. Aksi bir tutum, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmesine neden olabilir. Somut olay bu kapsamda değerlendirildiğinde hem M.B.nin hem de şüpheli Y.Z.P.nin ellerinden alınan svaplarda atış artığının niçin elde edilemediği hususunda kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda tatmin edici bir açıklamada bulunulmadığı görülmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; M.B.nin el svaplarının alınmasında niçin dört buçuk saatlik bir gecikmenin yaşandığı, M.B.nin ellerinin bu süre içinde yıkanıp yıkanmadığı yahut atış artığı elde edilememesine neden olabilecek başka bir müdahaleye maruz kalıp kalmadığı hususlarında da herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Keza şüpheli olarak değerlendirilen Y.Z.P.nin başvurucunun iddia ettiği gibi olay sonrasında ellerini yıkayıp yıkamadığının araştırılmadığı ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bu konuya ilişkin olarak herhangi bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.

56. Bunun yanı sıra silah üzerinde yapılan vücut izi incelemesinde de herhangi bir bulguya rastlanmadığı anlaşılmaktadır (bkz. § 19). Bu bağlamda yine silah üzerine mukayeseye elverişli parmak izi elde etmenin bazı durumlarda mümkün olmadığı göz ardı edilmemekle birlikte silah üzerinde yapılan vucut izi incelemesinde parmak izine rastlanmamasının nedeni hakkında soruşturma aşamasında yeterli bir inceleme yapılmadığı ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda bu hususta tatmin edici bir açıklamada bulunulmadığı görülmektedir.

57. Bu durumda somut olayda delillerin toplanması ve korunması hususunda yeterli özenin gösterildiğini ve gerekli tedbirlerin alındığını söylemek mümkün görünmemektedir.

58. Olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin temel argümanlardan bir diğerinin ise şüpheli Y.Z.P. ile resepsiyon görevlisi K.Y.nin olay anına ilişkin anlatımlarının birbiriyle çeliştiği iddiası ile ilgili olduğu görülmektedir. Başvurucu, şüpheli ile resepsiyon görevlisi K.Y.nin ifadelerinin birbiri ile çelişmesine rağmen soruşturma makamlarınca bu çelişkinin giderilmediğini ileri sürmüştür.

59. Resepsiyon görevlisi K.Y.nin beyanına göre şüpheli Y.Z.P., silah patladıktan sonra odanın kapısını kırarak içeri girmiştir. Şüpheli Y.Z.P. ise henüz silah patlamamışken odanın kapısını omuzuyla kırdığını, içeri girmesinden kısa bir süre sonra M.B.nin “Dayı güle güle.” diyerek tetiğe bastığını ifade etmiştir. Bu durum dikkate alındığında olayın nasıl gerçekleştiğinin açıklığa kavuşturulması bakımından oldukça önemli olan bir konuda çelişkili ifadelerin bulunduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla soruşturma makamlarınca bu çelişkinin mutlaka giderilmesi, gerektiği takdirde yer gösterme işlemi yapılarak olayın şüpheye yer bırakmayacak şekilde aydınlatılması zaruri görünmektedir. Ancak somut olayda, söz konusu çelişkinin giderilmesi maksadıyla şüpheli Y.Z.P. ile resepsiyon görevlisi K.Y.nin ifadeleri ikinci defa alınmadığı gibi bu hususun açıklığa kavuşturulması için hiçbir adım atılmadığı, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazda bu çelişkiye vurgu yapılmasına rağmen başvurucunun bu konudaki itirazlarının karşılanmadığı görülmektedir.

60. Başvurucu, Otel ile eğlence mekânı arasında neler yaşandığına dair hiçbir araştırma yapılmamış olmasının da soruşturmanın etkili olmadığını gösterdiğini ileri sürmüştür. Olay yerine ilk gelen polis ekiplerince düzenlenen olay ve araştırma tutanağına göre olayın meydana geldiği Otelin içindeki ve dışındaki kameralar uzun süredir arızalı olduğundan olay anını gösterir herhangi bir kamera kaydı bulunamamıştır. Herhangi bir sonuç alınamamış olsa bile Otelin kamera kayıtlarına ilişkin bir araştırma yapılmış olması olayın aydınlatılması için sarf edilen çaba adına olumlu olmakla birlikte en son uğranılan eğlence mekânı ile Otel arasındaki yolda neler yaşandığı ile ilgili olarak hiçbir araştırma yapılmamış olması, bu kapsamda eğer varsa kamera kayıtlarının incelenmemiş olması önemli bir eksikliktir.

61. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde M.B.nin üçüncü bir kişi tarafından öldürülmüş olabileceği yönündeki iddiaya ve olayın kendine özgü koşullarına rağmen M.B.nin üçüncü bir kişi tarafından öldürülmüş olma ihtimalinin yeterince araştırılmadığı, soruşturmada delillerin toplanması ve korunması için makul olan tüm tedbirlerin alınmadığı, söz konusu eksiklikler nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmeyerek yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

62. Mevcut başvuru ile ilgili son olarak söz konusu tespitlerin hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçlululuğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilemeyeceği ifade edilmelidir. Somut olayda yukarıda yer verilen tespitlerin şüphelinin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, mevcut başvuruda sadece soruşturma makamlarının olayın muhtemel sorumlusunun tespitine yarayabilecek delillerin toplanması için makul olan tüm tedbirleri alıp almadığının irdelendiği bilinmelidir.

63. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

64. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

65. Başvurucu 10.000 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

66. Somut olayda, etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

67. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

68. Yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya -talebiyle bağlı kalınarak- net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

69. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

70. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Arhavi Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/9/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NURAN SESLİOĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/13765)

 

Karar Tarihi: 9/1/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Nuran SESLİOĞLU

Vekili

:

Av. İbrahim Halil DEMİRCİOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltına alınan bir şüphelinin ölümü ve bu ölümle ilgili ceza soruşturmasının etkili yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/8/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden edinilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucunun eşi olan uyuşturucu madde bağımlısı Murat Seslioğlu (M.S.), uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği iddiasıyla Kilis Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) talimatı üzerine Kilis İl Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğünde çalışan kolluk görevlilerince 27/5/2013 günü saat 06.30 sıralarında yakalanıp gözaltına alınmıştır.

10. Kilis Devlet Hastanesince 27/5/2013 günü saat 07.40 sıralarında M.S.den alınan biyolojik örnek üzerinde -biyolojik örneğin kan mı yoksa idrar mı olduğu tespit edilememiştir- yapılan uyutucu-uyuşturucu tetkiklerinde tetrahydrocannabinol (hint keneviri bitkisinde doğal olarak bulunan kimyasal madde) ve opioid (haşhaş çiçeğinin suyundan elde edilen uyuşturucu madde/maddeler) için sonuç pozitif çıkmıştır.

11. Kilis Devlet Hastanesince düzenlenen ve üzerinde vakti yazmayan 27/5/2013 tarihli iki ayrı genel adli muayene raporunda M.S.de darp ve cebir izi bulunmadığı, hayati tehlikenin mevcut olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu raporlar Acil Serviste çalışan hekimlerce düzenlenmiştir.

12. M.S. 27/5/2013 günü saat 17.35'te uyuşturucu madde bağımlısı olduğu iddiasıyla Kilis Devlet Hastanesinin Acil Servisine götürülmüş, burada psikiyatri kontrolü olmadığı gerekçesiyle M.S.ye psikolojik yönden rahatlaması için kendisine 3 cc serum fizyolojik enjekte edilmiştir. Bu husus, Kilis Devlet Hastanesi Acil Servisinde görevli bir hekim tarafından tutanağa bağlanmıştır.

13. Kilis Cumhuriyet savcısınca gözaltı süresinin 28/5/2013 günü saat 08.00'den itibaren yirmi dört saat uzatılmasına karar verilmiştir.

14. Kolluk görevlilerince 28/5/2013 günü saat 15.10'da tanzim edilen ve altında kolluk görevlileri ve M.S. ile aynı nezarethanede kalan S.P., M.A. ve M.K.nin imzası bulunan tutanağa göre S.P.nin haber vermesi ve kamera görüntülerinin incelenmesi üzerine M.S.nin rahatsızlandığı 12.56'da anlaşılmış; kolluk görevlilerince durum 112 Acil Servise bildirilmiş; 13.07'de gelen Acil Servis görevlilerince yapılan ilk müdahale sonrası M.S. Kilis Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.

15. Kilis Devlet Hastanesince düzenlenen 28/5/2013 tarihli epikriz formunda, kronik madde bağımlılığı olan M.S.nin kardiyak arrest (kalp durması) hâlde hastaneye getirildiği, kendisine kardiyopulmuner resüsitasyon (canlandırma) uygulandığı, ritmi dönen M.S.nin ileri tetkik ve tedavi için Yoğun Bakım Ünitesine yatırıldığı, burada dört kez kardiyak arrest olduğu ve resüsitasyona cevap alınamaması üzerine ölü kabul edildiği ifade edilmiş; tanının opioid kullanıma bağlı akut zehirlenme ve bu kullanıma bağlı yoksunluk durumu olduğu belirtilmiştir.

16. M.S.nin bulunduğu nezarethanenin 28/5/2013 günü saat 12.00 - 13.09 arasını gösteren kayıtları kolluk görevlilerince incelenmiş ve görüntü içeriğine ilişkin tutanak tutulmuştur. Kamera kayıtlarını inceleyip tutanağa bağlayan kolluk görevlileri ile M.S.nin tutulduğu nezarethanede görevli kolluk görevlilerinin aynı yerde görev yapıp yapmadığıtespit edilememiş olup söz konusu tutanakta belirtilen hususlar şöyledir:

"1- Şüpheli şahsın rahatsızlanmadan önce görüntüleri;

...

Kayıt Saati :12:00-12:14 arası

Şüpheli şahıs nezarethanede üstü açık vaziyette yattığı, sağa sola dönerek hareket ettiği, battaniyesini üstüne çektiği, battaniyeye sarıldığı, dizlerini kedine doğru çekerek, ayaklarını uzatarak istirahat pozisyonunu değiştirerek hareket ettiği,

Kayıt Saati : 12:14'te ve devamında

kalkıp üzerindeki atleti çıkarttığı, devamında tekrar yattığı, battaniyesini üstüne çektiği, sırt üstü pozisyonda yatarken ara ara ayaklarını uzattığı ve dizlerini kendine çektiği, sağa sola döndüğü,

Kayıt Saati : 12:18'de ve devamında

Şahsın üzerindeki battaniyeyi açtığı, yüzü koyun yattığı, bu esnada aynı dosya kapsamında gözaltında bulunan S.P. isimli diğer şüpheli şahsın Murat SESLİOGLU isimli şüphelinin beline masaj yaptığı, saat: 12:22 ikisinin de oturdukları yerden kalktıkları

Kayıt Saati : 12:22'de ve devamında

Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun ayağa kalkarak terliklerini giydiği ve nezarethane kapısına doğru yürüdüğü,

Kayıt Saati : 12:27'de ve devamında

Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yürüyüp daha önceden yattığı yere doğru geldiği, terliklerini çıkarak oturduğu ve arkadaşlarına doğru ellerini açtığı, sağ tarafına doğru yattığı ve battaniyesini üstüne aldığı,

Kayıt Saati : 12:37'de ve devamında

Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yattığı yerde sağa sola döndüğü, battaniyesine sarılarak yüzü koyun yattığı, tekrar sırt üstü döndüğü ayaklarını uzattığı ve yüzü koyun yattığı, yastığını düzelttiği, sol elini nezaret duvarına sürdüğü, sağa sola döndüğü, saat: 12:42 de yüzü koyun yattığı ve yastığını düzelttiği,

Kayıt Saati : 12:45'te ve devamında

Şüpheli Murat SESLİOGLU'nun yüzü koyun dönerek yastığını düzelttiği ve sağ tarafına yattığı, saat: 12:46 itibarıyla tekrar yüzü koyun yattığı, sırt üstü döndüğü ve dizlerini kendine çektiği, saat: 12:55 te ayaklarını uzatarak sırt üstü döndüğü, sağ kolunu yan tarafından başına doğru aldığı, diğer şüpheli şahıslardan S.P. ve M.K. isimli şahısların Murat SESLİOGLU'nu kontrol ettiği,

2- Şüpheli şahsın rahatsızlandığı ve görevlilere haber verilme görüntüleri;

...

Kayıt Saati : 12:57

Şüpheli S.P. ve M.K.nin nezaret kapısına doğru gelip görevlilere haber vermeleri,

3- 112 acil görevlilerinin intikal ve şüpheliye müdahale görüntüleri;

...

Kayıt Saati : 13: 07

Emniyet ve 112 görevlilerinin şahsa müdahale için nezarete girişleri, şahsın hastaneye sevki için çalışmaları ve devamında rahatsızlanan şüphelinin taşınarak sevk edilmesi,

4- 112 görevlilerinin nezarethaneye giriş görüntüsü;

...

Kayıt Saati : 13:01

Emniyet ve 112 görevlilerinin şahsa müdahale için nezarethane koridorundan girişleri,

5- Şahsın hastaneye intikal ettirilmesi için çıkış görüntüleri;

...

Kayıt Saati : l3 :09

...

Emniyet ve 112 görevlilerinin rahatsızlanan Murat SESLİOGLU'nu hastaneye sevk etmek için nezarethaneden çıkı[ş]ları görülmektedir."

17. Kilis Cumhuriyet savcısınca yapılan 29/5/2013 tarihli ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemine ilişkin tutanağın ilgili kısmı şöyledir:

 "Cesedin harici muayenesinde: 1.77 cm boyunda, 70-75 kg ağırlığında, 30 yaşlarında kahverengi gözlü, siyah saçlı, yaklaşık 4-5 günlük sakallı, buğday tenli, sünnetli erkek bir cesedi olduğu, Ölü morluğunun oluştuğu ve ölü katılığının yavaş yavaş oluşmaya başladığı görüldü. Cesedin alt kısmında hasta bezi olduğu görüldü.

 Cesedin baş ve boyun bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı, boyun arka tarafında muhtemel ölü morluklarına bağlı mor ekimotik alanlar olduğu görüldü.

 Cesedin göğüs ve batın bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Göğüs ve batında 3 adet EKG paleti olduğu görüldü, sağ meme başının yaklaşık 10 cm yukarısında muhtemelen tıbbi müdahaleye bağlı bir adet sütür, sol göğüs kafesinde muhtemelen CPR'ye bağlı olduğu düşünülen çökme fraktörü, göğüs bölgesinde, sol omuzda önceden olduğu düşünülen kesi izleri mevcut olduğu görüldü.

Cesedin sırt ve bel bölgesinde: Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Ölü morlukları oluşmuş olduğu görüldü.

 Cesedin tüm ekstremitelerinin incelenmesinde : Her hangi bir darp cebir, ateşli silah yaralanmasına rastlanılmadı. Her iki üst ekstremitede önceden oluşmuş kesi izleri mevcut, sağ ve sol kol dirsek iç yüzeyinde muhtemelen enjektöre bağlı olduğu düşünülen izler mevcut, sağ ve sol alt ekstremitede diz bölgesinin öz yüzeyinde eskiden kalma cilt doku harabiyeti mevcut, sağ ayak ön yüzünde iki adet muhtemelen tıbbi müdahaleye bağlı enjektör izi olduğu görüldü.

Cesedin anal ve genital muayenesinde : Ceset üzerinde herhangi bir fiili livata bulgusuna rastlanılmadığı, bunun dışında herhangi bir darp, cebir izine rastlanılmadığı.. görüldü."

 Ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemi sırasında dinlenen kimlik tanığı S.S.nin ifadesi şöyledir:

 "Bana göstermiş olduğunuz ceset benim kardeşim olan Murat Seslioğlu'na aittir, babasının adı N..., annesinin adı K...'dir, Kilis 1983 doğumludur. benim kardeşim Murat Seslioğlu yaklaşık 10-15 yıldan beri uyuşturucu madde kullanmaktaydı, kendisi uyuşturucu madde kullandığı için defalarca kez polisler tarafından yakalandı ve kardeşim Murat Seslioğlu hakkında defalarca kez adli işlem yapıldı, kardeşim ailece yapmış olduğumuz tedavi olması yönündeki ısrarlarımıza aldırış etmedi, aslında kardeşim de uyuşturucu illetinden kurtulmak istiyordu, fakat bir türlü uyuşturucuyu bırakamıyordu, biz ailece birkaç kez de kardeşimin uyuşturucu bağımlılığından kurtulması için çeşitli mercilere yazılı olarak başvuruda bulunduk, fakat bir türlü kardeşimi uyuşturucu bağımlılığından kurtulması için tam olarak bir şey yapamadık, 27.05.2013 günü kardeşim yine uyuşturucu madde suçundan dolayı ilgili mercilerin talimatı ile polisler tarafından gözaltına alındı, dün de nezarethanede bulunduğu sırada birden fenalaşarak hastaneye kaldırıldığım öğrendim, bu günün erken saatlerinden de kardeşim yoğun bakım ünitesinde tedavi gördüğü sırada öldüğünü öğrenmem üzerine buraya geldim, kardeşim şayet gözaltında iken işkence veya kötü muameleye tabi tutulmamışsa, bu olayla ilgili herhangi bir şikayetim de bulunmamaktadır."

 Ölünün kimliğini belirleme ve adli muayene işlemi sırasında hazır bulunan hekim kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi işlemi yapılması gerektiğini ifade etmiş, bu nedenle Cumhuriyet savcısı cesedin otopsi işlemi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Gaziantep Şube Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir.

18. M.S.nin cesedi üzerinde 29/5/2013 tarihinde Cumhuriyet savcısı gözetiminde klasik otopsi işlemi yapılmıştır. Otopsi işleminde köprücük kemiği hat üzerinde 3, 4, 5, 6 ve 7. kodlarda ve göğüs kemiği 4. interkostal (kaburgalararası) aralıkta ekimozlu (morarmış) kırık olduğu tespit edilmiş ve bu kırıkların canlandırma işlemi sırasında meydana gelmiş olabileceği değerlendirilmiştir. Ayrıca miyokart (kalp kası) kesitlerinde sol ventrikülde (karıncık) duvarda şüpheli bir alan görülmüş ve histopatolojik (hastalıklı doku bilimiyle ilgili) kasete alınmış; her iki akciğer yüzey ve kesitlerinde ödemli görünüm, şişlik ve gerginlik olduğu görülmüş ve akciğer zarının (subplevral) altında yer yer peteşiyal kanamalar (deri altındaki küçük kanamalar) olduğu tespit edilmiştir.

 Otopsi işleminde hazır bulunan adli tıp uzmanları A.B. ile Ö.L.Ö "harici muayene ve otopsi bulgularına göre kesin ölüm sebebi tespit edilemediğinden otopsi esnasında alınan kan, mesene yıkama sıvısında alkol uyutucu-uyuşturucu, karaciğer, böbrek ve içeriği ile birlikte alınan midede sistemik toksikolojik analiz, beyin, beyincik, beyin sapı, akciğer, karaciğer, kalp, böbrek numuneleri üzerinde histepatolojik inceleme yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığına gönderilerek burada yapılacak tetkikler sonrasında kesin ölüm sebebinin belirlenebileceği" yönünde görüş bildirmiştir. Bu nedenle alınan örnekler Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığına gönderilmiştir.

19. Başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi Başsavcılıkça 7/6/2013 tarihinde alınmıştır. Başvurucunun ifadesi şöyledir:

 "Murat Seslioğlu benim resmi nikahlı eşim olurdu, kendisiyle 9 yıldır evliydim, evlendikten yaklaşık 3-4 yıl sonra eşim esrar kullanmaya başladı, sonrasında eroin de kullanıyordu, kendisi bu illetten kurtulmak istiyordu, ancak titremesi geldiği zaman yine kullanıyordu, ben kendisiyle evlenmeden önce vucüdunda jilet izleri vardı, ancak ben evlendikten sonra kendisini jiletleme eylemi olmadı, eşim kendisi hakkında iddia edilen suçtan dolayı Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından 27.05.2013 günü kendi ikametimizde alındı. Alındığında ben evdeydim, bu nedenle polisler tarafından eşim Murat'ın gözlem altına alındığında haberim vardır, polisler o gün bizim ikametimizden de arama yaptılar, ancak evde birşey çıkmadı, ertesi gün yani 28.05.2013 günü saat:14:00 sularında Kilis Emniyetinden aradıklarını, eşim Murat'ın rahatsızlandığını ve Kilis Devlet Hastanesine kaldırıldığını söylediler, ben de bunun üzerine Kilis Devlet Hastanesine gittim, gittiğimde kendisi yoğun bakımda yatıyordu, ben başında bekledim, hatta bana elbiselerini vermişlerdi, elbisesinde dışkı vardı, bunun neden olduğunu bilmiyorum, eşimin İl Emniyet Müdürlüğü binası içerisinde işkence yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, şayet böyle bir durum varsa sonuna kadar şikayetçiyim, ayrıca ihmal d[e] varsa şikayetçiyim."

20. Başsavcılık tarafından M.S. ile aynı nezarethanede kalan S.P. ve M.K.nin tanık sıfatıyla ifadeleri 12/6/2013 tarihinde alınmıştır. İfadeler şöyledir:

 S.P: "27.05.2013 tarihinde Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri benim de aralarında olduğum bir çok kişiyi göz altına aldı, aynı gün ben, Murat Seslioğlu, M.K. ve M.A. aynı nezarette kaldık, ertesi gün yani 28.05.2013 günü öğle saatlerinde, benimle birlikte kalan Murat Seslioğlu, dizlerinin ve bacaklarının sızladığı, eklemlerinin ağrıdığını ve kendisine masaj yapmamı istedi, ben de kendisine masaj yaptım, aradan yarım saat geçti, Murat Seslioğlu aniden titremeye başladı, kilitlendi, ben ve yanımda bulunan arkadaşım M.K. durumu hemen görevlilere bildirdik, 5 dakika bekledik, gelen olmadı, 2. kez yine söyledik, görevli telefon ettim dedi, aha geliyor diye söyledi, biz yine bu şekilde 3-5 dakika bekledik, 3. kez M.K. "gelecekleri yok isyana kalkın" dedi, biz de kalkarak bağırdık ve yardım istemeye devam ettik, bağrışmalardan yaklaşık 1 dakika sonra polisler geldi, "niye bağırıyorsunuz, niye çağırıyorsunuz" dediler, biz de Murat Seslioğlu'nun fenalaştığı söyledik, bunun üzerine polislerden bir tanesi "hastaneye gidip iğne vurdurmak için numara yapıyor kesin" dedi, sonra polisler bize "bekleyen biz ambulansa haber verdik, hemen ambulans gelecek" dedi, bu şekilde de yaklaşık 10 dakika ambulans görevlilerinin nezarethaneye girmesini bekledik, ambulans görevlileri daha sonra geldiler ve biz baygın halde duran Murat Seslioğlu'nun battaniyenin içerisinde polislerle birlikte koyduk ve ambulans görevlileri ile polisler Murat Seslioğlu'nun nezarethaneden dışarı çıkarttılar."

 M.K: "27.05.2013 tarihinde Kilis İl Emniyet Müdürlüğü görevlileri benim de aralarında olduğum bir çok kişiyi göz altına aldı, aynı gün ben, Murat Seslioğlu, S.P. ve M.A. aynı nezarette kaldık, ertesi gün yani 28.05.2013 günü Murat Seslioğlu fenalaşmadan yaklaşık bir saat önce uyuşturucu içemediğini, krizde olduğunu ve dünden beri rahatsız olduğunu söyledi, hatta oradaki polis memurlarına "beni bırakın, avradınızın kokulu a.... larını sinkaf ederim" şeklinde küfürler de etti, buna rağmen polis memurları kendisine birşey demedi, bir ara kendisinin yüzü morardı ve krize girdi, titremeye başladı, ben ve yanımdaki arkadaşlar bunun üzerine hemen orada bulunan polis memurlarına Murat Seslioğlu'nun rahatsızlandığını söyledik, aradan 10 dakika geçmemişti ki ambulans geldi, ben S.P.nin iddia ettiği gibi "gelecekleri yok isyana kalkın" diye bir cümle kullanmadım, sonra battaniyeye sararak Murat Seslioğlu'nu nezarethanede bulunan polis memurlarına teslim ettik.

 ... Murat Seslioğlu uyuşturucu yoksunluğu krizine girdikten sonra polis memurlarına yukarıda belirttiğim küfürleri sarf etti, fakat bu küfürleri etmeden önce veya ettiği sırada polis memurlarına uyuşturucu krizine girdiğini ve durumunun iyi olmadığı yönünde herhangi birşey söylemedi. Murat Seslioğlu'nun sadece bizlere rahatsız olduğunu söylemişti. Murat Seslioğlu'nun bizde uyuşturucu krizine girdiğini ve bu olayın gelip geçici olduğunu tahmin ettiğimiz için ilk başta polislere haber vermedik, olayın bu kadar ciddi olduğunu tahmin etmiş olsaydık zaten daha önceden biz polislere Murat Seslioğlu'nun hastaneye kaldırılması için gerekli çağrıyı yapardık."

21. Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca hazırlanan 18/7/2013 tarihli histopatoloji raporu şöyledir:

"Kalp: İntertisyumda ödem, konjesyon, perivasküler ve İntertİsyel orta derecede fibrozis, hipertrofık kas lifleri izlendi.

Koroner arter: Özellik izlenmedi.

Akciğerler: Konjesyon, hemosiderin yüklü makrofajlar izlendi. Beyin: Konjesyon, araknoid mesafede ağır konjesyon izlendi. Beyincik: Konjesyon izlendi.

Beyin Sapı: Konjesyon izlendi.

Karaciğer: Portal alanlarda yer yer lenfoid nodüller oluşturacak tarzda çoğunlukla mononükleer hücrelerden oluşan mikst tipte iltihabi hücre infiltrasyonu izlendi. Ayrıca portal alanlarda orta ileri derecede fibröz doku artımı saptandı.

Böbrek: Konjesyon izlendi."

22. M.S.den alınan kan ve mesane yıkama suyu örnekleri üzerinde yapılan tetkikler üzerine Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığı Kimya İhtisas Dairesince düzenlenen 26/7/2013 tarihli raporda, kanda alkol bulunmadığı ancak morfin, tramadol, midazolam, lidocaine ve atropin; idrarda morfin, tramadol, midazolam, lidocaine, ranitidine ve atropin bulunduğu, kanda ve idrarda diğer uyutucu-uyuşturucu madde bulunmadığı belirtilmiştir.

23. Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca düzenlenen 26/7/2013 tarihli ahşa raporunda (iç organ incelemesine ilişkin rapor), ölüm nedeni hakkında otopsiyi yapan doktorlardan görüş alınmasının uygun olduğu ifade edilmiştir.

24. Başsavcılıkça kesin ölüm sebebi konusunda otopisiyi yapan adli tıp uzmanı doktorlardan alınan 30/9/2013 tarihli bilirkişi raporunda, kesin ölüm sebebi konusunda kanaat oluşmadığından Ali Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan görüş alınmasının uygun olduğu belirtilmiştir.

25. Başsavcılık, M.S.ye ilişkin tüm tıbbi tedavi evraklarının aslını Kilis Devlet Hastanesinden temin edip kesin ölüm sebebi ve zamanına ilişkin Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulundan rapor almıştır. Bahse konu 4/12/2013 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir:

"...1-Otopside tespit edilen sternum ve kosta kemik kırıklarının kenar ve lokalizasyon özellikleri birlikte değerlendirildiğinde; yeniden canladırma işlemi sırasında meydana gelebilecek nitelikte oldukları,

2-Kişi adına düzenlenmiş tıbbi evrakta ölü muayene ve otopsi tutanağında dış muayenede tıbbi tedavi amacıyla oluşturulmuş lezyonların dışında bulgu tespit edilmediği iç muayene kafa kemiklerinde kırık, kafa içi travmatik değişim iç organ ve büyük damar yaralanması tarif edilmediği dikkate alındığında kişinin travmatik bir nedenle öldüğünün tıbbi delillerinin bulunmadığı,

3-28.05.2012 tarihinde nezarethanede iken saat 12.00-12.14 arasında yatağında sağa ve sola dönmeye başlayıp üstüne çektiği battaniyeye sarıldığı dizlerini kendine doğru çekerek istirahat pozisyonunu değiştirdiği saat 12.22’de nezarethane içinde yürüdüğü saat 12.27’de tekrar yattığı ve battaniyesini üstüne çektiği takip eden zaman süresince bu hareketlerine devam ettiği saat 12.57 de şahsın rahatsızlandığının görevlilere bildirildiği, 13.07’de 112 görevlilerinin müdahale ettiği, 13.09’da nezarethaneden çıkışının yapıldığı, Kilis Devlet Hastanesine götürüldüğü saat 14.00 sıralarında hastaneye girişinin yapıldığı, geldiğinde kardiyak arrest halde olduğu, CPR yapıldığı, yanı alındığı yoğun bakım ünitesine yatışının yapıldığı, takiplerinde benzodiazepin ve opiate pozitif tespit edildiği 4 defa kardiyak arrest geliştiği ve 29.05.2013 tarihinde saat 02.15 te ölü kabul edildiği otopisisinde dış muayenede tıbbi müdahale ile oluşmuş lezyonlar dışında travmatik lezyon tespit edilmediği iç muayenede her ikigöğüs boşluğunda perikard ve batın boşluğunda serbest sıvı ve kan görülmediği, her ika akcigerin ödemli olup subpelvral bölgelerde yer yer peteşial kanama alanları olduğu, koroner arterlerin açık olup sol venrikül duvarında şüpheli bir alan görüldüğü, histopatolojik incelemede akciğerde konjesyon hemosiderin yüklü makrofajlar, kalpte intertisyumda ödem, konjesyon perivasküler ve intertisyel orta derecede fibrozis hipertrofik kas lifleri izlendiği, karaciğerde portal alanlarda yer yer lenfoid nodüller oluşturacak tarzda çoğunlukla mono nükleer hücrelerden oluşan mikst tipte iltihabi hücre infiltrasyonu portal alanlarda orta ileri derecede fibrö doku artımı saptandığı, alınan doku örneklerinin Kimya İhtisas Dairesinde yapılan tetkikinde kanda ve idrarda morfin, tramadol midazolam, lidocaine ve atropine idrarda ayrıca raniditin tespit edildiği dikkate alındığında, kişinin ölümünün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu meydana gelmiş olduğu oybirliğiyle mütalaa olunur."

26. Başsavcılık, tıbbi tedavi evraklarını 18/1/2014 tarihinde Kilis Devlet Hastanesine iade etmiştir. UYAP'a aktarılmamış olması nedeniyle tedavi evrakları incelenememiştir.

27. Başsavcılık, ölüm olayı hakkında 20/1/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Maktulün, işlemiş olduğu bir suçtan dolayıCumhuriyet Başsavcılığımızın talimatıyla 27/05/2013 tarihinde göz altına alındığı ve maktulün Kilis İl Emniyet Müdürlüğü nezarethanelerine konulduğu, maktulünnezarethanede bulunduğu sırada 28/05/2013 tarihinde saat 13:00 sıralarında aniden fenalaştığı, durumdan haberdar olan Kilis İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polis memurları tarafından maktulün derhal Kilis Devlet Hastanesine kaldırıldığı, maktulün burada yapılan tüm tıbbi müdahalelere rağmen 29/05/2013 tarihinde öldüğü, gerek maktule ait cesed üzerinde yapılan ölü muayene işlemi, gerekse de maktule ait ceset üzerinde icra edilen otopsi işlemi neticelerinde maktulün kesin ölüm sebebinin belirlenemediği, maktulün kesin ölüm sebebinin belirlenebilmesi amacıyla soruşturma dosyamızın bir kül halinde İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı'na gönderildiği,İstanbul Adli tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulu tarafından tanzim edilen rapora göre, maktulün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu ölmüş olduğunun belirlendiği, maktulün ölmeden önce uyuşturucu madde kullanmış olduğu ve birden fazla kez maktul hakkında uyuşturucu madde kullandığı şüphesiyle Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından soruşturma yürütülmüş olduğu, Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından yürütülen soruşturma neticesinde; olayın maktulün kusurlu hareketi sonucu meydana gelmiş olduğu, olayın bu haliyle her hangi bir suç teşkil etmediği anlaşılmakla;

Suç teşkil etmeyen olay hakkında KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... karar verildi."

28. Başvurucunun ölüm ile gözaltına alma işlemi arasında otuz altı saat geçtiğine, bu sürede uyuşturucu maddenin etkisini kaybedeceğine ve ölümün ihmal veya kasıtla gerçekleştiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğuna dair itirazları, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/2/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

29. Nihai karar, başvurucu tarafından 1/8/2014 tarihinde öğrenilmiş olup yasal süresi içinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

30. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Taksirle öldürme" kenar başlıklı 85. maddesi şöyledir:

"Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

31. 5237 sayılı Kanunu'nun "Görevi kötüye kullanma" kenar başlıklı 257. maddesi şöyledir:

 "(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat , sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) altı aydan iki yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) menfaat, sağlayan kamu görevlisi, (Değişik ibare: 08/12/2010-6086 S.K./1.mad.) üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Gözaltı" kenar başlıklı 91. maddesinin gözaltı tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) ...[Y]akalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. (Değişik cümle: 25/05/2005-5353 S.K./8.mad) Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmidört saati geçemez. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 S.K./8.mad) Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre oniki saatten fazla olamaz.

...

(3) Toplu olarak işlenen suçlarda, delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu nedeniyle; Cumhuriyet savcısı gözaltı süresinin, her defasında bir günü geçmemek üzere, üç gün süreyle uzatılmasına yazılı olarak emir verebilir. Gözaltı süresinin uzatılması emri gözaltına alınana derhâl tebliğ edilir.

(4) Yakalama işlemine, gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, yakalanan kişi, müdafii veya kanunî temsilcisi, eşi ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilir. Sulh ceza hâkimi incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmidört saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir.

...

 (6) Gözaltına alınan kişi bırakılmazsa, en geç bu süreler sonunda sulh ceza hâkimi önüne çıkarılıp sorguya çekilir. Sorguda müdafii de hazır bulunur."

33. 5271 sayılı Kanun’un “Gözaltı işlemlerinin denetimi” kenar başlıklı 92. maddesi şöyledir:

“Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defterine kaydederler.”

34. 5271 sayılı Kanun’un “Yönetmelik” kenar başlıklı 99. maddesi şöyledir:

"Gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethanelerin maddî koşulları, bu kişinin hangi görevlinin sorumluluğuna bırakılacağı, sağlık kontrolünün nasıl yapılacağı, gözaltı işlemlerine ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı, gözaltına alınmanın başlangıcında ve bu tedbire son verildiğinde hangi tutanakların tutulacağı ve gözaltına alınan kişiye hangi belgelerin verileceği ile kolluk tarafından gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin yürütülmesinde uyulacak kurallar, yönetmelikte gösterilir."

35. 5271 sayılı Kanun'un "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

36. 5271 sayılı Kanun'un “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri” kenar başlıklı 161. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir...”

37. 5271 sayılı Kanun’un “Adlî kolluk ve görevi” kenar başlıklı 164. maddesinin ilgili bölümü şöyledir:

“(1) Adlî kolluk; 4.6.1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 8, 9 ve 12 nci maddeleri, 10.3.1983 tarihli ve2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanununun 7 nci maddesi, 2.7.1993 tarihli ve 485 sayılı Gümrük Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesi ve 9.7.1982 tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesinde belirtilen soruşturma işlemlerini yapan güvenlik görevlilerini ifade eder.

(2) Soruşturma işlemleri, Cumhuriyet savcısının emir ve talimatları doğrultusunda öncelikle adlî kolluğa yaptırılır. Adlî kolluk görevlileri, Cumhuriyet savcısının adlî görevlere ilişkin emirlerini yerine getirir.

...”

38. 1/6/2005 tarihli ve 25832 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Yakalama, Gözaltına Alma ve İfade Alma Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) 9. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yakalanan kişinin gözaltına alınacak olması veya zor kullanılarak yakalanması hâllerinde hekim kontrolünden geçirilerek yakalanma anındaki sağlık durumu belirlenir.

Gözaltına alınan kişinin herhangi bir nedenle yerinin değiştirilmesi, gözaltı süresinin uzatılması, serbest bırakılması veya adlî mercilere sevk edilmesi işlemlerinden önce de sağlık durumu hekim raporu ile tespit edilir.

Gözaltına alınanlardan herhangi bir nedenle sağlık durumu bozulanlar ile sağlık durumundan şüphe edilenler, derhâl hekim kontrolünden geçirilerek gerekiyorsa tedavileri yaptırılır. Bu durumdaki kişilerden kronik bir rahatsızlığı olanların, istekleri hâlinde varsa kendi hekimi nezaretinde resmî hekim tarafından muayene ve tedavi edilmeleri sağlanır.

..."

39. Yönetmelik'in 10. maddesi şöyledir:

"Gözaltı birimine getirilen kişi hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır:

 a)Nezarethaneye veya zorunlu hâllerde bu amaca tahsis edilen yerlere konulmadan önce usulünce aranır..."

40. Yönetmelik'in 11. maddesi şöyledir:

"...Nezarethane işlemlerinde;

...

g)Gözaltına alınan kişilerin yaşama haklarını koruyucu gerekli önlemler alınarak, bu amaçla ilgili gözetlenebilir. Gözetleme işlemi teknik imkânlar ölçüsünde kayda alınabilir.

h)Gözaltındaki kişinin beslenme, nakil, sağlığının korunması ve gerektiğinde tedavisi, yakalandığının yakınlarına haber verilmesi giderleri ilgili birimin bağlı olduğu Bakanlığın bütçe ödeneklerinden karşılanır."

B. Uluslararası Hukuk

41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

42. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 2. maddesinin 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).

43. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). "Jordan Prensipleri" olarak anılan bu ilkeler, Mahkemenin tamamen yeni belirlediği ilkeler değildir, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerin sistematikleştirilmesinden ibarettir. Mahkemenin yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduklarında kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının veya başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

V. İNCELEME VE GEREKÇE

44. Mahkemenin 9/1/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

45. Başvurucu, yardım istemesine rağmen kolluk görevlilerinin hastaneye gitmek için rol yaptığı düşüncesiyle M.S.ye inanmadıklarını ve bu nedenle M.S.nin hemen hastaneye götürülmediğini iddia etmiştir. Başvurucu; M.S. ile nezarethanede kalan şüphelilerin söylediğine göre M.S.nin durumunun nezarethanede hızla kötüleştiğini, krize girdiği düşüncesiyle kolluk görevlilerinin M.S.ye önce sakinleştirici iğne, durumun kötüleşmesine üzerine ikinci bir iğne daha yaptıklarını, kolluk görevlilerinin M.S.ye hemen müdahale etmediklerini ve diğer şüphelilerin ısrarı üzerine sağlık görevlilerinin 13.30'da çağrıldığını öne sürmüştür. Öte yandan başvurucu; M.S.nin gözaltı işleminden önce uyuşturucu madde aldığının kesin olmadığını, Adli Tıp Kurumu Adana Grup Başkanlığınca hazırlanan raporda belirtilen uyuşturucu maddelerin M.S.nin kolayca bulabileceği maddeler olmadığını, kanda ve idrarda çıkan uyuşturucu maddelerin gözaltı işleminden önce alınmadığını, Adli Tıp Kurumu tarafından verilen raporların soruşturmayı aydınlatmadığını ve M.S.nin kolluk görevlilerinin ağır ihmali sonucu öldüğünü ileri sürmüştür. Son olarak başvurucu, M.S. hakkında soruşturma yürüten Cumhuriyet Savcılığı ile M.S.nin ölümü ile ilgili soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılığının aynı olmasının tarafsızlık ilkesi ile bağdaşmadığını ve soruşturmanın eksik yapıldığını ileri sürmüş; yaşam ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

46. Kabul edilebilirliğe ilişkin olarak Bakanlık görüşünde, yaşam hakkına yönelik ihlallerin kasıtlı olmadığı durumlarda "etkili bir adli sistem" oluşturmayı kapsayan pozitif yükümlülüğün her davada cezai işlem başlatmayı gerektirmediği; özel, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, başvurucunun yetkililerin idari ve hukuki sorumluluklarına ilişkin herhangi bir kanun yoluna başvurmadığı, bu nedenle başvuru yollarının tüketilip tüketilmediğinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.

47. Bakanlığın esasa ilişkin görüşünde ise M.S.nin 27/5/2013 günü rahatsızlanması üzerine hastaneye götürülerek tedavisinin yaptırıldığı, M.S.nin rahatsızlanması ile hastaneye sevki arasında on dakika olduğu, Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunun raporuna göre M.S.nin kanında ve idrarında uyuşturucu maddeler tespit edildiği ve ölümün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu meydana geldiği, iddialarla ilgili İçişleri Bakanlığının da görüşünün alınmasının uygun olacağı belirtilmiş ve yaşam hakkının ihlal edilip edilmediğinin Anayasa Mahkemesi ve AİHM içtihatları ışığında incelenmesi gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

48. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkı ile bağlantı kurarak ileri sürdüğü iddialarının yaşam hakkının usule ilişkin boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmış, bu nedenle adil yargılanma hakkı yönünden bir inceleme yapılmamıştır.

49. Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucunun M.S.nin kolluk görevlilerinin ağır ihmali sonucu öldüğünden ve bu ölümle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinden şikâyet ettiği anlaşılmaktadır.

50. Somut başvuruda, aşağıda ayrıntılı bir şekilde ortaya konduğu üzere M.S.nin ölümünün neden ve koşulları inceleme yapılmasına olanak verecek şekilde açık olmadığından koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiasının incelenebilmesi bu aşamada mümkün değildir. Bu itibarla yalnızca yaşam hakkının usul boyutu kapsamında inceleme yapılmıştır.

1. Kabul edilebilirlik Yönünden

51. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru, ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Somut olayda başvurucu, ölen M.S.nin eşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından başvuruda bir eksiklik bulunmamaktadır.

52. Devletin yaşama hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşama hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı, idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

53. Bu kapsamda, bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74). Söz konusu yükümlülük, gözaltındaki kişiler yönünden de geçerlidir.

54. Yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir(Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

55. Bununla birlikte ihmal suretiyle meydana gelen ölüm olaylarında devlet görevlilerinin ya da kurumlarının bu konuda muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmali olduğu yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkileri göz ardı ederek tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda bireyler kendi inisiyatifleriyle ne gibi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa'nın 17. maddesinin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

56. Somut olayda başvurucu, M.S.nin ölümü nedeniyle özel, idari veya disiplinle ilgili hukuk yollarına başvurmamış olsa da ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasında müşteki sıfatıyla yer almış ve kovuşturmaya yer olmadığı kararına yaptığı itirazın reddedilmesi üzerine süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ceza soruşturması sürecinde M.S.nin kolluk görevlilerinin kasti veya ihmale ilişkin davranışları sonucu öldüğü iddiasını ileri süren başvurucu, ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasına katılmak suretiyle iddiaları bakımından uygun bir hukuk yolunu kullanmıştır. M.S.nin gözaltındayken rahatsızlanıp öldüğü dikkate alındığında ceza soruşturmasının kesinleşmesi üzerine yapılan mevcut başvurunun başvuru yollarının tüketilmesi koşulunu karşıladığı kabul edilmelidir.

57. Sonuç olarak başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesi için başka bir neden de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

58. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

59. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönü yanında usule ilişkin yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

60. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşama hakkını koruyan hukuk kurallarının etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük, kesin olarak bir sonuç elde etmeyi gerektirmez. Anayasa'nın 17. maddesi, başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

61. Yaşama hakkına ilişkin ceza soruşturmasının da etkili olması için;

-Yetkili makamların resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

-Soruşturmanın kamu denetimine açık olması ve mağdurların soruşturmaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımlarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

-Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96) gerekmektedir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Yaşama hakkı kapsamındaki olayla ilgili yürütülen soruşturmada yetkili makamların derhâl ve resen harekete geçmesi, soruşturmanın makul bir sürede tamamlanması ve başvurucunun gerektiği ölçüde soruşturmaya katılması yönlerinden soruşturmanın yukarıda ifade edilen genel ilkelere herhangi bir aykırılık içermediği görülmüştür. Bununla birlikte kasti davranışla öldürme iddiasının bulunmadığı başvuruda soruşturmanın ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek etkinlikte yapılıp yapılmadığının da incelenmesi gerekir.

63. Soruşturmada M.S.nin kesin ölüm nedeni hakkında alınan Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulu raporunda, müteveffanın ölümünün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu meydana geldiği belirtilmiştir. Başsavcılığın kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında da bu rapora atıfta bulunularak bir sonuca varılmıştır (bkz. §§ 25, 27).

64. Öncelikle bu noktada belirtilmelidir ki Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).

65. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardıkları sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017, § 147).

66. Gerçekleşen bir ölüm olayına ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevi olmakla birlikte Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rifat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782 11/3/2015, § 68).

67. Somut olayda, gözaltı öncesinde M.S.den alınan biyolojik örnek üzerinde yapılan tetkikin sonucu tetrahydrocannabinol ve opioid için pozitiftir (bkz. § 10). Başvurucunun soruşturmada verdiği ifadeye göre M.S. daha önce esrar ve eroin kullanmıştır (bkz. § 19). M.S. uyuşturucu madde bağımlısı olduğu iddiasıyla kolluk görevlilerince gözaltına alındığı 27/5/2013 günü saat 17.35'te Kilis Devlet Hastanesinin Acil Servisine götürülmüştür. M.S.nin uyuşturucu madde yoksunluğu nedeniyle Kilis Devlet Hastanesine götürülüp götürülmediği soruşturma belgelerinden anlaşılamamakta ise de burada psikiyatri kontrolü olmadığı gerekçesiyle M.S.ye psikolojik yönden rahatlaması için 3 cc serum fizyolojik enjekte edildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 12). M.S. 28/5/2013 günü Kilis Devlet Hastanesine akut zehirlenme ve bu kullanıma bağlı yoksunluk durumu nedeniyle götürülmüştür (bkz. § 15). M.S.den alınan kan ve mesane yıkama suyu örnekleri üzerinde yapılan tetkiklerde kanda morfin, tramadol, midazolam, lidocaine ve atropin; idrarda ise bunlara ilaveten ranitidine bulunduğu tespit edilmiştir (bkz. § 22). Adli Tıp Kurumu Birinci İhtisas Kurulunca düzenlenen raporda ölüm nedeni uyuşturucu madde zehirlenmesi olarak belirtilmiş ancak zehirlenmenin neden kaynaklandığı belirtilmemiştir. (bkz. § 25).

68. Soruşturma belgelerine göre M.S.nin gözaltına almadan önce iki farklı tür uyuşturucu madde kullandığı ve ölümün uyuşturucu madde zehirlenmesi sonucu olduğu sabittir. Ayrıca M.S. 28/5/2013 günü Kilis Devlet Hastanesine akut zehirlenme ve bu kullanıma bağlı yoksunluk durumu nedeniyle götürülmüştür. Buna rağmen uyuşturucu madde zehirlenmesi ile uyuşturucu madde yoksunluğu arasındaki bağlantının ne olduğu ve M.S.nin cesedinden alınan kanda ve idrarda çıkan maddelerin M.S.ye yapılan canlandırma işlemi ve daha sonrasında yapılan tedavilerdekullanılan ilaçlar olup olmadığı konusunda bir araştırma yapılmamıştır. Ayrıca M.S.nin gözaltına alınmadan önce aldığı uyuşturucu maddeler nedeniyle mi zehirlendiği, bu uyuşturucu maddelerin ne zaman alındığı ve uyuşturucu madde zehirlenmesinin uyuşturucu alımından en geç ne kadar süre sonra meydana gelebileceği tespit edilmemiştir.

69. M.S. madde bağımlısı olduğu gerekçesiyle 27/5/2013 günü 17.35'te Kilis Devlet Hastanesinin Acil Servisine götürülmesine ve psikiyatri kontrolü olmadığı gerekçesiyle M.S.ye psikolojik yönden rahatlaması için 3 cc serum fizyolojik enjekte edilmesine rağmen M.S.nin 27/5/2013 günü uyuşturucu madde yoksunluğu belirtileri gösterip göstermediği ve 27/5/2013 günü 17.35'te Kilis Devlet Hastanesine uyuşturucu madde yoksunluğu nedeniyle götürülüp götürülmediği, uyuşturucu madde yoksunluğu nedeniyle götürülmüş ise M.S.nin bu Hastanede yoksunluğa ilişkin psikiyatrik tedaviye neden alınmadığı araştırılmamıştır.

70. M.S. Kilis Devlet Hastanesine 28/5/2013 günü akut zehirlenme ve bu kullanıma bağlı yoksunluk durumu nedeniyle götürülmesine rağmen 28/5/2013 günü saat 12.00 öncesinde de yoksunluk belirtilerinin mevcut olup olmadığı ve M.S.nin ölümüne uyuşturucu madde yoksunluğunun da etki edip etmediği tespit edilmemiştir.

71. Başsavcılık, M.S.ye serum fizyolojik enjekte edildiğine dair tutanağı tutan hekimin, M.S. ile aynı nezarette kalan S.P. ve M.K. dışındaki kişilerin, 27/5/2013 günü saat 17.35'te M.S.yi Kilis Devlet Hastanesine götüren kolluk görevlilerinin, M.S.nin kaldığı nezarethaneden sorumlu kolluk görevlileri ile nezarethanenin bulunduğu karakolda görevli kolluk görevlilerinin konuya ilişkin bilgilerine başvurmamış; M.S.nin gözaltına alınmasından 28/5/2013 günü 12.00'e kadar olan zamana ilişkin M.S.nin kaldığı nezarethaneyi gözetleyen kamera görüntülerini incelememiştir. Oysa söz konusu hususlar M.S.nin gözaltında iken uyuşturucu madde yoksunluğu çekip çekmediğinin, uyuşturucu madde yoksunluğu söz konusu ise kolluk görevlilerinin bu durumdan ne ölçüde haberdar olduğunun ve zamanında tıbbi müdahale yapılıp yapılmadığının tespiti için gereklidir.

72. Sonuç olarak soruşturmada, gözaltı işleminden önce kullanılan uyuşturucu maddelerin mi zehirlenmeye neden olduğu, uyuşturucu madde zehirlenmesinin uyuşturucu madde kullanımından en geç ne kadar süre sonraortaya çıkabileceği, 28/5/2013 günü Kilis Devlet Hastanesine götürülmesinin öncesinde M.S.nin uyuşturucu madde yoksunluğu çekip çekmediği, M.S.ye zamanında tıbbi müdahale yapılıp yapılmadığı ve bunun M.S.nin ölümü üzerindeki etkisi hususlarında herhangi bir soruşturma işlemi gerçekleştirilmemiş; M.S.nin ölümüne uyuşturucu madde yoksunluğunun ve bunun tedavi edilmemesinin de etki edip etmediği araştırılmamıştır.

73. Dolayısıyla soruşturmada olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve buna göre ölümde varsa sorumlulukları bulunanların belirlenmesi için gerekli tüm delillerin toplanmadığı sonucuna varılmıştır.

74. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Başvurucu, eşi M.S.nin ölümüyle ilgili soruşturmanın yeniden açılmasını talep etmiştir.

77. Başvurucunun eşi M.S.nin ölümüyle ilgili ceza soruşturmasında etkili ve yeterli bir inceleme yapılmaması nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

78. Başvuru konusu olay açısından etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesinin yaşam hakkını ihlal ettiği gözetilerek 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla kararın bir örneğinin Başsavcılığa gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

79. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usulboyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Kilis Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.186,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/1/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AISHA FARES BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/18701)

 

Karar Tarihi: 31/10/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Aisha FARES

Vekili

:

Av. Hasan Önder SULU

 

G.    BAŞVURUNUN KONUSU

1 Başvuru, ülke sınırını koruyan güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanması sonucu bir kişinin ölmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve Gaziantep 5’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığından (Askerî Savcılık) bir örneği temin edilen soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu; eşi olduğunu iddia ettiği A.D. ve çocukları ile birlikte, yanlarında bulunan ve sayısı tam olarak tespit edilemeyen kişilerle 5/2/2014 tarihinde saat 15.50 sıralarında, Kilis’te bulunan Öncü Sınır Karakolunun sorumluluk sahasında yer alan Suriye Arap Cumhuriyeti-Türkiye sınırındaki bir bölgeden Türkiye’ye giriş yapmaya çalışmıştır. Sınırı korumakla görevli askerler tarafından düzenlenen tutanağa ve söz konusu askerlerin beyanlarına göre gruptaki kişiler sınırdan geçmemeleri konusunda uyarılmış ve uyarılara riayet etmemeleri üzerine gruba ateş edilmiştir. Bu esnada yaralanan A.D., Kilis Devlet Hastanesine götürülmüştür.

10. Olay, 2’nci Hudut Tabur Komutanlığında görevli bir binbaşı tarafından olay günü saat 16.40 sıralarında askerî savcıya bildirilmiştir.

11. Askerî Savcılıkça aynı gün olay hakkında resen soruşturma başlatılmıştır.

12. Askerî savcı tarafından düzenlenen nota göre; yasa dışı yollarla Türkiye’ye geçmek isteyen 70-80 kişilik bir grup, sınırı koruyan askerlerce yapılan müdahale üzerine ülkelerine dönmüştür. Yasa dışı yollarla Türkiye’ye tekrar giriş yapmaya teşebbüs eden 20-25 kişilik grupta yer alan 4-5 kişi, mayınlı sahadan söktüğü 7-8 kadar mayını sınırı koruyan askerlerin üzerine atmıştır. Bu mayınlardan biri askerlerin önünde parçalansa da mayınlar patlamamıştır. Olaylar esnasında askerler dur ikazı yapmış ve havaya uyarı ateşi açmıştır. Grubun uyarılara aldırmaması üzerine Piyade Er S.A. mayın atan kişilere ateş etmiş ve A.D.nin yaralanmasına neden olmuştur.

13. Askerî savcının talimatı uyarınca Kilis İl Jandarma Komutanlığı emrindeki Olay Yeri İnceleme görevlilerince olay yeri incelenmiş ve olay yeri krokisi düzenlenmiştir. Ayrıca askerî savcının notunda bahsi geçen mayınların fotoğrafları çekilmiştir.

14. Olay yerini inceleyen görevlilerce düzenlenen raporda; hadisenin açık alanda vuku bulduğu, olay yerinin Akıncı köyüne 1.800 metre, Öncü Piyade Hudut Karakoluna ise 1.700 metre mesafede olduğu ve olayın sınır hattındaki hat yolu üzerinde meydana geldiği belirtilmiştir. Ayrıca raporda; hat yolu etrafında kaçakçılığı önlemek için açılan çukur içinde beş, sınır teli yanında ise dört adet topuk mayını olduğu, olay yerinde üç adet mermi kovanı bulunduğu, ateş ettiği bildirilen Piyade Er S.A.nın el ve yüz svaplarının alındığı, S.A.ya ait piyade tüfeğinin muhafaza altına alındığı hususlarına yer verilmiştir.

15. Öncü Piyade Hudut Karakolunda görevli bir uzman çavuş ve üç piyade er tarafından düzenlenen 5/2/2014 tarihli tutanağa göre saat 15.50 sıralarında Suriye’den Türkiye’ye yasa dışı yollarla girmeye çalışan 50-60 kişilik bir grup tespit edilmiştir. Sınırda görevli nöbet timince yapılan dur ihtarı üzerine gruptaki kişiler geri çekilmiştir. Başka bir grubun 150 metre mesafedeki bir başka yerden yasa dışı olarak sınırı geçmeye çalışması üzerine nöbet timinde görevli uzman çavuş, emir komutasını Piyade Er S.A.ya devretmiş ve sınırın geçilmeye çalışıldığı diğer yere gitmiştir. Derken 50-60 kişilik grupta bulunan 20-25 kişi, S.A.nın bulunduğu bölgeden Türkiye’ye doğru yürüyüşe geçmiştir. Bunlar arasında bulunan 5-6 kişi ellerine aldıkları, ne olduğu tam olarak anlaşılamayan nesneleri 15-20 metrelik mesafedeki nöbet timinin üzerine atmıştır. Atılan nesnelerin antipersonel mayın olduğunun fark edilmesi üzerine söz konusu kişiler mayın atmamaları konusunda uyarılmıştır. Uyarının dikkate alınmaması üzerine S.A. havaya iki el ateş etmiştir. Mayın atılmaya devam edilince S.A., mayın atılmasını önlemek ve nöbet timini korumak için bir el ateş etmiştir. Bu sırada sağ kol dirseğinden yaralanan A.D. cankurtaran aracılığıyla Kilis Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.

16. Askerî savcının talimatı uyarınca A.D.nin, başvurucunun, S.A.nın ve S.A. ile aynı nöbet timinde görevli H.Y. ve E.A.nın ifadeleri Kilis İl Jandarma Komutanlığı görevlilerince 5/2/2014 tarihinde alınmıştır. Türkçe bilmeyen başvurucunun ve A.D.nin ifadeleri alınırken tercüman hazır bulundurulmuştur.

17. A.D. ifadesinde; mayınlı saha içinde beklerken duyduğu 3-4 el silah sesinden sonra karnının sol tarafından ve sağ kolundan yaralandığını, yaralandığı yer ile tel örgü arasındaki mesafenin 5-6 metre olduğunu, vurulduğu esnada tel örgünün bulunduğu alanda 5-6 askerin bulunduğunu, yaralandıktan sonra tel örgünün olduğu yere doğru gittiğini, askerlerin kendisini cankurtaran ile hastaneye gönderdiklerini, kendisini kimin vurduğunu görmediğini, kimseye mayın atmadığını, olay nedeniyle şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir.

18. Başvurucu ifadesinde; Türkiye’ye geçmek için eşi ve on yaşındaki oğluyla mayınlı sahada beklediklerini, tel örgüye olan mesafelerinin 5-6 metre olduğunu,Türkiye tarafında bulunan askerlerin kendilerine olan mesafelerinin ise 10 metre olduğunu, eşinin o esnada sigara içtiğini, derken 3-4 el silah sesi geldiğini, eğildiklerini, bu esnada eşinin karnının solundan ve sağ kolundan yaralandığını, eşinin nasıl vurulduğunu görmediğini, mayın atmadıklarını söylemiştir.

19. Alınan beyanlarında E.A. ve H.Y.,S.A. ile birlikte 11.00-15.00 saatleri arasında Batı-1 ile Batı-2 nöbet kuleleri arasındaki bölgede nöbet tuttuklarını, saat 15.50 sıralarında Suriye’den gelen mültecilerin mayınlı saha içinde ilerleyerek Türkiye sınırına yaklaştıklarını, yapılan sözlü ikaz üzerine bu kişilerin Suriye tarafına döndüğünü, bu sırada 9-10 kişilik bir grubun Türkiye’ye doğru koşmaya başladığını, sözle ve el işaretleri ile gruptan uzaklaşmalarını istediklerini, grup içindeki 5-6 kişinin kendilerine mayın fırlattığını, bunun üzerine mevzilendiklerini, S.A.nın havaya iki el ateş ettiğini, mayın fırlatma eyleminin devam etmesi üzerine S.A.nın önce yere, daha sonra şahıslara doğru ateş ettiğini, bu şahıslardan birinin yere düştüğünü, silah seslerini duyan tim komutanı ile karakol komutanının olay yerine gelerek cankurtaran çağırdıklarını beyan etmişlerdir.

20. Şüpheli sıfatıyla beyanına başvurulan S.A.nın verdiği ifadenin ilgili kısmı ise şöyledir:

“...05.02.2014 günü 11:00 ile 15:00 saatleri arasında Batı-1 ile Batı-2 nöbet kuleleri arasında [E.A.] ve [H.Y.] ile birlikte nöbet tutuyorduk. Saat 15.50 sıralarında Suriye ülkesinden gelen mülteciler mayınlı saha içerisinde ilerleyerek Türkiye sınırına yaklaştılar biz de kendilerine sözlü olarak ikazda bulunarak izin vermedik ve buranın askeri yasak bölge olduğunu buradan uzaklaşmalarını, geri istikamete gitmelerini söyledik kendileri de tekrar geri dönerek Suriye istikametine doğru gittiler. Bu esnada 9 – 10 kişilik grup tekrar Türkiye tarafına doğru koşarak yanaştıklarını gördük biz de şahısların gelmek istediği yöne doğru koşunca benim ayağım taşa takıldı ve 500654 seri numaralı tüfeğimin üzerine düştüm. Yerden kalktım ve elimde hafif bir ağrı hissettim. Daha sonra koşarak gelen şahısların Türkiye’ye geçecekleri noktaya ulaştım. Tel örgünün gerisine ulaştığımda yanıma [E.A.] ve [H.Y.] isimli arkadaşlarım geldi. Şahıslara sözlü olarak ve el işaretleri ile uzaklaşmaları konusunda ikazda bulunduk. Grubun içerisindeki 5-6 erkek şahıs mayınlı saha içerisinde daha önceden söktüklerini tahmin ettiğim topuk koparan mayınlarını bize doğru fırlattılar. Mayınlar bize gelmesin diye hemen mevzilendik. Şahıslar eylemlerine devam edince ben 500654 seri numaralı G-3 piyade tüfeğimle havaya 2 el ateş ettim. Fakat şahıslar gene durmadı ve mayınları bize doğru fırlatmaya devam edince ben de önce yere sonra şahıslara doğru ateş ettim ve ismini sonradan öğrendiğim [A.D.] isimli şahıs yere düştü. Diğer şahıslar olay bölgesinden uzaklaşarak Suriye tarafında bulunan zeytin ağaçlarının içine kaçtılar...”

21. Kilis Devlet Hastanesince S.A. hakkında düzenlenen 5/2/2014 ve 6/2/2014 tarihli adli raporlarda, S.A.nın sağ elinde beşinci metakarp (el tarağı) distal (uzak, uç) fraktürü (kırık) bulunduğu belirtilmiştir.

22. Kilis Devlet Hastanesince A.D. hakkında düzenlenen genel adli muayene raporunda; hayati tehlikenin devam ettiği, umbilikal (göbek, göbekle ilgili) lateralde (yan, dış yan) 10 cm uzunluğunda ve 2x2 cm boyutunda bir, sağ dirsek posteriorda (arka) bir olmak üzere iki giriş yarası bulunduğu, kesin adli raporun genel cerrahi ve ortopedi uzmanlarınca verileceği belirtilmiştir.

23. Kilis Devlet Hastanesince Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen A.D., yapılan tıbbi müdahalelere ve yeniden canlandırma çabalarına rağmen 6/2/2014 tarihinde vefat etmiştir.

24. Askerî savcının talebi üzerine S.A.nın kullandığı piyade tüfeğini, olay yerinden elde edilen üç kovanı, S.A.dan alınan üç adet atış artığı transfer kitini ve A.D.den alınan montu inceleyen Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı 3/3/2014 ve 4/3/2014 tarihli raporlarında;

-S.A.ya ait sağ el ve sol el svapları üzerinde atış artığı tespit edildiği,

-A.D.ye ait montta, sağ kol dirsek bölümünde küçük ebatlı bir delinme, sol kol bilek kısmında yaklaşık 4 cm boyunda bir delinme, sol kol dirsek kısmında yaklaşık beş cm boyunda bir delinme ve sağ göğüs bölgesinde fermuar üzerinde yarım daire şeklinde bir delinme olmak üzere toplam dört delinmenin bulunduğu,

-A.D.ye ait mont üzerinde bulunan delinme bölgeleri etrafında atış artıklarına rastlanmadığı ve atışın uzak atış olduğu,

-Piyade tüfeğinin atışa engel olabilecek veya kendiliğinden ateş etmesine neden olabilecek mekanik bir arızasının bulunmadığı,

-Üç kovandan yalnızca birinin inceleme için gönderilen piyade tüfeğinden atıldığı, diğer iki kovanın ise iki farklı silahtan atıldığı hususlarına yer vermiştir.

25. Askerî Savcılık; kara sınırını korumakla görevli askerlerin silah kullanma yetkilerinin bulunduğuna, kanun hükmünü yerine getirmenin hukuka uygunluk nedeni olduğuna ve somut olayda şüpheli S.A.nın hem yasa dışı geçişe engel olmak hem de kendisini ve devriye timini korumak amacıyla hareket ettiğine değinerek şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar (kovuşturmasızlık kararı) vermiştir. 3/6/2014 tarihli bu kararın ilgili kısmı şöyledir:

“...

Soruşturma konusu olayda Türkiye’ye yasa dışı giriş yapan Suriye uyruklu şahısların sınırdaki bu eylemleri ile suç işlediğinde şüphe bulunmamaktadır. Yukarıda izahı yapılan yasal düzenlemeler ışığında bu şahıslara sınır koruma görevlisi askerlerin müdahale etmesi, bu şahısları yakalayıp jandarmaya teslim etmesi kanundan kaynaklanan yetkinin kullanılması olup, yetki bir yana bu görevin yapılmaması görevli asker personel bakımından suç oluşturur. Olayın ceza hukuku bakımından tahlilinde ise karşımıza görevli asker personelin kanun hükmünü yerine getirmesi çıkmaktadır.

Burada çözülmesi gereken sorunu, sınır koruma görevlisi askerlerin olay bağlamında ölçülü davranıp davranmadıkları, yani müdahalelerini elverişli vasıta ile, gerekli olduğu nispette ve orantılı olarak gerçekleştirip gerçekleştirmedikleri oluşturmaktadır. Bu sorunun çözümü aynı zamanda olayın neticesinden (Suriye uyruklu şahısların yaralanmalarından) cezai anlamda sorumlu tutulup tutulmayacaklarını da ortaya çıkaracaktır.

P.Uzm.çvş[N.Ç.], P.Er [S.A.], P.Er [E.A.], P.Er [H.Y.]nin 05.02.2014 günü Türkiye-Suriye sınır hattında devriye görevlisi oldukları ve sınırdan yasa dışı geçmek suretiyle suç işleyen şahıslara söz ve işaret ile dur ikazında bulundukları ancak şahısların geri gittikten sonra tekrar yasa dışı geçiş yapamak için hareketlenmeleri üzerine devriye görevlilerinin şahısların muhtemel geçiş noktasına doğru koşarak şahısların durmaları ve geri gitmeleri konusunda ikaz ettikleri ancak şahısların içirsinden 5-6 kişinin görevli personele mayın fırlattıkları ve devriye timi personelinde şahıslara karşı sözlü olarak tekrar uyarıda bulunmaları ancak şahısların mayın fırlatmaya devam etmesi üzerine P.Er [S.A.]nın1’nci derece askeri yasak bölge içerisinde olan [A.D.]nin hem yasa dışı geçişine engel olmak hem de kendisi ve devriye timini korumak amacıyla yaralaması ve [A.D.]ninyaralama bölgesi ile yaralanmasının niteliği itibariyle yakalanmasını temin bakımından müdahalenin yasanın çizdiği sınır içinde kaldığı ve ölçülü olduğu, sonuç olarak P.Er [S.A.]nınkanun hükmünü yerine getirmesi kapsamında gerçekleştirdiği eyleminden dolayı hakkında kamu davası açılamayacağı, Suriye uyruklu şahısın yaralanması olayında kendisine kusur izafe edilecek bir başka personel de bulunmadığı kanaatine varıldığından ... şüpheli hakkında ... KOVUŞTURMAYA YEROLMADIĞINA karar verildi...”

26. Askerî Savcılığın kararı, Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki konsolusluk hizmetlerinin durdurulduğu ve bu nedenle tebligat yapılamadığı gerekçesiyle ancak 20/5/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilebilmiştir.

27. Başvurucu, hukuka aykırı olduğunu ileri sürdüğü kovuşturmasızlık kararınaitiraz etmiştir. Yaptığı itirazda başvurucu, öncelikle eşinin yaralandıktan sonra kaldırıldığı Konya Hastanesinde vefat ettiğine dair Askerî Savcılığın bir başka dosyasında belge bulunduğunu ifade etmiştir. Öte yandan başvurucu; eşinin haksız bir fiili yokken ve silah kullanılmasına gerek olmamasına rağmen kasten öldürüldüğünü, olayda hukuka uygunluk nedeni bulunmadığını ileri sürmüştür. Olay anında eşi ve yedi çocuğuyla birlikte olmasına karşın çocuklarının ifadesinin alınmadığını öne süren başvurucu; ilave olarak ifadesinin tercüman tarafından yanlış çevrildiğini, ifadesinde ateş eden askerleri açıkça belirtmesine rağmen bu yöndeki beyanlarının Türkçeye çevrilmediğini, ifadesi alınan herhangi bir kimsenin eşinin mayın attığına dair beyanının olmadığını, eşinin ölümü ile ilgili deliller toplanmadan karar verildiğini iddia etmiştir. Başvurucu, itirazında konularına ilişkin detay vermeden biri Askerî Savcılığa, diğeri Kilis Cumhuriyet Başsavcılığına ait iki soruşturma dosyasından söz etmiştir. Başvurucunun bahsettiği soruşturmaların A.D.nin cesedi üzerinde yapılan otopsi işlemine ilişkin Konya Cumhuriyet Başsavcılığına ait soruşturma dosyası ile A.D.nin ölümüne ilişkin Kilis Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen ve görevsizlik kararı verilerek Askerî Savcılığa gönderilen soruşturma dosyası olduğu anlaşılmıştır.

28. Malatya 2’nci Ordu Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 1/6/2015 tarihinde, nöbet timinde bulunan diğer askerlerin silahları üzerinde de balistik inceleme yapılması ve ölen hakkında düzenlenen tedavi evrakları ile otopsi tutanağının dosyaya dâhil edilmesi amacıyla soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme verdiği kararda ölenin montunda dört delinme olduğuna, olay yerinden elde edilen kovanlardan yalnızca birinin şüpheliye ait silahtan ateşlendiğine ve ölüm nedeninin soruşturma evrakından anlaşılamadığına işaret etmiştir.

29. Askerî Savcılık 6/2/2014 tarihinde Konya Cumhuriyet savcısı huzurunda bir adli tabip uzmanınca yapılan otopsi işlemine ilişkin raporu temin edip soruşturma evrakı arasına almıştır. Rapora göre otopsi işlemi sırasında hazır bulunan başvurucu, cesedi teşhis etmiş; tercüman vasıtasıyla alınan beyanında da olaya ilişkin ayrıntı vermeden Türkiye tarafından yapılan atış sonucu eşinin yaralandığını ve tedavi için getirildiği Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde vefat ettiğini söylemiştir.

Otopsi işleminde; cesedin sağ kol dış yanda, dirseğin 8 cm üzerinde etrafında barut ve is artıkları bulunmayan yuvarlak görünümlü, kenarında vurma halkası seçilebilen bir, sol el bileği medialde etrafında barut ve is artıkları bulunmayan yuvarlak görünümlü, kenarında vurma halkası seçilebilen bir ve batın ön yüz sol yan göbeğin 15 cm sol dış lateralinde etrafında barut ve is artığı bulunmayan yuvarlak görünümlü, etrafı ekimozlu, kenarında vurma halkası olan bir olmak üzere toplam üç giriş yarası tespit edilmiştir. Ayrıca cesette, sağ dirsek çukurunda kenarları düzensiz ve dışa dönük görünümlü oval şekilli, etrafında barut ve is artığı ile kenarında vurma halkası bulunmayan bir ve sol dirseğin 5 cm dış yanında kenarları düzgün ve dışa dönük görünümlü oval şekilli, etrafında barut ve is artığı ile kenarında vurma halkası bulunmayan bir olmak üzere iki çıkış yarası görülmüştür. Bahse konu otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:

...[Bilirkişi:] 05/02/2014 tarihinde Suriye’de ateşli silah ile vurularak önce Kilis Devlet Hastanesi’ne kaldırılan ve buradan Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edilen ve sevk edildiği hastanede tüm müdahalelere rağmen eks olduğu bildirilen Suriye uyruklu ve T.C. numarası bulunmayan [A.D.] aynı hastane morgunda yapılan ölü muayene ve otopsisinden elde edilerek yukanya kaydedilen bilgi ve bulgular ışığında;

1-Kişinin vücudunda 3 (üç) adet ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası saptandığı, kişinin vücudunda saptanan üç adetateşli silah mermi çekirdeği giriş yarasından batın ön yüz sol yanda bulunan bir adetateşli silah mermi çekirdeği giriş yarasının tek başına öldürücü nitelikte olduğu, ölüme etkili ya da etkisiz başkaca travmatik ve patalojik özellik saptanmadığı,

2-Ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası özellikleri dikkate alındığında ve grafilerdeki metalik parçalar birlikte değerlendirildiğinde uzun namlulu silahlar ile atılmış olması ile tıbben uyumlu olduğu, atışların uzak atış mesafesi ile tıbben uyumlu olduğu,

3-Ölümünateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı ince ve kalın bağırsak tam kat perforasyonu, peritonit ve sepsis neticesinde meydana geldiği,

4-Ölenin atış anındaki vücut pozisyonunun tıbben tespitinin mümkün olmadığı,

5-Cesetten delil niteliğinde mermi çekirdeği veya metalik parça elde edilemediği, mevcut kişi adına çekilmiş tüm grafiler incelendiğide bütünlüğünü koruyan herhangi bir mermi çekirdeği görüntüsüne rastlanılmadığı,

6-Ölümün ölü muayene ve otopsi bitirn saati olan 20:00 itibariyle 4-6 saatlik bir zaman dilimi öncesinde meydana gelmesi ile tıbben uyumlu olduğu, görüş ve kanaatimi bildiririm, dedi.

Bilirkişinin mütalaasına iştirakle ölü muayene ve otopsi işlemine son verildi...”

30. Askerî Savcılık, A.D.ye ait tedavi evraklarını Kilis Devlet Hastanesi ile Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesinden getirtip soruşturma evrakı arasına almıştır.

31. Askerî Savcılık, A.D.nin ölümü üzerine Kilis Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan ve görevsizlik kararı verilerek kendisine gönderilen dosyada bulunan başvurucununifadesine ilişkin tutanağın bir örneğini soruşturma evrakı arasına almıştır. Kilis Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan başvurucunun ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

“... Ben ailem ile birlikte 05/02/2014 günü ülkemiz Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle Türkiye’ye yasa dışı yollardan Kilis il sınırından girmek üzere iken Türk askerleri tarafından bize doğru açılan ateş sonucunda kocam [A.D.] yaralandı. Askerle aramızda yaklaşık 5 m mesafe vardı. Orada iki Türk askeri vardı ancak sadece birisi tüfek ile ateş açtı. Eşim yaralandıktan sonra oraya çok sayıda asker geldi. Olay esnasında 7 çocuğumuzda bizimle birlikteydi, çocuklarım da şu anda Gaziantep’te benimle birlikte ikamet etmektedir. Askerler tarafından ambulans ile Kilis Devlet Hastanesine sevk ettiler. Kilis Devlet Hastanesinde yapılan ilk müdahalenin ardından ambulansla önce Gaziantep’e sevk edildi. Burada € hastanenin kabul etmemesi sebebiyle Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesine kocamı götürdük. Kendisi Konya’ya giderken yolda yaşamını yitirdi. Konya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 06/02/2014 tarihinde yapılan ölü muayene ve otopsi işlemi sonucunda dosya yetkisizlik kararı verilerek Kilis Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildi... Ben kocamın nerede öldürüldüğünü bilmiyorum ancak gördüğüm takdirde hatırlarım. Bu konuda araştırma yaparak bilgi vereceğim. Kocamın hangi karakolun mıntıkasında öldürüldüğünü de bilmiyorum... Ben kocamı ateşli silahla yaralayarak ölümüne sebebiyet veren askerlerin tespit edilerek cezalandırılmasını istiyorum.”

32. Askerî Savcılıkça S.A. ile aynı nöbet timinde görevli N.Ç., H.Y. ve E.A.ya ait piyade tüfeklerinin seri numarasını gösterir silahlık defterinin ilgili sayfalarının bir örneği temin edilmiş ve N.Ç., H.Y. ve E.A.ya ait tüfekler balistik inceleme için Adana Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmiştir.

33. Adana Kriminal Polis Laboratuvarı 13/8/2015 tarihli raporunda, olay yerinden elde edilen üç kovanın inceleme için gönderilen üç tüfek dışındaki üç ayrı silahtan atıldığını bildirmiştir.

34. Soruşturmayı tamamlayan Askerî Savcılık, kovuşturmasızlık kararına yapılan itiraz konusunda değerlendirme yapılmak üzere soruşturma evrakını Askerî Mahkemeye göndermiştir.

35. Askerî Mahkeme A.D.nin yanında bulunan kişilerle yasa dışı yollarla Türkiye’ye giriş yaptığı, kendilerine yapılan uyarılara rağmen görevli personele mayın atarak suç işlediği, şüphelinin yasak geçişe engel olmak, hem kendisini hem diğer görevli personeli korumak amacıyla elverişli vasıta ile gerekli olduğu nispette ve ölçülü olarak hareket ettiği gerekçesiyle 6/10/2015 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir.

36. Nihai karar başvurucuya 27/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

37. Askerî Savcılık, A.D.nin ölümü ile soruşturmada Askerî Mahkemenin kovuşturmasızlık kararına yapılan itirazı değerledirmesini beklemiş; itirazın reddedilmesinin ardından yeniden soruşturma açılmasını gerektirir yeni delil elde edilemediği gerekçesiyle23/10/2015 tarihinde kovuşturmasızlık kararı vermiştir.

38. Başvurucunun bahse konu karara yönelik itirazı Askerî Mahkemece 4/12/2015 tarihinde reddedilmiştir.

39. Bireysel başvuru, süresi içinde 26/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

40. 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun’un “Görev, yetki ve görev ilişkileri” kenar başlıklı 2. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olup bu görev sınır birliklerince;

1. Kendi sorumluluğunda olan bölgede sınırı korumak ve güvenliğini sağlamak,

2. Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek,

...

Şeklinde yerine getirilir.

Yukarıda belirtilen görevler askeri hizmetten sayılır.

Sınır birlikleri mensupları kendilerine bu Kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dahil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler.

...”

41. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun askerlerin silah kullanma yetkilerini düzenleyen 87., 88., 89. Ve 90. Maddeleri şöyledir:

“Madde 87 – (Değişik madde: 25/04/1972 – 1582/1 md.)

Askerler karakol, karakol nöbetçisi, devriye, nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya asayişi temin için görevlendirildiklerinde aşağıda gösterilen hallerde silah kullanmaya yetkilidirler.

I – Silah kullanmasını gerektiren haller

a) Bu hizmetlerden birini yaparken müessir bir fiil ile taarruza uğranıldığı veya müeesir bir fiil veya tehlikeli bir tehdit ile bu hizmetlerle yapılmasına mukavemet edildiği takdirde bu taarruz ve mukavemetleri gidermek için,

b) Bir taarruz veya mukavemete hazırlanan ve silahını veya mukavemete elverişli bir aleti bırakmaya davet edildiği halde, bu davete derhal itaat etmiyen veyahut bıraktığı silahı veya aleti tekrar eline almaya davranan veya alan kimseyi itaate zorlamak için,

c) Bu kanunun 80 ve 81 inci maddeleri gereğince muvakkaten yakalanan bir şahsın veyahut muhafaza ve sevki kendisine tevdi edilmiş olan bir tutuklunun veya hükümlünün kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi ve verilecek dur emrini dinlemediği görüldüğünde başka türlü ele geçirilmesi kabil olmadığı takdirde yakalanması için,

d) Kendi muhafazasına tevdi edilmiş olan insan ve her türlü eşyaya karşı vukubulan taarruzu defetmek için,

e) Bu maddede sayılan görevleri yapan askerlere karşı, sözle yapılan sataşma veya hareketlerin bertaraf edilmesi sırasında mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehlikeli bir tehditle karşılaşıldığında bu halleri gidermek için.

II – Silah kullanma derecesi

Bu maddede yazılı hizmetlerin yapılması sırasında silah kullanılması için başkaca bir çare kalmaması veya zaruret olması şarttır.

1. Şahıs veya topluluk silahsız ise; mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehdidin derecesine göre asayiş hizmeti ile görevli birlik komutanı gerekli uyarmayı yaparak silah kullanılacağını ihtar eder. Bu ihtara itaat edilmezse bunu sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

2. Şahıs veya topluluk silahlı veya taarruzun önemli derecede etkili kılacak şekilde aletleri taşıyorsa, silah veya aletlerin bırakılması ihtar olunur. Tecavüz taarruz veya mukavemet buna rağmen devam ederse itaati sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

III – Silah kullanma tarzı

1. Silah çeşitlerine göre etkili olabilecek şekilde kullanılır. Önce kesici ve dürtücü silahlar ile ateşli silahlar hedefe tevcih edilir, sonra ateşli silahların dipçik ve kabzaları kullanılır, daha sonra kesici ve dürtücü ve ateşli silahlar bilfiil kullanılır.

2. Silah kullanmak mutlaka ateş etmek değildir. Ateş etmek son çaredir. Önce havaya ihtar ateşi yapılır. Sonra ayağa doğru ateş edilir, mukavemet veya taarruza veyahut tehlikeli bir tehdide varan mukavemet hali devam ederse, hedef gözetilmeksizin ateş edilir.

IV – Ateş emri ve kendiliğinden ateş etmek

1. Ateş etmek bilhassa bunun için emir verilmiş olmasına bağlıdır.

2. Ateş emri verilmemiş olsa dahi her asker silahını kullanabilir. Ancak silahını kullanılacağı zamanın ve kullanma derece ve tarzının tayini her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutularak silahını kullanacak asker tarafından bizzat takdir olunur.

V – Ateş emri vermeye yetkili makamlar

1. Bu maddede yazılı görevleri yapmak için birliğe görev veren üst komutan olay yerinde bulunuyorsa sözle ateş emri vermeye yetkilidir. Komutan, bu emri yazı ile teyit eder.

2. Asayişe memur edilen kuvvetlerin olay yerinde bulunan birlik komutanı veya asayişe memur edilen birliğin parçalarına komuta eden en küçük komutan ve amirler dahi önceden emir verilmemiş olsa bile sözle ateş emri vermeye yetkilidir.

VI – Sorumluluk

Her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutulmak kaydiyle bu madde hükümlerine göre silahını kullanan askere ve silah kullanma emrini veren birlik komutanına sorumluluk yüklenemez.

VII – Soruşturma usulü ve adli yardım

(Ek fıkra: 22/11/1990 – 3683/5 md.) Silah kullanmak zorunda kalan asker kişiler hakkında, hazırlık soruşturması Askeri Savcı, Cumhuriyet Savcısı veya yardımcıları tarafından yapılır. Haklarında dava açılan sanık asker kişiler duruşmadan vareste tutulabilir. Olayın mahiyetine ve kusurun derecesine göre sanığın mensup olduğu Bakanlıkça durumu uygun görülenlerin vekalet verdiği avukatın ücreti, bu bakanlıkların bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Avukat tutma ve avukatlık ücretinin ödeme usul ve esasları, Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Madde 88 – (Değişik madde: 25/04/1972 – 1582/1 md.)

Silah kullanma yetkisini haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamiyle istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır.

Madde 89 – 87 nci maddede gösterilen hallerden başka hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veyahut askere veya askeri eşyaya karşı yapılan bir tecavüze karşı koymak için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir.

Madde 90 – 87 ve 89 uncu maddelerde gösterilen hallerden başka her asker meşru müdafaa halinde silah kullanmaya salahiyettardır.”

42. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. Maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan hâlinin ilgili kısımları şöyledir:

“(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında ... kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

...

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın € bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde “dur” çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir.”

43. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.”

44. 5237 sayılı Kanun’un “Meşru savunma ve zorunluluk hâli” kenar başlıklı 25. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

45. 5237 sayılı Kanun’un “Kasten öldürme” kenar başlıklı 81. Maddesi şöyledir:

“Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”

46. 5237 sayılı Kanun’un “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”

B. Uluslararası Hukuk

1. Dayanak Norm Yönünden

47. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Yaşam hakkı” kenar başlıklı 2. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması,

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme...”

2. Mağdur Sıfatı Yönünden

48. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), ölümü nedeniyle devletin sorumlu olduğu iddia edilen bir kişinin ebeveyni gibi yakın aile üyelerinin -ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın- bizzat 2. Madde ihlalinin dolaylı mağdurları olduklarını iddia edebileceklerini kabul etmiştir (Van Colle/Birleşik Krallık, B. No: 7678/09, 13/11/2012, § 86). Bu bağlamda AİHM; ölen kişinin eşlerinin, çocuklarının ve yeğenlerinin yaşam hakkının ihlal edildiğine yönelik başvurularını inceleyip sonuçlandırmıştır (Salman/Türkiye [BD], B. No: 21986/93, 27/6/2000; Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007; Yaşa/Türkiye, B. No: 22495/93, 2/9/1998, § 66).

49. AİHM, üç çocuğunun babası olan ve on iki yıldan daha uzun bir süre birlikte yaşadığı partnerinin yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla başvurucunun yaptığı bir başvuruyu da incelemiştir. AİHM söz konusu başvuruda, Bulgaristan Yüksek Mahkemesinin evli olmayan partnerlere de partnerlerinin haksız ölümü nedeniyle tazminat alma hakkı tanıdığına, yerel adli makamların başvurucunun başvuru ehliyetini sorgulamadığına ve soruşturma makamlarının başvurucunun ceza soruşturmasının durdurulmasına karşı yaptığı başvuruyu inceleyip karara bağladığına dikkat çekmiştir. Uzun yıllardır beraber yaşayan bir çiftin Sözleşme’nin 8. Maddesinin amaçları doğrultusunda bir aile teşkil ettiğine ve ilişkilerinin evlilik dışı olmasına rağmen Sözleşme’nin 8. Maddesinin sağladığı korumadan yararlanma hakkına sahip olduğuna değinen AİHM; başvurucunun partnerinin ölümünden kişisel olarak etkilendiği, bu nedenle Sözleşme’nin 2. Maddesinin ihlal edildiği iddiasının mağduru olduğunda şüphe bulunmadığı ve başvuru ehliyetinin amaçları yönünden başvurucunun durumunu evli bir eşten ayrı tutmak için geçerli bir neden bulunmadığı sonucuna varmıştır (Velikova/Bulgaristan (k.k.), B. No: 41488/98, 18/5/1999).

3. Silahlı Güç Kullanımı Yönünden

50. AİHM’e göre yaşam hakkını koruyan 2. Madde, Sözleşme’nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden birini korumaktadır. AİHM, bu maddenin ihlal edildiğine ilişkin iddiayı en dikkatli incelemeye tabi tutmalıdır. Devlet görevlileri tarafından güç kullanımına ilişkin davalarda, yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü de dâhilolayı çevreleyen tüm faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98 ve 43579/98, 6/7/2005, § 93). Ayrıca polis operasyonlarını düzenleyen ulusal hukukun gücün keyfî ve kötüye kullanılmasına ve hattaönlenebilir kazalara karşı yeterli ve etkili bir koruma sistemi sağlamayıp sağlamadığı (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 97) ve silahla ateş açılırken mümkünse başlangıcın uyarı ateşiyle yapılıp yapılmadığı değerlendirilmelidir ( Aydan/Türkiye, B. No: 16281/10, 12/3/2013, § 66).

51. Sözleşme’nin 2. Maddesinin ikinci fıkrasında da görülebileceği üzere polis memurları tarafından ölümcül bir gücün kullanılması belirli durumlarda haklı görülebilir. Ancak kullanılan güç kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalıdır yani olayın gerçekleştiği şartlarda kullanılan güç kesinlikle orantılı olmalıdır. Yaşama hakkının temel hak olduğu gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 94).

52. AİHM, Sözleşme’nin 2. Maddesinin ikinci paragrafında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması amacıyla devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının olayların meydana geldiği dönemde görevlinin davranışının makul ancak daha sonra hatalı olduğunun kabul edilmesi gibi geçerli sebeplerle iyi niyete dayandırıldığında bu hüküm bakımından haklı gösterilebileceği kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve yasaları uygulamakla görevli memura, görevini yerine getirirken kendisinin ve başkasının hayatına zarar verecek şekilde, gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek olacaktır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 200; Kalkan/Türkiye, B. No: 37158/09, 10/5/2016, § 57).

53. AİHM, ölümün güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda bu konudaki ispat yükünün taraf devlete (hükûmete) ait olduğunu belirtmekte ve mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı gerçekleştiğinin ve gücün orantılı olduğunun kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03, 20/4/2010, § 57; Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, §§ 45-59).

4. Yakalama Amaçlı Silahlı Güç Kullanımı Yönünden

54. AİHM’e göre yakalamaya ilişkin bir operasyonun planlanmasında elzem unsurlardan biri de yakalanacak kişinin işlediği iddia edilen suçun niteliği ile bu kişinin neden olduğu -şayet neden olmuşsa- tehlikenin derecesi de dâhil olmak üzere yakalamayı çevreleyen koşullarla ilgili mevcut bilgilerin analiz edilmesidir. Ayrıca yakalanacak kişi kaçmaya teşebbüs ettiğinde ateşli silah kullanılıp kullanılmayacağı ve hangi koşullarda kullanılmasının öngörülebileceği açık yasal hükümlere ve ateşli silah kullanacak kişilerin uygun bir eğitimine dayandırılmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 103; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 101; Atiman/Türkiye, B. No:62279/09, 23/9/2014, § 30).

5. Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden

55. AİHM, Sözleşme’nin 2. Maddesini Sözleşme’nin 1. Maddesiyle birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 161). AİHM, yaşama hakkı kapsamında incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır.

56.AİHM’e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Şener Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 24/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.

57. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). Jordan Prensipleri olarak anılan bu ilkeler, AİHM’in tamamen yeni belirlediğiilkeler değildir. Yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerinsistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM’in yaşama hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

-Soruşturma makamlarının yaşama hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduğunda kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

58. Öte yandan AİHM, soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğunu; bu itibarla bu konudaki yaptığı değerlendirmelerin başvuruculara üçüncü kişileri adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği ve tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına hiçbir şekilde gelmediğini de belirtmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 96).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

59. Mahkemenin 31/10/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

60. Başvurucu; eşi A.D.nin silah kullanılmasını gerektirecek bir durum söz konusu olmadığı hâlde öldürüldüğünü, askerlere mayın atan grup içinde olduğuna dair herhangi somut bir beyan ve delil bulunmadığını, yedi çocuğu ve eşi ile birlikte ülkesini terk eden A.D.nin askerlere mayın atmasının mantıklı bir açıklamasının olmadığını iddia etmiştir. Ayrıca başvurucu; tarafsız bir soruşturma yapılmadığını, kovuşturmasızlık kararına yaptığı itirazda belirttiği delillerin toplanmadığını, yeterince delil toplanmadan ve toplanan deliller irdelenmeden, görevli askerlerin tek yanlı beyanlarına dayanılarak kovuşturmasızlık kararıverildiğini ileri sürmüştür. Son olarak başvurucu; kovuşturmasızlık kararına yaptığı itiraz üzerine verilen kararın gerekçesiz olduğunu belirterek eşitlik ilkesi ve hakların kötüye kullanılamamasına ilişkin yasak ile yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılama ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

61. Bakanlık görüşünde; birinci derecede askerî yasak bölge içinde ve kendilerine yönelik ateşli silah/mayın ile eylemde bulunan gruba doğru ateş eden askerin eyleminde kanun hükmünün yerine getirilmesi nedeniyle hukuka uygunluk bulunduğu, bu açıdan yaşam hakkının hukuka aykırı şekilde ihlal edildiğinin söylenmesinin mümkün olmadığı, başvurucunun şikâyetine konu olan olayın koşullarının açıklığa kavuşturulması ve sorumluların tespit edilmesi için atılabilecek makul adımların atıldığı, gerekli delillerin toplandığı, ölümcül güç kullanımının haklı olup olmadığının ve hudut güvenliğinin sağlanmasının yaşamı koruma yükümlülüğüyle uyumlu olup olmadığını tespit edebilmek için yeterince etkili bir soruşturma yapıldığı ifade edilmiştir.

62. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında Millî Savunma Bakanlığı aleyhine açtığı tam yargı davasının reddine ilişkin karara karşı yaptığı istinaf başvurusunun reddedildiğini ancak temyiz talebi hakkında henüz bir karar verilmediğini, askerlere mayın atan kişilerin kim olduğu ve ölene kimin ateş ettiği konularında kendisine ve askerlere teşhis yaptırılmadığını, ölenin tek bir kurşun ile durdurulması mümkün iken ölene üç atış daha yapıldığını ve bu hususun aynı zamanda ölenin hedef alındığına işaret ettiğini iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

63. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Anayasa’da güvence altına alınan diğer haklar, eşitlik ilkesi ve hakların kötüye kullanılamamasına ilişkin yasak ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddiaların Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

64. Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa’nın 5. Maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

65. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

66. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi boyutu yanında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin bir de usul boyutu bulunmaktadır.

67. Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edildiği zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).

68. Bununla birlikte tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

69. Somut olayda başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturmasında yer alan bilgi ve belgeler, yaşam hakkının usul boyutu incelenirken değinilecek nedenlerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte bilgi içermemektedir. Ölümü çevreleyen koşullar, bir başka ifadeyle sınırı koruyan askerlere mayın atılıp atılmadığı ve ölene kimlerin hangi koşullarda ateş ettiği, bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte belirlenebilmiş değildir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna hasredilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

70. Anayasa’nın 148. Maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir...

71. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

72.6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar” kenar başlıklı 46. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.”

73.Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla doğrudan mağdur sıfatını taşıyan kişiler olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa’nın ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabileceklerdir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 53).

74. Bununla birlikte dolaylı mağduriyetin ortaya çıkması, somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine bağlı olarak değişebilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu durumlarda- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle kendi adlarına başvuru yapabileceklerine karar vermiştir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41; Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014; Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015).

75. Somut başvuruda, başvurucunun A.D.nin eşi olduğuna ilişkin herhangi bir belge bulunmamaktadır. Bununla birlikte Askerî Savcılıkça verilen kovuşturmasızlık kararıbaşvurucuya tebliğ edilmiş ve başvurucunun bu karara yaptığı itiraz Askerî Mahkemece incelenip karara bağlanmıştır. Ayrıca başvurucunun soruşturmaya katılma ve soruşturmada verilen karara itiraz etme hakkının bulunup bulunmadığı ne Askerî Savcılık ne de Askerî Mahkemece sorgulanmıştır. Bu hususları ve başvurucunun A.D. ile müşterek çocuklarının bulunduğuna yönelik beyanlarını nazara alan Anayasa Mahkemesi, yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. Maddesinin düzenleme amacını da gözeterek A.D. ile resmî olarak evli olmasa bile -ki evli olduğu tespit edilememiştir- başvurucunun A.D.nin ölümünden dolaylı olarak etkilendiği ve bu nedenle dolaylı mağdur sıfatını taşıdığı sonucuna varmıştır. Dolayısıyla başvuru ehliyeti açısından başvuruda bir eksiklik bulunmamaktadır.

76. Öte yandan başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmamaktadır. O hâlde başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

77. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usul boyutu,doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

78. Yaşam hakkına ilişkin usul yükümlülüğü olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki veya idari soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kamu görevlilerinin faili olduğu kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. Maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

79. Bu kapsamda yetkililerce soruşturma konusu olayın gerektirdiği tanıkların ifadelerinin alınması, bilirkişi incelemeleri ve gerektiğinde eksiksiz ve detaylı bir rapor hazırlanmasına imkân verecek otopsinin yapılması gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların elde edilmesi için mümkün olan tüm tedbirlerin alınması gerekir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73).

80. Bununla birlikte soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Buradaki etkililik, ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

81. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

82. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda fiilen de soruşturmanın bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, § 96).

83. Diğer taraftan ceza soruşturmasının etkililiği için soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

84. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması ve bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

85. Olaya ilişkin soruşturmada; yukarıda Genel İlkeler bölümünde ifade edilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasından haberdar olan soruşturma makamlarının derhâl harekete geçmesi, başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması, soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmesikonularında başvurucu tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir. Gerçekten de başvuruya konu olaydan haberdar olan Askerî Savcılık derhâl soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sürecinde ifadesine başvurulan başvurucu, kovuşturmasızlık kararına itiraz edip toplanmasını istediği delilleri dile getirebilmiş ve soruşturmaya katılım hususunda herhangi bir engelle karşılaşmamıştır. Ayrıca 5/2/2014 tarihinde başlayan soruşturma, başvurucunun kovuşturmasızlık kararınayaptığı itirazın 6/10/2015 tarihinde reddedilmesiyle sona ermiş ve soruşturma sürecinde soruşturmanın özensiz yürütüldüğüne işaret eden olağan dışı gecikme ve gelişme yaşanmamıştır.

86. Bununla birlikte soruşturma makamlarının bağımsızlığı, olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve varsa sorumluların tespit edilebilmesi için bütün delillerin toplanması ve soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanması konuları yönünden de soruşturmanın etkililiğinin incelenmesi gerekmektedir.

87. Kamu görevlilerinin karıştığı ölüm olaylarıyla ilgili soruşturmaların etkililiği için soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekir. Başka bir söyleyişle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Somut olayda Askerî Savcılık, olayın şüphelisi S.A.nın da dâhil olduğu sınırı korumakla görevli askerlerin düzenlediği tutanak ile bahsedilen kişilerin beyanlarını doğruluklarını araştırmadan kovuşturmasızlık kararına esas almıştır. Bu nedenle, başvuruya konu soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmediği sonucuna varılmıştır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61).

88. Başvuruya konu soruşturma sürecinin ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanması ve elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak bir sonuca ulaşılması ölçütleri yönünden incelenmesine gelince, sınırı korumakla görevli E.A., H.Y. ve S.A. sınırı geçmeye çalışan grupta yer alan bazı kişilerin kendilerine mayın fırlattığını ve S.A.nın iki kere havaya, bir kere yere ve bir kere de gruba doğru ateş ettiğini beyan etmiştir. Ne var kisoruşturma süreci bazı sorulara cevap verememektedir.

89. Evvela atıldığı iddia edilen mayınların herhangi bir patlama olmadan bulundukları yerlerden sökülüp sökülemeyeceği ve mayınların neden patlamadığı araştırılmamış, mayınların menşei tespit edilmemiştir. Başvurucu ve A.D.nin askerlere mayın atıldığına ilişkin herhangi bir beyanlarının bulunmadığı dikkate alındığında bahsi geçen hususların önemi ortadadır.

90. Askerî Savcılıkça sadece S.A.nın ateş ettiği kabul edilmesine rağmen olay yerinde bulunan üç boş kovandan yalnızca birinin S.A.nın tüfeğinden ateşlendiği saptanmıştır. Diğer iki kovan ise iki farklı silahtan atılmış olup atışta kullanılan silahlar S.A. ile aynı timde görevli askerlere ait değildir (bkz. § 24). Ayrıca ölen A.D.nin cesedinde üç ateşli silah giriş yarası tespit edilmiştir (bkz. § 29). Bu bulgular, S.A. ile aynı timde bulunan kişiler dışında başka kişilerin de olay yerinde bulunduğuna ve bu kişilerce de A.D.ye ateş edilmiş olabileceğine işaret etmesine rağmen bu hususlarda herhangi bir araştırma yapılmamıştır.

91. Olay yerinde soruşturma kapsamında ifadesi alınanlardan başka şahısların da bulunduğuna dair bulgulara (bkz. §§ 18, 31, 90) rağmen bu kişilerin tespitine ve beyanlarının alınmasına yönelik herhangi bir işlem yapılmaması -soruşturmada müphem kalan hususlar bulunduğu dikkate alındığında- soruşturmanın etkililiğine tesir eden önemli bir eksiklik olarak görülmüştür.

92. Bu şartlar altında ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığını ve soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayandığını söylemek mümkün değildir.

93. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Serruh KALELİ bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

94. 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

95. Başvurucu, 250.000 TL maddi ve 250.000 TL manevi olmak üzere toplam 500.000 TL tazminat talebinde bulunmuştur.

96. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

97.Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. Maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

98. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

99. Mevcut başvuruda başvuruya konu soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmemesi (bkz. § 87), ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması ve soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanmaması (bkz. §§ 88-92) nedenleriyle Anayasa’nın 17. Maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

100. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Ancak bundan, yeniden yapılacak soruşturma sonunda mutlaka kamu davası açması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Yürütülecek yeni soruşturma kapsamında toplanacak delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına aittir.

101. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucunun uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

102. Başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Maddi tazminata hükmedilebilmesi için uğranıldığı iddia edilen maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle herhangi bir belge sunulmayan maddi tazminat talebinin reddedilmesi gerekir.

103. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL başvuru harcı ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR ve Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 17. Maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Serruh KALELİ’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Gaziantep 5’inci Zırhlı Tugay Komutanlığı Askerî Savcılığına (Anayasa’nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. Maddesinin birinci fıkrasının € bendi uyarınca askerî mahkemeler kaldırılmış olduğundan, anılan bendin (b) alt bendi gereğince belirlenecek görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 27.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 31/10/2018 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞI OY GEREKÇESİ

1. Bireysel başvuru dosyasında yer alan (inceleme için gönderilen) 5.Zh.Tug.K.lığı Askeri Savcılığının olayla ilgili soruşturma dosyasının incelenmesinde;

a) 5.2.2014 Tarihli “Askeri Savcı Notu”na göre; olay mahalli Kilis’ten telefonla durumun kendisine iletilmesi üzerine, Gaziantep’te bulunan Askeri Savcının öncelikle Kilis Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verdiği ve adı belirtilen bir C. Savcısı ile görüştüğü, akabinde Kilis İl Merkez Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Ekibinde görevli adları belirtilen bir astsubay ile bir uzm.çvş. ile de aynı şekilde telefon görüşmesi yapılarak, olay mahalline gidilmek suretiyle kroki, fotoğraf vb. tespitlerin icrası ile olaya karışan askerlerin ifadelerinin alınması talimatını verdiği,

b) Jandarma Olay Yeri İnceleme Ekibinin 5.2.2014 saat: 20.00 tarih-saatli Olay Yeri İnceleme Raporunda; anılan hudut mahallinde açılan bir çukur içinde 5 adet, sınır teli yanında ise 4 adet olmak üzere toplam 9 adet topuk (anti personel) mayını bulunduğunun ve bunların fotoğraflarının çekildiğinin (toplam 8 adet) ve CD’ye kaydedildiğinin imza altına alındığı,

c) Jandarma Genel Komutanlığı ilgili Kriminal Birimince düzenlenen 4.3.2014 tarihli kimyasal analiz raporuna göre, ölen Suriyeli şahsın kıyafeti (montu) üzerinde yapılan kimyasal analizde, kıyafette 4 adet kurşun giriş deliğinin (biri sağ kol dirseğinde, biri sol kol bileğinde, biri sol kol dirseğinde, biri ise sağ göğüs bölgesinde) bulunduğu tespitinde bulunulduğu,

d) Jandarma Genel Komutanlığı ilgili kriminal Birimince düzenlenen3.3.2014 tarihli ekspertiz raporunda, olay mahallinde bulunan 3 adet mermi kovanının (birisi şüpheli erin silahı olmak üzere) 3 ayrı tüfekten atıldıklarının belirtildiği,

e) Konya C. Başsavcılığınca düzenlenen 6.2.2014 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Raporuna göre, müteveffanın ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı olduğunun ve birisi sağ üst kol dirseğinin üzerinde, birisi sol el bileğinde, birisi de batında göbeğin solunda olmak üzere üç mermi giriş deliğinin bulunduğunun, ayrıca atışların “uzak atış” olduklarının ifade edildiği,

f) Adana Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 13.8.2015 tarihli Uzmanlık Raporuna göre; olay mahallinde bulunan ve inceleme için gönderilen 3 boş mermi kovanının, olay mahallinde bulunan (şüpheli P.er S.A. dışındaki) P.er E.A ve P.er H.Y. ile sonradan olaya mülaki olan P.uzm. çvş. N.Ç.’nin incelenen tüfeklerinden atılmadığının, gönderilen tüfekler dışında çapına uygun üç ayrı silah ile atıldığının tespitinin yapıldığı, görülmektedir.

2. 5.Zh.Tug.K.lığı Askeri Savcısınca verilen 3.6.2014 tarihli kovuşturmaya Yer Olmadığı (KYOK) kararında açıkça “…grubun içinden 5-6 kişinin devriye görevlilerine mayın fırlattığı (mayın fotoğrafları olay yeri inceleme CD’sinde mevcut)…” tespitinde bulunulmuş olup; şüpheli P.er S.A. ile onun yanındaki P.erleri E.A ve H.Y.’nin “Sınırı geçmek isteyen Suriyeli grubun kendi üzerlerine mayın attıkları ve kendilerinin koruma amacıyla hemen mevziye girdikleri” şeklindeki müşterek beyanlarının somut kanıta dayalı olduğunda şüphe yoktur. Bu mayınların cinsinin ne olduğu ve ne şekilde gömülü oldukları topraktan çıkarılıp askerlerin üzerine atıldıkları sorularının ise meselenin özünü aydınlatıcı mahiyeti bulunmamaktadır.

3. Şüpheli er S.A.’nın, hududu geçmeye çalışan Suriyeli şahısları durdurmak ve üzerlerine mayın atılmasına son vermek üzere önce gruba sözlü ikazı,akabinde havaya ateş etmesi, hudut ihlâline devam edilmesi üzerine hedef gözetmeksizin şahıslara bir el ateş ettiği yolundaki üç askerin (şüpheli ve yanındaki iki erin) ifadelerinin maddi gerçekle örtüşmemesinin (ölen şahısta otopsi raporuna göre 3 adet mermi giriş deliğinin bulunması) de, verilen KYOK kararı üzerinde bir etkisi yoktur. Çünkü, erler E.A ve H.Y.’nin tüfekleriyle ateş edilmediği sabit olduğundan ve bulunan 3 kovandan birinin şüpheli er S.A.’nın tüfeğinden atıldığının tespit edilmesinden çıkacak sonuç “şüpheli erin tüfeğinden 3 el ateş edilip, bu kovanlardan ikisinin olay mahallinde bulunmamasının ihtimal dahilinde oluşudur.” Olay mahalinde belirtilen 3 askerden başka kimse de olmadığından, başka askerlerce müteveffaya ateş edilmiş olabileceği ihtimali de söz konusu değildir. Bu durumda şüpheli er S.A.’nın bir el ya da üç el silah atmasının sonuca etkili olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

4. Askeri Savcılık KYOK kararında temas edilen kanun hükümleri dışında, 211 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun” Askerlerin Silah Kullanma Yetkileri” başlıklı 87 ila 90 ncı maddeleri tüm asker şahıslar yönünden “özel”düzenlemeler öngörmektedir. Örneğin 87 nci maddede” Ateş emri verilmemiş olsa dahi her asker silahını kullanabilir. Ancak silahını kullanacağı zamanın ve kullanma derece ve tarzının tayini her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutularak silahını kullanacak asker tarafından bizzat takdir olunur… Her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar gözönünde tutulmak kaydiyle bu madde hükümlerine göre silahını kullanan askere ve silah kullanma emrini veren birlik komutanına sorumluluk yüklenemez…” denilmekte; 88 nci maddede “Silah kullanma yetkisini haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamen istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır.” âmir hükmü yer almakta; 89 uncu maddede ise “87 nci maddede gösterilen hallerden başka hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veyahut askere veya askeri eşyaya karşı yapılan bir tecavüze karşı koymak için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir.” denilmektedir.

5. Belirtilen âmir mevzuat hükümleri ve Olayın hudut koruma görevi esnasında cereyan ettiği de dikkate alındığında, hudut ihlâli yapan şahıslarca üç askerin üzerine mayın atılması olgusunun somut delillere (olay yeri inceleme tutanağı ve elindeki fotoğraf ve CD görüntüleri) dayanması karşısında, şüpheli askerce birden fazla ateş edilmesinin bu sonuca etkisinin bulunmadığı ve Askeri Savcılık KYOK kararında dayanılan aşağıda gerekçenin olayın cereyan şekli ile uyumlu ve maddi gerçeklerle örtüştüğü görülmektedir:

“…Suriye’nin içinde bulunduğu iç karışıklığın da etkisiyle 5. Zh. Tug. K.lığının sınır sorumluluk sahasında her gün onlarca sınır ihlâli ve kaçakçılık faaliyeti şeklinde yasadışı olayların cereyan ettiği ve bu durumun üst komutanlıklara rapor edildiği maddi bir vakıadır… Türkiye’ye yasa dışı giriş yapan Suriye uyruklu şahısların sınırdaki bu eylemleri ile suç işlediğinde şüphe bulunmamaktadır. Yukarıda izahı yapılan yasal düzenlemeler ışığında bu şahıslara sınır koruma görevlisi askerlerin müdahale etmesi, bu şahısları yakalayıp jandarmaya teslim etmesi kanundan kaynaklanan yetkinin kullanılması olup, yetki bir yana bu görevin yapılmaması görevli asker personel bakımından suç oluşturur. Olayın ceza hukuku bakımından tahlilinde ise karşımıza görevli asker personelin kanun hükmünü yerine getirmesi çıkmaktadır… (Olayın incelemesinde) devriye görevlilerinin şahısların muhtemel geçiş noktasına doğru koşarak şahısların durmaları ve geri gitmeleri konusunda ikaz ettikleri, ancak şahısların içerisinden 5-6 kişinin görevli personele mayın fırlattıkları ve devriye timi personelinin de şahıslara karşı sözlü olarak tekrar uyarıda bulunmaları, ancak şahısların mayın fırlatmaya devam etmesi üzeri P.er S.A’nın 1. derece askeri yasak bölge içerisinde olan A.D.’nin hem yasadışı geçişine engel olmak hem de kendisi ve devriye timini korumak amacıyla yaralaması ve A.D.’nin yaralama bölgesi ile yaralanmasının niteliği itibariyle, yakalanmasını temin bakımından yapılan müdahalenin yasanın çizdiği sınır içinde kaldığı ve ölçülü olduğu…”

6. Yukarıda açıklanan nedenlerle, hudut ihlâli sırasında meydana gelen ölüm olayı ile ilgili olarak yapılan soruşturmada herhangi bir hak ihlâli bulunmadığı, dolayısiyle yaşam hakkının usul boyutuyla ilgili bir noksanlığın sözkonusu olmadığı ve başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımızdan; Anayasanın 17. maddesinin güvence altına aldığı yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği şeklindeki çoğunluk kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

                                                                                                                                         Üye

                                                                                                                                         Serruh KALELİ

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HACI AHMET YAŞARTÜRK VE NURDANE YAŞARTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/850)

 

Karar Tarihi: 4/4/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 14/5/2019-30774

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan y.

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Hacı Ahmet YAŞARTÜRK

 

:

2. Nurdane YAŞARTÜRK

Vekili

:

Av. Hasan Serdar BAYKAL

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerlikle ilgili kriterlere aykırı görevlendirme sonucunda ölüme sebep olunması ve meydana gelen ölüm olayına ilişkin etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/1/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ile ekindeki başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular, olay tarihinde levazım subayı olarak görev yapan ve 28/1/2005 tarihinde şehit olan 1981 doğumlu Teğmen G.Y.nin anne ve babasıdır.

10. Şehit Teğmen G.Y., askerî liseden ve sonrasında da 2003 yılında Kara Harp Okulundan mezun olmuştur. 2004 yılında çektiği kura ile ilk görev yeri olan Şırnak/Akçay 6. İç Güvenlik Motorlu Piyade Tugay Komutanlığında (Tugay Komutanlığı) göreve başlamıştır.

11. 27/1/2005 tarihinde silahlı terör örgütü mensuplarına karşı yapılacak pusu icrası için görevlendirilen zıpkın timlerinden birinin tim komutanı olarak görevlendirilmiş, 28/1/2005 günü pusu icrası sırasında timindeki geçici köy korucularını denetlediği sırada geçici köy korucusu M.A.E. tarafından ateşli silahla vurularak olay yerinde şehit düşmüştür.

A. Olayın Gelişimi

12. 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığının (Tümen Komutanlığı) 31/10/2004 tarihli emriyle her iç güvenlik birliği için bir zıpkın timi oluşturulması emredilmiştir. Bu emirde, terörle daha etkin mücadele edilebilmesi amacıyla daha küçük, 12-13 kişilik ve daha tecrübeli gruplarla harekât yapılmasının daha uygun olacağı değerlendirilerek bu timlerin oluşturulması gerektiğine değinilmiştir.

13. Bu emir üzerine Tugay Komutanlığı tarafından 2/12/2004 tarihli emirle zıpkın tim teşkilatlanmasına başlanmıştır. Bu emirde 12-13 kişiden oluşacak zıpkın timinin gönüllük esasına göre oluşturulacağı, daha önce özel kuvvetler ve komando birliklerinde çalışmış bir subay/astsubayın başında bulunacağı, timde ayrıca bölgede tecrübe kazanmış bir uzman erbaş bulunacağı, sekiz dokuz tane de genç ve bölgede tecrübeli geçici köy korucusu olacağı ast birliklere bildirilmiştir.

14. Söz konusu emir nedeniyle Binbaşı M.D.B. imzalı 1/11/2004 tarihli yazıyla, oluşturulan diğer zıpkın timlerinin isim listesiyle birlikte şehit teğmenin de isminin bulunduğu zıpkın timinin isim listesi Tugay Komutanlığına bildirilmiştir. Bu zıpkın timinin isim listesinde şehit teğmenin görevi yedek tim komutanı olarak belirlenmiştir. G.Y.nin tim komutanı olduğu, tim personelinin listesi talep üzerine önceden belirlenen şekilde 14/12/2004 tarihinde Tugay Komutanlığı tarafından Tümen Komutanlığına bildirilmiştir.

15. Dosya kapsamından anlaşıldığı üzere Şehit Teğmen G.Y.nin adı 2004 yılından (1/11/2004) yani zıpkın timlerin ilk oluşturulduğu tarihten beri tim listelerinde yer almaktadır.

16. Dosya kapsamındaki belgelerden, Şırnak Akçay 6. İç Güvenlik Piyade Tugay Destek Kıtaları Komutanlığınca 9/9/2004 ve 13/10/2004 tarihli ve Binbaşı M.D.B. tarafından imzalanmış, Teğmen G.Y.ye hitaben, kişiye özel yazılmış yazılarlaiç güvenlik operasyonları kapsamında Tugay Komutanlığı tarafından özel time seçildiğinin ve 5-6/9/2004 ve 15-17/9/2004 tarihlerinde icra edilen pusu ve ileri gözetleyicilik görevlerini başarıyla tamamlaması nedeniyle takdir edildiğinin, ayrıca yine 13/10/2004 tarihli bir başka yazıyla Akçay Ana Üs Birliğinde yeterli muharip birlik olmadığından muhabere hizmet destek birliklerinin asli görevleri dışında iç güvenlik operasyonlarına ve uzak emniyet görevlerine iştirak ettikleri, Teğmen G.Y.nin de iç güvenlik eğitimlerini kısa sürede tamamlayarak iç güvenlik operasyonlarına katılması nedeniyle takdir edildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır.

17. Tümen Komutanlığı tarafından 3/1/2005 tarihinde zıpkın timine seçilecek personelin özelliklerini de belirten bir başka emir, Tugay Komutanlığına gönderilmiştir. Bu emirde zıpkın timlerinin isim listelerinin incelendiği, kuruluş, silah, malzeme ve teçhizatta bazı eksikliklerin tespit edildiği, bazı timlerin aynı anda iki birlik tarafından planlamaya alındığı, rütbeli seçiminde bazı hatalar yapıldığı belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu timlerin gönüllülük esasına göre seçilecek iki üç rütbeli personel (bir tim komutanı, bir veya iki unsur komutanı) ile 6-8 geçici köy korucusundan oluşacak şekilde yeniden düzenlenmesi, bu timlerde birden fazla subay bulunmaması, yedek subaylar ile daha önceden Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yapmamış, yardımcı sınıftan subay/astsubayların görevlendirilmemesi emredilmiş ve buna göre zıpkın timlerine ait listelerin yeniden oluşturulması istenmiştir.

18. Söz konusu emir üzerine 5/1/2005 tarihinde Tugay Komutanlığı tarafından ilgili emir uyarınca zıpkın timlerinin isim listelerinin yeniden oluşturularak bildirilmesi için alt birliklere emir gönderilmiştir.

19. Sonrasında Binbaşı M.D.B. tarafından 7/1/2005 tarihinde, Lojistik Destek Komutanlığında belirtilen nitelikte personel bulunmadığı Tugay Komutanlığına bildirilmiştir. Tugay Komutanlığı ise 11/1/2005 tarihli, Binbaşı Ç.Ö. imzalı yazı ile şehit teğmenin adını zıpkın tim komutanı olarak Tümen Komutanlığına bildirmiştir. Tümen Komutanlığı tarafından olayın gerçekleştiği tarihe kadar zıpkın timleri isim listelerine yönelik başka bir itirazda bulunulmamıştır.

20. 26/1/2005 tarihinde Siirt Özel Kuvvetler Taburundan bir eğitim grubunun Akdizgin 2. İç Güvenlik Piyade Tabur Komutanlığına altı günlük bir eğitim vermesinin planlanması ve eğitime tabur personelinin azami miktarda katılımının sağlanmasının temini amacıyla ve ayrıca teröristlerin nehire yakın yerden geçiş yapma ihtimalleri bulunması nedeniyle Tugay Komutanlığı tarafından iki zıpkın timi, Akdizgin 2. İç Güvenlik Piyade Tabur Komutanlığının emrine verilmiştir.

21. Yarbay B.M. aslen 7/8/2004 tarihinden bu yana lojistik şube müdürü olarak görev yapmaktayken 17/1/2005 tarihinde Akdizgin 2. İç Güvenlik Piyade Tabur Komutanlığı Harekât ve Eğitim Şube Müdürü Binbaşı Ç.Ö.nün izne ayrılması nedeniyle vekâleten bu göreve de bakmaktadır. Teğmen G.Y.nin şehit edilmesi sırasında da vekâleti devam etmektedir.

22. Yarbay B.M., daha önce Tümen Komutanlığına bildirilen zıpkın tim listesinden görev yapacak timleri belirlemiş ve 6. İç Güvenlik Piyade Tugayı Topçu Tabur Komutanlığında Harekât ve Eğitim Şube Müdürü Binbaşı U.T.K.yı telefonla arayarak iki geçici köy korucusu timinin hazırlanmasını emretmiştir. Buna göre görev yapacak zıpkın timlerinin biri Şehit Teğmen G.Y. komutasında, diğer zıpkın timi ise İstihkâm Üsteğmen H.E. komutasındadır.

23. Diğer Tim Komutanı H.E. kendi timinde rütbeli personelin eksik olduğunu Yarbay B.M.ye bildirmiş, B.M. bu eksik rütbeli personelin üs bölgesinden temin edilmesini söylemiştir. Nitekim H.E.nin timindeki eksik personel (bir uzman çavuş) görev yapacakları bölge olan Damlarca'da takviye edilmiştir. Dosya kapsamındaki beyanlara göre şehit teğmen, timinde personel eksiği olduğuna dair bir bildirim yapmamıştır.

24. Yine dosya kapsamındaki belgelere göre şehit teğmen komutasındaki sekiz geçici köy korucusundan oluşan zıpkın timi, planlandığı şekilde fakat yarım saat kadar erken (saat 22.50 civarlarında) Tilki Tepe mevkiine doğru hareket etmiş ve saat 23.30 civarlarında bölgeye intikal etmiştir.

25. Teğmen G.Y., timin üç ayrı mevzide konuşlanmasını uygun görmüş, kendisi ve geçici köy korucularından Y.Ş. bir mevziye yerleşmiş, diğer geçici köy korucusu H.E. ve S.K. bir başka mevziye, diğer beş geçici köy korucusu G.V., M.A.E (Teğmen G.Y.yi öldürmekten sanık), B.A., H.Ş. ve M.S. ise diğer bir mevziye yerleşmiştir.

26. Dosya kapsamındaki belgelere göre 28/1/2005 günü saat 02.15'ten itibaren Teğmen G.Y., geçici köy korucusu Y.Ş. ile birlikte mevzileri denetlemeye başlamıştır. Orta bölgedeki mevzinin kontrolünü müteakip kuzeydeki mevziye giderken bu mevziye 40 metre kala hiçbir uyarı ve ikaz yapılmadan mevzide bulunan geçici köy korucusu M.A.E., Teğmen G.Y. ve yanında bulunan Y.Ş.ye doğru iki defa, seri olarak ateş açmıştır. Y.Ş.nin bağırarak ikaz etmesiyle ateş kesilmiş fakat Teğmen G.Y. kendisine isabet eden iki mermi nedeniyle olay yerinde şehit düşmüştür.

B. Olaya Dair Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

27. Yüzbaşı F.G., Binbaşı B.M. ve Yarbay K.E. tarafından imzalanan dosya kapsamındaki idari tahkikat raporuna göre olay derhâl Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) bildirilmiştir. Olay yerine Yüzbaşı F.G. Komutasında saat 02.50 civarında intikal edilmiş, saat 03.20 civarlarında şehidin naaşı teslim alınarak tabip teğmen tarafından ilk muayene yapılmıştır. Akdizgin Ana Üs Birliğine getirilen naaş, Cumhuriyet savcısının bilgisiyle önce Şırnak Asker Hastanesine, sonrasında Diyarbakır Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.

28. Aynı idari tahkikat raporuna göre 28/1/2005 günü saat 07.00 civarında Şırnak İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Ekibi (OYİE) ve Güçlükonak İlçe Jandarma Komutanlığı (İlçe Jandarma Komutanlığı) olay yerine intikal etmiştir. Raporda; olaydan hemen sonra şüpheli personelin olay yerinden uzaklaştırıldığı, silah ve teçhizatlarının kriminal inceleme yapılmak üzere teslim alındığı bildirilmiştir.

29. İdari tahkikat raporunda İdari Tahkikat Heyetinin değerlendirmesinin ilgili kısımları şu şekildedir:

" ...[T]ıkama ve pusu faaliyeti maksadıyla görevtendirilen Tim Komutanı Lv.Tğm. [G.Y.nin], sevk ve idaresinde bulundurduğu timin, emniyet ve güvenliğinin sağlanması için, üstün vazife anlayışıyla gerekli bütün önlemleri aldığı, bu uğurda pusu faaliyetinde bulunan timin mevzi bölgelerini, sürekli olarak kontrol ederek, kendisine verilmiş olan görevi layıkıyla yerine getirdiği anlaşılmıştır.

b. Şehit tim Komutanı tarafından, görev öncesinde unsurun arazi ve hava şartlarına uygun olarak donanımının sağlandığı ve göreve çıkılmadan önce gerekli bütün tedbirlerin alındığı tespit edilmiştir.

c. Ancak Tim Komutanının, şehit olmasına neden olan korucu [M.A.E.nin] kendisine verilen gözetleme sahasını gözetlemediği, muhtemelen gözetleme yapması gerekirken uyuduğu, aynı mevziide bulunan ve diğer bölgeyi gözetleyen korucu [B.A.nın] ikazları neticesinde, sorumluluk alanına döndüğü ve bu sırada mevzileri kontrol etmek için sanığın bulunduğu mevziiye doğru gelen, Tim Komutanını ve korucuyu uyku halinin verdiği sersemlik nedeni ile, ikaz dahi etmeden sanığın silahını seri olarak iki defa ateşlediği ve Lv.Tğm. [G.Y.nin] şehit olmasına sebep olduğu belirlenmiştir.

d. Sanık [M.A.E.nin] gözetleme sahasını kontrol etmemesi nedeni ile kendisine verilen vazifeyi yapmadığı, olay günü hava şartlarının uygun, dolunay durumunda olması nedeniyle, 40 m. mesafede insan yüzü seçilemese bile yürüyüş stili ve genel şekillerinden tanınabilecekleri, ayrıca ateş açılan mevziye yaklaşılan istikametin tehdit beklenilen istikamet değil, dost unsurların bulunduğu ortadaki mevziden gelen istikamet olduğu tespit edilmiştir.

Yukarıda ifade edilen hususlara rağmen GKK [M.A.E.nin] görüntüyü fark eder etmez derhal seri halde ateş açması, o an uykudan uyandığı ve panik halinde ateşe başladığı izlenimi vermektedir..."

30. İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından düzenlenen Olay Yeri Tutanağı'nda; 28/1/2005 günü saat 05.00 civarında teğmenin şehit olduğunun bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, yedi kişilik Kasrik köyü geçici köy korucusu ile kılavuz olarak görevli Akdizgin köyü geçici köy korucusu bir adet timle pusu faaliyeti icra edilirken Tim Komutanı G.Y.nin üç mevziyi denetlemeye çıktığı, M.A.E. (sanık), G.V., B.A., H.Ş. ve M.S.nin bulunduğu mevziye yaklaştıkları sırada M.A.E.nin şahısları terörist zannederek silahı seri ateşlemeye ayarlanmışken iki kez ateş ettiği, teğmenin şehit olduğu, yanındaki geçici köy korucusu Y.Ş.ye herhangi bir merminin isabet etmediği, durumun telsizle Tabur Komutanlığına bildirildiği, OYİE tarafından olay yeri incelemesinin yapıldığı, ateş açılan mevzi ve çevresinde Kalaşnikof marka tüfeğe ait on adet boş kovan bulunduğu, ateş açılan mevzide bulunan beş geçici köy korucusunun tüfeği ile boş kovanların ekspertiz incelemesi için Cumhuriyet Başsavcılığınca OYİE'ye teslim edildiği belirtilmiştir.

31. Şırnak İl Jandarma Komutanlığı OYİE tarafından düzenlenen 28/1/2005 tarihli raporda; saat 08.00 civarlarında Akdizgin Piyade Tabur Komutanlığına gelindiği ve burada bulunan M.A.E.nin (sanık) el ve yüz svaplarının, ayrıca 70...50 seri numaralı Kalaşnikof marka tüfeğin de incelenmek üzere alındığı, sonrasında olay yerine intikal edildiği ifade edilmiştir. Raporda; olay yerinde yapılan incelemede teğmenin vurulduğu yerde kan lekesi bulunmadığı, vurulduğu nokta ile sanığın bulunduğu mevzi arasında 39,5 m mesafe olduğu, mevzi içinde dört, mevzi dışında altı adet olmak üzere Kalaşnikof marka tüfeğe ait toplam on adet 7.62 mm çaplı boş kovan bulunduğu, ateş edilen nokta ile teğmenin vurulduğu nokta arasında yaklaşık 50 cm aralıklarla dağınık biçimde, merminin toprağa çarpması ile oluşmuş mermi izlerinin mevcut olduğu, olay yerinin fotoğraflandığı, sanıkla aynı mevzide bulunan beş geçici köy korucusunun tüfeğinin de incelenmek üzere teslim alındığı belirtilmiştir.

32. Olay yeri incelemesi devam ederken Askerî Savcılık Cizre Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) yetki devri yapmış ve saat 10.00 civarlarında Cumhuriyet savcısı olay yerine gelmiştir.

33. Cumhuriyet Başsavcılığınca 28/1/2005 tarihli ve saati belirtilmeksizin düzenlenen Olay Yeri Tutanağı'nda; olayın olduğu tepeye çıkılırken yer yer kan izlerine rastlandığı, sanık M.A.E.nin silahından çıktığı tahmin edilen on adet boş kovanın şahsın bulunduğu mevzide olduğu, anılan mevziden 39 m mesafede kurşun izlerinin bulunduğu, mermi çekirdeğine rastlanmadığı tespitlerine yer verilmiştir. Geçici köy korucuları M.A.E. (sanık), B.A., H.Ş., M.S. ve G.V.ye ait silahların balistik incelemenin yapılmak üzere OYİE'ye verilmesi, OYİE'nin de olay yerini fotoğraflaması talimatı verilmiştir. Ayrıca olay yerinin basit krokisi çizilmiştir.

34. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 28/1/2005 tarihli Teslim Tesellüm Tutanağı'na göre M.A.E.ye (sanık) ait tüfeğin seri numarası 70...50, G.V.ye ait tüfeğin seri numarası 73...40, M.S.ye ait tüfeğin seri numarası 73...76, B.A.ya ait tüfeğin seri numarası 78...76, H.Ş.ye ait tüfeğin seri numarası ise 78...05 olup söz konusu beş Kalaşnikof marka tüfek ile olay yerinde bulunan 10 adet 7.62 mm çapındaki boş kovan kriminal inceleme için OYİE'ye teslim edilmiştir.

35. Dosya kapsamındaki 28/1/2005 tarihli, "Teknik Rapor" başlıklı, Silah Teknisyeni Kıdemli Başçavuş Ş.A. tarafından el yazısıyla yazılan belgede; şehide ait 30...97 seri numaralı 7.62 mm'lik G3 piyade tüfeğinin yapılan muayenesinde silahta şarjörün tam takılı, tam dolduruşta ve tam emniyette olduğu, silahın faal olduğu, alev gizleyeninin toprak dolu olduğu, namlu ve mekanizmada ateş edildiğine dair bir emarenin bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir.

36. Aynı şahıs tarafından düzenlenen, aynı tarihli bir diğer "Teknik Rapor" başlıklı belgede ise M.A.E.ye (sanık) ait 70...50 seri numaralı 7.62 mm'lik Kalaşnikof marka tüfeğin şarjörünün takılı, silahın emniyette olduğu, atım yatağında bir adet tam dolduruşta fişek bulunduğu, on beş fişek şarjörde olmak üzere toplam on altı fişek bulunduğu, silahın faal olduğu, namlu ve mekanizmada silahla ateş edilmesi sonucu oluşabilecek barut gazı artığı bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir.

37. Aynı şahıs tarafından düzenlenen aynı tarihli, bir diğer"Teknik Rapor" başlıklı belgede ise G.V.ye ait seri numarası 73...40, M.S.ye ait seri numarası 73...76 olan, H.E.ye ait seri numarası 69...39 olan, S.K.ye ait seri numarası 70...19 olan, B.A.ya ait seri numarası 78...76 olan, H.Ş.ye ait seri numarası 78...05 olan, Y.Ş.ye ait ait seri numarası 68...17 olan Kalaşnikof marka tüfeklerin yapılan incelemesi neticesinde silahların faal olduğu, namlu ve mekanizmada ateş edildiğine dair bir emare bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir.

38. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından M.A.E.nin (sanık) müdafi huzurunda alınan 28/1/2005 tarihli ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

" ...[G.Y.nin] emir ve komutasında Akdizginden yasa dışı terör örgütlerinin geçiş yapması muhtemel yer olan tilki tepe mevkiine pusu görevi icra etmek için geldik, yanımızda benden başka bir teğmen ve yedi korucu olmak üzere toplam 9 kişiydik, tilki tepe mevkiine gelindiğinde komutanımız mevzilerimizi paylaştırdı, ben, [M.S., H.Ş., G.V. ve B.A.] aynı mevzide konuşlandık, diğer arkadaşlar bizden yaklaşık 250 m. aşağıda konuşlandılar biz tepede olduğumuz için kendilerini göremiyorduk. ayrıca komutanımız bize dikkatli olun geçiş olursa teröristler kesin bu tepeye gözcü çıkartırlar şeklinde tenbihte bulundu ayrıca bize kontrole geleceğini söylemedi. ben saat bir olunca arkadaşlar hepimizin nöbet tutmasına gerek yok, nöbetleşe ikişer kişi duralım diğerleri de istirahat etsin [dedim], ben ve [B.] uyanık kaldık arkadaşlar uyudular bu sırada arkadaşım tepe kısmını ben aşağı dere tarafını gözetliyordum, derken aşağıdan iki karantının geldiğini gördüm kendilerini terörist zannettim ve ateş ettim. geldikleri istikamet komutammızın bu yolu kullanabilirler dediği istikametti.

SORULDU: Nöbet tutarken neden gelenlere dur ikazı çekmediniz. Kendileri çok yakın mesafedeydi dur desem bana ateş edebilirlerdi bundan çekindiğim için ikaz etmedim.

SORULDU: Birlikte nöbet tuttuğunuz arkadaşınız nöbet esnasında ses çıkarmadığınızı bir süre uyuklamış olabileceğinizi, ses duyunca aniden irkilip ateş etmiş olabileceğinizi söylüyor dosya savunmanız.

BU HUSUSTA SAVUNMANIZ: Tam emin değilim uyuduğumu zannetmiyorum ama hava çok soğuktu belki bir anlık içim geçmiş olabilir, ama bilinçli hir uyku hali bende yoktu.

SORULDU: Gelenleri fark edince neden pusuda yanınızda bulunan görev arkadaşlarınıza haber vermediniz. Kendileri çok yakın mesafedeydiler onları kaldırsaydım, onlar bize ateş edebilirlerdi. ayrıca 11 yıllık korucuyum çok sıkıntılı görevlerde bulundum yanımda şehit olan arkadaşlarım oldu bugüne kadar dur ihtarına uyup teslim olan bir teröristle karşılaşmadım bu tür olaylarda hemen silahlı müsademeye girilirdi, bu yüzden bu ortamda bunları düşünür uygulayabilecek zamanımız yoktur olay tamamen bir hata sonucu oluşmuştur, ..."

39.Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına 28/1/2005 günü saat 08.30 sıralarında Şırnak İl Jandarma Alay Komutanlığınca ölüm olayının bildirilmesi üzerine saat 09.00 civarında otopsi işlemini gerçekleştirmek üzere Cumhuriyet savcısı Şırnak Asker Hastanesine gelmiştir. 28/1/2005 tarihli Ölü Muayene Tutanağı'nın ilgili kısımları şöyledir:

"...Maktülün üzerinde asker elbiselerinin olduğu görüldü. Maktülün üzerinde yeşil kazak alt kısmında ise kamuflaş olduğu yeşil kazağın üzerinden sağ gögüsten giren kurşun ile sol gögüsten giren kurşuna ait izi olduğu görüldü. Sözkonusu üst kısmında bulunan kazak incelemeye esas olmak üzere sırt bölgesinde bulunan kan ile temasınm sağlanmaması için kol kısmından usulune uygun olarak kesildi ve cesedin yanında bulunan Şırnak İl Jandarma Komutanlığı Olay Yeri İnceleme Ekibinde görevli j.Uzm.Çvş.[T.K.ya] kamuflaj pantolon, sırt kısmından çıkartılan atlet ve daha önceden çıkarılmış bulunan askeri parka kriminal incelemesi yaptırılmak ve ateşin türü barut parçaları vs. tespiti için tesliın edildi. Ayrıca ... cesedin çeşitli yönlerinde fotoğraf çektirildi. Ceset usülüne uygun olarak elbiselerinden tecrit edildikten sonra sağ üst memenin yaklaşık 2 cm. güneydoğusunda, sol üst memenin yaklaşık 4 cm. kuzeydoğusundan 2 adet ateşli silah mermisi girişinin olduğu çıkış noktalannın ise sol kürek kemiğinin alt ucunda diğerinin ise lumbal birinci vertebra hizasında orta hatta olduğu görüldü. Cesedin yapılan harici muayenesinde vücudun diğer bölgelerinde herhangi bir darp cebir, kesi izine rastlanmadı. Ölümün yaklaşık olarak 6-7 saat önce gerçekleştiği, ölü morluğunun kısmen sırt bölgelerinde oluşmaya başladığı, ölü sertliğinin ise gerçekleştiği görüldü.

...

...Maktül her ne kadar gözükürde ateşli silaha ait iki adet merminin ölüm meydana getirebilecek göğüs bölgesine gelmiş olması sebebiyle öldüğü düşünülse dahi klasik otopsi yapılması halinde kesin ölüm sebebinin tespitinde fayda vardır..."

40.Şehidin cenazesi Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ölü muayenesinden sonra otopsi için Diyarbakır Asker Hastanesine gönderilmiştir. Askerî savcı huzurunda yapılan otopsi işlemi sonucu 28/1/2005 tarihli tutanak düzenlenmiştir. Tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

" ...cesette ölü sertliği ve ölü morluğu gelişmiş olup cesedin vücudunda.

1- Sağ memenin 2 cm. alt tarafında etrafında barut is asarı görünmeyen, etrafında vurma halkası bulunan mermi giriş deliği ile bu mermi çekirdeğine ait belin orta kısmında L-1 hizasında mermi çıkış deliği,

2- Sol memenin 5 cm üst kısmında aynı özellikte mermi giriş deliği ile bu mermi çekirdeğine ait sırtın sol taraf 7. kaburga hizasında mermi çıkış deliği tespit edildi.

Cesedin vücudunda da cebir belirtilerine, kesici delici alet yaralarına rastlanmadı.

...

ÖLÜM SEBEBİ.

Yapılan dış muayene, adli tahkikat ve otopsiye göre [G.Y.nin] dış muayenede 1 noda tarif edilen mermi çekirdeğinin meydana getirdiği karaciğer ve karın aortu yaralanması ile 2 noda tarif edilen mermi çekirdeğinin meydana getirdiği sol akciğer yaralanmasına bağlı karın ve göğüs içi kanama ile dış kanamadan öldüğü, cesedin vücuduna toplam 2 adet mermi çekirdeği isabet etmiş olduğu, her iki mermi çekirdeğinin de kişiyi başlı başına öldürebilecek nitelikte bir yaralanma meydan getirmiş oldukları her iki mermi çekirdeğinin de vücudu terketmiş oldukları görüş ve kanaatindeyiz ...

Müteveffanın ölüm sebebinin ateşli silah yaralanmasından kaynaklandığı anlaşıldığından ..."

41. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk tarafından Askerî Savcılığa hitaben yazılan 22/7/2005 tarihli dilekçeyle otopsi raporuna itiraz edilmiş ve dilekçeye teğmenin vücudundaki giriş ve çıkış deliklerinin mesafesine dair çizimler eklenmiştir. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

" Otopsi Raporunda Ceset İncelemesinde

1 - Sağ memenin 2 cm. alt tarafında etrafında barut is asarı görünmeyen, etrafında vurma halkası bulunan mermi giriş deliği ile bu merrni çekirdeğine ait belin orta kısmında L-1 hizasında mermi çıkış deliğine göre giriş - çıkış arasında 30 derece açı meydana gelmiş olup, 39,50 m. mesafeden atılan merminin ne kadar yükseklikten atıldığına dair Harita mühendisleri tarafından çıkartılan ölçüm aşağıdaki çizimde belirtilmiştir. Maktulün boyu 1.88 m. olduğundan 1.40 m yerden 1 ci mermi giriş deliği yüksekliği alınmıştır. Merminin atıldığı mevzi ile Teğmen [G.Y.nin] vurulduğu mesafe arasındaki yükseklik 21.13 m olarak hesaplanmıştır. Oysa bu mesafede ateş edilen mevzi ile Teğmen [G.Y.nin] vurulduğu yer olarak gösterilen yer arasında gerçek yükseklik sadece 2 m. dir.

2- Sol memenin 5 cm üst kısmında aynı özellikle mermi giriş deliği ile bu mermi çekirdeğine ait sırtın sol taraf 7 ci kaburga hizasında mermi çıkış deliği tesbit edildi. Bu merminin giriş çıkışı 10 derece olarak hesaplanmıştır. 39.50 m. mesafede 1.40 boy farkı ile birlikte 8.25 m. yüksekliğe tekabül etmektedir. İkinci mermide vücudun geriye esnemesi ayrıca hesap edilmemiştir.

Bu inceleme ve hesaplamalar bizde Oğlum Teğmen [G.Y.ye] daha yakından ve yüksekten ateş edilerek vurulduğu kanaati oluşturmaktadır. "

42. M.A.E. Cizre Sulh Ceza Mahkemesinin 28/1/2005 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Sanığın müdafii huzurundaki sorgusunun ilgili kısımları şöyledir:

" Ben, Şırnak ili Kasrik Beldesinde 11 yıldan beri Geçici Köy Korucusu olarak görev yapmaktayım, ... olay günü, ... ben dahil 7 kişi, Akçay Jandarma Karakolundan gelen maktül Teğmenimiz ile Akdizgin bölgesindeki kırsala gittik, bu bölge teröristlerin gelip geçiş yaptıkları bölgeydi, bölgeye vardığımızda bölgeyi iyi bilen bir klavuz korucu da alarak Teğmenim dahil 9 kişi Akdizgin Köyü Tilki Mevkiine geldik, Teğmenimiz beni de dahil olmak üzere 5 kişiyi teröristlerin muhtemel geçiş yapacağı noktada bulunan pusuya yerleştirdi ve çok dikkatli olun, buranın geçiş noktası olduğunu ve silahların ağızlarına mermi vermemiz gerektiğini söyledi ve ardından bizim bulunduğumuz noktanın çaprazında kalan ve dereye doğru 250 metre uzaklıktaki görünmeyen fakat istikameti bize tarif edilen mevziye yanındaki 3 köy korucusu ile birlikte daha önceden kendisinin mevzileneceği ve bize gösterdiği noktaya doğru yol aldı, biz bu şekilde bulunduğumuz noktada 40 dakika bekledikten sonra bu şekilde 5'imiz çok yorgun ve havanın çok soğuk olması nedeniyle nöbetleşe uyumaya karar verdik, ben ve [B.A.] dışındaki 3 korucu uykuya daldı, ben komutanımızın bulunduğu mevziye yakın dere yatağının olduğu geçiş bölgesini, [B.] ise arka istikametteki sırt bölgeyi gözetliyordu, saat gece 02.15 sıralarda komutanımızın bize atış güzergahı olarak tayin ettiği yerden ay ışığının gösterdiği kadarıyla 100 metre mesafede iki şahsın yan yana benim atış istikametime doğru, gelmelerini görmem üzerine hiç beklemeden Seriden (13 mermi) ateş ettim, ateş sonrasında 'bizi vurdunuz' sesini duymamız üzerine sesin geldiği istikamete doğru gittim ve komutanımızın öldüğünü gördüm, biz, bulunduğumuz yerde mevzilenirken komutanımız bize devriyegeleceğini söylemedi, dolayısıyla biz gelen şahısların terörist olduğunu zannederek ateş ettim, ben olay öncesinde uyuyup uyumadığımı bilmiyorum, bildiğim hava çok soğuktu..."

43. Kılavuz geçici köy korucusu olarak olay yerinde bulunan ve şehit düşmesi sırasında teğmenin yanında olan Y.Ş.nin Cumhuriyet Başsavcılığındaki 28/1/2005 tarihli tanık ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

" ...Tilki tepe mevkiinde pusu görevi icra etmek için aynı gün klavuz olarak görevlendirildim. Saat : 23 :00 sıralarında pusu bölgesine hareket ettik. Yanımızda 8(sekiz) adet korucu vardı ben bu koruculardan bazılarını tanıyorum daha önce beraber göreve gitmiştik bazılarını tanımıyorum... Tilki Tepe mevkiine geldiğimizde Lv. Tğm. [G.Y.], [G.V., M.A.E., B.A., H.Ş. ve M.S.yi] yolun üst kısmında Tilki Tepenin eteğinde vadiyi görecek şekilde beni başlarında görevlendirdi bende bu GKK ları yaklaşık 250 (ikiyüzelli) metre yukarıda bulunan mevziye götürdüm ve bu mevziye yerleştirdim. [S.K.] ve [H.E.yi] kendimizin bulunduğu mevziden 10 (on) metre yukarıdaki bulunan bir mevziye yerleştirdi kendiside yanıma geldi beraber orman içi deresi tabanını görecek şekilde mevziye yerleştik.

Gecenin ilerleyen saatlerinde saat tahminen 02:30 sıralarında Lv.Tğm. [G.Y.] hadi beraber yukarıda bulunan mevzileri bir dolaşalım ne var ne yok diye kontrol edelim dedi beraber bir üzerimizde yaklaşık 10 (on) metre uzağımızda bulunan mevziye gittik bu mevzide [H.E.] ve [S.K.] vardı kendilerine durumlarını sordu kendileri durumlarının iyi olduğunu gözetleme yapmaya devam ettiklerini bildirdi bunun üzerine kendilerine teşekkür etti hep böyle uyanık kalın aferin size dedi ve daha sonra 250 (iki yüz elli) metre uzağımızda ve üst tarafımızda bulunan mevzi gidelim dedi. Beraber o mevziye doğru yöneldik yaklaşık 100- 150 metre tırmandığımızda karşı mevziden üzerimize doğru seride bir iki el ateş edildi. gelen mermilerden Lv.Tğm. [G.Y.] dur vuruldum dedi ve yere düştü o sırada aramızda 1 metre mesafe vardı kurşun bana da gelebilirdi. bende kendisinin kafası yere değmesin diye kafasını tuttum sol koluma yasladım bu arada yukarıda mevzide bulunan arkadaşlara ateş etmeyin biziz biz yabancı değiliz neden ateş ediyorsunuz diye seslendim bunun üzerine yukarıdan ateş kesildi Lv.Tğm. [G.Y.] kollarımda şehit oldu bu esnada yukarıda mevzide bulunan [M.A.E.] [sanık] ve diğer arkadaşlar ile aşağı mevzide bulunan arkadaşlar yanımıza geldi olayı Akdizgin Taburuna bildirdik Şehit'in üzerini battaniye ile örttük. Kendilerine neden ateş ettiğini sordum [M.A.E.] aşağıdan 2 (iki) kişinin geldiğini kendilerini terörist sandığını ve ateş ettiğini söyledi. Biz kendisini battaniyenin içerisinde yaklaşık 500 metre mesafeden aşağı yola indirdik. Kendizi ilk vurulma anında ölmüştü. Saat: 03 :20 sıralarında Akdizgin Taburundan 1 (bir) Ambulans aracı ve görevli tim geldi. Bizleri ve şehit olan Lv. Tğm. [G.Y.yi] alarak Akdizgin Taburuna getirdiler. ..."

44. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından timde görevli geçici köy korucuları H.Ş., H.E., M.S., S.K., G.V.nin de 28/1/2005 tarihinde tanık olarak beyanları alınmış ve olayı benzer şekilde anlattıkları görülmüştür.

45. Geçici köy korucusu olarak olay yerinde bulunan ve sanık M.A.E. ile birlikte nöbette olan B.A.nın Cumhuriyet Başsavcılığındaki 28/1/2005 tarihli tanık ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...Kendisi bize dikkatli olun geçiş olursa teröristler kesin bu tepeye gözcü çıkartırlar dedi. Kendisi bize kontrole geleceğini söylemedi gece saat: 01:00 sıralarında arkadaşım [M.A.E.] arkadaşlar hepimizin ayakta durmasına gerek yok sırasıyla 2 (iki) kişi nöbet tutalım dedi. Ben ve [M.A.E.] ilk nöbeti aldık ve nöbet tutmaya başladık etrafımızı gözetlemeye devam ettiğimizde ben arka kısmı gözetleme ve dinleme yaparken [M.A.E.] aşağı dere tarafını gözetliyordu, biz bu şekilde nöbet tutarken arkadaşım aniden ateş etmeye başladı ... bizde ilk defa nöbet tuttuğumuz için biraz gergindik ben olayın net ne şekilde olduğunu görmedim aniden [M.A.E.nin] ateş ettiğini gördüm olay esnasında [M.A.E.] 5 - 10 dakikalığına uyumuş olabilir ama birbirimize sırtımız dönük olduğu için ben tam olarak durumu farketmedim ateşten sonra kendisine ne oldu, ne var diye seslendiğimde kendisi aşağıdan 2 iki kişi üzerimize doğru geliyordu teröristtir diye ateş ettim dedi. Bu esnada aşağıdan biziz ateşi kesin diye bir ses duyduk, bunun üzerine ben mevzide kaldım diğer arkadaşlarımda uyanmışlardı. [M.A.E.] arkadaşımız silahını da yanına alarak sesin geldiği tarafa gitti ve yandı ocağım ben bittim bunlar bizimkiler diye bağırmaya ve ağlamaya başladı bunun üzerine hep beraber olayın olduğu yere indik. Olay yeri yaklaşık 100 (yüz) metre aşağımızda idi. Lv. Tğm. [G.Y.nin] göğsünden vurulmuş olduğunu kendisine seslendiğimizde komutanım cevap verin ne oldu diye kendisi bize herhangi bir cevap vermedi kendisi o an ölmüştü. Kendisinin üzerini battaniye ile örttüm [M.A.E.] ve [Y.Ş.] 2 nci İç Güv. P. Tb. K. lığı Akdizgin'e durumu telsiz ile bildirdi saat: 03:20 sıralarında Akdizgin Taburundan 1 (bir) Ambulans aracı ve görevli tim geldi..."

46. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 8/2/2005 tarihli müzekkereyle İlçe Jandarma Komutanlığından şu hususların bildirilmesi talep edilmiştir:

"...Olay tarihinde Levazım sınıfında bulunmasına rağmen Piyade Teğmen [G.Y.nin] pusu görevi (PKK terör örgütüne karşı) ifa ettiği anlaşılmakla; bu hususta bir görevlendirilmesinin olup olmadığı, eğer görevli ise buna dair görevlendirme yazısı,

...

3- Şehit [G.Y.nin] daha önce benzer bir görev ifa edip etmediği; ilginin aynı yerde benzer bir faaliyette bulunup bulunmadığı,

...

5- Olayın sanığı [M.A.E.nin] geçici köy korucusu olarak görev yapıp yapmadığı, Şehit [G.Y.nin] emrinde operasyonlara katılıp katılmadığı ve olay tarihinde görevli olduğuna dair görevlendirilme yazısı ile aynı bölgede daha önce görevlendirilmesinin olup olmadığı ..."

47. İlçe Jandarma Komutanlığı olaya dair düzenlediği tahkikat evrakını 15/2/2005 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir.

48. Şırnak İl Jandarma Komutanlığının 1/2/2005 tarihli yazısına istinaden düzenlenen Jandarma Genel Komutanlığı Van Bölge Kriminal Laboratuvarları Şube Müdürlüğünün (Bölge Kriminal Laboratuvarları Şube Müdürlüğü) 28/2/2005 tarihli ekspertiz raporunda; G.V.ye ait seri numarası 73...40, M.S.ye ait seri numarası 73...76 olan,H.Ş.ye ait seri numarası 78...05 olan, B.A.ya ait seri numarası 78...76 olan ve sanık M.A.E.ye ait seri numarası 70...50 olan tüfeklerle olay yerinde bulunan 7.62 mm çaplı, on adet boş kovanın yapılan incelemesinde kovanların tümünün tek bir silahtan atıldığı, geçici köy korucularına ait olup incelenen tüfeklerden atılan boş kovanlarla yapılan mukayesede aralarında bir ilişkinin bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir.

49. Bölge Kriminal Laboratuvarları Şube Müdürlüğünün 28/2/2005 tarihli bir diğer ekspertiz raporunda ise sanık M.A.E.den alınan svap örneklerinin incelenmesi neticesinde bulunan elementlerin ateşli silahtan kaynaklanan atış artığı olabileceği, ayrıca şehidin kıyafetlerinde yapılan incelemede ise kıyafetlerindeki tüm delinmelerde atış artığı tespit edilemediği belirtilerek atışın uzak atış mesafesinden yapıldığı değerlendirmelerine yer verilmiştir.

50. Bölge Kriminal Laboratuvarları Şube Müdürlüğünün 21/3/2005 tarihli bir diğer ekspertiz raporunda; S.K.ye ait seri numarası 70...19, H.E.ye ait seri numarası 69...39 olan,Y.Ş.ye ait seri numarası 68...17 olan tüfeklerle olay yerinde bulunan 7.62 mm çaplı, on adet boş kovanın yapılan incelenmesi neticesinde bu üç tüfekten atılan boş kovanlarla yapılan mukayese sonucu aralarında bir ilişkinin bulunmadığı tespitlerine yer verilmiştir.

51. Bu noktada başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk, Askerî savcıdan olayın akabinde tüfekleri teslim alınmayan söz konusu üç geçici köy korucusunun da tüfeklerinin kriminal incelemesinin yaptırılması talebinde bulunması üzerine Bölge Kriminal Laboratuvarları Şube Müdürlüğünün 21/3/2005 tarihli ekspertiz raporunun temin edildiğini ifade etmektedir (bkz. § 73).

52. Cumhuriyet Başsavcılığı 16/2/2005 tarihli görevsizlik kararıyla dosyayı Askerî Savcılığa göndermiştir.

53. Sanık M.A.E.nin Askerî Savcılık tarafından müdafisiz olarak alınan 6/4/2005 tarihli ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...26.01.2005 günü tim komutanı korucu [M.Ş.] bana telefon ederek 'yarın sabah 08:00'da görev var, 2 günlük erzağını alarak karakola gel' dedi, 27.01.2005 günü belirtilen saatte erzağım ve bana zimmetli 70...50 seri numaralı Kaleşnikof tüfeğimle Kasrik J.Karakoluna gittim, iki tim olacak şekilde 14 kişi idik, 09:00'a yakın Akçay Tugayından gelen üç [M.] araç bizi aldı, önce Damlarca'ya gittik, 7 kişi Damlarca birliğinde kaldı, benim de dahil olduğum ikinci yedi kişilik grubu Akdizgin'e götürdüler, Akdizgin'e vardığımızda ... Tabur Komutanı bizi taburda karşıladı, ... bilahare akşam yedide göreve çıkacağımızı söyledi, daha sonra göreve çıkma saati ikinci bir emirle gece 11 olarak değiştirildi, ... gece onbire yirmi kala [G.] Teğmen olduğunu sonradan öğrendiğim bir Teğmenimiz yanımıza geldi, Teğmen gelmeden önce de bölgeyi tanıması nedeniyle kılavuz olduğunu söyleyen ve o ana kadar tanımadığımız [Y.Ş.] ile tanışmıştık, ... [G.] Teğmen ... bizde hazır olduğumuzu söyleyince kalkın gidelim dedi, saat gece on bir olmadan biz yemekhaneden çıktık, Teğmenimizin emir komutasında doldur boşalt yapıp silahlarımızı tam dolduruşa getirdik, emniyete aldık, benim silahıma takılı olan şarjörde 29 tane mermi vardı, çünkü iki üç gün önce yağmur yağması nedeniyle silahırnın içi paslanmıştı, o pası giderebilmek için temizlik olması amacıyla kırsal kesimde yol emniyeti görevi sırasında atmıştım, bunun dışında yanımda beş şarjör mermi vardı, bu beş şarjörün dördü dolu olup biri boştu, doldur boşalt işleminden sonra görev yerimize doğru yürümeye başladık bu bölgeyi ben ve diğer altı arkadaşım bilmiyorduk, çünkü daha önceden bu bölgede görev yapmamıştık, ilk defa bu bölgeye göreve gidiyorduk, ... Tilki Tepe'ye varmadan 100 -150 -200 metre kala [G.] Teğmen tarafından bize teröristlerin Dicle nehri tarafından geçiş yapabileceği ve erzak kaçırabilecekleri belirtti, kendisinin dere yatağı ve Dicle nehri bölgesine konuşlanacağını söyledi, gece görüş dürbünü ve telsizde kendisinde idi, bize teröristlerin başarılı olmak için yerleştirileceğimiz tepenin önemli olması nedeniyle bu tepeye yönelik gerek nehir kısmından gerekse Gabar Dağı tarafından gelebileceklerini, çok dikkatli olmamızı ve bu taraflardan gelen olması halinde derhal ateş etmemizi söyledi ve görev yapacağımız tepeye yerleşmemiz hususunda iki korucu yanında tutup [Y.Ş.] ile bizi tepeye gönderdi, [Y.Ş.] bizi Tilki Tepe mevkiindeki tepeye beş kişi olarak yerleştirdi, beşimizi de bir mevziiye yerleştirdi ve ... [G.] Teğmenin dere yatağı ve Dicle nehri bölgesinde konuşlandığını bilmemize rağmen havanın karanlık olması ve bulunduğumuz yerden onun mevkisinin görünmemesi ve aramızda da telsiz irtibatının bulunmaması, gece görüş gözlüğünün de olmaması nedeniyle tam yerini bilmiyorduk ancak mevkisinin istikametini biliyorduk, aramızda ki mevkilerin arasının 250-300 metre olduğunu düşünüyorum, saat gece 12:00-12:30 arasında ...dönüşümlü istirahat etme hususunda arkadaşlarla anlaştık, üç kişi yattı, ben ve [B.A.] nöbetçi kaldık, [B.A.] mevziinin yukarı kısmını ben ise dere yatağının görülen üçte birlik kısmı ile Dicle kısmını gözetliyordum ... Dicle kısmını gözetlemek için başımı çevirdiğimde, iki kişinin yan yana bizim mevziye doğru yürüyerek geldiklerini gördüm, ben bunun yüzde bin terörist olduğunu düşündüm çünkü taraftan teröristin geleceği Teğmen ve [Y.Ş.] tarafından söylenmişti, üç arkadaşımın yatmış olması, onları kaldırma şansımın bulunamaması iki metre kadar yanımda bulunan diğer arkadaş yukarıyı gözetlemesi ve o anki ruh hali ile elimdeki silahı doğrultup emniyetini açıp seriye alıp ikisini de taradım, ikisi yere düşünce ben vurulmamış kendilerini korumak için yatmış olabileceklerini düşünerek yerden de bir kez tetiğe basmak suretiyle yeniden taradım, zira başka şansım yoktu ben geçmişte teröristlerle çok çatışmaya girdim, saniyelik gecikmelerle arkadaşlarım şehit oldular, ... teröristlerin öldüğünden kesin olarak emin olmak için üçüncü kez tetiğe basacağım sırada kulağıma 'vay evini yaktın, yıktın, arkadaşım vurdun' diye bir ses duydum, emniyeti kapattım, şok oldum, ... önce ben arkamdan [B.] sonrada diğer arkadaşlar koşarak olay yerine gittik, ...

...

Benim cep telefonum bulunmamaktadır, diğer arkadaşlarımı olay gecesi üzerlerinde cep telefonları olup olmadığını bilmiyorum ancak konuştuklarını görmedim duymadım,

...

...Görev nedeniyle devlet tarafından verilen silah dışında bende başka silah bulunmamaktadır, ruhsatlı ve ruhsatsız bir kırma tüfeğim bile bulunmamaktadır. Olay öncesinde mevziide başka boş kovan olup olmadığını dikkat etmedim, zaten karanlıktı, gittiğimizde ay ışığı vardı ancak öyle bir şeye dikkat vermemiştim, benim silah değiştirmem boş kovanları değiştirmem gibi bir durumum olmadı, arkadaşlarımında böyle bir davranışını görmedim, herkes de devletin kendisine vermiş olduğu bir silah vardı,..."

54. Askerî Savcılık tarafından 26/5/2005 tarihinde geçici köy korucuları H.E., G.V., B.A., H.Ş., M.S., S.K. ve Y.Ş.nin tanık olarak beyanları alınmıştır. Tanıkların olayın gelişimi ve oluşu hakkında birbirleriyle tutarlı ve önceki beyanlarıyla benzer beyanlarda bulundukları görülmüştür.

55. Şehit teğmenin olay anında yanında bulunan geçici köy korucusu Y.Ş.nin Askerî Savcılıkta verdiği beyanının önem arz eden kısımları şöyledir:

"...Biz mevzide iken teğmen parka ve soğuk iklim pantolonunu değiştirdiğini görmüştüm. Ancak hücum yeleğini ben hiç görmedim. Onun vefatından sonra mevzide çantasının yanında görmüştüm. ...

...

Tanık cevaben: Benim cep telefonum yoktur. Ben diğer arkadaşlarımın cep telefonu olup olmadığını bilmiyorum. O gün ben kimsenin elinde cep telefonu görmedim. Kimseyi de cep telefonu ile konuşurken görmedim. Ben benim dışımdaki diğer korucuların birbirleriyle gizli konuşmalarını görmedim. Bizim dışımızda gerek olaydan önce gerekse sonra kimseyi görmedim. Ben silah değiştirme saklama mermi toplama olayı görmedim. Dedi. "

56. Sanık M.A.E. ile birlikte nöbette olan geçici köy korucusu B.A.nın Askerî Savcılıktaki tanık beyanının önem arz eden kısımları şöyledir:

" ...

Tanık cevaben: Benim olay tarihinde şahsımın cep telefonu yoktu ancak kardeşim [C.ye] ait cep telefonunu kullanıyordum ancak kimin adına kayıtlı olduğunu bilmiyorum, Tilki Tepeye çıktığımızda cebimde idi telefonun numarasını şu an hatırlamıyorum, Tilki Tepe'de kapalı olarak cebimde idi taburda zaten çekmiyordu taburdan çıkmadan kapatmıştım tepede kullanmamıştım. Tilki Tepede ben kimseyi cep telefonu ile konuşurken de görmedim. Olaydan sonra tabur komutanı bize yanında cep telefonu olup olmadığını sormuştu ben ve bir arkadaş bende var dedik, çıkarıp verdik, tabur komutanı telefonu açtı kullanılıp kullanılmadığını kontrol etti, bana geri verdi, Ben benim dışımdaki diğer korucuların birbirleriyle gizli konuşmalarını görmedim. Bizim dışımızda gerek olaydan önce gerekse sonra kimseyi görmedim. Ben silah değiştirme saklama mermi toplama olayı görmedim. Dedi.

Tanık kendisinde olay esnasına bulunan cep telefonunun numarasını yapacağı bir telefon görüşmesi ile belirteceğini belirtmesi üzerine tanığa Askeri Savcılığımızın resmi telefonu ile görüşme yapması imkanı tanındı tanık Askeri Savcılığımızın telefonu ile 0544 ... 88 nolu kardeşi [H.ye] ait olduğunu belirttiği telefonu aradı, karşı tarafta telefonu açan şahsa [H.] diye seslenerek diğer kardeşinin cep telefonunu sordu o da numaranın 0 544 ... 98 olduğunu söyledi. ..."

57. Askerî Savcılık tarafından 24/6/2005 ve 8/6/2005 tarihlerinde T. GSM Şirketine yazılan müzekkere ile geçici köy korucusuna ait üç cep telefonu numarasıyla (Numaralardan biri geçici köy korucusu B.A.nın olay anında yanında olduğunu beyan ettiği, kardeşine ait hattın numarası olan 0 544 ... 98'dır.) olay günü olan 27-28/1/2005 tarihinde yapılan görüşme dökümleri talep edilmiştir.

58. 13/6/2005 ve 22/8/2005 tarihli yazılar ile istenen dökümler T. GSM Şirketi tarafından Askerî Savcılığa iletilmiştir. Geçici köy korucusu B.A.nın olay günü yanında bulunduğunu söylediği hatta ilişkin dökümlerin incelenmesi neticesinde 27/1/2005 günü saat 07.56 ile 23.00 arasında ve 28/1/2005 günü saat 09.27 ile 19.48 arasında birçok görüşme yapıldığı (2,5 sayfalık döküm tutanağı) görülmüştür.

59.Askerî Savcılık 8/6/2005 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığından Tugay Komutanlığı ile Merkez Jandarma Karakol Komutanlığında görevli on beş askerî personelin tanık olarak beyanının alınmasını, kendilerinden olaya ilişkin bilgi ve görgülerinin, olay sonrası olay mahalline gidip gitmediklerinin, suç eşyalarının kontrol altına alınmasında görev alıp almadıklarının, olayın geçici köy korucuları tarafından bildirilmesinden sonra olay mahalline ilk kimin gittiğinin ve ne işlem yaptığının, tabur merkezinde geçici köy korucularından cep telefonlarının alınıp iade edildiği anlaşıldığından bu işlemin kim tarafından ve ne şekilde yapıldığının, bu kapsamda kimin üzerinden hangi cep telefonunun çıktığının, bu cep telefonunun içeriğinin nasıl kontrol edildiğinin sorulmasını istemiştir.

60. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı 27/6/2005 tarihli müzekkere ile askerî birlikten, beyanlarının alınması için söz konusu tanıkların hazır edilmesini talep etmiştir. Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından tanıkların beyanları alınmıştır.

61. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk'ün dilekçelerinde beyanlarına değindiği tanık O.P.nin Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"Olay tarihinde görev yapmakta olduğum Akçay tugayından Akdizgin bölgesine görevlendirildim, olay günü öğleden önce [B.M.] binbaşı, [G.] Teğmen ile Kasrik'in 7 konıcusu geldiler, [G.] teğmen harita üzerinde çalışmalar yaptı. [G.] teğmen kendisine bizden bir personel verileceğini düşünüyordu ancak köy korucularının hiç birini tanımadığından o dolayı ve görevin süresini bilmediğinden dolayı şikayetleniyordu, daha sonra [Y.] isimli soy ismini bilmediğim Akdizgin'in GKK'larından biride gelerek time katıldı, akşam saatlerinde [G.] Teğmen ve 8 korucu görev bölgelerine gittiler, tam hatırlamıyorum ancak gece saat 23-24.00 sıralarında silah sesi gelince görevli personel hazırlandı soy ismini bilmediğim [A.] isimli Akdizgin de görev yapan bir uzman Çavuş ile bir kısım personel olay yerine [M.] kamyonla gittiler, ...[Y.] isimli GKK [G.] teğmen ile devriye çıktığını bu sırada ateş açıldığını, atıştan sonra [G.] Teğmenin [Y.] ben vuruldum diyerek kucağına düştüğünü söyledi. Diğer Kasrik bölgesi GKK'ları ise konuşmaya çalıştığımızda net bir şey söylemekten kaçındılar, birbirlerinin sözlerine müdahale ettiler net bir şey söylemediler ben olay mahalline hiç gitmedim, sabah saat 06.00-07.00 sıralarında köy korucularının aileleri sivil araçlarla bulunduğumuz yere geldiler, olayı nasıl öğrendiklerini bilemiyorum, bu sırada idari tahkikat heyeti olarak Tugay Komutanımız, [B.] Binbaşı, [M.G.] yüzbaşı ve [E.K.] Yüzbaşı konvoyla geldiler bu sırada Jandarmanın aracıyla Adliyeden birisinin geldiğini ve olay yerine gittiğini öğrendik, silahları kimin teslim aldığını görmedim, [G.] teğmeni vurduğunu söyleyen korucu orada kaldı ben 6 korucuyu askeri araçla Kasrik'e götürdüm, benim götürdüğüm 6 korucuya ait silahlar kendilerine verilmiş ve araçta kendi silahları üzerlerindeydi, bunun dışında cep telefonlarının toplanıp toplanmadığıııı bilmiyorum..."

62. Tanık H.E.K.nın Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan 30/6/2005 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...ancak Akdizgin taburunda görevli olan P. Astsb. [İ.M.] bana [G.] teğmenin vurulmasından yarım saat kadar önce sırasında ayakta olan ve birisi silahı ateşleyen korucunun yanında bulunan [B.] isimli korucunun cep telefonu ile görüşme yaptığını söz konusu cep telefonuna el konularak Savcılığa gönderildiğini ve cep telefonu ile yapılan görüşmenin tespit edileceğini söyledi ... Normalde pusu faaliyetine çıkan ve özellikle korucuların cep telefonlarının pusu faaliyetinden önce alınması gerekir, anlatılana göre pusu faaliyetinden önce korucuların cep telefonları alınmamış, ... ancak pusu faaliyetine çıkan ekipler genellikle birbirlerini yakınen tanırlar, sonradan öğrendiğimiz kadarıyla[G.] Teğmen tek subay olarak görev yaptığı ve koruculardan oluşan timde [G.] teğmen timde bulunan korucuların hiçbirini tanımıyormuş, toplama bir şekilde tim oluşturularak pusu faaliyetine gönderilmiştir..."

63. Tanık F.G.nin Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan 29/6/2005 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:

" Ben Akçay tugayına bağlı olarak görev yapan Akdizgin bölgesinde konuşlu taburda görevli bölük komutanıyım, Tümen komutanının emriyle kurulma çalışmaları yapılan zıpkın timleri adı verilen bir subay veya astsubay ile 6-7 korucudan oluşan zıpkın timleri isimli timlere bizim bölgemizde görev verilmişti, biz taburumuza gelen özel harekatçı subaylar vasıtasıyla eğitim veriyorduk, olaydan bir gün önce tabur komutanımız Akçay tugayından bir teğmen ile zıpkın timinin Akdizgin bölgesinde göreve çıkmak üzere görevlendirildiğini diğer timin ise Damlarca bölgesinde görev alacağını söyledi, olay günü ilk önce köy korucularını gördüm, şahısların tim komutanını sordum ve ardından şahısların Kasrik korucularından olduklarını öğrendim, bunun üzerine takım komutanı olan subayı sorduğumda sabah intikal ettiğini ve uyuduğunu söylediler, daha sonra hayatını kaybeden [G.] teğmeni yanıma çağırarak konuştum ve beraber göreve çıkacağı korucuları tanımadığını öğrendim, bunun üzerine adamlarını tanıması hususunda tavsiyede bulundum ve kabartma harita üzerinde time bölgeyi tanıtıp görev yerini anlattım, ardından tabur komutanı ile görüştüm ve timin birbirlerini ve bölgeyi tanımadığını belirterek görev yerinin değiştirilmesini ve daha yakın bir bölgeye yollanmalarını aynca bölgemiz korucularından bir tanesini de klavuz olarak verilmesini istedim, tabur komutanımız bunun talimata aykın olduğunu ancak zaruret olması sebebiyle yapılması gerektiğini söyleyerek kabul etti ve timin kendisinin de gördüğüm malzemelerinin de eksik olduğunu eksikliklerin benim bölüğüm tarafından verilmesini söyledi, bunun üzerine [Y.Ş.] isimli korucuyu timde olmamasına rağmen time dahil ettik, ayrıca konuşmamız esnasında [G.] Teğmene timi dağıtmamasını tüm personeli görebileceği şekilde konumlandırmasını ve görev emrinde belirtilen yerin çevresinde kendisine göre en uygun yere tertiplenmesini ancak bu durumu bize telsizle haber vermesini söyledim, aynca eksik malzemeleri tamamladık, time CPS, yedek batarya, pusula, birtakım harita, gece görüş cihazı verdik bu sırada yanımda Takım komutanı Teğmen [G.O.] da vardı, saat 22.30 sıralarında tim görev bölgesine hareket etmiş, normalde 23.00'te gitmeleri gerekirken [G.] Teğmenin biraz erken hareket etmek istediğini öğrendim, saat 02.00 sıralarında ileri emniyet noktamız silah sesi geldiğini bize bildirdi, ... tepenin çıkışında bize gelen korucuları gördük ve sesle irtibatlaştık, hemen korucuların silah ve teçhizatlarım aldım, ... bana anlattıklarına göre korucular mevzide uyuyorlarmış sadece [B.] özetleme yapıyormuş, ancak benim tahmin bu şahısta uyuyormuş aniden ilk uyanan bu şahıs olduğunu düşünüyorum, ... üst aramayı diğer bölük komutanı Tank Üsteğmen [H.K.] yaptı ve bildiğim kadarıyla bazı cep telefonları şahısların üzerlerinden çıktı. ... Teğmen [H.E.] Akdizgin taburuna gelmedi, ona uzman çavuş olarak klavuz verilmesinin sebebi de orada köy korucusunun olmaması ve bizim korucuların da o bölgeyi tanımamalandır, o tarihteki talimata göre zıpkın timinde bir subay veya bir astsubay ile yeteri kadar korucu bulundurulacaktı, bu işlemde o anki talimata göre usulüne uygundur, biz zaruretten dolayı timlerden birine Uzman Çavuş diğerine de korucu vererek emre de muhalefet etmiş olduk, olaydan sonra İlçe Jandarma Komutanı bize bu korucuların daha önceki görevlerinde herhangi bir sıkıntı yaratmadıklarını söylemişti, ..."

64. Askerî Savcılığın 4/8/2005 tarihli iddianamesiyle sanık M.A.E. hakkında ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kasıt olmaksızın aşılması suretiyle öldürme suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:

"...Sanık geçici köy korucusu [M.A.E.nin] Şırnak Kasrik bölgesinde görevli olduğu, müteveffa Lv.Tğm. [G.Y.nin] ise Şırnak Akçay 6.İ.G.P.Tug.Ds.Kt.Klığı Lv.BLK.lığında görevli olduğu, PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensuplarının ... etkisiz hale getirilmesi maksadıyla oluşturulan 2 adet timde birini teşkil eden ve müteveffa Lv.Tğm.[G.Y.nin] tim komutanı olarak görev yaptığı timin Tilki Tepe mevkiine görevlendiriİdiği, müteveffa Lv.Tğm. [G.Y.nin] timinde bölgeyi bilen korucu [Y.Ş.] ile o ... bulundukları, timin 27 Ocak 2005 günü saat 22:50'de göreve çıkarak saat 23:35'te Tilki Tepeye vardıkları, timin pusu icra edilecek bu bölgede dere yatağının keşif ve gözetlenmesi ve mevzii alınan yerin kuzeyindeki hakim bölgenin kontrolünün sağlanması maksadıyla ... timin üç mevziide tertiplendiği, ... [G.Y.nin] mevziileri denetlemeye karar verdiği ve kendisi ile birlikte aynı mevziide bulunarı [Y.Ş.] ile birlikte ...yukarı mevziiye doğru yürümeye başladığı, kuzey mevziide o esnada uyanık olan koruculardan [M.A.E.nin] aşağı bölgeyi ... gözetlemekte olduğu, ... mevziiye 39.50 metre kala havanın çok soğuk olması nedeniyle hafif uyku hali gelmiş bulunan sanık [M.A.E.nin] bir anda dikkatini toplayamaması nedeniyle gelmekte olan şahısları terör örgütü mensupları zannederek etkisiz hale getirmek için öldürmeye karar verdiği ve seride bulunan silahını bir el ateşlediği, silahtan çıkan mermilerden ikisinin müteveffanın, vücuduna isabet ettiği ... vurulması sırasında silahının elinden düştüğü ve korucu [Y.Ş.nin] kolunda yavaşça yere yıkıldığı, sanığın ... seride bir kez daha ateş ettiği, ...sanık dışında herhangi kimsenin ateş etmemiş olduğu, olay sonrası olay mahallinde yapılan incelemede ateş açılan mevzi ve çevresinde 10 adet kalaşnikof piyade tüfeği boş kovanı bulunduğu, olay yerinin ana yola 500 metre, uzakta olup 529 rakımlı bulunduğu, ateş edilen mevzii ile müteveffanın vefat ettiği yer arasında toprağa saplanan kurşun izleri görüldüğü ancak kurşun çekirdeğine rastlanmadığı, olay günü hava şartlarının uygun, dolunay durumunda olması nedeniyle 40 metre mesafede insan yüzü seçilmese bile yürüyüş sitili ve genel şekillerin tanınabildiği, ateş açılan mevziiye yaklaşılan istikametin tehdit beklenilen istikamet olmayıp dost unsurların bulunduğu ortada mevziiden gelen istikamet olduğu, ... sanığın sağlam ve faal olan silahının içinde mekanizmada silahla ateş edilmesi sonucu oluşabilecek barut gazı artığının bulunduğunun görüldüğü, sanıkta dahil olmak üzere koruculara ait silahların yapılan silahlar ile mevziide bulunan boş kovanların yapılan incelemesinde boş kovanların bu silahlarla ilişkilerinin bulunmadığı anlaşılmakla birlikte yapılan kimyasal incelemede sanığa ait yüzden alınan svap üzerinde antimon elementi tespit edildiği ve bu elementin ateşli salahtan kaynaklanan atış artığı olduğunun saptandığı, müteveffanın giysilerine, yapılan fiziksel incelemesinde de atışın uzak atış olduğunun tespit edildiği, olayın sanığın terörist zannederek silahını ateşlemesi sonucu müteveffanın ölümüne sebebiyet verme, şeklinde gerçekleştiğinin paralellik ve bir birini tamamlayan tanık ifadeleri ve bu tanık ifadelerini destekleyen diğer delillerle ortaya konulduğu, ...müteveffa Lv.Tğm. [G.Y.nin] tek rütbeli personel olarak olay günü görevlendirilmesine ilişkin soruşturmanın Askeri Savcılığırnızm 2005/802 esas sayılı soruşturma dosyası üzerinden devam ettiği... "

65. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk tarafından Diyarbakır 2. Taktik Hava Kuvvet Komutanlığı Askerî Mahkemesine (Askerî Mahkeme) hitaben yazılan 9/9/2005 havale tarihli dilekçede, oğlunun iki korucu tarafından planlanarak öldürüldüğü yönünde iddiaları ve bazı hususların araştırılmasına yönelik talepleri yer almaktadır. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

" ...Gece saat: 02.30 sularında pusu yerlerini yanında korucu [Y.Ş.] olduğu halde dolaşmakta olan oğluma sanığın kendi beyanıyla terörist zannıyla ateş açıldığı, bu sırada oğlumun 20 cm aralıklı iki mermi ile vurularak şehit olduğu, ancak yarım metre yakınında bulunan korucu [Y.Ş.nin] isabet almadığı, Korucu [Y.Ş.nin] kucağında oğlumun son nefesini verdiği, ancak oğlumun vurulduğu iddia olunan yerde kan izine rastlanmadığı, oğlumun taşındığı iddia olunan yerde ise yer yer kan izleri görüldüğü, oğlumun vurulur vurulmaz şehid olduğu ancak vurulduktan sonra 500 metre kadar aşağıya taşındığı, sanık [M.A.E.nin] seriden 13 el kadar ateş ettiğini beyan ettiği, ateş edildiği iddia olunan yerden toplanan boş kovanların ise sanığın tüfeği ile uyuşma göstermediğinin balistik raporla tesbit olunduğu, sanık [M.A.E.] her ne kadar olayın olduğu bölgeyi kendisinin ve arkadaşlarının bilmediğini söylemesine karşın diğer korucular el birliği ile sanığın olayın olduğu bölgeyi çok iyi bildiğini, evvelce de bu bölgede görev yaptığını tutanakla imza altına aldıkları, sanık [M.A.E.nin] yaklaşık 100 metreden ateş ettiğini ifade etmiş ise de ateş mesafesinin sadece 39.5 metre olduğunun tesbit olunduğu dosya kapsamı ile sabit olup...

Olay sırasında gece saat:23-24 sularında silah sesi duyduklarını ifade edenlerin olması, sanığın 100 metreden ateş ettiği iddiasıyla 39.5 metreden vurulduğunun tesbiti,

Sabah erken saatlerde korucu ailelerinin olayı duyarak bölgeye gelmiş olmaları,

Oğlumun vurulduğu ve öldüğü iddia olunan yerde hiç kan izi olmaması,

Sanığın bölgeyi çok iyi bildiği halde bölgeyi hiç bilmediğini iddia etmesi,

Oğlumun yarım metre yakınında olan korucu [Y.Ş.] ise adeta bir senaryoyu oynama rahatlığı içinde ateş edilmesi üzerine panikle kendini tam siper yere atmak yerine her nedense KENDi AÇiK iFADESi ile oğlumu kucağına aldığını, nereden vurulduğunu anlamaya çalıştığını, bu arada 'durun biziz, ateş etmeyin, ateşi kesin' gibi sözlerle sanığı uyarabilecek kadar soğukkanlı ve rahat olması asla inandırıcı ve gerçekçi değildir.

SONUÇ VE iSTEK :...

1-Adli Tıptan +7 ile -2 derece arasındaki bir sıcaklıkta kurşunlanan bir bedenin 50 dakikada tamamen soğuyup soğumayacağı,

2-Seri tarama atışında 40 metreden bir kişinin 20 cm ara ile iki yerinden isabet alması ile yarım metre yanındaki şahsın onu kucaklayacak kadar yakın olduğu ve kucakladığı halde hiç isabet almamasının mümkün olup olmadığı,

3-Maktülün vücuduna giren iki kurşunun giriş ve çıkış açılarının dosya içinde mevcut harita mühendisinin çizdiği kroki doğrultusunda giriş ve çıkış açılarının yeniden tesbiti,

4. Korucu [Y.Ş.], maktülü kucakladığını beyan ettiğinden korucu [Y.Ş.nin] üzerine maktülün kanının bulaşıp bulaşmadığının, elbiselerinin tetkike alınıp alınmadığının tesbiti ile korucu [Y.Ş.nin] ifadesinin alınması,

5-Maktülün olay yerinde öldükten sonra neden yetkililer gelmeden olay yerinden kaldırıldığının özellikle araştırılması ve tesbiti,

6-Dosya içinde dilekçemde de ifade ettiğim gibi olay sırasında önceden pusuya gitmek istemeyen üç korucunun, oğlumun yalnız pusuya gittiğini öğrenmeleri üzerine gönüllü oldukları hususunun doğru olup olmadığı, doğru ise bu üç korucunun kimliklerinin tesbiti,

7- Sanığın olay yerini hiç bilmediğini iddia etmesine karşın diğer korucuların aksine beyanları karşısında sanığın gerçeği neden gizlediğinin tesbiti yönünde tahkikatın genişletilmesini talep ediyorum.

... korucu [Y.Ş.] ile sanık [M.A.E.nin] müşterek hareketleri ve tasarlamaları ile oğlumu tasarlayarak bir başka yerde ve daha erken bir saatte ve başka bir silahla kasten öldürdükleri, sonradan bu kurguyu hazırladıkları, ancak olaydaki çelişkileri gidermeyi beceremedikleri anlaşılrnaktadır. ÖZELLiKLE OĞLUMU VURAN SİLAH TESBİT OLUNMADAN VE BULUNMADAN SANIK HAKKINDA BÖYLESİ BİR DAVA MESNETSİZ KALACAKTIR ..."

66. Askerî Mahkemenin 2005/1342 esasına kayden yürütülen yargılamanın 9/9/2005 tarihli celsesinde sanık M.A.E.nin müdafi huzurunda sorgusu yapılmıştır. Sorgu beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"...Ben 11 yıldır korucu olarak görev yapmaktayım, bir çok kez çatışmaya girdim, 26.01.2005 tarihinde tim komutanım [M.Ş.] beni arayarak iki gün içinde bir göreve çıkılacağını söyledi, 28.01.2005 tarihinde Akdizgin taburuna vardık, olayın geçtiği Tilkitepe bölgesinde ilk defa görev yapacaktık, tepeyi tanıyan bir korucunun bize katılacağı söylendi, göreve gece 23:00'da çıkılacağı bildirildi, 22:00 sularında bölgesi tanıyan tecrübeli korucu [Y.Ş.] yanımıza geldi, onunla tanıştık, kısa süre sonra müteveffa Tğm.[G.Y.] yanımıza geldi, onunla da tanıştık, 23:40 sularında taburun dışına çıkarak müteveffanın emri ile silahları tam dolduruşa getirip emrıiyeti kapatarak göreve çıktık, kendisi bize bölgenin çok tehlikeli olduğunu,. Teröristlerin geçiş yapacağına dair duyum alındığını, dikkatli olmamızı ve teröristi gördüğümüz anda doğrudan atış yapmamızı bize söyledi, Tilkitepeye geldiğimizde Tğm. [G.] kendisi ile birlikte üç korucunun dere yatağını gözetleyeceğini ve aşağıda kalacağını, benimde aralarında bulunduğum beş korucudan oluşan diğer grubun yukarıda gözetleme yapacağımızı söyledi, korucu [Y.ye] bizleri yukarıya çıkarmasını söyledi, benimde aralarında bulunduğum beş kişiyi [Y.] yukarı çıkardı, beşimizi mevziiye yerleştirdi, koruculardan [H.E.] ve [S.K.] müteveffanın yanında kaldı, korucu [Y.] Tğm. [G.nin] sözlerini tekrarladı, bölgenin tehlikeli olduğundan ve geçiş yapılacağından bahsetti, ardından kendisi Tğm.[G.nin] yanına indi, aşağıdaki grup ile aramızda 250 metre kadar mesafe vardı, onları görmüyorduk, ...havanın çok soğuk olmasının etkisi ile nöbetleşe kontrol etmeye karar verdik, önce ben ve [B.A.] nöbetçi kaldık, diğer üç arkadaş uyudu,[B.A.] tepenin üstüne ben ise aşağıya doğru gözetleme ve dinleme yapıyorduk, bir süre sonra iki kişinin benim gözetleme yaptığım bölgeden yaklaştığını gördüm, yaklaştıkları yer aşağıdaki grubun mevzisinin olduğu yer değildi, arada 100 metre kadar mesafe vardı, bu şahıslar gittikçe yaklaşıyordu, daha önceki çatışmalardan da biliyorum, böyle durumlarda anlık vakit kayıpları hayat kaybına sebebiyet verebiliyor, durumu [B.A.ya] söylemedim. Uyuyan arkadaşları uyandıramadım, kesinlikle o bölgeden terörist bekliyordum, yanımızda telsiz olmadığından aşağıdaki grup ile de haberleşemiyorduk, ben bu iki kişinin terörist olduğuna kanaat getirdim., emniyeti açarak seri halde ikisini de taradım, bu iki kişi yere düştüler. Ancak ben hedef küçülttülderini düşünerek bir kez daha yerde iken taradım, tekrar tarayacağım sırada bu kişiden birinin 'arkadaşını vurdun, evini yıktın' dediğini duydum, ... aşağıya doğru koştum, ...yanımızda Devletin teslim ettiği görev silahlarından başka bir silah yoktu dedi.

...

Soruldu: ben ateş etmeden kısa bir süre önce uyumuyordum. kesinlikle böyle bir şey veya [B.A.nın] beni uyumamam konusunda uyarması gibi bir durum söz konusu değildir dedi.

...Olay anında bir tek ben atış yaptım, başka atış yapan yoktur dedi...

Soruldu: Ben onbir yıldır korucuyum, dağdaki çatışmalar sırasında hiç dur ihtarından sonra bu ihtara uyulmaması halinde atış yapıldığını hatırlamıyorum, daha önce bu uygulama vardı, ancak bu şekilde bir çok şehit ve yaralı verildi, uygulama gereği yalmzca meskun mahalde, mezrada köyde teröristle karşılaşılması halinde dur ihtarı yapılıyor, dağdaki çatışmalarda böyle bir kural yoktur, görev yaptığımız sırada aşağıdaki grup ile aramızda parola işaret gibi bir uygulama yoktu dedi..."

67. Askerî Mahkeme aynı celsede görevsizlik kararı vererek dosyanın Cizre Asliye Ceza Mahkemesine (Asliye Ceza Mahkemesi) gönderilmesine, tutuklu kaldığı süre ile delillerin toplanmış olduğu gözetilerek sanığın tahliyesine karar vermiştir.

68. Askerî Mahkeme 5/10/2005 tarihli kararıyla -her ne kadar 9/9/2005 tarihinde görevsizlik kararı verilse de- Hacı Ahmet, Nurdane ve G. Yaşartürk'ün 23/8/2005 tarihli dilekçeyi iletilmek üzere Kuyucak Asliye Ceza Mahkemesine sunduklarını, anılan Mahkemece dilekçenin gecikmeli olarak 30/9/2005 tarihinde postaya verildiğini gözeterek 9/9/2005 tarihli celsede müdahilliğine karar verilen Hacı Ahmet Yaşartürk'ün talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına, Nurdane ve G. Yaşartürk'ün ise müdahale taleplerinin kabulüne karar vermiştir.

69. Askerî Yargıtay 2. Dairesi (Askerî Yargıtay) 28/3/2007 tarihli kararıyla görevsizlik kararının onanmasına karar vermiştir.

70. Yargılamaya, Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/378 esasına kayden görülmeye devam edilmiştir. 23/11/2007 tarihli celsede geçici köy korucusu Y.Ş.nin tanık olarak beyanı alınmış; şahsın bu beyanında da benzer beyanlarda bulunduğu, ayrıca teğmenin vurulduğu yer ile ateş edilen mevzi arasında yaklaşık 70 m mesafe olduğunu, olayın meydana geldiği sırada havanın sisli olmadığını, ay ışığı olduğunu belirttiği anlaşılmıştır.

71. Tugay Komutanlığında yüzbaşı olarak görev yapan F.G.nin Asliye Ceza Mahkemesi nezdindeki 2/5/2006 tarihli tanık beyanı şöyledir:

"... harekat kontrolümüze 2 adet zıpkın timinin verildiğini bildirdi. O sırada Taburda 1 nci İç Güvenlik Piyade Bölük Komutanı olarak görev yapmaktaydım. Ancak Taburumuzun Harekat ve Eğitim Subay... izinde olduğundan dolayı bu göreve de ben vekalet ediyordum. ... gazinosunun önünde 5-6 tane GKK 9 gördüm. Yanlarına giderek 'AKÇAY'dan gelen Zıpkın Timi siz misiniz?' diye sordum. ... 'Komutanınız nerede?' diye sordum. Onlar da sonradan adının [B.A.] olduğunu öğrendiğim korucuyu işaret ettiler. Ben 'Rütbeli subay/astsubay biri gelmedi mi?' diye sordum. Onlar 'Hayır gelmedi,' ...dediler. GKK'ların söylediklerini tuhaf karşıladım ve Tabur komutanına durumu bildirmeye karar verdim. ... O da bana 'Komutanım onların, haberi olmayabilir. Ama Tim Komutanları var , ... Tğm. [G.Y.] görevlendirilmiş. Şimdi misafirhanede benim odamda dinleniyor. Sabah kendisini ben karşıladım' dedi. Ben de 'Hadi korucular bilmiyor, Teğmen de mi bilmiyor ? sabahtan beri ne yapıyor? timini toplayıp neden kendisini tanıtmamış, adamlar aylak aylak geziyorlar. Bu tim bu şekilde nasıl göreve çıkacak ?git çağır teğmeni buraya gelsin' dedim, O sırada tabur komutanımın yanına giderek kendisinden bölgenin kabartma haritasını istedim.... Ben de Tb.K. [K.E.nin] yanına gittim. Zıpkın TimineAKDİZGİN GKK'larından birklavuz vermeyi teklif ettim. Eğitimlerinin pek iyi olmadığını ifade ettim ... kabul etti ve o sırada durumu müsait olan GKK [Y.Ş.yi] görevlendirdi.... o esnada yanımıza gelen GKK[Y.Ş.yi] tanıştırdım. ... [G.Y.nin] moralini bozuk gördüm. Sebebini sorduğumda Bölük Komutanının karargahta görevlendirildiğini, ... kendisinin 2 Bölüğe birden vekalet ettiğini ne yapacağını şaşırdığını ifade etti ... Saat 18:00sıralarında Tabur Komutanım P.Yb. [K.E.] beni yanına çağırarak, zıpkın timinin görev yerini değiştirdiğini, Timin eğitim durumunu da göz önüne alarak, daha yakın bir yer olan TiLKi Tepeyi planladığını ve çıkış saatini de 18:00'den 23:00 aldığını bildirdi ve ... Değişikliği Tugay Komutanlığına bildirdim. Daha sonra [G.Y.yi] çağırarak yeni görev yerini ve saatini bildirdim. Ayrıca Kılavuz olarak verdim, [Y.Ş.nin] Bölgeyi iyi bildiğini zaten ona da ihtiyaç olmadan da görev yerine gidebileceklerini yakın bir yer olduğunu ... Söyledim. Ayrıca harita üzerinden gideceği Tilki Tepe Bölgesini ve gidiş yolunu tarif ettim. [Y.Ş.ye] gidilecek yeri söylediğimi, kendisinin de göreve çıkacağı zaman görev bölgesini tebliğ etmesinin İKK açısından uygun olacağını söyledim. Bunun güvensizlikle alakası olmadığını, icra edilen pusu faaliyetlerinin başarıya ulaşması için gizliliğin esas olduğunu,... söyledim. Başka bir ihtiyacı olup olmadığını sorduğumda, ... ihuyaçlarını tamamladığını...cevap verdi. Yakın bir bölgeye göreve gittiğinden dolayı neşesi de yerine gelmişti.... [M.A.E.] kendisinin vurduğunu kaza olduğunu, ... söyledi. GKK'ları silahlarından arındırarak askerler nezaretinde getirdim...."

72. Asliye Ceza Mahkemesinin talimatları üzerine geçici köy korucusu B.A.nın 2/10/2007 tarihinde tanık olarak, sanık M.A.E.nin ise 18/9/2007 tarihinde Şırnak Asliye Ceza Mahkemesince beyanları alınmış; şahısların benzer anlatımlarda bulundukları görülmüştür.

73. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk 18/1/2008 havale tarihli Asliye Ceza Mahkemesindeki davaya katılma talebine ilişkin dilekçesinde, şehidin vurulduğu yerde bulunan kovanların atıldığı silahın tespit edilmesi ve olaydan önce cep telefonuyla konuşma yapılıp yapılmadığının incelenmesi taleplerinde bulunmuştur. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...Oğlum Teğmen [G.Y.ye] 27.01.2005 tarihinde komutanları emirlere karşı gelerek Zıpkın timi Komutanı görevi ile tek TSK mensubu olarak daha önce hiç tanımadığı sekiz Geçici Köy Korucusu ile birlikte birliğinden uzak bir yerde dönüş gün ve saati belirsiz olan pusu ve tıkama görevi ile görevlendirmişlerdir. Zıpkın timlerinin oluşumu 23 Jandarma Tüınen Komutanlığunn yazılı emirlerinde bir subay, bir ast subay, bir uzman çavuş on asker ve, altı-yedi Geçici köy korucusundan oluşmaktadır. 6 ıncı İç Güvenlik Piyade Tugayı Harekat subayı ve Ana üst komutanlığında bulunan tabur komutanlığı bu unsur oluşumu emrini yerine getirmemiştir. ...

...

Yargılanan bu subaylar idari tahkikat raporunun hazırlanmasında görev almışlardır. Teğmen [G.Y.] göreve gönderilmesinde suç işlediklerini anlayan subaylar İdari Tahkikat Raporu hazırlama görevleri esnasında ifadelerde yönlendirme ve biçimlendirmede bulunmuşlardır. GKK lardan aldıkları ifadeler okunduğunda aynı cümlelerin kurulduğu görülmektedir. Sekiz GKK'nın verdikleri ifadelerin cümle, cümle aynısı olduğu anlaşılmaktadır.

Geçici Köy Korucuları ve diğer tanıklardan bir kısmı verdikleri ifadelerinde, Teğmen [G.Y.yi] görevi ile ilgili olarak pasifize etmeğe çalışmışlardır. Oysa Teğmen [G.Y.] bir yıl dört aylık kısacık görevi süresince (Sınıf okulu dahil) Birlikte çalıştığı komutanlanndan 10 adet taktir ve teşekkür belgesi almıştır. Verilen görevlerini en iyi şekilde yerine getiren, titiz ve dürüst çalışması ile takdirlere laik görülen, mesleğini en ince ayrıntılarına kadar bilen ve uygulayan, Askeri Lise ve Kara Harp Okulundan mezun olmuş 8 yıl harp sanatını öğrenmiş bir subayın mevzi tertiplemesi, görev taksimi, emrine verilen görevlileri en iyi şekilde bilgilendirmesi ve yönlendirmesinin kanıtı yaptığı görevler için aldığı takdirlerdir.

1-Geçici Köy Korucuları Teğmen [G.Y.nin] tek TSK mensubu olarak görevlendirildiğini anladıkları anda, cep telefonlarını Tabur Komutanlığına teslim etmeyip yanlarına almışlardır. Zira cep telefonunun görev bölgesine götürülmesi kesinlikle Kara Kuvvetleri Komutanlığınca yasaklanmıştır. Bu yasağa rağmen cep telefonlarını üzerlerinde götürmeleri bir amaca yönelik olup, Teğmen [G.Y.nin] öldürülmesi düşüncesinden başka bir şey değildir. 6 ıncı İç Güvenlik Tug. görevli subaylar ile yaptığım görüşmelerde bu Geçici Köy Korucuları daha önce çıktıklan tüm görevlerde cep telefonlarını göreve gönderen birlik komutanlığına teslim etmişlerdir. Görev dönüşü de komutanlıktan geri almışlardır.

2- Topçu Yüzbaşı [H.E.K.nin] ifadesinde (Laika 173) Akdizgin Ana Üst Bölgesi Taburunda görevli olan Ast Subay [İ.M.], Teğmen [G.Y.nin] vurulmasından yarım saat kadar öncesi sırasında ayakta olan birisi silahı ateşleyen korucunun yanında bulunan [B.] isimli korucunun kardeşi [H.A.ya] ait cep telefonu ile görüşme yaptığını, söz konusu cep telefonuna Cumhuriyet Savcılığı el koyduğu şeklinde ifade vermiştir. Görev gecesi [B.A.nın] kullandığı 0544... 88 nolu cep telefonu ile 27.01.2005 tarihinde mesajlar dahil 54 kez görüşme yapılmıştır. 28.01.2005 tarihinde ise 27 kez görüşme yapılmıştır. (Lahika 345,346,349) Bu olağan üstü bir durumdur. Konuşmaların deşifre edilmesi bu olayı ve bir çok olayı aydınlatacağı düşüncesindeyiz. Bu telefon ile aranan ve aranılan şahısların adli sicil kayıtlarının araştırılarak konuşmaların tesbit edilmesi gerekmektedir.

...

Oğlumun şehit edilmesinden dört ay sonra Diyarbakır'a ve oradan da Şımak'a oğlumun görev yaptığı 6 ıncı İç Güvenlik Tugayına ve şehit edildiği Akdizgin köyü Avinedere Tilki Tepe mevkiine kadar gittim. Oğlumun vurulduğu yeri gördüm. Orada yanlışlıkla yada dalgınlıkla birlikte olduğu arkadaşının vurulması mümkün değil. Ancak kasten öldürmeye teşebbüs edildiği takdirde insan vurulabilir. Diyarbakır'da 2 inci taktik Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı ile olay hakkında görüştüm. Askeri savcı sadece ateş edilen mevzideki silahların balistik incelemeye (ekspertize) gönderdiğini söyleyince, ben müdahil olarak diğer silahlarında ekspertiz İncelemesinin yapılmasını talep ettim. Bu nedenle mahkeme dosyasında ayrı tarihlerde yapılmış iki adat ekspertiz raporu bulunmaktadır.

... suç konusu kovanların mikroskopta yapılan karşılaştırmaları neticesinde; mevcut genel izlere atfen aralarında bir ilişkinin bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Oysa Sanık [M.A.E.] devletin kendisine verdiği '70...50' seri numaralı tüfekle ateş ederek vurduğunu söylemiştir. Burada söylenen yalan ve saklanan bir sır vardır.

Teğmen [G.Y.ye] ateş edildiği ve vurulduğu silaha ait suç konusu mermilerin hangi silahtan kim tarafından atıldığı mevziide bulunan beş korucu tarafından bilinmektedir. Özellikle sanığın bulunduğu mevziide bulunan oğlumun vurulduğu mermilere ait kovanların atıldığı silah bulunup tesbit olunmadan sanık hakkında böylesi bir dava mesnetsiz kalacaktır. Sanığın ve yanındakilerin yalanları üzerine yargılama yapılıp hüküm kurulamaz.

4- Astsubay [O.P.] ifadesinde silah seslerinin gece saat 23-24 sularında geldiğini ifede etmiştir. (Lahika 360) Topçu Yüzbaşı [H.E.K.] ifadesinde; Akdizgin taburunda görevli olan Piyade Ast Subay [İ.M.] Teğmen [G.Y.nin] vurulmasından yarım saat kadar önce sırasında ayakta olan birisi silahı ateşleyen korucunun yanında bulunan [B.A.] isimli korucu cep telefonu ile görüşme yaptığını ifade etmiştir. (Lahika 310) Piyade Yüzbaşı [İ.A.] Tuğgeneral [H.G.nin] soruşturmasında verdiği ifade de, gece saat 23.00 civarında Tabur nöbetci amiri Tank, Üsteğmen [H.K.] tarafından bölgemizden alınan 'bir telefon kestirmesi olduğu teröristlerin küçük bir birliğe eylem yapma girişiminde bulunduğunu, mesaj aldım' demiştir. (Lahika 367) Bu iki ifade örtüşmektedir. Suç konusu olan Teğmen [G.Y.nin] vurulduğu mermilere ait kovanlar Geçici Köy Korucuların silahlarından atılmadığına göre ve Geçici Köy Korucularının silahlarından atılmış bir tek mermi kovanı bulunmadığına göre o gece, o yörede Teğmen [G.Y.nin] şehit edilmesi olayından başka bir olay olmaması bu eylemin orda bulunan birinin veya birilerinin bilgisi dahilinde Teğmen [G.Y.nin] Yasa dışı örgüt mensupları tarafından şehit edilmiştir. ...

 ...

2. Evvelce mahkeme safahatı sırasında da dilekçelerimde belirttiğim üzere;

a- Gerekirse mahallinde yeniden keşif yapılmasını,

..."

74. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk 1/11/2007 havale tarihli dilekçeyle, Asliye Ceza Mahkemesine ilettiği bir başka dilekçesindeki benzer talepler yanında ölü morluğunun oluşma süresinin, oğlunun tüfeğinin kumla dolu olmasının, o akşam yapılan telsiz görüşmelerinin, hücum yeleğinin oğlunun üzerinde bulunmaması hususlarının araştırılması taleplerinde bulunmuştur. Söz konusu dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...

[O.P.nin] ifadesinde (Lahika 306) Silah seslerinin gece saat 23-24 sularmda geldiği ifade edilmektedir. Gecici Köy Korucuları ise olayın saat 2,30 sularında meydana geldiğini söylemektedirler. Eğer [O.P.nin] ifade ettiği gibi Teğmen [G.Y.] saat 11,00-12,00 sularında vuruldu ise saat 2,30'a kadar kan kaybından ölümünü beklemişlerdir. Ayrıca olay gecesindeki +7 ile -2 derecede vurulup kanı dışarıya akmayan (Olay yeri incelemesinde vurulduğu yerde kan izine rastlanmamıştır denilmektedir.) giysileri ile battaniyeye sarılı bir cesedin 50 dakika gibi bir sürede ölü morluğunun oluşu da Teğmen [G.Y.nin] daha erken bir saatte vurulduğuna işarettir. Bu olayın doğruluğu ile ilgili olarak o gece TSK'nın telsiz konuşmalarının istenerek incelenmesi gerekmektedir.

...

Teğmen [G.Y.] vurulduğunda elindeki G3 piyade tüfeğinin ateş gizleğenin içinin basılı toprakla dolu olması, her türlü savaş koşullarının öğretildiği bir subayın içinde el bombası dahil her türlü mühimmatı bulunan hücum yeleğini üzerinden çıkarmasının mümkün olmadığı halde, vurulduğunda hücum yeleğinin üzerinde olmaması, vücuduna isabet eden mermilerin önden karın ve göğüs bölgesinden arkadan daha aşağı bölgelerden çıkması Teğmen [G.Y.nin] G3 tüfeğinin namlu üzerine yere gömdürerek, hücum yeleğindeki el bombasının patlama riskine karşı hücum yeleği çıkarttırarak diz üstü çöktürüp ateş edilerek öldürüldüğü izlenimini vermektedir..."

75. Asliye Ceza Mahkemesinin 5/2/2008 tarihli görevsizlik kararıyla dosyanın Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine (Ağır Ceza Mahkemesi) gönderilmesine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...Her ne kadar sanık [M.A.E.nin] üzerıne atılı 'Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Nedenlerle Sınırın Kast olmaksızın Aşılarak Taksirle Adam Öldürme' suçundan cezalandırılması istemiyle mahkememize Askeri Mahkemece görevsizlik kararıyla dava dosyası gönderilmiş ise de; mahkememizde geçici köy korucusu olarak görev yapan tanık [Y.Ş.nin]; olay tarihinde maktul [G.Y.nin] emir ve komutasında teröristlerin geçiş yapacağı muhtemel olan Tilkitepe mevkiinde pusu görevi icra etmek için kılavuz olarak görev yaptığını, maktül ile birlikte mevzileri kontrol etmek amacıyla üst mevziiye giderken kendilerine 2 el ateş edildiğini, [G.Y.nin] vurulduğunu, maktülün askeri üniformasının bulunduğunu, ateş edilen mevzii ile maktülün vurulduğu yerin yaklaşık olarak 70 metre mesafede olduğunu, havanın sisli, yağmurlu olmadığını, açık olduğunu ayrıca ayışığının da bulunduğuna dair beyanı nazara alındığında sanığın üzerine atılı suçun TCK'nun 81.maddesinde düzenlenen 'Kasten Öldürme' suçunu oluşturabileceği..."

76. Sanık M.A.E.nin Ağır Ceza Mahkemesi önündeki 15/7/2008 tarihli, müdafili savunma beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"...yaklaşık 14-15 yıldır Geçici Köy Korucusu olarak bir çok görevde bulundum, bu süre içinde Cudi, Gabar, Kafo ve Geçit Dağında bir çok operasyonda ve pusu görevinde bulundum, bu süre içinde yine devamlı olarak kaleşnikof tüfek kullandım, ...timde görevlendirilen [Y.Ş.] dışındaki korucular ile aynı köydenim, akşamleyin saat 22:30 civarında Akdizgin taburunda yöreyi bilen [Y.Ş.] ile bizi tanıştırdılar, ... saat 22:50 civarında ise teğmen [G.Y.] geldi. yemekhanede tüm korucular ile tanıştı, silahlar tam dolduruluş yapıldı, yaya olarak saat 23.00te yola çıktık. saat 24:00 civarında Tilkitepe'ye vardık, ...sonradan öğrendiğime göre bizden aşağı tarafta bizden habersiz bir mevzi daha oluşturulmuş, bu mevziden bizim haberimiz yoktu, olaydan sonra öğrendik ... o sırada hava açıktı, ay ışığı vardı, ortalık gündüz gibiydi, kısmen bulut vardı, ancak ay ışığını kapatmıyordu saat 02:00'yi biraz geçmişti, bende saat olmadığı için ara ara [B.den] saati soruyordum, benim yanımda cep telefonu yoktu, [B.de] veya diğer korucularda cep telefonu olup olmadığını bilmiyorum. Bu süreç içinde hiç uykuya dalmadım, olaydan hemen önce sanki biri koluma dokunarak 'arkana bir bak' dediğini duydum ... duyduğum bu ses üzerine döndüğümde, iki kişinin biraz hızlı adımlarla, ancak herhangi bir hedef küçültmeksizin, yani eğilmeksizin bizim bulunduğumuz mevziye doğru geldiklerini gördüm, ben teğmenin ve [Y.nin], iki kişinin geldiği yönden teröristlerin gelebileceğini söylemeleri nedeni ile yüzde yüz bu kişilerin terörist olduğunu düşündüm. Zaman kaybetmeden hemen bana devletin görev nedeni ile verdiği kaleşnikof silah ile gelenlerin üzerine doğru seride ateş ettim, herhangi bir uyarıda bulunmadım, çünkü mevziye yaklaşmışlardı, el bombası atabileceklerini düşündüm, ben gelenlerin elinde silah görmedim, ancak yukarıda havanın aydınlık olduğunu söylememe rağmen, mevziye yerleşmemizin üzerinden iki saat geçtiği için hava kapanmıştı, bulutlar son yarım saatte ay ışığını kapatmıştı ... yere düştükten sonra da vurduğumdan kesin olarak emin olmadığı için ateş etmeye devam ettim, ... ancak arazi yapısı nedeni ile şehidi sırtıma alarak asfalta 100 m. kalaya kadar ben taşıdım....

...benden başka kimse ateş etmedi yanımda başka bir silah da yoktu.

...

Sanığın askeri mahkemedeki savunması okundu, daha önce belirttiğim gibi saat 19:00'da Tilkitepe'ye gidecektik, ancak daha sonra bu saat 23:00 olarak değiştirildi,...

...soruldu, ekspertiz raporlarında neden benden teslim alınan tüfekten toplanan kovanların atılmadığı yönünde görüş bildirildiğini anlayamadım. Benden teslim alınan kaleşnikof tüfek ile olay sırasında ateş etmiştim, silahları bizden bir üsteğmen aldı dedi..."

77. Aynı celsede, timde görevli diğer geçici köy korucularının tanık olarak beyanları Ağır Ceza Mahkemesince alınmış; beyanlarının öncekilerle benzer yönde olduğu görülmüştür. Tanık Y.Ş.nin beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"...Teğmen vurulduktan sonra eşyalarını mevziden toparlarken hücum yeleğinin mevzide olduğunu gördüm, yani mevzileri kontrol ettiğimizde yeleği üzerinde değildi, benim kalaşnikof silahım omzumdaydı, ... biz teğmen ile aramızda çok az bir mesafe olacak şekilde herhangi bir hedef küçültmeksizin en yukarıya doğru mevziye doğru yürürken ateş edildi ... ben onu sırtından sağ kolum ile kaldırdım, demekki teğmen benim sağımdaydı...

...

Tanığın 28.01.2005 tarihli Cumhuriyet Savcılığındaki beyanı okundu soruldu, duruşmada belirttiğim gibi teğmeni sağ kolum ile sarılmıştım önceki ifademde yanlış anlaşılmışım, ...dedi..."

78. Ağır Ceza Mahkemesinin talimatla talep etmesi üzerine tanık H.E.K.nın Ankara 8. Ağır Ceza Mahkemesinde alınan9/3/2009 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"[G.] Levazım Teğmen idi ... olaydan sonra olay yeri inceleme ekibiyle olay yerine gittik. Olay yeri inceleme ve tespitleri yaptık, buna ilişkin kayıtların dosyada mevcut olması gerekir. Yaptığımız tespit ve incelemeler aynen doğrudur. ...Olay hataen olmamıştır. Görevli arkadaşımın bilerek öldürüldüğünü düşünüyorum. Silah atışı seri olarak yapılmamıştı, bunu olay yerine gittiğimde tespit etmiştim. Zira mermi vuruş yerleri ve mermilerin yere dağılımına göre bu sonucu mesleki tecrübemi de kullanarak rahatlıkla çıkarabilirim. Mermi dağılış çapı çok düşüktü, seri atış halinde mermiler yere çok fazla dağınık şekilde yayılırlar. Ceset üzerinde iki tane mermi girişi vardı. Mermi girişlerinin hangi bölgede olduğunu hatırlamıyorum. Sonuçta sanığın silahı kazaen yada hataen ateş almamıştır. Seri atış da olmamıştır. Hatırladığım kadarıyla 5 adet toprağa saplanmış vaziyette mermi tespit ettik. Bu mermiler seri atılmayıp tek tek atış olması karşısında olayda kasıt vardır kanaatindeyim...

79. 23/6/2009 tarihli celsede, Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askerî Mahkemesinin görevli bazı komutanlar hakkında yürüttüğü ve beraatlerine karar verdiği yargılama dosyasının Ağır Ceza Mahkemesince temin edildiği görülmüştür.

80. Emniyet Genel Müdürlüğü Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı (Kriminal Polis Laboratuvarı) tarafından düzenlenen 22/6/2009 tarihli ekspertiz raporunda; geçici köy korucularına ve sanığa ait tüfeklerle olay yerinden elde edilen on adet boş kovanın karşılaştırması neticesinde aralarında bir ilişki bulunmadığı, öte yandan on kovandan beşinin Akdizgin 2. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığında görevli Astsubay Çavuş H.G. tarafından Piyade Onbaşı E.U.nun kazaen öldürülmesi olayında kullanılan 75...48/76...29 seri numaralı tüfekten atılmış olduğu tespitlerine yer verilmiştir.

81. Söz konusu rapor üzerine Ağır Ceza Mahkemesi 9/7/2009 tarihli müzekkere ile Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığından 75...48/76...29 seri numaralı tüfeğin ilgili birlikten araştırılarak nerede olduğunun tespit edilmesini talep etmiştir. Söz konusu Kalaşnikof marka tüfek Akdizgin 2. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığından teslim alınarak 10/11/2009 tarihinde Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli emanete alınmıştır.

82. Ağır Ceza Mahkemesi 13/8/2009 ve 15/10/2009 tarihlerinde Akdizgin 2. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığından envanterlerinde kayıtlı olan 75...48/76...29 seri numaralı tüfeğin 28/1/2005 günü (teğmenin şehit olduğu tarih) kimin zimmetinde ve fiilen kimin kullanımında olduğunun bildirilmesini istemiştir. Adı geçen birlikten verilen 24/10/2009 tarihli cevapta tüm araştırmalara rağmen olay günü söz konusu tüfeğin kimin zimmetinde ve fiilen kimin kullanımında olduğunun tespit edilemediği bildirilmiştir.

83. Ağır Ceza Mahkemesinin 75...48/76...29 seri numaralı tüfeğin 28/1/2005 günü (teğmenin şehit olduğu tarih) kimin zimmetinde olduğu ve fiilen kimin kullanımında olduğunun tespit edilmesinin maddi gerçeğin tespiti yönünden büyük önem arz ettiğini de belirttiği 1/4/2010 tarihli bir diğer yazısına istinaden Tugay Komutanlığının Tümen Komutanlığına hitaben ve Ağır Ceza Mahkemesi iletilmek üzere yazdığı, 75...48/76...29 seri numaralı tüfeğin 28/1/2005 günü (teğmenin şehit olduğu tarih) kimin zimmetinde ve fiilen kimin kullanımında olduğu sorularına dair 18/5/2010 tarihli cevap yazısının ilgili kısımları şöyledir:

 "...

2. 6'ncı Mot.P.Tug.K.llğl arşiv kayıtlarında bulunan 27-28-29 Ocak 2005 tarihli HAGÜNDURAP'lar ile Ceride Defterleri incelenmiş olup seri numaraları belirtilen silahların olay günü hangi personelin zimmetinde olduğu, hangi personel tarafından fiilen taşınıp kullanıldığına ilişkin olarak herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

3. ilgi (c) yazıyla 2'nci Mot.P.Tb.K.lığından 75...48/76...29 seri numaralı kaleşnikof marka piyade tüfeğinin 28 Ocak 2005 tarihi itibariyle hangi personelin zimmetinde olduğunun bildirilmesi istenmiştir. 2'nci Mot.P.Tb.K.llğl tarafından yapılan tüm arşiv araştırmalarına rağmen seri numaraları bildirilen silahlarla ilgili bir kayda rastlanmamıştır. 2'nci Mot.P.Tb.K.llğlnca bu konu ile ilgili olabilecek personele telefonla bilgileri sorulmuş olup konu ile ilgili hususlar aşağıdadır.

a.Seri numaraları belirtilen silahların 28 Ocak 2005 tarihi itibariyle kimin zimmetinde olduğu ve kimin tarafından fiilen taşınıp kullanıldığının tespit edilemediği,

b. 2004-2006 yılları arasında 2'nci Mot.P.Tb.K.lığı Kh.Des.Bl.Astsb. olarak görev yapan P.Bçvş. [E.T.] (halen 40'ıncı P.A.3'üncü P.Eğt.Tb.1'inci Eğt.Bl.İkm.Astsb. olarak ISPARTA'da görev yapmakta) ile yapılmış olan telefon görüşmesinde 'o dönemde kaleşnikof marka silahların rütbeli personel tarafından kullanıldığı, ancak bahse konu silahların hangi personel tarafından kullanıldığını hatırlamadığı',

...

ç. 21 Ağustos 2006 tarihinde P.Onb. [E.U.nun] kazaen ateşli silahla vurulması olayında kullanılan 75...48 seri numaralı silahı kullanan Mu. Tekns. Astsb. Çvş. [H.G.] (halen KTBK Mu.Bl.K.lığı KIBRIS'ta görev yapmakta) ile yapılmış olan telefon görüşmesinde 'söz konusu silahı bölük deposundan aldığını ancak silahı kendisinden önce kimin kullandığını bilmediğini' belirtmiş olduğu, Astsb.Çvş [H.G.nin] 2006 yılı atamalarıyla 2'nci İG.P.Tb.K.lığına katılmasından dolayı bu olayla ilgisinin bulunmadığı,

d. Seri numarası belirtilen silahların 2'nci Mot.P.Tb.K.lığı envanterine giriş tarihinin tespit edilemediği, 6'ncı Mot.P.Tug L YM Amirliği ve Loj.Ş.Md.lüğü ile yapılmış olan görüşmede 2007 yılında otomasyona geçildiğinden dolayı 2007 yılından öncesine ait evrakların arşivde saklanması için Arşiv Müdürlüğüne gönderildiği,

e. Olayın meydana geldiği dönemde yol emniyeti, pusu vb. operasyonel faaliyetler nedeniyle söz konusu bölgeye çok sık gidildiği ve bu görevler esnasında keşif, eğitim vb. maksatlı bir çok atış yapılmış olabileceği, olay sonrasında toplanan boş kovanların daha önceden bölgede bulunan boş kovanlana karışmış olabileceği bildirilmiştir.

4. İlgi (d) yönerge esaslarına göre, silahların personele zimmeti El Senetleri ile yapılmakta olup personelin başka birliğe ataması yapıldıktan sonra ilişiği kesilirken El Senetleri personele iade edilmektedir. Seri numaraları bildirilen silahların söz konusu olayla ilgisi olduğuna dair daha önce herhangi bit tespit yapılmadığından dolayı olayın meydana geldiği 28 Ocak 2005 tarihinde seri numaraları belirtilen silahların hangi personelin zimmetinde olduğu, hangi personel tarafından fiilen taşınıp kullanıldığına ilişkin olarak herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanmamıştır..."

84. Ağır Ceza Mahkemesi 21/9/2010 tarihli yazı ile Şırnak İl Jandarma Alay Komutanlığından Şırnak'ta 2004-2005 yıllarında görev yaptığı anlaşılan 23. Piyade Tugayının yeni faaliyet merkezini ve adını sormuştur. Verilen 14/10/2010 tarihli cevapta 23. İç Güvenlik Piyade Tugay Komutanlığının 1996-2006 tarihleri arasında Silopi'de faaliyet yürüttüğü, şu anda adının 23. Motorlu Piyade Tümen Komutanlığı olduğu ve Hasdal Eyüp/İstanbul adresinde konuşlanarak faaliyetine devam ettiği bildirilmiştir.

85. Ağır Ceza Mahkemesinin 75...48/76...29 seri numaralı tüfeğin 28/1/2005 günü (teğmenin şehit olduğu tarih) kimin zimmetinde ve fiilen kimin kullanımında olduğunun tespit edilmesine yönelik yazısına Tugay Komutanlığınca verilen cevapta 2007 yılı öncesine ait evrakın Arşiv Müdürlüğüne gönderildiği bildirilmiş, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 8/8/2010 tarihli müzekkereyle Millî Savunma Bakanlığı (MSB) Arşiv Genel Müdürlüğünden aynı bilgiler talep edilmiştir.

86. MSB Arşiv Genel Müdürlüğünün 8/4/2011 tarihli yazısıyla, talep edilen hususlarla ilgili olarak arşivde herhangi bir bilgi ya da belge olmadığı bildirilmiştir.

87. Yine Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen 14/1/2010 tarihli ekspertiz raporunda ise tetkik için gönderilen 76...29/76...70 ve 75...48/76...29 seri numaralı iki adet Kalaşnikof marka tüfek ile olay yerinden elde edilen on adet boş kovanın karşılaştırması neticesinde kovanlardan beşinin 75...48/76...29 seri numaralı tüfekten atıldığı tespitine yer verilmiştir.

88. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/2/2010 tarihli talebi üzerine Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şubesi tarafından düzenlenen 18/2/2010 tarihli ekspertiz raporunda; geçici köy korucularına ve sanığa ait tüfek, ayrıca bir başka kazaen öldürme olayında kullanılmış olan 75...48/76...29 seri numaralı tüfekle olay yerinden elde edilen on adet boş kovanın karşılaştırması neticesinde kovanlardan beşinin 75...48/76...29 seri numaralı tüfekten atıldığı, diğer beş kovanın ise gönderilen tüfeklerin hiçbirinden atılmadığı tespitlerine yer verilmiştir.

89. Başvurucular vekilinin Ağır Ceza Mahkemesine verdiği, olayın planlı gerçekleştirildiği iddialarını ve çeşitli talepleri içeren dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...GKK [Y.Ş.] tüm mevzileri görebilecek şekilde ay ışığı olduğunu ve kendilerinin iç mevziden geldiklerini beyan etmiştir. Sanık Şehit Teğmen [G.Y.yi] görebilecek durumda iken ateş etmiştir. Bu da sanığın kasten ateş ettiğini açıkça ortaya koymaktadır. Aslında burada tartışılacak konu Şehit Teğmen [G.Y.nin] nerede ve nasıl vurulduğudur. Otopsi raporunda Şehit Teğmen [G.Y.nin] iç ve dış kanamadan öldüğü belirtilmişken Sanık ve tanık anlatımlarına göre Şehit Teğmen [G.Y.nin] vurulduğu iddia olunan yerde kan izleri olmaması Şehit Teğmen [G.Y.nin] başka bir yerde öldürülerek olay yerine getirilerek kaza süsü verildiğine delildir.

...

...bulunan suç unsuru 10 adet kovan GKK'ların üzerlerine kayıtlı silahların dışında iki adet kalaşnikof tüfekten atılmıştır. Birisi belirlenen 75...48/76...29 seri nolu kalaşnikof tüfek ikincisi şu ana kadar belirlenemeyen kalaşnikof tüfekle ateş edilmiştir. Bu demektir ki timde mevcut GKK'ların haricinde iki kişi daha vardır. Eğer böyle ise bu iki kişi Teğmen [G.Y.yi] ortadan kaldırmak için görevlendirilmiştir. Diğer açıdan da bu silahlar koruculara fazladan verilmiş ve planlı bir biçimde Teğmen [G.Y.yi] öldürmeleri istenmiştir. Ancak sanığın veya diğer olası zanlıları hesap edemedikleri nokta 75...48/76...29 seri nolu kalaşnikof tüfeğin daha sonra başka bir olayda kullanılmasından sebeple ortaya çıkacağı gerçeğidir. [H.E.K.nin] ifadesinde olduğu gibi her iki tüfekten de nişan alınarak tek tek atış yapılmıştır. Gece çok belirgin ay ışığı olması nedeniyle atış yapanların hedefe tam isabet ettirmelerini de kolaylaşmıştır. ...

...Dış kanaması olan bir insanın vurulduğu gösterilen yerde kan lekesine rastlanmaması yalan ifaden kaynaklanmaktadır. Teğmen [G.Y.yi] vurdukları yeri tam söylememektedirler. Kan izleri Teğmen[G.Y.nin] mevzilendiği kayalıktan başlamaktadır. Buda ihtimal Teğmen [G.Y.nin] mevzisine yakın bir yerde kasten öldürüldüğünü göstermektedir. GKK[lar] düzmece ve yalan ifadeleri ile görevlileri ve adaleti yanıltmaya çalışmışlardır. [G.Y.nin] ölümüne neden olan iki adet mermilerin vücuda giriş ve çıkışlarına bakıldığında giriş çıkışın arasında önemli ölçüde yükseklik farkı bulunmaktadır. Bu da maktulü diz çöktürüp nişan alıp o şekilde öldürmüşlerdir. Ateş edildiği söylenen mevzii ile vurulduğu gösterilen nokta arasında önemli bir eğim bulunmamaktadır. ... Ayrıca Teğmen [G.Y.] vurulduğu zaman hücum yeleği üzerinde yoktu. ... GKK Teğmen [G.Y.yi] kasten öldürdüklerinde hücum yeleğinin üzerindeki bulunan el bombalarının patlamasından dolayı yaptıkları planlarının bilineceği ve ... kendilerinin de zarar göreceğini düşünerek vurmadan önce hücum yeleğini üzerinden çıkartmışlardır.

..."

90. Ağır Ceza Mahkemesince 27/4/2011 tarihinde, sanık M.A.E.nin geçici köy korucusu olarak görev yaptığı süre boyunca kullandığı tüfeklerin seri numaralarının bildirilmesi istenmiş olup şahsın 70...50 ve 72...34 seri numaralı Kalaşnikof marka tüfekleri kullandığı, 72...34 seri numaralı tüfeği Teğmen G.nin şehit olması olayından sonra aldığı bildirilmiştir.

91. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 24/11/2011 tarihinde, sanık M.A.E.nin zimmetinde olduğu bildirilen, ikinci bir tüfek olan 72...34 seri numaralı Kalaşnikof marka tüfeğin de olay yerinden elde edilen kovanlarla karşılaştırmasının yapılması için Kriminal Polis Laboratuvarına gönderilmesine yönelik müzekkere yazılmıştır. Fakat 72...34 seri numaralı Kalaşnikof marka tüfeğin sanığa olay tarihinden sonra verildiğinin anlaşılması üzerine 16/2/2012 tarihli celsede söz konusu raporun temininden vazgeçilmesine karar verilmiştir.

92. Yine Ağır Ceza Mahkemesince, 2006 yılında gerçekleşen, bir başka kazaen vurularak şehit düşme olayı olan E.K.nın Astsubay Çavuş H.G. tarafından vurulmasına ilişkin olarak 27/4/2011 tarihli müzekkereyle Tabur Komutanlığından H.G.nin 2006-2008 yılları arasında Akdizgin 2. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığında görev yaparken kendisine zimmetli olarak hangi marka ve seri numaralı tüfeklerin teslim edildiği sorulmuş; Tabur Komutanlığının 17/5/2011 tarihli yazısıyla yapılan tüm arşiv araştırmasına rağmen talep edilen konuda bir kayda rastlanmadığı bildirilmiştir.

93. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Adana Ağır Ceza Mahkemesine yazılan 29/6/2011 tarihli talimatla, 2006 yılında gerçekleşen, bir başka kazaen vurularak şehit düşme olayı olan E.K.nın H.G. tarafından vurulmasında H.G.nin olay anında kullandığı tüfeğin suç tarihinde kendisine zimmetli olup olmadığı, zimmetli ise hangi tarihte zimmetlendiği, değilse tüfeği nasıl temin ettiği hususlarında beyanının alınması istenmiştir.

94. Adana Ağır Ceza Mahkemesindeki 28/9/2011 tarihli beyanında H.G. 24/8/2006 tarihinde E.U.yu kendisine zimmetli olan silahla kazaen vurduğunu, bu silahın göreve başladığı tarih olan 2006 yılının Temmuz ayının 15'i ya da 16'sı gibi kendisine verildiğini, kazaen vurma olayı üzerine silahın kendisinden alındığını ifade etmiştir.

95. Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığıyla yapılan birkaç yazışma üzerine son olarak 8/2/2012 tarihinde E.K.nın H.G. tarafından kazaen vurulması olayına dair soruşturma dosyasının bir örneği Ağır Ceza Mahkemesi tarafından talep edilmiştir.

96. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 27/3/2012 tarihli celsede; daha önceki celselerde hangi silahlardan atıldığı tespit edilemeyen beş adet boş kovanın faili meçhul arşivinden araştırılmasının istenmesine dair ara kararından, söz konusu kriminal incelemenin dosyanın esasına etkili olmayacağı, dosyadaki zamanaşımı süresi de dikkate alındığında dosyanın zamanaşımına uğratılmaması ve sürüncemede bırakılmaması için vazgeçilmesine karar verilmiştir.

97. Ağır Ceza Mahkemesi 27/3/2012 tarihli kararıyla sanığın gerekçeli kararda belirtildiği şekliyle taksirle adam öldürme suçunu işlediği kanaatiyle neticeten3 yıl 5 ay 20 gün hapis ve 339 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısımları şöyledir:

"...

...kuzeydeki mevziye gelen korucuları yerleştirme işlemini maktülün emri ile korucu [Y.Ş.nin] yaptığının tanık beyanları ile doğrulandığının anlaşıldığı ve bir kısım tanık anlatımlarında da maktül tarafından koruculara bölgenin özelliği gereği çok dikkatli olmalarını söyleyerek maktülün mevzisine döndüğü ... mevzideki koruculara ve sanığa bilgi verilmeksizin denetleme yaptığının görgü tanıklarının anlatımları ile sabit olduğu, ... mevziiye 39.50 metre kala havanın çok soğuk olması nedeniyle hafif uyku hali gelmiş bulunan sanık [M.A.E.nin] bir andadikkatinitoplayamaması nedeniylegelmekte olan şahıslarıterör örgütümensuplarızannedereketkisizhalegetirmek içinöldürmeyekarar verdiği ve seride bulunan silahınıbir el ateşlediği silahtançıkanmermilerdenikisininmaktülünvücudunaisabet ettiği, yeredüşeceği sıradakorucu [Y.Ş.nin] kolundayavaşça yere yıkıldığı, sanığın ateş ettiğişahısların ölmemiş olabileceğinidüşünerek ve seridebir kez dahaateş ettiği,seride iki el ateşten sonra [Y.Ş.nin] yukarı mevziiye 'ateşetmeyinbizi tanımadınız mı,vay evini yaktın, yıktın, arkadaşını vurdun' diye bağırdığı, ...olay yerinde bulunan tanık anlatımları ile birlikte olay esnasında sanıkdışındaherhangi birkimsenin ateş etmemişolduğu, olay sonrası olay mahallinde yapılanincelemede ateşedilen mevzii ile maktülün vefat ettiği yer arasındatoprağasaplanankurşunizlerigörüldüğüancakkurşun çekirdeğine rastlanmadığı, olaygünü havaşartlarınınuygun, dolunaydurumunda olması nedeniyle 40 metre mesafedeinsan yüzüseçilmese bileyürüyüş sitili ve genel şekillerin tanınabildiği, ateş açılan mevziiye yaklaşılan istikametin tehdit beklenilen istikamet olmayıpdostunsurlarının bulunduğuortadamevziiden gelen istikamet olduğunun olay yeri inceleme raporu ile tespit edildiği, sanığın olay sonrası el ve diğer yüz svaplarının alındığı, olay sonrası silahların teknik incelemelerinini yapıldığı müteveffa ve diğerkorucuların silahlarınınfaalolduğunun, namlu vemekanizmada ateş edildiğine dair barutgazıgibibir emareninbulunmadığı, oysasanığın sağlam ve faalolansilahının içinde mekanizmada silahla dahil olmak üzerekoruculara ait silahlar ile mevzide bulunan 10 adet boş kovanların yapılan incelemesinde boş kovanların bu silahlarla ilişkilerinin bulunmadığı anlaşılmakta birlikte yapılan kimyasal incelemede sanığa ait yüzden alınan svap üzerinde antimon elementi tespit edildiği ve bu elementin ateşli silahtan kaynaklanan atış artığı olduğunun saplandığı, müteveffanın giysilerine yapılan fiziksel incelemesinde de atışın uzakatış olduğunun tespit edildiği, olayın sanığınterörist zannederek silahını ateşlemesi sonucu maktülün ölümüne sebebiyet verdiği anlaşılmıştır.

Sanık hakkında her ne kadar kasten öldürme suçunu işlediğinden bahisle görevsizlik kararı verilerek mahkememizde iş bu dava açılmış ve müdahiller ve müdahil vekili tarafından söz konusu suçun kasten işlendiğine dair beyanlarda bulunulmuş ise de olay ile ilişkisi olduğu değerlendirilen ve olay mahallinde bulunan 10 adet boş kovana ilişkin rapor aldırıldığı, söz konusu kovanların sanık ve olay yerinde bulunan tanıklara ait silahlardan ateş edilmediğini belirtildiği, söz konusu kovanlardan 5 tanesinin 75...48/76...29 nolu silahtan atıldığının tespit edildiği, söz konusu silahın [H.Ç.ye] zimmetli olduğunun bildirildiği, tanık [H.nin] beyanında ise söz konusu silahın 2006 yılı Temmuz ayında kendisine zimmetlendiğini bildirdiği, söz konusu silahın olay tarihi itibari ile kimin adına kayıtlı olduğuna ilişkin yazılan müzekkereye Şırnak 23. Jan. Snr.Tüm. K.lığının 18.05.2010 tarihli cevabında; tüm aramalara rağmen silahın o tarihte hangi personelin zimmetinde olduğunun ve hangi personel tarafından fiilen taşınıp kullanıldığının tespit edilemediğinin, olayın meydana geldiği dönemde yol emniyeti, pusu, vb. operasyonel faaliyetler nedeni ile sözkonusu bölgeye çok sık gidildiği ve bu görevler esnasında keşif, eğitim vb. maksatlı bir çok atış yapılmış olabileceği, olay sonrasında toplanan boş kovanların daha önceden bölgede bulunan boş kovanlar ile karışmış olabileceğinin bildirildiğinin anlaşıldığı, diğer 5 kovanın ise 23.08.2010 tarihli Ankara jandarma genel komutanlığının uzmanlık raporunda tek bir silahtan atıldığının ancak arşivlerinde yer alan kayıtlarla bir ilişkisinin bulunmadığının bildirildiği, söz konusu kovanların da Şırnak 23. Jan. Snr. Tüm. K.lığının 18.05.2010 tarihli cevabı da göz önüne alınarak sözkonusu bölgeye çok sık gidilmesi ve bu görevler esnasında keşif, eğitim vb. maksatlı bir çok atış yapılmış olması, olay sonrasında toplanan boş kovanların daha önceden bölgede bulunan boş kovanlar ile karışmış olabileceği kanaatine varıldığı, ayrıca bölgede bulunan kovanların sanığın silahından atılmadığının tespit edilmesine rağmen, sanığın tüm beyanlarında kendisinin seride iki kez ateş ettiğini kabul etmesi, olay yerinde birden çok atış yapıldığına dair izlere rastlanılması, sanığın silahında olay sonrası yapılan incelemede atış kokusuna rastlanılması, sanıktan alınan yüz svabında da atışa ilişkin emarelere rastlanılması ve olayın doğrudan görgü tanıkları olan korucuların hazırlık ve mahkemede alınan yeminli beyanlarında eylemin sanık tarafından işlendiği yönündeki ifadeleri bir arada değerlendirildiğinde olayın sanık tarafından işlendiği, sanığın silahından çıkan kovanların bulunmaması açısından ise olayın işlenmesinden sonra olayın vehamet arz eden bir durum olması nedeniyle söz konusu kovanların sanık yakınları tarafından toplanmış olabileceğinin mahkememizce değerlendirildiği, yine sanığın kasten adam öldürme suçunu işlediğine yönelik iddia bakımından ise yasal mevzuatta kast; suçun kanuni tanımındaki unusurlarını bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi olarak ifade edildiği, Bu nedenle suçun unsurlarının somut olayda gerçekleşmesine yönelik iradeyi kastta aramak gerektiği, buna göre sanığın maktülü daha önceden tanımadığı, maktülün timinde ilk defa görev aldığı, sanıkla maktül arasında husumet olacak şekilde bir münasebetlerinin bulunmadığı, görgü tanıkları olan korucu tanıkların anlatımlarında da husumete yönelik herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı, ayrıca olayın işlendiği anda 'teröristti ateş ettim' dediği, yanlışlıkla ateş ettiğini anlamasıüzerinedeelini dizinevurarak 'evimi yaktım, ocağım söndü' diyerek dövünmeyebaşladığı, silah sesleri üzerine uyanan diğerkoruculara da 'eyvah ben arkadaşımı vurdum' dediği, yine olay sonrası vermiş olduğu ifadelerinde 'çocuklarım ölseydi komutanıma birşey olmasaydı' şeklinde beyanlarda bulunduğu, buna göre sanığın olay sonrası söylem ve davranışları ile dosya mevcudunda yer alan delillerle birlikte değerlendirildiğinde, sanığın öldürme kastının olmadığı, ... buradameşrusavunma ve zorunluluk halinin bulunmaması ve sanığın kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle maktülün taksirle ölümüne sebebiyet verdiği anlaşıldığı, yine her ne kadar müdahillerin maktülün tek asker olarak olay yerinde görevlendirilmesi nedeniyle söz konusu olayın işlenmesinde bir organize durumun olduğu ve maktülün kasten öldürülmesi için olay yerinde görevlendirildiğine ilişkin iddialarda bulunmuş iseler de söz konusu görevlendirme neticesinde [B.M.], [Ç.Ö.] ve [M.D.B.] hakkında büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ızrar, emre itaatsizlikte ısrar ve görevi ihmal suçlarından kamu davası açıldığı ve söz konusu yargılama neticesinde Diyarbakır 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesinin 18.12.2007 tarih, ... sayılı dosyasından beraat ettikleri ve kararın kesinleştiği anlaşıldığından, müdahiller ve vekilinin iddialarını ispatlar başkaca dosya mevcudunda bilgiye rastlanılmaması nedeniylebu hususta ki beyanlarına itibar edilmemiştir.

...

...Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; sanığın terörist eylemleri nedeniyle maktulün tim komutanı olarak gözetiminde mevzilere yerleştirildiği, olay anında dosyada sanığın yanında bulunan tanık [B.nin] anlatımları ve sanığın olayın hemen akabinde vermiş olduğu 28.01.2005 tarihli ifadesinde havanın soğuk olması nedeniyle bir anlık içinin geçtiğine ilişkin beyanı bir arada değerlendirildiğinde olay anında dalgın ve uyku halinde olması nedeniyle, olay yerinin komunu ve şartları itibariyle terör geçiş bölgesi olması ve her an tehlikeye açık durum arzetmesi ancak sanığın maktülü terörist olarak algılaması nedeniyle meşru müdafaa ve zorunluluk halinde bulunduğunu düşünerek maktüle ateş etmek suretiyle ölümüne sebep olduğu, Olay gecesi ay ışığının olduğu, mesafenin 39,5 metre olduğu ve bu mesafeden sanıkların suretlerinin seçilememesine rağmen eşkallerinin tanınacak durumda olduğu, eğer sanık bir an karşısında gördüğü insanı tahlil etmeye çalışsa ve arkadaşları ile istişare etse idi karşısındaki teğmenin terörist değil komutanı olduğunu algılayabileceğinin açık olduğu, maktül ve yanında bulunan [Y.ye] dur ihtarında bulunmaksızın ve yanında o anda bulunan diğer tanık [B.yi] uyarmaksızın, o anki ruh haliyesi ile endişe duyarakve bu sebeplerle sanık gerekli özen ve dikkati göstermeksizin taksirle alele acele karşısında gördüğü kişiye ateş ederek gerek meşru müdafa gerekse zorunluluk halinde ki sınırları da bu taksirli hareketi ile aştığı, sanıkta oluşan endişenin meşru savunma şartlarında belirtilen mazur görülebilecek nitelikte olmadığının anlaşıldığı buna göre sanık bir hukuka uygunluk sebebinin sınırını bilerek ve isteyerek yani kasten aşmamakta ve fakat sınırı aşmış olması dolayısı ile kusurlu sayılarak söz konusu olayda sanığın maktülün ölümüne sebebiyet vermesinde onun tedbirsiz ve dikkatsiz davranmasından ileri geldiğinin ve meşru savunma ve zorunluluk halleri açısından geçerli olan paniğe kapılmasını haklı gösterecek nedenlerin tam olarak oluşmadığını ve söz konusu olayda meşru savunmada sınırın 'heyecan, korku ve telaşla aşılsa bile ayrıcabunun mazur görülebilecek nitelikte' olmadığının anlaşıldığı, sanığın meşru savunma ve zorunluluk halinin şartlarında bir yanılgıya düşerek eyleminin gerçekleştirdiği ve taksirle maktülün ölümüne sebebiyet verdiği..."

98.Başvurucular 18/5/2012 tarihli dilekçeyle kararı temyiz etmiştir. Dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...Adli Tıp Kurumunun 18/0212010 tarihli raporuna göre; Ateş edilen mevziide bulunan 10 adet kovanın 5 tanesi 75...48 seri numaralı Kalashnikov marka tüfekten atıldığı tespit edilmiş olmasına rağmen bu silahın olay tarihinde kime zimmetli olduğu ve bu silahın olay tarihinde kimler tarafından kullanıldığı hala tespit edilememiştir. ... Aynı cevap yazısında 2004-2006 yılları arasında 2nci Mot.P.Tb. Klığı Kh. Des. Bl.Astsb. olarak görev yapan P.Bçvş. [E.T.] ile yapılan telefon görüşmesinde o dönemde Kaleşhnikof Marka silahların rütbeli personel tarafından kullanıldığı ancak bahse konu silahların hangi personel tarafından kullanıldığını hatırlamadığı ifade edilmiştir. P .Bçvş. [E.T.] ifadeye çağrılıp gizli tanık yasası kapsamında olay değerlendirilip ifadesi alındığında belkide ismini hatırlamadığı o rütbeli personeli hatırlayacağı kuvvetle muhtemeldir, çünkü TSK da halen muvazzaf olarak görev yapan subay yada astsubaylar kendilerini riske atmamak için ifade vermekten çekinmektedirler. Bu olayda daha önce ifadesi alınan tüm şahısların bu çekincelerini dikkate alarak gizli tanık yasası kapsamında tekrar ifadeye çağrılmaları olayın seyrini değiştirecek ve olayın aydınlatılmasına fayda sağlayacağı kuvvetle muhtemeldir.

Sayın iddia makamının talebi üzerine Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuarına yazılan müzekkerenin cevabının beklenmesine gerek kalmadığı, zaten gelecek cevabında dosyanın esasına etki etmeyeceği yönündeki kanaatini dikkate alan sayın mahkeme heyetinin bu müzekkereye cevap istemekten vazgeçmiştir,

Oysa ki daha önce Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuvarının 23/0112012 tarih ve 1542/12 sayılı ekspertiz raporu ateş edilen mevziide bulunan 10 adet boş kovanın 5 adetinin 75 ...48 seri numaralı Kalashnikov marka tüfekten atıldığı ve bu tüfeğin Asts. Çvş. [H.G.nin] P. Onb. [E.U.yu] kazaen ateşli silahla öldürmesi olayında kullanıldığını tespit etmiştir,... Diyarbakır Polis Kriminal Laboratuarına yazılan müzekkerenin cevabının mutlaka beklenmesi gerekirdi, daha önceki aynı Laboratuardan gelen cevap nasıl olayın seyrini değiştirdiği açıkça görülüyorsa, yazılan müzekkereye gerekirse tekit yazılıp mutlaka cevabın tekrar istenmesi yada en azından beklenmesi olayın açıklığa kavuşması açısından önem arz etmekteydi, kim bilir bu sefer tespiti yapılamayan diğer 5 adet kovanın atıldığı silah tespit edilecekti, bu silahların kimlerin tarafından kullanıldığı tespit edilecekti, o zamanda mı dosyanın esası değişmeyecekti...

...

...olay sırasında yanında cep telefonu olduğunu doğrulamıştır, ve olay gecesi korucu [B.A.nın] kimlerle görüştüğü hiç araştırılmamıştır.

...

...yani [M.A.E.] rapora göre olay gecesi ateş etmiştir, ancak yine aynı rapora göre kendisine zimmetli olan 70...50 Seri numaralı silahıyla, olay yerinde bulunduğu iddia edilen kovanların aralarında bir ilişki yok ise o zaman [M.A.E.] ya başka silahtan ateş ederek Teğmeni vurdu, yada [M.A.E.] kendi silahıyla başka yerde ateş ederek Teğmeni vurdu, çünkü olay yerınde bulunan boş kovanları koruculara zimmetli olan 8 silahın hiç birisinden atılmamıştır, eğer teğmeni şehit eden kurşunlar olay yerinde bulunan o boş kovanlardan çıkmış ise, o zaman ateş edilen silah nerededir? O silah kime aittir? Bulunamamıştır. O zaman ya olay yerinde koruculardan başka faili meçhul şahıslar vardı, onlar teğmeni şehit etti ondan sonrada delilleri yok edip ortalıktan kayboldu, yada olay yeri burası değil ve olay korucuların ifade ettiği şekilde meydana gelmedi...

...[M.A.E.nin] teğmeni hangi silahtan çıkan kurşunla vurduğunu açıklığa kavuşturamamıştır, ateş edilen mevziide bulunan 10 adet boş kovanın hangi silahtan atıldığını tespit edememiştir, teğmeni şehit eden kurşunların olay yerine gelen sanığın akrabaları tarafından toplanmış olabileceği ihtimalini düşünüp karar veren aynı mahkeme olay yeri incelemesi saat 7.00 gibi yapılıyor ve olaydan sonra tüm korucular gözetim altında tutuluyor, hiç kimse yakınlarına haber verme imkanı bulamıyor, ama her nasılsa bu kişilerin yakınları olayı haber alıyorlar ve Tabur Komutanlığına geliyorlar, olay yeri inceleme ekibinden önce gelip kurşunları toplamış olabileceği kanaatine varıp karar veriyorlar, Geçici Köy Korucularının yakınları ateş edilen mevziiden mermi kovanlarını toplarken bu eğitim için atılan mermi, buda [M.A.E.nin] attığı mermi şeklinde nasıl ayırt edebilmişler doğrusu böyle bir kanaat oluşmasının kabul edilebilirliği bulunmamaktadır. ... Öyle bir şey olduysa hepsi gözetim altındayken bu olayı korucuların yakınlarına kim, ne amaçla haber vermiştir, bu da hiç araştırılmamıştır, demek ki korucular hemen olaydan sonra gözetim altına alınmamışlardır.

...bunlar da olaydan sonra olay yerine gidip olay yerindeki delilleri yok ederek, olayın planlanan senaryoda ki durumuna uygun hale getirmişlerdir, demek ki kolluk güçlerinin iddia ettiği olaydan sonra hemen deliller koruma altına alındı ve korucular gözetim altında tutuldu ifadesi gerçek dışı bir ifadeden ibarettir, [O.P.] daha önceki ifadelerinde, korucuları... askeri araçla götürdüm, ve korucuların üzerlerinde kendilerine ait silahları vardı diye ifade vermesine rağmen, bu ifade hiç araştırılmamıştır, çünkü güvenlik güçleri olaydan hemen sonra korucuların silahları kriminale gönderilmek üzere koruculardan alındı diye ifade vermişlerdi..."

99. Yargıtay 1. Ceza Dairesi 25/9/2013 tarihli kararıyla sanığın suçunun sübutunu kabul ettiğini belirttikten sonra dava zamanaşımının dolması nedeniyle düşme kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...1- Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanığın geçici köy korucusu olup olay günü teğmen olarak görev yapan maktül ile birlikte terör örgütü mensuplarının geçisinin engellenmesi maksadıyla oluşturulan timde pusu faaliyetinde bulunduğu, tim komutanı olan maktülün gecenin ilerleyen saatlerinde sanığın bulunduğu mevziiyi teftişe çıktığı ve mevziiye varmasına 40 metre kaldığında sanığın acele edip yanında bulunan diğer koruculara da haber vermeden ateş ederek maktülü tedbirsiz ve dikkatsiz davranmak suretiyle öldürdüğü olayda; sanığın eyleminin 765 sayılı TCK.nun 455 ve 5237 sayılı TCK.nun 85/1 maddelerinde düzenlenen taksirle ölüme neden olma suçunu oluşturacağı düşünülmeden, ayrıca olayda uygulama yeri bulunmayan sayılı TCK.nun 50. maddesi uyarınca da indirim yapılmış olması yasaya aykırı ise de; bu husus sonuca etkili görülmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

2- Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın suçunun sübutu kabul, eleştiri sebebi saklı kalmak kaydıyla oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç niteliği tayin olunmuş ise de; sanığa yüklenen suç için kanunda öngörülen cezasının üst sınırı itibariyle 765 sayılı TCK.nun 102/4 ve 104/2 maddelerine göre belirlenen 7 yıl 6 ay olan uzatılmış dava zamanaşımı süresi 28.07.2012 tarihinde dolduğundan..."

C. Askerî Yetkililer Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

100. Askerî Savcılığının 22/3/2006 tarihli iddianamesiyle, olay tarihinde görevli komutanlardan Yarbay B.M. hakkında büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçundan, Binbaşı Ç.Ö. hakkında emre itaatsizlikte ısrar suçundan, M.B.D. hakkında memuriyet görevini ihmal etmek suçundan kamu davası açılmıştır.

101. Askerî Mahkemenin talimat talebi üzerine Genel Kurmay Askerî Mahkemesi nezdinde Teğmen G.nin şehit düşmesi sırasında tugay komutanı olarak görev yapan Tuğgeneral Ü.A.nın 19/9/2007 günü tanık olarak beyanı alınmıştır. Beyanın ilgili kısımları şöyledir:

"Müteveffa Levazım Teğmen [G.Y.nin] zıpkın timinde görevlendirilmesi konusunda Hrl.Ş.Md.V.P.Yb. [B.M.ye] emir verip vermediğim veya tim komtanının ismini tespit etmeden iki zıpkın timinin oluşturulması emrini verip vermediği sorusuna cevabım şudur. 26 ocak 2005 ünü akşamı ertesi günkü faaliyetleri planlamak maksadıyla yaptığım toplantıda (Toplantıda Tug. Kur.Bşk. Kur.Alb. [E.T.] ve Hrk.Ş.Md.V. P.Yb. [B.M.] vardı) görülen lüzum üzerine '2nci İG.P.Tb. bölgesinin iki zıpkın timiyle takviye edilmesi' emrini verdim. İsim veya zıpkın timi numarası belirtmedim. Çünkü toplam üç adet zipkın timi vardı. Bunların isim listeleri önceden belirlenmiş ve Tüm.K.lığına da bildirilmişti. Bu timler ihtiyaç hasıl oldukça sırayla kullanılıyorlardı. Nitekim olayın olduğu gün her üç zıpkın timide arazide görevliydi. Bir timin komutanı Tugay karargah Bl. Emniyet Takım K. Olan Piyade teğmendi. Bu subay komutan ve karargahın emniyetini sağlamaktan sorumlu olduğu halde adam yokluğundan böyle bir göreve seçilmek zorunda kalınmıştı. Diğer bir timin komutanı da istihkam teğmendi, üçüncü timin başına da levazım teğmen verilmişti. Bu tamamen mecburiyetten kaynaklanmıştı. Çünkü AKÇAY Ana Üs Bölgesinde başka muharip birlik yoktu. Sadece Tugay Karargahı, Karargah Bölüğü, Muhabere Bölüğü, İstihkam Bölüğü, Lojistik Destek Komutanlığı ve Topçu Taburunun Karargahı ile Yarım Bataryası (3 Top) vardı. Bu yıllardan beri böyle olduğundan herkes tarafındanda biliniyordu. Buna rağmen buüs bölgesi için her bölük seviyesinde birer zıpkın timi kurulacak diye emir verilince mevcutlar içinde rütbesi, görevi ve fizik yetenekleri ile eğitim durumu en uygun olanlar seçilmiş vede sınıf rütbe ad soyad belirtilmek suretiyle Tümen Komutanlığına bildirilmişti. Bunun anlamı şudur. 'Siz bizden şu şu vasıf1arda tim komutanı ve tim personeli istiyorsunuz ama biz ancak bunları sağlayabiliyoruz, elimizdenbu geliyor, uygun görürseniz devam ederiz uygun görmezseniz iptal edersiniz'. Yani saklı gizli bir şey yapılmadı. ... Her olayın mevcut durum ve şartlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum, dedi.

102. Askerî Mahkeme 2007/340 esasına kayden gerçekleştirdiği yargılama sonucunda 18/12/2007 tarihli kararıyla Yarbay B.M., Binbaşı Ç.Ö. ve Binbaşı M.D.B.nin müsnet suçlardan beraatlerine karar vermiştir. Karar, Askerî Yargıtay tarafından onanmakla kesinleşmiştir.

103. Karar, başvuruculardan Hacı Ahmet Yaşartürk tarafından temyiz edilmiştir. Askerî Yargıtay 31/3/2009 tarihli kararıyla başvurucunun söz konusu davada katılan sıfatını alabilecek surette zarar görmediğinden bahisle Askerî Mahkemece katılma isteminin reddine dair kararda bir isabetsizlik bulunmadığını, dolayısıyla başvurucunun temyiz hakkına sahip olmadığını belirterek temyiz isteminin reddine karar vermiştir.

D. İdari Tahkikat Süreci

104. Olay sonrasında Tümen ve Tugay Komutanlıklarınca ayrı idari tahkikatlar yürütülmüş ve raporlar hazırlanmıştır. Bu süreçte timde görevli geçici köy korucuları ile sürece dâhil olan tüm askerî personelin beyanı alınmıştır.

105. Yüzbaşı M.İ.A.nınİdari Tahkikat Heyeti başkanı tuğgeneral tarafında alınan ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... Saat 23.00 civarında Tabur nöbetçi amiri Tnk. Ütğm. [H.K.] tarafından bölgemizde alınan bir cep telefonu kestirmesi olduğu ve küçük bir birliğe eylem yapma girişimlerinde olduğunu içeren mesaj aldım. Bunu üzerine İs.Tğm. [H.E.ye] böyle bir durumun olduğunun daha dikkatli olmalarını, bulundukları bölgenin az kuvvetle tutulması zor olduğu için emniyete almada güçlükler doğacağını, ... söyledim. Saat 23.30 civarlarında tim bulundukları bölgede harekete başladı ve 00.30 civarında 3ncü pusu bölgesine ... yerleşti. Gece 02.45 civarında nöbetçi subay P. Atğm. [S.Y.] telsizden dinlediği bilgilere göre tabur bölgesinde silah kazası olduğunu söyledi. ... Lv. Tğm. [G.Y.nin] Şehit olduğunu anladım..."

106. Yine Üsteğmen N.K. idari tahkikat sırasında verdiği 26/2/2005 tarihli beyanında; Tugay Komutanlığında zıpkın timi görevlendirme esaslarına uygun personel olmadığının Destek Komutanlığınca bildirildiğini, şehit teğmen ismen istendiği için teğmenin göreve gönderildiğini belirtmiştir.

107. Binbaşı Ü.T.K.nınidari tahkikat sırasında verdiği 26/2/2005 tarihli beyanının ilgili kısımları şöyledir:

"...Lider personelin seçimi Tugay Komutanlığınca yapılmaktadır. Bana verilen emir de sadece GKK'ların hazırlanmasına yönelikti. Tim K.larıyla doğrudan bir görüşmem olmadı, ancak dolaylı olarak Loj.Ds.K.lığı Hrk. ve İsth.Sb. İle başkakonuyla ilgili yaptığım görüşmede; Lv. Tğm. [G.Y.nin] görevlendirilmesiyle ilgili bilgisi olup olmadığını sordum ve olmadığını konuyu Tb.K.na soracağını öğrendim.

...

CEVABEN : Kasrik'ten görevlendirilen 2 GKK timinin lider personelinden biri İs.Tğm.[H.E.], diğeri Damlarca ÜB'de görevli P.Tğm. [O.Y.] idi. Ancak Özel Kuvvetler Tim K.lığınca Akdizgin-Damlarca bölgesindeki lider personelin bölgedeki eğitime azami mevcutla iştirak etmesi planlandığından P.Tğm. [O.Y.nin] yerine Lv.Tğm. [G.Y.nin] görevlendirildiğini öğrendim. Teşkil edilen Tim Lv.Tğm.[G.Y.nin] timi değildi. "

E. Bireysel Başvuru Süreci

108. Başvurucular, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 25/9/2013 tarihli kararından (bkz. § 99) 24/12/2013 tarihinde haberdar olduklarını bildirmiştir.

109. Başvurucular 16/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

110. Başvuru dosyasının incelenmesinden başvurucuların MSB'ye karşı açtığı tam yargı davası neticesinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin (AYİM) 15/11/2006 tarihli kararıyla Teğmen G.Y.nin şehit olmasından dolayı başvuruculara manevi tazminat ödenmesine karar verildiği anlaşılmıştır. Dosya kapsamında, söz konusu tam yargı davasının Anayasa Mahkemesi önündeki şikâyetler ileri sürülerek açıldığına dair herhangi bir bilgi ya da belge bulunmamaktadır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

111. Olay tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bentleri şöyledir:

"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,

2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,"

112. 765 sayılı Kanun'un 104. maddesi şöyledir:

" Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar.

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."

113. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Keşif" kenar başlıklı 83. maddesi şöyledir:

"(1)Keşif, hâkim veya mahkeme veya naip hâkim ya da istinabe olunan hâkim veya mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır.

 (2) Keşif tutanağına, var olan durum ile olayın özel niteliğine göre varlığı umulup da elde edilemeyen delillerin yokluğu da yazılır."

114. 5271 sayılı Kanun'un "Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi" kenar başlıklı 160. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar."

115. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kast" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:

"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir.

116. 5237 sayılı Kanun'un "Taksir" kenar başlıklı 22. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır.

 (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.

 (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.

 (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.

..."

117. 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesi şöyledir:

"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

 (2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez."

B. Uluslararası Hukuk

1. Dayanak Norm Yönünden

118. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

2. Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden

119. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 2. maddesini 1. maddesiyle birlikte yorumlayarak devletin yaşama hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD]B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 161).

120. AİHM'e göre bu yükümlülük, sadece bir kamu görevlisinin eylemi veya ihmali sonucu meydana gelen ölüm olayları açısından geçerli değildir (Can ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 27446/12, 25/11/2014, § 37). Devletin doğal olmayan her ölüm olayında -öldürmeme ya da yaşamı korumama yükümlülüklerini ihlal etmemiş olsa da- gerçekleşen ölümün sebebini ve varsa sorumlularını ortaya çıkarmaya yönelik etkili bir soruşturma yapma yükümlülüğü vardır. Ayrıca devletin etkili soruşturma yapma şeklindeki usul yükümlülüğü, maddi yükümlülükten ayrı ve bağımsız bir yükümlülük hâline gelmiştir.

121. AİHM, 2001 yılında incelediği bir başvuruda verdiği kararda ise devletin yükümlülüğündeki etkili soruşturmanın ilkelerini belirlemiştir (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001). Jordan Prensipleri olarak anılan bu ilkeler, AİHM'in tamamen yeni belirlediğiilkeler değildir. Bunlar, yukarıda belirtilen McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından beri önüne gelen davalarda uyguladığı birtakım ilkelerinsistematikleştirilmesinden ibarettir. AİHM'in yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği ilkeler şöyledir:

-Soruşturma makamlarının yaşam hakkıyla ilgili konulardan haberdar olduğunda kendiliğinden harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 105)

-Soruşturma makamlarının bağımsız olmaları (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106)

-Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek şekilde etkili olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107)

-Soruşturmanın makul bir süratle tamamlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108)

-Yürütülen soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması, her olayda ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık,§ 109)

122. Öte yandan AİHM; soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olduğunu, bu itibarla bu konudaki yaptığı değerlendirmelerin başvuruculara üçüncü kişileri adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği ve tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına hiçbir şekilde gelmediğini de belirtmiştir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 96).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

123. Mahkemenin 4/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

124. Başvurucular; levazım sınıfından olan oğullarının kriterleri taşımadığı hâlde zıpkın tim komutanlığı gibi riskli bir görevle görevlendirilmesinden dolayı yaşamının korunmadığını, devletin oğullarının yaşamını koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini iddia etmektedirler.

125. Başvurucular ayrıca Cumhuriyet savcısı olay yerine gelmeden önce delillerin karartıldığını, geçici köy korucularının yakınlarının olay yerine gelip mermi çekirdeklerini toplamalarına izin verildiğine dair olguların Ağır Ceza Mahkemesince araştırılmadığını, şehidin iç ve dış kanamadan vefat ettiği tespit edildiği hâlde olay yerinde ve şehidi taşıyan geçici köy korucularının kıyafetlerinde kan izine rastlanmadığını, olay yerinde bulunan on adet boş kovanın sanık geçici köy korucusu dâhil olay anında olay yerinde bulunan hiçbir geçici köy korucusunun zimmetli silahıyla ilişkisinin tespit edilemediğini, söz konusu on adet boş kovandan beşinin hangi silahtan atıldığının tespit edilemediğini, Tabur Komutanlığında bulunan diğer 10-15 tüfeğin tümünün kriminal incelemesi yaptırılmış olsaydı bu hususun tespit edilebileceğini, diğer beş kovanın ise 2006 yılında bir askerî personelin diğer bir askerî personeli kazaen öldürdüğü bir başka olayda kullanıldığı tespit edildiği hâlde söz konusu tüfeğin oğullarının şehit düştüğü tarihte kime zimmetli olduğunun ortaya çıkarılamadığını, dolayısıyla oğullarının hangi silahla şehit edildiği belirlenemeden, bir geçici köy korucusunun suçu üstlenmesiyle yeterli inceleme yapılmadan mahkûmiyet kararı verildiğini ileri sürmektedirler.

126. Başvurucular, bölgede görev yaptığı dönemde bazı askerî yetkililerin usulsüzlüklere karışması nedeniyle levazım sınıfından olan oğullarının şehit düşmeden bir süre önce izindeyken Ankara'ya gelerek bu konuda görüşme yaptığını, sonrasında ise mevzuata aykırı bir şekilde görevlendirilerek şüpheli bir şekilde öldürülmüş ve olaya kaza süsü verilmiş olabileceğini, nitekim tanık subaylardan birinin olayın hataen değil kasten gerçekleştiğine yönelik izlenimleri bulunduğunu beyan ettiğini, bazı şahıslar gizli tanık olarak dinlenilseydi gerçeklerin ortaya çıkabileceğini, buna rağmen gerekli özen ve süratte yapılmayan yargılamada sanık geçici köy korucusuna taksirle öldürme suçundan verilen cezanın da zamanaşımına uğrayarak düştüğünü, etkili soruşturma yürütülmediğini iddia etmişlerdir.

127. Başvurucular yukarıda belirtilen tüm nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının pozitif yükümlülüklerinden olan devletin yaşamı koruma ve etkili soruşturma yükümlülükleriyle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

128. Bakanlık görüşünde; başvurucuların askerî yetkililerin yargılanmasına katılma taleplerinin haksız reddedildiğine dair iddiaları yönünden söz konusu yargılama sonucunda verilen kararın Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başlangıcından önce kesinleştiği, yaşam hakkına ilişkin iddiaların ise usul boyutundan incelenmesi gerektiği ifade edilerek benzer konuda Anayasa Mahkemesince verilen bir kararda makul sürede tamamlanmayarak zamanaşımına uğrayan yargılama nedeniyle yaşam hakkının pozitif yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verildiğine değinilmiştir.

129. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru sırasındaki iddialarını yinelemiş; her ne kadar askerî lise ve Kara Harp Okulunda eğitim görmüş ise de oğullarınınÖzel Kuvvetler ya da muharip sınıf eğitimi almadığını, levazım sınıfının destek birlik olup muharip birlik olmadığını, başvuru sırasında belirtilen nedenlerle oğullarının ölüm yeri ve zamanının net olarak tespit edilemediğini, bu hususlarda bilirkişi incelemesi yapılmadığını, şehit düştüğü sırada üzerinde hücum yeleğinin olmamasının ve sanık tarafından ateş edilen silahtan çıkan mermilerin oğullarının hemen yanında yürüyen geçici köy korucusuna isabet etmemesinin de durumu şüpheli hâle getiren nedenlerden olduğunu ifade etmişlerdir.

B. Değerlendirme

130. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

131. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1- Şikâyetlerin Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

132. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

133. Somut başvuruda başvurucuların iddiaları, oğullarının kriterlere uygun olmadığı riskli bir görevle görevlendirilmesi suretiyle yaşamı koruma yükümlülüğünün ihlal edildiğine ve ölümüyle ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu itibarla başvurucuların hatalı görevlendirme nedeniyle oğullarının yaşamının kamu görevlileri tarafından korunmadığı iddialarının yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında, oğullarını öldüren üçüncü kişi hakkında etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkin olarak adil yargılanma hakkıyla da bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialarının da yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

134. Somut olayda üçüncü kişilerce, kasıt olmaksızın taksirle olaya sebebiyet verildiği Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiş ise de başvurucular tarafından oğullarının planlı şekilde, kasten öldürüldüğünün iddia edilmesi nedeniyle etkili soruşturma yürütülmediğine dair şikâyet bakımından tazminat yolunun devletin etkili soruşturma yapmasına ilişkin pozitif yükümlülüğünün yerine getirmesini sağlamayacağı sonucuna varılmıştır. Bu itibarla somut başvurudaki yaşam hakkının usul boyutuna yönelik iddia bakımından üçüncü kişi hakkındaki ceza soruşturmasının etkili yürütülüp yürütülmediği incelenecektir.

2. Başvurucuların Bireysel Başvuruda Bulunabilme Ehliyetleri Yönünden

135. Öte yandan yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucuların oğludur. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

a.Yaşam Hakkının Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

136. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

137. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51). Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149).

138. Yaşam hakkı kapsamında devletin pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasını ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

139. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Anılan yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

140. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari, hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

141. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir."

142. Somut başvuru, başvurucuların oğullarının yaşamının ilgililerin ihmali nedeniyle korunmadığı iddiasına dayanmaktadır. Bu durumda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğü, somut olayda başvuruculara idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

143. Başvuru dosyasındaki belgelerin incelenmesinden başvurucuların olay nedeniyle AYİM nezdinde açtıkları, Anayasa Mahkemesi önündeki şikâyetleri ileri sürerek açılıp açılmadığına dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi ya da belge bulunmayan tam yargı davası neticesinde lehlerine manevi tazminata hükmedildiği tespit edilmiştir (bkz. § 110).

144. Somut başvuruda başvurucular, oğullarının ölümü ile neticelenen olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasından sonra bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olup hem idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunu usulüne uygun şekilde tükettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belgeyi Anayasa Mahkemesine sunmadıkları, tarafı oldukları tam yargı davası sonrasında da bireysel başvuruda bulunmadıkları anlaşılmıştır.

145. Bu durumda yaşam hakkının korunmadığına ilişkin şikâyetler yönünden kanunda öngörülen yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.

146. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden ayrıca incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

147. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (a) Genel İlkeler

148. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

149. Yaşam hakkına ilişkin usul yükümlülüğü olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki veya idari soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kamu görevlilerinin faili olduğu kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

150. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığının tam olarak tespit edilmesi mümkün değildir. Bu nedenle soruşturma yükümlülüğü, devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

151. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

152. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

153. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

154. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

155. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

156. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

157. Diğer taraftan ceza soruşturmasının etkililiği için soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

158. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin değerlendirmelerindeki tespitin başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, soruşturmadaki davalı, şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsur ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterdiğinin belirtilmesi uygun olacaktır(Fahriye Erkek ve diğerleri, § 91).

159. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

160. Esasen olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68). Anayasa Mahkemesinin ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine doğrudan geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini yapmasının veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesinin söz konusu olamayacağı belirtilmelidir. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 185). Bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar, ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir. Bunun aksine bir durum, ancak olaya ilişkin kesin ikna edici nitelikte bulguların varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Cemil Danışman, § 58).

161. Ayrıca belirtilmelidir ki etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitler, hiçbir şekilde Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

162. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. §§ 124-127,129) etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

163. Başvurucuların soruşturmanın resen ve derhâl başlatılmadığı, kamu denetimine açık olmadığı, üçüncü kişi hakkındaki yargılamaya etkili katılımlarının sağlanmadığı ve soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmadığı şikâyetleri bulunmadığı gibi somut olayda söz konusu ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da ulaşılamamıştır.

164. Bu durumda başvurucuların iddiaları yukarıda belirtilen ilkeler ışığında incelenerek öncelikle soruşturma makamlarının Anayasa’nın 17. maddesi gereğince olayın nedeninin, olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini sağlayabilecek nitelikte bir soruşturma yürütüp yürütmediği değerlendirilecektir.

165. Bu incelemeye geçmeden önce Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı (bkz.§ 161), bu incelemenin soruşturma makamlarının olayın muhtemel sorumlusu ya da sorumlularının tespitine yarayabilecek delilleri gerekçeli kararında nesnel, tarafsız ve kapsamlı bir şekilde tartışıp tartışmadığı ile ilgili olduğu özellikle vurgulanmalıdır.

166. ''Genel İlkeler'' kısmında belirtildiği üzere (bkz. § 160) bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmesi ve ölüm olayının planlı bir şekilde kasten gerçekleştirildiğine dair başvurucuların iddialarının soruşturma makamlarınca karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirebilmesi için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

167. Öncelikle somut olayda elde edilen bütün ekspertiz raporlarına göre sanık M.A.E.nin olayda kullandığını beyan ettiği Kalaşnikof marka tüfek ve diğer geçici köy korucularına ait tüfekler ile olay yerinden elde edilen Kalaşnikof marka tüfeğe ait on adet boş kovanın yapılan mukayeseli incelemesinde aralarında bir ilişki bulunmadığı yönünde tespitler bulunmaktadır (bkz. §§ 48, 50). Diğer taraftan alınan ekspertiz raporu sırasında olay yerinden elde edilen söz konusu boş kovanlardan beşinin ise 2006 yılında yine aynı askerî birlikte (Akdizgin 2. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığı) bir astsubay çavuş tarafından bir piyade onbaşının kazaen vurularak öldürülmesi olayında da kullanıldığı ortaya çıkmıştır (bkz. § 80) Fakat bu Kalaşnikof marka tüfeğin başvurucuların oğlunun şehit edildiği tarihte hangi askerî personelin zimmetinde olduğu tespit edilememiştir. Bir tanık beyanına göre (bkz. § 83/3,b) bu tüfek o tarihte rütbeli bir personel tarafından kullanılmaktadır. Bu belirsizliklerin olayın gerçekleşme koşullarının tespiti açısından soruşturmanın etkililiğini zedelediği göze çarpmaktadır.

168. Bu durumla bağlantılı olarak şehidin otopsi raporunda vücuda giren iki adet mermi çekirdeğinin vücuttan çıktığı yönünde tespite yer verildiği hâlde olay yerinden hiçbir mermi çekirdeği elde edilememiştir. Ayrıca tanık F.G.nin olay sonrası olay yerine giderek timde görevli geçici köy korucularının silahlarını aldığını, sonrasında geçici köy korucularını birliğe getirdiğini beyan ettiği (bkz. § 71), İlçe Jandarma Komutanlığı ve Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tutanaklarda ise (bkz. §§ 30, 34) geçici köy korucularının tüfeklerinin kriminal inceleme yapılmak üzere OYİE'ye teslim edildiği belirtildiği hâlde tanık O.P. tarafından, teğmeni şehit eden sanık haricindeki geçici köy korucularını kendisinin olay yerinden götürdüğü, bu sırada geçici köy korucularının silahlarının araçta iken kendilerinde olduğu beyan edilmiştir (bkz. § 61).

169. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında; Tümen Komutanlığının 18/5/2010 tarihli yazısına atıfla söz konusu bölgede keşif, eğitim gibi amaçlarla birçok kez göreve gidildiği ve bu nedenle bölgede birçok atış yapıldığı, dolayısıyla olay sonrasında toplanan boş kovanlarla daha önceden bölgede bulunan boş kovanların karışmış olabileceği, bölgede bulunan kovanların sanığın silahından atılmadığı tespit edilmesine rağmen sanığın tüm beyanlarında seride iki kez ateş ettiğini kabul ettiği, sanığın silahından çıkan boş kovanların olay yerinde bulunmamasının ise olayın işlenmesinden sonra olayın vehamet arz eden bir durum olması nedeniyle söz konusu kovanların sanık yakınları tarafından toplanmış olabileceği değerlendirmeleriyle söz konusu eksiklikleri gerekçelendirdiği görülmüştür (bkz. § 97).

170. Başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk'ün yargılamanın tüm aşamalarında ısrarlı ve ayrıntılı biçimde oğlunun kasten öldürüldüğüne yönelik iddia ve itirazları olduğu, olay sonrasında OYİE ile olay yerine giden ve olay yeri incelemesine katılan askerî personelden olan tanık H.E.K.nın beyanında olayın hata sonucu meydana gelmediğini, olay yerine gittiğinde mermi vuruş yerleri ve mermilerin yere dağılımına göre -mesleki tecrübesiyle düşündüğünde- mermi dağılış çapının çok düşük olduğunu gördüğünü oysa seri atış yapılması hâlinde mermilerin yere dağınık şekilde yayılması gerektiğini gözeterek sanık tarafından seri atış yapılmadığı, tek tek atış yapıldığı kanaatine varıp olayda kasıt olduğunu düşündüğünü ifade ettiği (bkz.§ 78), yine Ağır Ceza Mahkemesinin kendisince de olay yerinden elde edilen kovanların atıldığı silahların ve bu silahların kimin kullanımında olduğunun tespit edilmesinin maddi gerçeğin aydınlatılması yönünden büyük önem arz ettiğinin kabul edildiği (bkz. §83) anlaşılmıştır.

171. Tüm bu noktalar birlikte gözetildiğinde teğmenin şehit edilmesinde kullanılan silahın ve bu silahın olay günü kimin kullanımında olduğunun açığa çıkarılmasının maddi gerçeğin ve olayın gerçekleşme şartlarının ortaya konması açısından zorunlu olduğu, yukarıda değinilen tüm bu belirsizlikler giderilmeden gerçekleşme koşulları yönünde farklı iddialar bulunan olayın gerçekleşme şartlarının kuşkuya yer vermeyecek biçimde aydınlatılamayacağı değerlendirilmiştir.

172. Yukarıda belirtildiği üzere soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir. Ağır Ceza Mahkemesinin yukarıdaki gerekçelendirmesinin (bkz. § 169) hele ki korucuların yakınlarının Cumhuriyet savcısı veya OYİE'den önce olay yerine gelerek sanığın silahından çıkan boş kovanları toplamalarına izin verilmesinin kabul edilemez bir durum olduğu ve bu hususun Ağır Ceza Mahkemesince sanığın silahından çıkan boş kovanların ve mermi çekirdeklerinin olay yerinden elde edilememesinin gerekçesi olarak kabul edilmesinin yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğünün gereği olan hassasiyetle bağdaştığını söylemek mümkün değildir.

173. Dikkat çeken bir diğer husus da başvurucu Hacı Ahmet Yaşartürk'ün otopsi raporuna ayrıntılı itirazında belirttiği mermi giriş-çıkış hizalarıdır (mermi trajesi). Başvurucu, oğlunun tüfeğinin namlu kısmındaki alev gizleyenin kum ile dolu olduğuna değinerek (bu konudaki tutanak için bkz. § 35) ve oğlunun vurulduğu yerde kan izine rastlanmadığına da dikkat çekerek (olay yeri inceleme raporundaki tespit için bkz. § 31) oğlunun hücum yeleği çıkarıldıktan ve silahı toprağa gömüldükten sonra dizlerinin üstüne çöktürülmek suretiyle vurulduğunu iddia etmektedir. Başvurucu ayrıca olay anında oğlunun hemen yakınında bulunan geçici köy korucusu Y.Ş.ye mermi isabet etmemesinin de şüphe oluşturduğuna değinmektedir.

174. Başvurucunun bu iddiaları ve taleplerine (bkz. § 73) rağmen Ağır Ceza Mahkemesince olay yerinin, olayın oluş şeklinin ve mermi trajesinin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde tespiti için beyanlara göre ay ışığı bulunan olay gününe ait hava durumu raporunun resmî kurumlardan temininden sonra olay yerinde uygulamalı keşif yapılmaması soruşturmanın etkililiği açısından önemli bir eksiklik olarak dikkat çekmektedir. Keşif işlemi bu tür olaylarda adli makamların olayın gerçekleşme koşullarını netleştirerek maddi gerçeği tespit etmeleri açısından önem arz etmektedir. Ağır Ceza Mahkemesi uygulamalı keşif sayesinde mevzilerin konumunu, şehidin bulunduğu yerin konumunu ve mevzilere olan mesafesiyle olay yerindeki mermi izlerinin mesafesi ve mermi trajesini net olarak tespit edebilecektir.

175. Tüm bunlar dışında soruşturmanın etkililiğini zedeleyen bir diğer eksiklik ise olay yerinde bulunan geçici köy korucularından birinin olayın gerçekleşmesinden önce cep telefonu ile konuştuğuna dair iddiaların tüm yönleriyle araştırılmamasıdır. Timde görevli geçici köy korucularının göreve giderken yanlarında cep telefonu götürmeleri yasak olduğu hâlde geçici köy korucusu B.A. yanında telefon bulundurduğunu kabul etmiştir. Bunun üzerine şahsın olayın gerçekleştiği gün ve ertesi günü kapsayan (27-28/1/2005 tarihleri arası) cep telefonu görüşme dökümleri Askerî Savcılık tarafından temin edilmiş ve o günlerde olağan dışı sayıda görüşme yapıldığı (bkz. § 57) görülmüştür. Ancak geçici köy korucusunun kimlerle görüştüğüne ilişkin bir araştırma yapıldığına yönelik olarak dosya kapsamında herhangi bir bilgi ya da belgeye rastlanmamıştır. Olayın bu yönüyle aydınlatılmaya çalışılmaması etkili soruşturma yürütülmesinin gerektirdiği titizlikle bağdaşmamakta, eksik araştırma nedeniyle suçun nitelendirilmesi değişmekte ve bu nitelendirme sonucunda daha hafif bir suça ilişkin zamanaşımı hükümleri olaya uygulanmak durumunda kalınmaktadır.

176. Soruşturmanın etkililiği bakımından değerlendirilecek son husus ise soruşturmanın makul süratle tamamlanıp tamamlanmadığıdır. Olayla ilgili olarak 28/1/2005 tarihinde başlatılan soruşturmada 4/8/2005 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. Olayın Askerî Savcılığı da ilgilendiren boyutu bulunduğu ve birden çok ekspertiz raporunun temin edildiği de gözetildiğinde makul bir sürede kamu davası açıldığı değerlendirilmiştir. Sonrasında görevli mahkemenin 9/9/2005 tarihinde Askerî Mahkemenin görevsizlik kararı vermesiyle başlayan tespit süreci 5/2/2008 tarihinde Asliye Ceza Mahkemesi tarafından dosyanın Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesiyle son bulmuştur. Görevli mahkemenin tespiti 2 yıl 4 ayı aşkın bir vakit almıştır. Ağır Ceza Mahkemesi önündeki yargılama ise esasen ekspertiz raporlarının temini ve olayda kullanılan silahın tespiti çabaları nedeniyle 27/3/2012 tarihinde neticelenebilmiştir. Mahkûmiyet kararının temyiz incelemesi ise Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 25/9/2013 tarihli kararıyla davanın zamanaşımının dolması nedeniyle düşmesiyle sonuçlanmıştır.

177. Meydana gelen olayın gerçekleşme şartlarının tespitinin bazı güçlükler arz etmesi nedeniyle yargılamanın uzun zaman alması anlaşılabilir bir durum olmakla birlikte soruşturmadaki hiçbir unsur yargılamanın bu denli uzamasını haklı kılmamaktadır. Bu sebeple başvurucuların oğullarının ölümüyle ilgili soruşturmanın 8 yıl 7 ayı aşkın bir sürede tamamlandığı gözetildiğinde soruşturmanın yaşam hakkının gerektirdiği makul süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği kanaatine varılmıştır.

178. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde soruşturmada delilerin toplanması ve muhafazası konusunda önemli bir kısım eksikliklerin var olduğu, soruşturma sonucunda elde edilen delillerin ise soruşturma makamlarının kararlarında kapsamlı ve nesnel bir analize tabi tutulmadığı, olaya dair soruşturmanın makul bir sürede tamamlanmadığı gözetilerek olaya ilişkin etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

179. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

iii. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

180. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

181. Başvurucular, 1.000.000 TL maddi ve 1.000.000 TL manevi olmak üzere toplam 2.000.000 TL tazminat talebinde bulunmuşlardır.

182. Başvuruda, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

183. Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

184. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

185.Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

186. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

187. Mevcut başvuruda ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan bu makamların işlem ve eylemleri ile ilgili olarak bazı hususların somut başvuruda ulaşılan sonuç bakımından açıklanması gerekmektedir.

188. Somut başvuruda, ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kasıt olmaksızın aşılması suretiyle öldürme suçundan açılmış bir kamu davasında, suçun kasten öldürme nitelendirmesiyle verilen görevsizlik kararı sonrasında dava dosyasını ele alan Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçun taksirle öldürme olarak nitelendirilmesi sonucu verilen bir mahkûmiyet kararının Yargıtay tarafından incelenerek Ağır Ceza Mahkemesinin yaptığı suçun nitelendirmesinin kabul edilmesi ve bu nitelendirmeye bağlı olarak belirlenen dava zamanaşımının dolması üzerine davanın düşmesine karar verildiği bir durum söz konusudur.

189. Kesinleşmiş bir yargı kararı bulunan somut başvuru neticesinde Anayasa Mahkemesi tarafından ulaşılan ihlal sonucuna gerekçe olarak işaret edilen soruşturmadaki eksiklikler dolayısıyla Ağır Ceza Mahkemesi tarafından suçun kasten öldürme yerine taksirle öldürme şeklinde nitelendirilmesi nedeniyle kasten öldürme suçundan daha kısa olan dava zamanaşımı sürelerinin olaya uygulandığı gözönüne alındığında bu başvuruda Anayasa Mahkemesi tarafından yargılamanın yenilenmesine karar verilmesinin hukuki güvenlik ve belirlilik ilkesine aykırılık oluşturmayacağı ifade edilmelidir.

190. Bu durumda yaşam hakkının soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması dışındaki sebepler nedeniyle ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kesin hükümle sonuçlanmış bir yargılama sonrasında yapılan somut başvuruda yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında yürütülecek yeni yargılama kapsamında delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili ağır ceza mahkemesine aittir.

191. Yaşam hakkının soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması dışındaki sebepler nedeniyle ihlal edildiğinin tespitinin yanı sıra yeniden yargılama yapılması içinkararın Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

192. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi başvurucuların soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle uğradıkları bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 73.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

193. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması dışındaki sebepler nedeniyle ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamak üzere kararın bir örneğinin Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine (E.2008/308) GÖNDERİLMESİNE,

D. Soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle net 73.000 TL manevi tazminatın başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

MEHMET BAYRAKCI BAŞVURUSU (2)

(Başvuru Numarası: 2014/6100)

 

Karar Tarihi: 20/6/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 23/7/2019-30840

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Engin YILDIRIM

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Mehmet BAYRAKCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Türk vatandaşları tarafından işlendiği iddia edilen kasten öldürme olayına ilişkin olarak etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 6/5/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

8. İkinci Bölüm tarafından 3/7/2018 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görülen başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucunun kardeşi ve Türkiye Cumhuriyeti ile Güney Afrika Cumhuriyeti vatandaşı olan C.B. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde ikamet etmekte iken 16/9/2002 tarihinden sonra kendisinden haber alınamamış, daha sonra C.B.nin öldürüldüğü anlaşılmıştır.

11. C.B.nin öldürülmesine ilişkin olarak Güney Afrika Cumhuriyeti makamları tarafından bir soruşturma yürütülmüş ve Türk vatandaşı olan şüpheliler tespit edilmiştir.

12. Hem öldürülen kişinin hem de şüphelilerin Türk vatandaşı olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığınca süreç takip edilmiş ve olaya ilişkin olarak Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından bilgi talep edilmiştir.

13. Güney Afrika Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı 2004 yılında, olayla ilgili olarak Türk vatandaşları K.G.K., Y.I. ve C.K. hakkında açılmış olan davanın delil yetersizliği nedeniyle düştüğünü Dışişleri Bakanlığına bildirmiştir.

14. Başvurucu ve C.B.nin diğer yakınları tarafından Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri ile Adalet Bakanlığına yapılan çeşitli başvurular üzerine Bakanlık tarafından 15/4/2005 tarihinde "şüphelilerden H.K. ile A.K.nın Bursa'da bulunduğu, K.K. ve H.K.nın da Türkiye'ye gelmiş olabilecekleri" bildirilerek Bursa Cumhuriyet Başsavcılığından 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 5. maddesi uyarınca gereğinin yapılması ve soruşturma açılması istenmiştir.

15. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 2005/19478 sayılı dosya üzerinden başlatılan soruşturma kapsamında şüpheli A.K.nın 22/9/2005 tarihinde savunması alınmış; şüpheliler Ş.H.K., C.K., Y.I. ve K.G.K.nın savunmaları alınmak üzere haklarında yakalama kararları düzenlenmiştir.

16. Şüphelilerden Ş.H.K.nın İstanbul'da 10/11/2007 tarihinde, C.K.nın Sivas'ta 5/6/2008 tarihinde, Y.I.nın ise İzmir'de 16/7/2011 tarihinde yakalanarak savunmalarının alındığı ve serbest bırakıldıkları anlaşılmaktadır.

17. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı 22/11/2005 tarihinde, C.B.nin öldürülmesi olayına ilişkin olarak sanığın (C.K.) sorgusunun yapılması ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yürütülen süreçle ilgili bilgi ve belgelerin gönderilmesi konusundaki talep yazısını Güney Afrika Cumhuriyeti'ne gönderilmek üzere Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğüne göndermiştir. Bakanlık tarafından Dışişleri Bakanlığına gönderilen söz konusu talimat evrakı Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarına iletilmiştir. Söz konusu adli yardım talebinin alındığı, Güney Afrika Cumhuriyeti ilgili makamlarınca 2006 yılında teyit edilmiştir.

18. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından çeşitli zamanlarda Bakanlıktan Güney Afrika Cumhuriyeti'ne gönderilen yazının akıbeti sorulmuştur. Anılan yazılar Bakanlıkça Dışişleri Bakanlığına gönderilmiştir. Dışişleri Bakanlığından bu yazılara verilen cevaplara ilişkin olarak dosya kapsamında belge bulunmamaktadır.

19. Güney Afrika Cumhuriyeti ilgili makamları tarafından 7/2/2012 tarihinde, "Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarınca yapılan soruşturmada aleyhe delil bulunmadığından şüphelilerin serbest bırakıldığının ve dosyanın kendileri açısından kapandığının" bildirildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Türk makamları tarafından başka bir bilgi veya yardım talep edilmesi hâlinde yeni bir adli yardım talebinin sunulması gerektiği belirtilmiştir.

20. Anılan yazı Dışişleri Bakanlığınca Bakanlığa, Bakanlıkça da Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına iletilmiştir.

21. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli yardım talebinin tekrar gönderilmesi üzerine Dışişleri Bakanlığınca "anılan talebe ilişkin ilgili makamlarca daha önce cevap verilmiş olduğundan talebin tekrarlanmasında bir yarar bulunmadığı" belirtilmiştir.

22. Bunun üzerine Bakanlık tarafından talep evrakı 3/12/2012 tarihinde Güney Afrika Cumhuriyeti'ne doğrudan gönderilmiştir. Anılan yazıya bir cevap alınamamıştır.

23. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 10/5/2013 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

24. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 29/5/2013 tarihinde, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının yetkili olduğu belirtilerek yetkisizlik kararı verilmiştir.

25. Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20/6/2013 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2013 tarihli yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.

26. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 25/4/2014 tarihinde, H.K.nın maktül C.B.ye yaklaşık 100.000 Amerikan Dolarının üzerinde borcu olduğu, yemek yerken aralarında borç nedeni ile tartışma çıktığı, evde Y.I., K.K. ve C.K.nın bulunduğu sırada şüpheli Y.I.nın maktulün kafasına -ele geçirilemeyen- tabanca ile bir el ateş ettiği, daha sonra cesedi birlikte taşıdıkları, Güney Afrika Cumhuriyeti Johannesburg Bölge Müdürlüğü Dedektif Servisince 6/8/2003 tarihinde C.K.nın olayla ilgili olarak tutuklandığı ancak açılan davanın delil yetersizliğinden düştüğü belirtilerek Y.I., A.K., Ş.H.K., K.G.K., C.K. ve H.K.nın kasten öldürmeye azmettirme ve kasten öldürme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

27. Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi 5/5/2014 tarihinde, sanıklar hakkında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yargılama yapıldığının anlaşılmasına karşın bu yargılama sonucuna ilişkin evrakın getirtilememesi nedeniyle yabancı ülkede hüküm kurulup kurulmadığının anlaşılamadığı, şartların oluşması hâlinde ise Bakanlıktan izin alınarak dava açılması gerektiği, anılan hususların dava açma şartlarından olduğu belirtilerek iddianamenin iadesine karar verilmiştir.

28. Başvurucu 6/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

29. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 21/11/2014 tarihinde yeniden iddianame düzenlenmiş, 26/11/2014 tarihinde "5/5/2014 tarihli iade kararında belirtilen şüphelilerle ilgili Güney Afrika Cumhuriyet'inde açılmış dava dosyasının getirilmemesi (yazılan müzekkere cevabının beklenilmemesi) gerekçesiyle iddianamenin reddi kararına itirazda bulunulmadığı, bu durumda iade kararındaki gerekçe doğrultusunda işlem yapılması gerektiği halde, bu husus yerine getirilmeden yeniden iddianame düzenlenmiş olduğu" gerekçesiyle iddianamenin reddine karar verilmiştir.

30. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca "şüphelilere isnat edilen suçun (kasten öldürme) TCK 13/3 maddesindeki suçlardan olmadığı ve Adalet Bakanlığının iznine tabi olmadığı, daha fazla geciktirmede hukuki bir yarar bulunmadığı, ayrıca bakanlık cevabının beklenmesinin sonuca bir etkisinin olamayacağı" gerekçesiyle iddianamenin iadesi kararına itiraz edilmiştir. Bursa 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 22/12/2014 tarihli kararıyla itirazın kabulüne, iddianamenin iadesi kararının kaldırılmasına karar verilmiştir.

31. Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/147 sayılı dosyasına kaydedilen yargılama hâlen devam etmektedir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

32. 765 sayılı mülga Kanun'un 5. maddesi şöyledir:

 “Bir Türk dördüncü maddede yazılı cürümlerden başka, Türk kanunlarına göre aşağı haddi üç seneden eksik olmıyan şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezayı müstelzim cürmü yabancı memlekette işlediği ve kendisi Türkiye'de bulunduğu takdirde Türk kanunlarına göre cezalandırılır.

Eğer cürmün aşağı haddi üç seneden az şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezayı müstelzim ise takibat icrası zarar gören şahsın veya yabancı Hükümetin şikayetine bağlıdır.

Mağdur yabancı ise bu fiilin, işlediği mahal kanunlarında da cezayı müstelzim olması şarttır.”

33. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 11. maddesi şöyledir:

"(1) Bir Türk vatandaşı, 13 üncü maddede yazılı suçlar dışında, Türk kanunlarına göre aşağı sınırı bir yıldan az olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçu yabancı ülkede işlediği ve kendisi Türkiye'de bulunduğu takdirde, bu suçtan dolayı yabancı ülkede hüküm verilmemiş olması ve Türkiye'de kovuşturulabilirliğin bulunması koşulu ile Türk kanunlarına göre cezalandırılır.

 (2) Suç, aşağı sınırı bir yıldan az hapis cezasını gerektirdiğinde yargılama yapılması zarar görenin veya yabancı hükûmetin şikayetine bağlıdır. Bu durumda şikayet, vatandaşın Türkiye'ye girdiği tarihten itibaren altı ay içinde yapılmalıdır."

34. 5237 sayılı Kanun'un 19. maddesi şöyledir:

"(1) Türkiye'nin egemenlik alanı dışında işlenen suçlar dolayısıyla Türkiye'de yargılama yapılırken, Türk kanununa göre verilecek olan ceza, suçun işlendiği ülke kanununda öngörülen cezanın üst sınırından fazla olamaz.

 (2) Ancak suçun;

a) Türkiye'nin güvenliğine karşı veya zararına olarak,

b) Türk vatandaşına karşı ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş özel hukuk tüzel kişisi zararına olarak,

İşlenmesi durumunda, yukarıdaki fıkra hükmü uygulanmaz. "

B. Uluslararası Hukuk

35. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

36. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

" Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), yaşam hakkı kapsamında incelediği McCann ve diğerleri/ Birleşik Krallık ([BD], B. No: 18984/91, 5/9/1995) başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Buna göre Sözleşme'nin 2. maddesinde koruma altına alınan yaşam hakkı, Sözleşme'nin 1. maddesinde taraf devletlere atfedilen kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlama yükümlülüğü ile birlikte değerlendirildiğinde bir kimsenin öldürülmesi olayına ilişkin etkili resmi bir soruşturma yürütülmesini zorunlu kılar (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 161).

38. Etkili soruşturma yükümlülüğü AİHM tarafından da yaşam hakkına ve işkence ve kötü muamele yasağına yönelik olarak getirilen korumanın teoride kalmayarak pratikte de sağlanabilmesinin bir yolu olarak görülmekte ve maddi yükümlülük getiren düzenlemelerin içinde zımnen yer aldığı kabul edilmektedir (Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 90/1997/874/1086, 28/20/1998, § 102).

39. Etkili soruşturma yükümlülüğü, Sözleşme'nin 13. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı ile de yakından ilgilidir (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 98).

40. Etkili başvuru hakkı, yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin savunulabilir bir ihlal iddiası söz konusu olduğunda devreye giren etkili soruşturma yükümlülüğünün kaynaklarından birini oluşturmaktadır (Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 98).

41. Bunun yanı sıra Sözleşme'nin 1. maddesi, bir taraf devletin ancak kendi yetki alanı içinde gerçekleşen ve Sözleşme'de koruma altına alınan haklardan birinin ihlali sonucunu doğuran eylem ya da ihmallerden sorumlu tutulabileceğini düzenlemektedir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, B. No: 36925/07, 29/1/2019, § 178; Al-Skeini and Others v. the United Kingdom [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 130).

42. Yetki alanı kavramı öncelikle mülki sınırları işaret etmekte ise de AİHM, bir taraf devletin kendi mülki sınırlarının dışında da hüküm ve tasarrufta bulunduğunun kabul edildiği istisnai hâller bulunduğunu belirtmektedir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 178; Al-Skeini and Others, § 132).

43. AİHM ölüm olayının taraf devletin ulusal sınırları içinde etkili bir şekilde kontrolü altında bulundurduğu bir coğrafi alanda, bayrak kuralına göre devletin ülkesi sayılan bölge ya da araçlarda meydana geldiği ya da başka bir yerde olmakla birlikte devletin otorite ve gücünü kullanan bir görevlisi tarafından gerçekleştirildiği hâllerde taraf devletin hüküm ve tasarrufunun varlığını kabul etmektedir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 180).

44. Çok sınırlı sayıda davada ise ölüm olayı başka bir devletin hüküm ve kontrolü altında gerçekleşmiş olmasına karşın taraf devletin etkili soruşturma yükümlülüğü doğabileceği kabul edilmiştir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 180).

45. AİHM, Rus vatandaşı olan bir kişinin insan ticareti sonucu Rusya'dan Kıbrıs'a gittiği ve burada hayatını kaybettiği olayda Rusya’nın pozitif yükümlülüğü gereği kendi egemenliği altında olan topraklarda müteveffayı insan ticaretinden korumak için gerekli tedbirleri alıp almadığının yanı sıra bu kişinin insan ticaretinin mağduru olması ve ölümü ile ilgili şikâyetler konusunda soruşturma yapıp yapmadığını da incelemeye yetkili olduğuna karar vermiştir (Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, B. No: 25965/04, 7/1/2010, §§ 207, 208).

46. AİHM Sözleşme'nin 2. maddesinin taraf devletlere, kendi vatandaşlarının hayatlarını kaybettikleri olaylara ilişkin evrensel yargı yetkisi tanınmasını zorunlu kılmadığını belirtmektedir (Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, § 244). Somut olayın koşulları gerekli kılmadıkça etkili soruşturma yükümlülüğü yalnızca kişinin hayatını kaybettiği ülkeye aittir (Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, § 243). Ancak olayın özel koşullarının ayrı bir soruşturma yapma yükümlülüğü getirmediği durumda dahi ölüm olayı kendi ülkesi dışında gerçekleşmiş olan devletin yetkisi dâhilinde bulunduğu ölçüde soruşturmaya yardım etme ve talepleri karşılama yükümlülüğü bulunmaktadır (Rantsev/Kıbrıs ve Rusya, §§ 244, 245).

47. AİHM yer yönünden yetkisine ilişkin içtihadını ve anılan istisnaları Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye kararında özetlemiştir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, §§ 178-190). AİHM taraf devletlerin soruşturma ve yargı makamlarının devletin yetki alanının dışında gerçekleşen bir ölüm olayıyla ilgili olarak kendi ulusal hukuklarına göre ceza soruşturması veya yargılaması başlatmaları hâlinde bu soruşturma veya yargılamaların devlet ile ölenin -sonradan AİHM’e başvuran- yakınları arasında Sözleşme’nin 1. maddesindeki amaçlar bağlamında yer yönünden yetki ile ilgili bağ kurulması bakımından yeterli olacağını ifade etmektedir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 188).

48. AİHM’e göre bu yaklaşım 2. madde yönünden etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün doğası ile de uyumludur. Usul yükümlülüğü Sözleşme’nin 2. maddesinin maddi yönüyle bağlantılı fiiller tarafından harekete geçirilmesine rağmen ayrı ve özerk bir yükümlülük hâline evrilmiştir. Bu bağlamda söz konusu yükümlülük 2. maddeden kaynaklanan ayrılabilir ve yer yönünden yetki alanının dışında gerçekleşen ölümlerde bile devleti bağlama kapasitesini haiz bir yükümlülük olarak görülebilir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 189).

49. AİHM taraf devletin yer yönünden yetki alanının dışında gerçekleşen ölüm olayıyla ilgili olarak kendi ulusal hukukuna göre soruşturma açılmayan veya yargılama başlatılmayan durumlarda Sözleşme’nin 2. maddesinde öngörülen usul yükümlülüğünün söz konusu devletin harekete geçmesi için aranan, yer yönünden yetkiye ilişkin bağın herhangi bir şekilde kurulmasının mümkün olup olmadığını inceleyeceğini vurgulamaktadır. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesinde öngörülen usul yükümlülüğü kural olarak cesedin ölüm zamanında yer yönünden yetki alanında bulunduğu ülke için geçerli olmasına rağmen somut olaydaki özel koşullar bu yaklaşımdan ayrılmayı haklı kılabilir. Ancak AİHM hangi özel koşulların 2. maddede düzenlenen soruşturma usul yükümlülüğü bağlamında yer yönünden yetkiye ilişkin bağın varlığını göstereceğini soyut olarak tanımlamayı gerekli görmediğini belirtmektedir. Zira -AİHM’e göre- bu özellikler zorunlu olarak her bir davanın kendi özel koşullarına göre değişebilir ve davadan davaya kayda değer farklılıklar sergileyebilir (Güzelyurtlu ve diğerleri/Kıbrıs ve Türkiye, § 190).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

50. Mahkemenin 20/6/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Yürütülen Soruşturmanın Etkili Olmadığına İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

51. Başvurucu; kardeşinin öldürülmesi olayına ilişkin olarak Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarınca gereği gibi soruşturma yapılmadığını, delillerin toplanmadığını belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

52. Bakanlık görüşünde bu iddiaya ilişkin görüş bildirilmemiştir.

2. Değerlendirme

53. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

55. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkese Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Dolayısıyla belirtilen bu hak ve özgürlüklerin kamu gücünü kullanan organlar tarafından ihlal edildiğine ilişkin iddialar bireysel başvuru yoluyla ileri sürülebilir. 6216 sayılı Kanun'un 45. maddesi kapsamında başvurunun konusu kamu gücünün işlemleri, eylemleri ya da ihmalleridir. Kamu gücünü kullanan organlar ise başta devlet tüzel kişiliği içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı organları ve bu organlara tabi olan merciler ile yerinden yönetim kuruluşlarıdır (Ali Kemal Renklioğlu, B. No: 2012/171, 12/2/2013, § 15).

56. Anayasa'nın 148. ve 6216 sayılı Kanun'un 45. maddeleri uyarınca işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle hakkında bireysel başvuruda bulunulan kamu gücü faaliyeti Türkiye Cumhuriyeti devletine ait veya onun adına kullanılmış olmalıdır. Bu anlamda ancak Türkiye Cumhuriyeti devletinin kamu gücü kullanan organlarına atfedilebilir şekilde gerçekleşmiş temel hak ve özgürlük ihlalleri bireysel başvuru konusu olabilir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin yabancı devletlerin işlemleri aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceleme yetkisi bulunmamaktadır (Ali Kemal Renklioğlu, § 17).

57. Somut olayda başvurucunun kardeşinin öldürülmesi olayına ilişkin olarak Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarınca etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin ihlal iddialarının Türkiye Cumhuriyeti devletine atfedilemeyeceği ve ihlal iddialarına dayanak olayların Türkiye Cumhuriyeti devletinin yer bakımından yetki alanı dışında gerçekleştiği açıktır.

58. Açıklanan gerekçelerle Güney Afrika Cumhuriyeti'nde etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının yer bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Türkiye Cumhuriyeti Tarafından Makul Sürede Soruşturma Yürütülmediğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

59. Başvurucu; Türkiye Cumhuriyeti makamlarınca Güney Afrika Cumhuriyeti'nden istenen belgelerin gelmemesi sebep gösterilerek çok uzun süre hareketsiz kalındığını, bilgi ve belgelerin büyük kısmını kamu makamlarına sunmuş olmasına karşın soruşturmanın sürüncemede bırakıldığını belirterek yaşam hakkı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

60. Bakanlık görüşünde, Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarının hareketsiz kalması ve gerekli belgeleri vermemesi nedeniyle sürecin uzamasından ulusal makamların sorumlu tutulamayacağının değerlendirildiği belirtilmiştir.

61. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından istenen belgelerin temin edilebilmesi için on yıllık süre zarfında Türkiye Cumhuriyeti makamları tarafından yeterli girişimde bulunulmadığını, ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yürütülen soruşturmaya ilişkin fotoğraflar, olay yeri tutanakları, şüpheli ifadeleri gibi birçok belgeyi bizzat kendisinin soruşturma dosyasına sunduğunu, Güney Afrika Cumhuriyeti'nden gelmeyen belgelerin soruşturma için elzem olup olmadığının da tartışmalı olduğunu belirtmiştir.

2. Değerlendirme

a. Ceza Kanunlarının Yer Yönünden Uygulanması

62. Yargı yetkisi devlet egemenliğinin bir gereği olup devlet bu egemenlik yetkisini en temelde ülke sınırları içinde kullanmaktadır. Ancak devletler uluslararası hukuk düzeninin korunması, vatandaşlarının korunması, devlet çıkarlarının korunması, suçların takipsiz ve cezasız kalmasının önlenmesi gibi saiklerle yargı yetkilerini ülkeleri dışında işlenen suçlar için genişletebilmektedir.

63. Ceza kanunlarının uygulanması konusunda, suçun işlendiği yeri esas alan mülkilik, failin vatandaşlığını esas alan faile göre şahsilik, mağdurun vatandaşlığını esas alan mağdura göre şahsilik, ulusal menfaatleri esas alan koruma ve uluslararası kamu düzeninin korunmasını esas alan evrensellik ilkeleri başta olmak üzere çeşitli sistemler bulunmaktadır. Bunlardan suçun işlendiği yeri esas alan mülkilik ilkesi ceza kanunlarının uygulanmasında temel olup diğer ilkeler tamamlayıcı nitelik taşımaktadır.

64. Türkiye Cumhuriyeti'nin cezalandırma yetkisinin yer bakımından sınırları Anayasa'da düzenlenmiş değildir. Anılan yetki devlet egemenliğinin kullanılmasının birsonucu olup bu konu Türk Ceza Kanunu'nda düzenlenmiştir.

65. 765 sayılı mülga Kanun'un 5. maddesinde, bir Türk vatandaşının yabancı bir ülkede işlediği suçlardan Türk kanunlarına göre cezalandırılabilmesinin koşulları düzenlenmiştir.

66. 5237 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da bir Türk vatandaşının yabancı ülkede işlediği suçlar yönünden yargılanmasının mümkün olduğu düzenlenmiştir. Buna göre failin Türkiye'de bulunması, bu suçtan dolayı yabancı ülkede hüküm kurulmamış olması ve Türkiye'de kovuşturma şartlarının bulunması, örneğin zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekmektedir.

67. Faile göre şahsilik ilkesi, yabancı ülkede suç işleyen bir vatandaşın yargılanmadan Türkiye'ye dönmesi hâlinde suçun takipsiz ve cezasız kalmasının önlenmesi amacıyla yargı yetkisinin kullanılması amacını taşımaktadır. Anılan ilke Anayasa'nın 38. maddesinde düzenlenen vatandaşın iade edilmezliği ilkesiyle de yakından bağlantılıdır.

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

68. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

69. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

70. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

71. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun, kardeşinin ölüm olayı konusunda makul sürede ve etkili soruşturma yapılmadığına yönelik iddiaları yaşam hakkına ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamındadır.

72. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olanyakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucu, müteveffanın kardeşidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

73. Ancak başvuruya konu yaşam hakkı ihlalinin Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenlik alanı dışında, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde gerçekleştiği dikkate alındığında olayın soruşturulmasının Anayasa Mahkemesinin yer bakımından yetkisi içinde bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

74. Anayasa’nın 17. maddesi, kişilerin yaşam hakları ile maddi ve manevi bütünlüklerini koruma altına almaktadır.

75. Anayasa’nın 17. maddesi devlete bireyleri öldürmeme (negatif yükümlülük), bu tür eylemlere karşı koruma (koruma pozitif yükümlülüğü) ve ölüm olayının meydana geldiği durumlarda olayın gerçekleşme koşullarını, varsa sorumluların tespit edilmesini, gerekiyorsa cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte etkili bir soruşturma yapma (etkili soruşturma pozitif yükümlülüğü) yükümlülüğü getirmektedir.

76. Anayasanın 17. maddesi, herkesin yaşama hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle devlete ait negatif yükümlülük kapsamında yalnızca ülke sınırları içinde değil ülke sınırları dışında da kamu gücü kullanılarak bir kimsenin yaşamına son verilemeyeceği açıktır.

77. Koruma yükümlülüğü ise bireyin yaşamı ya da maddi ve manevi bütünlüğünün korunması yönünde önlemler alınmasını gerektirmekte ve bu önlemlerin alınabilmesi için devletin hüküm ve tasarruf yetkisi bulunmaktadır. Ancak insan ticareti gibi uluslararası suçlar yönünden tehlikenin doğduğu ya da sonucun meydana geldiği yerin mutlaka devletin hüküm ve tasarruf yetkisinin içinde bulunması şartı aranmaz. Devletin bireyin korunması için kendi hüküm ve tasarruf yetkisi dâhilindeki önlemleri alıp almadığının dikkate alınması gerekir.

78. Etkili soruşturma yükümlülüğü ise devletin maddi yükümlülüklerinin yani negatif yükümlülüğü ile koruma pozitif yükümlülüğünün bir güvencesi olarak karşımıza çıkmakta, yaşam hakkına karşı getirilen korumanın teoride kalmayarak pratikte de sağlanabilmesinin bir yolu olarak kabul edilmektedir. Etkili soruşturma yükümlülüğünün yaşam hakkına ilişkin maddi yükümlülük getiren düzenlemelerin içinde zımnen yer aldığı kabul edilmektedir.

79. Etkili soruşturma yükümlülüğü etkili başvuru hakkı ile de yakından ilgili olup etkili başvuru hakkının maddi haklar üzerindeki yansımasını oluşturmaktadır.

80. Bunun yanı sıra maddi yükümlülüklerin yerine getirilmesinin bir güvencesi olarak görülen etkili soruşturma yükümlülüğü, maddi yükümlülüklerden ayrılabilir ve özerk bir yükümlülük hâline gelmiştir.

81. Devletin yetki alanı dışında gerçekleşen hak ihlalleri yönünden etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğünün doğup doğmayacağı açıklığa kavuşturulmalıdır.

82. Anayasa'da, ceza kanunlarının yer bakımından uygulanmasına ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır. Ülke dışında gerçekleşen ve devletin maddi yükümlülüğünün doğmadığı her olayda devlete mutlaka bir soruşturma açması yönünde ayrı bir yükümlülük yüklenemez.

83. Ancak ülke sınırları dışında gerçekleşen ölüm olaylarında çok istisnai hâllerde, ölüm olayı ile devlet arasında yer yönünden yetki yönünden bağ kuran özel bir durumun varlığı hâlinde etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında harekete geçilmesi beklenebilecektir. Bu durum faillerin devletlerin yer yönünden yetki alanlarına ilişkin boşluk ve kısıtlamalardan yararlanarak cezalandırılmaktan kaçınmalarının ve yaşam hakkını ihlal eden fiillerin cezasız kalmasının önlenmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu özel koşulların varlığı her somut olayın kendi koşulları içinde değerlendirilebilecektir.

84. Etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında devletin harekete geçmesinin anayasal bir yükümlülük olarak beklenebileceği özel hâller dışında ülke dışında gerçekleşen ölüm olaylarının Türkiye'de soruşturulması bakımından devletin geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır.

85. Devletin bu takdir yetkisi kapsamında yargılamayı kendi egemenlik alanı içinde görerek soruşturma yürütülmesini mümkün kıldığı durumlarda ise yürütülecek soruşturmaların etkili soruşturma kriterlerini taşıması beklenmelidir.

86. Devletin suça ilişkin yargılamayı kendi egemenlik alanında görerek soruşturma yürütülmesini mümkün kıldığı durumlar, bir başka ifade ile ceza kanunlarının yer bakımından uygulanmasına ilişkin ilkeler yukarıda açıklanmıştır.

87. Somut olayda ölüm olayı devletin egemenlik alanı dışında gerçekleşmiş olmakla birlikte Türk vatandaşı olan şüphelilerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunması üzerine Türk Ceza Kanunu'ndaki koşulların sağlanmış olması üzerine olaya ilişkin soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Kaldı ki başvuruya konu olayda yaşam hakkının ihlal edildiği ileri sürülen de Türk vatandaşıdır. Başvuruya konu olay bir bütün olarak değerlendirildiğinde somut olayda, yaşam hakkının ihlali iddiasına ilişkin kamu makamları tarafından etkili bir soruşturma yürütülmesi anayasal bir yükümlülük olarak ortaya çıkmaktadır.

88. Yaşam hakkına ilişkin ihlal iddialarının araştırılması yönünde soruşturma yürüten Türkiye Cumhuriyeti devletinin, elindeki araçları somut olayın imkânları ölçüsünde, etkili şekilde kullanarak ihlal iddiasını açıklığa kavuşturması gerektiği açıktır. Bu nedenle, başvurunun Anayasa Mahkemesinin yer bakımından yetkisi kapsamında olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

89. Devletin elinde bulunan uygun araçları kullanma yükümlülüğü, elbette her somut olay için yeniden değerlendirildiği gibi devletin egemenlik alanı dışında gerçekleşen bir olaya ilişkin de somut olayın kendine özgü koşulları içinde değerlendirme yapılmalıdır. Burada devletten olaya ilişkin maddi delil toplaması beklenemeyeceği gibi usul işlemlerinin de olay özelinde koşulların müsaade ettiği ölçüde gerçekleştirilebileceği açıktır.

90. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

Serdar ÖZGÜLDÜR bu görüşe katılmamıştır.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

91. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

92. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi, ihlali gidermek ve dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

93. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük kesin olarak bir sonuç elde etmeyi değil uygun araçların kullanılmasını gerektirir. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara, üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

94. Yürütülecek soruşturmaların makul bir süratte gerçekleştirilmesi ve soruşturmalarda özen gösterilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Bazı özel durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan olayların daha sağlıklı bir şekilde aydınlatılabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 29).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

95. Başvuruya konu olayda C.B.nin Güney Afrika Cumhuriyeti'nde Türk vatandaşı olan şüpheliler tarafından 2002 yılında öldürüldüğüne ilişkin iddia ilgili Türk makamlarına müteveffanın yakınları tarafından iletilmiş ve yapılan başvurular üzerine Bakanlığın talimatı ile Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 2005 yılında soruşturma başlatılmıştır.

96. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca 2005 yılında, Bakanlık Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü aracılığıyla Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından olaya ilişkin olarak yürütülen soruşturma ve kovuşturma aşamalarıyla ilgili bilgi ve belgeler talep edilmiştir. Süreç, Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Bakanlığa, Bakanlıktan ise Dışişleri Bakanlığına yazı yazılması ile işlemiştir.

97. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı, çeşitli zamanlarda Bakanlıktan Güney Afrika Cumhuriyeti'ne gönderilen yazının akıbetini sormuştur. Anılan yazılar Bakanlık tarafından Dışişleri Bakanlığına gönderilmiştir. Dışişleri Bakanlığından bu yazılara verilen cevaplara ilişkin olarak dosya kapsamında belge bulunmamaktadır.

98. Güney Afrika Cumhuriyeti ilgili makamları tarafından 7/2/2012 tarihinde "Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarınca yapılan soruşturmada aleyhe delil bulunmadığından şüphelilerin serbest bırakıldığının ve dosyanın kendileri açısından kapandığının" bildirildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Türk makamları tarafından başkaca bir bilgi veya yardım talep edilmesi hâlinde yeni bir adli yardım talebinin sunulması gerektiği belirtilmiştir.

99. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından adli yardım talebinin tekrar gönderilmesi talebinin Dışişleri Bakanlığınca reddedilmesi üzerine Adalet Bakanlığı tarafından talep evrakı 3/12/2012 tarihinde Güney Afrika Cumhuriyeti'ne doğrudan gönderilmiştir. Anılan yazıya bir cevap alınamamıştır.

100. Bunun üzerine Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı arasında karşılıklı görevsizlik kararları verilmiştir.

101. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenmiş, sonrasında iddianamenin iadesi kararları ve bu kararlara karşı itiraz süreçleri yaşanmıştır.

102. 2002 yılında meydana gelen ve 2005 yılında soruşturma başlatılan olaya ilişkin olarak 22/12/2014 tarihinde kamu davası açıldığı ve yargılamanın devam ettiği anlaşılmaktadır.

103. Kasten öldürme suçuna ilişkin olarak dokuz yılı aşkın süre devam eden soruşturma aşamasıyla birlikte yaklaşık on dört yıldır devam eden soruşturma ve kovuşturma süresinin makul olarak kabul edilmesi mümkün değildir.

104. Somut olayda çözümlenmesi gereken husus -Güney Afrika Cumhuriyeti'nden talep edilen bilgi ve belgelerin gönderilmemiş olmasının soruşturmanın ilerlemesi önünde teşkil ettiği engel de dikkate alınarak- süreçteki gecikmede Türk kamu makamlarına atfedilebilir bir kusur bulunup bulunmadığının, Türk kamu makamlarının kendilerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirip getirmediklerinin tespit edilmesidir.

105. Güney Afrika Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında suçluların iadesi anlaşması dışında adli yardımlaşma (istinabe) anlaşması bulunmadığı, talep edilen bilgi ve belgelere ilişkin olarak yapılan yazışmaların uluslararası teamül hukuku ve mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde olduğu anlaşılmaktadır.

106. Güney Afrika Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının henüz Türk makamları tarafından soruşturma açılmadan önce 2004 yılında, olayla ilgili olarak Türk vatandaşları K.G.K., Y.I. ve C.K. hakkında açılmış olan davanın delil yetersizliği nedeniyle düştüğünü Dışişleri Bakanlığına bildirmiş olduğu dosya kapsamındaki belgelerden anlaşılmaktadır.

107. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise soruşturma kapsamında C.B.nin öldürülmesi olayına ilişkin olarak sanığın (C.K.) sorgusunun yapılması ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yürütülen sürece ilişkin bilgi ve belgelerin gönderilmesi konusundaki talep yazısı 2005 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarına sunulmak üzere gönderilmiştir.

108. 2012 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti'nden "Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarınca yapılan soruşturmada aleyhe delil bulunmadığından şüphelilerin serbest bırakıldığının ve dosyanın kendileri açısından kapandığı" bilgisini içeren bir yazı gelmiştir.

109. 2005 yılında yazılan yazıya 2012 yılında cevap verilmesi üzerine bu aşamada soruşturma makamlarınca, dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarınca gönderilen bilgilerin soruşturmaya devam edilmesi ya da soruşturmanın sonlandırılması için yeterli olup olmadığı, mevcut durum çerçevesinde kamu davası açılıp açılmayacağı yönlerinde değerlendirme yapılması gerekirken bu yönde bir değerlendirmenin yapılmadığı, Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından yeniden bilgi talep edildiği, yetkisizlik kararları verildiği ve toplam dokuz yıl sonunda kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.

110. Türk adli makamlarının, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndesuç isnadına ilişkin bir hüküm kurulup kurulmadığı ve kamu davası açmaya yeterli delil bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılması amacıyla Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından bilgi ve belge bekledikleri anlaşılmakta ise de Güney Afrika Cumhuriyeti makamları tarafından farklı aşamalarda birtakım bilgilerin sunulmuş olduğu, bu bilgilerin soruşturmanın devamı için yeterli olup olmadığının değerlendirilmediği anlaşılmaktadır.

111. Sonuç olarak Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından istenen bilgi ve belgelerin gönderilmemesine ya da geç gönderilmesine ilişkin kusurun Türk kamu makamlarına atfedilemeyeceği, ancak Türk kamu makamları tarafından sırf bu nedenle soruşturmanın sürüncemede bırakılamayacağı, özellikle 2012 yılında verilen cevabi yazı dikkate alınarak sürece ilişkin değerlendirme yapılması gerekirken somut olayda kamu makamlarının üzerlerine düşen özen yükümlülüğünü bu anlamda yerine getirmedikleri tespit edilmiştir.

112. Bu nedenle başvuruya konu soruşturma ve kovuşturma sürecinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği öneme ve özene uygun bir inceleme içermediği, bu nedenle soruşturmanın etkili bir şekilde yürütüldüğünden ve buna bağlı olarak yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün yerine getirildiğinden söz edilemeyeceği kanaatine ulaşılmıştır.

113. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yıldız SEFERİNOĞLU bu görüşe katılmamışlardır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

114. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

115. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

116. Başvurucu, ihlalin tespiti ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

117. Başvuruda, soruşturmanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

118. Yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

119. Dosyadaki belgelerden başvurucu Mehmet Bayrakcı'nın 206,10 TL harç ödediği ayrıca vekil aracılığıyla başvuru yaptığı anlaşılmaktadır. Av. Özlem Şen Abay'ın dosyaya vekillikten çekilme dilekçesi sunması ile başvurucuyla aralarındaki vekâlet ilişkisi sona ermiş olsa da bireysel başvurunun avukat aracılığıyla yapılmış olması sebebiyle, bakılan başvuruda başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Buna göre 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde yürütülen soruşturmanın etkili olmadığına ilişkin iddianın yer bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

2. Türkiye Cumhuriyeti tarafından makul sürede soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA Serdar ÖZGÜLDÜR'ün karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Burhan ÜSTÜN, Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yıldız SEFERİNOĞLU'nun karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.681,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın birer örneğinin Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı ile (E.2014/22294) Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2015/147) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/6/2019 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Aşağıdaki nedenlerle, yaklaşık on dört yıldır devam eden yargılamanın Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği hız ve özende bir inceleme içermediği, soruşturmanın etkili bir biçimde yürütülmediği ve buna bağlı olarak yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturma yapma usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmak mümkün değildir:

1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Güny Afrika Cumhuriyeti arasında bir adli yardım (istinabe) anlaşması bulunmamaktadır. Buna rağmen Adalet Bakanlığı görüşü ekinde gönderilen işlem dosyasının incelenmesinde; T.C. Adli Makamları (Bursa C. Başsavcılığı, Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Adalet Bakanlığı) Dışişleri Bakanlığı, Pretorya (Güney Afrika Cumhuriyeti) T.C. Büyükelçiliği ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 2003-2016 yılları arasında defaatle yazışma yapıldığı, anılan makamların kendilerine düşen yükümlülükleri fazlasıyla yerine getirdikleri açıkça görülmektedir.

2. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde öldürülen Türk Vatandaşı C.B. ile ilgili olarak bir kısım sanıklar hakkında ancak 28.4.2014 tarihinde iddianame düzenlenebildiği, Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nce henüz davanın somut hiçbir deliline ulaşılamadığı, bu yöndeki gayretlerin de anılan ülke makamlarının cevap ve bilgi vermemesi üzerine sonuçsuz kaldığı açıktır.

3. Yine anılan işlem dosyasının incelenmesinde; Bursa C. Başsavcılığı iddianamesindeki kişilerle ilgili Güney Afrika Cumhuriyeti adli makamlarınca delil elde edilemediği gerekçesiyle açılan davanın geri çekildiği, davada başından silahla öldürüldüğü iddia edilen maktülün yapılan otopsisinde başına ateş edilmediği, ölüm nedeninin müessir fiile bağlı kafa travması olduğunun saptanmasının etken olduğu, bu nedenle ilgili kişiler hakkındaki suç dosyasının kapatıldığı anlaşılmaktadır.

4. Türkiye Cumhuriyeti dışında işlenen suçların soruşturma ve kovuşturmasının, işin doğası gereği güçlük arzettiği, üstelik başvurunun somutunda olduğu gibi Türkiye'yle adli yardım anlaşması olmayan ülke yetkililerinin yardımcı olmaması halinde, Türk idari ve yargı mercilerinin Türkiye'de açılan soruşturma ve kovuşturma yönünden ilerleme kaydedebilmeleri ihtimalinin oldukça zayıf olduğu ve uzun zaman alacağı izahtan varestedir. Yukarıda izah edildiği üzere, anılan Türk idari makam ve adli yargı mercilerinin yaptıkları onlarca yazışma ve gösterilen olağanüstü çaba karşısında, kendilerine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirmediklerini söylemeye imkân yoktur.

5. Varılan bu saptama karşısında, Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının öngörüldüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlâl edilmediği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye

Burhan ÜSTÜN

Üye

Muammer TOPAL

 

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

Üye

Recai AKYEL

Üye

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Güney Afrika Cumhuriyeti arasında bir adli yardım (istinabe) anlaşması bulunmadığı, buna rağmen Bursa Cumhuriyet Başsavcılığınca Güney Afrika Cumhuriyeti makamlarından adli yardım talebinde bulunulması üzerine Adalet Bakanlığının ilgili birimlerince bu talebin Güney Afrika Cumhuriyeti ilgili makamlarına iletildiği, ancak geçen süreç içerisinde defalarca bu talebin yenilendiği, buna rağmen anılan Devlet makamlarının kendilerinden istenen bilgi ve belgeleri göndermedikleri anlaşıldığından ve bu konuda Türk adli ve idari makamlarınca yapılabilecek başkaca bir işlem bulunmadığından, sürecin uzamasından ulusal makamların sorumlu tutulamayacağı açıktır. Bu maddi vakıa karşısında, başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

 

 

 

 

 

Üye

Serdar ÖZGÜLDÜR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MAHİN PARJANI VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19219)

 

Karar Tarihi: 10/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 7/11/2019-30941

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Mahin PARJANI

 

 

2. Arda KHALEDI

 

 

3. Birivan KHALEDI

 

 

4. Ramezan KHALEDİ

 

 

5. Hossein KHALEDI

Vekili

:

Av. Mahmut KAÇAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik kuvvetlerinin güç kullanımı sonucunda ölüm olayının meydana gelmesi ve bu ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuruya ilişkin olarak görüş bildirilmesine gerek görülmediğini belirtmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu soruşturma dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Van'ın Türkiye-İran sınırına oldukça yakın bir yerinde olan Saray ilçesi Kapıköy köyünde 9/10/2013 günü saat 05.30 sıralarında S.K. adlı bir İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı sırtından vurularak öldürülmüştür. İlk başvurucu ölenin eşi, ikinci ve üçüncü başvurucu ölenin çocukları, dördüncü ve beşinci başvurucu ise sırasıyla ölenin babası ve kardeşidir.

9. Olay, bir grup arkadaşıyla sınırdan Türkiye'ye giriş yapan S.K. ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı 6. Hudut Alayı 2. Hudut Taburu 7. Hudut Bölüğü Komutanlığı askerlerinin karşı karşıya gelmesi üzerine S.K. ve arkadaşlarının anılan köye kaçması sonrasında yaşanmıştır.

10. Başvurucuların yakınının ölümü ile sonuçlanan olay Saray Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Bunun üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında resen bir soruşturma başlatmıştır.

11. Olay, Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) da bildirilmiştir. Bunun üzerine Askerî Savcılık olay hakkında resen ayrı bir ceza soruşturması başlatmış ve 9/10/2013 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazarak olay yeri incelemesinin yapılması, delillerin toplanması, ölü muayene ile otopsi işlemlerinin gerçekleştirilmesi, olayın görgü tanıkları ile tespit edilebildiği takdirde şüphelilerin ifadelerinin alınması talebinde bulunmuştur.

A. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci

12. Saray/Çaybağı Jandarma Karakol Komutanlığında görevli Astsubay A.B. tarafından imzalanan "Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Görüşme Tutanağı" başlıklı 9/10/2013 tarihli belgeye göre Kapıköy köyünde 9/10/2013 günü saat 05.30 sıralarında İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.K. adlı bir şahsın ölü olarak bulunduğu bilgisi Saray Cumhuriyet Başsavcılığı savcısına iletilmiştir.

13. Olaydan haberdar edilen Saray Cumhuriyet Başsavcılığı savcısı, Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibine anılan köye gitmesi talimatını vermiştir. Cumhuriyet savcısı da saat 09.00 sıralarında zabit kâtibi ve fotoğraf bilirkişisiyle birlikte olayın meydana geldiği köye gelmiştir.

14. Cumhuriyet savcısının talimatı üzerine saat 07.00 sıralarında yola çıkan Olay Yeri İnceleme ekibi saat 07.50 sıralarında olayın yaşandığı köye varmıştır. Jandarma Kıdemli Başçavuş Z.S. ile Uzman Çavuş S.U.dan oluşan Olay Yeri İnceleme ekibi, Cumhuriyet savcısının köye gelmesi üzerine olay yeri incelemesine başlamış ve iki sayfalık bir rapor hazırlamıştır. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda, köye varıldığında Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince gerekli emniyet tedbirlerinin alındığının görüldüğü, Cumhuriyet savcısının olay yerine gelmesi üzerine ise gerekli incelemelere başlandığı ifade edilmiştir. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda; köy içinden geçen yolların birleşim noktası olan boş bir alanda üzeri iki battaniyeyle örtülü, sırt üstü yatar vaziyette bir erkek şahsın cesedinin olduğu, cesedin üzerinde bulunan montun göğüs bölgesinde ateşli silaha ait çıkış deliği olduğu değerlendirilen bir delik bulunduğu belirtilmiştir. Olay Yeri İnceleme Raporu'nda; köy halkının beyanlarından ölen kişinin atlar ile kaçak mazot getiren bir kişi olduğunun anlaşıldığı, cesedin bulunduğu yerin on metre ilerisinde umumi tuvalet kapısına bağlı bir at olduğu ve bu atın köy halkının beyanlarından ölen kişiye ait olduğunun anlaşıldığı, atın üzerinde içinde mazot olduğu değerlendirilen jelikanların bulunduğunun görüldüğü ifade edilmiştir. Raporda ayrıca cesedin olduğu yerin güney ve güneybatı istikametindeki otluk alanda yapılan incelemelerde cesetten 120 metre uzaklıkta bulunan yoncalık tarlanın sınır hattında uzun namlulu silaha ait üç adet, bu alanın biraz daha ilerisinde ise altı adet mermi kovanının bulunduğu, bu gölgede suça konu başka bir iz ve delile rastlanmadığı, mermi kovanlarının bulunduğu yerden ölen kişinin olduğu yere doğru ateş edildiği değerlendirilerek bu hizadaki evlerin duvarlarının ve çatılarının incelendiği ancak bu incelemede herhangi bir mermi çekirdeği giriş deliğine ve çarpma izine rastlanmadığı ifade edilmiştir. Son olarak olay yerinin ve tespit edilen delillerin fotoğraflarının çekildiği, cesedin bu incelemeden sonra Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda Saray Sağlık Ocağına (Sağlık Ocağı) götürüldüğü, olay yerinin tekrar incelenmesi neticesinde başkaca iz ve delile rastlanmaması nedeniyle saat 10.10 sıralarında olay yerindeki incelemelere son verildiği, daha sonra Sağlık Ocağına gidilerek ölen kişinin el svapları ile parmak izlerinin alındığı, ayrıca ölen kişinin elbiseleri ile üzerindeki cep telefonunun muhafaza altına alındığı belirtilmiştir.

15. Ölen kişinin el ve yüz bölgesinden alınan svaplar üzerinde Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı Kimyasal İnceleme Laboratuvarı görevlileri tarafından atış artığı analizi yapılmıştır. Laboratuvar görevlileri tarafından hazırlanan uzmanlık raporuna göre ölen kişinin el ve yüz bölgelerinden alınan svaplarda atış artığı tespit edilmemiştir. Olay yeri incelemesi sırasında muhafaza altındaki giysiler üzerinde yapılan atış artığı analizinde de atış artığına rastlanmamıştır. Raporda, mont üzerinde atış artığı tespit edilemediği için atış mesafesi hakkında herhangi bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı ifade edilmiştir.

16. Olay yeri incelemesi sonrasında hazırlanan krokiye göre mermi kovanlarının bulunduğu yer ile cesedin olduğu yer arasında bir dere yatağı bulunmakta; bu dere yatağının bir kenarında köy evleri, diğer kenarında ise tarlalar yer almaktadır. Krokiye göre ceset evlerin olduğu tarafta (evlerin arasında, köyün orta yerinde), mermi kovanları ise tarlaların olduğu taraftadır. Krokiye göre mermi kovanlarının bulunduğu yer ile cesedin olduğu yer arasındaki bölgede yirmi beş metrelik bir mesafede at nalı izleri bulunmaktadır.

17. Olay yeri incelemesinden sonra Sağlık Ocağında ölü muayene işlemi gerçekleştirilmiştir. Ölü muayene işlemine kimlik tanığı sıfatıyla katılan başvurucu Hossein Khaledi buradaki beyanında özetle ölen kişinin kardeşi olduğunu ve aslen İranlı olduklarını ifade etmiştir. Hossein Khaledi ayrıca olayı kardeşi ile birlikte Türkiye'nin Kapıköy köyüne giden kişilerin haber verdiğini, kardeşinin Kapıköy köyünde bekleyen askerler tarafından vurulduğunu öğrendiğini belirtmiştir.

18. Ölü muayene işleminde başvurucuların yakınının sırtının sağ tarafında mermi çekirdeği giriş yarası, göğüs bölgesinde ise mermi çekirdeği çıkış yarası tespit edilmiştir. Bunun üzerine kişinin kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için klasik otopsi işleminin yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

19. Bu değerlendirme üzerine 9/10/2013 tarihinde Van Adli Tıp Şube Müdürlüğünde klasik otopsi işlemi gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen otopsi hakkında düzenlenen tutanakta diğer bazı hususların yanı sıra kişinin sırtından giren mermi çekirdeğinin önden arkaya, sağdan sola, hafif aşağıdan yukarıya seyirle göğüs bölgesinden vücudu terk ettiği, cesetten mermi çekirdeği elde edilemediği belirtilmiştir. Tutanakta ayrıca toksikolojik analiz yapılması için kişiden kan ve idrar alındığı ifade edilmiştir.

20. Klasik otopsi işlemi neticesinde hazırlanan raporda; kişinin kanında ve idrarında sistematikte aranan uyutucu ve uyuşturucu maddelerden hiçbirinin bulunmadığı, kişinin kesin ölüm sebebinin ateşli silah yaralanmasına bağlı iç ve dış kanama olduğunun değerlendirildiği ifade edilmiştir.

21. Başvuru formu ve eklerindeki bir tutanağa göre Cumhuriyet savcısı 9/10/2013 tarihinde Jandarma İç Güvenlik Tim Komutanı Astsubay B.Y.yi telefonla arayarak bu kişiye bazı talimatlar vermiştir. Bu tutanakta telefon görüşmesinin hangi saatte yapıldığına ilişkin bir kayıt mevcut değildir. Cumhuriyet savcısının talimatları şunlardır:

"(X) Kapıköy 7'inci Piyade Hudut Bölük Komutanlığında; 09.10.2013 günü 00.00 - 08.00 saatleri arasında dış görevde görevli bulunan personelin görevlendirme belgesinin, görevlendirme belgesindeki personelin görev esnasındaki kimlik ve silah tespitlerinin yapılması, görevli personelin silahlarının muhafaza altına alınması,

 (X) Tespiti yapılan silahların kişi başında zimmet senetlerinin aslının teslim alınması,

 (X) Tanzim edilen soruşturma dosyasının muhafaza altına alma tutanağı ile Saray Cumhuriyet Başsavcılığında 10.10.2013 günü hazır edilmesi, "

22. Cumhuriyet savcısının bu talimatı üzerine 9/10/2013 günü saat 16.00 sıralarında ilgili askerî personelce Kapıköy 7. Hudut Bölük Komutanlığına gidilerek talimatta belirtilen tarihte ve saatte dış görevde bulunan kişilerin ve bu kişilere ait silahların tespiti yapılmış, bu silahlar muhafaza altına alınmıştır.

23. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde köy halkından bazı kişilerin ifadesini almıştır. Bu kapsamda tanık olarak dinlenen H.A.nın ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün saat sabah 05:00 civarında evimdeyken dışarıdan silah sesleri geliyordu. Daha önceki tecrübelerden kendi kendime dedim ki muhtemelen yine kaçakçılık olayı oldu, askerler ateş açıyor. Sonrasında saat 05:30 gibi koyunlarımı otlatmak için dışarı çıkardığımda tahminen 50-60 tane askerin ve 3 tane askeri aracın köyümüzün yakınında olduğuna ve 4 veya 5 tane kaçakçıyı kovaladıklarına şahit oldum, kaçakçılardan her biri farklı bir tarafa kaçıyordu, bir tanesi de köye doğru kaçmaya çalışıyordu, tam köy meydanına varmadan köyün 10-15 metre uzaklığında bulunan suyu geçer geçmez vurulduğunu tahmin ediyorum tam net olarak orada vurulduğunu görmedim ancak öyle düşünüyorum çünkü suyu geçer geçmez silah sesi geldi ve atın üzerindeki kaçakçı sallanmaya başladı, sonrasında atı ile birlikte köyün meydanı olan alana doğru at ile birlikte ilerledi ve tam meydana geldiğinde atından aşağı düştü, ben de köyümüzde okul servisçiliği yapan [M.D.], [N.Ö], [N.Y.], [İ.P.] ile birlikte ne olduğunu öğrenmek için attan düşen şahsın yanına gittik, ağzından ve burnundan kan geldiğini görünce vurulduğunu anladık şahıs bir sefer gözünü açıp kapadıktan sonra orada can verdi, bu olayın hemen ardından orada bulunan askerler silahlardan atılan boş kovanları toplayarak geri çekildiler, olayların yaşanması sırasında askerlerin bir kısmı havaya ateş ediyordu, bir kısmı da kaçakçıya doğru ateş ediyorlardı bu ölen şahsa doğru da ateş eden vardı hangi askerin ateş ettiğini arada mesafe olduğu için görmem mümkün olmadı. Bu kaçakçı öldükten sonra biz askerlere bağırarak şahsı öldürdünüz gelin sahip çıkın hastaneye götürün şeklinde bağırdık buna rağmen askerler geri çekilerek gittiler. Köyümüzde bulunan [Z.P.] olaydan sonra gelip askerlerin komutanını arayarak İran'lı kaçakçı bir şahsı vurdunuz niye sahip çıkmadınız niye doktora götürmediniz adam öldü diyerek telefonu kapattı. Tahminime göre bu olaylar sırasında 100 el ateş edilmiştir, bu askerlerin bulunduğu grubun içinde bir kişi eşofmanlıydı elinde silah olup olmadığını fark edemedim o an, o arkadan geriden geliyordu, vurulan şahsın vurulduğu yer ile ateş açan askerlerin arasında tahminime göre 150-200 metre atış mesafesi vardı, bu kaçakçıların hepsi at üzerindeydi askerlere karşı hiçbir şekilde silah veya taş atarak karşılık vermemişlerdir zaten kaçmaya çalışıyorlardı..."

24. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, H.A.nın ifadesinde adı geçen M.D.yi tanık sıfatıyla 11/10/2013 tarihinde dinlemiştir. M.D.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün tahminen saat 06:00'ya doğru okul servisine çocukları bindiriyordum bu sırada tahminen 5 tane kaçakçının köyümüze doğru geldiğini gördüm yanlarında da tahminen 9-10 tane at vardı. Ben bu kaçakçıları görünce minibüsten aşağı indim o sırada da devamlı, silah sesleri geliyordu. Atlı grup içinde bulunan kaçakçılardan bir tanesi 'vay babam' diye bağırdı ve sonrasında kafa üstü attan yere düştü, ben de hemen yere düşen sahsın yanına gittiğimde sahıs benim elimi tutup çekti ve gözlerini bir defa açıp kapadıktan sonra öldü, bu sırada burnundan da bayağı bir kan geldi, tahminime göre attan düşmesinden dolayı kafası da kırılmıştı kafasından da kan geliyordu, attan düşer düşmez şahıs sağ kolu yere gelecek şekilde yere düşmüştü. Ben de şahsın yaşayıp yaşamadığını ve kurşunun nereye geldiğini anlamak için şahsın sırtına baktım, sırt kısmında mermi deliği olduğunu gördüm, yaşanan bu olaylar sırasında şahsın öldüğü yere yaklaşık olarak 200 metre uzaklıkta 40-50 civarında farklı yerlerde bulunan askerlerin ellerindeki silahlarla ateş ettiğini gördüm, ancak olayın heyecanıyla askerlerin havaya mı ateş ettiğini yoksa kaçan kaçakçılara mı ateş ettiğini göremedim. Bu askerler içerisinde sivil bir şahıs da vardı bu elbise tahminime göre eşofmandı yanlış hatırlamıyorsam alt tarafında giydiği eşofman siyah renkliydi ve üst tarafı ise mavi renkliydi, askerlerden bazıları yerde mevzi alarak ateş ediyorlardı bu askerlerden hiçbirini tanımıyorum. Yaklaşık olarak bu şahsın ölümünden 1 saat sonra ambulans geldi sahsın ölmüş oldugunu söylediler. Ambulans geldikten 30 dakika sonra ise jandarma gelerek olaya müdahale etti. Kaçakçı şahsın ölümünden sonra biz piyadelere bağırarak şahsı öldürdünüz gelin sahip çıkın alın doktora götürün diye arkalarından bağırdık ancak piyadeler geri çekildiler, bu olaylar sırasında 3 tane askeri araç görmüştüm, bu askeri araçlara binerek gittiler. Bu olayın ilk başında ölen şahsın yanında bulunan 4 tane kaçakçı da şahsın ölmesi üzerine olay yerinden kaçarak uzaklaştılar..."

25. H.A.nın ifadesinde adı geçen N.Y., N.Ö. ve İ.P.nin 10/10/2013-11/10/2013 tarihlerinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınmıştır. İfadeleri alınanbu kişiler de olayın gelişimini genel olarak H.A. ile M.D.nin anlattığı gibi ifade etmiştir.

26. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, askerî makamlara kişinin öldüğünü söyleyen Z.P. adlı köylünün ifadesini de almıştır. Z.P. ifadesinde özetle İranlı bir şahsın vurulduğunu öğrenmesi üzerine olay yerine gittiğini, kişinin köyün orta yerinde üzerine battaniye çekili şekilde yerde kanlar içinde yattığını gördüğünü, sonrasında Yüzbaşı M.M.G.yi arayarak "Sayın Komutanım hiç iyi bir şey yapmadınız, köyün içinde adam vurulur mu?" dediğini, Komutan'ın da "Biz vurmadık, köylüler vurmuş." diyerek telefonu kapattığını belirtmiştir.

27. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde Saray İlçe Polis Merkezi Amirliğine müzekkere yazarak olayda kullanılan silahlar ile bu silahlara ait mermi çekirdeklerinin ivedi bir şekilde araştırılması talebinde bulunmuştur. Bu müzekkere üzerine Van Emniyet Müdürlüğüne bağlı Olay Yeri İnceleme ekibi saat 11.25'te olayın yaşandığı köye gelmiş ve incelemelerine başlamıştır. Bu inceleme sonucunda hazırlanan 10/10/2013 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporu'nda, cesedin bulunduğu yerin etrafındaki sokaklar ile bu sokaklar üzerindeki evlerin duvarlarında ve avlularında metal arama dedektörleriyle mermi kovanı ve mermi çekirdeği aramalarının yapıldığı ancak bu aramalarda herhangi bir iz/bulgu tespit edilemediği belirtilmiştir. Ayrıca cesedin bulunduğu yerin güneybatısında kalan yaklaşık 200x300 m mesafede de aynı şekilde arama yapıldığı ancak bir delil elde edilemediği ifade edilmiştir.

28. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 10/10/2013 tarihinde 6. Hudut Alayı 2. Hudut Tabur Komutanlığına (Tabur Komutanlığı) bir talimat yazarak aşağıdaki hususların araştırılmasını ve bu araştırmalar yapıldıktan sonra tanzim edilecek rapor ve tutanakların kendisine gönderilmesini istemiştir.

"1- Olayın meydana geldiği 7. Hudut Bölük K.lığında görevli tüm personelin açık ad ve kimlik bilgileri (Rütbeli, Erbaş ve Er),

2- Olay tarihinde 7. Hudut Bölüğünün envanterinde bulunan tüm silahların marka, model, çap ve seri numara bilgilerini,

3- Olayın meydana geldiği gün kaçakçılık olayına müdahele eden ekipte bulunan kişilerin;

a- Açık ad ve kimlik bilgileri,

b- Olaya müdahele ederken yanlarında bulunan silahların marka, modeli, çapı ve seri numaraları,

c- Yanlarında kaç adet mermi bulunduğu ve müdahele bittikten sonra kaç adet mermi ile karakola döndükleri."

29. Tabur Komutanlığı 10/10/2013 tarihli talimatla istenen bilgi ve belgeleri Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Sunulan bu bilgi ve belgelere göre olay günü dış göreve giden bazı askerler kendilerinin zimmetinde olan mermilerin bir kısmını kullanmıştır. Başvuru ekindeki bu belge tam olarak okunamadığından olay günü kullanılan mermi sayısı tam olarak tespit edilememiş ise de bu belgeden kullanılan mermilerin dokuzdan fazla olduğu anlaşılmaktadır. Tabur Komutanlığı, Saray Cumhuriyet Başsavcılığının (3) numaralı başlıkta istediği bilgiler ile ilgili olarak ise olay günü sadece dış göreve giden askerlerin bilgilerini Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Bu bilgiler arasında aşağıda açıklanacağı üzere olay günü gözetleme kulesinde bulunan ancak duyduğu silah sesleri üzerine gözetleme kulesinden inerek olaya müdahale eden askerlerin yanına giden Uzman Çavuş T.Ş. hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır.

30. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, olaydan sonra muhafaza altına alınan silahlar ile olay yeri incelemesinde bulunan dokuz adet boş mermi kovanını gerekli tetkiklerin yapılması amacıyla Jandarma Genel Komutanlığı Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğine (Laboratuvar Amirliği) göndermiştir. Laboratuvar Amirliğinin 31/10/2013 tarihli uzmanlık raporunda; tetkik için gönderilen silahların ateş etmesine mâni mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığı, incelenmesi için gönderilen dokuz adet 7.62x39 mm çap ve tipindeki mermi kovanının HБ1375Л seri numaralı Kalaşnikof marka silahla atılmış olduğu tespitleri yapılmıştır. Bu tespit üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığı HБ1375Л seri numaralı tüfeğin kimin zimmetinde olduğunu Tabur Komutanlığına sormuştur. Tabur Komutanlığı anılan tüfeğin Piyade Uzman Çavuş T.Ş.nin zimmetinde olduğunu Savcılığa bildirmiştir.

31. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden ekipte bulunan askerlerin isimlerinin kendisine bildirilmesi üzerine bu kişilerin ifadelerini almıştır.

32. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı bu kapsamda Bölük Komutanı Yüzbaşı M.M.G.nin 4/12/2013 tarihinde ifadesini almıştır. M.M.G. ifadesinde özetle İran'dan Türkiye'ye giriş yapmak isteyen bir kaçakçı grubun olduğunun ihbarı üzerine iki ayrı askerî unsuru farklı iki noktaya yerleştirdiğini ancak daha sonra kaçakçı grubun askerî unsurların arasından geçerek Kapıköy köyüne giriş yaptığını öğrendiğini, köyden Kalaşnikof marka silah seslerinin gelmesi üzerine görevlendirdiği askerî unsurların yanına gittiğini, askerî unsurların yanına vardığında 35-40 kişilik köylü ve kaçakçı grubun taş ve sopa ile askerlerin üzerine geldiğini gördüğünü, bunun üzerine askerî unsurların geriye çekilmesi yönünde talimat verdiğini belirtmiştir. M.M.G. bölük merkezine gelmelerinden on dakika sonra Z.P. adlı bir köylünün kendisini arayarak "Burada sen ne yaptın, burada bir ölü var, bu saatten sonra savcıyı sen ararsın." dediğini, kendisinin de "Ben kimseyi vurmadım." diyerek telefonu kapattığını ifade etmiştir. M.M.G., bölük merkezine geldikten sonra yapılan sayımlarda toplamda 73 el ateş edildiğinin anlaşıldığını, hangi askerin kaç defa ateş ettiğinin Savcılığa sundukları listeden de belli olduğunu belirtmiştir. M.M.G. ayrıca olay yerindeki boş mermi kovanlarının nerede olduğunu bilmediğini ancak gözetleme kulesindeki askerin olaydan sonra köylülerin olay yerinde bir şeyler topladığını söylediğini, köylülerin ne topladıklarını bilmediğini ifade etmiştir. M.M.G. son olarak askerî unsurlar arasında sivil bir kimse bulunmadığını belirtmiştir.

33. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçakçılara müdahale için yerleştirilen iki askerî unsurdan birinin başında bulunan Astsubay R.C.nin 27/11/2013 tarihinde şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. Astsubay R.C.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın yaşandığı tarihte bölük komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] beni telefon ile arayarak bir grup kaçakçının sınırı geçerek Türkiye'ye giriş yaptığını, bizim de harabe tepe diye bilinen bölgeye gitmemiz yönünde bize emir verdi, bu emir doğrultusunda P.Er [S.G.], P.Er [D.Y.], P.Er [A.K.], P.Onb. [M.U.] ve ayrıca takviye kuvvet olarak da Piyade Uzm Çvş [H.E.] bulunmaktaydı, burada pusuya yattık, belli bir süre sonra 3 şahıs ve 4 tane atın üzerimize doğru geldiğini görünce dur ihtarında bulundum ve üzerime zimmetli olan [S.] marka pompalı tüfek ile 3 el havaya uyarı ateşinde bulundum, kacakçı grubun havaya ateş etmem üzerine durmadıklarını görünce bu defa beylik tabancam [Y.] marka silah ile 4 el havaya doğru uyarı ateşinde bulundum. Daha sonra kaçakçı grup P.Ast [K.A.nın] bulunduğu kabe deresi yönüne doğru ilerlemeye başladı, oradan da müdahale gelince Kapıköy köyünün içine kaçtılar. Kaçakçı grubun köyün içine girmesinden sonra askerlerden hiçbiri ateş etmedi, köyün içine girme yetkimiz olmadığından olay yerinde bulunan unsurlar bölük merkezine gitmek ve geri çekilmek için bir araya toplandılar, bu sırada köyün içinden silah sesleri gelmeye başladı, tahminen 40-50 arası ateş edilmiştir. Bulunduğumuz nokta itibari ile köyün içini görme ihtimalimiz olmadığından kimin ateş ettiğini göremedim. Bölük merkezine gitmek için toparlandığımız sırada bir grup vatandaş taş ve sopalarla üzerimize yürüdü, bu sırada da bize hitaben 'bizim 5 yaşındaki koyuna çıkacak kardeşimizi vurdunuz' şeklinde ifadelerde bulunuldu. Bazı köylü vatandaşlar elimizden silahımızı almaya çalıştı, üzerimize doğru yürürken küfürler ediyorlardı, bütün unsurlar hızlı bir şekilde toparlanarak bölük merkezimize geri dönüş yaptık. Bu müdahale sırasında benim yanımda G-3 Piyade tüfeği de bulunmaktaydı ancak bunu hiçbir şekilde kullanmadım. Bu müdahale sırasında tüm asker unsurlarının 60-70 el civarı ateş ettiğini düşünüyorum, ateş eden diğer askerlerin hava karanlık olduğu için isimlerini bilemeyeceğim, söz konusu müdahale sırasında diğer askerlerde G-3 Piyade tüfeği bulunmaktaydı, bunun dışında kaleşnikof marka silah benim bulunduğum unsurda kimsede yoktu. Olay yerinden geri çekilirken kulede bulunan Uzm. Çvş. [T.Ş.] elindeki kaleşnikof marka silah ile havaya uyarı ateşinde bulundu. Olay yerinden aynlırken yerdeki boş kovanları bizim unsurlanmızdan veya diğer unsurdan hiçbir asker toplamamıştır, boş kovanların yerde neden bulunamadığını bilemiyorum, müdahale sırasında bulunan askeri grupta herkes resmi elbiseliydi, sivil hiçbir şahıs yoktu. Biz bölük merkezine döndükten belli bir süre sonra [Z.P.] isimli şahıs bölük komutanımızı cep telefonundan arayarak 'sen burada ne yaptın, burada bir ölü iki yaralı var, artık bu saatten sonra savcıyı da sen ararsın' dediğini biliyorum. Yoksa biz İranlı vatandaşın öldüğünü olay yerinde görmedik, bölük merkezine gidince komutanımızın söylemesi üzerine bilgimiz oldu. Bu müdahale sırasında toplam 25-30'a kadar asker bulunmaktaydı, söz konusu olayın olduğu tarihten bir hafta önce sınırdan kaçak yolla geçerek mazot kaçıranlara karşı büyük bir darbe sayılacak şekilde iki ton civarında kaçak mazot yakalaması yaptık, bundan dolayı da köylünün bize karşı antipatisi oluştu, bundan dolayı bizi yıpratmaya çalıştıkları ve bize yönelik komplo kurduklarını düşünüyorum. Bu olayda bizim askeri grubumuzda bulunan bütün askerlerden ben eminim, sürekli bu tip olay yaşanınca ne yapılması yönünde askerlere eğitim verilmekte, bundan dolayı da askerlerimiz havaya doğru ateş etmişlerdir. Ayrıca o bölgede oturan köylü vatandaşlar birinci derece askeri yasak bölge olan yerdeki telleri devamlı kesmekte bunlara zarar vermekte, bizde bundan dolayı köylüleri devamlı uyarmaktayız. Sürekli olarak bizi zor duruma düşürmek için köylü vatandaşlar tacizde bulunuyorlar. bölük Komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] müdahale sırasında orada değildi, köyden silah sesleri gelince bölük merkezinden gelerek bizi toplayıp geri çekilmemizi sağladı, onun da elinde silah vardı, yalnız ateş etmedi, bizleri alarak bölük merkezine götürdü. Ben kendimden emin olduğum için üzerime atılı Kasten Adam Öldürme iştirak suçunu kabul etmiyorum..."

34. Astsubay R.C.nin ifadesinde adı geçen P. Er S.G., P. Er D.Y., P. Er A.K., P. Onb. M.U. ve P. Uzm. Çvş. H.E. de olayın gelişimini genel olarak R.C.nin anlattığı gibi anlatmışlardır. Bu kişilerden M.U. yaşanan olayda uyarı amacıyla G-3 piyade tüfeğiyle havaya altı el, A.K. ise G-3 piyade tüfeğiyle havaya üç el ateş ettiğini ifade etmiştir.

35. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden ekipteki diğer askerî unsurun başında bulunan Astsubay K.A.nın 26/11/2013 tarihinde ifadesini almıştır. İfadenin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Olayın olduğu tarihte kabe deresi mevkiinde kaçakçıların geldiğini duyunca pusu atmaya başladık bu sırada benim bulunduğum unsurda Er [E.P.], Er [H.S.], Er [N.T.] ve [A.A.] bulunmaktaydı, biz kaçakçıları beklerken kaçakçılar gelip Kapıköy Köyüne doğru gelip köyün içine girdiğini gördük, köyün içine girmek tehlikeli olduğu için köye kadar gidemedik, bundan dolayı bütün unsurlar tek bir noktada toplandılar geri dönmek için hazırlanmaya başladık, köyün içinde bulunan 40 kişilik bir grup bizimle dalga geçmeye, kaçakçıları yine yakalayamadınız, asker şöyledir böyledir şeklinde sözler ettiler. Sonrasında köyün içinden kalaşnikof olarak değerlendirdiğim silah sesleri gelmeye başladı, tahminen 30-40 civarı ateş edildi. Ateş edildikten sonra da köylüler üzerimize yürümeye başladı, askerin elinden silahını almaya ve kolundan tutup götürmeye çalıştılar. Köylülerin üzerimize yürümesi üzerine askerlerden bazıları havaya doğru korkutma amaçlı ateş etti, aynı zamanda köylüler aracımızı taşlamaya başladı bizde olay yerinden ayrılarak bölük merkezine gittik. Bu operasyon sırasında benim elimde G-3 Piyade tüfeği bulunmaktaydı hiçbir şekilde ateş etmedim. Askerlerden hiçkimse kaçakçılara doğru veya köyün içine doğru ateş etmedi, bu tip müdahalelerde tecrübeli olduğumuz için asker ne yapıp nasıl davranacağını iyi bilmektedir. Kaçakçılar tahminime göre iki üç kişilerdi, dört veya beş tane at vardı. Bu olaylara müdahale sırasında askerlerin hepsi resmi elbiseliydi sivil kimse yoktu. Kaç tane askeri personelin olay yerinde olduğunu şu an hatırlayamadım, en fazla 14-15 kişi vardı. İranlı şahsın öldüğünü bölük merkezine geldikten sonra bölük komutanımızın bize söylemesiyle öğrendik, ilk başta böyle bir şey olacağına inanmadık daha sonra olayın doğru olduğunu anladık. Son olarak şunu tekrardan ifade etmek istiyorum, yaşanan bu olaylar sırasında köyün içinden de silah sesleri geldi bu olayın üzerinde durulmasını istiyorum ölen İranlı şahıs köyün içinde vurulmuş kaçakçılar köyün içine girdikten sonra bizden hiç kimse kesinlikle havaya dahi ateş etmedi, köyün içine de asker girmediği için köyden ateş edenlerin asker dışında birilerinin olduğunu düşünüyorum. Olay yerinden ayrılırken bizden hiçkimse boş kovanları toplamadı olay yerinde neden boş kovanların bulunamadığını bilemeyeceğim, köyde bulunan çoban çocukların biz ayrıldıktan sonra toplama ihtimali bulunmaktadır. Üzerime atılı bulunan kasten adam öldürmeye iştirak etme suçlamasını kabul etmiyorum..."

36. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen P. Er E.P. 2/1/2014 tarihli ifadesinde özetle olay günü kaçakçıları gördüklerinde G-3 piyade tüfeği ile on iki on üç el havaya ateş ettiğini, köye giren kaçakçıların da köyden Kalaşnikof marka silahlarla ateş etmeye başladıklarını ancak kendilerinin karşılık vermediklerini, sadece yine havaya uyarı ateşi açtıklarını ifade etmiştir. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen P. Er A.A. 11/12/2013 tarihli ifadesinde özetle olay günü kaçakçıları gördüklerinde G-3 piyade tüfeği ile önce iki el, kaçakçıların köye girmesi ve Kalaşnikof marka silah sesleri üzerine daha sonra da iki el olmak üzere toplam dört el G-3 piyade tüfeği ile havaya ateş ettiğini ifade etmiştir. Astsubay K.A.nın ifadesinde adı geçen H.S. ile N.T. ise olayın gelişimini genel olarak K.A. gibi anlatmış ve olayda kendilerinin silah kullanmadıklarını belirtmişlerdir.

37. Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadeleri alınan diğer askerler de olayın gelişimini genel olarak yukarıdaki askerlerin ifadelerine benzer şekilde anlatmışlardır. İfadeleri alınan askerlerden S.Ç., olaya müdahale eden askerlerin elinde G-3 piyade tüfeği bulunduğunu, sadece T.Ş. adlı uzman çavuşta Kalaşnikof adı verilen silahın olduğunu, köylülerin askerlere saldırması üzerine T.Ş.nin elindeki Kalaşnikof marka silahla havaya doğru uyarı ateşinde bulunduğunu ifade etmiştir.

38. Olay yerinde bulunan dokuz adet mermi kovanının silahından atıldığı tespit edilen Uzman Çavuş T.Ş.nin 25/11/2013 tarihli ifadesinin ilgili kısmı ise şöyledir:

"(...) Olayın olduğu gün 290 numaralı gözetleme kulesinde keşif gözetleme faaliyetleri çerçevesinde görev yapmaktaydım. Bu sırada Kapıköy Köyünden silah sesleri geldiğini duyunca benim bulunduğum kuleden köy tam olarak gözükmediği için ve unsurlarımızın da operasyonda olduğunu bildiğim için Kapıköy köyünü daha net görecek bir bölgeye gittim. Silah sesleri artmaya başlayınca bende olay yerinde bulunan unsurun yanına gittim, ben gittiğimde tahminen 20 kişilik unsurumuz vardı çekilmeye hazırlanıyorlardı, bu sırada da köyden bazı kişiler askerlerimize doğru taş atıyorlardı ve kardeşimizi öldürdünüz diyerek bağırıyorlardı. Bölük komutanımız olan Yüzbaşı [M.M.G.] unsurları araca bindirmek için uyarıyordu, aynı zamanda ben olay yerine gitmeden önce köyün içinden de silah sesleri geliyordu tahminime göre köyün içinden ateş edilen silah kaleşnikoftu, köyün içinde bizim unsurumuz olmadığından köylülerin ateş ettiğini düşünüyorum. Askerlerimiz araçlara binerken köylüler araçların yanına kadar gelerek askerlerimize taş atmaya başlayınca bende elimde bulunan üzerime zimmetli olan kaleşnikof marka silah ile 22 el havaya doğru uyarı ateşinde bulundum. Bunun üzerine köylüler taş atmayı bıraktı, unsurlar hızlı bir şekilde bölük merkezine geri döndü bende görev yaptığım gözetleme kulesine gittim. Ben olay yerine vardığımda zaten askerler geri çekilmeye başladığı için benim dışımda askerlerden kimsenin ateş ettiğini görmedim. Biz olay yerinden ayrılırken kesinlikle boş kovanları toplamadık. Ben kaçakçı unsurları görmediğim için kaç kişi olduğunu görmedim. Ben olay yerine gittiğim sıralarda [M.M.G.] yüzbaşı da araç ile olay yerine geldiğini gördüm, bildiğim kadarıyla bu operasyon sırasında [M.M.G.] yüzbaşı olay yerinde yoktu, söz konusu görevli askerlerin hepsi resmi elbiseliydi, bizden hiç kimse sivil kıyafetli değildi. Şahsın öldüğünü ben olay günü akşam bölük merkezine gidince öğrendim, bütün arkadaşlar üzgündü bu olayı konuşuyorlardı. Aynı zamanda bölük komutanımız [M.M.G.] yüzbaşı kendisini [Z.P.] isimli şahsın arayarak 'sen burada ne yaptın köyde 1 ölü 2 yaralı var' dediğini duydum. Bu operasyon sırasında rütbeliler dahil 20 üzerinde asker vardı, üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Maktülün köylüler tarafından vurulduğunu düşünüyorum..."

39. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 22/1/2014 tarihinde başvuruculardan Hossein Khaledi'nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Hossein Khaledi ifadesinde özetle ölen kişinin kendisinin öz kardeşi olduğunu, kardeşinin öldüğünü arkadaşlarından ve Kapıköy köyündeki köylülerden öğrendiğini, bunun üzerine Türkiye'ye gelerek kardeşinin cenazesini aldığını, kardeşini öldüren kişi ya da kişilerden şikâyetçi olduğunu belirtmiştir. Başvurucular ayrıca Saray Cumhuriyet Başsavcılığına sundukları dilekçelerle olayın aydınlatılması ve sorumluların cezalandırılması talebinde bulunmuşlardır.

40. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2014 tarihinde, olaya tanık olduğunu iddia eden İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadesini almıştır. S.M.nin ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(...) Ölen şahıs benim üvey dayım olmaktadır. Olayın yaşandığı tarihte kaçakçılık yapma amacıyla İran'dan Türkiye'ye atlarla birlikte giriş yaptık. Maktul de benim yanımdaydı. Giriş yaptıktan sonra askerler bizi kovalamaya başladı kaçarak Kapıköy köyünün içine girdik. Askerler bizi kovalarken havaya doğru ateş ediyorlardı. Niyetleri bizi vurmak olsaydı, kesinlikle vururlardı. Ancak öyle bir niyetleri olmadığı için havaya doğru ateş ettiler, biz köyün içine girince askerler ateş etmeyi kestiler. Tahminen 15 dk boyunca ateş sesi gelmedi. Sonrasında tek el silah sesi duydum. Silah sesi gelmesinden tahminen 30 sn sonra maktül atın üzerinden yere düştü. Ben de bunun üzerine maktülün yanına giderek yaşayıp yaşamadığına baktım. Maktulden hiç bir ses çıkmıyordu. Köyde bulunan vatandaşlar maktülün etrafına toplanmaya başladılar. Son olarak şunu tekrar etmek istiyorum. Maktulü kesinlikle asker vurmamıştır. Vurmak isteseydi köyün içine gelmeden önce vurabilirdi. Ancak bize karşı hedef alarak ateş etmediler. Uyarı amaçlı havaya ateş açtılar. Maktulü vuranın kim olduğunu görmedim, bilmiyorum..."

41. Başvurucuların vekili bu ifadeyi öğrendikten sonra S.M. adlı kişi hakkında yalan tanıklıktan, bu şahsı Savcılığa getiren kişiler hakkında da sahte delil üretmekten suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucuların vekili Savcılığa sunduğu dilekçede özetle soruşturma dosyasında söz konusu şahsın ifadesine hangi bulgu ve ihtiyaca binaen başvurulduğuna ilişkin tek bir açıklama ve işlem gerekçesi bulunmadığını, bu kişinin temin edilmiş yalancı tanık olduğunun açık olduğunu, Savcılığa bu kişiyi getiren kişilerin asker olduğunu ancak soruşturma dosyasında bu şahsı kimin nasıl getirdiğine dair bir açıklama olmadığını, soruşturma dosyasında bu kişinin kimlik ve pasaport bilgilerinin de olmadığını belirtmiştir. Başvurucuların vekili şikâyet dilekçesinde ayrıca soruşturma dosyasında bu şahsın olay yerinde olduğuna ve maktul ile birlikte görüldüğüne ilişkin tek bir tanık beyanının dahi olmadığını ifade etmiştir. Başvurucuların vekili, yaptıkları araştırmalar neticesinde söz konusu şahsın eşini öldüren ve bu sebeple İran'da cinayet suçundan aranan bir kişi olduğunu öğrendiklerini, İran İslam Cumhuriyeti makamları kişinin iadesini Türkiye'den talep etmiş ise de sığınmacılara ilişkin mevzuat uyarınca kişinin Türkiye'de olduğunu, bu kişinin kendisine vaat edilenler karşılığında bu şekilde bir ifade vermesinin kuvvetle muhtemel olduğunu ifade etmiştir.

42. Anılan şikâyet dilekçesi üzerine yalan tanıklık suçundan Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan bu soruşturma kapsamında öncelikle S.M. adlı İran vatandaşının Türkiye'ye ne zaman giriş yaptığı araştırılmıştır.

43. Bu araştırma kapsamında 30/1/2014 tarihinde Jandarma Başçavuş B.Y. ile Saray Cumhuriyet Savcısı O.S. arasında bir telefon görüşmesinin gerçekleştiği tespit edilmiştir. "Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Telefon Görüşme Tutanağı" başlıklı 30/1/2014 tarihli belgede; İran İslam Cumhuriyeti uyruklu bir erkek vatandaşın yasal olmayan yollarla Türkiye'ye giriş yaptığının ve bu sınır ihlali sırasında İran askerleri tarafından ateş açıldığının askerî makamlara ihbar edildiği, daha sonra ise İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri tarafından söz konusu şahsın S.M. adlı İran vatandaşı olduğunun ve bu kişinin av tüfeğiyle eşini öldürdüğünün Saray Kaymakamlığına bildirildiği ifade edilmiştir. Tutanakta; aynı gün Kapıköy köyünde İran uyruklu yabancı bir kişinin olduğunun tespit edildiği, bunun üzerine Saray Cumhuriyet Savcısı O.S. ile telefonla görüşüldüğü ve gerekli talimatların alındığı belirtilmiştir.

44. Saray Cumhuriyet Savcısı bu görüşme tutanağını imzalayan Jandarma Başçavuş B.Y.nin ifadesini almıştır. B.Y. ifadesinde özetle söz konusu şahsı yakalayıp Cumhuriyet savcısının talimatı doğrultusunda Van ili Yabancı Şube Müdürlüğüne götürdükleri sırada söz konusu şahsın sohbet esnasında daha önce Kapıköy köyündeki öldürme olayını Türk askerlerinin gerçekleştirmediğini, olay sırasında maktule beş metre mesafede olduğunu, kişiyi sivil bir vatandaşın vurduğunu gördüğünü ifade etmesi üzerine durumu hemen Cumhuriyet savcısına bildirdiğini, bunun üzerine Cumhuriyet savcısından aldığı talimat ile yoldan dönerek kişiyi Saray Cumhuriyet Başsavcılığına götürdüğünü ifade etmiştir. B.Y. ifadesinde bu olaya minibüs şoförü A.A. ile Adana İl Jandarma Komutanlığında görevli M.T.nin de şahit olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan minibüs şoförü A.A. ile M.T. de B.Y.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır.

45. Bu araştırmalar sonrasında Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelinin ölüm olayına ilişkin ifadesinin doğru olmadığına yönelik hiçbir bilgi ve belgenin bulunmadığı gerekçesiyle yalan tanıklık suçundan başlatılan soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Bu karara yapılan itiraz Van 2. Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir.

46. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 3/2/2014 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı ile Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığına müzekkere yazarak olay yerinde çekilen fotoğraflardaki mermi giriş çıkış deliklerine bakılarak kişinin hangi tür bir silahla vurulduğunun tespit edilmesi, kişinin G-3 piyade tüfeğiyle mi yoksa Kalaşnikof marka silahla mı vurulduğu hususlarının belirlenmesi talebinde bulunmuştur. Jandarma Kriminal Daire Başkanlığı 19/2/2014 tarihli yazı ile söz konusu incelemenin laboratuvarları bu imkân ve kabiliyette olmadığından yapılamayacağını Savcılığa bildirmiştir. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı ise istenen hususlar hakkında rapor düzenleyecek birim bulunmadığından işlemsiz olarak dosyayı iade etmiştir. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı aynı taleple Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğüne de başvurmuştur. Erzurum Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü ise fotoğraflar üzerinden böyle bir inceleme yapmanın mümkün olmadığı gerekçesiyle dosyayı işlemsiz olarak iade etmiştir.

47. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 31/12/2014 tarihinde olay hakkında soruşturma yapmaya yetkili mercinin Askerî Savcılık olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş ve dosyayı Askerî Savcılığa göndermiştir.

B. Askerî Savcılık Tarafından Yürütülen Soruşturma Süreci

48. Yukarıda da belirtildiği üzere olaydan haberdar edilen Askerî Savcılık olay hakkında resen bir ceza soruşturması başlatmış ve 9/10/2013 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına talimat yazarak olay yeri incelemesi yapılması, delillerin toplanması, ölü muayene ile otopsi işlemlerinin gerçekleştirilmesi, olayın görgü tanıkları ile tespit edilebildiği takdirde şüphelilerin ifadelerinin alınması talebinde bulunmuştur. Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bu işlemler gerçekleştirilmiş ve düzenlenen evrakın bir nüshası Askerî Savcılığa gönderilmiştir.

49. Olaya müdahale eden askerlerin bir kısmının ifadesi Askerî Savcılık tarafından da alınmıştır. İfadeleri alınan bu kişiler genel olarak Saray Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri ifadelere benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Bu kapsamda 24/3/2014 tarihinde askerî savcı tarafından ifadesi alınan Uzman Çavuş T.Ş. söz konusu suçu işlemediğini, tarafına tanınan susma hakkını kullanmak istediğini ifade etmiştir.

50. Askerî Savcılık elde ettiği verileri değerlendirerek 19/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Askerî Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda; olayla ilgili olarak Saray Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından da bir soruşturma yürütülmekte olduğunu, bu soruşturma kapsamında ifadesi alınan İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. adlı şahsın ölen kişiyi kesinlikle askerlerin vurmadığını, askerlerin sadece havaya uyarı amaçlı ateş ettiğini belirttiğini, tanığın bu beyanlarının kaçakçılık olayına müdahale eden askerler tarafından da doğrulandığını ifade etmiştir. Askerî Savcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ayrıca ölüme neden olan mermi çekirdeğinin askerlerin silahından çıktığına dair bir tespit yapılamadığını, soruşturma kapsamında alınan ifadelerden köyün içinden de silah seslerinin geldiğinin anlaşıldığını, başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silah sonucu ölmüş olabileceği kanaatine varıldığını, olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında da Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturmanın yürütülmekte olduğunu ifade etmiştir. Askerî Savcılık, soruşturma dosyasında söz konusu olayın askerler tarafından gerçekleştirildiğine dair yeterli şüphe oluşturacak delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

51. Başvurucular, anılan karara itiraz etmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde özetle olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmeden karar verildiğini, kararın temin edilmiş yalancı tanığın ifadesine dayandırıldığını, soruşturma dosyasındaki diğer tüm delillerin görmezden gelindiğini belirtmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde ayrıca köy halkının ifadelerinin Askerî Savcılık tarafından değerlendirilmediğini, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını ifade etmişlerdir. Başvurucular itiraz dilekçelerinde son olarak olaydan sonra delillerin karartılmaya çalışıldığını, Askerî Savcılık tarafından kendi ifadelerinin dahi alınmadığını, olay gününe ait telsiz ve termal kamera görüntülerinin getirtilmesini talep etmelerine rağmen bu taleplerinin yerine getirilmediğini belirtmişlerdir.

52. İtirazı inceleyen Jandarma Genel Komutanlığı 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesi (Askerî Mahkeme) 23/12/2014 tarihli karar ile soruşturmanın genişletilmesine karar vermiştir. Askerî Mahkeme soruşturma kapsamındaki bazı eksikliklere vurgu yapmış ve tespit edilen bu eksikliklerin tamamlanması için dosyanın Askerî Savcılığa gönderilmesine, gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra dosyanın Mahkemeye iadesine karar vermiştir. Askerî Mahkemece tamamlanması istenen eksiklikler şunlardır:

"1- [S.K] isimli kişinin cesedi üzerinde yapılan otopsi işlemine dair tutanağın dosyaya dahil edilmesi,

2- Atış mesafesinin belirlenmesi,

3- Mermi çekirdeğinin bulunup bulunmadığının araştırılması,

4- Şüpheli [T.Ş.nin] C. Savcısı tarafından tespit olunan ifadesinin ilk sayfası dışındaki sayfalarının temin edilmesi,

5- Saray C. Başsavcılığının 2013/298 esasında yürüttüğü soruşturmayla [ölüm olayı hakkındaki soruşturma] ilgili olarak, anılan Başsavcılıkça 01.04.2014 tarihinden itibaren yapılan işlemlere ilişkin belgelerin birer suretlerinin dosyaya dahil edilmesi,

6- Söz konusu ölüm olayı ile ilgili olarak C. Başsavcılığınca bir karar verilip verilmediğinin sorulması, karar verilmiş ise bir suretinin dosyaya dahil edilmesi,

7- Saray C. Başsavcılığı tarafından 2014/290 esasında yürütülen soruşturmadaki [yalan tanıklık yapma suçu hakkındaki soruşturma] belgelerin mevcut dosyayla bağlantılı olması dolayısıyla birer suretinin dosyaya dahil edilmesi,

8- Suçtan zarar görenler vekilinin dilekçesine atfen, olay günü 7. Hd. BL. K.lığının olay gününe ilişkin telsiz kayıtları ite termal kamera görüntülerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, varsa ilgili kayıtların dosyaya dahil edilmesi,

 (...)"

53. Askerî Savcılık, anılan karar üzerine tamamlanması istenen belgeleri temin etmiş; ayrıca olay gününe ait telsiz ve termal kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığını 6. Hudut Alay Komutanlığına sormuştur.6. Hudut Alay Komutanlığı 9/6/2015 tarihli yazı ile olaya ilişkin telsiz ve termal kamera kayıtlarının bulunmadığını Askerî Savcılığa bildirmiştir.

54. Askerî Mahkeme, soruşturmanın genişletilmesi üzerine yapılan araştırmaları da dikkate alarak 16/10/2015 tarihli karar ile itirazın kesin olarak reddine karar vermiştir. Ölenin cesedi üzerinde yapılan otopsi ile kıyafetleri üzerinde yapılan kriminal incelemelerde atış mesafesinin tespit edilemediğini, keza ölüme neden olan mermi çekirdeğinin de bulunamadığını belirtmiştir. Askerî Mahkeme ayrıca köy halkı ile şüphelilerin ifadeleri arasında esaslı çelişkiler bulunduğunu ancak bu çelişkilerin giderilemediğini, S.M. adlı kişinin yalan tanıklık yaptığına ilişkin bir emarenin bulunmadığını ifade etmiştir. Askerî Mahkeme bu açıklamaları yaptıktan sonra somut olayda ölen kişinin askerî makamlarca öldürüldüğüne ilişkin olarak kamu davası açmaya yeter delil bulunmadığını, bu sebeple kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddedilmesi gerektiğini belirtmiştir.

55. Bu karar 10/11/2015 tarihinde başvurucuların vekiline tebliğ edilmiştir.

56. Başvurucular 8/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

57. Anayasa Mahkemesi 28/1/2019 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay hakkında -sivil kişiler yönünden- yürütülmekte olan bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuştur. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı 22/2/2019 tarihli cevap yazısında olay hakkında 31/12/2014 tarihinde görevsizlik kararı verildiğini, bunun üzerine soruşturma dosyasının Askerî Savcılığa gönderilerek kapatıldığını belirtmiştir.

C. İdari Yargıdaki Tam Yargı Davası Süreci

58. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan inceleme sonucunda başvurucuların anılan olay nedeniyle uğramış oldukları maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle Van 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtıkları, 30/3/2016 tarihinde davanın esastan reddine karar verildiği, davanın Danıştay önünde derdest olduğu anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

59. İlgili hukuk için bkz. Aisha Fares (B. No: 2015/18701, 31/10/2018, §§ 40-58) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

60. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

61. Başvurucular, Türkiye'ye akrabalarını ziyarete giden yakınlarının askerler tarafından öldürüldüğünü ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, yakınları Türkiye'ye yasa dışı yollarla girmiş ise de sınır hattındaki köylerde yaşayanlar arasında akrabalık ilişkilerinin bulunduğunun ve yürüme mesafesinde bulunan bu köylere gidiş gelişlerinin pasaport ve benzeri belgeler kullanılmadan yapılabildiğinin bilinen bir gerçek olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; silahsız olan yakınlarının öncesinde hiçbir uyarı atışı yapılmadan, sırtından vurularak yargısız infaza kurban gittiğini, olayın silah kullanmayı gerektirecek nitelikte olmadığını, yakınlarının öldürülmesinin orantısız ve yasaya aykırı olduğunu iddia etmişlerdir. Başvurucular, silah kullanmaya ilişkin düzenlemenin işlenen suçun mahiyetini dikkate almadığını belirtmişlerdir.

62. Başvurucular olay hakkındaki soruşturma neticesinde eksik inceleme sonucu kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, soruşturma kapsamında elde edilen delillerin isabetsiz bir şekilde takdir edildiğini, soruşturma makamının kendini yargılama yapacak mahkeme yerine koyarak beraat hükmü niteliğinde karar verdiğini belirtmişlerdir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın gerçeği söylemeyen tanığın ifadesine dayandırıldığını, Askerî Savcılığın bir anda ortaya çıkan bu tanığın ifadelerinin doğruluğunu hiç sorgulamadığını ifade etmişlerdir. Askerî Savcılığın soruşturma dosyasında bulunan diğer tüm delilleri görmezden gelerek, sadece bu tanığın ifadesine dayanmak suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesinin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma yürütülmediğinin de kanıtı olduğunu iddia etmişlerdir. Köy halkının ifadelerinin Askerî Savcılık tarafından değerlendirilmediğini, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını ileri sürmüşlerdir. Köy içinden ateş edildiğine dair tek bir delil bulunmamasına rağmen Askerî Savcılık tarafından bu sonuca nasıl ulaşıldığını anlayamadıklarını belirtmişlerdir. Askerî Mahkemenin itiraz üzerine verdiği kararının da Savcılık kararının tekrarı mahiyetinde olduğunu ve gerekçe içermediğini ileri sürmüşlerdir. Soruşturma sonucunda verilen kararların Askerî Savcılık ile Askerî Mahkemenin bağımsız ve tarafsız olmadığını gösterdiğini, soruşturma sürecinde şüpheli askerlerin aktif bir rol oynamasının da bu düşünceyi desteklediğini iddia etmişlerdir. Olaydan sonra delillerin karartılmaya çalışıldığını, olaya müdahale eden kişiler ile bu kişiler üzerine zimmetli olan silahların askerî makamlar tarafından Savcılığa bildirildiğini ancak bu bildirim yazısında, olay yerinde bulunan mermi kovalarının atıldığı silah ile bu silahı kullanan kişinin isminin bulunmadığını belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca suça konu mermi çekirdekleri ile mermi kovanlarının askerler tarafından toplanarak delillerin karartılmaya çalışıldığını iddia etmişlerdir.

63. Başvurucular, bu iddialarla yaşam hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

64. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönü kapsamında olduğu değerlendirilmiş ve inceleme bu kapsamda yapılmıştır.

65. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

66. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

67. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi boyutu yanında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin bir de usul boyutu bulunmaktadır.

68. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edildiği zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).

69. Bununla birlikte tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

70. Somut olayda Anayasa Mahkemesine sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturması dosyasında bulunan bilgi ve belgeler -yaşam hakkının usul boyutu incelenirken açıklanacağı üzere- yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte bilgi içermemektedir. Olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin olarak başvurucuların anlatımları ile soruşturma makamlarının kabulleri arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Aşağıda açıklanacak olan soruşturmadaki eksiklikler nedeniyle bu anlatımlardan birinin her türlü makul şüphenin ötesinde diğerine tercih edilmesi de mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna hasredilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

71. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

72. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

73. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

74. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

75. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

76. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

77. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

78. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

79. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir(Doğan Demirhan, § 70).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

80. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. §§ 62-63) yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

81. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmesi ve ölüm olayının güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiğine dair iddiaların soruşturma makamlarınca karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirebilmesi için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

82. Somut olayda başvurucular, yakınlarının güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğünü iddia etmişlerdir. Olaya müdahale eden askerler ise başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silahla öldürülmüş olabileceğini zira olay anında köyün içinden silah seslerinin geldiğini, köye doğru kendilerinin ateş etmediklerini belirtmişlerdir. Olaya müdahale eden askerler ayrıca köyün içine hiçbir zaman girmediklerini ifade etmişlerdir. Soruşturma makamları yaptığı araştırmalar neticesinde olayın güvenlik güçlerince gerçekleştirildiğine ilişkin olarak kamu davası açmaya yeterli delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

83. Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere şüpheli bir ölüm olayının etkili bir şekilde soruşturulabilmesi için olaydan haberdar olan soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesi son derece önemlidir. Olay hakkında düzenlenen tutanakların bir kısmında olayın sabah saat 05.30 sıralarında meydana geldiği belirtilmiştir (bkz. § 12). Olayı öğrenen Saray Cumhuriyet Başsavcılığı, Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibinin saat 07.00 sıralarında yola çıkmasını ve 07.50'de olay yerine varmasını sağlamıştır (bkz. §§ 13, 14). Cumhuriyet savcısının kendisi de saat 09.00 sıralarında zabit kâtibi ve fotoğraf bilirkişisi ile birlikte olayın meydana geldiği köye varmıştır (bkz. § 13). Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibince hazırlanan raporda köye varıldığında Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince gerekli emniyet tedbirlerinin alındığının görüldüğü belirtildiğinden Saray İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerinin de en geç saat 07.50'de olay yerine vardığı anlaşılmıştır (bkz. § 14). Bununla birlikte olay hakkında düzenlenen tutanaklarda, olayın Savcılığa ve Saray İlçe Jandarma ekiplerine saat kaçta bildirildiği ve Saray İlçe Jandarma ekiplerinin olay yerine saat kaçta vardığı hususlarında herhangi bir açıklama bulunmadığı görülmüştür. Düzenlenen tutanaklarda bu hususlar açıklanmamış olduğundan soruşturma makamlarının olaydan zamanında haberdar edilip edilmediği, zamanında haberdar edilmişlerse delillerin kaybolmaması için derhâl harekete geçip geçmedikleri sorularını cevaplamak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

84. Somut olayda özellikle 05.30 ile 07.00 saatleri arasında yaşananlarla ilgili olarak birçok gri alan bulunmaktadır. Bu durum olayın soruşturma makamlarına geç haber verilmesinden kaynaklanmış olabileceği gibi soruşturma makamlarının olaya geç müdahale etmesinden veya soruşturma makamlarının olay yerinde kapsamlı ve titiz bir olay yeri incelemesi yapmamasından da kaynaklanmış olabilir. Yukarıda da açıklandığı üzere soruşturma makamlarının olaydan zamanında haberdar edilip edilmediği, zamanında haberdar edilmişlerse delillerin kaybolmaması için derhâl harekete geçip geçmediği açık olmadığından aşağıda, özellikle olaya müdahale edilmesinden sonraki süreçte yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği titizlikte bir inceleme yapılıp yapılmadığı üzerinde durulacaktır.

85. Olay günü Özalp İlçe Jandarma Komutanlığına bağlı Olay Yeri İnceleme ekibince hazırlanan raporda cesedin bulunduğu yerin 120 metre ilerisindeki otluk alanda toplam uzun namlulu silaha ait dokuz adet mermi kovanının bulunduğu belirtilmiştir (bkz. § 14). Olay yeri incelemesi sonucunda dokuz adet boş mermi kovanı bulunmakla birlikte başvurucular olayda kullanılan mermi sayısının bundan çok fazla olduğunu ileri sürmüşlerdir. Tanık olarak ifadeleri alınan köylülerin anlatımları da olayda kullanılan mermi sayısının dokuzdan oldukça fazla olduğunu, mermilerin sadece bir asker tarafından değil birden çok asker tarafından atıldığını desteklemektedir (bkz. §§ 23, 24). Nitekim şüphelilerden T.Ş., Savcılık tarafından alınan ifadesinde başvurucuların bu iddiasını destekler mahiyette, köylülerin askerlerin üzerine geldiğini görmesi üzerine Kalaşnikof marka silahla havaya doğru yirmi iki el uyarı ateşinde bulunduğunu belirtmiştir (bkz. § 38). Ayrıca ifadeleri alınan diğer bazı askerler de uyarı amaçlı olarak havaya ateş ettiklerini kabul etmişlerdir (bkz. §§ 35, 36). Askerî makamların bu husus ile ilgili olarak Savcılığa gönderdiği belgelerden de olayda kullanılan mermi sayısının olay yeri incelemesinde tespit edilenden fazla olduğu görülmüştür. Bu durumda olayın yaşandığı bölgedeki mermi kovanlarının bir kısmının bulunamadığı açıktır. Savcılık tarafından ifadeleri alınan askerlerden bir kısmı olay yerindeki boş mermi kovanlarının çocuklar ya da köylüler tarafından toplanmış olabileceğini ima etmiştir (bkz. §§ 32, 35). Savcılık tarafından ifadeleri alınan köylülerden bazıları ise boş mermi kovanlarının askerler tarafından toplandığını iddia etmiştir (bkz. § 23). Soruşturma makamları, askerler tarafından kullanılan silahlardan atılan mermi kovanlarının niçin bulunamadığı ve akıbetlerinin ne olduğu hususunda makul bir açıklama getirmemiş; askerler tarafından iddia edildiği gibi köyden ateş edilmesi gibi bir durumun bulunup bulunmadığı ihtimalini bu aşamada hiç değerlendirmemiş ve olay günü bu yönde herhangi bir araştırma içine girmemiştir.

86. Başvurucular, silahsız olan yakınlarının öncesinde hiçbir uyarı atışı yapılmadan, sırtından vurularak yargısız infaza kurban gittiğini iddia etmişlerdir. Köylülerden bazısı askerlerin bir kısmının havaya ateş ettiğini, bir kısmının ise doğrudan başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu gruba doğru ateş ettiğini belirtmiştir (bkz. § 23). Askerler ise havaya uyarı ateşinde bulunduklarını savunmuşlardır. Bu durumda askerlerin başvurucuların yakınının da aralarında bulunduğu gruba doğru ateş edip etmediğinin tespiti için bu hizadaki evlerin duvarlarında, çatılarında ve boş alanlarda aramalar yapılması başvurucuların ve köylülerden bazısının iddia ettiği gibi başvurucuların yakının da aralarında bulunduğu gruba doğru hedef alınarak ateş edilip edilmediğinin ortaya konulması bakımından son derece önemlidir. Aralamalarda bulunabilecek mermi çekirdeği ya da çekirdeklerinin laboratuvar ortamında incelenmesiyle bunların hangi silahtan ya da silahlardan atıldığının tespit edilmesi de olayın aydınlatılabilmesi ve olayın gelişiminin nasıl olduğunun anlaşılabilmesi bakımından oldukça önemlidir.

87. Özalp İlçe Jandarma Komutanlığı ekiplerince hazırlanan Olay Yeri İnceleme Raporu'nda mermi kovanlarının bulunduğu yerden ölen kişinin olduğu yere doğru ateş edildiği değerlendirilerek bu hizadaki evlerin duvarları ile çatılarında araştırma yapıldığı ancak araştırma sonucunda herhangi bir mermi çekirdeği bulunamadığı ifade edilmiştir (bkz. § 14). Yapılan otopsi işlemi sonucunda hazırlanan raporda da ceset üzerinden mermi çekirdeği çıkmadığı belirtilmiştir (bkz. § 19). Otopsi işlemi sonucunda ceset üzerinden mermi çekirdeği çıkmaması üzerine Savcılığın talimatıyla olaydan bir gün sonra 10/10/2013 tarihinde metal arama dedektörleriyle mermi kovanı ve mermi çekirdeği aramaları yapılmış ancak yine bir delil elde edilememiştir. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde olaydan sonraki gün gerçekleştirilen olay yeri incelemesinde metal arama dedektörlerinin kullanıldığı anlaşılmış ise de olay günü gerçekleştirilen olay yeri incelemesinde metal arama dedektörü kullanıldığına ilişkin bir bilgi ve belgenin mevcut olmadığı görülmüştür. Birden çok silahın defalarca ateşlendiği iddiasının ileri sürüldüğü bu olayda ilk gün metal arama dedektörleriyle arama yapılmaması, metal arama dedektörleriyle yapılan arama işleminin olaydan bir gün sonra gerçekleştirilmesi yaşam hakkının usul yükümlülüğünün gerektirdiği titizlikle bağdaşmaz niteliktedir.

88. Saray Cumhuriyet Başsavcılığı olaya müdahale eden askerlerin ifadelerini olaydan yaklaşık elli gün geçtikten sonra almaya başlamıştır (şüphelilerin ifadelerinin alındığı tarihler için bkz. §§ 32-38).

89. Başvuru formu ve eklerinde askerlerin ilk ifadelerinin alınması önünde herhangi bir engel bulunduğuna ilişkin bir veri olmadığı hâlde ifadelerin alınmasında bu denli bir gecikmenin yaşanması mağdurlarda ve genel olarak kamuoyunda soruşturmayı yürütmekle yetkili makamlar ile şüpheliler arasında soruşturmanın kapatılmasına yönelik gizli bir anlaşma yapıldığı izlenimi verebileceğinden soruşturma makamlarının bu konuda daha hassas davranması gerektiği açıktır.

90. Ölümün veya ölümcül yaralanmanın meydana geldiği olaylarda olayın failleri olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin alınmasında yaşanan bu tür gecikmeler, mağdurlarda ve genel olarak toplumda kolluk görevlilerinin eylemlerinden -adli makamlar dâhil olmak üzere- kimseye karşı sorumlu olmadıkları, bir otorite boşluğu içinde hareket ettikleri düşüncesinin oluşmasına da yol açabilmektedir.

91. Şüpheli olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin ivedilikle alınmamasının şüpheliler arasında gizli bir anlaşma riski ortaya çıkarabileceği de muhakkaktır.

92. Tüm bunlara rağmen olayın başlıca şüphelileri olarak değerlendirilen kişilerin ifadelerinin olaydan yaklaşık elli gün geçtikten sonra alınmaya başlanmasının yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği zorunlu titizlikle kesinlikle bağdaşmadığı kanaatine varılmıştır.

93. Soruşturmanın ilk aşamasında yapılması gereken hususlarla ilgili olarak ayrıca olaya ilişkin telsiz ve kamera kayıtlarının bulunup bulunmadığının araştırılmasına değinmek gerekir. Olay gününe ilişkin telsiz ve termal kamera görüntülerinin bulunup bulunmadığı bilgisi ancak soruşturmanın genişletilmesi kararından sonra yapılan araştırmalar neticesinde, olaydan 1 yıl 8 ay sonra 9/6/2015 tarihinde soruşturma dosyasına girmiştir. Askerî makamlar Savcılığa gönderdikleri yazıda olaya ilişkin telsiz ve termal kamera görüntülerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Askerî makamlar tarafından Savcılığa gönderilen yazıdan bu kayıtların hiç mi tutulmadığı yoksa belli bir vakit geçtikten sonra silinmesi nedeniyle mi olmadığı tam olarak anlaşılamamakla birlikte olayın aydınlatılabilmesine yarayacak bu kayıtlara ilişkin araştırmanın bu denli geç yapılması somut olayın koşulları bağlamında makul değildir.

94. Tüm bunlar dikkate alındığında soruşturma makamlarınca gerçekleştirilen ilk işlemlerin yaşam hakkının usul yönünün gerektirdiği titizlikte yapıldığının söylenemeyeceği sonucuna ulaşılmıştır.

95. Yukarıda Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir.

96. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde Askerî Savcılığın İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. adlı tanığın ölen kişiyi askerlerin vurmadığı yönündeki beyanı ile askerlerin köyün içinden de silah seslerinin geldiği yönündeki beyanlarına vurgu yaparak 19/11/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği görülmektedir.

97. Başvurucular; kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın temin edilmiş bir yalancı tanığın ifadesine dayandırıldığını, Askerî Savcılığın bir anda ortaya çıkan bu tanığın ifadelerinin doğruluğunu hiç sorgulamadığını, köy halkının ifadelerine neden itibar edilmediğinin kararda açıklanmadığını, Askerî Mahkemenin itiraz üzerine verdiği kararın da Savcılık kararının tekrarı mahiyetinde olduğunu ve gerekçe içermediğini belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca Askerî Savcılığın soruşturma dosyasında bulunan diğer tüm delilleri görmezden gelerek, sadece bu tanığın ifadesine dayanmak suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermesinin bağımsız ve tarafsız bir soruşturma yürütülmediğinin de kanıtı olduğunu iddia etmişlerdir.

98. Bu durumda soruşturma makamlarınca verilen kararların soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olup olmadığının başvurucuların iddiaları kapsamında incelenmesi gerekir. Soruşturma makamlarınca verilen kararların güç kullanımı sonucu ölüm olayının meydana geldiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda daha sıkı bir denetime tabi tutulacağı muhakkaktır.

99. Bu incelemeye geçmeden önce Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, bu incelemenin soruşturma makamlarının olayın muhtemel sorumlusu ya da sorumlularının tespitine yarayabilecek delilleri gerekçeli kararında nesnel, tarafsız ve kapsamlı bir şekilde tartışıp tartışmadığı ile ilgili olduğu özellikle vurgulanmalıdır.

100. Somut olayda Savcılık tarafından ifadeleri alınan köylüler, S.K.nın askerler tarafından vurulduğunu belirtmişlerdir. Soruşturma kapsamında ifadeleri alınan köylülerin bazısı, askerlerin dört veya beş kaçakçıyı kovaladığına şahit olduğunu, kaçakçılardan her birinin farklı bir tarafa kaçtığını belirtmiş iken bazısı ise beş kaçakçının köye doğru geldiğini gördüğünü, atlı grup içindeki kaçakçılardan birinin "Vay babam!" diye bağırdığını, sonrasında kafa üstü attan yere düştüğünü, bunun üzerine hemen şahsa müdahale ettiğini belirtmiştir (bkz. §§ 23-26). Olaya müdahale eden askerler ise ölüm olayının köyün içinden açılan ateş sonucunda meydana geldiğini iddia etmişlerdir. Askerler ifadelerinde genel olarak olay anında köyün içinden yaklaşık 40-50 el ateş edildiğini belirtmişlerdir (bkz. §§ 33, 35) Soruşturma kapsamında tanık olarak dinlenen İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. kişinin askerler tarafından vurulmadığını ifade etmiştir. Olaya tanık olduğunu iddia eden İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. başvurucuların yakını ile birlikte köye girmelerinden itibaren yaklaşık on beş dakika boyunca ateş sesi gelmediğini, sonrasında tek el silah sesi duyduğunu, silah sesinin gelmesinden tahminen otuz saniye sonra başvurucuların yakınının yere düşmesi üzerine kendisinin kişinin yanına giderek yaşayıp yaşamadığına baktığını, daha sonra ise köyde bulunan vatandaşların kişinin etrafına toplanmaya başladığını ifade etmiştir (bkz. § 40).

101. Olaya şahit olan köylülerin, askerlerin ve İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadeleri dikkate alındığında bu kişilerin anlatımlarında ciddi farklılıklar bulunduğu görülmektedir. Köylüler genel olarak kişinin askerler tarafından vurulduğunu belirtmiş ve köy içinden gelen herhangi bir silah sesinden bahsetmemişlerdir. Askerler ise genel olarak olay anında kendilerinin havaya ateş ettiğini, bu sırada köyün içinden de 40-50 el silah sesi geldiğini belirtmişlerdir. İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M. ise kişinin askerler tarafından vurulmadığını ifade etmiş ancak olayın ayrıntılarını ne köylüler gibi ne de askerler gibi anlatmıştır. S.M. köye girmelerinden itibaren yaklaşık on beş dakika boyunca ateş sesi gelmediğini, sonrasında tek el silah sesi duyduğunu, silah sesinin gelmesinden tahminen otuz saniye sonra başvurucuların yakınının yere düştüğünü belirtmiştir.

102. Bu durumda soruşturma makamlarının İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadesinden sonra köylülerin ifadelerini tekrar almasının somut olayın aydınlatılması bakımından son derece önemli olduğu açıktır. Soruşturma makamlarının olaya tanık olan köylülerin ifadelerini tekrar alarak bu kişilere vurulma anından sonra ölen kişinin yanında üçüncü bir şahsı görüp görmediklerini sorması, köylüler böyle bir üçüncü şahsı görmüşse bu şahsın S.M. adlı İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı olup olmadığını tespit etmesi ve bu kişileri yüzleştirmesi somut olayın aydınlatılması için atılması gereken son derece makul adımlardır. Ancak somut olayda soruşturma makamlarınca S.M. adlı İran İslam Cumhuriyeti vatandaşının ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyabilecek herhangi bir araştırma yapılmadan karar verildiği görülmektedir. Soruşturma makamları, hem köylülerin hem de askerlerin ifadeleri ile uyumlu olmayan S.M. adlı kişinin beyanlarının gerçekliğini sorgulamadan kararlar vermiştir.

103. Soruşturma makamlarının İran İslam Cumhuriyeti vatandaşı S.M.nin ifadelerinin doğruluğunu ortaya koyabilecek makul araştırmaları yapmaması, S.M.nin sadece köylülerin değil asker kişilerin anlatımları ile de örtüşmeyen beyanlarına niçin itibar edildiğini kararlarında ilgili ve yeterli biçimde açıklamaması, köylülerin ifadelerini kararlarında yeterince tartışmadan S.M. ile şüpheli konumundaki askerlerin ifadelerine itibar etmesi soruşturma makamlarının bağımsız ve tarafsız hareket etmediği izlenimini uyandırabileceğinden soruşturma makamlarının bu konuda daha hassas olması gerektiği ayrıca vurgulanmalıdır.

104. Başvuru konusu olayda son olarak ölüm olayının olası sivil fail ya da failleri hakkında herhangi bir soruşturma işlemi yapılıp yapılmadığı hususuna değinmek gerekir. Askerî Savcılığın 19/11/2014 tarihli kararında; başvurucuların yakınının köy içinden ateşlenen bir silah sonucu ölmüş olabileceği kanaatine varıldığı, olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında da Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca bir soruşturmanın yürütülmekte olduğu ifade edilmiştir. Askerî Savcılığın 19/11/2014 tarihli kararına yapılan itiraz, Askerî Mahkemenin 16/10/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Bununla birlikte başvuru formu ve ekleri incelendiğinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığının Askerî Savcılığın kararından sonra 31/12/2014 tarihinde olay hakkında soruşturma yapmaya yetkili mercinin Askerî Savcılık olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verdiği ve dosyayı Askerî Savcılığa gönderdiği görülmektedir. Bu durum dikkate alındığında Askerî Savcılığın kararında -her ne kadar sivil şahıslar hakkında bir soruşturmanın yürütüldüğünden bahsedilmiş ise de- söz konusu soruşturma kapsamında görevsizlik kararı verildiği ve olayın olası sivil fail ya da failleri hakkında herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi 28/1/2019 tarihinde Saray Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazarak olay hakkında -sivil kişiler yönünden- hâlihazırda yürütülmekte olan bir soruşturmanın bulunup bulunmadığını sormuş, Saray Cumhuriyet Başsavcılığı ise görevsizlik kararından sonra soruşturma dosyasının Askerî Savcılığa gönderilerek kapatıldığını Anayasa Mahkemesine bildirmiştir. Bu durumda Askerî Savcılık tarafından olayın faili olabilecek muhtemel sivil şahıslar hakkında Saray Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yürütüldüğüne vurgu yapılarak kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği hâlde olayın olası faili sivil kişi ya da kişiler hakkında dahi soruşturma işlemlerine devam edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucuların yakınının ölümüne neden olan olayın soruşturmasız bırakılmasının yaşam hakkının usul yönünün gereklerini karşılamadığı açıktır.

105. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde soruşturma makamlarının ilk işlemlerinin gerekli titizlikte yapılmadığı, soruşturma sonucunda elde edilen delillerin soruşturma makamlarınca kapsamlı bir analize tabi tutulmadığı, nihayetinde ise olayın tamamen soruşturmasız bırakıldığı, söz konusu eksiklikler nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

106. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

107. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

108. Başvurucular, her bir başvurucu için ayrı ayrı 100.000 TL olmak üzere toplam 500.000 TL manevi tazminat, ayrıca ilgililer hakkında kamu davası açılması talebinde bulunmuşlardır.

109. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

110. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

111. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

112. Mevcut başvuruda ölüm olayı hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

113. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Ancak bundan, yeniden yapılacak soruşturma sonunda mutlaka kamu davası açması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Yürütülecek yeni soruşturma kapsamında toplanacak delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili Cumhuriyet başsavcılığına aittir.

114. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucuların uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 36.600 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi gerekir.

115. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL başvuru harcı ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Anayasa'nın 21/1/2017 tarihli ve 6771 sayılı Kanun ile getirilen geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendi uyarınca askerî mahkemeler kaldırılmış olduğundan anılan bendin (b) alt bendi gereğince belirlenecek görevli ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığına) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müşterek olarak net 36.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

REFİYE ALVER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/10550)

 

Karar Tarihi: 17/7/2019

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Mustafa ARI

Başvurucu

:

Refiye ALVER

Vekili

:

Av. Volkan ERKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ölüm olayı ile ilgili soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/5/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Askerlik görevini ifa eden S.B. 16/8/2001 tarihinde arkadaşı C.İ. ile birlikte nöbet yerinden karakola döndükleri sırada askerî yasak bölge içinde kaçak göçmenler bulunduğu yönünde ihbar almışlardır. Göçmenlerin sınırdan geçmelerine aracılık ettiği belirtilen başvurucunun eşi Y.A., kendisini askerlere ihbar ettiğini düşündüğü U.D.nin üzerine yürümüş ve U.D.ye müdahale etmeye çalışmıştır. Y.A.yı durdurmak isteyen asker S.B., Y.A.ya önce tokat atmış, eylemin devam etmesi üzerine elindeki tüfeğin kasaturası ile Y.A.yı yaralamış, sağ akciğer üst lobda meydana gelen kesi nedeniyle oluşan hemotoraks ve gelişen hipovolemik şok sonucu Y.A. hayatını kaybetmiştir.

9. Gelibolu 2. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı tarafından olayla ilgili olarak soruşturma başlatmıştır. Yürütülen soruşturma neticesinde S.B. hakkında kanunun ya da zaruretin tayin ettiği sınırı tecavüz etmek suretiyle adam öldürme suçundan Kara Kuvvetleri Komutanlığı İkinci Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesinde (Askerî Mahkeme) kamu davası açılmış, Askerî Mahkeme 30/12/2002 tarihli kararıyla, S.B.nin terhis olması sebebiyle görevsizlik kararı vermiştir.

10. Verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın gönderildiği Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) yaptığı yargılama neticesinde 26/11/2008 tarihinde, S.B.nin eylemini meşru savunma sınırını mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşması sonucu gerçekleştirdiğini kabul ederek 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi uyarınca ceza verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

11. Hüküm, başvurucu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

12. Temyiz incelemesini yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesi (Daire) 15/6/2010 tarihli kararında, S.B.nin eyleminin tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu düşünülmeden karar verildiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

13. Bozma kararına uyan Ceza Mahkemesi 7/6/2013 tarihli kararıyla, S.B.nin tahrik altında kasten öldürme suçunu işlediği gerekçesiyle 15 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir.

14. Anılan hüküm de S.B.nin müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmiştir.

15. Temyiz incelemesini yapan Daire 25/2/2015 tarihli kararıyla 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu ile 26/9/2004 sayılı ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun tüm hükümlerinin olaya uygulanarak somut karşılaştırma yapıldıktan sonra karar verilmesi gerektiği ve asgari düzeyde tahrik indirimi yapılmak suretiyle fazla ceza tayin edildiği gerekçeleriyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

16. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2015 tarihinde suçun, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aşılması suretiyle işlendiği gerekçesiyle, mahkûmiyet kararının bozulması düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

17. 5271 sayılı Kanun'un 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Daire 24/6/2015 tarihinde itiraz nedenini yerinde görmeyerek dosyayı Yargıtay 1. Başkanlığına göndermiş ve sonuç olarak dosya, değerlendirilmek üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu önüne gelmiştir.

18. Başvurucu 27/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Dosya hakkında değerlendirmesini yapan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 5/2/2019 tarihli kararıyla S.B.nin eyleminin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu oluşturduğu gözetilmeden hüküm kurulmasının isabetsiz olduğunu belirterek Ceza Mahkemesinin 7/6/2013 tarihli kararının bozulmasına karar verilmiştir.

20. Bozma kararı sonrası yargılama yapan Ceza Mahkemesi 16/7/2019 tarihli duruşmasında, S.B.nin haksız tahrik altında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçunu işlediğini sabit görerek neticeten 8 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Anılan karar S.B.nin müdafii tarafından temyiz edildiğinden henüz kesinleşmemiş, dolayısıyla yargılama süreci henüz sonuçlanmamıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 17/7/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu; eşinin hayatını kaybetmesine neden olan olayın karmaşık olmamasına, sanığın kasten öldürme suçundan yargılanmasına ve delillerin toplanmış olmasına rağmen yürütülen ceza yargılamasının makul sürede sonuçlandırılmadığını ve zamanaşımı süresi dolmadan sanık hakkında herhangi bir ceza verilemeyeceğinden endişe ettiğini belirterek ihlalin tespit edilip sonuçlarının ortadan kaldırılması için manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

B. Değerlendirme

23. Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

24. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, eşinin ölümü ile ilgili olarak yürütülen soruşturmanın makul sürede sonuçlandırılamamasına ilişkindir. Bu nedenle söz konusu başvuru, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

26. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, müteveffanın eşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

27. Diğer taraftan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

28. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

29. Soruşturmanın etkili olabilmesi için diğer şartların yanında makul bir sürat ve özenle yürütülmesi de gerekir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

30. Anayasa Mahkemesinin bu tür olaylara ilişkin başvurulara yönelik inceleme görevi, hukuk sisteminin caydırıcı etkisinin ve yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde oynaması gereken rolün zayıflatılmaması için yetkili mercilerin Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen dikkatli ve özenli inceleme şartını ne ölçüde yerine getirdiklerini belirlemekten ibarettir (Perihan Uçar ve diğerleri, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).

31. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin değerlendirmelerindeki tespitin başvuruya konu olayın kendine özgü koşullarına, soruşturmadaki davalı, şüpheli veya sanık sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsur ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterdiğinin belirtilmesi uygun olacaktır(Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 91).

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

32. Somut olayda 16/8/2001 tarihinde meydana gelen ölüm olayını aydınlatabilecek deliller toplandıktan sonra Askerî Savcılık tarafından 12/9/2001 tarihli iddianame ile Askerî Mahkemede kamu davası açılmış, Askerî Mahkeme 30/12/2002 tarihinde görevsizlik kararı vererek dosyayı Ceza Mahkemesine göndermiştir. Yargılamayı yapan Ceza Mahkemesi ilk kararını 26/11/2008 tarihinde vermiş ve 15/6/2010 tarihinde bu kararın bozulmasına karar verilmiştir. Bozmaya uyan Ceza Mahkemesinin verdiği 7/6/2013 tarihli kararın da kanun yolu aşamalarındaki süreçlerin ardından en son Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 5/2/2019 tarihli ilamıyla bozulmasına karar verilerek dosya Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Dolayısıyla 16/8/2001 tarihinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili başlayan yargılama süreci henüz sonuçlandırılmamıştır.

33. Soruşturmada yer alan hiçbir unsur -başvuruya konu soruşturmanın ilerlemesine engel olan herhangi bir unsur ya da güçlüğün bulunmadığı, kasten öldürme suçundan yargılanan sanık sayısının bir olduğu, olayın aşamaların bu derece uzun sürmesine sebebiyet verecek nitelikte bir karmaşıklığa sahip olmadığı ve soruşturmada yaşanan gecikme üzerinde başvurucunun herhangi bir etkisinin bulunmadığı dikkate alındığında- soruşturmanın bu denli uzun bir sürede sonuçlandırılmasını haklı kılmamaktadır. Bu nedenle somut olaya ilişkin soruşturma sürecinin makul bir süratle yürütüldüğünün söylenemeyeceği sonucuna varılmıştır.

34. Oysa kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi, adalete olan güvenin sarsılmaması ve özellikle hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından soruşturma makamları tarafından yaşama hakkına ilişkin soruşturmaların makul süratte yürütülmesi konusunda azami hassasiyet gösterilmelidir. Buna karşın somut olayda, 16/8/2001 tarihinde meydana gelen ölüm olayıyla ilgili soruşturmanın 18 yıl gibi makul kabul edilemeyecek derecede uzun bir süre devam ettiği ve hâlen de sonuçlandırılmadığı görülmüştür.

35. Açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

37. Başvurucu, yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle 50.000 TL manevi tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

38. Başvuruda, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

39. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 45.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

40. Kararın bir örneğinin bilgi için Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Net 45.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin bilgi için Edirne 2. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/7/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEZİR DEPREN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/6547)

 

Karar Tarihi: 9/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 5/11/2019-30939

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Nezir DEPREN

Vekili

:

Av. Mahmut KAÇAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, güvenlik güçlerinin silahlı güç kullanmak suretiyle sebep olduğu hayati tehlike ve sonrasında bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerine, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve başvuruya konu olaya ilişkin soruşturma evrakına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Çaldıran 1'inci Hudut Taburu 2'nci Hudut Bölük Komutanlığına bağlı Yavuz Selim Hudut Karakolunda görevli askerlerce 15/9/2011 günü saat 03.00 sıralarında termal kamera ile yapılan gözetlemede, birinci derecede askerî yasak bölge içinde bir kamyonet ile bir minibüse kaçak olduğu değerlendirilen eşya yüklendiği tespit edilmiştir.

9. Piyade Üsteğmen B.P.nin talimatı ile Piyade Uzman Çavuş A.A.; içinde Piyade Çavuş E.K. ve Piyade Onbaşı Ü.T. ile Piyade Er H.A., D.V. ve E.C.nin de yer aldığı bir hudut mangası kadar kuvveti de yanına alarak eşya yüklenen yere intikal etmiştir.

10. Yaklaşan askerleri fark etmeleri nedeniyle kaçışan ve sayısı tespit edilemeyen kişilerden biri, av tüfeği olduğu düşünülen bir silahla bir el ateş etmiştir. Bu esnada askerlerin mevzi almasından yararlanan kamyonet devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru kaçmaya başlamış, minibüsün şoförü ise aracı bulunduğu yerde bırakıp kayıplara karışmıştır.

11. A.A., E.K., Ü.T., H.A., D.V. ve E.C. ile Alparslan Hudut Karakolunda görevli olup olaydaki rolleri daha sonra anlatılacak Piyade Uzman Çavuş A.G. ve emrindeki askerlerden Piyade Çavuş V.T. ile Piyade Onbaşı E.T. tarafından düzenlenen Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre dur ihtarına uymayan kamyonetin içinden kaçış esnasında ateş edilmiştir. Atış sayısı tutanakta belirtilmemiştir.

12. B.P.nin kaçan kamyonetin devriye yolundan Sarıçimen köyüne doğru gittiğini telefonla haber vermesi üzerine A.G., emrindeki askerler V.T., E.T., Ah.D., V.O., M.A., T.O., M.N.K., İ.S. ve E.Y. ile birlikte devriye yoluna çıkıp kamyoneti durdurmak amacıyla yola taş dizmiştir.

13. Başvurucu, aracın ön yolcu koltuğunda oturan on yaşındaki yeğeni A.D. ile birlikte kendi adına tescilli beyaz renkli bir kamyonetle saat 04.00 sıralarında Sarıçimen köyüne gitmekte iken A.G. ve emrindeki askerlerce durdurulmak istenmiştir. Durmaması üzerine kamyonete A.G. tarafından keskin nişancı tüfeği ile ateş edilmiştir. Olay esnasında atılan bir taş nedeniyle ön camı da kırılan kamyonet Sarıçimen köyüne doğru yoluna devam etmiştir.

14. Olay Yeri Tespit Tutanağı'na göre yüklemenin yapıldığı yerde bırakılan minibüsün içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen, her biri 18 litre kapasiteli kırk bidon ele geçirilmiştir. Ayrıca çevrede yapılan geniş çaplı arama-tarama faaliyetinde, içinde menşei belirsiz akaryakıt olduğu değerlendirilen 18 litrelik 450 bidon, bir av tüfeği, otuz altı eşek, bir inek, bir gömlek ve iki çift ayakkabı bulunmuştur.

15. Olaydan saat 05.00 sıralarında haberdar olması üzerine derhâl soruşturma başlatan Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı), altında Cumhuriyet savcısının imzası bulunmayan Cumhuriyet Savcısı ile Yapılan Görüşme Tutanağı'na göre Çaldıran Jandarma Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) görevlilerinden muhafaza altına alınan olay yerinin Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince incelenmesini, ele geçirilen eşyaların muhafaza altına alınmasını, olaya karışan kişilerin ifadelerinin alınmasını, yaşı küçük A.D.nin ifadesinin müdafi nezaretinde alınmasını ve kaçan sürücünün tespit edilmesini istemiştir.

16. 15/9/2011 tarihinde şikâyetini ifade etmek üzere müracaat ettiği Cumhuriyet Başsavcılığınca müşteki olarak beyanı tespit edilen başvurucu, komşuları T.Y.nin hayvanlarının kaybolması nedeniyle ağabeyi S.D.nin sabah saatlerinde kendisini uyandırdığını, hayvanları bulmak amacıyla kamyonetiyle 2 km kadar gittiğini, hayvanları göremeyince köye dönmeye karar verdiğini, köye 200 metre kala kamyonetinin ön camına bir taş isabet ettiğini, nereden geldiğini anlamadığı taşın minibüsün ön yolcu koltuğunda oturan A.D.nin göğsüne geldiğini, olay sebebiyle A.D.nin bayıldığını, daha sonra kamyonetine beş altı merminin isabet ettiğini, kamyonetinin sağ arka lastiğinin patladığını, kamyoneti durdurup A.D. ile birlikte eve doğru yürüdüğünü, peşlerinden askerlerin de evlerine geldiğini belirterek kamyonetine ateş eden askerlerden şikâyetçi olduğunu ifade etmiştir.

17. Müşteki sıfatıyla aynı gün Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan başvurucunun kardeşi S.D., fahri imamlık yaptığını, saat 04.00 sıralarında ezan okumak için camiye giderken yol üzerinde karşılaştığı T.Y.nin hayvanlarının kaybolduğundan bahsettiğini, cami minaresinden durumu anons edince köy halkının toplandığını, hayvanları aramaya başladıklarını, başvurucunun da kamyoneti ile hayvanları aramaya çıktığını, başvurucudan duyduğuna göre askerlerin başvurucunun kamyonetine taş atıp ateş ettiğini söylemiştir.

18. Cumhuriyet Başsavcılığının 16/9/2011 tarihinde A.D. hakkında adli rapor düzenlenmesini istediği Çaldıran Devlet Hastanesi,A.D.nin başının sol tarafında hafif ödem tespit edildiğini ve raporun beyin cerrahi uzmanı tarafından verilmesinin uygun olduğunu açıklamıştır.

19. Başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayının meydana geldiği yer, Olay Yeri İnceleme Birimi görevlilerince 16/9/2011 günü saat 09.00 sıralarında incelenmiştir. Yapılan incelemeye ilişkin raporda; Sarıçimen köyünün çıkışında bulunan Dere Mahallesi'ndeki köprünün 17 metre doğusunda, önü batıya bakan beyaz renkli, mavi şeritli plakasız bir kamyonetin durduğu, yol üzerinde çiziklerin bulunduğu, ruhsat bilgilerine göre aracın başvurucuya ait olduğu, aracın ön camının tamamen kırık olup aracın kabin bölümünde kırık cam parçalarının bulunduğu, aracın içinde herhangi bir mermi izine rastlanmadığı, aracın sağ arka tekerinin olması gereken yerde tekerlek olmayıp sadece jantın bulunduğu, bahse konu tekerleğin kamyonetin kasasında olduğu, yoldaki çiziklerin jant tarafından meydana getirildiğinin değerlendirildiği, aracın sağ tarafında gözle görülür biçimde dört mermi izinin bulunduğu belirtilmiştir. Rapora göre birinci mermi aracın sağ ön tekerleğinin hemen üstünde bulunan çamurluğun 6 cm üzerinde kapı ile çamurluk arasından girip kabin içindeki yolcu koltuğunun altından çıkmıştır. İkinci mermi, kamyonetin kasasının sağ ön köşesinin 14 cm üstünden girip kasa altındaki hava filtresini delip gitmiştir. Üçüncü ve dördüncü mermiler ise sağ arka tekere ait çamurluğunun üzerinden girip çıkmıştır. Kamyonet kasasında bulunan tekerde ve bu tekere ait iç lastikte birer mermi giriş ve çıkış deliği tespit edilmiştir. Mermi giriş deliklerinden ilk ikisinin yukarıdan aşağıya doğru 20-30 derecelik bir açıyla, son ikisinin ise arkadan öne doğru 30-40 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelmiştir.

20. Ayrıca raporda; olayın başvurucuya ait aracın 300 metre kadar doğusunda bulunan virajlı asfalt yolda meydana geldiği, virajı inmeden önce yolda küçük cam parçalarının bulunduğu, virajı döndükten sona Sarıçimen köyüne 30 metrelik mesafede yol üzerinde dört mermi sekme izinin bulunduğu, bu izlerin yukarıdan aşağıya doğru yaklaşık 30 derecelik bir açıyla ateş edilmesi sonucu meydana gelebileceği, mermi sekme izlerinin sekiz metre kadar doğusundaki yamaçta yan yana üç adet boş kovan bulunduğu ve bu kovanların K... keskin nişancı tüfeği veya B... makineli tüfeği olarak bilinen silahlarda kullanılan silahlara ait boş kovanlar olduğu belirtilmiştir. Raporda belirtilen araçtaki mermi giriş ve çıkış delikleri, aracın kasası, olayın meydana geldiği yol ve yoldaki mermi sekme izleri fotoğraflanmıştır. Ayrıca olay yerinin krokisi çizilmiştir.

21. Jandarma Komutanlığı 17/9/2011 tarihinde, A.G., Ah.D., V.T., V.O., M.A., T.O., M.N.K, İ.S., E.Y., A.A., E.K. ve Ü.T.nin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır.

i. A.G., olay günü saat 04.00 sıralarında gözetleme kulesinde nöbet tutarken kendisiyle iletişim kuran Piyade Üst. B.P.nin devriye yolundan köye doğru markası belli olmayan bir kamyonetin gittiğini söylediğini, bunun üzerine emrindeki askerlerle birlikte bölgeye intikal ettiğini, aracın farları sönük bir şekilde yaklaştığını görünce aracı durdurmak amacıyla yola taş dizdiğini, V.T. ile birlikte aracın durması için araca el kaldırıp el fenerini yakıp söndürdüğünü, kendilerini görmesine rağmen sürücünün aracı hızla üzerilerine doğru sürdüğünü, yolun kenarına kaçtıklarını, bu esnada araçtan dört beş el ateş edildiğini, aracı durdurmak maksadıyla keskin nişancı tüfeğiyle önce havaya, daha sonra ise aracın tekerleklerine ateş ettiğini ve durdurmayı başaramadığı aracın köye doğru gittiğini beyan etmiştir.

ii. A.G.nin emrindeki askerler Ah.D., V.T., V.O., M.A., T.O., M.N.K., İ.S. ve E.Y. de A.G. ile aynı yönde ifadede bulunmuşlardır.

iii. A.A., olay günü saat 03.00 sıralarında termal kameradan devriye yolunda yükleme yapan biri minibüs, diğeri kamyonet iki araç tespit ettiklerini, Komutan B.P.nin talimatı ile araçların bulunduğu bölgeye doğru yola çıktıklarını, B.P.nin termal kamera ile gözetlemeye devam edip kendilerini yönlendirdiğini, bölgeye yakın bir yerde araçtan inip yürümeye başladıklarını, kendilerini fark eden kişilerin "Askerler geliyor!" diyerek bağırdıklarını, bu esnada av tüfeği olduğunu tahmin ettiği bir silahla ateş edildiğini, mevzi almalarını fırsat bilen kamyonet sürücüsünün süratle kaçmaya başladığını, gördüğü kadarıyla kamyonetin beyaz olduğunu, kamyoneti yakalayamamaları üzerine B.P.nin A.G.yi arayıp kamyonetin kaçış yönünü bildirdiğini, A.G.nin nasıl müdahalede bulunduğunu bilmediğini, minibüsün bulunduğu yere gittiklerini, minibüsün içinde kaçak akaryakıtla dolu olduklarını tahmin ettikleri her biri 18 litrelik 35-40 bidon gördüklerini, kamyonetin kaçtığı bölgede atılı vaziyette, her biri 18 litrelik 250 bidon bulduklarını, bidonların arasında bir av tüfeği ve bir çift ayakkabı ile bir gömlek gördüklerini, ayrıca olay bölgesinde otuz altı eşek ile bir inek bulduklarını, eşeklerin üzerinde toplam 200 bidon bulunduğunu, olay yerine vardıklarında kaçan kamyonetin kasasına bidonların bir kısmının yüklendiğini gördüklerini, uyarı maksadıyla da olsa ateş etmediklerini söylemiştir.

iv. A.A.nın emrindeki askerler E.K. ile Ü.T., A.A. ile aynı yönde beyanda bulunmuşlardır.

22. Yaşının küçüklüğü nedeniyle kendisine tayin edilen bir vekil nezaretinde 19/9/2011 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alınan A.D., komşuları T.Y.nin hayvanlarını aramak için köyün üst kısmında bulunan su deposuna başvurucunun kamyonetiyle gittiklerini, T.Y.nin telefonla hayvanların bulunduğunu başvurucuya haber vermesi üzerine köye döndüklerini, köye girmek üzereyken bir askerin attığı taşın kamyonetin ön camını kırıp kafasına isabet ettiğini, daha sonra silah sesleri duyduğunu ve kafasına isabet eden taşın etkisiyle bayıldığını beyan etmiştir.

23. Jandarma Komutanlığınca 20/9/2011 tarihinde bir vekil nezaretinde ifadesi alınan A.D., amcası olan başvurucunun komşularının kaybolan hayvanlarını aramak için kendisini uyandırdığını, amcasına ait kamyonetle köyün üst taraflarına gittiklerini, 15 dakika kadar sonra komşuları T.Y.nin telefonla amcasını arayıp hayvanların bulunduğunu haber verdiğini, köye dönmek için yola çıktıklarını, köye giderken önlerine çıkan askerlerin aracın camına taş atmaya başladıklarını, bu taşlardan birinin kafasına, diğerinin ise göğsüne isabet ettiğini, atılan taşlar nedeniyle aracın ön camının kırıldığını, bu esnada askerlerin araca ateş ettiğini ve kendisinin bayıldığını söylemiştir.

24. Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 20/9/2011 tarihli kesin adli raporundan, A.D.nin başının sol tarafındaki yaranın basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olduğu anlaşılmıştır.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı 21/2/2012 tarihinde, başvurucunun ve A.D.nin şikâyetlerine konu eylemlerle ilgili soruşturmayı kaçakçılık suçu nedeniyle yürütülen soruşturmadan ayırmış; askerî suçlardan olduğu gerekçesiyle başvurucuya ve A.D.ye yönelik suçlar yönünden görevsizlik kararı vererek soruşturma evrakını Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) göndermiştir.

26. Cumhuriyet Başsavcılığı, kaçakçılık suçu nedeniyle yürüttüğü soruşturmayı daha sonra 2011/6 Sor. sayılı soruşturmayla birleştirmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığından temin edilen belgelerden söz konusu soruşturmanın faili tespit edilemeyen kaçakçılık suçlarıyla ilgili olduğu, soruşturma kapsamında başvurucunun ifadesinin alınmadığı ve farklı bir tarihte meydana gelen kaçakçılık suçu yönünden 5/3/2011 tarihinde daimî arama kararı verildiği tespit edilmiştir.

27. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığının soruşturma emri üzerine Askerî Savcılık 26/4/2012 tarihinde A.G., İ.S., Ah.D. ve T.O.nun tanık sıfatıyla ifadelerini almıştır. Adı geçenler, daha önceki ifadeleriyle aynı yönde beyanda bulunmuşlardır. Daha önce verdiği ifadesinde kamyonetin neresinden ateş edildiği yönünde beyanda bulunmayan T.O., kamyonetin ön yolcu koltuğundan oturan kişinin kamyonetin camından havaya dört beş el ateş ettiğini söylemiştir.

28. Askerî Savcılığın talebi üzerine olay yerinde bulunan üç boş kovanı inceleyen Van Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliği (Kriminal Laboratuvar) 19/6/2012 tarihli raporunda söz konusu boş kovanların tek bir silahtan atıldığını belirtmiştir.

29. Askerî Savcılık ne maksatla olay yerinde bulundukları, kendilerine dur ihtarında bulunup bulunulmadığı, aracın farlarının açık olup olmadığı, araç plakasının araca takılı olup olmadığı, aracın sağ arka tekerinin neden söküldüğü, olay esnasında kendilerinde ateşli silah bulunup bulunmadığı, olay esnasında aracın kasasında ne olduğu ve aynı gece kaçakçılık şüphesi ile takibe alınan minibüsün sahibi B.M.yi tanıyıp tanımadıkları konularında başvurucunun, S.D.nin ve A.D.nin ifadelerini istinabe suretiyle almıştır.

i. Başvurucu ve A.D. ifadelerinde; birlikte komşularının kayıp hayvanlarını kamyonetle aradıkları için olay mahallinde bulunduklarını, aracın farlarının yandığını ve plakalarının takılı olduğunu, dur ihtarında bulunan biri olmadığını, bilmedikleri bir nedenle kamyonetin taşlandığını, korkularından durmayıp devam ettiklerini, daha sonra kamyonetin kurşunlandığını, kamyonetin sağ arka tekerini kendilerinin sökmediğini, olay esnasında kamyonetin kasasında bir şey bulunmadığını, olay nedeniyle tekerin kendiliğinden çıktığını, olay esnasında kendilerinde silah olmadığını, minibüsün sahibi B.M.yi tanımadıklarını söylemişlerdir.

ii. S.D. ise önceki ifadesiyle benzer mahiyette beyanda bulunup hayvanların bulunduğunu başvurucuya kendisinin haber verdiğini, tam olarak neler yaşandığını bilmediğini, sabah namazını kılarken silah sesleri duyduğunu, namazdan sonra köylüler ile askerlerin birbirine girdiğini gördüğünü ifade etmiştir.

30. Askerî Savcılık, başvurucunun kamyonetine ateş edilmesi olayına karışan askerlere teslim edilen silahlara ait taşınır mal teslim-tesellüm belgelerini ve olaydan yaklaşık 15 ay sonra kendi isteği ile askerlik görevinden ayrılan A.G.nin terhis belgesi ile daha önce ifadeleri alınan veya Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzası bulunan A.A. dışındaki diğer askerlerin terhis belgelerini soruşturma dosyasına getirtmiştir.

31. Askerî Savcılığın talebi üzerine Kriminal Laboratuvar 29/11/2012 tarihinde, daha önce incelediği üç kovan ile A.G.ye 5/8/2011 tarihinde teslim edilen 53507 seri numaralı, 7.62 mm çaplı, Rusya yapımı D... marka tüfeği incelemiş ve üç kovanın da sözü edilen tüfekten atıldığını saptamıştır.

32. Askerî Savcılık, A.G.nin şüpheli sıfatıyla, olay tespit tutanağında imzaları bulunan A.A., H.A., E.K., D.V., E.C., E.T., Ü.T. ve V.T. ile Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda imzaları bulunmasa da başvurucunun kamyonetine müdahale eden mangada görevli M.A., E.Y., V.O. ile M.N.K.nın tanık sıfatıyla ifadelerinin alınması için başka yer askerî savcılıklarından ya da Cumhuriyet başsavcılıklarından istinabe talep etmiştir. İstinabe talebi üzerine A.G., D.V., M.A., E.T. E.Y. ve V.O.nun ifadeleri kolluk görevlilerince, diğerlerinin ifadeleri ise askerî savcı veya Cumhuriyet savcısınca alınmıştır.

i. E.K., olay yerine vardıklarında bir minibüs, bir kamyonet ve çok sayıda eşek gördüklerini, kendilerini fark eden sivil kişilerin ateş etmeye başlamaları üzerine siper aldıklarını, kamyonetin kaçmaya başladığını, kamyonetin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını, kamyonete veya başka bir araca taş atmadıklarını, kaçan kamyonetin kasasında akaryakıt veya başka bir malzeme olup olmadığını bilmediğini, havanın karanlık olması ve kamyonetin kasasının kapalı olması nedeniyle kasanın içini göremediklerini, A.G.nin Alparslan Hudut Karakolunda görevli olduğunu, bu nedenle A.G.nin yanlarında olmadığını söylemiştir.

ii. H.A., hudut taşında kırk beş eşek tespit ettiklerini, ele geçirilen eşekler ile kaçak eşyaları Jandarma Komutanlığına teslim ettiklerini, olay yerinde kamyonet veya başka bir araç görmediğini beyan etmiştir.

iii.M.A., daha önceki ifadesinden farklı olarak 15/9/2011 günü saat 20.00 sıralarında sınıra giden dağlık bir yol üzerinde görev yaptıklarını, sınır tarafından farları açık bir kamyonetin hızla bulundukları yere doğru geldiğini, A.G. ile arkadaşlarının sesle ve el fenerleri ile aracı durması konusunda uyardıklarını, kamyonete taş atılmadığını, kamyonetten kendilerine birkaç el ateş edildiğini, A.G.nin havaya birkaç el uyarı atışı yaptığını, kaçan kamyonetin kasasındaki bidonların görüldüğünü ifade etmiştir.

iv. E.C. ifadesinde, olay yerindeki eşekler ile bir inekten söz etmiştir.

v. Ü.T., başvuruya konu olay hakkında herhangi bir bilgi verememiştir.

vi. A.A., olay tarihinde biri kamyonet olmak üzere üç araçtan oluşan kaçakçı grubuna müdahale ettiklerini, o esnada eşekler ile getirilen kaçak akaryakıtların araçlara yüklendiğini, kendilerini fark eden kaçakçıların bir el ateş edip kaçmaya başladıklarını, en arkada bulunan aracın kaçamadığını, kamyonetin farları sönük bir şekilde kaçtığını, kamyonete başka bir tim tarafından müdahale edildiğini ileri sürmüş; kendisine gösterilen resimdeki başvurucuya ait minibüsün kaçan kamyonet olduğunu beyan etmiştir.

vii. D.V., termal kamera ile kaçakçı olduğu tahmin edilen kişilerin tespit edilmesi üzerine içinde yer aldığı manganın sınır bölgesine gittiğini, oraya nasıl gittiklerini hatırlamadığını zira ona benzer pek çok olayla karşılaştıklarını, emniyetçi olduğu için 20 metre kadar geride ağır silahıyla tedbir aldığını, duyduğu kadarıyla A.G.nin iki üç kez dur ihtarında bulunduğunu, uyarıların ardından bir iki kez silah sesi duyduğunu, sesin av tüfeği sesine benzediğini, kamyonet olduğunu tespit edebildiği aracın durmadığını, kamyonete taş atılıp atılmadığını bilmediğini, kamyonetin boş olması hâlinde dur ihtarına uyacağını, farları kapalı olan kamyonetin kendilerine yaklaşınca farlarını açıp hızlandığını ve kamyonet kaçarken başka silah sesi duymadığını söylemiştir.

viii. V.O., olayın yaşandığı gün dokuz kişilik manga ile pusuya yattıklarını, başlarında rütbeli olarak sadece A.G.nin bulunduğunu, kamyonetin dur ihtarına uymayıp üzerilerine doğru geldiğini, şoförün bulunduğu taraftan bir iki el ateş edildiğini, A.G.nin bir yandan bağırarak dur ihtarında bulunduğunu, bir yandan da kamyonetten yapılan atışa ateş ederek cevap verdiğini, araç üzerine doğru geldiği esnada aracın sağ tarafına bir taş atıldığını, taşı atanı görmediğini, elinde silah bulunduğu için taşı A.G.nin atmış olamayacağını, kamyonetin kasasının bidonlarla dolu olduğunu, farları kapalı olan kamyonetin kendilerini fark edince farlarını açtığını ifade etmiştir.

ix. M.N.K., olay tarihinde termal kamera ile gözetleme yapan Manga Komutanı A.A.nın sınırdan geçiş yapıldığını söylediğini, bunun üzerine sınırdan geçiş yapılan yere doğru hareketlendiklerini, bir süre sonra telsizle araçların kendilerine yaklaştığının bildirildiğini, A.A.nın kendisi de dâhil üç kişiyi güvenlik sağlaması için tepe bölgesine gönderdiğini, yola inen diğer askerlerin barikat kurduğunu, barikatta durmayan iki aracın hızla köye doğru gittiğini, bu esnada Uzman Çvş. A.nın (A.A.yı mı yoksa A.G.yi kastettiği anlaşılamamıştır.) havaya bir el ateş ettiğini, A. ile manganın köye kadar kaçan araçları takip ettiğini, kaçan araçlara taş atıldığını görmediğini, araçlara ateş edilmediğini, bulunduğu yer itibarıyla araçların içinde herhangi bir malzeme olup olmadığını göremediğini beyan etmiştir.

x. A.G., olay tarihinde gözetleme kulesinde bulunduğu esnada kendisini mobil telefondan arayan B.P.nin termal kamera ile tespit ettikleri iki araçtan birinin yüklü olarak bölgelerine doğru geldiğini haber verdiğini, durumu bildirdiği Karakol Komutanı'nın aracı yakalamaya çalışmalarını emrettiğini, sekiz dokuz kadar askerle devriye yoluna çıktığını, yanlarında bariyer veya kapan benzeri bir şey olmadığından fark edilebilecek büyüklükte taşları yola koyduklarını, bir müddet sonra farları yanmayan bir araç gördüklerini, şoförün görebileceği şekilde el feneri ile selektör yaptığını, ışığı fark eden şoförün daha da hızlandığını ve üzerilerine doğru gelmeye başladığını, bu esnada aracın içinden, sağ taraftan ateş edilmeye başlandığını, atılan mermilerin nereye gittiğini göremediğini, önce havaya iki üç el ateş ettiğini, aracın durmaması üzerine de aracın lastiklerine doğru birkaç el ateş ettiğini, yoluna devam eden aracın camına taş atılmadığını beyan etmiştir.

xi. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.Y., gözetleme kulesinde görevli askerlerin İran sınırında bir grup kaçakçı tespit etmesi üzerine A.G. komutasında olay mahalline hareket ettiklerini, su deposu yakınlarında yolu kapattıklarını, askerlerin kendilerine doğru gelen, plakasını hatırlamadığı bir kamyonetin durması için el fenerlerini yakıp söndürdüklerini, bu esnada kamyonetin farlarının sönük olduğunu, dur ihtarına uyulmaması üzerine A.G.nin havaya bir el ateş ettiğini, kamyonetin hızla yola devam ettiği esnada kamyonetin içinden rastgele ateş edildiğini, kasası dolu olan ve içinde üç kişi bulunan kamyonetin köye girdiğini, kamyonete taş atılıp atılmadığını görmediğini beyan etmiştir.

xii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan V.T., olay tarihinde termal kameralar ile bir kamyonet ve çok sayıda atlı kaçakçı tespit edildiğini, A.G.nin komutasında pusu görevine çıktıklarını, bulundukları yere projektör tutan köylülerin kendilerini fark ettiğini, bunun üzerine atlıların daha da hızlandığını, onların bulunduğu taraftan bir el ateş edildiğini, A.G.nin, ismini hatırlamadığı bir askerin ve kendisinin müdahale için yaklaştığını, diğer askerlerin ise güvenlik için geride durduklarını, Dereköy'de yaşayan elli kadar atlının üzerilerine geldiğini, sadece havaya ateş edebildiklerini, atlar geçtikten sonra beyaz bir kamyonetin üzerilerine doğru geldiğini, sürücünün dur ihtarına uymadığını, kamyonetin sağa sola giderek hızını artırdığını, A.G.nin kamyonetin tekerlerine bir iki el ateş ettiğini, kamyonete taş atılmadığını, aksine kendilerine taş atıldığını, atlarda ve kamyonette akaryakıt kaçakçılığında kullanılan bidonlar bulunduğunu, A.G.nin olay yerinden boş kovan toplamadığını, olay yerindeki boş kovanları toplayan köylülerin şikâyetçi olduğunu, olay esnasında kamyonetinin farlarının açık olup olmadığını hatırlamadığını beyan etmiştir.

xiii. Adresinin tespiti için çeşitli kurum ve şirketlerle yazışmalar yapılan E.T., olay tarihinde sınır kaçakçılığını önlemek amacıyla devriyeye çıktıklarını, bulunduğu tim ile A.G.nin içinde yer aldığı timin farklı karakollara bağlı olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca ifadesinde E.T., devriye esnasında kendi timi ile A.G.nin timi arasında belli bir mesafe bulunduğunu, birkaç el ateş edildiğini duyduklarını, kısa bir süre sonra diğer timin kamyoneti ve içindeki şahısları alıp yanlarına geldiğini, kamyonetin kasasının boş olduğunu ve farlarının yandığını, ateş edilmeden önce uyarı yapılıp yapılmadığını duymadıklarını, kamyonetin camına taş atılmadığını ve kamyonettekilerin ateş edip etmediğini görmediğini söylemiştir.

33. Kolluk görevlilerine silah kullanma yetkisi veren tüm mevzuatı bir bütün olarak değerlendiren Askerî Savcılık; soruşturmaya konu olayın yasal olmayan yollarla Türkiye'ye kaçak akaryakıt getiren başvurucu, S.D. ve A.D.nin yakalanması amacıyla yürütülen faaliyet kapsamında meydana geldiği, hudut birliği askerlerinin başvurucunun kamyonetini durdurmak amacıyla el işareti yapıp el fenerlerini yakıp söndürdükleri, başvurucunun kamyoneti durdurmadığı, bunun üzerine havaya uyarı atışı yapıldığı, kamyonetin içinden dört beş el ateş edilmesi üzerine durdurmak maksadıyla A.G. tarafından kamyonetin tekerlerine ateş edildiği, eylemin askerlerin silah kullanma yetkileri kapsamında kaldığı, ayrıca olayda meşru savunma durumunun bulunduğu, bu nedenle suç izafe edilebilecek herhangi bir kimsenin bulunmadığı gerekçesiyle 30/12/2014 tarihinde olay hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararda herhangi bir şüpheli ismine yer verilmemiş ve olay, "başvurucunun kamyonetinde hasar meydana gelmesi ve A.D.nin yaralanmasına neden olunması" olarak belirtilmiştir.

34. Başvurucu; Askerî Savcılıkça ifadesinin alınmadığını, kararda şüpheli ismine ve suç vasfına yer verilmediğini, şüphelilerin ifadelerinin sadece kollukça alındığını, olaya dâhil olan askerlerin tanık sıfatıyla ifadelerinin alındığını, olayın köye yakın bir alanda meydana gelmesine rağmen tanık tespiti yapılmadığını, dinlenen tanıkların beyanlarının dikkate alınmadığını, zor kullanmayı gerektiren bir durumun bulunmadığını, adil, tarafsız ve etkin bir soruşturma yürütülmediğini, yaşam hakkının ihlal edildiğini belirterek Askerî Savcılıkça verilen karara vekili aracılığıyla itiraz etmiştir.

35. Başvurucunun itirazı; önce havaya uyarı atışı yapıldıktan sonra aracın tekerlerine doğru ateş edildiği, olayda kanun hükmünün yerine getirilmesi ile meşru savunma hâlinin olduğu, saldırı ile savunma arasında orantı bulunduğu, aracın camına ateş eden kimse tespit edilememiş olsa da aracın görevli askerlerin üzerine doğru geldiği, bu nedenle taş atma eyleminin de meşru savunma kapsamında olduğu, gerekli tüm delilerin toplandığı gerekçesiyle 23'üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı Askerî Mahkemesince (Askerî Mahkeme) 2/3/2015 tarihinde reddedilmiştir.

36. Askerî Mahkemenin kararı 14/3/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup bireysel başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

37. 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanun'un "Görev, yetki ve görev ilişkileri" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Kara sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi Kara Kuvvetleri Komutanlığına ait olup bu görev sınır birliklerince;

1. Kendi sorumluluğunda olan bölgede sınırı korumak ve güvenliğini sağlamak,

2. Gümrük hattındaki giriş ve çıkış kaçakçılığı ile kara sınırları boyunca tesis edilen birinci derece askeri yasak bölge içerisinde suç teşkil eden eylemleri önlemek, suçluları yakalamak, bu bölgede işlenen meşhut suç faillerini ikinci derece askeri yasak bölgede de takip etmek ve yakalamak, failler hakkında zorunlu yasal işlemleri yapmak, yakalanan kişi ve suç delillerini ilgisine göre mahalli güvenlik kuvvetlerine teslim etmek,

...

Şeklinde yerine getirilir.

...

Sınır birlikleri mensupları kendilerine bu Kanun ile verilen görevlerin yapılmasında; diğer kanunların, silah kullanma yetkisi dahil, güvenlik kuvvetlerine tanıdığı bütün hak ve yetkilere sahiptirler.

..."

38. 4/1/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu'nun askerlerin silah kullanma yetkilerini düzenleyen 87., 88., 89. ve 90. maddeleri şöyledir:

"Madde 87 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)

Askerler karakol, karakol nöbetçisi, devriye, nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya asayişi temin için görevlendirildiklerinde aşağıda gösterilen hallerde silah kullanmaya yetkilidirler.

I - Silah kullanmasını gerektiren haller

a) Bu hizmetlerden birini yaparken müessir bir fiil ile taarruza uğranıldığı veya müeesir bir fiil veya tehlikeli bir tehdit ile bu hizmetlerle yapılmasına mukavemet edildiği takdirde bu taarruz ve mukavemetleri gidermek için,

b) Bir taarruz veya mukavemete hazırlanan ve silahını veya mukavemete elverişli bir aleti bırakmaya davet edildiği halde, bu davete derhal itaat etmiyen veyahut bıraktığı silahı veya aleti tekrar eline almaya davranan veya alan kimseyi itaate zorlamak için,

c) Bu kanunun 80 ve 81 inci maddeleri gereğince muvakkaten yakalanan bir şahsın veyahut muhafaza ve sevki kendisine tevdi edilmiş olan bir tutuklunun veya hükümlünün kaçması veya kaçmaya teşebbüs etmesi ve verilecek dur emrini dinlemediği görüldüğünde başka türlü ele geçirilmesi kabil olmadığı takdirde yakalanması için,

d) Kendi muhafazasına tevdi edilmiş olan insan ve her türlü eşyaya karşı vukubulan taarruzu defetmek için,

e) Bu maddede sayılan görevleri yapan askerlere karşı, sözle yapılan sataşma veya hareketlerin bertaraf edilmesi sırasında mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehlikeli bir tehditle karşılaşıldığında bu halleri gidermek için.

II - Silah kullanma derecesi

Bu maddede yazılı hizmetlerin yapılması sırasında silah kullanılması için başkaca bir çare kalmaması veya zaruret olması şarttır.

1. Şahıs veya topluluk silahsız ise; mukavemet, taarruz, müessir fiil veya tehdidin derecesine göre asayiş hizmeti ile görevli birlik komutanı gerekli uyarmayı yaparak silah kullanılacağını ihtar eder. Bu ihtara itaat edilmezse bunu sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

2. Şahıs veya topluluk silahlı veya taarruzun önemli derecede etkili kılacak şekilde aletleri taşıyorsa, silah veya aletlerin bırakılması ihtar olunur. Tecavüz taarruz veya mukavemet buna rağmen devam ederse itaati sağlıyacak dereceden başlamak üzere silah kullanılır.

III - Silah kullanma tarzı

 1. Silah çeşitlerine göre etkili olabilecek şekilde kullanılır. Önce kesici ve dürtücü silahlar ile ateşli silahlar hedefe tevcih edilir, sonra ateşli silahların dipçik ve kabzaları kullanılır, daha sonra kesici ve dürtücü ve ateşli silahlar bilfiil kullanılır.

2. Silah kullanmak mutlaka ateş etmek değildir. Ateş etmek son çaredir. Önce havaya ihtar ateşi yapılır. Sonra ayağa doğru ateş edilir, mukavemet veya taarruza veyahut tehlikeli bir tehdide varan mukavemet hali devam ederse, hedef gözetilmeksizin ateş edilir.

IV - Ateş emri ve kendiliğinden ateş etmek

1. Ateş etmek bilhassa bunun için emir verilmiş olmasına bağlıdır.

2. Ateş emri verilmemiş olsa dahi her asker silahını kullanabilir. Ancak silahını kullanılacağı zamanın ve kullanma derece ve tarzının tayini her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutularak silahını kullanacak asker tarafından bizzat takdir olunur.

V - Ateş emri vermeye yetkili makamlar

1. Bu maddede yazılı görevleri yapmak için birliğe görev veren üst komutan olay yerinde bulunuyorsa sözle ateş emri vermeye yetkilidir. Komutan, bu emri yazı ile teyit eder.

2. Asayişe memur edilen kuvvetlerin olay yerinde bulunan birlik komutanı veya asayişe memur edilen birliğin parçalarına komuta eden en küçük komutan ve amirler dahi önceden emir verilmemiş olsa bile sözle ateş emri vermeye yetkilidir.

VI - Sorumluluk

Her olayın cereyan ettiği haller ve şartlar göz önünde tutulmak kaydiyle bu madde hükümlerine göre silahını kullanan askere ve silah kullanma emrini veren birlik komutanına sorumluluk yüklenemez.

VII - Soruşturma usulü ve adli yardım

(Ek fıkra: 22/11/1990 - 3683/5 md.) Silah kullanmak zorunda kalan asker kişiler hakkında, hazırlık soruşturması Askeri Savcı, Cumhuriyet Savcısı veya yardımcıları tarafından yapılır. Haklarında dava açılan sanık asker kişiler duruşmadan vareste tutulabilir. Olayın mahiyetine ve kusurun derecesine göre sanığın mensup olduğu Bakanlıkça durumu uygun görülenlerin vekalet verdiği avukatın ücreti, bu bakanlıkların bütçesine konulacak ödenekten karşılanır. Avukat tutma ve avukatlık ücretinin ödeme usul ve esasları, Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç ay içinde çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

Madde 88 - (Değişik madde: 25/04/1972 - 1582/1 md.)

Silah kullanma yetkisini haiz bulunan her asker veya silah kullanma emrini vermeye yetkili her komutan kanunun tayin etmiş olduğu müsaadeleri yerinde ve zamanında kullanmaz veya silahlarından tamamiyle istifade etmezse fiilin mahiyetine göre cezalandırılır.

Madde 89 - 87 nci maddede gösterilen hallerden başka hizmete ait bir vazifeyi yaparken maruz kaldığı bir mukavemeti bertaraf etmek veyahut askere veya askeri eşyaya karşı yapılan bir tecavüze karşı koymak için silah kullanmak zarureti hasıl olursa, her asker silah kullanmaya salahiyetli ve vazifelidir.

Madde 90 - 87 ve 89 uncu maddelerde gösterilen hallerden başka her asker meşru müdafaa halinde silah kullanmaya salahiyettardır."

39. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.) Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında ... kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

...

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

...

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde

...

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde 'dur' çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

40. 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun "Silah kullanma yetkisi" kenar başlıklı 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Gümrük Kanunu gereğince belirlenen kapı ve yollardan başka yerlerden gümrük bölgesine girmek, çıkmak veya geçmek isteyen kişiye 'dur' uyarısında bulunulmasına rağmen bu uyarıya uymaması halinde, havaya ateş edilmek suretiyle uyarı yinelenir. Ancak silâhla karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir..."

41. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun "Kanun hükmü ve amirin emri" kenar başlıklı 24. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez."

42. 5237 sayılı Kanun'un "Meşru savunma ve zorunluluk hâli" kenar başlıklı 25. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Dayanak Sözleşme Hükmü Yönünden

43. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

..."

2. Silahlı Güç Kullanımı Yönünden

44. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşama hakkını koruyan 2. madde, Sözleşme'nin en temel hükümlerinden biridir ve Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların ana değerlerinden birini korumaktadır. AİHM, bu maddenin ihlal edildiği iddiasını en dikkatli incelemeye tabi tutmalıdır. Devlet görevlileri tarafından güç kullanımına ilişkin davalarda, yalnızca güç kullanan devlet görevlisinin eylemleri değil aynı zamanda mevcut ilgili hukuksal veya düzenleyici sistem ile eylemin planlanması ve kontrolü gibi bu olayı çevreleyen tüm faktörlerin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Sözleşme'nin 2. maddesinin 2. fıkrasında da görülebileceği üzere polis memurları tarafından ölümcül bir gücün kullanılması belirli durumlarda haklı görülebilir. Ancak kullanılan güç, kesinlikle gerekli olandan daha fazla olmamalıdır yani olayın gerçekleştiği şartlarda kullanılan güç kesinlikle orantılı olmalıdır. Yaşama hakkının temel hak olduğu gözönünde bulundurulduğunda can kaybının haklı görülebileceği durumlar dar yorumlanmalıdır (Nachova ve Diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, §§ 93, 94, 97; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §§ 56-59; Atiman/Türkiye, B. No:62279/09, 23/9/2014, § 29; Ataykaya/Türkiye, B. No: 50275/08, 22/7/2014, § 46). Ayrıca silahla ateş açılırken mümkünse başlangıcın uyarı ateşleriyle yapılması gerekir (Aydan/Türkiye, B. No: 16281/10, 12/3/2013, § 66).

45. Öte yandan AİHM'e göre Sözleşme'nin 2. maddesi, yaşamdan mahrum bırakmanın haklı kabul edilebileceği durumlara ek olarak devletin kolluk kuvvetlerinin güç ve ateşli silah kullanabileceği sınırlı koşulları tanımlayan, ilgili uluslararası standartlara uygun yasal ve idari sistemleri uygulamaya koymaya yönelik asli bir görevi olduğunu ima etmektedir (Atiman/Türkiye, § 30; Makaratzis, §§ 57-59).

46. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci paragrafında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması amacıyla devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının olayların meydana geldiği dönemde görevlinin davranışının makul ancak daha sonra hatalı olduğunun kabul edilmesi gibi geçerli sebeplerle iyi niyete dayandırıldığında bu hüküm bakımından haklı gösterilebileceği kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve yasaları uygulamakla görevli memurlarına, görevlerini yerine getirirken kendilerinin ve başkalarının hayatlarına zarar verecek şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek olacaktır (McCann ve Diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 200; Kalkan/Türkiye, B. No: 37158/09, 10/5/2016, § 57).

47. AİHM, ölümün güvenlik güçlerinin silah kullanımı sonucu gerçekleştiğinin tartışmasız olduğu olaylarda, bu konudaki ispat yükünün taraf devlete ait olduğunu belirtmekte ve mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı gerçekleştiğinin kanıtlanamaması hâlinde yaşam hakkının usul ve esas yönünün ihlal edildiğine karar vermektedir (Bektaş ve Özalp/Türkiye, B. No: 10036/03, 20/4/2010, § 57).

48. AİHM'e göre yakalamaya ilişkin bir operasyonun planlanmasında elzem unsurlardan biri de yakalanacak kişinin işlediği iddia edilen suçun niteliği ile bu kişinin neden olduğu -şayet neden olmuşsa- tehlikenin derecesi de dâhil olmak üzere yakalamayı çevreleyen koşullarla ilgili mevcut bilgilerin analiz edilmesidir. Ayrıca yakalanacak kişi kaçmaya teşebbüs ettiğinde ateşli silah kullanılıp kullanılmayacağı ve hangi koşullarda kullanılmasının öngörülebileceği açık yasal hükümlere ve ateşli silah kullanacak kişilerin uygun bir eğitimine dayandırılmalıdır (Nachova ve diğerleri/Bulgaristan, § 103; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 101; Atiman/Türkiye, § 30).

3. Yaşam Hakkının Etkili Soruşturma Yükümlülüğüne İlişkin Usul Boyutu Yönünden

49. Bu konudaki AİHM uygulaması, şimdiye kadar yapılan pek çok bireysel başvuru hakkında verilen kararda yer almaktadır (birçok karar arasından bkz. İrfan Durmuş ve diğerleri, B. No: 2014/4153, 11/5/2017, §§ 51-55; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 55-57; Sultani Acar, B. No: 2014/16344, 22/3/2018, §§ 40-42).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

50. Mahkemenin 9/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu, yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğini iddia etmiştir.

52. Yaşam hakkının maddi boyutu bağlamında başvurucu, öncelikle AİHM'in yukarıda bahsi geçen Atiman/Türkiye başvurusu hakkında verdiği karara dikkat çekerek silah kullanma yetkisinin dayanağını oluşturan mevzuatın bizatihi kendisinin yaşam hakkını ihlal ettiğini öne sürmüştür. Öte yandan başvurucu, olay tarihinde komşusunun kaybolan hayvanlarını aramak amacıyla olay mahallinde bulunduğunu ve yanında silah bulunmadığı gibi herhangi bir suça konu olabilecek eşya da olmadığını belirterek kamyonetinde kovan veya fişek araştırması yapılmadığına, kendisinin veya yeğeninin ellerinde, yüzlerinde ve elbiselerinde atış artığı aranmadığına, olayı bildiren kolluk görevlilerinin silahla ateş edildiğinden Cumhuriyet savcısına söz etmediğine değinmiştir. Son olarak başvurucu; olayın askerî operasyonun kötü bir şekilde koordine edilmesinden kaynaklandığını, yakalama işleminin basit tedbirlerle de yapılabileceğini, isnat edilen eylem ile öncesinde taş atılması sonrasında uyarı atışı yapılmadan ateş edilmesi şeklinde gerçekleşen silahlı güç kullanımı arasında orantı bulunmadığını ve silah kullanılmasının mutlak suretle gerekli olmadığını iddia etmiştir.

53. Yaşam hakkının usul boyutu bağlamında başvurucu, soruşturmanın tüm esaslı safhasının Jandarma Komutanlığı ile olaya dâhil olan askerî birliğin katılımı ile yürütüldüğü, askerî makamlardan bağımsız herhangi bir kişinin olay yerine gitmediği ve Askerî Savcılığın bağımsız ve tarafsız bir soruşturma makamı olmadığı savında bulunarak soruşturmanın bağımsız olmadığını öne sürmüştür. Ayrıca Askerî Savcılığın tüm şüphelilerin ifadesini tanık sıfatıyla aldığını, kamyonetinden ateş edildiği iddiasıyla ilgili olarak herhangi bir kovan araştırması yapılmadığı gibi atış artığının tespitine yönelik inceleme de yapılmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda operasyonun planlanmasının tartışılmadığını, kullanılan gücün orantısız oluşunun ve ifadesi alınan askerlerin ifadeleri arasındaki çelişkilerin dikkate alınmadığını, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda şüpheli bulunmadığı gibi olayın hukuki nitelendirilmesinin de bulunmadığını, soruşturmanın makul bir süratle yürütülmediğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Uygulanabilirlik ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

54. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı gerçekleştirilen eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliği olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110; Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69).

55. Somut olayda başvurucunun maruz kaldığını ileri sürdüğü silahlı gücün öldürücü bir niteliği olması ve başvurucunun kamyonetine isabet eden mermilerden birinin kamyonetin sağ ön tekerleğinin hemen üstünde bulunan çamurluk ile kapının arasından girip kabin içindeki yolcu koltuğunun altından çıkması başvurudaki diğer faktörlerle birlikte değerlendirildiğinde başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

56. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

...

Meşru müdafaa hali, ... yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, ... sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

57. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

58. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

59. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

60. Devletin yaşama hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi boyutu yanında etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin bir de usul boyutu bulunmaktadır.

61. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edildiği zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (Hamdiye Aslan, B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 93).

62. Bununla birlikte tam bir inceleme yapılarak iddia edilen olayların gerçekliğinin tespit edilebilmesi için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

63. Somut olayda başvuru formu ve eklerinde sunulan belgeler ile başvuruya konu ceza soruşturmasında yer alan bilgi ve belgeler, yaşam hakkının usul boyutu incelenirken değinilecek nedenlerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte bilgi içermemektedir. Ölümü çevreleyen koşullar, bir başka ifadeyle askerin hangi koşullarda ateş ettiği bir değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte belirlenebilmiş değildir. Bu nedenle inceleme, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutuna hasredilecek olup başvurucunun silahlı güç kullanımına ilişkin şikâyetleri ile başvuruya konu olayda askerlerin silah kullanma yetkilerinin dayanağını oluşturan mevzuatın bizatihi kendisinin yaşam hakkını ihlal ettiğine ilişkin iddiası yönünden bir değerlendirme yapılmayacaktır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

64. Başvuru açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmamaktadır. O hâlde yaşam hakkının usul boyutlarının ihlal edildiğine müteallik iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

65. Devlet, yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

66. Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ya da gerçekleştirildiği iddia edilen ölümlere ilişkin soruşturmaların etkili olabilmesi için soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

67. Ceza soruşturmasının etkililiği için soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 57).

68. Bununla birlikte soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Buradaki etkililik, ilgili tüm olaylar temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

69. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 58).

70. Etkili olduğunun kabul edilebilmesi için ceza soruşturmasının makul bir özen ve süratle de yürütülmesi gerekir (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30). Bu husus, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi yönünden bir gerekliliktir.

71. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

72. Anılan ilkeler, hiç şüphesiz somut başvurudaki gibi ölümle sonuçlanmayan ancak yaşam hakkı kapmasında incelenmesi gereken olaylar hakkında yürütülen soruşturmalar için de geçerlidir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Olaya ilişkin soruşturmada, yukarıda Genel ilkeler bölümünde ifade edilen yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasından haberdar olan soruşturma makamlarının derhâl harekete geçmesi ve başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması konularında bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir. Gerçekten de başvuruya konu olaydan haberdar olan Cumhuriyet Başsavcılığı derhâl soruşturma başlatmıştır. Soruşturma sürecinde ifadesine başvurulan başvurucu soruşturmaya katılım hususunda herhangi bir engelle karşılaşmamıştır.

74. Bununla birlikte soruşturma makamlarının bağımsızlığı, olayın tüm yönlerinin aydınlatılması ve varsa sorumluların tespit edilebilmesi için bütün delillerin toplanması, soruşturma makul bir özen ve süratle yürütülmesi, soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanması konuları yönlerinden de soruşturmanın etkililiğinin incelenmesi gerekmektedir.

75. Öncelikle kamu görevlilerinin karıştığı ölüm olaylarıyla ilgili soruşturmaların etkililiği için soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekir. Başka bir söyleyişle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir. Somut olayda Askerî Savcılık, olayın şüphelisi S.A.nın da dâhil olduğu sınırı korumakla görevli askerlerin düzenlediği tutanak ile bahsedilen kişilerin beyanlarını, doğruluğunu araştırmadan kovuşturmasızlık kararına esas almıştır. Bu nedenle başvuruya konu soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmediği sonucuna varılmıştır (benzer değerlendirme için bkz. Süleyman Göksel Yerdut [GK], B. No: 2014/788, 16/11/2017, § 61).

76. İkinci olarak başvurucu ve A.D., T.Y.nin kaybolan hayvanlarını aramak için kamyonetle yola çıktıklarını beyan etmelerine rağmen T.Y.nin ifadesi alınmamış; S.D. başvurucunun kamyonetine ateş edilmesinden sonra köylüler ile askerlerin birbirine girdiğinisöylemesine (bkz. § 29) rağmen bahse konu köylülerin kim olduğu araştırılarak beyanları tespit edilmemiştir. Ayrıca olaya karışan güvenlik güçlerince başvurucunun sürücülüğünü yaptığı kamyonetten silahla ateş edildiği iddia edilmesine karşın söz konusu silahın bulunması, başvurucu ile yeğeni A.D.nin ellerinde ve yüzünde atış artığı bulunup bulunmadığının tespiti için hiçbir çaba gösterilmemiştir. Oysa anılan hususların olayın gerçekleşme koşullarının saptanması bakımından taşıdığı önem ortadadır. Bu bakımdan olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığı söylenemez.

77. Üçüncü olarak terhis olan askerlerin ifadelerinin alınması için farklı Askerî Savcılık ve Cumhuriyet Başsavcılıklarından istinabe talep edilmesi ve bazı askerlerin adreslerinin tespiti için yapılan yazışmalar nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı ve Askerî Savcılık tarafından yürütülen soruşturmanın yaklaşık 3 yıl 3 ay 15 günlük süresi makul kabul edilebilir ise de olay 15/9/2011 günü saat 04.00 sıralarında meydana gelmesine rağmen olay yeri ancak 16/9/2011 günü saat 09.00 sıralarında incelenmiş, delillerin kaybolması veya karartılması tehlikesi yaratılmıştır. Olaya karışan askerlerin ilk beyanları ise olaydan iki gün sonra 17/9/2011 tarihinde alınmıştır. Bu şartlar altında soruşturmanın makul bir özenle yürütülmediği sonucuna varılmıştır.

78. Son olarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilirken başvurucudan veya olay esnasında başvurucunun yanında olan A.D.den herhangi bir ateşli silah ele geçirilemediği, başvurucunun kaçakçılık suçu nedeniyle ifadesinin alınmadığı, başvurucunun kamyonetinden ateş edildiğine dair somut herhangi bir kanıtın bulunmadığı, başvurucunun kamyonete taş atılmasını gerektirir bir durumun olup olmadığı, başvurucunun işlediği düşünülen kaçakçılık suçunun başkalarının hayatı veya vücut bütünlükleri yönünden tehlike doğurmadığı dikkate alındığında dur ihtarına uymasa bile yaşadığı köye doğru giden başvurucunun yaşamını tehlikeye düşürmeyen başka tedbirlerle de yakalanmasının mümkün olup olmadığı hususları değerlendirilmemiş; yalnızca olaya karışan askerlerce tutulan tutanaklar ve bu tutanaklar doğrultusunda verilen beyanlar nazara alınmıştır. Bu itibarla soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analize dayandığını söylemek de mümkün değildir.

79. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

80. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

81. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

...”

82. Başvurucu 10.000 TL maddi ve 80.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

83. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

84. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun tespit edilebilmesi için öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

85. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususlarında derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

86. Mevcut başvuruda soruşturmanın fiilî olarak tarafsız ve bağımsız yürütülmemesi, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması, soruşturmanın makul bir özenle yürütülmemesi ve soruşturmada varılan sonucun elde edilen tüm delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayanmaması nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

87. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. İhlal kararının uygulanması bağlamında yapılması gereken iş, önceki kovuşturmasızlık kararının kaldırılarak ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapılmasından ibarettir. Ancak bundan, yeniden yapılacak soruşturma sonunda mutlaka kamu davası açılması gerektiği anlamı çıkarılmamalıdır. Yürütülecek yeni soruşturma kapsamında toplanacak delilleri değerlendirme yetkisi şüphesiz ilgili Cumhuriyet başsavcılığına aittir.

88. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucunun uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

89. Başvurucu uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamıştır. Maddi tazminata hükmedilebilmesi için uğranıldığı iddia edilen maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Bu nedenle herhangi bir belge sunulmayan maddi tazminat talebinin reddedilmesi gerekir.

90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL başvuru harcı ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığı kapatılması nedeniyle kararın bir örneğinin yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Çaldıran Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 36.600 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.732,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜLŞEN POLAT VE KENAN POLAT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/4450)

 

Karar Tarihi: 10/10/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 27/11/2019 - 30961

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Gülşen POLAT

 

 

2. Kenan POLAT

Vekili

:

Av. Kemal DERİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, askerî ceza infaz kurumunda kötü muamele sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/3/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu dava dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitiren M.P.nin anne ve babasıdır.

9. Başvurucular; bireysel başvuru formunda, hırsızlığa teşebbüs suçlaması ile tutuklanarak 27/6/2005 tarihinde 6. Kolordu Komutanlığı 1. Sınıf Askerî Ceza ve Tutukevi Müdürlüğüne (Askerî Ceza İnfaz Kurumu) götürülen oğulları M.P.nin aynı gün burada gördüğü işkenceler sonucu hastaneye kaldırıldığını ancak uygulanan tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak olaydan bir ay sonra 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirdiğini belirtmişlerdir. Başvurucular; oğullarının anılan dönemde zorunlu askerlik hizmetini ifa etmekte olan bir er olması nedeniyle Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatıldığını, oğullarının Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirildiği sırada yanında başka bir suçtan tutuklu bulunan A.S. adlı bir askerin daha olduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular; oğullarının gardiyan odası olarak tabir edilen ve giyinme odası olarak kullanılan odada -bundan sonra giyinme odası olarak anılacaktır- öldüresiye dövüldüğünü, bu sırada giyinme odasında H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. adlı Askerî Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin bulunduğunu, olay esnasında diğer tutuklu A.S.nin de giyinme odasında olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca giyinme odasından gelen sesler üzerine koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı görevlilerin de giyinme odasına girip çıktığını ifade etmişlerdir. Başvurucular, öldüresiye dövülen oğullarının başında kanama meydana gelmesi üzerine B.Y. adlı kişinin revirden çağrıldığını ve bu kişiden kanamaya pansuman yapmasının istendiğini, yapılan pansumanın ardından oğullarının hücreye götürüldüğünü, kanamanın devam etmesi nedeniyle Astsubay O.A.nın olaydan haberdar edildiğini, O.A.nın ise olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye bildirdiğini, bunun üzerine oğullarının önce asker hastanesine ardından da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine götürüldüğünü, olaydan birkaç gün sonra bilinci kapanan oğullarının 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirdiğini belirtmişlerdir.

10. Olay anında giyinme odasında bulunan H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. piyade er olup Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan olarak görev yapmaktadırlar. Keza olay anında koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı kişiler de piyade er olup Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan olarak görevlendirilmişlerdir.

11. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde başvurucuların oğlu M.P.nin 27/6/2005 günü saat 18.30'da askerî birlik doktoru tarafından kafa+genel vücut travması tanısıyla asker hastanesine sevk edildiği anlaşılmıştır. M.P., asker hastanesinde yapılan muayenesinin ardından aynı gün Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine sevk edilmiştir.

12. Başvuru formu ve eklerindeki bilgi ve belgelere göre olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince başvurucuların oğlu M.P. hakkında suç dosyası hazırlanmış ve bu dosya kapsamında olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların tamamının tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. M.P. hakkında düzenlenen suç dosyasındaki belgelere göre gardiyanların ifadeleri 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından alınmıştır. Gardiyanlar ifadelerinde özetle tutuklu elbisesi giymek istemeyen M.P.nin saldırgan davranışlar sergilediğini, M.P.nin kafasını dolaplara ve duvarlara vurmaya çalıştığını, saldırgan davranışlar gösteren M.P.ye zor kullanmak durumunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. M.P. hakkında düzenlenen suç dosyasındaki belgelere göre olay esnasında giyinme odasında bulunan tutuklu A.S.nin de 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından ifadesi alınmıştır. A.S. ifadesinde gardiyanların ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. İfade alma tutanakları incelendiğinde bu tutanakların alt kısmında ifade veren kişilerin imzasının yanı sıra ifadeyi alan sıfatıyla Astsubay O.A.nın ve ifadeyi yazan sıfatıyla E.İ.nin imzalarının bulunduğu görülmüştür.

13. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan H.G., M.K., E.K. ve N.E. hakkında da suç dosyası hazırlanmıştır. Bu suç dosyalarındaki belgelere göre H.G., M.K., E.K. ve N.E.nin ifadeleri 5/7/2005 tarihinde Astsubay T.G. tarafından alınmıştır. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan R.G.nin ifadesi ise bu kişinin anılan tarihte terhis olmuş olması nedeniyle alınamamıştır. İfadeleri alınan gardiyanlar genel olarak yukarıdaki ifadelerine (bkz. § 12) benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. H.G., M.K., E.K. ve N.E. hakkındaki suç dosyaları incelendiğinde bu suç dosyaları kapsamında alınan ifadelerin altında ifade veren kişilerin imzasının yanı sıra ifadeyi alan sıfatıyla Astsubay T.G.nin ve ifadeyi yazan sıfatıyla E.İ.nin imzalarının bulunduğu görülmüştür.

14. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince düzenlenen tarihsiz bir tutanakta özetle M.P.nin olay esnasında bunalıma girdiğini söyleyerek tutuklu elbisesini giymek istemediğini ifade ettiği, ikaz edilmesine rağmen tutuklu elbisesini giymemekte ısrar eden M.P.nin daha sonra bir sandalyeyle giyinme odasının floresan lambasını kırdığı, bu sırada eline geçirdiği camla gardiyanlara saldırdığı ifade edilmiştir. Tutanakta ayrıca M.P.nin tüm ikazlara rağmen elindeki camı bırakmayarak tehditler savurduğu, elindeki camla H.G. adlı gardiyanın kolunu yaraladığı, bunun üzerine odada bulunan gardiyanların kişiye müdahale ettiği belirtilmiştir. Tutanakta son olarak "müdahale neticesinde ve kafasını duvarlara vurarak yaralanan Tutuklu Er [M.P.nin]" tedavi maksadıyla hemen hastaneye götürüldüğü ifade edilmiştir. Bu tutanakta P. Er M.K., P. Er E.K., P. Er H.G. ve P. Er N.E.nin gardiyan unvanıyla, P. Er R.G.nin başgardiyan unvanıyla, Astsubay O.A.nın gardiyan kısım komutanı unvanıyla ve Topçu Yarbay M.S.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumu müdürü unvanıyla imzaları bulunmaktadır.

15. Olay hakkında ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. tarafından "Vaka Cereyan Tarzı" başlıklı tarihsiz bir yazı kaleme alınmıştır. Yazıda, olayın gelişimi genel olarak tutanaktaki gibi anlatılmış; M.P.nin diğer tutuklu ve hükümlülere kötü örnek olacak şekilde davrandığı ve kaos ortamı yaratmaya çalıştığı ifade edilmiştir.

16. Olaydan sonra 1/7/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince hastanede M.P.nin ifadesi alınmıştır. Dr. C.K. tarafından düzenlenen 1/7/2005 tarihli belgede M.P.nin bu tarihte şuurunun açık olduğu belirtilmiştir. İfade, Astsubay O.A. tarafından alınmış ve Piyade Çavuş (yazıcı) E.İ. tarafından yazılmıştır. İfade tutanağının altında Astsubay O.A.nın, Piyade Çavuş E.İ.nin ve M.P.nin imzası bulunmaktadır. M.P.nin ifadesi şöyledir:

"Olay gününde ben bunalımdaydım. Moralim çok bozuktu. Koğuşa girdikten sonra bana üzerimi giyinmemi söylediler. Cezaevi elbisesini giymem dedim. Daha sonra kendimi kaybettim. Gardiyanlara küfür etmişim ve kafamı duvarlara dolaplara vurduğumu hatırlıyorum. Kendimi ve bilincimi kaybettiğim için ne yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum."

17. Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olay anında M.P.nin yanında olan diğer tutuklu A.S.nin de ifadesi alınmıştır. A.S. 5/7/2005 tarihli ifadesinde özetle M.P. ile birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirildiklerini, daha sonra gardiyanlar tarafından giyinme odasına götürüldüklerini, tutuklu elbisesini kendisinin giydiğini ancak M.P.nin küfür ve tehdit içerikli sözler söyleyerek elbiseyi giymek istemediğini ifade ettiğini, daha sonra kafasını duvarlara vurmaya başladığını, bu arada bir gardiyanın kendisini dışarı çıkardığını, dışarıya çıkarken cam kırılmasına benzer bir ses duyduğunu belirtmiştir. A.S. ayrıca ifadesini hiçbir baskı altında vermediğini ifade etmiştir.

18. Gardiyanlar hakkında hazırlanan suç dosyaları 7/7/2005 tarihinde 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Savcılığına (Askerî Savcılık) gönderilmiştir. Bunun üzerine Askerî Savcılık tarafından olay anında giyinme odasında bulunan bazı gardiyanların 12/7/2005 tarihinde ifadeleri alınmıştır. Askerî savcı huzurunda ifadesi alınan gardiyan H.G. olayları genel olarak yukarıdaki tutanakta belirtildiği gibi anlatmıştır (bkz. § 14). H.G. özetle M.P.nin saldırgan davranışlar sergilediğini ve kendilerini tehdit ettiğini, bu sırada kafasını duvarlara ve dolaplara vurduğunu, kafasını duvarlara ve dolaplara vurmaya başlaması üzerine giyinme odasında bulunan A.S. adlı diğer tutuklunun gardiyan E.K. tarafından dışarı çıkarıldığını, sandalyeyle odanın floresan lambasını kıran M.P.nin yerden aldığı cam parçasını gardiyanlara doğru salladığını belirtmiştir. Gardiyan H.G., M.P.nin yerden aldığı cam parçasıyla kolunu yaraladığını, bunun üzerine giyinme odasındaki bütün gardiyanların coplarla M.P.nin kollarına ve bacaklarına vurduğunu, M.P.yi bu şekilde etkisiz hâle getirdiklerini belirtmiştir. Gardiyan H.G. ayrıca müdahale sonrasında M.P.nin başının kanadığını fark ettiklerini, bunun üzerine revir sorumlusu B.Y.yi çağırdıklarını, bu kişinin yaptığı pansumandan sonra hücreye kapatılan M.P.nin başındaki kanamanın devam ettiğini gördüklerini, bunun üzerine durumu Astsubay O.A.ya bildirdiklerini, M.P.yi gören Astsubay O.A.nın M.P.yi hastaneye gönderdiğini belirtmiştir. H.G. ifadesinde son olarak komutanlarının kendilerine "Eğer saldırgan bir davranış gösteren tutuklu ya da hükümlü olursa onu etkisiz hâle getirin." diye emir verdiklerini, etkisiz hâle getirmek için de kaba etlere vurmaları gerektiğini söylediklerini ifade etmiştir. Askerî savcı tarafından aynı gün ifadeleri alınan ve olay anında giyinme odasında bulunan E.K., N.E. ve M.K. olayın gelişimi ile ilgili olarak H.G. ile benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır.

19. Askerî Savcılık, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin yaralarına pansuman yapan B.Y. adlı kişinin 22/7/2005 tarihinde ifadesini almıştır. B.Y. ifadesinde özetle giyinme odasına çağrılması üzerine odaya gittiğini, odada gardiyanların yanı sıra sivil kıyafetli bir kişinin daha olduğunu, sol ve sağ kulağının üzerinde yaralar olan, ayrıca omuzlarında morluklar bulunan sivil kişinin yaralarına pansuman yaptığını, ardından revire döndüğünü, yarım saat sonra tekrar çağrılması üzerine koğuşa gittiğini, koğuşa vardığı anda Astsubay O.A.nın da koğuşa girdiğini, bunun üzerine başındaki kanaması devam eden M.P.yi O.A.nın talimatıyla hastaneye götürdüklerini, hastaneye giderken M.P.nin bilincinin açık olduğunu, M.P.yi önce asker hastanesine ardından da Balcalı Hastanesine götürdüklerini belirtmiştir. B.Y. ayrıca olaydan yaklaşık bir hafta sonra Astsubay O.A., yazıcı E.İ. ve gardiyan H.G. ile birlikte hastaneye gittiklerini, Astsubay O.A.nın burada M.P.nin ifadesini aldığını, ifade alımı sırasında kadın bir doktorun da yanlarında bulunduğunu ifade etmiştir.

20. Askerî savcı 26/7/2005 tarihinde Astsubay O.A.nın ifadesini almıştır. O.A. ifadesinde özetle olay günü ismini hatırlamadığı bir gardiyanın yanına gelerek son gelen tutuklunun kafasını duvarlara vurduğunu söylediğini, bunun üzerine koğuşa gidip M.P.ye durumunun nasıl olduğunu sorduğunu, M.P.nin "İyi değilim." demesi üzerine M.P.yi hastaneye sevk ettiğini belirtmiştir. Astsubay O.A. ayrıca 1/7/2005 tarihinde yazıcı E.İ. ve revir sorumlusu B.Y. ile birlikte hastaneye giderek doktorların da onayını aldıktan sonra M.P.nin ifadesini aldığını, olaydan sonra da ilk tahkikatı yapıp bazı kişilerin ifadesini alan kişinin kendisi olduğunu ifade etmiştir. Astsubay O.A. ayrıca direnen tutuklu ya da hükümlü olursa güç kullanma yetkisi kapsamında cop kullanabileceklerini ancak belden yukarı vurmamaları gerektiğini gardiyanlara söylediklerini belirtmiştir.

21. Başvurucuların oğlu M.P. hastanede tedavi gördüğü sırada 27/7/2005 tarihinde yaşamını yitirmiştir. Yapılan otopsi sonucunda M.P.nin genel vücut travması geçirdiği, ölümünün künt kafa travması sonucu meydana gelen beyin kontüzyonu, parankim içine kanama ve bunların komplikasyonları sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir.

22. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında ayrıca M.P.yi hastaneye götüren askerlerin ve M.P.ye müdahale eden bazı sağlık personelinin ifadesini almıştır. Askerî Savcılık, soruşturma kapsamında elde ettiği tüm bu verileri değerlendirerek olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan E.K., M.K. ve N.E.nin vicahen, H.G. ve R.G.nin gıyaben tutuklanmasına karar verilmesi istemiyle soruşturma dosyasını 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine (Askerî Mahkeme) göndermiştir. Askerî Mahkeme huzurunda ifadeleri alınan E.K., M.K. ve N.E. önceki ifadelerine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Askerî Mahkeme bu ifadeleri ve soruşturma dosyasındaki diğer bilgi ve belgeleri dikkate alarak E.K., M.K. ve N.E.nin vicahen, H.G. ve R.G.nin ise gıyaben tutuklanmasına karar vermiştir. Bu karar üzerine E.K., M.K. ve N.E. 8/8/2005 tarihinde, R.G. 10/8/2005 tarihinde ve H.G. 26/9/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmıştır.

23. Askerî savcı, başvurucuların oğlu M.P. ile birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna götürülen ve olay esnasında giyinme odasında bulunan diğer tutuklu A.S.nin ifadesini A.S. tahliye olduktan sonra 12/8/2005 tarihinde almıştır. A.S.nin ifadesinin ilgili kısımları şöyledir:

"(...)

27.06.2005 tarihinde hastaneden darp cebir raporu aldıktan sonra saat 13:30 - 14:00 gibi cezaevine girdik. [H.G.] girişte koltukta ayak ayak üstünde elinde tespih oturuyordu bana 'yine mi geldin lan' dedi daha önce bir cep telefonu olayından dolayı aynı cezaevinde kalmıştım o yüzden beni tanıyordu. Bizi soyundurdular sadece don ile kaldık. Bize çök kalk yaptırdılar ve ayakta esas duruşta beklettiler. Odada [H.G.] Gardiyandan başka [R.G.] gardiyan ve 3-4 gardiyan daha vardı. [N.E.] gardiyan oturup yazı işlerini yapıyordu. Çaycı da vardı. [H.G.] birkaç tokat yüzüme vurdu. [R.G.] Gardiyan [H.G.] Gardiyana benim için 'onu bana bırak' dedi. Ameliyatlı olduğum kolumdan tutup geri çevirdi ve jopla vurmaya başladı ameliyatlı olduğumu söyledim bu arada o koluma da jop ile vurunca kolum kilitlendi beni soğuk suya soktular. Geri geldim esas duruşta bekledim. Ondan sonra bana bir şey yapmadılar.

 [R.G.] Gardiyan beni jopla döverken aynı zamanda [H.G.] Gardiyan da yan tarafımda bulunan [M.P.yi] önce jopla dövmeye başladı bir süre jop ile dövdükten sonra [M.P.] can havli ile yüksekte bulunan pencereye doğru hamle yaptı anladığım kadarı ile amacı pencereden bağırıp yardım istemekti çok kötü dövüyorlardı. [H.G.] gardiyan [M.P.yi] yakalayıp karşıdaki dolaplara çarptı. [H.G.] gardiyan çok kuvvetliydi. [M.P.] dolaba çarpınca dolabın üstünden hemen hemen 1 metre boyunda 10 cm çapında üzerinde şafak yazıları ve isimler bulunan tahtadan bir sopa düştü. [H.G.] Gardiyan 'seni [sinkaf edecek] aleti buldum' dedi jopunu sandalyeye doğru itti yere düşen sopa ile o sırada esas duruşta beklemekte olan [M.P.nin] sırtına beline böbreklerine ensesine neresine gelirse vurmaya başladı sopanın şiddetinden bir ara [M.P.] dayanamadı ve esas duruşta beklerken benim arkama kaçtı. [H.G.] gardiyanın elinde sopa ile geldiğini görünce ben yana kaydım [M.P.] benim yan tarafımda iken [H.G.] Gardiyan sopayı iki eli ile birden tutup var gücüyle yukarıdan aşağıya doğru [M.P.nin] kafasına sağ kulağının üst tarafına vurdu sopa vurmanın şiddeti ile geriye doğru fırladı. [M.P.nin] ağzından ve burnundan ve kafasından kan gelip yere yığıldı tekrar kalkmasını söyledi. [M.P.] güçlükle kalktı fakat sağa sola yalpalıyor ve ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Birkaç tekme ve jopla vurduktan sonra suya sokun dedi. Orada bulunan diğer gardiyanlar suya sokup getirdiler geldikten sonra [H.G.] gardiyan tekrar vurmaya başladı. Dayak bir müddet devam etti tekrar suya sokup getirdiler tekrar dövmeye devam etti. Bir müddet vurduktan sonra [M.P.nin] yalpaladığını ve ayakta duracak halinin olmadığını ayrıca kafası burnu ve ağzından kan geldiğini gören [R.G.] gardiyan, [H.G.] Gardiyana 'bırak ölecek bak' deyince [H.G.] gardiyan da hatırladığım kadarı ile 'bırak ne ölecek beni mi kayırıyorsunuz onu mu kayırıyorsunuz ...' dedi. Dövmeyi bıraktı ve yorgun ve terli bir vaziyette koltuğuna oturdu.

 [H.G.] Gardiyan ile [R.G.] gardiyandan başka bize vuran olmadı diğer gardiyanlar iyi idiler onlar ne derse onu yapıyorlardı. [H.G.] ile [R.G.] cezaevinin ağası gibiydiler dayak olayı sırasında [R.G.] gardiyan beni dövdükten sonra orada bulunan yatağına uzanıp oradan sözle duruma müdahale ediyordu. [M.P.yi], [H.G.] dövdü [H.G.den] başka [M.P.ye] vuran olmadı diğer iki gardiyan ayakta bekliyorlardı [R.G.] ile [H.G.] ne derse onu yapıyorlardı suya götürüp getirme işlemlerini de bu iki gardiyan yapıyordu bunlardan başka yazı işlerini yapan [N.E.] de orada masasında oturuyordu arada bir çeşitli gardiyanlar girip çıkıyorlardı.

Gardiyanlar beni aldılar hemen üstümü giyindim beni de döverler korkusu ile hemen ne söylerlerse yapıp kaydımı yaptırdım sivil eşya deposuna gardiyanla birlikte eşyalarımı bırakıp hücreye girdim. Hücreye girdiğimde gardiyan kapı açıldığında esas duruşta beklemem gerektiğini söyledi. İki kişilik olan karanlık hücrede benden başka kimse yoktu. Hücrede biraz kalınca uykum geldi biraz uyuklamıştım. herhalde bir yarım saat sonra kapının açıldığını duyunca esas duruşa geçtim. Gardiyanlar [M.P.yi] getirmişlerdi [H.G.] gardiyan revirci ve birkaç gardiyan daha vardı [M.P.nin] alnı dahil kulaklarının hemen üstünden itibaren kafası sarılmıştı duvarlara tutunarak yalpalıyarak yürüyebiliyordu onu içeri attılar hücreye geldiğinde cezaevi kıyafetini giymişti. [M.P.yi] hücreye getirdiklerinde revirci [H.G.ye] 'niye bu kadar dövdünüz kafasını kırdınız' dedi. [H.G.] gardiyan da revirciye 'kafasını [sinkaf edeyim] atın nezarete' dedi ve gülüp gittiler. Hücre kapısı kapandığında [M.P.] yere yığıldı. [M.P.] bana 'beni çok kötü dövdüler ben öleceğim' deyip duruyordu. 'derin derin uykum geliyor gardiyanları çağır' dedi. Ben de [M.P.nin] uyumasına engel olmasına çalışıp bir yandan gardiyanlara sesleniyordum 2- 3 sefer seslendikten sonra bir gardiyan geldi ve ne var diye sordu bunun üzerine [M.P.nin] durumunun çok kötü olduğunu söyledim. Gardiyan gitti ve bir müddet sonra [O.A.] Bçvş ile diğer gardiyanlar birlikte geldiler. [M.P.] ayağa kalkmaya çalıştı, [O.A.] Bçvş. durumunu görünce kalkmamasını söyledi ve 'kim vurdu lan buna bu kadar' dedi. [H.G.] gardiyan da [O.A.] Bçvş.un arkasında dururken 'biz vurmadık Komutanım kendi kafasını duvarlara dolaplara vurdu' dedikten sonra [M.P.ye] dönüp 'öyle değil mi lan kafanı duvarlara dolaplara sen vurınadın mı' diye bağırdı [M.P.] de korkudan 'evet komutanım ben vurdum' dedi. [O.A.] Bçvş. gitti diğer gardiyanlar da [M.P.yi] kollarından tutup götürdüler [M.P.yi] ondan sonra bir daha görmedim.

 [N.E.] Gardiyan iyiydi cezaevinde yattığımız süre içinde [M.P.] hastaneye yattıktan sonraki zamanda tutuklu koğuşuna geldiğinde bana 'niye böyle yaptınız adam olun bir daha cezaevine gelmeyin' şeklinde nasihat veren sözler söyledi. Revirci asker de iyiydi o da başı ağrıyanlara akşamları hap dağıtıyordu. Olaydan sonraki bir tarihte hava almaya çıktığımda [R.G.] benim yanıma gelip [M.P.nin] nereli olduğunu ne iş yaptığını sordu daha önceden sivilde tanışıp tanışmadığımızı sordu ben tanışmadığımızı söyledim 'niye böyle yaptınız buralara düştünüz' şeklinde sözler söyledi.

Biz cezaevine girdikten [M.P.] Hastaneye kaldırıldıktan yaklaşık bir hafta sonra [H.G.] Gardiyanın beni çağırdığını söylediler. [H.G.] Gardiyanın yanına gittiğimde [H.G.] gardiyan bana 'biraz sonra [O.A.] Bçvş. ile [T.G.] Bçvş'a ifade vereceksin [M.P.nin] kafasını duvarlara dolaplara vurduğunu söyleyeceksin elbiseleri giymiyorum, siz kimin itisiniz diye bize küfür ettiğini söyleyeceksin' dedi. 'eğer bu şekilde söylemezsen seni de onun gibi hastanelik ederim' dedi. [H.G.] bana böyle söyleyince cezaevinde tutuklu olmam, orada tamamen gardiyanların elinde olmamız ve bana zarar verme, tehdit ettiği şeyleri yapmak imkanı olduğunu bildiğimden ben de ifademi o yönde vermeyi uygun gördüm. [H.G.] gardiyan Çaycıya beni Bçvş'lara götürmesini söyledi çaycı ile beraber [T.G] Bçvş'un odasına gittik çaycı dışarıda kaldı odada [O.A.] Bçvş [T.G] Bçvş ve ben vardım kapıyı kapattılar burada sadece bizim olduğumuzu ve ne gördüysem doğru olarak anlatmamı istediler ancak ben [H.G.den] çok korktuğum için [H.G.nin] benden istediği şekilde ifade verdim. İfadem, mahkeme dosyasında bulunan ifade olmakla beraber ifadenin alındığı tarih 28.06.2005 değil olaydan yaklaşık bir hafta sonraki tarihti.

 [H.G.] ile [R.G.] terhis olduktan 10-15 gün sonra bir gün [M.P.nin] öldüğünü de duyunca ismini hatırlayamadığım bir gardiyana dayak olayının ifademde söylediğim şekilde olmadığını bunu [O.A.] Bçvş a söylemek istediğimi söyledim. Gardiyan durumu [O.A.] Bçvş'a iletince [O.A.] Bçvş beni çağırdı ona şimdi size anlattığım gibi olayları anlattım. [O.A.] Bçvş da bana 'niye daha önce söylemedin' dedi ben de 'korktum komutanım' dedim. O da 'niye korkuyorsun burada bizim sözümüz geçer hemen cezaevine atardım [H.G.yi] şimdi birkaç kişinin daha başı yandı' dedi aramızda bu şekilde sözlü bir konuşma geçti herhangi bir kayıt tutulmadı. [O.A.] Bçvş bana 'söylediklerini mahkemeye çıktığında anlat ama doğru anlat' dedi. Dün tahliye olurken de cezaevi müdürü Yüzbaşının yanına çıktım ona da durumu anlattım. O da bana [O.A.] Bçvş gibi 'çık bunları Hakimin karşısında doğru olarak anlat' dedi. Cezaevinde [H.G.den] başka beni tehdit eden olmadı [R.G.] Baş Gardiyan olmasına karşın fazla sesi çıkmıyordu onunla aynı tertip olan [H.G.] hem tutuklulara hem de diğer gardiyanlara çok kötü davranıyordu. [H.G.] terhis olduktan sonra diğer gardiyanlar da rahatladılar. Cezaevinde [H.G.den] başka dayak atan yoktu. Diğer tutuklularla görüştüğümde de sadece [Y.] isimli, Samsunlu bir tutuklunun [H.G.] gardiyandan girişi sırasında dayak yediğini duydum. [Y.] isimli bu asker de cezaevinden sonra çıktı. Şimdi Kıbrıs'ta asker olduğunu sanıyorum. Benim önceki cezaevine girişimde de bana dayak atmadılar. O zamanki başgardiyan başka birisiydi. [H.G.] o zaman alt tertip olup kantinci olarak görev yapıyordu. Fazla sesini çıkaramıyordu.

Bu olaylardan dolayı [H.G.den] şikayetçiyim [R.G.den] değilim diğer gardiyanlar da zaten dayak olayına karışmadılar."

24. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlardan E.K., M.K. ve N.E. Askerî Savcılığa gönderdikleri 1/9/2005 tarihli dilekçelerde özetle önceki ifadelerinin gerçeği yansıtmadığını, H.G. adlı gardiyanın baskısı nedeniyle önceki ifadelerinde gerçeği söyleyemediklerini belirterek yeniden ifadelerinin alınması talebinde bulunmuşlardır. Bunun üzerine askerî savcı 6/9/2005 tarihinde E.K., M.K. ve N.E.nin ifadelerini almıştır. E.K. ifadesinde özetle ilk ifadesinin olaydan üç gün sonra Astsubay O.A. tarafından alındığını ancak buradaki ifadesinin H.G. tarafından hazırlandığını belirtmiştir. E.K.; H.G.nin en üst tertip olduğunu, H.G. ile aralarında belli bir samimiyetin de bulunduğunu, H.G.nin olaydan sonra gardiyanları toplayarak olayın tek başına kendi üstüne kalması hâlinde ömür boyu hapiste yatacağını söylediğini, H.G.nin "Şayet siz tutuklanacak olursanız veya ceza alacak olursanız o zaman ben suçu üstlenirim." dediğini, önceki ifadelerinde bu sebeple gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu ifade etmiştir. E.K.; tutuklanınca pişman olduğunu, olay günü iki tutukluyu giyinme odasına kendisinin götürdüğünü, bu sırada odada H.G., R.G., M.K. ve N.E. adlı gardiyanların bulunduğunu, odaya girdiklerinde R.G.nin -iki gün sonra terhis olacağından- M.K.ya başgardiyanlığın nasıl yapılacağını anlatmakta olduğunu ifade etmiştir. İfadesinde devamla giyinme odasına girdiklerinde gardiyan H.G.nin tutuklulara suçlarının ne olduğunu sorduğunu, tutukluların da "Hırsızlık." diye cevap verdiğini, H.G.nin tutuklulara "Buradaki kurallara uyacaksınız, gardiyanlara gardiyanım diye hitap edeceksiniz." dediğini, H.G.nin bu sırada ukala bir şekilde "Gardiyan Bey!" olarak hitap eden M.P.ye sinirlendiğini ve onu dövmeye başladığını, M.P.nin bağırması üzerine koridorda bulunan A.U., A.D., Y.B. ve E.T. adlı gardiyanların da odaya geldiğini, E.T. ile A.U.nun H.G.ye engel olmaya çalıştığını, bu sırada H.G.nin dövmeyi bıraktığını, A.D. ile Y.B.nin tutukluları soğuk suya tuttuğunu belirtmiştir. E.K., kafasında kanama olan M.P.ye önce revir görevlisi tarafından pansuman yapıldığını, akabinde de M.P.nin hastaneye sevk edildiğini belirtmiştir. E.K. ayrıca H.G.nin olayda kullanılan sopayı saklaması için depocu E.T.ye verdiğini, E.T.nin de sopayı depoya sakladığını ancak daha sonra pişman olmaları üzerine E.T.nin sopayı Astsubay O.A.ya verdiğini, E.T.nin sopayı Astsubay O.A.ya verdiğini havalandırmada iken gördüğünü ifade etmiştir. E.K. son olarak kendisine yöneltilen soru üzerine M.P.nin kendilerine saldırmadığını, idarenin gerçek durumdan haberdar olmadığını, her ne kadar ilk ifadesini olaydan üç gün sonra verdiğini belirtmiş ise de ilk ifadesini olaydan bir gün sonra da vermiş olabileceğini söylemiştir. Aynı gün askerî savcı tarafından ifadeleri alınan M.K. ile N.E. de E.K.nın ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuşlardır. Bununla birlikte N.E. ilk ifadesinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince olaydan üç dört gün sonra alındığını ifade etmiştir. Bu konu ile ilgili olarak M.K. ise ilk ifadesinin olaydan birkaç gün sonra alındığını belirtmiştir.

25. Askerî savcı, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G.nin ifadesini 13/9/2005 tarihinde almıştır. R.G. ifadesinde özetle olay günü giyinme odasına getirilen tutuklulardan A.S.nin işlemlerini yaptıktan sonra A.S.yi hücreye götürmek üzere giyinme odasından çıktığını, A.S.yi koğuşa kapatıp giyinme odasına döndüğünde odadaki iki sandalyenin yerde yan yattığını ve floresan lambanın kırılmış olduğunu gördüğünü belirtmiştir. R.G. ifadesinde ayrıca olayın ertesi günü diğer dört gardiyanla birlikte olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye anlattıklarını, bunun üzerine Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. tarafından ifadelerinin alınması yönünde talimat verildiğini, diğer dört gardiyanın ifadelerinin alındığını ancak olaydan iki gün sonra terhis olduğu için kendi ifadesinin alınmadığını, olayla ilgili hiçbir belgeye imza atmadığını belirtmiştir. R.G., olay hakkındaki tutanak (bkz. § 14) ile M.P. hakkındaki suç dosyası kapsamında alındığı belirtilen ifadenin (bkz. § 12) kendisine gösterilmesi üzerine söz konusu tutanaktaki ve ifadedeki imzanın kendisine ait olmadığını, tutanağın içeriğinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'ne sözlü olarak anlattığıyla paralel olduğunu ancak imzaların kendisine ait olmadığını, imzayı kimin attığını da bilmediğini ifade etmiştir.

26. Askerî savcı, M.P.yi dövdüğü iddia edilen H.G.nin ifadesini 10/11/2005 tarihinde almıştır. H.G. olayın gelişimini genel olarak önceki ifadelerinde belirttiği şekilde anlatmıştır. H.G. ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumunda iki defa ifade verdiğini, her iki ifadesini de Astsubay T.G.nin aldığını, Astsubay O.A. tarafından alındığı belirtilen 28/6/2005 tarihli ifadenin (bkz. § 12) kendisine gösterilmesi üzerine ifadenin içeriğinin doğru olduğunu ancak ifadenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, T.G.ye verdiği ifadeyi aynı gün imzalamadığını, ifadenin bir sonraki gün kendisine imzalatıldığını, ifadede neden Astsubay O.A.nın isminin yazılı olduğunu bilmediğini ifade etmiştir. H.G. tutanağın içeriğinin doğru olduğunu ancak tutanaktaki imzanın kendisine ait olmadığını anlatmıştır. H.G. ifadeleri konusunda gardiyanlara baskı yapmasının söz konusu olmadığını, bu gardiyanların suçu neden kendisinin üzerine attıklarını bilmediğini belirtmiştir. Olayda kullanıldığı belirtilen sopanın kendisine gösterilmesi üzerine askerliği boyunca sopanın atölyede, gardiyanlara ait dolapta durduğunu ve hiçbir zaman kullanılmadığını söylemiştir. H.G. son olarak mayıs ayı başında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda isyan çıktığını, bu olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin gardiyanları toplayarak tutuklu ve hükümlüleri dövmelerini hatta bundan sonra hiçbir tutuklu ve hükümlünün gardiyanlara "Lan!" bile diyemeyeceğini söylediğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'nün en küçük olayda bile "Kişiyi etkisiz hâle getirin." dediğini ifade etmiştir.

27. Askerî Savcılık, yukarıdaki ifadeler üzerine Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince yürütülen tahkikat kapsamında alınan imzaların sıhhati hakkında çeşitli araştırmalar yapmıştır.

28. Bu kapsamda 22/9/2005 tarihinde ifadesi alınan Astsubay T.G. özetle Askerî Ceza İnfaz Kurumunda infaz yazışmalarını kendisinin yaptığını, olayın ertesi günü Astsubay O.A. ve Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. ile birlikte olayı değerlendirdiklerini, olay esnasında giyinme odasında bulunan tüm gardiyanları dinlediklerini, gardiyanların anlatımları üzerine olay hakkında tutanak tuttuklarını, bu tutanağın yazısını kendisinin hazırladığını ve yazıcıya verdiğini, yazıcının tutanağı gardiyanlara imzalattıktan sonra getirdiğini, tutanağı daha sonra Astsubay O.A. ile Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin de imzaladığını belirtmiştir. T.G. ifadesinde devamla tutanağı tuttuktan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S. ile birlikte askerî savcının odasına gittiklerini, askerî savcıya olayı anlattıklarında askerî savcının gardiyanlara direnen M.P.nin eyleminin suç teşkil ettiğini, bu sebeple kişi hakkında suç dosyası tanzim edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiştir. T.G. bunun üzerine M.P. hakkında suç dosyası tanzim etmeye başladığını, tanıkların tamamı gardiyan olduğu için bu kişilerin ifadelerini Astsubay O.A.nın aldığını, bu sebeple ifadeleri Astsubay O.A.nın imzaladığını, gardiyanların imzasını yazıcının aldığını, M.P. hakkında düzenlenen bu dosyayı 1/7/2005 tarihinde Adli Müşavirliğe gönderdiklerini ifade etmiştir. T.G. ayrıca tayini başka bir yere çıkan Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin 4/7/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundan ayrıldığını, bu tarihten sonra yerine vekâleten kendisinin atandığını, hukukçu arkadaşlarına olayı anlattıktan sonra gardiyanlar hakkında da suç dosyası tanzim etmeye karar verdiğini, terhis olan R.G. hariç giyinme odasındaki tüm gardiyanların 5/7/2005 tarihinde ifadelerini aldığını ve bu dosyayı aynı gün Adli Müşavirliğe gönderdiğini belirtmiştir.

29. Askerî savcı, Askerî Ceza İnfaz Kurumu yazıcısı E.İ.nin ifadesini 3/10/2005 tarihinde almıştır. E.İ. ifadesinde özetle olay hakkında iki kez dosya düzenlediklerini, önce gardiyanlara saldırması nedeniyle M.P. hakkında, daha sonra ise M.P.yi dövmeleri nedeniyle gardiyanlar hakkında suç dosyası hazırladıklarını belirtmiştir. E.İ., M.P. hakkındaki dosyanın hangi tarihte düzenlendiğini tam olarak hatırlayamadığını ancak bu dosyayı olayın üzerinden üç dört gün geçtikten sonra hazırladıklarını düşündüğünü, gardiyanların ifadelerinin de olaydan iki üç gün sonra alındığını, gardiyanların ifadelerini bilgisayara kaydedip çıktısını aldıktan sonra imzalamaları için gardiyanlara götürdüğünü, bu ifadeleri gardiyan R.G.ye verdiğini, ifadelerin arasında tutanağın da bulunduğunu, gardiyanların ifadeleri okuduktan sonra imzalayacaklarını söylemesi üzerine kendisinin yazıhaneye geri döndüğünü, daha sonra gardiyanlardan birisinin imzalı ifade tutanaklarını kendisine getirdiğini, 1/7/2005 tarihinde de hastanede M.P.nin ifadesini aldıklarını belirtmiştir. E.İ., olay hakkındaki tutanağın ise gardiyanların ifadelerinin alınmasından sonra ancak ifadelerle aynı gün düzenlendiğini söylemiştir. E.İ., gardiyanlar hakkındaki dosyanın ise 4/7/2005 tarihinde ya da 5/7/2005 tarihinde düzenlendiğini ifade etmiştir. E.İ., M.P. hakkındaki dosyayı Astsubay O.A.nın, gardiyanlar hakkındaki dosyayı ise Astsubay T.G.nin imzasına açtıklarını belirtmiştir. E.İ. ifadesinde devamla tutanağın ve gardiyanların ifadelerinin düzenlendiği tarihin 28/6/2005 olmadığını, ifadelerin ve tutanağın 28/6/2005 tarihinde düzenlenmiş olarak gösterilmesini Astsubay O.A.nın veya T.G.nin söylediğini ancak hangisinin emir verdiğini tam olarak hatırlayamadığını, niçin böyle bir emir verildiğini bilmediğini ancak ifadelerin alındığı tarihin kesinlikle 28/6/2005 olmadığını, bu tarihin 30/6/2005 veya bir gün sonrası olabileceğini belirtmiştir. Son olarak 1/7/2005 tarihinde hastanede M.P.nin ifadesini aldıklarında Astsubay O.A.nın M.P.ye bazı sorular sorduğunu belirtmiş ve bu husus ile ilgili olarak ifadesinde şunları söylemiştir:

"(...)

 [O.A. Astsubay M.P.ye] bazı sorular sordu. Örneğin "olay günü sinirli miydin?" diye sordu. [M.P.] "bunalımdaydım" diye cevap verdi. [O.A. Astsubay], "elbiselerimi giymem" dedin mi diye sordu. [M.P.] de "evet" dedi. [O.A. Astsubay], "kendine zarar verdin mi" diye sordu. [M.P.] de "evet" dedi. [M.P.] zaten konuşmakta zorluk çekiyordu. Sorulan sorulara kısa kısa cevap veriyordu. [O.A. Astsubay] sorduğu soruya göre bu cevabı anlamlı hale getirip bana yazdırıyordu. [M.P.nin] ifadesi bu şekilde alındı."

30. Askerî savcı 6/10/2005 tarihinde bir kez daha Astsubay O.A.nın ifadesini almıştır. A.O. ifadesinde özetle olaydan sonra gardiyanların olayı kendisine anlattıklarını, yazıcıya gardiyanların anlattığı şekliyle tutanak tutmasını ve gardiyanların ifadelerini yazmasını emrettiğini, ifadeleri hazırlayan yazıcıdan bu ifadeleri gardiyanlara imzalatmasını istediğini, bir süre sonra imzalı ifadelerin önüne geldiğini, kendisinin de bu ifadeleri imzaladığını belirtmiştir. O.A., tutanağı düzenledikleri ve ifadeleri aldığı günü tam olarak hatırlamadığını, bu günün 27 Haziran akşamı ya da 28 Haziran sabahı olabileceğini ifade etmiştir.

31. Askerî Savcılık, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca hazırlanan tahkikat dosyalarındaki imzaların sıhhati ile ilgili olarak Adana Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünden rapor almıştır. Adana Kriminal Polis Laboratuvarının 28/9/2005 tarihli ekspertiz raporunda, olay hakkında düzenlenen tutanakta ve O.A. tarafından alındığı belirtilen 28/6/2005 tarihli ifadede bulunan R.G.ye ait imzaların R.G.nin elinden çıkmadığı kanaatine varıldığı belirtilmiştir. Adana Kriminal Polis Laboratuvarının 1/12/2005 tarihli diğer bir ekspertiz raporunda ise tutanaktaki imzaların ve M.P. hakkındaki suç dosyası kapsamında tanık olarak ifadeleri alınan H.G., E.K. ve N.E.ye ait imzalar ile E.K. ve N.E.nin haklarındaki suç dosyası kapsamında verdikleri ifadelerde bulunan imzaların bu kişilere ait diğer imzalarla karşılaştırıldığı ancak tutanaktaki ve ifadelerdeki söz konusu imzaların H.G., E.K., N.E. ile M.K.nın elinden çıktığını gösterir nitelikte, uygun ve yeterli kaligrafik bulgular tespit edilemediği belirtilmiştir.

32. Askerî Savcılık 19/12/2005 tarihinde Astsubay T.G. ile Astsubay O.A.nın ifadelerini almıştır. Astsubay T.G. ifadesinde özetle E.K. ve N.E.nin ifadelerini haklarındaki suç dosyası kapsamında kendisinin aldığını, ifade alma işlemleri bittikten sonra bu kişilerin imzasını kendisinin aldığını, imzaların nasıl sahte çıktığı hususunda bir bilgisinin olmadığını, bu kişilerin kasıtlı olarak imzalarını sahte şekilde atmış olabileceklerini ifade etmiştir. Astsubay O.A. ise ifadesinde özetle H.G., E.K. ve N.E.nin 28/6/2005 tarihli ifade tutanaklarının altında "İfade Alan" hanesinde bulunan imzaların kendisine ait olduğunu, "İfade Veren" hanesindeki imzaların neden sahte olduğu hususunda bir bilgisinin bulunmadığını, bu ifadeleri kendisinin almadığını, olayla ilgili olarak kendisinin sadece M.P.nin ifadesini aldığını belirtmiştir. O.A. ifadesinde devamla görevlerini Astsubay T.G. ile karşılıklı olarak yaptıklarını, ifadelerin alındığı gün kendisi adliyede olduğundan ve adı geçen gardiyanlar kendisine bağlı olduğundan imzaya kendi isminin açılmış olabileceğini, kendisinin de Astsubay T.G.ye güvendiği için tutanakları imzaladığını belirtmiştir. O.A. son olarak olay hakkındaki tutanağın da anılan şekilde hazırlandığını, hatırladığı kadarıyla gardiyanların tutanağı hazırladığını, imzalanan tutanağın Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye onaya çıktığını, tutanağı onaya Astsubay T.G.nin çıkardığını düşündüğünü ifade etmiştir.

33. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki başka bazı tutuklu ve hükümlülerin de kötü muameleye maruz kaldığı yönünde deliller elde edilmesi üzerine soruşturmanın genişletildiği, soruşturma kapsamda birçok kişinin ifadesinin alındığı anlaşılmıştır. Askerî Savcılık, M.P. ve A.S. dışında H.T., H.M., Mu.K., Ye.B. ve Ad.K. adlı kişilerin de Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kötü muameleye maruz kaldığına işaret eden deliller elde etmiş; bunun üzerine hem bu kişilerin hem de bu kişilere kötü muamelede bulunduğu iddia edilen kişilerin ifadelerini almıştır. Bu kapsamda 13/10/2005 tarihinde ifadesi alınan Ad.K. adlı tutuklu özetle tecavüz suçunu işlediğinden bahisle 2004 yılının Ekim ayında Askerî Ceza İnfaz Kurumuna girdiğini, 2005 yılının Ağustos ayına kadar burada kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre boyunca gardiyanlar tarafından çok defa dövüldüğünü, dövme olayının genellikle giyinme odası diye tabir edilen yerde gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Ad.K. ifadesinde devamla Askerî Ceza İnfaz Kurumuna ilk girdiğinde yaklaşık on gardiyan tarafından dövüldüğünü, bunlardan H.G. ve R.G. adlı gardiyanların isimlerini hatırladığını, diğerlerinin isimlerini hatırlayamadığını, bu kişilerin kendisini yumrukla ve tekmeyle dövdüğünü belirtmiştir. Ad.K. ayrıca koğuşlarında kalan bazı kişilerin zaman zaman yüzünde morluk ve şişliklerle koğuşa geldiklerini, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki rütbeli kişilerin bu morlukları ve şişlikleri görüp ne olduğunu sorduklarında genellikle "Ranzadan düştük, duvara çarptık..." gibi cevaplar verildiğini belirtmiştir. Tecavüz suçundan tutuklu diğer bir kişi olan Ye.B. ise 25/10/2005 tarihli ifadesinde benzer olaylardan bahsetmiştir. Ad.K. ve Ye.B. dışındaki diğer kişiler de ifadelerinde genel olarak Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövüldüklerini belirtmişlerdir. Bu iddialarla ilgili olarak ifadeleri alınan şüphelilerin bir kısmı Askerî Ceza İnfaz Kurumunda hiç kimseye kötü muamelede bulunmadığını belirtmiş iken bir kısmı ani kızgınlıkla bu kişilere vurmuş olduğunu, bir kısmı ise kendilerine verilen emir doğrultusunda bu kişileri dövdüğünü ifade etmiştir.

34. Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında 3/2/2006 tarihinde Askerî Savcılık tarafından görevsizlik kararı verilmiş ve soruşturma dosyası Adana Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

35. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesi ile olay esnasında giyinme odasında olan H.G., R.G., N.E., M.K. ve E.K. adlı gardiyanlar ile Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S., Gardiyan Kısım Komutanı Astsubay O.A., Muhafız Takım Komutanı T.G., Hizmet ve Bakım Kısım Komutanı H.S., Astsubay Ö.B. ve olayın yaşandığı dönemde çoğunluğu gardiyan olarak görevlendirilmiş erler H.A., B.Y., A.Ş., M.D., Y.A., H.R.T., Ab.D., M.U., R.A., M.B., S.Y., A.K., H.U., M.İ., Ev.T., Y.B., Me.E., A.D., E.T. ve Ü.P. hakkında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarından Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

36. İddianamede, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülerek öldürüldüğü yönündeki iddia ile diğer bazı tutuklu ve hükümlülerin dövüldüğü yönündeki iddialarla ilgili olarakçeşitli değerlendirmelerde bulunulmuştur. İddianamede; Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.nin sorunlu kişilerin dövülmesi yönündeki sözlü emri üzerine gardiyanlar tarafından bazı tutuklu ve hükümlünün dövüldüğünün anlaşıldığı, bu kapsamda firar suçu hükümlüsü Mu.K.nın, cinsel saldırı suçundan tutuklu Ye.B.nin, yine cinsel saldırı suçundan tutuklu Ad.K.nın, firar suçundan tutuklu H.T.nin, hırsızlık suçundan tutuklu H.M.nin, hırsızlığa teşebbüs suçundan tutuklu A.S.nin ve başvurucuların oğlu M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görevli bazı gardiyanlar tarafından dövüldüğünün anlaşıldığı ifade edilmiş ve bu olayların ne şekilde gerçekleştirildiği ayrı ayrı açıklanmıştır. İddianamede, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülmesi olayından sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince hazırlanan dosyada gardiyanların ve A.S.nin ifadelerinin alındığı tarih olarak 28/6/2005 tarihi belirtilmiş ise de ceza soruşturması kapsamındaki ifadelerden Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerince alınan ifadelerin bu tarihte alınmadığının, ifadelerin daha sonraki bir tarihte alındığının anlaşıldığı, keza bu ifadeler altındaki ifade verenlere ait bazı imzaların da sahte olduğunun ancak bu imzaların kim tarafından atıldığının tespit edilemediği belirtilmiştir. İddianamede; başvurucuların oğlu M.P.nin dövülmesi olayında kullanılan sopanın üzerinde birçok yazının bulunduğu, bu yazılarda bazı erlerin isimlerinin ve kaça kaç tertip olduklarını gösteren sayıların bulunduğu, bu yazılardan sopanın en az 14/2/2005 tarihinden itibaren gardiyanlar tarafından kullanıldığının anlaşıldığı, böylesi büyük ebattaki bir sopanın yapılan aramalarda bulunamamış olmasının imkânsız olduğu, bu sopanın olaydan çok sonra bulunmuş olmasının da şüpheliler hakkında dosya tanzim eden Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini gösterdiği ifade edilmiştir. İddianamede ayrıca tutuklu ve hükümlülerin giyindiği odanın aslında dört beş gardiyanın kalabileceği bir oda olarak düzenlendiği, alt tertip gardiyanların üst tertip gardiyanların izni olmadan bu odaya girmelerine müsaade edilmediği, bu durumun ise içeride birtakım gizli işlerin yapıldığını akla getirdiği, ayrıca tutuklu ve hükümlülerin tek bir gardiyan yerine tüm gardiyanların önünde soyundurulmasının tutuklu ve hükümlüleri aşağılamaya yönelik olduğunun değerlendirildiği belirtilmiş; tüm bu hususlar dikkate alınarak Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki bazı tutuklu ve hükümlülerin gardiyanlar tarafından dövüldüğü kanaatine varıldığı ifade edilmiştir. İddianamede, bu tarz eylemlerin uzun bir süre devam etmesine, eylemlerin birden fazla kişiye karşı gerçekleştirilmiş olmasına ve mağdurlara karşı gerçekleştirilen eylemlerin hemen hemen aynı olmasına vurgu yapılarak söz konusu eylemlerin sistematik hâle geldiği sonucuna ulaşıldığı belirtilmiştir. İddianamede ayrıca subay ve astsubayların tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi için gardiyanlara emir verdikleri, zaman zaman bu tarz eylemleri kendilerinin de gerçekleştirdikleri, kendilerine intikal eden olaylarda hareketsiz kaldıkları, subay ve astsubayların özellikle M.P.nin ölümü sonrasında gardiyanları korumaya yönelik tutum sergiledikleri belirtilerek subay ve astsubayların gardiyanları suçun işlenmesinde araç olarak kullandıklarının ve böylece işkence suçuna iştirak ettiklerinin değerlendirildiği ifade edilmiştir. İddianamede şüphelilerin eylemlerinin işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçunu oluşturduğu, şüphelilerin bu suçları iştirak hâlinde işledikleri sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir.

37. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/6/2006 tarihli karar ile görevsizlik kararı verdiği, görevsizlik kararı üzerine dava dosyasının 6. Kolordu Komutanlığı Askerî Mahkemesine gönderildiği ancak bu Mahkemenin de görevsizlik kararı verdiği, bunun üzerine Uyuşmazlık Mahkemesinin 6/11/2007 tarihli kararıyla Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin görevli kılındığı, bu sebeple davanın Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldüğü anlaşılmıştır.

38. Başvuru formu ve eklerinin incelenmesi neticesinde ayrıca Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/5/2008 tarihli iddianamesiyle M.T. ve O.K. adlı kişilere yönelik eylemlerinden dolayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu görevlileri Ev.T., E.T., E.S., Ü.P., M.İ., E.G., F.E. ve Y.B. adlı kişiler (Bu kişilerden bazısının adı yukarıda da geçmektedir.) hakkında kamu davası açıldığı, bu davanın Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen dava ile birleştirildiği anlaşılmıştır. Birleştirilen dosyanın mağdurlarından M.T. 30/6/2005 tarihli ifadesinde özetle 17/6/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna teslim edildiğini, ismini hatırlamadığı dört beş gardiyanın kendisini koğuş gibi bir odaya alarak üzerindeki sivil kıyafetleri çıkarttırdığını, tutukluların giydiği elbiseyi almak için eğildiğinde sırtına aldığı cop darbesi ile yere yığıldığını, sonrasında da tüm gardiyanların copla kendisine vurmaya başladığını ifade etmiştir. M.T. ifadesinde devamla bu olaydan sonra elbisesini giydiğini ve yaklaşık üç saat 1 metrekare kadar bir hücrede kaldığını, sonrasında hücreden çıkarıldığını, hücreden çıktıktan sonra bir asker tarafından evrakının alındığını ve anladığı kadarıyla doktora götürüldüğünü, akabinde ise "Muayenen yapıldı." denilerek Merkez Komutanlığına teslim edildiğini, o gece Merkez Komutanlığında nezarette kaldığını, 18/6/2005 tarihinde ise Yüreğir İlçe Jandarma Komutanlığına teslim edildiğini, Yüreğir İlçe Jandarma Komutanlığına teslim edildiğinde boynundaki cop izlerini C. adındaki bir astsubayın gördüğünü, astsubayın "Ne o?" diye sorması üzerine "Bir şey yok komutanım." diye cevap verdiğini, bunun üzerine astsubayın emri ile elbiselerini çıkardığını, astsubayın diğer cop izlerini de görmesi üzerine olayın nerede olduğunu sorduğunu, bunun üzerine olayı astsubaya anlattığını, daha sonra hakkında tıbbi bir rapor düzenlendiğini belirtmiştir. Birleştirilen dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde bu bilgi ve belgelerin M.T.nin anlatımları ile paralel olduğu görülmüştür. Birleştirilen dosyanın diğer mağduru O.K. ise Askerî Ceza İnfaz Kurumunda fiilî şiddete maruz kaldığını belirtmiştir.

39. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılamanın başlaması üzerine başvurucuların oğlu M.P.yi olayın gerçekleştiği giyinme odasına götüren ve olay esnasında odada bulunan E.K.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. E.K.nın 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 Ocak 2006 Temmuz aylarında gardiyan çaycı olarak askeri cezaevinde görev yaptım, olay tarihinde ilk girişte kaydı yapan [E.İ.] beni çağırdı, gittiğimde bu iki mahkumu giyinme odasına götür dedi, ben de maktul ile [A.S.yi] giyinme odasına götürdüm, gittiğimde odada sanıklar [M.K.][H.G.][R.G.] ve [N.E.] vardı, sanıklardan [H.G.] maktule, [R.G.] de [A.S.ye] cezaevi kurallarını anlatıyordu, bu sırada [M.P.] elbiseleri giymeyeceğini, kendisine bu elbiseleri kimsenin giydiremeyeceğini, asker olduğunu, neden giyiyorum diyerek serzenişte bulundu, ancak küfür ve tehdit duymadım, bunun üzerine [H.G.] maktulün yakasından tutarak odadaki demir dolaba çarptı, dolabın üzerinde bulunan sopa aşağıya düştü,[H.G.] de sopayı alarak maktule vurmaya başladı, yaklaşık 5-6 dakika dövdü, neresine vurduğunu hatırlamıyorum, ben alt devre olduğum için müdahale etmedim, odada bulunan üst devre [R.G.] de karışmadı, hatta [A.S.] elbiseleri giydikten sonra ona da ikinci kez cezaevine geldiğinden dolayı niye askerliği doğru yapmıyorsun diyerek 2-3 tokat vurdu, maktulün dövülmesi sırasında ismini saydığım kişilerin hepsi içeride idi, dışarı çıkan olmadı, maktulün hücreye götürülüp, tekrar getirilip dövüldüğünü ben görmedim, ben görev yaptığım süre içerisinde hiçbir mahkuma kötü muamelede bulunmadım, ben çaycı olduğum için mahkumlarla işim olmaz, ben cezaevinde görev yaptığım süre içerisinde üst arama sırasında üst devreler tarafından arama babından çök-kalk yaptırılıyordu, bu sırada tamamen elbiseleri soyuluyordu, benim görev yaptığım çay ocağı ile giyinme odası arasında bir iki metre mesafe vardır, konuşulanlar duyulur, başka zaman bu şekilde bir kötü muamele ve dövülme sesi duymadım, görmedim...

 (...)"

40. E.K. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde giyinme odası ile komutanlarının odası arasında 60-70 metre kadar mesafe olduğunu, yüksek sesle bağırıldığında giyinme odasındaki seslerin komutanlarınca duyulabileceğini ancak M.P.nin dövüldüğü sırada yüksek sesle bağırmadığını, olay sırasında M.P.nin floresan lambayı kırarak gardiyanlara saldırdığını görmediğini, olsaydı göreceğini ifade etmiştir. M.P. ifadesinde son olarak olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında T.G.ye verdiği ifadenin hatırlatılması üzerine o ifadeyi kabul etmediğini, o ifadeyi gerek Astsubay O.A.nın gerek Yarbay M.S.nin gerek Başçavuş T.G.nin gerekse Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer tüm komutanların baskısı ile verdiğini, komutanlar kendilerine "Bu şekilde ifade verin, arkanızda biz varız." dedikleri için o şekilde ifade verdiğini, şimdiki ifadesinin doğru olduğunu belirtmiştir.

41. Olay esnasında giyinme odasında bulunan N.E.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. N.E.nin 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 ocak 2006 Temmuz aylarında askeri cezaevinde depo sorumlusu olarak görev yaptım, mahkumlara karşı herhangi bir şekilde kötü muamelede bulunmadım, böyle bir görevim de yoktur dedi. Devamla, [E.K.nin] yaptığı savunmaya aynen katılıyorum, ben de olay sırasında aynı odada idim, anlattıkları doğrudur, ben kimseye kötü muamelede bulunmadım, atılı suçlamayı kabul etmiyorum, sanık [H.G.] maktule kuralları anlatıyordu, aralarında ağız tartışması geçti, sanık [H.G.] maktulün omzunu dolaba vurdu, yukarıdan sopa düştü, o sopa ile maktulü 5-6 dakika dövdü, nerelerine vurduğunu görmedim, ben eşyaları ayırıyordum, yazı yazıyordum, alt devre olduğum için karışmadım dedi. Benim savunmama ekleyecek bir husus yoktur, olay ile de hiçbir alakam yoktur...

 (...)"

42. N.E. ayrıca önceki ifadelerinden avukatı ile birlikte verdiği ifadeleri kabul ettiğini, diğerlerini kabul etmediğini, önceki ifadelerini idarenin baskısı altında verdiğini belirtmiştir.

43. Olay esnasında giyinme odasında bulunan diğer bir kişi olan M.K.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. M.K.nın 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2005 Ocak 2006 Temmuz tarihleri arasında 1. sınıf askeri cezaevinde gardiyan olarak görev yaptım, ben başladığımda [R.G.] baş gardiyan idi, o terhise gidecekti, ben de onun yerine başgardiyan olarak seçildim, olay tarihinde daha doğrusu maktulün dövüldüğü tarihte [E.K.] yakalanarak cezaevine getirilen [M.P.] ve [A.S.nin] cezaevi elbiselerinin giydirilmesi için giydirme odasına getirdi, kayıtları [R.G.] yapıyordu, sanık [H.G.] maktul ve [A.S.ye] cezaevinde giymesi gereken elbiseleri verdi, cezaevi kurallarını hatırlattı, ancak maktul [M.P.] ben bu elbiseleri giymem, bana da kimse giydiremez diye itiraz etti, [A.S.] elbiseleri giydi orada bekliyordu, bunun üzerine [H.G.] ile maktul arasında küfürleşme oldu, hatta önce [M.P.] küfür etti, [H.G.] sinirlenerek maktulüelle dövmeye başladı, daha sonra maktulü sanık [H.G.] dolaba vurdu, dolabın üzerindeki sopa yere düştü, sonra sopa ile dövdü, ben düşünce sopayı gördüm, daha önce görmedim, ben sopa ile maktulün neresine vurduğunu hatırlamıyorum, ancak 5-6 dakika aralarında boğuşma oldu, nerelerine vurduğunu tam olarak bilmiyorum, sanık [H.G.] maktulü döverken odada [E.K.][R.G.][N.E.][H.G.][A.S.][M.P.] ve ben vardım, yani iki mahkum, beş gardiyan vardı, dövülme sırasında dışarı çıkan olmadı, [A.S.] de olayın başından sonuna kadar içeride idi, odaya getirildiğinde sanık [R.G.nin] [A.S.ye] eliyle yüzüne 2-3 kez vurduğunu hatırlıyorum, ancak niye vurduğunu bilmiyorum, cezaevi kuralları diyerek vurdu, daha doğrusu sanırım o yüzden vurdu, başka kimseye bu şekilde muamele yapılmadı, ben görmedim, ben de yapmadım, idarenin talimatı gereğince maktulün üzerinde jilet, uyuşturucu gibi bir şey bulunmasın diye cezaevine girmeden önce mahkumlar tamamen soyulup çök-kalk yaptırılıyordu, bu emir yazılı olarak yazmaz, ancak sözlü olarak cezaevi müdürü ve gardiyan kısım komutanı [O.A.] tarafından sözlü olarak söylenmiştir, ancak yazılı emirlerde bu yoktur dedi, devamla, bütün mahkumların cezaevine girişlerinde, vukuat çıkışlarında mahkumları dövmemiz emir ediliyordu, bu konuda kesin emir vardı, dövme şekli konusunda bir şey söylenmiyordu, sadece dövün deniyordu, ancak ben bu emri hiçbir zaman yerine getirmedim, ama emir veriliyordu...

 (...)"

44. M.K. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca olaya müdahale etmek istediğini ancak H.G. üst devre olduğu için geri çekildiğini, H.G.nin üst devresinin R.G. olduğunu, onun niye müdahale etmediğini bilmediğini, daha doğrusu müdahale edip etmediğini de bilmediğini, H.G.den başka M.P.ye vuran olmadığını, sadece R.G.nin A.S.ye birkaç tokat attığını, herhangi bir sebep de söylemediğini ifade etmiştir. M.K. giyinme odası ile komutanlarının odası arasında 100 metre kadar mesafe olduğunu, olayın saat 16.00-17.00 sıralarında yaşandığını, olay sırasında mağdurlara yerdeki kanı temizletme gibi bir olayın yaşanmadığını belirtmiştir. M.K. ifadesinde son olarak olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında Astsubay O.A.ya ve T.G.ye verdiği ifadelerin hatırlatılması üzerine o ifadeleri kabul etmediğini, idare öyle istediği için söz konusu ifadelerde o şekilde beyanda bulunduğunu ifade etmiştir.

45. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince sanık sıfatıyla ifadesi alınan ve olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G.nin ifadesi ise şöyledir:

"(...)

2004 yılı Ağustos ayından 2005 Temmuz başına kadar gardiyan er olarak görev yaptım, olay tarihinde yani maktulün cezaevine getirildiği gün benim terhisimeüç gün vardı, maktul ile birlikte [A.S.] yakalanarak ilk girişte işlemlerin yapıldığı ve mahkumların üstlerinin giydirildiği ve kayıtlarının yapıldığı odaya getirildi, kimin getirdiğini tam olarak hatırlamıyorum, ben aynı odada yattığımız için tutuklular getirildiğinde kalktım, [A.S.] daha öncede cezaevinde kalmıştı, tekrar geldiği için şaka mahiyetinde kendisinin yanağına bir kez vurdum, cezaevi elbiselerini giymesini söyledim, o da giyindi, çıkarıp tecrit koğuşuna götürdüm, çünkü ilk geldiği gün bir gece tecrit koğuşunda kalınıyor, ertesi gün normal koğuşlara gönderiliyor, ben çıktığımda içeride gürültüler oldu, kısa bir süre sonra gürültülerin olduğu ve maktulün bulunduğu odaya girdiğimde sanık [H.G.nin] kolu kanıyordu, maktul de ayakta dinleniyordu, [H.G.nin] elinde hiçbir şey yoktu, odada floresan lamba kırılmıştı, masa sandalye dağılmıştı, ben sanık [H.G.ye] ne olduğunu sordum, kendisine saldırdığını söyledi, [N.E.][E.K.][M.K.] maktulü tutuyorlardı, sanırım, saldırgan olduğu için tutuyorlardı, maktulün üzerinde herhangi bir kan görmedim, mahkum elbisesini de giymemişti, ben odaya girdikten sonra tutanlar maktulün elbisesini giydirdiler ve tecrit koğuşuna götürdüler, yarım saat veya 45 dakika sonra [E.K.] gelerek maktulün kafasının kanadığını söyledi, [O.A.] başçavuşa durumu bildirdim, o da gelip baktı, hatta [B.Y.] isimlirevirci geldi, pansuman yaptı, daha sonra da hastaneye kaldırıldı...

 (...)"

46. R.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca olayda kullanıldığı belirtilen sopayı o esnada kimsenin elinde görmediğini, sopanın 1,5 metre uzunluğunda üç dört kilo ağırlığında bir sopa olduğunu, yatakları çırpması için tutuklu ve hükümlülere verdikleri bu sopanın başka bir amaçla kullanılmadığını belirtmiştir. R.G., tutuklu ve hükümlülere içeriye bir şey sokmamaları için Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü'nün emri doğrultusunda çıplak olarak çök-kalk yaptırdıklarını, çök-kalk hareketinin giyinme odasında bulunan tüm gardiyanların önünde yapıldığını, giyinme odası olarak da kullanılan gardiyan odasında yaklaşık sekiz gardiyanın yattığını ifade etmiştir. R.G. ilk olarak askerî savcı huzurunda ifade verdiğini, başka bir yerde ifade vermediğini, 2005 yılının Mayıs ayı başında başgardiyanlık görevini devrettiğini, tutanaktaki imzanın kendisine ait olmadığını belirtmiştir. R.G. son olarak M.P. ile A.S.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna saat kaçta geldiğini net olarak hatırlamadığını ancak bu kişilerin saat 17.00 sıralarında geldiklerini düşündüğünü belirtmiştir.

47. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay anında Askerî Ceza İnfaz Kurumu koridorunda bulunan ve duyduğu sesler üzerine odaya giren A.D. adlı kişinin istinabe yoluyla ifadesini almıştır. A.D.nin ifadesi şöyledir:

"27/06/2005 tarihinde ben, [E.T.][Y.B.] ve [A.U.] koridorda idik, giyindirme odasından bağırtılar gelmeye başladı. Bir kişi imdat diye bağırıyordu. Gürültüyü duyunca [E.T.] ve [A.U.][Y.B.] ile bana 'siz burada bekleyin' diyerek giyindirme odasına gittiler. 15 dakika kadar sonra [E.T.] ve [A.U.] tekrar yanımıza geldiler, geldiklerinde moralleri bozuktu. Ne olduğunu sorduğumuzda [A.U.], '[H.G.nin] tutukluyu dövdüğünü, kendisine engel olmaya çalıştıklarını, [H.G.nin] kendilerine de küfrettiğini' söyledi, bize 'koridorda biz kalalım siz giyindirme odasına gidin, belki [H.G.yi] siz durdurursunuz' dediler. [Y.B.] ile ben giyindirme odasına gittik. [A.U.] ile [E.T.] koridorda kaldılar. Giyindirme odasına gittiğimizde [M.P.] yerde yatıyordu. Üzerinde sadece şortu vardı, elbiseleri yerde idi.[H.G.] masaya oturmuştu. Elinde bir sopa vardı. Elindeki sopa 50-60 cm uzunluğunda, yuvarlak, kırmızı boyalı 5-6 cm kalınlığında, üzerinde yazılar olan bir sopaydı. [M.P.], yerdeki elbiseleri almaya çalışıyordu. Bu esnada [H.G.] ona engel olmaya çalıştı. [E.K.] duvar dibinde ayakta idi. [M.K.] masada yazı yazıyordu. [R.G.] [A.S.] ile ayakta konuşuyordu. Odada bunların dışında kimse yoktu. Giyindirme odasındaki cam kırık değildi, florasan lamba kırıktı. Yerde kırık cam parçaları vardı. Bu parçalar lambanın tam altındaydı. Odada beş altı sandalye vardı. İki veya üç sandalye yerde yan duruyordu. [H.G.nin] kanayan herhangi bir yeri yoktu. [M.P.nin] başının sağ yanı kanıyordu. [H.G.] bize tutukluları kastederek 'bunları banyoya götürün' dedi. [Y.B.] ile ben tutukluları banyoya götürüp ellerini yüzlerini yıkattık. [M.P.nin] başı hala kanamaya devam ediyordu. Her ikisini de giyindirme odasına geri götürdük. [M.K.], Revirci [B.Y.yi.] çağırdı. [B.Y.] [M.P.nin] başına pansuman yaptı, müteakiben her ikisini de aynı hücreye koyduk. 15 dk kadar sonra [O.A.] Astsubay hücreye geldi. [M.P.nin] durumunu gördükten sonra biz gardiyanlara kızdı. [O.A.] Astsubay bize 'hayvan mısınız, bu insan değil mi nasıl döversiniz?' gibi sözler söyleyerek hastaneye sevk edin dedi. [M.P.yi.] hazırlayıp hastaneye sevk ettik. Olaydan bir iki gün sonra [H.G.][M.K.][N.E.][R.G.] ve [E.K.] giyindirme odasında toplandılar. Ne konuştuklarını bilmiyorum. Ancak daha sonradan [H.G.nin] diğer gardiyanlara nasıl ifade verecekleri hususunda baskı yaptığını, ifadelerin içeriğini yazılı olarak hazırlayıp dağıttığını duydum. Cezaevinde erler arasında tertipçilik vardı. [H.G.] üst tertip olduğundan biz kendisinden korkardık."

48. Dava kapsamında sanık sıfatıyla ifadesi alınan ve olay esnasında koridorda bulunan Y.B. adlı kişi de A.D.nin ifadesine benzer şekilde beyanda bulunmuştur. Keza olay anında koridorda bulunan E.T. ile A.U. da dövme olayına ilişkin olarak A.D. ile benzer şekilde beyanda bulunmuştur.

49. Başvurucuların oğlu M.P.yi dövdüğü iddia edilen H.G.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. H.G.nin 28/12/2007 tarihinde Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Ben 2004-2005 yıllarında cezaevinde gardiyan olarak görev yaptım, olay günü de cezaevinde görevli idim, maktulü sanık [E.K.] giyindirme odasına getirdi, [A.S.] daha önceden cezaevine gidip geldiğinden o verilen elbiseleri giydi, ancak maktul ben bu elbiseleri giymem, bana kimse giydiremez dedi, biz de giymesi gerektiğini söyledik, bu sırada sanık [R.G.][A.S.ye] buraya niye tekrar geldin diyerek 2 tane tokat vurdu, bunun üzerine maktul bize saldırmaya başladı, cama fırladı, sandalye ve yumruk ile camı kırmaya çalıştı, sandalyeyi bize vurmak için kaldırdığında tavandaki florosan düşerek kırıldı, bu sırada odada bulunan [E.K.][M.K.][N.E.] maktule copla vurdu, ben de vurdum, ancak tekme ya da sopa ile vurmadım, sadece copla ve elle vurdum, maktulü camdan çektiğimde kendisini dolaba vurdum, ancak dolabın üzerinden sopa düşmedi, olay yerinde sopa yoktu, diğer sanıkların niye beni suçladığını bilmiyorum, hiçbir anlam veremiyorum, bu olaydan bir iki ay kadar önce cezaevinde isyan çıktı, komutanın odasını bastılar, biji Apo diye slogan attılar, bu slogan atanlara hiçbir şey yapmadılar, hatta onlara çürük raporu aldırdılar, yazılı talimat olmasa da komutanlarımız, bunlar askerden kaçan kişilerdir, bunlar size itaat etmek zorundadır, itaat etmezlerse dövün diyorlardı, ha dağda çatışan terörist ha burada çalışan mahkumlar diye sözler söylüyorlardı, bunu söyleyen de komutanımız [M.S.dir], bunu söylerken sanıklar [O.A.] ve [T.G.] de duymuşlardır, bu olaydan başka zaman zaman ismini hatırlamadığım mahkumları copla dövdüğümüz oldu, ancak başka herhangi bir şey yapmadık...

 (...)"

50. H.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca kimseye ne şekilde ifade vereceği konusunda herhangi bir belge, kâğıt vermediğini, böyle bir telkinde de bulunmadığını, M.P.nin saat 15.30-16.00 sıralarında Askerî Ceza İnfaz Kurumuna giriş yaptığını, olayın üç beş dakika içinde gerçekleştiğini, Astsubay O.A.ya ise 15 dakika ile yarım saat içinde haber verildiğini sandığını belirtmiştir.

51. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Ceza İnfaz Kurumu müdürü olarak görev yapan M.S.nin sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. M.S.nin 28/12/2007 tarihli ifadesi şöyledir:

"Ben askeri cezaevinde 2003 yılı Ekim ayından, 2004 yılı Haziran ayına kadar görevlendirme ile müdür yardımcısı olarak, bu tarihten 2004 Haziran ayı ile 2005 Temmuz ayına kadar ise atama ile cezaevi müdürü olarak görev yaptım, buna ilişkin yazılı savunma yaptım, yazılı savunmamı ibraz ediyorum dedi, altı sayfadan ibaret yazılı savunması ile ekinde verdiği emirleri içerir el yazılı ve daktilo ile yazılmış yönergeleri içerir bir kıta evrak ibraz etti, alındı, okundu, dosyasına konuldu. Yazılı savunmamı da özetlemek istiyorum dedi. Devamla, ben göreve başladığımda cezaevinde çalışan ve bana bağlı olan astsubaylara ve subaylara ve cezaevi gardiyanlık görevi er ve erbaşlar tarafından yürütüldüğünden er ve erbaşlara yazılı olarak tebliğ ettim, ayrıca her gün veya haftada bir gün toplanarak ne şekilde hareket edileceği konusunda yazılı talimatlar verdim, toplantıya katılmayanlara da bizzat ne şekilde davranacaklarına dair emirleri imza mukabilinde tebliğ ettim, emirlerimin içerisinde mahkumların dövülmesi konusunda hiçbir emir vermedim, cezaevini MS 453-1 A sayılı yönerge doğrultusunda yönettim, hiçbir şekilde mahkumlara kötü muamele bulunulmasına dair bir emir vermedim, böyle bir iddiayı kesinlikle kabul etmiyorum, cezaevinde zaman zaman başka birlikten gelen subay ve astsubaylar da nöbet tutmakta, cezaevinin etrafına ve içerisine döşenen kamera sistemi ile deolup biteni izleyebilmektedir, kaldı ki cezaevi tek katlıdır, dışarıdan bakıldığında da içerideki koğuşlar rahatlıkla görülebilmektedir, benim verdiğim emir cezaevinde isyan çıktığında veya cezaevi idaresine karşı gelindiğinde zor kullanılarak etkisiz hale getirilmesidir, bu zorun içerisinde dövmek veya kötü muamelede bulunmak gibi bir emir yoktur, bu da yönergemizde yazmaktadır, [M.P.nin] dövülmesi olayında cezaevindeki odamda idim, bana kısım amiri [O.A.] 'içeride bir tutuklunun başı kanadı, müsaade ederseniz hastaneye gönderelim' dedi, başka birlikten görevli [M.Ç.] astsubay da nöbetçi olduğu için ve mesai bitimine yakın olduğu için onu da hastaneye sevk ettirdim, ertesi gün de üstlerime durumu ilettim, yine askeri savcıyı da olaydan haberdar ettim, bu olaydan 3-4 gün sonra da benim tayinim İzmir'e çıkmıştı, askeri savcıya mahkeme dosyası hazırlatacağımı belirterek görevden ayrıldım, [T.G.] astsubaya da dosya hazırlaması için emir verdim, hatta dosyayı hazırlattırıp öyle ayrıldım, (...) ben görev yaptığım yönergeler çerçevesinde hareket ettim, astlarıma mahkum ve tutuklara kötü muamelede bulunulması konusunda hiçbir emir vermedim...

 (...)"

52. M.S. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca tutuklu ya da hükümlülerinin çırılçıplak soyularak bunlara çök-kalk yaptırılması yönünde gardiyanlara bir talimat vermediğini, giyinme odasında kamera olmadığını, kendi odası ile giyinme odası arasında 70-80 metre kadar bir mesafe ile üç dört kapı olduğunu, çok büyük bir isyan olmadığı sürece giyinme odasındaki seslerin kendisine gelmediğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna gelen hükümlü ve tutukluların çocukları yaşında kimseler olduğunu, bu kişilere kötü muamelede bulunulması emri vermesi için bir sebep olmadığını ifade etmiştir.

53. M.S.nin Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine sunduğu belgelerin incelenmesi neticesinde bu belgeler arasında gardiyanlarla yapılmış toplantılarda neler konuşulduğu hususu ile ilgili olarak M.S. tarafından bir ajandaya elle yazılmış notların olduğu, bu notlardan 25/6/2004 tarihli "İlk Toplantı" başlıklı yazıda diğer bazı emir ve talimatın yanı sıra "Gardiyanlar tutuklu-hükümlüye küfür dayak yok. Meydana gelen olayda sadece etkisiz hale getirilecek. MSYT / 453-1(A) esas alınacak." şeklinde bir talimatın bulunduğu, bu talimatın diğer bazı toplantılarda da tekrar edildiği görülmüştür.

54. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyan kısım komutanı olarak görev yapan Astsubay O.A.nın sanık sıfatıyla ifadesi alınmıştır. O.A.nın 28/12/2007 tarihli ifadesi şöyledir:

"Ben 2003 yılı Mayıs ayında gardiyan kısım komutanı olarak cezaevinde göreve başladım, suç tarihinde de aynı yerde görevli idim, görev yaptığım süre içerisinde hiçbir şekilde mahkumlara kötü muamelede bulunmadım, böyle bir emir de vermedim, hatta mahkumlar beni baba olarak bilirler, cezaevinde isyan çıktığında bile mahkumlara karşı kötü muamelede bulunulmamıştır, olay günü de saat 11.00 de cezaevinden dış görev için kolorduya gittim, saat 15.00 civarında cezaevine döndüm, cezaevine dahi uğramadan [F.K.] isimli astsubayın yanına gittim, iki saat kadar onunla birlikte idim, saat 16.55 sırasında da evime gitmek için arabamın yanına doğru giderken [N.E.] gelerek içeride kavga olduğunu söyledi, bende cezaevine gittim, gittiğimde maktul hücre tabir ettiğimiz yerde ayakta bekliyordu, kafasının yan tarafında hafif bir kanama vardı, ne oldu diye sordum, gardiyanlar mahkumun kendilerine saldırdığını söyledi, mahkuma sordum, o da bana saldırdılar dedi. Nasılsın dedim, başım ağrıyor dedi, bunun üzerine gardiyanlara bağırıp çağırdım ve maktulü de hastaneye sevk işlemini yaptırdım, aynı hücrede maktulden başka kimse yoktu, ben gardiyanın ifadesini alırken kendilerine hiçbir baskı yapmadım, hatta olay yerinde aynı odada bulunan [A.S.yi] de doğru ifade vermesi için sıkıştırdım, bana anlattığı şekilde ifade verdi, [Mu.K.] albay ile de görüşerek bir kez de [A.S.nin] ifadesinin kendisi tarafından alınmasını, ben aynı yerde görev yaptığım için benden çekiniyor olabileceğini söyledim, [A.S.nin] ifadesini [Mu.K.] albay da aldı, daha sonra hastanede yatan maktulün ifadesini almam için cezaevi müdürlüğüne bakan [T.G.] görevlendirdi, yanımda merkez komutanlığından çavuş, jandarmada uzman çavuş ve yazıcı ile birlikte hastanede maktulün ifadesini aldım, hatta ifade alırken doktor ile iki hemşire de hazırdı, doktor bayan bana maktulün bugün ifadesini alabilirsiniz, yarın için bir şey diyemem, bugün bile durumu pek iyi değil, alacaksanız, bugün alın, yarın için ifadesinin alınmasına izin vermeyebilirim, ifadeyi yazıcı er yazdı, maktule de yattığı yerden imzalattırdık, ne söylediyse onu yazdırttık, ben hiçbir şekilde baskı yapmadım, farklı bir ifade de yazmadım...

 (...)"

55. O.A. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca gardiyanlara tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi konusunda herhangi bir talimat vermediğini, olayda kullanılan sopayı daha önce giyinme odasında görmediğini, bu sopayı halı tezgâhının parçası olarak depoda gördüğünü belirtmiştir. O.A., imzaların farklı çıkmasını kendisinin de anlamadığını, kendisinin aldığı ifadelerin yanında imzalandığını ifade etmiştir. O.A. ifadesinde son olarak R.G.nin bu olaydan önce başgardiyanlığı bırakmış olduğunu, bu görevi M.K.nın yaptığını ancak R.G.nin fiilen ceza infaz kurumunda olduğunu ifade etmiştir.

56. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda astsubay olarak görev yapan T.G.nin ifadesi sanık sıfatıyla alınmıştır. T.G.nin ifadesi şöyledir:

"Ben 2004 yılında Adana 1. sınıf askeri cezaevine atandım, cezaevi müdürümüz [M.S.] tarafından infaz yazışmalarından sorumlu astsubay olarak görevlendirildim, cezaevi müdürünün tayini çıkıncaya kadar da aynı görevi yürüttüm, tayini çıktığında da beni mahkeme dosyalarını hazırlamam için görevlendirdi, ben de olay için mahkeme dosyasını hazırladım, cezaevinde görev yaptığım süre içerisinde hiçbir mahkuma kötü muamelede bulunmadım, böyle bir emir de vermedim, diğer sanıklara ve tanıklara farklı ifade vermeleri için herhangi bir baskı da yapmadım, atılı suçlamaları kabul etmiyorum, sanıklar tutuklandıktan sonra duruşmada ifade ettikleri şekilde ifade vermeye başladılar, oysa bana ifade verirken hepsi benzer ifadeler vermişlerdi, hatta sanık [H.G.nin] ifade yazdığı, herkesin bu ifadeyi tekrar ettiğini sonradan öğrendim, ancak sanık [H.G.nin] yazıp diğer sanıklara verdiği bu ifade yazılı kağıdı da bulamadık, olayın oluş şekli ise sanıkların bugün duruşmada anlattıkları şekildedir, maktul sanık [H.G.] tarafından dövülmüş, kendi aralarında anlaşmışlar, maktulün kendilerine karşı geldiğini, bu nedenle dövüldüğünü bana söylemişlerdi, anlaşmayı da sonradan öğrendim, hattamaktul de [A.S.] de aynı şekilde ifade vermişlerdi, ancak tutuklandıktan sonra sanıklar ifadelerini değiştirdiler, benim sanıklara baskı yapmam imkansızdır, bana bağlı bir tane asker vardır, ben sadece yazışmaları yapıyorum...

 (...)"

57. T.G. kendisine sorulan sorular üzerine ifadesinde ayrıca tahkikat aşamasında ifadesini aldığı kişilere aynı anda imzalarını da attırdığını ancak imzaların niçin farklı kişilere ait çıktığını kendisinin de bilmediğini ifade etmiştir.

58. Başvurucular; Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2007 tarihli duruşmasında genel olarak olaya ilişkin görgüye dayalı bilgilerinin olmadığını, oğullarının işkence sonucu öldürüldüğünü, olaya karışan kişilerden şikâyetçi olduklarını belirtmişlerdir.

59. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövüldüğünü iddia eden Mu.K. adlı kişinin ifadesini almıştır. Mu.K.nın 12/6/2008 tarihli ifadesi şöyledir:

"(...)

Ben parça parça 2,5 yıla yakın Adana 1. Sınıf Askeri Cezaevinde tutuklu ve hükümlü olarak kaldım, maktul ölünceye kadar cezaevine giriş çıkışlarda ve cezaevinde bize işkence yapıyorlardı, ancak onun ölümünden sonra cezaevi düzeldi, bizi cezaevinde iken atölye denilen gardiyanların yatıp kalktığı koğuşa götürüp dövüyorlardı, yerler kan olduğunda da bize temizletiyorlardı hatta sanıklardan önce gardiyan olan isimlerini hatırlamadığım kişiler de daha önceki giriş çıkışlarda aynı şekilde dövüyorlardı, hatta bir defasında [O.A.] başçavuşun ayağına asıldım, koğuşumun değiştirilmesini istedim, o da atölyeye çağırdı, koğuşunun niye değiştirilmesini istiyorsun dedi, ben de mahkumlar baskı yapıyorlar daralıyorum, beni küçük koğuşlara verin dedim, aldılar birinci koğuşa verdiler, mesaiden sonra gardiyanlar gelerek niye koğuşu şikayet ettin diyerek tekrar beni dövdüler, hatta bir defasında başgardiyan [R.G.] yeni başlamıştı, ben tekrar geldiğimde beni tanıdığını söyleyerek bunu sindirin dedi, diğer gardiyanlar hep üzerimden geçti, [H.][B.], Urfa'lı olduğunu bildiğim [N.] gardiyan vardı, [N.] gardiyan benim gibi Urfalı olduğu için beni kolluyordu, cezaevinde en çok zoruma gidenlerden birisi devamlı küfür ediyorlardı, ağır suçlu mahkumların korkması için bizi sürekli dövüyorlardı, hatta banyoya götürüp cop izi çıkmasın diye banyoda dövüyorlardı, ifadeyi alan askeri savcı [V.B.ye] ifade verirken de söyledim, cezaevine esrar, içki ve telefon sokuluyordu, bunların parasını da gardiyanlar alıyordu, yine bir defasında [B.] gardiyan Volkman teybin pil yatağındaki teli kızdırarak dilime, alnıma bastırdı, [H.] de gördü, aynısını [H.] de yaptı, gariban mahkumlara eziyet ediyorlardı, diğerlerine dokunmuyorlardı, bir tane Adana çocuğu vardı, ona dokunmuyorlardı, bu nedenle olaylara sebep olan herkesten şikayetçiyim dedi. Hatta bir defasında [O.A.nın] yanına götürüldüğümde bana niye kaçtın diyerek tokatla vurdu, ben bu olaylar nedeniyle cezaevinde olmamama rağmen psikolojik tedavi görmeye devam ediyorum dedi.

Soruldu: Cezaevi girişinde çıplak olarak 3 defa çök-kalk yapıp, ondan sonra cezaevi elbisesi giydiriyorlardı, dövüldükten sonra revirci gelip pansuman yapıyordu, hatta o gittikten bir saat sonra gardiyanlar gelip tekrar dövüyorlardı, daha doğrusu önemli yerlere vurup kanama olursa revirciyi çağırıyorlardı, cop ve sopalar ile vuruyorlardı, hatta atölyede copların bulunduğu yerde "Allah yok, peygamberin izinde" şeklinde yazıyordu, bu talimatları albay veriyordu, çünkü albay bunların götlerini kaldırmayın, rütbenin biri benim, diğeri sizin şeklinde gardiyanlara söylemiş, bunu bize gardiyanlar söylüyordu dedi. Hemşerim olan [N.] rütbelileri şikayet etmemem konusunda da beni uyardı, cezaevinde de başgardiyan [R.G.nin] borusu ötüyordu..."

60. Dava kapsamında ifadesi alınan mağdur Ad.D. de giyinme odası olarak tabir edilen odada çeşitli defa gardiyanlar tarafından dövüldüğünü beyan etmiş ve Mu.K.nın ifadesindeki şikâyetlere benzer hususlardan yakınmıştır. Benzer şekilde O.K., M.T., H.T., H.M. ve Ye.B. adlı mağdurlar da gardiyanlar tarafından dövüldüklerini iddia etmişlerdir.

61. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince gerek M.P.nin dövülerek öldürüldüğü gerekse diğer tutuklu ve hükümlülere kötü muamelede bulunulduğu yönündeki iddialar ile ilgili olarak birçok tanığın ifadesi alınmıştır. İfadeleri alınan tanıkların bir kısmı Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövme olayı olduğunu belirtmişken bir kısmı da böyle bir olayın söz konusu olmadığını ifade etmiştir.

62. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince 8/8/2008 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan Ö.S. özetle 2004-2005 yılları arasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak on iki on üç ay kadar kaldığını, üç dört arkadaşıyla birlikte Askerî Ceza İnfaz Kurumuna götürüldüğünü, atölye diye tabir edilen, gardiyanların kaldığı koğuşta kendilerinden tamamen soyunmalarının ve çıplak vaziyette birkaç kez zıplamalarının istendiğini, akabinde elbiselerini giyerek koğuşa gittiklerini, bu sırada herhangi bir dövülme olayı olmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre boyunca kendisinin veya başkasının gardiyanlar tarafından dövülmesi gibi bir olay yaşanmadığını ancak mahkûmların kendi aralarında kavgasına şahit olduğunu belirtmiştir. Aynı gün tanık olarak dinlenen H.K. adlı kişi de 2002-2003 yıllarında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda üç ay kadar kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna üç kişi birlikte getirildiklerini, giriş işlemleri sırasında kendilerinden soyunmalarının ve çök-kalk yapmalarının istendiğini, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda dövme olayının olmadığını ifade etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir diğer kişi Ö.Ç. ise kendisinin Van’da, Isparta’da ve Adana'da askerî ceza infaz kurumlarında kaldığını, insanca muameleyi yalnızca Adana'daki askerî ceza infaz kurumunda gördüğünü belirtmiştir.

63. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince 25/9/2008 tarihinde tanık sıfatıyla ifadesi alınan H.Ö. özetle 2002-2004 yılları arasında yaklaşık iki yıl Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu/hükümlü olarak kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı ilk dönemlerde kabadayı tavırlarda bulunan kişilerin gardiyanlar tarafından dövülmesi gibi olayların yaşandığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumu elbisesini giymeyen kişilerin de dövüldüğünü, dayak atılması nedeniyle Askerî Ceza İnfaz Kurumunda isyan çıktığını, 2003 yılında koğuş mümessili olarak Başçavuş O.A. ile bir görüşme yaparak dayak olayının kaldırılmasını söylediğini, o tarihten sonra dayak olmadığını, tahliye olduktan sonra ne olduğunu ise bilmediğini belirtmiştir. H.Ö. duruşma sırasında kendisine sorulan soru üzerine kurallara karşı gelenlerin 2003 yılından önce gardiyanlar tarafından dövüldüğünü ifade etmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince tanık sıfatıyla ifadesi alınan bir diğer kişi M.Ç. ise 2005 yılının son aylarında üç ay kadar Askerî Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak kaldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumuna ilk gelindiğinde çırılçıplak soyup hoş geldin dayağı atma şeklinde olayların olduğunu duyduğunu hatta bir iki tanesine kendisinin de şahit olduğunu, Denizlili Ü. adlı gardiyan ile Mardinli Y. adlı gardiyanın Askerî Ceza İnfaz Kurumuna gelenleri dövdüğünü gördüğünü, durumu Astsubay O.A.ya söylediğinde O.A.nın ilgileneceğini, haberinin olmadığını söylediğini belirtmiştir. M.Ç. kendisine de çök-kalk yaptırıldığını, bu uygulamayı gardiyanların kafalarına göre yaptırdığını düşündüğünü ifade etmiştir. M.Ç. son olarak gardiyanların Adanalı olan tutuklu ve hükümlüleri dövmediklerini, dışarıdan gelenlere bunları yaptıklarını belirtmiştir.

64. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 3/3/2010 tarihli duruşmada Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne müzekkere yazılarak 2003 tarihinden suç tarihine kadar Askerî Ceza İnfaz Kurumunda hangi noktalarda kamera bulunduğunun sorulmasına, kamera sistemi varsa buna ilişkin kayıtların CD ortamında gönderilmesinin istenmesine karar vermiştir. Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün bu müzekkere üzerine Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderdiği cevabın ilgili kısımları şöyledir:

"(...)

2. Cezaevi Müdürlüğümüz arşivinde yapılan araştırmada suç tarihlerini kapsayacak şekilde, ihale yoluyla ve bir proje kapsamında tesis edilmiş bir kamera sisteminin olmadığı tespit edilmiştir.

3. Bunun üzerine, birlik imkanlarıyla sınırlı sayıda olacak şekilde birkaç kameranın yerleştirilmiş olabileceği düşünülerek araştırma derinleştirilmiş ve Ek'te fotokopisi sunulan ve taslak bir çalışma olabileceği değerlendirilen imzasız bir belge bulunmuştur. Belgede imza blok'unda ismi bulunan ve 2004-2005 yıllarında Cezaevi Müdürlüğü yapmış olan Topçu Albay [M.S.] ile telefon irtibatı kurulmuş, kendisi tarafından kurulan bir kamera sisteminin olduğu beyan edilmiştir.

4. Ancak; yukarıda da belirtildiği şekilde Cezaevi Müdürlüğümüzde belirtilen dönemi kapsayan ve resmi bir evrak niteliğinde olan herhangi bir bilgi, belge ve kayda rastlanmamıştır."

65. Mahkemeye gönderilen taslak çalışma incelendiğinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda sekiz kameranın olduğu anlaşılmıştır. Taslağa göre bu sekiz kameradan dördü (1), (3), (4) ve (5) No.lu kulelerde, bir tanesi tutuklu/hükümlü kapalı görüş yerinde, bir tanesi tutuklu hükümlü koridorunda, diğer iki tanesi ise subay/astsubay havalandırması ile tutuklu/hükümlü havalandırmasında bulunmaktadır.

66. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, dövüldüğünü iddia eden kişilerin kendilerine uygulanan eylemlerle ilgili olarak Askerî Ceza İnfaz Kurumuna herhangi bir şikâyette bulunup bulunmadıkları hususunu tespit edebilmek için çeşitli araştırmalar yapmış ve bu araştırmalar neticesinde dövüldüğünü iddia eden kişiler tarafından Askerî Ceza İnfaz Kurumuna verilmiş bir dilekçenin bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi yaptığı araştırmalar neticesinde ayrıca dövüldüğünü iddia eden kişilerin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna giriş ve çıkışlarında raporlar düzenlendiği ancak bu kişiler hakkında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda kaldıkları süre içinde başkaca bir rapor düzenlenmediği tespitinde bulunmuştur.

67. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda keşif yapmıştır. Keşif sonucunda hazırlanan raporda; Askerî Ceza İnfaz Kurumu duvarlarında yalıtım sistemi olduğu, bahse konu olay yerinin en arka oda olduğu, odaya ulaşan bütün kapılar kapatıldığında Askerî Ceza İnfaz Kurumunun idare kısmına ses gelmesinin mümkün olmadığı, kapılar açık olsa bile çıkan sesin -koridorların Z şeklinde olması nedeniyle- Askerî Ceza İnfaz Kurum müdürü veya diğer rütbeli kişiler tarafından duyulamayacağı kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

68. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi 28/2/2012 tarihinde bu verileri değerlendirerek kararını açıklamıştır.

69. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların oğlu M.P.nin ölüm olayını, neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence olarak değil kasten öldürme olarak nitelendirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda bulunan diğer tutuklu ve hükümlülere yapılan muamelelerin de işkence suçunu değil kasten yaralama suçunu oluşturduğu kanaatine varmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi dava konusu olayların neden işkence ve/veya neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence kapsamında görülmediğini, "sanıklar hakkında, işkence yapmak ve işkence sonucunda ölüme sebebiyet vermek suçundan kamu davası açılmış ise de; mağdurlara yönelik sistematik, fiziksel ve manevi acı çektirmeye dönük uzun süreli, önceden planlanan bir şiddet uygulamasının bulunmadığı, tutuklu ya da hükümlü olarak birtakım suçlardan sevk edilen mağdurların, cezaevine ilk kabulleri sırasında, cezaevine girişte uyuşturucu veya kesici alet sokulmasına engel olmak amacıyla, gardiyan sanıklarca bütün elbiselerinden tecrit edildikleri, bunu yaparken sanıkların, mağdurlara işkence yapma kastı ile hareket ettiklerine dair kesin ve inandırıcı delilin olmadığı, maktul [M.P.nin] ölümüne kadar mağdurların, maruz kaldıklarını iddia ettikleri olaylarla ilgili herhangi bir müracaatlarının olmadığı, maktulün ölümünden uzun bir süre sonra, mağdurların bir kısım gardiyanlar tarafından darp edildiğini ileri sürdükleri ve bu doğrultuda beyanlarının alındığı, mağdurlardan hiçbirinin maruz kaldıklarını iddia ettikleri olaylar ile ilgili olarak alınmış raporlarının bulunmadığı, mağdurların uğradıklarını iddia ettikleri etkili eylemlerden dolayı hayati tehlike geçirmedikleri, sabit eser, kemik kırılması vb. bir durumlarının tespit olunmadığı, eylemleri ve açık kimlikleri tespit edilen sanıkların, mağdurların suçlarından dolayı, kendi ahlaki anlayışlarının etkisi ile, aniden gelişen, münferit kastla, mağdurlar [H.M.][Ye.B.][Ad.K.][Mu.K.] ve [H.Y.ye] yönelik olarak 765 sayılı TCK.nun 456/4 kapsamında etkili eylemde bulundukları..." şeklinde açıklamıştır.

70. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yukarıda da belirtildiği gibi M.P.nin ölümünü kasten öldürme olarak nitelendirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, H.G. adlı gardiyanın Askerî Ceza İnfaz Kurumu elbisesini giymek istemeyen M.P.yi copla dövmeye başladığı, bu sırada odadaki dolabın üzerinden yaklaşık 1 metre boyunda 10 cm çapında, üzerinde şafak yazıları ve resimler bulunan tahta bir sopanın düştüğü, H.G.nin bu sopa ile M.P.nin sırtına, beline ve kafasına vurduğu, darbenin etkisiyle M.P.nin ağzından, burnundan ve kafasından kan geldiği, odadaki diğer gardiyan R.G.nin H.G.ye "Bırak, ölecek bak." demesi üzerine H.G.nin M.P.ye vurmayı bıraktığı, olaydan yaklaşık yarım saat sonra Astsubay O.A.ya bilgi verildiği, O.A.nın da olayı Askerî Ceza İnfaz Kurumu Müdürü M.S.ye bildirdiği, bunun üzerine M.P.nin hastaneye sevk edildiği ancak M.P.nin gördüğü tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak yaşamını yitirdiği kanaatine varmıştır. Olayın anılan şekilde gerçekleştiği kanaatine varan Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, H.G. hakkında işkence sonucu ölüme sebebiyet verme suçundan kamu davası açılmış ise de M.P.nin önceden tasarlanıp uygulanan işkence sonucunda ölmediğinin, H.G.nin ani oluşan öldürme kastı ile hareket edip M.P.yi öldürdüğünün anlaşıldığını belirterek H.G.nin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca müebbet hapis cezası ile tecziye edilmesine karar vermiş ancak duruşmadaki iyi hâli nedeniyle H.G.nin hapis cezasını 25 yıla indirmiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca H.G.nin diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi, tutuklu Ad.K.yı ve tutuklu A.S.yi atölye bitişiğindeki odada 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kalacak şekilde darbettiği sonucuna ulaşmış ve H.G.nin her bir mağdura yönelik eylemleri için ayrı ayrı 25 gün adli para cezası ile cezalandırılmasına ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

71. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine karar vermiştir. Mahkeme, bu kişilerin diğer sanık H.G.ye göre alt tertip oldukları, aralarında hiyerarşik ilişki bulunduğu, bu kişilerin sanık H.G.yle birlikte eylem ve fikir birliği içinde, maktulü öldürme kastı ile hareket ettiğine dair mahkûmiyetlerini gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı kanaatine varmıştır. Bununla birlikte Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi R.G.nin diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi, tutuklu Mu.K.yı, tutuklu H.M.yi, tutuklu H.T.yi, tutuklu Ad.K.yı ve tutuklu A.S.yi; E.K.nın diğer bazı gardiyanlarla birlikte tutuklu Ye.B.yi ve tutuklu H.M.yi; M.K.nın tutuklu H.M.yi ve tutuklu A.S.yi atölye bitişiğindeki odada 5237 sayılı Kanun'un 86. maddesinin(2) numaralı fıkrası kapsamında kalacak şekilde darbettikleri sonucuna ulaşmış ve bu kişilerin her bir mağdura yönelik eylemleri için ayrı ayrı 25 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama aşamasında yaşamını yitiren N.E. hakkındaki davanın ise düşürülmesine karar vermiştir.

72. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümüne neden olan olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin işkence suçundan beraatine karar vermiştir. Mahkeme, gardiyanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerin mesai saatleri sonrasında yapıldığını, gardiyan odası ve giyindirme odası olarak kullanılan yer ile bu kişilerin bulunduğu idari kısım arasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunun kazan dairesinin bulunduğunu, atölye bitişiğindeki odadan bu kişilerin bulunduğu idari kısma hiçbir şekilde seslerin gitme imkânının bulunmadığının keşifle saptandığını, bir kısım sanığın bu kişileri suçlayıcı beyanları bulunmakta ise de bu kişilerin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna alınan kişi ya da kişileri dövme şeklinde verilmiş talimatlarının bulunmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumunda disiplini sağlamaya yönelik talimatlar verilmiş ise de bu talimatların tutuklu ve hükümlülerin bir arada sorunsuz olarak birlikte yaşayabilmeleri için taviz verilmemesi yönünde verilmiş talimatlar olduğunu, bu talimatların ifa edilen görevin bir parçası olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu husus ile ilgili olarak ayrıca dinlenen bir kısım tanığın Askerî Ceza İnfaz Kurumunu insani koşulların en iyi sağlandığı ceza infaz kurumlarından biri olarak nitelendirdiğini belirtmiştir. Mahkeme tüm bunları dikkate alarak somut olayda Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin cezalandırılmalarını gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

73. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı dövme olaylar nedeniyle bir kısım gardiyanın kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Mahkeme, bir kısım gardiyanın ise beraatine hükmetmiştir.

74. Başvurucular; anılan kararın eksik inceleme sonucu verildiğini, işkence suçunun oluşabilmesi için işkencenin sistematik olarak uygulanmasının gerekmediğini, kaldı ki birçok tanık anlatımından Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki uygulamanın sistematik hâle geldiğinin anlaşıldığını, oğullarının işkence sonucu öldüğünü, sanıkların öldürme kastı olmayıp amaçlarının işkence etmek olduğunu belirterek temyiz yoluna başvurmuşlardır.

75. Yargıtay 8. Ceza Dairesi 19/1/2015 tarihli kararla başvurucuların temyiz itirazlarının reddine karar vererek ilk derece mahkemesi kararını onamıştır.

76. Bu karar 11/2/2015 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir.

77. Başvurucular 10/3/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

78. 5237 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:

"Ceza kanunlarının uygulanmasında;

 (...)

c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,

 (...)

anlaşılır."

79. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten öldürme" kenar başlıklı 81. maddesi şöyledir:

"Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır."

80. 5237 sayılı Kanun'un "İşkence" kenar başlıklı 94. maddesinin (1), (4), (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

 (...)

Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır.

Bu suçun ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek cezada bu nedenle indirim yapılmaz.

Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez."

81. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence" kenar başlıklı 95. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:

"İşkence sonucunda ölüm meydana gelmişse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."

82. 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu'nun mülga 39. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Asker kişiler hakkında hükmolunan ve aşağıda gösterilen cezalar, 353 sayılı Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun beşinci kısmında yazılı esaslar dahilinde askeri cezaevlerinde infaz edilir.

A) Subay, astsubay, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli Devlet memurları, uzman jandarma, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erler hakkında verilen ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden veya Devlet memurluğundan çıkarmayı, ilişik kesmeyi veya sözleşmenin feshini gerektirmeyen hürriyeti bağlayıcı ceza hükümleri.

 (...)

C) Erbaş ve erler hakkında, asker edildikten sonra işledikleri suçlardan verilen bir yıl veya daha az süreli hürriyeti bağlayıcı ceza hükümleri.

 (...)

Yargı organlarınca haklarında tutuklama kararı verilen asker kişiler, bu sıfatlarını korudukları sürece askeri tutukevine konulurlar.

 (...)"

83. Olayın gerçekleştiği dönemde yürürlükte olan Askerî Ceza ve Tutukevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Yönetmelik'in (Yönetmelik) 8. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Askeri ceza ve tutukevlerinde yönetim ile ilgili olarak bir müdür ve kadrolarında gösterilmek kaydıyla yeteri kadar personel bulundurulur."

84. Yönetmelik'in 9. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Askeri ceza ve tutukevinin amiri müdürdür. Müdür, kanun, tüzük, yönetmelik hükümlerine ve yetkili makamlardan verilen emirlere göre görev yapar. Askeri ceza ve tutukevinin bütün personeli üzerinde kanun ve yönetmeliklerin gösterdiği şekilde gözetim ve denetim hakkını kullanır. Bütün personele gerek söz ve gerek yazı ile emir vermeye yetkili olduğu gibi bu emirlerin yerine getirilip getirilmediğini izlemekle de yükümlü olup genel olarak görevleri;

 (...)

c. Askeri ceza ve tutukevlerinde sık sık arama yaptırmak, suç işlemeye elverişli alet ve eşyadan arındırmak, içeri girmesi yasak olan silah, alet, eşya, uyuşturucu madde ve bunun gibi şeylerin bu yerlere sokulmasına engel olmak.

 (...)

f. Gündüzleri haftada en az bir defa olmak, geceleri de en az on beş günde bir defa olmak üzere askeri ceza ve tutukevini denetlemek.

 (...)"

85. Yönetmelik'in 10. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Gardiyanlar iç koruma görevlileri olup, askeri ceza ve tutukevinin inzibat ve disiplininin temininden, hükümlü ve tutukluların gözetiminden, bulundukları yerin düzenli ve temiz tutulmasından, kanun, tüzük, yönetmelik hükümleriyle emirlerin uygulanmasından sorumlu olup genel olarak görevleri;

 (...)

d. Hükümlü ve tutuklular arasındaki inzibat ve disiplinin teminini sağlamak.

e. Hükümlü ve tutuklulara gelen her şeyin askeri ceza ve tutukevi idaresi tarafından kontrol edilmeden askeri ceza ve tutukevine girmesini önlemek.

g. Hükümlü ve tutuklulara ait koğuş, yemekhane, dershane, havalandırma alanlarının düzenli ve temiz tutulmasını sağlamak.

 (...)

ı. Hükümlü ve tutuklulara adil olarak davranmaktır."

86. Yönetmelik'in 38. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Yetkili makamlardan verilen tutuklama müzekkeresi veya infazı istenen kesinleşmiş mahkumiyet ilamı olmaksızın hiç bir kimse askeri ceza ve tutukevine konulamaz. Askeri ceza ve tutukevine konulacak kişiler, içeri alınmadan önce doktor muayenesine tabi tutulurlar ve durumları bir rapor ve tutanakla saptanır."

87. Yönetmelik'in 41. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hükümlü ve tutukluların askeri ceza ve tutukevine girişte üzerleri aranır. Hükümlü ve tutukluların üzerlerinin aranması aşağıdaki esaslara göre yapılır.

a. Arama askeri ceza ve tutukevi müdürü veya yetkili kılacağı personel başkanlığında bir ekip tarafından yapılır.

b. Arama yapacak ekipte görevlendirilen personelin aramada nelere dikkat edeceği konusunda önceden eğitilmesi zorunludur.

c. Aramadan önce gerekli emniyet tedbirleri alınır.

 (...)"

B. Uluslararası Hukuk

88. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

89. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

90. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”

91. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yaşam hakkını güvence altına alan 2. maddenin Sözleşme'nin en önemli maddeleri arasında yer aldığını ve bu maddenin Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların temel değerlerinden birini düzenlediğini ifade etmektedir (Muhacır Çiçek ve diğerleri/Türkiye, B. No: 41465/09, 2/2/2016, § 38; Makbule Kaymaz ve diğerleri/Türkiye, B. No: 651/10, 25/2/2014, § 96). AİHM, birçok kararında Sözleşme'nin 3. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının da demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

92. AİHM, kamu görevlileri tarafından işlenen öldürme ve kötü muamele suçlarına ilişkin ulusal mahkemelerce tercih edilen uygun yaptırımlara önemli ölçüde saygı duyulması gerektiğini kabul etmektedir. Bununla birlikte AİHM, eylemin ciddiyeti ile verilen ceza arasında bir orantısızlık olması durumunda kendisinin belirli bir değerlendirme gücüne sahip olması ve bu gibi durumlara müdahale edebilmesi gerektiğini ifade etmektedir (Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 41).

93. AİHM, Sözleşme’nin 2. ve 3. maddelerinin ihlal edildiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda kendisinin oldukça ihtiyatlı davranması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, olayın fail ya da faillerin cezai sorumluluğu ile devletlerin Sözleşme uyarınca yükümlü olduğu sorumluluğun farklı olduğunu ifade etmektedir. AİHM, bu bağlamda kendi yetkisinin devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğunun belirlenmesiyle sınırlı olduğunu vurgulamaktadır. AİHM'e göre Sözleşme kapsamındaki sorumluluk, uluslararası hukukun ilgili kuralları ve ilkeleri dikkate alınarak Sözleşme'nin amacı ışığında yorumlanması gereken kendi hükümlerine dayanmaktadır. AİHM'e göre devletlerin Sözleşme kapsamındaki sorumluluğu, ulusal mahkemelerin takdir yetkisine sahip olduğu bireysel ceza sorumluluğuna ilişkin iç hukuk sorunlarıyla karıştırılmamalıdır. AİHM, birçok kararında ceza hukuku anlamında suçluluk ya da masumiyet konusunda kararlar vermenin kendi yetki alanına girmediğini ifade etmiştir (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 182).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

94. Mahkemenin 10/10/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

95. Başvurucular; idarenin denetimi ve gözetimi altında bulunan oğullarının bizzat idari görevliler tarafından işkence sonucu öldürüldüğünü, devletin öldürmeme yükümlülüğünü ihlal ettiğini, oğullarının sistematik olarak işkence yapılan bir yerde kendisine yapılan işkenceler sonucunda yaşamını yitirdiğini, ölüme neden olan hareketin devlet görevlileri tarafından gerçekleştirildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, oğullarının ölümü ile neticelenen olayda hiçbir koruyucu tedbir almayan idarenin kusurlu olduğunun açık olduğunu iddia etmişlerdir.

96. Başvurucular ayrıca olay hakkında yeterli araştırma yapılmadığını, delillerin yeterince toplanmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular; oğullarının ölümü ile ilgili olarak sadece H.G. adlı gardiyana kasten öldürme suçundan ceza verildiğini, oğullarına karşı yapılan hareketlerin münferit kasıtla gerçekleştirilen eylemler olarak nitelendirildiğini oysa oğullarının ölümüne neden olan olaydan sonra başlatılan ceza soruşturması kapsamında yapılan araştırmalar sonucunda başka bazı kimselerin de daha önceden benzer şekilde işkence gördüğünün anlaşıldığını belirtmişlerdir. Başvurucular, işkence yapılan odanın ses geçirmeyecek şekilde izole edildiğini, olay sonrasında sahte tutanaklar düzenlendiğini, şikâyet hakkını kullanmak isteyen kişilere işkence yapıldığını ve bu kişilerin tehdit edildiğini iddia etmişlerdir. Başvurucular; Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer görevlilerin bilgisi olmadan bu tarz olayların gerçekleştirilemeyeceğinin aşikâr olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek diğer sanıkların da korunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca davanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüşlerdir.

97. Başvurucular bu iddialarla yaşam hakkının, işkence yasağının ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

B. Değerlendirme

98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak ele alındığında başvurucuların iddialarının yaşam hakkı ile işkence yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

99. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

 (...)

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

Meşrû müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

100. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. İncelemenin Kapsamı Yönünden

101. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucuların oğlu M.P.nin dövülerek öldürüldüğü iddiası haricinde Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı kötü muamele iddiaları yönünden de çeşitli değerlendirmeler yapmış ve bu eylemlerin faili/failleri olduğu iddia edilen kişiler hakkında hüküm kurmuştur.

102. Başvurucuların, oğulları M.P.nin ölümü nedeniyle mağdur sıfatını haiz oldukları ve bu bağlamda başvuru ehliyetine sahip oldukları hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Ancak başvurucuların Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer kötü muamele iddiaları yönünden mağdurluk statüsüne sahip olduklarının kabul edilmesi mümkün değildir. Söz konusu kötü muamele iddialarının mağdurları başvurucuların yakını olmayıp üçüncü kişilerdir. Bu sebeple başvuru konusu olay M.P.nin ölüm olayı ile sınırlı olarak incelenecektir. Bununla birlikte bu inceleme yapılırken Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer kötü muamele iddialarına ilişkin verilerden yararlanılacaktır.

b. Başvurucuların Mağdurluk Statüsünün Devam Edip Etmediği Yönünden

103. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümünü kasten öldürme olarak nitelendirerek gardiyan H.G.nin 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucular ise diğer ihlal iddialarının yanı sıra H.G.nin kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis cezası ile tecziye edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek aralarında Askerî Ceza İnfaz Kurumu yöneticilerinin de bulunduğu diğer bazı sanıkların korunduğunu iddia etmişlerdir.

104. Başvuru konusu olayın gerçekleşme koşulları değerlendirilmeden Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin anılan kararı sebebiyle başvurucuların mağdur statüsünün sona erdiğini kabul etmek mümkün değildir. Bu nedenle başvurucuların iddialarının somut olayın gerçekleşme koşulları da dikkate alınarak Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında incelenmesi gerekir.

c. Kabul Edilebilirlik Yönünden

105. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Esas Yönünden

106. Yaşam hakkının ihlal edildiği yönündeki iddia aşağıda yaşam hakkının hem maddi hem usul yönü açısından ayrı ayrı incelenecektir.

i. Yaşam Hakkının Maddi Yönünün İhlal Edildiğine İlişki İddia

 (1) Genel İlkeler

107. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı, dokunulmaz ve vazgeçilmez temel bir hak olup Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

108. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır. Pozitif yükümlülükler kapsamında ise devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri,§ 51).

109. Sağlıklı olarak gözaltına alınan yahut ceza infaz kurumuna konulan kişinin şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi hâlinde kişinin ölümüne neden olan olayın gerçekleşme koşulları ile ilgili olarak makul açıklama yapma yükümlülüğü kamu makamlarına aittir. Kamu makamları, tamamen devletin koruması altında bulunan bu kişilerin şüpheli ölüm olayları ile ilgili olarak izahatta bulunmakla yükümlüdür.

110. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil niteliktedir. Ancak Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile ilgili ihlal iddialarında bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Soruşturma ve kovuşturma aşamasında delilleri değerlendirmek kural olarak Cumhuriyet savcıları ve derece mahkemelerinin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemeleri bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Elif Kaya, B. No: 2014/266, 6/4/2017, § 39).

111. İhlal iddiaları kapsamında ileri sürülen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk,B. No: 2013/7832, 21/4/2016, § 107).

112. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı ile ilgili bireysel başvurular kapsamındaki görevi, kişilerin cezai sorumluluğunu saptamak değildir. Anayasa Mahkemesinin bu kapsamdaki görevi, başvuruya konu olayın Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkını ihlal edip etmediğini yine Anayasa hükümlerine göre yorumlamaktır.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

113. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 95) yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

114. Somut olayda M.P., İskenderun 1. Sulh Ceza Mahkemesinin 17/6/2005 tarihli ve 2005/97 Sorgu sayılı tutuklama müzekkeresine istinaden 27/6/2005 tarihinde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna getirilmiştir. M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna sağlıklı bir şekilde girdiği hususunda herhangi bir tartışma bulunmamaktadır. Nitekim başvuru formu ve eklerinde, M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmadan önce kötü muameleye maruz kalmış olduğu yönünde bir tespit yer almamaktadır. Keza derece mahkemeleri önündeki yargılamalarda da bu yönde bir iddia hiçbir zaman dile getirilmemiştir. Bu sebeple somut olayın koşulları bağlamında bu konu üzerinde daha fazla durulmasının gerekli olmadığı değerlendirilmiştir.

115. Başvuru konusu olay esasen M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmasından sonra yaşananlarla ilgilidir.

116. M.P. 27/6/2005 tarihinde sağlıklı bir şekilde girdiği Askerî Ceza İnfaz Kurumundan aynı gün saat 18.30 sıralarında kafa+genel vücut travması tanısıyla hastaneye götürülmek üzere çıkarılmıştır. M.P. gördüğü tüm tedavilere rağmen olaydan bir ay sonra yaşamını yitirmiştir. Yapılan otopsi sonucunda M.P.nin genel vücut travması geçirdiği, ölümünün künt kafa travması sonucu meydana gelen beyin kontüzyonuparankim içine kanama ve bunların komplikasyonları sonucu meydana geldiği tespit edilmiştir.

117. Bu hususlar dikkate alındığında M.P.nin sağlıklı bir şekilde Askerî Ceza İnfaz Kurumuna kapatılmasından kısa bir süre sonra sağlık durumu oldukça kötü bir şekilde hastaneye kaldırıldığı, akabinde ise yaşamını yitirdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda M.P.nin ölümüne neden olan söz konusu yaralanmaların ne şekilde meydana geldiğinin kamu makamlarınca ve derece mahkemelerince nasıl açıklandığının incelenmesi gerekir.

118. Olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların olayın gelişimi ile ilgili olarak farklı farklı anlatımları olsa da M.P.nin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda gardiyanlar odası olarak tabir edilen ve giyinme odası olarak kullanılan yerde maruz kaldığı eylemler neticesinde öldüğü sabittir. Bu husus, olay hakkında ifadeleri alınan sanıkların ve tanıkların beyanlarının ortak yönüdür. Olayın giyinme odasında gerçekleştiği hususu olaya karıştığı iddia edilen gardiyanlar ile olayın tanığı A.S. tarafından kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklanmış olmakla birlikte M.P.nin vücudundaki yaralanmaların nedeni hakkında bu kişiler tarafından derece mahkemeleri önünde farklı farklı anlatımlarda bulunulduğu görülmektedir. Olayın tanığı A.S. ile olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların önemli bir kısmı H.G. adlı gardiyanın eline geçirdiği bir sopayla sözlü tartışma yaşadığı M.P.yi dövdüğünü belirtmişken H.G. adlı gardiyan ise olayın saldırgan davranışlar sergileyen M.P.nin etkisiz hâle getirilmesi sırasında meydana geldiğini ifade etmiştir. Olaya karıştığı iddia edilen gardiyanların olayın gelişimi ile ilgili olarak farklı anlatımları olsa da bu beyanlardan hiçbirinin M.P.ye bu şekilde ağır bir şiddet kullanılmasının haklılığını ortaya koyan makul bir açıklama içermediği değerlendirilmiştir. Başka bir anlatımla başvuru formu ve eklerinde, M.P.ye uygulanan şiddetin Anayasa'nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen durumlardan biri ya da birkaçı kapsamında mutlak zorunlu hâle geldiğini ortaya koyan, ikna edici bir açıklama bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nitekim derece mahkemeleri de başvurucuların oğlu M.P.nin kasıtlı olarak gerçekleştirilen kötü muamele sonucunda yaşamını yitirdiği tespitinde bulunmuştur. Esasında derece mahkemelerinin sırf bu tespitinin bile somut olayda devletin M.P.nin ölümünden sorumlu tutulabilmesi için yeterli olduğu değerlendirilmiştir.

119. Tüm bu hususlar dikkate alındığında M.P.nin tamamen devletin denetimi ve koruması altında iken makul bir açıklaması yapılamayan eylemler sonucunda yaşamını yitirdiği anlaşılmıştır.

120. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Yönünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

121. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin korumaya ilişkin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

122. Yaşam hakkı kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

123. Soruşturma yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması, her soruşturmada mağdurların olaylarla ilgili beyanlarıyla bağdaşan bir sonuca varılması gerektiği anlamına gelmemektedir. Ancak soruşturma kural olarak olayın gerçekleştiği koşulların belirlenmesini ve iddiaların doğru olduğunun kanıtlanması hâlinde sorumluların tespit edilerek cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 66).

124. Bu bağlamda ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölümü aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedenini veya sorumlu kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

125. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, § 68).

126. Ayrıca soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96).

127. Yürütülecek ceza soruşturmalarının etkinliğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

128. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

129. Soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir(Doğan Demirhan, § 70).

130. Yukarıda sayılanlara ek olarak yürütülecek soruşturmalarda makul bir hızla gerçekleştirilme ve özen gösterilme zorunluluğu da zımnen mevcuttur. Elbette ki bazı durumlarda soruşturmanın veya kovuşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlükler bulunabilir. Ancak bir soruşturmada ve devamında yapılan kovuşturmada yetkililerin hızlı hareket etmeleri yaşanan olayları daha sağlıklı bir şekilde aydınlatabilmesi, kişilerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

131. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. § 96) yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

132. Yaşanan bir ölüm olayının oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi idari ve yargısal makamların ödevidir. Ancak Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmesi ve ölüm olayının işkence sonucu gerçekleştiğine dair iddiaların soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından karşılanıp karşılanmadığını nesnel bir şekilde değerlendirebilmesi için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir.

133. Şüpheli bir ölüm olayının ekili bir şekilde soruşturulabilmesi için olaydan haberdar olan soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesi son derece önemlidir. Somut olayda başvurucuların oğlu M.P. 27/6/2005 tarihinde kafa+genel vücut travması tanısıyla Askerî Ceza İnfaz Kurumundan çıkarılarak önce asker hastanesine ardından da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesine götürülmüştür. Gerek Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkilileri gerekse adı geçen Hastane görevlileri M.P.nin vücudundaki yaraları ve morartıları bilmesine rağmen Askerî Savcılık, ancak Askerî Ceza İnfaz Kurumunca gardiyanlar hakkında hazırlanan suç dosyasının 7/7/2005 tarihinde kendisine gönderilmesi üzerine olaya el koymuştur. Askerî Savcılığın başvurucuların oğlu M.P.nin hastaneye kaldırılmasından on gün sonra olaya el koyması somut olayın koşulları bağlamında önemli bir eksikliktir. Çünkü başvurucuların oğlu M.P., olaydan hemen sonra bitkisel hayata girmemiştir. M.P., hastaneye bilinci açık bir şekilde gitmiştir. M.P.nin bilinci olaydan sonraki birkaç gün boyunca da açık kalmıştır. Askerî Savcılığın olaya derhâl ve bizzat müdahale etmemiş olması daha sonra bitkisel hayata girecek ve nihayetinde de yaşamını yitirecek olan M.P.nin ifadesinin bağımsız soruşturma organlarınca alınamamasına neden olmuştur.

134. Soruşturmadaki bu eksiklik, M.P.nin sağlık durumundan haberdar olan Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin ve hastane görevlilerinin olayı yetkili savcılığa bildirmemesinden kaynaklanmış olabileceği gibi olaydan haberdar edilen yetkili savcılığın olaya derhâl ve bizzat müdahale etmemesinden de kaynaklanmış olabilir. Ancak her iki durumda da kamu makamlarına isnat edilebilecek bir kusur söz konusu olduğundan devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamındaki sorumluluğu yönünden değişen bir şey olmayacaktır.

135. Etkili soruşturmanın en önemli unsurlarından bir diğeri soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerektiğidir. Somut olayda Askerî Savcılığın olaya derhâl ve bizzat el koymaması, olaya karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerin belli bir dönem olay yerinde oldukça etkin olmasına neden olmuştur.

136. Askerî Savcılığın olaya on gün sonra el koymasının olaya karıştığından şüphelenilen bazı kişilerin bu arada gizli anlaşmalar yapmasına, olayın fail ya da faillerinin ifadelerinin sıcağı sıcağına alınamamasına, olay yerinin olduğu gibi muhafaza edilememesine hatta olayda kullanıldığı ileri sürülen sopanın belli bir süre depo olarak adlandırılan yerde saklanmasına neden olduğu ayrıca belirtilmelidir.

137. Bu hususlar dikkate alındığında Askerî Savcılığın somut olayda resen, bizzat ve derhâl harekete geçmediği, bu sebeple olayın doğrudan mağdurunun ifadesinin alınamaması dâhil önemli bir kısım eksikliğin yaşandığı anlaşılmıştır.

138. Olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda herhangi bir kamera sisteminin bulunup bulunmadığı olaydan yaklaşık beş yıl geçtikten sonra araştırılmıştır. Yapılan bu araştırma neticesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda anılan dönemde bir kamera sisteminin olduğu anlaşılmış ancak olayın yaşandığı döneme ait herhangi bir kamera kaydına ulaşılamamıştır. Kamera kayıtlarının olayın aydınlatılmasında ve sorumlu kişilerin belirlenmesinde oynayabileceği rolün ne kadar önemli olduğu açıktır. Buna rağmen soruşturma aşamasının ilk başlarında bu hususla ilgili olarak herhangi bir araştırma yapılmamış ve varsa geriye dönük kamera kayıtlarının soruşturma dosyasına eklenmesi sağlanmamıştır.

139. Genel İlkeler bölümünde de belirtildiği üzere (bkz. § 129) soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir.

140. Somut olay bu kapsamda incelendiğinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesiyle olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanlar, Askerî Ceza İnfaz Kurumunun yönetici kadrosundaki rütbeli askerler ile diğer bazı gardiyanlar hakkında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarından kamu davası açıldığı, Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin ise söz konusu olayda işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarının değil kasten öldürme suçunun oluştuğu sonucuna ulaştığı ve bu kapsamda H.G. adlı gardiyanın kasten öldürme suçundan 25 yıl hapis cezası ile tecziye edilmesine, olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine, olay esnasında giyinme odasına bulunan N.E. hakkındaki davanın ise bu kişinin yargılama aşamasında ölmesi nedeniyle düşürülmesine, olayın yaşandığı dönemde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin işkence suçundan beraatlerine karar verdiği görülmüştür. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin ayrıca Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer bazı dövme olayları yönünden de çeşitli değerlendirmeler yaparak bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurduğu ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verdiği anlaşılmıştır.

141. Başvurucular, oğullarının ölümü ile ilgili olarak sadece H.G. adlı gardiyana kasten öldürme suçundan ceza verildiğini, oğullarına karşı yapılan hareketlerin münferit kasıtla gerçekleştirilen eylemler olarak nitelendirildiğini oysa oğullarının ölümüne neden olan olaydan sonra başlatılan ceza soruşturması kapsamında başka kimselerin de daha önceden Askerî Ceza İnfaz Kurumunda işkence gördüğünün anlaşıldığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki diğer görevlilerin bilgisi olmadan bu tarz olayların gerçekleştirilemeyeceğinin aşikâr olduğunu, H.G.ye işkence suçundan ceza verilmeyerek diğer sanıkların da korunduğunu ifade etmişlerdir. Başvurucular ayrıca davanın makul bir sürede sonuçlandırılmadığını ileri sürmüşlerdir.

142. Bu durumda derece mahkemelerince verilen kararların soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olup olmadığının başvurucuların iddiaları kapsamında incelenmesi gerekir. Derece mahkemelerince verilen kararların özellikle işkence sonucu ölüm olayının meydana geldiği iddiasının ileri sürüldüğü başvurularda daha sıkı bir denetime tabi tutulacağı muhakkaktır.

143. Bu incelemeye geçmeden önce Anayasa Mahkemesince yapılan değerlendirmelerin kişilerin masumiyetine ya da suçluluğuna ilişkin bir değerlendirme niteliği taşımadığı, bu incelemenin derece mahkemelerinin olayın muhtemel sorumlusu ya da sorumlularının tespitine yarayabilecek delilleri gerekçeli kararında nesnel, tarafsız ve kapsamlı bir şekilde tartışıp tartışmadığı ile ilgili olduğu özellikle vurgulanmalıdır. Bu bağlamda ayrıca Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı ile ilgili başvurulardaki görevinin olaydan sorumlu olduğu değerlendirilen kişi ya da kişilerinin eyleminin hangi suçu oluşturduğunu belirlemek olmadığı tekrar ifade edilmelidir.

144. Somut olayda Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2006 tarihli iddianamesinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayına benzer olayların sıkça yaşandığına, bu tarz eylemlerin Askerî Ceza İnfaz Kurumunda uzun bir süre devam ettiğine, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki tutuklu ve hükümlülere karşı gerçekleştirilen bu eylemlerin hemen hemen aynı olduğuna vurgu yapılarak M.P.nin ölüm olayında işkence ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçlarının oluştuğu kanaatine varıldığı belirtilmiş (bkz. §§ 35, 36) ise de Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, iddianamede işaret edilen bu hususlarla ilgili olarak herhangi bir değerlendirme yapmadan M.P.nin ölüm olayının ani gelişen bir kasıt sonucunda meydana geldiği sonucuna ulaşmıştır. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde Adana Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesinde belirtilen bu hususlardan şüphelenilmesi için önemli veriler bulunduğu hatta Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince, anılan dönemde yaşanan bazı dövme olaylarıyla ilgili olarak aralarında M.P.nin ölüm olayı esnasında giyinme odasında bulunan bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurulduğu ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği görülmüştür. Dolayısıyla Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin iddianamede belirtilen bu hususlarla ilgili olarak oldukça kapsamlı bir değerlendirme yapması ve iddianamedeki bu hususlara niçin katılmadığını kararında makul bir şekilde açıklaması gerekir. Ancak somut olayda Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesince bu bağlamda kapsamlı bir analiz yapılmadığı değerlendirilmiştir.

145. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi olay esnasında giyinme odasında bulunan R.G., M.K. ve E.K.nın neticesi sebebiyle ağırlaşmış işkence suçundan beraatlerine karar vermiştir. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi bu kişilerin diğer sanık H.G.ye göre alt tertip oldukları, bu kişiler ile H.G. arasında hiyerarşik ilişki bulunduğu, bu kişilerin sanık H.G.yle birlikte eylem ve fikir birliği içinde, M.P.yi öldürme kastı ile hareket ettiklerine dair mahkûmiyetlerini gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesinin kabulüne göre H.G., M.P.yi önce copla dövmeye başlamış; akabinde giyinme odasındaki dolabın üzerinden düşen yaklaşık 1 metre boyunda, 10 cm çapındaki tahta bir sopayla dövmeye devam etmiştir. Olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların bir kısmı H.G.nin M.P.yi yaklaşık beş altı dakika dövdüğünü ifade etmiştir.

146. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, olay esnasında giyinme odasında bulunan gardiyanların sorumluluğunu değerlendirirken bu kişiler ile H.G. arasındaki hiyerarşik ilişkiye vurgu yapmış ise de bir kişinin yaklaşık 1 metre uzunluğunda, 10 cm çapındaki tahta bir sopayla beş altı dakika boyunca dövülmesi gibi vahim bir olaya yeterince müdahale edilmemesinin sadece hiyerarşik ilişki ile açıklanamayacağı, kaldı ki olayın yaşandığı anda başgardiyan unvanının da H.G. adlı kişide olmadığı, somut olayın koşulları bağlamında giyinme odasındaki tüm gardiyanların eylemlerinin ve olaya tepkilerinin ne olduğunun ayrı ayrı değerlendirilerek bir sonuca ulaşılmasının oldukça önemli olduğu ancak somut olayda bu hususta kapsamlı bir değerlendirme yapılmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

147. Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, M.P.nin ölümüne neden olan olay esnasında Askerî Ceza İnfaz Kurumunda görev yapan rütbeli askerlerin de işkence suçundan beraatine karar vermiştir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayına benzer olayların söz konusu dönemde sıkça yaşandığı, soruşturma dosyasındaki birçok verinin Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini gösterdiği, olayda kullanılan sopanın aramalarda görülmemiş olması imkânının bulunmadığı, subay ve astsubayların tutuklu ve hükümlülerin dövülmesi konusunda emir verdikleri ve bu kişilerin gardiyanları suçun işlenmesinde araç olarak kullandıkları belirtilmiş ise de Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi gardiyanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerin mesai saatleri sonrasında yapıldığını, giyinme odasından Askerî Ceza İnfaz Kurumunun idari kısmına ses gitme imkânının olmadığını, Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki tutuklu ve/veya hükümlüleri dövme şeklinde verilmiş bir talimatın söz konusu olmadığını, ayrıca ifadeleri alınan bir kısım tanığın Askerî Ceza İnfaz Kurumunu insani koşulların en iyi sağlandığı ceza infaz kurumlarından biri olarak nitelendirdiğini belirterek somut olayda bu kişilerin cezalandırılmalarını gerektirir, yeterli, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.

148. Başvuru formu ve eklerine göre olaydan sonra Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında ifadeleri alınan bazı gardiyanların gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu açıktır. Bu gardiyanlar, tutuklanmalarından önce askerî savcı önünde de gerçeğe aykırı beyanda bulunmuşlardır. Başvuru formu ve eklerinde 28/6/2005 tarihinde Astsubay O.A. tarafından alındığı belirtilen ifadelerin anılan tarihte alınmadığını ortaya koyan önemli veriler bulunmaktadır. Başvuru formu ve eklerine göre Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında düzenlenen bazı tutanaklardaki ve ifadelerdeki imzaların sahte olduğu da açıktır. Olay esnasında giyinme odasında bulunan bazı gardiyanlar derece mahkemeleri önünde, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca yürütülen tahkikat kapsamındaki ifadelerini idarenin yönlendirdiğini, idare istediği için o şekilde ifade verdiklerini belirtmişlerdir. Tüm bunlar dikkate alındığında Askerî Ceza İnfaz Kurumundaki rütbeli askerlerin M.P.nin ölüm olayına karışıp karışmadıklarının, iddia edildiği gibi olaydan sonra gardiyanları koruma saikiyle hareket edip etmediklerinin derece mahkemelerince titiz bir şekilde araştırılması ve yapılan bu araştırma sonucunda elde edilen verilerin değerlendirmeye tabi tutulması gerektiği açıktır. Ancak Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Askerî Ceza İnfaz Kurumunca başlatılan tahkikat kapsamında düzenlenen bazı tutanaklardaki ve ifadelerdeki imzaların niçin sahte çıktığı, 28/6/2005 tarihinde alındığı belirtilen ifadelerin gerçekten de anılan tarihte mi alındığı, ifadeler anılan tarihte alınmamışsa neden bu tarihin ifadelerin alındığı tarihi olarak gösterildiği hususlarında herhangi bir değerlendirme yapmadan kararını açıklamıştır. İddianamede Askerî Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin gardiyanları koruma gayreti ile hareket ettiğini ispatlamak için kullanılan bu argümanların gerekçeli kararda karşılanmamış olması önemli bir eksikliktir.

149. Yukarıda da belirtildiği üzere başvuru formu ve eklerinde Askerî Ceza İnfaz Kurumunda M.P.nin dövülmesi olayından önce de benzer bazı dövme olaylarının yaşandığından şüphelenilmesi için önemli veriler bulunmaktadır. Nitekim Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesi, anılan dönemde yaşanan bazı dövme olaylarıyla ilgili olarak bir kısım gardiyan hakkında kasten yaralama suçundan hüküm kurmuş ve bu hükümlerin açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bazı gardiyanlar dövme emrini rütbeli askerlerin verdiğini ifade etmiştir. Bazı tutuklu ve hükümlüler de dövme olaylarından sonra yüzlerinde oluşan şişlikleri ve morlukları rütbeli askerlerin gördüğünü belirtmişlerdir. Tüm bunlara rağmen derece mahkemeleri, M.P.nin ölümünden önceki dövme olaylarından rütbeli askerlerin haberdar olup olmadığı konusu üzerinde yeterince durmamıştır. Keza derece mahkemeleri, M.P.nin ölümünün münferit bir ölüm olayı olarak görülerek diğer dövme olaylarından bağımsız bir şekilde ele alınmasının gerekçesini tatmin edici bir şekilde ortaya koyamamıştır.

150. Başvuru konusu olayın ayrıca yaşam hakkına ilişkin soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerektiği yönündeki ilke açısından değerlendirilmesi gerekir.

151. Somut olayda 27/6/2005 tarihinde meydana gelen olay hakkındaki soruşturmanın Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19/1/2015 tarihli kararıyla sona erdiği anlaşılmaktadır. Davanın konusunun başvurucular açısından önemi ve başvurucuların davanın uzamasında hiçbir dahlinin olmaması gibi hususlar dikkate alındığında yaklaşık 9 yıl 7 aylık sürenin makul olduğu söylenemeyecektir. Bu sebeple başvuruya konu davanın daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olunan önemli rolün zarar görmesine neden olabilecek şekilde makul süratte yürütülmediği sonucuna varılmıştır.

152. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde Askerî Savcılığın olaya resen ve derhâl el koymamasının delilerin toplanması ve muhafazası konusunda önemli bir kısım eksikliğin yaşanmasına sebep olduğu, soruşturma sonucunda elde edilen delillerin derece mahkemeleri kararlarında kapsamlı bir analize tabi tutulmadığı, olaya ilişkin soruşturmanın ve kovuşturmanın makul süratte yürütülmediği, söz konusu eksiklikler nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlaline sebep olunduğu kanaatine varılmıştır.

153. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. İşkence Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

154. Başvurucular, yukarıda belirtilen iddialarla (bkz. §§ 95-97) işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

155. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

156. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın değerlendirildiği kısımda da belirtildiği üzere başvurucuların oğlu M.P. tamamen devletin koruması altında iken makul bir açıklaması yapılamayan, korkutma ve sindirme amacıyla yapıldığı değerlendirilen oldukça yoğun bir fiziksel şiddete maruz kalmış ve bunun sonucunda yaşamını yitirmiştir. Yine yukarıda belirtildiği üzere olay hakkında etkili ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmemiştir. Somut olayın koşulları dikkate alındığında yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası ile işkence yasağının ihlal edildiği iddiasının iç içe geçtiği anlaşılmıştır. Bu sebeple somut olayda yukarıdaki gerekçelerle işkence yasağının da maddi ve usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.

157. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

158. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ile (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

159. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan [GK] (B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

160. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

161. Mehmet Doğan kararında Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama yapmakla görevli derece mahkemelerinin yükümlülüklerine ve ihlalin sonuçlarını gidermek amacıyla derece mahkemelerince yapılması gerekenlere ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Buna göre; Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde, ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

162. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır. Bu çerçevede ihlal, yargılama sırasında gerçekleştirilen usule ilişkin bir işlemden veya yerine getirilmeyen usuli bir eksiklikten kaynaklanıyorsa söz konusu usul işleminin, hak ihlalini giderecek şekilde yeniden (veya daha önce hiç yapılmamışsa ilk defa) yapılması icap etmektedir. Buna karşılık ihlalin idari işlem veya eylemin kendisinden ya da (derece mahkemesince yapılan veya yapılmayan usul işlemlerinden değil de) derece mahkemesi kararının sonucundan kaynaklandığının Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edildiği hâllerde derece mahkemesinin usule dair herhangi bir işlem yapmadan doğrudan, mümkün olduğunca dosya üzerinden önceki kararının aksi yönünde karar vererek ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırması gerekir (Mehmet Doğan, § 60).

163. Başvurucular ihlalin tespit edilmesini, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılmasını ve 50.000 TL maddi, 50.000 TL manevi olmak üzere toplam 100.000 TL tazminata karar verilmesini talep etmişlerdir.

164. Somut olayda, hem yaşam hakkının hem de işkence yasağının maddi ve usul yönlerinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Mevcut başvuruda, yaşam hakkı ile işkence yasağının maddi yönlerine ilişkin ihlalin idarenin kusurundan; yaşam hakkı ile işkence yasağının usul yönlerine ilişkin ihlalin ise soruşturma ve kovuşturma makamlarının soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki bir kısım eksikliğinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.

165. Yaşam hakkı ile işkence yasağının usule ilişkin yönlerinin ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

166. Yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara -talepleriyle bağlı kalınarak- net 50.000 TL manevi tazminatın müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

167. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

168. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. İşkence yasağının maddi yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

4. İşkence yasağının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

4. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkı ile işkence yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 5. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara müşterek olarak net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/10/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

RABİA NUR YAZICI VE SELMA KOCAPİÇAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/9528)

 

Karar Tarihi: 9/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 5/8/2020-31204

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Mustafa ARI

Başvurucular

:

1. Rabia Nur YAZICI

 

 

2. Selma KOCAPİÇAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Hatice YAVUZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yaşanan sel felaketi sonucu meydana gelen ölüm olayları ile ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/5/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 3/7/2012 ile 4/7/2012 tarihlerinde Samsun genelinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle Canik ilçesi sınırları içinde bulunan Kuzey Yıldızı Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) konutlarının kapıcı dairesini su basmış ve dairede apartman görevlisi olarak kalan K.Y. ile oğulları M.Y. ve B.H.Y. hayatlarını kaybetmiştir.

9. K.Y. birinci başvurucunun babası, ikinci başvurucunun ise eski eşi iken M.Y. ile B.H.Y. ise birinci başvurucunun kardeşleri, ikinci başvurucunun da çocuklarıdır. Olay tarihinde K.Y. 39, M.Y. 14 ve B.H.Y. ise 9 yaşındadır.

10. İkinci başvurucu bireysel başvuruyu kendi adına asaleten, birinci başvurucu adına ise velayeten yapmıştır.

A. Olayla İlgili Ceza Soruşturması Süreci

11. Yaşanan olay üzerine Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl soruşturma başlatmıştır.

12. Samsun Emniyet Müdürlüğü Irmak Polis Merkezi Amirliği tarafından 4/7/2012 günü saat 05.30 sıralarında Başsavcılığa Canik ilçesi Kuzey Yıldızı TOKİ B Blok bodrum katını su basması sonucu bir baba ve iki oğlunun hayatlarını kaybettiğinin bildirilmesi üzerine Başsavcılık; olay yerinde gerekli inceleme, tespit ve keşif işlemlerinin yapılarak ceset üzerinde ölü muayene ve otopsi işleminin gerçekleştirilmesi için cesetlerin Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Morguna kaldırılması talimatı vermiştir.

13. Başsavcılık tarafından düzenlenen 4/7/2012 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı'nda; başvurucuların yakınlarının ölümlerinin suda boğulmaya bağlı olarak gerçekleştiği, kesin ölüm nedenleri tespit edildiğinden klasik otopsi yapılmasına gerek olmadığı belirtilmiştir.

14. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık resen 4/7/2012 tarihinde bir inşaat mühendisi, bir yüksek çevre mühendisi, bir yüksek jeoloji mühendisi ve bir mimardan oluşan bilirkişi heyeti oluşturmuş; bilirkişiler eşliğinde olay yerine intikal ederek fotoğraflama, inceleme ve tespit çalışmaları yapmıştır. Ardından sel sularının geldiği Yılanlıdere bölgesine geçerek bu bölgeyi ve Devlet Su İşleri (DSİ) 7. Bölge Müdürlüğü tarafından yaptırılan sel kapanını incelemiştir.

15. Bilirkişi heyetinin Başsavcılığa sunduğu 15/8/2012 tarihli raporda özetle şu tespitlere yer verilmiştir:

i. Dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Blokların kurulu olduğu alanın çevresinde taşkın gibi olayların önlenmesi ya da güvenlik amacıyla ihata duvarının yapılmamış olması projenin önemli bir eksikliğidir.

ii. Su baskını eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşmak suretiyle toplu konut sahasına ulaşmıştır.

iii. Bodrum katlarda bulunan konutlara iskân verilmesinde meri mevzuat açısından bir engel olmamasına rağmen pencere önünde bulunan alanda biriken suyun tahliyesi için kapalı sistem yerine açık sistem kullanılması gerekmektedir.

iv. 100 yıllık feyezan debisi 155 m³/sn olan akarsu yatağına 710 m³/sn debi su gelmesi nedeniyle ıslah çalışmaları ve sel kapanı yetersiz kalmıştır.

v. Çöp istasyonu, sel kapanı ile akışı düzenleyen suyu biriktirip üzerinden savaklaması sonucu çöplerin taşınmasına neden olmuş ve taşkının oluşmasında başrol oynamıştır.

vi. Maksimum feyezan debisi esas alınarak yapılmış olan dere ıslahı ve sel kapanı projeleri için yapılan hesaplama prensip ve tekniklerinde hata tespit edilememiştir. Buna karşın -gelen su miktarı ne olursa olsun- sel kapanında çökme, göçme ve bozulma olmaması gerekir.

vii. 500 yıllık feyezan debisi 217 m³/sn olan bu akarsuya akışın pik yaptığı anlarda 710 m³/sn debi suyu gelmesi nedeniyle bu miktardaki bir debinin taşkın kapsamında değil de afet kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

viii. Yılanlıdere üzerinde bulunan sel kapanı gövdesinde kaya dolgusu kullanılması gerekirken pasa malzemesi kullanılmış, kil dolgusu kret üst kotuna kadar olması gerekirken kotun 4-5 metre altında bırakılmış ve kret üzerindeki mevcut yol dolgusu nedeniyle dolu savağın önü kapanmıştır.

16. Başsavcılık, bilirkişi heyetinin verdiği rapor doğrultusunda sorumluları tespit ederek sorumlularla ilgili soruşturma yapabilmek amacıyla DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında Samsun Valiliği İl İdare Kurulu Müdürlüğünden 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talebinde bulunmuştur.

17. Samsun Valiliği tarafından yapılan ön inceleme neticesinde 21/12/2012 tarihli kararla görevi ihmal iddiasının sübuta ermediği gerekçesiyle DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

18. Anılan karara Başsavcılık itiraz etmiş, itirazı inceleyen Samsun Bölge İdare Mahkemesi tarafından itiraz kabul edilmiş ve bu şekilde soruşturma izni verilmemesine dair karar kaldırılmıştır. Bunun üzerine Başsavcılıkça tespit edilen yetkililerin şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınmıştır.

19. DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri şüpheli sıfatıyla verdikleri ifadelerinde özetle sel kapanı yapımında herhangi bir eksikliğin bulunmadığını ve sel kapanı yapımının tüm teknik şartnameler ile istenen kriterlere uygun olduğunu, meteorolojinin 100 yıllık verileri dikkate alındığında 710 m³/sn debinin öngörülebilecek miktarda olmadığını ve yağışın doğal afet niteliğinde olduğunu, böyle bir olayda kendilerine atfedilecek herhangi bir kusurun bulunmadığını ileri sürmüşlerdir.

20. Başsavcılık, bilirkişi raporundaki tespitlerden hareketle Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı ve Büyükşehir Belediyesi yetkilileri ile Canik Belediye Başkanı ve Belediye yetkilileri hakkında İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünden 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni verilmesi talebinde bulunmuştur.

21. İçişleri Bakanlığı, görevlendirdiği muhakkikin düzenlediği ön inceleme raporuna dayanarak 15/11/2012 tarihli kararla soruşturma izni istenen on üç kişi hakkında soruşturma izni verilmesine karar vermiş olup anılan kararın ilgili kısımları şöyledir:

 "...Kanun gereği derelerin ıslahı ile görevli Büyükşehir Belediyesince (9.3.2 Bölümde yer alan cevabi yazıdan da anlaşılacağı üzere) 5393 Sayılı Belediye Kanunu'nun 7/r maddesi gereğince dere ıslahı ile ilgili olarak son 5 yılda herhangi bir çalışmanın yapılmaması, dere çevresinde dere rejimine uygun imar mevzuatı ve uygulamaları için gerekli çalışmaları yapmayan, üstelik konutlara yapı ruhsatı ve kullanma izni verilmesinde esas alınan felaketten sonra değiştirilerek meri mevzuata uygun hale getirilmeye çalışılan, Müfettişliğince görevlendirilen bilirkişilerin hazırladığı Bilirkişi Raporunda Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği'ne aykırı olduğu, belirtilen Büyükşehir İmar Yönetmeliği'ni yürürlükte tutan ve Başbakanlık 2006/27 sayılı 'Dere Yatakları ve Taşkınlar' Genelge'si 2. maddesi hilafına Yılanlıderenin kavşak yapılması amacıyla Mezbahane Köprüsünden itibaren mansaba doğru (130 m) lik bölümünün üzerinin kapatılması ile ilgili olarak Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y ile Fen İşleri Eski Daire Başkanı S.A., Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanı M.Y., Büyükşehir Belediyesi SASKİ Genel Müdürü C.Ö. ve Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U. haklarında 'soruşturma izni verilmesi'ne,

Dere yatağında düşük kotta yer alan ve selden büyük zarar gören kaçak yapıların Canik Belediyesince (Raporun 9.3.4 bölümünde yer alan yazısında Belediyenin de açıkça belirttiği gibi) zamanında yıkılmaması konusunda görevli ve sorumlu olan Canik Belediye Başkanı O.G. ile Canik Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü H.D. haklarında; 'soruşturma izni verilmesi'ne

TOKİ Konutlarının, kıyı kenar çizgisinde kalıp kalmadığı sorgulanmadan kot altında kalan çukur alanda biriken suların tahliyesi için gerekli tedbirleri almadan, böylesine riskli bir alanda inşa edilen ve bodrumdaki dairelerine iskan verilen konutlar için ihata duvarı yapılmadan inşa edilmiş olmasından sorumlu, bu binalara verilen yapı ve yapı kullanma izinlerinde imzaları bulunan Canik Belediye Başkan Yardımcıları S.İ. ile S.K., İmar ve Şehircilik Müdürü H.D., Proje Ruhsat Şefi N.D., İnşaat Teknikerleri K.V. ve İnşaat Teknikeri Ü.O. Haklarında 'soruşturma izni verilmesi'ne..."

22. Haklarında soruşturma izni verilmesine karar verilen kamu görevlileri anılan karara itiraz etmiş olup itirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 14/3/2013 tarihli kararıyla, ön inceleme raporunun yetersiz ve eksik incelemeye dayandığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmesine dair kararın kaldırılmasına ve belirtilen eksikleri gideren yeni bir ön inceleme raporu düzenlenerek yeniden karar tesis edilmesine karar vermiştir.

23. İçişleri Bakanlığı tarafından Danıştay Birinci Dairesinin 14/3/2013 tarihli kararında belirtilen eksikliklerin giderilmesi ve gerekli araştırmanın yeniden yapılması için görevlendirilen bir mülkiye başmüfettişi ve bir mülkiye müfettişince 24/2/2014 tarihli yeni bir ön inceleme raporu hazırlanmıştır. İçişleri Bakanlığı, söz konusu ön inceleme raporuna dayanarak 25/2/2014 tarihinde yeni bir karar tesis etmiş olup anılan kararın ilgili kısımlarında şu tespitler yer almaktadır:

i. Dere ıslahı, yatak temizliği, afetlere karşı planlama ve fiziki önlemler alınması Büyükşehir Belediyesi için yasal zorunluluk olmasına rağmen bu yükümlülükler yerine getirilmemiştir. Keza dere ıslahı seli önleyici şekilde yapılmamış, imar plan değişikliklerinde taşkın önleme sınırına riayet edilmemiştir.

ii. Yılanlıdere üzerinde bulunan vahşi çöp depolama sahası hafriyat döküm yeri olarak kullanılmış olup dere yatağına dökülen çöp ve hafriyat bu yığının arkasında suyun birikmesine ve bu malzeme ile birlikte suyun ani bir şekilde TOKİ konutlarının olduğu alana gelmesine neden olmuştur.

iii. Yılanlıdere ile aynı havzadaki diğer iki dere üzerinde sel kapanının bulunmaması felaketin artmasına neden olmuştur.

iv. Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından kavşak yapılması amacıyla Mezbahane Köprüsü'nden itibaren mansaba doğru 130 metrelik bölümün üzeri kapatılarak dere yatağı daraltılmıştır.

v. Dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Blokların kurulu olduğu alanın çevresinde taşkın ve güvenlik gibi olayların önlenmesi amacıyla ihata duvarı yapılmamıştır.

vi. Bodrum katta bulunan iki konuta iskân verilmesinde yürürlükteki mevzuat gereği herhangi bir engel bulunmamasına rağmen pencere önü ve çukur alanda taşkın sularını engelleyici tedbir alınamadan iskân verilmesi, sorumluluğu doğurur.

vii. Dere yatağında düşük kotta yer alan ve selden büyük zarar gören kaçak yapılar zamanında yıkılmamış ve Büyükşehir Belediyesi tarafından bu hususta gerekli denetim yükümlülüğü yerine getirilmemiştir.

viii. Yapılan tespit nedeniyle olayda sorumlulukları bulunan Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y., Samsun Büyükşehir Belediyesinde görevli eski Fen İşleri Daire Başkanı S.A., Fen İşleri Daire Başkanı M.Y., SASKİ Genel Müdürü C.Ö. ve İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U., Canik Belediye Başkanı O.G. ve Canik Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürü H.D. hakkında soruşturma izni verilmesine karar verilmiştir.

ix. TOKİ'ye verilen yetki ve imtiyazlar gözönüne alındığında can kayıplarının meydana geldiği dairelere iskân verilmesinden Canik Belediyesi sorumlu tutulamayacağından bu işlem nedeniyle Canik Belediye Başkanı O.G., Başkan Yardımcıları S.İ. ve S.K., İmar ve Şehircilik Müdürü H.D., Proje Ruhsat Şefi N.D. inşaat teknikerleri K.V. ve Ü.O. ile harita teknikeri O.A. hakkında ise soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

24. İçişleri Bakanlığının 25/2/2014 tarihli kararına Başsavcılık (soruşturma izni verilmeyenler yönünden) ve haklarında soruşturma izni verilen kamu görevlileri itiraz etmiştir.

25. İtirazı inceleyen Danıştay Birinci Dairesi 21/10/2014 tarihli kararıyla Başsavcılığın itirazını reddetmiş, buna karşın hakkında soruşturma izni verilen kamu görevlilerinin itirazlarını kabul ederek ilgili kişiler yönünden verilen soruşturma izni verilmesine dair kararın kaldırılmasına hükmetmiştir.

26. Danıştay Birinci Dairesinin 21/10/2014 tarihli kararının ilgili kısımları şu şekildedir:

"...3-4.7.2012 tarihinde meydana gelen yağışın beklenmeyen ve öngörülemeyen miktarda afet boyutunda olduğu ve asıl sorunun DSİ tarafından yapılan sel kapanı arkasında selin getirdiği rüsubatın birikerek kapanın vazife yapamaz duruma gelmesinden kaynaklandığı, bir süre sonra da sel kapanının yıkılarak biriken debisi yüksek suyun, önüne aldığı her şeyi sürükleyerek taşkına neden olduğu, dolayısıyla Büyükşehir Belediyesi görevlilerinin Yılanlıdere'deki sel afeti nedeniyle ölümlerin meydana gelmesinde sorumluluklarının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle Büyükşehir Belediyesinde görevli ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, itirazların kabulü ile İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 1 inci maddede belirtilen eylemden Y.Z.Y., S.A., M.Y., C.Ö ve Ö.U. için soruşturma izni verilmesine ilişkin kısmının kaldırılmasına,

Yılanlıdere yatağında düşük kotta yer alan ve selden zarar gören ruhsatsız yapıların yıkımını İlçe Belediyesi olarak gerçekleştirmemek, 5216 sayılı Kanunun 11 inci maddesine göre ruhsatsız yapıların yıktırılması ile ilgili Büyükşehir Belediyesi olarak denetim yükümlülüğünü yerine getirmeyerek sel afetinin artmasına ve birden fazla kişinin ölümüne neden olmak yolunda 2 nci maddede belirtilen eylemler ile ilgili olarak, Dairemizin 14.3.2013 tarih ve E:2013/248, K:2013/355 sayılı iade kararında belirtildiği halde, yetkili merci kararında genel ifade kullanılarak dere yatağındaki kaçak yapıları yıkmamak eylemi nedeniyle ilgililer hakkında soruşturma izni verilmiş ise de, dere yatağında olduğu belirtilen kaçak yapıların hangi yapılar olduğu somut olarak tespit edilmeden ilgililerin cezai yönden sorumlu tutulmaları mümkün değildir. Bu nedenle 2 nci maddeden ilgililere isnat edilen eylemin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşıldığından, itirazların kabulü ile İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 2 nci maddede belirtilen eylemden Y.Z.Y., O.G. ve H.D. için soruşturma izni verilmesine ilişkin kısmının kaldırılmasına,

...

...aynı Kanunun 4 üncü maddesinde görev alanına giren alanlarda imar planı yapmak ve onaylamak yetkisinin TOKİ'ye ait olduğunun belirtildiği, dolayısıyla TOKİ tarafından onaylanan planlara uygun olarak Canik Belediyesi görevlilerinin TOKİ konutları için yapı ruhsatları ve yapı kullanma izin belgeleri düzenlemeleri nedeniyle isnat edilen eylemlerde sorumlulukları bulunmadığı, bu nedenle 3 üncü maddeden ilgililere isnat edilen eylemlerin, haklarında soruşturma yapılmasını gerektirecek nitelikte olmadığı anlaşıldığından, İçişleri Bakanının 25.2.2014 tarih ve Mül.Tef.Ku.Bşk. 2014/108 sayılı kararının; 3 üncü maddede belirtilen eylemlerden S.K., S.İ., N.D., K.V., Ü.O. ve O.A. için soruşturma izni verilmemesine ilişkin kısmına Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın reddine..."

27. 4483 sayılı Kanun gereğince haklarında soruşturma izni verilmesi talep edilen on üç kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmemesi üzerine Başsavcılık 18/12/2014 tarihinde 4483 sayılı Kanun'un 9. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince ilgililer yönünden soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar vermiştir.

28. Ayrıca Başsavcılık, haklarında soruşturma yürütülen ve şüpheli sıfatıyla ifadeleri alınan DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri ile ilgili de şüphelilerin beklenen özeni göstermediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal ve kusur bulunmadığı gerekçesiyle 18/12/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair (takipsizlik) karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin yer aldığı ilgili kısım şu şekildedir:

"...Cumhuriyet Başsavcılığımızca söz konusu sel felaketi ile ilgili olarak olay tarihinde görevlendirilen bilirkişi heyetinin Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunmuş oldukları ayrıntılı raporun sonuç bölümünde maksimum fezeyan debisi esas alınarak yapılmış olunan dere ıslahı ve sel kapanı projeleri için yapılan hesaplama, prensip ve tekniklerinde herhangi bir hatanın tespit edilmediği, 500 yıllık fezeyan debisinin 214 m3/sn olan bu akarsuya akışın pik yaptığı alanlarda 710 m3/sn debi suyun gelmiş olması, bu miktarda bir debinin taşkın kapsamında değil doğal afet kapsamında ele alınmasının ve kabul edilmesinin uygun olduğu yönünde düşünce bildirildiği, Samsun 1.İdare Mahkemesinde açılan bir davada mahkemenin 15/07/2014 tarih ve 2013/1260 Esas sayılı kararı ile Meteoroloji Genel Müdürlüğünden, Samsun ilinde 03/07/2012 tarihindeki yağış ve bu yağışın doğal afet kapsamında nitelendirilip nitelendirilemeyeceği ile geçmiş yıllardaki yağışlar hakkında bilgi istenildiği, genel müdürlüğün 25/08/2014 tarih 38894 sayılı cevabında "Samsun Meteoroloji Bölge Müdürlüğümüz tarafından hazırlanan ve Genel Müdürlüğümüze ulaştırılan olağanüstü olay raporlarına göre 03/07/2012 tarihli kayıtlarda Samsun İli Canik İlçesinde meydana gelen şiddetli yağış ve sel hadisesi METEOROLOJİK AÇIDAN AFET OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR denilerek yağış toplamının temmuz ayı yağış normalinin (1970-2010) yaklaşık 5 katını ifade ettiğinin belirlendiği, bu nedenle 03/07/2012 tarihinde meydana gelen yağışın beklenmeyen ve öngörülemeyen miktarda afet boyutunda olduğu bu nedenle Yılanlıdere üzerinde sel kapanı inşaatı özel teknik şartnamesinde yapılması gereken ünitelerin teknik şartnamede istenen kriterlere uygun olduğu, dolayısıyla ileri sürülen görevi ihmal suçunun veya yukarıda açık kimlikleri yazılı bulunan şüphelilerden beklenen özeni gösterilmediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal veya kusurun söz konusu olmadığından..."

29. Başsavcılığın 18/12/2014 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararına başvurucular tarafından yapılan itirazı inceleyen Samsun 2. Sulh Ceza Hâkimliği 12/4/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:

i. Sunulan itiraz dilekçesi ekinde soruşturmaya konu olayla ilgili farklı bilirkişi raporları bulunmasına rağmen (özellikle ceza soruşturması ve tam yargı davasında aldırılan raporlar) Başsavcılık, kararını soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporuna dayandırmış olup verilen karar toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporu ile uyumludur.

ii. Bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olması durumunda bilirkişi raporundan yararlanılarak karar verilmesinde isabetsizlik yoktur.

iii. DSİ yetkilileri ile haklarında soruşturma izni verilmeyen kamu görevlileriyle ilgili verilen işlemden kaldırma kararı teknik bir karar olup bu kişiler yönünden soruşturma dahi yapılmadığından Başsavcılığın verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

30. Anılan karar başvurucular vekiline 20/4/2016 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular ise 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Olayla İlgili Tam Yargı Davası Süreci

31. Başvurucular, idarenin hizmet kusurundan kaynaklı olarak yakınlarının hayatlarını kaybettiğini ileri sürerek Samsun Büyükşehir Belediyesi, Canik Belediyesi, Orman ve Su İşleri Müdürlüğü ve TOKİ aleyhine Samsun 1. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davası açmışlardır.

32. İdare Mahkemesi, meydana gelen olayla ilgili olarak ölenlerin yakınlarının ölüm olayı nedeniyle uğradıkları maddi zararın sorumluların kusurları oranında belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi yaptırmıştır.

33. 6/4/2015 tarihli bilirkişi raporunda özetle;

i. Yılanlıdere üzerinde yapılan sel kapanının (vahşi çöp depolama alanında) projelendirme ve uygulama aşamasında boyutlandırma ve malzeme seçimi yanlış/eksiklikleri nedeniyle DSİ’nin %50 oranında kusurlu olduğu,

ii. İlçe sınırları içindeki inşaat ve yapı kullanma izin belgesi verilmesi konusunda Canik Belediyesinin sorumluluğunun bulunması nedeniyle Yılanlıdere'nin taşması sonucu oluşan zarardan %10 oranında kusurlu olduğu,

iii. 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu ve 20/11/1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun gereğince kendisine yüklenen görevleri yeterince yerine getirmediğinden Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığının %10 oranında kusurlu olduğu,

iv. Yılanlıdere cephesinde yaklaşım ve çekme mesafelerine uyulmaması (kıyı kenar çizgisi) kapıcı dairelerinin -taban döşeme üst seviyesi ile doğal zemin mesafesi, zemin kat döşeme kotu, kırmızı kot ve su basmanı ile yol seviyesi yönünden- standartlara uygun olarak yapılmaması, çevre duvarı yapılmaması ve bodrum kat havalandırmasının zeminin oyulmasıyla sağlanması sonucu bu alanlara biriken suların drenaj yetersizliğinden dolayı sel baskının olması nedeniyle TOKİ Başkanlığının %30 oranında kusurlu olduğu belirtilmiştir.

34. İdare Mahkemesi bilirkişi raporundaki tespitleri yeterli görerek bilirkişi raporuna yapılan itirazları reddetmiş; DSİ, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Canik Belediye Başkanlığı ve TOKİ'nin ölüm olayının meydana gelmesinde hizmet kusurlarının bulunduğunu tespit etmiştir.

35. Ayrıca İdare Mahkemesi başvurucuların olay nedeniyle uğradıkları maddi zararın tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırmış ve bilirkişi düzenlediği 13/7/2015 tarihli raporu İdare Mahkemesine sunmuştur.

36. İdare Mahkemesi 2/12/2015 tarihli kararıyla;

i. Olayla ilgili olarak birinci başvurucu için 15.431,13 TL, ikinci başvurucu için 113.885,94 TL maddi tazminat ödenmesine,

ii. Birinci başvurucu için 300.000 TL, ikinci başvurucu için ise 200.000 TL manevi tazminat ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar vermiştir.

37. Anılan karar, davacılar ve davalılar tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesini yapan Danıştay Sekizinci Dairesi 3/4/2017 tarihli kararında; meydana gelen olay nedeniyle tazmini istenen zararın sadece doğal afetten kaynaklanmadığı, idarelerin kusurlu hizmetlerinden doğan birden çok faktörün bir araya gelmesi ile oluştuğu sonucuna varıldığını belirttikten sonra "Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığının davacıların yakınlarının hayatını kaybettiği konutun yapımı yanında aynı zamanda imar planlarıyla ilgili olarak yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının da özellikle imar planlarıyla ilgili olarak yürüttüğü bir kamu hizmetinden kaynaklanan hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının ortaya konulması ve tespiti halinde davalı konumunda bulunmayan anılan idarelerin de hasım mevkine alınması suretiyle, belirtilen olaya ilişkin olarak Mahkemelerce yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemeleri sonrası hazırlanan bilirkişi raporları da gözetilerek, ilgili idarelerin kusur durumlarının birlikte değerlendirileceği yeni bir bilirkişi raporuyla bulunacak kusur oranları çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yukarıda anılan gerekçelerle tazminat isteminin yalnızca dava açılan idareler yönünden kısmen kabulüne kısmen reddine karar veren İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir..." şeklindeki gerekçeyle söz konusu İdare Mahkemesi kararının bozulmasına karar vermiştir.

38. Bu karara karşı idare tarafından yapılan karar düzeltme talebi Danıştay Sekizinci Dairesinin 15/4/2019 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

39. Danıştay Sekizinci Dairesinin 3/4/2017 tarihli bozma kararından sonra İdare Mahkemesine gönderilen dosyanın 2019/773 Esas sırasına kaydı yapılmış olup dava dosyası derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

40. 3194 sayılı Kanun’un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:

 “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.

Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.

Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.

Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.

Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.

 (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır.”

41. 5216 sayılı Kanun'un "Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin görev ve sorumlulukları" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili bentleri şöyledir:

"...

r) Su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak.

...

u) İl düzeyinde yapılan plânlara uygun olarak, doğal afetlerle ilgili plânlamaları ve diğer hazırlıkları büyükşehir ölçeğinde yapmak; gerektiğinde diğer afet bölgelerine araç, gereç ve malzeme desteği vermek; itfaiye ve acil yardım hizmetlerini yürütmek; patlayıcı ve yanıcı madde üretim ve depolama yerlerini tespit etmek, konut, işyeri, eğlence yeri, fabrika ve sanayi kuruluşları ile kamu kuruluşlarını yangına ve diğer afetlere karşı alınacak önlemler yönünden denetlemek, bu konuda mevzuatın gerektirdiği izin ve ruhsatları vermek.

...

İlçe (...) belediyelerinin görev ve yetkileri şunlardır:

...

f) (Ek: 12/11/2012-6360/7 md.) Afet riski taşıyan veya can ve mal güvenliği açısından tehlike oluşturan binaları tahliye etmek ve yıkmak."

42. 5216 sayılı Kanun'un "Büyükşehir belediyesinin imar denetim yetkisi" kenar başlıklı 11. maddesi şöyledir:

“Büyükşehir belediyesi, ilçe (…) belediyelerinin imar uygulamalarını denetlemeye yetkilidir. Denetim yetkisi, konu ile ilgili her türlü bilgi ve belgeyi istemeyi, incelemeyi ve gerektiğinde bunların örneklerini almayı içerir. Bu amaçla istenecek her türlü bilgi ve belgeler en geç onbeş gün içinde verilir. İmar uygulamalarının denetiminde kamu kurum ve kuruluşlarından, üniversiteler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından yararlanılabilir.

Denetim sonucunda belirlenen eksiklik ve aykırılıkların giderilmesi için ilgili belediyeye üç ayı geçmemek üzere süre verilir. Bu süre içinde eksiklik ve aykırılıklar giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi eksiklik ve aykırılıkları gidermeye yetkilidir.

Büyükşehir belediyesi tarafından belirlenen ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapılar, gerekli işlem yapılmak üzere ilgili belediyeye bildirilir. Belirlenen imara aykırı uygulama, ilgili belediye tarafından üç ay içinde giderilmediği takdirde, büyükşehir belediyesi 3.5.1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 32 ve 42 nci maddelerinde belirtilen yetkilerini kullanma hakkını haizdir. Ancak 3194 sayılı Kanunun 42 nci madde kapsamındaki konulardan dolayı iki kez ceza verilemez.”

43. 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu'nun ek 9. maddesi şöyledir:

"(Ek: 8/12/2004-5273/9 md.) Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılacak veya yaptırılacak yapılara, imar plânlarında o maksada tahsis edilmiş olmak, uygulama imar plânı ve mevzuata aykırı olmamak üzere mimarî, statik, tesisat ve her türlü fennî mesuliyetin Başkanlık tarafından üstlenilmesi ve mülkiyetin belgelenmesi kaydıyla başkaca belge istenmeksizin müracaat tarihinden itibaren onbeş gün içinde avan projeye göre yapı ruhsatı verilir.

(Ek fıkra: 27/4/2006 – 5492/2 md.) Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından yapılacak veya yaptırılacak her türlü alt yapı ve üst yapı inşaatlarıyla ilgili olarak, 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun ek 6 ncı maddesinde yer alan bina inşaat harcı ve 84 üncü maddesinin (1) ve (2) numaralı bentlerinde yer alan çeşitli harçlar, Kanundaki tarifesinde belirtilen en az tutarlar üzerinden alınır. Bu harçların dışında her ne ad altında olursa olsun hizmet karşılığı olsa dahi başkaca bir ücret veya bedel alınamaz. Belediyeler, bu yapılarla ilgili yapı kullanma izin belgesi müracaatları üzerine, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından geçici kabulün yapılmış olması kaydıyla başkaca belge aranmaksızın 15 gün içinde yapı kullanma izin belgesi vermek zorundadır. İstenen diğer belgeler Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından daha sonra tamamlanır."

44. 2560 sayılı Kanun'un "Su ve Kanalizasyon durum belgesi" kenar başlıklı 18. maddesi şöyledir:

"Yapı için belediyeden ruhsat isteyen gerçek ve tüzel kişiler, daha önce İSKİ'den su ve kanalizasyon durumu hakkında belge almak zorundadır. İSKİ o yerdeki su ve kanalizasyon şebekesine göre su ve kanalizasyon durum belgesi verir. Yapıların durum belgesi alınmadan veya tesisatın durum belgesine aykırı olarak yapılması hallerinde imar mevzuatının ruhsatsız yapılar hakkındaki hükümleri uygulanır.

İmar planlarının hazırlık safhasında altyapı tesisleriyle uyum yönünden İSKİ'nin de görüşünü almak şarttır."

45. 2560 sayılı Kanun'un ek 5. maddesi şöyledir:

"(5/6/1986 - 3305/3 md. ile gelen Ek 4 üncü madde hükmü olup madde numarası teselsül ettirilmiştir.) Bu Kanun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanır."

46. 4483 sayılı Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir."

47. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme" kenar başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"İzin vermeye yetkili merci, bu Kanun kapsamına giren bir suç işlediğini bizzat veya yukarıdaki maddede yazılı şekilde öğrendiğinde bir ön inceleme başlatır."

48. 4483 sayılı Kanun'un "Ön inceleme yapanların yetkisi ve rapor" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Ön inceleme ile görevlendirilen kişi veya kişiler, bakanlık müfettişleri ile kendilerini görevlendiren merciin bütün yetkilerini haiz olup, bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre işlem yapabilirler; hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesini de almak suretiyle yetkileri dahilinde bulunan gerekli bilgi ve belgeleri toplayıp, görüşlerini içeren bir rapor düzenleyerek durumu izin vermeye yetkili mercie sunarlar. Ön inceleme birden çok kişi tarafından yapılmışsa, farklı görüşler raporda gerekçeleriyle ayrı ayrı belirtilir.

Yetkili merci bu rapor üzerine soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu kararlarda gerekçe gösterilmesi zorunludur."

49. 4483 sayılıKanun'un"İtiraz"kenarbaşlıklı9.maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir.

Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi, izin vermeye yetkili merciler tarafından verilen işleme koymama kararına karşı da şikâyetçi itiraz yoluna gidebilir...

...verilen kararlar kesindir."

B. Uluslararası Hukuk

50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur."

51. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, Sözleşme'nin 2. maddesinin ilk cümlesinin devletin yalnızca kasti ve hukuka aykırı olarak ölüme sebebiyet vermekten kaçınmasını değil aynı zamanda devletlerin egemenlik yetkileri içinde bulunan kişilerin yaşamlarını korumak için gerekli tedbirleri almaları için devletlere pozitif yükümlülük yüklediği de hatırlatılmaktadır (L.C.B/Birleşik Krallık, B. No: 23413/94, 9/6/1998, § 36).

52. AİHM’e göre Sözleşme’nin 2. maddesi, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının bulunduğu durumlarda devlete elindeki tüm imkânları kullanarak yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak yeterli yargısal veya diğer tedbirleri alma görevi yüklemektedir (Osman/Birleşik Krallık [BD], B. No: 23452/94,28/10/1998, § 115; Paul ve Audrey Edwards/Birleşik Krallık, B. No: 46477/99, 14/3/2002, § 54). AİHM, bu yükümlülüğün -kamusal olsun veya olmasın- yaşama hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından da geçerli olduğu kanaatindedir (Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 31/11/ 2004, § 71).

53. AİHM'e göre doğal afetlerle ilgili olarak devlete yüklenebilecek pozitif yükümlülüklerin kapsamı her olayın kendi şartları içinde tehdidin kaynağına, riskin hafifletilmeye elverişlilik derecesine, doğal afetin meydana geleceğine işaret eden şartların bulunmasına, insan yerleşimine veya kullanımına açık bir yeri etkileyen felaketin tekrar edip etmediğine dayanılarak belirlenebilir (M. Özel ve diğerleri/Türkiye, B. No: 14350/05..., 17/11/2015, § 171).

54. AİHM tehlikeli faaliyetlerin sebep olduğu kazalara karşı adli açıdan verilecek cevaplar hakkında ortaya konulan ilkelerin doğal afetler alanında da uygulanmaya elverişli olduğunu belirtmektedir. Önleyici pozitif tedbirleri alma yükümlülüğü sebebiyle devletin sorumluluğunun söz konusu olduğu olaylar neticesinde can kaybının yaşandığı durumlarda Sözleşme'nin 2. maddesinin gerektirdiği hukuk sistemi, soruşturmaların sonuçlarının bunu haklı kılması hâlinde ceza verilmesini sağlayacak nitelikte ve bazı etkinlik kriterlerini karşılayan resmî, bağımsız ve tarafsız bir soruşturma mekanizmasının varlığını gerektirmektedir (M. Özel ve diğerleri/Türkiye, § 189). Yani doğal afetlerde kamusal makamların yaşama yönelik riski ortadan kaldırmak için gerekli özeni gösterip göstermediğinin tespiti ve varsa ihmal gösteren sorumluların hesap vermelerini sağlayan etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmesi gereklidir (Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 20/3/2008, § 142).

55. Ancak AİHM'e göre Sözleşme’nin 2.maddesikapsamındayetkililerin pozitif yükümlülükleri mutlak değildir. Yaşama yönelik varsayılan her tehdit, yetkilileri riski önlemek için özel önlemler almaya zorlamaz. Özel önlemler alma yönünde bir görev, sadece yetkililerin yaşama yönelik gerçek ve yakın bir riskin bulunduğunu bildikleri ya da bilmeleri gerektiği ve yetkililerin durum üzerinde belirli derecede hâkimiyetlerinin bulunduğu hâllerde ortaya çıkar (Finogenov ve diğerleri/Rusya, B. No: 18299/03, 27311/03, 20/12/2011, § 209).

56. Diğer taraftan söz konusu pozitif yükümlülük, modern toplumların güvenliğini sağlamadaki zorlukları, insan davranışlarının öngörülemezliğini ve belirli bir faaliyete ilişkin tercihlerin önceliklere ve kaynaklara göre yapılması gerektiğini akılda tutarak yetkililere imkânsız veya aşırı bir sorumluluk yüklemeyecek şekilde yorumlanmalıdır (Finogenov ve diğerleri, § 209; Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99,20/12/2004,§ 69).

57. AİHM, bazı istisnai durumlarda yetkili makamların Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin cezai yargı yolu gerektirdiğine kanaat getirmiştir (Öneryıldız/Türkiye, § 93). Ancak yaşam hakkının kasıtlı bir şekilde ihlal edilmediği hâllerde ve ihmal boyutunun hatalı bir kararın ya da dikkatsizliğin ötesine geçtiği istisnai durumlar dışında Sözleşme’nin 2. maddesi, bu gibi yasal çözümleri gerektirmemektedir. Devlet, ilgili bireylerin her türlü sorumluluğunun tespitinin ve tazminat gibi uygun kanuni bir telafinin sağlanması yoluyla mağdurlara tek başına ya da bir ceza kanunu yolu ile bağlantılı olarak bir medeni kanun yolu sağlayarak da yükümlülüğünü yerine getirebilir (Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya (k.k.), B. No: 76973/01, 28/11/2006; Anna Todorova/Bulgaristan, B. No: 23302/03, 24/5/2011, § 73).

58. AİHM Murillo Saldias ve diğerleri/İspanya kararında; 1996 yılında İspanya Pirenelerindeki şiddetli yağmur sonucu Biescas beldesinde kurulan kamp alanında meydana gelen sel felaketinde 87 kişinin hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak Audiencia Nacional Mahkemesinin idarenin temel hakları koruyamadığı tespitini yaparak birinci başvurucu lehine hükmedilen tazminat miktarlarını makul bulup birinci başvurucunun Sözleşme'nin 34. maddesi bakımından mağdur olduğunu iddia edemeyeceğini belirtmiştir.

59. Bunun dışında burada AİHM'in doğal afetler ile ilgili iki önemli kararına da değinmek gerekir. Bu kararlardan ilki Budayeva ve diğerleri/Rusya kararı olup bu karara konu olay şöyledir: Rusya'nın Tyrnauz kasabasının da içinde bulunduğu bölgede 1937 yılından beri çamurlaşmalar ve toprak kaymaları meydana gelmektedir. 18/7/2000 günü saat 23.00 sıralarında meydana gelen kayma neticesinde kasabanın kimi bölgeleri su ve çamur baskınına maruz kalmıştır. 19/7/2000 günü sabah saatlerinde çamur seviyesinin düşmesi üzerine bazı kasaba sakinleri evlerine geri dönmüş ancak aynı gün öğle saatlerinde kasabada başka bir toprak kaymasının daha olması üzerine koruyucu set yıkılmış, nehir taşmış ve başvurucuların oturdukları bölge su ve çamur altında kalmıştır. Bu kaymalar, su taşkınları ve çamur baskınları 25/7/2000 tarihine kadar devam etmiştir. Olaylar neticesinde sekiz kişi hayatını kaybetmiştir. Başvurucular sel baskını (çamur seli) için gerekli koruyucu önlemlerin alınmadığını ve olayla ilgili etkili soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

60. AİHM, Sözleşme’nin 2. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddiaları ilk olarak afet öncesinde gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı yönünden incelemiş; bölgenin iklimsel olarak sele yatkın bir yer olduğunu, somut olaydan önce de bölgede birçok kez sel gerçekleştiğini tespit ettikten sonra yetkililerin kasaba sakinlerinin yaşamını koruyucu risklere karşı yeterli önlemleri almadıklarına karar vermiştir. AİHM başvurucuların yakını Vladimir Budayev’in ölümüne ilişkin olarak da yapılan soruşturmanın Budayev’in ölüm şeklini tespitle sınırlı kaldığını, yetkililerin sorumluluklarının incelenmediğini belirtmiştir.

61. AİHM'in doğal afetler ile ilgili ikinci önemli kararı Kolyadenko ve diğerleri v. Rusya (B. No: 17423/05, 28/2/2012) kararıdır. Karara konu olayda başvurucular, Pionerskaya Nehri üzerine kurulu içme suyu barajı yakınındaki bir yerleşim yerinde (Vladivostok) ikamet etmektedir. 7/8/2001 tarihinde aralıksız devam eden sağanak yağış üzerine kritik eşiğe ulaşan su yüksekliğinin kontrol edilebilmesi amacıyla baraj yetkilileri tarafından suyun tahliye edilmesine karar verilmiş ancak tahliyelerle birlikte su taşkınları meydana gelmiş ve başvurucuların evleri sular altında kalmıştır. AİHM anılan olayda şiddetli yağmur hâlinde rezervuardaki suyun tahliyesinin acilen gerekli olabileceğinin ve bunun ise su baskınlarına neden olarak yaşamı tehlikeye sokabileceğinin yetkililer tarafından bilinmesi ve ona göre önlem alınması gerektiği sonucuna varmıştır. AİHM bu sonuca varırken idari makamların yerleşim yeri tespitinde yapılan hatalar ve imar mevzuatındaki eksiklere işaret eden bilirkişi raporundan da bahsetmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

62. Mahkemenin 9/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

63. Başvurucular; yakınlarının hayatlarını kaybetmelerine neden olan olayla ilgili olarak İdare Mahkemesi tarafından aldırılan bilirkişi raporunda DSİ, TOKİ, Samsun Büyükşehir Belediyesi ve Canik Belediyesine kusur atfedilmesine rağmen yürütülen ceza soruşturması sonucunda yeterli araştırma yapılmadan işlemden kaldırma ve takipsizlik kararı verildiğini, olay nedeniyle mağdur olmalarına rağmen ifadelerinin alınmadığını ve bu kararının kendilerine tebliğ edilmediğini, ayrıca soruşturmanın yaklaşık dört yıl gibi uzun bir süre sonra sonuçlandırıldığını belirterek adil yargılanma hakkı, etkili başvuru hakkı, kanun önünde eşitlik ve hukuk devleti ilkesi ile hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Ayrıca başvurucular başvuruya konu ihlalin tespit edilerek her biri için 100.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

1. Başvurucuların İddialarının Vasıflandırılması Yönünden

64. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, ... hakkına sahiptir."

65. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

66. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, yakınlarının hayatlarını kaybetmesine neden olan olayla ilgili olarak aldırılan bilirkişi raporlarındaki kusur tespitlerine rağmen yürütülen ceza soruşturması sonucunda işlemden kaldırma ve takipsizlik kararı verilmesi nedeniyle etkili bir soruşturma yürütülmediği iddiasına dayanmaktadır. Bu sebeple başvurucuların diğer hak ve ilkeler ile bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialar Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

67. Başvurucular, yakınlarının ölümleriyle ilgili olarak yürütülen ceza soruşturması neticesinde takipsizlik kararı verildiğini belirterek sorumluların cezasız kaldıkları gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Başvurucular, ölüm olayında kusurları olduğu iddia edilen idare aleyhine İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davası yönünden bir ihlal iddiası ileri sürmemişlerdir. Başvurucular, bireysel başvuru formunda İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davasında aldırılan bilirkişi raporundan söz etmişler ancak İdare Mahkemesinin verdiği kararla ilgili bir bilgiye yer vermemişlerdir.

68. Başvuruya konu soruşturma sürecine ilişkin olarak başvurucular tarafından adil yargılanma hakkı, hak arama hürriyeti ve etkili başvuru hakkı kapsamında ileri sürülen yukarıdaki iddiaların -doğrudan meydana gelen ölümlerin gerçekleşme koşullarının aydınlatılmasına ve hukuki sorumluluğun belirlenmesine yönelik olması da dikkate alındığında- yaşam hakkının öngördüğü etkili bir yargısal sistem kurma şeklindeki pozitif yükümlülük çerçevesinde incelenebileceği değerlendirilmiştir.

69. Bu bakımdan somut olayda başvurucuların etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddialarının ölümlerin gerçekleşme koşullarının aydınlatılması, hukuki sorumluluğun belirlenmesi ve soruşturmanın sonuçlarının bunu haklı kılması hâlinde sorumluları cezasız bırakmayacak şekilde etkili yürütülüp yürütülmediği yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

3. Haklarında İşlemden Kaldırma Kararı Verilen Kamu Görevlileri Yönünden

70. Kamu görevlilerinin görevlerini devlet adına ifa etmeleri ve görevlerinin ifası ile ortaya çıkan birtakım durumlarla bağlantılı olarak sık sık şikâyet edilme ve soruşturma tehdidi altında olma riski ile karşı karşıya olmaları nedeniyle haklarında adli soruşturma yürütülmesinin belirli bir makamın iznine bağlanması, hukuk devletinde makul görülebilir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, B. No: 2013/7907, 21/4/2016, § 106).

71. Nitekim Anayasa’nın 129. maddesinin altıncı fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza kovuşturması açılmasının -kanunla belirlenen istisnalar dışında- kanunun gösterdiği idari mercinin iznine bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 107).

72. Anayasa'nın bütünlüğü ilkesi çerçevesinde Anayasa kurallarının bir arada ve hukukun genel ilkeleri gözönünde tutularak uygulanması zorunlu olduğundan etkili soruşturma yükümlülüğünü ve kamu görevlilerinin soruşturulmasının izin şartına bağlı olmasını düzenleyen kurallar bütününün birbiriyle uyumlu bir şekilde yorumlanması gereklidir (Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş, § 108).

73. 4483 sayılı Kanun, kapsamında bulunan görevliler ve suçlar bakımından ceza soruşturması açılabilmesi için izin koşulunu kabul etmiştir. İzin süreci sonucunda soruşturma izni alınamaması durumunda ceza soruşturması başlamadığı için suç işlendiğine yönelik ihbar ve şikâyetler hakkında Cumhuriyet başsavcılığı inceleme/işlem yapılmasına yer olmadığı kararı verebilecektir. Ancak başsavcılığın aldığı bu karar 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 172. ve 173. maddeleri kapsamında bir karar olmadığından bu karara yapılan itirazda itiraz merciinin incelemeye yer olmadığına karar vermesi gerekir (Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 28/5/2006 tarihli ve E.2006/4098, K.2006/13142 sayılı kararı). Bu kapsamda idarenin soruşturma izni verilmemesine yönelik kararına yapılan itirazın bölge idare mahkemesi veya Danıştay tarafından reddedilmesi hâlinde Cumhuriyet başsavcılığının vereceği karar, şikâyet veya ihbar ile başlayan sürecin bitirilmesine yönelik olup bölge idare mahkemesinin veya Danıştayın kararına aykırılık içeremeyecektir (Günnur Coşkun, B. No: 2012/836, 20/3/2014, § 23; Ayla Akat Ata [GK], B. No: 2014/221, 30/11/2017, § 22).

74. Somut olayda Danıştay Birinci Dairesinin 21/10/2014 tarihli kararı ile Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Y.Z.Y., Samsun Büyükşehir Belediyesi Fen İşleri Daire Başkanları M.Y. ve S.A., İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Ö.U., SASKİ Genel Müdürü C.Ö., Canik Belediye Başkanı O.G., Canik Belediye Başkan Yardımcıları S.K. ve S.İ., Canik Belediyesi İmar Müdürü H.D., Canik Belediyesi Proje ve Ruhsat Şefi N.D., inşaat teknisyenleri K.V. ve Ü.O., harita teknikeri O.A. hakkında soruşturma izni verilmemesi hususu kesin olarak karara bağlanmıştır. Başsavcılığın verdiği 18/12/2014 tarihli işlemden kaldırma kararının Danıştay kararı üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvuru yolları 21/10/2014 tarihinde Danıştay Birinci Dairesinin kararı ile tüketilmiştir. Başvurucuların anılan nihai karardan en geç Başsavcılık tarafından verilen takipsizlik ve işlemden kaldırma kararına yapmış olduğu itiraz tarihi olan 4/9/2015 tarihinde haberdar olduğunun kabulü gerekmektedir.

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

76. Somut olayda nihai kararın öğrenildiği 4/9/2015 tarihinden itibaren otuz günlük başvuru süresi geçtikten sonra 18/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle başvuru yollarının tüketildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılmayan bireysel başvurunun bu kısmının süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

Hasan Tahsin GÖKCAN bu görüşe katılmamıştır.

4. Haklarında Takipsizlik Kararı Verilen Kamu Görevlileri Yönünden

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

78. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda birinci başvurucu, olayda hayatını kaybeden K.Y.nin kızı, M.Y. ve B.H.Y.nin kardeşi olup ikinci başvurucu ise K.Y.nin eski eşi, M.Y. ve B.H.Y.nin ise annesidir. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

79. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

80. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete negatif yükümlülükler yanında pozitif yükümlülükler de yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

81. Pozitif yükümlülükler kapsamında devletin yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi vardır. Devlet, öncelikle yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal düzenlemeler yapmalı; bununla da yetinmeyerek gerekli idari tedbirleri almalıdır. Bu ödev ayrıca bireyin yaşamını her türlü tehlike, tehdit ve şiddetten koruma yükümlülüğünü de içerir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

82. Devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda kamu makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi gereğince öncelikle yetkileri dâhilinde tüm imkânları kullanarak yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı etkili yasal ve idari tedbirleri oluşturmaları gerektiği ifade edilmelidir. Bu kapsamda anılan yasal ve idari tedbirler, yaşam hakkına yönelik ihlalleri durdurmayı ve gerektiğinde faillerin cezalandırılmasını sağlayacak nitelikte olmalıdır. Bu yükümlülük, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her durum için geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

83. Öte yandan yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbir ile yerine getirilebilir (Bilal Turan ve diğerleri (2), B. No: 2013/2075, 4/12/2013, § 59).

84. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, makul ölçüler çerçevesinde kamu makamlarının bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde tedbirler alması gerekir. Ancak özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında pozitif yükümlülük kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

85. Bu noktada öncelikle devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, meydana gelen afet olaylarına ilişkin olarak kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunmasının, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmelidir.

86. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

87. Yaşam hakkına ilişkin usule yönelik bu yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir. Kasten veya kötü muamele sonucu meydana gelen ölüm olaylarında Anayasa'nın 17. maddesi gereğince devletin sorumluların tespitini ve cezalandırılmalarını sağlayabilecek nitelikte bir cezai soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda idari soruşturmalar ve tazminat davaları sonucunda idari bir yaptırım veya tazminata hükmedilmesi ihlali gidermek, dolayısıyla mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

88. Kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari, hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

89. Bu noktada ifade etmek gerekir ki tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

90. Bununla birlikte kasıtlı olmayan fiiller nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında kamu makamlarının muhakeme hatası, dikkatsizliği aşan bir kusuru olduğu veya olası sonuçların farkında olmalarına rağmen söz konusu makamların kendilerine verilen yetkiler kapsamında tehlikeli bir faaliyet nedeniyle oluşan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almadığı durumlarda -ilgililer diğer hukuk yollarına başvurmuş olsalar dahi- kişilerin hayatının tehlikeye girmesine neden olanlar hakkında bir ceza soruşturması yürütülmesi gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 60).

91. Diğer taraftan ceza soruşturmasının amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük kesin olarak bir sonuç elde etmeyi değil uygun araçların kullanılmasını gerektirir. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

92. Bu çerçevede yaşam hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 75).

93. Kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunması noktasında tedbir almakla yükümlü olan kamu görevlilerinin yaşanan olaylarda bir ihmallerinin bulunup bulunmadığını tespit ederek olayın tüm yönleriyle aydınlatılabilmesi, devletin kişilerin hukukunun üstünlüğüne olan bağlılığını sürdürmesi ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterilmemesi ya da kayıtsız kalındığı görünümü verilmesinin engellenmesi çok kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96; Filiz Aka, § 29). Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet; yürürlükteki yargı sisteminin, daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

94. Dolayısıyla soruşturma ve yargılamaların etkililik ve yeterliliğini temin adına soruşturma ve yargılama makamlarının ölüm olayını aydınlatabilecek, sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri, somut olayda başvurulan yolun türüne bağlı olmak üzere gerektiğinde resen toplaması ve bu konuda ileri sürülen delilleri dikkate alması gerekmektedir. Yargılamalarda ölüm olayının nedeninin veya bundan sorumlu olan kişilerin ortaya çıkarılması imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili bir soruşturma ve yargılama yürütme kuralıyla çelişme riski taşır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Bu kapsamda yetkililerce, soruşturma ve yargılama kapsamında elde edilen tanık ifadeleri ve bilirkişi raporları gibi söz konusu olaylarla ilgili kanıtların tamamı dikkate alınarak ölümün gerçekleşme sebebinin objektif analizinin yapılması, soruşturma ve yargılama sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması da gerekmektedir (Turan ve Kevzer Uytun, B. No: 2013/9461, 15/12/2015, § 73, Cemil Danışman, § 99).

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

95. Somut olayda başvurucuların yakınları, Samsun genelinde meydana gelen aşırı yağış nedeniyle Canik ilçesi sınırları içinde bulunan Kuzey Yıldızı TOKİ konutları kapıcı dairesini su basması sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir. Başvurucular, bilirkişi raporlarına göre kusurları tespit edilen bir kısım kamu görevlisi hakkında takipsizlik kararı verilmesi nedeniyle yaşam hakkı kapsamında etkili ceza soruşturması yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

96. Bu nokta ilk olarak incelenmesi gereken husus, yaşam hakkı kapsamında devletin etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğünün somut olayda ceza soruşturması ile yerine getirilip getirilmediğidir.

97. Öncelikle devletin yaşamı koruma yükümlülüğü kapsamında, meydana gelen doğal afet olaylarına ilişkin olarak kişilerin yaşamı ile vücut bütünlüklerinin korunmasının, ölüm ve yaralanma olaylarının önüne geçilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmelidir. Bu belirlemeden sonra her somut olayın özelliklerini kendi içinde değerlendirmekle birlikte esas olarak tehlikeli faaliyetlerin sebep olduğu ölüm olayları yönünden ortaya konulan ilkelerin doğal afetler alanında da uygulanmaya elverişli olduğuna işaret etmek gerekir. Dolayısıyla doğal afetlerde kamusal makamların yaşama yönelik riski ortadan kaldırmak için gerekli özeni gösterip göstermediklerinin tespitini ve varsa ihmal gösteren sorumluların hesap vermelerini sağlayan bir soruşturma yürütülmelidir. Yürütülen soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporları, soruşturmada elde edilen deliller ve tüm bunların nesnel ve tarafsız analizi gerçekleşen ölüm olayında önlem alması gereken kamu görevlilerinin kusurlarını açıkça ortaya koymasına rağmen bu kamu görevlileri hakkında cezasızlık sonucunu ortadan kaldıracak şekilde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi pozitif yükümlülük bağlamında ihlale neden olur.

98. Somut olayda dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen saha doldurulmuş ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edilmiştir. Su baskını eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşarak toplu konut sahasına ulaşmıştır. Olayda DSİ 7. Bölge Müdürlüğü tarafından yapılan sel kapanı vazife yapamaz hâle gelmiş, ardından oluşan su baskınları neticesinde başvuruya konu olay yaşanmıştır. Yapılan çalışmalar kapsamında dere yatağının güzergâhının değiştirilmesi, yetkili makamlar tarafından dere ıslah çalışması ve su kapanı yapılması, sel kapanının niteliği ile olay tarihindeki yağış miktarı dikkate alındığında somut olayda yaşam hakkı kapsamında devletin etkili yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülüğünün ceza soruşturması ile yerine getirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır.

99. Bu noktada incelenmesi gereken ikinci husus, etkili yargısal sistem kurma yönündeki yükümlülük bağlamında ceza soruşturmasının somut olay özelinde etkili bir şekilde yürütülüp yürütülmediğidir.

100. Olaydan haberdar olan Başsavcılık derhâl soruşturmaya başlamış, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek şekilde delilleri tespit etmeye çalışmıştır. Bu kapsamda meydana gelen ölüm olayında sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin tespiti amacıyla da keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi heyeti tarafından Başsavcılığa sunulan 15/8/2012 tarihli raporda, dere ıslah çalışması ile yatağın güzergâhı değiştirilerek elde edilen sahanın doldurulduğu ve bu alana TOKİ tarafından bloklar inşa edildiği, su baskınının eski dere yatağı güzergâhından çevre yolundaki köprünün üzerinden aşarak toplu konut sahasına ulaştığı belirtildikten sonra -gelen suyun miktarı ne olursa olsun- sel kapanında çökme, göçme ve bozulmanın olmaması gerektiği ifade edilmiştir. Raporda Yılanlıdere üzerinde bulunan sel kapanı gövdesinde kaya dolgusu olması gerekirken pasa malzemesi olduğu, kil dolgusu kret üst kotuna kadar olması gerekirken kotun 4-5 metre altında bırakıldığı ve kret üzerindeki mevcut yol dolgusu nedeniyle dolu savağın önünün kapandığına da işaret edilmiştir (bkz. § 15).

101. Anılan bilirkişi raporundaki tespitler dışında İçişleri Bakanlığının 25/2/2014 tarihli kararında; dere ıslahının seli önleyici şekilde yapılmadığı, imar plan değişikliklerinde taşkın önleme sınırına riayet edilmediği tespitleri yapılmış (bkz.§ 23) olup Danıştay Birinci Dairesi ise 21/10/2014 tarihli kararında olayın DSİ tarafından yapılan sel kapanının arkasında selin getirdiği rüsubatın birikerek kapanın vazife yapamaz duruma gelmesinden kaynaklandığına hükmetmiştir (bkz. § 26).

102. Ceza soruşturması kapsamında yapılan bu belirlemelerle birlikte görülen tam yargı davası sırasında İdare Mahkemesi tarafından aldırılan 6/4/2015 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmında da Yılanlıdere üzerinde yapılan sel kapanının (vahşi çöp depolama alanında) projelendirme ve uygulama aşamasında boyutlandırma ve malzeme seçimi yanlış/eksiklikleri nedeniyle DSİ’nin %50 oranında kusurunun olduğu belirtilmiştir (bkz. § 33).

103. Yukarıda değinilen bilirkişi raporlarındaki tespitler, idari ve yargısal merciler tarafından yapılan değerlendirmeler ve kamu makamlarının sorumluluklarını ortaya koyan verilere rağmen Başsavcılık tarafından DSİ 7. Bölge Müdürlüğü yetkilileri hakkında şüphelilerin beklenen özeni göstermediğine dair bir olgunun bulunmadığı ve dolayısıyla kendilerine yüklenecek ihmal ve kusur bulunmadığı gerekçesiyle 18/12/2014 tarihinde takipsizlik kararı verilmiştir (bkz. § 28). Gerek ceza soruşturmasında gerekse de tam yargı davasında alınan bilirkişi raporlarındaki tespitler doğrultusunda -bilirkişi raporunda yapılan tespitlerin aksini ortaya koyan objektif ve bilimsel başka bir veri yok iken- Başsavcılığın vardığı bu sonucun ölüm olayının nedeninin ve sorumluların ortaya çıkarılmasına imkân verecek etkinlikte yürütüldüğü söylenemez. Keza yürütülen soruşturma kapsamında alınan bilirkişi raporları, soruşturmada elde edilen deliller ve tüm bunların nesnel ve tarafsız analizi gerçekleşen ölüm olayında önlem alması gereken kamu görevlilerinin kusurlarını açıkça ortaya koymasına rağmen bu kamu görevlileri hakkında cezasızlık sonucunu ortadan kaldıracak şekilde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesi pozitif yükümlülük bağlamında ihlale neden olur.

104. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

105. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

106. Başvurucular, hak ihlali nedeniyle ayrı ayrı 100.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

107. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

108. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

109. Başvuruda, Başsavcılık tarafından etkili bir soruşturma yürütülmemesi sonucu takipsizlik kararı verilmesi gerekçesiyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Somut başvuruda ihlalin Başsavcılıkça verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

110. Bu durumda yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden etkin bir adli soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yeniden yapılacak soruşturma ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş öncelikle ihlale yol açan kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ortadan kaldırılması ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

111. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 40.000 TL manevi tazminat ödenmesine, tazminata ilişkin diğer taleplerin reddine karar verilmesi gerekir.

112. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ile 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Haklarında işlemden kaldırma kararı verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın süre aşımı nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Hasan Tahsin GÖKCAN'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

2. Haklarında takipsizlik verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Haklarında takipsizlik verilen kamu görevlilerine ilişkin soruşturma yönünden Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

1. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına (verilen karar 2012/14389 numaralı soruşturma dosyasıyla ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,

2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara ayrı ayrı net 40.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

3. 239,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.239,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

4. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

5. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Mahkememiz Birinci Bölüm çoğunluğu tarafından, haklarında işlemden kaldırma kararı verilen görevliler bakımından Danıştay kararının öğrenilme tarihi esas alınarak, başvurunun süre aşımı nedeniyle kabul edilemezliğine karar verilmiştir. Bu karara aşağıda gerekçesi açıklanan nedenlerle katılmamaktayım.

2. Mahkememiz heyetince 4483 sayılı Kanunun 9. maddesinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu öncesindeki olaylar bakımından uygulanmasına ilişkin önceki Yargıtay yorumundan hareketle, soruşturma izni verilmemesi durumunda C. Başsavcılığının sonraki aşamada aksi yönde bir karar veremeyeceği gerekçesiyle, 30 günlük başvuru süresi Danıştay kararının öğrenilmesinden başlatılmış ve sürenin geçtiği kabul edilmiştir. Fakat bu kabul, aşağıda değinileceği üzere devletin etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında kanun koyucunun 5271 sayılı CMK hükümlerinde öngördüğü hukuk düzenini ve kanun yolunu gözardı etmek anlamına gelmektedir.

3. 4483 sayılı Kanunun 9. maddesinde, yetkili merciin soruşturma izni vermeme kararı üzerine yerine göre Danıştay veya bölge idare mahkemesine itiraz edilebileceği ve itiraz üzerine verilen kararın kesin olduğu belirtilmektedir. Belirtelim ki, bu kural uyarınca söz konusu olan kesinlik, izin vermeme işlemiyle ilgili ve suçun 4483 sayılı Kanuna ve izne tabi bir suç olmasıyla sınırlıdır. İzne tabi olmayan bir suç hakkında izin süreci işletilerek soruşturma izninin verilmemesi kararıyla sonuçlandırılıp kesinleştirilmesi, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapma ve dava açmasına engel oluşturmamaktadır. Örneğin Yargıtay’ca, köy muhtarının seçim suçuyla ilgili olarak idari merci’in soruşturma izni vermeme kararı kesinleştiği halde, 298 sayılı Kanunun 138. maddesi uyarınca fiilin izne tabi olmaması nedeniyle savcılığın doğrudan dava açabileceği belirtilerek, iznin verilmemesine bağlı kovuşturma şartının yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin yerel mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir; Y.4.CD. 2.12.2008, 2007/5080 – 2008/21521. Ticaret sicil memuru sanıklar hakkında benzer bir örnek için bkz. Y.5.CD’nin 25.1.2017 tarihli ve 2016/6338 E. - 2016/6338 K. sayılı kararı. Bu nedenledir ki soruşturma izni verilmediği durumda dahi CMK hükümlerinde C. Savcısına bu konuda bir karar vermesi ve verilecek kararın da itiraz yoluyla denetlenmesi (m. 172-173) sistemi öngörülmüştür. Bu denetimi yapma yetkisi de ilgili C. başsavcılığı ve itiraz merciine aittir. Bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi uyarınca AYM’nin anılan adli merciler önüne geçerek suçun veya şüphelinin izne tabi olup olmadığını denetleme yetkisi bulunmamaktadır. Başka deyişle açık ve bariz bir kanunsuzluk bulunmadığı takdirde AYM’nin anılan uygulamayı esas alması gerekmektedir.

4. Çoğunluk gerekçesinde belirtilen yorum, 5271 sayılı Kanun hükümleri ve uygulamasıyla çelişmektedir. Yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK döneminde aksini öngören bir düzenlemenin bulunmaması nedeniyle ‘memur soruşturması’ tümüyle 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca idari merciler üzerinden yürütülmekte ve bunun için C. Savcılığına şikayette bulunulması dahi gerekmemekte, soruşturma izni verilmediğinde de ‘soruşturmanın’ başlamamış olduğu değerlendirilerek, C. Savcısının ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ kararı veremeyeceği ve yalnızca “incelemeye yer olmadığı’ kararı” verebileceği kabul edilmekteydi. Böylece anılan karara karşı kanun yoluna da gidilemiyordu. Buna karşın 5271 sayılı CMK’nın 158/4. maddesinde ilk kez yapılan düzenleme ile; “Bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar ve şikayet gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.” hükmü yer almıştır. Bu yükümlülüğün yaptırımı TCK’nın “kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” başlıklı 279. maddesinde düzenlenmiştir. Bir suç ihbarını alan C. Savcısı, soruşturma izne tabi olsa dahi “ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma ihtimali bulunan delilleri tespit” ettikten sonra yetkili merciden izin ister (4483/m.4/1). Böylece, izne tabi olsa dahi soruşturmayı başlatma, fiili niteleme ve yapılmasında zorunluluk bulunan acil soruşturma tedbirlerini aldıktan sonra yetkili idari merciden izin isteme (ve idari ön inceleme sürecini başlatma) yetkisi C. savcısına verilmiştir. İzin, soruşturma engeli ve kovuşturma şartı olduğundan, soruşturma izninin verilmemesi durumunda kovuşturmama kararı verilmesi gerekmektedir. Bununla paralel olarak CMK’nın 172/1. maddesinde ise “Cumhuriyet savcısı soruşturma evresi sonunda … kovuşturma olanağının bulunmaması hallerinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.” hükmü düzenlenmiştir. Soruşturma izni verilmemesi, kovuşturma olanağını ortadan kaldırdığı için, işleme koymama kararı değil, anılan hüküm uyarınca C. Savcısınca kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekmektedir (bu konuda bkz. Mustafa Artuç, Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi ve Özel Soruşturma Usulleri, 4.B. Ankara 2016, s. 666).

5. Cumhuriyet savcısının kovuşturmama kararına karşı da CMK’nın 173. maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde sulh ceza hakimliğine itiraz yolu bulunmaktadır. Dolayısıyla bu karar tebliği zorunlu kararlardandır. Şu halde mevcut yasal hükümlere göre, izni gerektiren bir suçta dahi soruşturma konusunda C. Savcısı baştan sona kadar yetkilidir. Soruşturma izni verilmese ve bu durum bölge idare mahkemesi kararı ile kesinleşse dahi, sonradan (idarenin ön inceleme dosyasındakiler de dahil) elde edilen delillere göre fiilin izni gerektirmeyen bir suç olduğu görüşünde ise soruşturmayı tamamlayıp kamu davası açması mümkündür. C. Savcısı, fiilin yine izne tabi bulunduğu görüşünde ise bu kez CMK’nın 172/1. maddesi gereği dava şartı olan izin koşulunun ve dolayısıyla kovuşturma olanağının bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermelidir. Fakat aksi görüşte olan mağdurun bu karara karşı itiraz yoluna başvurması mümkündür. Böylece kanun koyucu tarafından, kovuşturmama kararının itiraz mercii tarafından incelenerek C. savcısı kararının ve dolayısıyla ‘etkili soruşturma yükümlülüğüne’ riayetin denetlenmesi istenilmiştir. İtiraz üzerine konuyu inceleyen mahkeme, suçun izne tabi olup olmadığını denetleyecektir. Çünkü izin verilmemesi yönündeki kararın hukuken kesinliği, suçun gerçekten izne tabi olması durumunda geçerlidir. Bu denetimi yapma yetkisi de anılan mercilere verilmiştir. İsnat edilen suç izne tabi değilse, merci tarafından kovuşturmama kararı kaldırılarak soruşturmanın sürdürülmesi sağlanabilecektir. Dolayısıyla bireysel başvuru süresi bakımından idare mahkemesi kararının kesinleşmesinin değil, kanunda öngörülen itiraz kanun yolunun dikkate alınması gerekir. Çünkü suç mağduru da anılan hükümler uyarınca merci kararı sürecinin tamamlanmasını öngörmektedir. Tersi yöndeki yorum ile iç hukukta tanınmış olan olağan yasa yolu gözardı edilmiş olacağı gibi, Kanunda etkili denetim amacıyla kurulmuş olan hukuk düzeni de bozulmuş olacaktır.

6. Nitekim çoğunluk gerekçesinde dayanak gösterilen önceki uygulamaya ilişkin 2006/13142 sayılı Yargıtay kararının aksine, kamu görevlisi hekimin taksirle ölüme neden olma fiili hakkında 4483 sayılı Kanun kapsamında soruşturma izni verilmemesi ve itirazın da bölge idare mahkemesince reddi nedeniyle C. Başsavcılığınca “işlem yapılmasına yer olmadığı” kararı verilmesi üzerineYargıtay 4. Ceza Dairesinin 16.6.2010 tarihli ve 2010/12165 E. – 2010/11886 K. sayılı kararında; “yetkili idari makamca soruşturma izni verilmemesi durumunda soruşturma ve kovuşturma şartı niteliğindeki iznin bulunmaması dolayısıyla ve 5271 sayılı CYY’nın 172/1. maddesi gereği ‘kovuşturma olanağının bulunmaması’ nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinin yasal zorunluluk olduğu…” değerlendirmeleri yapılmıştır. Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4.11.2009 tarihli ve 2009-23011/18510 E/K sayılı; 20.5.2009 tarihli ve 2009-11694/9717 E/K sayılı ve 1.5.2007 tarihli ve 2007- 3609/4141 E/K sayılı kararlarında da aynı görüş açıklanmıştır. Böylece Yargıtay da 5271 sayılı CMK hükümlerinden sonra izin verilmese dahi C. Savcısının CMK sistemine uygun biçimde kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermesi ve bu kararın da aynı Kanunun 173. maddesinde yazılı itiraz kanun yolu denetimine tabi kılınması gerektiği görüşündedir.

7. Bu konuda bir örnek vermek yararlı olabilir. Yargıtay kararına konu olan olayda trafik denetimi yapan polis memurlarının, motorsiklet sürücüsünü yaraladığı ve hakaret ettiği iddiaları ve şikayeti üzerine Silivri Kaymakamlığının soruşturmaya izin verilmemesi kararı itiraz edilmeden kesinleşmiş, Silivri C. Başsavcılığı da bu sebeple kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiş, Eyüp 3. Ağır Ceza Mahkemesi de soruşturma izni verilmediği gerekçesiyle yakınanın itirazını reddetmiştir. Adalet Bakanlığının Kanun yararına bozma isteği ile konuyu Eyüp 3. ACM kararı üzerinden inceleyen Yargıtay Dairesi, hakaret ve yaralama fiillerinin görev sırasında işlense dahi görev sebebiyle işlenemeyeceğini, bu nedenle 4483 sayılı Kanuna ve dolayısıyla soruşturma iznine tabi bulunmadığını belirterek, yakınanın itirazını kabul yerine reddeden anılan mahkeme kararının bozulmasına karar vermiştir; Y. 4.CD. 4.12.2007, 2007- 8658/10300. Yargıtay 5. Ceza Dairesi de bir kararında, 4483 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca ‘işleme konulmama’ kararı verilse dahi anılan kararın, ‘kovuşturmaya yer olmadığı kararı’nın hüküm ve sonuçlarını doğurması nedeniyle CMK’nın 172, 173. maddeleri kapsamında itiraz yasa yoluna tabi bulunacağını ifade etmiştir; 5.CD. 6.12.2016, 2016- 4910/9492 E/K.

8. Diğer bir hususa gelince, çoğunluk görüşünün CMK’daki itiraz yolunun bireysel başvuru bakımından etkili yol bulunmadığı gerekçesinden hareketle benimsendiği savunulabilir. Fakat Anayasanın 148/3. maddesinde başvuru için “olağan kanun yollarının tüketilmesi” şartı getirilmesi karşısında, AYM tarafından bu yönde bir veri bulunmadan ve başvuranın iradesine aykırı şekilde iç hukukta tanınan olağan bir kanun yolunun etkili bulunmadığı tespiti yapılamamalıdır. Örneğin Anayasa Mahkemesince, hukuk davalarında temyizden sonra geçerli olan karar düzeltme yolunun etkili olacağı düşüncesinde olan başvuranların anılan yola müracaat etmeleri durumunda 30 günlük başvuru süresi, karar düzeltme istemi sonunda verilecek kararın öğrenilmesinden itibaren başlatılmaktadır. Tersi durumda, yani başvuran karar düzeltme yolunu etkisiz gördüğü için bu yola gitmemiş ve temyiz yolu sonunda verilen nihai karara karşı bireysel başvuruda bulunmuşsa, başvuru süresi temyiz sonucunda verilen nihai kararın öğrenilmesinden başlatılmaktadır. Nitekim incelenen dosyada C. Başsavcılığının, aslında kovuşturmaya yer olmadığı kararı niteliğindeki ‘incelemeye yer olmadığı kararı’ hakkında başvuran, mahkemeye itirazda bulunmuş olup, merciin itirazı reddeden kararının tebliğ tarihine göre başvuru süresi geçmemiştir. Diğer yandan Mahkememizin süre başlangıcını öne alan yorumu, mevcut hukuk kurallarına göre C. Başsavcılığının veya itiraz mercinin kararının sonucunu bekleyen başvurucuları da yanıltıcı bir işlev görmektedir.

9. Ayrıca Mahkememiz Birinci Bölümünün daha önceki bir kararına konu (B. No: 2014/5310, 21.2.2018, par. 49-51) olayda otomobille şehirlerarası yolda seyahat eden başvurucunun polis memurlarınca şüphe ile durdurulup aranması vesilesiyle kanunsuz güç kullanıldığı iddiasını soruşturan savcılık tarafından önce idari merciden soruşturma izni istenmiş, izin verilmemesi nedeniyle başvuranın yaptığı itirazı da bölge idare mahkemesince reddedilmesine karşın, C. Savcısı bireysel başvurudan sonra iddiaya konu eylemin adli görev kapsamında olduğu ve izne bağlı bulunmadığı düşüncesiyle soruşturmayı tamamlayarak kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Mahkememiz bu olayda; başvuranın sözü edilen kovuşturmama kararına itiraz etmemesi nedeniyle başvurusunun “başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar vermiştir. Başka bir anlatımla anılan kararda CMK’nın 173. maddesindeki itiraz yolunun ‘tüketilmesi gereken etkili yol’ olduğu kabul edilmiştir.

Açıklanan hukuki nedenlerle, söz konusu başvuranlar bakımından başvuru süresinin geçmediği ve esasının incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan, çoğunluğun süre aşımı nedeniyle başvurunun kabul edilemezliğine ilişkin görüşüne katılamamaktayım.

 

 

 

 

Başkan

Hasan Tahsin GÖKCAN

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YILMAZ ADLIĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/16475)

 

Karar Tarihi: 8/7/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Eser AKINCI

Başvurucu

:

Yılmaz ADLIĞ

Vekili

:

Av. Erdal KUZU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen yaralama olayının etkili şekilde soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 9/12/2015 tarihinde Mardin'in Nusaybin ilçesinde, yönetimindeki motorlu araçla seyir hâlindeyken Bakanlar Kurulu kararıyla özel güvenlik bölgesi olarak belirlenen bölgeye girmiştir. Söz konusu bölgede PKK mensuplarıyla mücadele eden kolluk görevlileri başvurucunun aracına ateş etmişlerdir.

9. Yakalandığı sırada yaralandığı anlaşılan başvurucu aynı gün Mardin Devlet Hastanesine sevk edilmiş, burada yapılan tedavisinin ardından 10/12/2015 tarihinde taburcu edilmiştir. Anılan Hastanece düzenlenen rapordan başvurucunun sağ uyluk bölgesinden ateşli silah mermi çekirdeği isabeti nedeniyle yaralandığı ve damar, sinir, iskelet muayenesinin doğal olduğu anlaşılmaktadır.

10. Olayın gerçekleşme şekline ilişkin olarak başvurucunun anlatımlarıyla kolluk görevlileri tarafından düzenlenen belgelerde yer verilen bilgiler arasında farklılıklar bulunmaktadır.

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca resen başlatılan soruşturma kapsamında, olay yerinde veya başvurucunun isabet alan aracı üzerinde olay tarihinde herhangi bir inceleme yapılamamıştır.

12. Kolluk görevlilerince tutulan 11/12/2015 tarihli tutanaklarda, olay yerinde çatışmalar devam ettiği için başvuruya konu olaya ilişkin tutanakların ve başvurucuya ait aracın daha sonra gönderileceği bildirilmiştir. Söz konusu araç üzerinde vücut izi olup olmadığı ve genetik incelemeye esas olmak üzere bulgu bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılmış, ateşli silah isabeti olup olmadığı ise araştırılmamıştır. Soruşturma evraklarının arasında olayın gerçekleşme şeklini açıklayan kolluk tutanağına rastlanmamıştır. Başvurucunun üzerinde veya aracında herhangi bir suç eşyasının ele geçmediği anlaşılmaktadır. Nusaybin İlçe Jandarma Komutanlığınca incelenmesi tamamlanan araç 15/12/2015 tarihinde başvurucunun ağabeyine teslim edilmiştir.

13. Başvurucu 11/12/2015 tarihli ilk ifadesinde terör örgütüyle herhangi bir ilgisinin olmadığını, aracıyla seyir hâlindeyken yanlış yola girdiğini, silah sesleri duyduğunu, aracına isabet eden bir mermi çekirdeğinin karın bölgesini sıyırdığını, bunun üzerine direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini ve aracını bir taşa çarparak durdurduğunu söylemiştir. İfadesinin devamında silah sesleri duymaya devam edince aracından indiğini, tepede bulunan kolluk görevlilerini görmesi üzerine onların ateş ettiğini anlayarak ellerini havaya kaldırdığını, buna rağmen ateşe devam edilmesi nedeniyle bacağından yaralandığını, ardından yanına gelen kolluk görevlileri tarafından hastaneye kaldırıldığını, kendisine durması için herhangi bir ihtar yapıldığını duymadığını beyan etmiş; sorgusunda ve hakkında açılan ceza davasının duruşmasında bu ifadesini tekrar ederek benzer açıklamalarda bulunmuştur.

14. Başvurucu, tedavisinin ardından silahlı terör örgütü üyeliği suçundan11/12/2015 tarihinde tutuklanmış ve hakkında 13/1/2016 tarihinde bu suçtan kamu davası açılmıştır. Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 6/10/2016 tarihinde beraatine karar verilmiştir.

15. Olaya ilişkin kolluk fezlekesinde, bölücü terör örgütüne yönelik operasyon sırasında özel güvenlik bölgesine aracıyla giren başvurucunun durması için yapılan ihtara rağmen kaçmaya çalıştığı, aracına ateş edilerek durdurulduğu belirtilmiştir.

16. Başvurucunun yaralanması nedeniyle Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığının 7/1/2016 tarihli kararıyla bir kısım jandarma komutanlığı görevlileri hakkında kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Anılan kararda başvurucunun izinsiz olarak özel güvenlik bölgesine girdiği, kolluk kuvvetlerince durması için ikaz edilmesine rağmen kaçmaya çalıştığı, bu nedenle yakalanması maksadıyla aracına ateş edildiği belirtilmiştir.

17. Bu karara yönelik itirazın Mardin 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/11/2016 tarihli kararıyla reddedilmesinin ardından 13/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili hukuk için bkz. Cembeli Erdem, B. No: 2014/19077, 18/4/2018, §§ 53-73.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 8/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

20. Başvurucu; kolluk görevlilerinin kendisini hedef alarak ateş etmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini, yaralanmasına neden olan bu olayın etkili bir şekilde soruşturulmadığını iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir."

22. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, … Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

1. Uygulanabilirlik Yönünden

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının özü, ölümcül şiddete maruz kaldığına ve olayın etkili soruşturulmadığına ilişkindir. Bu nedenle ileri sürülen iddiaların yaşam hakkı kapsamında olduğu değerlendirilmiştir.

24. Somut olayda başvurucu hayattadır. Bu nedenle başvuruda, öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği hususunda bir değerlendirme yapmak gerekir.

25. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

26. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın kendine özgü koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Siyahmet Şiran ve Mustafa Çelik, B. No: 2014/7227, 12/1/2007, § 69; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

27. Başvuruya konu eylemin ateşli bir silahla gerçekleştirilmesi ve yaralanmaya sebep olması, gerçekleşme şekline ilişkin iddialarla birlikte gözönünde bulundurulduğunda potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olabileceği değerlendirilerek başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

28. Somut olayda başvurucunun bir kolluk görevlisinin silahından çıkan mermi çekirdeğinin isabet etmesi sonucu yaralandığı tartışmasız olmakla birlikte olayın gerçekleşme şekli bakımından başvurucunun iddiası ile adli makamların kabulü arasında farklılıklar bulunmaktadır.

29. Başvurucu, kolluk görevlisi tarafından açıkça hedef alınarak vurulduğunu iddia etmektedir. Soruşturma sonucunda verilen kararda ise başvurucunun yakalanması maksadıyla aracına ateş edildiği kabul edilmiştir.

30. Devletin yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülüğü kapsamında, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51). Bu yükümlülük hem kasıtlı biçimde hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan veya sonuçlanabilecek güç kullanımını kapsamaktadır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

31. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

32. Öldürücü kuvvet, belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılmalıdır. Bu nedenle yaşam hakkının dokunulmaz niteliği de dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir.

33. Aşağıda yaşam hakkının usul boyutu bakımından yapılan değerlendirmede ayrıntıları açıklanacağı üzere başvuruya konu olayın gerçekleşme koşullarının belirlenememesi nedeniyle Anayasa Mahkemesinin önünde başvurucunun iddiaları ile adli makamların söz konusu kabulünün değerlendirilmesine olanak verecek yeterlilikte bilgi veya bulgu bulunmamaktadır.

34. Dolayısıyla başvurucunun yaşam hakkının devletin öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun ihlal edildiği şikâyeti bu aşamada değerlendirilememiş olup bu nedenle inceleme, sadece olaya ilişkin etkili soruşturma yükümlülüğünün yerine getirilip getirilemediğinin belirlenmesi ile sınırlı olarak yapılmıştır.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

36. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

37. Yaşam hakkına ilişkin negatif yükümlülük kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51).

38. Yaşam hakkı kapsamındaki devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

39. Bu usul yükümlülüğünün gerektiği şekilde yerine getirilmemesi hâlinde devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerine gerçekten uyup uymadığı tespit edilemez. Bu nedenle devletin bu madde kapsamındaki negatif ve pozitif yükümlülüklerinin güvencesini, soruşturma yükümlülüğü oluşturmaktadır (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 29).

40. Bir devlet görevlisi ya da üçüncü kişi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulmaya ilişkin savunulabilir bir iddianın bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25). Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

41. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

42. Bu kapsamda yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 68).

43. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri gözönünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

44. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

45. Ancak bahsedilen husustan soruşturmanın başından sonuna kadar mutlaka kamuya açık bir şekilde yürütülmesi gerektiği ve soruşturma makamlarının ölenin yakınlarınca talep edilen her soruşturma tedbirini mutlaka almak zorunda oldukları gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Zira üçüncü şahısların temel haklarını korumak, kamu menfaatini gözetmek veya adli makamların soruşturma yaparken başvurdukları yöntemleri güvence altına almak gibi amaçlarla soruşturma aşamasında bazı delillere erişim yönünden kısıtlama getirilmesi gerekebilir (AYM, E.2014/195, K.2015/116, 23/12/2015, § 107).

46. Ayrıca kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturmada görevli kişilerin olaylara karışan veya karıştığından şüphelenilen kişilerden bağımsız olması gerekir. Bu durum sadece hiyerarşik veya kurumsal bir bağlantı bulunmamasını değil aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirmektedir (Cemil Danışman, § 96).

47. Diğer taraftan soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96)

48. Son olarak etkili bir soruşturmadan söz edilebilmesi için soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, bunun yanı sıra söz konusu kararın yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi de gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

49. İfade etmek gerekir ki Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan haklar kapsamında yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer yandan burada yer verilen değerlendirmeler, hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

50. Ayrıca belirtilmelidir ki etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitler, Anayasa Mahkemesince kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 143).

51. Anayasa Mahkemesi, görevi olmadığından değerlendirmelerinde belirtilen hususlarda araştırma yapılması hâlinde başvuruya konu davanın nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmemektedir. Anayasa Mahkemesinin görevi, soruşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen derinlikli ve özenli inceleme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini ya da ne ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir (İpek Deniz ve diğerleri, § 169).

52. Son olarak ifade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin doğrudan, ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde gerçekleşen olaylardaki delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması söz konusu olamaz; bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir (Cemil Danışman, § 58).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

53. Başvuru konusu olayda etkili bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaların yukarıda belirtilen ilkeler ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.

54. Başvurucunun soruşturmanın resen ve derhâl başlatılmadığı, kamu denetimine açık olmadığı, etkili katılımının sağlanmadığı ve soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olmadığı şikâyeti bulunmadığı gibi somut olayda söz konusu ilkelere aykırı hareket edildiğine ilişkin bir bilgi veya bulguya da ulaşılmamıştır.

55. Başvuruya konu olayda soruşturmanın sadece silahlı terör örgütü üyeliği suçuna ilişkin olarak yapıldığı, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili herhangi bir delil toplanmadığı anlaşılmaktadır.

56. Başvurucunun yakalandığı sırada kolluk güçlerinin eylemi nedeniyle yaralandığı kabul edildiği halde, olayın nasıl gerçekleştiğine, kolluk görevlilerinin hangi şartlar altında güç kullandıklarına ilişkin hiçbir inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır. Olayın gerçekleştiği tarihlerde söz konusu bölgede güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüyle sürekli bir mücadele içinde olması nedeniyle bazı soruşturma işlemlerinin derhâl yapılamayabileceği kabul edilebilir. Ancak soruşturma kapsamında tutulan tutanaklardan olaydan birkaç gün sonra en azından başvurucunun aracının vücut izi ve genetik inceleme bulgusu yönünden incelenebildiği anlaşılmaktadır. Buna rağmen neden araçta ateşli silah mermi çekirdeği isabeti nedeniyle oluşabilecek herhangi bir bulgu olup olmadığının incelenmediği adli makamlarca açıklanmamıştır. Bunun gibi, delillerin toplanmasındaki güçlük ortadan kalktıktan sonra başvurucunun yakalama işlemini gerçekleştiren kolluk görevlilerinin ifadelerine başvurularak olayın gerçekleşme şekli de tespit edilmeye çalışılmadan bir kısım jandarma komutanlığı görevlileri hakkında kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı kabul edilerek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

57. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan gerekçelerle yürütülen soruşturmanın Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olmadığı kanaatine varıldığından yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Serdar ÖZGÜLDÜR ve Muammer TOPAL bu görüşe katılmamışlardır.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Başvurucu ihlalin tespiti ve 50.000 TL maddi, 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

62. Başvuruda, yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

63. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

64. Yeniden soruşturma yapılmak üzere dosyanın ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesinin başvurucunun ihlal iddiaları açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

65. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR ve Muammer TOPAL'ın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No:2015/2979) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/7/2020 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, sevk ve idaresindeki araçla Güneydoğu’da özel güvenlik bölgesi olarak ilan edilen bir bölgeye girmiş, kolluk güçlerinin ihtarına rağmen durmayınca açılan ateş sonucu yaralanarak aracını durdurmuş; daha sonra sevk edildiği mahkemece terör örgütü üyeliği suçundan tutuklanmış; hakkında aynı suçtan dava açılmış, ancak daha sonra bu suçtan beraatine karar verilmiştir.

2. Terörle mücadelenin çok yoğun olarak sürdürüldüğü bir bölgede, yukarıda özetlenen olayın cereyan şekline göre güvenlik kuvvetlerinin hareket tarzında herhangi bir hukuka aykırılık söz konusu olmadığı halde ve başvurucunun “aracıyla seyir halindeyken, yanlış yola girdiği” şeklindeki, hayatın olağan akışıyla örtüşmeyen savunmasına itibar edilmemesi gerekirken ve yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı’nca olay bu çerçevede değerlendirilerek, güvenlik görevlileri yönünden kasten yaralama suçunun unsurlarının oluşmadığı belirtilmek suretiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmişken; yaşam hakkının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlâl edildiği şeklindeki bir değerlendirmeye katılmak mümkün görülmemiştir.

3. Açıklanan nedenlerle; ilgili yargı yerlerince yürütülen soruşturma ve verilen kararlarda hukuka aykırı bir yön bulunmadığı kanaatine vardığımızdan, açıkça dayanaktan yoksun başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği değerlendirmesiyle, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR

Üye
Muammer TOPAL

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DEVRİM ZENGİN VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/26413)

 

Karar Tarihi: 9/7/2020

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Recai AKYEL

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucular

:

1. Devrim ZENGİN

 

:

2. Eylem ZENGİN AYATA

 

:

3. Fikret ZENGİN

 

:

4. Mehmet Baki ZENGİN

 

:

5. Yaşiya KISAOĞLU

Başvurucular Vekili

:

Av. Ebru ATICI SEVİNDİK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, göz yaşartıcı gaz kullanımı sonucu ölüm meydana gelmesi ve ölümün etkili olarak soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/6/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler ile Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığından (Başsavcılık) temin edilen dosya çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Fikret Zengin 18/3/2012 tarihinde ölen H.Z.nin eşi, diğer başvurucular ise çocuklarıdır.

A. H.Z.nin Ölümü

9. 1955 yılında doğan H.Z. yeğeni Ş.Z. ile birlikte İstanbul Kazlıçeşme'de düzenlenen Nevruz kutlamalarına katılmak üzere 18/3/2012 tarihinde evden çıkmışlardır. Aralarında H.Z.nin de olduğu katılımcılar alana belli mesafe kala yürüyüşe geçmişlerdir. İstanbul Valiliğinin söz konusu kutlamalara izin vermemesi nedeniyle güvenlik güçleri, aralarında H.Z. ile yeğeninin de bulunduğu kalabalığa Topkapı minibüs durakları civarında biber gazı kullanmak suretiyle müdahale etmiştir.

10. Güvenlik güçlerinin söz konusu müdahalesine ilişkin olarak düzenlenen 12/4/2012 tarihli raporun ilgili kısımları şöyledir:

'' ...Partisi İstanbul İl Yönetimi adına [M.T.] başkanlığından oluşturulan (7) kişilik düzenleme kurulu tarafından 13 Mart 2012 pazar günü 10:00-17:00 saatleri arasında ilimiz Zeytinburnu ilçesi Kazlıçeşme Meydanı'nda 'Nevruz Bayramı' konulu açık yer toplantısı düzenlemek istenildiği, ...İstanbul Valiliği'nin ..sayılı Olurları gereği ertelendiği,, buna rağmen grupların 18 Mart 2012 günü erken saatlerden itibaren ... miting alanına gelecekleri ve Nevruz Kutlaması adı altında etkinlik yapacaklarının öğrenilmesi üzerine ... planlama yapılmıştır.

....

2. [İ]limiz Fatih ilçesi Millet Caddesi girişinde toplanan yaklaşık 100-150, Zeytinburnu İlçesi Akşemsettin durağında toplanan yaklaşık 400-500, Zeytinburnu Stadı çevresinde toplanan yaklaşı 800, Zeytinburnu Turan Caddesinde toplanan yaklaşık 150, Zeytinburnu Tren İstasyonunda toplanan yaklaşık 400, ilimiz Fatih İlçesi Vatan Caddesinde toplanan yaklaşık 50-60, İl Özel İdaresi Binası civarında toplanan yaklaşık 50-60, Fatih Kaymakarnlık binası çevresinde toplanan yaklaşık 280-300, Zeytinburnu Yedikule Işıklan mevkiinde toplanan yaklaşık 150, Zeytinburnu ilçesi Mevlevihane Caddesinde toplanan yaklaşık 50-60, Zeytinburnu ilçesinde bulunan Honda Cem Bayii mevkiinde toplanan yaklaşık 60-70, ilimiz Güngören ilçesi Davutpaşa Metro istasyonunda toplanan yaklaşık 30- 40 ve ilimiz Bayrampaşa ilçesi Maltepe ışıklan mevkiinde toplanan yaklaşık 50-60 kişilik gösterici gruplarıdır.

3, İlimiz Fatih ilçesi Millet Caddesi girişinde toplanan yaklaşık 100-150 kişilik gösterici grubu çevreye ve görevli personelimize karşı taş, sopa, soda şişesi, molotof kokteylli ve havai fişek atarak, Akşemsettin durağında toplanan yaklaşık 400-500 kişilik gösterici topluluğu otobüs ve tramvay duraklarının camlarını kırmak suretiyle, Zeytinburnu Stadı civarında toplanan yaklaşık 800 kişilik gösterici topluluğu İETT otobüs duraklarına, sivil araç ve iş yerlerine taş ve sapa atarak, Zeytinburnu Tren İstasyonunda toplanan yaklaşık 400 kişilik gösterici topluluğu sloganlar eşliğinde ellerindeki taş ve benzeri sert cisimleri görevli personelimize atarak, İlimiz Fatih İlçesi Vatan Caddesi, il Özel İdaresi Binası ve Fatih Kaymakamlığı çevresinde toplanan gösterici grupları; civardaki yolları yaya ve araç ırafiğine kapatıp ellerinde bulunan taş, sopa ve molotof kokteylierini kamu binalarina atarak, Zeytinburnu Yedikule Işıkları mevkiinde toplanan yaklaşık 1500 kişilik gösterici topluluğu .....sloganlar eşliğinde görevli personelimize karşı kaldırım taşı atarak, Zeytinburnu ilçesi Mevlevihane Caddesinde toplanan 50-60 kişilik gösterici grubu görevli personelimize ve araçlara karşı taş atarak, Zeytinburnu ilçesinde bulunan Honda Cem Bayii mevkiinde toplanan yaklaşık 60-70 çevredeki yolları araç ve yaya trafiğine kapatıp görevli personelimize karşı taşatarak ilirniz Güngören ilçesi Davutpaşa Metro İstasyonunda toplanan yaklaşık 30-40 kişilik gösterici grubu görevli personelimize taş atarak ilimiz Bayrampaşa ilçesi Maltepe ışıklan rnevkiinde toplanan yaklaşık 50-60 kişilik gösterici grubu görevli personelimize taş atarak fiili saldırılarda bulunmaya başlamışlardır.

4. 18 Mart 2012 Pazar günü saat 07.00 sıralarında Nevruz Kutlaması amacıyla Kazlıçeşme Meydanı civarında birçok yerde gruplar toplanmaya başlamıştır. Gruplardan bir kısmı Topkapı Tramvay durağında toplanmış ve Çapa istikametine doğru yürüyerek dağılmalarına izin verilmiştir. Ancak, grup biraz ilerledikten sonra görevli personelimize karşı taş, cam şişe ve bayrak sopaları ile fiili saldırıda bulunmaya başlamıştır. Saldırılara karşı kalkanla savunma yapılmış, ancak saldırılan şiddetlenmesi üzerine Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı 4. Smıf Emniyet Müdürü [M.A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdehale edilmiştir. Vatan Caddesi üzerinde toplanan farklı bir grup ise; caddeyi araç ve yaya trafiğine kapatmıştır. Bunun üzerine, Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı 4. Sınıf Emniyet Müdürü [M.A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Gösterici grup dağıtıldıktan sonra Edirnekapı Şehitliğinde yeniden toplanmış ve çevredeki araçlara zarar vererek taşkınlık yapmaya başlamıştır, Bunun üzerine, gösterici gruba dağılmaları yönünden ikazlar yapılmış fakat grubun yapılan uyarıları dikkate almayıp taşkınlıklara devam etmesi üzerine, gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Daha sonra, Zeytinburnu Akşemsettin Durağında toplanan yaklaşık 400-500 kişilik gösterici topluluğu; otobüs ve tramvay duraklarının camlarını kırarak taşkınlık çıkarması üzerine topluluğa hitaben dağılmaları gerektiği yönünde uyarılarda bulunulmuştur. Gösterici grubun; yapılan uyarılan dikkate almaması üzerine, Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı 4.Sınıf Emniyet Müdürü [M.A.nın] talimatıyla gösterici gruba karşı uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Dağılan gösterici grubun, Mevlana Caddesinde yeniden toplanıp ateş yakarak. çevreye zarar vermeye başlaması üzerine, bir kez daha gösterici gruba karşı Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı 4.Sınıf Emniyet Müdürü [M.A.nın] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiştir. Daha sonra, Zeytinburnu Stadı civarında toplanan yaklaşık 800 kişilik gösterici topluluğu; bölgedeki lETT duraklarına ve çevreye zarar verdikleri görülmüş ve dağılmaları yönünde gerekli uyarılarda bulunulmuştur. Ancak, yapılan uyanlara rağmen dağılmayıp taşkınlıklara devam eden topluluğa Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı 4.Sınıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ye yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır. Zeytinburnu Trarnvay durağı istikametine kaçan gösterici grubu; yol üzerindeki sivil araç iş yerlerine taş ve sopalar ile saldırarak zarar vermiştir. Bunun üzerine, gösterici gruba Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı 4.Sınıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak bir kez daha müdahale edilmiştir. Bir süre sonra Zeytinburnu Turan Caddesi üzerinde toplanan yaklaşık 150 kişilik gösterici grubun taş ve sopalar ile civardaki araç ve iş yerlerine zarar yererek taşkınlık yapmaya başlaması üzerine, gruba Çevik Kuvvet Şube Müdür Yardımcısı 4.Smıf Emniyet Müdürü [E.Ö.nün] talimatıyla uygun ve yeterli oranda göz yaşartıcı gaz kullanılarak müdahale edilmiş ve grup dağıtılmıştır.

...

6. Çevik Kuvvet Yönetmeliği Müdahale Esaslarına uygun yeterli oranda sırasıyla tazyikli su sıkılmak ve göz yaşartıcı gaz kullanılmak suretiyle gösterici gruplara müdahale edilmiştir.

Yapılan müdahale neticesinde Müdürlüğümüz kadrosunda görevli ... Polis Memuru ... sağ ayak tarak kemiğine taş gelmesi sonucu tedavi için götürüldüğü Bayrampaşa Devlet Hastanesinden almış olduğu rapor ile 32(Otuz iki) gün,....Polis Memuru ... sağ ayağının üzerine taş gelmesi sonucu yaralanmış olup ilk tedavisi için götürüldüğü Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor ile 3(Üç),....Polis Memuru ....sağ gözüne gelen taş sonucu yaralanmış olup ilk tedavisi için götürüldüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor ile 7 (Yedi) gün, ....Polis Memuru.... sol koluna taş isabet etmesi sonucu yaralan olup ilk tedavisi için götürüldüğü İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinden almış olduğu rapor 3 (üç) gün istirahatleri uygun görülmüştür.''

11. Müdahale sonrasında birbiri ile irtibatı kopan H.Z. ve yeğeni Ş.Z. toplu taşıma ile evlerine dönmüşlerdir. Bir saat sonra bahçede dolaşmak için dışarı çıkan H.Z. yanında yeğeni Ş.Z. varken birden yere düşmüştür. Özel araç ile bir hastaneye acil olarak götürülmeye çalışılan H.Z. yolda vefat etmiştir.

B. Başsavcılık Tarafından Yapılan İşlemler

12. Başsavcılık tarafından derhâl bir soruşturma başlatılmıştır. Bu kapsamda H.Z.nin ilk olarak götürüldüğü özel hastanenin raporu temin edilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir:

''...Saat 15.30 sularında acil servisimize gelen 60 yaşlarında erkek şahsın yapılan muayene sonrasında tansiyon:0, nabız:alınamadı, solunum yok, pupiller: [?] idi.

Hasta ex duhul olarak kabul edildi. CPR uygulanmadı. Hasta morga kaldırıldı. Durumu bildirir geçici hekim raporudur.''

1. Ölü Muayenesi İşlemi ve Otopsi, Adli Tıp Kurumunun İlk Raporu ve Diğer Araştırmalar

13. Başsavcılık talimatı ile ilgili emniyet müdürlüğünden H.N.nin evinin olduğu yerde incelemeler yapılmış, krokiler çizilmiştir.

14. Başsavcılık tarafından 18/3/2012 tarihinde icra edilen ölü muayenesi sonucunda düzenlenen aynı tarihli tutanağın ilgili kısımları şöyledir:

''Bugün 18.03.2012 günü saat 17:25 sıralarında Yavuz Selim Polis Merkezi Amirliğinden nöbetçi savcıyı cep telefonundan arayan görevlinin Arnavutköy Özel Hastanesine bir erkek şahsın eks olarak getirildiğini, [k]alp krizinden şüphelenildiğini ancak bugün Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katıldığı beyan edilen ölenin polis tarafından kullanılan biber gazına maruz kaldığının yakınları tarafından iddia edilmesi üzerine olayda şüphe görüldüğünü belirttiği, o anda bugün evinde rahatsızlanılarak ölen [A.Ç.] isimli kişinin cesedi üzerinde ölü muayene işlemlerinin yapılmakta olduğu ve tamamlanmasına müteakip Arnavutköy Özel Hastanesine gelineceği, kimlik tanığı olarak ölenin bir yakının hastanede hazır edilmesi, olay yeri olan hastanenin güvenlik önlemlerinin alınması talimatının verilmesine müteakip saat 17:50'de ... ile... birlikte gelindi.

...

CESEDİN HARİCİ MUAYENESİNE GEÇİLDİ: Cesedin beyaz örtüye sarılı vaziyette olduğu, üzerinde sadece desenli mavi beyaz renkli bakser iç çamaşırı olduğu görüldü.Cesedin 1,80-1,85 boylarında, 55-60 yaşlarında, 85-90 kg ağırlığında, kısa siyah kır saçlı olduğu, saçlarının frontal ve praietal bölgede büyük ölçüde dökülmüş olduğu, kısa siyah kır saçlı olduğu, saçlarının frontal ve parietal bölgede büyük ölçüde dökülmüş olduğu, bıyıklı ve iki üç günlük sakal [tı]raşlı olduğu, kahverengi gözlü ve sünnetli olduğu, ölü katılığının henüz oluşmadığı ve ölü lekelerinin vücut arka yüz bası görmeyen yerlerde oluşmuş olduğu, ağzından ve burnundan beyaz renkli muhtemelen mide içeriği geldiği, başkaca harici travmatik lezyon olmadığı görüldü.

...

Kimlik Tanığı huzura alındı: ..[S.Z.]...Bana göstermiş olduğunuz ceset amcam [H.Z.ye] aittir. ... Bugün saat 14.00-14.30 sıralarında evimin önünde oturuyordum. Nevruz kutlamalarına kardeşim [Ş.Z.] ile birlikte amcam [H.Z.] de katılmıştı. Ve kutlamalardan sonra eve gelmişti. Bir saat kadar evde televizyon izlemişler[,] ben de dışarıdaydım. Sonra dışarı çıktılar. Evimizin önünde çimenlikte gezdiler ve kardeşimle birlikte bir kenara oturdular. Bir ara kardeşim bana seslenerek amcamın fenalaştığını söyledi. Aramızda 10 m. kadar bir mesafe vardı. Hemen yanına gittim. Ancak amcam vefat etti. Daha doğrusu hastaneye getirirken yolda öldü. Bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir...

Bu arada ölenle birlikte Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katıldığı anlaşılan [Ş.Z.nin] de hazır olduğu anlaşılmakla. Huzura alındı. ...[Ş.Z.]: Bugün sabah amcam [H.Z.] İle birlikte Kazlıçeşme meydanındaki nevruz kutlamalarına katılmak için evden çıktık. Nevruz alanına henüz yetişmeden polislerin biber gazına maruz kaldık. Orada dağıldık. Amcamı kaybettim. Ve sonra amcamı telefonla aradım ve bana geldiğini söyledi. Amcam yanıma geldiğinde kendisinden bir şey olup olmadığını sordum. Bana arkasından bir polis tarafından darp edildiğini söyledi. Daha sonra minibüsle evimize geldik. Amcamla altlı üstlü otururuz. Minibüsten indiğimizde sıkıldığını ve üzerinde bir kırgınlık olduğunu söyledi. Eve geçtik o kendi evine geçti ben de kendi evimde kaldım Sonra beni telefonla yanına çağırdı. Bir saat kadar oturduk. Daha sonra evde sıkıldığını söyleyerek dışarı çıktık. Evimizin bahçesindeki çimenlikte 15 dk. Kadar dolaştık. Sonra çömelerek konuşuyorduk. Bir anda amca yere düştü. Hemen bahçede yakınımıza bulunan ağabeyim [S.Z.yi] çağırdım. Komşularımız yanımıza geldiler kalp masajı yaptık. Bir komşumuzun arabasını çağırdık ve Arnavutköy Özel Hastanesine gelirken amcam [H.Z.] Bizim kucağımızda iken vefat etti dedi.

Ölenin bir hastalığı ve düzenli olarak kullandığı ilaçları olup olmadığı soruldu.Amcam [H.Z.] bronşit hastası olup ilaç raporu bulunmakta idi. Düzenli olarak her üç ayda bir bu raporlar ilaçlarını alırdı. Fısfıs tabir edilen spreyi de sürekli üzerinde taşırdı. Bilgim ve görgüm bunlardan ibarettir.

...Cesedin kesin ölüm sebebinin tespiti amacıyla İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi Başkanlığına gönderilmesine... [karar verildi.]''

15. İstanbul Adli Tıp Kurumunda (ATK) 19/3/2012 tarihinde otopsi işlemi yapılmıştır. İşlem sonucunda düzenlenen 17/9/2012 tarihli raporda dosyada bulunan tüm tıbbi ve adli belgelerinin birlikte değerlendirilmesi ve ATK İhtisas Kurulundan görüş alınması gerektiği bildirilmiştir.

16. Bu görüş doğrultusunda belirlenen eksiklikler giderildikten ve ATK'ya gönderildikten sonra düzenlenen 7/11/2012 tarihli raporun sonuç kısmı şöyledir:

'' ...KOAH olduğu, 18/3/2012 günü Kazlıçeşmede'ki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldı, Özel Arnavutköy Hastanesine ex duhul getirildiği bildirilen ..[H.Z.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde

1-Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz , sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik , sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısmında 6x4 alanında mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısmında 7x5 cmlikmor renkli ekimoz , sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altında derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları , özellikleri ve ağırlıkları ile kafa tasında kırık , kafa içi kanama , beyin doku harabiyeti , iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı ,

2- Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etonol ve metanol ) bulunmadığı, kanda kaligrasyon aralığının ( 5-200 NG/ML ) altında paracetamol bulunduğu, %0.1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı , idrarda parasetomol bulunduğu , pericard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı , ak ciğer örneklerinde ( sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob , sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı , literatürde capsaisin ve diydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve orksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dk içinde vücuttan elimine olduğunu bildirildiği dikkate alındığından; kişinin olay yerinde gaza mağruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı,

3- Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrükül serbest duvarda sübendu kardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar , septum 1/3 üstte ve subendukardiyal alanda yoğunlaşan nedbe , perivaskülerinterstisyel fibroris alanları , hipertrofi bulguları subendokardiyalkronik iskemik değişiklikler , tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu , yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve diydrocapsaisin gazını maruziyeti olduğunun kabulü halinde bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalpdamar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği oy birliği ile mütalaa edilmiştir. ''

2. İfadeler

17. Başvuruculardan herhangi birinin ifadesine başvurulduğuna dair bir belgeye rastlanmamıştır.

18. H.Z.nin yeğeni olan ve olay günü yanında bulunan Ş.Z.nin 1/3/2013 tarihinde alınan ifadesi şöyledir:

''...[H.Z] benim öz amcamdır. Geçen yıl yapılacak nevruz gösterilerine katılmak üzere başka tanıdıklarımızda olduğu halde [H.Z] ile altlı üstlü oturduğumuzdan dolayı evden birlikte saat 09:00 gibi evden çıktık. BDP Arnavutköy binasına gittik. Bir süre orada oturduktan sonra halk minübüsleriyle Topkapı'ya geldik. Münibüsten indikten sonraZeytinburnuna gidentranway durağına doğru yürüdük. Tranvay durağına 20 metre kadar bir mesafe kalmıştı ki polisin girişi kesitiğini gördük. Bizim amacımız tranway yolunu geçerek Zeytinburnu istikametine doğru gitmekti. Polisler geri dönmemizi istediler.Biz belki 50-60 kişi idik. Ancak polisler çok kalabalık olduğu için direnmeden geri dönemeye başladık. Eski Topkapı garajına doğru normal şekilde yürürken polisler acele etmemizi istediler. Ben bir anda biber gazı atıldı . Ve kargaşameydana geldi. Kullanılan biber gazı birebir müdahalelerde kullanılan tüp gaz değildi. Özel aleti ile atılan ve düşerken etkisini gösteren biber gazıydı . Bunun üzerine her birimiz etrafa kaçmaya başladık. Amcam yaşlı olduğu için kendisini minübüslerin kapalı garajın karşısındaki minübüs durağında beklemeye başladım ve amcamı telefonla aradım. Amcam [H.Z] minübüs garajının içinde olduğunu söyledi ve garaja gelmememi zira garajın içini polislerin sardığını söyledi. 10 dk kadar süre sonra amcam yanıma geldi. Kendisine bir şey olup olmadığını sordum bana minübüslerin kapalı garaja girişteki kapısında jopla sırtına vurduklarını ve tekme attıklarını söyledi. Bunun üzerine daha fazla orada kalmamızın bir anlamı kalmadığını anlayınca Bayrampaşa'ya doğru yürüdük. Bayrampaşa Vergi Dairesi'nin yanından minübüsle Arnavutköy'e döndük. Sonra birlikte eve gittik. Amcam kendi evine bende kendi evime geçtik. Yarım saat kadar sonra amcam beni eve çağırdı. Birlikte oturduk sohbet ettik. Ben sıkıldığımı söyleyerek dışarı çıkacağımı söyledim. Amcam da gelmek istediğini, çıkmak istediğini söyledi. Birlikte evimizin bahçesinde gezindik. Ayakta konuşurken bir anda amcam yere yıkıldı. Kafasını biraz kaldırmaya çalıştı tekrar yıkıldı. Gözleri parlamaya başlayınca yakınımızda bulunan ağabeyim [S.Z.ye] seslendim. [H.nin] pozisyonunu biraz düzeltip, hastaneye götürdük ancak daha yoldayken amcamın öldüğünü anladık.'' dedi.

Tanığın 18.03.2012 günü [H.Z.nin] cesedi üzerinde yapılan ölü muayenesi sırasında tanık olarak dinlendiği ve bu ifadesinde evlerinin bahçesinde amcası ile biraz gezindikten sonra çömelerek konuştukları sırada amcasının yere yıkıldığını beyan ettiği hatırlatılarak soruldu: Benim şimdiki ifadem doğrudur yani amcam ile ayaktayken sohbetederken yere yıkıldı. Otopsi sırasındaki ifademde olayın üzüntüsü ve heyecanı ile bu şekilde beyanda bulunmuş olabilirim. dedi.

Tanığa kardeşi Selam[i]'nin de gösterilere katılmak üzere kendileri ile birlikte gelip gelmediği soruldu: [S.Z.] bizimle gösterilere gelmemiştir. dedi. ''

19. Olay gününde polisin müdahalesine dair beyanlarda bulunan C.Ş. isimli kişinin ifadesi şöyledir:

''Geçen yıl yapılacak olan nevruz gösterilerine katılmak üzere aralarında [H.Z] olduğu halde mahalleden bir çok arkadaşım ile Kazlıçeşme Meydanı'na gitmek için yola çıktık . Ancak meydana alınmadığımız için eski topkapı otogarının bulunduğu yere geldiğimizde meydana kimse alınmadığı için güvenlik güçlerinin müdahalesi ile karşılaştık. Yani gaz bombaları atılmaya başladı. Bizim minübüsten indiğimiz yer minübüslerin durağının bulunduğu köprünün altındaki kapalı garajın hemen önüdür. Geldiğimiz minübüs garaja girmediğinden inip garajın içinden geçerek Zeytinburnu istikametine doğru yürümeye başladık. Henüz 20-30 metre kadar gitmiştik ki polislerin o bölgede de önlem aldığını gördük ve müdahale ile karşılaştık.Gösteriye katılmak için gittiğimiz arkadaşlarım farklı sokaklara girmişti. Çok kısa bir mesafe sonra tekrar karşılaştık. [H.Z. ile] de bu esnada karşılaştım. Daha doğrusu olay yerine biz belirttiğim arkadaşlarla halk minibüsü ilegelmiştik. Minibüsten eski otogarın oradaki durağında indik meydana doğru ilerlerken gaz bombalarının etkisiyle bir kargaşa oluştu birlikte geldiğimiz arkadaşlar birbirimizden koptuk. Çok kısa bir süre sonra [H.Z] ile karşılaştım. Ne olup bittiğini birbirimize sorduk. Ne yapacağımızı değerlendirmek istedik. [H.Z] bana gaz bombasının kendisini berbat ettiğini söyleyince geçmiş olsun dedim. [H.Z] devamla ; arkasında bir polisin jopla vurduğunu, bir polisinde ayağına tekme vurarak '' yürü lan '' dediğini söyledi. Bu esnada saat 11.00 - 11.30 sıralarıydı. Bir müddet etrafta dinlendikten sonra gösteri alanına giremediğimizi anlayınca minibüsle Arnavutköy'e geri döndük. [H.Z] rahatsız olduğunu söyleyerekeve gidip dinlenmek istediğini söyledi bende işime koyuldum. Yaklaşık 1-2 saat sonra da [H.Z.nin] ölü haberini aldım. dedi.

İfade sırasında hazır bulunan müştekiler vekilinin isteği üzerine müdahale eden güvenlik güçlerinin resmi üniformalı veya sivil giyimli olup olmadıkları soruldu: Ben sivil giyimli şahısların polis olup olmadığını bilemem ancak bize müdahale eden polisler resmi üniformalıydı. dedi. ''

3. Başvurucuların Talepleri, Özel Vakıf Tarafından Düzenlenen Rapor, Diğer Yazışmalar, ATK'nın Son Raporu ve Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar

20. Başsavcılık 30/3/2012 tarihli yazısıyla, olay yeri inceleme raporları ile olayda kullanılan biber gazının içeriğinin formülasyonu ile birlikte gönderilmesini talep etmiştir. Emniyet Müdürlüğü olaylarda kullanılan gaz bombası ile iki gaz fişeğini ve içeriklerini 7/5/2012 tarihinde göndermiştir.

21. Söz konusu MP-4L-CS uzun mesafeli fişeklerin kullanım kılavuzunda şu bilgiler yer almaktadır:

'' Tasarım: MP-4L-CSFişeği tek kimyasalCS içerikli metal gövdeyi azami 132 metre uzaklıktaki hedefe gönderebilecek ve sonrasında yaklaşık 25 saniye CS dumanı yayılımı yapabilecek şekilde açık alanda kullanım için tasarlanmıştır.

...

Uygulama:

Bu fişek kanun uygulayıcı kuvvetlerin toplumsal olayların kontrolünde kalabalığı dağıtmak için yüksek miktarda atılan düşük etkili CS kimyasal maddesi olarak kullanılır. Gerçek menzil kalabalığın önüne yerden sürekli ateş halinde 60+ metreden azam 137 metre uzaklıktaki kalabalığa 40-45 derece açıyla atışa bağlı olarak değişmektedir. Bu fişek sadece açık alanlar için kullanılmalıdır.

Uygun Açık Alan Kullanım İçin Taktiksel Hususlar:

Her zaman kalabalığın dağılması için kaçış yolları açmalısınız.

Her zaman rüzgarı arkanıza alarak atış yapınız.

Ters esen rüzgara karşı veya diğer kanun kuvvetlerinin etkilenmesine karşı her zaman gaz maskesi takılmalıdır.

Karşılıklı buluşmaya karşı her zaman dikkatli olunmalıdır.

Etkilenen ve alandan uzaklaşamayan şahıslara her zaman ilk yardım uygulanmalıdır.

Yangın olasılığından dolayı fişekler bina içerisine atılmamalıdır.

Bu ürün sadece eğitimli ve yetkili kanun uygulayıcı personel tarafından kullanılmalıdır.

Ciddi yaralanmalara veya ölümle sonuçlanmaya karşı şahısların üzerine direk olarak yakın mesafeden atış yapmayınız.''

22. Başvurucular vekili, insan hakları alanında çalışmalar yürüten bir vakfa başvurarak ATK raporları da sunularak olay hakkında kendileri de yeni bir rapor isteminde bulunmuşlardır. Başvurucular H.Z.nin polis müdahalesi ve biber gazına maruz kaldığını iddia ettikleri yerin fotoğraflarını çekmiş; ayrıca Başsavcılıktan olay yeri olan Topkapı minibüs durağında olay günü ve saatinde görev yapan, biber gazının kullanımından sorumlu olan personelin tespit edilmesi ve cezalandırılması talebinde bulunmuşlardır.

23. Adli tıp uzmanı olduğu beyan edilen Prof. Dr. Ş.K.F. ve Uz. Dr. Ü.Ü. tarafından hazırlanan raporun değerlendirme kısmında, H.Z.de tarif edilen künt travmatik lezyonların büyüklüğü, derecesi ve özellikleri dikkate alındığında bu hususların tamamının H.Z.nin düşmesi sırasında meydana gelemeyeceği, lezyonların bir kısmının olay yerinde meydana gelen müdahalelerden kaynaklanmış olabileceği, bunların ise doğrudan ölüme yol açabilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Bu raporda ayrıca ATK raporunda yer alan biber gazına maruz kalan kişilerin temiz havaya çıkarılması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda biber gazının 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğu şeklindeki sonuca atıf yapılmış fakat bir kimyasalla karşılaşmanın ölüm de dâhil olmak üzere bir dizi etkeni harekete geçirdiği belirtilmiştir. Rapora göre göz yaşartıcı kimyasallara maruz kalındığında kullanılan maddenin miktarı, buna ne kadar maruz kalındığı, ortamın nasıl olduğu (açık veya kapalı alan vb.), maruz kalanların dakikadaki solunum sayıları, kronik akciğer ve kalp hastalığı olup olmadığı, ortamın ısısı ve nemi gibi çok sayıda faktör insan sağlığı üzerinde sonuçlar doğurmaktadır. Raporda, H.Z.nin hikâyesi özetlenmiş, ardından kimyasalla karşılaşmasından sonraki bir saat içinde fenalaşması ve yere yığılmasına dayanılarak ölümün olası sebebinin solunum yetersizliği ve buna bağlı olarak gelişen komplikasyonlar (asidoz) olduğunun düşünüldüğü belirtilmiştir. Buna neden olarak da kronik kalp damar ve akciğer hastalığının aktif hâle gelmesi gösterilmiştir. Bu tespitlerden sonra raporda ölüm ile kimyasal gaza maruz kalma arasında nedensellik ilişkisi olduğuna karar verildiği ifade edilmiştir.

24. Başsavcılık 30/3/2012 tarihinde olay günü Zeytinburnu ilçesi sınırlarında Kazlıçeşme Meydanı ve çevresindeki gösterilerdemeydana gelen olaylara ilişkin olarak düzenlenen olay yeri inceleme raporu ve eklerinin, Arnavutköy İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından düzenlenen olay yeri tutanaklarının ve H.Z.nin ölmeden önce tedavi gördüğü bir sağlık kuruluşu bulunup bulunmadığının araştırılması, bulunması hâlinde tedavi evraklarının temini ve olaylarda kullanılan biber gazı içeriğinin formülasyonu ile birlikte gönderilmesini talep etmiş ve temin edilen belgeleri ATK'ya göndermiştir.

25. Başvurucular, H.Z.nin ölümüne neden olan müdahale nedeniyle İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü ile polislerden şikâyetçi olmuş ve otopsi işlemi yapılmasına rağmen altı aydır düzenlenmeyen raporun bir an önce temin edilmesi talebinde bulunmuşlardır.

26. Başvurucular 26/2/2013 tarihinde Başsavcılığa müracaat ederek H.Z.ninhayatını kaybettiği yerin tespiti içim keşif yapılmasını, tanıklar C.Ş. ile Ş.Z.nin ifadelerine başvurulmasını, haber ajansları ile yazışmaların yapılarak olay günündeki müdahalenin görüntülerinin temin edilmesini, ilgili minibüs duraklarının işletmecilerinden varsa kamera kayıtlarının dosyaya intikalinin sağlanmasını ve söz konusu mahalde görevlendirilen tüm polis memurlarının tespit edilmesi ile ifadelerine başvurulmalarını ve sorumluların cezalandırılmalarını talep etmişlerdir.

27. Başsavcılık ayrıca başvurucular vekilinin yukarıda verilen dilekçesinde belirttiği hususlara ilişkin olmak üzere olay yerinde görevlendirilen personelin tespitini Emniyet Müdürlüğünden 26/4/2013 tarihinde talep etmiş, ATK ile raporun temini hususunda yazışmalar yapmıştır.

28. İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü 3/6/2013 tarihinde, olay tarihinde görevlendirilen personel listesini ayrıca olay değerlendirme raporunu Başsavcılığa bildirmiştir. On sekiz sayfadan ibaret olan görev listesine göre gaz fişeklerinin kullanıldığı iddia edilen Topkapı tramvay duraklarında 102 polis memuru görevlendirilmiştir.

29. Başsavcılık temin ettiği tüm belgelerden sonra dosya hakkında ''olay günü [H.Z.nin] KOAH ve kalp damar hastalığı sonucu öldüğü, ancak olay günüZeytinburnu Kazlıçeşme Meydanı'nda yapılacak olan izinsiz nevruz kutlamalarına katılmak üzere gittiği, meydana varamadanEski Topkapı otogarınınbulunduğu yerdeki halen minübüs durağı olarak kullanılan yerde polis müdahalesi ile karşılaşıldığının tanık anlatımlarıyla anlaşıldığı ve adli tıp raporunda da darp izlerinin de tespit edildiği , olay günü polis müdahalesi sırasında gaz kullanılıp kullanılmadığı ve kullanılmış ise bu gazın[H.Z.nin] mevcut hastalığına etki edip etmediğinin varsa izinsiznevruz kutlamaları ile ilgili olarak Savcılığınızca yürütülen diğer soruşturmalarla birlikte değerlendirilmesinde fayda ve zorunluluk bulunduğu'' gerekçesiyle 28/6/2013 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.

30. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı da olaylarla ilgili olarak ilk usul işlemininBaşsavcılık tarafından yapılması nedeniyle yetkisizlik kararı vermiştir. Her iki Başsavcılığın yetkisizlik kararı vermesi nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlık, İstanbul Anadolu 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 27/9/2013 tarihinde Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının yetkisizlik kararını kaldırması ile son bulmuştur.

31. Başsavcılık, olay günü kullanılan biber gazının H.Z.nin ölümüne neden olup olmadığı hususunda açıklayıcı ve ayrıntılı raporun tanzim edilmesi için 10/1/2014 tarihinde İstanbul ATK Birinci Adli Tıp İhtisas Kuruluna yazı yazmıştır. Bu yazı üzerine hazırlanan 22/1/2014 tarihli ayrıntılı raporun ilgili kısımları şöyledir:

'' KOAH olduğu, 18/03/2012 günü Kazlıçeşme’deki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldığı, Özel Arnavutköy Hastanesine eks duhul getirildiği bildirilen ...[H.Z.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan:

....

İhtisas Kurulumuzun 07.11.2012 tarih, 2012/24656/3980 sayı ve 4294 karar sayılı raporunda (Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın tarih ve sor. sayılı yazısı ile ölüm nedeni sorulmuş olmakla) sonuç olarak:

 “1-Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz, sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik,sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısımda 6x4 cm lik alanda mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısımda 7x5 cm lik mor renkli ekimoz, sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altına derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları, özellikleri ve ağırlıkları ile kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı,

2-Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanda kalibrasyon aralığının (5-200ng/ml) altında paracetamol bulunduğu, %0,1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, idrarda paracetamol bulunduğu, perikard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, akciğer örneklerinde (sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob, sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capcaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, literatürde capsain ve dihydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğunun bildirildiği dikkate alındığında; kişinin olay yerinde gaza maruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı,

3-Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrtikül serbest duvarda subendokardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar, Septum l/3 üstte ve subendokardiyal alanda yoğunlaşan nedbe, perivasküler-interstisyel fıbrozis alanları, hipertrofı bulguları, subendokardiyal kronik iskemik değişiklikler, tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve dihydrocapsaisin gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalp damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği oy birliğiyle mütalaa olunur.” şeklinde kayıtlıdır.

SONUÇ:

KOAH olduğu, 18/03/2012 günü Kazlıçeşme’deki nevruz kutlamalarına katılmak için gittikleri nevruz alanına gelmeden biber gazına maruz kalıp darp edildiği, evine geldiği, evinde bir süre oturduktan sonra sıkıldığını söyleyerek evinin bahçesine çıkıp gezerken yere yığıldığı, Özel Arnavutköy Hastanesine eks duhul getirildiği bildirilen Şevket oğlu 1955 doğumlu Hacı Zengin hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan verilerle otopsi bulguları birlikte değerlendirildiğinde;

1-)Otopsisinde sol göz kapağı altı iç kısmında 0,5x1 cm mor renkli ekimoz, sol zigomatik bölgede 3x3 cm lik alanda şişlik,sol kaş 1/3 medial kısmının 4 cm yukarısında 2,5 cm çapında ekimoz, sol omuz arka kısımda 6x4 cm lik alanda mor renkli ekimoz, sol kol orta arka kısımda 7x5 cm lik mor renkli ekimoz, sağ kol 1/2 orta iç kısımda 0,5 cm çapında mor renkli ekimozun altına derin kesi yapıldığında görülen 10x7 cm ekimozun lokalizasyonları, özellikleri ve ağırlıkları ile kafatasında kırık, kafa içi kanama, beyin doku harabiyeti, iç organ ve büyük damar lezyonu oluşturmadığı cihetiyle müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olmadığı,

2-)Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kanda alkol (etanol ve metanol) bulunmadığı, kanda kalibrasyon aralığının (5-200ng/ml) altında paracetamol bulunduğu, %0,1 COHb bulunduğu, kanda biber gazı etken maddesi capsaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, idrarda paracetamol bulunduğu, perikard ve safra sıvılarında sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, akciğer örneklerinde (sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob, sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capcaisin ve dihydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı, kanda ve idrarda sistematikte aranan maddelerin bulunmadığı, literatürde capsain ve dihydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dakika içinde vücuttan elimine olduğunun bildirildiği dikkate alındığında; kişinin olay yerinde gaza maruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı,

3-)Otopsisinde histopatolojik tetkikinde Myokardda septum ve sol ventrtikül serbest duvarda subendokardiyal alanda yoğunlaşan gri-beyaz renkli fibrotik görünümlü alanlar, Septum l/3 üstte ve subendokardiyal alanda yoğunlaşan nedbe, perivasküler-interstisyel fıbrozis alanları, hipertrofı bulguları, subendokardiyal kronik iskemik değişiklikler, tespit edildiğine göre; kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve dihydrocapsaisin gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalp damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği ancak kişinin biber gazına maruz kalıp kalmadığı, maruz kalmış ise ortamdaki biber gazı yoğunluğu bilinmediğinden mevcut bulgularla kişinin ölümünde biber gazı maruziyetinin etkisi olup olmadığı hususunda kesin bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur. ''

32. Başsavcılık bu rapora istinaden 26/8/2014 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:

''Maktul H.Z.nin ölümünün KOAH ve kemik damar hastalığı sonucu olduğunun, biber gazına maruz kalıp kalmadığının, maruz kalmış ise de ortamdaki biber gazının yoğunluğu bilinmediğinden mevcut belgelerle kişinin ölümünün biber gazı etkisinin kesin bir şekilde değerlendirilemeyeceğinin Adli Tıp 1. İhtisas Kurulunun 12/01/2014 tarihli raporu ile tespit edildiği,

Yukarıda anlatılan olayda herhangi bir kimseye atfedilebilecek bir suç unsuru bulunmadığından olay sebebiyle CMK'nın 172. maddesi gereğince KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]''

33. Anılan karara yapılan itiraz İstanbul 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 14/1/2015 tarihli kararı ile reddedilmiştir.

34. İtirazın reddine dair kararın başvuruculara 3/5/2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 31/5/2017 tarihinde başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

35. Anayasa Mahkemesi Özlem Kır (B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 22-27) kararında; 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16. maddesine, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kanunun hükmü ve amirin emri” kenar başlıklı 24. maddesine, 5237 sayılı Kanun'un "Sınırın aşılması" kenar başlıklı 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasına,5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (3) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmına, 5237 sayılı Kanun'un "Taksirle yaralama" kenar başlıklı 89. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkrasının ilgili kısımlarına yer vermiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi Güven Boğa (B. No: 2014/17222, 3/7/2019, §§ 24-30) kararında6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanun'un ilgili hükümlerine değinmiştir.

36. Anayasa Mahkemesi Ali Ulvi Atunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 25-27) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 28-30) kararlarında; 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin 25. maddesinin ilgili kısımlarına, İçişleri Bakanlığının yayımladığı 25/8/2011 tarihli Toplumsal Olaylarda Görevlendirilen Personelin Hareket Usul ve Esaslarına Dair Yönerge'nin 10. ve 12. maddelerinin ilgili kısımlarına, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 26/6/2013 ve 22/7/2013 tarihlerinde çıkarılan iki ayrı genelgeyle daha ayrıntılı hâle getirilen, Emniyet Genel Müdürlüğünün Aralık 2008 tarihinde hazırladığı Göz Yaşartıcı Gaz Silahları ve Mühimmatları Kullanım Talimatı'nın ilgili bölümlerine yer vermiştir.

B. Uluslararası Hukuk

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ilgili maddeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konuya ilişkin içtihatları Ali Ulvi Atunelli (aynı kararda bkz. §§ 29-45) kararında yer almaktadır.

38. Anayasa Mahkemesi Ali Rıza Özer ve diğerleri ([GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 47-51) ve Özlem Kır (aynı kararda bkz. §§ 31-35) kararlarında; 13/1/1993 tarihli Kimyasal Silahların Geliştirilmesi, Üretimi, Stoklanması ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşme’ye, Kolluk Görevlileri Tarafından Zor ve Ateşli Silah Kullanılması Hakkında Temel İlkelerin (Birleşmiş Milletler (BM) Suçun Önlenmesi ve Suçluların Islahı Sekizinci Kongresi, Havana, 27/8/1990-7/9/1990, BM, A/CONF.144/28/Rev.1, 1990, s. 112-115) ilgili bölümlerine, BM barışçıl toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü özel raportörü tarafından hazırlanan raporun (BM İnsan Hakları Komisyonu A/HRC/20/27, 21/5/2012) 35. maddesine, Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) biber gazına ilişkin görüş ve tavsiyelerine değinmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 9/7/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucular, olay günü nevruz kutlamaları için toplanan kalabalığa göz yaşartıcı gazla müdahale edildiği Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında yer almasına rağmen kullanılan gaz miktarının tespit edilemediğini, gazın kullanma talimatı kılavuzunda açık alanda kullanılması gerektiği yazılmış olmasına rağmen kapalı alan niteliğinde olan Topkapı minibüs duraklarında kullanıldığını, olay yeri kamera kayıtlarının getirtilmediğini, ilgili haber ajansları ile minibüs işletmelerinden tüm kayıtların temin edilmediğini, olayla ilgili olarak şüpheli polis memurları ile bunların amiri konumunda olan Emniyet Müdürü, Vali ve İçişleri Bakanı hakkında soruşturma yürütülmediğini belirterek ölüm olayı nedeniyle Anayasa'nın 10., 17., 34 ve 36. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve soruşturmanın yeniden başlatılarak ilgililerin cezalandırılmasını talep etmişlerdir.

B. Değerlendirme

41. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama,.....hakkına sahiptir."

42. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri, ...kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

43. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların iddialarının özü, H.Z.nin ölüm sebebine dair Başsavcılık tarafından başlatılan soruşturmanın etkisiz olduğun ilişkindir. Bu nedenle başvuru, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiş; diğer ihlal iddiaları yönünden bir değerlendirme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi Yönünden

44. Başvurucular, olayla ilgili yaptığı suç ihbarında İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi hakkında soruşturma yapılmasını talep etmiştir.

45. Başsavcılık; diğer taleplerin yanında ileri sürülen bu iddialar karşısında soruşturmanın herhangi bir evresinde bir değerlendirmede bulunmamıştır. Başsavcılık bu kişiler hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmaksızın genel olarak H.Z.nin ölümüne ilişkin olayı araştırmaya çalışmış ve nihayetinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

46. Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak Anayasa’nın 17. maddesini ihlal edecek biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde olay hakkında etkili resmî bir soruşturmanın yürütülmesi gerekmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak bu konuda bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle iddiaların uygun delillerle desteklenmesi gerekmektedir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul, şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğünün bulunduğundan bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

47. Başvurucuların bu başlıktaki iddialarının doğrudan eylemi gerçekleştiren kolluk görevlilerine değil olayın siyasi sorumlusu olduğunu ifade ettiği İçişleri Bakanı ile kolluk kuvvetlerine müdahale talimatı veren İstanbul Valisi'ne yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

48. Kolluğun müdahalesinden dolayı cezalandırılması talep edilen kolluk amirleri ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletin etkili bir soruşturma yükümlülüğünden bahsedilebilmesi için öncelikle savunulabilir bir iddianın ortaya konulması gerekmektedir. Savunulabilir bir iddianın esasını, hakkında soruşturma yapılacak kişilerin mağdurun yaralanmasından ceza hukuku anlamında sorumlu olabilme ihtimalinin ortaya konulması oluşturmaktadır (Hasan Fırat [GK], B.No: 015/9496, 31/10/2019, § 54 ve ). Aksi takdirde devletin ceza hukuku kapsamında sorumlu olmayan kişiler hakkında da makul kabul edilemeyecek bir şekilde soruşturma yükümlülüğü altına sokulması söz konusu olacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İbrahim Akan, B. No: 2014/10628, 16/11/2016, § 36; Bülent Barmaksız, B. No: 2014/9771, 21/9/2016, § 28; Elif Güneş Yıldırım, B. No: 2014/12391, 5/4/2017, § 25; Onur Cingil (2), B. No: 2014/2976, 9/5/2018, § 60; Gamze Elvan ve diğerleri, B. No: 2015/5718, 9/5/2019, § 60; Davut Yıldız, B. No: 2014/14147, 24/1/2018, § 33).

49. Başvurucular, olay günü yapılan müdahaleye ilişkin olarak kolluk amirlerinin verdiği somut bir talimattan söz etmemiş; genel olarak polisin müdahalesi sonucunda H.Z.nin göz yaşartıcı gaza ve fiziksel saldırıya maruz kaldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucular, kolluk görevlilerinin ölçüsüz müdahalede bulunduğu iddiası ile kolluk amirlerinin talimatları arasında ceza hukuku bağlamında illiyet bağını gösteren savunulabilir bir bilgi veya belge de ortaya koymamış; verilen emirlerin kolluk görevlilerinin yetkisini aşacak ve suç oluşturacak nitelikte hareket etmelerine yönelik olduğunu gösteren herhangi bir somut kanıt da gösterilmemiştir.

50. Bu açıklamalar ışığında başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiği iddiaları yönünden İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi hakkında soruşturma yapılmasını gerekli kılan nitelikte, kolluğun orantısız müdahalesiyle verilen talimatlar arasında illiyet bağını gösterir hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı, dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamındaki iddiaların soyut ve temellendirilmemiş şikâyet niteliğinde olduğu anlaşılmıştır.

51. Öte yandan Bakanlar Kurulu üyelerinin aldığı kararlar sonucunda cezai sorumluluklarından bahsedilebilmesi ancak Anayasa'nın mülga 100. ve TBMM İçtüzüğü'nün 107. maddesindeki koşullar gerçekleştiğinde mümkündür. Somut olay açısından toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında meydana gelen ve Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında değerlendirilebilecek olaylar açısından Bakanlar Kurulu üyelerinin her türlü kararından ötürü soruşturulması gerektiği şeklinde bir pozitif yükümlülüğün olduğu söylenemez. Zira ceza hukuku bağlamında kötü muamele yasağına aykırı fiillerin cezalandırılması için illiyet bağının ortaya konulması gerekmektedir. Aksi hâlde ortaya çıkan durum Başbakan ve bakanların uyguladıkları genel siyasetin ve bakanlıkların görevleri ile ilgili şikâyetlerin Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından incelenmesi sonucuna yola açar ki TBMM'ye ait olan bu yetkinin Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından kullanılması mümkün değildir (Onur Cingil (2), § 61).

52. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Kolluk Görevlileri Yönünden

53. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda ölen kişi, başvuruculardan Fikret Zengin'in eşi, diğer başvurucuların ise babasıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

54. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. İlkeler

55. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olaylarında sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 54, 55).

56. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutu konusunda benimsediği genel ilkelere göre bir ceza soruşturmasının etkililiği için;

i. Soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

ii. Ceza soruşturmasının fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması, ayrıca her olayda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

iii. Hukuk devletine bağlılığın sağlanması ve hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi amacıyla ceza soruşturmasının makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30) gerekir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Somut olayda Cumhuriyet Başsavcılığının ölüm olayı hakkında kendiliğinden, ivedilikle bir soruşturma başlattığı ve başvurucuların delil toplanmasına ilişkin taleplerini dile getirebildiği, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz edebildiği, soruşturmaya katılım konusunda herhangi bir engelle karşılaşmadığı görülmüştür.

58. Bu tespitler sonrasında Başsavcılığın H.Z.nin ölüm nedeninin tespit edilmesine yönelik olarak yaptığı işlemlerin incelenmesi gerekir.

59. Ölüm sebebinin kesin olarak belirlenebilmesi için ceset üzerinde yapılan otopsi işleminden sonra düzenlenen raporun sonuç kısmında ''...biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin aranmış olup bulunmadığı,... ak ciğer örneklerinde ( sağ üst lob, sağ orta lob, sağ alt lob , sol üst lob, sol alt lob) biber gazı etken maddesi capsaisin ve diydrocapsaisin... bulunmadığı,....literatürde capsaisin ve diydrocapsaisin maddelerine maruz kalan kişilerin temiz hava bulunan ortama alınması ve oksijen tedavisi uygulanması durumunda 10-15 dk içinde vücuttan elimine olduğunu bildirildiği dikkate alındığından; kişinin olay yerinde gaza mağruziyetinin kabulü halinde de olay yerinde bulunduğu zaman ile ölümü arasında geçen zaman nedeniyle ölüm sonrası otopsisinde alınan örneklerde bu gazın bulunamayacağı, kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve diydrocapsaisin gazını maruziyeti olduğunun kabulü halinde bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalpdamar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği'' ifade edilmiştir.

60. Başsavcılık bu rapordan sonra H.N.nin ölümüne olay günü kullanılan biber gazının neden olup olmadığı hususunda açıklayıcı ve ayrıntılı rapor tanzim edilmesi için yeni bir görüş istemesi üzerine düzenlenen 22/1/2014 tarihli raporun sonuç kısmında ise ''kişide, KOAH ve kronik kalp damar hastalığı bulunduğu ve kişinin ölümünün kalp damar hastalığı sonucu meydana gelmiş olduğu, yakın mesafeden yoğun olarak capsain ve dihydrocapsaisin gazına maruziyeti olduğunun kabulü halinde, bu maruziyetin de kendisinde mevcut KOAH ve kalp damar hastalığının aktif hale geçmesinde efor ve stres faktörüne ilave olarak etkili olabileceği ancak kişinin biber gazına maruz kalıp kalmadığı, maruz kalmış ise ortamdaki biber gazı yoğunluğu bilinmediğinden mevcut bulgularla kişinin ölümünde biber gazı maruziyetinin etkisi olup olmadığı hususunda kesin bir değerlendirme yapmanın mümkün olmadığı''belirtilmiştir.

61. Alınan her iki rapora bakıldığında H.Z.nin ölüm nedeni hususunda bir belirsizliğin olduğu anlaşılmaktadır. İlk raporda KOAH ve kronik kalp rahatsızlığı bulunan H.Z.nin ölümünde, yakın mesafeden yoğun olarak atılan capsain ve diydrocapsaisin gazlarının söz konusu rahatsızlıkların aktif hâle gelmesinde rol oynayabileceği belirtilmiş olmasına rağmen ikinci raporda H.Z.nin bu gazlara maruz kalıp kalmadığı, kalmışsa bu gazın yoğunluğu bilinemediği için ölüm nedeni hakkında bir belirlemenin yapılamadığı ifade edilmiştir.

62. Bu belirsiz karşısında tanık ifadelerinin önem kazandığı anlaşılmaktadır. Buna göre olay günü H.Z. ile birlikte olan Ş.Z.nin ifadesine göre güvenlik güçlerinin göstericilere müdahalesi sırasında göz yaşartıcı gaz kullandığı, H.Z.nin de müdahale sırasında anılan maddelere maruz kaldığı; bundan başka olay raporunda da (bkz. § 12) katılımcılara karşı göz yaşartıcı gazların kullanıldığı anlaşılmaktadır.

63. Başsavcılık, bunlardan başka olay gününde kullanılan materyalleri Emniyet Müdürlüğünden temin etmiştir. Söz konusu materyalin kullanım kılavuzunda bazı uyarılar bulunduğu halde bu materyalin kimyasal içerikleri ile etkileri üzerinde kriminal inceleme yapılmadığı anlaşılmaktadır.

64. ATK raporunda belirtildiği üzere olay günü aralarında H.Z.nin de olduğu gruba yönelik olarak kullanılan göz yaşartıcı maddelerin yoğunluğu hususunda Başsavcılık tarafından bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Bunun yanında söz konusu maddeleri kullanan personelin bu kimyasal maddelerin kullanım kılavuzunda yer alan ilkelere göre hareket edip etmediği, uyarıları dikkate alıp almadığı, ayrıca bunların kullanımı için bir eğitime tabi tutulup tutulmadığı hususlarında herhangi bir araştırmanın yapılmadığı anlaşılmıştır.

65. Ayrıca söz konusu müdahaleye ilişkin olarak -varsa- görüntü kaydının Başsavcılık tarafından talep edilmediği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda söz konusu müdahalenin hukuka uygunluğu noktasında en büyük maddi delilin Emniyet Müdürlüğünden temin edilmesi suretiyle H.Z.nin söz konusu yerde bulunup bulunmadığı, bulunmuşsa söz konusu müdahaleye hangi ölçekte ve nasıl maruz kaldığı hususunda bir belirlemenin yapılmadığı değerlendirilmiştir. Başvurucular ayrıca söz konusu müdahaleye ilişkin olarak olayın en büyük maddi delili olan görüntülerin ilgili haber ajanslarından ve ilgili minibüs işletmelerinden temin edilmesi yönünde taleplerde bulunmuş iseler de Başsavcılık tarafından bu hususta bir yazışma yapılmadığı anlaşılmaktadır.

66. Bunların yanında başvurucuların, güvenlik güçlerince yapılan müdahalenin kapalı alan olarak kabul edilmesi gereken bir yer olduğu noktasındaki yoğun iddiaları karşısında olay yeri incelemesi veya keşif işlemlerinin yapılmasına yönelik olarak herhangi bir girişimde bulunulmadığı anlaşılmaktadır. Tanık ifadelerine göre söz konusu müdahale, Topkapı'da bulunan ve kapalı olarak değerlendirilebilecek nitelikteki bir yerde yapılmıştır. Bu sebeple başvurucuların bu iddiasının araştırılmamasının önemli bir eksiklik olduğunun altı çizilmelidir.

67. Öte yandan olay yerinin net olarak belirlenip kapalı alan olup olmadığı tespit edilerek güvenlik güçleri tarafından yapılan müdahalede göz yaşartıcı gazın ne kadar kullanıldığının araştırılmamasının, bu maddelerin usulüne uygun olarak kullanılıp kullanılmadığının belirlenebilmesi açısından herhangi bir kamu görevlisinin ifadesine başvurulmamasının, görüntü kayıtlarının ilgili yerlerden temin edilerek H.Z.nin maruz kaldığı iddia edilen müdahalenin gerekliliği ve ölçülülüğü noktasında belirlemeler yapılmamasının devletin yaşam hakkı kapsamındaki makul özenle etkili soruşturma yapma yükümlülüğüne aykırılık oluşturduğu değerlendirilmiştir.

68. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucular, ihlalin tespiti ile yeniden soruşturma başlatılması talebinde bulunmuşlardır.

71. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

72. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

73. Mevcut başvuruda Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

74. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden soruşturma başlatılarak Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine (2015/1378 sayılı soruşturma dosyası) karar verilmesi gerekmektedir.

75. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. İçişleri Bakanı ile İstanbul Valisi yönünden yaşam hakkınınusul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Kolluk görevlileri bakımından yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Gaziosmanpaşa Cumhuriyet Başsavcılığına (2015/1378 sayılı soruşturma dosyası) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/7/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

OKAN GÖÇER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/29596)

 

Karar Tarihi: 13/1/2021

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Okan GÖÇER

Vekili

:

Av. Emine EREL SAVGA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protesto gösterileri kapsamında kolluk görevlilerinin haksız güç kullanması sonucunda yaşamsal tehlike doğacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının, gösteriye hukuka aykırı ve ölçüsüz bir biçimde müdahale edilmesi nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/7/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen protesto gösterileri kapsamında 1/6/2013 tarihinde saat 14.00-15.30 sıralarında Meşrutiyet Caddesi üzerinden Galatasaray Meydanı'na doğru yürüyen kalabalığa katılmıştır. İddiasına göre başvurucu, henüz Meşrutiyet Caddesi'nde iken bir biber gazı kapsülünün başına isabet etmesi sonucu ağır yaralanmış ve yolların kapalı olması nedeniyle cankurtaranın olay yerine ulaşamaması üzerine arkadaşlarının yardımıyla Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürülmüştür. Başvurucu acil olarak ameliyata alınmıştır. 1/6/2013-19/6/2013 tarihleri arasında Yoğun Bakım ve Acil İleri Bakım Servislerinde tedavi gören başvurucu 19/6/2013 tarihinde Beyin Cerrahisi Servisine alınmış, 21/6/2013 tarihinde ise taburcu edilmiştir. Hastane tarafından tanzim edilen 17/2/2014 tarihli engelli sağlık kurulu raporu'a göre frontal bb sendromu, epilepsi, post travmatik stres bozukluğu ve sol total işitme kaybı teşhisi konulan başvurucunun tüm vücut fonksiyon kaybı (engellilik) oranı %84'tür. Hakkında düzenlenen tıbbi belgelere göre başvurucu, başına yakın mesafeden isabet eden ve künt travma yaratan ateşli silah yarasıyla saat 15.40 sıralarında hastaneye getirilmiş olup geldiği sırada başvurucunun şuuru kapalıdır.

10. 28/5/2013-1/6/2013 tarihleri arasında Taksim Meydanı ve çevresinde meydana gelen olaylar hakkında 33 kolluk amiri tarafından düzenlenen 1/6/2013 tarihli tutanakta ise başka hususlar yanında olay günü saat 13.00 sıralarında yüzleri kapalı kişilerden oluşan 60 kişilik bir grubun Tarlabaşı Caddesini trafiğe kapatıp yola barikat kurduğu, bu grubun orantılı ve kademeli güç kullanılarak dağıtıldığı, aynı saatlerde yüzleri maskeli kişilerden oluşan bir başka grubun Kallavi Sokak civarında beklediği, polise taş, sopa vs. cisimlerle saldırdığı, saldırıların saatlerce devam ettiği ve saldırıda bulunanlara orantılı müdahalede bulunulduğu belirtilmiştir. Müdahale sırasında kullanılan araçların ne olduğu ve saldırıda bulunan kişilerin tespitine yönelik bir çalışma yapılıp yapılmadığı sözü edilen tutanakta açıklanmamıştır.

11. Başvurucu, vekili aracılığıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) verdiği 10/6/2013 havale tarihli dilekçesinde bir polis memurunun hedef alarak biber gazı kapsülü atan silahı ateşlediğini oysa şiddet içerikli bir davranışının olmadığını, biber gazı kapsülü atılmadan önce kolluk görevlilerince uyarı yapılmadığını, yaralanmasıyla ilgili olarak herhangi bir kolluk tutanağı tanzim edilmediği gibi herhangi bir soruşturma işlemi de yapılmadığını ve hastanede görevli polisin olayı soruşturma mercilerine bildirmediğini belirterek;

i. Meşrutiyet Caddesi ile Yeni Çarşı Caddesi'nin keşimindeki MOBESE kameraları ile P... Eczanesinin, İngiliz Başkonsolosluğunun, D... ve H... Bankalarının güvenlik kameralarının olay günü 13.00-15.00 saatleri arasında kaydettiği görüntülerin getirtilmesini,

ii. Delillerin kaybolmaması ve görüntü kayıtlarının silinmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını,

iii. Olay yerinde biber gazı kullanmakla görevli kolluk görevlilerine ait listenin celbini,

iv. Medya kuruluşlarından tüm video, fotoğraf ve haberlerin bu fotoğraf ve videoları çekip haberleri yapanların listesiyle birlikte istenmesini,

v. Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi, İstanbul Emniyet Müdürü, Çevik Kuvvet Şube Müdürü ve biber gazını kullanan kolluk görevlileri ile olay günü hastanede görevli olup da yaralanmasını ilgililere bildirmeyen polis memurlarının cezalandırılmasını istemiştir.

12. Anılan dilekçenin üzerine başvurucu vekilince Başbakan, İçişleri Bakanı, İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü hakkında ayrıca suç duyurusu yapılacağı yazılmıştır.

13. Başvurucunun dilekçesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı olay hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun yaralanması nedeniyle yürütülen soruşturmayı protesto gösterileri kapsamında farklı tarihlerde meydana gelen birçok olay hakkında yürütülen ayrı bir soruşturma (ana soruşturma) ile birleştirmiştir. Bu ana soruşturma kapsamında;

i. İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile medya kuruluşları ve haber ajanslarından temin edilenler de dâhil protesto gösterileri kapsamında meydana gelen eylemlerle ilgili fotoğrafları ve kamera kayıtlarını içerir CD ve DVD'ler getirtilmiştir.

ii. Başkalarının 1/6/2013 tarihli yaralanmalarıyla ilgili olarak 1/6/2013 tarihinde saat 09.00 ile 2/6/2013 tarihinde saat 09.00 arasında Taksim Meydanı ve çevresinde görevli Çevik Kuvvet gruplarına ait çizelgeler temin edilmiştir.

iii. Gezi Parkı eylemleri kapsamında meydana gelen bazı olaylar nedeniyle birkaç polis amiri ve memuru hakkında yürütülen disiplin soruşturmasına ilişkin belgeler soruşturma evrakı arasında alınmıştır.

15. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 11/6/2013 havale tarihli dilekçesinde tanıklar B.Ö. ve A.Ç.nin dinlenmesini istemiş ve kamera kayıtlarının celbiyle ilgili talebini tekrar dile getirip bu konuda yazılacak müzekkerenin takibi konusunda kendisine takip yetkisi (elden takip) verilmesini talep etmiştir.

16. Cumhuriyet Başsavcılığı görüntü kayıtlarının celbi için 12/6/2013 tarihinde Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne bir müzekkere yazmış ve bu müzekkereyi muhataba teslim etmesi için başvurucu vekiline vermiştir.

17. Cumhuriyet Başsavcılığı 27/6/2013 tarihinde tanık B.Ö.nün ifadesini almıştır. B.Ö. vermiş olduğu ifadesinde meraklarına istinaden 31/5/2013 tarihinde İstiklal Caddesi'ne gittiklerini, Galatasaray Lisesinin bulunduğu sokakta dört beş Çevik Kuvvet polisi gördüklerini, kask takmaları nedeniyle polislerin yüzlerinin görünmediğini, bir polis memurunun elinde biber gazı kapsülü atan tüfek gördüğünü, çevrede yaklaşık 10.000 kişinin olduğunu, bulundukları kafeteryadan sokağa çıktıkları sırada Çevik Kuvvet polislerinin bulunduğu yerden atılan bir biber gazı kapsülünün başvurucunun kafasına isabet ettiğini, başvurucunun bayıldığını, başvurucuyu kucağına alıp çıktıkları kafeteryaya doğru yürüdüğünü, polis memurlarının biber gazı kullanmak ve taş atmak suretiyle kendilerini kovaladığını, tanımadığı doktorların kafeterya içinde başvurucuya dikiş atıp serum taktıklarını ve cankurtaran gelmeyince bir vatandaşın aracıyla başvurucuyu hastaneye götürdüklerini söylemiştir.

18. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 2/7/2013 tarihli dilekçesinde arkadaşlarından öğrendiğine göre olayın saat 15.00-16.00 sıralarında gerçekleştiğini belirterek görüntü kayıtlarının 13.00-17.00 saatleri için getirtilmesini istemiştir. Bu talep uyarınca Cumhuriyet Başsavcılığı Beyoğlu Emniyet Müdürlüğüne yeni bir müzekkere yazmıştır.

19. Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gönderdiği 19/7/2013 tarihli yazıyla olayla ilgili MOBESE görüntüleri ile olayın meydana geldiği yerde bulunan işyerlerine ait kamera görüntülerinin temin edilmesini, başvurucunun iddialarının araştırılmasını, başvurucunun bildirdiği tanıklar ile resen tespit edilecek kişilerin olayla ilgili beyanlarının alınmasını, şüphelilerin açık kimlik bilgileri ile görev yerlerinin belirlenmesini, ayrıca bu kişilerin fotoğraflarının CD ortamında gönderilmesini istemiştir.

20. Kolluk görevlilerince düzenlenen 24/7/2013 tarihli tutanağa göre güvenlik kameralarının celbi konusunda yazılan müzekkereye İngiliz Başkonsolosluğu cevap vermemiş ancak talep edilen diğer görüntü kayıtları elde edilmiştir. Bu kayıtlar, Yeni Çarşı Caddesi ile Meşrutiyet Caddesi kesişiminde bulunan MOBESE kamerasının 18/6/2013 tarihinde saat 13.00-17.00 saatleri arasında kaydettiği görüntüleri içerir DVD'lerle birlikte 31/7/2013 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

21. Kolluk görevlilerince düzenlenen 5/9/2013 tarihli tutanaktan bankalardaki güvenlik kameralarının altmış günlük, İngiliz Başkonsolosluğunun güvenlik kameralarının ise on beş günlük kayıt yaptığı, bu nedenle 1/6/2013 tarihine ait kayıtların elde edilemediği anlaşılmıştır.

22. Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünün Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği tarihsiz yazıda olay yeri çevresindeki MOBESE kayıtlarının kırk beş günlük kayıt yaptığı ve bu nedenle olay gününe ait kayıtların elde edilemediği belirtilmiştir.

23. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun tedavisi ile ilgili tüm belgeleri hastaneden temin edip yaralanmanın niteliği hakkında İstanbul Adli Tıp Şube Müdürlüğünden iki kez rapor almıştır.

i. 7/10/2013 tarihli rapor şöyledir:

“...Okan Göçer'[e] ait Okmeydanı E.A. Hastanesinin 01.06.2013 giriş, 21.06.2013 çıkış tarihli, 17961 sayılı raporunda; ateşli silah yaralanması ifadesiyle geldiği, sol frontalde yaklaşık 8 cm kenarları düzensiz ve yanık izleri olan altında kırık palpe edilebilen, şuuru kapalı olduğu, entübe edildiği, operasyona alındığı, akut subdural hematomun boşaltıldığı, arızasının,

Kişinin yaşamını tehlikeye SOKTUĞU,

Basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte OLMADIĞI,

Kırığın yaşam fonksiyonlarına etkisi AĞIR(5) derece olduğu kanaatini bildirir rapordur. ”

ii. 19/11/2013 tarihli raporda başvurucunun maruz kaldığı eylem nedeniyle yaşamı tehlikeye girecek ölçüde yaralandığı ve olay nedeniyle meydana gelen kemik kırığının yaşam fonksiyonlarına etkisinin ağır (4) olduğu belirtilmiştir.

24. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 14/2/2014 tarihli dilekçeyle İngiliz Başkonsolosluğunun güvenlik kameralarına ait kayıtların Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla istenmesini talep etmiştir.

25. Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi nedeniyle başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı sonucuna varmış ve 28/4/2015 tarihinde başvurucuyla ilgili soruşturmayı ana soruşturmadan ayırmıştır.

26. Cumhuriyet Başsavcılığı İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazdığı 22/6/2015 tarihli yazıyla 19/7/2013 tarihli müzekkerede yazılı hususların yerine getirilmesini istemiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, cevap yazısının 5/11/2013 tarihinde gönderildiğini bildirmiştir.

27. Cumhuriyet Başsavcılığı İngiliz Başkonsolosluğuna yazdığı 8/9/2015 tarihli yazıyla mevcut olması hâlinde soruşturmaya konu olayla ilgili kamera görüntülerinin gönderilmesini istemiştir. Bu yazı, sonuncusu 22/6/2016 olmak üzere dört kez tekit edilmiştir.

28. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/9/2015 tarihinde başvurucunun ifadesine başvurmuştur. Başvurucunun verdiği ifadenin ilgili kısmı şöyledir:

...Meşrutiyet Caddesi ile Yeni Çarşı Caddesinin kesişim noktasında idim. Yanımda arkadaşlarım vardı. Onlar gösteriye katılmamızı istediler. Ben de onlarla birlikte kalabalığın içindeydim. Olayla ilgili geniş bir dilekçe verdim. Bulunduğum yerde yoğun bir şekilde polis tarafından gaz kullanılıyordu. Ben polisin elinde tüfekle nişan aldığını gördüm ve arkadaşlar polis nişan alıyor kaçın diye bağırdım. Polisle aramda en fazla 15 metre mesafe vardı. Bana doğru ateş ettiği[ni] gördüm ve acıyla orada bayıldım...”

29. İfade sırasında hazır bulunan başvurucu vekili; olaydan sonra çok sayıda kamera görüntüsü topladığını, Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla istenen kayıtların soruşturma dosyasında olması gerektiğini, kendilerinde bulunan görüntü kayıtlarını sunacağını, izlediği kadarıyla kayıtlarda gaz kapsülü atan tüfekle başvurucuya ateş eden polisin arkadan çekilmiş görüntülerinin bulunduğunu ve bu nedenle anılan kişinin tespit edilemediğini ifade etmiştir.

30. Başvurucu, vekili aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 5/11/2015 havale tarihli dilekçe ile daha önce toplanan kamera kayıtlarının soruşturma dosyasında bulunmadığını bildirerek kendisindeki kayıtları sunmuştur.

31. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucu tarafından sunulan görüntü kayıtlarını bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan ve 18/11/2015 tarihinde UYAP'a aktarılan 17/11/2015 tarihli raporda görüntülerin ses kaydı içermediği, başvurucunun yaralanmasıyla ilgili herhangi bir görüntü tespit edilemediği belirtilmiştir.

32. Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelilerin dava zamanaşımı süresince araştırılması ve tespit edilmesi hâlinde Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmesi için 5/9/2016 ve 26/9/2016 tarihlerinde daimî arama kararı vermiştir. Daimî arama kararlarında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlilerine yüklenen suçlar nitelikli kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma olarak belirtilmiştir. İkinci daimî arama kararının soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarihin ilk daimî arama kararında yanlış yazılması nedeniyle verildiği değerlendirilmiştir. Zira soruşturmanın zamanaşımına uğrayacağı tarih ilk kararda 1/6/2019, ikinci kararda ise 1/6/2021 olarak belirtilmiştir.

33. Kolluk görevlileri, şüphelilerin aranmasına rağmen yakalanamadığına ilişkin olarak 23/9/2016 tarihinde bir tutanak tanzim etmiştir.

34. Soruşturma derdesttir.

IV. İLGİLİ HUKUK

35. İlgili hukuk için bkz. Özlem Kır, B. No: 2014/5097, 28/9/2016, §§ 31-35; Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 91-96; Özge Özgürengin, B. No: 2014/5218, 19/4/2018, §§ 32-38; Melih Dalbudak, B. No:2016/16050, 13/2/2020, §§ 50-53, 62-65.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

36. Mahkemenin 13/1/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

37. Başvurucu öncelikle yaşam hakkı ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bu iddiası kapsamında başvurucu;

i. Uluslararası standartlara ve biber gazı kullanımıyla ilgili talimatlara aykırı şekilde gaz kullanıldığını, Gezi Parkı eyleri sırasındaki gaz kullanımının hukuka aykırılığının Kamu Denetçiliği Kurumunca da saptandığını,

ii. Yaralanmasından önce ve yaralandığı esnada yoğun olarak biber gazına maruz kaldığını,

iii. Polisin keyfî ve haksız gaz kullanımı sonucu yaralandığını, nitekim kendisi aleyhine hiçbir soruşturma yürütülmediğini,

iv. Olay günü Taksim Meydanı ve çevresinde cankurtaran ve acil müdahale ekibi bulundurulmadığını, üstelik ana ulaşım yollarının trafiğe kapatıldığını, bu nedenle cankurtaranın olay yerine gelemediğini,

v. Kendisine yönelik eylemin Cumhuriyet Başsavcılığınca görevi kötüye kullanma suçu olarak nitelendirildiğini oysa söz konusu eylemin teşebbüs aşamasında kalmış olası kasıtla öldürme suçunu oluşturduğunu,

vi. Yaralanmasıyla ilgili etkili ve yeterli bir soruşturma yürütülmediğini öne sürmüştür.

38. Başvurucu ikinci olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve bu iddiasıyla ilgili olarak suç duyurusunda bulununcaya kadar hiçbir soruşturma işlemi yürütülmediğini, toplanan delillerin kaybedildiğini, farklı yer ve zamanda meydana gelen eylemlerle ilgili üç yüzden fazla şikâyetin birleştirildiğini, soruşturmanın başlamasından ancak iki yıl sonra yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kaldığı gerekçesiyle ayırma kararı verildiğini, bu hususların yaralanmasıyla ilgili etkili bir soruşturma yürütülmediğinin ve yürütülmeyeceğinin göstergesi olduğunu, soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmediğini, aradan geçen süreye rağmen soruşturmada hiçbir ilerleme olmadığını ve soruşturma kapsamında hiçbir kolluk görevlisinin ifadesinin alınmadığını öne sürmüştür.

39. Bakanlık görüşünde; yaşam ve etkili başvuru hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarıyla ilgili olarak başvurucunun kolluk görevlileri tarafından maddi ve manevi varlığına müdahale edildiği iddiasıyla hukuk davası yoluna başvurarak daha etkin bir giderim sağlamasının mümkün olduğu, başvurucunun idare aleyhine açtığı tam yargı davasının reddedildiği, dosyanın temyiz incelemesi için Danıştayda olduğu ve olağan hukuk yollarının tüketilmemiş olması sebebiyle başvurunun kabul edilemez olup olmadığı hususundaki takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde ayrıca başvuru süresinin daimî arama kararının verildiği tarihten başladığı öne sürülmüştür. Son olarak etkili soruşturma yükümlülüğünün bir sonuç yükümlülüğü olmadığı, başvuruya konu şikâyetin aydınlatılması için gerekli adımların atıldığı ve etkili soruşturma yükümlülüğünün gereklerinin yerine getirildiği ifade edilmiştir.

40. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını tekrar edip Cumhuriyet Başsavcılığı görevlilerinin dosyanın bilirkişide olduğunu söylediklerini, daimî arama kararının kendisine tebliğ edilmediğini, anılan karardan 20/6/2017 tarihinde haberdar olduğunu iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

a. Hukuki Nitelendirme ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

41. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun yaşam ve etkili başvuru hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddialarının özü; kolluk görevlilerinin haksız güç kullanımı nedeniyle hayati tehlike geçirecek ölçüde yaralandığına, bu olayla ilgili etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ve olay günü Taksim Meydanı ve çevresinde cankurtaran ve acil müdahale ekibi bulundurulmadığı ve ana ulaşım yolları trafiğe kapatıldığı için cankurtaranın olay yerine gelemediğine ilişkindir. Bununla birlikte, başvuru dosyasında olay günü Taksim Meydanı ve çevresinde cankurtaran ve acil müdahale ekibi bulundurulmadığına, üstelik ana ulaşım yollarının trafiğe kapatıldığına ve bu nedenle cankurtaranın olay yerine gelemediğine ilişkin iddianın incelenmesine imkân verecek ölçüde bilgi ve belge bulunmamaktadır. Bu nedenle, kullanılan kamu gücünün netice itibarıyla ölümcül olmasa bile başvurucunun yaşamını tehlikeye soktuğu dikkate alınarak başvurucunun anılan ihlal iddialarının yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmesinin gerekli ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Unutulmaması gerekir ki ölüm gerçekleşmese dahi bazı hâllerde başvurunun yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20) ve bu hâllerde başvurunun yaşam hakkı kapsamında incelenip incelenmeyeceğinin tespitinde diğer faktörlerle birlikte kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü, kullanımının ardında yatan niyet ve amaç birlikte değerlendirilir (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 69).

42. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

43. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

b. Kabul Edilebilirlik Yönünden

44. Kolluk görevlileri tarafından toplumsal olaylara müdahale edilmesi sırasında atılan bir gaz fişeğinin neden olduğu yaralanma hakkında yürütülen ceza soruşturmasının konu edildiği Özlem Kır başvurusunda (anılan kararda bkz. §§ 41, 42) Anayasa Mahkemesi Serpil Kerimoğlu ve diğerleri (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55) ile Turan Uytun ve Kevzer Uytun (B. No: 2013/9461, 15/12/2015, §§ 47, 48) başvurularında verilen kararlara da atıf yaparak şu sonuçlara ulaşmıştır:

i. Kasıtlı fiiller, saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen yaralama olaylarında devletin Anayasa'nın 17. maddesi gereğince sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır.

ii. Bu tür olaylar hakkında yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminata hükmedilmesi bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir.

iii. Güvenlik güçlerinin güç kullanımı ile doğrudan bağlantılı olup vücut bütünlüğüne yönelik bir eylemin gerçekleşme koşullarının ve olası cezai sorumlulukların tereddüde mahal vermeyecek şekilde ortaya konulması soruşturma yükümlülüğünün ayrılmaz bir gereğidir.

iv. Bireyler kendi inisiyatifleriyle hangi hukuk yollarına başvurmuş olursa olsun bu tür eylemleriyle insanların yaşamını yitirmesine veya vücut bütünlüklerinin zarar görmesine yol açtığı ileri sürülen kamu görevlileri aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması Anayasa'nın 17. maddenin ihlaline neden olabilir.

45. Sözü edilen sonuçlar uyarınca başvurucu tarafından açılan tam yargı davası, başvurucunun şikâyetleri yönünden başvurudan önce tüketilmesi gereken bir başvuru yolu olarak değerlendirilmemiştir.

46. Bununla birlikte yaşama hakkı ile ilgili bir soruşturmanın etkili olup olmadığı yönünden inceleme yapabilmek için -mutlak surette gerekli olmasa da- yürütülen soruşturmanın makul bir süreyi aşmaması şartıyla ilgili kamu makamları tarafından nasıl sonlandırılacağının beklenmesi, bireysel başvuru ile getirilen koruma mekanizmasının ikincil niteliğine uygun olacaktır (Rahil Dink ve diğerleri, B. No: 2012/848, 17/7/2014, § 77; Hüseyin Caruş, B. No: 2013/7812, 6/10/2015, § 46). Ancak bir soruşturmanın açılmayacağının, soruşturmada ilerleme olmadığının, etkili bir ceza soruşturması yapılmadığının ve ileride de böyle bir soruşturmanın yürütüleceği konusunda en ufak gerçekçi bir şans olmadığının farkına vardıkları veya varmaları gerektiği andan itibaren, başvurucular tarafından yapılan bireysel başvuruların kabul edilmesine karar verilmelidir (Rahil Dink ve diğerleri, § 77; Hüseyin Caruş, § 47).

47. Somut olayda başvurucunun bireysel başvuruda bulunmak için ceza soruşturmasının sonuçlanmasını beklemesinin gerekip gerekmediğinin ve bu bağlamda başvurunun süresinde yapılıp yapılmadığının değerlendirilmesi gerekir. Ne var ki söz konusu değerlendirmenin yapılabilmesi başvurunun esası hakkında inceleme yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk uyarınca kabul edilebilirlik incelemesi esas incelemesi ile birlikte yapılacaktır.

c. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

48. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerinden birisinin de insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğunu belirten Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

49. Devletin negatif yükümlülüğü kapsamında kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin kasıtlı ve hukuka aykırı bir şekilde hiçbir bireyin yaşamına son vermeme ödevi bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Anılan bu yükümlülük, hem kasıtlı öldürme hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımı için geçerlidir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

50. Öte yandan Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında “meşru müdafaa hali”, “yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi”, “bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi”, “bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya “olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir.

51. Anılan hüküm; temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ve bu sınırlamaların Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyet'in gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını ifade eden Anayasa'nın 13. maddesi ile birlikte düşünüldüğünde kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin ancak Anayasa'da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu durumlarda ve karşı karşıya kalınan güce nispeten ulaşılmak istenen amaç doğrultusunda orantılı bir biçimde silahlı güç kullanabilmelerine izin verildiği söylenebilecektir (Cemil Danışman, § 50).

52. Anayasa Mahkemesi, kamusal bir yetkiyle güç kullanan görevlilerin mutlak zorunlu durumlarda ve orantılı bir biçimde güç kullanıp kullanmadıklarını incelerken başlıca şu prensipleri nazara almaktadır:

i. Silahlı güç güç kullanımına ilişkin eylemler değerlendirilirken kamu gücünü kullanan görevlilerin eylemleri yanında söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamaları dikkate alınmalıdır (Nesrin Demir ve Diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016, § 108). Ayrıca somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiğinin ve nasıl bir seyir izlediği gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, § 57).

ii. Ölümle sonuçlanan olayın gerçekleşme şartlarının dikkate alınması, kendisine karşı güç kullanılan kişinin önceki eylemleri ile kendisinin yarattığı tehlike de hesaba katılmalıdır (Cemil Danışman, § 63).

53. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yakalamayı gerektiren durumlarda ve gösteriye katılanların kendi tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak da mümkündür. Ancak bu durumda dahi bu tür bir güce sadece kaçınılmaz hâllerde ve orantılı olmak koşuluyla başvurulabilir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, § 82).

54. Toplumsal olaylara kolluk görevlilerinin müdahalesi sırasında ortaya çıkan panik ve kargaşada, bu olaylara katılan ancak müdahale edilmesi gerekmeyen veya katılmayıp olayın meydana geldiği yerin ya da müdahale alanının yakınında bulunan kişilerin de müdahaleden etkilenmesi olasıdır. Bu durumda kolluk görevlilerinin kontrollü hareket etmesi ve müdahaleyi gerektiren durumu yaratan kişiler dışındakilerin müdahaleden etkilenmemesi için gerekli tedbirleri alması beklenir. Ancak müdahalenin oluşturduğu kargaşa ve panik ortamında bu tedbirlerin kolluk görevlileri tarafından her zaman mutlak olarak uygulanmasının zorluğu da kabul edilmelidir (Ali Rıza Özer ve diğerleri, § 94).

55. Göz yaşartıcı gaz silahlarının uygun olmayan bir şekilde ateşlenmesi sonucunda gaz fişeklerinin ölümlere ya da yaralanmalara yol açma riski bulunması nedeniyle ateşli silah kullanımına ilişkin olarak kabul edilen ilkelerin uygun düştüğü ölçüde bu silahların kullanımında da değerlendirme kriteri olarak dikkate alınması gerekir (Turan Uytun ve Kevzer Uytun, § 59).

56. Öldürücü gücün Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılması zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği, ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliğinin ve orantılılığının çok sıkı bir şekilde denetlenmesini gerektirir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2015, § 117).

57. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü ise şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

58. Güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olayları hakkında yürütülmesi gereken soruşturma şüphesiz ceza soruşturmasıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

59. Bununla birlikte etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

60. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

-Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 96),

-Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

-Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

-Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30)

-Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması -olayda güç kullanımı var ise kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi- (Cemil Danışman, § 99) gerekir.

61. Sözü edilen ilkeler ölümün gerçekleşmediği ancak yaşam hakkı kapsamında incelenen olaylar için de geçerlidir.

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

62. Başvurucu ateşli silahla yaralandığı iddiasıyla ve şuuru kapalı bir vaziyette hastaneye götürülmesine rağmen görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşması hâlinde durumu yetkili makamlara bildirmekle görevli sağlık mesleği mensuplarının olayı soruşturmaya yetkili mercilere bildirmedikleri, hastanede görevli polisin de öğrendiği olay hakkında herhangi bir işlem yapmadığı anlaşılmıştır. Nitekim Cumhuriyet Başsavcılığı ancak başvurucunun olaydan dokuz gün sonra vekili aracılığıyla yaptığı şikâyet üzerine soruşturma başlatabilmiştir.

63. Yürütülen soruşturma kapsamında başvurucunun talebi üzerine bazı MOBESE ve işyeri kameralarına ait görüntülerin tespit edildiği, başvurunun yaralanmasıyla ilgili adli rapor aldırıldığı, başvurucunun dinlenmesini talep ettiği tanıklardan birinin ifadesine başvurulduğu ve başvurucu tarafından sunulan görüntü kayıtlarının bilirkişiye incelettirildiği görülmüştür. Ne var ki;

- Başvurucunun tanık olarak gösterdiği A.Ç.nin ifadesine başvurulmamıştır.

- Ana soruşturma kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü ile medya kuruluşları ve haber ajanslarından temin edilenler de dâhil protesto gösterileri kapsamında meydana gelen eylemlerle ilgili fotoğrafları ve kamera kayıtlarını içerir CD'ler ile DVD'lerin başvurucunun yaralanmasıyla ilgili görüntü içerip içermediği araştırılmamıştır.

- Başkalarının 1/6/2013 tarihli yaralanmalarıyla ilgili olarak 1/6/2013 tarihinde saat 09.00 ile 2/6/2013 tarihinde saat 09.00 arasında Taksim Meydanı ve çevresinde görevli Çevik Kuvvet gruplarına ait çizelgeler ana soruşturma kapsamında temin edilmesine rağmen olay günü olay yeri çevresinde görevli Çevik Kuvvet polislerinin ifadesi alınmamıştır.

64. Öte yandan temin edilen kamera kayıtları kaybedilmiş; kolluk görevlilerince düzenlenen 5/9/2013 tarihli tutanakta İngiliz Başkonsolosluğunun güvenlik kameralarının on beş günlük kayıt yaptığı, bu nedenle 1/6/2013 tarihine ait kayıtların elde edilemediği belirtilmesine rağmen söz konusu kamera görüntülerinin temini için beyhude yazışmalar yapılmıştır. Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen olaylarla ilgili tüm şikâyetlerin bir arada değerlendirilmesi hâlinde başvurucunun yaralanması olayı hakkında yürütülen soruşturmanın sürüncemede kalacağı açık olmasına rağmen birleştirme kararı verilmiş, bu yüzdenbaşvurucunun yaralanmasıyla ilgili olarak 2013 yılı Kasım ayından sonra 2015 yılına kadar hiçbir işlem yapıl(a)mamıştır. En nihayetinde başvurucunun yaralanmasıyla ilgili soruşturma 28/4/2015 tarihinde ana soruşturmadan ayrılmıştır.

65. Yapılan soruşturma işlemleri dikkate alındığında soruşturmanın başından pek de makul makul edilemeyecek bir süre -3 yıl 2 ay 25 gün- sonra Cumhuriyet Başsavcılığı, şüphelilerin tespit edilemediği gerekçesiyle 5/9/2016 tarihinde daimî arama kararı vermiş, sonrasında verdiği daimî arama kararından sonra da soruşturmanın ilerlemesini sağlayan herhangi bir işlem tesis etmemiştir. Bu koşullar altında başvurunun vaktinden önce yapıldığını söylemenin mümkün olmadığı, başvuruda başvuru yollarının tüketilmesi ve süre aşımı yönlerinden herhangi bir eksiklik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

66. Esasa ilişkin yapılan değerlendirme sonunda ise başvuruya konu soruşturmanın resen başlatılmaması, olayı aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin tespit edilmemesi ve soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmemesi nedenleriyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği kanaatine ulaşılmıştır.

67. Başvuru kabul edilebilir olduğuna göre şimdi yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu incelenmelidir.

68. Somut olayda başvurucu, kolluk görevlileri tarafından kullanılan bir gaz silahından çıkan fişeğin başına isabet etmesi sonucu hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığını iddia etmiş olup bu iddia tanık B.Ö.nün ifadesi (bkz. § 17) ile soruşturma dosyasında mevcut tıbbi belge ve adli raporlarla (bkz. §§ 9, 23) doğrulanmıştır. Ayrıca Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun kolluk görevlilerinin güç kullanımı sonucu yaralandığını değerlendirerek açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünde çalışan ilgili kolluk görevlileri hakkında daimî arama kararları vermiştir (bkz. § 32). Bu durumda öncelikle Anayasa’da belirtilen amaçlara ulaşmak adına başka bir çarenin kalmadığı mutlak zorunlu bir durumda ve güç kullanılarak ulaşılmak istenen amaç ile karşı karşıya kalınan güce nispeten ölçülü bir biçimde güç kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi gerekir.

69. Kolluk görevlilerince düzenlenen tutanaklarda ne söz konusu gaz fişeklerini atan silahların kim tarafından, nerede, nasıl ve neden kullanıldığına ne de başvurucunun nasıl yaralandığına dair bir açıklama yer almaktadır. Ayrıca olay hakkında yürütülen soruşturma da bahse konu silahların mutlak zorunlu bir durumda kullanıldığını ortaya koyamamıştır. Bu nedenle başvurucunun ciddi biçimde yaralanmasına neden olan güç kullanımının mutlak zorunlu bir durumda vuku bulduğu söylenemez.

70. Anılan tespit sonrasında incelenmesi gereken husus, gaz silahı kullanan kolluk görevlilerinin bu konuda bir eğitim almış olup olmadığı ile operasyonun planlama ve kontrolü kapsamında yürütülen işlemlerin ve alınan tedbirlerin neler olduğu, kolluk görevlilerinin zor kullanma yetkisini düzenleyen mevzuatın bu silahların keyfî ve aşırı kullanımına engel olacak ve kişiyi istenmeyen kazalara karşı koruyacak güvenceleri içerip içermediğidir. Ne var ki Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü soruşturmadaki eksiklikler zikredilen hususta bir değerlendirme yapılmasına imkân vermemektedir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Özlem Kır kararı).

71. Sonuç olarak müdahaleyi gerektiren bir duruma sebep olan kişilerden olduğu ortaya konulamayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almadıkları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle yaralanmasına sebep oldukları kanaatine varılmıştır.

72. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

73. Başvurucu; olay günü barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmak için Taksim Meydanı'na gitmeye çalıştığını, hukuka aykırı bir eylemi olmamasına rağmen daha toplanma alanına ulaşamadan kolluğun müdahalesi ile karşılaştığını ve müdahalenin Anayasa'nın 13. maddesine göre ölçülü olmadığını belirterek toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

74. Bakanlık görüşünde; Gezi Parkı eylemlerinde çok sayıda göstericinin katılımıyla yasa dışı bir gösteri organize edildiğine, bu sırada göstericiler tarafından gerek polis memurlarına gerekse bireylere ait mal varlıklarına ciddi saldırılar yapıldığına, eylemlerin sürdüğü alanlara girmeden önce kolluk görevlilerinin anons yaptığına ve polisin defaatle uyarmasına rağmen dağılmayan eylemcilerin izinsiz gösteri yapmaya devam ettiğine işaret edilerek devlet görevlilerinin hem toplantı ve gösteri yürüyüşü yapanların hem de halkın güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunduğu, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyaca yönelik olduğu gibi demokratik toplum düzeninin gereklerine de uygun olduğu belirtilmiştir.

75. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında ihlal iddialarını yinelemiştir.

2. Değerlendirme

76. Başvurucu, barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmak için Taksim Meydanı'na gitmeye çalıştığını ve hukuka aykırı bir eylemi olmamasına rağmen daha toplanma alanına ulaşamadan kolluğun müdahalesi ile karşılaştığını öne sürmüştür ancak tanık B.Ö. meraklarına istinaden başvurucuyla İstiklal Caddesi'ne gittiklerini ve bulundukları kafeteryadan sokağa çıktıkları sırada Çevik Kuvvet polislerinin bulunduğu yerden atılan bir biber gazı kapsülünün başvurucunun kafasına isabet ettiğini beyan etmiştir. Bu nedenle başvurucunun barışçıl gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını kullanmak için olayın meydana geldiği yere gittiğini ve söz konusu hakka kollukça müdahale ediğine ilişkin iddiasını, sözü edilen iddianın incelenmesine imkân verecek ölçüde temellendiremediği sonucuna varılmıştır.

77. Açıklanan gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Başvurucu ihlalin tespit edilmesini istemiş ve 500.000 TL maddi tazminat ile 500.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

80. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

81. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

82. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

83. İncelenen başvuruda güç kullanılmasını gerektiren bir duruma sebep olan kişilerden olduğu ortaya konulamayan başvurucunun bu müdahaleden etkilenmemesi için kolluk görevlilerinin gerekli tedbirleri almamaları ve olaya müdahaleleri sırasında kontrolsüz bir şekilde gaz fişeği atmak suretiyle başvurucunun yaralanmasına sebep olmaları ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin kolluk görevlilerinin eylemi ile bu eylemle ilgili soruşturma kapsamında Cumhuriyet Başsavcılığının işlemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

84. Bu durumda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlaline bağlı sonuçların ortadan kaldırılması için 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre yapılması gerekenlere hükmedilmelidir. Bu sebeple kararın bir örneğinin başvuruya konu ceza soruşturmasında tespit edilen eksikliklerin giderilmesi için Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

85. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının madi ve usul boyutlarının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

86. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucunun bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için soruşturmadaki eksiklikleri tamamlamak üzere İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor.2015/57704) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 80.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/1/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NEVZAT ATEŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/4619)

 

Karar Tarihi: 18/5/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 19/8/2021-31573

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Nevzat ATEŞ

Vekili

:

Av. Asude Sultan SONGUR ARSLAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yakının ölümü hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/2/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun kızı D.A.Y.nin 8/3/2016 tarihinde intihar ettiği bilgisinin alınması üzerine 112 Acil Servis görevlilerince Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine (Hastane) ambulansla götürülen D.A.Y. aynı tarihte hayatını kaybetmiştir.

9. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından olay hakkında aynı gün soruşturma başlatılmıştır. Olay yerine ulaşan kolluk görevlilerince düzenlenen 8/3/2016 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:

"... Oturma odasında tavana sabitlenmiş kancada bulunan ve yerde bulunan iki adet ...yazma tabir edilen bez parçalarını biz görevlilere teslim etmiş, ikamette kilitli olan salon kısmının kilidi bulunarak malum şahsın kayınvalidesi ... [A.Y.] biz görevlilere açmış, salona girildiğinde yerde valiz olduğu, valiz içerisinde ve yerlerde kıyafetlerin dağınık olduğu, salon girişinin 3 adım ilerisinde imitasyon bayan yüzüğünün yerde olduğu, ayrıca valizin yanında bulunan... günlük olduğunu tahmin ettiğimiz defterin olduğu... tarafımızdan geçici olarak muhafaza altına alınmış[tır]..."

10. Antalya İl Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Müdürlüğü tarafından olay yeri incelemesi yapılmış, olay yerinin basit krokisi çizilmiştir. Olay yeri krokisine göre tavandaki kancanın altında koltuk bulunmaktadır ve tavandaki kancadan koltuğa kadar olan mesafe 240 cm, tavandaki kancadan zemine kadarki mesafe 280 cm'dir. Olay yeri inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"... Olay yerinin... iki oda bir salon ve eklentilerinden oluşan [ev]... mutfak yanında kapısı kilitli olan ... salon, ...olduğu...

Olay yerinde yapılan incelemelerde, ... oturma odasının güney batı köşesinde tavanda bulunan sabit kanca şeklindeki demire düğümlenmiş, yırtık,... yazma olarak adlandırılan oyalı tülbent, tülbentin yırtık parçasının batı pencere önündeki kanepenin üzerinde olduğu, oda içerisinde 112 unsurlarınca müdahale esnasında bırakılan malzemeler olduğu, odada dağınıklık olmadığı, oturma oda giriş kapı karşısındaki yatak odasında yatak üzerinde yorganların dağınık olduğu, oturma odası ile mutfak arasında bulunan doğu ve güney cepheli kapısı kilitli salon kapısı anneleri [A.Y.] tarafından açıldığında televizyon ön kısmında halı üzerinde fermuarı açık, tekerlekli valiz, valiz iç kısmında, üzerinde ve yan tarafında halı üzerinde giysiler ve eşyalar olduğu, olay yerinin fotoğrafları çekilerek, gerekli ölçümler yapılarak basit kroki üzerinde gösterilmiş, olay yerinde düğümlü yırtık tülbent ile kanepe üzerindeki tülbent parça... muhafaza altına alınmış, ölen şahsın Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi morgunda olduğu bilgisi intikal edilerek fotoğraf çekimi yapılarak on parmak izleri alınmıştır.

Yapılan incelemelerde herhangi bir iz ve bulguya rastlanmamıştır..."

11. Cumhuriyet Başsavcılığınca 8/3/2016 tarihinde gerçekleştirilen ölü muayenesi sonrasında otopsi yapılması için Antalya Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığından (ATK Grup Başkanlığı) talepte bulunulmuştur. ATK'da görevli doktor eşliğinde gerçekleştirilen ölü muayenesi sonucunda düzenlenen tutanağın ve bu sırada alınan başvurucunun beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"Nevzat ATEŞ [başvurucu] :... Kızım yaklaşık 3,5 aylık hamileydi, eşi ile arasında bildiğim kadar bir sorun yoktu, ancak kayınvalidesi ile geçinemiyordu, bir aylıkken kızımın ümüğünü sıkmıştı, yani kayınvalidesi kızıma iyi davranmıyordu. Kızımın damadımdan bir şikayeti olduğunu duymadım. Ama dediğim gibi kayınvalidesi kendisine pek iyi davranmıyordu, birbirlerine aynı apartmanda kapı kapı komşusuydular. Olayın tahkikatını Meydan Polis Karakolu yapmıştır...

...

Çene altı hizada 10x02 cm lik ve her iki mastoit hizada 5-6 cm lik silik tarzı olacak şekilde belirsiz telem olduğu gözlendi. Sağ kol büklümünde pikür izi olduğu tespit edildi.

Ağız içi ve kıvrım yerlerinin ayrıntılı muayenesinde her hangi bir makroskopik patoloji ayırt edilmedi. Harici muayenede yukarıda tarif edilenler dışında herhangi bir yeni oluşmuş travmatik değişim, kesici alet yarası, darp, cebir, ateşli silah yarası v.s. bir bulgu ayırt edilmedi. Anal muayenede postmortem dilatasyon dışında bir özellik görülmedi. ..."

12. ATK Grup Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen otopsi sırasında toksikolojik inceleme için örnek alınmış, ayrıca anal ve vajinal svap örnekleri ile müteveffa ile ceninden DNA tetkiki için kan örnekleri alınmıştır. 16/8/2018 tarihli otopsi raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...

165 cm boyunda....

... Boyun ortada her iki tarafta, larynksin hemen üstünde sağ tarafta enseye doğru hafif yükselen ve yüzeyelleşen, 0,9 cm eninde yaklaşık 7,5 cm uzunluğunda, ense sağda saçlı deri sınırında 5 cm.lik sarı-kahverengi parşömenleşmiş telem vardı,

Sağ ve sol dirsek ön tarafta tedavi amaçlı olduğu anlaşılan iğne izleri vardı.

Haricen başkaca travmatik değişimlere, kesici, delici alet, ateşli silah yaralarına rastlanmadı.

...

BAŞ AÇILDI: Saçlı deri kaldırıldı. Saçlı derialtı noktavi kanamalıydı...

BOYUN-GÖĞÜS AÇILDI: Göğüs cilt altı ve kas gruplarında makroskopik patolojik özellik görülmedi.

Sağ sternocleidomastoid kasın alt yüz orta kısmında 3x2 cm'lik ekimoz, sol sternocleidomastoid kasın alt yüz üst kısmında 2x1 cm'lik ekimoz vardı.

Boyun organlarının tetkikinde; hyoid kemik, tiroid kartilaj ve boyun omurları sağlam bulundu. Ağız boşluğu ve özefagusun incelenmesinde makroskopik patolojik özellik görülmedi.

...

...

BATIN AÇILDI: ... Mide açıldı,... Tarif edilemeyen keskin bir koku vardı. Mide duvarı kanamalıydı.

...

Uterus içerisinde 3- 3,5 aylık cesamette erkek cinsiyetli cenin vardı. ... Cenin tamamen alındı.

...

1-Kimya İhtisas Dairesi raporuna göre: kişinin kanında, idrarında, mide içeriğinde ve iç organ parçalarında aranan gruplara ait uyutucu, uyuşturucu madde ile toksik maddelere rastlanılmadığı, kanında alkol tespit edilmediği, göz içi sıvısında; alkol ... bulunmadığı,

2-İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesinin 29.07.2016 tarihli... raporuna göre; 1 (bir) adet anal sürüntü örneği ve 1 (bir) adet vajinal sürüntü örneğinde mikroskopik incelemelerde SPERM HÜCRESİ GÖRÜLMEDİĞİancakmenide ve idrarda bulunan PROSTAT SPESİFİK ANTİJEN (PSA) tespit edildiği, DNA incelemeleri tamamlanan 1 (bir) adet vajinal sürüntü örneği, 2 (iki) adet anal sürüntü örneğinden elde edilen DNA profillerinin, 2016/137 otopsi numaralı... DNA profili ile AYNI OLDUĞUNUN tespit edildiği, ... DNA incelemeleri tamamlanan 1 (bir) adet vajinal sürüntü örnekten EN AZ BİRİSİ ERKEK CİNSİYETİNE SAHİP BİRDEN FAZLA ŞAHSA AİT OLABİLECEK KARIŞIK DNA PROFİLİ tespit edildiği, söz konusu karışık DNA profili 2016/137 otopsi numaralı ... ait DNA profilini içerdiği, DNA incelemeleri 2 (iki) adet vajinal sürüntü örneğinden elde edilen, aynı soy ağacındaki tüm erkek şahıslarda aynı olduğu bilinen Y- STR DNA profilinin, 2016/137 otopsi numaralı ...den alındığı bildirilen bütün haldeki ceninden elde edilen Y-STR DNA PROFİLİ İLE AYNI OLDUĞU tespit edildiği,

3-Vücudunda ölümüne müessir travmatik bulgulara rastlanmadığı,

4-Kişinin ölümünün asıya bağlı asfiksiden ileri geldiği..."

13. Başvurucu 14/12/2016 tarihli dilekçe ile otopsi raporuna ölümün cinayet sonucu gerçekleşmiş olabileceği iddiasıyla itiraz etmiştir. İtirazında, otopsi raporundaki sağ ve sol stenocleidomastoid kasın alt yüz orta kısmındaki ekimozların neden oluştuğu hakkında hiçbir değerlendirme yapılmadığını, bu ekimozların eşinin müteveffanın boğazını el parmakları ile sıkmasından oluşabileceğini, 3x2 cm'lik ekimozun el baş parmağına, 2x1 cm'lik ekimozun ise elin diğer parmaklarından birine ait olabileceğini, eşi tarafından müteveffanın eşi M.H.Y. nin daha önce de müteveffanın boğazını sıktığının alınan tanık ifadesinde de yer aldığını belirtmiştir. Yine M.H.Y.nin müşteki beyanının çelişkilerle dolu olduğunu, eşi intihar etmiş ve ölüp ölmediği belli olmayan bir kişinin hastaneden ayrılarak polise gidip durumu kontrol etmeyeceğini, şahsın çağrılmadığı hâlde polise gittiğini, orada ölüm haberini aldığını ancak ertesi gün tekrar polise giderek ifade verdiğini, tüm bu nedenlerle müteveffayı elle boğduktan sonra baygın olduğu hâlde ölmüş olabileceğini düşünüp panikleyerek M.H.Y.nin olaya ası süsü vermeye çalışmış olabileceğini ileri sürmüştür. Başvurucu tüm bu nedenlerle müteveffanın baygınken asılmış olabileceği hususu özellikle değerlendirilmek suretiyle İstanbul Adli Tıp İhtisas Dairesinden yeniden rapor alınmasını, özellikle ölenin boyun altında meydana gelen 3x2 cm'lik ve 2x1 cm'lik ekimozların oluş nedeninin sorulması için M.H.Y.nin ve ölenin kayınvalidesi A.Y.nin bizzat savcı tarafından yeniden ifadesinin alınmasını talep etmiştir.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2017 tarihinde ATK Grup Başkanlığından müteveffanın ölüm sebebi ve canlı iken ası sonucu ölüp ölmediği hakkında ek rapor talep etmiştir. ATK Grup Başkanlığının otopsiyi gerçekleştiren iki doktor tarafından hazırlanan 7/3/2017 tarihli ek raporda "...09.03.2016 tarihinde Grup Başkanlığımız Morg İhtisas Dairesinde yapılan otopsi sonucunda hazırlanan ... raporumuzda da açık olarak belirtildiği üzere; dış muayenede tarif edilen boyun bölgesinde ense sağ tarafa doğru hafif yükselici ve yüzeyelleşici tarzda telem, iç muayenede tarif edilmiş olan boyun bölgesindeki ekimozlar ile tedavi için kaldırıldığı hastanedeki bulgular göz önüne alındığında; kişinin ölümünün asıya bağlı asfiksi (havasızlık) nedeniyle canlı ikengerçekleşmiş olduğu..." belirtilmiştir.

15. Müteveffanın eşi M.H.Y. hakkında düzenlenen 8/3/2016 tarihli doktor raporunda, şahsın anksiyete ile acil servise geldiği ve kendisine Diazem isimli sakinleştirici iğnenin yapılması nedeniyle o akşam için ifade vermesinin uygun olmadığı belirtilmiştir. Sonrasında M.H.Y.nin kolluk nezdinde alınan 10/3/2016 tarihli müşteki beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...[D.Y.] benim yaklaşık 10 aylık resmi nikahlı eşim olur ve kendisi yaklaşık 3,5 aylık hamile idi. Ben, 08.03.2016 günü saat 02:30 - 03:00 arasında Kepez'de bulunan ve çalıştığım meyve sebze haline gittim. Burada aynı günün sabahına kadar çalıştıktan sonra sabah saat 08:00 sıralarında eşimle kahvaltı yapmak için eve geldim. Beraber kahvaltımızı yaptıktan sonra da ben tekrar evden çıkıp işime gittim. Daha sonra da yine aynı gün içerisinde eşim beni telefonla arayıp kendisinin çarşıya çıkacağını ve öğleden sonra saat 14:00 -15:00 arasında gelebileceğini söyledi. Ben de kendisine müsaade ettim. Fakat eşimin o gün içerisinde saat kaçta eve geldiğini bilmiyorum. Daha sonra ben de aynı gün içerisinde saat 18:00 sıralarında işimden eve geldim. Eve geldiğimde eşim yatak odasında yatıyordu. Ben de kendisinin yanına uzandım. Bundan kısa bir süre sonra eşim yanımdan kalkıp oturma odasına gitti. Ben ise benim yanımdan yemek yapmak için kalktığını sanmıştım. Bundan yaklaşık 10-15 dk. sonra kalkıp kendisinin odaya geldiğimde eşimi bir eşarpla tavana asılı şekilde gördüm. Akabinde de kendi çabalarımla hemen kendisini asılı olduğu yerden kurtardım ve ambulans çağırdım. Bundan kısa bir süre sonra da gelen ambulans eşimi Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne götürdü ve ben de kendisiyle birlikte Hastaneye gittim. Fakat ben olayla ilgili işler gereği polis merkezine geldiğimde hastanede kalan eşimin ben oradan ayrıldıktan sonra vefat ettiği haberini aldım. Daha sonra da bu olayla ilgili beyanda bulunmak için bugün polis merkezine geldim. Fakat eşimin bu olayı neden gerçekleştirdiğini hiçbir şekilde bilmiyorum. Çünkü eşimin hem benimle, hem de aile dışından hiç kimseyle en ufacık hiçbir sorunu bile yoktu. Ayrıca hem kendisiyle severek evlenmiştik hem de kendisinin maddi ve manevi hiçbir sıkıntısı yoktu. Bahse konu olay esnasında evde ben ve eşim vardı ve olay anı ile yerini gösterir şekilde etrafta herhangi bir güvenlik kamera kayıt sistemi yoktur..."

16. Başvurucunun 19/7/2016 tarihli dilekçesiyle, damadının olaydan hemen sonra alınan beyanlarının çelişkili olması nedeniyle ifadesinin alınmasını, müteveffa ile damadına ait cep telefonlarının olay gününe ait HTS kayıtlarının incelenmesini talep etmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcılığı 17/11/2016 tarihinde ilgili GSM operatöründen müteveffa ile eşine ait cep telefonlarının abone bilgilerinin iletilmesini talep etmiştir. GSM operatörünce hat aboneliklerinin müteveffa ve eşine ait oldukları bilgisi iletilmiştir.

17. Başvurucu 19/7/2016 tarihli dilekçeyle, müteveffanın olaydan kısa bir süre önce annesiyle telefonda görüşmesi ve arkadaşı Z.D. ile pikniğe gitmiş olması nedenleriyle bu kişilerin de beyanlarının alınmasını talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/8/2016 tarihinde müteveffanın annesi G.A., babası başvurucu Nevzat Ateş ve arkadaşı Z.D.nin müşteki ve tanık olarak beyanlarının alınması ile olayla ilgili ortaya çıkabilecek diğer delillerin toplanması talepli talimatı Serik Cumhuriyet Başsavcılığına iletmiştir.

18. Başvurucunun Serik İlçe Jandarma Komutanlığı (Jandarma Komutanlığı) nezdindeki 12/8/2016 tarihli müşteki beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"... Kızımla annesi ortalama iki günde bir mutlaka konuşurdu. Evliliğinin başlangıcında ben kocası ile aralarında herhangi bir sorun olup olmadığını bilmiyorum. Bize veya annesine o zamanlar anlatmış olduğu herhangi bir husus bulunmamaktaydı... Yalnız hamile kaldıktan sonra ve olayın gerçekleştiği tarihten bir ay öncesinde aralarında sorun olduğu gün yüzüne çıkar oldu. Kızımın kayınvalidesi [A.Y.] ölen kocasının ölüm nedenini kızımda arar oldu ve uğursuz gelin şeklinde suçlamaları oldu ve sürekli kızımın üzerine gittiği ve anlaşamadıklarını ve hatta olaydan önce 3 aydır konuşmadıklarını kızım annesine de söylemiş. ... Doğal olarak anne baskısı yüzünden kızım [D.nin] eşi [M.] ile de arası açıktı. Hatta daha evliliklerinin ilk ayında kızımı boğmak isteyerek kendisine saldırmış ve sürekli sinirli tavırlar sergileyerek evde huzursuzluk yapıyormuş. Artık son günlerde eve gelmeyi kafasına kızım koymuştu, evlilik yüzüklerini bile karşılıklı çıkarmışlardı... eşi [M.] ile benim eşim [G.A.] konuştular, konuşmalar sırasında [M.] kızım [D.ye] annesi [A.Y.] tarafından büyü yaptırıldığından aralarının açıldığını söylemişti. Ben bunu kulaklarımla duydum ve eşim de buna şahittir. Olay günü olan 08.03.2016 tarihinde kızım saat 16.15 sularında annesini aramış, eşim çağrıyı duymadığından 17.40 sularında kendisine döndü. Aramızda 2-3 metre vardı ve ben çalışıyordum. Kızım annesiyle beş dakikaya yakın konuştu, hatta bana da selam söyledi. Eşim kızım [D.nin] o gün pikniğe bir arkadaşıyla gittiğini ve çok mutlu bir gün geçirdiğini söyledi. Aradan yarım saat geçtikten sonra biz serada çalışırken kayınvalidesi [A.Y.] eşimi aradı. Eşim de bana sanırım [D.] ile [M.] kavga etmişler, telefonda ağlama sesleri geliyordu dedi. Birlikte yola çıktığımızda Aksu'ya geldiğimizde kızım [D.Y.nin] intihar ettiği ve Antalya Araştırma Hastanesine kaldırıldığı bize söylendi... Ben otopsi sırasında kısmen tanıklık ettim. Bana kızımın kafası gösterildi ve teşhis ettirildi. O anda gördüğüm hali itibarıyla kendini asmadan ziyade boynunun çeneye yakın kısmında baş parmak izi gibi bir morluk olduğunu açıkça gördüm. Aynı zamanda iç çamaşırları bize teslim edilmişti. çamaşırlarında ölen ve asılarak ölen birinin altına kaçırması ve iç çamaşırlarında leke olması gerektiğini düşünüyoruz, fakat iç çamaşırları tertemiz idi. Aynı zamanda boynundan kendini asan birinin sadece ufak bir morlukla yaşamını yitirmesi bence abestir. Çünkü o esnada boğulan biri can havliyle kurtulmak isteyecek ve boğazındaki ipi çıkarmak için boynunda kendi kendin tırnak veya başka izler oluşturacaktır diye ben düşünüyorum. Kızım sanki kurbanda bağlanmış bir kurbanlık gibi tamamen kendi rızasıyla çıkmış ve kendini asmış gibi olay kapatılmak istenmektedir. Ben kızımın intihar ettiğini kesinlikle düşünmüyorum, çevresinden de araştırılıp tespit edileceği üzere bir kere kızım inançlı bir insandı ... Olaydan yarım saat önce çok neşeli olması, bu yönde intihar belirtisi bugüne kadar vermemesi... delildir. Ve dahi eşi ve kayın validesi ile arasında sorun olup, bizimle de arası iyi olmasa, bize gelemeyecek olsa bunu belki anlardım. Ama bu söz konusu bile olamaz. Ayrıca kızım 3,5 aylık hamile idi ve ertesi güne muayene için randevu almış idi. Hamile biri her şeyden çok karnındaki çocuğunu düşünür ve böyle bir işe asla giremez. Olay sırasında yapılan incelemede, kızıma ait valizlerin olduğu, çamaşırların hazırlandığı ve toplanma durumu olduğu görülmüştür. Piknikten sonra evde olan kızımın yanına gelen damadım [M.] muhtemelen kızımla gene tartıştı ve kızım eve gelmek için valizlerini hazırladığı esnada eşi buna engel olamayacağını anlayınca bir anlık cinnet neticesinde kızımı boğarak öldürmüş olduğuna ben inanıyorum. [M.H.Y.nin] verdiği ifadeyi çok basit ve yalan olarak görüyorum ve kabul etmiyorum, Kızım olaydan önce annesine de söylediği şekilde yemek hazırlığı yapıyordu, Olay basit bir intihar değil cinayettir ve ilgililer bu olayı hep birlikte örtbas etmeye çalışmaktadırlar..."

19. Müteveffanın annesinin Jandarma Komutanlığı nezdindeki 12/8/2016 tarihli müşteki beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...eşi [M.H.Y] ile tanışarak karşılıklı birbirlerini sevdiler... Kızım evlendikten sonra kendisi ile her gün görüşmeye özen gösterirdim. Bir gün arayamasam diğer gün mutlaka kendisi ile görüşüyordum. Evliliğinin ilk günlerinde bana herhangi bir sorundan bahsetmedi. Kızım çok neşeli ve hayat dolu, güler yüzlü ve okumuş bir insandı ve inancı da tam idi, ...Evliliklerinin üçüncü ayında kızım telefonla ve eve ziyarete geldiğinde yüz yüze eşinden ayrılacağını söylemeye başlar oldu. Kızım çok gururlu bir insan olduğundan çok sıkıştırmama rağmen bana o zamanlar nedenini ayrıntısıyla anlatmadı fakat eşi [M.nin] çok sinirli olduğundan bahseder idi, yemek yerken bir seferinde masada ne varsa kırdığını sonra da çiçeklerle gönlünü almaya çalıştığından bahsetmişti. Sinirlendiğinde evi dağıtırmış. Ben arkadaşı [Z.nin] bu durumlara tanıklık ettiğini biliyorum. İleriki zamanlarda kızım hamile kaldı. Tabi ki biz yuvanın dağılmasından yana olmadığımızdan sürekli kızımıza telkinlerde bulunuyorduk,... Olaydan bir ay evveline kadar kayınvalidesi [A.Y.] ile aralarındaki sorunlardan hiç haberimiz dahi yoktu. Olay olmadan bir ay evvel kızım telefonda hamile hali ile 'Anne ben artık dayanamıyorum, ben evime geri dönmek istiyorum' diye yakınınca ben ne yaşandığını sordum. Bana aynen 'Anne sen benim burada neler çektiğimi bilmiyorsun, göründüğü gibi değil,... eşim benimle hiç ilgilenmiyor, işten gelir doğru kahveye gider, benimle de hiç ilgilenmez, daha evliliğimizin ilk ayında benim boğazımı sıktı, nefes alamadım, öksüre öksüre mor halde gezdim' deyince ben kızım gelmek istiyorsan hemen gel, ama tam bitir yoksa sen ben oraya bir daha yollamam dedim. Bundan sonraki telefonla yaptığımız görüşmelerde kayınvalidesinden de artık yakınmalarını anlatır olmaya başladı. Çünkü kızım evliliğini artık kafasında bitirmişti. çocuğunun olacak olmasını bile biz umursamıyorduk ve kapımızın açık olduğunu kendisine net bir şekilde bildiriyorduk. Gene bu zamanlarda kızım ziyaretimize geldiğinde o gece bizde kaldı. Eşi kendisini gece telefonda aramış ama ulaşamamış. [D.] sabah morali bozuk şekilde kendisini görünce bana eşinin kendisine bugün öğleye kadar gelmezsen bir daha eve gelme dediğini bana söyledi. O gün kızımı yollamadım ve eşi [M.] bize geldi. Akşam yemekten sonra eşime fark ettirmeden lavaboya giden [M.nin] yanına gittim ve 'eğer kızımla geçinemiyorsanız ayrılın yavrum, biz sizden bir şeyde istemeyiz, kızım gelsin çocuğuna da bakarız' dedim. [M.] bana 'Hayır anne ben [D.yi] çok seviyorum neden ayrılalım ki, aramızda bir sorun yok' dedi. O gece yemek sırasında nasıl geliştiğini hatırlamıyorum ama eşim de duymuş. [M.] annesi [A.Y.nin] [D.ye] bir hoca vasıtasıyla büyü yaptırdığını ve aralarında geçimsizliği buna bağladı... Kayınvalide ile yemekler bir yenirdi. Sürekli baskı [D.ye] kurardı. Bunlar kızımın son anlarında anlattıkları hususlardı. Hatta düğünden bir hafta önce vefat eden kayınpederinin ölümünü kızım [D.ye] yüklemişler. Ona uğursuz gelin gözüyle bakarlarmış... Ben 3-4 aydır damadımın da kızımın da yüzük taktıklarını görmedim. ... Olay günü olan 08.03.2016 tarihinde saat 16.15 sıralarında kızım [D.] ... aramış. Ben sonra fark ettiğimde saat 17.40 sularında kızımı aradım. ... Çok mutluydu ... 'Bugün. pikniğe arkadaşım [Z.] ile birlikte gittik Anne bugün çok mutluyum, bir ay kimse moralimi bozamaz...' dedi. Eşini sorduğumda 'anne [M.] ekmek almaya gitti, evde yemek yok, yemek yapacağım' dedi... telefonu kapattık. Aradan kayınvalide 18.30 sularında beni aradı. Bana buraya gelmeniz gerekiyor dedi, ben de ne olduğunu sorduğumda 'ben konuşamayacağım, siz buraya gelin...' dedi .. Ben telefonda duyduğum ağlama seslerinden dolayı kızımla eşinin kavga ettiklerini düşündüm. ... Aksu'yu geçtiğimizde kızımın intihar ettiğini söylediler. ... Hastanede zorla da olsa kızımın cenazesi bana gösterildi. Boğazının üzerinde çeneye yakın kısmında baş parmak büyüklüğünde morlaşma olduğunu gördüm. Daha sonra Adli Tıp'da da baktığımda o morluk haricinde bir iz yoktu. Bana söylenen kızım [D.nin] kendini asarak intihar ettiğiydi. Oysa kızımın boğazı etrafında başka morluk bulunmamaktadır. Otopsi yapan Savcıya o anda durumun ne olduğunu sorduğumda bana asabi şekilde 'kızının neden öldüğünü bilmiyor musun, kendi kendini intihar etmiş işte' dedi... ...kayınvalidesi [A.Y.] oğlu [M.ye] kendi evinde iken 'Git oğlum [D.yi] çağır, hadi yemek yiyelim' sonra da [M.] eve gelip oturma odasındaki yemek masanın üzerinde [D.yi] asılı olarak gördüğünü ve oğlunun ipi keserek [D.yi] oradan aldığını söylemiş. ... Kızım yaşadıklarıyla ilgili günlük tutardı ve olaydan sonra günlüğü evden çıkmadı, ben eşi ve ailesi tarafından kaybedildiğini düşünüyor[um]. ... Özetle ben kızımın intihar ettiğini kesinlikle düşünmüyorum ... Kızım olay öncesinde yemek yapacağını söylemişti zaten. Eşinin ifadeleri kesinlikle yalan ve çelişkilidir. Zaten olay sırasında kızımın hazırladığı valizleri orada odası içerisinde görünmüş. Yani kızım tahminime göre benimle konuştuktan sonra evden ayrılmak için eşyalarını toplamak istemiştir. Olayın nasıl başladığını bilemiyorum ama sanırım piknikten geldikten sonra... eşi ile tartışan kızım eşyalarını hazırlamak istedi ve eşi de buna mani olmak istedi, gitmekte diretince kızım eşi [M.H.Y.] tarafından elle boğularak cinayete kurban gitti... Kızım ile olaydan yarım saat öncesinde görüştüm, neşeli ve en mutlu günlerinden birini yaşadığını söyledikten yarım saat sonra ölüm haberini aldım. Kızım hamile idi ve bir gün sonrasında hastaneden karnındaki çocuğunu muayene için hastaneye gidecekti. ... bizimle yani ailesiyle arasında hiçbir sorunu bulunmayan bir insan neden intihar etmiş olabilir..."

20. Müteveffanın arkadaşı Z.D.nin müteveffa ile olay gününe ait mesajlaşmalarının görüntü kaydı tutanak altına alınmış olup Z.D.nin Jandarma Komutanlığı nezdindeki 15/8/2016 tarihli tanık beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"... [D.] ile yaklaşık olarak 3-4 yıla dayalı çok sıkı bir arkadaşlığımız vardı. Özellikle son bir yıldır [D.nin] görüştüğü tek insanım diyebilirim. ... evlendikten hemen sonra kayınvalidesi [A.dan] dolayı evlilik düzenlerinin olmadığını anlatmaya başladı... Evliliklerinin daha ilk ayında [H.nin] boğazını sinirle sıktığını bana telefonda söylemişti... [kayınvalidesi ile] sürekli tartıştıklarını ve günlük işlerden mazeret üreterek [D.ye] sürekli baskı kuruyordu ... [D.] hamile kaldıktan sonra da ayrılmayı kafasına koymuştu, sürekli bunu dillendiriyordu. ..Olay gününden bir gün önce [D.] bana mesaj attı. Eşinin gene kahveye gittiğini, artık dayanamadığını, valizini toplayıp gideceğini yazmıştı ... Sabah Serik'e erkenden annesinin evine gideceğini söyledi. Ertesi gün yani olay tarihi olan 08.03.2016'da saat 08.00 da ben kendisine whatsaptan mesaj attım. Bana geri dönüşü 09.00 sularında oldu ve mesajında artık geç olduğunu ve evden hazırladığı valizlerle çıkması halinde komşular ve kayınvalidesi tarafından fark edileceğini ... bu nedenle çıkmayacağını yazmıştı. Telefonla kendisini aradım, neden evden ayrılmadığını sordum. Bana 'Akşam [H.] eve gelince valizleri gördü, valizleri dağıttı, ben kendisine evden ayrılacağımı söyledim, sabah olunca da [H.] gitmemi engellemek için erkenden iş yerinden eve geldi ve simit poğaça aldı ve gitmeme mani oldu' dedi. Ben de canı sıkkın olduğundan pikniğe gitme teklifinde bulundum....o gün [D.] inanılmaz şekilde mutluydu. ... Piknikten ayrılmadan 14.30-15.00 sularında [H.] [D.yi] aradı. [D.] oturduğu yerde kayınvalidesinden dolayı huzursuz olduğundan daha önceleri çok kere yeni bir eve geçmek istediğini [H.ye] söylüyordu. Niyeti piknikten sonra [H.nin] çalıştığı hale giderek birlikte banka kredisini konuşmak için [H.ye] buluşma teklif etti. Çünkü [H.nin] kendisini oyaladığını düşünüyordu. Fakat [H.] telefonda [D.ye] 'Gelme, gelirsen seni gebertirim' diye konuşunca [D.yi] yanına gitmesinden tatsızlık çıkmasın diye ben vazgeçirdim... saat 16.58'de '[H.] gelene dek ben az kestireyim' diye yazdı, saat 17.27'de '[H.] geldi', sonra annesinin yanına neden geçmediği için [H.nin] kızdığını yazdı, saat 17.28'de [H.nin] ekmek almaya gittiğini yazdı. ... cevap alamayınca üst üstte [D.yi] aradım, beni birkaç kere de meşgule attı. Sonra bana saat 17.34'te ... '[H.] geldi; sonra yazarım' şeklinde mesaj attı. Ondan sonra kendisinden bir daha haber alamadım ve bende yazmadım. ...[D.yi] tanıdığım süre boyunca intihara meyilli bir insan olarak görmedim, inançlı ve hayat dolu... bir insandı ve üstelik hamile idi.... telefonumda kayıtlı olan mesajları da size ekran görüntüleriyle birlikte verebilirim, ... [D.nin] tuttuğu günlüğünü biliyorum, benim tavsiyemle 3-4 aydır tuttuğunu biliyorum, ..."

21. Komşu A.Y.nin Jandarma Komutanlığı nezdindeki 15/8/2016 tarihli tanık beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"... Köyden arayan birinin [D.nin] intihar resimleri facebook sosyal paylaşım sitesinde haber var diye haber verince yayladan bir arkadaşın internet bağlantısı olan telefonundan facebook sitesinde verilen haberi arattırdık ve köylümüz olan ve yakınen tanıdığım [D.A.nın] saçları dağılmış, boynunda bir çaput parçasına benzer bir bez parçasının dolanmış olduğu resmi bulduk. Bulduğumuz adreste [D.A.nın] intihar resmi öldü diye yazıyordu. Resim arkadan çekilmiş ve o haliyle ayaklarını yerde gördüm. Yüzünü göremedim çünkü resim arkadan çekilmişti. ... Sabah aynı adrese tekrar giriş yaptığımızda ise bu resim oradan kaldırılmıştı. Facebook adresi kime aitti ben hatırlamıyorum. Fiziken gördüğüm resim[D.ye] benziyordu fakat yüzünü göremedim, resmin neden ve kim tarafından paylaşıldığını da bilmiyorum. Sanırım [B.] mahallesinde çok kişi de bunu biliyor ve resmi görmüştür. Çünkü bana da yaylada iken bilgi köyden geldi..."

22. Cumhuriyet Başsavcılığı 17/11/2016 tarihinde ilgili ilçe emniyet müdürlüğünden olaya müdahale eden kolluk ve 112 Acil Servis görevlileri ile kayınvalide A.Y.nin beyanlarının alınmasını, ayrıca olayın nedeni hakkında başka araştırma gerekli ise yapılmasını talep etmiştir. Bu talep üzerine kolluk görevlileri, 112 Acil Servis görevlileri V.S., B.S., kayınvalide A.Y. ve komşu E.K.nın tanık beyanını almıştır. Beyanlardan önem arz edenlerin ilgili kısmı şöyledir:

"[A.Y.]: ... Oğlum[la] karşılıklı dairelerde otururuz, ... benim normalde kulaklarımda duyma zayıflığı olduğu için cihaz takılıdır ... kulağımda cihazım yokken birden sesler duydum dışarı çıktığımda oğlum [M.H.], bana anne [D.] kendini asmış ... dedi ... oğlum küçük odada salıncak için takılı olan demirlerden birine yazması ile gelinimin kendini asmış olduğunu söyledi, ama ben asılı görmedim, oğlum indirdiğinde görmüştüm, ambulans geldi ... hiç birimiz oğlum hariç gelinimi ipte asılı iken görmedi, gelinim 4 aylık hamileydi, ... gelinimin psikolojik bir rahatsızlığı varsa da ... hiç haberim olmadı, olmuş ise de hamilelikten olmuş olabilir ...

 [B.S.]: ... olay mahalline gittiğimizde bayan evin içerisinde yerde yatıyor vaziyetteydi ... asılı değildi, hatırladığım kadarıyla boynunda herhangi bir materyal, yazma, başörtüsü yada ip görmedim ... bir de ... hatırladığım maktülün eşi, o olay şoku ile yemek yapmadı diye tartışmıştık, o yüzden benim yanımdan odadan ayrılmıştı diye bir söz söyledi ..."

23. Başvurucu; müteveffa ile eşi arasında sürekli tartışma olduğunu, kendisi tarafından evdeki eşyaların kırılıp döküldüğü hâlde eşi M.H.Y.nin bu hususu ifadesinde saklandığını, şahsın kızının ölümünde şüpheli olması gerektiğini belirterek 2/1/2017 tarihli dilekçe ile kavga anına ait görüntülerin bulunduğu CD'yi Cumhuriyet Başsavcılığına sunmuştur. Cumhuriyet Başsavcılığı 6/3/2017 tarihinde, bu CD'nin görüntü çözümlemesinin yapılmasını ilgili ilçe emniyet müdürlüğünden talep etmiştir. Yapılan çözümleme neticesinde evde yerlerde kırık eşyaların, yemek masasından yere saçılmış yemeklerin olduğuna ve taraflar arasında kavga yaşandığına (müteveffanın ağlaması gibi) dair görüntüler tespit edilmiştir.

24. Cumhuriyet Başsavcılığı 2/8/2017 tarihinde ası sonucu ölüm olayı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"... geçirmiş olduğu bazı şahsi, ailevi ve ekonomik sebepler sonucu bunalıma girdiği ve bunun sonucu kendisini evin oturma odasındaki tavanına eşarpla astığı ve eşi tarafından görülerek asılı olduğu yerden indirildiği ve ambulans çağırıldığı, olaydan hemen sonra olay yerine gelen ambulansla kaldırıldığı Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine götürüldüğü ve burada vefat ettiği,..

Antalya Adli Tıp Kurumu Antalya Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesinin raporuna göre, vücudunda ölümüne müessir travmatik bulgulara rastlanılmadığı, kişinin ölümünün asıya bağlı asfiksi (havasızlık) nedeniyle canlı iken ası sonucu gerçekleşmiş olduğunun tespit edildiği;

Her ne kadar müştekiler vekili maktulün canlı mı yoksa öldükten sonra asıldığının tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor talep edilmesini istemiş ise de; bu konuda Antalya Adli Tıp Kurumunun 07/03/2017 tarihinde rapor verdiği anlaşıldığından İstanbul Adli Tıp Kurumundan rapor talep edilmesine gerek görülmediği;

Yapılan soruşturma sonucunda; maktulün ölümünde şüpheli bir durum olmadığı gibi üçüncü kişilere atfedilebilecek kasıt ve kusurunda olmadığı, ortada bir suç ve suçlunun bulunmadığı, olayın meydana gelmesinde herhangi bir şahsın kusur ve etkisinin olmadığı anlaşılmaktadır..."

25. Başvurucu 24/8/2017 tarihli dilekçeyle, şahsın ölüm sebebi ve canlı ası olup olmadığının tespiti için İstanbul ATK'dan yeniden rapor talep ettikleri hâlde yine ATK Grup Başkanlığından ek rapor alınması nedeniyle bu Kurumun önceki raporunu tekrar ettiğini, D.A.Y.nin eşi tarafından şiddet gördüğü ve olayın intihar olamayacağı yönünde beyanlar bulunduğunu, ölü muayene raporunda saçlı deri altındaki noktavi kanamaların kaynağının, midede tespit edilen sıvının ne olduğunun ve ası sonucu öldüğü hâlde şahsın boynunun niçin kırılmadığının araştırılmadığını, olay anındaki tek kişi olan eş M.H.Y.nin bizzat savcı tarafından ifadesinin alınmadığını, HTS kayıtlarının temin edilmediğini belirterek kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir.

26. İtiraz, Antalya 4. Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

27. Ret kararı başvurucuya 19/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 16/2/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

28. Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası hukuk Anayasa Mahkemesinin Yasin Ağca (B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 86, 87, 91-96) başvurusu hakkında verdiği kararda yer almaktadır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

29. Mahkemenin 18/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

30. Başvurucu; damadının çelişkili beyanlarının olması, ekimozların hangi sebeple oluştuğunun ATK raporunda tespit edilmemesi, yeniden alınan ATK raporunun aynı merciden temin edilmesi, soruşturmaya etkili katılım sağlayamaması gibi nedenlerle kızının ölümü hakkındaki soruşturmada cinayet şüphesine dair yeterli araştırma yapılmadan kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmesinden dolayı yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

31. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin özü, yakınının ölümü hakkında etkili soruşturma yürütülmediğine ilişkindir. Bu itibarla başvurucunun iddiaları yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul yönü kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucunun kızıdır. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

34. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

35. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğü kapsamında etkili soruşturma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını varsa sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54).

36. Diğer yandan belirtmek gerekir ki devletin söz konusu pozitif yükümlülüğünün sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğü olması başvuruculara, üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı verdiği tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

37. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

- Soruşturma makamlarının ölüm olayından haberdar olur olmaz resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57). Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir.

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013) soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99).

38. İfade etmek gerekir ki Anayasa Mahkemesinin gerçekleşen olaylardaki delillerin değerlendirmesini doğrudan, ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde kendisinin yapması söz konusu olamaz, bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir (Cemil Danışman, § 58) fakat Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olayın gelişim şeklini anlayabilmek ve başvurucuların yakınlarının ölümünün tüm yönlerinin aydınlatılması noktasında soruşturma makamları ve derece mahkemeleri tarafından atılması gereken adımları nesnel bir şekilde değerlendirmek için olayın oluşum şeklini incelemesi gerekebilmektedir (Rıfat Bakır ve diğerleri, B. No: 2013/2782, 11/3/2015, § 68).

39. Ayrıca etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında başvuru konusu olaylar açısından yer verilen somut tespitler, hiçbir şekilde kişilerin masumiyetine veya suçluluğuna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesince bir yorum yapıldığı şeklinde değerlendirilmemesi gerektiğinin altı çizilmelidir (Rıfat Bakır ve diğerleri, § 143).

40. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri göz önünde bulundurularak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68).

41. Etkili soruşturma yükümlülüğü kapsamında yetkililer, diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdır (Doğan Demirhan, B. No: 2013/3908, 6/1/2016, § 68).

42. Bu noktada ifade edilmelidir ki Anayasa Mahkemesinin görevi, herhangi bir soruşturma ya da davada bilirkişi raporu veya uzman mütalaasının gerekli olup olmadığına karar vermek değildir. Bilirkişi raporu ve benzeri delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi hususları soruşturma makamlarının yetkisi dâhilindedir (Ahmet Gökhan Rahtuvan, B. No: 2014/4991, 20/6/2014, §§ 59, 60).

43. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin mevcut tıbbi bilgilerden hareketle birtakım tahminlere yer vererek bilirkişilerin vardığı sonuçların veya sahip oldukları bilimsel bakış açılarının doğru olup olmadığını irdeleme görevinin de bulunmadığı belirtilmelidir (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017,§ 147).

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

44. Somut başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun kızının ölümünden haberdar olan Cumhuriyet Başsavcılığının derhâl soruşturma başlattığı, her ne kadar başvurucu soruşturmaya katılım sağlayamadığını iddia etse de başvurucunun müşteki olarak beyanının alındığı, adli makamlara itiraz dilekçelerini ve delillerini sunabildiği, soruşturma dosyasından örnek alabilme imkânına sahip olduğu görüldüğünden başvurucunun meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılımının sağlandığı, soruşturmanın 1 yıl 4 ay gibi makul bir süre içinde sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır.

45. Ne var ki soruşturma makamlarınca ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin araştırılıp araştırılmadığı ve elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılıp ulaşılmadığı noktalarında başvurunun incelenmesi gerekmektedir.

46. Başvurucunun kızının intihar sonucu ölmediğine, eşi tarafından boğulduktan sonra baygın vaziyette iken ası süsü verilerek öldürüldüğüne dair kasten öldürülme iddiası bulunmaktadır.

47. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından derhâl soruşturma başlatılmış, Olay Yeri İnceleme Birimi tarafından olay yerinin incelemesi yapılmış ve krokisi çizilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı ATK'dan otopsi raporu ve diğer gerekli raporları temin etmiş, başvurucunun ileri sürdüğü iddialar üzerine, sunulan CD'deki görüntü çözümlemelerini yaptırmış, müteveffanın arkadaşı başta olmak üzere bir kısım tanığın beyanını almıştır.

48. Ne var ki olay yeri incelemesi ve olay yerinin krokisinin çizimi sırasında ası mekanizmasının ne şekilde kurulduğu net biçimde tespit edilmemiştir. Olay yeri krokisinde tavandaki kancadan yere kadarki mesafe 280 cm, kanca ile koltuk arasındaki mesafen ise 240 cm olarak belirtildiğine göre boyu 165 cm civarında olan D.A.Y.nin yerden 40 cm yükseklikteki koltuğa çıkması hâlinde koltuktan 240 cm yüksekte bulunan tavandaki kancaya asıda kullandığı tülbenti bağlamak suretiyle nasıl yetişebildiği belirsizdir. Olay yeri incelemesi sırasında, D.A.Y.nin koltuğun arka kısmına basarak kancaya ulaşmasının mümkün olup olmadığı yahut koltuğun üzerine kancaya yetişmek amacıyla herhangi bir yükseltici eşya koyup koymadığı gibi hususlar araştırılmayarak netleştirilmeyen bu hususların Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından uygulamalı keşif yapılmak suretiyle de ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır.

49. Diğer yandan olaydan kısa bir süre önce kızıyla görüşmüş olan müteveffanın annesi (bkz. § 19) ile olay günü müteveffa ile tüm gün birlikte olan arkadaşı Z.D.nin (bkz. § 20) -ki bu iki şahıs D.A.Y. ile en sık irtibatlı olan kişilerdir- beyanlarından müteveffa ile eşi M.H.Y. arasında uzun süredir bir geçimsizlik olduğu, müteveffanın ailesinin yanına dönmeye niyetli olduğu, olayın gerçekleştiği saatten biraz öncesinde de tartışmış olabilecekleri anlaşılmaktadır. D.A.Y.nin olaydan bir gün öncesinde ya da olay günü evi terk edeceği hususu, Olay Yeri Tutanağı'nda da müteveffanın valizlerini hazırladığı fakat valizlerin içindeki eşyaların yere dağıtılmış olduğunun (bkz. § 10) belirtilmiş olmasıyla desteklenmektedir.

50. CD'deki görüntüler (bkz. § 23), anne ve arkadaşın beyanları (bkz. §§ 19, 20) taraflar arasında öteden beri süren bir geçimsizlik bulunduğuna ve olaydan önce de aralarında bir tartışma yaşandığına işaret etmektedir ki bu husus, M.H.Y.nin müteveffa ile aralarında hiç bir sorun olmadığına dair beyanı ile çelişmektedir (bkz. § 15). Bu çelişkiyi aydınlatmak amacıyla Cumhuriyet Başsavcılığı, olay yerine intikal eden görevlilerce bulunan (bkz. § 9) müteveffanın günlüğünün incelenmesi yoluna gitmemiştir.

51. Bu noktada her ne kadar ATK tarafından düzenlenen ek raporda "kişinin ölümünün asıya bağlı asfiksi (havasızlık) nedeniyle canlı iken gerçekleşmiş olduğu" tespitine yer verilmişse de başvurucunun kızının eşi tarafından bayıltıldıktan sonra asılmış olabileceği iddiası karşısında -müteveffanın anne ve babası tarafından hastanede kızlarının boynunun iki yanında parmak izine benzer morluk gördükleri yönündeki beyanları (bkz. §§ 18, 19) doğrultusunda-ölü muayenesinde tespit edilmemiş olan fakat otopsi raporunda kayda geçen boynun iki tarafındaki 3x2 cm'lik ve 2x1 cm'lik ekimozların müteveffanın boynundaki telem (asılarak öldürülme durumunda asılmada kullanılan materyalin boğazda bıraktığı kırışık ve derin iz) ile uyumlu olup olmadığının ATK raporuyla netleştirilmemesi ölüm olayını aydınlatabilecek delillerin toplanması açısından bir diğer eksiklik olarak tespit edilmiştir.

52. Yine bu doğrultuda müteveffanın olay öncesi herhangi bir tartışma yaşayıp yaşamadığı hususunun aydınlatılması bakımından müteveffanın tırnak içinden alınacak örneklerin kriminal incelemesinin yapılarak herhangi bir kimseye ait numune bulunup bulunmadığının araştırılmaması da soruşturmadaki noksanlık olarak göze çarpmaktadır.

53. Soruşturma kapsamında göz önününe alınması gereken diğer bir başka husus ise komşu A.Y.nin tanık beyanıdır. Bu şahıs beyanında olay günü D.A.Y.nin öldüğünü ve cesedinin fotoğrafının sosyal medyada bulunduğunu duyması üzerine sosyal medyadan araştırması sonucunda müteveffanın asılmış vaziyette ve "öldü" yazan fotoğrafını gördüğünü, resimde müteveffaya çok benzeyen birinin arkadan çekili vaziyette görüldüğünü, bu fotoğrafı mahallede birçok kişinin görmüş olabileceğini ve ertesi sabah resmin kaldırılmış olduğunu belirtmiştir (bkz. § 21).

54. Müteveffanın evde eşi ile yalnız olduğu bir zamanda hayatını kaybettiği gözetildiğinde cesedin arkadan çekilmiş fotoğrafının sosyal medyada "öldü" ibaresiyle paylaşıldığı yönündeki tanık beyanı ve tarafların olaydan hemen önce tartışma yaşamış olabilecekleri ihtimali karşısında Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmayı derinleştirilmemesi kayda değer bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.

55. Bu durumda Cumhuriyet Başsavcılığınca söz konusu tanık beyanını teyit etmek amacıyla fotoğrafı görmüş olabilecek diğer şahısların tespitiyle hem bahsi geçen tanığın hem de tespit edilebilen diğer tanıkların bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından beyanlarının alınmamasının soruşturmanın etkililiğini zedelediği değerlendirilmiştir.

56. Aynı şekilde olay sırasında evde müteveffa ile yalnız olduğu belirtilen ve olayın gerçekleşme şartlarını net olarak bilebilecek tek kişi olan eş M.H.Y.nin Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat beyanının alınarak olayın gerçekleşme şartlarının aydınlatılmaya çalışılmaması da soruşturmanın etkililiğini zedeleyen bir diğer noksanlıktır.

57. Bu noktada Anayasa Mahkemesinin değerlendirmelerinde belirtilen hususlarda araştırma yapılması hâlinde başvuruya konu davanın nasıl sonuçlanacağı ile ilgilenmediğini -görevi olmadığından- tekrar ifade etmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin görevi, soruşturma makamlarının Anayasa'nın 17. maddesi ile öngörülen derinlikli ve özenli inceleme yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğini ya da ne ölçüde getirdiğini belirlemekten ibarettir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 169).

58. Bu itibarla Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturmada olayda üçüncü kişi tarafından kasten öldürme ihtimali bulunup bulunmadığı noktasında yeterli araştırmanın yapıldığı, ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti ve varsa ölüm olayının sorumlularının belirlenmesi için gerekli tüm delillerin toplanmış olduğu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılması sonucunda verildiği söylenemez. Somut başvuruya konu soruşturma bütün hâlinde ele alındığında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

59. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

60. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

61. Başvurucu, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması talebinde bulunmuştur.

62. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

63. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

64. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

65. İncelenen başvuruda etkili bir soruşturma yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin Cumhuriyet Başsavcılığı işlemlerinden/kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

66. Bu durumda yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

67. Başvurucunun tazminat talebi bulunmadığından yaşam hakkının usul yönünün ihlal edilmesiyle ilgili olarak tazminata hükmedilmemiştir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul yönünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan yaşam hakkının usul yönünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının usul yönünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere kararın bir örneğinin Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Soruşturma No: 2016/16957) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUAZZEZ BABAK VE NAİF BABAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/35564)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2021 - 31550

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Muazzez BABAK

 

 

2. Naif BABAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Dilan COŞKUN KARAYAZGAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; geçmişinde birden fazla intihar girişimi bulunan hükümlünün yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması sebebiyle intihar etmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, vefatından bir süre önce hükümlünün kamu görevlileri tarafından yaralanması ve söz konusu olay sonrasında etkisiz bir şekilde yürütülen ceza soruşturması sonunda açılan kamu davasında sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucu Muazzez Babak'ın tek başına yaptığı 2017/35564 numaralı bireysel başvuru 27/9/2017 tarihinde, başvurucuların birlikte yaptığı 2018/19139 numaralı bireysel başvuru ise 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurular arasındaki konu yönünden bağlantı nedeniyle 2018/19139 numaralı bireysel başvuru dosyası 2017/35564 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucuların oğlu R.B. işlediği bazı suçlar nedeniyle süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. 25/5/2015 tarihli müddetnameye göre R.B. hakkında verilen toplam 41 yıl 25 ay 15 günlük hapis cezasının infazına 21/11/2005 tarihinde başlanmıştır. İnfaz süresince birçok ceza infaz kurumunda tutulan R.B. 14/11/2015 tarihinde Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Sincan Ceza İnfaz Kurumu) vefat etmiştir.

A. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumuna Nakledilmesinden Önceki Süreç

11. Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu Silivri Devlet Hastanesince (Silivri Hastanesi) düzenlenen 2/7/2014 tarihli sağlık kurulu raporunda kendisinde antisosyal kişilik bozukluğu olan R.B.de intihar düşüncesinin bulunduğu belirtilmiştir.

12. R.B.ye İstanbul Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Bakırköy Hastanesi) tarafından farklı tarihlerde reçeteler yazılmıştır.

13. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi ve Silivri Hastanesi tarafından düzenlenen belgelere göre R.B. 5/11/2014 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur.

14. R.B., Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna verdiği 6/1/2015 tarihli dilekçesinde Bakırköy Hastanesinden alınan bütün randevuların iptalini istemiştir.

15. R.B. 13/3/2015 tarihinde Bakırköy Hastanesinde muayene edilmiştir. Bu muayeneye istinaden tutulan belgede kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceğinden R.B.nin yakın gözetim altında bulundurulması ve ilaçların kontrollü bir biçimde kendisine verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

16. Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Edirne Ceza İnfaz Kurumu) tutulduğu süre zarfında R.B. birçok kez psikologla görüşmüştür. 10/9/2015 tarihli psikososyal uzman görüşme raporuna göre R.B.;

- Daha önce pskiyatrik veya psikolojik tedavi görüp görmediğine,

- Son bir yıl içinde hiçbir neden yokken sosyal ortamlarda veya bir başkasıyla konuşurken kendini huzursuz, tedirgin veya endişeli hissedip hissetmediğine,

- Diğer insanların duymadığı sesleri, fısıltıları ya da insan konuşmalarını duyup duymadığına,

- Hayatı boyunca kendine zarar verip vermediğine,

- On beş yaşından önce hayvanlara veya insanlara zarar verip vermediğine, eşyalara zarar verip vermediğine ya da yangın çıkarıp çıkarmadığına ilişkin sorulara “Evet.” cevabını vermiş ancak son zamanlarda kendisini öldürmeyi düşünüp düşünmediğine ilişkin soruyu “Hayır. şeklinde cevaplamıştır. Görüşmeyi yapan uzmana göre R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riski yüksektir.

17. 10/9/2015 tarihli psikososyal memur görüşme raporuna göre R.B. kendisiyle yapılan görüşmede çoğu zaman kolaylıkla sinirlendiğini, bazen öfke patlamaları yaşadığını, sıklıkla bir şeyleri kırıp dökme isteği duyduğunu, öncesinde uyuşturucu madde kullandığını, geçen bir yıllık süre içinde yaşamına son vermeyi sıklıkla düşündüğünü, aynı sürede kollarını veya vücudunun herhangi bir yerini kestiğini, geçmişte intihar etme planının veya intihar girişiminin olduğunu ancak hâlihazırda intihar planının olmadığını ve intihar etmeyi düşünmediğini ifade etmiştir.

18. R.B. 22/9/2015 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur. Bu girişim nedeniyle de bir sağlık merkezinde yatarak tedavi görmüştür.

19. R.B.ye tutulduğu ceza infaz kurumlarınca zaman zaman disiplin cezaları verilmiştir. En son, kurum görevlilerine tehdit ve hakarette bulunduğu gerekçesiyle R.B.ye 27/8/2015 tarihinde Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca üç gün hücreye koyma cezası verilmiştir. Bu ceza Tekirdağ 1. İnfaz Hâkimliğinin 6/10/2015 tarihli kararıyla onanmış ve cezanın infazı 19/10/2015 tarihinde tamamlanmıştır.

20. R.B. 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

B. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumunda Tutulması ile İlgili Süreç

21. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu şematik olarak belirtilmiştir.

22. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesine istinaden 10/11/2015 tarihinde psikolog E.B. ile görüşmüştür. Bu görüşmeye ilişkin kayda göre R.B. psikoloğa ihtiyaçlarından söz etmiştir. Bu ihtiyaçların ne olduğu kayıtta belirtilmemiştir.

23. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen 11/11/2015 tarihli tutanağa göre R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45 sıralarında, kaldığı B2.7.32 numaralı odada bulunan butona basarak infaz koruma memurlarını çağırmış ve aynı bahçeyi paylaştığı H.O. ile birlikte müdürü görmek istediklerini söylemiştir. Bu konuda dilekçe yazmaları gerektiği söylenince R.B. ve H.O. “Biz dilekçe yazmadan o müdür beş dakika içinde buraya gelecek, yoksa bu cezaevinin altını üstüne getiririz. Biz bu cezaevine yeni geldik. Bizim kim olduğumuzu zamanla size göstereceğiz. Biz adamı iki dakikada yeriz.” diyerek bağırmış, odayı dağıtmaya başlamış ve kafalarını duvara vurmuşlardır. Olayın ileri bir boyuta taşınmaması, diğer tutuklu ve hükümlülerin tahrik edilmemesi, huzur ile güvenliğin sağlanması için R.B. ve H.O. etkisiz hâle getirilmeye çalışılmış ancak hem R.B. hem de H.O. görevlilere direnip görevlilerin üzerine yürümüştür. Etkisiz hâle getirilen R.B. tedbir amacıyla B1.7.30 numaralı müşahede odasına alınmıştır.

24. R.B. 12/11/2015 tarihinde B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilmiştir.

25. R.B. aynı gün saat 14.45 sıralarında B1.7.24 numaralı odadaki sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile intihara teşebbüs etmiştir. Durumun fark edilmesi üzerine R.B. tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınmasının ardından tedavisi için Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüs Devlet Hastanesi (Kampüs Hastanesi) Psikiyatr Polikliniğine sevk edilmiştir. Sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. R.B., Uzm. Dr. B.Ç. tarafından muayene edilmiştir.

26. 13/11/2015 tarihinde yeniden B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilen R.B., Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesinde geldiği günden beri dövüldüğünü ve hakarete uğradığını, işkenceye maruz kaldığını, 11/11/2015 tarihinde ölüm orucuna başladığını ve öldüğü takdirde sorumlunun Ceza İnfaz Kurumu idaresi olduğunu iddia etmiştir.

27. Başvurucu Naif Babak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 13/11/2015 tarihli dilekçesinde oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu müdürü ve infaz koruma memurları tarafından dövülüp tehdit edildiğini belirterek oğlunun telefonda kendisine söylediği hususları aktarmıştır. R.B. müdür ve infaz koruma memurlarının birlikte üç kez çok kötü bir şekilde kendisini dövdüğünü, ayrıca “Seni burada idam edeceğiz.” diyerek tehdit ettiklerini ve vücudunun mosmor olduğunu başvurucuya söylemiştir.

28. Ölüm orucuna başlaması nedeniyle R.B.ye günlük 250 gram şeker, bal, 10 gram tuz, iki üç limon, su ve bir kutu meyve suyu verilmesi aile hekimi E.C. tarafından uygun bulunmuştur.

29. R.B. 13/11/2015 tarihinde, psikiyatrik tedavi amacıyla kendisine verilen bir ilacı kullanmayı reddetmiştir.

30. B1.7.23 numaralı odada kalan Y.O. 14/11/2015 tarihinde saat 01.50 sıralarında acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına R.B.nin kaldığı B1.7.24 numaralı odadan su ve müzik sesi geldiğini söylemiştir. B1.7.24 numaralı odaya ait kapının mazgalı açılarak R.B.ye seslenilmiş ancak cevap alınamamıştır. Banyo kapısının kapalı olduğunun görülmesi üzerine odaya girilmiş ve R.B.nin çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına astığı görülmüştür. Olay yerine çağrılan sağlık görevlileri R.B.nin öldüğünü tespit etmiştir. İnfaz koruma memurları konuyla ilgili bir tutanak düzenlemiştir.

C. Başvurucuların Yakınının Ölümüyle İlgili Soruşturma Süreci

31. R.B.nin ölümünün ardından Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ölüm olayı hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

32. Cumhuriyet savcısı olay günü saat 04.30 sıralarında olay yerini incelemiştir. Bu incelemeye istinaden tanzim edilen tutanakta başka hususlar yanında R.B.nin ölü olarak bulunduğu banyoda yüksekliği 40 cm olan, bir ayağı kırık plastik bir taburenin ters dönmüş vaziyette durduğu, yere devrilmiş bir sandalyenin bulunduğu, R.B.nin bayrağa bağlı yeşil bir ip yardımıyla kendisini astığı ve ayaklarının yere temas etmediği belirtilmiştir.

33. Cumhuriyet savcısının talimatı uyarınca kolluk görevlileri, R.B.nin kaldığı odayı inceleyip odanın fotoğraflarını çekmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen Olay Yeri İnceleme Rapor Formu'nda başka hususlar yanında olay yerinde intihar notu bulunmadığı ve R.B.nin odasında her biri 5 litrelik on tane dolu su şişesi olduğu belirtilmiştir. R.B.nin odasının havalandırma bölümünde yapılan incelemede çamaşır ipi bağlamak amacıyla duvara takılan bir kancada uç kısmı yanık 15 cm uzunluğunda yeşil bir ip görülmüştür. Olay yeri incelemesi sırasında R.B.nin odasındaki bir tabureden (Bu tabure banyoda bulunan ve bir ayağı kırık olan tabure değildir.) iki parmak izi elde edilmiştir. Bu izlerden birisinin R.B.ye ait olduğu tespit edilmiştir.

34. Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekim tarafından yapılan ölü muayenesine ilişkin tutanakta; ölenin her iki omuz başının alt tarafında ön taraf ile ön göbek hizasında dört elektrot bulunduğu, alt dudağın iç kısmında küçük bir erezyon görüldüğü, sol kulağın arkasından başlayıp boynu boydan boya kateden ve tekrar sol kulağa uzanan telem izinin mevcut olduğu, cinsel organı ile ağızdan hafif bir akıntının geldiği, çenenin kilitli olduğu, ısırılması nedeniyle dilin alt taraftan biraz morardığı ve kulaklarda siyanoz (morarma) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca sözü edilen tutanakta sol şakakta kabuk bağlamış eskiye ait küçük bir yara, boyun altından başlayıp göbek hizasına kadar devam eden ve jilet izi olduğu değerlendirilen eski yara izleri; omuz hizasının yaklaşık 25 cm altında ası sırasında duvara sürtmekten kaynaklandığı değerlendirilen sol tarafta 4x5 cm boyutunda, sağ tarafta ise 3x2 cm boyutunda ekimotik alanlar, sol kol dirsek altından bileğe doğru jilet izi olduğu değerlendirilen eski yaralar, sağ kol dirsek içinde küçük bir yara izi ile sağ kolda eski bir yara, sağ el bileğinde dövme sildirmekten kaynaklanmış olabileceği değerlendirilen bir iz, sağ bacak diz kapağı altında 1x1 cm boyutunda bir ekimoz ve sağ ayağın dış yanında 2 cm uzunluğunda kabuk bağlamış eski bir yara tarif edilmiştir. Ölü muayenesinde herhangi bir kesici veya delici alet ya da ateşli silah yarası, kemik kırığı veya çıkığı tespit edilmemiştir.

35. Ölü muayenesi sırasında cesedin fotoğrafları çekilip kamera kaydı yapılmıştır.

36. Cumhuriyet savcısı olay yerinde infaz koruma memurları C.K., M.Ç., Y.T. ve H.A. ile infaz koruma başmemuru C.A.nın ve ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki B1.7.23 ve B1.7.25 numaralı odalarda kalan Y.O. ile Ö.C.nin ifadelerini almıştır.

i. İnfaz koruma başmemuru ile infaz koruma memurları olayın nasıl tespit edildiğine ilişkin tutanak (bkz. § 30) doğrultusunda beyanda bulunmuştur.

ii. Ö.C., ölenin intihar edeceğini söylemesi üzerine durumu infaz koruma başmemurlarına anlattığını, ölenin bu olaydan sonra bir gün süngerli odada kalıp tekrar odasına döndüğünü, saat 00.00-01.00 sıralarında ölenin odasından televizyon sesine benzer bir ses gelse de kavga veya boğuşmaya işaret eden bir ses duymadığını söylemiştir.

iii. Y.O., 01.30 sıralarında müzik ve sifon sesi duyduğunu, seslerden duyduğu rahatsızlık nedeniyle odasındaki acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına gürültüden söz ettiğini ve ölenin odasından bağrışma sesi duymadığını ifade etmiştir.

37. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin ölmeden önce verdiği dilekçeye (bkz. § 26) istinaden Sincan 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 18/11/2015 tarihli yazı ile R.B.nin iddialarının araştırılarak ayrıntılı ifadesinin alınmasını istemiştir. R.B.nin ölmesi nedeniyle ifadesi alınamamış ve soruşturma evrakı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir yazı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

38. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2015 tarihinde H.O.nun ifadesine başvurmuştur. H.O.nun ifadesi şöyledir:

“Sincan 2 Nolu F Tipi Ceza evine Edirne'den [R.B.] ile birlikte nakil olarak geldik. Beraber ... kalmak istedik. Ancak yönetim bizi yan yana bulunan tek kişilik odalara verdi. Cezamız ağırlaştırıl[mış] olmadığından odalar arasında görüşebiliyorduk. Nakil olduğumuz sırada eşyalarımızın daha sonra arkamızdan ring aracı ile gönderileceği söylendiğinden o sırada yanımızda yoktu. Bu nedenle sıkıntı yaşıyorduk. Biz olay günü [R.B.nin] odasında otururken [R.B.] görevli memurlardan çay istedi. Ancak okuma yazması olmadığı için dilekçe ile bu talebini yerine getiremiyordu. Bu nedenle sözlü olarak çay istedi. Memurlar da zorluk çıkardılar bizim görevimiz değil dediler. [R.B.] de bunun üzerine müdür bey ile görüşmek istiyorum dedi. Daha sonra memurlar içeriye girerek önce [R.B.ye] daha sonra ayırmak isteyince de bana da darpta bulundular. Bu memurların isimlerini bilmiyorum. Ancak içlerinden simasını [hatırlayabildiklerim] vardır. Daha sonra [R.B.] ile ikimizi cezaevinde bulunan süngerli odaya aldılar. Ondan önce bizim darp raporumuz aldırılmadı. Süngerli odada bulunduğumuz sırada aynı olay günü kurum doktoru süngerli odaya geldi. Beni muayene etti ve rapor düzenleyeceğini söyledi. Ancak [R.B.yi] görüp görmediğini bilmiyorum... [C]ezaevi [yönetimi] tutmuş olduğu tutanakta bizim odada (B 32 nolu oda) kendi kendimize zarar vermiş olduğumuz şeklinde tutanak düzenlenmiştir. Ancak böyle bir şey söz konusu değildir. Zaten ceza ehliyetimiz yerindedir ve kendi kendimize zarar vermemiz mümkün değildir. Ayrıca tutanakta yeriz vb sözcükler yazılmıştır. Bunlar kendilerini kurtarmak için söylenmiş sözcüklerdir. Daha sonra [R.B.nin] vefat ettiğini öğrendim. Kendisini cezaevinde astığını öğrendim. Ben kendisinin öldürüldüğünü düşünüyorum. Asmış olsa bile buna sebep olan ceza evindeki görevliler ile talimatı veren müdür olduğunu düşünüyorum. Ben yıllardır bu şahsı tanıyorum. Böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. [Cezaevi] yönetimi tarafından tutulan tutanakta odasından gelen yüksek sesli televizyon nedeniyle odasına girildiğinde [R.B.nin] öldüğünü[n] görüldüğü söylenmiş ise de gece saat 01:30 sıralarında bu sesin hangi koğuştan geldiğinin belirlenmesi zordur ve idareyi rahatsız etmesi mümkün değildir. Başka bir kimsenin rahatsız olduğuna ilişkin müracaat ettiğine ve diğer mahkumların müracaatının olup olmadığını bilmiyorum. Zaten eşyaları da o sırada [R.B.ye] verilmediğini biliyorum.” (H.O. kendi şikâyeti üzerine yürütülen bir başka soruşturma kapsamında verdiği 2/12/2015 tarihli ifadesinde de benzer söylemlerde bulunmuştur.)

39. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 5/1/2016 tarihli dilekçelerinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği andan itibaren yakınlarının tutulduğu odaların (süngerli oda dâhil) kamera kayıtları ile yakınlarının ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerine ait kayıtların soruşturma dosyasına getirtilmesini istemiştir.

40. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri bir başka dilekçede ise başka hususlar yanında yakınlarının ölmeden önce üzerinde bulunan kıyafetlerin incelenmesini talep etmiştir.

41. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 tarihinde, ifadelerini daha önce aldığı Y.O. ve Ö.C.nin ifadelerine yeniden başvurmuştur.

i. Y.O., R.B. ile yan yana odalarda kaldıklarını, R.B.nin 13/11/2015 tarihinde saat 20.00-21.00 sıralarında “İlaçlar nerede kaldı? diyerek infaz koruma memurlarına seslendiğini, o esnada bir infaz koruma memuru ile sağlık görevlisinin ilaç dağıtımı yaptığını, R.B.nin oda kapsındaki mazgalın çıkardığı ses nedeniyle R.B.ye ilacının verildiğini anladığını, saat 01.30 sıralarında önce müzik sesi, sonra da yarım saat kadar devam eden sifon sesi duyduğunu, gürültüden uyuyamadığı için odasındaki çağrı butonuna basarak infaz koruma memurlarını çağırdığını, R.B.nin bir infaz koruma memuruyla veya bir başkasıyla tartıştığını ya da kavga ettiğini duymadığını, R.B.ye yönelik hakaret, tehdit ya da yaralama eylemlerini görmediğini söylemiştir.

ii. Ö.C.; R.B.nin eline çamaşır ipi alıp “Kendimi asacağım. demesi üzerine durumu infaz koruma memurlarına haber verdiğini, infaz koruma memurlarının R.B.yi süngerli odaya götürdüğünü, yanlış hatırlamıyorsa R.B.nin çamaşır ipini yakarak aldığını (Bu sözlerden R.B.nin asılı vaziyette duran çamaşır ipini bir veya birkaç yerden yaktığı ve böylece asıda kullanabileceği ipi elde ettiği sonucuna varılmıştır.), söylediğine bakılırsa R.B.nin süngerli odada iken çok üşüdüğünü, infaz koruma memurlarının R.B.ye hakaret ettiğini, on on beş infaz koruma memurunun R.B.yi dövdüğünü, R.B.nin dilekçe yazdığını ancak dilekçesine cevap verilmediğini ve ölmesinden bir iki gün sonra sesini duyduğu R.B.nin kendisine küfrettiğini beyan etmiştir.

42. Ölenin bir süre kaldığı B.2.7.32 numaralı odanın hemen yanında olup kapısıfarklı bahçeye açılan odada tutulan M.S.D.nin Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 7/1/2016 tarihli ifade şöyledir:

“...[R.B.yi] fiziken hiç görmedim. Aramızda duvar vardır... Havalandırmaya çıktığımızda o tarihlerde bazı şahısların nakil geldiğini anladık. Edirne'den veya Tekirdağ'dan birileri o zaman nakil gelmişti. Hoş geldiniz diye aramızda duvar olmasına rağmen konuştuk. O tarihlerde gelen şahıslar gardiyanları çağırarak sigara filan istemişlerdi. Israrlı istekleri vardı. İhtiyaçlarımızı karşılamak zorundasınız diye konuşuyordu. İnfaz koruma memurları da biz bunları yapamayız. Ancak kantinden ihtiyacınızı karşılaya bilirsiniz şeklinde cevap verdiklerini hatırlıyorum. Taraflar arasında bu şekilde bir bağrışma oldu. Ancak küfür ve tehdit anlayamadım. Çünkü bağrışma şeklinde sesler geliyordu. İçeriğini anlayamadım. Ben odamda tek kalıyorum. Bu bağrışmanın akabinde diğer infaz koruma memurları da geldi. Tartışma devam etti. Hem havalandırma kapısı hem de koğuşa giriş kapısı açıldı. İki taraftan da sesler geliyordu. Bağrışmalar geliyordu. Bu konuşmalarda tehdit, hakaret, dur vurma şeklinde bir b[e]yan anlayamadım. Ancak bağrışma ve tartışma vardı. Daha sonra anladığım kadarıyla şahsı odadan çıkardılar. Daha sonra süngerli odaya şahsı götürmüş olmalılar ki kapı kapandıktan sonra da bağırma sesi geliyordu. Şahıs kapıyı da dövüyordu. Ancak bu şahıs o şahıs mı bilemiyorum. Ancak şahsa ilk kaldığı odada müdahale edildiğinde sanki biri bağırmak istiyor diğeri de onun ağzını kapatmak istemesinden kaynaklanan bir şekilde sesler geliyordu. Sesler boğuk boğuk geliyordu. Ben cezaevinde kaldığım sürede herhangi bir darp eylemine maruz kalmadım.”

43. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 ile 8/1/2016 tarihleri arasında infaz koruma başmemuru veya infaz koruma memuru olan şüpheliler M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini almıştır.

i. M.E. ifadesinde R.B. ve H.O.nun 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakil geldiklerinden ve eşyalarının henüz Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ulaşmadığından söz ederek kantinden ihtiyaçlarını karşılamak istediklerini beyan ettiklerini, bu isteği A.A. ile birlikte vardiya başmemuruna ilettiklerini, daha sonra sözü edilen hükümlülere sigara ve televizyon gönderildiğini, süngerli odada tutulduğu süre zarfında R.B.nin kendisine herhangi bir hakaret, tehdit veya dayaktan bahsetmediğini beyan etmiştir.

ii. A.A., M.E. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.

iii. O.Y., olaydan bir gün önce gündüz vardiyasında R.B.nin kaldığı blokta İ.A. ile birlikte görevli olduğunu, televizyonunu istemesi üzerine gelen eşyaları arasından çıkardıkları televizyonunu R.B.ye teslim ettiklerini, R.B.yi süngerli odaya kendilerinin götürmediğini, R.B.nin saat 08.15 sıralarında süngerli odadan olayın meydana geldiği odaya alındığını, R.B.nin kendilerine intiharla ilgili bir şey söylemediği gibi kendisine yönelik kötü muameleden de söz etmediğini ve kendilerine R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini söylemiştir.

iv. İ.A., R.B.nin kendisine intihar edeceğine veya kötü muameleyle karşılaştığına ilişkin bir şey söylemediğini ve R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini ifade etmiştir.

v. S.Y.nin konuyla ilgili ifadesi şöyledir:

“...[R.B.] yardım butonuna bastı. Bunun üzerine diğer arkadaşım [C.A.] ile birlikte [R.B.nin] bulunduğu odaya gittik. Mazgalı açtık. Mazgalı açtığımızda [H.O.] da yanında idi. [R.B.] bize 'müdür ile görüşmek istiyorum' dedi. Ben de kendisine sayım yeni bitti. Dilekçe yazdın mı diye sordum. O da 'yazmadım, dilekçe yazmama gerek yok, müdür 5 dk içerisinde buraya gelecek' dedi. Ben de kendisine 'buranın bir işleyişi var' deyince o da işleyişi var deyince ne kastediyorsun ben bütün cezaevinde kaldım, cezaevlerinin işleyişini biliyorum, 5 dk içerisinde müdür buraya gelecek yoksa 5 dk içerisinde burayı yakarız, siz bizim kim olduğumuzu bilmiyorsunuz, 2 dk biz adamı harcarız' dedi. Biz de yetkililere sizi bildiririz dedik. Biz oradan ayrılırken tekrar [R.B.] çağrı butonuna bastı. [H.O.] ile birlikte kapılara vurmaya başladılar. [C.A.] ile beraber tekrar kapının yanına gittik. Şahısların gürültüsü üzerine müdahale ekibi ve müdahale ekibi baş memurda bizim yanımıza geldiler. Başmemur kapıyı açmamızı söyledi. Ben de kapıyı açtım. İçeri girdiğimizde [R.B.] ile [H.O.] duvarlara yumruk attılar. İçeride bulunan tabak ve benzeri eşyaları sağa sola atmaya başladılar. Ayrıca şahıslar kafalarını duvarlara ve dolaplara vurmaya başladılar. Başmemurumuz [M.A] şahıslara sakin olmasını ve dışarı bahçeye çıkıp sakinleşmelerini söyledi. Şahıslar kollarını yatağın ranzasının demirlerine geçirerek çıkmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine müdahale ekibi içeri girdi. Şahısların kollarını yataktan çözerek bahçeye aldılar. Daha sonra kurumun başmemuru geldi. [M.K.] şahıslara işleyiş hakkında bilgi verdi. Kendilerine yardımcı olacaklarını söyledi. Ancak şahıslar [M.K.nın] uyarılarına aldırmayarak eylemlerine devam ettiler. Müdahale ekibine direnmeye devam ettiler. Daha sonra müdahale ekibi de hükümlülere kelepçe vurarak müşahede odasına aldılar. Bunun ile ilgili tutanak tuttuk. Tutanağı müdüre bildirdik. Hükümlüler o gün müşahede odasında kaldılar. Biz nöbetimizi akşam 08:00 gibi tamamlayıp ayrıldık. Yanlış hatırlamıyorsam bu olaylar 11/11/2015 tarihinde oldu. O gün başka bir olay olmadı. Ertesi gün akşam nöbetimize geldiğimizde şahıslar müşahede odasında kalmaya davam ediyorlardı. O gün de başka bir olay olmadı. Ben ve arkadaşlarım kesinlikle [R.B.] ve [H.O.ya] herhangi bir hakaret ve işkencede bulunmadık.”

vi. C.A., S.Y.nin anlattıklarını doğrulamıştır.

vii. M.Ç. önceki ifadesine ek olarak odalarına aldıklarında R.B. ve H.O.nun oldukça saldırgan olduğunu, R.B.nin “Ben kendimi asarım. Siz görürsünüz. demesine üzerine H.O.nun “Şimdi bir şey yapma! Dilekçemizi yazalım, ondan sonra ne yaparsan yaparsın.” dediğini ifade edip yüklenen suçlamaları kabul etmemiştir.

viii. Y.T. daha önce verdiği ifadesine ek olarak Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği gece R.B.nin müdürle görüşmek istediğini, dilekçe yazması için R.B.ye kâğıt ve kalem verdiğini, aralarında herhangi bir tartışma veya kavga yaşanmadığını beyan etmiştir.

44. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuların ifadelerini 19/1/2016 tarihinde istinabe yoluyla almıştır.

i. Başvurucu Muazzez Babak ifadesinde oğlunun psikolojik bir rahatsızlığının olmadığını, akciğer kanseri hastası olan oğlunun iki yıl kadar önce iyileştiğini, oğlunun intihar etmesi için neden bulunmadığını zira cezasının infazının tamamlanmasına 1 yıl 7 ay kaldığını, oğluyla en son 13/11/2015 tarihinde saat 11.00-12.00 sıralarında telefonda görüştüğünü beyan edip R.B.nin telefonda söylediklerini aktarmıştır. Başvurucuya göre R.B. kendisine can güvenliğinin bulunmadığını, vücudunun her yerinin mosmor olduğunu, süngerli odaya konulduğunu, Cumhuriyet savcısı, müdür ve infaz koruma memurlarının kendisine işkence ettiğini, kırk kadar kişinin üzerine geldiğini ve sonraki gün cenazesinin çıkacağını söylemiştir.

ii. Başvurucu Naif Babak ise herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmadığını ileri sürdüğü oğlunun intihar etmiş olamayacağını iddia etmiştir.

45. Cumhuriyet Başsavcılığı Sincan Ceza İnfaz Kurumundan temin ettiği kamera kayıtları ile R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kaydı bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 18/2/2016 tarihli raporda özetle şu tespitler yer almıştır:

i. Kamera kayıtları 10/11/2015-14/11/2015 tarihlerini kapsayan zaman aralığına ilişkindir.

ii. Kamera kayıtlarında ses bulunmamaktadır.

iii. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna 10/11/2015 tarihinde saat 01.24 sıralarında gelmiştir.

iv. Çok sayıdaki infaz koruma memuru 11/11/2015 tarihinde saat 08.44 sıralarında R.B.yi kaldığı odadan çıkarıp süngerli odaya (meşin oda) götürmüştür.

v. Saat 08.46'da R.B.ye bir infaz koruma memuru tekme, bir infaz koruma memuru ise tokat atmıştır. Saat 08.47'de R.B.ye birkaç tekme atılmıştır.

vi. İnfaz koruma memurları 08.47 sıralarında süngerli odadan çıkmıştır. İnfaz koruma memurları, süngerli odada elleri kelepçeli vaziyette yerde yattığı sırada R.B.ye defaatle tekme ve tokat atmıştır.

vii. R.B. 13/11/2015 tarihinde saat 11.26 sıralarında başvurucu Muazzez Babak ile on dakikalık bir telefon görüşmesi yapmıştır. Bu görüşmede R.B. özetle Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği günden itibaren her gün sebepsiz yere infaz koruma başmemurları ve infaz koruma memurları tarafından dövüldüğünü, kafasında ve vücudunda şişlikler bulunduğunu, kafasındaki şişliğin yüksekliğinin yaklaşık 20 cm olduğunu, gözünün, kollarının ve bacaklarının mosmor olduğunu, kendisini döven infaz koruma memurlarından birisinin de telefon görüşmesi yaptığı sırada yanında olduğunu, 11/11/2015 tarihinde saat 08.30-09.30 sıralarında en az yirmi kişi tarafından dövüldüğünü, iki gün süngerli odada soğuk bir yerde tutulduğunu (Süngerli odanın soğuk olduğunun kastedildiği değerlendirilmiştir.), artık dayanamadığını, açlık grevinde olduğunu, can güvenliğinin bulunmadığını ve kendisini öldüreceğini beyan ederek başvurucu Muazzez Babak'tan başta Cumhuriyet Savcılığı olmak üzre çeşitli kurumlara dilekçeler vermesini istemiştir.

viii. İnfaz koruma memurları 14/11/2015 tarihinde saat 01.52 sıralarında başvurucuların yakınının kaldığı odaya gelmiştir.

46. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/2/2016 tarihinde Uzm. Dr. B.Ç.nin beyanına başvurmuştur. B.Ç. ifadesinde muayene için geldiğinde R.B.nin darptan veya kötü muameleden söz etmediğini, psikiyatri doktoru olduğu için sadece ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir.

47. R.B.yi süngerli odada muayene eden Dr. E.C. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 23/2/2016 tarihli ifadesinde, muayene yaparken R.B.nin Sincan Ceza İnfaz Kurumu personeli tarafından darbedildiğini ve kendisine hakaret edildiğini söylediğini, muayenede belirgin bir lezyon saptayamadığını, R.B.nin darbedilmesine bağlı olarak kollarında ve sırtında ağrılar bulunduğunu söylediğini ve R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini beyan etmiştir.

48. Başvurucu Naif Babak'ın verdiği dilekçe (bkz. § 27) üzerine başlattığı soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/3/2016 tarihinde verdiği yetkisizlik kararı sonrasında soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı sözü edilen soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

49. Cumhuriyet Başsavcılığının Sincan Ceza İnfaz Kurumu ile yaptığı yazışmalara göre;

- R.B.nin ilk muayenesi 11/11/2015 tarihinde Dr. E.C. tarafından yapılmıştır. Okunabildiği kadarıyla sözü edilen muayeneye ilişkin sağlık fişinde R.B.nin yakınının baş ve omuz bölgelerindeki ağrıdan söz ettiği, travmatik lezyon saptanmadığı ve R.B.nin psikiyari polikliniğine sevkinin uygun olduğu belirtilmiştir. Sağlık fişinde tanı “ilaç düzenlemesi+kontrol olarak ifade edilmiştir.

- 13/11/2015 tarihinde yaptığı telefon görüşmesi sırasında R.B.nin yanında infaz koruma memuru Ç.U. bulunmaktadır.

50. Cumhuriyet Başsavcılığı bilirkişi raporundaki tespitlere istinaden R.B.yi darbeden kişileri tespit edebilmek için M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini yeniden almıştır. Sözü edilen kişilerin kamera kayıtlarında gözüken kişilerin kim olduğuna ilişkin beyanları doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığı M.K., A.T., A.Y. ve Ç.U.yu şüpheli sıfatıyla dinlemiştir.

i. M.K. 11/11/2015 tarihinde sabah saatlerinde yaşanan olayı S.Y. ve C.A.nın anlattıklarına benzer şekilde anlatmış; ek olarak Müdür T.G.nin talimatına istinaden R.B.yi süngerli odaya aldıklarını, başkalarına ve kurum eşyalarına zarar vermesini engellemek için R.B.ye kelepçe taktıklarını, R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında üzerinden çıktığını, rutin uygulamaya göre hükümlülerin süngerli odaya alınmasından önce rapor alınmadığını, süngerli odada iken R.B.nin bir sorununun olmadığını, aldığı ilaçların etkisiyle o şekilde davrandığını ve Edirne'de tedavi gördüğünü söyleyerek odasında kalma isteğini dile getirdiğini, bu nedenle R.B.nin kurum amirinin de talimatıyla odasına alındığını ve R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir. Kendisine kamera kayıtlarından elde edilen 11/11/2015 tarihine ilişkin bazı fotoğraflar gösterilmesinden sonra M.K., R.B.yi ayağıyla dürten kişinin A.Y. olduğunu, A.Y.nin yalnızca ikazda bulunduğunu yoksa R.B.yi tekmelemediğini, A.T.nin R.B.ye tokat atmadığını, belki R.B.nin yüzünü kaldırmaya çalıştığını söylemiştir.

ii. A.T. özetle R.B.ye tokat atmadığını, küfretmeye devam etmemesi için R.B.nin ağzını kapattığını beyan etmiştir.

iii. A.Y., başka hususlar yanında R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında sıyrıldığını, R.B.nin elleri kelepçeli olarak eşofmanını giydiğini, süngerli odaya alınmasından sonra da R.B.nin “Erkekseniz kelepçemi sökün! Ben suratın nasıl kesileceğini size göstereyim. Siz şerefsizsiniz.” şeklindeki sözlerine devam ettiğini, bu nedenle R.B.nin kelepçelerini çözmediklerini, hakaret ve tehditlerine devam etmemesi için R.B.yi ayağıyla dürttüğünü, eşofmanını giymesi için ayağıyla R.B.yi kaldırmaya çalıştığını ve R.B.ye vurmadığını söylemiştir.

iv. Ç.U. özetle süngerli odaya götürülmesi sırasında R.B.nin koluna girdiğini ve kendisinin veya bir başka infaz koruma memurunun R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir.

51. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığınca hazırlanan 12/5/2016 tarihli otopsi raporunda başvurucuların yakınının ası sonucu vefat ettiği belirtilmiştir. Sözü edilen raporun ölenin vücudundaki yara izleriyle ilgili kısmı şöyledir:

“...

En derin yeri boyun sağda; sağ angulus mandibulanın 3 cm altında olmak üzere derinliği 0.7 cm olacak şekilde; boyun ön yüz ve sağ kulak memesi altına doğru uzanan; boyun önde hyoid kemik üst kısmından ve sağ kulak memesinin 7 cm altından geçerek ensede saçlı deri içerisine ilerleyen; solda ise sol angulus mandibulanın hemen altından geçerek sol kulak heliksi arka kısma doğru uzanan; aralarında 4.5 cm kalacak şekilde birleşmeden sonlanan; en geniş yeri 1.2 cm olan; zemini parşömenleşmiş; yükselici ve yüzeyelleşici vasıfta telem izi görüldü.

Göğüs ön yüz üstte 2 adet, batın ön yüz üstte 2 adet olmak üzere toplam 4 adet Elektrokardiyografi pedleri olduğu, sağ kol 1/3 üst bölge dışta-sol kol 1/3 orta bölge dışta ve sağ el sırtında şekilli dövmeler olduğu, her iki ön kol ile gövde ön yüzde muhtelif ebatlarda çok sayıda sedefi [yara izleri] olduğu, sağ bacak 1/3 üst bölge önde 1.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık, sağ bacak 1/3 orta bölge önde üzeri kurutlu milimetrik sıyrıklar, sağ ayak bileği arkada yaklaşık 3x0,5 cm ebatta üzeri kurutlu sıyrık, sağ dirsek arkada yaklaşık 0.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık ve alın solda yaklaşık 0.3 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık olduğu, her iki elden parmak izi alımına bağlı mürekkep bulaşıkları olduğu görüldü.

...

52. Yürüttüğü soruşturma sonunda Cumhuriyet Başsavcılığı, otopsi raporu ile kamera kayıtlarına atıf yaparak R.B.nin intihar sonucu vefat ettiği, ası sonucu meydana gelen olayda suç unsurunun bulunmadığı, R.B.nin daha önce de intihara kalkıştığı ancak infaz koruma memurlarınca intiharın engellendiği, R.B.yi intihara yönlendiren veya teşvik eden herhangi bir şahsın bulunmadığı ve Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri A.A., C.A., Ç.U., İ.A., M.E., M.K., M.Ç., O.Y., S.Y. ile Y.T.nin R.B.ye karşı hakaret, tehdit ve kasten yaralama suçlarını; A.Y. ve A.T.nin ise R.B.ye karşı tehdit ve hakaret suçlarını işlediğine ilişkin yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle 23/9/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin 11/11/2015 tarihinde süngerli odaya alınması sonrasında A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanarak kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında Ankara Batı 9. Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır.

53. Başvurucular, öz itibarıyla yakınlarının uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle çaresizliğe itildiğini ve intihara sürüklendiğini, yakınlarına psikolojik durumu yönünden esaslı bir tedavi sağlanmadığını, öngörülebilir ve önlenebilir olmasına rağmen intiharın gerçekleşmemesi için gerekli tedbirlerin alınmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

54. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Sözü edilen karar başvuruculara tebliğ edilmemiştir.

D. A.Y. ve A.T. Hakkında Açılan Kamu Davasıyla İlgili Süreç

55. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada daha önce ifadeleri alınmayan M.Y. ile M.A.nın beyanlarına başvurulmuştur.

i. M.Y., kendilerine yönelik saldırısı nedeniyle R.B.yi süngerli odaya götürüp üst araması yaptıklarını, eşofmanın ipliğinde jilet saklayabileceğini veya ipliğini kullanılabileceğini düşünerek eşofmanın ipliğini çektiklerini, bu nedenle eşofman altının R.B.nin belinden aşağıya kaydığını, R.B. küfrettiği için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını, A.Y.nin ise ayağıyla R.B.yi dürttüğünü söylemiştir.

ii. M.Y. ile benzer yönde beyanda bulunan M.A. ek olarak küfretmesi nedeniyle R.B.ye kelepçe taktıklarını ifade etmiştir.

56. Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturabileceği ve bu suçla ilgili yargılama yapma görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle 12/4/2017 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Sanıkların bu karara yaptıkları itiraz Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 26/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

57. Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararı sonrasında yargılama Ceza Mahkemesince yapılmıştır.

58. Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada;

i. Başvurucu Muazzez Babak soruşturma aşamasında alınan beyanı doğrultusunda söylemde bulunmuştur.

ii. Sanıklar suçlamaları kabul etmemiştir.

iii. Tanık H.O.; infaz koruma memurlarının psikolojik baskı yaptıklarını, havalandırma bahçesinin kapılarını öğlene kadar açmadıklarını, eşyalarının olmadığını, semaver ve televizyona ihtiyaç duyduklarını idareye söylediğini, televizyonun verildiğini ancak semaverin verilmediğini, R.B.nin okuma yazma bilmediğini, R.B.nin psikoloğa yıllardır tedavi gördüğünü söylediğini, 11/11/2015 tarihinde çay istediklerini ancak verilmediğini, başmemurla da görüşemediklerini, bir süre sonra R.B.nin odasına giren infaz koruma memurlarının hiçbir şey söylemeden R.B.nin üzerine yürüdüklerini, hem kendisine hem de R.B.ye vurduklarını, sürüklenerek süngerli odaya götürüldüklerini, süngerli odada bir iki gün kadar kaldıklarını, süngerli odada bulunduğu sırada kendisine işkence edildiğini, kendisinin daha sonra Ankara 1 No.luF Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini ve R.B.nin herhangi bir intihar girişiminin olmadığını beyan etmiştir.

iv. Tanıklar A.A., S.Y., M.K., Ç.U., C.A. ve M.E. soruşturma aşamasında verdikleri ifadelere benzer beyanda bulunmuştur. Farklı olarak Ç.U. süngerli odaya gönderilmesinden önce kafasını duvara vuran kişinin H.O. olduğunu, R.B.nin kendisine zarar vermesini önlediklerini ve süngerli odaya konulmadan önce üst araması yapılırken R.B.nin ellerinin kelepçeli olup olmadığını hatırlamadığını; M.K. ise R.B.nin ellerinin ne zaman kelepçelendiğini hatırlamadığını, süngerli odaya götürülürken R.B.nin ellerinin kelepçeli olmadığını, hakaret ve küfürlerine devam etmemesi için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını söylemiştir.

v. Tanık B.Ç. soruşturma aşamasındaki beyanlarını tekrar etmesi haricinde R.B.de belirgin bir depresyon hâli veya psikoz gibi ağır bir ruhsal problem görmediğini, R.B.nin intihar girişiminden veya işkenceden söz etmediğini, sadece ilaç yazdırmak istediğini, Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önceki döneme ilişkin sağlık dosyasını incelediğini ve klinik muayene sonrasında başka bir sağlık merkezine sevke gerek görmediğini ifade etmiştir.

vi. Tanık E.C.; R.B.yi süngerli odada muayene ettiğini, muayene sırasında R.B.yi giysilerinden arındırdığını, hatırladığı kadarıyla bazı sıyrıklar gördüğünü, bunların süngerli odaya götürülürken kullanılan güçten ileri gelen ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan ekimoz ve sıyrıklara benzediğini, R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini, muayene esnasında sağlık görevlisi dışında bir infaz koruma başmemuru ile birkaç infaz koruma memurunun da süngerli odada bulunduğunu söylemiştir.

vii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık İ.B., R.B.nin kendini astığının söylenmesi üzerine hemen R.B.nin odasına gittiğini, R.B.nin ağzından köpükler geldiğini, nabız alamadığını ve ölmesinden önceki gece R.B.nin uyku ilacını almak istemediğini söylemiştir.

viii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık A.Ü. doktorun muayene yapmasından sonra muayene bulgularını vizite defterine yazdıklarını ve R.B.nin muayenesiyle ilgili bir şey hatırlamadığını ifade etmiştir.

59. Müdafii aracılığıyla Ceza Mahkemesine verdiği 6/2/2018 tarihli dilekçesinde tanık E.C.nin H.O. ile R.B.yi karıştırmış olabileceğini ileri süren sanık A.Y., dilekçesinin ekinde R.B. ile H.O.nun süngerli odada bulundukları sırada yapılan muayenelerine ilişkin vizite defterinde mevcut kayıtların örneğini ibraz etmiştir. Söz konusu kayıtlara göre E.C. H.O.nun muayenesine ilişkin kayda yüzeysel sıyrıkların bulunduğu yönünde not düşmüş ancak R.B.nin muayenesine ilişkin kayda R.B.nin baş bölgesinde ağrı tarif ettiğini ve travmatik lezyon saptanmadığını yazmıştır.

60. 8/3/2018 tarihinde Ceza Mahkemesi, sanıklara isnat edilen eylemi sabit görüp kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi, seçimlik cezalardan adli para cezasını seçse de temel cezayı 180 gün adli para cezası olarak belirlemiştir. Ceza Mahkemesinin anılan kararının gerekçesi şöyledir:

“...[İ]şkence suçunun oluşabilmesi için fiillerin ani bir şekilde değil sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde yapılmasının gerektiği, ölen [R.B.nin] annesi ile yaptığı telefon konuşmasında sürekli olarak kendisinin dövüldüğü vücudunun yara ve morluk içerisinde olduğunu ve şikayetçi olmasını beyan ettiği görülmüş ancak ölü muayene tutanağına göre vücudunda yeni oluşmuş yara ve morluk bulunmadığı, yine ölenin cezaevinde ilk muyanesini yapan tanık olarak dinlenen doktor [E.C.nin] soruşturma sırasında alınan beyanında da ölenin kendisinin darp edildiğini kendisine söylediği ancak ölende darp cebir izine rastlamadığı yönünde ki beyanları ve sanıkların öleni darp etmedikleri yönünde ki savunmaları bir arada değerlendirildiğinde dosya kapsamında yer alan olaya ilişkin görgüsü bulunan kamu tanıkları, kamera görüntüleri ve bilirkişi raporuna göre ölen[R.B.nin] ... yatıştırılamayarak yumuşak odaya alındığı, yumuşak odada güvenlik kamera görüntüleri ve görüntüleri çözümleyen bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere sanık [A.T.nin] [R.B.ye] tokat attığı, [A.Y.nin] ise [R.B.yi] tekmelediği ancak bu eylemlerin olayın etkisi ile ani bir şekilde gerçekleştirildiği, sistematik bir durumun bulunmadığı ve belli bir süre devam etmediği kanaatine varılmakla sanıkların eylemlerine uyan kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle kasten yaralama suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş[tir.]...

61. Dosyadaki delillerden ve alınan ifadeler arasındaki çelişkilerden yola çıkan başvurucular; çaresiz konuma düşürüp onurunu kırmak için ölene tokat atılıp küfredildiğini, eşofman altının çıkarıldığını ve elleri kelepçeli olarak soğukta bekletildiğini, doktorun usulüne uygun şekilde rapor tutmadığını, işkencenin belgelenmemesi için bilinçli olarak hareket edildiğini, ölene eşyalarının verilmediğini, söz konusu eylemlerin nispeten uzun bir süre devam ettiğini, nihayetinde yakınlarının intihar ettiğini, sanıklara yüklenen eylemlerin işkence suçunu oluşturduğunu ve alt sınırdan belirlenen hapis cezasının adli para cezasına çevrilip sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Ceza Mahkemesince verilen karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

62. Olay tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumunda B1.7.28 numaralı odada kaldığını iddia eden G.A. Ceza Mahkemesine gönderdiği 19/4/2018 tarihli dilekçesinde herhangi bir ayrıntı vermeden tanıklık yapmak ve ölümün gerçek nedenine ilişkin bilgilerini paylaşmak istediğini belirtmiştir.

63. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

64. Anılan karar başvuruculara 5/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

E. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Görevlileri Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci

65. Yetkili merciler R.B.nin ölümünden sonra Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında disiplin soruşturması yapılmasına gerek görmemiştir. Bununla birlikte başvurucu Muazzez Babak'ın Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) yaptığı başvuru sonrasında beş infaz koruma başmemuru ile aralarında A.T. ve A.Y.nin de bulunduğu on beş infaz koruma memuru hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

66. Muhakkik olarak tayin edilen Sincan Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürü Me.K. tarafından hazırlanan soruşturma raporunda haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilerin kötü muamele amaçlı tavırlarının olmadığı, R.B.ye zor kullanma yetkisi dâhilinde müdahale edildiği, bu esnada müdahale esaslarına uygun olmayan küçük çaplı bazı tavırlar söz konusu olsa da sözü edilen tavırların kötü muamele olarak değerlendirilemeyeceği ve zarar verme amacıyla yapılmadıkları belirtilerek disiplin cezası verilmemesinin uygun olacağı açıklanmıştır. Anılan raporun dayandığı delillerden biri olan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği anlaşılan 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda -ki bu rapor Sincan Ceza İnfaz Kurumundan elde edilen 8 dakika 4 saniyelik kamera görüntüsünün incelenmesine ilişkindir- şu tespitler yer almıştır:

- R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45'te elleri arkadan kelepçeli olarak süngerli odaya getirilmiş ve üç infaz koruma memuru tarafından yüzüstü yere yatırılmıştır. Bu sırada R.B.nin üzerinde beyaz bir eşofman üstü, siyah bir tişört ve külot bulunmaktadır. Giymesi için R.B.ye eşofman altı verilmiştir. R.B. eşofman altını giyerken kır saçlı ve gözlüklü bir infaz koruma memuru/başmemuru R.B.nin kafasına tokat atmıştır. Kel bir infaz koruma memuru/başmemuru sağ ayağıyla R.B.nin bacağına tekme atmış, hafif kıvırcık saçlı bir infaz koruma memuru/başmemuru ise sağ eliyle R.B.nin yüzüne tokat atmıştır. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru sol ayağıyla iki kez R.B.nin bacağına sert olmayan bir şekilde vurmuştur. Gözlüklü olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye doğru ayağını uzatmış ancak ayağı değmemiştir. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye yeniden tekme atmıştır. Görevlilerin süngerli odadan 08.47 sıralarında çıkmasından sonra R.B. eşofman altını giymiş, bir müddet yerde dinlenmiş ve daha sonra elleri arkadan kelepçeli şekilde ayağa kalıp üç dört dakika dolaşmıştır. R.B.ye atılan tokat ve tekmeler yaralamaya sebebiyet verecek şiddette değildir.

67. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Müdürü 20/6/2016 tarihinde, muhakkik soruşturma raporundaki tespit ve gerekçelerle haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilere disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar içeriğine yansıtılan ifadelerden bilirkişi raporunda bahsi geçen saçları olmayan kişinin A.Y., hafif kıvırcık saçlı kişinin A.T., kır saçlı gözlüklü kişinin ise M.K. olduğu anlaşılmıştır.

68. Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, disiplin işlemi yönünden A.T. ve A.Y. hakkındaki yargılamanın akıbeti konusunda Ceza Mahkemesiyle yazışma yapsa da A.T. ve A.Y. hakkında yeni bir disiplin işlemi tesis edilip edilmediği saptanamamıştır.

F. Tam Yargı Davası İle İlgili Süreç

69. Başvurucular ile çocukları D.B., Ay.Y. ve F.K. yakınlarının intihara eğilimli olduğunun bilinmesine rağmen intiharın önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmadığını, süngerli odadaki tutma koşullarının uluslararası standartlara uygun olmadığını, üstelik yakınlarına kötü muamelede bulunulduğunu ve bu durumun yakınları R.B.yi intihara sürüklediğini belirterek Ankara 8. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Bakanlık aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu Muazzez Babak için 2.000 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat, başvurucu Naif Babak için 1.500 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.

70. İdare Mahkemesi, başvurucuların tahliye olacağı tarihe ilişkin bilgileri elde edip başvurucuların R.B.nin desteğinden yoksun kalmaları nedeniyle uğradıkları zararı bilirkişiye hesap ettirmiştir.

71. Başvurucular, bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ettikleri maddi tazminata ilişkin taleplerini başvurucu Muazzez Babak yönünden 63.878,50 TL'ye, başvurucu Naif Babak yönünden ise 21.530,67 TL'ye yükseltmiştir.

72. Yaptığı yargılama sonunda başvurucuların yakınının daha önce de intihara teşebbüs ettiğine işaret ederek vakit geçirilmeden R.B.nin düzenli bir şekilde psikiyatrik tedavisinin sağlanması gerekirken bu yönde gerekli adımların atılmaması nedeniyle ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurun bulunduğu sonucuna varan İdare Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde -diğer davacılar için hükmedilenler haricinde- başvurucu Muazzez Babak'a 63.878,50 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat, başvurucu Raif Babak'a ise 21.530,67 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

73. Bakanlık, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

74. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi 22/12/2020 tarihinde, İdare Mahkemesince verilen kararın manevi tazminatla ilgili bölümünü onamış ancak maddi tazminatla ilgili bölümünü kaldırıp destekten yoksun kalma tazminatı yönünden yapılan hesaplamaya göre R.B.nin hak ederek tahliye tarihinden önce vefat edecekleri gerekçesiyle başvurucuların maddi tazminat taleplerini kesin olarak reddetmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

75. İlgili ulusal hukuk için bkz. Yalçın Yanık, B. No: 2013/3718, 20/1/2016, § 48; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 63-65; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 46, 51.

B. Uluslararası Hukuk

76. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olduğu iddia edilen bir kişinin başvurunun yapılmasından önce ölmüş olması hâlinde gerekli hukuki menfaati bulunan kişinin ölen kişinin en yakın akrabası olarak ölüm veya kayıp edilmeye ilişkin şikâyetlerini ileri sürdüğü bir başvuruda bulunma hakkı vardır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:16064/90, 16065/90..., 18/9/2009, § 112). Bunun gerekçesi iddia edilen ihlalin niteliği ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) sisteminin en temel hükümlerden birinin etkin bir şekilde uygulanmasına ilişkin değerlendirmeler ile belirlenen özel durumdur (Fairfield/Birleşik Krallık (k.k.), B. No:24790/04, 8/3/2005).

77. AİHM bu tür durumlarda, ölümünün veya kaybedilmesinin devletin sorumluluğunu devreye soktuğu iddia edilen bir kişinin ebeveynleri gibi yakın aile üyelerinin ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın bizzat iddia edilen 2. madde ihlalinin dolaylı mağdurları olduklarını iddia edebileceklerini kabul etmiştir (Van Colle/Birleşik Krallık, B. No:7678/09, 13/11/2012, § 86).

78. AİHM ayrıca ölenin yakınlarının -Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında meseleleri gündeme getiren ölüm veya kaybedilme olayıyla yakından bağlantılı olması koşuluyla- ölen veya kayıp akrabaları adına Sözleşme’nin 3. ve 5. maddeleri uyarınca şikâyette bulunabilmelerine onay vermektedir. Örneğin Khayrullina/Rusya (B. No: 29729/09, 19/12/2017, §§ 86-107) başvurusunda, polis karakolunda hukuka aykırı olarak tutulduğu sırada veya karakoldan bırakıldıktan sonra bilinçsiz bir şekilde bulunan ve üç ay sonra ölen bir kişinin yakınının Sözleşme'nin 5. maddesinin ihlal edildiğine yönelik şikâyeti esastan incelenmiştir. Öte yandan;

i. Önal/Türkiye (B. No: 31420/11, 30/8/2016, §§ 10-109) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verilen kararda başvurucuların ölen yakınlarının öldüğü gün rütbeli bir askerin kötü muamelesine uğradığına ve bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaları da incelenmiş ve başvurucuların mağdur sıfatları yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın rütbeli asker hakkındaki ceza yargılamasının derdest olduğuna işaret edilerek sözü edilen şikâyet yönünden iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır (benzer iddiaların incelenip aynı sonuca ulaşıldığı başka bir kabul edilebilirlik hakkında karar için bkz. Zemci ve Hatun Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015).

ii. Gözaltına alınan kişilerin gözaltı sırasında ölmeleri veya gözaltı sırasında yaralandıktan sonra kaldırıldıkları sağlık kuruluşunda vefat etmeleri nedeniyle bu kişilerin yakınlarınca yapılan bazı başvurularda, devletin başvurucuların yakınlarının ölümünden sorumlu olduğu kabul edilerek kamu görevlilerinin darp fiilleri nedeniyle Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir (Tais/Fransa, B. No: 39922/03, 1/6/2006, § 111; Yurtsever ve diğerleri, B. No: 22965/10, 8/7/2014, § 82).

79. AİHM Kaya ve diğerleri/Türkiye (B. No: 9342/16, 20/3/2018) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verdiği kararda ise bir ceza infaz kurumunda tutulmakta iken ölen hükümlünün yakınlarınca yapılan başvuruda yakınlarının kötü muameleye maruz kaldığına ve bu bağlamda etkin bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaları ile ilgili olarak ölenin herhangi bir fiziki kötü muamele ya da zulüm hakkında şikâyette bulunmadığını ve başvurucuların böyle bir şikâyeti sunmak için dava açma hakkı (locus standi) bulunsa bile şikâyet konusunda inandırıcı hiçbir delil bulunmadığını belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

80. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucu Muazzez Babak'ın İddiaları ve Bakanlık Görüşü

81. Başvurucu Muazzez Babak tek başına yaptığı 27/9/2017 tarihli başvurusunda; oğlunun isteği dışında Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği tarih ile öldüğü tarih arasındaki olay ve olgular ile başvuruya konu edilen soruşturma kapsamında toplanan delillere işaret edip geçmişinde intihar öyküsü olan oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumunda tek kişilik odaya konulduğunu ve oğluna eşyalarının verilmediğini, infaz koruma memurlarının darp ve hakaretlerine maruz kalması sonrasında oğlunun intihara teşebbüs ettiğini, bu olaydan sonra süngerli odaya alınan oğlunun daha donamlı bir sağlık kuruluşunda tedavi edilmesi yerine Kampüs Hastanesinde muayene edildiğini ve intihara teşebbüsten sonra oğlunun söylediği ilaçlar için reçete yazılması dışında oğluna başka bir tedavinin uygulanmadığını belirterek oğlunun ruhsal durumu ile ilgili esaslı bir tedavinin yapılmaması nedeniyle önlenebilir nitelikteki olayların önlenemediğini iddia etmiştir.

82. Başvurucu Muazzez Babak ayrıca oğlunun bir hastanede tedavi altına alınmak yerine psikolojisinin daha da bozulmasına neden olabilecek şekilde tuvaletin açıkta olduğu, havalandırma sisteminin olmadığı ve pencerenin bulunmadığı küçük bir süngerli odada tutulduğunu, bu suretle intihara davetiye çıkarıldığını, oğlunun intiharda kullandığı ipi kolaylıkla temin ettiğini, oğlunun uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle intihara sürüklendiğini, yetkililerin oğlunun ölümünde kasıtlarının bulunduğunu ve verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararın oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın etkisizliğinin göstergesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83. Bakanlık görüşünde öncelikle soruşturma aşamasındaki işlemlerden ve R.B.nin daha önce tutulduğu ceza infaz kurumlarında aldığı tedaviler ile disiplin cezalarından söz edilerek;

i. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.nin intihar etme ihtimalinin bulunduğuna ilişkin herhangi bir rapor bulunmadığı,

ii.R.B.nin psikolojik sorunları bakımından gerekli tedbirlerin alındığı ve tedavi imkânlarının sağlandığı,

iii.R.B.nin psikoloğu ile görüşmesinin temin edildiği, gerekli notların psikolog tarafından alındığı ve R.B.nin sağlık durumunun kurum tabipliğince takip edildiği,

iv. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği Psikiyatri Servisi tarafından R.B.nin psikolojik sorunları ve tehlikeli mahkûm statüsü dikkate alınarak 11/11/2015 tarihinde muayene edildiği ve bu muayene sonunda herhangi bir ilaç düzenlenmediği,

v. R.B.nin öngörülemeyen kendi eylemi neticesinde hayatını kaybettiği,

vi. İntihar nedeniyle devletin sorumlu tutulmasının insan davranışlarının öngörülemezliği bağlamında devlete ağır bir yük yükleyeceği,

vii. Bireysel başvuru formunda söz konusu olay ile ilgili idari yargı yoluna bir başvuruda bulunulduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmadığı, başvurucunun şikâyetleri bakımından idari yargı yolunda açılacak bir tam yargı davasının etkili giderim sağlayıp sağlamayacağı ve bu bağlamda olağan hukuk yollarının başvurudan önce tüketilip tüketilmediği hususunun Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu,

viii. Yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanması ile usul yükümlülüklerine ilişkin gerekli adımların atıldığı ifade edilmiştir.

84. Bakanlık görüşüne göre R.B. hakkında düzenlenen 19/7/2013 tarihli psikososyal servis raporunda R.B.nin 16 yaşından itibaren on yıldır ceza infaz kurumlarında bulunduğu, ergenlik döneminden itibaren uzun süre ceza infaz kurumunda bulunmasının neden olduğu çöküntü duyguları yaşadığı, psikiyatrik bir sorunu bulunmamasına rağmen sorunlarının gelişiminin aksamasından kaynaklı doğal tepkiler olduğu, yaşı gereği aktif olması gerektiği ancak ceza infaz kurumunda zamanını dolduracak ve üretkenlik gösterecek hiçbir faaliyete katılamadığı için iyileşemediği ve insani olarak gerilediği, Bakırköy Hastanesinde görmekte olduğu elektroşok ve ilaç tedavisinin beynine zarar verdiği ve zararlı düzeyde uykuya sebep olduğu, psikiyatrik tedavinin tek yönlü faydasına karşın açtığı zararları ve yan etkileri insani bulunmadığından ceza infaz kurumunda kendisine rehabilitasyon programı açıldığı, bu konuda R.B.nin haftanın üç günü (pazartesi, çarşamba, cuma) kütüphane işlerine yardımcı olmasının yaşadığı boşluk ve amaçsızlık duygularını olumluya götüreceği, sorunlu olduğu insan ilişkileri konusunda kütüphanede çalışan öğretmen, memurlar ve mahkûmla kuracağı ilişkilerin iyileştirici etkilerinin olacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.

85. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle Bakanlık aleyhine açtıkları tam yargı davasında verilen hükmün istinaf mahkemesince henüz incelenmediğini, oğlunun tehlikeli mahkûm statüsünde olup psikolojik anlamda rahatsız olduğunun doktor raporları ile sabit olduğunu, vefatından önce oğlunun birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini, psikolojik sorunların üstesinden gelinmesinde aile bağlarının önemine ve İstanbul'da yaşamalarına rağmen oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, oğlunun işkenceye maruz bırakılması, süngerli odada uzun süre tutulması ve etkili bir sağlık kontrolü yapılmaması nedeniyle intihar ettiğini ve böylece oğlunun intihara sürüklendiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

86. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

87. Başvurucunun iddialarının bir kısmı, Anayasa Mahkemesine göre Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yöneliktir ve aşağıda ayrı bir başlık altında değerlendirilecektir. Başvurucu intihar ile kötü muamele arasında bağ kurduğu için söz konusu iddialara burada da yer verilmiştir. Başvurucunun geriye kalan iddiaları ise öz itibarıyla oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına hatta oğlunun infaz koruma memurlarının kötü muamele niteliğinde olduğunu ileri sürdüğü eylemleriyle intihara sürüklendiğine ve oğlunun ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliğine ilişkindir. Şüphesiz başvurucu, oğlunun ölümünde yetkililerin kasıtlarının bulunduğunu da ifade etmiştir ancak başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında dile getirdiği bütün iddiaları birlikte değerlendirilerek başvurucunun sözü edilen iddiasını yetkililere atfettiği kusurun ağırlığını açıklamak için serdettiği kanaatine varılmıştır. Bu bakımdan yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin negatif boyutu bakımından ayrı bir inceleme yapılmamış; başvurucunun oğlunun yaşamının korunmadığına yönelik şikâyetleri yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında, oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturma hakkındaki şikâyeti ise yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

88. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.

89. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

90. Başvurucunun oğlunun ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil eden eylemleriyle intihara sürüklendiğine ilişkin iddiada da bulunduğu gözetilerek yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun tam yargı davası yolunun tüketilmediği ya da İdare Mahkemesinin başvurucuya tazminat ödenmesine karar verdiği gerekçesiyle kabul edilemez bulunulamayacağı sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutu

 (1) Genel İlkeler

91. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

92. Anılan pozitif yükümlülükler kapsamında devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Bu ödev kapsamında devlet;

i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturmalı (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149),

ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler almalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

93. Sözü edilen koruma yükümlülüğü, kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan mahpuslar yönünden de geçerlidir. Bu nedenle ceza infaz kurumu yetkilileri, kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bildikleri ya da bilmeleri gereken durumlarda söz konusu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almalıdırlar (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72). Bu çerçevede -kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmemek kaydıyla- gerektiğinde intihara meyilli mahpusun tedavisi, bu kişinin en uygun yerde tutulması ve/veya intihar eylemlerinde kullanılabilecek eşyaya el koyulması gibi tedbirlere başvurulabilir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 73). Bir mahpus açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, kuşkusuz başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74). Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği ve öncelikler ile kaynakların değerlendirilmesi suretiyle yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alınarak anılan yükümlülüğün kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmaması gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

94. Hakkında düzenlenen bazı tıbbi belgelere göre başvurucunun oğlu R.B., Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden önce antisosyal kişilik bozukluğu tanısına istinaden tedavi görmüş ve bu kapsamda kendisine bazı ilaçlar için reçete yazılmıştır. Bazı rapor ve belgelerde de R.B.nin intiharı düşündüğü, kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceği, kendisine veya başkalarına zarar verme riskinin yüksek olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 11, 15, 16). Nitekim R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önce iki kez intihara teşebbüs etmiştir. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu belirtilen R.B. 10/11/2015 tarihinde psikolog ile görüştürülmüştür ancak 11/11/2015 tarihinde tutulduğu müşahede odasında bazı infaz koruma memurlarının fiziki müdahalesine maruz kalan R.B., 12/11/2015 tarihinde sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile yeni bir intihar girişiminde bulunmuştur. Bu bakımdan R.B.nin kendini öldürebileceği konusunda gerçek bir risk bulunduğunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkilerince bilindiği açıktır. Bu durumda Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin sözü edilen riski önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri alıp almadıkları değerlendirilmelidir.

95. İntihara teşebbüs etmesi sonrasında tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınan R.B., Kampüs Hastanesi Psikiyatr Polikiniğine sevk edilmiş ancak sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. Nitekim R.B.yi muayene eden Uzm. Dr. B.Ç., R.B.nin ölümü nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir (bkz. § 46). O hâlde B.Ç., R.B.nin intihara teşebbüs ettiği yönünde bilgilendirilmemiştir. Bu durum R.B. hakkında yatarak tedavi ve/veya R.B.nin kullandığı ilaçların başka ilaçlarla değiştirilmesi gibi farklı tıbbi tedbirlerin alınmasını engellemiştir. Ayrıca yetkililer R.B.nin yeniden intihara kalkışmasını önlemek için intiharda kullanılabilecek ip/çamaşır ipi gibi eşyaya el konulması yönünde bir tedbire de başvurmamıştır.

96. R.B. 13/11/2015 tarihinde başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesinde artık dayanamadığını ve kendisini öldüreceğini beyan etmiştir (bkz. § 45/vii). Bu telefon görüşmesi yapılırken bir infaz koruma memuru da R.B.nin yanında bulunmuştur (bkz. § 49). Buna rağmen R.B.nin yaşamının korunması için hiçbir önlem alınmamış ve sonuç olarak R.B., bir çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına asarak intihar etmiştir. O hâlde R.B.nin daha önceki intihar girişimleri ile R.B.nin cesedinde tespit edilen yaralar, başvurudaki diğer unsurlarla birlikte değerlendirildiğinde R.B.nin ölümünün infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği ileri sürülen eylemlerin doğrudan bir sonucu olduğu ve bu bağlamda infaz koruma memurlarının eylemleri nedeniyle R.B.nin intihara sürüklendiği söylenemez ise de Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin bilinen intihar riskini önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almadıkları açıktır.

97. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

98. Anayasa Mahkemesine göre devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü (usul yükümlülüğü) doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

99. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutu konusunda benimsediği genel ilkelere göre şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkililiği için;

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30),

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

100. Somut olayda şüpheli ölüm olayından haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığının konuyla ilgili derhâl bir soruşturma başlattığı görülmüştür. Bu soruşturma kapsamında ölüm olayının aydınlatabilmesi için olay yeri Cumhuriyet savcısınca incelenmiş ve olay hakkında bilgi sahibi olabilecek bazı infaz koruma memurları ile ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki odalarda kalan mahpusların ifadeleri alınmıştır. R.B. ile birlikte Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen H.O.nun ifadesi doğrultusunda soruşturma derinleştirilmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları incelenmiş, R.B.nin sağlık dosyası celbedilmiş ve R.B.nin bir süreliğine oda komşusu olan M.S.D. ile birçok infaz koruma memurunun ifadelerine başvurulmuştur. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.yi muayene eden B.Ç. ve E.C. dinlenmiştir. Yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemleri ile R.B.nin ası sonucu vefat ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucu Muazzez Babak soruşturmaya ifade vermek, delillerin toplanmasına ilişkin taleplerini Cumhuriyet Başsavcılığına iletmek ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmek suretiyle etkili bir şekilde katılabilmiş ve soruşturma yaklaşık 1 yıl 1 ay 7 gün gibi kısa bir sürede sonuçlandırılmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda; soruşturmadaki unsurlar gerektirmesine rağmen R.B.nin ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen eylemleriyle intihara sürüklenip sürüklenmediği, bir başka ifadeyle infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı (Mahkemenin bu konu hakkındaki değerlendirmesi için bkz. §§ 94-97) konusunda hiçbir değerlendirme yer almamıştır.

101. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

102. Başvurucu Muazzez Babak 27/9/2017 tarihli başvurusunda oğlunun darbedildiğini ve hakarete uğradığını, kolları arkadan bükülerek ve sürüklenerek süngerli odaya götürüldüğünü, ellerinin arkadan kelepçelendiğini, fiziki koşulları uluslararası standartlara uygun olmayan süngerli odada üç gün tutulduğunu, süngerli odada çok üşüdüğünü ve yaralarıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’na (İstanbul Protokolü) uygun bir rapor tutulmadığını belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

103. Başvurucular birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise 27/9/2017 tarihli başvuruda dile getirilen iddiaları yineleyerek A.Y. ile A.T.nin eylemlerini sistematik bir şekilde gerçekleştirdiklerini, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturduğunu, ağzına su dökülmek suretiyle oğullarına işkence edildiğini, kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının derece mahkemelerince dikkate alınmadığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin cezasızlık sonucunu doğurduğunu belirterek kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

104. Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanan fillere maruz kaldığına ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu nedenle inceleme de bu çerçevede yapılmıştır.

105. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “…

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

106. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenen kişiler (doğrudan mağdur) olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabilecektir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir (bu kapsamda incelenen başvurular için birçok karar arasından bkz. Sadık Koçak ve diğerleri ve Cemil Danışman kararları).

107. Somut başvuruda başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi için bireysel başvuru yapan kişilerin, ölen yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan bir fiile maruz kaldığı iddialarını dolaylı mağdur sıfatıyla dile getirip getiremeyecekleri meselesinin incelenmesi gerekir.

108. İncelemenin başında belirtmek gerekir ki başvurucuların yakını, maruz kaldığı bir kötü muamele sonucunda ölmüş veya ölmesinden çok kısa bir süre önce kötü muameleye maruz kalmış ise başvurucuların dolaylı mağdur sıfatı yönünden hiçbir sorun bulunmamaktadır (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017 § 80; Ahmet Şenol ve diğerleri, § 69).

109. Anılan durumlar dışında dolaylı mağdur sıfatının varlığı somut olayın koşullarına ve kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen fiillerin ölüm olayıyla olan bağlantısına göre belirlenmelidir. Mesela Rıfat Bakır ve diğerleri (B. No: 2013/2782, 11/3/2015) başvurusunda, başvurucuların ölen yakınlarının zorunlu askerlik vazifesini ifa etmekteyken ölmesinden önce bir üstü tarafından darbedilip onur kırıcı muameleye maruz kaldığına yönelik iddiaları mağdur sıfatı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan esastan incelenmiştir.

110. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. 13/11/2015 tarihinde telefon yoluyla iletişim kurduğu başvurucu Muazzez Babak'a dövüldüğünden söz etmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği aynı tarihli dilekçesinde ise süngerli odadaki tutma koşullarına yönelik bir iddiayı dile getirmeden dövülüp hakarete uğradığını ve işkenceye maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu nedenle somut olayın koşullarında başvurucuların, yakınlarının süngerli odadaki tutma koşullarına (süngerli odanın fiziki koşulları ve R.B.nin süngerli odada kelepçeli olarak tutulması) yönelik iddiaları bakımından dolaylı mağdur sıfatları bulunmasa da infaz koruma başmemurlarının/memurlarının ölen yakınlarına yönelik eylemleri yönünden dolaylı mağdur sıfatını taşıdıkları sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

111. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Anılan yasağın maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12/6/2018, § 35).

112. Anayasa mahkemesinin işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutları kapsamında belirlediği temel ilkeler ile Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muamele kavramın ifade ettiği anlamlar şimdiye kadar birçok kararda belirtilmiştir (birçok karar arasından bkz. Naif Bal (2), B. No: 2015/2465, 1/9/2019, §§ 49-55; Fırat Can, B. No: 2016/762, 2/6/2020, §§ 50-59, 65-76).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

113. Başvuruya konu soruşturmada R.B.nin maruz kaldığı fiillerin tespiti için birçok tanık dinlenmiş, R.B.nin sağlık dosyası getirtilerek hakkında tanzim edilen tıbbi belgeler incelenmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında kamu davası açılmıştır. A.T. ve A.Y. de dâhil olmak üzere kamu görevlilerinin R.B.ye yönelik başka bir eylemi saptanamamıştır. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca aldırıldığı anlaşılan ve bir örneği de yürütülecek disiplin soruşturmasında değerlendirilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderilen 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda (bkz. § 66) M.K.nın da R.B.ye tokat attığına ilişkin tespit bulunmasına rağmen konu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemiş, Cumhuriyet Başsavcılığı da farklı bir delil elde etme ihtimaline rağmen Sincan Ceza İnfaz Kurumundan olay hakkında yürütülmüş disiplin soruşturmasına ilişkin dosyayı getirtmemiştir. Netice olarak 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespite rağmen M.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığı söylenemez.

114. Ceza Mahkemesi, yaptığı yargılama sonunda kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu durumda A.Y. ve A.T hakkında verilen cezanın sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdur açısından uygun giderim sağlanması yönündeki gerekliliği sağlayıp sağlamadığı değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verip vermemenin mahkemelerin takdirinde olmakla birlikte mahkemelerin sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde hukuku uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabileceği nazara alınmalıdır (Süleyman Deveci, §§ 100-102, 122; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, §§ 68, 69, 85, 86).

115. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. hükümlü olarak tutulduğu Sincan Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurlarıyla yaşadığı bir olay sonrasında etkisiz hâle getirilip elleri arkadan kelepçeli bir vaziyette süngerli odaya götürülmüştür. R.B.nin elleri kelepçeli olmasına ve infaz koruma memurlarına yönelik fiilî bir saldırısı bulunmamasına rağmen A.T., R.B.ye tokat atmış; A.Y. ise R.B.yi birkaç kez tekmelemiştir. Olayın gerçekleşme koşulları ve R.B.nin süngerli odadaki hâli dikkate alınarak şikâyet edilen eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

116. Başvurucuların oğlunun maruz kaldığı eylemin Anayasa'nın 17. maddesi anlamında eziyet olduğu dikkate alınarak A.Y. ve A.T. hakkında kurulan hükmün -para cezası tercih edilerek ceza tayini sonrasında hukuki bir sonuç doğurmamayı ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle- başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmadığı, sonuç olarak başvurucuların mağdur sıfatlarının devam ettiği değerlendirilmiştir.

117. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence atına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

118. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

119. Başvurucu Muazzez Babak tarafından yapılan 27/9/2017 tarihli başvuruda ihlalin tespiti, soruşturmanın yenilenmesi ve 100.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Başvurucuların birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat istenmiştir.

120. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

121. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

122. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

123. İncelenen başvuruda başvurucuların oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı konusunda değerlendirme yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması ve Ceza Mahkemesince verilen kararın başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmaması nedenleriyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialar hakkında değerlendirmede bulunmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verdiği hususu da gözetildiğinde somut başvurudaki ihlallerin Cumhuriyet Başsavcılığı ile Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararlardan kaynaklandığı anlaşılmıştır.

124. Bu durumda yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma ve yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ve yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma ve yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına, yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

125. İdare Mahkemesinin yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak lehine manevi tazminata hükmettiği ve başvurucunun bu miktarın yetersiz olduğu iddiasıyla istinaf başvurusu yapmadığı gözetilerek başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına dayalı manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

126. Öte yandan somut olayda eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarına ilişkin ihlallerin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için, eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara, talepleri de dikkate alınarak müştereken net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

127. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a müstakilen, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın birer örneğinin yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2015/34463), yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/198) GÖNDERİLMESİNE,

D. 1. Başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına istinat eden manevi tazminat talebinin REDDİNE ancak yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlali nedeniyle başvuruculara talepleri dikkate alınarak net 50.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a ÖDENMESİNE, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ATİLLA AKDENİZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/10220)

 

Karar Tarihi: 15/9/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucular

:

1. İsmail ŞERAN

Vekili

:

Av. Dilan COŞKUN KARAYAZGAN

 

 

2. Atilla AKDENİZ

 

 

3. Gülüşan AKDENİZ

Başvurucular Vekili

:

Av. Hüseyin TÜL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda çıkan yangın sonucunda önleyici tedbir alınmaması sonucu iki tutuklunun hayatını kaybetmesi ve bu olaya ilişkin olarak etkili ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/4/2018 ve 2/4/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve başvurucuların adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. 2018/10763 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle kapatılarak 2018/10220 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2018/10220 başvuru numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvuruculardan İsmail Şeran Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca PKK terör örgütü üyeliği suçundan yürütülen soruşturma kapsamında başvuruculardan Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'in oğlu 1999 doğumlu C.A. 16/1/2016 tarihinde, başvuruculardan İsmail Şeran'ın oğlu 1999 doğumlu S.R.Ş. ise 26/3/2016 tarihinde tutuklanarak Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Ceza İnfaz Kurumu) çocuk koğuşuna alınmışlardır. Ceza İnfaz Kurumunda görevli doktor tarafından 22/9/2016 tarihinde yapılan muayene sonucu uyuz hastalığı teşhisi konulan bu iki tutuklunun diğer tutuklulara hastalığı bulaştırmasını engellemek amacıyla tutuklular geçici olarak G2 koğuşuna alınmıştır.

11. Başvurucuların yakınları geçici olarak kaldıkları G2 koğuşunda 28/9/2016 tarihinde akşam sayımının yapılmasından hemen sonra saat 19.00 sıralarında ranza ve dolapları kapı arkasına yerleştirerek barikat kurmuş, başka bir koğuştan temin ettikleri çakmak ile yatakları tutuşturarak yangın çıkarmışlardır. İnfaz ve koruma memurlarının saat 19.20'de koğuştan dumanlar çıktığını görmesi üzerine fark edilen yangına koridorda bulunan nöbetçi memurları müdahale etmeye çalışmış, aynı anda Jandarma Bölük Komutanlığı, Şırnak İl İtfaiye Müdürlüğü ve 112 Acil Servis aranmıştır. Kapının arkasına üç çelik dolabın, çelik dolapların arkasına ise çiftli ranzaların dik hâlde yerleştirilmiş olması nedeniyle infaz ve koruma memurlarının yangına müdahalesi zorlaşmıştır. Saat 19.34 sıralarında yangın tüpleri ve hortumlarıyla koğuşa girilebilmiş, başvurucuların yakınları koğuştan çıkarılarak nizamiye kapısında bekleyen ambulansa saat 19.40'ta sağ olarak alınarak hastaneye sevk edilmiştir.

12. Şırnak Devlet Hastanesine sağ olarak getirilen başvurucuların yakınları C.A. aynı gün, S.R.Ş. ise 30/9/2016 tarihinde yaşamlarını yitirmiştir.

A. Olaya İlişkin Ceza Soruşturması Süreci

13. Olayla ilgili olarak Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

14. Şırnak Cumhuriyet savcısı, olay yerine gelerek olay yeri inceleme ekibiyle birlikte çeşitli araştırmalar yapmıştır. Olay yeri incelemesi sonucunda hazırlanan 29/9/2016 tarihli olay yeri inceleme raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...yapılan gözlem ve incelemede iki katlı Ceza İnfaz Kurumunun ana giriş kapısına göre sol kısmında 'mahkum kabul giriş bölümü' olduğu, mahkum kabul girişinden girildiğinde burada bulunan koridorun zemininin ıslak, duvarlarının ve tavanının kısmen isli olduğu, koridorun girişine göre sol tarafında köşede 'geçici koğuş-2' isimli koğuş olduğu, koğuş ön kısmında koridorda yerde kullanılmış vaziyette yangın tüplerinin olduğu, koğuş demir kapısının açık vaziyette kilit aksamlarının normal görünümlü olduğu, iç yüzeyinin yoğun isli olduğu, koğuşa girildiğinde duvar ve tavanın yoğun isli, sıvalarının kısmen dökülmüş olduğu, girişe göre soldaki duvarda bulunan elektrik prizlerinin erimiş, tavanda bulunan lambanın patlamış ve yanmış, yangın sensörü olduğu öğrenilen parçanın da sarkık ve yanmış vaziyette olduğu koğuş içerisinde dağınık vaziyette ranza ve metal elbise dolaplarının olduğu elbise dolaplarının bir kısmının giriş kapısı ön kısmında devrilmiş, vaziyette olduğu, koğuş zemininin ıslak olduğu koğuş zemininde yerde ve ranza üzerlerinde de yanmış yatakların olduğu, girişe göre karşıda bulunan elbise dolapları içinde yanmış vaziyette eşyaların olduğu, koğuşa girişe göre karşıda tavan ve duvarları yoğun isli vaziyette eşyaların olduğu, wc ve banyonun ön kısmında üzerinde kısmen yanmış vaziyette çakmak olan yoğun şekilde yanmış yatakların olduğu pencerelerin dış kısmında havalandırma bölümünde yerde kullanılmış vaziyette yangın tüplerinin olduğu görüldü... ''

15. C.A.nın ve S.R.Ş.nin tedavi gördükleri Şırnak Devlet Hastanesinde hayatlarını kaybetmeleri sonucunda Başsavcılık tarafından kesin ölüm nedeninin tespiti için klasik otopsi yapılmasına karar verilmiştir.

16. Şırnak Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 7/6/2017 tarihli raporunda C.A.nın ve S.R.Ş.nin cesedi üzerinde yapılan otopsi neticesinde hazırlanan raporda kişinin yanık lezyonları dışında travmatik bir tesirle öldüğüne ilişkin tıbbi delilin bulunmadığı, yanıkların öldürücü düzeyde olmadığı, yanık nedeni ile ölümün tıbbi delilinin bulunmadığı, alkol, uyuşturucu, uyarıcı maddelerin saptanmadığı, kesin ölüm nedeninin yoğun duman maruziyetine bağlı karbonmonoksit zehirlenmesi ve buna bağlı olarak gelişen komplikasyonlar sonucu meydana geldiği mütalaa edilmiştir.

17. Ceza İnfaz Kurumu tarafından düzenlenen 28/9/2016 tarihli Olay Tutanağı'nda; Ceza İnfaz Kurumunda akşam sayımına başlandığı, G2 koğuşunda saat 18.58'de sayım yapılarak diğer blokların sayımına geçildiği, saat 19.20 sıralarında sayımın bittiği, G2 koğuşunda dumanların yükseldiğinin görüldüğü, derhâl güvenlik önlemleri alınarak koğuşun kapısının açıldığı, yangın söndürme tüpleri, yangın söndürme hortumları ile koğuşa girilmeye çalışıldığı, C.A. ve S.R.Ş.nin koğuşta bulunan ranza ve dolapları kapının arkasına koyarak kurdukları barikatların kaldırıldığı, C.A. ve S.R.Ş.nin derhâl koğuştan çıkarılarak mahkûm kabul çıkışında ambulansla bekleyen sağlık görevlilerine saat 19.40 sıralarında sağ olarak teslim edildiği, yangından etkilenen infaz koruma memurlarının da Ceza İnfaz Kurumu aracıyla Şırnak Devlet Hastanesine sevkinin sağlandığı, saat 19.50 sıralarında Şırnak İtfaiyesi ve Tümen Komutanlığının müdahalesi ile yangının kontrol altına alındığı belirtilmiştir.

18. Şırnak İtfaiye Müdürlüğünün 28/9/2016 tarihli raporunda yangının sigara izmaritinden ya da tutuşturucu bir maddeden kaynaklandığının tahmin edildiği belirtilmiştir.

19. Ceza İnfaz Kurumu tarafından düzenlenen 29/9/2016 tarihli tutanakta yangının meydana geldiği G2 numaralı koğuşta yapılan arama, kontrol, temizlik işlemleri sırasında bir adet çakmak ve S.R.Ş.ye ait bir adet kurum kimliğinin bulunduğu belirtilmiştir.

20. Başsavcılık Şırnak Devlet Hastanesinden yapılan müdahaleye ve tedaviye ilişkin bütün evrakın onaylı suretlerinin gönderilmesini, Ceza İnfaz Kurumundan ise C.A.nın ve S.R.Ş.nin sağlık dosyalarının onaylı suretini, son bir aylık sürede aileleriyle yapmış oldukları telefon görüşmesi kayıtlarını, meydana gelen olayın ailelere haber verilip verilmediğini, haber verilmiş ise buna ilişkin bilgi belgelerin temin edilerek gönderilmesini istemiştir. Ceza İnfaz Kurumunca sağlık dosyaları ve telefon görüşme kayıtları Başsavcılığa gönderilmiş, ailelere ise telefonla bilgi verildiği bildirilmiştir.

21. Başsavcılık, Ceza İnfaz Kurumundan olay tarihine ait kamera görüntülerinin gönderilmesini talep etmiştir. Yangının çıktığı G2 koğuşunu gösteren, Ceza İnfaz Kurumu tarafından gönderilen kamera görüntülerinde yangına müdahale anına ve C.A.nın ve S.R.Ş.nin koğuştan çıkarılış anına ilişkin görüntülerin olduğu, 28/9/2016 tarihli tutanakta duman ve ateşten etkilenen kaçak akım koruma rölesi sisteminin diğer elektronik cihazları ve DVR kayıt sistemlerini korumaya almak için devre dışı kaldığı, kamera kayıt sisteminin saat 19.16'dan 19.34'e kadar kayıt yapmadığı, teknisyenlerin müdahalesi sonucu saat 19.25'te sistemin çalışmaya başladığı, DVR kayıt sisteminin 10 dakika içinde (saat 19.34) devreye girdiğinin belirtildiği anlaşılmıştır.

22. Ceza İnfaz Kurumu tarafından olaydan bir gün sonra düzenlenen Çatı Arama Tutanağı'nda; çatı aramasında ele geçirilen, pusula adı verilen kâğıt parçalarından anlaşıldığı üzere yangına sebebiyet verdiği düşünülen çakmağın yetişkin hükümlü ve tutukluların bulunduğu koğuştan atıldığı, çatı aramasında ayrıca ele geçirilen pusulada S.R.Ş. kısaltmasıyla "Ranzasında ölümü bekleyen mahkum.", "Eğer yanacaksak ya da ölürsek beraber yanalım, beraber ölelim." ifadelerinin yer aldığı, ele geçirilen on pusulanın altısında çakmak talebinde bulunulduğu, S.R.Ş kısaltmasıyla yazılan bir pusulada çakmağın kendisine ulaştığının ifade edildiği, aynı kısaltmayla yazılan bir başka pusulada ise S.R.Ş.nin kendi öz geçmişinden, ailesinden ve ekonomik durumundan bahsettiği, ailesinin adres ve telefon bilgilerini yazdığının tespit edildiği bildirilmiştir.

23. Başsavcılık, Ceza İnfaz Kurumundan C.A. ve S.R.Ş.nin G2 numaralı koğuşta ne zamandan beri ve kaç kişi ile birlikte kaldığını, olay tarihinde görevli olan personel listesini, olayda yaralanan personelin açık kimlik bilgilerinin tespit edilerek bildirilmesini talep etmiştir.

24. Ceza İnfaz Kurumu tarafından Başsavcılıkça istenen bilgi ve belgeler düzenlenerek gönderilmiştir. S.R.Ş. ve C.A.nın 22/9/2016 tarihli doktor raporuna dayanılarak ayrı bir koğuşa alındıkları, çocukların tek kişilik odalarda barındırılamaması ve Ceza İnfaz Kurumunda çocuklara ayrılmış başkaca oda bulunmaması nedeniyle kontrolü kolay olan G2 koğuşuna alındığı bildirilmiştir.

25. Görevli Ceza İnfaz Kurumu personeli hakkında yapılan disiplin soruşturması sonucunda soruşturulan tüm personelin savunmaları, olaya ilişkin kamera görüntüleri ile diğer deliller değerlendirilerek personelin herhangi bir ihmalinin olmadığı değerlendirmesiyle 6/10/2016 tarihinde disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

26. Başsavcılığın talebi üzerine Şırnak Sulh Ceza Hâkimliğince alınan 9/11/2016 tarihli karar ile ölüm olayına ilişkin yürütülen soruşturma dosyasında gizlilik kararı verilerek şüphelilerin ve müdafilerinin dosya içeriğini inceleme veya belgelerden örnek alma yetkisinin kısıtlanmasına karar verilmiştir. Anılan kararın gerekçesinde dosya kapsamı ve delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle dosya içeriğinin incelenmesinin ve belgelerden örnek alınmasının yürütülen soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebileceği değerlendirilmiştir.

27. Anılan karara başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'in vekili tarafından 22/2/2017 tarihinde itiraz edilmiştir. Yapılan itiraza ilişkin bir karar verilip verilmediği bireysel başvuru formundan ve UYAP'tan yapılan incelemeden anlaşılmıştır.

28. Yürütülen soruşturma kapsamında Başsavcılık olaya ilk müdahalede bulunan Ceza İnfaz Kurumu müdürleri ile nöbetçi infaz ve koruma memurlarının ifadelerini almıştır.

29. Başsavcılık ayrıca görevi ihmal suçlamasıyla Ceza İnfaz Kurumu Müdürleri H.M. ve O.M.nin, infaz ve koruma memurları A.T., F.A., E.Ç. ve A.İ.nin şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır.

30. Ceza İnfaz Kurumu müdürü olarak görev yapan H.M.nin şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkça alınan 6/12/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezaevi müdürü olarak görev yaparım. Bu görevime 2015 yılı Temmuz ayında atandım. Kurumumuz geçici koğuşta meydana gelen yangın olayını olduğu vakit ben lojmanda idim. Kurumumuzda nöbetçi müdürlerimiz bulunmaktaydı. Olayın meydana geldiği gün nöbetçi ikinci müdürümüz de [O.M.] idi. Yangın haberini telsiz anonslarından duymam üzerine haberdar oldum. Hemen kuruma geçtim. Kuruma geçtiğim de söz konusu yangını söndürmek için infaz koruma memurlarımızın olaya müdahale ettiklerini gördüm. İtfaiyeye benden önce haber verilmişti. İtfaiye ve infaz koruma memurlarımızın gayretleri ile yangın söndürüldü. Yangın söndürülmeden önce infaz koruma memurlarımız canlarını hiçe sayarak koğuşun içerisine girip yangından etkilenen iki tane tutuklu çocuğu sağ olarak çıkartıp 112 acil servis ambulansa koyarak hastaneye sevkleri sağlanmıştır. Daha sonra soğutma işlemleri yapıldı. Yangının bulunduğu geçici koğuşun kapısını açmak için bir müddet uğraştık, çünkü söz konusu koğuşun kapısının önüne ranza ve dolaplarla yığınak yapılmıştı. Bunun içinde içeriye girişte zorluk çektik ancak yoğun çabalarımız neticesinde söz konusu geçici koğuşa girilip tutukluları çıkarttık. Bu esnada bir çok infaz koruma memurumuz da dumandan etkilendi. Daha sonra hastaneye kaldırılan bu iki çocuğun birer gün arayla öldüğünü öğrendik. Çocuklar normalde çocuk koğuşlarında kalırlardı. Ancak doktorumuzun raporu gereği uyuz hastalığına yakalanmış olmaları nedeniyle ayrı bir yerde (diğer hükümlü ve tutuklulara bulaşmaması için) barınmaları gerekir raporu üzerine ceza infaz kurumumuzda bulunan en uygun olan ve geniş olan 2 nolu geçici kabul koğuşuna yangın olayından bir hafta kadar önce yerleştirmiştik. Kurumumuzda duman algılayıcı sensör tüm koridorlarda çalışıyor vaziyette mevcuttur. O günde çalıştığını biliyorum. Çünkü kameralar on dakika kadar kapandı. Ceza infaz Kurumumuzda bulunan tutuklu ve hükümlülere çakmak verilmesi genelgeler gereğince yasaldır. Ancak çocuk tutuklu ve hükümlülerin bulunduğu koğuşlarda çakmak bulundurmak ise yasaktır. Normal şartlarda çocukların bulunduğu odada çakmak olmamalıydı. Ancak içeride bulduğumuz ve çatıda ele geçirdiğimiz ve savcılık dosyasına da sunduğumuz pusulalarda geçici kabul koğuşunda kalan ve hayatını kaybeden S.A.Ş. nin ismi ile yazılı pusulada bir kaç koğuşta sigara ve çakmak talep ettiğini gördük. Kanımca bu şekilde pusula atarak terör koğuşlarından çakmağı temin ettiğini düşünmekteyim. Bu da kendi yazısı ile de sabittir. Söz konusu yangın olayı yaşandığında kurumumda çalışan tüm personel gerekli dikkat ve özeni göstermiştir. Yangına kendi hayatlarını hiçe sayarak müdahalede bulunmuşlardır..."

31. Başsavcılıkça şüpheli sıfatıyla ifadesi alınan Ceza İnfaz Kurumu İkinci Müdürü O.M.nin 6/12/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda cezaevi ikinci müdürü olarak görev yaparım. Üzerime atılı suçlamayı anladım. Olay günü nöbetçi müdür olarak görevliydim. Nöbetimizde kurumdaki işleri bitirir eve geçeriz. Aksi bir durum olduğunda verilen haber üzerine olaya müdahale ederiz. Olay günü de tahliye vb. işlemler nedeniyle de saat 18.30 civarı kurumdan ayrılarak lojmana geçtim. Daha üzerimi çıkarmadan telsizden hararetli konuşmaların geçtiğini duyunca da tekrar cezaevine döndüm. Hemen yangının olduğu koğuşun önüne geldim. Evden kuruma gelmem yaklaşık 5 dakika sürdü. Kapının arkasına dolap ve ranzalardan barikat yapıldığı için içeriye girmekte zorlandık. Ayrıca içerden yoğun bir duman geliyordu. Sonrasında çocukları odadan çıkardık, başka bir havalandırmaya aldık ve kapıda bekleyen ambulansa naklettik. Ambulansa götürdüğümüzde çocuklar sağdı. Ben dışarıda talimat vererek personeli yönlendiriyordum. O aşamada odaya girmedim. Olaydan 2-2,5 saat sonra odaya bakmak için gittim. Baktığımda yatakların yanmış vaziyette olduğunu gördüm. Çocukların bulunduğu koğuşta çakmak bulundurulması yasaktır. Yangının çakmakla mı ya da ne şekilde çıkarıldığını bilmiyorum. Çakmakla çıkarılmışsa çocukların çakmağı nasıl temin ettiklerini bilmiyorum. Mahkum ve tutukluların havalandırma esnasında pusula vasıtasıyla haberleşmeleri mümkündür. Bu haberleşmeyi engellemek pek mümkün görünmemektedir. En son Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen yazıyla, çocuk hükümlü ve tutuklularla FETÖ örgütünden cezaevinde bulunanların bulundukları koğuşlardaki havalandırmaların üzerlerinin demir tellerle kapatılması yönünde çalışmaların başlatılması yönünde bugün bir yazı geldi. Zaten Türkiye'deki hiçbir cezaevinde bu yazı öncesinde herhangi bir tel, file yada pusula ile haberleşmeyi engelleyici bir engel bulunmamaktadır. Cezaevinde havalandırmanın baktığı çatılarda ne sıklıkla arama yapıldığını ya da yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Ben Ağustos ayı sonunda Şırnak'a geldim. Yangın olayından önce mi yoksa sonra mı olduğunu hatırlamıyorum ama Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü tarafından gönderilen yazı ile çatılarda hergün arama yapılması istendi. Bu yazı gereğince çatılarda hergün arama yapılmaya başlandı. Yangının çıktığı koğuşta ve diğer koğuşlarda yangını önceden haber vermeye yönelik bir detektör veya alarm olup olmadığını bilmiyorum..."

32. Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan A.T.nin şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkça alınan 1/12/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yaparım. Üzerime atılı suçlamayı anladım. Savunmamı kendim yapacağım. Ben 3 yıldır Şırnak Ceza evinde infaz koruma memuru olarak görev yaparım, bunun öncesinde de Malatya'da 10 ay infaz koruma memuru olarak çalıştım. Ben ceza evinde vardiya olarak görev yaparım. Bizim görevimiz nöbet tutmaktır. Olayın gerçekleştiği geçici 2 No'lu koğuşun bulunduğu sol C blokta saat 19.00 dan sonra infaz koruma memuru [E.Ç.] ile birlikte nöbetimiz vardı. Nöbet için saatinde ceza evine geldik. Vardiya değişiminden önce tüm koğuşlarda sayım yapılır. Sayıma tüm bloktaki görevliler katılır. Herkes nöbetçi olduğu blokta değil diğer bloktaki sayımlara da katılır. Sayım esnasında koridorlarda ayrıca bir nöbetçi bırakılmaz. Geçici 2 koğuştaki çocuklar hastalık nedeniyle olay tarihinden yaklaşık 2 hafta önce bu koğuşa getirildiler. Çocukların koğuşa alımında aramaları yapılmaktadır. Olay günü bizde sayıma katıldık. Çocukların bulunduğu geçici 2 koğuşunda da sayım yaptık. Sayım için A blokta bulunduğumuz esnada kadın infaz koruma memurları yangın olduğunu haber verdiler. Hemen yangının olduğu koğuşa geldik. Koğuş kapısının arkasına dolap ve ranzaları yerleştirmişler. Bu nedenle kapıyı açamadık. Ben yangın tüpü alarak havalandırma boşluğundan yangına müdahale etmeye çalıştım. Yaklaşık 10 dakika kapıyı açmak için uğraştık. Ateş ve duman nedeniyle müdahalede zorlandık. Gördüğüm kadarıyla yangın tek bir yerden değil iki üç farklı yerden çıkarılmıştı. Normalde koğuşlarda yangın için detektör bulunur. Bildiğim kadarıyla o gün detektör faaliyete geçmemişti. Normalde detektör öterek alarm verir. O gün alarm verip vermediğini bilmiyorum, ben alarmı duymadım. Bizim çocukların odasında sayım yapmamızla yangın haber almamız arasında 10-15 dakikalık bir zaman geçmiştir. Çocuklar odaya alınmadan önce oda da arama yapılır. Onun sonrasında arama yapılıp yapılmadığını ya da ne zaman yapıldığını bilmiyorum. Mahkumlar havalandırmaya çıktıklarında pusula dediğimiz kağıtlarla haberleşiyorlar. Bu nedenle havalandırmanın bulunduğu çatılarda yaklaşık haftada bir arama yapılır. Aramaya hazır kuvvette görevli arkadaşlar katılır. Ben hiç çatı aramasına katılmadım çünkü nöbette görevliyim. Olayın gerçekleştiği yerde en son ne zaman çatı araması yapıldığını bilmiyorum. Pusula vasıtasıyla hem yan taraflardaki hem de daha uzaktaki havalandırmaların bulunduğu koğuşlarla haberleşebilmektedir. Cezaevinde pusula yöntemini engellemek için bildiğim kadarı ile şuan herhangi bir önlem yoktur. Çatılar kamera ile izlenmektedir. Çıkan yangın olayında ben ve arkadaşlarımın herhangi bir kusuru yoktur. Biz olayı haber alır almaz hayatımızı tehlikeye atarak olaya müdahale edip çocukları kurtarmaya çalıştık. Bir çok arkadaşımızda dumandan etkilenerek yaralandı. Bir arkadaşımızın elinde kırık oluştu. Olayda bir kusurum yoktur. Üzerime atılı suçlamayı kabul etmiyorum..."

33. Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan F.A.nın şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkça alınan 1/12/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olarak görev yaparım. Üzerime atılı suçlamayı anladım. Yangın olayının meydana geldiği gün yangının gerçekleştiği geçici 2 Nolu koğuşun bulunduğu sol C blokta [A.İ.] ile birlikte nöbetçiydim. Bizim nöbetimiz saat 19.00'da bitecekti. O gün öğlen yemeğini vermek üzere çocukların olduğu koğuşa girdim. Koğuşta olağan dışı herhangi bir şey gözlemlemedim. Akşam da oda da sayım yapıldı. Bu odanın sayımında ben yoktum. Ben başka odalardaki sayıma katılmıştım. Sayımı bitirip kurumu terk edeceğimiz esnada yangın olduğu söylendi. Yangın olduğu söylenen koğuşun önüne geldik. Ben kendimdeki anahtarla kapıyı açtım. Kapı açılır açılmaz içerden yoğun bir duman geldi. Dumandan içeriyi tam olarak göremiyorduk. Kapının arkasına barikat yapmışlardı. Bu nedenle içeriye ilk başta giremedik. Duman nedeniyle içeriyi tam olarak göremediğimizden aralardan yangın tüpüyle müdahale etmeye çalıştık. Uğraşlar sonucunda bir kişinin girebileceği bir boşluk açtık. Buradan girerek çocukları kurtarmaya çalıştık. Çocukları odadan dışarı çıkarıp dumanın etkisinin olmadığı bir havalandırmaya aldık. Sonrasında ambulansla çocuklar hastaneye kaldırıldı. Çocukları odadan çıkarttığımızda yaşıyorlardı. Çocukların koğuşta çakmak bulundurmaları yasaktır. Çocuklar koğuşa ilk alındıklarında üst aramaları yapılır. Ölen çocukların koğuşa ilk alınmalarında üst aranmasının yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Ben o gün orada nöbetçi değildim. Ancak muhtemelen üst aramaları yapılmıştır. Yangının çıktığı koğuşta ayrı bir havalandırma bölümü yoktu. Çocuklar havalandırmaya çıkacağı zaman kapıda çıkarıp yan tarafta bulunan havalandırmaya alıyorduk. Çocukların çıktıkları havalandırma ile bulundukları koğuş arasında kare tellerden oluşan bir pencere vardır. Biz çocukları havalandırmaya çıkarır sonra kendimiz kapıyı kapatıp dışarı çıkarız. Çocuklar havalandırmada tek başına kalırlar. Yangının nasıl çıktığına ilişkin benim bir bilgim yoktur. Olay günü koğuşta yoğun duman olması, elektriklerin kesik olması nedeniyle koğuşun karanlık olması sebeblerinden dolayı koğuşun içerisini net olarak göremiyordum. Bu nedenle yangının tek bir yerden mi yoksa bir kaç yerden mi çıktığını bilmiyorum. Sonrasında da aynı koğuşa temizlendikten sonra girdim. Koğuşun yanında emanet eşya bölümüne bakan görevliler bulunmaktadır. Bu görevliler gün içerisinde beni arayarak çocukların yüksek sesle şarkı söylediklerini hatta İstiklal Marşı söylediklerini gürültüden rahatsız olduklarını çocukları susturmamı söylediler. Çocuklar bu şekilde olay günü neşeliydiler. Ben kendilerinde herhangi bir intihar meyili görmedim. Yangının çıktığı koğuşta yangın için herhangi bir detektör veya alarm olup olmadığını bilmiyorum. Ben olay günü herhangi bir alarm duymadım. Ancak biz olaya erken müdahale ettik. Bu nedenle alarm verilmemiş olabilir. Çatılarda arama yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Ben yaklaşık 19 aydır Şırnak Cezaevinde görev yapmaktayım. Havalandırmaların bulunduğu çatılarda herhangi bir arama yapıldığını görmedim ve böyle bir aramaya katılmadım."

34. Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan E.Ç.nin şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkça alınan 6/1/2017 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben idari tahkikat aşamasında kapsamlı ifade vermiştim, o ifadem doğrudur aynen tekrar ederim. Olay günü nöbeti devralmak için akşam saat 19:00 sularında cezaevine geldim. Sayım yapılırken geçici koğuşlardan birinde yangın çıktığı söylenildi. Hemen yangının çıktığı koğuşa doğru çıktık. Koğuşun önünde barikat kurmuşlardı, kapıyı ve barikatları aşıp içeriye girdik. Yangın tüpleriyle de müdahale ettik. İçeriden bir kişiyi çıkardık. Sonra tekrar içeri girerek bir mahkum daha gördük, onu da koğuştan çıkarttık. Yangını söndürmek için elimizden gelen herşeyi yaptık. Hatta 15 civarında arkadaş hastanelik oldu. Olayda benim herhangi bir ihmalim yoktur. Yangına anında müdahale ettik. Söz konusu yangının çıkış sebebini ve yangının çıkmasına sebep olan şeyin ne olduğunu, cezaevine nasıl girdiğini bilmiyorum. Ben kanunun bana yüklediği tüm görevleri yerine getirdim..."

35. Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memuru olarak görev yapan A.İ.nin şüpheli sıfatıyla Başsavcılıkça alınan 30/11/2016 tarihli ifadesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Ben Şırnak T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda İnfaz Koruma memuru olarak görev yaparım. Ben göreve başlayalı 4 ay oldu. Olayın olduğu 28 Eylül 2016 tarihinde yangın olayının gerçekleştiği sol C blokta nöbetçiydim. Benimle birlikte [F.A.] da sol C blokta nöbetçiydi. Biz sabah 8'de nöbeti devraldık. Nöbeti saat 19.00'da sayım yaptıktan sonra akşamki nöbetçilere devredecektik. C blokta sol ve sağ taraf olmak üzere iki kısım vardır. Sağ tarafta 2 nöbetçi sol taraf içinde 2 nöbetçi bulunur. Personel durumuna göre nöbetçi sayısı bazen 3 olur bazen 1 olur. Nöbet bitiminde diğer blokta görevli arkadaşların katılımı ile sayım yapılır. Sayım sonrasında da nöbet devredilir. Olay günü ben görevli olduğum sol C blokta ben dahil 7 kişi ile sayım yaptık. Ben veya aynı blokta nöbetçi olduğum arkadaşlarımla kapıları açıyorduk. Diğer arkadaşlar da içeri girip sayım yapıyorlardı. Biz nöbet esnasında koridorda bulunan masada otururuz. Herhangi bir koğuşta zilin çaldığı koğuşa bakarız. Bunun haricinde normal koğuşlarda saatte bir sorunlu koğuşlarda yarım saatte bir koğuşun içerisine girerek hem alt hem üst kata bakarak olumsuz bir durum olup olmadığını kontrol ederiz. Ben oraya öğleden sonra nöbete verildim. Benim yanımda [F.A.] da C blokta nöbetçi olarak duruyordu. Kendisi çocuklardan sorumluydu. Yangının gerçekleştiği koğuş geçici koğuştur. Burada hasta olmaları sebebiyle 2 tane çocuk bulunuyordu. Buranın kapısı komple demirden yapılıydı ve diğer koğuşlarda olduğu gibi cam bölme yoktu. Çocuklardan sorumlu olması sebebiyle [F.] bir kaç defa koğuşa girip kontrol etti. Kaç defa koğuşa girdiğini hatırlamıyorum. [F.] koğuşa tek başına giriyordu. Saat 19.00 sıralarında biz sayıma başladık. Bizim görevli olduğumuz sol C blokta toplam 14 koğuş vardır. Bizim sorumluluğumuzda C blokta bulunan C,1,2,3,4,5,6 D,2,3 ve geçici 1-2 koğuşlar bizim sorumluğumuzdaydı. Nöbet esnasında olağan dışı herhangi bir şey gözlemlemedik. Saat 19.00 sıralarında biz sayıma başladık. Sayımı bitirdiğimiz esnada bağırmalar geldi. Bayan koruma memurlarımız yangın vardı diye bağırıyorlardı. Yangının gerçekleştiği koğuşun önüne geldik. Koğuş kapıların anahtarları sayıma çıkarken masada bırakılır. Biz de sayıma çıkarken anahtarı yanımıza almamıştık. Anahtarı alıp bir arkadaş kapıyı açmış. Ben gittiğimde kapı açıktı. Ancak kapının arkasına dolap ve benzeri eşya konulduğu için kapıyı sonuna kadar açıp giremedik. Levyelerle ve başka aletlerle zorlayarak içeri girebildik. Yine bahçeden de camları kırıp dumanın çıkarmaya çalıştık. Sonrasında da su sıkarak yangına müdahale ettik. Yatak örtüleri ve yastıkları ateşe vermişler. Yataklarında bir kısmı yanmış durumdaydı. Çocukların kıyafetleri üzerindeydi. Kıyafetlerinde ve vücutlarında yanık yoktu. Mahkum veya tutuklular havalandırmaya çıktıklarında kağıtlara bir şeyler yazıp katlayarak yada içerisine bir şey koyarak yan taraftaki havalandırmaya bu kağıtları atıp haberleşebiliyorlar. Biz buna pusula diyoruz. Mahkum veya tutuklu havalandırmaya çıktığında sürekli gözlem yapılmaz ancak havalandırmayı gören canlı bölme vardır. Zaman zaman buradan bakarak kontrol edilir. Cezaevinde ayda bir genel arama yapılır. Arama koğuşlarda yapılır. Havalandırmaya bakan çatılarda arama yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Ben 4 aydır görevli olduğum süre boyunca çatılarda arama yapıldığına şahit olmadım. Ancak yapıldıysa da haberim yoktur. Çatıları görev kamera sistemi vardır. Çocukların bulunduğu yangın çıkan koğuşta en son ne zaman arama yapıldığını bilmiyorum. Çocukların bulunduğu koğuşun yanında D1 nolu kadın mahkumların kaldığı koğuş vardır ancak cezaevinde yeni olduğum için cezaevinin planını tam bilmiyorum. Çocuklar pusula yoluyla bu koğuşla haberleşip çakmak almış olabilirler. Çocuk koğuşları dışında diğer koğuşlarda çakmak bulunmaktadır. Ancak çocuk koğuşlarına çakmak verilmemektedir. Bu çocuklara çakmağı muhtemelen başka koğuştakiler havalandırma yoluyla iletmişlerdir. Ancak çocukların çakmağı nasıl elde ettiklerine dair bir bilgim yoktur..."

36. Yangında yaralanan infaz ve koruma memurlarının müşteki sıfatıyla beyanları kolluk görevlileri tarafından alınmış, diğer beyanlarla aynı yönde beyanlarının olduğu görülmüştür.

37. Yapılan soruşturma sonucunda Başsavcılık; S.R.Ş. ve C.A.nın kasten yangın çıkarma, kamu malına zarar verme, kasten ölüme sebebiyet verme suçlarından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 64. maddesi gereğince kovuşturma yapılmasına yer olmadığına, şüpheliler O.M., H.M. A.T., A.İ., E.Ç. ve F.A.nın görevi ihmal suçlarından yeterli delil elde edilmemesi nedeniyle kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. 1/12/2017 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili kısmı şöyledir:

"... Maktul-SSÇ'lerin uyuz teşhisi üzerine doktor raporuna istinaden kalmakta oldukları G-2 koğuşunun 28/09/2016 günü saat:18:58 de sayımının alındığı ve diğer blokların sayımının alınmaya başlanıldığı, saat:19:20 sıralarında sayımın bitmesine müteakip G-2 koğuşunda dumanların görüldüğü ve söz konusu koğuşa infaz koruma memurları tarafından kapının açıldığı ancak koğuş içerisinde kapının önüne yerleştirilen ranza ve dolaplar ile yapılan barikat'ın aşılarak koğuş içerisine girildiği, yangın tüpleri ve kurulu bulunan yangın hortumu ile çıkarılan yangına müdahale edildiği, G-2 koğuşunda geçici olarak kalmakta olan maktul-ssç [C.A.nın] saat:19:40 da 112 acil servis aracına sağ olarak konularak hastaneye intikalinin sağlandığı, aynı koğuşta kalan maktul- ssç [S.R.Ş.nin] de koğuştan çıkarılarak 112 acil servise sağ olarak konularak hastahaneye intikalinin sağlandığı,

Yangının 28/09/2016 akşamı saat 19:00 da sayım alındıktan sonra çıktığı, sayım esnasında G-2 koğuşunda anormal bir durumun tespit edilmediği, saat:19:15 te dumanlardan dolayı yangının fark edildiği, saat 19:20 de 112 Acil servisine haber verildiği, 19:20 de itfaiyenin arandığı ancak itfaiyeye ulaşılamaması üzerine itfaiyeye haber vermesi için 155 Polis İmdat hattının arandığı, koğuşun arkasına 3 adet çelik dolabı koydukları, çelik dolapların arkasına da çiftli ranzaların dik halde koymaları ve elektriklerin kesik olmasından dolayı koğuşun içerisine 19:34 te müdahale edildiği, koğuş içerisinde bulunan maktul- ssç'lerin 4 dakika içerisinde nizamiye kapısına çıkarıldığı, koğuşta devam eden yangına, yangın tüpleri ve yangın söndürme hortumları ile müdahale edildiği; Tümen itfaiyesi ve Şırnak İtfaiyesi tarafından da müdahale ve soğutma işlemlerinin yapıldığı,

Gerek ele geçirilen pusulalar gerekse koğuşta ele geçirilen çakmak, yangın raporuna göre yangının çıkışına ilişkin tespit, incelenen kamera görüntüleri, müdahale esnasında dumandan etkilenen İnfaz Koruma memurlarının raporları, otopsi raporu, düzenlenen olay yeri inceleme raporu, koğuşun içinde yapılan tespitler (Ranza ve dolapların kapı ardına yerleştirilmesi) ve hastahane kayıtları ve tüm dosya kapsamındanG-2 koğuşunda kalmakta olan maktul-ssç ler [C.A.] ve [S.R.Ş.nin] koğuşta bulunan çakmak ile koğuş içerisinde bulunan yatakları kasten tutuşturarak yangını başlattıkları, yangını başlatmadan önce de koğuş giriş kapısının önüne içeride bulunan çelik dolapları koyarak ve de ranzaları dik bir vaziyette yerleştirmek sureti ile müdahaleyi geciktirdikleri bu nedenle deotopsi raporunda da belirtildiği üzere canlı iken yoğun duman solumak sureti ile oksijensiz kalmak sureti ile tedavi gördükleri Şırnak Devlet hastanesinde hayatlarını kaybettikleri, maktül- ssç'lerin kendi çıkardıkları yangında hayatlarını kaybetmeleri nedeni ile üzerlerine atılı kasten yangın çıkartma, kamu malına zarar vermek ve ölüme sebebiyet vermek suçlarından Tck'nın 64 maddesi uyarınca kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına,

Gerek şüpheli savunmaları, otopsi tutanakları, kamera kayıtları, yangının çıkartılışına dair tespit ve yangının çıkışına dair rapor, olaya müdahale eden infaz koruma memurlarının ifadeleri, incelenen görevlendirme belgeleri, yangına müdahale edilme zamanı ve şekli göz önüne alındığında şüphelilerin üzerlerine düşen dikkat ve özeni gösterdikleri görevi ihmal ettiklerine dair dosya kapsamına yansıyan herhangi bir tespitin ve verinin olamaması, yangınının çıkartılış şekli, kapının arkasına konulan barikatlar ve zamanlaması kapsamında şüphelilerin üzerlerine atılı suçtan haklarında kamu davası açmaya esas teşkil edecek suç şüphesi olacak delil elde edilememesi nedeni ile şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturma yapılmasına yer olmadığına ..."

38. Başsavcılık anılan kovuşturmaya yer olmadığı kararında ayrıca S.R.Ş. ve C.A.ya uyması gereken kuralların giriş esnasında tebliği edildiği, Ceza İnfaz Kurumunda çıkan yangının saat 19.32'de Şırnak İtfaiye Müdürlüğüne ve 23. Piyade Tümen Komutanlığı İtfaiyesine bildirildiği, Ceza İnfaz Kurumunda bulunan yangın tüplerinin ve su hortumlarının yangını söndürme işlemi sırasında aktif olarak kullanıldığı, yangına müdahale eden mağdur infaz ve koruma memurlarının dumandan etkilendiği, bazılarının ayakta, bazılarının ise yatarak tedavi gördüğü ve şikâyetlerinin bulunmadığı tespit ve değerlendirmelerine yer vermiştir.

39. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda, başvurucu İsmail Şeran'ın vekilinin 3/5/2017 tarihinde soruşturmanın genişletilmesi talebine ilişkin dilekçesinde yer alan taleplerin değerlendirildiği belirtilmiştir. Anılan dilekçede olaydan bir hafta önceki süreci ve olay gününü de kapsayacak şekilde Ceza İnfaz Kurumunun tüm kamera görüntülerinin, S.R.Ş.nin ailesi ile yapmış olduğu bir aylık telefon konuşmalarının kayıtlarının, her iki ölenin sağlık dosyalarının, tüm tedavi evrakının, tüm infaz ve koruma memurları hakkında yapılan şikâyetlerin ve şikâyet neticesinde açılan disiplin soruşturmalarının ve adli soruşturmaların, Ceza İnfaz Kurumunda maktullerle son bir aydır aynı koğuşu paylaşan kişilerin tanıklığının, S.R.Ş. ve C.A.nın telefon görüşmesi yaptığı aile fertlerinin bilgisine başvurulmak sureti ile beyanlarının alınması, ailelere bilgilendirmenin ne zaman ve ne şekilde yapıldığının Ceza İnfaz Kurumundan sorulması ve buna ilişkin kayıtların dosyaya alınması talep edilmiştir.

40. Başsavcılık kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında soruşturmanın genişletilmesine ilişkin talepler üzerine değerlendirme yaptığını, ailelere bilgilendirme yapılıp yapılmadığının sorulduğunu, Ceza İnfaz Kurumu tarafından ailelere Kurum görevlileri tarafından telefon edilmek sureti ile bilgi verildiğinin bildirildiğini, S.R.Ş.nin aile fertleri ile yaptığı bir aylık görüşmelerin dökümlerinin alındığını ve görüşmelerin içeriğinde yangın neticesinde meydana gelen ölüm olayına ilişkin bir hususun yer almadığını, S.R.Ş. ve C.A.nın sağlık dosyalarının ve tedavi evrakının getirtilerek dosya arasına alındığını, olay anına ilişkin kamera görüntülerinin çözümünün yapılarak dosyaya konulduğunu belirtmiştir. Başsavcılık ayrıca Ceza İnfaz Kurumunun bir hafta öncesini kapsayan tüm kamera görüntülerinin, infaz ve koruma memurları hakkındaki tüm şikâyet ve soruşturmaların dosya içine alınması talebinin, aynı koğuşta kalan tutuklu ve hükümlülerin ifadelerinin alınmasının, aile fertlerinin dinlenilmesi taleplerinin soruşturma konusu olay ile ilgisinin bulunmaması, taleplerin gerekçelendirilmemesi nedeniyle uygun görülmediğini anılan kararda değerlendirmiştir.

41. Başvurucular dosyada verilen gizlilik kararı nedeniyle erişimlerinin engellendiğini, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın üçüncü kişilerin fiziki müdahalesi olup olmadığı ile sınırlı tutulup kamu görevlilerinin ihmali iddialarının değerlendirilmeyerek eksik inceleme ile karar verildiğini, etkili soruşturma yürütülmediğini, çatı aramasının yapılmaması nedeniyle yangının çıkmasına neden olan çakmağın yakınlarının eline geçmesi ve pusulaların tespitinin yapılamayarak idarenin koruma yükümlülüğünü yerine getirmediğini, yakınlarına psikolojik destek sağlanmadığını, yangın alarm sisteminin çalışmadığını, S.R.Ş.nin ölümü hakkında idare tarafından bilgilendirilmediklerini belirterek itirazda bulunmuşlardır.

42. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara başvurucular itiraz etmiş, Şırnak Sulh Ceza Hâkimliği 23/2/2018 tarihli kararıyla itirazların reddine karar vermiş ve karar kesinleşmiştir.

43. Bu karar 6/3/2018 ve 2/3/2018 tarihlerinde başvurucu vekillerine tebliğ edilmiştir.

B. Bireysel Başvuru Sonrasında Açılan Tam Yargı Davası Süreci

44. Başvurucu İsmail Şeran, Bakanlık Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne başvurarak olay nedeniyle uğradığı zararların tazmin edilmesini talep etmiştir.

45. Talebinin reddedilmesi üzerine başvurucu 2/4/2018 tarihinde Mardin 2. İdare Mahkemesinde 102.000 TL maddi ve manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır.

46. Mahkeme 20/12/2019 tarihinde karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

''...davacılar yakını [S.R.Ş.nin] kişisel kusuru nedeniyle yaşamını yitirdiği, bu şekliyle idarenin eylemi ile zarar arasında mevcut bulunan illiyet bağının kesildiği kanaatine varılarak, davacıların tazminat istemlerinin reddedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır...''

47. Anılan karar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurulduğundan Gaziantep Bölge İdare Mahkemesindeki 2020/426 Esas numaralı dava derdest olup henüz kesinleşmemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

48. Benzer yöndeki içtihatlar için bkz. Meral Eşkili, B. No: 2013/7586 4/11/2015; Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Anayasa Mahkemesinin 15/9/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

50. Başvurucular, yakınlarının tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumunda hastalıkları gerekçe gösterilerek denetime ve gözetime uygun olmayan geçici koğuşa alındıklarını, tedaviye uygun bir hastaneye sevk edilmediklerini, bu şekilde tecrit edilen yakınlarına psikolojik destek sağlanmadığını, yakınlarının ölümüne sebebiyet veren yangının çıkmasını engelleyici önlem alınmadığını, günde iki defa yapılması gereken çatı aramasının yapılmayarak bulundurulması yasak olan çakmağın diğer koğuşlardan temin edilmesinin engellenmediğini ve ölüm sebebinin yakınlarının yoğun dumana maruz kalmalarına bağlı karbonmonoksit zehirlenmesi olduğunu belirtmişlerdir. Başvurucular ayrıca Ceza İnfaz Kurumunda yangın alarm sisteminin mevcut olmaması veya varsa bile aktif olarak çalışmaması nedeniyle yangının fark edilmesinin zaman aldığını, böylece erken müdahale ile kurtarılabilecek olan yakınlarının kurtarılamadığını, Başsavcılıkça alınan gizlilik kararı nedeniyle müşteki olarak dosyaya erişimlerinin kısıtlandığını, incelemenin müteveffaların çıkardıkları yangın sonucu gerçekleştiği hususuyla sınırlı tutulup kamu görevlilerinin ihmali sonucu meydana gelen ölüm neticesinde eksik inceleme ve araştırmayla kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini ve bu karara itirazlarının yanıtsız bırakıldığını ifade ederek Anayasa'nın 17., 19., 36., 40., 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

51. Bakanlık görüşünde başvurucuların idarenin sorumluluğunun belirlenerek gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek olan tam yargı davası yolunu tükettiklerine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığından başvuru yollarının tüketilmediğini değerlendirdikten sonra, başvurucuların yakınlarının yerleştirildiği G2 koğuşunun tekli oda ya da hücre olmayıp diğer hükümlü ve tutukluların kaldığı koğuşlardan hiçbir farkının bulunmadığını, çocukların tek kişilik koğuşlarda barındırılamayacak olması ve Ceza İnfaz Kurumunda çocuklara ayrılmış başka odaların bulunmaması sebebiyle başvurucuların yakınlarının doktor raporuna dayanılarak kontrolü daha kolay G2 koğuşuna alındıklarını, başvurucuların yakınlarının psikososyal servisi tarafından düzenlenen tüm etkinliklere katılımlarının sağlandığını bildirmiştir. Bakanlık başvurucuların yakınlarından S.R.Ş.nin 8/5/2016 tarihinde aşırı dozda ilaç içtiğini acil olarak kaldırıldığı hastanede gerekli tedavisinin yapılarak reçete düzenlendiğini, psikolog ile altı kere görüşme yapmasının sağlandığını belirtmiştir. Bakanlık ayrıca kamera görüntülerinden anlaşıldığı üzere yangının fark edilmesinin hemen ardından Ceza İnfaz Kurumu tarafından yangına müdahale edilerek başvurucularının yakınlarının tahliye edilip ambulansa sağ olarak teslim edildiğini, orada bulunan tüm personelin yangın tüpleri ve hortumlarıyla yangını söndürme çabasında olduğunu belirtmiştir. Bakanlık Başsavcılıkça olay ile ilgili derhâl soruşturma başlatılarak ölü muayene ve otopsi işlemlerinin gerçekleştirildiğini, olay yeri incelemesinin yapıldığını, olay yerinin fotoğraflandığını ve görüntülerin kaydedilmiş olup olay yeri krokisinin hazırlandığını, soruşturma kapsamında yapılan tüm işlemlere ayrıntılı şekilde yer verilerek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini belirtmiştir.

52. Bakanlık, olayın tüm koşullarının birlikte değerlendirilerek başvurucuların yakınlarının sağlığının korunması ve kendilerine zarar vermemesi için her türlü tedbirin alındığını, resen başlatılan soruşturmada ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konularak usul yükümlülüklerinin eksiksiz olarak makul sürede sonuçlandırıldığını belirtmiştir.

53. Bakanlık görüşüne karşı cevap veren başvurucu İsmail Şeran başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrar ettikten sonra oğlu S.R.Ş.nin 8/5/2016 tarihinde intihara teşebbüs etmesinin ve psikolojik tedavi görmesinin psikolojik sorunlarının olduğunu gösterdiğini belirtmiştir. Başvurucu ayrıca idare tarafından oğlunun ruh sağlığını korumaya ve olası risklere karşı önlem almaya yönelik tedbirlerin alınmadığını iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

54. Anayasa'nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama, ...hakkına sahiptir.”

55. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, (...) kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

56. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların yaşam hakkı kapsamındaki şikâyetlerinin özünün yaşamın korunmamasına ve ölüm olayı hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesine ilişkin olduğu anlaşıldığından ihlal iddiaları yaşam hakkı kapsamında incelenmiştir.

57. Başvuru formunda S.R.Ş. ve C.A.nın öldürülme ihtimalinden söz edilmemiş, kendi eylemlerine karşı korunmadıklarını ileri sürülmüştür. Bu nedenle yaşam hakkının maddi boyutu yalnızca ölenlerin kendi eylemlerine karşı korunmadığı iddiası kapsamında incelenmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda başvurucular S.R.Ş.nin babası, C.A.nın anne ve babasıdır. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

59. Bakanlık ceza soruşturması dışında diğer yargısal yolların tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olup olmadığı hususunun kabul edilebilirlik incelemesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

60. Başvuru konusu olayda yaşanan ölümün kasıtlı bir eylem sonucu meydana gelmediği ortadadır. Bu durumda, yaşanan olayda yetkili ve sorumlu olan kişilerin muhakeme hatasını veya dikkatsizliği aşan bir ihmalinin yani olası sonuçların farkında olmalarına rağmen kendilerine verilen yetkileri gözardı ederek olayda ortaya çıkan riskleri bertaraf etmek için gerekli ve yeterli önlemleri almama gibi bir durumun bulunup bulunmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Çünkü bu gibi durumlarda -birey kendi inisiyatifiyle hangi hukuk yoluna başvurmuş olursa olsun- insanların hayatının tehlikeye girmesine neden olan kişiler aleyhine hiçbir suçlamada bulunulmaması ya da bu kişilerin yargılanmaması 17. maddenin ihlaline neden olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 60-62).

61. Anayasa Mahkemesi 4/11/2015 tarihli kararı ile 2013/7586 numaralı bireysel başvuru dosyasında 13 çocuğun ceza infaz kurumunda yaşamını yitirdiği somut olaya benzer bir olayda bireysel başvuru yapılmadan önce başvurucular ile Bakanlık arasında uzlaşma sağlanarak başvuruculara tazminat ödenmesine karar verildiği hâlde başvurucuların yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri inceleyerek yaşam hakkının koruma yükümlülüğünün ve etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir.

62. Bu nedenle başvurucuların Bakanlık görüşünde ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesine ilişkin şikâyetleri açısından başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği konusunda karar verebilmek için somut olayda devletin Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkını korumak için sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” pozitif yükümlülüğünün kapsamının ve başvuru konusu olayda eğer varsa bu yükümlülüğün ne ölçüde yerine getirildiğinin tespiti gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 61).

63. Açıklanan gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başvuru yollarının tüketilmemesi dışında kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi ve başvurunun esas bakımından incelenmesi gerekmektedir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

64. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

65. Bu kapsamda bazı özel koşullarda devletin kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı yaşamı korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de bulunmaktadır (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 74). Ceza infaz kurumlarında gerçekleşen ölüm olayları için de geçerli olabilecek bu yükümlülüğün ortaya çıkması için ceza infaz kurumu yetkililerinin kendi kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bilip bilmediklerini ya da bilmeleri gerekip gerekmediğini tespit etmek, böyle bir durum söz konusu ise bu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında kendilerinden beklenen her şeyi yapıp yapmadıklarını incelemek gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 72). Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi dikkate alınarak pozitif yükümlülük yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53; Sadık Koçak ve diğerleri, § 74).

66. Tutuklanan veya hürriyeti bağlayıcı cezasının infazına başlanan kişilerin daha önce sahip oldukları pek çok özgürlükten mahrum kalmalarının ve günlük yaşamlarında ciddi nitelikte bir değişim yaşamalarının doğal bir sonucu olarak psikolojik durumları bozulabilmekte, dolayısıyla kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan bu kişilerin intihar riski artabilmektedir. Bu nedenle yasal ve ikincil düzenlemelerin ceza infaz kurumu yetkililerine bu kişiler hakkında daha duyarlı ve dikkatli olma görevi yüklemesi, tutuklu veya hükümlü kişilerin hayatlarının tehlikeye atılmasını önleyici tedbirler alınmasını sağlaması gerekmektedir. Bu amaçla öncelikle ceza infaz kurumunda kalan kişilerin davranışlarının ve sağlık durumlarının takip edilmesi, gerektiğinde doktor muayenesine başvurulması, diğer yandan bu konuda eğilimi olduğu anlaşılanlar açısından kendileri için en uygun yerlerde kalmalarının temin edilmesi, intihar eylemlerinde kullanılabilecek kesici/delici eşyalara, kemer, çamaşır ipi veya ayakkabı bağcıkları gibi eşyalara el konması suretiyle bu tip risklerin azaltılmasına yönelik önlemlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 73).

67. Bu bağlamda bir tutuklunun veya hükümlünün kendine zarar verme ihtimalini kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmeyecek ölçüde en aza indirecek tedbirlerin alınması yetkililerden beklenebilecektir. Bir hükümlü veya tutuklu açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişecektir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74).

68. Yaşam hakkı kapsamında devletin öncelikle yaşamı tehlikeye girebilecek kişilerin yaşamını korumak için yeterli yasal ve idari bir çerçeve oluşturması gerekmektedir. Aynı yükümlülük ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin yaşam ve sağlıklarının korunması için de geçerlidir. Bu kapsamda ceza infaz kurumu yetkililerince yerine getirilecek kontrol ve denetim işlemleri ile bu konuda alınacak diğer tedbirlerin mevzuatta ayrıntılı olarak düzenlendiği daha önce Anayasa Mahkemesince tespit edilmiştir (Nejla Özer ve Müslim Özer, B. No: 2013/3782, 21/4/2016, §§ 74-89; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36).

69. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük, kamusal olsun veya olmasın yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

70. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Soruşturmada ölüm olayının nedeninin veya sorumlu kişilerin belirlenmesi imkânını zayıflatan bir eksiklik, etkili soruşturma yükümlülüğüne aykırılık oluşturabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57).

71. Ceza soruşturmasının etkililiğini sağlayacak hususlardan biri de fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının her olayda bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmaları sağlanmalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58).

72. Soruşturmaların makul bir süratle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması, hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından kritik bir öneme sahiptir (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 96).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvurucular, geçici koğuşa hastalıkları sebebiyle alınan yakınlarına psikolojik destek sağlanmadığını, yasak olan çakmağın temininin engellenemediğini, Ceza İnfaz Kurumunda yangın alarm sisteminin mevcut olmaması nedeniyle yangına müdahalenin zamanında yapılamadığını iddia etmiştir.

74. Devletin ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlülerin ruhsal anlamda kırılgan bir yapıya sahip olabilecekleri de düşünüldüğünde olası bir tehlike anında bu kişilerin güvenliğinin yeterli ölçüde sağlanması konusunda gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Söz konusu yükümlülük, olası risklerin tutuklu ve hükümlülerin kasıtlı fiilleriyle veya ihmalleriyle gerçekleşmesinden bağımsız şekilde alınması gereken tedbirlere ilişkindir. Bu kapsamda ceza infaz kurumlarının inşası, organizasyonu, iç işleyişinin düzenlenmesi ile teknik ve fiziki yeterliliği konusunda görevlendirilmiş kamusal makamlarından ceza infaz kurumlarının güvenliği konusunda gerekli tedbirleri alması beklenir. Yangın gibi vücut bütünlüğünün korunması noktasında ciddi bir tehlike oluşturan olaylar açısından da olaya hızlıca müdahale edilip tutuklu ve hükümlülerin tehlikeli alandan kısa sürede uzaklaştırılmalarına imkân sağlayacak uygun araçlar temin edilmelidir. Yaşanacak bu tip tehlikeli olaylarda ciddi sonuçların meydana gelmesini engellemek adına yapısal eksikliklerin önceden öngörülmesi ve gerekli tedbirlerin alınması büyük bir öneme sahiptir (Meral Eşkili, B. No: 2013/7586, 4/11/2015, § 72).

75. Yangının ardından düzenlenen Olay Yeri İnceleme Tutanağı'nda yangın sensörü olduğu öğrenilen parçanın sarkık ve yanmış vaziyette olduğu bildirilmiştir. Ceza İnfaz Kurumu müdürü Başsavcılıkça alınan ifadesinde de duman algılayıcı sensörlerin tüm koridorlarda çalışır durumda olduğunu belirtmiştir. Ölenlerin koğuşunda ve koridorlarda çalışır vaziyette yangın alarm sisteminin bulunup bulunmadığı net bir biçimde dosya kapsamından tespit edilememekle birlikte tüm şüpheli ifadeleri ile müşteki ve tanık beyanları dikkate alındığında yangından infaz ve koruma memurlarının dumanları fark etmesi üzerine haberdar olunduğu anlaşılmaktadır.

76. Somut olayda ölenlerin başka koğuşlarla pusula adı verilen kağıt parçaları yoluyla iletişim kurarak çocuk tutuklu ve hükümlülerin koğuşlarında bulundurulması yasak olan çakmağı elde ettikleri, meydana gelen olayın ardından yapılan çatı araması sonrasında düzenlenen tutanaktan anlaşılmaktadır. Yapılan arama sırasında "Ranzasında ölümü bekleyen mahkum", "Eğer yanacaksak ya da ölürsek beraber yanalım, beraber ölelim" ifadelerin yer aldığı S.R.Ş. kısaltması ile yazılan yazılar da bulunmuştur. Ceza İnfaz Kurumu müdürleri ile infaz ve koruma memurlarının beyanlarından anlaşıldığı üzere başvurucuların uyuz hastalığı sebebiyle G2 koğuşuna alındıkları 22/9/2016 tarihinden yangının meydana geldiği 28/9/2016 tarihine kadar anılan koğuşta çatı aramasının yapılmadığı anlaşılmaktadır. Ceza İnfaz Kurumu koğuşlarında özel hayatının gizliliğinin korunması amacı ile kamera sitemi de bulunmadığı dikkate alındığında hastalık nedeniyle geçici koğuşa alınan çocukların pusulalarla haberleşerek çakmak temin etmek konusunda bir zorlukla karşılaşmadıkları ortadadır.

77. Ruhsal anlamda kırılgan yapıda olmaları muhtemel olan tutuklu ve hükümlülerin bir de bulaşıcı bir hastalıkları bulunduğu gerekçesiyle ayrı bir koğuşa alınarak izole edilen çocuklar olduğu düşünüldüğünde daha da hassas bir durumun olduğu tartışmasız bir gerçektir. Diğer tutuklu ve hükümlülerden ayrı olarak tutuldukları geçici koğuşa alındıkları tarihten olayın meydana geldiği tarihe kadar geçen altı günlük sürede, ölen çocuklara psikolojik destek sağlandığı konusunda da dosya kapsamında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

78. Bakanlıkça gönderilen görüş yazısında başvurucuların yakınlarından S.R.Ş.nin 8/5/2016 tarihinde aşırı dozda ilaç içerek intihara teşebbüs ettiğinin belirtildiği dikkate alındığında yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda yetkililerin başvurucuların yakınlarının beden sağlığının yanı sıra ruhsal sağlık durumlarını da takip ederek kontrol altında tutmaya çalışması ve kendilerine zarar verme ihtimalini en aza indirecek tedbirler alması gerekmektedir.

79. Bütün bu değerlendirmeler ışığında Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin mahpusların yaşamını koruma konusunda yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmediği, yangının çıkmasında ihmallerin bulunduğu ve bu ihmallerin basit bir dikkatsizliği veya değerlendirme hatasını aştığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle başvurucuların yakınlarının yaşamını korumak için gerekli önlemlerin alınmamasına ilişkin şikâyetlerin başvurucu lehine hükmedilecek bir tazminatla giderilebilecek nitelikte olmadığı (bkz. § 60) değerlendirilmiştir. Dolayısıyla somut olayda başvuru yollarının tüketilmesi kuralı bakımından bir sorun görülmemiştir.

80. Başvurucular, soruşturma dosyasına erişimin hukuka aykırı olarak engellendiğini ve soruşturma sonucunda verilen karara yaptığı itirazın gerekçesiz olarak reddedildiğini, etkili bir soruşturma yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir.

81. Başvurucular her ne kadar dosyada verilen gizlilik kararı nedeniyle soruşturma dosyasına erişimlerinin kısıtlandığını iddia etmişlerse de erişimin kısıtlanması kararının etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün bir gereği olan soruşturmaya etkili katılım unsurunu ne şekilde engellediğine ilişkin açıklamada bulunmamışlar, iddialarını temellendirmemişlerdir. Kaldı ki başvurucu İsmail Şeran'ın soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin her biri için başsavcılık tarafından değerlendirme yapıldığı dikkate alındığında başvurucuların yürütülen soruşturmaya etkili katılımda bulunmadığı söylenemeyecektir.

82. Somut olaya ilişkin soruşturmanın derhal başlatılarak olay yeri incelemesi, ölü muayene ve otopsi işlemlerin gecikmeksizin yapıldığı, başvurucuların yakınlarının kaldıkları G2 koğuşunda bulunma nedenlerinin ve bu koğuşta kaldıkları tarihlerin Ceza İnfaz Kurumundan bildirilmesinin talep edildiği, ölenlerin Ceza İnfaz Kurumunda bulunan sağlık dosyalarının, olay anına ilişkin kamera görüntülerinin, olay sonrasında hastanede tedaviye ilişkin yapılan işlemlere dair tüm belgelerin soruşturma dosyasına getirtilerek değerlendirildiği, olayın meydana gelmesinin ardından da yangının çıkış sebebine ilişkin uzman raporları alındığı anlaşılmıştır.

83. Yapılan soruşturmada, somut olayda kusurlu olabileceği düşünülen Ceza İnfaz Kurumu görevlilerinin sorumluluklarının incelendiği, üzerilerine düşen dikkat ve özeni yerine getirdiği kanaatine varılmış, suç işlediklerine dair yeterli delil elde edilemediği belirtilerek haklarında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

84. Yukarıda ilkeleri ortaya konulan etkili soruşturma yükümlülüğünün unsurlarından soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesi gerektiği, soruşturmanın makul süratle yürütülmesi konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularla ilgili olarak bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir.

85. Ancak olaya ilişkin yürütülen soruşturmanın sonucunda Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin ihmalinin bulunduğu konusunda yeterli şüphe bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle Başsavcılıkça nesnel bir değerlendirme ile ihmallerin ortaya çıkarılmasını ve yapılan değerlendirmede Anayasa Mahkemesinin etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğüne ilişkin belirlenen ilkelere uygun olarak hesap verilebilirliğin sağlandığı etkili bir soruşturma yapılmadığı anlaşılmaktadır.

86. Açıklanan gerekçelerle yaşamı koruma yükümlülüğü ile etkili ceza soruşturması yürütülmesi yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

87. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

88. Başvurucu İsmail Şeran yaşam hakkının ihlalinin tespitine, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için gerekli tedbirlerin alınmasına ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiş, başvuruculardan Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz ise yaşam hakkının ihlalinin tespitine, yeniden etkili bir soruşturma yürütülmesine ve maddi ve manevi zararlarının tazminine hükmedilmesi talebinde bulunmuş; talep ettikleri tazminat miktarını belirtmemişlerdir.

89. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

90. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

91. İhlalin kovuşturmaya yer olmadığı ya da daimî arama kararı gibi bazı nedenlerle soruşturmanın sonlandırılmasından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılması için kararın bir örneğinin ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden soruşturma yapılması sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden soruşturma yapılması kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili Cumhuriyet başsavcılığının yeniden soruşturma yapılması sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı Cumhuriyet başsavcılığının yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden soruşturma yapma kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (benzer yöndeki kararlar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

92. Mevcut başvuruda, başvuruya konu Başsavcılık soruşturmasında ölüm olayının tüm yönlerinin ortaya konulamadığı, yürütülen soruşturmanın teoride olduğu gibi fiilen de hesap verilebilirliği sağlayamadığı gerekçesiyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin soruşturma makamlarının ve idarenin eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

93. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden soruşturma ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda ilgili Cumhuriyet başsavcılığının yapması gereken iş, önceki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını kaldırmak ve akabinde ihlal kararında tespit edilen eksiklikleri giderecek şekilde yeni bir soruşturma yapmaktan ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

94. Öte yandan yaşam hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden soruşturma suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu İsmail Şeran yönünden Mardin 2. İdare Mahkemesinde devam etmekte olan tam yargı davası gözetilerek sadece yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinden kaynaklanan zararlarının tazmini için net 50.000 TL manevi tazminatın ödenmesine, başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz yönünden ise toplam 135.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

95. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'in bu konuda herhangi bir belge sunmamış olmaları nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

96. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucu İsmail Şeran'a ödenmesine; 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'e müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucu İsmail Şeran'a net 50.000 TL manevi tazminatın ÖDENMESİNE,

E. Başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'e net 135.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucu İsmail Şeran'a ÖDENMESİNE; 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucular Atilla Akdeniz ve Gülüşan Akdeniz'e MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/9/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

GÖKHAN YİĞİT KOÇ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/25727)

 

Karar Tarihi: 28/7/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 19/10/2022-31988

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Gökhan Yiğit KOÇ

 

 

2. Irmak KOÇ ALAMASLI

 

 

3. Safinaz KOÇ

Başvurucular Vekili

:

Av. Emrullah AKSAKAL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, polise yapılan acil yardım çağrısına makul sürede yanıt verilmediği için ölümle sonuçlanan yaralama olayının meydana gelmesi ve bu olaydan doğan zararların tazmini istemiyle polisin idari yönden bağlı olduğu idare aleyhine açılan tam yargı davasında titiz bir inceleme yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucular 24/7/2019 tarihinde ayrı ayrı başvuru yapmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucu Safinaz Koç tarafından yapılan 2019/26550 sayılı başvuru 28/5/2020 tarihinde, başvurucu Irmak Koç Alamaslı tarafından yapılan 2019/26489 sayılı başvuru ile birleştirilmiştir.

5. Başvurucu Gökhan Yiğit Koç tarafından yapılan 2019/25727 sayılı başvuru kabul edilebilirlik konusunda oybirliği sağlanamadığı için, 2019/26489 sayılı başvuru ise kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılması gerektiği değerlendirildiği için Komisyonca Bölüme sevk edilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. 1/6/2021 tarihinde 2019/26489 sayılı başvuru, 2019/25727 sayılı başvuru ile birleştirilmiştir.

8. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

9. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

10. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

11. Başvurucu Safinaz Koç’un eşi, diğer başvurucuların ise babası olan ve İzmir’in Bornova ilçesi Mevlana Mahallesi’nde bulunan bir sitede güvenlik görevlisi olarak çalışan H.H.K. 3/2/2017 tarihinde saat 02.09’da aynı sitede ikamet eden İ.H.B. tarafından bacağından bıçaklanmış ve kesici, delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar kesisi ile gelişen kanama sonucu, tedavi gördüğü Ege Üniversitesi Hastanesinde 5/2/2017 tarihinde vefat etmiştir. Bıçaklanmasından önce H.H.K. 155 Polis İmdat hattını arayarak yardım istemiştir. Ayrıca olayın meydana geldiği siteye yiyecek siparişi teslim eden kurye Ö.K. yaralama eyleminden birkaç dakika önce 155 Polis İmdat hattını arayarak İ.H.B.nin bıçak çekip H.H.K.yı tehdit ettiğini söylemiştir (İçişleri Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığının bir projesi olan Yeni Nesil 112 Acil Çağrı Merkezi, ülkemizde farklı acil yardım çağrıları için kullanılan yedi kuruma ait acil çağrı numaralarının -İtfaiye 110, Jandarma 156, Polis 155, Sağlık 112, Orman 177, Sahil Güvenlik 158, AFAD 122- tek numara altında (122) toplanması amacıyla geliştirilmiştir. Bu projeyle zaman ve kaynak israfı ile birlikte can ve mal kayıplarının azaltılması ve acil yardım hizmetlerinin tek merkezden koordine edilmesi suretiyle tüm ekiplerin en kısa sürede olay yerine ulaşmaları hedeflenmektedir. Başvuruya konu olayın meydana geldiği tarihte İzmir’de acil çağrılar için tek numara kullanılması uygulamasına henüz geçilmemiştir.).

12. Başvurucular 9/3/2017 tarihli dilekçeyle İçişleri Bakanlığına müracaat etmiş ve yakınlarının özel güvenlik görevlisi olarak çalışmakta iken öldürüldüğünü belirterek 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun çerçevesinde kendilerine tazminat ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür (2330 sayılı Kanun barışta güven ve asayişi korumak, kaçakçılığı men, takip ve tahkikle, trafik ve yol güvenliğini veya tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlamakla görevli olanların, Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve emniyet teşkilatında bulunan patlayıcı maddelerin incelenmesi, muhafazası, nakli, imha edilmesi ve zararsız hâle getirilmesi işlemlerinde görevlendirilenlerin bu görevlerinden dolayı ya da görevleri sona ermiş olsa bile yaptıkları hizmet nedeniyle derhâl veya bu yüzden maruz kaldıkları yaralanma ya da hastalık sonucu ölmeleri veya engelli hâle gelmeleri durumunda ödenecek nakdi tazminat ile birlikte bağlanacak aylığın ve bu yüzden yaralanmaları hâlinde ödenecek nakdi tazminatın esas ve yöntemlerini düzenlemektedir.).

13. Taleplerinin zımni olarak reddedilmesi üzerine başvurucular, İçişleri Bakanlığı aleyhine İzmir 2. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde tam yargı davası açıp maddi ve manevi tazminat talep etmiştir. Dava dilekçelerinde başvurucular; ölen yakınlarının olay günü saat 01.58’de 155 Polis İmdat hattını arayarak yanındaki kişinin kendisini tehdit edip öldüreceğini söylemesine ve saat 02.05’te 155 Polis İmdat hattını arayan kurye Ö.K.nın da yakınlarına bıçak çekildiğini bildirmesine rağmen polis ekiplerinin olay yerine gitmediğini, bu sırada yakınlarının bıçaklı saldırıya uğrayıp çok kan kaybettiğini ve neticede kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar kesisi sonucu vefat ettiğini iddia etmiştir. Başvurucular ayrıca polis olay yerine olması gereken zamanda gitseydi yakınlarının hayatta olacağını ve olayın meydana gelmesinde idarenin büyük bir hizmet kusuru olduğunu iddia etmiştir. Başvurucular dava dilekçelerinde son olarak maddi ve manevi zararlarıyla ilgili açıklamalar yapıp zarar görenin hizmet gören konumunda olduğu ile hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hâllerde idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için ağır hizmet kusuru bulunması gerektiği yönündeki Danıştay içtihadından söz etmiştir.

14. Davalı idare; başka hususlar yanında gelen ihbar üzerine derhâl harekete geçilerek ekiplerin verilen adrese intikali için tüm birimlere sesli uyarı (anons) yapıldığını, sokak bilgisinin yanlış verildiğinin anlaşılması üzerine adres bilgisinin teyit edilerek ekiplerin doğru adrese yönlendirildiğini, olay yerinden gelen başka bir aramada failin kaçtığı bilgisinin iletilmesi üzerine ekiplerin kaçan şahsı yakalamak için yönlendirildiğini ve bu sırada 112 Sıhhi İmdat hattına haber verildiğini savunmuştur. Savunma dilekçesinin ekinde başka belgeler yanında başvurucuların yakınının ölümüyle sonuçlanan olay hakkında 155 Polis İmdat hattına yapılan ihbarlar ile olay nedeniyle yapılan telsiz görüşmelerine ilişkin kayıtların çözümüne dair belgelerin, ekip araçlarının olay anında bulundukları yerleri gösterir GPS kayıtlarının ve olay yerindeki kamera görüntülerini içerir CD’yi izleyen iki polis memurunun düzenlediği CD İzleme Tutanağı’nın bir örneği İdare Mahkemesine sunulmuştur. Cevap dilekçesi ekinde yer alan H.Y. tarafından Asayiş Şube Müdürlüğüne hitaben yazılan 29/5/2017 tarihli raporda, ihbara konu adresin düzeltilmesi sonrası saat 02.02'de ekiplerin sevk edildiği belirtilmiştir. Rapora göre ilk ekip anons yapıldığında olağan trafik kurallarına göre hareket etmiş, olayın bıçaklı kavga olduğu öğrenilince seri hareket etmiştir. Bu ekibin yolda iken şüpheli şahsın kaçış istikametinde yakalanmasına yönelik uygulama yaptığı, yolda birkaç şahsı da kontrol ettiği belirtilmiştir. Ekip olay yerine vardığında henüz sağlık görevlilerinin gelmediği, hemen telsiz ile anons ederek acil ambulans talep edildiği ifade edilmiştir. Raporda diğer ekibin ise olay yerine 5-6 kilometre uzaklıkta olduğu, anons yoğunluğu olmadığı için olay yerine bu ekibin de yöneldiği ancak bölgeyi tam olarak bilemedikleri için yolbuldan (navigasyon) adresi aradıkları belirtilmiştir. Ekibin adrese yaklaştıkları sırada olay yerinden kaçtığı bildirilen şüpheli için bölgede araştırmaya geçtikleri raporda açıklanmıştır.

15. Olay hakkında 155 Polis İmdat hattına yapılan acil yardım çağrıları ile olay hakkında yapılan telsiz görüşmelerine ilişkin kayıtların çözümüne dair belgelerin içeriği özetle şöyledir:

i. Saat 01.57'de ilk acil yardım çağrısı yapılmıştır. Saat 01.58’de başlayıp 02.00’ye 13 saniye kalıncaya kadar süren acil yardım çağrısında ise H.H.K. olay yerini "Mevlana mahallesi 7476/30. sokak" şeklinde bildirerek güvenlik görevlisi olduğunu ve alkollü birinin kendisini ölümle tehdit ettiğini ifade etmiştir. Çözümlemeye göre konuşma bitiminde arbede sesleri gelmiştir.

ii. Saat 02.02’de Telsiz Komuta Merkezi olay günü olayın gerçekleştiği mahalleden sorumlu ekibe telsizle “Mevlana Mahallesi, 1776/30 Sokak. Burada B... P... E...varmış. Buradan güvenlik görevlisinin müracaatı var efendim. Bir değerlendirir misiniz?” demiş, karşıdan “Anlaşıldı efendim.” cevabı gelmiştir.

iii. 02.05-02.07 saatleri arasında ise Ö.K. adında biri acil yardım çağrısında kurye olduğunu ve sipariş getirdiğini belirterek "Mevlana mahallesi 1776/30. sokak" adresinde güvenlik görevlisine birisinin silah çektiğini bildirmiştir. Ö.K., kavganın devam ettiğini, güvenlik görevlisinin tehdit edildiğini ve ona bıçak çekildiğini söylemiştir. Çağrı merkezi görevlisi ise ekiplerin gelmekte olduğunu söylemiştir.

iv. Telsiz Komuta Merkezi saat 02.07’de daha önce olay yerine sevk ettiği ekip ile bir başka ekibe telsizle B... P... E...de bıçaklı bir olay olduğu bilgisini verip olay yerine birlikte geçmelerini söylemiştir.

v. 02.23-02.25 saatleri arasında kurye Ö.K. yaptığı acil yardım çağrısında, güvenlik görevlisinin bıçaklandığını ve yerde yatmakta olduğunu, şüphelinin ise yaya olarak kaçmakta olduğunu bildirerek şüphelinin eşkâlini de görevliye anlatmıştır. Ö.K. ambulansı da aradığını ifade ederek görevliden yardım istemiştir.

vi. 02.23-02.24 saatleri arasında 155 Polis İmdat hattı görevlisi ile 112 Sıhhi İmdat görevlisi arasında bir görüşme gerçekleşmiş, bu görüşmede olay yeri bilgisi karşılıklı olarak teyit edilmiştir.

vii. Saat 02.23’te Telsiz Komuta Merkezi olay günü Mevlana Mahallesi’nden sorumlu ekibe olay yerine geçip geçmediğini sormuş ve ekibin hareket hâlinde olduğunu öğrenmiştir. Bu sırada Merkez, H.H.K.nın yerde yattığını, İ.H.B.nin de kaçtığını bildirerek yardımcı ekip görevlendirilmesini söylemiştir. Bunun üzerine olay yerine ikinci bir ekip yönlendirilmiştir.

viii. İ.H.B.nin olay yerinden kaçması gözetilerek saat 02.23’ten sonra iki telsiz kanalı aracılığıyla başka ekipler de olay yerine sevk edilmiştir.

16. İzmir İl Emniyet Müdürlüğünün yaptığı iç yazışmalara göre üç polis aracında konum destek cihazı bulunmamaktadır, yedi polis aracındaki konum destek cihazı ise herhangi bir veri transfer işlemi gerçekleştirmemiştir. Yalnızca bir aracın konum destek sistemindeki kayıtları çıkarılmıştır (Söz konusu iç yazışma tam yargı davasına istinaden yapıldığından bahsi geçen araçların olay günü olay yeri çevresinde bulunan ve/veya olay yerine sevk edilen ekip araçları olduğu değerlendirilmiştir. UYAP’ta mevcut konum destek sistemi kayıtları okunaklı olmadığından 155 Polis İmdat hattına ihbarlar yapıldığı sırada konum destek cihazının takılı olduğu aracın nerede olduğu tespit edilememiştir.).

17. CD İzleme Tutanağı’na göre;

- Saat 01.46 sıralarında ticari bir taksiden inen İ.H.B. sendeleyerek H.H.K.nın içinde bulunduğu güvenlik kulübesine girmiştir. İ.H.B., H.H.K. ile bir süre konuşmuş, saat 01.48 sıralarında cebinden çıkardığı teneke kutudaki içeceği içmiştir. Saat 01.50 sıralarında İ.H.B. ile H.H.K. tartışmaya başlamış, ardından H.H.K. İ.H.B.yi güvenlik kulübesinden çıkarmak istemiştir. Saat 01.54’te H.H.K. telefonuyla bir yeri arayınca İ.H.B. güvenlik kulübesinden çıkmıştır. O sırada Ö.K. yemek siparişini teslim etmek için siteye gelmiştir.

- H.H.K. telefonuyla bir görüşme yapmıştır. Saat 01.58’de elindeki büyük bir bıçakla yeniden güvenlik kulübesine giden İ.H.B., H.H.K. ile tartışmıştır. H.H.K. saat 01.59’da bir copla İ.H.B.ye vurmaya başlamış ve İ.H.B. ile birlikte kameranın görüş açısından çıkmıştır.

- Saat 02.00’de elinde cop bulunan H.H.K. tek başına sitenin kapısına yönelmiştir. O sırada İ.H.B. elindeki bıçağı arkasında saklayarak H.H.K.nın yanına gitmiştir. H.H.K. ile İ.H.B.nin tartışması yeniden başlamış ve H.H.K. eline beyaz bir sopa almıştır.

- Saat 02.02’de H.H.K. ile İ.H.B. tekrar güvenlik kulübesine girmiştir. Güvenlik kulübesi içinde bir süre konuşan H.H.K. ve İ.H.B. saat 02.08’de önce güvenlik kulübesinden sonra da kamera açısından çıkmıştır.

- H.H.K. saat 02.09’da kanayan sağ bacağını sağ eliyle tutup aksayarak site dışına çıkmıştır. Güvenlik kulübesinde kısa bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra İ.H.B.,H.H.K.nın düştüğü yere gitmiştir.

- İ.H.B. saat 02.10’da güvenlik kulübesine dönüp kısa bir telefon görüşmesi daha yaptıktan sonra H.H.K.nın yanına gitmiştir.

-İ.H.B. saat 02.18’de güvenlik kulübesinin ön tarafında bulunan Ö.K. ile bir şeyler konuşup kamera açısından çıkmıştır.

- Polis ekipleri saat 02.25’te, cankurtaran ise 02.30’da site önüne gelmiştir.

18. İdare Mahkemesi, olay yerinin tespiti ve olay yerine intikal sırasında hizmetin geç işletildiği iddiası ile ilgili olarak sorumluların tespitine ve gerekli işlemlerin yapılmasına yönelik herhangi bir soruşturma başlatılıp başlatılmadığı konusunda davalı idareden bilgi istemiştir. Davalı idare olay hakkında yürütülen disiplin soruşturmasına ilişkin belgeleri İdare Mahkemesine göndermiştir. Sözü edilen belgelere göre;

i. Başvurucuların 17/5/2017 tarihli dilekçe ile yakınlarının ölümünde idarenin hizmet kusurunun bulunduğu iddiasıyla İzmir Valiliğinden maddi ve manevi tazminat talep etmesi üzerine bir komiser yardımcısı ile yirmi polis memuru hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

ii. Disiplin soruşturması kapsamında ifadesine başvurulan Ö.K. çalıştığı işyerine olayın meydana geldiği siteden olay günü bir yiyecek siparişi verildiğini, yiyeceği götürmek için bahse konu siteye gittiğini, sipariş tesliminden sonra sitenin güvenlik görevlisinin elinde cop, başka bir şahsın elinde ise bıçak gördüğünü, güvenlik görevlisinin alttan aldığını ancak diğer şahsın güvenlik görevlisiyle tehdit eder ve küfreder bir şekilde konuştuğunu, 155 Polis İmdat hattını arayarak bıçaklı kavga olayı olduğu yönünde ihbarda bulunduğunu, tartışmayı uzaktan izlediğini ve yolda polis aracının gelmesini beklediğini, bir süre sonra sözü edilen kişilerin yanına gidince güvenlik görevlisinin bıçaklandığını gördüğünü, bıçaklayan şahsın söylemesi üzerine 112 Sıhhi İmdat hattını arayıp durumu anlattığını ve olay yerine önce polisin, sonra da cankurtaranın geldiğini beyan etmiştir. Ö.K. ifadesinin devamında 155 Polis İmdat ve 112 Sıhhi İmdat görevlilerinin sitenin bulunduğu sokağın sistemde gözükmediğini söylediklerini, yolbul ile adresin bulunamadığını, 155 Polis İmdat görevlilerinin yönlendirmesi sonucunda polis ekiplerinin olay yerine ulaşabildiğini, söz konusu adrese ulaşabilmek için çevre yolunun ya da şehir içinin kullanılması gerektiğini, söylediklerine göre polislerin yoğunluktan dolayı geciktiklerini ifade etmiştir. Ö.K. 3/2/2017 tarihinde yine kolluk görevlilerine verdiği ifadesinde ise 155 Polis imdat hattını aradıktan sonra beş dakika kadar tartışmanın devam ettiğini gördüğünü, bundan sonra on dakika kadar daha beklemesine rağmen polislerin gelmediğini görünce yerde yatan yaralı hâldeki şahsın yanına gittiğini beyan etmiştir. Bu sırada şüphelinin güvenlik görevlisinin bacağını sarmaya çalıştığını gördüğünü belirten Ö.K., 112 Sıhhi İmdat hattını bundan sonra aradığını, kemerle kan kaybını önlemeye çalıştığını, daha sonra gelen polis ekibinin aramasından sonra ambulansın da olay yerine geldiğini ifade etmiştir.

iii. Olay tarihinde Işıkkent Polis Merkezi Amirliğinde grup amiri olarak görev yapan Ş.K. 02.00-02.30 saatleri arasında olayın meydana geldiği sitede bıçaklı kavga olduğunun duyurulması üzerine bir ekibi karakoldan olay yerine sevk ettiğini, bahsi geçen sitenin yeni yapıldığını, karakol bölgesine en uzak mesafede olduğunu, sitenin bulunduğu bölgede adres bulmanın zor olduğunu ve ekip aracında yolbul olmadığını söylemiştir.

iv. Işıkkent Polis Merkezi Amirliğine bağlı olup olay yerine sevk edilen ekipte yer alan C.Y. ve A.U. Mevlana Mahallesi’ne ulaştıkları sırada şüphelinin olay yerinden kaçtığı yönünde duyuru yapıldığını, olay yerinde başka ekipler de olduğu için öncelikle şüpheliyi yakalamaya yönelik çalışmalar yaptıklarını ancak şüpheliyi bulamadıklarını, olay yerinin karakola en uzak bölgede olduğunu, olayın meydana geldiği Mevlana Mahallesi’nin yapılan yeni siteler ve açılan yeni yollar nedeniyle adres itibarıyla karışık bir yer olduğunu beyan etmiştir.

v. Olay tarihinde komuta görevlisi olarak görev yapan A.M., başka hususlar yanında resmî görevli polis ekipleri ile sivil görevli polis ekiplerinin farklı telsiz kanalı kullandıklarını, 155 Polis İmdat hattına yapılan ihbarları ilk önce resmî görevli polis ekiplerine bildirdiklerini, olay günü olay yerini uygun sivil ekiplere de duyurduklarını beyan etmiştir.

vi. Olay günü komuta merkezinde görevli Ş.C. ihbarın saat 02.00 sıralarında ihbarla ilgili öz işlere (otomasyon) müracaatçı şahıs şeklinde düştüğünü, zaman kaybetmeden ihbarı duyurduğunu ancak bildirilen sokağın Mevlana Mahallesi’nde olmadığını, bu sebeple ihbarcıyı kendi telefonu ile arayarak sokak ismini doğru bir şekilde öğrenip olay yerine bir ekibi (Bu ekip olay günü olayın meydana geldiği Mevlana Mahallesi'ni de kapsayan bir bölgede görevlidir.), beş dakika kadar sonra aynı adreste bıçaklı kavga olayı olduğu bildirilince ikinci bir ekibi sevk ettiğini ifade etmiştir.

vii. Olay yerine sevk edilen ilk ekipteki V.B. ile M.V. başka hususlar yanında olay günü Mevlana ve Doğanlar bölgelerinden sorumlu ekip görevde olmadığı için Mevlana Mahallesi’nden de kendilerinin sorumlu olduğunu ancak bu mahallenin sokaklarını pek bilmediklerini, ilk duyuru geldiği sırada Dökümcüler Sitesi civarında şüpheli şahıslarla ilgili çalışma yaptıklarını, duyuruda sadece müracaatçıdan söz edildiği için trafik kurallarına uygun şekilde olay yerine hareket ettiklerini, olayın meydana geldiği sokağı bilmediklerini, ekip aracında yolbul olmadığını, mobil telefonlarındaki yolbul uygulamalarında aratsalar da sokağı bulamadıklarını, daha sonra bıçaklı kavga olayı olduğu yönünde ikinci bir duyuru yapıldığını, olay yerine sevk edilen ikinci ekiple iletişim kurmaya çalıştıklarını, akabinde bıçaklayan şahsın ara sokaklara kaçtığının duyurulduğunu, bu nedenle sokakları tarayarak olay yerine ulaşmaya çalıştıklarını beyan etmiştir.

viii. Olay yerine sevk edilen ikinci ekipte görevli O.Ç. ve İ.A. özetle saat 02.23 sıralarında olay yerine sevk edildiklerini, olay yerine geç intikal etmediklerini, olay günü bölgeden sorumlu ekibin kapalı olduğunu (Ekiptekilerin görevde olmadığının kastedildiği değerlendirilmiştir.), diğer ekiplerin bölgeye hâkim olmadığını ve sitenin bulunduğu sokağın yeni açılması nedeniyle sistemlerinde ve yolbulda gözükmediğini söylemiştir.

ix. Olay yerine sonradan sevk edilen bir sivil ekipte görevli İ.Ö. duyuru yapıldığı sırada Bornova’nın başka mahallesindeki bir okulun önünde olduklarını, olayın kendilerine bildirilmesinden sonra 5-6 dakika içinde olay yerine ulaştıklarını, sitenin bulunduğu sokak yeni açıldığı için yolbulda gözükmediğini beyan etmiştir. İ.Ö.nün ekip arkadaşı S.K. ise olayın meydana geldiği sırada nerede oldukları konusunda İ.Ö.yü doğrulayıp benzer olaylarda duyurunun öncelikle resmî ekiplerin kullandığı telsiz kanalından yapıldığını, kendileri sivil ekip olduğu için bir başka telsiz kanalı kullandıklarını ve bu telsiz kanalından duyuru yapılınca seri bir şekilde olay yerine intikal ettiklerini ifade etmiştir.

x. İdari soruşturma sırasında hakkında soruşturma yürütülen beş kişinin olay günü istirahatli oldukları, bir kişinin istatistikle ilgili birimde görevli olduğu, bir başkasının ise olay günü Işıkkent Polis Merkezi Amirliğinde nöbetçi olduğu tespit edilmiştir.

xi. Soruşturmacı olarak görevli Ö.A. yürüttüğü soruşturma sonunda hakkında soruşturma yürütülen kişilerden geriye kalan on kişinin olayın meydana gelmesinde kusurlarının olmadığı sonucuna ulaşmış ve olayı doğrular nitelikte somut delil bulunmadığı gerekçesiyle M.V., V.B., O.Ç. ve İ.A. hakkında ceza verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi yönünde görüş bildirmiştir. Ö.A.ya göre olay yerine geç ulaşılması başka sebeplere ek olarak adresin yanlış verilip sonradan düzeltilmesinden, bölgeden asıl sorumlu ekibin kapalı olmasından, bölgenin adres itibarıyla karışık olmasından ve adresin yolbulda yer almamasından ileri gelmiştir. Olayda kasti bir durum, görevin savsaklanması söz konusu değildir.

xii. 20/12/2017 tarihinde İl Polis Disiplin Kurulu, 19 polis memuru hakkında disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

19. İdare Mahkemesi, disiplin soruşturması kapsamında alınan ifadelerde olayın yaşandığı bölgeden sorumlu Mevlana ve Doğanlar polis ekibinin olay günü görevde olmadığının belirtildiğine işaret ederek anılan ekibin olay günü görevde olmamasının nedenini21/2/2018 tarihli yazıyla Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğüne sormuştur.

20. Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğünün İzmir İl Emniyet Müdürlüğü aracılığıyla İdare Mahkemesine gönderdiği belgelerde Mevlana ve Doğanlar polis ekibinin olay günü görevde olmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığı, ayrıca olay günü biri komuta ekibi olmak üzere toplam yedi ekibin görevli olduğu belirtilmiştir. Bu ekiplerin üçü, Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı olup Devriye Ekipler Amirliğinde görevlidir. Kalan dört ekibin üçü ise Suç Önleme ve Soruşturma Büro Amirliğine, biri Işıkkent Polis Merkezi Amirliğine bağlıdır. Işıkkent Polis Merkezi Amirliğine bağlı ekibe olay günü verilen görev anlaşılamamıştır ancak görevlendirmelere ilişkin belgelere göre olay günü;

i. Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerden ilki Telsiz Komuta Merkezinde, ikincisi olayın meydana geldiği Mevlana Mahallesi’ni de kapsayan bir bölgede, üçüncüsü de birden fazla mahalleyi kapsayan bir başka bölgede görevlidir.

ii. Suç Önleme ve Soruşturma Büro Amirliğine bağlı ekiplerden birincisi komuta ekibidir, diğer iki ekip ise bölge ekibi olarak görevlidir.

21. Başvurucular İdare Mahkemesine sundukları 30/10/2018 tarihli dilekçelerinde -başka hususlar yanında- şikâyetleri üzerine başlatılan idari soruşturmada idarenin kendini akladığını ancak idarenin olaydan 19 kişiyi sorumlu tutmasının mevcut davanın haklılığını ortaya koyduğunu öne sürüp soruşturma raporunda olayın meydana geldiği bölgeden sorumlu ekip olay günü görevde olmasa da bu ekibin yerine iki ekip görevlendirildiği ifade edilmesine karşın idarenin İdare Mahkemesine gönderdiği 19/3/2018 tarihli yazıda Mevlana ve Doğanlar polis ekibinin o gün görevde olmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığının açıklandığına işaret ederek çelişkili bir durum yaratıldığını iddia etmiştir.

22. Yaptığı yargılama sonunda İdare Mahkemesi, başvurucuların yakınının ölmesinde idarenin kusuru olmadığı gibi idarenin kusursuz sorumluluk veya sosyal risk ilkesi uyarınca da olaydan sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle başvurucuların tazminat istemini 26/12/2018 tarihinde reddetmiştir. Anılan kararın kusur sorumluluğuna ilişkin değerlendirmeleri içerir kısmı şöyledir:

“...

Bakılan davada, tazminat isteminin konusu olan müteveffanın çalıştığı sitede oturan şahıs tarafından bıçaklanarak 03/02/2017 tarihinde öldürülmesi olayında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunulup bulunmadığının anlaşılabilmesi için olayın meydana geliş şeklinin irdelenmesi ve olayların bu şekilde sonuçlanmasında davalı idareye atfedilebilecek bir kusurun olup olmadığının saptanması gerekmektedir.

Bu kapsamda, dava dosyasına sunulan telsiz konuşmaları dökümü ve olay yerini gören güvenlik kamerası görüntülerinin irdelenmesi sonucunda, müteveffa tarafından 155 polis imdat hattının ilk olarak saat 01.57’de arandığı bu aramanın dokuz saniye sürdüğü ve müteveffa tarafından herhangi bir ihbarda bulunulmadığı, 01.58’de ikinci kez 155 polis hattının arandığı ve müteveffa tarafından kırkdokuz saniye süren konuşmada ihbarda bulunulduğu, 01.59’da davalı idarece müteveffa tarafından 7476/30.sokak olarak bildirilen adrese ekiplerin yönlendirildiği, ekiplerce adresin doğruluğunun teyit edilmesi sonucunda olayın gerçekleştiği adresin 7476/30.sokak değil1776/30.sokak olduğunun tespiti üzerine saat 02.02 itibariyle olayın gerçekleştiği adrese ekiplerin yönlendirildiği, bu sırada saat 02.05’de olay yerine sipariş götüren kurye tarafından 155 polis imdat hattı aranarak aynı olaya ilişkin ihbarda bulunulduğu, arayan kişiye olay yerine ekiplerin yönlendirildiğinin bildirildiği, güvenlik kameralarından saat 02.09’da müteveffanın kanayan bacağını tutarak olay yerinden uzaklaşmaya çalıştığının görüldüğü, saat 02.23’de t[e]krar 155 hattını arayan kuryenin olay yerinen failin kaçtığını bildirmesi üzerine şahıstan failin eşkal bilgisi alınarak ekiplerin bir kısmının kaçan faili yakalamak üzere yönlendirildiği, bu süreçte 112 ekiplerince 155 polis imdat hattı aranarak olay yerinin bilgilerinin alınmaya çalışıldığı, davalı idarece 112 ekiplerine olay yeri adresinin doğru bir şekilde aktarıldığı, saat 02.27’de yönlendirilen ekiplerden ikisinin olay yerine ulaştığı ancak 112 sağlık ekiplerinin olay yerine henüz gelmemiş olduğu, ambulansın gelmemiş olması nedeniyle155 polis imdat merkezi aranarak 112 ekiplerine haber verilip verilmediğinin teyit edildiği sırada 112 ekibinin olay yerine ulaştığı ve müteveffanın olay yerinden alınarak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi acil servisine kaldırıldığı, ancak kurtarılamadığı, bu süreçte 155 polis imdat ekiplerince olay yeri ve çevresinde failin yakalanması maksadıyla çalışmalara devam edildiği anlaşılmaktadır.

Olayda, saldırıya uğrayan davacılar yakının ilk olarak 01.59’da 155 hattını aradığı ancak herhangi bir ihbarda bulunmadığı, bir dakika sonra gerçekleşen ikinci aramada müteveffa tarafından ihbarda bulunulduğu ancak sokak bilgisinin doğru verilmediği, 155 polis imdat ekiplerince sokak numarasının teyit edilmesi sonrasında ancak saat 02.02 itibariyle olaya etkin şekilde müdahale edilebilmesine imkan sağlayacak adres bilgisine ulaşılabildiği ve aynı dakikada 155 ekiplerine olay yeri adresi verilerek olaya müdahalede bulunmaları maksadıyla anons geçildiği, saat 02.05’de olay yerinde bulunan kurye tarafından aynı ihbarın tekrar yapıldığı ilk ihbar ile kurye tarafından yapılan ihbar arasında üç dakika geçmiş olduğu, çevredeki güvenlik kameraları üzerinde yapılan incelemede müteveffanın saat 02.09’da bıçaklandığı, bıçaklama olayının gerçekleştiğinin ve failin kaçtığının kurye tarafından saat 02.23’de 155 polis imdat ekiplerine bildirilmesi üzerine ekiplerce 112 ekiplerine haber verildiği ve kaçan failin yakalanmasına yönelik olarak ekiplerden bir kısmının olay çevresine yönlendirildiği anlaşılmış olup, kendilerine ihbarın geldiği saat 02.02’den itibaren olay yerine ekiplerin yönlendirilmesini sağlayan ve ihbardan yedi dakika sonra gerçekleşen bıçaklama olayı sonrasında sağlık ekiplerine durumu bildirerek faili yakalamaya odaklanan idare ajanlarının; olayın meydana geliş süreci içinde cinayet faillerinin yakalanması konusunda mevzuat gereği yerine getirmekle yükümlü oldukları görev ve sorumlulukları yerine getirmedikleri, bir ihmal veya kasıt olduğu yolunda bir tespit bulunmaması nedeniyle idarenin ağır bir hizmet kusurunun varlığından söz etmeye olanak bulunmamaktadır.

...”

23. Başvurucular anılan karar aleyhine istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf istemine ilişkin dilekçelerinde başvurucular öz itibarıyla şu iddialarda bulunmuştur:

- Ölen, maruz kaldığı ölüm tehdidi ile bulunduğu konumu saat 01.57’de 155 Polis İmdat hattını arayarak polise bildirmesine karşın polis ekipleri olay yerine ancak saat 02.26 sıralarında intikal etmiştir.

- Ölen, yaşadığı olayın şaşkınlığıyla sokak ismini yanlış söylese de site ismini doğru bildirmiştir. Ayrıca sitenin açık adresine genel ağ arama motorlarında 0,38 saniyede ulaşılabilmesine rağmen polis, doğru adres bilgisine ulaşabilmek için üç dört dakika harcamıştır.

- Öldürülmekle tehdit edilen bir kişiden adres bilgisi istenmesinin ne derece makul ve mantıklı olduğunun sorgulanması, sosyal bir devlette acil durum hattının aranması üzerine arayan kişinin adres bilgilerinin acil durum hattıyla ilgili sisteme otomatik düşmesi gerekir. Bilişim sistemlerinin bu derece geliştiği günümüzde polisin arama üzerine doğrudan adres tespiti yapamaması, olayda idari hizmetin kötü işlediğinin bir göstergesidir.

- İdare Mahkemesinin saldırının ihbardan yedi dakika sonra gerçekleştiği yönündeki tespiti hatalıdır. İlk arama ile saldırı arasında geçen süre on iki dakikadır ve Bornova Ekipler Amirliğinin olay yerine mesafesi yalnızca 558 metredir.

- Saat 02.23’te dahi kolluk olay yerinde değildir. Zira failin olay yerinden kaçtığını kurye bildirmiştir. Bu sebeple saat 01.57’den 02.23’e kadar geçen sürede polisin faili yakalamaya odaklandığı yönündeki İdare Mahkemesi tespiti gerçeği yansıtmamaktadır.

- Somut olayda polis, risk içeren bir operasyon içinde değildir ve önleyici kolluk faaliyeti yürütmektedir. Bu bakımdan polisin kendi faaliyetinin bir risk taşımadığı dikkate alınarak somut olay yönünden tazminat sorumluluğu için ağır hizmet kusuru aranmamalıdır. Kaldı ki polisin otuz dakika içinde olay yerine intikal edememesi şeklindeki kusuru hafif değildir.

- “Çok, azı da kapsar.” kuralı gereğince İdare Mahkemesinin idarenin olaydan cankurtaranın olay yerine otuz dakikada gelmesi nedeniyle de sorumlu tutulması gerektiğinden hareketle dava dilekçesinin bir örneğini Sağlık Bakanlığına tebliğ etmesi gerekir. Neticede devlet, üzerine düşen yaşam hakkını koruma yönündeki pozitif yükümlülüğünü yerine getirmemiştir.

24. İzmir Bölge İdare Mahkemesi Altıncı İdare Dava Dairesi (İstinaf Mahkemesi) İdare Mahkemesi kararının hukuka uygun olduğu ve anılan kararın kaldırılmasını gerektirecek yasal bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle başvurucuların istinaf istemini 20/6/2019 tarihinde kesin olarak reddetmiştir.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

25. Anayasa Mahkemesinin 28/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

26. Başvurucular öz itibarıyla devletin ölen yakınlarının yaşamına yönelik saldırıyı önlemekle yükümlü olduğunu, polis ekipleri kısa sürede olay yerine ulaşsaydı yakınlarının hayatta olacağını ve yakınlarının ölümünün idarenin hizmet kusurunun bir sonucu olduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuruculara göre İdare Mahkemesinin polisin olaydaki ağır ihmali ile ölüm arasında illiyet bağının bulunmadığına yönelik tespiti ağır bir ihlal oluşturmaktadır.

27. Başvurucular Anayasa’da güvence altına alınan herhangi bir hakla bağlantı kurmaksızın şu ihlal iddialarında bulunmuşlardır:

i. Ölen yakınlarının desteğinden mahrum kalmaları, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olması ve polisin kendi faaliyetinin risk taşımaması nedeniyle somut olayda tazminat ödenmesi için idarenin ağır kusuru aranmamalıdır. Kaldı ki polisin olay yerine yaklaşık otuz dakikada ulaşması hafif bir kusur olarak kabul edilemez.

ii. Olayda sağlık görevlilerinin de kusuru bulunmaktadır. Dava dilekçesinde hasım yanlış gösterilse dahi idare mahkemelerinin dava dilekçesini doğru hasma tebliğ etmeleri gerekir.

B. Değerlendirme

1. İddiaların Vasıflandırılması ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

29. Başvurucular, olaydan sağlık görevlilerinin de sorumlu olduğunu iddia etmiş ancak söz konusu sorumluluğun nedeni hakkında bir açıklama yapmamıştır. Ayrıca başvurucular, başvuruya konu edilen tam yargı davasını açmadan önce sağlık görevlilerinin olaydan sorumlu olduğu iddiasıyla Sağlık Bakanlığına müracaat etmedikleri gibi dava dilekçelerinde sağlık görevlileri ile ilgili bir sav da ileri sürmemişlerdir. Bu bakımdan somut olayda davanın yanlış hasma açılması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. Bu durumda anılan iddianın bireysel başvuruya konu edilebilecek herhangi bir anayasal güvence kapsamında incelenmesi mümkün değildir.

30. Öte yandan başvurucuların idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğuna ve polisin olay yerine yaklaşık otuz dakikada ulaşmasının hafif bir kusur olarak kabul edilemeyeceğine yönelik iddialarının devletin ölen yakınlarının yaşamına yönelik saldırıyı önlemekle yükümlü olduğuna, polis ekipleri kısa sürede olay yerine ulaşsaydı yakınlarının hayatta olacağına ve yakınlarının ölümünün idarenin hizmet kusurunun bir sonucu olduğuna ilişkin iddiaları ile birlikte yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında, İdare Mahkemesinin değerlendirmelerine ilişkin iddialarının ise yaşam hakkının usul boyutu kapsamında değerlendirilmesi gerekir.

31. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.”

32. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

34. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa’nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 82).

35. Anılan pozitif yükümlülükler uyarınca devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Neriman Yonat, B. No: 2018/33554, 15/6/2021, § 96; T.A. [GK], B. No: 2017/32972, 29/9/2021, § 133).

36. Sözü edilen koruma ödevini yerine getirilebilmesi için devletin;

i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturması,

ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler alması gerekir (Neriman Yonat, § 97).

37. Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alındığında sözü edilen pozitif yükümlülük, kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanamaz. Ayrıca yaşam hakkının gerektirdiği pozitif yükümlülüklerin yerine getirilmesi kapsamında alınacak tedbirlerin belirlenmesi, idari ve yargısal makamların takdirinde olan bir husustur. Hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması adına pek çok yöntem benimsenebilir ve mevzuatta düzenlenmiş herhangi bir tedbirin yerine getirilmesinde başarısız olunsa bile pozitif yükümlülükler diğer bir tedbirle yerine getirilebilir (Neriman Yonat, § 98; T.A., §§ 136, 137).

38. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devletin yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Neriman Yonat, § 99).

39. Bazı istisnaları olmakla birlikte yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği hâllerde etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık tutulması suretiyle de yerine getirilebilir (Neriman Yonat, § 100) ancak sözü edilen hukuk yollarında makul derecede bir ivedilikle hareket edilerek özenli bir inceleme yapılması şarttır. Bu nedenle derece mahkemelerince yürütülen tazminat ve tam yargı davalarında Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede bir inceleme yapılıp yapılmadığı Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmelidir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Perihan Uçar, B. No: 2013/5860, 1/12/2015, § 52).

40. Öte yandan söz konusu özen şartının yerine getirilmesi, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

41. Anılan pozitif yükümlülükler hiç şüphesiz yaşamları için gerçek ve yakın bir tehdit bulunduğu iddiasıyla kolluk görevlilerine acil çağrı yapan veya kendileri için acil çağrı yapılan kişiler yönünden de geçerlidir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

42. Başvurucuların yakını H.H.K., başvuruya konu olayın meydana geldiği gün saat 01.58’den 02.00’ye 13 saniye kalıncaya kadar geçen sürede 155 Polis İmdat hattında görevli kişiyle yaptığı telefon görüşmesinde ölümle tehdit edildiğini söylemiştir. Bu görüşme sırasında H.H.K.nın bulunduğu ortamdan arbede sesleri de gelmiştir. H.H.K. saat 02.09’da İ.H.B. tarafından bacağından bıçaklanmıştır. Polis ekipleri saat 02.25’te, cankurtaran ise 02.30’da olay yerine gelmiştir. H.H.K. olaydan iki gün sonra kesici, delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar kesisi ile gelişen kanama sonucu vefat etmiştir (bkz. §§ 11, 14). Bu olay sonrasında başvurucular İçişleri Bakanlığı aleyhine İdare Mahkemesi nezdinde tam yargı davası açmıştır (bkz. § 13). Bu davayla ilgili yargılama sürecinde başvurucular öz itibarıyla -bireysel başvurudaki iddialarına benzer şekilde- polisin olay yerine çok geç intikal ettiğinden yakınmıştır. Bu durumda İdare Mahkemesi ve İstinaf Mahkemesi tarafından yaşam hakkının gerektirdiği titizlikte bir inceleme yapılıp yapılmadığı ele alınacaktır.

43. Başvuruya konu yargılama sırasında H.H.K.nın yardım çağrısı üzerine görevlendirilen iki ekipte görevli polislerin disiplin soruşturması kapsamında verdikleri ifadelerinde olay günü Mevlana Mahallesi’nden sorumlu ekibin görevde olmadığını ve bu mahallenin sokaklarını iyi bilmediklerini beyan etmeleri üzerine Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğünde Mevlana Mahallesi’nden sorumlu ekibin olay günü görevde olmamasının sebebi sorulmuştur. Bornova İlçe Emniyet Müdürlüğü İdare Mahkemesine Mevlana ve Doğanlar polis ekibinin olay günü görevde olmaması gibi bir durumun söz konusu olmadığını ve olay günü Asayiş Şube Müdürlüğüne bağlı ekiplerden birinin olayın meydana geldiği Mevlana Mahallesi’ni de kapsayan bir bölgede görevli olduğunu bildirse de disiplin soruşturmasında soruşturmacı olarak görevli Ö.A.ya göre olay günü Mevlana Mahallesi’nden sorumlu olan asıl ekibin görevde olmaması olay yerine geç ulaşılmasının sebeplerinden biridir. Buna rağmen İdare Mahkemesi, Ö.A.nın tespitiyle ilgili açık bir değerlendirme yapmadan polis ekiplerinin olaya etkili bir şekilde müdahale edilebilmesine imkân sağlayacak adres bilgisinin ancak 02.02’de elde edilebildiğini, aynı dakikada 155 Polis İmdat görevlisinin adres bilgisini görevli ekiplere bildirdiğini ve H.H.K.nın 02.09’da bıçaklandığını dikkate alarak olayda ağır hizmet kusuru olmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.

44. Diğer taraftan yine başvuruya konu dava dosyasında yer alan ve Asayiş Müdürlüğüne sunulan komiser yardımcısı imzalı bir raporda ise görevlendirilen ekipçe olayın bıçaklı kavga olduğunun öğrenilmesine rağmen şüpheli şahsın kaçış istikametinde yakalanmasına yönelik uygulama yapıldığı belirtilmiştir. Hatta bu rapora göre ilgili kolluk görevlileri yolda birkaç kişiyi de kontrol etmiş, nihayet adrese ulaştıklarında şahsın yerde yattığını ve başında da kuryenin olduğunu görmüşlerdir. Bunun yanında olay yerine 5-6 km uzaklıktaki diğer ekibin ise bölgeyi tam olarak bilmedikleri gibi adrese yaklaştıkları sırada da olay yerinden kaçan şüpheliyi aramak için bölgede araştırmaya geçtiği raporda belirtilmiştir. Üstelik davaya cevap dilekçesinde davalı idare de olay yerine sevk edilen ekiplerin öncelikli olarak şüpheli şahsın kaçış istikametinde uygulama yaptıklarını bildirmiştir. Tanık olarak ifadesi alınan kurye Ö.K. da olayı bildirdikten sonra on dakika kadar beklemesine rağmen polislerin gelmediğini görünce güvenlik görevlisinin yanına gittiğini, şüphelinin güvenlik görevlisinin bacağını sarmaya çalıştığını gördüğünü, bunun üzerine ambulansı aradığını, polisler olay yerine gelip telsizle bildirdikten sonra ambulansın geldiğini beyan etmiştir. H.H.K. bıçakla tehdit edildiği ve yaralı olarak olay yerinde bulunduğu hâlde her iki ekibin de olay yerine ivedilikle ulaşmak yerine şüpheliyi aramaya koyulması bir özensizlik olarak görülmüştür. Nitekim yaralanan H.H.K. olaydan iki gün sonra kan kaybından vefat etmiştir. Başvurucular ayrıca istinaf taleplerine ilişkin dilekçelerinde başka iddialar yanında Bornova Ekipler Amirliğinin olay yerine mesafesinin yalnızca 558 metre olduğunu da ileri sürmüştür. Bunun da özellikle saldırının önlenmesi için saldırıdan önce olay yerine ulaşılmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesi bakımından değerlendirilmesi gereken bir iddia olduğu açıktır.

45. H.H.K.nın olaydan iki gün sonra kesici, delici alet yaralanmasına bağlı büyük damar kesisi ile gelişen kanama sonucu vefat ettiği anlaşıldığına göre gerek saldırının önlenmesi gerekse de saldırı sonrası alınacak tedbirler yönünden kolluk görevlilerinin olay yerine süratle ulaşmasının yaşam hakkının korunması bakımından son derece önem taşıdığı kuşkusuzdur.

46. Bununla birlikte İdare Mahkemesi ve İstinaf Mahkemesince olay günü Mevlana Mahallesi’nden sorumlu asıl ekibin görevde olmamasının polisin olay yerine geç ulaşmasına neden olup olmadığı, ölümle tehdidin öğrenilmesinden sonra durumun olay yerine en kısa sürede ulaşabilecek polis ekibine veya karakola bildirilip bildirilmediği, yapılan anons üzerine harekete geçen ekiplerin olay yerine süratle ulaşmak için azami özen ve gayreti gösterip göstermediği hususlarında Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği düzeyde bir değerlendirme yapılmadığı sonucuna varılmıştır. Bu bağlamda derece mahkemeleri, polisin hem bıçaklı saldırıyı önlemek hem de sonrasında yaşam hakkının korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak üzere bir an önce olay yerine ulaşıp ulaşmadığı bakımından başvurucuların son derece önemli olaniddiaları hakkında ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya koyamamış, olayı bu yönüyle yeterince aydınlatamamıştır.

47. Yaşam hakkının usul boyutuyla ilgili yukarıdaki tespitler nazara alındığında yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın bu aşamada incelenmesi mümkün değildir.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

49. Başvurucular ihlal tespiti yanında ayrı ayrı 30.000 TL manevi tazminat ile miktar belirtmeden maddi zararlarının tazminini istemiştir.

50. İncelenen başvuruda İdare Mahkemesi ile İstinaf Mahkemesinin başvurucuların iddialarını titiz bir incelemeye tabi tutmaması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı merciince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir(benzer değerlendirme için bkz. Fatma Turan, B. No: 2014/7804, 10/6/2020, § 96; Neriman Yonat,§ 116).

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin İzmir 2. İdare Mahkemesine (E.2017/1274, K.2018/1765) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 364,60 TL başvurucu harcının başvuruculara AYRI AYRI, 4.500 TL vekâlet ücretinin ise MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

GÜNEŞ AYŞE ÖZKESKİN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/41772)

 

Karar Tarihi: 22/11/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 1/3/2023-32119

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucu

:

Güneş Ayşe ÖZKESKİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, polisin silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, başvurucunun silahlı bir terör örgütü içinde faaliyet yürüttüğünü değerlendirdiği oğlu İ.Ö.nün İçişleri Bakanı’na yönelik eylem arayışı içinde olduğuna ve silahlı olabileceğine dair istihbarat bilgisi edinmiş, bu hususu 12/6/2017 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (İstanbul Başsavcılığı) bildirmiştir. Yazıda İ.Ö.nün yürüttüğü söylenen faaliyetlerinin neler olduğu belirtilmemiştir.

6. İstanbul Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet savcısı; şüphelinin kaçması, delillerin kaybolması, yok edilmesi veya başka yere nakledilmesi yönünde tehlike olduğu sonucuna vararak İ.Ö.nün yakalanabilmesi ve delillerin elde edilebilmesi amacıyla içinde İ.Ö.nün yaşadığı yönünde istihbarat bilgisi bulunan bir apartman dairesinde 13/6/2017 tarihinde saat 00.00’dan itibaren 24 saat süreyle arama yapılmasına, elde edilecek suç unsuru eşya ve delillere el konulmasına karar vermiştir. Bahsi geçen daire, İstanbul'un Kadıköy ilçesi Acıbadem Mahallesi’nde bulunan bir sitededir ve başvurucu, anılan dairede eşi N.Ö. ve oğlu İ.Ö. ile birlikte yaşamaktadır.

7. İstanbul Emniyet Müdürlüğü arama işlemi sırasında bir Olay Yeri İnceleme ekibi ile bir bomba imha ekibinin olay yerinde hazır olması için gerekli iç yazışmayı yapmıştır.

8. Altında sicil numaraları yazılı 42 polisten 38’i tarafından imzalanan Olay, Arama ve Elkoyma Tutanağı’na (Olay Tutanağı) göre polisler 13/6/2017 tarihinde saat 00.58 sıralarında başvurucunun ikamet ettiği dairenin kapısını çalmış ve daire sakinlerinin duyabileceği şekilde “Polis, açın kapıyı!” şeklinde uyarı yapmıştır. Daireden ayak sesleri gelmesine rağmen kapının açılmaması üzerine ve delillerin karartılması veya dairedeki kişilerin polislere saldırı düzenlemesi ihtimaline karşı daire kapısı koçbaşı yardımıyla açılmıştır. Daireye giren polisler antrede yaşlı bir kadın (başvurucu) ile orta yaşlı bir erkek (İ.Ö.) görmüştür. Polisi fark eden erkek şahıs sağ taraftaki koridora koşarak soldaki ilk odaya girmiştir. Yaşlı kadını salona alan polisler erkek şahsın bulunduğu odanın kapısına balistik kalkan ile kontrollü bir şekilde yaklaşınca erkek şahıs hedef gözeterek polislere ateş etmiştir. Erkek şahsın “Polis, at silahını, teslim ol!” şeklindeki uyarılara mukabil hedef gözeterek silahla ateş etmeye devam etmesi üzerine polisler silahla ateş ederek erkek şahsı etkisiz hâle getirmiştir. Dairede yapılan kontrolde, olayın meydana geldiği odanın yanındaki yatak odasında yaşlı bir erkek şahıs (N.Ö.) görülmüştür. 112 Acil 01.03’te aranmıştır. Cankurtaran gelmeyince polis birkaç kez daha 112 Acil’i aramıştır. Tuzaklanmaya karşı bomba imha ekibi daireyi kontrol etmiştir. Saat 01.21’de olay yerine gelen ve bomba imha ekibinin kontrolü sonrasında daireye alınan cankurtaran görevlileri vurulan erkek şahsın öldüğünü tespit etmiştir.

9. Olay yeri, arama kararını veren Cumhuriyet savcısı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kadıköy Olay Yeri İnceleme Büro Amirliğinde görevli iki uzman yardımcısı tarafından olay gecesi incelenmiştir. Bu inceleme öncesinde başvurucu ile eşi, bir hastaneye intikal ettirilmiştir. Uzman yardımcılarının olay yerini incelemeleri sonucunda düzenledikleri rapor ve bu raporun ekindeki belgelere göre;

Olay, kendilerine saat 01.20 sıralarında bildirilmiş ve saat 01.30’da olay yerine intikal etmişlerdir. Olay yeri çok katlı bir binanın 4. katındaki bir dairedir. Dairenin çelik olan giriş kapısı kırılmıştır ve yarı açık vaziyettedir. Dairenin girişine göre sağ tarafta mutfak, tam karşıda salon bulunmaktadır. İki bölme arasından geçen koridorun sağ tarafında banyo, banyonun bitişiğinde ise yatak odası vardır. Ayrıca koridorun sonunda bir yatak odası daha bulunmaktadır. Banyonun karşısındaki odada baş kısmı batıya, ayak kısmı ise doğuya bakan, sol kolu başının üzerinde duran ve göğüs bölgesinde yoğun kanlanma olan ölü bir şahıs sağ tarafına dönük yatmaktadır. Bu şahsın üzerinde kısa kollu, beyaz bir atlet ile dize kadar uzanan hâkî renkli bir şort vardır. Atlette mermi giriş deliği olduğu değerlendirilen delikler mevcuttur. Anılan şahsın güneyinde bir tabanca vardır. Üçü 9 mm, üçü 7,65 mm çapında olmak üzere toplam altı mermi kovanı halı üzerinde, 9 mm çapında bir mermi kovanı balkon kapısının önünde, 7,65 mm çapındaki bir başka mermi kovanı ise odanın güney tarafındaki kanepenin üzerindedir. Odadaki halı üzerinde ve TV ünitesinin altında birer adet deforme mermi çekirdeği bulunmaktadır. Odanın girişine göre sağ taraftaki TV’nin üzerinde bir, TV’nin bulunduğu taraftaki duvarda ise üç mermi isabet izi mevcuttur. Odanın girişinde bulunan ve operasyon sırasında kullanıldığı öğrenilen balistik kalkan üzerinde iki mermi giriş deliği olduğu görülmüştür. Mermi çekirdekleri balistik kalkandan çıkarılmıştır. Odada bulunan tabanca kontrol edilmiş; horozunun kurulu, emniyet tertibatının açık olduğu, şarjöründe bir miktar -sayısı belirtilmemiştir- fişek olduğu, ayrıca mermi atım yatağında bir fişek bulunduğu tespit edilmiştir. Ölü şahsın parmak izleri, el svapları ve avuç içi izi, operasyona katılan timde görevli polislerin el svapları ile eldivenleri (üç polisin el svapı ile iki polisin eldiveni) alınmıştır (Svap alma formlarında el svapları alınan polislerin silahla temas edip etmediği ile ilgili bölüm işaretlenmemiştir.). Ölü şahıs hareket ettirilince sol ayağının altında 7,65 mm çapında bir mermi kovanı görülmüştür. Olay yerini ve delilleri fotoğraflamak için 341 poz kullanılmış, ayrıca olay yerinin kamera kaydı yapılıp basit bir krokisi çizilmiştir. Mesafe ölçümleriyle ilgili tabloda ölenin bulunduğu odanın kapısıyla ve polislerle olan mesafesi belirtilmemiştir. Arama işlemini icra etmek amacıyla düzenlenen operasyona katılanlar İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (TEM Şube) ile Özel Harekât Şube Müdürlüğünde (Harekât Şubesi) görevli polislerdir.

10. Olaydan saat 01.22’de haberdar olup saat 02.28’de olay yerine varan Cumhuriyet savcısının düzenlediği olay yeri incelemesine ilişkin tutanak, uzman yardımcılarının düzenlediği raporla uyumludur. Sözü edilen tutanakta ayrıca ölene ait olduğu değerlendirilen tabancaya ait şarjörde iki fişek bulunduğu, evde ölene ait çok sayıda örgütsel eşya olduğu, ölen hakkında bir arama kaydı bulunmadığı, ölenin 1984-1993 yılları arasında ceza infaz kurumunda kaldığı, iki açık suç (örgüt propagandası yapma, 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet) kaydının bulunduğu belirtilmiştir. Yaptığı inceleme sonunda Cumhuriyet savcısı, kesin ölüm nedeni ile ölüm zamanının tespiti için cesedin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

11. Saat 03.50 sıralarında başlayan detaylı arama işlemi sırasında bina yöneticisi N.Ç. ile yardımcısı S.B. hazır bulundurulmuştur. Arama işlemi saat 05.00’te sona ermiş, saat 05.30’da daire kapısı mühürlenmiştir.

12. Başvurucunun ve eşi N.Ö.nün ifadesi Olay Tutanağı’nda imzası bulunan ve TEM Şubede görevli olan polislerce olaydan birkaç saat sonra bilgi sahibi sıfatıyla alınmıştır. Başvurucu ifadesinde özetle evinin kapısından sesler gelmesi üzerine uyanıp koridordan “Ne oluyor?” diye seslendiğini, kapının arkasından “Polis, çekilin kapının arkasından!” dendiğini, sonrasında kapının açıldığını ve evine girildiğini, bu sırada oğlu ile koridorda olduğunu, polislerin kendisini salona aldığını ve silah sesleri duyduğunu söylemiştir. Başvurucunun eşi N.Ö. ise duyduğu sesler üzerine uyandığını, kendisine bulunduğu odada kalmasının söylendiğini, hiçbir şey bilmediğini ifade etmiştir.

13. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine 13/6/2017 tarihinde İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle şüpheli ve müdafiinin soruşturma dosyasını inceleme ve belgelerden örnek alma yetkilerinin kısıtlanmasına, verilen elkoyma kararının onanmasına, el konulan dijital materyaller üzerinde gerekli inceleme, çözümleme ve yedekleme yapılmasına, ölenden alınan kan örneği ile elde edilen biyolojik deliller üzerinde Adli Tıp Kurumunca moleküler genetik inceleme yapılmasına karar vermiştir.

14. Ölü muayenesi ve otopsi işlemleri olay günü Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bir Cumhuriyet savcısı nezaretinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Morg İhtisas Dairesince (Morg Dairesi) yapılmıştır. Ölü muayenesi işlemi sonrasında düzenlenen tutanağa göre ölüm, inceleme anından 3 ila 24 saat öncesinde gerçekleşmiştir. Söz konusu işlemlerden sonra Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, yer bakımından görevsiz olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek anılan işlemlerle ilgili soruşturma evrakını İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Anadolu Başsavcılığı) göndermiştir. Anadolu Başsavcılığı da yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını İstanbul Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Başsavcılığı yetkisizlik kararıyla gelen soruşturma evrakını devam eden soruşturmaya ilişkin evrakla birleştirmiştir.

15. Ölenin müdafii olduğu iddiasıyla bir avukat 14/6/2017 havale tarihli dilekçe ile yakalama kararının, arama kararının ve olayla ilgili tutanakların bir örneğini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı kısıtlama kararını gerekçe göstererek bu talebi reddetmiştir. Ölenin müdafiinin itirazını İstanbul 14. Sulh Ceza Hâkimliği reddetmiştir.

16. Başvurucu, vekilleri aracılığıyla Anadolu Başsavcılığına sunduğu 23/6/2017 tarihli dilekçeyle oğlunun ölümüne neden olan polisler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Sözü edilen dilekçesinde başvurucu özetle ve öz itibarıyla polisin “Teslim ol.” çağrısı yapmadığını, öldürme kastıyla hareket ettiğini ve oğlunu sağ ele geçirmek için gerekli tedbirleri almadığını iddia ederek soruşturmayla ilgili bazı taleplerde bulunmuştur. Başvurucuya göre;

- Soruşturma bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülmelidir.

- Polisin delillerle teması önlenmelidir.

- Polisin çektiği kamera görüntülerinin ham hâli istenmeli, söz konusu görüntülerde montaj veya silme olup olmadığı konusunda bilirkişi incelemesine başvurulmalıdır.

- Şüpheli polislerin silahlarına el konulmalıdır.

- Kolluğun yapması gereken işlemler ve incelemeler polis dışındaki birimlere yaptırılmalıdır.

- Aramayla ilgili karar ve tutanaklar, olay yeri incelemesine ve kriminal incelemelere ait tutanaklar, polislerin el svapı örnekleri, balistik incelemeyle ilgili raporlar, ifadesine başvurulan kişilerin beyanlarını içerir tutanaklar ve suç eşyası esas defterine kaydedilen eşyalarla ilgili belgeler getirtilmelidir.

- İ.Ö.nün ölümüne neden olan polisler tutuklanmalıdır.

17. Başvurucunun yaptığı suç duyurusu sonrasında Anadolu Başsavcılığı konuyla ilgili bir ceza soruşturması başlatmıştır. İstanbul Başsavcılığı ile Anadolu Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalarla ilgili süreçler aşağıda yer almaktadır.

A. İstanbul Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç

18. Başvurucunun evinden elde edilen dijital deliller kollukça incelenerek içerikleri tutanağa bağlanmıştır.

19. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü Parmak İzi Geliştirme Laboratuvarı Büro Amirliğinin (Parmak İzi Şubesi) 27/6/2017 tarihli uzmanlık raporu olay yerinden elde edilen tabancanın şarjöründe iz tespit edilemediğini ancak tabanca üzerinde iz saptandığını ortaya koymuştur. Bu izin ölene ait olup olmadığı yönünde araştırma yapılıp yapılmadığı tespit edilememiştir.

20. Başvurucu; vekili aracılığıyla İstanbul Başsavcılığına verdiği 17/7/2017 havale tarihli dilekçe ile kolluğa verdiği ifadeye ait tutanağın, arama ve elkoyma kararları ile bu kararların icrasına ait tutanakların ve olay yeri incelemesi nedeniyle düzenlenen tutanağın bir örneğinin kendisine verilmesini istemiştir. Anılan dilekçeye göre başvurucunun İfade Tutanağı'nı okumasına izin verilmemiş ve tutanağın bir örneği başvurucuya teslim edilmemiştir. Başvurucunun talebinin yerine getirilip getirilmediği saptanamamıştır.

21. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Biyoloji İhtisas Dairesi (Biyoloji Dairesi) olay yerinde bulunan tabanca ve bu tabancaya ait boş şarjörden svap örnekleri almış, söz konusu svaplarda tespit ettiği kandan DNA profilleri elde ederek söz konusu profilleri ölenin DNA profili ile karşılaştırmıştır. Bu karşılaştırmanın sonucunu gösterir rapora göre DNA profilleri birbiriyle uyumludur.

22. Otopsi raporu Morg Dairesince 7/9/2017 tarihinde tamamlanmıştır. Bu raporun ilgili kısmı şöyledir:

“...

Yüz, gövde ve kollarda yaygın kan bulaşığı, avuç içlerinde siyah mürekkep bulaşığı ile birlikte;

1. Boyun sol yan sternokleidomastoit kas ortasında 1,2x0,5 cm’lik atipik ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,

2. Boyun sağ yan ortada 1,5x1 cm’lik kenarları düzensiz ateşli silah çıkış yarası,

3. Göğüs ön yüz sol midskapular [Skapula kürek kemiği demektir.] 4. kot hizasında 0,6 cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,

4. Sol kol üst dışyan arkada 0,5 cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası,

5. Göğüs sol dış yan orta aksiller [eksen, vücut ekseni] 8. kot hizasında 1cm çaplı ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası izlendi. Başka travmatik patoloji saptanmadı.

Radyolojik incelemede; dişlerde protez, boyun sağ alt bölgede metalik cisim, batın sağ üst kadranda deforme mermi çekirdeği, torakal 8. paravertebralda deforme metalik mermi çekirdeği, sol klavikula çevresinde deforme mermi çekirdeği ve sol humerus başı skapula bileşkesinde çok sayıda deforme metalik cisim ile uyumlu imajlar alındı.

...

...Diafragmanın karaciğer komşuluğuki kanamalı kısmından bir adet mermi çekirdeği elde edildi. 8. Torakal vertebradan mermi çekirdeği elde edildi.

...

...Boyun sağ önden bir adet 5x2mm’lik mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildi. Hyoid kemik ve boyun omurları sağlam bulundu. Sol klavikula çevresinden bir adet mermi çekirdeği ve sol skapula humerus eklem çevresinden irili ufaklı metalik cisimler elde edildi...

...

9) SONUÇ:

...

1- Kişinin vücuduna 4 (dört) adet ateşli silah mermi çekirdeği isabet etmiş olup her birinin oluşturduğu yaralanmanın tek başına ölüm meydana getirir nitelikte olduğu,

2- Ateşli silah mermi çekirdeği giriş yarası cilt ve ciltaltı bulgularına göre; atışların bitişik atış mesafesi dışından yapılmış olduğu, ancak atışların elbiseli bölgeye isabet etmiş olduğundan kesin atış mesafesi tayini yapılamadığı, kesin atış mesafesi tayini isteniyorsa olay anında kişinin üzerinde bulunan ve delik ihtiva eden giysilerin yıkanmadan incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi'ne gönderilmesi gerektiği,

3- Cesetten 3 (üç) adet, makroskobik görünümüne göre muhtemelen 9 mm çapında ileri deforme mermi çekirdeği parçaları ve 1(bir) adet 5x2 mm’lik mermi çekirdeği gömlek parçası elde edildiği,

4- Kişinin ölümünün ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı humerus, skapula, sternum ve omur kırıklarıyla birlikte iç organ ve büyük damar yaralanmalarından gelişen iç kanama ve kan aspirasyonu sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur.”

23. İstanbul Başsavcılığı 5/2/2018 tarihli yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama ve elkoyma işlemine ait görüntüleri içeren DVD’nin gönderilmesini talep etmiştir. Talep 13/2/2018 tarihinde yerine getirilmiştir.

24. Polislerce düzenlenen 3/4/2018 tarihli Açık Kaynak Tespit Tutanağı’na göre ölenin mensubu olduğu iddia edilen terör örgütü adına faaliyet gösteren bazı genel ağ adreslerinde başvurucunun oğlunun ölümünü yücelten, onu sahiplenen ve meydana gelen ölüm nedeniyle kamu kurumlarına yönelik tehdit içeren haberler yapılmıştır.

25. İstanbul Başsavcılığının balistik inceleme sonucuyla ilgili 10/10/2017 ve 5/2/2018 tarihli yazılarına rağmen Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Balistik Şube (Balistik Şube) inceleme sonucunu ancak 22/10/2018 tarihinde rapor hâline getirebilmiştir. Anılan rapora göre;

i. Olay yerinden elde edilen 7,65 mm çapındaki mermileri atan tabanca ile şarjörün atışa engel mekanik arızası yoktur.

ii. Anılan tabancadan yapılan atışlarda kullanılan kovanlar ile olay yerinden alınan 7,65 mm çapındaki beş kovan arasındaki uygunluk ve benzerlik gözetildiğinde sözü edilen beş kovan 7,65 mm çapındaki mermileri atan tabancadan atılmıştır.

iii. Olay yerinde saptanan 9 mm çapındaki dört kovan dört gruba ayrılabilir.

iv. İnceleme için gönderilen iki deforme mermi çekirdeği 7,65 mm’lik fişeklere aittir ancak çekirdekler üzerindeki izler tanıya elverişli değildir.

v. Kalkanın üzerinden elde edilen deforme mermi çekirdekleri üzerindeki izler -mermi çekirdeklerin mevcut durumları da dikkate alındığında- mermilerin hangi silahtan atıldığını tespite elverişli değildir.

vi. Ölenin üzerinden alınan fanilanın etek ucundan 38 cm yukarıda olup sol kol gövde dikişine 13 cm mesafedeki deliği, omuz dikişinden 5,5 cm aşağıda olup sol kol gövde dikişine 0,5 cm mesafedeki deliği ve sol kol gövde dikişinden 2,5 cm aşağıdaki deliği meydana getiren atışlar yakın atış mesafesinden (kısa namlulu silahlarla yapılan atışta 40 cm, uzun namlulu silahlarla yapılan atışta ise 100 cm’lik mesafe) yapılmıştır. Fanilanın etek ucundan 22 cm yukarıdaki delik ve etrafında yanık, kavruk ve barut isi görülmemiş; barut artığı saptanmamıştır.

vii. Ölenin sağ el iç, sol el iç ve sol el dış bölgelerinden alınan svaplarda tespit edilen antimon (Sb), baryum (Ba) ve kurşun (Pb) değerlerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlerin (Sb 35 ‘ng/svap’, Ba 150 ‘ng/svap’ ve Pb 800 ‘ng/svap’) üzerinde olması, ölenin ateşli silahın fişek yatağı veya namlu ucu bölgesinden tuttuğu veya atış artıklarının bulunduğu yerlere temas ettiği ya da atış sırasında silaha çok yakın bir mesafede bulunduğu anlamına gelebilir. Antimon değerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlere yakın olması ve baryum ile kurşun değerlerinin anlamlı olarak kabul edilen değerlerin üzerinde olması dikkate alındığında ölenin sağ elinin dışından alınan svaplarda atış artığı bulunduğu kabul edilebilir.

viii. İki polisten alınan el svaplarında yapılan analizler sonucunda tespit edilen antimon, baryum ve kurşun değerleri polislerin ateşli silahın fişek yatağı veya namlu ucu bölgesinden tuttukları, atış artıklarının bulunduğu yerlere temas ettikleri ya da atış sırasında silaha çok yakın bir mesafede bulundukları anlamına gelebilir. Bir polisin el svapı numunelerinde tespit edilen değerler atış artığı kabul edilen sınırlar içinde değildir. Bir polisin eldivenlerinden alınan svap örneklerinde saptanan antimon, baryum ve kurşun değerleri dikkate alındığında svap örneklerinde atış artığı bulunduğu kabul edilebilir (Raporda eldivenin dış ve iç bölgesinden alınan svaplarda atış artıklarının ateşli silah ile yakın atış mesafesinden yapılan bir atış sonucu oluşmuş olabileceği belirtilmiş ise de bu hususun konuyla ilgili olmayan bir yerde ve ilgisiz bir şekilde bahsedilmesi nedeniyle söz konusu eldivenin hangi polis memuruna ait olduğu anlaşılamamıştır. Bununla birlikte eldiveni alınan ikinci polisin eldiveninin sağ tekinden alınan svap örneklerinde tespit edilen antimon, baryum ve kurşun değerlerinin atış artığı olduğu açıkça belirtilmemiş olsa da söz konusu değerlerin raporda yazılı referans aralıklarının üzerinde olması nedeniyle atış artığı olarak değerlendirebileceği anlaşılmıştır.).

ix. Olay esnasında kullanılan kalkan üzerindeki deliklerden alınan svaplardaantimon, baryum ve kurşun tespit edilmiştir.

26. İstanbul Polis Kriminal Polis Laboratuvar Müdürlüğünce (Kriminal Laboratuvar) yapılan incelemelere ilişkin 4/12/2018 tarihli raporda şu hususlar ortaya konulmuştur:

- Olay yerinden elde edilen tabanca, 7.65 mm çapında mermileri atan yarı otomatik bir tabancadır ve tabancanın ateş etmeye engel arızası bulunmamaktadır.

- Delil poşetlerinde gönderilen 7,65 mm çapındaki beş mermi kovanı ile 7,65 mm çapındaki bir deforme mermi çekirdeğinin ve 7,65 mm çapındaki iki mermi çekirdeği parçası ile üç mermi çekirdeği gömlek parçası olay yerinden elde edilen tabancadan atılmıştır.

- 9 mm çapındaki dört kovan dört farklı ateşli silahtan atılmıştır.

- İnceleme için gönderilen nüvenin hangi silahtan atıldığı yönünde inceleme yapılması mümkün değildir zira nüveler teşhise elverişli karakteristik iz ihtiva etmemektedir.

27. Arama işlemi sırasında yapılan kamera kaydı bilirkişiye incelettirilmiştir. Bilirkişinin hazırladığı 10/12/2018 tarihli rapordan anlaşıldığına göre kayıtlar yalnızca İ.Ö.nün ölümünden sonra yapılan aramayla ilgilidir, video kaydından elde edilen fotoğraflara göre İ.Ö. sağ eli ile sağ bacağının üzerinde, yan yatar bir vaziyettedir; olay yerindeki bulunan tabanca İ.Ö.nün sol eli ile sağ ayağının arasında ve halı üzerindedir.

28. İstanbul Başsavcılığı, ölenin yakınlarının şikâyeti üzerine başvurucunun oğlunun ölümü hakkında Anadolu Başsavcılığınca yürütülen bir ceza soruşturması olduğuna işaret ederek ölene isnat edilen suçlar yönünden 10/12/2018 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

29. İstanbul Başsavcılığının talebi üzerine 9/1/2019 tarihinde İstanbul 12. Sulh Ceza Hâkimliği olay yerinden elde edilen tabanca ve şarjörünün, tabancadan çıkan üç fişek, beş kovan, iki mermi çekirdeği ve bir gömlekli mermi çekirdeğine ait gömlek parçasının müsaderesine karar vermiştir.

B. Anadolu Başsavcılığınca Yürütülen Soruşturmayla İlgili Süreç

30. Anadolu Başsavcılığı 23/6/2017 tarihinde başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucunun ifadesi şöyledir:

 “Ben Alzermır hastası olan eşim [N.Ö.] ve oğlum [İ.Ö.] ile birlikte ... adresinde ikamet ederim. 12/06/2017 gecesini 13/06/2017 gününe bağlayan gece saat 00:30 sıralarında evde hep birlikte bulunduğumuz sırada kapımız şiddetli bir şekilde çaldı. Daha doğrusu kapı sanki çalmıyordu sert ve büyük bir cisimle kapıya vuruyorlardı. Bu sırada oğlum ve eşim uyuyordu. Ben uyanıktım. Kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açacağımı söyledim. Hatta kapı kilitlerini çevirdim. Bu sırada ‘polis’ dediler. Benim açmama fırsat kalmadan kapıyı kırarak içeriye girdiler. İlk başta kamuflajlı yüzleri maskeli ellerinde uzun tüfekleri olan iki şahıs girdi. Elindeki kalkanı portmentonun önüne bıraktı. Beni karşı odaya salona ittirdiler. Ne olduğunu anlayamadım. Sadece üç el silah sesi duydum. Sonrasında bir sessizlik oldu... Daha sonra üç adet merminin oğlum [İ.Ö.nün] cesedinin üzerinden çıktığını öğrendim. Polisler bu şekilde her hangi bir uyarı yapmadan oğlumu evin içerisinde vurup öldürmüşlerdi. Evde kesinlikle çatışma olmadı. Zaten çatışma olsaydı. Polis elindeki kalkanını neden bıraksın. Sonrasında üzerimizi değiştirmeden ve ayakkabılarımızı bile giymeden hemen bizi apar topar Acıbadem karakoluna götürdüler. Oradan da numune hastanesine götürdüler. Çok bitkin ve yıpranmış bir haldeydik. O haldeyken hastane[de] ifadelerimizi aldılar. Ancak ben[im] yanımda gözlüğüm yoktu. Ne yazıldığını göremedim. Okuyamadım. Polisler bana okudu. Bana ve eşime imzalattılar. Hatta daha doğrusu ifadeyi bile bana okumadan imzalattılar. Ben yazılanları okuyamadım. Bir örneğini de bana vermediler. Yazılanlar eğer doğru eğer yanlış ne yazıldığını bilmiyorum. Dolayısı ile kolluğun aldığı ifadeyi kesinlikle kabul etmiyorum. Polisler oğlumu vurmak amacıyla eve girmişlerdir ve öldürmüşlerdir. İlgili polislerin tespit edilerek adam öldürmekten cezalandırılmalarını istiyorum...”

31. Anadolu Başsavcılığı 12/7/2017 tarihli yazıyla İstanbul Başsavcılığından kolluk evrakının, ev araması sonucu tutulan tutanakların ve aramaya katılan polislerin kimliğinin tespiti amacıyla olay yerine ait görüntülerin örneklerini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı; arama ve elkoyma kararı ile dayanağı kolluk belgelerinin, uzman yardımcılarınca yapılan olay yeri incelemesi ile ilgili belgelerin ve İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen kısıtlama kararının birer örneğini göndermiştir.

32. 2/11/2017 tarihinde Anadolu Başsavcılığı görevli polislerin arama ve elkoyma kararını veren Cumhuriyet savcısının talimatları doğrultusunda hareket ettiği, başvurucunun ölümü hakkında yürütülmesi gereken soruşturmanın ölene isnat edilen suçlar nedeniyle yürütülen soruşturmayla birlikte yürütülmesi gerektiği gerekçesiyle yetkisizlik kararı verip soruşturma evrakını İstanbul Başsavcılığına göndermiştir. İstanbul Başsavcılığı, soruşturma yetkisinin Anadolu Başsavcılığına ait olduğu gerekçesiyle 27/11/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir. Somut olayda yetkili başsavcılığı tespit etmekle görevli olan Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi 27/12/2017 tarihli kararla başvurucunun oğlunun ölümü ile ilgili soruşturmanın Anadolu Başsavcılığınca yürütülmesi gerektiğini saptayarak Anadolu Başsavcılığınca verilen yetkisizlik kararını kaldırmıştır.

33. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihli bir yazıyla İstanbul Başsavcılığından arama, ölü muayenesi ve otopsi işlemlerine ait tutanaklar ile kamera kayıtlarının birer örneğinin gönderilmesini talep etmiştir. İstanbul Başsavcılığı uzman yardımcılarınca düzenlenen olay yeri incelemesine ilişkin raporun, Cumhuriyet savcısınca yapılan olay yeri incelemesiyle ilgili tutanağın, otopsi işlemi yapıldığına dair tutanağın ve kısıtlama kararının birer örneğini göndermiş; kamera kayıtlarının temini için yazışma yapıldığı ve temin edildiğinde söz konusu kayıtların bir örneğinin gönderileceği konusunda Anadolu Başsavcılığını bilgilendirmiştir.

34. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihli bir başka yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama kararının ve bu işlemin icrasıyla ilgili tutanağın, olayla ilgili tutanağın, otopsi ve olay yeri incelemesine ilişkin tutanakların, varsa olaya ilişkin kamera kayıtlarının ve aramada görevli polislerin görev belgelerinin birer örneğinin gönderilmesini, ayrıca arama işlemine katılan polislerin şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasını istemiştir. Bu yazıya cevap verilmemesi üzerine Anadolu Başsavcılığı 6/6/2018 tarihinde talebini yinelemiştir. Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü 2/7/2018 tarihli yazıyla 10/5/2018 tarihli tahkik emriyle başmüfettiş görevlendirildiği ve incelemenin devam ettiği konusunda Anadolu Başsavcılığına bilgi vermiş, Polis Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı da devam eden idari soruşturmaya ait belgeleri 26/7/2018 tarihinde Anadolu Başsavcılığına göndermiştir (UYAP aracılığıyla yapılan incelemede gizli kalması amacıyla karartılması ya da iyi taranmaması nedeniyle bazı belgelerin büsbütün siyah olduğu görülmüştür. Az sayıdaki bu belgelerin dışında kalanlar İstanbul Başsavcılığı ve Anadolu Başsavcılığınca yürütülen soruşturmalara ait belgeler ile tahkik kapsamında soruşturmacı görevlendirilmesi, ölenin gözaltı ve adli sicil kayıtlarının celbi gibi hususlarda yapılan yazışmalardan ibarettir.). Bu arada İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bazı polisler, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısıyla görüşmüş ve aldıkları talimat doğrultusunda soruşturmanın İstanbul Başsavcılığında terör suçlarıyla görevli Cumhuriyet savcısı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünün terör suçlarıyla ilgili birimi tarafından yürütüldüğü yönünde tutanak düzenlemiştir. Bu tutanak İstanbul Emniyet Müdürlüğünce 16/8/2018 tarihinde Anadolu Başsavcılığına gönderilmiştir.

35. 5/11/2018 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama sırasında kayıt yapılmış ise bu kaydın CD’ye kaydedilerek gönderilmesi istenmiştir. Talebin yerine getirilip getirilmediği saptanamamıştır.

36. Anadolu Başsavcılığı 28/12/2018 tarihli bir yazıyla İstanbul Başsavcılığından ölenin el svapları, olay yerinde bulunan tabanca ve tabancaya ait diğer materyaller ile elbiseler üzerinde yapılan incelemeler sonucu düzenlenen raporların ve otopsi raporunun birer örneğini istemiştir. İstanbul Başsavcılığı soruşturmanın sona erdiğini bildirerek istenen belgeler de dâhil bazı soruşturma belgelerini Anadolu Başsavcılığına 3/1/2019 tarihinde göndermiştir. UYAP’ta mevcut belgelere göre gönderilen belgeler arasında arama işlemi sırasında çekilen fotoğraflar ve video kaydı ile söz konusu video kaydının içeriği hakkında bilirkişiden alınan rapor yer almamaktadır.

37. Anadolu Başsavcılığı, İ.Ö.nün polis memurlarına açtığı ateş sonrasında başlayan çatışma neticesinde ölümün meydana geldiği ve olayda meşru savunma hâlinin bulunduğu gerekçesiyle 23/9/2019 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“...

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ... soruşturma dosyası içinde bulunan ifadeler, belgeler ve raporlar incelendiğinde; İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından verilen arama kararını infaz etmek için Kadıköy ilçesi Acıbadem Mahallesi ... sayılı adrese girdiklerinde [İ.Ö.nün] silahla görevli polis memurlarına doğru ateş ettiği, görevli polis memurlarının da silahla karşılık vermesi sonucu çıkan silahlı çatışmada [İ.Ö.nün] eks olduğu, olay mahallinde yapılan incelemede ölen [İ.Ö.nün] yanında 7*65 mm çapında 1 adet tabanca bulunduğu, bu tabanca üzerinde ölen [İ.Ö.nün] svapları bulunduğu ve görevli polis memurlarının kendilerini korumak için kullandıkları balistik kalkana isabet eden mermi çekirdeklerinin [İ.Ö.nün] yanında bulunan tabancadan çıkan kurşuna ait olduğu tespit edilmiş olması nedeniyle müştekinin iddialarının soyut nitelikte olduğu anlaşıldığından,

Şikayet edilen şüpheli polis memurları olay tarihinde müştekinin oğlu [İ.Ö.nün] yakalamak için bulunduğu adrese gittiklerinde [İ.Ö.nün] görevli polis memurlarına doğru silahla ateş ettiği, görevli polis memurları da Türk Ceza Kanunu ve PVSK uyarınca müdahale ettikleri olaylarda kendilerine yönelik silahla ateş eden kişilere karşı silah kullanma yetkilerini kullanarak yaptıkları atış sonucu [İ.Ö.nün] ölümüne sebebiyet verme eylemleri ve ellerindeki arama kararında belirtilen evin kapısını zorla açmaları eylemleri meşru savunma ve zorunluluk halini oluşturduğundan haklarında kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA... [karar verildi.]

38. Başvurucu, vekili aracılığıyla Anadolu Başsavcılığınca verilen karara itiraz etmiştir. İtirazında başvurucu özetle oğlunun ölümüyle ilgili soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, delillerin toplanması yönünde gerekli adımların atılmadığını ve yaptığı suç duyurusuyla ilgili dilekçesindeki taleplerinin dikkate alınmadığını belirterek özellikle soruşturma evrakının kendisine verilmemesinden ve operasyon anına ait kamera görüntülerinin getirtilmemesinden yakınmıştır. Başvurucuya göre oğlunun ölümüne neden olan polislerin bağlı olduğu İstanbul Emniyet Müdürlüğü soruşturmada etkin rol almıştır, oğlunun yakınında silah bulunması çatışma yaşandığının göstergesi değildir, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran nedenlerinin bulunup bulunmadığı hususunda Cumhuriyet savcıları değerlendirme yapamaz ve Anadolu Başsavcılığınca verilen karardaki gerekçeler soyuttur.

39. Başvurucunun itirazı 14/11/2019 tarihine İstanbul Anadolu 1. Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

40. İlgili hukuk için bkz. Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, §§ 63, 64, 67-74.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

41. Anayasa Mahkemesinin 22/11/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

42. Başvurucu, öz itibarıyla polisin mutlak zorunlu bir durumda ve karşılaşılan güce nazaran orantılı bir biçimde silah kullanmadığını, ayrıca oğlunun ölümü nedeniyle etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğini belirterek yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

43. Başvurucu yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiası kapsamında şu iddiaları ortaya atmıştır:

- Polisin güç kullanmadan da oğlunu yakalama imkânı vardır zira olay yerinde çok sayıda polis bulunmaktadır. Ayrıca polis, oğlunun kurşunlarının bitmesini beklememiş ve uyarıda bulunmadan ateş açmıştır.

- Bir kişinin silahlı olması ve polise silahla karşılık vermesi bu kişinin sağ olarak yakalanmasının önünde engel teşkil etmemektedir. Çünkü benzer operasyonlarda görev alan ve eğitimli olan Harekât Şubesinde görevli polisler kendilerini korumak için çelik yelek, kask ve kalkan gibi araçlara sahiptir.

- Polis, karşısındaki kişi silahlı olsa bile kişinin teslim olmasını bekleyebilir.

- Güç kullanılmasının mutlak zorunlu olduğu durumlarda polis, karşısındaki kişinin silahla karşılık vermesini engelleyecek şekilde, ölümcül olmayan vücut bölgelerine ateş edip kişiyi yakalayarak yargılama makamları önüne çıkarabilir. Oysa oğlunun vücudundaki yaralanmalar şah damarında ve göğsündedir.

- Bir ailenin yaşadığı evde silahlı güce başvurulmuştur. Ölen, başvurucunun kendisi veya alzaymır hastası olan eşi de olabilir.

- Oğlunun vücudundaki yaralar, orantılı güç kullanıldığına yönelik savunmanın inandırıcılığını zedelemektedir.

44. Başvurucu, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği savıyla ilgili olarak olayın aydınlatılması için gerekli çaba gösterilmediğini iddia etmiştir. Başvurucuya göre;

- Olay yerinde yapılan kamera kaydı ve çekilen fotoğraflar incelenmemiştir.

- Cumhuriyet savcısı olay yerine olayın bildirilmesinden bir saat sonra ulaşmıştır.

- Deliller operasyona katılan polislerce toplanmıştır.

- Operasyona 42 polis katılmasına rağmen sadece üç polisin el svapı alınmıştır. Üstelik el svapını alanlar bu polislerin çalışma arkadaşlarıdır. Ayrıca svap alma formunun silahla temas edilip edilmediğine dair bölümü boş bırakılmıştır.

- Cumhuriyet savcısı, ilgili polis ve amirlerinin şüpheli veya tanık olarak ifadelerini almamıştır. Bu durum soruşturmanın tarafsız yürütülmediği yönünde bir izlenim vermektedir.

- Olay yeri inceleme raporunda 341 poz fotoğraf ve video kaydından söz edilmesine karşın sözü edilen kayıtlar getirtilmemiş, olay anına ait polis telsiz konuşmalarına ait kayıtlar celbedilmemiştir.

- Arama kararının dayanağını oluşturan saldırı hazırlığıyla ilgili hiçbir delil ve emare bulunamamıştır. Bu bakımdan operasyonun planlanmasında eksiklik olduğu ve polisin yanlış bilgilendirmeyle hareket ettiği açıktır.

- Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda ve Hâkimlik kararında, izin verilen zorunlu durumun ne olduğu irdelenmemiş; gerekçe gösterilmemiştir.

- Olay nedeniyle yürütülen idari soruşturmada soruşturmayı yapacak kişinin tespiti için altı ay harcanmıştır. Ayrıca bahse konu soruşturmada ölüm olayı değil ölenin hayatı araştırılmış, böylece polisin bir teröristi öldürdüğü yönünde oluşturulmak istenen algı güçlendirilmek istenmiştir. Sadece bu durum bile soruşturmacıların bağımsız ve tarafsız olmadığını göstermektedir.

45. Bakanlık görüşünde özetle Anadolu Başsavcılığının ulaştığı maddi vakıalara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için kuvvetli bir neden bulunmadığı ve bir sonuç yükümlülüğü olan etkili soruşturma yükümlülüğünün somut olayda yerine getirildiği savunulmuştur.

B. Değerlendirme

46. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

...

(Değişik: 7/5/2004-5170/3 md.; 21/1/2017-6771/16 md) Meşru müdafaa hali ...sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

47. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. İncelemenin Kapsamı Yönünden

48. Başvurucu, yaşam hakkının usul boyutu yanında öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun da ihlal edildiğini öne sürmüştür. Bu nedenle yaşam hakkının maddi boyutu yönünden yapılacak incelemede polislerin mutlak zorunlu bir durumda ve karşılaştıkları güce nispeten orantılı biçimde silahlı güce başvurup başvurmadıkları değerlendirilmeli, bu değerlendirme yapılırken başka hususlar yanında polislerin eylemlerinin planlanması ve kontrolü dâhil olmak üzere olayın bütün aşamaları hesaba katılmalıdır (Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutunun incelenmesi konusunda benimsediği genel ilkeler için çok sayıda karar arasından bkz. Seyfullah Turan ve diğerleri, B. No: 2014/1982, 9/11/2017, §§ 143-148; Mahpulah Özarslan, B. No: 2016/12544, 15/9/2020, §§ 45-49). Ne var ki yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddia hakkında varılacak sonuçtan bağımsız olarak yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden eksiksiz bir inceleme yapmak için gerekli olan makul şüphenin ötesinde kanıt, başvuru dosyasında mevcut değildir. Bu bakımdan başvurucunun ihlal iddiaları hakkında yapılacak inceleme zorunlu olarak yaşam hakkının usul boyutu ile sınırlı olacaktır (yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu yönünden inceleme yapılamasa da yaşam hakkının usul boyutu kapsamında incelenen başvurular için birçok karar arasından bkz. Aisha Fares, B. No: 2015/18701, 31/10/2018; Mahin Parjani ve diğerleri, B. No: 2015/19219, 10/10/2019; Ahmet Kortak ve diğerleri, B. No: 2016/14603, 10/12/2019; Yılmaz Adlığ, B. No: 2017/16475, 8/7/2020). Ayrıca yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği yönünden inceleme yapılması için gerekli kanıt unsurunun yokluğu ve başvuru dosyasında mevcut idari soruşturmayla ilgili belgelerin yetersizliği nedeniyle ölüm olayı hakkında yürütülen idari soruşturma ile idari soruşturmaya yönelik iddialar da bu başvuruda değerlendirilemeyecektir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Başvurucunun ihlal iddiası açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başvuruda başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmamaktadır. Bu nedenle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

50. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 82).

51. Pozitif yükümlülüğü kapsamında devlet, başka gereklikler yanında yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir yargısal sistem kurmakla da yükümlüdür. Bu usul yükümlülüğü şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 97).

52. Polisin güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olaylarında yürütülmesi gereken soruşturma şüphesiz ceza soruşturmasıdır (Okan Göçer, B. No: 2017/29596, 13/1/2021, § 58).

53. Öte yandan etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa’nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 98).

54. Etkili yargısal sistem kurma yönündeki usul yükümlülüğünün ceza soruşturmasını gerekli kıldığı durumlarda soruşturmanın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri,

- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması,

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri,

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi,

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, olayda güç kullanımı var ise kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi şarttır (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 99).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

55. Soruşturma makamlarının resen ve derhâl harekete geçmesine ilişkin ilke yönünden başvurucunun herhangi bir iddiası bulunmadığı gibi bu konuda herhangi bir eksiklik de görülmemiştir. Anayasa Mahkemesine göre Anadolu Başsavcılığının başvurucunun yaptığı suç duyurusu üzerine polisler hakkında soruşturma başlatması, sonucu değiştirmemektedir. Zira ölüm olayından haberdar olması sonrasında İstanbul Başsavcılığı, ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti için derhâl harekete geçip bazı soruşturma işlemleri (olay yerinin incelenmesi, otopsi işlemi için ölenin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesi) yapmış ve soruşturma süresince pek çok delil toplamıştır. Yürütülen soruşturma sonunda verilen kararda yalnızca İ.Ö.ye isnat edilen eylemler yönünden değerlendirme yapılsa da Anadolu Başsavcılığınca yürütülen soruşturmaya işaret edilmiştir (bkz. § 28). Bu bakımdan yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapılacak değerlendirmede İstanbul Başsavcılığınca yapılan soruşturma da dikkate alınmalıdır.

56. Başvurucu, meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılamadığını iddia etmemiş; bu konuda eksiklik de tespit edilmemiştir.

57. Başvurucu, Cumhuriyet savcısının ilgili polis ve amirlerin şüpheli veya tanık olarak ifadelerini almadığından şikâyet ederek soruşturmanın tarafsız yürütüldüğü yönünde bir görüntü vermediğini iddia etmiş; ayrıca delillerin operasyona katılan polislerce toplandığını ve üç polisin el svapını alanların bu polislerin çalışma arkadaşları olduğunu belirterek soruşturmanın bağımsız olmadığını ima etmiştir.

58. Kamu görevlilerinin karıştığı ölüm olaylarıyla ilgili soruşturmaların etkililiği için soruşturmadan sorumlu kişiler ile tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden yalnızca hiyerarşik ya da kurumsal olarak bağımsız olması yeterli değildir. Aynı zamanda soruşturmanın uygulamadaki bağımsız ve tarafsızlığının da sağlanması gerekir. Başka bir ifadeyle anılan ilke, soruşturmanın hem hukuki hem de fiilî olarak tarafsız ve bağımsızlığının sağlanmış olmasını gerektirir (Aisha Fares, § 87). Ayrıca bir ceza soruşturmasının yeterince bağımsız olup olmadığı, soruşturmaya özel bütün koşullara ve soruşturmadaki unsurların ölümün koşullarını tespit etme ve sorumluları cezalandırma yeterliliğini riske atıp atmadığına, şayet riske atıyorsa ne ölçüde riske attığına bağlıdır (Mahpulah Özarslan, §65).

59. Somut olayda başvurucu ile eşi N.Ö.nün ifadesi operasyonda görev yapmış polislerce alınmıştır. Bununla birlikte olay yerindeki deliller (el svapları da dâhil) operasyonu icra etmekle görevli TEM Şube ile Harekât Şubesinde görevli olmayan iki uzman yardımcısı tarafından toplanmıştır. Ayrıca olay yeri incelemesi sırasında Cumhuriyet savcısı hazır bulunmuştur. Soruşturma kapsamındaki kriminal incelemelerin tamamına yakını (Parmak İzi Şubesi ile Kriminal Laboratuvarca yapılan incelemeler hariç) operasyona katılan polislerle arasında hiyerarşik ya da kurumsal bağ bulunmayan Adli Tıp Kurumu Başkanlığına bağlı birimlerde çalışan kişilerce yapılmıştır. Parmak İzi Şubesi ile Kriminal Laboratuvardan rapor alınması ise -rapor içerikleri de dikkate alındığında- başvuruya konu soruşturmanın bağımsızlığına halel getirmemiştir. Soruşturma kapsamında yapılan işlemler gözetilerek somut olayda operasyona katılan polis ve amirlerinin ifadelerinin alınmaması soruşturma makamlarının tarafsızlığını zedeleyen bir husus olarak da görülmemiştir (Öte yandanoperasyona katılan polis ve amirlerinin ifadelerinin alınmaması, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin toplanmasına ilişkin ilke (eksiksizlik) yönünden aşağıda ayrıca değerlendirilecektir.). Bu nedenle başvuruya konu ceza soruşturmasının bağımsız ve tarafsız bir şekilde yürütülmediğine yönelik iddiaya itibar edilmemiştir.

60. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesine, ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delillerin tespit edilmesine ilişkin gerekliliklere gelince soruşturma makul sayılabilecek bir sürede tamamlanmış, soruşturmada ölüm nedeni ile ölümün hangi koşullarda meydana geldiğinin tespiti için birçok adım (olay yeri incelemesi, ölenin ve üç polisin el svapları ile iki polisin eldiveninin alınması, ölü muayenesi ve otopsi işlemi, olay yerinde bulunan tabanca ve üzerinde vücut izi ve biyolojik örnek incelemesi, atış artığı ve atış mesafesinin tespitine yönelik inceleme, olay yerinde bulunan tabanca ve mermi kovanlarının incelenmesi) atılmıştır.

61. Cumhuriyet savcısının olay yerine olayın bildirilmesinden yaklaşık bir saat sonra ulaşması soruşturmanın etkiliğine zarar veren bir unsur olarak kabul edilmemiştir. Çünkü Cumhuriyet savcısının olay yerine intikali öncesinde deliller olayla ilgisi bulunmayan uzman yardımcıları tarafından muhafaza altına alınmıştır. Ayrıca meselenin soruşturmanın etkililiğini zedelediğine dair emare bulunmamaktadır.

62. Başvurucu, polis telsiz konuşmalarına ait kayıtların getirtilmediğinden yakınsa da başvurucunun dairesine girildiği andan İ.Ö.nün ölümüne kadar geçen sürede polislerin telsizle görüşme yaptığına dair bir bilgi bulunmamaktadır.

63. Başvurucu, operasyona 42 polis katılmasına rağmen sadece üç polisin el svapının alındığını ve svap alma formunun silahla temas edilip edilmediği ile ilgili bölümünün boş bırakıldığını ileri sürmüştür.

64. Uzman yardımcılarının olay yeri incelemesi nedeniyle düzenledikleri rapor ve bu raporun ekindeki belgelere göre üç polisin el svapı, iki polisin ise eldiveni muhafaza altına alınmıştır. Ölende tespit edilen ateşli silah giriş yarası dörttür ve olay yerinde -cesetten çıkan üç mermi çekirdeğinin 9 mm olduğu gözetildiğinde- polislerin kullandığı aşikâr olan 9 mm’lik silaha ait dört boş kovan bulunmuştur. Ayrıca Balistik Şubenin raporundan anılan kovanların dört ayrı silahtan atıldığı ve bu silahları el svapı alınan iki polis ile eldiveni alınan iki polisin kullandığı anlaşılmıştır (bkz. § 25/viii). Bu durumda başvurucunun eksiklik olarak belirttiği hususlar soruşturmanın etkililiğine zarar vermemiştir.

65. Öte yandan başvuruya konu soruşturmada soruşturmanın etkililiğine tesir eden önemli eksiklikler ve bazı özensizlikler söz konusudur.

66. Öncelikle operasyonda görev alan polisler ile başvurucunun silah seslerini duyabilecek komşularının beyanlarına başvurulmamıştır. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihli bir yazıyla İstanbul Emniyet Müdürlüğünden arama işlemine katılan polislerin şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alınmasını istemiş ve bu talebini 6/6/2018 tarihinde yinelemiş ise de İstanbul Emniyet Müdürlüğünde görevli bazı polisler, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısıyla görüşüp soruşturmanın İstanbul Başsavcılığında terör suçlarıyla görevli Cumhuriyet savcısı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğünün terör suçlarıyla ilgili birimi tarafından yürütüldüğü yönünde tutanak düzenlemiştir. Oysa operasyonda görev alan polislerin ve silah sesini duyabilecek komşuların beyanlarının alınması olayın nasıl bir seyir izlediğinin belirlenmesini sağlayabilir.

67. Anadolu Başsavcılığı 17/1/2018 tarihinde İstanbul Başsavcılığından ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünden kamera kayıtlarının birer örneğinin gönderilmesini talep etmiş ancak sözü edilen kayıtlar gönderilmemiştir. Buna rağmen Anadolu Başsavcılığı kamera kayıtlarının temini için yeni bir çaba içine girmemiş, olay yeri incelemesi sırasında çekilen fotoğrafları celbetmemiştir. Uzman yardımcılarının olay yeri incelemesi nedeniyle düzenledikleri rapor ve diğer belgelerde ölenin bulunduğu odanın kapısının polislerle olan mesafesinin belirtilmemesi bahse konu kamera kaydı ile fotoğrafları daha da kıymetli hâle getirmiştir.

68. Balistik Şubenin hazırladığı raporda eldivenin dış ve iç bölgesinden alınan svaplardaki atış artıklarının ateşli silahla yakın atış mesafesinden yapılan atış sonucu oluşabileceği belirtilse de söz konusu husustan konuyla ilgili olmayan bir yerde ve ilgisiz bir şekilde bahsedilmesi nedeniyle söz konusu eldivenin hangi polis memuruna ait olduğu anlaşılamadığı hâlde (bkz. § 25) Balistik Şubeden ek rapor alınmamıştır.

69. Parmak İzi Şubesince hazırlanan uzmanlık raporunda olay yerinde bulunan tabanca üzerinde iz saptandığı belirtilse de bu izin ölene ait olup olmadığı yönünde araştırma yapılıp yapılmadığı soruşturma dosyasından anlaşılamamıştır (bkz. § 19).

70. Olay Tutanağı’na göre polisler İ.Ö.nün odanın kapısına balistik kalkan ile kontrollü bir şekilde yaklaşmış, İ.Ö. ise hedef gözeterek polislere ateş etmiştir. İ.Ö. “Polis, at silahını, teslim ol!” şeklindeki uyarılara da silahla ateş ederek cevap verince polisler İ.Ö.ye ateş etmiştir (bkz. § 8). Bununla birlikte polislerin kullandığı 9 mm’lik silahlara ait dört boş kovandan birisi balkon kapısının önünde, diğerleri odadaki halı üzerinde bulunmuştur (bkz. § 9). Otopsi raporuna göre ölendeki ateşli silah giriş yaraları, boynunun sol yan tarafında, göğsünün ön yüz sol bölgesinde, sol kolunun üst dış yan arkasında ve göğsünün sol dış tarafındadır (bkz. § 22). Balistik Şubenin hazırladığı rapora göre ölenin atletindeki üç delik, polisler kısa namlulu silah kullanmış ise 40 cm’lik, uzun namlulu silah kullanmışsa 100 cm’lik mesafeden yapılan atışlar sonucu oluşmuş ve olay yerindeki 9 mm’lik dört kovan dört farklı silahtan atılmıştır (bkz. § 25). Bütün bunlara rağmen anılan dört kovanın hangi polise ait hangi silahtan atıldığı tespit edilmemiş, olay yerinde keşif yapılmak suretiyle olay canlandırması da yapılmamıştır. Hâlbuki gerek yukarıdaki paragraflarda gerekse bu paragrafta bahsedilen eksiliklerin tamamlanması suretiyle olay yerinde yapılacak keşif, başvuruya konu olayın nasıl bir seyir izlediğinin belirlenmesi için olmazsa olmaz niteliktedir.

71. Anadolu Başsavcılığı, İstanbul Başsavcılığının bazı soruşturma belgelerini 3/1/2019 tarihinde göndermesinden sonra yeni soruşturma işlemi yapmamasına rağmen soruşturmayı sonuçlandırmak için 23/9/2019 tarihine kadar beklemiştir.

72. Son olarak ifade etmek gerekir ki olayda meşru savunma hâlinin bulunduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilse de bu kararda yaşam hakkına yönelik müdahalenin ölçülü olup olmadığına yönelik bir değerlendirme yer almamıştır. Anayasa'nın 17. maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilenler (meşru müdafaa hâli, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hâllerde yetkili mercinin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlar) öldürmeye izin verilen hâller değil istenmeyen bir sonuç olarak yaşam hakkından yoksun kalma sonucunun doğabileceği güç kullanılmasına izin veren durumlar olduğu için ölümle sonuçlanan bir silahlı güç kullanımı olayıyla ilgili soruşturma sonunda verilen kararda, yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığı yanında zorunlu bir durumdan kaynaklanıyorsa müdahalenin ölçülü olup olmadığı da değerlendirilmelidir.

73. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Muhterem İNCE bu görüşe katılmamıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

74. Başvurucu ihlalin tespitini ve manevi zararının karşılanmasını talep etmiştir.

75. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği soruşturma makamınca yapılması gereken iş yeniden soruşturma işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin benzer yöndeki kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

76. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

77. Bireysel başvurunun avukat yardımıyla yapıldığı ancak başvurucunun daha sonra avukatını vekillik görevinden azlettiği anlaşılmıştır. Azille birlikte başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet ilişkisi sona erse de bireysel başvurunun avukat aracılığıyla yapılmış olması sebebiyle başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE Muhterem İNCE’nin karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinden doğan sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2018/692) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 90.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 364,60 TL başvurucu harcından oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 22/11/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, polisin silahlı güç kullanımı sonucu oğlu İ.Ö. nün meydana gelen ölümü ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkememiz çoğunluğu, silahlı güç kullanımı sonucunda meydana gelen ölüm olayında meşru savunma hakkının bulunduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olsa bile, kararda, yaşam hakkına yönelik müdahalenin ölçülülüğüne yönelik bir değerlendirmeye yer verilmediğinden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Çoğunluğun bu yöndeki görüşüne katılmıyorum.

2. İstanbul Emniyet Müdürlüğü, başvurucunun oğlu müteveffa İ.Ö.nünsilahlı terör örgütü içinde faaliyet yürüttüğü, İçişleri Bakanı’na yönelik eylem arayışı içinde olduğu ve silahlı olabileceğine ilişkin istihbarat bilgisi edinmiş, bu hususu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirmiş; Cumhuriyet savcısı; İ.Ö.nün kaçması ve delillerin kaybolması, yok edilmesi veya başka yere nakledilmesi yönünde tehlike bulunduğu sonucuna vararak yakalanabilmesi ve delillerin elde edilebilmesi amacıyla yaşadığı apartman dairesinde saat 00.00’dan itibaren 24 saat süreyle arama yapılmasına, elde edilecek suç unsuru eşya ve delillere el konulmasına karar vermiş; arma kararını icra eden polis ekiplerinin ikazlara (Polis, açın kapıyı! şeklinde) rağmen kapının açılmaması üzerine kırılmak suretiyle içeri giren kolluk mensupları, “Polis, at silahını, teslim ol!” uyarısını yaptıkları esnada İ.Ö.nün ateşle karşılık vermesi üzerine polisin karşı ateş etmesi sonucunda başvurucunun oğlu İ.Ö. hayatını kaybetmiştir.

3. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklarından olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme, bunun yanı sıra, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50-51).

4. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında “(1) meşru müdafaa hali, (2) yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, (3) bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, (4) bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, (5) olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda” yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir (Yılmaz Adlığ, B. No: 2017/16475, 8/7/2020, §. 31).

5. Başvuruya konu olayda Başsavclık, başvurucunun yaptığı suç duyurusu üzerine polisler hakkında hemen soruşturma başlatmış, ölüm olayından haberdar olunması sonrasında ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti için derhâl harekete geçip bazı soruşturma işlemleri (olay yerinin incelenmesi, otopsi işlemi için ölenin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesi) yapmış ve soruşturma süresince pek çok delil toplamıştır. Yine, başvurucu ile eşi N.Ö. nün ifadesine başvurulmuş, olay yerindeki deliller (el svapları da dâhil) toplanmıştır. Olay yeri incelemesi sırasında Cumhuriyet savcısı bizzat hazır bulunmuş; soruşturma, makul sayılabilecek bir sürede tamamlanmıştır. Soruşturmada ölüm nedeni ile ölümün hangi koşullarda meydana geldiğinin tespiti için birçok işlem de (olay yeri incelemesi, ölenin ve üç polisin el svapları ile iki polisin eldiveninin alınması, ölü muayenesi ve otopsi işlemi, olay yerinde bulunan tabanca ve üzerinde vücut izi ve biyolojik örnek incelemesi, atış artığı ve atış mesafesinin tespitine yönelik inceleme, olay yerinde bulunan tabanca ve mermi kovanlarının incelenmesi) yapılmıştır. Ancak kamu davasının açılmasına yönelik yeterli bir delile ulaşılmadığından Cumhuriyet savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir.

6. Yürütülen soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş ise de silahlı güç kullanımı sonucu meydana gelen ölüm olaylarında soruşturma yükümlülüğünün araç yükümlülüğü olduğu dikkate alınmalıdır. Cumhuriyet savcısının (§§ 30-36) olayı aydınlatmak adına gerekli soruşturma işlemlerini ifa ettiği görülmektedir. Kovuşturmaya yer olmadığı kararında, (§ 37) İ.Ö. nün ölümünün meşru müdafaa kapsamında kaldığı ve Anayasada öngörülen zorunluluk halini oluşturduğu sonucuna varılmıştır. Başvurucunun anılan karara itirazını inceleyen sulh ceza hâkimliği de kovuşturmaya yer olmadığına dair bu kararı usul ve yasaya uygun bulmuş, itirazın reddine karar vermiştir. Dolayısıyla, başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası bakımından etkili bir soruşturmanın yürütülmediğinden bahsedilemeyecektir.

7. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 17.maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmediği kanaatini taşıdığımdan çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Üye

 Muhterem İNCE

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

ASYA GÖRES VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/15851)

 

Karar Tarihi: 1/12/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 21/3/2023 - 32139

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Asya GÖRES

 

 

2. Halit TEKÇİ

 

 

3. Lokman TEKÇİ

 

 

4. Mehmet TEKÇİ

 

 

5. Sara GÜRDAL

Vekilleri

:

Av. Ramazan DEMİR

 

 

Av. Hüseyin BOĞATEKİN

 

 

Av. Benan MOLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, canavarca bir his sevki ile veya işkence ve tazip ile kasten öldürme suçunun işlendiği iddiasına dayalı ceza muhakemesinin aynı maddi olay sebebiyle yapılan başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) karar vermesinden sonraki bölümünün etkisiz yürütülmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 22/5/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

8. Birinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere ve AİHM tarafından verilen Tekçi ve diğerleri/Türkiye (B. No: 13660/05, 10/12/2013) kararına göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucuların Yakınının Kaybolması

10. Başvurucuların iddiasına göre yakınları N.T., başvurucu Lokman Tekçi’nin Yüksekova’ya taşınmasına yardım etmek amacıyla 27/4/1995 tarihinde Armutlu köyüne gitmiştir. Taşınma sırasında başvurucu Lokman Tekçi; N.T., H.B. ve H.İ. ile birlikte Yukarı Ölçek köyünde yaşayan F.D.yi ziyaret etmiştir. 28/4/1995 tarihinde Yukarı Ölçek köyü yakınlarında operasyon icra eden askerler bahsi geçen beş kişi ile aralarında E.S., N.D., S.S., C.K., K.A. ve A.Y.nin de bulunduğu çok sayıda köylüyü götürmüştür. Tüm şahıslar ertesi gün serbest bırakılmış olsa da N.T. Değerli köyüne bağlı Köycük (eski ismiyle Muşan) mezrasında bulunan askerlere teslim edilmiştir. Dört gün sonra N.T. Köycük’te bulunan askerî birliğin komutanı olan A.O.A. tarafından öldürülmüştür. N.T. başvurucu Halit Tekçi’nin oğlu, diğer başvurucuların ise kardeşidir. Nüfus kaydına göre N.T. 1995 yılı Nisan-Mayıs aylarında 25 yaşındadır ve bekârdır.

B. Başvurucular Tarafından Yapılan Suç Duyurularıyla İlgili Süreçler

11. N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu bazı yakınları 22/5/1995 ve 5/6/1995 tarihlerinde, N.T.nin kaybolması hakkında bazı kamu makamlarına başvurmuştur.

12. Van 21. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı (Askerî Savcılık) 15/12/1997 tarihinde, N.T.yi öldürdükleri iddia edilen M.E.Y. ile Yüzbaşı A.O.A. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir (Başvurucular söz konusu kararı başvuru formuna eklemedikleri için M.E.Y.nin kim olduğu saptanamamıştır). Askerî Savcılık, terör suçu nedeniyle yakalanan N.F.nin ifadesine göre N.T.nin 31/5/1995 tarihinde Yüksekova’da askerler ile PKK üyeleri arasında yaşanan silahlı bir çatışmaya katıldığını, çatışma sırasında öldürüldüğünü, çatışmanın yaşandığı yere gömüldüğünü, N.F.nin ise güvenlik güçleri tarafından yakalandığını saptamıştır. Bu nedenle Askerî Savcılık, kayıp şahsın babası ile N.F.nin N.T.nin öldürüldüğünü iddia etmelerine rağmen ne bu konu hakkında ne de A.O.A. ve M.E.Y.nin N.T.yi öldürdüğü iddiası hakkında kesinlik olmadığını ifade etmiştir. Askerî Savcılık, N.T.nin PKK üyesi olduğunun da ispatlanmadığını belirtip N.F.nin gözaltında bulunduğu sırada baskı altında alınan ifadesini yalanladığını, bu sebeple söz konusu ifadenin bundan böyle kanıt değeri taşımadığını eklemiştir. Son olarak N.T.nin cesedi bulunmadığı için öldüğünün ya da öldürüldüğünün tespit edilmesinin mümkün olmadığı ve N.T.nin güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındığına dair beyanlarının delil unsurlarıyla doğrulanmadığı sonucuna varmıştır.

13. Başvurucu Halit Tekçi anılan karara itiraz etmemiştir.

14. Başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin kaybolmasından askerlerin sorumlu olduğu iddiasıyla 22/5/1995 tarihinde Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına yaptığı şikâyet sonrasında bir soruşturma başlatılmış, bu soruşturma kapsamında 2011 yılına kadar adli yargıya dâhil bazı Cumhuriyet başsavcılıkları ile askerî savcılıklar tarafından birkaç kez görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmiştir. Bu süreçte;

i. Başvurucu Halit Tekçi, oğlunun Köycük mezrasında bulunan askerler tarafından gözaltına alındığına ancak bu işlemin kayıt altına alınmadığına, oğlunun elleriyle gözlerinin bağlandığına, A.O.A.nın oğlunu götürdüğüne ve oğlunu öldürüp cesedi bir mayın üzerine koyduğuna ilişkin iddialarını dile getirerek olay hakkında bilgi sahibi olduğunu öne sürdüğü Se.S., H.B., H.C., F.D., M.D., E.S., N.D., S.E., K.A., A.Y., Y.K., C.K., İ.B., M.S., Y.B., M.T., C.B., Mi.T. ve H.K. ile soyadını bilmediği H. adlı kişinin dinlenmesini istemiştir.

ii. N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu bazı yakınları 21/6/1995 tarihinde, yakınlarının kaybolmasıyla ilgili soruşturmanın derinleştirilmesini, bilhassa tanıkların ve A.O.A.nın ifadelerinin alınmasını Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığından talep etmiştir.

iii. A.O.A., Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına olay günü gözaltında bulunan 68 kişinin ad ve soyadlarının el yazısıyla yazılı olduğu bir kâğıt göndermiştir.

iv. 19/7/1995 tarihinde ifadesi alınan A.O.A.; N.T.yi tanımadığını, 1995 yılı Haziran ayı başında Yüksekova Jandarma Komutanlığına provokasyon atışları yapıldığını, N.T.nin bu çatışmada öldürüldüğünü, cesedinin ise PKK üyeleri tarafından alındığını öğrendiğini beyan ederek olay günü gözaltına alınan kişilere ait bir liste sunmuştur.

v. Yüksekova Jandarma Komutanlığı 31/7/1995 tarihinde, N.F.nin ifadesine dayanarak B... kod adlı N.T.nin 31/5/1995 tarihinde Yüksekova Jandarma Komutanlığında görevli askerlerle PKK üyeleri arasında çıkan çatışma sırasında göğsüne isabet eden iki kurşun nedeniyle hayatını kaybettiği hususunda Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığını bilgilendirmiştir.

vi. Yüksekova Cumhuriyet savcısı 14/8/1995 tarihinde Se.S., Y.K., N.D., M.D., F.D., E.S. ve S.E.nin ifadelerini almıştır. Y.K., N.T.nin gözaltına alınıp alınmadığını bilmediğini beyan etmiş; diğer şahıslar ise N.T.yi tanımadıklarını söylemiştir. Beyanlarına göre F.D. ve M.D. dışındaki şahıslar ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde gözaltına alınmıştır.

vii. N.F. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet savcısına verdiği 20/11/1995 tarihli ifadesinde N.T.yi tanımadığını, N.T.nin ölümüyle ilgili hiçbir şey bilmediğini, Üstçavuş İ.nin aksi yönde ifade vermesi için kendisini zorladığını söylemiştir.

viii. N.T.nin aralarında başvurucuların da bulunduğu bazı yakınları 17/3/1997 tarihinde, N.T.nin askerler tarafından yakalandığını ve M.E.Y. isimli askerin iş birliğiyle A.O.A. tarafından öldürüldüğünü belirterek Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığına dilekçe vermiştir. Başvurucular söz konusu dilekçelerinde özellikle şu hususlara değinmiştir:

- 29/4/1995 tarihinde Köycük’e giden S.Ö. başvurucu Halit Tekçi’ye, N.T.nin ve diğer şahısların askerler tarafından gözaltına alındığını gördüğünü söylemiştir.

- Gözaltına alınıp serbest bırakılan S.B. ve H.C., N.T. ile birlikte iki gün gözaltında kaldıklarını, N.T.nin ellerinin ve gözlerinin bağlı olduğunu, daha sonra başka bir yere götürüldüğünü beyan etmiştir.

- Köycük’te yaşayan ve askerler tarafından gözaltına alınan C.K. ile S.K., N.T. ile birlikte iki gün boyunca gözaltında kaldıklarını ve askerlerin N.T.yi elleriyle gözleri bağlı bir hâlde götürürken gördüklerini söylemiştir.

- 10/5/1995 tarihinde başvurucu Halit Tekçi Yüksekova’da ihtilaf konusu askerî operasyona katılan bir askerle konuşmuştur. Asker, başvurucu Halit Tekçi’ye N.T.nin 1/5/1995 tarihinde PKK’nın sığınakları ile ilgili sorulara bu örgüte üye olmadığı cevabını verdikten sonra A.O.A. tarafından elleri ve gözleri bağlı iken öldürüldüğünü, ardından cesedinin mayın üzerine konulduğunu, mayının patladığını ve cesedinin parçalandığını söylemiştir.

ix. Van Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 10/8/2004 tarihli görevsizlik kararında, ön soruşturma sonucu 8/1/2004 tarihinde düzenlenen bir tutanağa göre N.T.nin İran sınırında peşmerge gibi giyindiği için öldürüldüğü sonucuna varıldığı belirtilmiş; C.K. ile N.D.nin konuyla ilgili ifadeleri açıklanmıştır. Buna göre C.K. 1995 yılının Nisan ayı sonunda askerlerin terörle mücadele konusunda bilgi vermek amacıyla Dişli Karakoluna gittiklerini, askerlerin bu amaçla aralarında kelepçeli bir hâlde olan N.T.nin de bulunduğu altmış kişiyi çevre köylerden topladığını, N.T.yle konuştuğunu, ayrıca A.O.A.nın görüşünü ifade ettikten sonra N.T. hariç olmak üzere toplanan tüm köylüyü serbest bıraktığını beyan etmiş; N.D. ise askerlerin N.T.yi götürdüklerini söylemiştir.

x. N.T.nin aralarında başvurucuların da olduğu on iki yakını 25/2/2005 tarihinde AİHM'e başvurmuştur. Bu başvuruda N.T.nin askerler tarafından tutulduğu bir sırada kaybolduğu iddia edilerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) yaşam, kişi hürriyeti ve güvenliği, adil yargılanma ve etkili başvuru hakları ile ayrımcılık yasağını güvence altına alan 2., 5., 6., 13. ve 14. maddelerinin ihlal edildiği ileri sürülmüştür.

xi. Başvurucu Halit Tekçi 15/12/2008 tarihinde Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde oğlunun koyunları Yüksekova’ya götürmek için 27/4/1995 ya da 28/4/1995 tarihinde Armutlu’ya gittiğini, geceyi Demirkonak köyünde N.D.nin evinde geçirdiğini, gün ağarırken jandarmanın bu köye bir operasyon gerçekleştirdiğini, köy halkı ile oğlunu topladığını, bir askerin oğluna geleneksel kıyafetlerini giyerse askerî komutan tarafından öldürülme riski olduğunu söylediğini, daha sonra bu komutanın oğlunu yakaladığını beyan etmiştir. Başvurucu Halit Tekçi ayrıca bir tarihte, olayların meydana geldiği dönemde askerliğini yapan bir erle konuştuğunu ve bu erin kendisine oğlunun askerler tarafından öldürüldüğünü söylediğini ifade etmiştir.

xii. 17/12/2008 tarihinde ifadesi alınan M.S., başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin yakalanması ile ilgili beyanını doğrulamıştır.

xiii. 18/12/2008 tarihinde beyanına başvurulan C.K. ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde kendisinin de Dişli Karakolunda gözaltında olduğunu, N.T.yi gördüğünü, onu sürü hayvanı ticareti yaptığı için tanıdığını, N.T.nin kelepçeli olduğunu, N.T. hariç gözaltına alınan herkesin serbest bırakıldığını, bu durumdan N.T.nin bir yakınını haberdar ettiğini beyan etmiştir.

xiv. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı 19/12/2008 tarihinde N.D.nin ifadesini almıştır. N.D. ifadesinde ihtilaf konusu olayların meydana geldiği dönemde N.T.nin geceyi geçirmek için başka bir kişiyle evine geldiğini, sabah köye jandarmanın geldiğini, köylüler ile N.T.yi yakaladığını beyan etmiştir. N.D. yakalananların gözaltına alındığını, ertesi gün N.T. hariç herkesin serbest bırakıldığını eklemiştir. A.O.A. isimli bir komutanın da olaya karışan askerler arasında olduğunu ifade eden N.D. son olarak birkaç gün sonra askerlere N.T.nin başına ne geldiğini sorduğunu, askerlerin de N.T.nin arazide öldürüldüğünü söylediğini anlatmıştır.

xv. Yüksekova Cumhuriyet savcısı 13/8/2009 tarihinde Y.Ş.yi dinlemiştir. Y.Ş. ifadesinde; Gelibolu’daki askerliği sırasında görev yaptığı taburun 1995 yılının Nisan ayında Yüksekova’ya gönderildiğini, aralarında rütbelilerin de bulunduğu tüm askerlerin birkaç gün boyunca Köycük’te konakladığını, N.T.nin taburun birinci birliği tarafından yakalandığını ve kendisinin ikinci birlikte görevli olduğunu beyan etmiştir. Y.Ş. ayrıca olay günü birinci birliğin komutanı olan A.O.A., ikinci birliğin komutanı olan Teğmen K.A., isimlerini hatırlamadığı rütbeli bazı askerler ve elli askerin yanlarına N.T.yi alarak operasyona gittiğini, N.T.nin askerlere teröristlerin dağda saklandıkları ve silahlarını gizledikleri yerleri açıklamak zorunda kaldığını, verdikleri bir mola sırasında N.T. ile konuştuğunu, N.T.nin kendisine adını ve köyünün ismini söylediğini belirtmiştir. Y.Ş. dönüş yolunda A.O.A.nın N.T.yi PKK üyeleri ile silahlarının nerede bulunduğunu söylememesi hâlinde öldürmekle tehdit ettiğini ancak N.T.nin hiçbir şey bilmediğini söylediğini de ifade etmiştir. A.O.A.nın daha sonra N.T.yi on metre kadar uzağa götürdüğünü, N.T.nin komutan tarafından öldürüleceğini düşünerek diğer erlere doğru koştuğunu ve bu komutanın Kürtçe konuşan erlerden ellerini kaldırmalarını istediğini eklemiştir. Bunun üzerine yirmi kadar erin elini kaldırdığını, A.O.A.nın onlara N.T.ye ateş etmelerini söylediğini ancak erlerin bunu yapmayı kabul etmediğini söylemiştir. Y.Ş. daha sonra K.A.nın A.O.A.dan kendisine N.T.yi öldürme emri vermesini istediğini, A.O.A.nın bu emri verdiğini, bunun üzerine K.A.nın N.T.yi on metre kadar ileriye götürüp G3 tipi tüfeğiyle bir ya da iki sefer N.T.ye ateş ettiğini beyan etmiştir. Ardından A.O.A.nın erlere N.T.ye ateş etmelerini emrettiğini, erlerin bu emri yerine getirdiğini, kendisinin de diğer erlerle birlikte ancak silahını kenara yönelterek N.T.nin bulunduğu yöne doğru ateş ettiğini eklemiştir. N.T.nin hayatını kaybettiğini ve K.A.nın mayın sorumlusunu çağırttığını belirten Y.Ş. bir süre sonra mayın patlama sesi duyduğunu, N.T.nin kıyafetlerinin havada uçuştuğunu ve K.A.nın erlere N.T.nin gövdeden ayrılmış başını saçlarından tutarak gösterdiğini ifade etmiştir. N.T.yi Cumhuriyet savcısının kendisine gösterdiği bir fotoğraftan teşhis eden Y.Ş. son olarak başvurucu Halit Tekçi’nin N.T.nin ölümüyle ilgili olarak tanıklık etmesi talebiyle evine geldiğini belirtmiştir.

xvi. İstinabe yoluyla ifadesine başvurulan H.A. 29/4/2010 tarihli ifadesinde 1995 yılı Nisan ayında Aşağı Ölçek mezrasında er olarak görev yaptığını, duyduğuna göre N.T.nin askerler tarafından yakalandığını, A.O.A.nın terk edilmiş bir karakolun önünde sorguya çektiği N.T.den PKK’ya ait mühimmatın gizlendiği yerler ile sığınakları göstermesini istediğini, daha sonra N.T.nin yetmiş kişilik asker grubuyla bir tepeye çıkarıldığını, tepeye giden bazı askerlerden duyduğu kadarıyla N.T.nin askerler tarafından kurşuna dizildiğini ve A.O.A.nın emri doğrultusunda N.T.nin cesedinin bombayla patlatıldığını söylemiştir.

15. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı A.O.A hakkındaki soruşturmanın sürüncemede kalmaması amacıyla açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen Teğmen K. (K.A.) ile olaya karışan diğer askerlerle ilgili soruşturmayı 26/4/2011 tarihinde mevcut soruşturmadan ayırıp canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve taziple kasten öldürme suçundan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 450. maddesi gereğince cezalandırılması istemiyle A.O.A. hakkında kamu davası açılması için hazırladığı fezlekeyi Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

C. A.O.A. ve K.A. Hakkında Yapılan Yargılamayla İlgili Süreç

1. Yargılama Sürecinin AİHM Kararına Kadar Olan Bölümü

16. Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan fezlekeyi esas alarak A.O.A. hakkında Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde kamu davası açmıştır. Suç tarihinin 1995 olarak belirtildiği iddianamede, özellikle başvurucu Halit Tekçi ile tanıklar Y.Ş ve H.A.nın beyanlarına atıfta bulunulmuştur.

17. Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan bir başka fezleke (Sözü edilen fezleke § 15’te belirtilen tefrik kararı üzerine yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanmış olup kimlik bilgileri tespit edilemeyen ve olaya karıştığı iddia edilen diğer askerler yönünden yürütülen soruşturmanın akıbeti tespit edilememiştir.) doğrultusunda Hakkâri Cumhuriyet Başsavcılığı 27/10/2011 tarihli iddianameyle K.A. hakkında da canavarca bir his sevkiyle veya işkence ve taziple kasten öldürme suçundan kamu davası açmıştır. İddianamede K.A.nın N.T.yi A.O.A. ile birlikte öldürdüğü ileri sürülmüştür. Bahsi geçen dava 4/11/2011 tarihli kararla A.O.A. hakkındaki dava ile birleştirilmiştir.

18. Bakanlığın talebi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesi, kovuşturmanın görevli ve yetkili olan mahkemenin bulunduğu yerde yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olacağı gerekçesiyle 14/11/2011 tarihinde davanın Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar vermiştir.

19. Anılan karar sebebiyle Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesi yetkisizlik kararı vermiş ve yargılama bu aşamadan sonra Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Ceza Mahkemesi) tarafından yürütülmüştür.

20. Ceza Mahkemesi 21/12/2011 tarihli yazıyla başvurucu Halit Tekçi’nin beyanının alınması için Yüksekova 2. Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep etmiştir. Sözü geçen yazıda, Ceza Mahkemesince yapılacak duruşmanın 29/3/2012 tarihinde yapılacağı belirtilmiştir. İstinabe edilen yer mahkemesince 23/1/2012 tarihinde dinlenen başvurucu, daha önce Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesini yineleyip davaya katılma isteğini dile getirmiş; ayrıca davanın naklinin haksız olduğunu ve maddi durumunun iyi olmadığını öne sürüp Eskişehir’de can güvenliğinin sağlanmasından endişe duyduğunu ifade etmiştir. İfade verirken vekilinin hukuki yardımından yararlanan başvurucuya istinabe talep yazısı ve ekleri okunmuştur.

21. Ceza Mahkemesi tanıklar Y.Ş., M.S., C.K., N.D., E.S., K.K. ve F.E.nin ifadelerini istinabe yoluyla almıştır:

i. Y.Ş. soruşturma aşamasında verdiği ifadesini tekrar etmiştir.

ii. M.S., C.K., E.S. ve F.E., N.T.nin askerlerce götürüldüğünü beyan etmiştir. F.E. ayrıca N.T.yi götüren askerî birliğin komutanının A.O. isimli bir yüzbaşı olduğunu eklemiştir.

iii. N.D. başka hususlar yanında bazı askerlerden N.T.nin bir araziye götürülüp öldürüldüğünü duyduğunu söylemiştir.

iv. K.K. tarafından verilen ifade şöyledir:

 “Ben olay tarihinde Değerli köyünün Köycük mezrasında oturuyordum. [O]lay ile ilgili olarak Yukarı [Ö]lçek köyündeki köylüler askerler karakolda toplamışlardı. Daha doğrusu Geliboludan gelen seyyar askeri birliğin içerisinde toplamışlardı. [B]izleri de aynı şekilde alarak yanlarına götürmüşlerdi. [B]iz burada 5-6 gün nezarethanede kaldık. [B]en burada [N.T.] isimli vatandaşla tanıştım. [S]adece ikimizi bırakmadılar. [D]iğer herkesi bıraktılar. [B]iz askerlerle operasyona çıktık. [D]aha doğrusu askerler operasyona çıkarlarken beni ve [N.T.yi] yanlarına aldılar. [S]onra dağdan döndük. [D]aha sonra [A.O.A.] komut vererek [N.T.yi] öldürttü. [A]ncak benim görmemem için beni aşağı tarafa gönderdiler. [D]aha sonra da mayın patlatarak [N.T.yi] parçaladılar. [N.T.] benim yanımda [A.O.A.nın] emriyle öldürülmüştür.

22. Ceza Mahkemesi, Genelkurmay Başkanlığından 1995 yılında Gelibolu’daki 18’inci Zrh. Tug. 1. Mknz. P. Tb. 1. Bl. Kom. ile 2. Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan tüm askerlerle ilgili bilgi istemiştir. Genelkurmay Başkanlığının gönderdiği 15/2/2012 tarihli yazı ve ekindeki listeye göre 1995 yılında söz konusu askerî birliklerde 582 er ve erbaş görev yapmıştır. Y.Ş., 2. Bl. Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini ifa etmiştir. Tanık H.A.nın ismi listede yer almamaktadır.

23. Duruşmanın 29/3/2012 tarihinde yapılan birinci celsesine sadece sanıklar ile müdafileri katılmıştır. Sanık A.O.A. sorgusunda isnat edilen suçu kabul etmemiş ve N.T.nin yakalandığına dair iddiaya itiraz etmiştir. A.O.A. taburda harekât ve eğitimden sorumlu subay olduğunu, bölük komutanı olmadığını da eklemiştir. Sanık K.A. ise 1995 yılında Yüksekova’da teğmen rütbesi ile takım komutanı olarak görev yaptığını, A.O.A. ile aynı taburda görevli olduklarını söylemiştir.Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi’nin davaya katılma isteği kabul edilmiş, müdafilerinin talepleri uyarınca sanıkların duruşmadan vareste tutulmalarına karar verilmiştir.

24. Başvurucu Halit Tekçi’nin bir vekilinin de hazır bulunduğu 12/6/2012 tarihli ikinci celsede tanık İ.A.Ş. dinlenmiştir. İ.A.Ş. yaptığı askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılında Yüksekova’da bulunduğunu, yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne duyduğunu beyan edip sanıkları tanımadığını söylemiştir.

25. 4/10/2012 tarihli üçüncü celsede başvurucu Halit Tekçi’nin ifadesi alınmıştır. Başvurucunun daha önce verdiği ifadelerle benzer olan beyanının ilgili kısmı şöyledir:

 “... S... isimli bir şahıs ve ismini bilmediğim bir şahıs oğlumun ve başkalarının gözaltına alındığını eğer para verirsem oğluma işkence yapmayacaklarını söylediler. Bende yardımcı olmalarını istedim. Bana mark vermemi istediler. Bin mark istediler. Ben parayı verdim. Bir bir buçuk saat sonra geldiler... Ben [S.ye] [N.T.yi] gördünmü dedim. Bana mayısın birinde mahkemeye götürecekler işkence yapılmayacak dedi. Gelen kişiler ifade verdiler. Serbest bırakıldılar. Ben hükümet konağında bekledim. Oğlumu sordum. Bana serbest bırakıldığını söylediler... M... denilen kişinin dükkanına 3 asker geldi. Askerin biri benim oturduğum dükkana geldi. Kendisinin [V]anlı olduğunu söyledi. Benimle [K]ürtçe konuşmamı söyledi. Ben [M.ye] dedimki bu askere soralım oğlumun akibetini biliyormu. Oğlum hakkında bilgin varmı diye sordum. Bana oğlunun eşgalini söyle dedi. [A.O.A.] ismini o askerden öğrendim. Senin oğlun bizim elimizdeydi. Oğlum kendisinin çoban olduğunu söylemiş. Ancak ona [PKK’lı] olduğunu söylemişler. Oğlum başka bir köye gidecekti. [A.O.A.] operasyon komutanıymış... Bana askerlere ve [Y]üksekovadaki insanlara sor onlar bilirler dedi. Ben ancak bir kişi buldum. Yüksekovanın bir köyünde Me... isimli birini buldum. Bana Me... isimli bir şahıs o gün nöbette olduğunu dışarı çıkmadığını [söyleyip] [Y.Ş.] isimli birini tarif etti. [Y.Ş.nin] birliğinin [B]oludan [Y]üksekovaya geldiğini öğrendim. Vanlı asker ne demişse [Y.Ş. de] aynısını söyledi. [Y.Ş.] olaydan haberdar olduğunu ancak korktuğunu söyledi. Kendisinin ikinci bölükte olduğunu oğlumu birinci bölükte yakaladığını ve oğluma sığınak göstermesi için baskı yap[ıldığını] [anlattı]. Oğlum suç işlemediğini [söylemiş]. Gözümün önünde oğlumun öldürüldüğünü ancak benim oğlum olup olmadığını bilmediğini [söyledi]. [O]ğlum ile [Y.Ş.] sessizce öldürülmeden önce görüşmüş... Oğullarımın fotoğraflarını alıp [Y.Ş.ye] gösterdim. Bana beş fotoğrafın arasından [N.T.nin] fotoğrafını kaldırdı... Bu görüşmelerim oğlumun kaybolmasından 15-20 gün sonra olmuştu...”

26. Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilinin olay yerinde keşif yapılmasına ilişkin talebi Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.

27. Başvurucu Halit Tekçi ile vekillerinin de hazır olduğu 18/12/2012 tarihli dördüncü celsede tanık H.A. dinlenmiştir. H.A. ifadesinde soruşturma aşamasında alınan beyanlarına benzer söylemlerde bulunup ilave olarak olayın gerçekleştiği tarihte karargâh bölüğünde sıhhiye eri olduğunu, N.T.ye işkence yapıldığını, arkadaşı Mu.T.den duyduğuna göre N.T.nin A.O.A.nın emri ile bir subay tarafından öldürüldüğünü, davayı genel ağdan (internet) öğrendiğini ifade etmiştir. Aynı celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri, davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesini ve sanıkların tutuklanmasını talep etmiştir. Yasal imkânsızlık nedeniyle davanın nakli talebini reddeden Ceza Mahkemesi mevcut delil durumunu, sanıkların sabit ikametgâhlarının bulunmasını ve dosyanın geçirdiği safahatı gözeterek sanıkların tutuklanmasına yönelik talebi yerinde görmemiştir.

28. Ceza Mahkemesi 5/3/2013 tarihinde yapılan beşinci celsede tanık Y.Ş.nin ifadesini almıştır. Y.Ş. soruşturma aşamasındaki beyanlarıyla benzer beyanda bulunup operasyona sabah saatlerinde gittiklerini ancak N.T.nin saat 13.00’ten sonra öldürüldüğünü, olay yerini hatırladığını, istenirse gösterebileceğini ifade etmiştir. Başvurucu Halit Tekçi ise başka hususlar yanında N.D.nin beyanına göre A.O.A.nın N.D.den on adet AK-47 tüfek istediğini, N.D.nin söz konusu tüfekleri ücreti karşılığında temin ettiğini, A.O.A.nın bu tüfeklerin teröristlerden ele geçirildiğini söyleyerek binbaşılığa terfi ettiğini, bölgenin koşullarından dolayı nisan ve mayıs aylarında teröristlerin olayın gerçekleştiği yere gelmediğini, bu nedenle olay tarihinde teröristlerle bir çatışma yaşanmasının mümkün olmadığını söyleyip olay yerinde keşif yapılmasını ve davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesini istemiştir. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 1995 yılı Nisan ayında Gelibolu’dan Hakkâri’ye giden bütün askerlerin tanık olarak dinlenmesini talep etmiş, bir başka vekil de Hakkâri bölgesinde 1990 yılından 2013 yılına kadar kaç kişinin kaybolduğu konusunda ilgili yerlerle yazışma yapılmasına ilişkin talebini dile getirmiştir. Duruşmada hazır bulunan ve başvurucu Halit Tekçi’yi temsil edip etmediği tespit edilemeyen bir avukat, sanıkların tutuklanmasını istemiştir (Aynı celsede bazı dernekler adına duruşmaya katılan bir kısım avukatın davaya katılma talepleri daha sonraki bir celsede kabul edilmiştir. Bahsi geçen avukatların bazılarının aynı zamanda başvurucu Halit Tekçi’yi temsil ettiği anlaşılmıştır.). Ceza Mahkemesi verdiği başka ara kararları yanında;

- Genelkurmay Başkanlığı tarafından gönderilen yazı ve eklerinde isimleri geçen tüm tanıkların ifadelerinin alınması için bulundukları mahal mahkemesinden istinabe talep edilmesine,

- Yukarı Ölçek mezrasında insan kemiği ve diğer delillerin araştırması amacıyla Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına müzekkere yazılmasına,

- Katılan vekilinin ek iddianame tanzim edilmesine ilişkin talebinin reddine (Talebin kim tarafından ne zaman dile getirildiği saptanamamıştır.),

- Yasal olanak bulunmadığından davanın nakline yönelik talebin reddine,

- Sanıkların bağlı oldukları komutanlıklara yazı yazılmasına dair talebin reddine (Talebin kime ait olduğu belirlenememiştir.),

- Kayıp şahıslarla ilgili yazışma yapılmasına ilişkin istemin reddine,

- Dosya içeriği, delil durumu, olayın üzerinden geçen zaman, sanıkların kaçma teşebbüslerinin bulunmaması ve sanıklar yönünden delilleri karartma şüphesi söz konusu olmadığından tutuklama talebinin reddine karar vermiştir.

29. Yargılamanın başından itibaren 1995 yılında Yüksekova’da bulunan bazı rütbeli askerler ile Genelkurmay Başkanlığının gönderdiği 15/2/2012 tarihli yazının ekindeki listede isimleri bulunan bir kısım tanığın beyanlarının alınması için farklı mahallerdeki birçok mahkemeden istinabe talep eden Ceza Mahkemesi, anılan ara kararı (bkz. § 28) doğrultusunda 1995 yılında Gelibolu’daki 18’inci Zrh. Tug. 1. Mknz. P. Tb. 1. Bl. Kom. ile 2. Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan bütün askerlerin ifadelerinin alınması için çaba göstermiş ve böylece olay hakkında bilgi sahibi olma ihtimali olan kişilerin çoğunu istinabe yoluyla dinlemiştir.

i. Olay hakkında görgüye ya da duyuma dayalı bilgi sahibi olduğunu ileri süren bir kısım tanığın ifadesi şöyledir:

H.Ü.:“...[B]en 1994’te acemi birliği olarak Isparta’ya gittim. Oradan Çanakkale Gelibolu’ya geçtim. Oradan da bizi Hakkari’ye gönderdiler. Bana Yüksekova çıktı. Yüksekova’da mekanize bir üst bölgesi vardı... [S]anık [A.O.A.] yüzbaşı idi. Sanık [K.A.] teğmendi. [K.A.] bizim bölükteydi. Bizim bölük komutanı ise S... yüzbaşıydı... [B]en operasyonlara da sanıklar [A.O.A.] ve [K.A. ile] birlikte katılıyordum... [Bir] operasyon sırasında 30-35 yaşlarında bir tane köylüyü yakalanmış şekilde ben gördüm, ancak hangi bölük yakaladı tam olarak hatırlayamıyorum, Dört beş gün bu kişiyi gezdirdiler, dağlardaki sığınakları göstermesini istediler, ben de bu sırada yanlarındaydım. Yani tüm tabur birlikte operasyondaydık. Bu yakalanan köylü ben terörist değilim, ben köylüyüm, çocuklarım var diyordu... Sanık [A.O.A.] biz askere hitaben bu köylü yalan söylüyor. Bu teröristtir, dedi. Sanık [A.O.A.] da oradaydı. Diğer rütbelilerde vardı. Ama isimlerini hatırlayamıyorum, Sanıklar [A.O.A.] ve [K.A.] bu köylüyü dövdüler, karın üstüne attılar, bu köylü ile aramda 20-30 metre mesafe vardı. Sanıklar [A.O.A.] ve [K.A.] askerlere hitaben köylüye ateş edin dediler. 25-30 tane asker söylediğim köylüye ateş ettiler. Köylüyü öldürdüler. Cesedini de gördüm, delik deşikti. Rütbelilerde tabancalarıyla ateş ettiler. Benim gördüğüm budur. Ben daha sonra olay yerinden ayrıldım... Ben bu köylünün öldürüldükten sonra cesedini bir mayının üzerine bırakılarak uzaktan kumanda ile patlatıldığını görmedim. Daha sonradan öyle bir duyum aldım... [B]u ölen köylünün üzerinde terörist kıyafeti yoktu ve sivil elbiseler vardı. Biz ölen kişiyle dört beş gün birlikte dağları dolaştık. Ölen bize her hangi bir sığınak göstermedi. Bize devamlı olarak köylüyüm diyordu, benim çocuklarım var. İşim var diyordu. [S]anık [A.O.A.] bu köylünün öldürülmesi emrini biz askerlere verdi... Sanıklar [A.O.A.] ve[K.A.] ölen köylüye tabanca ile ya da tüfeklerle ateş ettiler. Bunu gördüm. Tanık [Y.Ş.] bölük komutanın postasıydı onu hatırladım. Yüksekova’ydı. Tanık [H.A.yı] hatırlayamadım. Ben sanık [K.A.nın] diğer sanık [A.O.A.ya] komutan isterseniz onu vurayım, emir ve komutayı bana verin dediğini hatırlamıyorum...

V.K.:“...[B]bir [şahsın] yakalandığını işkence yapılıp sorgulandığını, daha sonra mağaraları göstermek için dağa çıkarıldığını ve daha sonra da belirtilen şekli ile askerler tarafından kurşuna dizildiği ve sonra da bomba ile parçalandığı olayı doğrudur. Ben bizzat bomba ile patlatma olayını görmedi[m]. Ancak biz olay yerinden ayrıldıktan sonra bir müddet sonra bomba sesi geldi... Çocuğu komutan götürürken komutanı da kendi yanına çekmeye çalıştığı için bak giderken bile yanında birilerini götürmek istiyor dediğini hatırlıyorum. Hatta olaydan sonra bir arkadaşım Van’lıydı ateş etmemişti[.] Yine bir kaç kişi daha ateş etmemişti. Tüfeklerin namluları kontrol edildi. Ateş etmeyen kişiler tespit edilerek onlarda sorgulandı. Ben [a]teş etmiştim... [K]omutan olarak söylediğim kişinin adı [A.O. idi.] O zamanki rütbesi Yüzbaşıydı. Ancak ben terhis olmadan binbaşı olmuştu. Fakat soyadını hatırlamıyorum... Ayrıca çocuğu atış mangasının karşısına geçirirken arkadan ellerini kelepçelediler... [N.T.yi] ismen tanımıyorum[.] Nasıl nerde yakalandı onuda bilmiyorum[.] Ancak bölükte konuşuluyordu...”

H.T.:“1995 yılında ben Yüksekova’da askerlik yapıyordum. İsmini hatırlayamadığım bir kaçakçı yakalanmıştı. Onu bölüğe getirdiler, işkence yaptılar ve son gün bu kişiyi götürerek öldürdüler. Toplu olarak askerlerin hepsine ateş edin dediler ancak ben ateş etmedim. Bölük astsubayı olan komutanımız bu emri verdi, ancak ismini hatırlamıyorum. Öldürdükten sonra dinamit ile patlattılar. Emri veren kişi [A.O.A.] olabilir, ancak aradan zaman geçtiği için hatırlayamıyorum.”

A.E.:“...Ben askerliğimi 1993 yılında Çanakkale ili Gelibolu İlçesinde Ortaköy Gelibolu Piyade Taburunda piyade olarak askerliğimi yaptım. Ancak aynı yıl içinde bölüğümüzün ana üst bölgesi olan ... Dağ Komando taburuna bağlı idik. O bölgede askerliğimizi yaptık. [A.O.A.] bizim taburun komutanıydı. Biz operasyonlara 4-5 tim olarak operasyona katılmıştık. Benim hatırladığım kadarıyla Hakkari Yüksekova’ya bağlı bir köyde çatışma olmuştu. O [ç]atışmada bir terörist sağ olarak ele geçirilmişti. Daha sonrasında biz yine operasyona çıkacakken bir teröristin yakalandığını ve bize yol göstereceğini söylediler. Ancak biz bu şahsın terörist olduğunu bilmiyordu[k]. Elleri bağlı olan şahsın daha sonradan bize terörist olduğunu Suriyeli olduğunu bize sığınakları göstereceğini söylediler. Şahıs bizi sığınağa götüremedi. ’[B]en sığınağı bulamam’ demiş, ben 5. time bağlıydım... [A.O.A.nın] bahse konu operasyona katılıp katılmadığını tam olarak hatırlamıyorum. Adını tam olarak bilmediğim başka bir tim komutanı [B]u adam sığınakları bilmiyor. Bizi pusuya düşürecek.’ diyerek bu şahsın tim komutanları tarafından bu şahsı askerlerin arasından alarak başka bir yere götürdüler. Götürdükleri yer yokuşun arkasıydı. Orada bu şahsa ne yapıldığını bilmiyorum. Daha sonrasından bir çatışma ortamı yaratılmaya çalışılarak bütün askerlere atış emri verildi. Ancak biz iddianamede belirtildiği gibi şahsa değil uçurum arasındaki boşluğa toplam 5 tim ateş etti. Nasıl olduğunu görmedim...”

A.K.:“1995 yılında Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde Çobanpınar Karakolunda askerlik yaptım, burada askerliğimi yaparken benim bulunduğum bölük güvenlik amacı ile arazi taramasına çıkmıştı, diğer bölük iddianamede adı geçen tanımadığım [N.T.yi] karşıda görüş alanımız içerisinde arazi alanı içerisine getirdiklerini gördüm, daha doğrusu biz arazi taraması için çıkarken adam diğer bölüğün yanındaydı, ben gözümle gördüm, daha sonra biz tarama için araziye çıktık, onlarda diğer tarafın güvenliğini sağlamak için ilerledik, biz bulunduğumuz yerden dere yatağından silah seslerinin geldiğini duyduk, ben bu aşamaları görmedim, timler birleştiği zaman oradaki askerlere ne oldu diye sorduk, ismi geçen şahsın kaçmaya çalıştığını, bunun üzerine askerler tarafından vurulduğunu söylediler, ben ateş edilme olayını görmedim ancak duydum, silah sesini de duydum...”

F.C.:“...[O]layların bir kısmını hatırlıyorum aradan uzun zaman geçtiğinden dolayı bazı şeyleri hatırlamıyorum[.] [B]en olay tarihinde Yüksekovada askerliğimi yaptım, hatırladığım kadarı ile bir operasyon esnasında birisinin yakalandığını hatırlıyorum, bu şahıs silahları ve arkadaşlarının yerini gösterecekti, ben o tarihte çevre güvenliği aldığımdan dolayı olayların nasıl geliştiğini hatırlamıyorum ancak K... Teğmenin komutayı bana verin ben halledeyim, ben öldüreyim dediğini hatırlıyorum, yakalanan şahsı bizzat görmedim söylediğim gibi çevre güvenliği aldığımızdan dolayı şahsın vurulma anını görmedim ancak silah sesi ve patlama sesi duyduğumu hatırlıyorum.”

H.G.:“Ben askerlik görevimi 1994-1996 yıllarında Hakkari Yüksekova’da yaptım, olay tarihinden bir gün önce biz arazide dururken gece teröristler tarafından baskın yedik, çatıştık, bize baskın yapanların etrafını sardık ve hemen hemen 10 kişi yakaladık, ertesi gün yakaladığımız iki kişinin teröristlerin yerlerini bize göstermeleri amacıyla üç tim olarak olay tarihinde operasyon için görev aldık, o iki kişi bize teröristlerin yerini gösterecekti ama onların kim olduklarını bilmiyorum, bize teröristlerin bulunduklarını iddia ettikleri mağaraya gittik ancak mağara boş çıktı hiçbirşeyle karşılaşmadık, durum böyle olunca o iki kişiden bir tanesi için ismini şuanda hatırlamadığım bir yüzbaşı bizlere hitaben ismini ve doğum tarihini söyledi, katıldığı eylemleri okudu, bize yanlış bilgi vermek ve yanlış adres göstermesinden dolayı infaz edileceğini bildirdi... [Ü]ç timden 50 civarı kişiyi görevlendirerek ateş edilmesini istedi ve orada infaz edildi, diğer şahıs ise öldürülmedi...”

Ü.Y.:“...Yüksekova [i]lçesinin ismini hatırlayamadığım bir köy[ün]de[ki] taburda askerlik görevimi yaptım, o dönem ismi iddianamede belirtilen [A.O.A.] bizim taburda yüzbaşı olarak görev yapardı, biz ara ara operasyonlara çıkardık, gününü tam hatırlayamadığım bir gün de operasyondayken koyunlarını otlatmakta olan ismini bilmediğim bir çoban gördük, çobana hangi köyden olduğunu sorduk, kendisi bizi köyüne götürdü, babası bizim yanımıza gelerek çobanın kendisinin oğlu olduğunu söyledi, oradaki rütbeliler de bu çocuğun çoban olmadığı peşmerge kıyafetiyle dolaştığını ve bu çobanın PKK mensubu biri olduğunu söylediler, benim gördüğüm kadarıyla o bölgedeki insanların bir çoğu peşmerge kıyafetiyle dolaşırdı, daha sonra çobanı yanımıza alarak dağa götürdük, çobanı benim bulunduğum yerden bayağı bir uzaklığa götürdüler, benden bayağı bir uzak bir mesafede silah sesleri geldi, daha sonra bu çobanın öldürüldüğünü öğrendim, bu çobana kimin ateş ettiğini görmedim... [O]lay tarihinde askerlik görevimi yerine getiriyordum, ancak hangi tarihler arasında olduğunu aradan uzunca bir zaman geçmiş olması nedeni ile şuan hatırlamıyorum... [B]iz arkadaşlarımız arasında bu çobanın öldürüldüğünü konuşuyorduk.”

H.Y.:“Ben Yüksekova da askerdim. Bahsedilen şahsı yakalamışlar şahısta PKK nın yerlerini biliyorum. Göstereceğim demiş. Şahsı 3 gün 3 gece gezdirmişler daha sonra şahsı el bombası ile öldürmüşler ancak ben taburda çaycı olarak görevli idim operasyonlara çıkmıyordum. Olayları görmedim. Sadece duydum. [A.O.A.] ve [K.A.nın] şahsı öldürdüğünü duydum.”

Ç.A.:“...1995 yılının ilk baharıydı. Karlar erimeye başlamıştı... [K.A.] benim bölüğümdeki teğmendi. Sanık [A.O.A.] ise yüzbaşıydı. Hatta yeni bin başı olmuştu, ancak benim bölük komutanım değildi. Ben kendi bölük komutanımın ismini hatırlayamıyorum. Köylere operasyona çıkıyorduk. 20-25 köylüyü yakaladık. Terörist olduğundan şüphelenmiştik. Bunların bir tanesi hariç diğerleri daha sonradan serbest bırakılmış, Ben serbest bırakılmayan köylüyü görmedim, hatırlayamıyorum, diğer operasyondaki askerler ve komutanlar köylüyü dört beş gün dağlarda gezdirmişler. Teröristlerin sığınaklarını göster demişler. Bir şey bilmediği için sığınakları gösterememiş. Ben bunları diğer bölük arkadaşlarımdan duydum. Daha sonra bu köylüyü dağda kurşunlayarak öldürmüşler ve cesedini de mayın koyup patlatmışlar. Bu köylüyü askerler ve rütbeliler birlikte ateş ederek öldürmüşler, 20-25 asker ateş ederek öldürmüşler, askerlere K... teğmen ateş edin, vurun diye emir vermiş... Ancak başlarında da [A.O.A.] yüzbaşı varmış, [A.O.A.] yine [K.A.] teğmene bu köylüyü öldürün diye emir vermiş mi onu bilmiyorum, tanık [Y.Ş.] Yüzbaşının postası idi heralde Yüksekova’lıydı. Tanık [H.A.yı] hatırlayamadım...”

S.T.:“...Birliğe gittiğimiz zaman diğer arkadaşlardan böyle bir söylenti duydum, kimden duyduğumu hatırlamıyorum. Nasıl öldüğünü hatırlamıyorum... Benim duyduğum çatışma sırasında bir köylünün öldüğüdür...”

K.Y.:“...1995 Yılı Nisan Ayında bu olayın olduğunu duydum. Ben o tarihde daha asker değildim. Ben Hakkari ili Yüksekova ilçesine dağıtım nedeniyle 1995 yılının 10 veya 11. aylarda intikal ettim... Bana anlatılan olayın olup olmadığını bilemiyorum. Ancak, bu olayı oradaki arkadaşlardan duydum, [A.O.A.] ben oraya gittiğimde taburda binbaşı rütbesindeydi. [A.O.A.yı] şu anda hatırlayacak kadar hafızamdadır. Çünkü kendisi çok sinirli, asabiyetli, köylülerin kendisinden çekindi[ği], adeta titrediği bir insan olduğundan dolayı halen hafızamdadır... Bu olayın olduğunu bölükteki arkadaşlarım arasında konuşulurken duydum, nasıl duyduğum şeklide şöyle ki; arkadaşlara köylülerin neden [A.O.A.dan] bu kadar korktuklarını sorduğumuzda, bizden daha önceki asker arkadaşlarımız yani önceki tertipler 4/3 ve 4/4 arkadaşlar cevaben ‘[A.O.A.] köyden kelle getirir, o kadar sinirlidir, ona dikkat edin, onun yanında yanlış yapmayın’ derlerdi...”

E.Ö.:“Ben 1995 yılında Hakkari Yüksekova’da er olarak askerlik vazifemi yapıyordum, benim bulunduğum bölüğün komutanı sanıklardan [A.O.A. idi], iddianamede anlatılan olaylar sırasında ben rahatsızlığım nedeniyle operasyona katılamamıştım, bu nedenle de [N.T.] isminde birinin öldürülmesi hadisesini görmedim, ancak bildiğim kadarıyla iddianamede anlatılan olayın olduğu operasyonda sanıklar [K.A. ve A.O.A.] vardı, operasyondan sonra arkadaşlarımdan duyduğuma göre de bu ölen şahıs, teröristler adına çalışıp, bölgede çoban gibi dolaşan bir şahısmış, askerlerimiz de bu şahsı teröristlerin olduğu yeri göstermesi için bir müddet gezdirmişler, ancak bu çocuk teröristlerin yerlerini göstermemiş, bilmediği için mi yoksa kasten mi göstermediğini bilmiyorum, akabinde de bu çocuğu bir kayaya bağlayarak el bombası ile patlatarak öldürmüşler.”

İ.Ç.:“...[A]skerliğimin bitimine 6 ay kala bizi Hakkari Yüksekova’ya görevli olarak yolladılar... [Z]annedersem Ağustos sonrası Eylül gibi terhis oldum, dolayısıyla son 6 ay görev yaptığım için 1995 yılının Ocak veya Şubat aylarında Yüksekova’ya göreve gitmiştik, ben bana bahsetmiş olduğunuz olaya bire bir görgü şahidi olmadım, ancak görev yaptığım bölükte ve diğer bölükteki görevli arkadaşlardan böyle bir olay olduğunu duyuyorduk, dağlarda tim olarak ayrılarak intikale gittiğimizde kimi timdeki beraber görev yaptığımız arkadaşlar bana bahsetmiş olduğunuz olayı anlatıyorlardı, ancak anlatan kişinin kim olduğunu şu an hatırlamıyorum, fakat anlatan kişi ya da kişiler bizzat olayı yaşayan kişilermiş, anlatımlarından bunu anlıyordum, söylediklerine göre dağda iken buldukları bir çobanı kaçması ve terörist sanmaları nedeniyle başlarındaki komutanın yakalayarak TNT patlayıcı üzerine koyup ardından görevli askerleri karşısına alarak ateş ettirip öldürttüğü konuşuluyordu, bu olay zamanla bölük içerisinde kulaktan kulağa yayıldı...

Eş.S.:“...[B]öyle bir olayı duydum. Bir şahıs yakalanmıştı çoban veya PKK lı olduğu söyleniyordu. Ben bu şahsı gördüm. 1 hafta yer göstermesi için gezdirdiler. Daha sonra [K.A.nın] timinin bu şahsı öldürdüğünü duydum. Gözümle görmedim. [A.O.A.] komutanı hatırlıyorum bütün taburdan sorumluydu. Yüzbaşı idi. Ben bu olayları diğer arkadaşlardan duydum. Duyduğuma göre mayınla o şahsı patlatmışlar...”

Mur.T.:“Ben 1974/2 tertip olarak Manisa Batıkışla’da askerliğe başladım. Yıl 1994 ya da 1995’di. Bir buçuk ay kaldıktan sonra, Çanakkale Gökçeadaya oradan da Gelibolu’ya gittim. Daha sonra bizi Van’a gönderdiler, oradan da Yüksekova’ya gittim. 1995 yılı nisan aylarıydı... Benim komutanım H... Üsteğmendi. [K.A. da] birinci tim komutanıydı. [A.O.A.] binbaşıydı. Bizim birliklerin bağlı olduğu komutandı... Operasyona çıktığımız bir günde, Onbaşılar köyüne gittik. 7-8 timdik. Timlerden birisi bana sormuş olduğunuz N... ismindeki bir köylüyü ve diğer bir çok köylüyü getirdi. Aylardan dokunzuncu ay olması gerekir, yıl 1995’di. [B]u N... isimli köylüyü ve diğer köylüleri, diğer timler adını hatırlayamadığım bir Yarbay’ın çadırına götürdüler. Çadırda, sorguya aldılar. Daha sonra N... adındaki köylüyü, sanık [K.A.nın] komutanı olduğu tim alarak dağa doğru götürdü. Ben o timin içinde yoktum... [K.A.nın] olduğu tim ve köylü [N.T.] hep birlikte operasyon bölgesine yani dağlara doğru gittiler. Bir gün sonra biz çadırdayken [K.A.nın] timi, geri döndü... Ben bu timdeki arkadaşlarıma sorduğum da, bana, N... ismindeki vatandaşı öldürdüklerini söylediler. Emri verende [K.A.] teğmenmiş, bazı asker arkadaşlar ateş etmek istememiş, onları da cezalandırmışlar, [A.O.A. da] olay yerindeymiş, [K.A.] timleri sıraya geçirmiş ateş emri vermiş, askerlerde ateş etmişler... Bu olayı en iyi bilen [K.A.nın] timindeki Yüksekovalı [Y.Ş.] ismindeki askerdir... Bana öldürme olayını anlatan askerlerin adlarını hatırlayamıyorum...”

C.E.:“... 3. Bölükteki bir arkadaş’ın bana anlattığı kadarıyla yakaladıkları bir çoban’a ‘[A.O.A.] bize pkk’nın yeri göster’ dedi. Çoban da ben böyle bişey bilmiyorum diyince binbaşı orada bulunan bütün askerlere ateş emri verdi. Söz konusu çoban’ın elleri arkadan bağlıydı. Ateş ettikten sonra cesedi tekrar geri getirdiler ve cesedin altına mayın bıraktılar. Sonra parçalanan cesedin parçalarını oradaki askerler bir araya getirdi ve olay yerine gömdük... Bu olayın yaşandığı iddia edilen yer [A]şağı [Ö]lçek köyünün yukarı kısımlarındaki üst bölgedir. Bana da bu olayı anlatan söz konusu bölgeye operasyona giden 3. Bölükteki bir arkadaştır. Olayın üzerinden epey zaman geçmesi nedeniyle o arkadaşın ismini hatırlayamıyorum. Ben sadece bu şahsı tabura getirdiklerinde 5 dk gördüm. Başka da görmedim...”

M.K.:“Ben 1994-1995 yılında Hakkari Yüksekovada askerdim... Ben tarafıma okunan maktül [N.T.nin] öldürülmesi olayını görmedim. Ancak çoban diye Kuzey Irak ta PKK’lı birinin yakalandığını, dağa götürüldüğünü, mağaralar gösterilerek nerede yatıldığını sorulduğunu, sonra mağaralarda bir şey çıkmayınca tek başına bir tepeye konulduğunu, ve vurulduğu yolunda arkadaşlar arasında dedikodu mahiyetinde duydum. Ancak gördüğüm bir şey yoktur...

Ah.K.:“... 07/10/1995 tarihinde Hakkari Yüksekova’ya gittik. Yüksekova’da 7-8 km ilçenin dışında çadırlarda kaldık ve 27/10/1995 tarihinde Hakkari Yüksekova’dan ayrıldık yani Yüksekova kırsalında ortalama 20-22 gün kalmış olduk... Yüksekova’ya gittiğimizde iddianamede anlatılan olay tabur içinde konuşuluyordu. Ben o dönemde bu olayı bizzat gören kimseyle karşılaşmadım ancak teröristlerin yerini göstermeyen bir kişinin öldürüldüğü konuşuluyordu ama bu konuda net bir bilgiye sahip değilim. Ayrıca öldürülen şahsın iddianamede geçen [N.T.] olup olmadığını da bilmiyorum...”

Ö.G.:“...[S]oyadını hatırlayamamakla birlikte [A.O.] isimli bir yüzbaşının ve Azrail K.. lakabıyla tanınan bir teğmenin bizim birliğimizde görev yaptığını düşünüyorum. Buna karşın olayın geçtiği bildirilen Armutlu mezrası bizim görev yaptığımız bölgede bulunmuyordu... [B]en kesinlikle askerlik görevim sırasında [N.T.] isimli sivil vatandaşın adı geçen sanıkların emriyle askerler tarafından kasten öldürüldüğüne ilişkin herhangi birşey duymadım. Bölükte diğer asker arkadaşlarımın arasında da bu olaya ilişkin ayrıntılı bir konudan haberdar olmadım. Ancak yakın zamanda iddianamede belirtilen olaylarla ilgili basında çıkan bir takım haberleri duydum. Askerlik sürecinde soyut anlatımlarla bu tür öldürme olaylarının olduğu askerler arasında anlatılıyordu...”

Mu.S.:“...1995-1996 yılları arasında Hakkari Yüksekova’ ya göreve gittik fakat hangi tarih olduğunu tam olarak hatırlayamıyorum, biz burda gezici birliktik bana söz ettiğiniz iddianamede adı geçen müşteki Halit Tekçi’ yi tanımam, sanık [A.O.A.yı] ismen duydum bu şahsın asker mi yoksa rütbeli mi olduğunu hatırlayamıyorum, çünkü aradan 18 sene gibi bir süre geçti, iddianamede bahsedildiği gibi [N.T.] isimli bir şahsın [A.O.A.] ve orda görevli askerler tarafından vurulduğuna şahit olmadım... [S]adece bölükte askerler arasında böyle bir konuşmanın söylendiğini duydum, bu konuşmaları yapan askerleri de hatırlayamıyorum...”

A.Ö.:“...Gelibolu Ortaköy 18. Zırhlı tugayında 5-6 ay kadar eğitim aldık bu sürenin sonunda. Hakkari Yüksekovaya gönderildik... [B]enim terhis olduğum tarih 27 Ekim 1995’ tir, okuduğunuz iddianameye ilişkin sadece duyumdan ibaret bilgim vardır. [A.O.A.] bizim görev yaptığımız 2. Bölüğe Bölük komutanımızın psikolojik olarak rahatsızlık geçirmesi sonucunda bizim orada ki 2. Ya da 3. Ayımızda komutan olarak gönderildi. [K.A.] isimli teğmen 1. Bölükte görevliydi. Tanık olarak beyanlarından bahsettiğiniz [Y.Ş.yi] tanımıyorum [H.A.] ise 1. Bölükteydi. Ben görev yaparken sivil bir[inin]... dağa operasyona askerlerin yanında götürüldüğünü 18 kişilik Tim tarafından K... Teğmenin emri ile ateş edilerek yani kurşuna dizilerek [ö]ldürüldüğünü duydum. K... Teğmen’ in bölük komutanının bilgisi haricinde ya da dahilinde gerçekleştirip gerçekleştirmediğini bilmiyorum... [A]nlatan kişilerin isimlerini anımsamıyorum... Ben bu olayı yaşandıktan 20 gün falan sonra duydum...”

Yu.B.:“...Arkadaşlarımdan duyduğum kadarı ile [N.T.] olduğundan emin olmadığım yakalanan 1 terörist sanık ve askerler tarafından yer tespiti amacıyla araziye gitmişler, daha sonra bu terörist orada öldürülmüş. Ancak ben kimin ne şekilde bu teröristi öldürdüğünü bilmiyorum...”

Me.K.:“...[B]öyle bir olayı taburun bulunduğu mevkiide Havan mevzisindeki arkadaşlardan duydum...”

A.B.:“...[B]aşka bir timdeki görevli asker arkadaşlardan elleri kelepçeli bir teröriste diğer teröristlerin yerini göstermesini istediklerini, göstermeyince onu kurşuna dizdiklerini söylemişlerdi, benim görgüye dayalı bir bilgim yoktur...”

Z.K.:“...[Olayı] [t]aburda görevli askerlik görevini yapan diğer asker arkadaşlarımdan duydum. Maktulün önce sorguya çekildiğini, sonra kurşuna dizildiğini, daha sonra cesedinin mayının üzerine bırakılarak patlatıldığını söylüyorlardı. Ancak bunları kimin yaptığını bilmiyorum...”

Hı.A.:“...İddianameye konu olayı o dönemde bölükte ve arkadaşlarım arasında bahsi geçtiği için duydum. Bir [köylünün] öldürüldüğünü söylenti olarak aktardılar. Ancak kimin öldürdüğünü o koşullarda kimse net olarak bir şey söylemediğinden tam olarak söylemiyorlardı. [A.O.A.] bizim tabur komutanımızdı. [A.O.A.nın] [N.T.yi] öldürdüğüne dair ben bir şey duymadım...”

B.A.:“... Söz konusu olay ben askere gitmeden önce olmuştu. Çünkü biz oraya giderken bölükteki arkadaşlarımız olayı bize bu şekilde [iddianamede anlatıldığı şekliyle] anlattılar...”

ii. Ü.Y. bir başka ifadesinde çoban olarak belirttiği kişinin 16-17 yaşlarında olduğunu, üçüncü bölüğün komutanı olan, ismini hatırlayamadığı bir yüzbaşının emriyle çobanın öldürüldüğünü, K.A.nın çobanın öldürülmesi yönünde bir emir vermediğini, aradan uzun zaman geçmesi nedeniyle üçüncü bölüğün komutanı olan A.O.A. ile K.A.yı görse tanıyamayacağını beyan etmiştir.

iii. H.A., N.T.nin başına gelenleri asker arkadaşı Mu.T. ile Uzm. Çvş. Yun.B.den duyduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Mu.T. yargılamaya konu olay hakkında bilgisinin olmadığını beyan etmiştir.

iv. Ce.K. olayı başkalarından duyduğunu ifade etmiştir.

v. E.E. askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılının yaz aylarında Yüksekova’ya gittiğini, böyle bir olayın askerler arasında konuşulduğuna şahit olduğunu ancak olayın ayrıntılarını hatırlamadığını söylemiştir.

vi. R.G. olayı görmediğini ancak bazı asker arkadaşlarından duyduğunu beyan etmiştir.

vii. Yu.K. 1995 yılında birisinin öldürüldüğünü duyduğunu ancak kimin kim tarafından nasıl öldürüldüğünü, ölenin çoban mı yoksa terörist mi olduğunu bilmediğini ifade etmiştir.

viii. Ay.B. askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılı Şubat ayında Hakkâri’ye gittiğini, bölükteki askerler arasında olay hakkında bir söylenti duyduğunu ancak olayın içeriğini bilmediğini söylemiştir.

ix. 1995 yılında havan takım komutanı olarak Yüksekova’da bulunduğunu ifade eden M.C., yargılamaya konu olay hakkında hiçbir şey duymadığını söylemiştir.

x. Be.A., Yüksekova 1/18 Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı 1. Mekanize Piyade Bölüğünde takım komutanlığı görevini yaptığını, sanıkları tanıdığını ancak yargılamaya konu olayı duymadığını beyan etmiştir.

xi. F.S. 1995 yılının Nisan ayından aynı yılın ekim ayına kadar Hakkâri’de iç güvenlik tim takım komutanı olarak görev yaptığını, yargılamaya konu olayın yaşanmadığını ifade etmiştir.

xii. İ.K., teğmen olarak görev yaptığı taburun 1995 yılının Nisan ayında Yüksekova’ya gittiğini, bu nedenle altı yedi ay süreyle Yüksekova’da bulunduğunu fakat yargılamaya konu olayı ilk defa duyduğunu söylemiştir.

xiii. E.K. 1995 yılında iki ay süreyle gezici bölük olarak Yüksekova’da bulunduklarını, kimseyi kurşuna dizmediklerini, yargılamaya konu olay gibi bir olay yaşansaydı mutlaka şahit olacağını zira bölük olarak hep birlikte hareket ettiklerini söyleyip konuya ilişkin herhangi duyumu olmadığını eklemiştir.

xiv. O.B. olay tarihinde uzman çavuş olarak Yüksekova’da bulunsa da olayla ilgili hiçbir bilgisinin olmadığını söylemiştir.

xv. A.U., A.O.A.yı olay tarihinde aynı yerde görev yapmaları nedeniyle tanıdığını, 1995 yılı Nisan ayında Yüksekova’ya geçici olarak görevlendirilmesi nedeniyle gittiğini, olay hakkında bilgi sahibi olmadığını ancak yargılamaya konu olay gerçekleşseydi mutlaka haberinin olacağını beyan etmiştir.

xvi. Me.D. 1995 yılında Nisan ayında Yüksekova’da subay olarak görev yaptığını, yargılamaya konu olayın gerçek olmadığını, düşüncesine göre Y.Ş.nin terör örgütünün yönlendirmesi sonucu o şekilde ifade verdiğini, yargılamaya konu olay yaşansaydı mutlaka tabur içinde duyulacağını ifade etmiştir.

xvii. 1995 yılının Nisan ayıyla Kasım ayı arasında Aşağı Ölçek’te yaklaşık altı ay süreyle askerlik hizmeti yapan ve sanık K.A.nın kendi bölüklerinde teğmen rütbesiyle görev yaptığını ifade eden B.Ö. olayı görmediğini ve duymadığını söylemiştir.

xviii. R.Y., A.O.A.nın bölük komutanı olarak görev yaptığı birlikte askerlik hizmetini yaptığını, çok çatışmaya girdiklerini ancak yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne de duyduğunu, tahminine göre olayın hayal ürünü olduğunu ifade etmiştir.

xix. T.S., A.O.A. ile Yüksekova’da yaklaşık bir yıl birlikte çalıştıklarını ve genel ağda okuduğu haberler nedeniyle olay hakkında bilgi sahibi olduğunu beyan etmiştir.

xx. Na.D., yaptığı askerlik hizmeti kapsamında 1995 yılında Yukarı Ölçek ve Aşağı Ölçek’te bulunduğunu, A.O.A.nın ikinci bölüğün komutanı olduğunu, kendisinin ise birinci bölükte olduğunu, yargılamaya konu olay hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını, böyle bir olay yaşansaydı mutlaka duyulacağını söylemiştir.

xxi. Mur.S., olay hakkında bilgi sahibi olmadığını, Y.Ş.nin Yüksekovalı ve askerlik sırasında üst tertip olduğunu beyan etmiştir.

xxii. S.İ. olay tarihinde 1/18 İç Güvenlik Taburunda bölük komutanı olarak görev yaptığını, olağanüstü hâlden dolayı görev yaptığı taburun Yüksekova’da görevlendirildiğini, 1995 yılının Nisan ve Temmuz ayları arasında yaklaşık üç ay Yüksekova’da bulunduğunu, iddianamede anlatılan olayın hayal mahsulü olduğunu söylemiştir.

xxiii. Beyanına göre olay tarihinde Yüksekova’da bir buçuk ay kadar tabur ikmal subayı olarak görev yapan İ.A. iddianamede anlatılan olayın vuku bulmadığını söyleyip böyle bir olay gerçekleşseydi olayı mutlaka duyacağını ifade etmiştir.

xxiv. Ş.B. “Ben 1995-1996 yılları arasında Gelibolu’da 1/18 [İç] [G]üvenlik [T]aburu olarak geçici görevle Yüksekovaya intikal ettim, tabur yazıcısıydım, intikal eden taburumuzda 100 yakın PKK sempatizanı vardı, bana giden birliğin yarısı geriye dönmeyecek diyerek psikolojilerimizi bozan sempatizanlar bulunmaktaydı, intikal ettiğimiz ilk günden itibaren PKK lılar tarafından sabahlara kadar saldırılara maruz kalıyorduk, bizim taburumuz alan savunması yapmaktaydı anlatılanlar iftiradır, ben taburda olan biten her şeyden haberim vardı, bölge PKK’lı kaynıyordu, ifade edildiği şekilde taburumuzda böyle bir olay meydana gelmemiştir, iftiranın sebebi taburumuzda PKK sempatizanı ve zayiyat vermeyen bir birlik olmasından ve başarı elde etmesinden kaynaklanmaktadır, sanıklar taburumuz personeli olduğu için tanırım.” demiştir.

xxv. Geriye kalan tanıkların bir kısmı olayın gerçekleştiği iddia edilen tarihten önce askerlik hizmetlerinin sonra erdiğini, askerlik hizmetlerinin 1995 yılı Mayıs ayından sonra başladığını ya da askerlik hizmeti süresince Yüksekova’da görevlendirilmediğini ifade etmiştir. Bazı tanıklar ise olay hakkında ne görgüye ne de duyuma dayalı bilgilerinin olduğunu belirtip yargılamaya konu bir olay olsaydı muhakkak duyacaklarını söylemiştir.

30. 10/5/2013 tarihli altıncı celsede beyanı tespit edilen tanık S.U. 1995-1997 yılları arasında yerine getirdiği askerlik hizmeti kapsamında Yüksekova’da yedi sekiz ay bulunduğunu ancak sanıkları hatırlamadığını, yargılamaya konu olayı ne gördüğünü ne duyduğunu söylemiştir. Başvurucu Halit Tekçi'nin vekillerinin sanıkların tutuklanmasına, sanıklar hakkında disiplin soruşturması yürütülüp yürütülmediğinin araştırılmasına, sanık A.O.A.nın duruşmada hazır edilmesine, ölenin işkenceye uğradığı iddiası yönünden suç duyurusunda bulunulmasına ya da sanıklardan bu konuda ek savunma alınmasına, Genelkurmay Başkanlığına müzekkere yazılarak 1995 yılında Gelibolu’dan Yüksekova’ya gönderilen askerlere ait listenin istenmesine ilişkin talepleri Ceza Mahkemesince kabul görmemiştir. Ceza Mahkemesine göre 1995 yılında 18’inci Zrh. Tug. 1. Mknz. P. Tb. 1. Bl. Kom. ile 2. Bl. Komutanlığı emrinde görev yapan tüm askerlere ait bilgilerin temin edilip söz konusu kişilerin ifadelerinin alınması için istinabe talep edildiğinden ayrıca Gelibolu’dan Yüksekova’ya gönderilen askerlere ait listenin istenmesine gerek yoktur.

31. 12/7/2013 tarihinde yapılan yedinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri sanıkların tutuklanmasını, istinabe yoluyla ifadelerini alınan tanıklardan olayı gördüğünü ya da duyduğunu söyleyenlerin Ceza Mahkemesince yeniden dinlenmesini, işkence suçu yönünden suç duyurusunda bulunulmasını, sanıkların bağlı oldukları askerî birliklere müzekkere yazılmasını ve olay hakkında ayrıntılı bilgiye sahip kişilerin olay yerinde yapılacak keşif sırasında dinlenmesini talep etmiştir. Ceza Mahkemesi; sanıklara isnat edilen suçu, istinabe yoluyla dinlenen tanıkları beyanlarının içeriğini, delillerin karartılma ihtimalinin ve sanıkların kaçacakları yönünde herhangi bir emarenin bulunmamasını da dikkate alarak keşif talebi dışındaki talepleri yerinde görmemiştir.

32. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 12/8/2013 tarihinde Ceza Mahkemesine gönderdiği dilekçede başka talepler yanında keşif için Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesini, yapılacak keşif esnasında, ölenin kalıntılarına daha kolay ulaşacak adli tıp uzmanlarının görevlendirilmesini, olayı gördüğünü beyan eden ve olayın gerçekleştiği yeri ve/veya ceset parçalarının gömüldüğü muhtemel bölgeleri gösterebilecek tanıkların keşif esnasında hazır edilmesini, Uluslararası Kayıpları Bulma Kurumuna müzekkere yazılarak kayıplara ilişkin kazıların ne şekilde yapıldığının sorulmasını istemiştir.

33. Ceza Mahkemesi 4/10/2013 tarihli sekizinci celsede, sanıkların adli kontrol altına alınarak yurt dışına çıkamamalarına ve öldürüldüğü iddia edilen N.T.ye ait kemik ve DNA örneklerin tespiti amacıyla Değerli köyü Yukarı Ölçek mezrası ile Aşağı Ölçek mezrası arasında keşif icrası için Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesine karar vermiştir. Verilen ara kararına göre keşif; olay hakkında bilgi sahibi olan tanıklar V.K., Ü.Y., C.E., N.Ü. (İsim yanlışlığı yapılmış olup tanığın adı H.Ü.dür.), H.G., F.C., H.T., H.Y. ve Y.Ş. ile Olay Yeri İnceleme ekibi ve adli tıp uzmanı hazır edilerek yapılacaktır.

34. Ceza Mahkemesinin istinabe talebi üzerine Yüksekova 2. Asliye Ceza Mahkemesi, keşif esnasında hazır edilmesi istenen tanıklar adına keşif gün ve saatini bildirir davetiye göndermiştir. Bu davetiyelerden sadece H.Ü. adına gönderileni muhatabına tebliğ edilememiştir. Bununla birlikte H.G. bulunduğu yer mahkemesinde ifade vermek istediğine, H.T. ise Yüksekova’da kalacak yerinin olmadığına ve yol masraflarıyla diğer ihtiyaçlarını karşılayamayacağına ilişkin dilekçe göndermiştir. Keşif 22/11/2013 tarihinde başvurucu Halit Tekçi ve vekilleri ile sanık K.A.nın müdafii ve Değerli köyü muhtarının huzurunda, tanıklar Y.Ş. ile K.K., iki kişiden oluşan Olay Yeri İnceleme ekibi, bir jeoloji mühendisi ve biri profesör olmak üzere adli tıp alanında uzman üç kişinin refakatinde yapılmıştır. Fotoğraflama ve video çekme suretiyle kayda alınan keşif esnasında tanıklar Y.Ş. ile K.K., olay yeri olduğunu ileri sürdükleri mahalli göstermiştir. K.K. ayrıca keşif esnasında kendisini arayan çoban T.K.nın bir yeri tarif ettiğini söyleyerek bu yeri de göstermiştir. Başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri olay yerinin sarp ve kayalık olduğunu, geniş bir alanda sadece dedektör yardımıyla keşif yapıldığını, olay yerinde sadece iki tanığın hazır olduğunu, keşfin uluslararası sözleşme ve protokollere aykırı icra edildiğini iddia etmiştir. Sanık K.A.nın müdafiinin beyanına göre keşif işlemi yaklaşık altı saat sürmüştür.

35. Jeoloji mühendisi, hazırladığı 2/12/2013 tarihli raporunda olay yerinin geniş alanı kapsadığını, alanın sarp, kayalık ve eğimli, yağış miktarının ise fazla olması nedeniyle ölüye ait kemik ve diğer parçaların kar ve yağmur suyu ile sürüklenerek bölgenin doğusundaki dereye karışma ihtimalinin gözönünde bulundurulması gerektiğini, aradan geçen uzun zamanın araştırmayı olumsuz yönde etkilediğini belirtmiştir.

36. Adli tıp uzmanları hazırladıkları 5/12/2013 havale tarihli raporlarında keşif esnasında tanıkların N.T.nin öldürüldüğü yer olarak gösterdikleri alanın yüzeyden 40-45 cm kadar kazıldığını ancak derine inildikçe toprakta renk ve kıvam olarak belirgin katmanlaşma saptanmadığını, metalik cisim ya da insan vücuduna ait biyolojik örneğe rastlanmadığını, keşif yapılan arazinin diğer bölümlerinde yedi kemik parçası, muhtelif ebatlarda on bez parçası, 17 cm uzunluğunda bir fermuar ve 7,62 mm ölçüdeki mermi çekirdekleri ile uyumlu on sekiz mermi çekirdeği kovanının bulunduğunu, bu kovanların on üçünün üzerinde MKE yazdığını açıklamıştır. Rapora göre bahsi geçen bez parçalarının bir kısmı olay sonrasında yakın bir bölgede, üç taş parçası arasına gömüldüğü iddia edilen yerde bulunmuştur. Bu yer yaklaşık 60 cm kadar kazılmış ancak toprakta renk ve kıvam olarak belirgin katmanlaşma saptanmadığı gibi metalik bir cisim ya da insan vücuduna ait biyolojik bir maddeye rastlanmamıştır. Söz konusu raporda ayrıca kemiklerin insana ait olup olmadığının, insana ait ise kime ait olduğunun, giysi parçalarının insana ait biyolojik madde içerip içermediğinin, içeriyorsa bu maddenin N.T.ye ait olup olmadığının, mermi kovanlarının hangi silahtan atıldığının ve ne zaman kullanıldığının tespiti için karşılaştırmalar ve incelemeler yapılması gerektiği belirtilmiştir.

37. 10/12/2013 tarihinde AİHM Tekçi ve diğerleri/Türkiye (B. No: 13660/05) başvurusu hakkında kararını vermiştir. AİHM yaptığı incelemede soruşturmada başvuruya konu kaybolma olayından yaklaşık 9 yıl 10 ay sonra başvuru yapılmasını haklı gösterecek nitelikte somut ilerlemeler kaydedildiğinin anlaşıldığını belirterek başvurunun süresinde olmadığına yönelik itirazı reddetmiş ve benzer başvurularda verdiği kararları hatırlatarak başvurucuların tazminat davası açmadan başvuru yapmaları nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazı yerinde görmemiş ancak Hükûmetin şikâyet tarihinden itibaren ya da iç hukuk yollarının etkisiz olduğunun farkına varıldığı tarihten itibaren altı ay içinde başvuruda bulunulması gerektiğine ve Askerî Savcılığın 15/12/1997 tarihli kararına itiraz edilmemesi nedeniyle iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazlarının incelenmesini esas hakkında yaptığı inceleme ile birleştirmiştir. Esas bakımından yaptığı inceleme sonunda ise Sözleşme’nin 2. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir.

i. AİHM yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verirken N.T.nin askerlerce gözaltına alındığına ilişkin bazı tanık beyanlarına ve Y.Ş.nin soruşturma aşamasında verdiği ifadeye atıf yapıp sanıklar A.O.A. ve K.A. hakkındaki ceza davasının derdest olduğunu dikkate almış; başvurucuların yakınının hayatını tehlikeye atan koşullarda kaybolduğunu, bu nedenle hayatını kaybettiği yönündeki varsayımı kabul edebileceği kanısında olduğunu açıklamış; gerek yetkili ulusal makamların gerekse Hükûmetin başvurucuların yakınının belirsiz olan tutulmasının ardından ne yaşandığına dair herhangi bir açıklama sunmadığına, her hâlükârda Askerî Savcılığın verdiği 15/12/1997 tarihli kararda ileri sürülen N.T.nin silahlı çatışma sırasında hayatını kaybettiği yönündeki iddianın daha sonra tanık N.F. tarafından çürütüldüğüne ve görevlilerinin ölümcül güce başvurmalarını haklı gösterecek nitelikte herhangi bir gerekçenin de ileri sürülmediğine işaret etmiştir.

ii. AİHM’i yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna götüren gerekçeler ise şunlardır:

- Askerî soruşturmanın ivedilikle yürütülmesi adli soruşturmanın içeriği ile tezat oluşturmuştur. Zira 15/12/1997 tarihli kararda ispatlandığı belirtilen tespitler daha sonra yürütülen soruşturma kapsamında inkâr edilmiştir.

- Adli yargıya dâhil bazı Cumhuriyet başsavcılıkları ile askerî savcılıklar tarafından verilen görevsizlik kararlarına dayanılarak soruşturma dosyasının farklı savcılıklara gönderilmesi, toplanan delil unsurlarına ilişkin bir sonuca varmak ve soruşturmalar yürütmek amacıyla gerektiği ölçüde ivedilikle hareket edilmesini olumsuz yönde etkilemiştir.

- Gözaltına alınan kişilere ilişkin kayıtlar dikkatsizce tutulmuştur ve başvurucuların yakınlarının gözaltına alınmasına ilişkin şikâyetlerle başvurdukları farklı ulusal makamlar tarafından verilen kararların gerekçelerinde, söz konusu bölge veya alanda askerler tarafından yürütülen operasyonun nedenini belirlemeye imkân verecek nitelikte soruşturmalar yürütüldüğü ortaya konulmamıştır.

- Olayların meydana geldiği dönemde bu bölgede görev yapan askerler yetkili merciler tarafından tespit edilmemiş ve gerektiği takdirde bu askerlerin ifadeleri alınmamıştır. Ayrıca Askerî Savcılığın 15/12/1997 tarihli kararında bahsi geçen M.E.Y. dinlenmemiştir.

- Askerî savcı ve Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen soruşturmaların ve Ceza Mahkemesinde davanın görüldüğü sırada -tanık ifadelerinin alınması aşamasında- N.T.nin öldürüldüğü koşullara ilişkin olarak gerçekleştirilen soruşturmalar ivedilikle ve yeterli şekilde yürütülmemiştir. Bu nedenle Hükûmet tarafından ileri sürülen altı ay süre koşuluna uyulmadığı yönündeki itirazın reddedilmesi gerekir. Ayrıca ulusal yetkililerin N.T.nin ölümüne ilişkin koşullar hakkında geniş çaplı ve etkin bir soruşturma yürütmedikleri sonucuna varıldığından iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itiraz kabul edilemez.

iii. AİHM ayrıca bahsi geçen başvuruda manevi tazminat olarak başvuruyu yapanlara müştereken 65.000 avro ödenmesine karar verip Sözleşme’nin kararların bağlayıcılığı ve infazıyla ilgili 46. maddesi çerçevesinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin denetimi altında davalı devletin sanıkların adil yargılamaya ilişkin gerekliliklere riayet edilerek ve Sözleşme’nin 2. maddesinin usule ilişkin gerekliliklere uygun bir şekilde, ivedilikle ve ihtimam gösterilmek suretiyle yargılanmalarını sağlamak amacıyla gerekli araçları kullanması gerektiği kanısında olduğunu açıklamıştır.

2. Yargılama Sürecinin AİHM Kararı Sonrasına İlişkin Bölümü

38. 13/12/2013 tarihli dokuzuncu celsede Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararının bir örneği başvurucu Halit Tekçi’nin bir vekili tarafından Ceza Mahkemesine sunulmuştur. Ceza Mahkemesi kurduğu başka ara kararları yanında bazı tanıkların ifadelerinin alınması için yapılan istinabe talebinin sonucunun beklenmesine, Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararının Türkçeye çevriltilmesi için Ankara Ağır Ceza Mahkemesinden istinabe talep edilmesine, keşif sırasında bulunan boş kovanları atan silahların Türk Silahlı Kuvvetler envanterinde olup olmadığı hususunda Makine Kimya Endüstrisi Kurumuna (MKE) müzekkere yazılmasına ve keşifte bulunan kemikler ile kumaş parçalarından elde edilecek biyolojik örneklerle yapılacak karşılaştırmaya esas olmak üzere başvurucu Halit Tekçi’den kan örneği alınması için Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına karar vermiş ama çapraz sorgu için sanıkların duruşmada hazır bulundurulmasına, sanıkların tutuklanmasına ve davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesine ilişkin talepleri reddetmiştir.

39. MKE 6/1/2014 tarihli yazıyla keşif sırasında bulunan ve üzerinde MKE ibaresi olan fişeklerin kendi üretimleri olduğunu, bu fişeklerin G3 ve MG3 silahları için üretildiğini, detaylı bilginin Türk Silahlı Kuvvetlerinden öğrenilebileceğini bildirmiştir.

40. Ceza Mahkemesinin istinabe yoluyla Türkçeye çevirttiği Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararı UYAP’a 7/2/2014 tarihinde aktarılmıştır (Bakanlık, Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığı aracılığıyla anılan kararın Türkçe çevirisini 26/3/2014 tarihinde Ceza Mahkemesinin dikkatine sunmuştur.).

41. Başvurucu Halit Tekçi’nin de yer aldığı 11/3/2014 tarihli onuncu celsede başvurucunun vekillerinden biri;

- Sanıkların tutuklanmasını,

- Davanın Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine naklini,

- Olay nedeniyle disiplin soruşturması açılması için müzekkere yazılmasını,

- Öz itibarıyla askere silah teslim edilirken söz konusu silaha ait seri numarasının tutanakta belirtilip belirtilmediği, olay tarihinde hangi silahların hangi asker tarafından kullanıldığı, olay tarihinde askerlere ne kadar mermi verildiği ve olay tarihinde envanterde hangi silah ve mermilerin bulunduğu hususunda Türk Silahlı Kuvvetlerine yazı yazılmasını talep etmiştir.

42. Ceza Mahkemesi; Yargıtay 5. Ceza Dairesinin davanın nakline ilişkin kararı nedeniyle davanın yeniden nakledilmesinin mümkün olmadığına, başvurucu Halit Tekçi ve eşinden DNA karşılaştırmasına esas olacak şekilde kan örnekleri alınması için Yüksekova Asliye Ceza Mahkemesine müzekkere yazılmasına, keşif sırasında bulunan kemiklerin N.T.ye ait olup olmadığının tespiti için bahsi geçen kemikler ile başvurucu Halit Tekçi ile eşinden alınacak kan örneklerinin Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine, N.T.nin vukuatlı nüfus kayıt örneğinin dosya arasına alınmasına karar vermiştir. Tutuklamanın bir koruma tedbiri olduğuna ve somut deliller nazara alınarak sanıkların tutuklanmasına ilişkin talep Ceza Mahkemesince yerinde görülmemiş, diğer talepler ise esasa müessir olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

43. 27/6/2014 tarihli on birinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekilleri bir önceki celsede dile getirdikleri talepleri yineleyip Türk Silahlı Kuvvetlerinin davadan haberdar edilmesini, davanın 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “İnsanlığa karşı suçlar” kenar başlıklı 77. maddesi kapsamında ele alınmasını istemiştir. İddianamenin bir örneğinin bilgi amacıyla Genelkurmay Başkanlığına gönderilmesine yönelik talebi kabul eden Ceza Mahkemesi, 5237 sayılı Kanun’un 77. maddesi gereğince sanıklardan ek savunma alınıp alınmayacağının iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını vermesinden sonra değerlendirilmesine, Adli Tıp Kurumundan keşif sırasında bulunan kemiklerin bir insana ait olup olmadığı, bu kemikler bir insana ait ise kemikler ile bez parçalarından elde edilen DNA örnekleriyle başvurucu Halit Tekçi’den alınan kandan elde edilecek DNA örneği arasında irtibat bulunup bulunmadığı hususunda rapor istenmesine karar vermiş; başvurucu Halit Tekçi'nin vekillerinin sair taleplerini ise reddetmiştir.

44. Adli Tıp Kurumunun 5/8/2014 tarihli raporuyla keşif sırasında bulunan kemiklerin tamamının hayvan kemiği olduğu ortaya çıkmıştır.

45. 17/10/2014 tarihinde yapılan on ikinci celsede başvurucu Halit Tekçi'nin vekiline -talebi dikkate alınarak- Adli Tıp Kurumunun raporuna ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunmak üzere bir sonraki celseye kadar süre verilmiştir.

46. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden biri 7/11/2014 tarihli on üçüncü celsede taleplerinin reddedilmesini gerekçe göstererek Ceza Mahkemesi Heyetini davadan çekilmeye davet etmiş, Heyet aksi kanaatte ise Heyet Başkanı ve üyelerini ayrı ayrı reddetmek için süre talep etmiş, ayrıca sanıkların tutuklanmasını istemiştir. Sözü edilen talepler Ceza Mahkemesince yerinde görülmemiştir.

47. 19/12/2014 tarihli on dördüncü celsede Cumhuriyet savcısı sanıkların beraatine karar verilmesine dair esas hakkındaki mütalaasını sunmuştur. Ceza Mahkemesi, esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere katılan başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerine süre vermiştir.

48. Başvurucu Halit Tekçi’nin vekilleri 4/2/2015 tarihli on beşinci celsede Ceza Mahkemesi başkan ve üyeleri ile esas hakkında mütalaayı veren Cumhuriyet savcısını reddetmiş ve 5237 sayılı Kanun’un 77. maddesi uyarınca sanıklardan ek savunma alınması yönünde işlem yapılmadığını ifade etmiştir. Ceza Mahkemesi; başkan ve üyelerin reddine ilişkin istemin reddine, bu konuda karar verilmek üzere dosyanın Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine, Cumhuriyet savcısının reddine ilişkin talep konusunda karar verilmesine yer olmadığına, 5237 sayılı Kanun’un 77. maddesinde düzenlenen suçun olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı Kanun’da yer almaması nedeniyle sanıklardan ek savunma alınmasına ilişkin talep yönünden işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

49. Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi 11/2/2015 tarihli kararıyla Ceza Mahkemesinin başkan ve üyelerinin reddine ilişkin istemi yerinde görmemiştir.

50. Başvurucu Halit Tekçi’nin de yer aldığı 15/4/2015 tarihli on altıncı celsede Ceza Mahkemesi Heyetince dosyanın incelemeye alınmasına ve sanıkların tutuklanmasına yönelik taleplerin esas hakkında verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine karar verilmiştir.

51. Başvurucu Halit Tekçi’nin de hazır bulunduğu 19/6/2015 tarihli on yedinci celsede Ceza Mahkemesi, başvurucu Halit Tekçi’nin vekilinin beyanını da dikkate alarak başvurucunun diğer vekillerinin sunduğu mazeretleri kabul edip sonraki celsenin 10/7/2015 tarihinde yapılmasına karar vermiştir.

52. On sekizinci celsede sanık K.A.nın müdafiinin mazereti ile başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinden birinin sunduğu mazeret kabul edilmiş, sonraki celsenin 11/9/2015 tarihinde yapılmasına karar verilmiştir.

53. Ceza Mahkemesi 11/9/2015 tarihli on dokuzuncu celsede yargılamayı nihayete erdirip isnat edilen suçu işlediklerinin sabit olmaması nedeniyle sanıkların beraatine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

 “...

...[M]üşteki Halit Tekçi’nin yapmış olduğu müracaat ile başlatılan soruşturmada gösterdiği tanıkların o yer cumhuriyet başsavcılığınca sıcağı sıcağına dinlendikleri, bu tanıkların iddia edilen öldürme olayını doğrulamadıkları, güvenlik güçlerince yakalanan örgüt üyesi A... kod adlı [N.F.nin] ilk vermiş olduğu ifadede [N.T.yi] PKK örgütünün bir üyesi olarak tarif ettiği, girilen bir çatışma sırasında ölmesi ve cesedini yanlarında götürdüklerini ve gömdüklerini beyan ettiği, ilk yapılan soruşturma aşamasında sanıklar hakkında takipsizlik kararı verildiği, daha sonra da olaydan 15 [yıldan] fazla süre geçtikten sonra da davanın yeniden ele alındığı, söz konusu taburda asker olarak görev yapan tüm askerlerin [Genelkurmay] [B]aşkanlığından listesinin istendiği ve mahal mahkemelerine talimatlar yazıldığı, bir kısım tanıkların böyle bir olayı yani sanıkların [N.T.yi] taburun önünde öldürttükleri yönünde beyanlarda bulundukları, ancak tanıkların büyük kısmının böyle bir olayın olmadığını, olsaydı görme durumlarının olacağını yada en azından duyabileceklerini ifade ettikleri, dava dosyasının medyada ve internet ortamında yer alması üzerine tanıkların pek çoğunun davadan haberdar oldukları, yaklaşık 114 tanığın olay yerinde olduğu ve böyle bir olayı duymadıkları, görmediklerini beyan ettikleri, mahallinde keşif icra edildiği, olay yeri olduğu iddia edilen mahalde ele geçen kemik parçalarının insana ait olmadığının saptandığı, [N.T.nin] hayatta yada öldüğüne dair her hangi bir bulguya bugüne kadar ulaşılamadığı, sanıklar ve vekillerinin suçlamaları reddettiği, sanıkların müsnet nitelikli insan öldürme suçunun niteliklerine dair her türlü şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanıkların müsnet suçtan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir.

Her ne kadar bir kısım tanıklar sanıkların [N.T.yi] tabur önünde öldürttürdüğü hatta kendilerince silah sıktıklarını ifade etmiş iselerde dava dosyasının medya ve internette takip edildiği benzer beyanlarda bulunulduğu, özellikle belli coğrafi bölgelere yazılan talimatların birbirine benzer cevaplar niteliğinde olduğu, sanıkların aleyhinde tanık beyanlarına dosyadaki mevcut deliller çerçevesinde itibar edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

...”

54. Başvurucu özetle bazı tanıkların beyanlarına işaret ederek cinayetin ortaya çıktığını, tüm tanıkların istinabe yoluyla dinlendiğini, tanıklara soru sorabilmek için tanıkları Ceza Mahkemesinin bizzat dinlemesine ilişkin taleplerinin reddedildiğini oysa sanıkların tanıklar üzerinde baskı kurup beyanları sebebiyle bazı tanıklar hakkında suç duyurularında bulunduklarını, bu tanıklara karşı tazminat davası açtıklarını Ceza Mahkemesinin dikkatine sunduklarını, AİHM’in ihlal tespitleri ışığında davanın yürütülmesine yönelik talebinin dikkate alınmadığını, Yüksekova’da görev yapan bütün askerlerin dinlenmesine karar verilmesinin esas tanıkların tespit edilmesini engellediğini, Ceza Mahkemesinin maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için ciddi hiçbir işlem yapmadığını, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için yapılan hemen hemen bütün taleplerinin reddedildiğini belirterek vekili aracılığıyla Ceza Mahkemesince verilen karar aleyhine temyiz yoluna başvurmuştur.

55. Yargıtay 1. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) Ceza Mahkemesince verilen kararı 27/3/2018 tarihli kararıyla onamıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

56. AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda taraf devletin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak şekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlülüğünün bulunduğunu hatırlatmaktadır (Iatridis/Yunanistan [adil tazmin] [BD], B. No: 31107/96, 19/10/2000, § 32). AİHM'e göre ihlalin doğası eski hâle getirmeye (restitutio in integrum) müsaitse bunu yerine getirmek görevi, taraf devlete düşmektedir (Iatridis/Yunanistan [A.T.], § 33).

57. Yeniden yargılama tedbirinin önemi ve bazı davalarda tek etkili giderim yolu olması sebebiyle Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi devletlere bu konuda tavsiyede bulunmuştur. Bakanlar Komitesinin 19/1/2000 tarihli ve R. (2000)/2 sayılı tavsiye kararında ilk olarak Sözleşme’nin 46. maddesinin Sözleşmeci devletlere kendilerinin taraf olduğu durumlarda AİHM’in nihai kararlarına uyma zorunluluğunu getirmekte olduğu ve Komitenin de bu kararların infazını denetleyeceği belirtilmiştir. Bu yükümlülüğün AİHM’in Sözleşme’nin 41. maddesinde öngörülen adil tazmin dışında başka bazı tedbirlerin de uygulanmasını gerektirdiğine değinilmiştir. Bu kapsamda özellikle de zarar gören tarafın mümkün olduğunca Sözleşme’nin ihlalinden önceki duruma döndürülmesi gerektiği vurgulanmıştır. Taraf devletlerin restitutio in integrum ilkesinin sağlanması için en uygun tedbire karar verme hususunda ulusal hukukta bazı araçlara yer vermesi gerektiği ifade edilmiştir. Komite, kararların infazına ilişkin süreci denetlerken karşılaşılan durum ve tecrübelere dayalı olarak davanın yeniden gözden geçirilmesi veya yargılamanın yenilenmesinin belirli durumlarda restitutio in integrum ilkesinin yerine getirilmesi için tek araç olmamakla birlikte en etkili araçlardan biri olduğunu kabul etmiştir. Bu sebeple Komite taraf devletlere şu tavsiyelerde bulunmuştur:

i. Taraf devletlerin restitutio in integrum ilkesini sağlamak üzere ulusal düzeyde mümkün olduğunca yeterli imkânları sağlaması

ii. AİHM tarafından Sözleşme’nin ihlaline karar verildiği durumlarda yeniden yargılamaya olanak tanıyacak şekilde ulusal hukuk sistemlerinin gözden geçirilmesi

Bu kapsamda özellikle şu durumlarda yeniden yargılama önerilmiştir:

- Mağdur tarafın ulusal kararın sonrasında adil tazminat ile giderilemeyen ve yalnızca yargılamanın yenilenmesi veya davanın yeniden incelenmesi ile giderilebilecek, çok ağır olumsuz sonuçlara katlanmaya devam etmesi

AİHM kararından aşağıdaki durumlar sonuç olarak ortaya çıkıyorsa;

- Başvuruya konu edilen iç hukuktaki kararın esastan Sözleşme’ye aykırı olması veya,

- Tespit edilmiş ihlalin başvuruya konu edilen iç hukuktaki yargılamanın sonucu üzerinde ciddi bir şüphe düşürecek düzeyde ağır usul hataları veya eksikliklerden kaynaklanması.

58. Ne bis in idem ilkesine ilişkin olarak Sözleşme'ye ek 7 No.lu Protokol'ün 4. maddesinin ikinci paragrafı, cezai konularda hukuki kesinlik ilkesinin uygulanmasına bir sınır getirmekte ve taraf devletlerin -diğer hususların yanı sıra- yargılamalarda temel bir kusur tespit edilmesi hâlinde davayı yeniden açmalarına açıkça izin vermektedir. Buna göre sanığın bir suçtan beraat ettiği veya yürürlükteki kanunda öngörülenden daha hafif bir suçtan cezalandırıldığı durumlarda davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı hâlinde yargılama sanığın aleyhine olacak şekilde yeniden açılabilir. Yargılamanın yeniden açılmasını haklı kılan gerekçeler, davanın sonucunu etkileyecek nitelikte olmalıdır (Mihalache/Romanya [BD], B. No: 54012/10, 8/7/2019, §§ 129, 133).

59. Bu sebeple örneğin alt dereceli mahkemenin yürütülecek kovuşturmaya ilişkin üst mahkeme tarafından verilen ilgili talimatlara uymadığı gerekçesiyle yargılamalar yeniden açılabilir. Ancak olayların yalnızca yürürlükteki hukuk ışığında yeniden değerlendirilmesi, önceki yargılamalar bakımından temel bir kusur teşkil etmez (Mihalache/Romanya, §§ 133-137). Öte yandan temel hak ve hürriyetlerin ihlalinden kaynaklanan ağır sonuçlar söz konusu olduğunda yargılamanın hatalı bir şekilde sona erdirilmesinden kaynaklandığı iddia edilen hususlar nedeniyle yeniden yargılama yapılması ne bis in idem ilkesi kapsamında bir sorun ortaya çıkarmamaktadır (Marguš/Hırvatistan [BD], B. No: 4455/10, 27/5/2014, §§ 124-141).

60. Bu çerçevede Sabalić/Hırvatistan (B. No: 50231/13, 14/1/2021) kararında AİHM, homofobik şiddeti içeren bir davada Sözleşme’nin 3. ve 14. maddeleri kapsamındaki usul yükümlülüğüne uyulmasındaki eksiklikleri inceleme bağlamında hem bir şiddet saldırısının soruşturulmaması hem de şiddet içeren nefret suçlarının cezalarının belirlenmesinde bu tür saiklerin dikkate alınmamasının Sözleşme’ye ek 7. No.lu Protokol’ün 4. maddesi kapsamında temel kusur teşkil ettiği, bu nedenle anılan maddenin sanığın aleyhine yeniden yargılamaya izin verdiği sonucuna varmıştır. AİHM'e göre bu tür durumlarda ne bis in idem ilkesi davanın Sözleşme standartlarına uygun olarak yeniden incelenmesine hukuken bir engel teşkil etmemektedir (Sabalić/Hırvatistan, §§ 93-116).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

61. Anayasa Mahkemesinin 1/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

62. Başvurucular öncelikle başvuruya konu ceza yargılaması kapsamında ifadelerine başvurulan bazı tanıkların beyanlarına ve yukarıda anılan Nezir Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararına dikkat çekerek yakınlarının hayatta olduğunun ya da nasıl öldüğünün soruşturma makamlarınca ortaya konulamaması nedeniyle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu iddiaları bağlamında başvurucular; askerler tarafından gözaltına alınması sonrasında yakınlarından bir daha haber alamadıklarını, yakınlarının askerlerce kurşuna dizilip cesedinin mayınla patlatıldığını belirtmiştir.

63. Başvurucular zorla kaybetme olaylarında etkili soruşturma yükümlülüğünün kayıp kişinin akıbeti belli olana kadar devam ettiğini ifade edip kendilerine göre başvuruya konu ceza yargılamasındaki eksikliklere değinerek yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutunun da ihlal edildiğini iddia etmiştir. Bu iddiaları kapsamında başvurucular özetle şu iddialarda bulunmuştur:

i. Kamu görevlileri hakkında yürütülen davanın Bakanlığın talebi üzerine yer yönünden yetkili mahkemeden Ceza Mahkemesine nakledilmesi, yargılama makamının bağımsızlığına ve tarafsızlığına gölge düşürdüğü gibi yargılamanın adil ve etkili bir şekilde yürütülmesine de engel teşkil etmektedir. Ayrıca davanın nakline ilişkin kararda yargılamanın neden Hakkâri’de yapılamayacağına ve neden Eskişehir’e nakledilmesi gerektiğine ilişkin gerekçe bulunmamaktadır. Karar öncesinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığından ve başvurucu Halit Tekçi’den görüş de alınmamıştır. Bir cezasızlık aracı olarak kullanılan davanın nakli, mağdurları bulundukları yerlerden kilometrelerce uzaktaki şehirlere gitmek zorunda bırakmakta; bu suretle mağdurların yargılamalara etkili bir şekilde katılmalarına mâni olmaktadır. Nitekim yapılan celselerin pek azına katılabilmişlerdir.

ii. Olay yerinde keşif yapılmasına ilişkin talepler sürekli güvenlik gerekçesiyle reddedilmiş; keşif sırasında bulunan ve askerler tarafından kullanıldığı bilinen silahlardan çıkan kovanların araştırılması, çapraz sorgu yapılması gibi talepleri ısrarla reddedilmiştir (Başvurucular reddedilen taleplerinin neler olduğunu ayrıntılı ve açık bir şekilde açıklamamıştır).

iii. Yakınlarının gözaltına alındığına ve öldürüldüğüne ilişkin tanık beyanları ne Ceza Mahkemesi ne de Ceza Dairesi tarafından dikkate alınmıştır. Üstelik N.F.nin aksi ortaya konmuş ve delil niteliği taşımadığı saptanmış beyanları hükme esas alınmıştır.

iv. AİHM’in Nezir Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararı Ceza Mahkemesine sunulmasına rağmen sanıkların beraatine karar verilmiş, böylece sanıkların eylemi cezasız bırakılmış ve hoşgörüyle karşılanmıştır.

64. Başvurucular aynı zamanda kötü muamele yasağının ihlal edildiği kanaatindedir. Tanık Y.Ş.nin beyanlarını da esas almak suretiyle ölüm olayının gerçekleşme koşullarından, 1995 yılından bu yana N.T.nin cenazesini aradıklarından, olayın faillerinin bulunarak cezalandırılmaları yönünde yaptıkları sayısız taleplerin dikkate alınmadığından ve sanıklar hakkında beraat kararı verildiğinden bahseden başvuruculara göre 1995 yılından bugüne kadar çektikleri acı ve ızdırap insanlık dışı bir muameledir.

65. Başvurucular son olarak Ceza Mahkemesinin maddi gerçeği aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmediğini, bazı tanıkların olayın gerçekleşme koşullarına ilişkin uyumlu beyanlarına rağmen N.F.nin baskı altında alınan beyanlarına dayanılarak beraat kararı verildiğini, vekillerinin davanın yeniden Hakkâri Ağır Ceza Mahkemesine nakledilmesine, işkence suçu yönünden sanıklar hakkında ek iddianame düzenlenmesine, sanıklar hakkında disiplin soruşturması yapılması için sanıkların bağlı olduğu komutanlıklara müzekkere yazılmasına, çapraz sorgu yapılmasına, keşif icrasına ve Ceza Mahkemesi başkan ve üyelerinin reddine ilişkin bütün taleplerinin reddedildiğini, 19/3/2014 tarihli celsede dile getirilen ve maddi gerçeğin ortaya çıkması için olmazsa olmaz nitelikteki taleplerin kabul görmediğini ve soruşturmanın başladığı tarih ile Ceza Dairesinin onama kararı arasında geçen sürenin makul olmayacak ölçüde uzun olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır.

66. Bakanlık görüşünde evvela başvurucuların şikâyetlerinin daha önce AİHM tarafından incelenerek karara bağlanması ve AİHM’in ödenmesine karar verdiği tazminatların başvuruculara ödenmesi nedeniyle başvurucuların mağdur sıfatının kalktığı, hukuksal güvenlik ilkesi gereğince ulusal ve uluslararası denetimden geçerek kesinleşmiş bir hususun tekrar tartışma konusu yapılmasının mümkün olmadığı ifade edilerek yaşam hakkına ilişkin değerlendirilmesi gereken farklı bir neden bulunmadığı için başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmadığı belirtilmiştir. Bakanlık görüşünde başvurunun esasıyla ilgili olarak ise özetle başvurucu Halit Tekçi’nin hem bizzat hem de vekilleri aracılığıyla yargılamaya etkili bir şekilde katıldığı ve Ceza Mahkemesinin ulaştığı tespitlerden ayrılmayı gerektirecek kuvvetli bir nedenin mevcut olmadığı açıklanmıştır.

67. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında Abdulaziz Bengi ve diğerleri (B. No: 2014/14048, 10/6/2020) kararında yer alan bazı tespit ve değerlendirmelerden de söz ederek kamu görevlilerinin karıştığı ölüm olaylarında sadece tazminat ödenmesinin yaşam hakkı ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli olmadığını, Anayasa Mahkemesinin AİHM’in kararı üzerine adli makamlar tarafından kararda bildirilen özel önlemi de yerine getirecek şekilde etkili bir soruşturma yürütülüp yürütülmediğini incelemesi gerektiğini, Ceza Mahkemesinin etkili soruşturma yükümlülüğünü üstünkörü işlemlerle geçiştirdiğini öne sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. İddiaların Nitelendirilmesi Yönünden

68. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Rustem Esen [GK], B. No: 2019/3189, 17/1/2023, § 27). Somut başvuruda Anayasa Mahkemesi Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararının kapsam ve mahiyeti ile kötü muamele yasağının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların dile getiriliş şeklini dikkate alarak başvurucuların bütün iddialarını yaşam hakkı kapsamında inceleyecektir.

69. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

...

 (Değişik: 7/5/2004-5170/3 md.; 21/1/2017-6771/16 md) Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.”

70. Anayasa’nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

71. Türkiye’de bireysel başvuru sisteminin kabul edilmesinden uzun yıllar önce başvurucular, başka yakınlarıyla birlikte N.T.nin zorla kaybedildiği iddiasıyla AİHM’e başvuru yapmıştır. Bu başvuruda AİHM, başka hususlar yanında askerî savcı ve Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen soruşturmaların ve Ceza Mahkemesinde davanın görüldüğü sırada -tanık ifadelerinin alınması aşamasında- N.T.nin öldürüldüğü koşullara ilişkin gerçekleştirilen soruşturmaların ivedilikle ve yeterli şekilde yürütülmediğine de işaret ederek yaşam hakkının hem maddi hem de usul boyutunun ihlal edildiğine karar vermiştir (bkz. § 37). O hâlde yaşam hakkının maddi boyutunun ve başvuruya konu yargılama sürecinin AİHM kararına olan kısmı yönünden yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddiaların yeniden incelenmesinde hukuki bir yarar bulunmamaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Abdulaziz Bengi ve diğerleri, § 77). Bununla birlikte Ceza Mahkemesinin Tekçi ve diğerleri/Türkiye kararı dikkatine sunulduktan sonra söz konusu kararda belirtilen tespit ve değerlendirmeleri de dikkate alarak yargılamayı Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte yapması gerektiği açıktır. Bu bakımdan başvuru, başvuruya konu edilen yargılama sürecinin AİHM kararı sonrasındaki bölümü (bkz. §§ 38-55) yönünden ve sadece yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenecektir.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

72. Diğer başvurucular başvuruya konu yargılama sürecine katılmasalar da başvurucu Halit Tekçi katılmıştır. Bunun için tüm başvurucular yönünden başvuruda başvuru yollarının tüketilmesi yönünden bir eksiklik bulunmamaktadır (benzer değerlendirme için bkz. Hadra Akgül ve diğerleri, B. No: 2014/867, 24/3/2016, §§ 39-42, benzer değerlendirmeleri içerir AİHM kararları için bkz. Yüksel Erdoğan ve diğerleri/Türkiye, B. No: 57049/00, 15/2/2007, §§ 74-75; Çadıroğlu/Türkiye, B. No: 15762/10, 3/9/2013, §§ 19, 21, 30, 36). Ayrıca başvuruda diğer kabul edilemezlik nedenleri yönünden de herhangi bir eksiklik tespit edilmemiştir. Bu nedenle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

73. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, şüpheli her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek bu soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Fatma Akın ve Mehmet Eren [GK], B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 97).

74. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm olayları hakkında yürütülmesi gereken soruşturma şüphesiz ceza soruşturmasıdır (Ferit Kurt ve diğerleri, B. No: 2018/9957, 8/6/2021, § 76). Bununla birlikte etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa’nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 98).

75. Ceza soruşturması yürütülmesi gereken hâllerde Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikteki bir soruşturmadan söz edilebilmesi için;

-Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri,

-Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması,

-Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri,

-Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi,

-Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması -olayda güç kullanımı var ise kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi- gerekir (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 99).

76. Olası cezai sorumluluğun tespiti adına soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçilmiş ise bu aşama da Anayasa’nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilmelidir (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 100).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

77. Diğer başvurucuların davaya katılma yönünde bir istekleri olmasa da başvurucu Halit Tekçi’nin yargılama sürecine (bkz. § 72) katılıp 11/3/2014, 15/4/2015 ve 19/6/2015 tarihlerinde yapılan celselere iştirak ettiği, başvurucu Halit Tekçi’nin vekillerinin de son celse hariç yargılama sürecindeki celselerde hazır bulunduğu görülmüştür. Ayrıca başvurucu Halit Tekçi, gerek bizzat gerek vekilleri aracılığıyla tüm taleplerini Ceza Mahkemesine iletilebilmiş ve Ceza Mahkemesince verilen kararı temyiz edebilmiştir. Başvurucular davanın nakline karar verilmesi ile ilgili bir takım iddialarda bulunsalar da bahsi geçen karar bu incelemenin kapsamı dışında kalmaktadır (bkz. § 71). Bu sebeple anılan iddialarla ilgili bir değerlendirme yapılmamış ve başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için başvuruya konu yargılama sürecine yeterli ölçüde katılma imkânına sahip oldukları sonucuna varılmıştır.

78. Başvurucular, Ceza Mahkemesi Heyetinin bağımsız ve/veya tarafsız olmasından şüphe edilmesini gerektirecek somut hiçbir olgudan söz etmeden, sadece yargılamaya ilişkin bazı taleplerinin reddedilmesini gerekçe göstererek Ceza Mahkemesi Heyetinin bağımsız ve tarafsız olmadığından yakınmıştır. Ancak bahsi geçen Heyetin bağımsızlığından ve tarafsızlığından şüphe edilmesini gerektirecek herhangi bir neden saptanamamıştır.

79. Başvuruya konu yargılama sürecinde yaşanan gecikmenin bir kısmının başvurucu Halit Tekçi vekillerinin ve/veya sanık müdafilerinin mazeretlerinden ileri geldiği, Ceza Mahkemesinin AİHM kararının dikkatine sunulmasının ardından 1 yıl 8 ay 28 gün içinde yargılamayı sonuçlandırdığı dikkate alındığında iki dereceli yargılama sisteminde yaklaşık 4 yıl 3 ay 14 günlük toplam yargılama süresinin makul kabul edilebileceği değerlendirilmiştir.

80. Başvurucuların sürekli güvenlik gerekçesiyle reddedildiğini ileri sürdükleri keşfin başvuruya konu yargılama sürecinden önce 22/11/2013 tarihinde yapıldığı tespit edilmiştir (bkz. § 34).

81. Başvurucular çapraz sorgu yapılmasına ilişkin taleplerinin reddedilmesinden yakınsalar da sanıkların sorgularının yapılacağı celsenin günü ile saatinin istinabe suretiyle beyanı alınan başvurucu Halit Tekçi’ye bildirilmesine (bkz. § 20) karşın ne başvurucu ne de vekilleri sorgunun yapıldığı celseye katılmıştır. Ayrıca sanıklara soru yöneltilememesi somut olayın koşullarında yargılamanın etkililiğine zarar veren bir unsur olarak görülmemiştir. Unutulmaması gerekir ki ölüm olayını çevreleyen koşulların tespiti ve varsa sorumluların tespitine engel olmadığı sürece Anayasa’nın 17. maddesi gereğince yürütülecek soruşturma ve kovuşturmalarda soruşturma ve kovuşturma makamlarının olayın gelişimine ve delillerin elde edilmesine ilişkin olarak ölen kişinin yakınlarının her türlü iddialarını ve taleplerini karşılama zorunluluğu bulunmamaktadır (Mahpulah Özarslan, B. No: 2016/12544, 15/9/2020, § 62).

82. Bununla birlikte başvuruya konu süreçte yargılamanın etkililiğine zarar veren eksiklikler şunlardır:

i. AİHM’in yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmasına neden olan hususlardan birinin de M.E.Y.nin ifadesine başvurulmadığı dikkate alınmamıştır. Soruşturma aşamasında N.T.nin A.O.A. tarafından M.E.Y. isimli askerin iş birliğiyle öldürüldüğünün iddia edildiği (bkz. §§ 12, 14/viii) gözönünde bulundurulduğunda M.E.Y.nin beyanlarının yargılama için önem taşıdığı ortadadır.

ii. Genelkurmay Başkanlığının 15/2/2012 tarihli yazısının ekindeki listede tanık H.A.nın ismi yer almadığına göre (bkz. § 22) 1995 yılının Nisan-Mayıs aylarında Aşağı Ölçek ve Yukarı Ölçek çevresinde 8’inci Zrh. Tug. 1. Mknz. P. Tb. 1. Bl. Kom. ile 2. Bl. Komutanlığından başka askerî birlikler de görev yapmıştır. Sözü edilen askerî birlikte görevli askerlerin olay hakkında bilgi sahibi olabilecekleri açıktır. Buna rağmen bahsi geçen askerî birliğe mensup askerlerin tespiti ve bu kişilerin beyanlarının alınması yönünde adım atılmamıştır.

iii. Tanık H.A.nın olayı duyduğu kişilerden birinin de Uzm. Çvş. Yun.B. olduğunu söylemesine (bkz. § 29/iii) rağmen olay hakkında görgüye dayalı bilgi sahibi olabilecek bu kişinin ifadesi alınmamıştır.

iv. 18’inci Zrh. Tug. 1. Mknz. P. Tb. 1. Bl. Kom. ile 2. Bl. Komutanlığı emrinde görev yapıp Yüksekova’da görevlendirilenler de dâhil olmak üzere 1995 yılı Nisan-Mayıs aylarında Aşağı Ölçek ve Yukarı Ölçek çevresinde görev yapan askerlerin hangi seri numaralı silahları kullandıklarına dair kayıtların mevcut olup olmadığı, mevcut ise bu silahların hâlen envanterde bulunup bulunmadığı ve keşif sırasında bulunan kovanların bu silahlardan atılıp atılmadıkları araştırılmamış, keşif sırasında bulunan bez parçalarının N.T.ye ait biyolojik örnek taşıyıp taşımadıkları yönünde bir inceleme yaptırılmamıştır. Hâlbuki sözü edilen araştırma ve inceleme, olay hakkında görgüye dayalı bilgiye sahip olduklarını iddia eden tanıkların Ceza Mahkemesince itibar edilmeyen beyanlarının doğruluğunun denetlenmesine imkân sağlayabilirdi.

v. Tanıklar H.Ü., V.K., H.T., A.E., A.K., H.G., F.C. ve Ü.Y.ye, yargılamaya konu olayın gerçekleştiği yer ile öldürüldüğü iddia edilen N.T.nin gömüldüğü yeri gösterip gösteremeyecekleri sorulmamıştır. Anılan kişilerin soruya olumlu cevap vermesi hâlinde yapılabilecek yeni bir keşifte N.T.nin kemikleri bulunabilirdi.

83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

84. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

85. Başvurucular, olay hakkında yeniden soruşturma ve kovuşturma başlatılması yönünde karar verilmesini istemiş ve miktar belirtmeksizin maddi ve manevi tazminat talep etmiştir.

86. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

87. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

88. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

89. İncelenen başvuruda, başvuruya konu ceza yargılamasındaki bazı eksiklikler nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlal, etkisiz yürütülen yargılama sonucunda verilen mahkeme kararından kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan tespit edilen ihlalin giderimi için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğu düşünülebilir. Nitekim Gülşen Polat ve Kenan Polat (B. No: 2015/4450, 10/10/2019, § 165) başvurusunda, beraat eden sanıklar aleyhine yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiştir (Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için haklarında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen sanıklar yönünden yeniden yargılama yapılmasına karar verilen başvuru için bkz. yukarıda anılan Fatma Akın ve Mehmet Eren başvurusu). Ne var ki yeniden yargılama yapılmasına yönelik karar, sanıklar yönünden aynı suç nedeniyle iki defa yargılanmama ve cezalandırılmama (ne bis in idem) ilkesini gündeme getirecektir. Bu nedenle mevcut başvuruda yeniden yargılamaya karar verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.

90. Bu değerlendirmeye geçmeden önce anılan ilkenin kapsamı ve varsa istisnaları tespit edilmelidir. Anayasa’da aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi açıkça düzenlenmemiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi önceleri hukuk devleti ilkesinin temel ilkeleri arasında yer aldığını kabul ettiği bu ilkeyi, Ünal Gökpınar ([GK], B. No: 2018/9115, 27/3/2019) kararında hukuk devleti ve hukuki güvenlik ilkesi konusundaki kendi içtihadından hareketle ve bazı uluslararası hukuk metinlerine referansla Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak görmüştür (Ünal Gökpınar, § 50). Kişilerin haklarında yürütülen ve kesinleşen bir ceza yargılaması sürecinin ardından tekrar yargılanmamalarını veya cezalandırılmamalarını güvence altına alan söz konusu ilke ile adil yargılanma hakkı kapsamındaki cezai süreçler yönünden hukuki güvenliğin sağlanması amaçlanmaktadır. Nitekim Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’de (Ek Protokol) ayrı bir hak olarak düzenlenmiş olmasına rağmen AİHM kararlarında bu ilkenin adil yargılanma hakkı ile bağlantılı özel bir güvence olduğu vurgulanmıştır. Bazı uluslararası sözleşmelerde de anılan ilke açık bir biçimde adil yargılanma hakkının bir güvencesi olarak kabul edilmiştir (Ünal Gökpınar, § 49).

91. Anayasa Mahkemesi norm denetimi kapsamında verdiği bir kararda (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 27) aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesini şöyle tarif etmiştir: “Hiç kimse, ceza yargılamasında kesin/kesinleşmiş bir hükümle mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir fiilden dolayı ceza yargılaması kapsamında yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz.” Bu tarife göre ilkeye aykırılık sonucuna varılabilmesi için gerçekleşmesi gereken koşullar şunlardır:

i. Ceza ile ilgili bir yargılama sürecinin olması

ii. Bu sürecin kesin/kesinleşmiş mahkûmiyet veya beraat hükmüyle sonuçlanması

iii. Tekrar (yeniden) ceza ile ilgili bir yargılama sürecinin işletilmesi

iv. Farklı yargılama süreçlerinin aynı fiile ilişkin olması

v. İlkenin istisnalarından birinin olmaması

92. Birinci ve üçüncü koşul bakımından ceza ile ilgili yargılama süreçlerinin her durumda teknik olarak ceza yargılaması hukuku anlamında bir süreç olarak öngörülmüş olması şart olmayıp bu kavram anayasal anlamda özerk bir yoruma tabidir. Nitekim Anayasa Mahkemesi norm denetimi ve bireysel başvuru kararlarında, Anayasa'nın 36. ve 38. maddelerini yorumlayarak ceza kavramının idari vergi cezalarını da kapsadığını belirtmiştir (AYM, E.2019/16, K.2019/15, 14/3/2019, § 13; Gür-Sel İnşaat Malzemeleri San. Tic. Ltd. Şti., B. No: 2013/4324, 7/7/2015; Ünal Gökpınar, §§ 54-56).

93. İkinci koşul bakımından mahkûmiyet ya da beraat hükmünden ne anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi tarafından özerk olarak yorumlanmalıdır. Bu bağlamda aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin koruduğu menfaat, ceza yaptırımına bağlanmış olan bir eyleme ilişkin isnadın esası incelenerek kişinin cezai sorumluluğu hakkında olumlu ya da olumsuz verilmiş kesin/kesinleşmiş bir karardan sonra tekrar/yeniden yargılanmaması ve cezalandırılmamasıdır. Dolayısıyla özerk yorum çerçevesinde ceza olarak nitelendirilen bir yaptırıma ilişkin yargılamada delillerin değerlendirilmesi ve olguların tespiti sonrası kişinin ilgili suçu işlediği ya da işlemediği yönünden değerlendirme içeren bir kararın aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesi anlamında mahkûmiyet ya da beraat kararı olarak nitelendirilmesi gerekir. Bununla birlikte isnadın esası incelenmeden verilen, kişinin cezai sorumluluğuyla ilgili tespit içermeyen kararlar -örneğin zaman aşımı nedeniyle verilen düşme kararı ya da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar- söz konusu ilke kapsamında beraat kararı olarak nitelendirilemez. Kesin olma/kesinleşme de Anayasa Mahkemesinin özerk yorumuna tabidir. Bu kavramlardan anlaşılması gereken ilgili kararın kanun yolu öngörülmemesi nedeniyle verildiği anda kesin olması veya olağan kanun yolları tüketilerek ya da bunlara başvuru için öngörülmüş sürelerde başvuru yapılmadan geçirilerek kesinleşmiş olmasıdır (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 29).

94. Üçüncü koşul bakımından iki kere cezalandırma ve tekrar (yeniden) cezalandırma birbirinden farklıdır. İlke bir kişiye aynı fiilden dolayı iki kere ceza verilmemesini değil kişinin aynı fiilden dolayı tekrar (yeniden) yargılanamamasını ve bu yargılamaya bağlı olarak cezalandırılmamasını gerektirir. Dolayısıyla kişinin aynı fiilden dolayı aynı yargılama süreci içinde birden fazla yaptırıma maruz kalması tek başına ilkeyi zedelemeyebilir. Zira bu durumda ortada ceza ile ilgili birden fazla süreç bulunmamaktadır (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 30).

95. Dördüncü koşul bakımından aranması gereken aynı suç değil aynı fiildir. Nitekim Ünal Gökpınar kararında suçun unsurları arasındaki farklılıkların incelenmesine gerek görülmediğine ve süreçlere kaynaklık eden fiilin/olgunun aynılığının dikkate alınması gerektiğine işaret edilmektedir (anılan kararda bkz. § 56). Suç ve kabahatlerin aynı fiille işlenip işlenmediğinin tespiti için fiile ilişkin zamansal, mekânsal ve olgusal aynılığın sağlanması gerekmektedir. Aynı fiilden söz edilebilmesi için birden fazla takibat ya da cezaya kaynaklık eden olguların aynı veya maddi olarak (büyük ölçüde) aynı olgular olması, aynı zamanda ve mekânda gerçekleşmesi gerekmektedir. Tek bir fiilin cezaya ilişkin iki farklı düzenlemede aynı biçimde ele alınması durumunda aynı olma hâlinden, düzenlemelerde bazı farklılıklar bulunmakla birlikte bu farklılıkların önemsiz olması hâlinde maddi olarak (büyük ölçüde) aynı olma hâlinden söz edilebilecektir (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 31).

96. İlk dört koşulun birlikte gerçekleşmesi hâlinde ilkeye aykırılık oluşur. Bununla birlikte uluslararası hukukta ilkeye istisna teşkil edebilecek bazı özel durumlar öngörülmüştür. Bu kapsamda Sözleşme’ye ek 7 No.lu Protokol’ün 4. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer verilen, Türk hukukunda kanunlarda kabul edilen yeni delil ortaya çıkması ve davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı ilk iki istisnai durumdur. AİHM içtihatları ile geliştirilen (şeklen birden fazla olsalar bile) cezaya ilişkin süreçlerin bir bütünün parçaları olacak şekilde bağlantılı bir biçimde yürütülmesi ise üçüncü istisnadır (AYM, E.2019/4, K.2021/78, 4/11/2021, § 32).

97. Başvuruyla ilgili meseleye dönüldüğünde değerlendirilmesi gereken istisna, somut olayda davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı (temel) bir kusurun bulunup bulunmadığıdır.

98. Başvuruda Ceza Mahkemesinin beyanları yargılama için önemli olabilecek kişilerin beyanlarının alınması için gerekli adımları atmaması, beyanlarından başvuruya konu olay hakkında bilgi sahibi oldukları anlaşılan tanıklara olayın gerçekleştiği yer ile öldürüldüğü iddia edilen N.T.nin gömüldüğü yeri gösterip gösteremeyeceklerini sormaması, keşif sırasında bulunan kovanların hangi silahlardan atıldığını araştırmaması ve keşif sırasında bulunan bez parçalarının N.T.ye ait biyolojik örnek taşıyıp taşımadığı yönünde bir inceleme yaptırmaması nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir (ayrıntılar için bkz. § 82). Anılan eksiklikler dikkate alındığında söz konusu ihlal tespitiyle davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun varlığı saptanmıştır. Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine yönelik tespiti aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesinin istisnasını teşkil etmektedir.

99. Başvuruya konu yargılamanın ceza ile ilgili bir yargılama olması sebebiyle 6216 sayılı Kanun’un somut olay yönünden özerk anlamda yorumlanan ceza usulü ile ilgili bir kanun olduğu ve 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında sanığın lehine veya aleyhine olmasından söz edilmeden ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı hâllerde yeniden yargılamaya karar verileceğinin hüküm altına alındığı unutulmamalıdır. O hâlde özerk anlamda yorumlanan beraat veya mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanan bir ceza ile ilgili yargılama aleyhine yapılan başvurularda, başvuruya konu yargılamanın sonucunu etkileyebilecek eksiklikler dolayısıyla tespit edilen ihlal çerçevesinde yeniden yargılamaya karar verilmesi aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama ilkesini ihlal etmemektedir. Bununla birlikte yeniden yargılama yapılmasının önünde hukuki (yargılamaya konu suçun dava zamanaşımına uğraması gibi) veya fiilî (bilirkişi incelemesine konu edilecek delilin imha edilmesi gibi) engeller bulunabilir. Böyle bir durumda yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar olmayacağı açık olmakla birlikte bu gibi bir engel somut olayda bulunmamaktadır. Dolayısıyla yaşam hakkının usul boyutunun ihlaline ait sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE bu görüşe katılmamışlardır.

100. Diğer taraftan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara müştereken net 90.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

101. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

102. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinden doğan sonuçların ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2011/299, K.2015/319) GÖNDERİLMESİNE Muammer TOPAL, Rıdvan GÜLEÇ, Basri BAĞCI, İrfan FİDAN ve Muhterem İNCE’nin karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,

D. Başvuruculara net 90.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 1/12/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY

1. Bireysel başvuruya konu edilen hadisede ceza yargılamasına konu eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen sanıklar hakkında yürütülen yargılama beraat ile sonuçlanmış ve söz konusu hüküm olağan yasa yolları ikmal edilerek kesinleşmiştir.

2. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7 nolu ek protokolünün 4. maddesinin birinci fıkrası ceza yargılaması sonucunda verilen kesin hükümlerden sonra yeniden yargılama yasağını düzenlemektedir. Söz konusu maddenin ikinci fıkrasında ise bu yasağın istisnalarına yer verilmektedir.

3. İkinci fıkrada yer alan düzenlemeye göre yeniden yargılama için yeni ve yakın zamanda ortaya çıkan delillerin varlığı veya önceki muamelelerde davanın sonucunu etkileyecek esaslı bir kusurun bulunmasını aramaktadır.

4. Söz konusu düzenlemede ilave bir şart olarak yeniden açılacak davanın ilgili devletin ceza yargılama usulü ve yasasına uygun olması koşulu da öngörülmektedir.

5. Bu bağlamda yeniden yargılama konusunda iç hukukta buna cevaz veren düzenlemelerin mahiyeti de önem kazanmaktadır.

6. Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) göre yeniden yargılama prensip olarak hükümlü lehine kabul edilmiştir (CMK. md. 311). Söz konusu maddenin birinci fıkrasının “f” bendinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen ihlal kararları çerçevesinde yeniden yargılama yapılması hali de bu madde kapsamında düzenlendiğinden, AİHM’in ihlal kararı vermesi halinde bile aleyhe yeniden yargılama yapılamayacaktır.

7. Hükümlü aleyhine yeniden yargılama durumu ise CMK.nın 314. maddesinde üç hale münhasır olarak düzenlenmiştir. Bunlar;

a) Duruşmada sanığın veya hükümlünün lehine ileri sürülen ve hükme etkili olan bir belgenin sahteliği anlaşılması.

b) Hükme katılmış olan hâkimlerden biri, aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir ceza ile mahkûmiyetini gerektirecek nitelikte olarak görevlerini yapmada sanık veya hükümlü lehine kusur etmiş olması.

c) Sanık beraat ettikten sonra suçla ilgili olarak hâkim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda bulunulması.

Olarak belirlenmiştir.

8. İç hukukumuza göre bu üç hal dışında beraat eden ve hakkındaki hüküm kesinleşen şahsın aleyhine yeniden yargılama yapılması mümkün gözükmemektedir.

9. Somut olayımızdaki yeniden yargılama gerekliliği yukarda sayılan üç hal kapsamına da girmemektedir.

10. Diğer taraftan 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 50/2. maddesi hükmüne dayanarak beraat eden şahsın yeniden yargılanmasının mümkün olmadığını değerlendiriyoruz.

11. Öncelikli olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, aleyhe yeniden yargılama yapılma şartlarından biri olarak; buna cevaz veren düzenlemenin usul hukukuna dair bir düzenleme olmasını öngörmektedir.

12. Usule ilişkin düzenlemelerin muhakkak usul kanunlarında bulunmasına gerek olmadığı gerekçesiyle bu şartın aşılabileceği düşünülse de, beraat eden şahsa anayasal boyutta masumiyet karinesi kapsamında sağlanan güvencelerin bu noktada yeniden yargılama yapılmasına engel oluşturduğunu değerlendirmekteyiz.

13. Masumiyet karinesi Anayasa’nın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenmesine rağmen Anayasa’nın 15. maddesinde bu karineye bir mutlakiyet atfedilerek olağan üstü hallerde dahi kendisine bir istisna ön görülmemektedir.

14. Gerek Anayasa Mahkemesi gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi masumiyet karinesinin iki boyutu olduğunu, birinci boyutunun ceza soruşturması ve kovuşturması süresince hükmünü icra ettiğini, ikinci boyutun ise ceza yargılamasının mahkumiyet dışında bir hükümle sonuçlanmasından sonra kişinin suçluluğu konusunda şüphe duyulmaması gerektiği anlamına geldiği ifade edilmektedir (Barış Baş, B. No: 2016/14253, § 39, 2/7/2020, Kemal Coşkun/Türkiye, B. No: 45028/07, 28/3/2017, §§ 41, 43; Seven/Türkiye, B. No: 60392/08, 23/1/2018, § 43).

15. Somut olayda olduğu gibi beraat ile sonuçlanan bir ceza yargılamasından sonra kişiye suç isnadında bulunularak yeniden yargılama başlatılmasının masumiyet karinesinin ikinci boyutunun ihlal edilmesi anlamına geleceğini ve giderim olarak yeniden yargılama yerine münhasıran tazminata hükmedilmesi gerektiğini değerlendirdiğimizden çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne iştirak edilmemiştir.

Üye

Muammer TOPAL

Üye

Rıdvan GÜLEÇ

Üye

Basri BAĞCI

Üye

İrfan FİDAN

Üye

Muhterem İNCE

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AHMET YILMAZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/24394)

 

Karar Tarihi:12/4/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 19/7/2023-32253

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Cafiye Ece YALIM

Başvurucular

:

1. Ahmet YILMAZ

 

 

2. Halise ELİVEREN

 

 

3. Hanım KOÇ

 

 

4. Hatun ELİVEREN

 

 

5. Nezahat KAYA

 

 

6. Sebahat GÖNDEN

 

 

7. Asiye YILMAZ

 

 

8. Elif YILMAZ

 

 

9. Enes YILMAZ

 

 

10. Mehmet Ali YILMAZ

 

 

11. Muazzez ELİBOL

 

 

12. Muzaffer ELİVEREN

Başvurucular Vekili

:

Av. Abdullah ALAKUŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlilerinin silahlı güç kullanması sonucu ölüm olayının meydana gelmesi ve bu olayın etkili soruşturulmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 3/8/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/24402 numaralı başvuru incelenen başvuruyla birleştirilmiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) kayıtlarından temin edilen belgelerde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Başvurucu Ahmet Yılmaz Y.E.nin babası, M.E.nin kardeşidir. Başvurucu Asiye Yılmaz Y.E.nin annesi olup başvurucu Muazzez Eliveren, Muzaffer Eliveren, Mehmet Ali Yılmaz, Enes Yılmaz ve Elif Yılmaz Y.E.nin kardeşleridir. Başvurucular Hatun Eliveren, Hanım Eliveren, Nezahat Eliveren, Sebahat Eliveren, Halise Eliveren M.E.nin kardeşleridir. Y.E. ve M.E. amca ile yeğen olup olay tarihinde Bingöl'ün Genç ilçesinde yaşamaktadır.

7. 17/4/1999 tarihinde saat 21.00 sıralarında Bingöl İl Emniyet Müdürlüğü (Emniyet Müdürlüğü) Özel Harekât Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları devriye görevini yaptıkları esnada Genç ilçe merkezine teröristlerin sızdığı bildirilmiştir. İlçe girişinde korucuların uzun namlulu tüfekle ateş etmeleri üzerine teyakkuza geçen polis memurları, başvurucuların yakınları olan Y.E. ve M.E.nin ellerinde noktalayıcı lazer ışıkla yaklaştıklarını görmeleri üzerilerine ateş ederek Y.E. ve M.E.yi öldürmüştür.

8. Genç İlçe Emniyet Amirliğinin (Emniyet Amirliği) Genç Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) ilçe merkezine mezarlık bölgesinden sızmaya çalışan teröristlerle çıkan çatışmada iki teröristin öldürüldüğünü, cesetlerin polis karakolunda olduğunu bildirmesi üzerine Başsavcılık derhâl soruşturma başlatmıştır.

9. Cumhuriyet savcısı tarafından olay yerinde keşif yapılmış, yapılan keşif sonrası düzenlenen 18/4/1999 tarihli Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda mezarlığın girişinin 500 metre kadar ilerisinde bulunan taş yapının yakınlarında M.E.nin dizaltından kopmuş bacağının, Y.E.ye ait ayakkabıların, bomba izlerinin, M16 ve Kalaşnikof marka tüfeklere ait çok sayıda boş kovanın olduğu, taş yapının 40 metre uzağında el bombası piminin, pimin 15 metre doğusunda boş şarjör ile içinde 17 mermi olan bir şarjörün ve Kalaşnikof marka tüfeğin bulunduğu tespit edildiği belirtilmiştir. Keşif sırasında tüfek ve şarjör üzerinde parmak izi araştırması ile cesetler üzerinde klasik otopsi yapılmamış, el svapları alınmamıştır.

10. Olay günü görev yapan polis memurları B.G., M.A. ve M.Y. Olay Yeri İnceleme Tutanağı düzenlemiştir. 18/4/1999 tarihli tutanak şöyledir:

"17/04/1999 günü Genç ilçesinde takviye kuvvet olarak beklerken saat 21.00 sıralarında 155'e yapılan ihbarla [C.] mahallesindeki mezarlıkta bölücü terör örgütü mensuplarının görüldüğünün bildirilmesi üzerine mevcut kuvvetlerimizle bahse konu yere intikal edilmiş olup, yaya olarak mezarlık içinde arama-tarama yaparken mezarlığın yüksek kesimlerinden üzerimize önce iki adet el bombası atılmış, akabinde uzun namlulu silahlar ile ateş edilmiştir. İlk atışta polis memuru [M.A] şarapnel parçasıyla sağ bacağının vücuda yakın kısmından hafifçe yaralanmıştır. Ateş edilen yere anında karşılık vermemiz üzerine çıkan çatışma takriben 20 dakika sürmüştür. O anda yaptığımız arazi taramasında aralarında 15-20 metre aralıklarla iki örgüt mensubu ölü olarak ele geçirilmiştir. Ayrıca her ikisinin yanlarında da atılmaya hazır birer adet Rus tipi el bombası bulunmuştur. Cesetler otopsi yapılması için Genç İlçe Emniyet Amirliği Merkez Karakoluna getirilmiştir. İnce arama için havanın aydınlanması beklenmiştir. Saat 05.45 de Cumhuriyet savcısı ile birlikte olay yerinde yapılan incelemede, bir adet kaleşnikof tüfek, iki ayrı yerde çok sayıda bu tüfeğe ait boş kovan, iki adet el bombası pimi, mezarlığın 200 metre güney batısındaki tepede iki adet boş, iki adet dolu Bixi makinalı tüfeğe ait fişek, ayrıca bir adet noktalayıcı (ışıklı) bulunmuştur. Mezarlığın güneyine çıkan dere yataklarında güneye doğru giden 7-8 kişilik guruba ait mekap ayakkabı izleri görülmüştür. Teröristlerin havanın karanlığından faydalanarak bu şekilde kaçtıkları tespit edilmiştir."

11. Başsavcılık ölü muayenesi ve otopsi işlemleri gerçekleştirmiştir. Yapılan işlemler sonrasında 18/4/1999 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı düzenlenmiştir. Tutanakta cesetlerin haricî muayenelerinin yapıldığı, kesin ölüm sebebinin göğüs bölgesinden alınan yaralar sonucu büyük damarların ve hayati organların parçalanmasına bağlı kan kaybı nedeniyle dolaşım yetmezliği olduğu, kesin ölüm sebebinin belli olması nedeniyle klasik otopsiye gerek görülmediği ifade edilmiştir.

12. Cumhuriyet savcısı ölü muayenesi sırasında polis memuru M.A.nın tanık sıfatıyla beyanını almıştır. M.A. beyanında saat 21.00 sıralarında yapılan ihbarda ilçe merkezine teröristlerin sızdığının bildirilmesi üzerine mezarlığa gittiklerini, içeri girerken ateş açılıp el bombası atıldığını, kendilerinin de aynı şekilde bomba atarak ve ateş ederek karşılık verdiğini, çatışmadan sonra taş mezarın yanında ve 20 metre uzağında iki ceset bulduklarını, güvenlik nedeniyle cesetleri karakola getirdikten sonra yaptıkları incelemede her ikisinin üzerinde de Rus yapımı birer el bombası tespit ettiklerini, cesetlerin üzerinde ve olay yerinde başka silah ve mühimmat görmediklerini, karanlık olduğu için olay yerinde detaylı inceleme yapılmadığını belirtmiştir.

13. Polis memuru M.A. hakkında düzenlenen 16/4/1999 tarihli adli muayene raporunda sağ kasık bölgesinde şarapnel parçasına bağlı yüzeysel yaralanma olduğu belirtilmiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 26/11/2013 tarihli iddianamede anılan raporun sahte olduğuna dair somut deliller bulunduğu ifade edilmişse de başvuru formu ve ekleri ile UYAP'tan yapılan incelemede rapora ilişkin başkaca bir bilgiye ulaşılamamıştır.

14. Olay günü bekçi olarak görev yapan A.R.A. tutanak düzenlemiştir. Tutanakta A.R.A. saat 20.45 sıralarında Genç ilçesinin C. Caddesi ile Ç. Sokak'ın kesiştiği yerde bulunduğu sırada yanına ismini bildiği bir vatandaşın yaklaşarak C. Mahallesi'ndeki mezarlıkta bir grup teröristin olduğunu söylediğini, C. Caddesi üzerinde zırhlı araç ile bekleyen Özel Harekât Timinin yanına gidip durumu aktardığını, zırhlı araca binip mezarlığa gittiğini belirtmiştir. Araçtan inip mezarlığa doğru birkaç adım atınca kendilerine doğru yoğun bir ateş açıldığını, mevzilendiklerini, Özel Harekât Timlerinin ateşe karşılık verdiğini, zirve kısmından ilçeye doğru yoğun ateş olduğunu, sıcak temas sona erince ilerlediklerini, yer yer ateşin devam ettiğini, yukarı çıktıklarında iki PKK terör örgütü mensubunun ölü olduğunu gördüklerini, daha sonra PKK mensuplarını aşağıya indirerek zırhlı araca koyduklarını, oradan yaya olarak eve gittiğini belirtmiştir.

15. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Daire Başkanlığının 28/6/1999 tarihli uzmanlık raporu şöyledir:

"17. 04.1999 günü saat 21.30 sıralarında Genç ilçesi Cumhuriyet mh. Cumhuriyet mezarlığı civarında PKK terör örgütü mensupları ile güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada olay yerinden ele geçildiği bildirilen '1987SG 8770' numaralı silah; 7,62X39 mm çap ve tipinde fişek atan Bulgaristan yapısı kaleşnikof marka yarı ve tam otomatik ateşleme sistemlerine sahip bir tüfek olduğu, yapılan muayenesinde, normal olarak çalıştığı ve atışına engel mekanik herhangi bir arızasının bulunmadığının görüldüğü, birlikte gönderilen ve (3) üç adedinin kapsülleri üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan toplam 21 adet fişekten kapsülü üzerinde ateşleme iğnesi darbe içi bulunan bir adedi de dahil toplam 19 adedi 7,62X39mm çap ve tipinde kapsülleri üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan 2 adedi 7,62X54mm çap ve tipinde olup, çap ve tiplerine uygun ateşli silahlardan kullanılmak üzere imal edilmiş, kapsülleri üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan 7,62X54 mm çap ve tipinde 2 adet olmak üzere toplam 3 adet fişek dışında kalan 7,62X39 mm çap ve tipinde 18 adet fişekten 8 adedi, inceleme konusu tüfek ime deneme ve mukayese atışlarında kullanılmış ve patladıklarının görüldüğü, Bu itibarla inceleme sonucu tüfek ve belirtilen 18 adet fişek; 6136 sayılı Yasaya göre yasak niteliği haiz ateşli silah ve fişeklerinden olduğu, ayrıca söz konusu tüfek nitelikleri itibariyle aynı yasanın 12/4. Maddesinde belirtilen silahlardan olduğu, Olay yerinden ele geçirildiği bildirilen 7,62X54 mm zap ve tipinde kapsülü üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan 2 adet fişeğin mikroskopta yapılan incelemelerinde çap ve tipine uygun tek bir ateşli silah ile atılmak istendikleri, 7,62X39mm çap ve tipinde 2 adet kovanın mikroskopta yapılan incelenmelerinde; çap ve tipine uygun tek bir ateşli silah ile atıldıkları, Tetkik için gönderilen ve ekspere verilen eşya bölümünün 2. maddesinde belirtilen olay ile ilgili olarak olay yerinden ele geçirildiği bildirilen 7,62X39 mm çap ve tipinde 13 adet kovanın mikroskopta yapılan incelemelerinde (5-4-3-1) olmak üzere çap ve tipine uygun (dört) ayrı ateşli silah ile atıldıkları sonucuna varıldığı, Kapsülleri üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan 7,62X54 mm çap ve tipinde 2 adet fişeğin yukarıda çap ve tipine uygun tek bir ateşli silah ile atıldıklarının tespit edildiği. 7,62X54mm çap ve tipinde 2 adet kovan ile mikroskopta yapılan karşılaştırılmalarında, aralarında çeşitli özellikler yönünden uygunluk bulunduğu görülmüş olup, bu 2 adet fişeğin söz konusu 2 adet kovanı atan silahla atılmak istendiklerinin anlaşıldığı, Olay yerinden ele geçirildiği bildirilen ve yukarıda (12-12-1) olmak üzere çap ve tipine uygun (3) ayrı ateşli silah ile atıldıklarını tespit ettikleri 7,62X39 mm çap ve tipinde 25 adet kovanın ekspere verilen eşya bölümünün 2. Maddesinde belirtilen olay ile ilgili olarak olay yerinden ele geçirildiği bildirilen ve yukarıda (5-4,3-1) olmak üzere çop ve tipine uygun 4 ayrı ateşli silah ile atıldıklarının tespit edildiği, 7,62X39 çap ve tipinde 13 adet kovan ile mikroskopta ayrı ayrı yapılan karşılaştırmalarında, bu 25 adet kovandan, 12 adedinin 13 adet kovandan 1 adedini atan silah ile, 12 adedinin 13 adet kovandan 5 adedini atan silah ile, bir adedinin 13 adet kovandan 3 adedini atan silah ile atıldıklarının anlaşıldığı, İnceleme konusu 7,62X39mm çapı ve tipinde toplam 38 adet kovan ile 7,62X39mm çap ve tipinde kapsülü üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan 1 adet fişeğin birlikte gönderilen kaleşnikof marka tüfekten elde edilen mukayese kovanları ile mikroskopta ayrı ayrı yapılan karşılaştırmalarında, 25 adet kovandan 12 adet ve 13 adet kovandan bir adet olmak üzere toplam 13 adet kovanın inceleme konusu 1987 SG8770 numaralı kalaşnikof marka tüfek ile atıldığının, 7,x62X39 mm çap ve tipinde kapsülü üzerinde ateşleme iğnesi darbe izi bulunan bir adet fişeğin ise aynı silah ile atılmak istendiğinin anlaşıldığı, tetkik konusu 7,62X54 mm çap ve tipinde 2 adet kovan ile kapsülleri üzerinde ateşleme iğnesi izi bulunan 7,62X54mm çap ve tipinde 2 adet fişeğin inceleme konusu kaleşnikof marka tüfek ile atılmış olması/ atılmak istenmesi aralarındaki tip farkı nedeniyle mümkün olmadığının bildirildiği görülmüştür."

16. Başsavcılık tarafından düzenlenen soruşturma dosyası, ölenler Y.E. ve M.E.nin devletin hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik, vahamet arz eden silahlı eylemlerde bulunma suçunu işledikleri iddiasıyla fezleke ile Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığına gönderilmiştir. DGM Başsavcılığı 22/12/1999 tarihinde, Y.E. ve M.E isimli şüpheliler öldükleri için anılan suç nedeniyle haklarında takipsizlik kararı vermiş; Y.E. ve M.E. ile aynı eyleme katıldığı iddia edilen meçhul şüpheliler hakkında ise 1999/907 soruşturma sayılı dosyası ile daimî arama kararı vermiştir. Y.E. ile M.E.nin ölüm olayına ilişkin soruşturma yapılıp yapılmadığı bireysel başvuru formu ve UYAP aracılığı ile ulaşılan bilgi ve belgelerden anlaşılamamıştır.

17. 2010 yılında T. isimli gazetede çıkan "11 yıllık sır ortaya çıktı" başlıklı bir haber üzerine olayla ilgili olarak Başsavcılık yeniden soruşturma başlatmıştır. Söz konusu haberde Bingöl'de 1999 yılında biri 17, diğeri 18 yaşındaki iki gencin ilçeye sızmaya çalışan terörist olduğu iddiasıyla öldürülmesi olayında gerçeğin on bir yıl sonra ortaya çıktığı, bu iki gencin suçsuz yere öldürüldüğü iddia edilmiştir.

18. Başvurucular 24/6/2010 tarihinde Başsavcılığa şikâyet dilekçesi vermiş, yakınları Y.E. ve M.E.nin terör örgütü üyesi olmadığı hâlde Emniyet Amirliğinde görev yapan polis memurları tarafından öldürüldüğünü bildirerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını talep etmiştir.

19. Başsavcılık, G.K. isimli tanığın beyanını almıştır. G.K. 1/7/2010 tarihli beyanında ölenleri köylüleri olmaları nedeniyle yakından tanıdığını, M.E.nin asker malzemesi satan bir dükkânı işlettiğini, ilçede o dönem emniyet teşkilatının amirlik olduğunu, İlçe Emniyet Amiri A.K. ile M.E.nin arasının çok iyi olduğunu, olayın meydana geldiği günden iki gün önce A.K. ile M.E. arasında dükkânda bir tartışma yaşandığını, A.K.nın M.E.den 8.000 dolar borç para alıp borcunu ödemediğini, M.E.nin alacağını talep etmesi üzerine aralarında tartışma çıktığını, A.K.nın borcunu ödemeyeceğini söylediğini, daha sonra da dükkânı terk ettiğini duyduğunu ifade etmiştir. Olay günü iki kişinin öldürüldüğünü duyup karakola gittiklerinde A.K.nın karakolda herkese bağırdığını, içeri girdiklerinde "Siz hepiniz teröristsiniz." diyerek kendilerini karakoldan dışarıya attığını beyan etmiştir.

20. Başsavcılık 1/7/2010 tarihinde S.K.nın tanık sfıtatıyla beyanını almıştır. S.K. beyanında; Y.E. ve M.E.nin olay günü akşam maç izlediklerini, maç bitiminde beraber çıktıklarını, Y.E. ve M.E.nin köşe başında bulunan dükkândan sigara alıp C. Mahallesi'ndeki evlerine doğru hareket ettiklerini, kendisinin de ertesi gün yapılacak seçimler için R. Partisi binasına gittiğini ifade etmiştir. Toplantı yaptıkları esnada C. Mahallesi tarafından silah seslerinin geldiğini, teröristlerle polisler arasında çatışma olduğunu, ertesi gün ise Y.E. ve M.E.nin çıkan çatışma sonucu ölü olarak ele geçirildiğini duyduklarını ancak Y.E. ve M.E.nin herhangi bir yasa dışı örgüte üyeliğinin mümkün olmadığını, ilçe merkezinde bilinen ve sevilen bir ailenin çocukları olduklarını belirtmiştir. S.K. beyanında ayrıca İlçe Emniyet Amiri A.K.nın M.E.den 8.000 dolar borç alıp borcu ödemediğini, bu nedenle M.E. ile aralarında tartışma yaşandığını, bildiği kadarıyla M.E. ile A.K.nın arasının iyi olduğunu, A.K.nın çoğunlukla M.E.nin dükkânında bulunduğunu, aralarının alacak verecek meselesi nedeniyle bozulduğunu, ölenlerin ailesinin olay sonrasında ilçeyi terk ederek Bursa'ya yerleştiğini belirtmiştir.

21. Başsavcılık 7/7/2010 tarihinde A.A.nın tanık sıfatıyla beyanını almıştır. A.A. beyanında; olayın meydana geldiği gün çatışma seslerini duyduğunu, o esnada seçim çalışması için evleri dolaştığını, komşusu Z.A. ile eve giderken sokağın başında güvenlik kuvvetleri ile birlikte Emniyet Amiri A.K.yı gördüğünü, A.K.nın iki leş aldıklarını, kendilerine dışarı çıkmamalarını, seçim çalışmalarını iptal etmelerini söylediğini belirtmiştir. A.A. beyanında ayrıca Z.A. ile evlerine döndüklerini, ölen kişilerin M.E. ve Y.E. olduğunu öğrendiklerini, bu çocukların ve ailelerinin terörle herhangi bir irtibatlarının olmadığını, A.K.nın M.E.nin işlettiği dükkândan sürekli sigara ve pipo tütünü aldığını, ilçedeki asker ve polislerin de ölenlerin dükkânından alışveriş yaptığını, ölenleri yakından tanıdığını, buna rağmen olay akşamı A.K.nın "İki leş aldık." dediğini, o dönem ilçe karışık olduğundan vatandaşların olayın iç yüzünü bilmesine rağmen söylemediğini, A.K.nın usulsüz işlemlerinden dolayı baskı ve korku içinde olduklarını beyan etmiştir.

22. Başsavcılıkça başlatılan soruşturma kapsamında otuz altı kişinin tanık sıfatıyla beyanları alınmıştır. Tanıklar beyanlarında birbirleriyle benzer şekilde genel olarak M.E.nin Y.E.nin amcası olduğunu, M.E.nin Genç Kaymakamlık binasının karşısında askerî malzeme satan bir dükkânı bulunduğunu, Y.E.nin ise lise öğrencisi olduğunu, boş zamanlarında amcası M.E.nin yanında çalıştığını, terör örgütüyle irtibatının olmadığını, asker ve polislerin M.E.nin dükkânından alışveriş yaptıklarını, dönemin İlçe Emniyet Amiri A.K.nın da M.E.nin dükkânına sık sık gidip geldiğini, olay günü ölenlerin ilçe merkezinde bulunan bir kahvehanede maç izlediklerini, maçın bitiminde K. isimli kuruyemiş dükkânından sigara alıp C. Mahallesi'ndeki evlerine gittikleri sırada silah sesleri duyduklarını, ertesi gün öldürüldüklerini duyduklarını beyan etmiştir.

23. Başsavcılık, başvurucu Ahmet Yılmaz'ın müşteki sıfatıyla beyanını almıştır. Ahmet Yılmaz beyanında M.E.nin kardeşi, Y.E.nin oğlu olduğunu, ilçedeki tüm asker ve polislerle aile olarak ilişkilerinin çok iyi olduğunu, onlar tarafından çok iyi tanındıklarını, örgüte sempatilerinin dahi olmadığını herkesin bildiğini, İlçe Emniyet Amiri A.K.nın kendilerinden 8.000 dolar borç para aldığını, parayı ödemesini istediği için tartıştıklarını, A.K.nın her gün dükkânlarına gelmesine rağmen alacak verecek meselesi yüzünden aralarının bozulduğunu beyan etmiştir. Yakınlarının ölüm olayından sonra bir gece polis panzerinin evlerinin önüne geldiğini, içinden maskeli birinin inerek şikâyetçi olurlarsa evlerini yakacaklarını, aynı şekilde kendilerini de öldüreceklerini söylediğini, korkarak ilçeyi terk etmek zorunda kaldıklarını beyan etmiştir.

24. Başsavcılık, başvurucu Asiye Eliveren ve Hanife Eliveren'in müşteki sıfatıyla beyanlarını almıştır. Başvurucular beyanlarında yakınlarının terör örgütü ile irtibatlarının olmadığını, bir gece polisin panzerle gelerek Ahmet Yılmaz'la görüştüğünü, ne konuştuklarını duymadıklarını beyan etmiştir.

25. Başsavcılık, Genç Kaymakamlığına müzekkere yazarak o dönem görev yapan polis memurlarının kimlik bilgilerinin ve görev yerlerinin bildirilmesini talep etmiş; müzekkere cevabında polis memurlarının kimlik bilgileri ve görev yerleri bildirilmiştir.

26. Başsavcılık tarafından yapılan soruşturma sonucu Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesi ile görevli olduğu belirtilerek soruşturma dosyası 26/7/2010 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da 25/8/2010 tarihinde 1999/907 Sor. sayılı dosya ile anılan soruşturma dosyasının birleştirilmesine karar vermiştir.

27. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 28/12/2011 tarihinde polis memuru A.H.nin talimat yoluyla tanık olarak alınan ifadesi şöyledir:

"... Ben olay tarihinde Merkez Karakolunda bulunuyordum. O dönem o bölgede olağanüstü hal devam ediyordu. Olayın olduğu gün bir seçim arefesiydi. İlçeye sürekli Bingöl merkezden özel harekat polisleri gelip devriye atıyorlardı. Özel harekat polisleri genellikle bir ya da iki dragon denilen hem uçaksavar mermisi atabilen hem de lançır mermisi atabilen zırhlı araçlarla geliyorlardı. İlçede saldırı ya da sızma olacağı zamanlar önceden istihbarat birimlerinden bilgi geliyordu. O gece de terör saldırısı olabileceğine yönelik duyum alınmıştı. Gece bizim emniyet müdürlüğünün elinde bulunan bir dragon, bir panzer, bir de şortland araçlar ile özel harekat da kendisinin getirmiş olduğu araçlarla koordineli olarak sızmaya ve terör saldırısına karşı devriye atılıyordu. Gece saatlerinde silah sesleri duyulmaya başladı. Ben karakoldan olayı telsiz anonslarından dinliyordum. Anonsta karşı taraftan ateş edildiği, bizim görevlilerin de karşılık verdiği şeklinde anonslar geçiyordu. Silah sesleri de devam ediyordu. Çatışma devam ederken telsiz anonstan bir şahsın alındığı bilgisi geçti. Bir müddet sonra ise ikinci bir şahsın alındığı yönünde anons geçti. Daha sonra görevliler çatışmada öldürülen iki şahsın cesedini zırhlı araçla karakolun bahçesine getirip koydular. O sırada oraya halk da toplandı. Ölenlerin yakınları şahısları teşhis etti. Hatta bunlardan birinin bacağı da kopmuştu. Terörle Mücadelede şahsın bu şekilde bacağı silah mermileri ile kopmaz ancak dragonların atmış olduğu lançır mermisi ile kopabilir. Şahsın bacağı da lançır mermisinin isabeti sonucu kopmuştu. Şahısların ateş ettiği söylenen yere gittim. Orası Genç ilçesinin dağ tarafında bulunan mezarlığın bulunduğu yerdi. Ateş edilen yer mezarlığın içerisi idi. Mezarlığın etrafı taş duvarla çevriliydi ve ateş etmeye müsaitti. Ateş edilen yer şehrin son binalarına yaklaşık 300 metre mesafedeydi. Zaten lançır denilen silah mermisi yakın mesafeye atılamaz. Tahminime göre 100 metre ve fazlasına ateş edilebilir. Daha kısa mesafeye atılırsa kendisine zarar verebilir..."

28. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca gizli tanık Mu.nun 7/3/2012 tarihinde talimat yoluyla beyanı alınmıştır. Gizli tanık Mu.nun 7/3/2012 tarihli beyanı şöyledir:

"... 1998 yılı bahar aylarında (Mayıs-Haziran) o dönemde komiser olan [K.Ç.] grup amirliğinde üç timden oluşan Özel Harekat Personelinin Genç ilçesi Yerlikaya köyünde PKK terör örgütü mensuplarıyla girilen sıcak çatışma sonucu 5 PKK'lı ölü ele geçirilmiş, akabinde olay yerine yakın samanlıkta PKK terör örgütüne ait şu anda sayısını hatırlayamadığım çok sayıda dürbün, telsiz, kaleşnikof marka tüfek, biksi marka tam otomatik tüfek ve çok sayıda rus yapımı el bombası ele geçirilmiş, bu mühimmatlarla bir kısmı mühimmat sorumlusu [H.A.S.] imzalı Bingöl Jandarma Alay Komutanlığına teslim edilmiştir. Ancak bu mühimmatlardan bir kısmı ise komiser [A.K.Ç.nin] direktifleri doğrultusunda bir adet biksi, altı adet kaleşnikof marka tüfek, iki adet dürbün, bir adet telsiz ve yirmiye yakın rus yapımı el bombası olası yanlışlıklarda kullanılmak üzere şube mühimmat deposu tulum ve kampetlerinde bulunduğu odada tulumların arasına saklanmak suretiyle bırakılmoştır. Ben mühimmat depo amirliğinden ayrılmadan yan 1999 Eylül ayına kadar malzemeler söylediğim yerde bulunmaktaydı. Aradan 13 yıl geçmesine rağmen depoda yapılacak araştırmayla bu kaıyıt dışı malzemelerin ele geçirileceği kuvvetle muhtemeldir. İşte Genç ilçesinde 1999 yılı Nisan ayında meydana gelen olayda ölen iki gencin yanında bulunan bir adet kalaşnikof marka tüfek ile iki Rus yapımı el bombası olay saatinden sonrası Bingöl merkez Özel Harekat Şube Mühimmat deposundan alınarak Genç ilçesi olay mahalline bırakılan silahlardır. Şöyle ki ifadem içerisinde çalışma düzeni hakkında vermiş olduğum bilgiler ışığında 1995-1998 Nisan ve Mayıs ayına kadar tim personeli olarak görev yaptım. 1998 Nisan ve Mayıs ayı itibarıyle 1999 Eylül ayına kadar şube mühimmat deposunda bütün demirbaş malzemelerin zimmetini üzerime almak suretiyle polis memuru [H.A.S.] ile görev yaptım. Bu olayın olduğu saatlerde yani akşam saat 21.00-21.30 civarında sözde çatışmanın başlamasından yaklaşık 15-20 dakika sonra her operasyonda olduğu gibi [H.A.S.] ile birlikte şube mühimmat deposunda görevimizi yapmak üzere şubeye geldik. Sözde çatışmanın 20 dakika önce başladığını Şube Müdür vekili Başkomiser [K.Ç.] ve o gece Grup Amiri Komiser [B.G.] ile birlikte çatışma bölgesi olan Genç ilçesi bekleme görevinde olan tim amiri polis memuru [M.A.] ve Tim personeline takviye amaçlı belgeye gittiğini öğrendim. Diğer bütün arkadaşlar gibi bende Şube Müdür vekili [K.Ç.dan] gelecek emir ve direktifleri beklemeye başladık. Olayın başlamasından yaklaşık bir - bir buçuk saat sonra Başkomiser [K.Ç.] mühimmat deposunda beraber çalıştığımız polis memuru [H.A.S.yı] arayarak acele olay yerine depoda bulunan Yerlikaya köyünde ele geçirilen silahlardan bir adet kaleşnikof ve iki el bombası getirmesini kimsenin bilmemesi ve görmemesi uyarılarıyla, ben de tulum ve kampetlerin arasında gizlenmiş olan silah ve el bombalarından bir adet kalaşnikof ve iki adet elbombasını [H.A.S.ya] vermek suretiyle olay yeri olan Genç ilçesine gönderdim. Polis memuru [H.A.S.] olay yerinden geldikten sonra, olay yerinin tamamen projektörlerle aydınlatılmış olduğunu, sözde çatışmanın yerleşim yerine çok yakın bir yerde başlayarak mezarlık içerisine kadar devam ettiğini, mezarlık içerisinde bulunan türbe şeklindeki yerde bittiğini, olayda çok sayıda mermi kullanıldığı ve el bombası roket, lav silahının da kullanıldığı, ilk ateşi pusu faaliyetinde bulunan korucuların başlattığını daha sonra tim amiri polis memuru [M.A.] ve tim personelinin olaya dahil olduğunu, korucularda bulunan kaleşnikof tüfek seslerine karışımı olan özel timin sanki karşısında terörist unsur varmış gibi olaya mühadele ettiğini, masum iki gencin türbeye benzer yerde yanlışlıkla öldürüldüğünü, gençlerden bir tanesinin bacağının kopik olduğunu, çok sayıda mermi yarasının bulunduğunu, birinin üzerinde hala okul kravatı olduğunu, olayın olduğu yerde Başkomiser [K.Ç.], o gece grup amiri [B.G.], polis memuru [M.A.] Genç ilçe Emniyet Amiri Başkomiser [A.K.nin] olduğunun, ilçe halkının olay yerine yaklaşmaması için olay yeri güvenlik tedbirlerinin alındığını, depodan getirdiği mühimmatı [K.Ç.ye] verdiğini, [K.Ç.nin] de ölen gençlerin yanına bırakmadan önce boş araziye atış yapılarak kaleşnikofla darbeler yaptıktan sonra bıraktığını, bu şekilde düzenleme yapıldıktan sonra İlçe Cumhuriyet Savcısının çağırıldığını. Cumhuriyet Savcısının da yapılan yanlışlığı anlayacak ki gençlerden birinin üzerindeki okul kravatını kasıtla 'bari şu kravatı alın' şeklinde sözler söylediğini, polis memuru [H.A.S.nın] söylemi ile öğrendim. Ayrıca yine [H.A.S.nın] anlatımında polis memuru [M.A.ya] çatışmada yaralanmış raporu alınarak yapılan düzenlemenin sağlamlaştırıldığını da öğrendim. İlk atışı başlatan korucu unsurun o bölge insanı olması, bölge insanını iyi bilen tanıyan kişiler olması nedeniyle pusu bölgesinin aydınlatılmış hatta yerleşim yerlerine çok yakın oyarak başlayan ilk ateş sırasında neden aceleci başlatıldığı, olay gecesi pusu faaliyeti icra eden ilk atışı başlatan korucu unsurların öldürülen gençlerin aileleriyle bir husumetinin olup olmadığının, yine sözde çatışmada düzenlemeye sağlamlaştırmak için yaralandığı yönünde rapor alan polis memuru [M.A.nın] görev ve tazminatı için müracaatının olup olmadığının araştırılması, tim personelinin söde ele geçen iki terörist, bir kaleşnikof tüfek iki adet rus yapımı el bombaları için Valilik Makamına Emniyet Müdürlüğünün teltif müracaatının olup olmadığının (ki vicdani rahatsızlıkları nedeniyle bu konuda başvuruda bulunulmamıştır) araştırılmasını soruşturmanın selameti açısından yararlı olacağını düşünüyorum..."

29. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2012 tarihinde polis memuru M.A.nın tanık sıfatıyla alınan beyanı şöyledir:

"...olay tarihinde Bingöl özel harekat polis şubesinde polis memuru olarak görev yapıyordum. Olay tarihinde 2 tim olarak 25-30 kişi Genç ilçesine görevlendirilmiştik. timlerden biri YİBO bölgesinde görev yapıyordu. 3 unsurdan oluşan diğer timin başında ben vardım. 2 timin başında da grup amiri olarak [B.] komiser vardı. Seçim dönemiydi, yakın tarihte teröristler iki defa ilçeyi basmışlardı. Olayın olduğu dönemde de seçim bürolarına saldırı olabileceği konuşuluyordu. Unsurlardan biri karakolda bekliyordu ikisi de zırhlı araçlarla devriye görevi yapıyordu. Saat 21.30 sıralarında gurup amirimiz telsizle anons ederek beni çağırdı, bir grup teröristin mezarlık bölgesine sızdığına dair telefonla ihbar geldiğini söyledi. 3 unsurdan oluşan 15-16 kişilik timle mezarlığa araçlarla gittik araçlardan inip yokuş yukarı doğru çıkmaya başladık, 20-30 m yukarda ateş edilmeye başlandı, el bombası da atılıyordu. Hava karanlıktı, mezarlıkta aydınlatıcı bir lambada yoktu, ateş edenlerin silahlarının namlu ağız alevlerini görebiliyorduk kendilerini göremiyorduk, seslerini de duyamıyorduk, atılan el bombalarının birinin şarampol parçası sağ kasığımın yukarı kısmına geldi. Ancak önemli bir yaram olmadığı için çatışmaya devam ettim, biz de el bombası atarak ve silahla karşılık verdik. Biz 40-50 m alana dağılmıştık karşılıklı ateş ediyorduk bize ateş edenlerin kaç kişi olduğunu bilemiyorum, çatışma bittikten sonra arka taraflarda bixi kovanları da bulduk. Bize ateş edilen el bombası atılan yerde bir ceset bulduk biz kademe kademe ilerliyorduk, buraya gelmeden önce bir hırıltı sesi duymuştum, bize doğru ateş kesilince de yaklaştım ve bir ceset buldum, kıyafetleri sivildi, hatta ceketinin cebinden bir kravat bulduğumuz da hatırlıyorum. Bu cesedin 15-20m aşağısında 2. bir ceset daha arkadaşlar bulmuşlar o da sivil kıyafetliymiş. Yanında kaleşnikof marka tüfek vardı ayrıca her 2 cesedin yakınlarında Rus yapımı el bombaları da bulunmuştu. Her iki cesedi polis karakoluna götürdük, Olay günü ilçe emniyet amiri [A.K.yi] ben hiç görmedim cesetleri bıraktıktan sonra tedavi için sağlık merkezine gittim, geri dönünce de karakolda görevli komiser ifademizi aldı. Daha sonra da savcı bey geldi olay yerine gittik keşif yaptık tutanaklar tanzim edildi bana gösterdiğiniz krokiyi ben çizdim daktilo ile yazılan olay ve olay yeri inceleme tutanağını da ben yazdırdım. Ölen cesetlerin el svaplarını soruşturmayı yürüten ilçe emniyet müdürlüğü görevlileri ile savcının alması gerekirdi ben şimdi düşünüyorum keşke alsaydılar diyiyorum ancak almamışlar. Vurulan şahıslardan birini bize doğru ateş edilen yerden ayağı kalkıp ateş ederek ilerlerken gördüm daha sonra vurulup yuvarlandı. Bu nedenle bu kişilerin başka yerde öldürülüp mezarlığa götürüldüğüne ihtimal vermiyorum onları bizim timimiz çatışma sırasında öldürdüğünü düşünüyorum...."

30. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 9/7/2012 tarihinde polis memuru B.G.nin tanık sıfatıyla alınan beyanı şöyledir:

"... Ben olayın olduğu 1999 yılında Bingöl il emniyet müdürlüğü özel harekat şubesinde müdür olarak görev yapıyordum. Genç ilçe emniyet amir vekili [A.K.] idi. İl emniyet müdürlüğüyle hemşeri olduğu için sık sık özel harekat ekibi isterdi, bu veya benzeri başka sebeplerle özel harekatçılar kendisini sevmezlerdi. İlçe emniyet amirliğine bağlı bir polis karakolu da vardı. Binaları farklı yerlerdeydi. Genç ilçesine gittiğimizde daha çok karakola uğrardık, bide cadde ve sokaklarda devriye, pusu görevleri yapardık. [A.K.Ç.] şube müdürümüz idi. Olay tarihinde Genç ilçesinde görevlendirilen ekibin grup amiri bendim. 2 tim özel harekat polisi olarak Genç ilçesine gitmiştik, timler 15-16 kişilikti, olaydan önceki saatlerde timlerden biri YİBO yakınlarında pusu faaliyeti yapıyordu, diğeri de ilçe merkezinde caddelerde devriye görevi yapıyordu, her timde bir panzer bir shortlant bir de lantrover araç oluyordu. Timler 3 unsurdan oluşuyordu. İlçenin giriş bölümünde jandarmaya bağlı olan korucular da emniyet amirinin jandarma komutanın ricasıyla nöbet tutuyordu. Ancak korucular nöbet yerlerinde yarım saat kadar oyalandıktan sonra evlerine gidip kendi işleriyle meşgul oluyorlardı, nöbet yerleri emniyet bölgesinde olduğu için başlarında kontrole kimse bulunmazdı. Onlarda türlü bahanelerle nöbet yerlerini terk ederlerdi. Olayın meydana geldiği sırada 5 kişilik bir unsur polis karakolunda bekliyordu. 10-12 kişilik bir unsurda cadde ve sokaklarda idi, ben karakolda idim, Saat 21.00 geçmişti. Karakola Emniyet bekçisinin telefonla bir terörist grubun Derekul deresi ve Cumhuriyet mezarlığı civarında görüldüğü ihbarının yaptığı söylendi. İlçe merkezinde bulunan ve devriye görevini yapan unsurlarla karakoldaki unsurlara da Cumhuriyet mezarlığına gitme talimatını verdim başlarında bende gittim. Mezarlığa girip yokuşa doğru çıkmaya başladığımız sırada bir el bombası sesini duyduk. Arkadaşlarımızdan [M.A.] bu el bombası şarapnel parçasıyla yaralandı. Yaklaşık 30 metre yukarımızdan ve arka taraflardan da ateş edilmeye başlandı. Biz ateş edenleri görmüyorduk, sadece namlu alevlerini görebiliyorduk. 30 metre yukarımızda iki üç kişi arka taraflarında da 4-5 kişinin olduğunun toplamda 7-8 kişilik bir grubun olduğunu tahmin ediyordum. Biz geriye yatarak karşılık verdik. El bombası attık ve silahlarımızla ateş ettik. Çatışma 15-20 dakika sürdü. Biz ateş ederken bir yandan da sıçrayarak yaklaşıyorduk. Mezarlık içinden bize ateş edenlerin ateş etmeyi kesmelerinden sonra bu bölgeyi kontrol eden arkadaşlar bir ceset olduğunu söylediler. arka taraftan ateş gelmeye devam ediyordu. Arkadaşlar bu cesedi çevirip kontrol ettiklerinde bir adet rus tipi el bombası olduğunu söylediler. Bu cesedin 15 metre kadar sol tarafından bir ceset daha vardı. Cesetlerden birinin bacağının koptuğunu da sonradan öğrendim. Cesetleri mezarlıktan sonra alıp ilçe emniyet amirliğine veya karakola götürdüler. Ben cesetleri sadece mezarlıktayken görmüştüm, karanlık olduğu içinde elbiselerine dikkat etmemiştim. Sabah erken saatlerinde savcı bey olay yerinde inceleme yaptı. olay tutanağını ilçede görevli memur arkadaşlar tuttular. Biz de imzaladık. Arkasından da ilçeden ayrıldık. Bingöl özel harekat şube müdürlüğünde teröristlerden ele geçirilen kayıt dışı silah ve mühimmatlardan haberim yoktu. Öldürülen şahısların terörist olmadıklarına dair iddiada bulunulduğunu ilk defa duydum bu tarihe kadar onların PKK'lı teröristler olduğunu biliyordum. Bu kişilerin çatışma sırasında bizim arkadaşlar tarafından vurulduğunu yoksa başka yerde daha önce öldürülüp cesetlerinin buraya atılmasından sonra taciz ateşi açılarak bizim oraya çekilip çekilmediğini bilemiyorum, bu da mümkündür. O akşam [A.K.yı] hiç görmedim. Cesetleri gönderdikten sonra biz arka taraftan ateş edenlerin peşinden gittik, onlarda ateşi kestiler kayboldular. O gün teröristlerin hiçbirini görmedik. Seslerini de duymadık, sadece silahların namlularından çıkan alevleri gördük, taşların yuvarlanması ve patırtı sesleri duyuyorduk, ancak insan sesi duymadık, sadece cesedi bulduğumuz yerde inleme sesi duyan arkadaşlarımızın olduğunu biliyorum. Ateş edilen yerin gerisi ormanlık ve dağlık alan idi, ormana gidip kaybolduklarını düşündük. Bulduğumuz boş kovanları da karakola teslim etmiştik. Sabah erken saatlerde de savcının ayrılmasından sonra Bingöl'e gittik. [A.K.nın] bulunduğu ilçe emniyet amirliğine hiç gitmedik. Bu tür operasyonların sonucunda soruşturma yürüten polis memurları taltif yazısı yazarlarsa operasyonlara katılanlara tazminat verilir. Ancak operasyonların yarısına yakınında yazılmazdı, bu olayda da yazılmamıştı. Şube müdürümüz [K.Ç.nin] Bingöl'e gelip gelmediğini bilmiyorum. O gün olaydan sonrada mezarlık çevresinde Dragon ve Shortland idi, ring atmıştık. Şube müdürümüzün gelip gelmediğini hatırlamıyorum..."

31. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca 4/10/2012 tarihinde tanık sıfatıyla alınan beyanında A.R.A. kendisine teröristleri gördüğünü söyleyen kişinin N.Ö. olduğunu, panzerden hiç inmediğini, mezarlığa ve çatışmanın olduğu yere gitmediğini, tutanağın son kısmının doğru olmadığını, bu kısmı okumadan imzaladığını, panzerde bulunduğu sırada çatışma bölgesindeki polis memurunun telsizden "Birini vurduk, üst kısımdan ateş etmeye devam ediyorlar." dediğini belirtmiştir. A.R.A. beyanının devamında, bir süre sonra M.E.nin cenazesini panzerin yanına getirdiklerini, kendisine evine gitmesini söylemeleri üzerine panzerden çıkıp evine gittiğini, bir iki saat sonra Emniyet Amirliğine çağrıldığını, polis memuru A.Ş.nin tutanak tuttuğunu, kendisinin de imzaladığını, imzalamadan önce tutanağı okuduklarını, daha sonra polis karakoluna gitmesini istediklerini, öldürülenlerin M.E. ve Y.E. olduğunu öğrenince karşılaştığı polis memurlarına onların terörist olmadıklarını söylediğini, zaten onların da bunu bildiğini ifade etmiştir. Ayrıca ölenlerin yolda öldürülüp mezarlığa götürülmediğini, çatışma başlayınca korkup mezarlığa girmiş olabileceklerini, yanlışlıkla bu sırada vurulmuş olabileceklerini beyan etmiştir.

32. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 23/11/2012 tarihinde A.K.A.nın tanık sıfatıyla beyanı alınmıştır. A.K.A. beyanında olay günü kahvehanede maç izlediğini, yan masada ise Y.E., M.E. ve R.E.nin olduğunu, maç bittikten sonra kahvehaneden çıkıp köşedeki kuruyemiş dükkânından sigara almaya gittiğini, hemen arkalarından Y.E., M.E. ve R.E.nin de gelip sigara aldığını, dükkândan birlikte çıktıklarını, evlerinin bulunduğu sokağa doğru gittiklerini, kendisinin de R. Partisi binasına yöneldiğini, yaklaşık 50 metre kadar uzaklaştıktan sonra silah sesleri duyduğunu belirtmiştir. A.K.A. beyanının devamında kuruyemiş dükkânından ayrıldıkları sırada Y.E.nin elinde lazer ışığı veren küçük bir oyuncak olduğunu, Y.E. ve M.E. köşeyi döndüklerinde polislerin Y.nin elindeki lazer ışığını görünce terörist olduğunu zannedip ateş etmiş olabileceğini, yol üzerinde ve mezarlık içinde cesedin bulunduğu yerde kan izleri olduğunu, bu olayı evi orada bulunan çok kişinin gördüğünü ancak konuşmadığını beyan etmiştir.

33. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, Emniyet Müdürlüğü Özel Harekât Şube Müdürlüğünde bulunduğu iddia edilen kayıt dışı mühimmatla ilgili bilgi verilmesini istemiş, Özel Harekât Şube Müdürlüğünde oluşturulan araştırma komisyonu tarafından düzenlenen 17/12/2012 tarihli raporda kayıt dışı mühimmat bulunmadığı belirtilmiştir.

34. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 29/1/2013 tarihinde Mu.E.nin tanık sıfatıyla beyanını almıştır. Mu.E. alınan beyanında olay günü sabah erkenden işyeri olan pastaneye gittiğini, yolda karşılaştığı esnaftan M.E. ve Y.E.nin öldürüldüğünü öğrendiğini, işyerine gelir gelmez R.E.nin de geldiğini, ağlamaklı, kötü bir hâlde olduğunu, gözlerinin kıpkırmızı olduğunu, kahvaltı yapmak istediğini söylediğini beyan etmiştir. R.E.ye kahvaltı yaptığı sırada M. ve Y.nin neden öldürüldüğünü sorduğunu, R.E.nin ise kendisine M.ve Y.nin polisler tarafından öldürdüğünü, olay gecesi M. ve Y. ile birlikte kahvede maç seyrettiklerini, maçtan sonra kuruyemiş büfesinden M.nin sigara aldığını, M.nin evinin olduğu sokağa yaklaştıklarını, aniden gözlerine bir ışığın geldiğini, irkilip gözünü kapattığı sırada silah seslerinin geldiğini, M.nin "Ah!" diye bağırdığını, kendisinin ise yere atıp yolun üzerindeki bir kamyon kasasının altına girdiğini, oradan da okul duvarından atlayarak kaçtığını söylediğini beyan etmiştir. Mu.E. beyanında ayrıca bu olaydan sonra M. ve Y.nin ailesinin Bursa'ya taşındığını, yakın arkadaşı M.G.nin olay gecesi M. ve Y.nin yanında R.E.nin olduğunu ancak korktuğu için bunu sonradan inkâr ettiğini söylediğini ifade etmiştir.

35. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 30/1/2013 tarihinde M.A.A.nın tanık sıfatıyla beyanını almıştır. M.A.A. alınan beyanında olayın olduğu sırada olay yerine 50 metre kadar mesafedeki bir çay bahçesinde oturduğunu, ertesi gün seçim olduğu için çarşının kalabalık olduğunu, çay bahçesinde ondan fazla Özel Harekât polisinin bulunduğunu, saat 21.00'den sonraki bir saatte silah seslerinin gelmeye başladığını, 4-5 dakika kadar bu ateşin devam ettiğini, yan masada oturan polislerin telsizinden "İki kelle aldık." şeklindeki anonsu duyduğunu, Emniyet Amiri A.K.nın da çay bahçesinde kalabalığın içinde oturduğunu, bu anonsun duyulmasından sonra polislere doğru "Ateşi kesin." diye bağırdığını, ateşin geldiği yere hızlı adımlarla gittiğini, silah sesleri gelmeye başladığında çay bahçesindeki kalabalığın kaçışmaya başladığını, bazılarının yere yattığını, kendisinin de çay bahçesinin duvarının dibinde beklediğini, ertesi sabah olayın meydana geldiği sokağa gittiğini, bölgede kan izlerinin olduğunu ve krokide görülmeyen dar yollardan mezarlığa kadar gittiğini, izleri takip ettiğinde mezarlığın içindeki kümbetin çevresinde kan izlerinin yoğunlaştığını gördüğünü beyan etmiştir.

36. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 8/2/2013 tarihinde R.E.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. R.E. olay günü M. ve Y.yi hiç görmediğini, Mu.E.nin beyanında anlattığı gibi pastanede kahvaltı ettiğini ancak bu olayın M. ve Y.nin öldürülmesinden bir hafta önce meydana geldiğini, Mu.E.nin beyanlarının doğru olmadığını iddia etmiştir.

37. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 15/3/2013 tarihinde N.Ö.nün tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. N.Ö. olayın olduğu saatlerde ilçenin çarşısında dolaşırken silah sesleri duyduğunu, çatışma olduğunu düşündüğünü, ara sokağa girip beklediğini, silah sesleri kesilince merak edip olay yerine gitmek istediğini ancak polislerin izin vermediğini, olay günü terörist görmediğini, bekçi A.R.A.yı o akşam görüp görmediğini hatırlamadığını ancak C. Mahallesi'nde silahlı şahısları gördüğünü söylemediğinden emin olduğunu ifade etmiştir.

38. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 20/3/2013 tarihinde, ölenlerin PKK terör örgütü mensubu olduğuna dair bir delil olmadığı, güvenlik görevlilerinin eylemlerinin birden fazla kişiyi kasten öldürme, gerçeğe aykırı olarak resmî belge düzenlemeye tehdit suçlarını oluşturduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek soruşturma dosyasını Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

39. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmaya devam ederek şüphelilerin ifadelerinin alınması için talimat yazmıştır.

40. Kolluk görevlileri 10/10/2013 tarihinde polis memuru M.A.nın şüpheli sıfatıyla ifadesini almıştır. M.A. talimat yoluyla alınan ifadesinde olay tarihinde Emniyet Müdürlüğü Özel Harekât Şube Müdürlüğünde görevli iken Genç ilçesinde devriye görevi ifa ettikleri sırada Grup Amiri B.G.ye mezarlıkta silahlı örgüt mensuplarının olduğu bilgisinin gelmesi üzerine sekiz on kişilik bir kuvvetle mezarlık bölgesine geldiklerini, yanlarında B.G.nin ve ismini hatırlamadığı bir bekçinin de olduğunu, mezarlığın orta kısmındaki tepeye çıkmak üzereyken el bombası atıldığını, uzun namlulu silahlarla ateş açıldığını, kendilerinin de karşı ateş açtıklarını, bu esnada bacağının sağ tarafından yaralandığını belirtmiştir. M.A. ayrıca teröristleri mezarların arkasına mevzilendikleri için gece karanlığında göremediklerini, sadece alevlerin olduğu kısma ateş ettiklerini, aşağıya doğru bir kişinin koştuğunu gördüklerini, üzerine ateş ettiklerini, şahsın yuvarlanarak gözden kaybolduğunu, çatışmanın yaklaşık yirmi dakika sürdüğünü, terör unsurlarının bölgeyi terk etmesinden sonra mezarlığın içinde iki erkek cesedi bulduklarını, cesetlerin yanında Rus tipi patlamamış bir el bombası olduğunu, otopsi yapılmak üzere cesetleri araca koyup Emniyet Amirliğine getirdiklerini ifade etmiştir. M.A. kendisinin de sağlık merkezine giderek rapor aldığını, doktorun rapor tarihini yanlışlıkla bir gün öncesi olarak belirttiğini, karakolda görevli komisere ifade verdikleri sırada Cumhuriyet savcısının da orada bulunduğunu, örgüt mensuplarının yanlarındaki mühimmatın hava aydınlandıktan sonra Cumhuriyet savcısının refakatinde bulunduğunu, gizli tanık beyanlarının doğru olmadığını, timde sekiz on kişilik bir ekip olduğunu, olay yerine onlarla birlikte gittiklerini, gerektiğinde onlara sorulabileceğini bildirmiştir.

41. Polis memuru H.A.S. 12/6/2013 tarihinde talimat yoluyla ve tanık sıfatıyla kolluk görevlileri tarafından alınan ifadesinde; olay tarihinde depo sorumlusu olmayıp deponun zimmetinin de kendisinde olmadığını, olay tarihinde görevli bulunmadığını, depoya kayıt dışı mühimmat sokulmasının mümkün olmadığını, Komiser A.K.Ç.nin böyle bir talebi olmadığını beyan etmiştir.

42. Polis memuru M.Y. 17/9/2013 tarihinde talimat yoluyla ve şüpheli sıfatıyla kolluk görevlileri tarafından alınan ifadesinde; olay tarihinde bölücü terör örgütü mensuplarının mezarlığın üst kısmında bulunduğu ihbarı üzerine olay yerine intikal ettiklerini, üzerilerine ateş açıldığını, el bombası atıldığını, kendilerinin de karşılık verdiğini, teröristlerin gecenin karanlığından faydalanarak kaçtığını, ortam normale döndükten sonra iki terör örgütü üyesinin etkisiz hâle getirildiğini gördüğünü beyan etmiştir.

43. Polis memuru B.G. 26/9/2013 tarihinde Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığınca talimat yoluyla ve şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; olay günü polis karakoluna telefonla mezarlık bölgesine teröristlerin geldiğinin ihbar edildiği söylenince ilçe merkezinde devriye görevi yapan M.A.nın timini olay yerine sevk ettiğini, kendisinin de beş arkadaşıyla olay yerine gittiğini, mezarlığa girişten tepeye doğru timle çıkarken üzerilerine el bombası atıldığını, silahlarla ateş edilmeye başlandığını, kendilerinin de karşılık verdiğini, çatışmanın yaklaşık 20-25 dakika sürdüğünü, tepeye çıktıklarında iki terörist cesedi bulduklarını, ölenleri tanımadığını ancak kendilerine ateş etmeleri nedeniyle terörist olduklarını düşündüğünü, olay gecesi ne yaşandıysa ona uygun olarak tutanak tuttuklarını beyan etmiştir.

44. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı 7/11/2013 tarihinde yazılan talimat üzerine polis memuru A.K.Ç.nin ifadesini almıştır. A.K.Ç.nin şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde; olay tarihinde Özel Harekât Şube Müdürlüğünde görevli olduğunu, olay tarihinden yaklaşık bir ay kadar önce adliye lojmanlarının teröristler tarafından taranması üzerine Özel Harekât Şube Müdürlüğü olarak Genç ilçesinde her akşam on beş kişi görevlendirildiklerini, ilçenin 100-150 metre doğusundaki tepelerde pusu görevi yaptıklarını belirtmiştir. Olay günü Komiser B.G. komutasındaki timin görevli olduğunu, Özel Harekâtta görevli polislerin çatışmaya girdiği anonsu gelmesi üzerine takviye kuvvetle ilçeye gittiklerini, ilçeye vardıktan sonra çatışma alanına en yakın yerdeki polis karakoluna gittiklerini, silah sesleri kesilince iki şahsın etkisiz hâle getirildiğinin anons edildiğini, bu iki şahıs karakola getirildiğinde ikisinin de ölü olduğunu, Cumhuriyet savcısının ölenlerin üzerinde iki el bombası bulduğunu belirtmiştir. Ayrıca M.A. isimli polis memurunun da bu çatışmada yaralandığını, kendisinin koyduğu söylenen Kalaşnikof marka tüfeğin ve boş kovanların savcının da olduğu esnada çatışma bölgesinde bulunduğunu, Emniyet Müdürlüğü depolarında kayıt dışı hiçbir malzeme ve mühimmat olmadığını, depolarının her zaman denetime açık tutulduğunu, Emniyet Müdürlüğü deposundan malzeme alıp götürmesinin mümkün olmadığını beyan etmiştir.

45. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı, polis memuru A.K.nın talimat yoluyla ve şüpheli sıfatıyla müdafi eşliğinde ifadesini almıştır. A.K. 18/11/2013 tarihli ifadesinde; ölen M.E.den borç para almadığını, olay günü çatışma olup olmadığını hatırlamadığını ancak Özel Harekât görevlilerinin ilçenin emniyeti açısından ilçenin üst tarafındaki ormanlık alana ve teröristler tarafından devamlı taciz edilen bölgeyi kontrol amacıyla devriyeye çıktığını, Amirlik binasında otururken silah seslerinin geldiğini, telsiz merkezinden ilçenin üst tarafına taciz olduğunu anons ettiğini, Özel Harekâtın karşılık verdiğini, silah sesleri kesildikten sonra Özel Harekât ekibinin başındaki komiser muavininin yanına gelerek çatışma çıktığını, iki teröristin mezarlıkta öldürüldüğünü söylediğini, Emniyet Müdürü Y.T.yi arayarak durumu anlattığını, nöbetçi savcıya haber verildiğini, kimseyi tehdit etmediğini beyan etmiştir.

46. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılan soruşturma sonucunda kolluk görevlileri A.K., A.K.Ç., M.Y., B.G., M.A. hakkında tasarlayarak öldürme, tehdit, resmî evrakta sahtecilik suçlarından iddianame düzenlenerek Bingöl Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. 26/11/2013 tarihli iddianamenin ilgili kısmı şöyledir:

"...Toplanan delil, bilgi ve belgeler ile incelenen soruşturma evrakı kapsamından, Bingöl ilinden gelen Özel Harekat Şube Müdürlüğünde görevli polis memurlarının devriye görevi yaptıkları esnada, ilçe girişinde pusu görevi icra eden korucuların kaleşnikof tüfekle ateş etmeleri üzerine teyakkuza geçtikleri, maktullerin de ellerinde noktalayıcı lazer ışıklık ile yaklaşmaları üzerine ateş ederek şahısları öldürdükleri, maktullerin terörist olmadıklarını anlayınca da sorumluluktan kurtulmak için cesetleri yakında bulunan mezarlığa götürdükleri, şüphelilerden [K.Ç.nin] daha önce ele geçirilen ancak kayıtlara geçirilmeyen bir kaleşnikof tüfek ile 2 el bombasını getirterek tüfek ile ateş ettiği, bu tüfek ve el bombalarını maktullerin yakınına koydukları, kovanlarını topladıkları, diğer şüphelilerin ise bu kovanların çatışmada kendilerine ateş eden teröristlerin tüfeklerinden elde edildiğine ve maktullerin de kendilerine ateş eden teröristlerden olduklarına dair gerçeğe aykırı tutanak tuttukları, yine somut olayda polis memuru [M.A.] hakkında düzenlenen 16.04.1999 tarihli adli raporun da sahih olmadığı yönünde somut delillerin bulunduğu, ayrıca şüphelilerin değişik zamanlarda ayrı ayrı yaşanan olaydan önce ve olaydan sonra müştekileri olayın duyulmaması için ölümle tehdit ettikleri hususunda haklarında kamu davası ikamesini haklı kılacak yeterlilikte şüphenin var olduğu..."

47. Mahkeme 3/2/2014 tarihinde sanık A.K.nın savunmasını almıştır. A.K. savunmasında olay tarihinde Genç İlçe Emniyet Amirliğinde büro amiri olarak görev yaptığını, çatışma esnasında operasyon mahallinde olmadığını, operasyona bizzat katılmadığını, sadece binadan açılan ateşe Kalaşnikof marka silahla karşılık verdiğini, iddia edildiği gibi kimseden borç para almadığını, kendisine iftira edildiğini belirtmiştir.

48. Mahkeme 4/3/2014 tarihinde tanık Ş.G.nin beyanını almıştır. Tanık Ş.G. talimat yoluyla alınan beyanında; ölenleri akrabaları olduğu için tanıdığını, terör örgütü ile herhangi bir irtibatlarının olmadığını, olay günü ilçenin arka kısmından ateş sesleri geldiğini, ateş bitinceye kadar kahvehanede beklediklerini, olay sonrasında iki teröristin vurulduğunu duyduklarını, daha sonra öldürülenlerin Y.E. ve M.E. olduğunu öğrendiklerini, bir süre sonra karakoldan aradıklarını, ölenlerin yakını Mu.E. ile birlikte panzere binerek karakola gittiklerini, karakolda cesetleri gördüklerini, Mu.E. ile birlikte cesetleri teslim aldıklarını ve ambulans ile eve götürdüklerini, M.E.nin bir bacağının olmadığını karakola bildirdiğini, kendisine bacağın karakolda olduğunu gidip alabileceğini söylediklerini, karakoldan bacağı alarak cenazeleri defnettiklerini beyan etmiştir. Tanık Ş.G. ayrıca ölenlerin kıyafetlerinin defin öncesinde çıkarıldığını, bu kıyafetlerin hâlen evinde bulunduğunu beyan etmiştir.

49. Mahkeme 18/3/2014 tarihinde polis memuru M.Y.nin sanık sıfatıyla savunmasını almıştır. M.Y. savunmasında olay tarihinde Özel Harekât Şube Müdürlüğünde tim elemanı olduğunu, verilen emir üzerine Genç ilçesine gittiklerini, Genç ilçesinde gözetleme ve koruma faaliyetlerinde bulunduklarını, verilen emirleri yerine getirdiklerini, yapılan ihbarda mezarlığın üst tarafında bölücü örgüt mensupları olduğu bilgisi geldiğini, mezarlığın alt tarafında tertibat aldıklarını, mezarlığın üst tarafından ateş edilmeye başlandığını, yaklaşık 20 dakika süren çatışma sonucunda iki bölücü terör örgütü mensubunun ölü ele geçirildiğini, diğer örgüt mensuplarının gece karanlığından faydalanarak kaçtığını, çatışmada öldürülen kişilerin örgüt mensubu olduğunu, terörist olmayan herhangi bir kimseyi öldürüp terörist süsü vermediklerini, buna ilişkin herhangi bir tutanak tanzim etmediklerini, her operasyon sonunda olduğu gibi tutanak tanzim ettiklerini ifade etmiştir.

50. Mahkeme 18/3/2014 tarihinde polis memuru M.A.nın sanık sıfatıyla savunmasını almıştır. M.A. savunmasında olay tarihinde tim amiri olduğunu, olay tarihinden önce Genç ilçesine iki kez saldırı düzenlendiğini, dört şehit olduğunu, seçim öncesinde de ortamıngergin olduğunu, olay günü alınan ihbar üzerine Grup Amiri B.G. idaresinde iki tim olarak Genç ilçesine intikal ettiklerini, mezarlığın alt tarafında tertibat aldıklarını, mezarlığın üst tarafından yoğun ateş açıldığını, tarandıklarını, üzerilerine el bombası atıldığını, bu çatışma esnasında şarapnel parçasıyla yaralandığını, iki teröristin öldürüldüğünü, diğer teröristlerin karanlıktan faydalanarak kaçtığını, sivil kişileri kazayla öldürüp terörist süsü vermelerinin söz konusu olmadığını, olaya ilişkin olarak düzenledikleri tutanakların doğru olduğunu ifade etmiştir.

51. Mahkeme 18/3/2014 tarihinde polis memuru B.G.nin sanık sıfatıyla savunmasını almıştır. B.G. savunmasında suçlamayı kabul etmediğini, grup amiri olarak görevli olduğunu, iki tim olarak olay yerine gittiklerini, mezarlığın alt tarafından yoğun ateş açıldığını, el bombası atıldığını, bir arkadaşının bu çatışma esnasında yaralandığını belirtmiştir. B.G. ayrıca çatışmada iki teröristin ölü olarak ele geçirildiğini, çatışma nasıl olmuşsa tutanağı da o şekilde tanzim ettiklerini, masum iki insanı öldürüp terörist süsü vermelerinin mümkün olmadığını ifade etmiştir.

52. 28/5/2014 tarihinde Kriminal Polis Laboratuvarı Dairesi Başkanlığından alınan uzman raporunda; ölenler üzerinde klasik otopsi yapılmaması nedeniyle mermilerin vücuttaki trajelerinin açık şekilde ifade edilemediği, kullanılan mermilerin giriş ve çıkış fotoğraflarının olmadığı, bu nedenle kullanılan ateşli silahların çap ve özelliklerine ilişkin kesin bir sonuca varmanın mümkün olmadığı belirtilmiştir.

53. Mahkeme 2/9/2014 tarihinde polis memuru A.H.nin tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. A.H. ifadesinde TEM şubede görevli olduğunu, karakolda çalıştığını, o tarihlerde terör olayları nedeniyle takviye olarak ilçeye Özel Harekât timlerinin geldiğini, olay günü ilerleyen saatlerde karakola ihbar geldiğini, eylem olacağının bildirildiğini, karakolun yaklaşık 1 km ötesinde çift taraflı silah sesleri duyulduğunu, anonslarda çatışma çıktığının söylendiğini, sanık A.K.nın olay esnasında İlçe Emniyet Müdürlüğünde olduğunu beyan etmiştir.

54. Polis memuru A.K.Ç. Mahkemece 11/12/2014 tarihinde sanık sıfatıyla alınan ifadesinde önceki beyanlarını tekrar etmiştir.

55. Mahkeme, gizli tanık olarak Mu.nun beyanını almıştır. Gizli tanık Mu. 2/2/2015 tarihli beyanında olay tarihinden bir yıl kadar önce Yerlikaya köyünde teröristlerle girişilen çatışma sonrası olay yerinde ele geçen bir kısım silah ve bombanın daha sonra gerektiğinde gayriresmî kullanılmak üzere Bingöl Özel Harekât Şube Müdürlüğü deposuna konulduğunu, bir kısmının ise İl Jandarma Komutanlığına teslim edildiğini, olay tarihinde Genç ilçesinde sivil iki vatandaşın terörist zannedilerek öldürülmesi sonrası çatışma süsü verilmek üzere söz konusu depodan keleş diye tabir edilen bir silah ile Rus yapımı iki el bombasının alınarak Özel Harekât Şube Müdürü K.Ç.nin talimatıyla olay mahalline bırakıldığını duyduğunu belirtmiştir. MU. beyanında ayrıca iki sivil vatandaşın Genç İlçe merkezinde evlerine giderken pusuda bekleyen korucular tarafından terörist zannedilerek ateş edilmesi üzerine ve Özel Harekât polisleri tarafından Amiri M.A.nın talimatıyla teröristlerin ateş ettiği zannedilerek sivil vatandaşların bulunduğu noktaya yoğun ateş açıldığını, bu kapsamda ağır silahların da kullanıldığını H.A.S.den duyduğunu, daha sonra ölenlerin terörist değil sivil vatandaş olduğu anlaşılınca depodan getirtilen silahın ölen sivil vatandaşlardan birinin yanına bırakıldığını, olay mahallinde mekap ayakkabıyla dolaşıldığını belirtmiştir.

56. Mahkeme, gizli tanık olarak Me.nin beyanını almıştır. Gizli tanık Me.nin 13/2/2015 tarihli beyanında olay günü çay bahçesinde olduğunu, aynı çay bahçesinde Emniyet Amiri A.K.nın yanında isimlerini bilmediği iki polis memuru ve mahalle bekçisi olan A.R.A. ile oturduklarını gördüğünü, A.K. ve yanındakilerin üzerinde keleş diye tabir edilen uzun namlulu silah olduğunu, bu sırada dörtyol mevkiine polis panzerinin geldiğini, polis panzerinden Özel Harekât kıyafetli, yüzleri kar maskesiyle kapalı kişilerin inerek etrafa dağıldığını, hemen oturduğu yerin karşısındaki kahvede maç izlendiğini, izleyenler arasında kardeşlerinin de olduğunu, Özel Harekâtçıları bu şekilde gördüğü için endişelenip kahvede bulunan kardeşlerini uyarmaya gittiğini, kardeşlerinin yanında Y.E. ve M.E.nin de olduğunu gördüğünü, dağılmalarını söylediğini ancak "Maç bitince dağılırız." dediklerini belirtmiştir. Me. ayrıca onları beklemek için yeniden çay bahçesine döndüğünde A.K. ve yanındakilerin ayrılmış olduğunu gördüğünü, sonra kahvedeki kalabalığın dağıldığını, kardeşleri ile birlikte Y. ve M.nin de kahveden çıktığını, M. ve Y. daha sonra bana yaklaşık 50 metre uzaklıkta bir köşeyi dönüp evlerine giden sokağa girdiklerinde silah sesleri duyulduğunu, yukarılara doğru mezarlığa kadar silah seslerinin duyulmaya devam ettiğini, ilk ateş sesini duyduktan sonra "Amcamı niye vurdunuz?" diye bir ses duyduğunu beyan etmiştir.

57. Bingöl İl Emniyet Müdürlüğü Disiplin Kurulu tarafından yapılan soruşturma sonunda 17/2/2015 tarihinde kolluk görevlileri A.K.Ç., B.G., M.A., A.K., M.Y. hakkında 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 27.maddesi gereğince disiplin cezası verme yetkisi zamanaşımına uğradığından dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verilmiştir.

58. Mahkeme 20/2/2015 tarihinde mahallinde olay yeri inceleme uzman bilirkişi refakatinde keşif yapmış, bilirkişi 4/3/2015 tarihli raporunun ekinde olay yerinin krokisi ve fotoğraflarını sunmuştur.

59. Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda 24/3/2016 tarihinde sanıklar hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde iddianame tarihi itibarıyla resmî evrakta sahtecilik ve tehdit suçları yönünden olay tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 102. ve 104. maddelerinde düzenlenen zamanaşımı sürelerinin dolduğunu değerlendirmiştir. Mahkeme, tasarlayarak öldürme suçu yönünden yaptığı incelemede ise her ne kadar sanıklar hakkında anılan suçu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış ise de ölenlere ateş edilme anına ve sonrasına dair dosyada mevcut şüpheden uzak delil elde edilemediğini belirterek 765 sayılı mülga Kanun'un 52. maddesi ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun ise 30. maddesinde düzenlenen hata hükümlerini tartışmıştır. Ölenlerin terörist sanılarak öldürüldüklerini, gerçekten terörist olsalardı sanıkların sorumluluğunun söz konusu olmayacağını değerlendirerek bu durumda taksirle adam öldürme suçundan sorumlu olup olmadıklarının gündeme gelmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, başvurucuların, terörist olmadıkları dosyadaki açık beyanlardan ve toplanan delilerden sabit olan yakınlarının sanıklar tarafından gerekli özen ve dikkati göstermeden terörist sanılarak öldürüldükleri kanaatine varmış; sanıkların taksirle öldürme suçunu işlediklerine, lehe kanun değerlendirmesi yaparak taksirle öldürme suçu yönünden suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Kanun'un 102. ve 104. maddeleri gereği zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle açılan kamu davasının düşürülmesine karar vermiştir.

60. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla 20/4/2016 tarihinde hükmü temyiz etmiştir. Başvurucular temyiz dilekçelerinde sanıkların kasten öldürme suçunu işlediklerine dair yeterli delil olduğu hâlde taksirle öldürme suçundan davanın zamanaşımı gerekçesiyle düşürülmesinin hukuka uygun olmadığını, sanıkların resmî evrakta sahtecilik, tehdit suçlarından da mahkûm edilmeleri gerektiğini belirtmiştir.

61. Sanıklar da vekilleri aracılığıyla 28/4/2016 tarihinde hükmü temyiz etmiştir. Sanıklar temyiz dilekçelerinde beraat etmeleri gerektiği hâlde davanın zamanaşımı gerekçesiyle düşürülmesinin hukuka uygun olmadığını ileri sürmüştür.

62. Yargıtay 1 Ceza Dairesince (Daire) yapılan temyiz incelemesi sonucunda 14/2/2018 tarihinde hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Bozma gerekçesinde otopsi işlemi yapılmadan ölü muayene işlemi ile yetinilerek yapılan incelemede bu kişilerin şarapnel parçaları ve ateşli silah mermi yaralanmaları nedeniyle öldüğünün tespit edildiğini, hangi silahtan çıkan mermi çekirdeği ya da kimin attığı bomba ile öldüklerine dair tespitin bulunmadığını değerlendirmiştir. Daire, sanıkların yetkileri kapsamında terör örgütü üyeleri ile girdiklerini beyan ettikleri çatışma sonrası olay yerindeki bulguları tespit ederek tutanaklar düzenlemeleri karşısında olay yerinde bulunmayan, duyuma ilişkin beyanı olan ve doğruluğu tanık H.A.S. tarafından kabul edilmeyen gizli tanık beyanlarına itibar edilerek sanıkların eylemlerinin taksirle öldürme, tehdit ve resmî evrakta sahtecilik suçlarını oluşturduğunun kabul edilmesinin, sanıkların beraatleri yerine zamanaşımından düşme kararları verilmesinin bozmayı gerektirdiğini belirtmiştir.

63. Dairece verilen bozma kararı üzerine yapılan yeniden yargılama sonrasında Mahkeme 6/7/2018 tarihinde önceki kararında direnmiş; sanıkların taksirle ölüme sebebiyet verme, resmî belgede sahtecilik, tehdit suçlarını işlediğinin kabulüyle haklarında açılan davaların zamanaşımı sürelerinin dolması nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir.

64. Başvurucuların bireysel başvuruda bulunmalarından sonra direnme kararı sanıklar tarafından temyiz edilmiş, Dairece yapılan temyiz incelemesi sonucunda Mahkemenin verdiği direnme kararının isabetli olduğuna karar verilmiş, 9/10/2019 tarihinde mahkemenin kararı onanarak kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

65. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.

Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur.

Polis;

a) Meşru savunma hakkının kullanılması kapsamında,

b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniş karşısında, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde,

c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla getirme kararı veya yakalama emri verilmiş olan kişilerin ya da suçüstü halinde şüphelinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde,

d) (Ek: 27/3/2015-6638/4 md.) Kendisine veya başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde,

silah kullanmaya yetkilidir.

Polis, yedinci fıkranın (c) bendi kapsamında silah kullanmadan önce kişiye duyabileceği şekilde "dur" çağrısında bulunur. Kişinin bu çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateş edilebilir. Buna rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kişinin yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateş edilebilir.

Polis, direnişi kırmak ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karşı silahla saldırıya teşebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teşebbüs eden kişiye karşı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak ölçüde duraksamadan silahla ateş edebilir."

66. 765 sayılı mülga Kanun'un "Hata" başlıklı 52. maddesi şu şekilde düzenlenmiştir:

"Bir kimse bir hata veya sair bir arıza yüzünden cürmü kast ettiği şahıstan başka bir şahsın zararına işlemiş olursa cürümden zarar gören kimsenin sıfatından neşet eden ve cezayı şiddetlendiren esbap faile tahmil olunmaz. Belki cürüm kast olunan şahsa karşı işlenmiş gibi telakki olunarak fail, cürmün tazammun edebileceği esbabı muhaffefeden istifade eder."

67. 5237 sayılı Kanun'un “Hata” kenar başlıklı 30. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.”

68. 765 sayılı Kanun'un 102. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bentlerinde zamanaşımı şu şekilde düzenlenmiştir:

"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,

2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,"

3 - Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,

4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene, ..."

69. 765 sayılı Kanun'un 104. maddesinde zamanaşımını kesen nedenler şu şekilde düzenlenmiştir:

"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar.

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."

70. 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı” kenar başlıklı 66. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “...(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;

a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,

b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmibeş yıl,

c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,

d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,

e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,

Geçmesiyle düşer...”

71. 5237 sayılı Kanun'un “Dava zamanaşımı süresinin durması veya kesilmesi” kenar başlıklı 67. maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları şöyledir:

 “2) Bir suçla ilgili olarak;

a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,

b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,

c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,

d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,

Halinde, dava zamanaşımı kesilir.

 (3) Dava zamanaşımı kesildiğinde, zamanaşımı süresi yeniden işlemeye başlar. Dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması halinde, zamanaşımı süresi son kesme nedeninin gerçekleştiği tarihten itibaren yeniden işlemeye başlar.

 (4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzar.”

72. 765 sayılı mülga Kanun'un 455. maddesinde taksirle adam öldürme suçu şu şekilde düzenlenmiştir:

 “Tedbirsizlik veya dikkatsizlik veya meslek ve sanatta acemilik veya nizamat, ve evamir ve talimata riayetsizlik ile bir kimsenin ölümüne sebebiyet veren şahıs iki seneden beş seneye kadar hapse ve 250 liradan 2.500 liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur.

Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 1.000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.

Yukardaki fıkralarda beyan olunan cezalar, kusurun derecesine göre sekizde birine kadar indirilebilir.”

73. 5237 sayılı Kanun'un “Taksirle öldürme” kenar başlıklı 85. maddesi şöyledir:

 “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

74. 5237 sayılı Kanun'un “Zaman bakımından uygulama” kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...(2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise,failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur..."

B. Uluslararası Hukuk

75. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygı yükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

76. Sözleşme'nin "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

" 1. Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur.[...]

2. Ölüm, aşağıdaki durumlardan birinde mutlak zorunlu olanı aşmayacak bir güç kullanımı sonucunda meydana gelmişse, bu maddenin ihlaline neden olmuş sayılmaz:

a) Bir kimsenin yasa dışı şiddete karşı korunmasının sağlanması;

b) Bir kimsenin usulüne uygun olarak yakalanmasını gerçekleştirme veya usulüne uygun olarak tutulu bulunan bir kişinin kaçmasını önleme;

c) Bir ayaklanma ya da isyanın yasaya uygun olarak bastırılması"

77. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yaşam hakkını koruyan Sözleşme'nin 2. maddesinin olağanüstü hâllerde dahi istisnası öngörülmeyen en temel düzenlemeyi içerdiğini kabul etmektedir. Sözleşme'nin 3. maddesi ile birlikte 2. maddesi, Avrupa Konseyini oluşturan demokratik toplumların en temel değerlerini korumaktadır (Giuliani ve Gaggio/İtalya [BD], B. No: 23458/02, 24/3/2011, § 174).

78. Sözleşme'nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrası, sadece kişilerin yaşamlarına kasti ve hukuka aykırı bir şekilde son verilmesinden kaçınma yönünde devletler için bir yükümlülük öngörmemekte; bundan başka iç hukuk sisteminde egemenliği altındaki kişilerin yaşamlarının korunması için gerekli olan önlemleri alma yükümlülüğü de getirmektedir (Kılıç/Türkiye, B. No: 22492/93, 28/2/3/2000, § 62). Bu yükümlülük, devletlerin kişilere karşı yaşamlarını tehdit eden eylemlerin önlenmesi konusunda gerekli yasal ve idari çerçeveyi oluşturma yükümlülüğünü de kapsar (Makaratzis/Yunanistan, B. No: 50385/99, 20/12/2004, § 57).

79. AİHM göre kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının şüphesiz devletin sahip olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermeme negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Sözleşme'nin 2. maddesi, bir bütün olarak esasen bir kişinin kasten öldürülmesinin kabul gördüğü durumları değil istenmeyen sonuç olarak ölüme sebep olan güç kullanımının kabul gördüğü durumları tanımlamaktadır. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir (McCann/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 148). AİHM, güvenlik güçlerinin silahı iradi kullanmadıklarının ya da ölümün silahı her iki tarafın da kendi hâkimiyetine almak için mücadele ettiği sırada silahın bir tarafın istem dışı eylemiyle veya kendiliğinden ateş almasıyla ve sonuç olarak kazara meydana geldiğinin savunulduğu olayları da negatif yükümlülük bağlamında incelemiştir (Ercan ve diğerleri/Bulgaristan (k.k.), B. No: 21470/10, 16/12/2014, §§ 59-69, 73-78).

80. AİHM Sözleşme'nin 2. maddesinin ikinci fıkrasında açıklanan amaçlardan birine ulaşılması için devlet görevlileri tarafından güç kullanılmasının -haklı gerekçelerle- olayın meydana geldiği anda geçerli olarak algılanan ancak daha sonra yanlış olduğu anlaşılan samimi bir inanca dayalı olduğunda haklı gösterilebileceği kanısındadır. Aksini ifade etmek devlete ve kanunları uygulamakla görevli memurlara, görevlerini yerine getirirken kendilerinin ve başkalarının hayatlarına zarar verecek şekilde gerçekçi olmayan bir sorumluluk yüklemek olacaktır (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 18984/91, 27/9/1995, § 200; İhsan Bilgin/Türkiye, B. No: 40073/98, 27/7/2006, § 69; Aydan/Türkiye, B. No: 16281/10, 12/3/2013, § 67).

81. AİHM’e göre ölümcül güce başvurulmasının meşru olup olmadığına karar vermeye davet edildiğinde müzakereler sırasında sakin bir ortam içinde düşünerek olay anının sıcaklığıyla durumu gerçek bir tehdit olarak algılayan devlet görevlisinin hayatını kurtarmak için sergilediği tutum yerine kendi değerlendirmesini koyarak görevlinin ne yapması gerektiğini kendisi beyan edemez (Bubbins/Birleşik Krallık, B. No: 50196/99, 17/3/2005, § 139). Ulusal yargı organlarının bulguları, elindeki tüm belge ve deliller ışığında kendi değerlendirmesini yapmakta özgür olan AİHM’i bağlamasa da genel bir kural olarak AİHM’in ulusal mahkemelerinkinden farklı bir kanaate varması için ikna edici delillere sahip olması gereklidir (Avşar/Türkiye, B. No: 25657/94, 10/7/2001, § 283; Barbu Anghelescu/Romanya, B. No: 46430/99, 5/10/2004, § 52).

82. Bu bağlamda AİHM bazı koşullar altında kolluk kuvvetleri tarafından ölüme yol açılacak şekilde güç kullanımının Sözleşme'nin 2. maddesinin ihlaline yol açmadığını kabul etmekle birlikte düzenlemenin açık bir çek olarak değerlendirilemeyeceğini, kamu ajanlarının yetkilerinin açıklıkla düzenlenmediği ve keyfîliğe açık her bir durumun insan haklarının etkin bir şekilde korunması amacıyla bağdaşmayacağını öngörmektedir. Bu nedenle ilgili mevzuat, yalnızca güç kullanmasına izin verilen ajanların yetkilerini saymakla yetinmemelidir. Kolluğun güç kullanmasını gerektirebilecek operasyonlar bu yönden keyfîliğin önüne geçecek, yetki aşımını engelleyebilecek, istenmeyen ve önlenebilir sonuçların önüne geçecek şekilde etkin ve yeterli önlemler içeren bir çerçeve içinde düzenlenmelidir (Makaratzis/Yunanistan, § 58).

83. Kamu ajanlarının güç kullanımı gerektirebilecek operasyonlarının değerlendirmesi yapılırken sadece gücü fiilen kullanan görevlilerin eylemlerinin değil operasyonun planlanması ve kontrolü de dâhil bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (McCann/Birleşik Krallık, § 150). Kolluk görevlilerinin uluslararası standartları da gözönünde bulundurarak güç ve silah kullanabilecekleri sınırlı durumlara ilişkin yasal ve idari çerçeve o şekilde oluşturmalıdır ki kolluk görevlileri, gerek planlı operasyonlarda gerekse tehlikeli olduğu düşünülen bir kişinin yakalanması gibi aniden gelişen durumlarla karşılaştıklarında kullanacakları yetkinin kapsamı konusunda boşlukta kalmamalıdır (Makaratzis/Yunanistan, § 59).

84. Belirtilen bu genel çerçeve kapsamında AİHM, kolluk kuvvetlerinin güç ve silah kullanımı sonucunda yaşam hakkı ihlalleriyle ilgili şikâyetleri incelediği başvurularda yalnızca silah kullanımına ilişkin yasal ve idari düzenlemenin bulunup bulunmadığı yönünden bir değerlendirmeyle yetinmemekte; bunun yanı sıra güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyonların yaşam hakkı ihlallerini minimuma indirecek şekilde planlanarak uygulanıp uygulanmadığı yönünden de bir değerlendirme yapmaktadır (Makaratzis/Yunanistan, § 60; Celniku/Yunanistan, B. No: 21449/04, 5/7/2007, §§ 47, 48).

85. Öte yandan Sözleşme'nin 2. maddesinin bireysel başvuru mekanizması çerçevesinde taşıdığı ağırlığı gözönünde bulunduran AİHM, anılan maddenin maddi yönünden ayrı olarak yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının etkili bir şekilde soruşturulması yükümlülüğünü içeren usule ilişkin boyutunun bulunduğu yönünde içtihat geliştirmiştir. Belirtilen usul yükümlülüğünün ihmal edildiği ve kamu ajanlarının yaşam hakkı yönünden yalnızca negatif yükümlülüklerinin bulunduğunun kabul edildiği bir ortamda oluşturulmaya çalışılan koruma mekanizmasının uygulamada etkili olmasının olanaklı olmayacağı kabul edilmektedir. Bu itibarla Sözleşme'ye taraf olan tüm devletler, bir ölüm olayı gerçekleştiğinde yaşamı korumak amacıyla çizilen yasal ve idari çerçeveye uygulamada da işlerlik kazandıracak şekilde ihlalin ortadan kaldırılması ve faillerin cezalandırılması konusunda yasal veya idari kendisine tanınan tüm imkânlarla gerekli tepkiyi vermelidir (Armani Da Silva/Birleşik Krallık [BD], B. No: 5878/08, 30/3/2016, §§ 229, 230; Giuliani ve Gaggio/İtalya, § 298).

86. AİHM, Sözleşme'nin 2. maddesi 1. maddesiyle birlikte yorumlandığında devletin yaşam hakkı kapsamındaki bir olayı etkili soruşturma yürütme yükümlülüğünün bulunduğunu kabul etmiştir (McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 161). AİHM, bu yönde incelediği McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusunda verdiği kararla devletin etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bulunduğunu ilk kez belirgin bir şekilde karar altına almıştır. Devletin etkili soruşturma yükümlülüğü ilk olarak kamu görevlileri tarafından ölümcül güç kullanımı ile ilgili olarak belirlenmiştir. AİHM, kamu görevlilerinin keyfî ve yasa dışı olarak öldürmelerinin yasaklanmasının uygulamada etkili olabilmesi için yetkili makamlar tarafından ölümcül güce başvurulmasının yasallığının denetlenmesini sağlayan prosedürün olması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, bu yükümlülüğünün temel amacının yaşam hakkını koruyan ulusal hukuktaki hükümlerin etkili bir şekilde uygulanmasını güvence altına almak ve kamu görevlileri veya makamlarının eylemlerinin suçlanabilmesi durumunda bu görevliler ve makamların kendi sorumlulukları altında meydana gelen ölümler hakkında hesap vermelerini sağlamak olduğunu her fırsatta dile getirmektedir (birçok karar arasından bkz. Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık [BD], B. No: 55721/07, 7/7/2011, § 163). McCann ve diğerleri/Birleşik Krallık başvurusundan verdiği karardan beri AİHM, bu yükümlülüğün sorumlu olduğu iddia edilen kişilerin kamu görevlileri ya da üçüncü kişiler veya mağdurun yaralanmasının kendisinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakmaksızın çeşitli durumlarda ortaya çıktığı kanaatindedir.

87. AİHM'in yaşam hakkı kapsamında etkili soruşturmaya ilişkin belirlediği söz konusu kriterler şöyledir:

- Soruşturma makamlarının şüpheli ölümden haberdar olur olmaz resen harekete geçmeleri (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, B. No: 24746/94, 4/5/2001, § 105; Nachova ve diğerleri/Bulgaristan [BD], B. No: 43577/98, 43579/98, 6/7/2005, § 111)

- Soruşturma makamlarının bağımsız olması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 106; Mustafa Tunç ve Fecire Tunç/Türkiye [BD], B. No: 24014/05, 14/4/2015, § 177)

- Soruşturmanın sorumluların tespitini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek yeterlilikte olması, bu kapsamda olayı aydınlatmaya yarayabilecek bütün delillerin toplanması için makul tedbirler alınması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 107; Armani Da Silva/Birleşik Krallık, § 233)

- Soruşturmanın ivedilikle ve makul bir özenle yürütülmesi (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 108; Armani Da Silva/Birleşik Krallık, § 237)

- Soruşturmanın ve sonuçlarının kamu denetimine açık olması ve her durumda, ölen kişinin yakınlarının meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması (Hugh Jordan/Birleşik Krallık, § 109)

88. AİHM, Mihdi Perinçek/Türkiye (B. No: 54915/09, 8/10/2018) başvurusunda olay yerindeki maddi delillerin Olay Yeri İnceleme ekibi olay yerine varmadan emniyetin farklı biriminde görevli polis memurlarınca götürülmesini meşru görmediğini ifade etmenin yanında soruşturmayı bağımsızlığı bakımından da sorunlu bulmuştur. AİHM, bu durumun sadece soruşturmanın bağımsızlığı konusunda soru işaretlerine yol açacak kadar ciddi olmakla kalmayıp polis memurlarının ölümle bir bağlantısı olduğunu gösteren önemli delillerin bozulması, yok edilmesi veya gözardı edilmesi riski taşıdığı kanaatinde olduğunu ifade etmiştir. AİHM, ölenin kullandığı savunulan tabanca üzerinde parmak izi incelemesi yapılmamasını, giydiği kıyafetlerin kaybedilip ellerinde atış artığı incelemesi yapılmasına ilişkin belirsizlikler bırakılmasını soruşturmanın etkililiğini derinden zedeleyen unsurlar olarak kabul etmiş; özellikle kıyafetlerin kaybedilmesinin Türkiye'de devlet görevlileri tarafından sebebiyet verildiği ileri sürülen olaylara ilişkin başvurularda incelediği kusur örüntüsünün bir belirtisi olduğunu ifade etmiştir. AİHM, önceki başvurulara konu benzer olaylarda da kolluk görevlilerince öldürülen kişilerin giysilerinin yok edildiğini veya delil niteliğinde muhafaza altına alınmadığını, ölenlerin cesetlerinin yanında bulunduğu savunulan silahlarda parmak izi incelemesi yapılmadığını gözlemlediğini belirtmiştir (Mihdi Perinçek/Türkiye, §§ 65-77).

89. AİHM'e göre Sözleşmeci devletlere yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gerekliliği yüklenen soruşturmanın Sözleşme'nin 2. maddesine göre etkili olarak nitelendirilmesi için öncelikle yeterli olması gerekir (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda [BD], B. No: 52391/99, 15/5/2007, § 324). AİHM, bu bağlamda soruşturmadaki ölüm sebebini belirleme ya da varsa sorumluları tespit etme kapasitesini zayıflatan her türlü eksikliğin soruşturmanın yeterliliğini zedelediğini belirtmektedir (Al-Skeini ve diğerleri/Birleşik Krallık, § 166). AİHM, bu duruma örnek olarak yakalama teşebbüsü sırasında gerçekleştirilen silah atışlarında barut kalıntısının bulunup bulunmadığını belirlemek için polisin ellerinin incelenmemesini, olayın yeniden kurgulanmamasını, başka bir deyişle olay yerinde uygulamalı keşif yapılmamasını, mermi isabetiyle mağdurun vücudunda meydana gelen yaralanmayı yeterli şekilde açıklayan raporun bulunmamasını ve görevlileri sorgulamadan önce ayırma gerekliğine uyulmamasını soruşturmanın yeterliliğine etki eden unsurlar olarak görmüş; dolayısıyla soruşturmanın yeterli olmadığı sonucuna varmıştır (Ramsahai ve diğerleri/Hollanda, §§ 326-332).

90. Bu noktada AİHM'in olayda kovuşturma aşamasına geçilmesi durumunda etkili soruşturma yürütme yükümlülüğüne ilişkin belirlediği gerekliliklerin soruşturma aşamasının ötesine uzandığına ve karar verme aşaması dâhil kovuşturmanın tamamının kanunla yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğün gereklerini yerine getirmesi gerektiğine sık sık vurgu yaptığını hatırlatmak gerekir (pek çok karar arasından bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008, § 61). Öte yandan AİHM, soruşturmadaki eksikliklerin bir mahkemenin kovuşturmada sorumlulukları ortaya koyma kapasitesine ciddi şekilde zarar verebileceğinin de gözardı edilemeyeceğini belirtmektedir (Ağdaş/Türkiye, B. No: 34592/97, 27/7/2004, § 102).

91. AİHM, tüm kovuşturmaların mahkûmiyet ve belirli bir cezaya hükmedilmesiyle sonuçlanmasına yönelik mutlak bir yükümlülük bulunmamasına rağmen ulusal mahkemelerin -kamu görevlilerinin ölüme yol açan ihmalkârlıkları nedeniyle meydana gelen suçlar dâhil- kişilerin hayatlarını sona erdiren veya tehlikeye sokan suçları cezalandırmamaya hiçbir koşulda olanak vermemesi gerektiğinin altını çizmektedir. Kamu güveninin sürdürülmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması ve kanunsuz eylemlere yönelik herhangi bir hoşgörü ya da bu eylemlerde iş birliği olduğu görünümünün önlenmesi açısından bu durum hayati önem taşımaktadır (Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006; Kasap ve diğerleri/Türkiye, B. No: 8656/10, 14/1/2014, §§ 54-61).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

92. Anayasa Mahkemesinin 12/4/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucu Halise Eliveren Yönünden

93. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"Kabul edilebilirlik şartları ve incelemesinin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar İçtüzükle düzenlenir."

94. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 80. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bölümler ya da Komisyonlarca yargılamanın her aşamasında aşağıdaki hâllerde düşme kararı verilebilir:

...

ç)Bölümler ya da Komisyonlarca saptanan herhangi bir başka gerekçeden ötürü, başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden görülmemesi.

 (2) Bölümler ya da Komisyonlar; yukarıdaki fıkrada belirtilen nitelikteki bir başvuruyu, Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi ya da insan haklarına saygının gerekli kıldığı hâllerde incelemeye devam edebilir."

95. Müteveffa M.E.nin kardeşi, Y.E.nin ise halası olan başvurucu Halise Eliveren'in bireysel başvuru tarihinden sonra 5/3/2021 tarihinde yaşamını yitirdiği nüfus kayıtlarından anlaşılmıştır. Başvurucu vekilinin 21/12/2022 tarihli dilekçeyle başvurucu Halise Eliveren yönünden bireysel başvuruya mirasçılarının devam etmeyeceğini bildirmesiyle başvurucu Halise Eliveren yönünden başvurunun incelenmesinin sürdürülmesini haklı kılan bir neden kalmamıştır.

96. Açıklanan gerekçelerle başvurucu Halise Eliveren'in yaptığı bireysel başvurunun kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin düşmesine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer Başvurucular Yönünden

1. Şeref ve İtibar Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

97. Başvurucular, yakınlarının terör örgütü üyesi olduğu iddiasıyla kolluk kuvvetleri tarafından öldürüldüğü olayın yerel ve ulusal basına çatışma sonucunda gerçekleştiği ve ölenlerin silahlarıyla ele geçirildiği şeklinde duyurulduğunu, kolluk kuvvetleri hakkında soruşturma açılıp yakınlarının terörist olmadığı anlaşılıncaya kadar on dört yıl geçtiğini, lekelenmeme hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

98. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların, yakınlarının terörist olduğu şeklinde kamuoyunun bilgilendirildiği, haberlerin gerçeği yansıtmadığı yönündeki şikâyetlerinin özü, şeref ve itibar hakkına ilişkindir. Bu nedenle şikâyetin bir bütün olarak şeref ve itibar hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.

99. Masumiyet karinesi, kişinin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu olarak nitelendirilmemesini ve suçlu muamelesine tabi tutulmamasını güvence altına alır. Anayasa Mahkemesi, yargılama makamları veya diğer devlet görevlilerinin ifadeleri veya kışkırtmasına dayanmayan basın ve yayın organlarındaki yazılar veya bazı küçük düşürücü haberlerle ilgili şikâyetleri bir bütün olarak şeref ve itibarın korunmasını isteme hakkı kapsamında değerlendirmektedir (Kürşat Eyol, B. No: 2012/665, 13/6/2013, § 26; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 31).

100. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına yönelik uyuşmazlıklar açısından hukuki tazmin yolu daha yüksek başarı şansı sunabilecek, kullanılabilir ve etkili bir başvuru yoludur (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 31; Halkevleri Derneği ve İlknur Birol, B. No: 2013/577, 30/6/2014, § 29).

101. Üçüncü kişilerce şeref ve itibara yapılan müdahalelerle ilgili olarak etkili bir giderim yolu olan hukuk davası açma imkânı kullanılmaksızın bireysel başvuruda bulunulduğu dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmesi koşulunun yerine getirildiği söylenemez.

102. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

a. Başvurucuların İddiaları

103. Başvurucular, yakınları Y.E. ve M.E.nin kolluk görevlileri tarafından terör örgütü üyeleriyle yapıldığı iddia edilen çatışma sırasında planlı ve özenli bir operasyon yapılmaması nedeniyle terörist zannedilerek öldürüldüğünü, olaya ilişkin olarak etkili soruşturma yapılmadığını, yakınlarının yanında bulunduğu iddia edilen silahlar üzerinde parmak izi incelemesi yapılmadığını, el svaplarının alınmadığını, elbiseleri üzerinde inceleme yapılmadığını, yakınlarına klasik otopsi yapılmadığını, soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığını, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmadığını yaşam hakkının ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

b. Değerlendirme

i. İncelemenin Kapsamı Yönünden

104. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16).

105. Başvurucular, yakınlarının ölümüyle sonuçlanan olaya ilişkin etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği iddialarının yanı sıra kolluk görevlilerinin koşulları oluşmadığı hâlde silahlı güç kullanmaları sonucunda ölüm olayının meydana geldiğini, kolluk görevlilerinin gerçekleştirdiği operasyonun planlamasının riskleri azaltacak şekilde yapılmadığını belirterek yaşam hakkının maddi boyutunun da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

106. Kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu gerçekleştiği iddia edilen ölüm olaylarının da şüphesiz devletin sahip olduğu hiçbir bireyin yaşamına son vermeme negatif yükümlülüğü kapsamında incelenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülük hem kasıtlı bir biçimde öldürmeyi hem de kasıt olmaksızın ölümle sonuçlanan güç kullanımını içermektedir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 44).

107. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekmektedir (Cemil Danışman, § 57).

108. Bu nedenle yaşam hakkı kapsamında yapılacak inceleme, başvurunun yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu ile etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında yapılacaktır.

109. Başvurucular her ne kadar Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı bağlamında makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerse de bu iddiaların yaşam hakkının usul boyutu kapsamında olduğu değerlendirilerek anılan kapsamda inceleme yapılacaktır.

110. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci ve dördüncü fıkralarının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama... hakkına sahiptir.

...

Meşrû müdafaa hali... sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır."

111. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

ii. Kabul Edilebilirlik Yönünden

112. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, bu hakka yönelik bir başvuru ancak ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Olayda yaşamını yitiren Y.E. ve M.E. başvurucuların ya kardeşi ya amcası ya yeğeni ya da oğludur. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

113. Başvurucular, Mahkemenin verdiği direnme kararı sonrasında karar kesinleşmeden bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP aracılığıyla yapılan incelemede anılan kararı sanıkların temyiz ettiği, Yargıtayın temyiz incelemesi yaparak onama kararı verdiği, mahkeme kararının kesinleştiği tespit edilmiştir. Bu durumda yargılama sürecinin uzun olmasına ilişkin şikâyetleri dışındaki diğer şikâyetleri açısından başvurucuların başvuru tarihi itibarıyla başvuru yollarını tüketmeden bireysel başvuruda bulundukları düşünülse bile Mahkemenin direnme kararının onanarak kesinleştiği, esasa etkili farklı bir sonuca ulaşılmadığı, hüküm kısmında herhangi bir değişiklik olmadığı anlaşılmıştır. Bu nedenle başvuru yollarının tüketilmesi açısından bir sorun görülmemekle birlikte başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmamaktadır. Bu nedenle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

iii. Esas Yönünden

 (1) Yaşam Hakkının Maddi Boyutu Yönünden

 (a) Genel İlkeler

114. Anayasa’nın 17. maddesinin son fıkrasında "meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması ve olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda" yaşam hakkına yapılan müdahalenin hukuka uygun olacağı belirtilmiştir.

115. Öldürücü gücün Anayasa'da belirtilen hâllerde ve başka şekilde müdahale olanağı kalmaması nedeniyle son çare olarak kullanılması zorunluluğu ve yaşam hakkının dokunulmaz niteliği dikkate alınarak ölümle sonuçlanabilecek bir güç kullanımı söz konusu olduğunda bunun gerekliliği ve ölçülülüğü çok sıkı bir şekilde denetlenmelidir (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2015, § 117).

116. Kamu görevlilerinin güç kullanımına ilişkin eylemlerinin bu konuda değerlendirmesi yapılırken sadece fiilen gücü kullanan görevlilerin eylemlerinin değil söz konusu eylemlerin planlanması ve kontrolü dâhil olayın bütün aşamalarının dikkate alınması gerekir (Nesrin Demir ve diğerleri, B. No: 2014/5785, 29/9/2016§ 108). Bunun yanı sıra bu konuda yapılacak değerlendirmede bir bütün olarak somut olayın hangi koşullarda gerçekleştiği ve nasıl bir seyir izlediği de gözönünde bulundurulmalıdır (Cemil Danışman, § 57).

117. Yaşam hakkı kapsamında yürütülmesi gereken ceza soruşturmalarının amacı, yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve vuku bulan ölüm olayında sorumlular ile sorumlulukları tespit etmektir (Cemil Danışman, § 97). Bununla birlikte her olayın kendine özgü koşullarının dikkate alındığı bir değerlendirme yapılması koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır nitelikteki saldırıların benzer ihlallerin caydırıcılık sağlanarak önlenebilmesi için hiçbir surette cezasız kalmaması gerekir (Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 32).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

118. Somut olayda başvurucuların yakınlarının terörist zannedilerek kolluk görevlileri tarafından silahlı güç kullanılması sonucunda öldürüldüğünün derece mahkemesi ve Yargıtayca tespit edilmesinin yanı sıra bu silahlı gücün kullanılmasında dikkatsizlik ve tedbirsizlik gösterildiği de değerlendirilmiştir. Bir başka deyişle yargı mercileri kamu görevlilerinin kusurlu olduğunu kabul etmiştir.

119. Başvurucular, bireysel başvuru formunda yakınlarının kolluk görevlilerince kasıtlı olarak öldürüldüğüne dair bir iddia ileri sürmemiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından anılan hususta bir inceleme yapılmayacak olup yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali bakımından yapılacak değerlendirmede büyük önem arz eden kamu görevlilerinin eylemleri ile orantılı olarak cezalandırılıp cezalandırılmadığı başvurucuların mağduriyetinin giderilip giderilmediği konuları denetlenecektir.

120. Somut olayda Mahkemece kamu görevlilerinin sorumluluğu nitelendirilmek ve mahkûmiyet kararı verilmekle birlikte sorumlular hakkında açılan kamu davalarının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Bu durumda yaşam hakkının ihlal edildiği derece mahkemelerince kabul edilmiş olmakla birlikte yeterli ve uygun giderim sağlandığından söz edilemeyecektir. Sanıklar hakkında zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesi kararının vahim sonuçlar doğuran eylemlerinin kamu makamlarınca hiçbir koşulda hoş görülemeyeceğini göstermediği, cezasızlık açısından yeterli olmadığı değerlendirilmiştir.

121. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 (2) Yaşam Hakkının Usul Boyutu Yönünden

 (a) Genel İlkeler

122. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütülmesini gerektirir. Yürütülecek soruşturmanın temel amacı yaşam hakkını koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını, kamu görevlilerinin müdahalesiyle veya onların sorumlulukları altında meydana gelen ya da diğer bireylerin fiilleriyle gerçekleşen ölümler nedeniyle ilgililerin hesap vermelerini sağlamaktır (Fatma Akın ve Mehmet Eren, B. No: 2017/26636, 10/11/2021, § 97).

123. Bununla birlikte etkili soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete tüm yargılamaları mahkûmiyetle sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 98).

124. Şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği etkinlikte olduğunun kabul edilebilmesi için;

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 99),

- Kamu görevlilerinin güç kullanımı sonucu gerçekleşen ölümler yönünden soruşturma makamlarının olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız olması (Cemil Danışman, § 96),

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Fatma Akın ve Mehmet Eren, § 99),

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30),

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması, olayda güç kullanımı var ise kararın ayrıca yaşam hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın aradığı zorunlu bir durumdan kaynaklanan ölçülü bir müdahale olup olmadığına yönelik bir değerlendirme içermesi (Cemil Danışman, § 99) şarttır.

125. Olası cezai sorumluluğun tespiti adına yürütülen soruşturma sonrasında kovuşturma aşamasına geçilmiş ise bu aşamanın da Anayasa'nın 17. maddesinin gereklerine cevap verebilecek nitelikte olması gerekir (Filiz Aka, § 30).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

126. "Olay ve Olgular" kısmında ayrıntılı olarak açıklandığı gibi sanıkların ve bir kısım tanığın anlatımına göre bir ihbar üzerine arama ve tarama faaliyetlerini gerçekleştiren kolluk görevlilerine ateş açılması ile başlayan operasyon Y.E. ve M.E.nin ölümüyle sonuçlanmış; kolluk görevlileri tarafından çatışmada iki teröristin öldürüldüğünün, cesetlerin polis karakolunda olduğunun bildirilmesi üzerine Başsavcılık tarafından derhâl ve resen soruşturma başlatılmıştır.

127. Olay yerine gelen Cumhuriyet savcısı olay yerinde keşif yapmış ve doktor bilirkişi eşliğinde ölü muayene işlemleri gerçekleştirmiştir.

128. Yapılan işlemler sonrası Olay Yeri Tespit Tutanağı ile Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağı düzenlenmiş, düzenlenen Otopsi Tutanağı'nda Y.E.ve M.E.nin kesin ölüm nedeni belli olduğundan klasik otopsiye gerek görülmediği belirtilmiştir. Bunun yanı sıra operasyonda görev alan sanıklar B.G., M.A. ve M.Y. Olay Yeri İnceleme Tutanağı düzenlemiştir (bkz. §§ 9-11).

129. Başvurucular; yakınlarının yanında bulunduğu iddia edilen silahlar üzerinde parmak izi incelemesi yapılmadığından, el svaplarının alınmadığından yakınmaktadır. Ayrıca yakınlarının elbiseleri üzerinde inceleme yapılmadığını, Olay Yeri İnceleme Tutanağı'nın bile olaya karışan polisler tarafından düzenlendiğini, cesetler üzerinde klasik otopsi işlemi yapılmadığını ileri sürmüştür.

130. Kamu görevlilerinin silahlı güç kullandığı olaylarda bir soruşturmanın etkililiğinden söz edilebilmesi için soruşturmanın yasa dışı silah kullanılması sonucunda ölümlerin gerçekleşmesinin önlenmesini güvence altına alacak nitelikte kapsamlı, dikkatli ve tarafsız şekilde yürütülmesi, ayrıca olayın sebebinin aydınlatılması ve sorumluların tespit edilmesi bakımından gerekli işlemlerde bir eksiklik olmaması zorunludur (Mustafa Çelik ve Siyahmet Şeran, B. No: 2014/7227, 12/1/2017, § 107).

131. Etkili soruşturma yürütme yükümlülüğü bakımından olayın aydınlatılması ve varsa sorumluların belirlenmesi için delillerin toplanması adına gerekli tüm makul tedbirlerin alınıp alınmadığı, bu yönde gerçekleştirilen işlemlerde soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde etki gösteren eksikliğin bulunup bulunmadığı, ayrıca soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız analizine dayalı olup olmadığı yönlerinden de bir inceleme yapılmalıdır (İbrahim Yaşar, B. No: 2016/9350, 19/10/2021, § 103).

132. Somut olayda önce Y.E. ve M.E.nin terörist olmaları nedeniyle çatışma sırasında öldürüldükleri iddia edilmiştir. Başsavcılık terör örgütü ile girilen çatışma olayına yoğunlaşarak bir kısım teröristin kaçtığını, ölenlerin ise üzerindeki bombalarla ele geçirildiğini kabul ederek soruşturmaya devam etmiştir. Başsavcılık ölenlerin üzerinde bulunduğu belirtilen silahlarda parmak izi incelemesi yapmamış, atış artığının tespit edilmesi için ölenlerden veya çatışmaya giren kolluk görevlilerinden el svapları almamıştır. Tanık Ş.G.nin beyanında ölenlerin giysilerinin defin öncesi çıkarıldığını, giysilerin hâlen evinde olduğunu belirtmesi karşısında ölenlerin giysileri üzerinde de inceleme yapılmadığı, delillerin muhafazasının sağlanmadığı görülmüştür (bkz. § 48).

133. Tanık olarak beyanları alınan, soruşturmanın devamında şüpheli olan kolluk görevlilerinin beyanlarından ve düzenledikleri tutanaklardan cesetlerin karakol bahçesine getirildikten sonra Cumhuriyet savcısını olaydan haberdar ettikleri anlaşılmıştır. Soruşturmaya bu yönüyle bakıldığında olay yerindeki maddi deliller Cumhuriyet savcısı tarafından araştırılmış ve Olay Yeri Tespit Tutanağı düzenlenmiş gibi görülse de maddi olayın gerçekleşme koşullarının açığa çıkarılması bakımından tespit edilmesi kritik önemde olan delillerin olaya karışan görevlilerin katılımı olmadan toplanmaması soruşturmada çok ciddieksikliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Olayın aydınlatılması için önem arz eden parmak izi incelemesi yapılmaması, el svaplarının alınmaması, elbiselerin incelenmemesi ve otopsi işleminin yapılmaması bu eksiklikler arasındadır.

134. Nitekim yapılan soruşturma sonrası polis memurları hakkında açılan davada yargılama sırasında Mahkemece bir kısım araştırmalar yapılarak kullanılan silahlar hakkında uzmanlık raporu alınmak istenmişse de cesetler üzerinde ölü muayene işlemiyle yetinilip otopsi yapılmamış, kullanılan silahların çap ve özelliği tespit edilmemiştir.

135. Yukarıda "Olaylar ve Olgular" bölümünde ayrıntılı olarak yer verildiği üzere olayın gelişimi ve gerçekleşme koşulları bakımından kolluk görevlileri tarafından düzenlenen belgelerle tanıkların anlatımları arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Kolluk görevlilerine göre başvurucuların yakınları kendilerine ateş açmış ve yapılan çatışma sonucu ölü olarak ele geçirilmiştir. Tanık anlatımlarına göre ise maç izledikten sonra evinin yolunu tutan bu iki gencin sokağı dönmelerinin hemen ardından silah sesleri duyulmaya başlamıştır. Y.E. ve M.E.nin evinin bulunduğu sokak ile olayın gerçekleştiği mezarlık bölgesi arasında yapılacak keşifle kan izi veya başka önemli bir delil olup olmadığının da tespit edilmediği dikkate alındığında soruşturmanın etkililiğinin zedelendiği konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.

136. Başvurucular, soruşturmanın makul sürede tamamlanmadığından da yakınmıştır.

137. Başsavcılık tarafından 1999 yılında yapılan soruşturma ölenlerin devletin hâkimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya yönelik olarak vahamet arz eden silahlı eylemlerde bulunma suçunu işledikleri iddiasıyla yürütülmüş, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığına gönderilen dosya Y.E. ve M.E.nin ölmüş olması nedeniyle takipsizlik kararıyla sonuçlanmıştır. Ancak yapılan incelemede Y.E.ve M.E.nin ölüm olayına ilişkin olarak 2010 yılına kadar soruşturma işlemi yapılıp yapılmadığına dair herhangi bir bilgiye rastlanmamıştır. Başsavcılıkça ölüm olayına ilişkin soruşturmaya yaklaşık on bir yıl sonra başlanmış, çok sayıda tanık dinlenip başvurucuların bir kısmının müşteki sıfatıyla beyanı alınmıştır. Başsavcılık soruşturma dosyasını özel yetkili olması nedeniyle Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı gizli tanık Mu. ve diğer tanıkların ile polis memurlarının da tanık sıfatıyla beyanlarını almıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca kayıt dışı mühimmatla ilgili de araştırma yapmıştır.

138. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı soruşturma işlemleri sonucunda soruşturmanın seyri değişmiş; ölenlerin terörist olmadığı, terörist zannedilerek öldürüldüğü, olay günü görev yapan polis memurlarının kasten öldürme, sahtecilik ve tehdit suçlarını işlediğini değerlendirerek verdiği görevsizlik kararı ile soruşturma dosyası bu kez de Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturmaya devam etmiş, polis memurlarının şüpheli sıfatıyla ifadelerini almıştır. Çok sayıda tanık dinlendikten sonra kamu davası açılmıştır.

139. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda verilen kararın 9/10/2019 tarihinde onanarak kesinleştiği de dikkate alındığında bireysel başvurunun incelenme tarihi itibarıyla soruşturma ve kovuşturmanın yaklaşık 20 yıl 5 ay 22 gün sonra tamamlandığı görülmüştür.Bu durumda anılan sürenin makul olduğu söylenemeyecektir.

140. Tüm bu değerlendirmeler sonucunda soruşturmanın olaya karışmış olabilecek kişilerden bağımsız şekilde maddi gerçeğin açığa çıkarılması, ölümle sonuçlanan olayın tüm yönleriyle aydınlatılması bakımından gerekli ve yeterli düzeyde, makul sürat ve özende yürütüldüğünden söz edilemeyecektir.

141. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

142. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

143. Başvurucular ihlalin tespiti ile 3.200.000 TL maddi tazminat ile 3.200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

144. Başvuruda yaşam hakkının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu durumda ihlalin ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Ancak sanıklar hakkındaki davanın zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle düşmesine karar verildiğinden yeniden yargılama yapılmasının mümkün olmadığı anlaşılmıştır.

145. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında birleştirilen 2018/24402 numaralı başvuru yönünden (Y.E.nin ölümü yönünden) başvurucular Ahmet Yılmaz, Asiye Yılmaz, Elif Yılmaz, Enes Yılmaz, Muazzez Elibol, Muzaffer Eliveren, Mehmet Ali Yılmaz'a müştereken 390.000 TL manevi tazminat ödenmesine; 2018/24394 numaralı başvuru yönünden (M.E.nin ölümü yönünden) başvurucular Ahmet Yılmaz, Hanım Koç, Nezahat Kaya, Sebahat Gönden, Hatun Eliveren'e müştereken 390.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

146. Başvurucular uğradıklarını iddia ettikleri zararla ilgili bilgi ve belge sunmadıklarından maddi tazminat talepleri reddedilmiştir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucu Halise Eliveren yönünden başvurunun başvurucunun ölümü nedeniyle DÜŞMESİNE,

B. 1. Diğer başvurucular yönünden şeref ve itibar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculardan Ahmet Yılmaz, Asiye Yılmaz, Elif Yılmaz, Enes Yılmaz, Muazzez Elibol, Muzaffer Eliveren, Mehmet Ali Yılmaz'a net 390.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. Başvuruculardan Ahmet Yılmaz, Hanım Koç, Nezahat Kaya, Sebahat Gönden, Hatun Eliveren'e net 390.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 487,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.387,60 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben -Halise Eliveren dışındaki- başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin bilgi için Bingöl 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/70, K.2018/174) GÖNDERİLMESİNE,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 12/4/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.