Hukukun, yasama ve yargı tarafından araç olarak her türlü kullanımına karşı duyarlı olunmalıdır. Burada söz konusu olan, kişiyi derhal öfkelendirebilen münferit kararlar ve diğer olaylardan çok, yapıların tehlikede olmasıdır. "İç güvenlik" bir kez hedef seçildikten sonra, salt bu amaca hizmet eden ceza ve usul yasalarına karşı hangi yapısal frenler vardır?

“Hukuk'u, uygar bir toplum varlığıyla ilgili iddialar, talepler ve beklentilere yönelik toplumsal istekleri tatmin edecek toplumsal bir kurum olarak düşünmekle yetiniyorum.

Roscoe Pound. Philosophy of Law (1974)

Giriş

Başlangıç sorumuz “hukuk” olarak neyin söz konusu olduğunu nasıl belirlemekteyiz: Bir rehberlik sistemi ve ihtilaf çözümünü hukuki yapan ve ötekini yapmayan nedir?  Özel bir normatif sistemi, hukuki yapan nedir? Diğer bir soru dizini ile, hangi anlamda “hukuk bir şey olarak” tasvir edilebilir veya açıklanabilir? Eğer zamanla değişen belli sosyal bir uygulamadan söz ediyorsak, burada ve şimdi uygulama için doğru olan bir şey, diğer bir zaman ve mekânda o uygulamanın aynı derecede doğru olduğunu neden/niçin varsaymalıyız? Uygulamanın zaman zaman insanlara zarar verdikleri göz ardı mı edilmektedir? Bizler, çoğu hukuk sistemleri, tüm bilinen hukuk sistemleri veya tüm olası hukuk sistemleri için doğru olan şeyleri mi listelemekteyiz? Toplumla ilişkisi ve etkileşimi yok mudur?

Araçlar Sistemi Olarak Hukuk1

Toplumsal yapı, toplumsallığı paylaşan kişiler ve gruplar arasında bilinçdışı şekilde yapılanmış bir iletişim sistemidir. Her toplumsallık, üretim ilişkilerini içeren maddi bir kültüre dayanmakta ve bu gelenekselleşmiş bir terimle “altyapı” olarak adlandırılmaktadır. Bunun üzerinde, mevcut altyapının sürdürülmesine yönelik “üstyapı” vardır. Hukuk, bir anlamda altyapıyı korumaya yönelik üstyapının bir öğesidir. Altyapı ve üstyapı bir arada düşünüldüğünde, toplumda gerçekleşen iletişimin tamamı toplumsal yapıyı oluşturmaktadır. Hukuk, alt yapıyı korurken, kendisini ve iktidar yapısını da koruma altına almakta; bir bakıma status quo’yu sürdürmeyi amaçlamaktadır. Toplumdaki güç odakları yasaları yaptığı kadar uygulamasında da etkili olmaktadırlar. Toplumda eğer bir şeyler oluyorsa, bazılarının böyle yapma gücü olduğundandır. Güçlü ve etkili kişiler, hukuku aynı zamanda toplumdaki avantajlı konumlarını koruma için kullanma eğilimindedirler. Eflatun’un Devlet isimli diyalogunda Sokrates’le adalet üzerine olan tartışmasında, Thrasymachus özetle şöyle demektedir: “Adalet güçlünün işine gelendir.” Adam Smith’de, hukukun çıkışını doğrudan servet birikimi ve korunmasına bağladı.2

Hukuk, öte yandan, yeni bir toplumsal yapının inşa edilmesi veya mevcudun değiştirilmesi için araç rolü de oynayabilmektedir. Hukukun işlevsel açıdan bir tanımı da şudur: Hukuk, insanın alınyazısını ilgilendiren, kimi amaçların gerçekleştirilmesi için öngörülmüş bir araçlar sistemidir.

Norm ve geçerlilik bağlamında, (N) bir hukuk normu olmasına karşın (N) toplumsal açıdan geçersiz veya artık geçerli olmayabilir. Ayrıca soyut düzeyde bir hukuk sistemi yasalaştığında “bu hukuk sistemi yakın bir zamanda geçerli olamayacaktır.” diyebiliriz. Toplumsal değerler/anlam sistemleri ile örtüşmeyen/denkleşmeyen bir hukuk sistemi, toplum sağlığı açısından riskli bir durum oluşturduğu gibi illüzyon ötesi de bir anlam taşımayabilir.

Değişimin çok hızlı olduğu günümüzde hukukun o geleneksel tutucu yapısının oluşturduğu "sağlamlık" işleyemez duruma gelebilmekte; sosyal ilişkiler hukuki olanın önüne geçmekte (metrukiyet olgusu); ve hukuk etkililiğini kaybetmektedir. Holmes’un belirttiği gibi, “bir hukuk kuralının varlık nedeni olarak IV Henry’in zamanında vazedilmesi ötesinde daha iyi bir neden gösterilmemesi tiksindirici gelmektedir. Hele, o tarihte dayalı bulunduğu temellerin geçerliliğini kaybetmesi karşısında körü körüne eskinin taklidinde ısrar edilmesi daha tiksindirici olmaktadır.”3 Kural rijit olduğunda geri tepebilir; somut olaylara uygulanması yanlış sonuçlar doğurabilir. Nitekim, şehir içinde acil hizmet ambulansına veya suçluyu olanca hızıyla takip etmekte olan polis aracına 50 km.’lik hız limiti konulması gibi bir garipliğe bazı ülkelerde tanık olunmuştur.

Sosyal değişim, zaman boyutu içinde kültür ve sosyal kurumların transformasyonudur. Tüm çağdaş kültürlerin niteliklerin biri yüksek orandaki sosyal değişim olgusudur. Bu olgu modern Batı toplumlarına özgü teknolojik değişime ilişkili sosyal yaşamın kabul gören devamlı bir özelliği oldu. Geri kalmış, nispeten statik toplumlar da Batı toplumlarına özgü teknik kalkınmayı yakalamak üzere yüksek derecede sosyal değişime odaklanmışlardır. İşte çeşitli faktörlerin ürünü olan sosyal değişimin dört temel niteliği vardır:

1. Farklı orandaki değişimin her toplum ve kültüre özgü oluğu;

2. Bilinçli ve bilinçsiz olabileceği;

3. Genelde ihtilaf yaratabileceği; ve

4. Sosyal değişimlerden bazılarının diğerlerine göre önemli olabileceğidir.

Hukuk, gerçeklik üzerinde tek başına etki göstermez; sosyal değişimdeki sebep-sonuç ilişkiler zincirinde hem bağımlı ve hem de bağımsız değişken olarak yer almaktadır. Bu ilişkisel etkileşimi analitik bir biçimde sergilemek üzere aşağıdaki şemaya yer verilmiştir. Türkiye’de çok partili rejime geçişin (1945) ülkedeki sosyo-ekonomik evrimi, kapitalizm sürecini hızlandırması örneğinde olduğu gibi hukukun bazı toplumsal kurumlar üzerinde etkileri uzun vadede toplumsal değişmelere yol açabiliyor (dolaylı etkileşim).  Özelleştirme/toprak reformu gibi tasarımlarda ise, toplumda önemli sosyo-ekonomik değişimler sağlanması hedeflenmektedir (doğrudan etkileşim). Bu şemadaki ilişkiler ortamında, hukuk ve ekonomi arasındaki ilişki, ekonominin gücü, alternatif seçenekler ile hukuki tasarrufların bedeli, kurumsal tedbir ve çözümlerin sosyal bedeli gibi hususlar hukuksal düzen için önemli parametrelerdir.4

Bu etkileşim şeması aynı zamanda hukukun tek başına istediği sonuca varamayacağını da göstermektedir. Diğer bir anlatımla, bir kanunun yürürlüğe girmesi tek başına toplum üyelerinin davranışlarını değiştirmeye yeterli olmayıp, kanunun uygulama şansı veya etkinliğinin oluşması gerekmektedir.

Karl Marx/Max Weber, çoğu kanunların özel ekonomik menfaatlere hizmet için yaratıldığını ifade etmiştir. Bu bağlamda Marx’ın (1818-1883) teorisi şu üç temel varsayımla özetlenebilir:

1. Hukuk, gelişen ekonomik güçlerin bir ürünüdür.

2. Hukuk egemen sınıfın aşağı sınıflar üzerindeki hükümranlığını korumak için başvurulan bir vasıtadır.

3. Komünist bir toplumda hukukun sosyal kontrol enstrümanı olarak etkisi zayıflayacak ve sonuçta yok olacaktır; çünkü o evrede korunması gereken ekonomik eşitsizlikler olmayacaktır. 5

Bu bağlamda toplumdaki gelişim akışı şöyledir: Farklılaşma kategorileşme sosyal grup grup bilinci siyasi seferberlik sosyal değişim.

Marks’ın klasik öngörüsüne göre, kapitalist gelişme sonucu (farklılaşma) bir mülksüz ücretliler sınıfı (kategori), durumun belirginlik bilinci ile bir grup oluşturmakta ve bu bilince dayalı siyasi olarak aktifleşen grup sonuçta sistemi alaşağı etmektedir. Yukarıdaki süreçte, ne var ki, Marks’ın kehaneti kaçınılmaz olmak yerine problematik kaldı. 

Hukukun ekonomik koşulların bir yansıması olması “diyalektik maddecilik” öğretisinin tümelci bir kısmıdır. Bu öğretiye göre, belli bir zamandaki siyasal, sosyal, dini ve kültürel düzen, mevcut üretim sistemi ile belirlenmekte ve bu ekonomik temel üstünde bir üst-yapı oluşturmaktadır. Marx’a göre, bu üst-yapının öğesi olan hukukun biçimleri, içeriği ve kavramsal mekanizmalar, ekonomik gelişmelere yanıt olarak oluşmaktadır.6 Bu görüş, bağımsız bir varlıktan yoksun olarak hukukun, ekonominin işlevinden öte bir şey olmadığı şeklinde özetlenebilir. Yinelersek, sosyal yapı, alt-yapı ve üst-yapı olarak iki bileşenden oluşmaktadır. Alt-yapı, üretim koşulları ile üretimdeki kişilerin ekonomik ilişkilerini içermekte ve üst-yapıda yer alan tüm sosyal kurumların oluşumuna neden olmakta ve onların tabiatını belirlemektedir. Hukuk kuralının yansız ve tarafsız uygulamasının gerçekte öyle olmadığını sergilemek üzere zaman zaman Marksist öğretiye başvurulmaktadır. Haksız fiildeki kusur kuralları, işçilerin uğradıkları haksız zararların giderilmesini sağlamak yerine işçilerin istemlerine ret olanağı vermekte; mülkiyet kuralları yansız olmayıp, ekonomik açıdan avantajlı kişilerin servet artırımını ve bu suretle ekonomik yoksunluk içindeki kişilere karşı üstünlük sağlayan vasıtalar olmakta; ifade özgürlüğü de yansız olmak yerine yasaların ve siyasetlerin oluşumunda varlıklıların seslerinin fakirlere göre daha güçlü çıkmasına el vermektedir.

Yansızlık testi, hukuki bir metindeki kelimelerle sınırlanmayıp, sosyal ve ekonomik ilişkiler ortamındaki gerçek etkilerle nitelik kazanmaktadır.

Marksist öğreti dışında kalmış kişiler, hukuku toplumun temeli olarak görme eğiliminde iken, Marksist analiz, hukuka, alt-yapı yerine üst-yapıda yer vermektedir. Diğer bir anlatımla, hukuk, güç kullanımı ve servet artırım yollarının desteklenmesine ilişkin çeşitli siyasi ve sosyal düzenlemelerin sadece bir yönüdür. Bu yaklaşımın bir yanı, doğal olarak, alt-yapı kapitalist olduğunda, hukuk kapitalistlerin menfaatine hizmet edecektir. Bu bağlamda hukuk ve legal sistemin belli yanlarını, işlev gördükleri toplumun tabiatını yansıttığını kabul etmek, kuşkusuz, kolay ise de onları, toplum dokusunun bir öğesi olmak yerine sadece üst-yapının bir öğesi olması çok az belirgindir. Örneğin ilkel, avcılıkla iştigal eden bir cemaat toplumunda sağlıklı her yetişkin erkeğin avlanma sürecine katılması; aksi takdirde, dışlanacağı, imtiyazlarının alınacağı ve toplum dışına atılacağı kurala bağlanmıştır. Marksist görüşe göre, böyle bir kuralın hukuk olarak görülmesi (ekonomik eşitsizlik koşullarından doğmadığı için) uygun düşmeyecek; belki de bir ahlak veya sosyal adet kuralı olarak kategorize edilecektir. Sosyal gerçek ise, bu normatif yaklaşımın bir kural olarak kalacağıdır. Burada belirgin olmayan konu, bunun (yiyecek sağlama düzenlemesinin bir kısmı olarak) alt-yapıya mı veya (teknik anlamda bir yasa olmamakla beraber en azından hukuk benzeri bir gereklilik olarak) üst-yapıya mı ait olduğudur. Bir başka örnekte, bir çiftçinin sulama ihtiyacı nedeniyle akarsuyunu kirleten bir fabrikaya karşı açtığı men davasıdır. Bu dava Marksist terimlerle analiz edildiğinde, akarsuyun bir üretim kaynağı olarak dava konusu olduğu görülmektedir: Davacı tarlasını sulamak isterken, davalı endüstriyel atıklar uğruna davacının tarlasına zarar vermek bahasına akarsuyu kullanmak istiyordu. Bu ihtilafın gerçekten bir üst-yapı olarak görülüp görülemeyeceği irdelendiğinde, yanıt olumsuz olacaktır. Her türlü üretim ilişkisinin idamesi için hukuki istikrar ve güven gereği belirgindir. Nitekim, tarla sahibinin dayanağı “karşılıklı beklentiler” olmakta ve genel olarak da toplumdaki üretim ilişkilerinin normatif düzenlemelere dayalı olarak oluşturulduğu görülmektedir.

İşte, sosyal gerçeklerin de belgelediği üzere, hukuk, üretim ilişkilerinden oluşturulmak yerine bu ilişkilerin oluşturulmasına ortam hazırlaması karşısında alt ve üst-yapı arasında Marksist ayrım görüşünü korumak zordur.

“Sosyal etkileşimlere kültür, etik veya diğer inançlar ve salt ekonomik faktörler kadar miras kalan dayanışma kavramları gibi hususlar girmektedir. Alt yapı olarak yalnızca ekonomiye odaklanmak; onun ışığında tüm diğer faktörlerin analiz ve yorumlanmasını ciddi şekilde sınırlayacağından gerçekten bir çarptırtma göstergesi olacaktır.”7

Öte yandan, ekonomik menfaatlere ek olarak kişisel güvenlik, şeref ve haysiyet gibi özel menfaatlerin de hukukun oluşumunda etkili olduğu yadsınamaz. Nitekim Kelsen, alt-yapı üst-yapı ilişkisinde, hukuku alt-yapıya yerleştirmektedir: “Hukuk, ekonomik gerçekliğin bir sonucu ve kendisi de gerçeklik üzerin- de etkili (nedensellik ilişkisine tabi) olduğuna göre, gerçekliğin içindedir ve bundan dolayı ideolojik üst-yapının temeline, yani alt-yapıya aittir.” 8

Hukukun diğer temel işlevleri arasında insanlara nasıl düşünmeleri öğretmesi örneğin mülkiyetin kutsallığını, sözleşme özgürlüğü ve hukuk önünde kişilerin “eşitliği” ilkelerini benimsetmesi yer almaktadır. Hukuk, sosyal düşüncemizi/sosyal uygulamayı biçimlendirerek yaşadığımız toplumu biçimlendirmektedir. Bu bağlamda hukukun ideolojik bir işlevi de vardır: Kapitalizmin sosyal ürün ve yapıtlarının doğal ve normal gözükmesini; sonuçta toplumu başkaca bir şekilde düşünmemeyi koşullandırmaktadır. Aksi halde, hukuku yorumlayanların mevcut sosyal düzenin doğası ve meşruiyeti konusunda aynı fikirde olmadıklarında menfaatlerin dengelenmesi ve insan taleplerinin oluşturduğu modellere düzen için uyum sağlamak nasıl mümkün olabilirdi? Kuşkusuz, bu durumda toplum fikrine anlam yüklemek zorlaşacak veya halkın egemen güce ne zaman itaat edebileceği gündeme gelecektir. Marksçı hukuk yaklaşımın bir eksiği de mevcut hukukun yerine neyin konulabileceği konusunda açık bir rehberlikten yoksun bulunmasıdır.

Gerçekte, “hukuk ve ekonomi” yeni bir paradigma olarak varlığını hissettirmiştir.9 Bu paradigma gücünü modern toplumun ekonomik bir toplum olduğu ve modern hukukun, pazar ve ekonomi için yeterli legal formlar yaratmak zorunda oluşu gerçeğinden almaktadır. Nasıl ki, bir nehir düzenlenirken akışı ters yöne çevrilemezse, hukuk bilimi de ekonomik yasaları tersine çevirmeye değil, belirli ve uygun sınırlar içinde düzenlemeye ve sakıncalarını azaltmaya yönelmelidir. Hukuk, bir bakıma, insanın kaderine yönelik kimi amaçların gerçekleştirilmesi için tasarlanan bir araçlar sistemine dönüştürülmelidir.

Marksizm, sosyal bir teori olarak varlık gösterdiği savı da dile getirilmekte; genelde sosyal ilişkilere odaklandığı belirtilmektedir: Hukuk sosyal ilişkinin özel bir biçimidir. Hukuk kesinlikle bir “şey” olmadığı gibi bir dizi kurumlara da indirgenemez. Nitekim, Marks ilişkisel yaklaşımı şu terimlerle formüle etmiştir:

“Toplum bireylerin yer aldığı karşılıklı ilişkiler toplamını ifade eder. Esir olmak, vatandaş olmak A ve B insanları arasındaki sosyal özellikler, ilişkilerdir. Kişi toplum içinde esir olmaktadır” (Marx,1973, s.265).

Bazı düşünürler, örneğin K. Popper, Marksist teorinin gerçek bilim olarak düşünülmesi gerekir mi? diye sorar. Gerekçeleri de Marx’ın kanıtı genel bir teori ışığında yorumlaması, Popper’ın ise, gerçek bilimin bir teorinin yanlışlanması ve yerine başkasının geçmesine her zaman açık olması gerektiğini düşünmesidir. Popper’in görüşüne göre, Marksizim’in sorunu bilimi yanlış kullanmasıdır. Marx ve (Hegel’i de içermek üzere) tarihçiler insanlık tarihinin “bilimsel” ilkelere göre öngörülebileceğine inanmıştır. Popper’e göre, bu mümkün değildir; çünkü toplumların gelişim süreci içerisinde edindikleri bilgi, tarihi öngörülemeyecek biçimlerde etkiler. Temelde yatan, özgürlük, öngörülemezliktir.

K. Popper, çürüte bilirliğin, bilimsel çalışmanın ölçütü olması gerektiğini iddia etmiş; hipotezlerin, onları çürütmeye yönelik teşebbüsleri teşvik edecek biçimde tasarlanması gerektiğini söylemiştir.

Bu bölümdeki düşünceleri somutlaştırmak, tarihsel perspektifte hukuktaki değişim dinamiklerini sergilemek üzere, XIX. ve XX. yüzyıl kapitalist toplumların–kamu hukuku/özel hukuk ayrımı yapılmaksızın-profiline aşağıda yer verilmiştir. XIX. yüzyıl, rekabet esasına dayalı "hür teşebbüs" idealine değer verirken, XX. yüzyıl “iş birliğini” desteklemiştir.10 XX. yüzyıl başlarından itibaren hukukun amacı olarak, ferdin istence özgürlüğü yerine, beşerî ve sosyal menfaatlerin asgari fedakârlık karşılığında azami derecede sağlanması (toplumsal mühendislik) kabul edilmeğe başlandı.

İşte yasalar ve içtihatlardan oluşan bir bütün olarak hukuk, daima belirli amaçlara, hedeflere ve işlevlere (sosyal kontrol, entegrasyon ve sosyal mühendislik gibi) ulaşılması için bir araç olarak görülmektedir (R.Pound, 1870–1964). Hukuk toplumsal değişimin bir aracıdır. Dolayısıyla bu okula göre hukuk, devlet otoritesi tarafından desteklenen bir toplumsal kontrol aracıdır.   Sosyolojik yaklaşım hukuk ile toplum arasında bir ilişki saptamaktır. Hukuk, kuşkusuz, sosyal bir olgudur ve hukukun toplumla doğrudan veya dolaylı bir ilişkisi vardır.  Pound sosyal hayatı bir bütün olarak ele almaya çalıştı. Hukukun işlevsel yönü üzerinde daha çok yoğunlaştı ve bu nedenle yaklaşımı bazı yazarlar tarafından işlevsel okul olarak adlandırıldı. Ona göre hukukun amacı, minimum sürtüşme veya çatışmayla maksimum istekleri karşılamaktır. Ana tezi hukukun görevinin “Sosyal Mühendislik” olduğudur. Ona göre hukuk toplumsal bir kurumdur ve amacı toplumsal istekleri, talepleri, talepleri en az fedakarlıkla karşılamaktır: Mahkemeler, yasama organları, idareciler ve hukukçular bir planla çalışmalı ve toplumdaki çatışan çıkarlar arasında denge kurmaya çalışmalıdır. Dikkat edilirse, Pound iki kelime kullanmıştır: Birincisi, “Sosyal”, bir toplum oluşturan bireyler grubu anlamına gelir. İkinci kelime ise “Mühendislik” olup, toplum için gerekli olan ve toplumun tüm ihtiyaçlarını karşılayan bitmiş ürünler üretmek amacıyla mühendisler tarafından yürütülen uygulamalı bilim anlamına gelir. Bu iki kelimeyi birleştirerek mühendislik ve yaptıkları işler hakkında bir şeyler söylemeye çalışıyor.

Bu bağlamda, demokratik dünya görüşü, halkın yalnızca oyunu kullanması olarak biçimsel bir katılımı yeterli görmeyip; aynı zamanda, toplumun kendi sorunları ve hukuku üzerinde tartışmasını da gerekli görmektedir.  İşte statükoyu değiştirmeye yönelik olarak hukukun bir araç olarak kullanılmasına da tanık olunmaktadır. Bu süreçte, hantallaşan “geleneği” kurumlardan ve toplumdan çıkartıp atmak ve yerine yeni “gelenek” oluşturmak hedeflenmektedir. Bu doğrultuda toplumun kültür yaşamını ve değerlerini daha üst düzeye çıkarabilecek olan bir hukuk resepsiyonu anlamlı olabilir. Türkiye’de gerçekleştirilen hukuk devrimi bunun en tipik örneklerinden biridir. Bu devrim, yeni bir topluma gebe olan eski toplumun ebesi olmuştur. Tarih, bu tür resepsiyonun ihtiyarî olmayıp, bir gereksinme ve zorunluluk sonucu meydana geldiğini göstermektedir (G. Bozkurt,1996). Kuşkusuz, evrimleri başarabilenler, insanlara gerek duydukları şeylerin ne olduğunu belirtebilenler; bunların faydasına halkı inandırabilenler ve özetle müşterek değer ölçüsü haline getirmekten başkaca çare olmadığını algılattıranlardır.11

Bu bağlamda yeni bir düzenin tasarımı ile uygulama arasındaki fark sosyolojik bir olgu olarak algılanmalı; kâğıt para üzerindeki rakamın, paranın gerçek değil, itibari değerini göstermesi gerçeğinden hareketle yalnızca kâğıt paraya, onun kanuni gücüne dayalı ekonomik düzen tasarlanamayacağı gibi toplumda “yaşayan hukuka”, fert ve toplumun diyalektik değer hükümlerine dayalı olmayan yasalarla da hukuk düzeni kurulamayacağı göz ardı edilmemelidir. Aksi takdirde, yaşayan hukukun, yazılı hukuku kendine benzetme riski vardır. Nitekim, toplumumuzda olduğu gibi gayri hukuki sosyal kontrolün fazla olmadığı, üyelerin çoğunda kul hakkı/hukuk bilinci gelişmemiş ülkelerde yasalar ne kadar yetkin olursa olsunlar, reel hukuk düzeninin üst seviyede olması beklenemez.12 İşte yabancı örneklere göre hazırlanan yasaların yapılan değişikliklerle sistemsiz bir hale gelişi, yaşayan hukuka uyarlı bir seviyeyi bulmasından başkaca bir olgu değildir.13

Öte yandan, sosyal mühendislik ve reform sürecinde ülkedeki kriz/skandal olgusunun (örneğin yolsuzluğun) sağlayacağı ivme de göz önünde bulundurulmalıdır. Yalnız bunların reform çalışmalarını her zaman yararlı yöne götürdükleri söylenemezse de kriz, değişim için güçlü bir destek sağlayabildiğinde, siyasiler hızla, genelde yeterli plan çalışması veya uzman tavsiyesi olmaksızın, hareket etmelidirler. Buna karşılık, istikrar /sükûnet içinde iken reform yaklaşımı ekseriya gerekli siyasi destekten yoksun kalmaktadır. Kuşkusuz, reform girişimcileri, skandala, suçluları cezalandırma ötesinde fazla bir şey yaparak yanıt vermelidirler. Alınacak tüm tedbirler yolsuzluğa zemin oluşturan saikleri azaltmaya odaklanmalıdır. Aksi takdirde yolsuzluğa yönelik kampanyalar cadı avı türünde siyasi rakipleri elimine etmeyle sınırlı kalacaktır.

Ekonomik krizler, kısa/uzun süreli acılı bir reçete içerse de vatandaşların çoğu için “reform yapılması gereği” makul karşılanabilmektedir. Örneğin uzun süre devam eden yüksek enflasyon toplumdaki menfaat gruplarını ekonomik istikrar koşullarınkinden daha hızla ekonomik reformlara rıza göstermeye yöneltebilir. Dış borç yükünün fazla olduğu ülkelere özgü ampirik çalışma bu iddiayı desteklemektedir. Kuşkusuz, devlet kurumlarındaki yolsuzluğu gidermeye ivme sağlamak üzere “yolsuzluk” önerilmezse de kriz/skandalların bazen isteksiz kamu ve özel sektördeki aktörleri değişime yönelttikleri ülkemiz gerçeği olarak belirmektedir.14

Özetle, hukukun, halkın varlığı ve karakteri ile olan organik bağlantısına zaman sürecinde tanık olunmaktadır. Burada hukuk tekrar dille karşılaştırılabilir. Dilde olduğu gibi hukukta da mutlak bir durma anı olmayıp, diğer her popüler eğilim gibi aynı türden hareket ve gelişmeye tabidir ve bu gelişme, önceki evrelerinde, aynı içsel gereksinme yasası uyarınca olmaktadır.  Hukuk, halkın büyümesi ile büyümekte, gücü ile güçlenmekte ve millet olarak varlığını yitirdiğinde son bulmaktadır. Hukuk’tan yana olmanın derecesi, bir toplumun belirgin niteliklerinden en önemlilerinden biridir. Yalnız hukukun, yasama ve yargı tarafından araç olarak her türlü kullanımına karşı duyarlı olunmalıdır. Burada söz konusu olan, kişiyi derhal öfkelendirebilen münferit kararlar ve diğer olaylardan çok, yapıların tehlikede olmasıdır. "İç güvenlik" bir kez hedef seçildikten sonra, salt bu amaca hizmet eden ceza ve usul yasalarına karşı hangi yapısal frenler vardır?

Hukuk düşünce okullarından birkaçı şimdilerde hukukun kültürle olan ilişkisini kabullenmekte ise de ekseriya göz ardı ettikleri, hukukun özel tipte bir kültür ürünü olduğudur. Hukuk, Avrupa kökenli toplumlarda anlaşıldığı üzere, üniversal değildir. Batı Avrupa kültürü, dünyanın diğer kültürleriyle karşılaştırıldığında olukça materyalist, rekabetçi, bireyci ve kendini beğenmiş, doğal kaynaklar ile maddi şeylerin tüketimine fazlaca odaklanmış bir türdür. Sonuçta, ırkçılık, sömürgecilik ve gruba dayalı baskı arkasındaki itici güç, Avrupa ve Avrupa kökenli kültürdür. Bu kültürün var ettiği bir hukuk geleneği üniversal olarak sunulmakta ise de bunun belirgin bir biçimde kendine özgü olduğu bilinmelidir.  Hukuk geleneğine bakıldığında, hukukun doğası, toplum ve siyasetteki rolü, bir hukuk sisteminin uygun bir şekilde organizasyonu ve işletilmesi, hukukun nasıl yapıldığı veya yapılması gerektiği, uygulanması, incelenmesi ve öğretilmesi hakkında derinlere kök salmış ve tarihsel bağlamda koşullandırılmış bir düşünceler demeti olduğu görülmektedir.  Hukuk yelpazesinde yer alan “Civil Law”, “Common Law” ile “Socialist Law” geleneklerinin tümünün Avrupa orijinli olduğu görülmektedir. İşte “hukuk” olarak adlandırılanın önemli bir bölümünü oluşturan bu hukuk sistemleri Avrupa tarihi ve kültürü bağlamında biçimlenen fikir ve kurumları ifade etmektedir.  Bu tabloya göre, hukuk Avrupa merkezli bir uğraşlar dizinidir. Nitekim, Avrupa’nın uzantısı olan yörelerde hukuk, kültürü organize eder ve yönetirken Avrupa merkezli programlar icra edilmektedir. Bu iş, Avrupa merkezli bir düşünce stili vurgulanarak, Avrupa merkezli değerler sergilenerek ve Avrupa merkezli kültürel deneyimi onaylanarak ve hatta kutsanarak yapılmaktadır.15

İşte bir yanda hukukun mühendislik işlevi öteki yanda bu işlevin de facto ne derece yerine getirildiği hukukun sosyal teorisi bağlamında irdelenmelidir. Bu konudaki bir saptamaya aşağıda yer verilmiştir.

Ortaya çıkan tablo, temel değerlerde, kurallarda anlaşamamış, kimlikler, partiler etrafında kümelenmiş, ‘bölünmüş’ bir toplum olduğumuzdur. ‘Türkiye’nin sorunlarını çözmek için kanun ve kuralların dışına çıkılabilir’ diyenler arasında da gençler açık ara önde (Yaşlılarda yüzde 12,8, orta yaşlarda yüzde 20,4, gençlerde yüzde 28,1.). Sorunlar listesinde Adalet 2. sırada ama puanı çok düşük: % 12,2. Adalet’i sorun olarak görme yüzdemiz bu kadar düşük olmasına rağmen “Mahkemelik olursam haksızlığa uğrayacağımdan korkuyorum” diyenlerin yüzde 67,5 olması insanların adaletle ilgili kaygılarını içlerinde taşıdıklarına, dışa vuramadıklarına yorulabilir. Bkz. E. Balta ve H. Efe. Türkiye’de Demokrasi, Güvenlik, Devlet Algısı Ankara Enstitüsü, 2022.

Türkiye’nin yıllardır uyguladığı genel strateji şudur: “Kervan yolda düzelir!” Düzenleme yapılır sonrasında beş kere değiştirilir. Mantık, “Hele bir başlayalım gerisini sonra düşünürüz” den öteye gidemiyor. Artık nasıl davranmak gerektiğini rasyonel verilerle konuşmalıyız, değil mi? Ama hem kutuplaşma hem otoriterleşme bunu engelliyor. “Dış güçler, hainler” dediğinizde “nerede yanlış yaptık?” rasyonelliğine yer kalmıyor. Yüz on beş yıl önce Ziya Gökalp “milli vicdanın” teşekkül etmesi, yani hepimizi kapsayan ortak bir “doğru” ile “yanlış”ı ayırt edebilme bilincinin oluşması ihtiyacını yazmıştı. Bugün keskin kutuplaşmalarımızın temelinde bu ortak vicdan eksikliği yatıyor.

Sosyolojide çekirdek fikir, çevre ve insanlarla etkileşimdir. Bizler asla yalnız değiliz; bizler ilişkiler içindeyiz. Bireysel olan sorunlar bireysel olmayıp, bizlerin sorunu olmaktadır. Bizler görünmez birer kabile üyesi olan bireyleriz.  Menopoza giren bir kadın, intihar eden, suç işleyen, obez bir insan düşünüldüğünde, tüm bu olgular bireysel gözükse de toplumsal niteliği hemen göz çarpmaktadır. Ne var ki, toplumda güçlünün sesi her zaman işitildiği için araştırmalar toplumun kaybedenlerine yoksullara (underdog) yoğunlaşmaktadır. Sosyoloji (ve ekonominin) temel görevi, sosyal sistemleri analiz etmektir.    Hukuk sosyolojisi sosyal normlar ile kanunların uygulanması; onların işlevleri ve etkileri hakkında bilgi vermekte; hukuk sisteminin, sınırları, olanakları ve toplumla etkileşimi hakkında teorilerin testine olanak sağlamaktadır. Bu bağlamda şu sorular irdelenmektedir: Toplumda bazı yasalar benimsenirken ötekiler neden göz ardı edilmektedir? Normlar ve kanunlar, sürdürülebilir bir toplum yaşamına nasıl bir katkı sağlayabilir? İnsanların hukuka neden uydukları veya uymadıkları, neden bazı ülkelerde hukuk yerine moral değerlerin daha etili olduğu, ihtilafları çözmek için formal yerine neden enformel yollara başvurdukları? Kuşkusuz, hukuk teorisi ile sosyo-hukuki nitelikteki incelemelerin birbirinden öğreneceği çok şey vardır. Hukuk çekiç gibi bir enstrüman olduğuna göre onun etkili bir şekilde kullanımı: Kadın erkek eşitliği, kutuplaşma, fakirlik gibi konularda hukuk sosyoloğu hukukun daha iyi çalışmasını sağlamaya yardımcı olabilir.   Özetle, bizler için önemli olan çekiçle ilgilenmek değil, onun ne yaptığıdır. Bu doğrultuda, görünmeyeni görünür yapmak; hukuk sistemi hakkındaki illüzyonu sonlandırarak gerçekleri saptamak; uygulamanın tarihi olduğu duygusunu yaratmak ve yoksulların da ‘adalete erişim hakkı’ olduğunu bilincini yerleştirmek egemen olmalıdır.16  Bu uğraşlarla güven ortamı sağlamak hedeflenmelidir. Güven, insana kendini güçlü hissettiren, sevgi ve merhamet duygularını açığa çıkaran en temel duygudur. Güven, yalnızca bir davranış beklentisi değil, duygusal bir beyin durumudur. Birbirine karşılıklı olarak güvenen insanların oluşturduğu toplumlar ancak pozitif değerler üretebilir ve bu tür toplumlar uzun süre sağlıklı şekilde ayakta kalabilir. Güven, toplumu bir arada tutan temel güçlerden biridir (Hobbes, 1651). Sosyal güven ortamını bozucu faktörler, aslında toplumun yıkılmasına yol açan faktörler olarak da görülebilirler.17

Kuşkusuz, kurallar keyfi güç kullanımını sınırlamakta; vatandaşların devlet korkusundan uzak davranabileceği bir alan yaratmaktadırlar-kanunilik ilkesi. Gözü bantlı eski adalet tanrıçası kimseye ayrıcalık tanımaz ve gerçekte tanıyamazdı. Kurallar kör olduğundan tarafsızdırlar. Hukuki düzenlemelerde sosyal ihtiyaç/mühendislik kadar adalet duygusu “can suyu” gibidirler.18 Yasama sanatının, gerçekçi vizyon, sosyal davranış, gelişmeler ve eğilimlere (halkın ruhuna) karşı sorumluluk ve duyarlılık ile doğru zamanlamadan oluşan sosyal mühendislik olduğunu vurgulamak isterim.

 

Shucheng Wang. Bir Araç Olarak Hukuk-Otoriter Yasallık için Çin Hukukunun Kaynakları-Cambridge Univ. Press, 2022, s. 180 “Hem liberal hem de liberal olmayan rejimlerdeki hukukun sosyal amaçlara ulaşmada önemli bir araç olarak işlevi, dikkatini sosyopolitik açıdan hukukun doğası ve kullanımına odaklamak doğrultusunda hukuk bilimiyle sonuçlandı”.

M.T.Y,ücel. Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Kitapevi, 2023, s.89: Ceza adaleti mühendisliği bakımından beliren sorun, uygulamaların deneyim ve görüşlere (klinik deneyim modeli) dayalı olarak mı; yoksa, program ve tedbirlerin sonuçlarına göre test eden (kanıta dayalı model) araştırma sonuçlarına göre mi daha iyi hizmet verilebileceğidir? 

Sonuç

Hukuk çoğu kez sosyal normları etkilemek veya değiştirmek için kullanılmaktadır-sosyal mühendislik işlevi. Hukukun toplumun şekillenmesinde bir etkisi olduğu gibi toplum da hukuku şekillendirmekte ve bu karşılıklı etkileşim hukukun sosyal mühendislik bağlamını oluşturmaktadır. Kuşkusuz, sosyolojik düşünce ve dinamiklerinden hiç anlamadığın sosyal olgular üzerine mühendislik yapmaya kalkışmayacaksın.

Hukuk yoluyla sosyal mühendislik iki farklı taktik söz konusu olmaktadır:

-  Kısa dönemde sosyal yükümlülükleri (genellikle mevcut eylem türlerine ilişkin olarak algılanan bedel veya yararları) değiştirerek;

- Uzun dönemde de yeni bir davranış modeli tesis edildiğinde, yaşayan sosyal normlara yansıyan davranışın devamlı olarak sosyalleştirilmesi üzerinde durularak.

Hukuk yoluyla sosyal mühendislik girişimlerindeki başarının istenilen ölçüde olmamasındaki en önemli engel, hukuk kurallarından bilgilendirme; mevcut sosyal kuralların da hukukça öngörülen yeni davranışa karşı güçlü bir direnç oluşturmasıdır.

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

------------------

1 Ayrıca bkz. R. Dworkin. Hakları Ciddiye Almak Dost, 2007, s.24; G.Sartori. Karşılaştırmalı Anayasa Mühendisliği (Çev.E.Özbudun) Yetkin Yayınları, Ank., 1997; E.Cansen. “Ceset torbası bulundurmayan araçlar trafikten menedilecek” Hürriyet (5/12/2012) s.16: Hukuk pazarlamaya alet edilemez. “1865. Hukuk kurallarının sosyal korumanın yanı sıra, sosyal düzenin iyileştirilmesi ve geliştirilmesinin de bir aracı olması sağlanacaktır.” DPT. Uzun Vadeli Strateji ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (2001-2005) Ank., 2000, s.195. Ayrıca bkz. M.T. Yücel. Yasama Teorisi Arayışı, Hukuki Haber; M.T. Yücel. “Yasa Yapma Teorisi ve Uygulaması” Yargı Sistemi Üzerine Denemeler, Seçkin, 2019. Fukuyama’ya göre Türkiye ve Brezilya, çok kanun, zayıf uygulama diye sınıflandırdığı ülkelerdendir. O’nun çizdiği grafikte devlet işlevlerinin kapsamı bir eksene, devlet kurumlarının gücünü de diğer eksene konulmuştur. “Devlet işlevlerinin kapsamı”, devletin hangi konulara müdahil olduğunun ölçüsü olmakta; mevzuat da bu eksene ait olup, “Devlet kurumlarının gücü”, devletin bu mevzuatı çalıştırıp çalıştıramadığını sergilemektedir. Bkz. Francis Fukuyama. Devletin İnşası, Profil Kitap, 2015.

2 A.Smith. Lectures on Jurisprudence, Oxford: Clarendpon Press, 1978, s. 208.

3 O.W.Holmes. “The Path of the Law” Harvard Law Review Vol.10, 1897, p.457; “Hukukta bir asır için doğal ve sağlıklı görülenin lanetlenebileceğini düşünmek eğlendirici gelmektedir.  Genelde mevcut görüşlerin birer ebedi hakikat olduğu egemen olmaktadır.” Holmes-Laki Letters (ed.by M.D.Howe) Anteneum Vol.2 New York, 1963, p.8. Ayrıca bkz. Ü. Gürkan. “Hukukta Değişme ve Kararlılık Sorunu” Mahmut Koloğlu Armağanı A.Ü. Hukuk Fakültesi Yayın no.367, Ank., 1975 ss.305-317: “Hukukun daima olmakta olan canlı bir müessese teşkil ettiği göz önünde bulundurulmalıdır.  Hukuk asla bir yerde ve aynı kalamaz.  Hukuktan beklenen ‘makul kararlılıkla’ çarpışma halinde bulunan ‘mutlak kararlılık’, ‘hukuk kurallarının evrenselliği’ ile ‘duruma ve ihtiyaca uygun seçim ve davranış sistemleri’ arasındaki dengenin sağlanmasından ibarettir.”

4 Bkz. M.-R. Weyl. Gerçekte ve Eylemde Hukukun Payı (Çev.Ş.Yalçın) Konuk Yayınları İst.,1975,ss.328-329; Bkz. Bursa Orhangazi’deki Cargill olayı(1998).

5 “25/10/1936’da sosyalizmin Sovyetler Birliği’nde gerçekleştirilmesinin ilanından sonra ...muazzam kitlesel tutuklamalarla ‘büyük temizleme hareketleri’ vuku bulmuştur. Bu temizleme sırasında dikkatli hesaplara göre 12 milyondan fazla insan tutuklanmıştır.” G.W.Wetter. Bugünkü Sovyet İdeolojisi (Çev. C.Z. Şanbay) Kültür Bakanlığı Kültür Eserleri:10, İst.,1976 s.343; A. Hunt. “Marxist theory of law” D.Patterson(ed.) A Companıon to Philosopy of Law and Legal Theory, Blackwell Publishers, 2000, pp.355-65. Michel Minçon et Monique Pinçon-Charlot. Les predateurs au pouvoir-Main basse sur Notre avenir, 2017: “Kapitalist sistemin yeni evresi “neo-liberalizm”in hizmetindeki uluslararası piyasanın görünmez elleri; en zenginleri ‘üstün insan’lara dönüştürürken, varsıllarla yoksulların arasındaki uçurumu da derinleştiriyor.”  Ayrıca bkz. K. Polanyi. Büyük Dönüşüm-Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri (Ter.A. Buğra) İletişim, 2007: Ekonomik ilişkiler daima toplumsal ilişkilerin işlevidir.

6 K. Marx. A Contribution to the Critique of Political Economy M.Dobb(ed), London: Lawrence ve Wishart, 1971, p.21. Max Weber, Marx’ın ekonomik yapıdan kültürel üst-yapıya giden tek özel nedensel bağ savını abartılı bularak, bunun sosyal yapılar ve fikirleri ilişkilendiren girift nedenler ağını yeterince göz önüne alamayacağı inancındadır. Ayrıca bkz. K.Akbaş. “Hukuka Marksist Yaklaşım ya da ‘Marksist Hukuk Kuramı’” Çağdaş Hukuk Felsefesine Giriş (Ed.A.H.Atalay) Teknik Yayıncılık, 2004, s.39 vd. Ayrıca bkz. B. Umar. Hukuk Mahkemeleri Şerhi, Yetkin Yayınları, 2011, ss.1144-1171; B. Umar. “4949 sayılı Yasa ile Getirilen İİK Değişikliklerinin Sınıfsal İdeoloji Yönünden Eleştirisi” TBBD, Ocak-Şubat 2004, S.50, ss.85-96. Marks’ın adata kutsadığı “sınıf mücadelesi” şiddete açık bir kavramdır. Marks bireysel hak ve özgürlükleri ve hukuku küçümseyerek de sol totaliterliğin esin kaynağı oldu.

7 H. McCoubrey.  Development of Natural Legal Theory, 1987, p.109.

8 H.Kelsen. The Communist Theory of Law, London: Stevens and Sons, 1955, p.9; Marks hayaleti ve eleştirisi için bkz. R.Cootteral. The Politics of Jurisprudence-A Critical İntroduction to Legal Philosopy, 2. Bası Lexis Nexis, 2003, ss.212-215. Popper’in görüşüne göre, Marksizim’in sorunu bilimi yanlış kullanmasıdır. Marx ve tarihçiler (Hegel’i de içermek üzere) insanlık tarihinin “bilimsel” ilkelere göre öngörülebileceğine inanmıştır. Popper’e göre, bu mümkün değildir; çünkü toplumların gelişim süreci içerisinde edindikleri bilgi, tarihi öngörülemeyecek biçimlerde etkiler. Temelde, özgürlük öngörülemezliktir.

9 Ayrıca bkz. A.U.Türkbağ. “Hukuk ve Ekonomi Anlayışı ya da Hukukun Ekonomik Analizi” HFSA 8 (İst.Barosu) 2003, s s.58-68; B.Umar.“Son(4949 sayılı Yasa ile getirilen) İİK Değişikliklerinin Sınıfsal İdeolojisi Yönünden Eleştirisi” TBB Dergisi S.50,Ocak/Şubat 2004, ss.97-120;R.Cooter ve T.Ulen. Law and Economics, 3.bası, Addison Wesley Longman, 2000; K. Marx. Grundrisse:introduction to the critique of  political economy Harmonds- worth: Penguin, 1973. Hukuk ve kapitalizm arasındaki ilişki konusundaki görüşün dayandığı varsayımlar incelendiğinde, geçerliliğini yitirmektedir. Maalesef, “iyi” veya “yüksek kaliteli” hukuk ve iyi infaz, kaçınılmaz biçimde iyi ekonomik sonuçlar doğurmamaktadır. Bu yaklaşım, XX. yüzyılın en önemli ekonomik başarı örnekleri olan Japonya, Kore ve son zamanlarda Çin’deki ekonomik mucizeyi açıklayamamaktadır.

10 İdeolojik irdeleme için bkz.M.T. Özcan. “Hukuk İdeolojisi: Adalet Sorununa Sosyolojik Bir Yaklaşım” Adalet Kavramı (Türkiye Felsefe Kurumu) Ank.,1994, ss.68-73; R.M.Unger “Legal Analysis as Institutional Imagination”Law, Society and Economy Ed. by R.Rawlings, Oxford, 1977, pp.190-206; Ayrıca bkz. H.S. Maine.Ancient Law (Ed. by P.Smith) Gloucester Mass., 1970.

11 Türk Medeni Kanunu gerekçesinde şöyle değinilmiştir: “Çağdaş uygarlığı benimsemek kararıyla yürüyen Türk ulusu, çağdaş uygarlığı kendisine uydurmak değil, kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine ayak uydurmak zorundadır. Yaşamak kararında olan bir ulus için, bu kesin bir zorunluluktur.  Zaten devrimler (ve bu arada hukuk devrimi) bu konuda en etkili bir araç olarak kullanılmıştır” Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt imzasını taşıyan bu gerekçenin özetine yeni Türk Medeni Kanunu Genel Gerekçesinde yer verilmiştir. Ayrıca bkz. C.L. Ostrorog. Ankara Reformu (Çev.Y.Z.Kavakçı) I.Ü.Edebiyat Fak. Yayın no.1729, İst., 1972, ss.90-91; bkz. U. Heyd. Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine-Makaleler, Ankara Okulu Yayınları, Ank., 2002.

12 Türkiye’de hukuk bilinci için bkz.M.Şenocaklı “Ergenekon davasında aftan başka çözüm yok”-Prof. S. Selçuk’la söyleşi Vatan (17/12/2012 ve 18/12/2012).

13   F.S.C. Northrop. Man, Nature and God.  Giant Cardinal Edition,1963, pp.32-33; N. Kunter. Ceza Muhakemesi Hukuku, Ist., 1986, s.512.

14 S.Rose-Ackerman. Corruption and Government Cambridge University Press, 1999, p.211.

15 Ayrıca bkz. H.Rosenau. “Karşılaştırmalı Hukukun Yöntem ve Görevleri…”  Küresel Bakış-Çeviri Hukuk Dergisi, Temmuz 2011, s.87 vd.

16 Adalete erişim bir insan hakkı olarak, geniş anlamda, kişinin bir talebini mahkemeye taşıması ve mahkemeden karar vermesini beklemesidir. Bu hakkın de facto kullanımı ne ölçüdedir?  Halkın yarısının yakasını bir araya getiremediği ülkemizde insanların uğradığı adaletsizlikleri gidermek üzere bu hakkın ne derece kullanıldığını belirlemek amacıyla geniş kapsamlı “nitelikli bir anket” yapılsaydı, bu profil nasıl olurdu? Bkz. “TÜİK verilerine göre” Haber Türk /Ekonomi (13/03/2011) s.9; İstanbul Barosu. Adalete Erişim-Uluslararası Sempozyum Notları (4/07/2006), 2006; Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesini Adalete Başvuruyu Kolaylaştırıcı Tedbirler Hakkındaki R (81)2 Sayılı Tavsiye Kararı:

- Hiçbir davacı avukat yardımından yoksun bırakılmamalıdır.

- Yargılamanın başlatılması şartı olarak Devlet namına işin mahiyeti icabı makul olmayacak derecede bir harcın depo ettirilmesi öngörülmemelidir.

- Mahkeme harçları, adaletin tecellisini açıkça engellediğinde mümkünse azaltıl- malı veya kaldırılmalıdır. Mahkeme harç sistemi, basitleştirilmek üzere gözden geçirilmelidir.

Ayrıca adli yardım, bilgiye erişim ve mahkemelerde tercüman konuları için bkz. S. K.Berk. Türkiye’de “Adalete Erişim” Göstergeler ve Öneriler, TESEV Yayınları, Haz.2011, ss. 95-98; ayrıca bkz.T.Akyol. “Ey Yargı” Hürriyet (11/05/2016), s.20. Ayrıca bkz. M. Muratoğlu. “Türkiye’ye niye yatırım yapsınlar?” Sözcü (21/08/2019) s.7.

17 K. Valier ve M. Weber (editörler) Social Trust, Routledge, 2021.s.1: “Politikalarımız kutuplaştırıcı ve bölücü, olumsuz partizanlık artıyor ve insanlar yavaş yavaş kendi bilgi baloncuklarına çekilip yalnızca kendi bakış açılarını güçlendiren bilgileri tüketiyor gibi görünüyor”. S. Meydan. “Bir laik hukuk manifestosu” Cumhuriyet (21/02/2024).

18 İ. Kuçuradi. “Bugün ‘hukukun üstünlüğü’ deniliyor ama demokratik ülkelerde hukuk da değer harcayıcı olabiliyor. Ben olaya hep insan hakları perspektiften bakmak gerektiğini düşünüyorum. Görüyoruz ki parlamentolardan ‘hak yok edici yasalar’ da çıkabiliyor”. N. Erel. İoanna Kuçuradi, "Ciddiye almamak gerekir" derken kimi kastetti? T24 (22/02/2024).