Anayasa Mahkemesi tapu tahsisine dayalı mülkiyet hakkı iddialarını da bireysel başvuru kapsamında incelemiştir. Ayşe Öztürk başvurusunda tapu tahsisinin tek başına arazinin mülkiyet hakkının başvurucuya ait olduğunu kanıtlamaya yeterli olmadığını belirtmiş, arazi üzerindeki binanın kullanımı yönünden mülkün varlığını kabul etmiştir. Bununla birlikte Osman Ukav başvurusunda başvurucunun dava açtığı tarihte tapu tahsisine dayalı tescil koşullarının oluştuğunun derece mahkemelerince kabul edildiği olayda başvurucunun mülkü edinme yönünde en azından meşru bir beklentisinin olduğunu vurgulamıştır. Sonradan yargılama sırasında imar durumunun değiştirildiği gerekçesiyle tescil talebinin reddedilmesini ise mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olarak değerlendirmiştir. Mehmet Ukav başvurusunda ise aynı taşınmazın başka bir bölümü için mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçüsüz bulunmuştur.

İlgili Kararlar:

♦ (Ayşe Öztürk, B. No: 2013/6670, 10/6/2015)
♦ (Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017)
♦ (Mehmet Ukav, B. No: 2015/12898, 29/11/2018)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6670)

 

Karar Tarihi: 10/6/2015

R.G. Tarih- Sayı: 18/09//2015-29479

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Murat AZAKLI

Başvurucu

:

Ayşe ÖZTÜRK

Vekili

:

Av. Ayşenur DEMİRKALE

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu tahsis belgesi ile kullanılan taşınmazın sit alanı ilan edilmesi nedeniyle tahliye talebi üzerine İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açılan iptal davasının reddedilmesinin, özel hayatın gizliliği ile konut dokunulmazlığı ve hukuk devleti ilkesinin, hak arama hürriyetinin, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 21/8/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvuruda Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 10/12/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 9/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 12/3/2014 tarihli görüş yazısına karşı başvurucu beyanlarını sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

7. Milli Emlak Müdürlüğü tarafından, 10/7/1985 tarihinde, İstanbul ili Beykoz ilçesi Gümüşsuyu mahallesinde bulunan 308 ada 8 parsel numaralı taşınmaz için 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’a göre “Tapu Tahsis Belgesi” düzenlenerek başvurucuya verilmiştir.

8. Anılan “Tapu Tahsis Belgesi”, Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından 18/7/1985 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine şerh edilmiştir.

9. İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli ve 7755 sayılı kararı ile Beykoz ilçesi, 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamına alınıp, 1 No.lu doğal sit alanı olarak ilan edilmiştir.

10. Beykoz İlçe Emniyet Müdürlüğünce başvurucuya gönderilen yazıda, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiği, aksi halde 27/11/2007 tarihinde tahliye işleminin gerçekleştirileceği belirtilmiştir.

11. Başvurucu, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına başvurarak, taşınmaz hakkında tapu tahsis belgesi verildiğini ileri sürmüş, tahliye işleminin durdurulmasını ve yeniden değerlendirilmesini talep etmiştir.

12. Anılan İdare tarafından 31/12/2007 tarihli ve 068436 sayılı yazı ile taşınmazın bulunduğu alanın sit alanı olarak ilan edilmesi nedeniyle tapu tahsis belgesinin geçerliliğinin bulunmadığı, taşınmazın Orman Bakanlığına tahsisli olduğu ve tahliyesinin zorunlu olduğu bildirilmiştir.

13. Başvurucu, 28/4/2008 tarihinde, İstanbul Defterdarlığı aleyhine İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davada, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığının 31/12/2007 tarihli ve 068436 sayılı işleminin iptalini ve yürütülmesinin durdurulmasını talep etmiştir.

14. Mahkemece, 18/6/2008 tarihli ve E.2008/674 sayılı kararla, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin (2) numaralı fıkrasında öngörülen şartların birlikte gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir.

15. Anılan karara yapılan itiraz, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 17/9/2008 tarihli ve E.2008/4631 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

16. İstanbul 6. İdare Mahkemesi, 29/12/2008 tarihli ve E.2008/674, K.2008/2183 sayılı kararla; “başvurucu adına 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesi düzenlenen taşınmazın bulunduğu alanın İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 günlü ve 7755 sayılı kararı ile sit alanı ilan edildiğinden, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenen ve belirlenecek yerlerde 2981 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı hükmü karşısında, başvurucu adına düzenlenen tapu tahsis belgesinin geçerli olmadığı, bu durumda 2981 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanma olanağı bulunmayan taşınmazın tahliyesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

17. Temyiz üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/10/2009 tarihli ve E.2009/4450, K.2009/9170 sayılı ilâmıyla, temyize konu kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından hükmün onanmasına karar verilmiştir.

18. Karar düzeltme istemi, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 12/6/2013 tarihli ve E.2012/86, K.2013/4807 sayılı ilâmıyla reddedilmiştir.

19. Karar 23/7/2013 tarihinde tebliğ edilmiş başvurucu 21/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

20. 2981 sayılı Kanun’un “İstisnalar” kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

“İstanbul ve Çanakkale (Özel kanun çıkarılıncaya kadar) Boğazları ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş ve belirlenecek yerlerde, Askeri Yasak Bölgeleri ve Güvenlik Bölgelerinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait harekat, eğitim ve savunma amaçlı yapılarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz.”

21. 2981 sayılı Kanun’un “Eski eserler ile koruma alanları ve sit bölgelerinin yeniden değerlendirilmesi” kenar başlıklı 6. maddesi şöyledir:

“Şimdiye kadar karar verilmiş eski eserler ile bunların koruma alanları ve sit bölgelerine ilişkin kararlar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlamak üzere en geç 2 yıl içinde yeniden Kültür ve Turizm Bakanlığınca belirlenir ve ilan edilir.”

22. 2981 sayılı Kanun’un “Tapu verme” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

“a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir.

Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.”

23. 2981 sayılı Kanun’un “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.

a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.

b) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.

c) (Değişik:22/5/1986 - 3290/6 md.) Islah imar planları belediye veya valiliklerce mümkün olduğu kadar fiili durum dikkate alınarak ve yapılanma şartları da belirlenerek yapılır veya belediye veya valiliklerce Yeminli Özel Teknik Bürolara yaptırılır. En geç (1) ay içinde belediye meclislerince kabul edilenler belediye meclislerince, büyük şehir yönetiminde ilçe belediye meclislerince Kabul edilenler ilçe belediye meclislerince, il idare kurullarınca kabul edilenler valilikçe tasdik edilerek yürürlüğe girer. Bu planların tescili de (1) ay içinde ivedilik ve öncelikle yapılır.

İmar planı olan yerlerde mevcut imar planları gerektiği takdirde ıslah imar planları şeklinde yeniden düzenlenir.

…”

24. 2863 sayılı Kanun’un 3. maddesinin (a) fıkrasının (13) numaralı bendi şöyledir:

“Doğal (tabii) sit”; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.”

25. Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür Varlıklarının ve Sitlerin Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik’in 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (k) bendi şöyledir:

“…

Sit: Tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaşama konu olmuş veya önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanları,

…ifade eder.”

26. 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11. maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları şöyledir:

“Bu Kanunun;

a) 20.6.1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2 nci maddesi,

b) 23.9.1983 tarihli ve 2896 sayılı, 5.6.1986 tarihli ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendi,

Uygulamaları ile orman sınırları dışına çıkarılan, ancak fiilen orman olduğu Orman Genel Müdürlüğünce tespit edilen yerler, talep üzerine Maliye Bakanlığınca Orman Genel Müdürlüğüne tahsis edilir. Tahsisi yapılan bu yerler Hazine adına tapuya orman vasfıyla tescil edilir.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/8/2013 tarihli ve 2013/6670 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, Beykoz ilçesinde bulunan taşınmazı, üzerindeki ev ile birlikte 1972 yılından beri kullandığını, 1985 yılında tapu tahsis belgesi verildiğini, yapı kullanma izin belgesi aldığını ve vergilerini ödediğini, 2007 yılında taşınmazın tahliye edilmesi amacıyla yazı gönderildiğini, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına yaptığı başvurunun reddedildiğini, anılan yazının iptali amacıyla İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, tapu tahsis belgesi olan ve vergisini ödediği taşınmazın elinden alındığını, anılan belgenin tapu belgesi yerine geçtiği inancı ile hareket ettiğini, bu şekilde hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini, taşınmazın elinden alınmasının manevi olarak da zarar verdiğini, özel hayatın gizliliğinin ve konut dokunulmazlığının ihlal edildiğini, taşınmazın Orman Bakanlığına tahsisli olduğu belirtilmesine rağmen tahliyenin bu kurum tarafından yapılmadığını, yetki açısından da işlemin hukuka aykırı olduğunu, ayrıca taşınmazın orman niteliğinin de bulunmadığını, Devletin bir kurumunun verdiği belgenin sonradan başka bir kurum tarafından ortadan kaldırıldığını, taşınmazın sit alanı ilan edildiği ve tapu tahsis belgesinin iptal edildiği bildirilmediği gibi, bu kararlara karşı başvuru yollarının da belirtilmediğini, bu şekilde yargı yoluna başvuru hakkının elinden alındığını ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini, halen tapu tahsis belgesi iptal edilen ve tahliye kararı verilen taşınmazda oturduğunu, tahliye ve yıkımın henüz gerçekleştirilmediğini, fakat her an tahliye edilme ihtimali bulunduğunu, taşınmazdan tahliye edilerek binanın yıkılmasının zarara neden olacağını, oturduğu konuttan mahrum edileceğini, uğrayacağı zararı telafi edici öneriler sunulmadığını belirterek, özel hayatın gizliliği ile konut dokunulmazlığı ve hukuk devleti ilkesinin, hak arama hürriyetinin, adil yargılanma hakkı ile mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve maddi tazminat talep etmiştir.

B. Değerlendirme

29. Başvurucu, İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verilmesinin ve taşınmazının elinden alınarak tapu tahsis belgesinin iptal edilmesinin özel hayatın gizliliği ile konut dokunulmazlığı ve hukuk devleti ilkesini, hak arama hürriyetini ve adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmeleri ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi bizzat yapar. Anılan ihlal iddiaları, başvurucunun tahliyesine karar verilen binaya ilişkin mülkiyet hakkının ihlali iddiası ile binanın bulunduğu taşınmaza (arazi) ilişkin tapu tahsis belgesinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenerek değerlendirme yapılmıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Binanın Bulunduğu Taşınmaza (Arazi) İlişkin Tapu Tahsis Belgesinin İptali Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası

30. Başvurucu, Beykoz ilçesinde bulunan taşınmazı, üzerindeki ev ile birlikte 1972 yılından beri kullandığını, 1985 yılında tapu tahsis belgesi verildiğini, yapı kullanma izin belgesi aldığını ve vergilerini ödediğini, 2007 yılında taşınmazın tahliye edilmesi amacıyla yazı gönderildiğini, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına yaptığı başvurunun reddedildiğini, anılan yazının iptali amacıyla İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, tapu tahsis belgesi olan ve vergisini ödediği taşınmazın elinden alındığını, anılan belgenin tapu belgesi yerine geçtiği inancı ile hareket ettiğini, tapu tahsis belgesi iptal edilen ve tahliye kararı verilen taşımazda oturduğunu, tahliye ve yıkımın henüz gerçekleştirilmediğini, fakat her an tahliye edilme ihtimali bulunduğunu belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

31. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) sadece mevcut mülkü ve varlıkları koruduğunu, bir kişinin sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkının, bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun bu korumadan yararlanamayacağını, başvurucuya verilen tapu tahsis belgesinin tapu senedi olmadığını, dolayısıyla mülkiyet hakkı sağlamadığını, bu belgenin Islah İmar Planı gerçekleştirildikten sonra hak sahiplerine verilecek tapu senedi için esas teşkil ettiğini, tapu tahsis belgesine dayanılarak başvurucunun haklı bir beklenti içine giremeyeceğini, bu nedenlerle başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olup olmadığının incelenmesi sırasında bu hususların da göz önünde bulundurulması gerektiğini bildirmiştir.

32. Başvurucu, Bakanlık görüşüne katılmadığını, tapu tahsis belgesi ile tapu alınması konusunda meşru beklentinin oluştuğunu, vergilerin de ödendiğini, tapu alınamamasının, İdarenin gerekli düzenlemeleri yapmamasından kaynaklandığını, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilecek hakkının doğduğunu belirtmiştir.

33. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’unBireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir.”

35. Belirtilen hükümler uyarınca, bir anayasal hak ihlali iddiasının Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi dâhilinde olabilmesi için, başvurucu tarafından dayanılan hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden olması ve Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında yer alması, ayrıca başvurucunun ihlal iddiasına temel alınan hakkın kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunması gerekir (Ahmet Sağlam, B. No: 2013/3351, 18/9/2013, § 31).

36. Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

 Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

37. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

38. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30-31).

39. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).

40. Sahip olunan mülk kavramı, Sözleşme ve Anayasa'daki düzenlemeler açısından özerk bir kavram olarak ele alınıp incelenmektedir. Dolayısıyla bu konudaki değerlendirmeler gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve gerekse Anayasa Mahkemesi tarafından mevzuattan bağımsız olarak değerlendirilmektedir (bkz. Depalle/Fransa, B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz, B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye, B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Beyeler/İtalya, B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Selçuk Emiroğlu, § 27).

41. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17). Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal iddiasında bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır. Bir kişinin hâlihazırda sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun, mevcut mülke sağlanan bu korumadan yararlanamayacaktır. Bu nedenle, daha önce ortadan kalkmış olan mülkiyet hakkının tekrar elde edilebileceği ümidi "mülkiyet" olarak görülemez (Murat İslamoğlu, B. No: 2013/614, 25/6/2014, § 32).

42. Alacak hakları da mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir. Ancak alacak haklarının mülkiyet hakkı kapsamında korunabilmesi için, ya bir mahkeme hükmü, hakem kararı, idari karar gibi bir işlemle "yeterli derecede icra edilebilir kılınmış olması" (bkz. Burdov/Rusya, B. No: 59498/00, 7/5/2002, § 28) ya da en azından bunlarla bağlantılı olarak "meşru bir beklenti"nin bulunması gerekmektedir. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp, bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (bkz. Kopecký/Slovakya, B. No: 44/912/98, 28/9/2004, §§ 45-52; Saghinadze ve Diğerleri/Gürcistan, B. No: 18768/05, 27/5/2010, § 103).

43. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Sultan Tokay ve Diğerleri, B. No: 2013/1122, 26/6/2014, § 37).

44. Yukarıda belirtildiği üzere, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucunun, öncelikle böyle bir hakkının var olduğunu, en azından meşru bir beklenti kapsamında mülkiyet hakkının bulunduğunu kanıtlaması gerekmektedir. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlali iddiasının değerlendirilebilmesi için öncelikle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir hakkının mevcudiyetinin tartışılması gerekmektedir.

45. “Tapu tahsis belgesi”, imar ve gecekondu mevzuatı çerçevesinde; hazine, belediye, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve il özel idarelerinin müstakilen sahip oldukları taşınmazlar üzerinde 2981 sayılı Kanun'a göre belirlenen çerçevede ilgili kişilere tanınan ve şahsi hak içeren bir belgedir. Tapu tahsis belgesi, 4721 sayılı Kanun’da düzenlenmemiştir. 4721 sayılı Kanun, taşınmazlar bakımından “tapu senedi”ni esas almaktadır. Bu belge, bir taşınmaz üzerinde, kişinin mutlak hak sahipliğini gösteren ve herkese karşı ileri sürülebilen bir hak sağlamaktadır.

46. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 8/3/2013 tarihli ve E.2012/14835, K.2013/3429 sayılı ilâmına göre, “Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04/12/1996 tarih ve 1996/14-763-864 sayılı kararında da belirtildiği gibi, tapu tahsis belgesi bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiili kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel hak sağlayan bir zilyetlik belgesidir. Tapu tahsis belgesinin varlığı tahsis edilen yerin adına tahsis yapılan kişi veya mirasçıları adına tescili için yeterli değildir.

 Tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için; -Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesinin bulunması, -Tahsise konu yerde 3194 sayılı Yasa'nın 18. maddesi uyarınca imar planı veya 3290 sayılı Yasa ile değişik 2981 sayılı Yasa uyarınca ıslah-imar planlarının yapılmış olması,

 -İlgilisine, tapu tahsis belgesi gereğince bir başka yerden tahsis yapılmamış olması,

 -Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması,

 -Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliklerinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılması,

 -Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değerinin uzman bilirkişiler aracılığı ile saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olması,

 -İmar parsellerinin oluşturulması sırasında, şuyulandırmaya tabi tutulan parselden 3290 sayılı Yasa ile değişik 2981 sayılı Yasa'nın 18/b-c maddesi uyarınca düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediğinin, kesilmiş ise uygulanan oranın saptanması gerekir.”

47. Danıştay Altıncı Dairesinin 11/6/2004 tarihli ve E.2003/685, K.2004/3717 sayılı ilâmına göre ise, “2981 sayılı Yasa'nın gerekçesinde, Yasanın amacı; ekonomik ve sosyal nedenlerle birer çekim merkezi haline gelen kentlere akın eden vatandaşların mutlak olan barınak ihtiyaçlarının giderilmesi, imar mevzuatı ve planlara uygun hale getirilebilecek yapıların belli şartlarda hukukileştirilmesi olarak belirtilmiştir. Yasa, en temel ihtiyaçlardan biri olan barınma ihtiyacını dahi karşılayamayacak durumdaki dar gelirli vatandaşların mağduriyetini gidererek bu durumda olanlara aileleriyle birlikte barınma olanağı sağlamak için hazine, belediye, il özel idaresi ve vakıf arazisi üzerine yapılan, barınma amacıyla ya da kısmen barınma kısmen işyeri olarak kullanılan kaçak yapıları meşrulaştırmıştır.Bu meşrulaştırma sırasında yasaya özgü olan ve tapuya esas teşkil ederek hak sahipliğini belirleyecek olan tapu tahsis belgesi verilmekte ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilmektedir.

Bu belge, Medeni Kanunda tanımlanan tasarruf belgelerinden farklıdır. Mülkiyeti değil, hak sahipliğini belirlediğinden ve tapuya dönüşünceye kadar işlevi, içinde oturan dar gelirli ailenin barınma ihtiyacını karşılamak olduğundan bu şekilde tasarruf edilen bir gecekondunun yıkılması ya da yıkılarak yeniden yapılması tahsisin iptali sonucunu doğurur ve tapu verilemez. Dolayısıyla tapu tahsis belgesi ile hak sahibi kabul edilenlerin tasarruf hakları yasanın belirlediği amaçlar çerçevesinde kısıtlanmıştır.

Bu belirlemeler karşısında, henüz tapuya dönüşmemiş tapu tahsis belgesi ile tasarruf edilen ve barınma amaçlı kullanılması gereken gecekondunun, Yasanın öngördüğü amaçlara aykırı olarak yıkıldığının belirlenmesi üzerine tapu verilmesi isteminin reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığından, İdare Mahkemesince; işlemin iptali yolunda verilen kararda isabet görülmemiştir.”

48. AİHM’e göre, tapu tahsis belgesi verilen taşınmazlar kamu malı niteliğindedir. Dolayısıyla bu taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet hakkının kazanılması mümkün değildir. Başvurucuların, tahliye edilinceye kadar uzun süre taşınmazı kullanmaları mülkiyet hakkının kazanılmasına gerekçe olamaz. Tapu tahsis belgesi ile mülk sahibi olmanın şartları olduğundan, bu belge şartlı bir hak sağlamaktadır. Bu şartların oluşup oluşmadığı ise derece mahkemeleri tarafından değerlendirilebilecek bir husustur (bkz. Anat ve Diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04, 26/4/2011, § 53).

49. Tapu tahsis belgesi, tapu senedi olmayıp, sadece kişinin söz konusu taşınmazı elinde bulundurduğunu belgelemektedir. Bu belgenin verilmesi, belge sahibine mülkiyet hakkı tanındığı anlamına gelmemekte ve yetkili makamlara tapu senedi verme zorunluluğu getirmemektedir. Gerçekten de 2981 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, bu belgenin Islah İmar Planı gerçekleştirildikten sonra hak sahiplerine verilecek tapu senedi için esas teşkil ettiği belirtilmektedir. Tapu tahsis belgesine dayalı olarak tapu kaydı alınmasının bazı şartları bulunmaktadır. Bu şartların yerine getirilmemesi sebebiyle tapu kaydı verilmemesi halinde, sadece bu belgeye dayalı olarak kullanılan taşınmazın başvurucunun elinden alınması ile alacaklı konuma geldiğinden söz edilemez. Başvurucu, bu taşınmazla ilgili olarak 1 No.lu Ek Protokolün 1. maddesi anlamında “mülk”ün varlığını iddia edemez (bkz. Anat ve Diğerleri/Türkiye, §§ 55, 56).

50. Islah İmar Planı, düzensiz ve sağlıksız biçimde oluşmuş yapı topluluklarının veya yerleşme alanlarının, sınırları belli edilmek suretiyle mevcut durumu da dikkate alınarak dengeli, düzenli ve sağlıklı hale getirilmesi amacıyla, halihazır haritalar üzerine yapılan ve yapılanma şartlarını da belirleyen imar planıdır.

51. Tüm bu açıklamalar ışığında, başvurucunun, tapu tahsis belgesine dayalı olarak kullandığı taşınmaz üzerinde mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığının tespiti gerekir.

52. Somut olayda başvurucuya, 10/7/1985 tarihinde, Milli Emlak Müdürü tarafından 2981 sayılı Kanun’a göre “tapu tahsis belgesi”düzenlenerek verilmiş ve 18/7/1985 tarihinde taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir. Tapu tahsis belgesine göre, başvurucunun kullandığı binanın, Beykoz ilçesi, Gümüşsuyu mahallesi 308 ada 8 parsel numaralı 1259 m2 miktarındaki taşınmaz üzerinde bulunduğu, taşınmaz üzerindeki binanın 3 katlı olduğu, taşınmazın malikinin Maliye Hazinesi olduğu anlaşılmıştır. Taşınmaz üzerinde yapılan incelemede, konut olarak kullanılan binanın 2/6/1981 tarihinden önce yapıldığı ve başvurucunun, taşınmaz üzerindeki binanın vergilerini ödediği belirlenmiştir.

53. İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığının yazısı ile Beykoz ilçesinin tamamı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli ve 7755 sayılı kararı ile 2863 sayılı Kanun kapsamına alınıp sit alanı olarak ilan edildiğinden, 2981 sayılı Kanun kapsamında verilmiş olan tapu tahsis belgelerinin hiçbir geçerliliğinin bulunmadığı ve taşınmaz Orman Bakanlığına tahsisli olduğundan tahliyesinin gerektiği başvurucuya bildirilmiştir.

54. Başvurucunun 26/12/2007 tarihinde yaptığı itiraz, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığının 31/12/2007 tarihli yazısı ile reddedilmiştir. Başvurucu 28/4/2008 tarihinde İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davada, tapu tahsis belgesinin iptali işlemi ile tahliye işleminin iptali istemlerinde bulunmuştur. Mahkemece, başvurucunun, 2981 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanma olanağı bulunmayan taşınmazdan tahliyesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir (bkz. § 16). Temyiz üzerine, Danıştay Altıncı Dairesince hüküm onanmış ve karar düzeltme isteminin Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından reddedilmesi sonucu hüküm kesinleşmiştir.

55. Başvuru konusu olayda, tapu tahsis belgesi ile başvurucuya tahsis edilen taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescilli olduğu anlaşılmıştır. Nitekim tapu tahsis belgesinin taşınmaz maliki hanesinde bu husus açıkça yazılıdır. Tapu tahsis belgesinin düzenlendiği, tapu kaydının beyanlar hanesine şerh düşülmüştür. Dolayısıyla ortada başvurucu adına düzenlenen bir tapu kaydı olmadığı açıktır.

56. 2981 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre, “hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir. Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.”

57. Aynı Kanun’un 13. maddesine göre, “hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.”

58. Tapu tahsis belgesi ile başvurucunun kullandığı taşınmaz, İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli ve 7755 sayılı kararı ile 1 No.lu doğal sit alanı ilan edilmiştir. 1 No.lu doğal sit alanları, bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır.

59. İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli kararı ile 2863 sayılı Kanun’a uygun olarak başvurucuya ait taşınmaz 1 No.lu doğal sit alanı ilan edilmiştir. 2981 sayılı Kanun’un “İstisnalar” kenar başlıklı 3. maddesinde, “İstanbul ve Çanakkale (Özel kanun çıkarılıncaya kadar) Boğazları ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş ve belirlenecek yerlerde… 2981 sayılı kanun hükümlerinin uygulanamayacağı” açıkça düzenlenmiştir.

60. Tapu tahsis belgesi ile başvurucunun kullanımına bırakılan taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescilli olduğu ve başvurucu adına tapu kaydının bulunmadığı, taşınmazın Islah İmar Planı yapılmadığı gibi doğal sit alanı olarak ilan edildiği, sit alanı olan yerlerde 2981 sayılı Kanun’un uygulanamayacağı, taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescilli olması nedeniyle zamanaşımına dayalı olarak da mülkiyetin kazanılamayacağı hususları dikkate alındığında, başvurucunun, meşru beklenti kapsamında dahi bir hak veya alacağının olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucuyu, taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihat da bulunmadığından, başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılması mümkün değildir.

61. Öte yandan, 6831 sayılı Kanun’un 11. maddesine göre orman olarak belirlenen taşınmazlar, orman vasfı altında Hazine adına tapuya tescil edilir. Tapu tahsis belgesi ile başvurucunun kullanımında olan taşınmaz, Maliye Hazinesi adına tapuya tescillidir. Dolayısıyla yukarıda belirtilen hüküm gereği, taşınmazın Orman Bakanlığına tahsis edilerek orman vasfı altında Maliye Hazinesi adına tapuya tescili mümkün olup, bu tahsis ve tescilde bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilmemiştir.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun, tapu tahsis belgesi verilen taşınmaza (arazi) ilişkin olarak, Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Binanın Değeri Ödenmeksizin Tahliye Kararı Verilmesi Nedeniyle Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası

63. Başvurucu, Beykoz ilçesinde bulunan taşınmazı, üzerindeki ev ile birlikte 1972 yılından beri kullandığını, 1985 yılında tapu tahsis belgesi verildiğini, 2007 yılında taşınmazın tahliye edilmesi amacıyla yazı gönderildiğini, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına yaptığı başvurunun reddedildiğini, anılan yazının iptali amacıyla İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, tapu tahsis belgesi olan ve vergisini ödediği taşınmazın elinden alındığını, bu şekilde hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini, taşınmazın elinden alınmasının manevi olarak da zarar verdiğini, özel hayatın gizliliğinin ve konut dokunulmazlığının ihlal edildiğini, taşınmazdan tahliye edilerek yıkılmasının zarara neden olacağını, oturduğu konuttan mahrum edileceğini, uğradığı zararı telafi edici öneriler sunulmadığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

64. Başvurucunun, taşınmaz (arazi) üzerindeki binanın tahliyesinin istenilmesinin ve uğranılabilecek zararı telafi edici öneriler sunulmamasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğine ilişkin şikâyetleri açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığı için başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

65. Başvurucu, Beykoz ilçesinde bulunan taşınmazı, üzerindeki ev ile birlikte 1972 yılından beri kullandığını, 1985 yılında tapu tahsis belgesi verildiğini, 2007 yılında taşınmazın tahliye edilmesi amacıyla yazı gönderildiğini, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığına yaptığı başvurunun reddedildiğini, anılan yazının iptali amacıyla İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddine karar verildiğini, tapu tahsis belgesi olan ve vergisini ödediği taşınmazın elinden alındığını, bu şekilde hukuk devleti ilkesinin ihlal edildiğini, taşınmazın elinden alınmasının manevi olarak da zarar verdiğini, özel hayatın gizliliğinin ve konut dokunulmazlığının ihlal edildiğini, taşınmazdan tahliye edilerek yıkılmasının zarara neden olacağını, oturduğu konuttan mahrum edileceğini, uğradıkları zararı telafi edici öneriler sunulmadığını belirterek, mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

66. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun anılan ihlal iddialarının delillerin değerlendirilmesi ile hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğunu, benzer konularda daha önce görüş sunduklarını ve Anayasa Mahkemesince kararlar verildiğini belirterek, başvurunun bu kısmına yönelik olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

67. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını, Anayasa Mahkemesine daha önce sunulan görüşlerden bilgi sahibi olmadığını, bu görüşlerin gönderilmesi gerektiğini, Anayasa Mahkemesince, Bakanlığın daha önceden sunduğu görüşlerin bildirilmemesinin silahların eşitliğine ve savunma hakkının kısıtlanmasına neden olacağını belirtmiştir.

68. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

 "Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

69. Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

70. Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

 "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

 Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

71. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme’ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.

72. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural, genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus, birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlerin kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisini tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (bkz. Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).

73. Anayasa'nın 35. maddesi de Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde, birinci fıkrasında mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütü belirtilmiştir.

74. Mutlak bir hak niteliğinde olmayan mülkiyet hakkı, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmaların denetiminin, Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

75. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

76. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele, mülkiyet hakkına yönelik bir müdahale olup olmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda, varlığı kabul edilen müdahalenin meşru amaçlara dayanıp dayanmadığının, söz konusu hakkın özünü zedeleyecek ölçüde kısıtlanıp kısıtlanmadığının, kısıtlamanın gerekli ve ölçülü olup olmadığının tespit edilmesi gerekir.

a. Müdahalenin Varlığı

77. Başvurucu, tapu tahsis belgesi ile kullandığı taşınmaz (arazi) üzerindeki binadan tahliye edilmesine ilişkin işlemin iptali amacıyla İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, taşınmazdan tahliye edilerek yıkılmasının zarara neden olacağını, oturduğu konuttan mahrum edileceğini, uğradığı zararı telafi edici öneriler sunulmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

78. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin bulunması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, § 26).

79. Bu doğrultuda, öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek malvarlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008).

80. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur.

81. Anayasa'nın 35. maddesi ile düzenlenen mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, § 17). Başvurucular, bu haktan yararlanmak adına ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal iddiasında bulunabilirler. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sadece sahip olunan bir mülke ve varlıklara koruma sağlanmaktadır.

82. AİHM’e göre, gecekondu şeklinde yapılan kaçak yapılara idarenin fiili olarak uzun süre sessiz kalması, bina veya yapı üzerinde mülkiyet hakkının doğmasına neden olmaktadır. AİHM, şehir ve ilçe planlaması politikalarının ve bunlar sonucunda oluşturulan önlemlerin seçimi ile uygulanmasında birçok yerel etkeni kapsayan bir takdir hakkı bulunduğunu kabul etmektedir. Ancak bu takdir hakkının yetkilileri zamanında, uygun ve hepsinden de önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme görevlerinden muaf tutması beklenemez. Kaçak yapıları engellemeye yönelik yasaların uygulanmasında Türk toplumunda yaratılan belirsizliğin, başvuranın meskenine ilişkin durumun bir gece içerisinde değişebileceğini sanmasına neden olması elbette mümkün değildir. AİHM, başvuranın meskenine yönelik mülkiyet çıkarının, 1. No.lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk cümlesinin anlamı çerçevesinde önemli bir çıkar ve dolayısıyla bir “mülk” oluşturmaya yetecek doğaya sahip olduğu ve yeterli derecede tanındığı kanısındadır (bkz. Öneryıldız/Türkiye, §§ 127-129).

83. Başvuru konusu olayda, tapu tahsis belgesi ile başvurucuya tahsis edilen binanın, 1972 yılından beri başvurucu tarafından kullanıldığı, 1981 yılından beri bina vergilerinin başvurucudan tahsil edildiği, dolayısıyla Maliye Hazinesinin, binanın başvurucu tarafından kullanıldığını bilmesine rağmen herhangi bir itirazda bulunmadığı, binanın inşa edilmesine engel olmadığı, yıllarca başvurucunun binayı kullanmasına müsamaha gösterdiği anlaşılmıştır.

84. AİHM, on yıllarca, tapu kaydı olmayan binanın kullanılmasına yetkili merciler tarafından müsamaha gösterildiğini, bu şekilde bir kullanım ve müsamaha süresi geçtikten sonra, başvurucuların evlerinden yararlanmaları için malvarlığının büyük önem kazandığını, maddi bir çıkar ve dolayısıyla Sözleşme’ye ek 1. No.lu Protokol’ün 1. maddesi anlamında “mülk” oluşturduğunu kabul etmektedir (bkz. Anat ve Diğerleri/Türkiye, § 59).

85. Somut olayda, başvurucunun dava dilekçesi, davalı İdarenin cevap dilekçesi ve dosya içinde bulunan yazılar ile Mahkeme ve Danıştay kararlarında açıkça belirtildiği üzere, tapu tahsis belgesi ile başvurucuya tahsis edilen arazi üzerinde başvurucu tarafından bina yapıldığı ve uzun süredir kullanıldığı, Maliye Hazinesi tarafından bina yapılmasına veya kullanılmasına engel olunmadığı gibi, binaya ilişkin emlak vergilerinin de tahsil edildiği anlaşılmıştır. Arazi üzerindeki binanın başvurucu tarafından yapılarak kullanıldığı ve Maliye Hazinesinin herhangi bir itirazının olmadığı dikkate alındığında bina üzerinde başvurucunun mülkiyet hakkının bulunduğu kabul edilmiştir.

86. Bir taşınmazın hiçbir karşılık ödenmeden idareye geçmesi, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasını aşan, hakkın özünü zedeleyen bir durumdur (AYM, E.2002/112, K.2003/33, 10/4/2003).

87. AİHM, kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaza el atılması yoluyla yapılan müdahalenin, başvurucuların, mülkiyete saygı gösterilmesini isteme haklarını ihlal ettiği kanaatindedir (bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, B. No: 11765/05, 27/5/2010, § 51).

88. Somut olayda, başvurucunun, tapu tahsis belgesine dayalı olarak kullandığı ve vergilerini ödediği bina üzerinde, 4721 sayılı Kanun uyarınca mülkiyet haklarının bulunduğu şüphesizdir. Hukuk sisteminde öngörülen usuller dışında, başvurucunun, üzerinde mülkiyet hakkı bulunduğu anlaşılan binanın bedeli ödenmeksizin yıkılmasının ve binadan tahliyesinin istenmesi, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

89. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 13. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu itibarla, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş olma, kanunlar tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

90. Başvurucu, tapu tahsis belgesi ile kullandığı taşınmazdan tahliye edilerek binanın yıkılmasının zarara neden olacağını, oturduğu konuttan mahrum edileceğini, uğradığı zararı telafi edici öneriler sunulmadığını belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

91. Demokratik toplumun temel ilkelerinden biri olan hukukun üstünlüğü, Sözleşme’nin tamamının ayrılmaz bir parçası olduğundan, 1 No.lu Ek Protokol’ün 1. maddesi her şeyden önce ve özellikle mülkiyete saygı gösterilmesinden yararlanma hakkına idari makamlar tarafından yapılan müdahalenin yasal olmasını gerektirmektedir (bkz. Sarıca ve Dilaver/Türkiye, § 42).

92. Somut olayda başvurucunun, tapu tahsis belgesi ile kullandığı taşınmazın (arazi) ve üzerindeki binanın tapu kaydının olmadığı ve taşınmazın (arazi) mülkiyetinin Maliye Hazinesine ait olduğu dikkate alındığında, İdarenin mülkiyet hakkına dayanarak başvurucunun tahliyesini talep etmesinin 4721 sayılı Kanun ile 2981 sayılı Kanun ve 2863 sayılı Kanun’a uygun olduğu belirlenmiş olup, tahliye kararının “kanunlar tarafından öngörülme” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

93. Başvuru konusu olayda, tapu tahsis belgesi ile başvurucu tarafından kullanılan taşınmaz, İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli ve 7755 sayılı kararı ile 2863 sayılı Kanun kapsamına alınıp, 1 No.lu doğal sit alanı olarak ilan edilen Beykoz ilçesi sınırları içerisindedir. 1 No.lu doğal sit alanları, bilimsel muhafaza açısından evrensel değeri olan, ilginç özellik ve güzelliklere sahip olması ve ender bulunması nedeniyle kamu yararı açısından mutlaka korunması gerekli olan, korumaya yönelik bilimsel çalışmalar dışında aynen korunacak alanlardır. Dolayısıyla başvurucuya ait binanın bulunduğu taşınmazın (arazi) sit alanı ilan edilerek korumaya alınmasının meşru amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Ölçülülük

94. Son olarak başvurucunun, tapu tahsis belgesi ile kullandığı binadan tahliyesinin talep edilmesine rağmen binanın bedelinin ödenmemesi veya zararı telafi edici öneriler sunulmaması şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.

95. Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleri iki ayrı kriter olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki kriter arasında bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında demokratik toplum düzeni için gerekli olmak ile ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, “Temel hak ve özgürlüklere yönelik her hangi bir sınırlamanın, demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte, başka bir ifadeyle güdülen kamu yararı amacını gerçekleştirmekle birlikte, temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının incelenmesi gerekir…” (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007) diyerek, amaca, temel haklara en az müdahaleyle ulaşmayı sağlayacak aracın tercih edilmesi gerektiğine karar vermiştir.

96. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Adalet Mehtap Buluryer, B. No: 2013/5447, 16/10/2014, § 106).

97. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, başvurucunun, uzun süredir ve tapu tahsis belgesine dayalı olarak kullandığı binadan tahliyesinin talep edilmesine rağmen, tahliye karşılığında başvurucuya herhangi bir bedel ödenmemesi şeklinde mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin “ölçülülük ilkesi”ne uygun olup olmadığı olacaktır.

98. Anayasa'nın 35. maddesine uygun olarak bir kimsenin mülkiyet hakkına devlet tarafından müdahale edilmişse veya malvarlığı üzerindeki hakları kullanılamaz hale getirilmişse, bu kişinin hakkının korunması gerekir. Bu da ancak mülkiyete konu malvarlığının değerinin ödenmesi suretiyle gerçekleştirilebilir. Kural olarak devlet tarafından el atılan malvarlığının değerini, devletin kendiliğinden ödemesi beklenir (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, § 62).

99. Başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olabilmesi için ödenen tutarların enflasyonun etkilerinden arındırılarak güncelleştirilmesi de gerekir (bkz. Scordino/İtalya (no:1), B. No: 36813/97, 29/3/2006, § 258).

100. Yukarıda belirtildiği üzere Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, malikine, sahibi olduğu mülk üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma hakkını verir. Ancak kamu gücünü kullanan idare tarafından mülkiyet hakkının kullanılmasına sınırlama getirilebileceği gibi malikin tasarruf hakkının tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak bir müdahalede de bulunulabilir. Kamu makamları tarafından yapılan bu müdahalelerin hukuki bir temele dayanması, kamu yararı şeklinde meşru bir amacının bulunması ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin meşru amaçla orantılı olması gerekir.

101. Somut olayda, mülkiyeti Maliye Hazinesine ait taşınmaz (arazi) üzerinde tapu tahsis belgesine dayalı olarak başvurucu tarafından yapılan ve uzun süredir kullanılan binanın bulunduğu, başvurucunun anılan taşınmazdan tahliyesinin talep edilmesine rağmen herhangi bir bedel ödenmediği anlaşılmıştır.

102. AİHM, toplumun genel çıkarlarının büyük önem taşıdığı bölge planlama ve çevre koruma politikalarının, bilhassa medeni haklar söz konusu olduğunda Devlet’e geniş bir takdir hakkı tanıdığını kabul etmektedir (bkz. Depalle/Fransa, § 84).

103. Takdir hakkı yetkisi kapsamında, kamu yararı ile bireyin temel haklarının korunması arasında adil bir denge sağlanıp sağlanmadığının araştırılması gerekir. Buna göre kullanılan yöntem ile hedeflenen amaç arasında makul bir orantılılık mevcut olmalıdır (bkz. Chassagnou ve Diğerleri/Fransa, B.No:25088/94, 28331/95, 28443/95, 29/4/1999, § 75). Başvurucu çok aşırı bir yüke maruz kaldığında bu denge bozulur (bkz. Anat ve Diğerleri/Türkiye, § 60).

104. Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa'ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Devletin veya bir kamu tüzel kişisinin kamulaştırma işlemi olmaksızın temel insan haklarından olan mülkiyet hakkına keyfi bir şekilde el konularak bireylerin sahip oldukları taşınmazları üzerinde özgürce tasarruf etmelerinin engellenmesi ve mülkiyet haklarının ellerinden alınması hukuk devleti ilkesine aykırıdır (AYM, E.2002/112, K.2003/33, K.T. 10/4/2003).

105. Anayasa'nın 35. maddesine göre kişilerin mülkiyetleri ancak kanunla öngörülmüş usullerle ve kamu yararı gereği karşılığı ödenmek suretiyle ellerinden alınabilir. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği kişilerin mülklerinden mahrum bırakılmaları halinde elde edilmek istenen kamu yararı ile mülkünden mahrum bırakılan bireyin hakları arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (Mehmet Akdoğan ve Diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 37).

106. Somut olayda, Milli Emlak Müdürlüğü tarafından 10/7/1985 tarihinde, 2981 sayılı Kanun'a göre tapu tahsis belgesi düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli kararı ile taşınmazın bulunduğu alan, sit alanı ilan edilmiştir. Beykoz İlçe Emniyet Müdürlüğünce başvurucuya gönderilen yazıda, taşınmazın tahliye edilmesi gerektiği, aksi halde 27/11/2007 tarihinde tahliye işleminin gerçekleştirileceği belirtilmiştir.

107. Başvurucu, 28/4/2008 tarihinde, İstanbul Defterdarlığı aleyhine İstanbul 6. İdare Mahkemesinde açtığı davada, İstanbul Valiliği Defterdarlık Anadolu Yakası Milli Emlak Dairesi Başkanlığının 31/12/2007 tarihli işleminin iptalini ve yürütülmesinin durdurulmasını talep etmiştir.

108. Mahkemece, 29/12/2008 tarihinde, “başvurucu adına 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesi düzenlenen taşınmazın bulunduğu alanın İstanbul III No.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 günlü ve 7755 sayılı kararı ile sit alanı ilan edildiğinden, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenen ve belirlenecek yerlerde 2981 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanamayacağı hükmü karşısında, başvurucu adına düzenlenen tapu tahsis belgesinin geçerli olmadığı, bu durumda 2981 sayılı Kanun hükümlerinden yararlanma olanağı bulunmayan taşınmazın tahliyesine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

109. Temyiz üzerine, Danıştay Altıncı Dairesinin 6/10/2009 tarihli ilâmıyla hüküm onanmış, karar düzeltme istemi, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 12/6/2013 tarihli ilâmıyla reddedilmiştir.

110. Somut olayda, tapu kaydı bulunmayan, ancak tapu tahsis belgesi ile taşınmaz (arazi) üzerine yapılan binayı yıllarca kullanan ve vergilerini ödeyen başvurucuya kamu makamları tarafından müdahale edilmediği ve bu duruma müsamaha gösterildiği, binanın başvurucuya ait olduğu, dolayısıyla mülkiyeti başvurucuya ait olan binanın değeri ödenmeksizin veya zararı telafi edici öneriler sunulmaksızın başvurucunun tahliye edilmek istenmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Yukarıda açıklandığı üzere yapılan bu müdahale kanuna uygun olup meşru bir amacı bulunmaktaysa da mülkiyeti başvurucuya ait binanın tahliye edilerek yıkılmak istenmesinin ve binanın değerinin ödenmemesinin başvurucuyu aşırı bir yüke maruz bıraktığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde, mülkiyeti başvurucuya ait binanın, kamu yararı amacıyla tahliye edilmek istenmesine rağmen binanın değerinin ödenmemesi veya zararı telafi edici öneriler sunulmaması, kamu yararı ile başvurucunun çıkarları arasındaki dengeyi başvurucu aleyhine orantısız şekilde bozmuştur.

111. Dolayısıyla İdare tarafından başvurucunun, maliki olduğu binadan tahliye edilmek istenmesi şeklinde taşınmaza yapılan müdahale ile başvurucunun bina üzerindeki mülkiyet hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, kamu yararına tahsis edilen ve bu yönden meşru bir amacı olan binanın tahliyesi karşılığında bedelinin başvurucuya ödenmesi ile kurulabilecektir. Binanın değeri ödenmeksizin bina üzerindeki mülkiyet hakkının kaybettirilmesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına orantılı bir müdahale olarak görülemeyeceği açıktır.

112. Sonuç olarak, mülkiyeti başvurucuya ait binanın tahliyesinin talep edilmesine rağmen değerinin ödenmemesinin, başvurucunun mülkiyet hakkına orantılı olmayan bir müdahale olduğu ve bina üzerindeki mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

 3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

113. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle 1.000.000.000,00 TL maddi, 500.000,00 manevi tazminat ödenmesini talep etmiştir.

114. Adalet Bakanlığı, tazminat talebi konusunda görüş bildirmemiştir.

115. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

 “Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

 Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

116. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucunun, binanın değeri ödenmeksizin tahliyesinin talep edilmesi nedeniyle, mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olduğundan başvurucunun, bina değerinin kendisine ödenmesine yönelik olarak dava açma hakkı bulunmaktadır.

117. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde de bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 35. maddesinin ihlal edildiği tespit edilerek başvurucunun bina değerinin ödenmesine yönelik olarak dava açma olanağı bulunduğu ve tazminat miktarının belirlenmesinin yargılamayı gerektirdiği dikkate alındığında, başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

118. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun;

1. Binanın bulunduğu taşınmaza ilişkin tapu tahsis belgesinin iptali nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiasının "konu bakımından yetkisizlik" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Binanın değeri ödenmeksizin tahliye kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlali iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

B. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

C. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

10/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

OSMAN UKAV BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/12501)

 

Karar Tarihi: 6/7/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Osman UKAV

Vekili

:

Av. Emine Rezzan AYDINOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tapu tahsis belgesine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil davasının, yargılama sırasında yapılan imar uygulaması değişikliğiyle taşınmazın meslek lisesi alanı olarak ayrıldığı gerekçesine dayalı olarak reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 23/7/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, İstanbul ili Üsküdar ilçesine bağlı Bulgurlu Mahallesi 48 ada 1 parsel sayılı Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaz üzerinde -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir.

10. Başvurucu, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 7/7/1986 tarihinde, 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır.

11. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 14/8/1986 tarihinde bu taşınmaz için anılan Kanun’a göre "tapu tahsis belgesi" düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Anılan "tapu tahsis belgesi" Tapu Müdürlüğü tarafından 26/9/1986 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir.

12. Üsküdar Belediyesince (Belediye) bu taşınmazın bulunduğu yerde 16/3/1989-17/10/1990 tarihli 1/1000 ölçekli Islah İmar Planı yapılmıştır. Belediyenin 21/12/1989 tarihli plan tadilatında, anılan taşınmaz konut alanı olarak ayrılmış ve bu taşınmazın üzerinde beş kat yükseklikte bina yapılabilmesine izin verilmiştir. Belediye, bu hususları 12/9/2006 tarihinde Kadıköy Emlak Müdürlüğüne bildirmiştir.

13. Başvurucu 18/6/2007 tarihinde Hazine aleyhine Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun tapu tahsis belgesinin mevcut olup uzun bir süreden beri bu taşınmazı zilyetliğinde bulundurduğu belirtilerek, tapu verilmesi koşullarının oluştuğu iddia edilmiştir.

14. Bu arada taşınmazın konumuna ilişkin bilgiler değişmiştir. Buna göre taşınmaz, yeni kurulan Ataşehir ilçesine bağlı Örnek Mahallesi, 1439 ada 1 parsel olarak tapuda tescilli bulunmaktadır. Mahkeme, taşınmazın bulunduğu ilçe ve mahallenin değiştiğini gözeterek 3/7/2008 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.

15. Yetkisizlik kararı sonrası dava dosyası Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Yapılan yargılama sırasında 25/2/2011 tarihinde taşınmaz Toplu Konut İdaresine (TOKİ) devredilmiştir. Başvurucunun 23/9/2011 tarihli talebi üzerine TOKİ de yargılamaya davalı olarak dahil edilmiştir. Mahkeme, mimari ve kadastro alanında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında 27/7/2011 tarihinde keşif icra etmiştir. Bilirkişilerin 9/9/2011 tarihli raporunda, taşınmazın imar durumunun konut olarak belirlendiği ve düzenleme ortak payı düşüldükten sonra 276,84 m² yüzölçümlü alanın başvurucu tarafından kullanıldığı, taşınmazın değerinin ise 332.208 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporunda belirtilen taşınmaz bedelini Mahkemece gösterilen banka şubesine depo etmiştir.

16. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme, 1/3/2012 tarihinde Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden reddine, TOKİ yönünden açılan davanın ise kabulüne karar vermiştir. Mahkeme davanın kabulüyle birlikte taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile 27.684/559.340 payının başvurucu adına tesciline, depo edilen taşınmaz bedelinin ise davalı TOKİ'ye ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun taşınmazın bir kısmının zilyedi olup kendisine tapu tahsis belgesi verildiği belirtilmiştir. Mahkeme bu doğrultuda başvurucunun tahsis belgesi verilmesi için gerekli ücreti ödediğini ve taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde şagil (işgalci) olarak gösterildiğini tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca tapu tahsis belgesinin verildiği tarihten bu yana da başvurucunun zilyetliğinin devam ettiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre 2981 sayılı Kanun ile öngörülen tescil için gerekli bütün koşullar tamamlanmış olup tescile kanuni bir engel de bulunmamaktadır.

17. Karar, davalı TOKİ tarafından temyiz edilmiştir. Temyiz dilekçesinde, dava konusu taşınmazın yapılan imar planı tadilatında meslek lisesi alanında kaldığı belirtilmiştir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (Daire), 6/6/2012 tarihinde bu durumun belediye başkanlığından sorulması için dosyanın mahalline iadesine karar vermiştir. İlk Derece Mahkemesinin 25/7/2012 tarihli yazısıyla taşınmazın imar planında konut alanında kalıp kalmadığı ve herhangi bir kamu hizmetine tahsis edilip edilmediği Ataşehir Belediye Başkanlığından sorulmuştur. Belediye Başkanlığının 2/8/2012 tarihli yazısıyla dava konusu taşınmazın 28/5/2010 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatında "meslek lisesi alanı" olarak ayrıldığı bildirilmiştir.

18. Dairenin 17/10/2012 tarihli ve E.2012/11519, K.2012/12058 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Daire ilk olarak tapu tahsis belgesinin bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiilî kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel bir hak sağlayan zilyetlik belgesi olduğunu vurgulamıştır. Kararda ayrıca tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için gerekli koşullar sıralanmıştır. Buna göre;

a.Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesi mevcut olmalıdır.

b. Tahsise konu yerde 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca imar uygulama planı veya 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmış olmalıdır.

c. İlgilisine tapu tahsis belgesi gereğince başka bir yerden tahsis yapılmamış olmalıdır.

d. Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması gerekmektedir.

e. Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliğinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmalıdır.

f. Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri, uzman bilirkişiler aracılığıyla saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olmalıdır.

g. Yedinci ve son olarak ise imar parsellerinin oluşturulması sırasında taşınmazdan düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediği belirlenerek kesilmiş ise uygulanan oran saptanmalıdır.

Daire, ancak bu koşulların gerçekleşmesi durumunda tahsis miktarında düzenleme ortaklık payı oranında yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilebileceğini belirtmiştir. Bozma ilamında, somut olayda dava konusu taşınmazın meslek lisesi olarak ayrıldığına vurgu yapılmıştır. Daireye göre taşınmazın bu imar durumu nedeniyle tescil kararı verilmesi mümkün değildir. İlamda, tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması durumunda tescile karar verilebileceği belirtilmiştir. Daire sonuç olarak tapu tahsis belgesine dayalı tescil davasında lüzumlu olan diğer koşullar gerçekleşmiş ise de belirtilen koşulun gerçekleşmediği gerekçesiyle hükmün bozulması gerektiği sonucuna varmıştır.

19. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 11/2/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

20. Bozma ilamı sonrası dava dosyasının devredildiği İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesi, 30/5/2013 tarihinde davalı Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden, davalı TOKİ yönünden açılan davanın ise esastan reddine karar vermiştir. Ayrıca yapılan yargılama giderleri davacıya yükletilmiş, 10.050 TL tutarındaki vekâlet ücretinin de davalı TOKİ yararına olmak üzere davacıdan alınmasına karar verilmiştir.

21. Başvurucunun temyiz ettiği hüküm, Dairenin 26/5/2014 tarihli ilamıyla düzeltilerek onanmıştır. Daire, yargılama giderleri ve vekâlet ücreti yönünden hükmü düzeltmiştir. Daireye göre dava konusu taşınmaz yargılama sırasında TOKİ'ye devredilmiştir. Ayrıca bu taşınmazın bulunduğu yerde davanın devamı sırasında imar planı değişikliği yapılmış, çekişmeli taşınmaz meslek lisesi alanı olarak ayrılmıştır. Daire, davalı tarafın davanın açılmasına sebebiyet verdiği gerekçesiyle davalı TOKİ yararına vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini belirtmiştir.

22. Nihai karar başvurucu vekiline 30/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

23. Başvurucu 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

24. 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 705. maddesi şöyledir:

"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır."

25. 2981 sayılı Kanun’un “Tapu verme” kenar başlıklı 10. maddesi şöyledir:

“a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine "Tapu Tahsis Belgesi" verilir.

Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.”

26. 2981 sayılı Kanun’un “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.

a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.

b) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.

c) (Değişik:22/5/1986 - 3290/6 md.) Islah imar planları belediye veya valiliklerce mümkün olduğu kadar fiili durum dikkate alınarak ve yapılanma şartları da belirlenerek yapılır veya belediye veya valiliklerce Yeminli Özel Teknik Bürolara yaptırılır. En geç (1) ay içinde belediye meclislerince kabul edilenler belediye meclislerince, büyük şehir yönetiminde ilçe belediye meclislerince Kabul edilenler ilçe belediye meclislerince, il idare kurullarınca kabul edilenler valilikçe tasdik edilerek yürürlüğe girer. Bu planların tescili de (1) ay içinde ivedilik ve öncelikle yapılır.

İmar planı olan yerlerde mevcut imar planları gerektiği takdirde ıslah imar planları şeklinde yeniden düzenlenir.

…”

2. Yargı İçtihatları

27. Danıştay Altıncı Dairesinin 5/5/2009 tarihli ve E.2009/200, K.2009/5046 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"Dava, davacının 2981 sayılı Yasaya göre hak sahibi olduğunu iddia ettiği ... adresindeki... gecekondusunun bulunduğu taşınmaz ile bitişiğindeki aynı adada babasından veraseten intikal eden ... sayılı yerde bulunan gecekondununbulunduğu taşınmazın yol olarak ayrılmasına ilişkin ... onay tarihli 1/1000 ölçekli ... Revizyon İmar planında değişiklik yapılarak konut alanına ayrılmasına yönelik plan değişikliği talebinin reddine ilişkin ... günlü, ... sayılı işlem ile ... onay tarihli 1/1000 ölçekli ... Revizyon İmar Planı ve ... onay tarihli 1/5000 ölçekli ... Revizyon Nazım İmar Planının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davacının, henüz tapusunun bulunmadığı, tapu tahsis belgesi alabilmek amacıyla 2981 sayılı Yasa uyarınca yaptığı başvuru neticesinde tasarruf edilen gecekondudan hareketle ve onun dışında da herhangi bir farklı iptal nedeni ileri sürülmeksizin dava konusu plan tadilatı talebinin reddine ilişkin işlem ile 1/1000 ölçekli Revizyon İmar Planı ve 1/5000 ölçekli Revizyon Nazım İmar planının iptalini istediği anlaşıldığından dava konusu işlemin davacının kişisel, meşru ve güncel bir menfaatini ihal etmediği gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

 Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle ehliyet yönünden reddi yolundaki temyize konu ... sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, bozma istemi yerinde görülmeyerek anılan mahkeme kararının onanmasına [karar verildi]".

28. Danıştay Altıncı Dairesinin 14/9/2009 tarihli ve E.2007/4009, K.2009/8338 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:

"Dosyanın incelenmesinden, mülkiyeti belediyeye ait uyuşmazlık konusu parsel üzerinde davacı tarafından yapılan gecekondu nedeniyle 2981 sayılı Yasa uyarınca imar affı başvurusunda bulunulduğu, anılan gecekondu için tapu tahsis belgesi verilmesi talebinin reddine dair işlemin ... İdare Mahkemesi'nin ... günlü, ... sayılı kararı ile iptal edildiği, bu karar üzerine davacı tarafından açılan davada uyuşmazlık konusu parselin tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tescili yolundaki ... Asliye Hukuk Mahkemesince verilen ... günlü, ... sayılı kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin ... günlü, ... sayılı kararı ile bozulduğu, davacının taşınmaz ile mülkiyet ilişkisinin olmadığı, dava dilekçesinde, belediye yararı gereğince plan değişikliği yapıldığı, yargı kararının etkisizleştirilmesinin amaçlandığı öne sürülerek görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

 Uyuşmazlık konusu olayda, görülmekte olan davanın mülkiyet ilişkisinden hareketle imar planı değişikliği işleminin iptali istemiyle açıldığı, ancak yukarıda sözü geçen karar uyarınca davacının taşınmazla henüz mülkiyet ya da mülkiyet benzeri ilişki içerisinde olmadığı, davacının tapu kaydının iptali ve tescili istemiyle adliye mahkemesinde açılan dava hakkında bozma kararı üzerine verilecek kararın sonucuna göre, davacı adına taşınmazın kaydının tesciline ilişkin davanın reddedilmesi durumunda davacının dava açma ehliyeti taşımayacağı, hususu göz önünde bulundurularak, taşınmazın davacı adına tesciline karar verilmesi halinde ise dava konusu plan değişikliği işleminin şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararına uygun olarak yapılıp yapılmadığının gerekirse yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılarak açıklığa kavuşturulmasından sonra bir karar verilmesi gerekmektedir."

B. Uluslararası Hukuk

29. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak “özerk bir yorum” esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129).

30. AİHM, mülkiyet hakkına ilişkin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin mülkiyeti elde etme hakkını koruma altına almadığını kabul etmektedir (Slivenko ve diğerleri/Letonya [BD] (k.k.), B. No: 48321/99, 23/1/2002, § 121; Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı/Türkiye, B. No: 34478/97, 9/1/2007, § 52).

31. AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin anlamı kapsamında bir "mülk" ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir "meşru beklenti" de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], No. 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; Pine Valley Developments Ltd ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, §§ 34-35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31).

32. Bununla birlikte AİHM içtihatlarına göre temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kopecký/Slovakya, § 35; Gratzinger ve Gratzingerova/Çek Cumhuriyeti [BD] (k.k.), B. No: 39794/98, 10/7/2002, § 69). İç hukukun ne şekilde yorumlanacağına ve uygulanacağına dair bir uyuşmazlık olduğunda ve bu bağlamda başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların ulusal mahkemelerce kesin olarak reddedildiği durumlarda “meşru bir beklenti”nin bulunduğu sonucuna varılamaz (Kopecký/Slovakya, §§ 50, 52; Jantner/Slovakya, B. No: 39050/97, 4/3/2003, §§ 29-33).

33. AİHM içtihatlarında sıklıkla -her ne kadar anlaşılabilir olsa da- basit beklenti ile daha somut nitelikte olması ve hukuki bir düzenlemeye ya da iç hukukta yerleşik ve istikrarlı bir yargı kararına dayanması gereken meşru beklenti arasındaki fark vurgulanmaktadır (Kopecký/Slovakya, § 52; Bozcaada Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi Vakfi/Türkiye (k.k.), B. No: 22522/03, 9/12/2008).

34. AİHM tapu tahsis belgesi verilen taşınmazların kamu malı niteliğinde olduğunu, dolayısıyla bu taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet hakkının kazanılması mümkün olmadığı için başvurucuların tahliye edilinceye kadar uzun süre taşınmazı kullanmalarının mülkiyet hakkının kazanılmasına gerekçe olamayacağını kabul etmektedir. Mahkeme, tapu tahsis belgesi ile mülk sahibi olmanın koşulları olduğundan bu belgenin koşullu bir hak sağladığını ve bu koşulların oluşup oluşmadığının ise derece mahkemeleri tarafından değerlendirilebilecek bir husus olduğunu ifade etmektedir. Buna göre tapu tahsis belgesine dayalı olarak tapu kaydı alınmasının bazı şartları bulunmaktadır. AİHM'e göre bu şartların yerine getirilmemesi sebebiyle tapu kaydı verilmemesi hâlinde başvurucu, bu taşınmazla ilgili olarak 1 No.lu ek Protokol'ün 1. maddesi anlamında “mülk”ün varlığını iddia edemez (Anat ve diğerleri/Türkiye, B. No: 37899/04, 26/4/2011, §§ 53-56).

35. AİHM, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkün edinildiği hâlde çeşitli gerekçelerle kişilerin elinden alındığının iddia edildiği şikâyetler yönünden de benzer bir yorum yapmaktadır. Bu bakımından AİHM, mülkiyet hakkının kapsamını belirlerken iç hukuktaki düzenlemeler ile yargısal uygulamaları gözeterek sonuca varmaktadır. Buna göre mera, orman gibi alanların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla kazanılamayacağı yönündeki Türk hukukundaki düzenlemeler nedeniyle başvurucuların, bu taşınmazların mülkiyetini elde etmelerini sağlayabilecek bir meşru beklentinin doğmasının mümkün bulunmadığı kabul edilmiştir (Sarısoy ve diğerleri/Türkiye (k.k.), B. No: 21303/07, 14/10/2014, § 35; Kadir Gündüz/Türkiye (k.k.), B. No: 50253/99, 18/10/2007; Nane ve diğerleri/Türkiye, No: 41192/04, 24/11/2009, §§ 25-28; Bölükbaş ve diğerleri/Türkiye, B. No: 29799/02, 9/2/2010, § 26; Usta/Türkiye (k.k.), B. No: 32212/11, 27/11/2012, § 44).

36. Bununla birlikte İpseftel/Türkiye (B. No: 18638/05, 26/5/2015) kararında farklı bir duruma işaret edilmiştir. AİHM, başvurucunun açtığı kadastro tespitine itiraz davasında derece mahkemelerinin zilyetliğe dayalı olarak mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı hükümlerinin başvurucu lehine gerçekleştiği yönündeki tespitine dikkati çekmiştir. Ancak buna rağmen sonradan -yani kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra- dava konusu taşınmazın korunması gerekli kültür varlığı olarak ilan edilmesi nedeniyle özel mülke konu olamayacağı gerekçesiyle başvurucunun davası reddedilmiştir. AİHM yine iç hukuktaki düzenlemelere ve derece mahkemelerinin tespitlerine yer verdikten sonra 4721 sayılı Kanun'un 713. maddesindeki mülk edinmeyi sağlayan kazandırıcı zamanaşımı koşulları gerçekleştikten sonra verilen idari ve yargısal kararlarla mülkiyetin kaybettirildiği sonucuna varmıştır. Mahkeme mülkün değeriyle orantılı makul bir tazminat da ödenmediğini gözeterek, ölçülü olmadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (İpseftel/Türkiye, §§ 48-69).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin 6/7/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

38. Başvurucu öncelikle uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümü yönünden 1986 yılında imar affı başvurusunda bulunduğunu ve kendisine bu kapsamda tapu tahsis belgesi verildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, söz konusu taşınmazın gerek bu tarihten önce ve gerekse de sonra uzun yıllardır zilyetliğinde bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde imar ıslah planının da yapılmış olduğunu ve bu planda taşınmazın konut alanı olarak ayrılmış olduğunu belirtmiştir.

39. Başvurucu, tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil davası açtığı ve yargılama sırasında Mahkemece belirlenen rayiç bedelini de depo ettiğini belirterek üzerine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirdiğini ifade etmiştir. Başvurucuya göre Kanun'da öngörülen bütün koşulların dava tarihi itibarıyla gerçekleşmiş olduğu İlk Derece Mahkemesince de belirlenmiş ve davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu bununla birlikte, yargılama sırasında yapılan bir imar plan değişikliği gerekçe gösterilerek Yargıtayca hükmün bozulduğu ve bozma ilamına uyan Mahkemenin de davayı reddettiğini belirtmiştir. Başvurucu otuz sekiz yıldır kullandığı bu taşınmaza yatırım yaptığını ve üzerinde oto tamir ve servis istasyonu kurduğunu ancak bu hususun Derece Mahkemelerince hiç dikkate alınmadığından yakınmıştır. Başvurucu sonuç olarak mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahalede bulunulduğunu belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Bakanlık görüşünde, başvurucunun imar planının değiştirilmesi işlemine karşı ilgili idareye bir başvuruda bulunmadığı belirtilmiştir. Bakanlığa göre başvurucunun idarenin muhtemel bir işlemine karşı idari yargı yerinde dava açabileceği de dikkate alındığında başvuru yollarının tüketilmemiş olup olmadığının öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir. Bakanlık esas yönünden ise başvurucunun imar planında yapılan değişikliğin mülkiyet hakkı üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkileri şikâyet ettiği belirtilmiştir. Bakanlık bu konudaki Danıştay ve Yargıtay içtihatlarına atıfla imar planı değişiklikleri yoluyla yapılan hukuki el atmalar bakımından beş yıl boyunca taşınmazın kamulaştırılmamış olması koşulu arandığına dikkati çekmektedir.

41. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında, plan tadilatının başvurucunun adli yargı yerinde açtığı dava devam ederken yapıldığını vurguladıktan sonra kanunda yer alan koşullar gerçekleştikten sonra idare mahkemesine başvuruda bulunmasının beklenemeyeceğini beyan etmiştir. Başvurucu ayrıca mülkiyet hakkına yapılan çok istisnai durumlarda müdahale edilebileceğini belirtmiştir. Başvurucu bu bağlamda, uyuşmazlık konusu taşınmaza yıllardır yatırımlarda bulunduğunu ve iş yeri inşa ettirdiğini, üstelik taşınmazın bulunduğu yerin yakınında zaten birkaç tane okul hatta bir meslek lisesinin de mevcut olduğunu ifade etmiştir.

B. Değerlendirme

42. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Bakanlık görüşünde, imar planı değişikliğine karşı idari ve yargısal yollara başvurulabileceği bildirildiğinden bu aşamada öncelikle başvuru yollarının usulünce tüketilip tüketilmediği değerlendirilmelidir.

44. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında bireysel başvuruda bulunulmadan önce ihlal iddiasının dayanağı olan işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş olan idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının tüketilmiş olması gerektiği belirtilmiştir. Temel hak ihlallerini öncelikle derece mahkemelerinin gidermekle yükümlü olması, kanun yollarının tüketilmesi koşulunu zorunlu kılar (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, §§ 19, 20; Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 26).

45. Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup bu kurala uyulmasının denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 28; Işıl Yaykır, B. No: 2013/2284, 15/4/2014, § 42).

46. Başvuru yollarının etkisiz olduğunun saptanması durumunda söz konusu edilen başvuru yolunun etkili ve erişilebilir olma koşullarını karşılamadığı gerekçesiyle tüketilme zorunluluğu aranmamaktadır. Ancak başvuru yollarının tüketilmesi koşuluna yönelik istisnaların her başvurunun somut özellikleri dikkate alınarak değerlendirileceği de açıktır (Sedat Vural, B. No: 2014/5559, 25/4/2014, § 22).

47. Somut olayda, başvurucuya tapu tahsis belgesi verilen taşınmaz 21/12/1989 tarihli imar plan tadilatına göre konut alanı olarak ayrılmıştır. Başvurucu da bu husus ilgili belediyenin 12/9/2006 tarihli yazısı ile de doğrulandıktan sonra tapu iptali ve tescil davasını açmıştır. Bu taşınmazın imar durumu ise yargılama sırasında değiştirilmiştir.

48. Diğer taraftan başvurucu imar planı değişikliği tarihi itibarıyla tapu kayıt maliki olmadığından başvurucunun plan değişikliği işlemine karşı dava açamayacağı kabul edilmektedir. Nitekim Danıştay Altıncı Dairesinin 5/5/2009 tarihli ve E.2009/200, K.2009/5046 sayılı ilamıyla tapu tahsis belgesi kapsamında plan değişikliği için yapılan talebin idarece reddedilmesinin davacının kişisel, meşru ve güncel bir menfaatini ihlal etmediğine ilişkin ilk derece mahkemesinin hükmü onanmıştır (bkz. § 27). Yine aynı Dairenin 14/9/2009 tarihli ve E.2007/4009, K.2009/8338 sayılı ilamında da tapu tahsis belgesi sahibi davacının taşınmazla henüz mülkiyet ya da mülkiyet benzeri ilişki içinde olmadığı belirtilerek adli yargı yerinde açılan tapu iptali ve tescil davasınınreddedilmesi durumunda davacının dava açma ehliyetini taşımayacağı belirtilmiştir (bkz. § 28). Bu durumda somut olay bakımından belirtilen yolun başarı sunabilen, etkili bir başvuru yolu olarak değerlendirilebilmesi mümkün görülmemektedir.

49. Başvurucu tapu tahsis belgesine dayalı olarak tapu iptali ve tescil açmış, bu davanın reddine dair karara karşı olağan kanun yolu olan temyiz yoluna da başvurmuş ancak başvurucunun temyiz talebi reddedilmiştir. Dolayısıyla somut olayda başvurucunun etkili olabilecek başvuru yollarını tükettikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu anlaşılmaktadır.

50. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

(1) Genel İlkeler

51. Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı; mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin hâlihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun Anayasa'yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacağı" elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti" Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, §§ 36, 37).

52. Meşru beklenti objektif temelden uzak bir beklenti olmayıp bir kanun hükmü, yerleşik bir yargısal içtihat veya ayni menfaatle ilgili hukuki bir işleme dayalı beklentidir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 28). Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanım, mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılmaktadır (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37). Bu çerçevede mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Mustafa Ateşoğlu ve diğerleri, B. No: 2013/1178, 5/11/2015, §§ 49-54).

53. Anayasa Mahkemesi daha önce çeşitli kararlarında tapu tahsis belgesi verilmesinin mülkiyet hakkı bakımından sonuçlarını tartışmıştır. Ayşe Öztürk (B. No: 2013/6670, 10/6/2015) başvurusunda, tapu tahsis belgesi ile başvurucunun kullanımına bırakılan taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescilli olduğu belirtildikten sonra taşınmazın ıslah imar planının yapılmadığı ve doğal sit alanı olarak ilan edilen taşınmaz yönünden 2981 sayılı Kanun'un uygulanamayacağı belirtilmiştir. Bu nedenle başvurucunun, taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihatın bulunmadığı gözetilerek taşınmazın arazisi yönünden başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır (Ayşe Öztürk, §§ 30-62).

54. Süleyman Üstün (B. No: 2013/6767, 4/2/2016) başvurusunda ise tapu tahsis belgesi verilen taşınmazın özel bir kişi adına tapuda kayıtlı olması nedeniyle tahsis belgesinin iptal edilmesi söz konusudur. Bu kararda da tapu tahsis belgesi verilmesi koşullarının oluşmadığının derece mahkemelerince belirlenmiş olmasına vurgu yapılarak mülkiyet hakkının ihlali iddiası yönünden konu bakımından yetkisizlik nedeniyle başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (Süleyman Üstün, §§ 30-61). Yine Mehmet Anduse (B. No: 2013/6821, 3/2/2016) başvurusunda da tapu tahsis belgesinin koşullu olarak kullanım hakkı sağladığı, başvurucunun somut davasında ise tapu tahsis belgesi verilmesi koşullarının dahi gerçekleşmediği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, mevcut koşullarda başvurucuya tapu tahsis belgesi veya tapu verilmesini sağlayan bir kanun hükmü veya yerleşik içtihadın da bulunmadığını ve başvurucunun bunu derece mahkemeleri önünde ispat da edemediği hususlarını dikkate alarak başvurucunun, meşru beklenti kapsamında dahi bir hak veya alacağının olmadığı sonucuna varmıştır (Mehmet Anduse, §§ 37-57).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

55. 4721 sayılı Kanun'un 705. maddesinin birinci fıkrasına göre taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, kural olarak tescille olur. Başvuru konusu olayda ise uyuşmazlık konusu taşınmaz yönünden başvurucunun bir tapu kaydının mevcut olmadığı açıktır. Bununla birlikte başvurucu, imar affı kapsamında verildiğini tapu tahsis belgesi verildiğini ve kanunda öngörülen koşulların gerçekleştiğini belirterek taşınmazın mülkiyetini kazandığını ileri sürmektedir.

56. Tapu tahsis belgesi, tapu senedi olmayıp sadece kişinin söz konusu taşınmazı elinde bulundurduğunu belgelemektedir. Bu belgenin verilmesi, belge sahibine mülkiyet hakkı tanındığı anlamına gelmemekte ve yetkili makamlara tapu senedi verme zorunluluğu getirmemektedir. Gerçekten de 2981 sayılı Kanun’un 10. maddesinde bu belgenin ıslah imar planı gerçekleştirildikten sonra hak sahiplerine verilecek tapu senedi için esas teşkil ettiği belirtilmektedir. Tapu tahsis belgesine dayalı olarak tapu kaydı alınmasının bazı şartları bulunmaktadır. Bu şartların yerine getirilmemesi sebebiyle tapu kaydı verilmemesi hâlinde sadece bu belgeye dayalı olarak kullanılan taşınmazın elinden alınması ile başvurucunun alacaklı konuma geldiğinden söz edilemez.

57. Ancak başvuru konusu olay, pek çok yönüyle yukarıda değinilen başvurulardan ayrılmaktadır. Öncelikle Ayşe Öztürk başvurusundan farklı olarak uyuşmazlık konusu taşınmazın özel mülke konu olması yasaklanan sit alanı, orman veya mera gibi bir taşınmaz olmadığı anlaşılmaktadır. İkincisi, Süleyman Üstün başvurusundan farklı olarak koşulları gerçekleşmediği hâlde tapu tahsis belgesi verildiğinin tespit edilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Başvuruya konu taşınmaz kanunda öngörüldüğü gibi Hazine adına tapuda kayıtlı olup başvurucunun süresinde imar affı başvurusunda bulunduğundan tapu tahsis belgesi verildiği, bu belgenin sonradan iptal de edilmediği görülmektedir.

58. Son olarak Mehmet Anduse kararında da belirtildiği gibi başvurucunun tahsis belgesine dayalı olarak mülkiyeti edinebilmesi için kanunda öngörülen koşulların gerçekleştiğini ispat etmesi gerekmektedir. Başvuruya konu davada verilen hükmün temyizi üzerine Yargıtay bozma ilamında bu koşulların neler olduğu açık olarak sayılmıştır. Anayasa Mahkemesinin görevi, başvuruya konu olguların eşya hukuku bağlamında bir değerlendirmesini yapmak değildir. Bireysel başvurunun ikincil doğası gereği ilgili hukuk kurallarının yorumlanmasının derece mahkemelerinin takdirinde olduğu kuşkusuzdur. Ancak somut olayda başvurucu, dava tarihi itibarıyla tapu tahsis belgesine dayalı tescil koşullarının gerçekleştiğini derece mahkemeleri önünde de ileri sürmüştür. İlk Derece Mahkemesinin 1/3/2012 tarihli davanın kabulüne ilişkin kararında, 2981 sayılı Kanun ile öngörülen tescil için gerekli bütün koşulların tamamlanmış olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, taşınmazın rayiç bedelini de mahkeme veznesine depo etmiştir. Böylelikle kanun gereği tapu tahsis belgesi sahibi olan başvurucuya bir nevi "alım hakkı" tanınmak suretiyle mülkü edinme imkânı tanınmıştır.

59. Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin 17/10/2012 tarihli bozma ilamında da bu koşullar somutlaştırılarak tek tek sayılmış ve belirtilen bu koşulların gerçekleşip gerçekleşmediği tartışılmıştır. Daireye göre bu koşullardan biri de tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olmasıdır. Somut olayda ise başvurucu tarafından davanın açıldığı tarihten önce ve dava tarihi itibarıyla taşınmazın imar durumunun "konut alanı" olarak belirlenmiş olduğu derece mahkemelerince tespit edilmiştir. Nitekim Daire, uyuşmazlık konusu taşınmazın imar durumunun dava tarihi öncesinde "konut alanı" olarak belirlenmiş iken yargılama sırasında "meslek lisesi" olarak değiştirilmesi nedeniyle hükmün bozulmasına karar vermiştir. Bozma ilamında, açık olarak yargılama sırasında yapılan bu imar değişikliği dışında "diğer bütün koşulların gerçekleşmiş olduğu" kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucu yönünden tapu tahsis belgesine dayalı tescil koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleşmiş olduğu derece mahkemelerince tespit edilmiştir. Bu durumda, derece mahkemelerinin dava tarihi itibarıyla tescil için gerekli bütün koşulların gerçekleştiği yönündeki tespiti de dikkate alındığında başvurucunun, uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde "meşru bir beklentisinin" mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun söz konusu meşru beklentisi soyut bir temele de dayalı olmayıp somut bir şekilde Derece Mahkemelerinin açık tespitlerine dayanmaktadır. Bu nedenle somut olay bakımından başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu değerlendirilmiştir.

b. Müdahalenin Varlığı

60. Anayasa’nın 35. maddesi ve mülkiyet hakkına temas eden hükümler içeren diğer hükümleri dikkate alındığında, Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Bu maddenin birinci fıkrasında herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle "mülkten barışçıl yararlanma hakkı"na yer verilmiş, ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenmekle aynı zamanda "mülkten yoksun bırakma"nın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, §§ 55-58).

61. Başvuru konusu olayda başvurucunun tapu tahsis belgesi sahibi olduğu ve kanunda öngörülen bütün tescil koşullarının da gerçekleştiği tespit edilen taşınmazın, sonradan yargılama sırasında imar durumu değiştirilmiş ve bu yüzden söz konusu taşınmazın tapuya tescil edilmesi talebi reddedilmiştir. Dolayısıyla kamu makamlarınca yapılan bu işlemlerin başvurucunun mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır. Anayasa Mahkemesi, imar uygulamaları yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin, kural olarak mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolü niteliği taşıdığını sıklıkla içtihatlarında belirtmiştir (Yüksel Bazarkaya, B. No: 2013/6615, 20/4/2016, § 65; Faruk Aksekili, B. No: 2013/1261, 4/2/2016, § 57). Ayrıca müdahalenin sadece sonucu değil amacının da değerlendirilmesi suretiyle müdahalenin türü belirlenmelidir. Ancak somut olayda mülkiyetin salt şehircilik ve planlama ilkeleri gibi kamu yararı doğrultusunda kullanılmasını kontrol eden/düzenleyen bir müdahale söz konusu değildir. Derece mahkemeleri, yargılama devam ederken belediyece yapılan imar planı değişikliğini gerekçe göstererek, başvurucunun tescil talebini reddetmiştir. Buna göre somut olayda asıl müdahale, derece mahkemelerinin yargılama sırasında tescil koşullarının değişebileceği yönündeki kabulünden kaynaklanmaktadır. Zira bu imar planı değişikliğine rağmen tescil davasının açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilerek kabul edilseydi müdahale sadece üçüncü kural çerçevesinde incelenebilirdi. Hâlbuki dava tarihi itibarıyla kanunda öngörülen tescil koşullarının gerçekleştiği kabul edilmesine karşın, sonradan bu koşullarda yapılan değişikliğe dayalı olarak başvurucunun mülkünden yoksun bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan ve mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolünü veya düzenlenmesini aşan nitelikteki söz konusu müdahalenin türünün, yoksun bırakma niteliğinde olduğu açıktır (İpseftel/Türkiye, §§ 60-62).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

62. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

63. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin, kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

(1) Kanunilik

64. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt hukuka dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin hukuka dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

65. Somut olayda taşınmazın başvurucu adına tapuya tescil edilmemesinin temel gerekçesi, belediye tarafından yapılan imar planı değişikliğidir. Bu imar planı değişikliğinin ise 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 10. maddesine dayalı olduğu açıktır. Bununla birlikte yukarıda da değinildiği üzere asıl müdahale, tapu iptali ve tescil davasında derece mahkemelerinin tescil koşulları ile ilgili yorumundan kaynaklanmaktadır. Anayasa Mahkemesinin hukuk kurallarının uygulanmasına yönelik şikâyetleri bakımından görevi, bireysel başvurunun ikincillik doğası gereği sınırlıdır. Somut olayda da müdahalenin niteliğini dikkate alan Anayasa Mahkemesi, hukukun uygulanmasına dair kamusal makamların yaklaşımının Anayasa'nın 35. maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin takip edilen meşru amacı gerçekleştirmede başarılı olup olmadığını sorgulayarak sonuca varacaktır.

(2) Meşru Amaç

66. Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

67. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır (AYM, E.2010/30, K.2012/7, 19/1/2012).

68. Anayasa’da yer alan eğitim ve öğrenim hakkı, kamu otoritelerine bireyin eğitim ve öğrenim almasını engellememe negatif ödevini yüklemekle birlikte, bütün bireylere her alanda eğitim ve öğrenim sağlaması şeklinde pozitif bir ödev yüklememektedir (Hikmet Balabanoğlu, B. No: 2012/1334, 17/9/2013, § 29). Bu bağlamda kanun koyucunun ve kamu makamlarının, Anayasa'nın 42. maddesinde öngörülen bu yükümlülüğün yerine getirebilmesi bakımından bazı tedbirler alması doğal olup bu tedbirler kapsamında eğitim öğretim faaliyetlerinin gerçekleştirileceği fiziksel mekânların oluşturulması da zorunlu bir kamusal ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Diğer taraftan insan, toplum, çevre ilişkilerinde kişi ve aile mutluluğu ile toplum hayatını yakından etkileyen fiziksel çevreyi sağlıklı bir yapıya kavuşturmak, yatırımların yer seçimlerini ve gelişme eğilimlerini yönlendirmek ve toprağın koruma, kullanma dengesini en akılcı biçimde şehircilik ilkelerine uygun olarak belirlemek amacıyla düzenlenen imar planlarının yapılmasında ve imar planında belirtilen biçimde davranılmasında da kamu yararı olduğu açıktır (AYM, E.1988/34, 1989/26, 21/6/1989). Buna göre eğitim öğretim faaliyetlerinin yürütüleceği fiziksel mekânların oluşturulması için gerekli altyapının hazırlanması ve şehircilik ilkelerine uygun olarak imar planları kapsamında bu doğrultuda düzenlemeler yapılmasının kamu yararına olduğu açıktır.

69. Dolayısıyla başvuru konusu olayda tahsise konu taşınmazın "meslek lisesi" alanı olarak kamu hizmetine ayrıldığı gerekçesiyle başvurucu adına tapuya tescil edilmemesinde kamu yararının olduğu ve müdahalenin bu nedenle meşru bir amacı içerdiği anlaşılmaktadır.

(3) Ölçülülük

(a) Genel İlkeler

70. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenilen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

71. Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi gereği, kişilerin mülkiyet haklarına getirilen sınırlamanın hakkın özüne dokunmaması ve ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin sınırlandırılan hakkı arasında adil bir dengenin kurulması gerekir. Bu adil denge, mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle bireye, şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfetin yüklenmesi durumunda bozulmuş olur. Müdahalenin ölçülülüğünü değerlendirirken Anayasa Mahkemesi, bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini ve diğer taraftan müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını da gözönünde tutarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır.

72. Ölçülülük ilkesi, “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik” öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, “gereklilik” ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, “orantılılık” ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/807, 19/12/2013, § 38).

(b) İlkelerin Olaya Uygulanması

73. Başvuru konusu olayda başvurucu, uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümü yönünden imar affı başvurusunda bulunmuş ve kendisine 14/8/1986 tarihinde tapu tahsis belgesi verilmiştir. Bu taşınmazın bulunduğu yerde 1989 yılında imar ıslah planı yapılmış, 21/12/1989 tarihli plan tadilatıyla da taşınmazın imar durumu konut alanı olarak belirlenmiştir. Başvurucu bunun üzerine, kanunda öngörülen tescil koşullarının gerçekleştiği iddiasıyla Hazine aleyhine 18/6/2007 tarihinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Ancak mahkemenin yargı çevresinin değişmesi, dava konusu taşınmazın yargılama devam ederken Hazine tarafından TOKİ'ye devredilmesi gibi nedenlerle yargılama uzun sürmüş, davanın açıldığı tarihten ancak yaklaşık dört yıl gibi bir süre geçtikten sonra 27/7/2011 tarihinde keşif icra edilebilmiştir. Başvurucu yapılan keşif sonucu taşınmazın belirlenen rayiç bedelini de mahkeme veznesine depo etmiş ve Mahkemece başvurucu yararına bütün koşulların gerçekleştiği belirtilerek 1/3/2012 tarihinde davanın kabulüne karar verilmiştir. Ancak hükmün temyizi aşamasında Yargıtay, diğer bütün koşulların gerçekleşmiş olduğunu kabul etmekle birlikte, yargılama sırasında 2010 yılında yapılan imar plan değişikliğiyle taşınmazın imar durumunun "meslek lisesi alanı" olarak belirlendiği gerekçesiyle 17/10/2012 tarihinde hükmü bozmuştur. Mahkeme de 30/5/2013 tarihinde bozma ilamına uymuş ve davanın reddine karar vermiştir. Yargıtay da 26/5/2014 tarihinde hükmü vekâlet ücreti yönünden düzelterek onamıştır.

74. Derece mahkemelerinin 2981 sayılı Kanun ile ilgili somut davadaki yorum ve tespitlerinden de anlaşıldığı üzere, tapu tahsis belgesinin, başvurucuya taşınmazı kullanma ve anılan Kanun'da öngörülen koşulların yerine getirilmesi kaydıyla bu taşınmazı edinme hakkı tanıdığı anlaşılmaktadır. Buna göre öncelikle, hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesi mevcut olmalıdır. Somut olayda başvurucuya tapu tahsis belgesinin verilmiş olduğu ve bu belgenin hukuki geçerliliğini de kaybetmediği tespit edilmiştir. İkinci olarak, tahsise konu yerde 3194 sayılı Kanun'un 18. maddesi uyarınca imar uygulama planı veya 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmış olmalıdır. Uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu yerde 1989 yılında ıslah imar planı yapıldığı anlaşılmaktadır. Üçüncü olarak başvurucuya tapu tahsis belgesi gereğince başka bir yerden tahsis de yapılmadığı belirlenmiştir. Yine taşınmazın rayiç bedeli de keşif yapılarak uzman bilirkişiler aracılığıyla saptanmış ve mahkeme veznesine depo edilmiştir. Dolayısıyla bu koşulların tamamının somut olayda gerçekleşmiş olduğu derece mahkemelerince kabul edilmiştir.

75. Başvuru konusu olayda başvurucunun tescil talebi bakımından belirleyici koşul ise tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılıp ayrılmadığı ve imar planına göre konut alanında kalmış olup olmadığı hususunun değerlendirilmesidir. İhlal iddiasına konu taşınmazın 21/12/1989 tarihinde yapılan plan tadilatına göre konut alanında kaldığı açıktır. Nitekim taşınmazın imar durumunun başvurucunun açtığı dava öncesinde değişmediği, belediyece gönderilen 12/9/2006 tarihli yazı içeriğinden de anlaşılmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun tescilini talep ettiği taşınmaz bölümünün imar durumunun dava tarihi itibarıyla "konut alanı" olarak belirlenmiş olduğu dikkate alınmalıdır. Bununla birlikte, başvurucudan kaynaklanmadığı anlaşılan mahkemenin yargı çevresinin değişmesi, dava konusunun el değiştirmesi gibi sebeplerle yargılamanın uzun sürdüğü ve yargılama devam ederken taşınmazın imar durumunun değiştirildiği görülmektedir. Buna göre belediye tarafından taşınmazın imar durumu "meslek lisesi" olarak değiştirilmiştir. Yargıtay da taşınmazın konut alanı olmaktan çıkarılarak kamu hizmetine ayrılmış olması nedeniyle başvurucu adına tescil edilemeyeceği gerekçesine dayanarak davanın kabulüne ilişkin İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. Dolayısıyla derece mahkemelerinin, tescil koşullarının aslında dava tarihi itibarıyla gerçekleştiğini kabul ettikleri ancak yargılama sonrası yapılan imar planı değişikliğini gerekçe göstererek davayı reddettikleri görülmektedir. Bu durumda, yargılama uzun sürmemiş olsaydı başvurucunun tescil talebinin kabul edilmiş olacağı açıkça belirlidir. Diğer bir deyişle başvuruya konu yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması başvurucunun aleyhine bir durum ortaya çıkarmıştır.

76. Buna göre taraflar arasında yargılama başladıktan sonra belediye tarafından yapılan imar durum değişikliğiyle davalı Hazinenin başvurucuya nazaran önemli ölçüde avantajlı hâle geldiği anlaşılmaktadır. Bunun ise başvurucu yönünden öngörülebilir bir durum olmadığı kuşkusuzdur. Hâlbuki davanın açıldığı tarihte başvurucunun uyuşmazlık konusu taşınmazı (mülkü) edinme hususunda meşru bir beklentisinin olduğu derece mahkemelerince de kabul edilmiştir. Nitekim Yargıtay ayrıca, İlk Derece Mahkemesince başvurucu aleyhine vekâlet ücretine hükmedilmesini başvurucunun dava açılmasına sebebiyet vermediği gerekçesiyle hukuka aykırı görmüştür. Üstelik yerleşik Danıştay içtihatlarına göre başvurucunun, yargılama sırasında yapılan söz konusu imar planı değişikliğine karşı dava açma hakkının da mevcut olmadığı görülmektedir. Başvurucu, mülkiyet hakkı kapsamında meşru beklentisinin bulunduğu değerlendirilen söz konusu taşınmaz bölümü üzerinde bu beklentisi doğrultusunda çeşitli yatırımlar yaptığını ve işyerinin mevcut olduğunu da öne sürmektedir. Başvurucunun tescil talebine ilişkin davanın reddedilmesiyle, bu taşınmazı kullanım olanağı da ortadan kalkmaktadır. Buna karşın başvurucunun uğradığı zararların giderimine ilişkin herhangi bir yolun da mevcut olmadığı görülmektedir.

77. Sonuç olarak başvurucuya tapu tahsis belgesi verilmiş, tahsis belgesi verilen taşınmazın bulunduğu yerde ıslah imar planı yapılarak taşınmazın imar durumu "konut alanı" olarak belirlenmiştir. Başvurucu da 2981 sayılı Kanun'da öngörülen tescil koşullarının gerçekleşmiş olduğu iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Derece mahkemeleri de kanunda öngörülen tescil koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleştiğini tespit etmiştir. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklentisi doğmuştur. Ancak yargılama sırasında taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi gerekçesine dayalı olarak başvurucunun tescil davası reddedilmiştir. Böylece başvurucu lehine mevcut olan hukuksal durum, kamu gücü eliyle ve tek taraflı olarak öngörülemez bir biçimde değiştirilmiştir. Üstelik bu durum, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutumundan kaynaklanmış, ancak meydana gelen sonuçtan yine kamu makamları yararlanmıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin tescil koşullarının yargılama sırasında değişebileceğini meşru gören söz konusu kabulünün, başkaca herhangi bir giderim imkânının da sağlanmadığı dikkate alındığında, başvurucu açısından şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfete yol açtığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvurucunun kamunun yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılmıştır.

78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

79. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

80. Başvurucu, ihlalin tespiti ile mülkiyet hakkının korunmasına karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

81.Başvuruda mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

82. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 6/7/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET UKAV BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/12898)

 

Karar Tarihi: 29/11/2018

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Mehmet UKAV

Vekili

:

Av. Emine Rezzan AYDINOĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru tapu tahsis belgesine dayalı olarak mülk edinme koşullarının oluştuğu hâlde taşınmazın tapuya tesciline ilişkin talebin reddedilmesi sebebiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/7/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu, İstanbul'un Üsküdar ilçesine bağlı Bulgurlu Mahallesi 48 ada 1 parsel sayılı Maliye Hazinesi (Hazine) adına tapuda kayıtlı bulunan taşınmaz üzerinde -başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte- tek katlı bir gecekondu inşa ettirmiştir.

9. Başvurucu, bu taşınmazda bulunan gecekondusu için 5/3/1984 tarihinde 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun kapsamında imar affı başvurusu yapmıştır.

10. Millî Emlak Müdürlüğü tarafından 6/10/1984 tarihinde bu taşınmaz için anılan 2981 sayılı Kanun’a göre tapu tahsis belgesi düzenlenerek başvurucuya verilmiştir. Anılan tapu tahsis belgesi Tapu Müdürlüğü tarafından 16/10/1984 tarihinde, taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlenmiştir.

11. Üsküdar Belediyesince (Belediye) bu taşınmazın bulunduğu yerde 16/3/1989-17/10/1990 tarihli 1/1000 ölçekli Islah İmar Planı yapılmıştır. Belediyenin 21/12/1989 tarihli plan tadilatında, anılan taşınmaz konut alanı olarak ayrılmış ve bu taşınmazın üzerinde beş kat yükseklikte bina yapılabilmesine izin verilmiştir. Belediye, bu hususları 12/9/2006 tarihinde Kadıköy Emlak Müdürlüğüne bildirmiştir.

12. Başvurucu 17/12/2007 tarihinde Hazine aleyhine Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde, başvurucunun tapu tahsis belgesinin mevcut olup uzun bir süreden beri bu taşınmazı zilyetliğinde bulundurduğu belirtilerek tapu verilmesi koşullarının oluştuğu iddia edilmiştir.

13. Bu arada taşınmazın konumuna ilişkin bilgiler değişmiştir. Buna göre taşınmaz, yeni kurulan Ataşehir ilçesine bağlı Örnek Mahallesi 1439 ada 1 parsel olarak tapuda tescilli bulunmaktadır. Mahkeme, taşınmazın bulunduğu ilçe ve mahallenin değiştiğini gözeterek 24/7/2008 tarihinde yetkisizlik kararı vermiştir.

14. Yetkisizlik kararı sonrası dava dosyası Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir. Yapılan yargılama sırasında 25/5/2011 tarihinde taşınmaz Toplu Konut İdaresine (TOKİ) devredilmiştir. Başvurucunun talebi üzerine TOKİ de yargılamaya davalı olarak dâhil edilmiştir. Mahkeme, mimari ve kadastro alanında uzman teknik bilirkişiler eşliğinde dava konusu taşınmazın başında 30/11/2011 tarihinde keşif icra etmiştir. Bilirkişilerin 3/1/2012 tarihli raporunda, taşınmazın imar durumunun konut olarak belirlendiği ve düzenleme ortak payı düşüldükten sonra 195,86 m² yüzölçümlü alanın başvurucu tarafından kullanıldığı, taşınmazın değerinin ise 244.825 TL olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bilirkişi raporunda belirtilen taşınmaz bedelini Mahkemece gösterilen banka şubesine depo etmiştir.

15. Yapılan yargılama neticesinde Mahkeme 1/3/2012 tarihinde Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden reddine, TOKİ yönünden açılan davanın ise kabulüne karar vermiştir. Mahkeme davanın kabulüyle birlikte taşınmazın tapu kaydının kısmen iptali ile 19.586/559.340 payının başvurucu adına tesciline, depo edilen taşınmaz bedelinin ise davalı TOKİ'ye ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun taşınmazın bir kısmının zilyedi olup kendisine tapu tahsis belgesi verildiği belirtilmiştir. Mahkeme bu doğrultuda başvurucunun tahsis belgesi verilmesi için gerekli ücreti ödediğini ve taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesinde şagil (işgalci) olarak gösterildiğini tespit etmiştir. Mahkeme ayrıca tapu tahsis belgesinin verildiği tarihten bu yana da başvurucunun zilyetliğinin devam ettiğine dikkati çekmiştir. Mahkemeye göre 2981 sayılı Kanun ile öngörülen tescil için gerekli bütün koşullar tamamlanmış olup tescile kanuni bir engel de bulunmamaktadır.

16. Karar, davalı TOKİ tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 14. Hukuk Dairesi (Daire), 6/6/2012 tarihinde taşınmazın son imar durumunun Belediye Başkanlığından sorulması için dosyanın mahalline iadesine karar vermiştir. İlk derece mahkemesinin 25/7/2012 tarihli yazısıyla taşınmazın imar planında konut alanında kalıp kalmadığı ve herhangi bir kamu hizmetine tahsis edilip edilmediği Ataşehir Belediye Başkanlığından sorulmuştur. Belediye Başkanlığının 2/8/2012 tarihli yazısıyla dava konusu taşınmazın 28/5/2010 tarihli ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planı tadilatında meslek lisesi alanı olarak ayrıldığı bildirilmiştir.

17. Daire 17/10/2012 tarihinde hükmün bozulmasına karar vermiştir. Daire ilk olarak tapu tahsis belgesinin bir mülkiyet belgesi olmayıp yalnızca fiilî kullanmayı belirleyen ve ilgilisine kişisel bir hak sağlayan zilyetlik belgesi olduğunu vurgulamıştır. Kararda ayrıca tahsis kapsamındaki yerin hak sahibi adına tescil edilebilmesi için gerekli koşullar sıralanmıştır. Buna göre;

a. Hukuki yönden geçerliliğini koruyan bir tapu tahsis belgesi mevcut olmalıdır.

b. Tahsise konu yerde 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca imar uygulama planı veya 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmış olmalıdır.

c. İlgilisine tapu tahsis belgesi gereğince başka bir yerden tahsis yapılmamış olmalıdır.

d. Tahsise konu yerin kamu hizmetine ayrılmamış ve imar planına göre konut alanında kalmış olması gerekmektedir.

e. Tahsise konu yer ile tescili istenilen taşınmazın aynı yer olup olmadığı ve taşınmazın niteliğinin belirlenmesi amacıyla mahallinde uzman bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmalıdır.

f. Tahsise konu arsa bedelinin ödenmiş olması, ödenmemiş ise taşınmazın dava tarihindeki rayiç değeri, uzman bilirkişiler aracılığıyla saptanarak hükümden önce mahkeme veznesine veya belirlenecek tevdi mahalline depo edilmiş olmalıdır.

g. Yedinci ve son olarak ise imar parsellerinin oluşturulması sırasında taşınmazdan düzenleme ortaklık payı kesilip kesilmediği belirlenerek kesilmiş ise uygulanan oran saptanmalıdır.

18. Daire, ancak bu koşulların gerçekleşmesi durumunda tahsis miktarında düzenleme ortaklık payı oranında yapılacak indirimden sonra kalan miktarın tesciline karar verilebileceğini belirtmiştir. Bozma ilamında, somut olayda dava konusu taşınmazın meslek lisesi olarak ayrıldığına vurgu yapılmıştır. Daireye göre taşınmazın bu imar durumu nedeniyle tescil kararı verilmesi mümkün değildir. Kararın gerekçesinde, tahsis belgesine dayalı olarak oluşturulan imar parselinin ancak konut alanında kalmış olması durumunda tescile karar verilebileceği belirtilmiştir. Daire sonuç olarak tapu tahsis belgesine dayalı tescil davasında lüzumlu olan diğer koşullar gerçekleşmiş ise de belirtilen koşulun gerçekleşmediği gerekçesiyle hükmün bozulması gerektiği sonucuna varmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi aynı Dairenin 27/2/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

19. Bozma kararı sonrası dava dosyasının devredildiği İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/6/2013 tarihinde davalı Hazine yönünden açılan davanın husumet yönünden, davalı TOKİ yönünden açılan davanın ise esastan reddine karar vermiştir.

20. Temyiz edilen hüküm Daire tarafından 12/1/2015 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 11/6/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

21. Nihai karar başvurucu vekiline 14/7/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Başvurucu 28/7/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

23. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Osman Ukav, B. No: 2014/12501, 6/7/2017, §§ 24-36.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 29/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucu öncelikle uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümü yönünden 1984 yılında imar affı başvurusunda bulunduğunu ve kendisine bu kapsamda tapu tahsis belgesi verildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, söz konusu taşınmazın gerek bu tarihten önce ve gerekse de sonra uzun yıllardır zilyetliğinde bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca taşınmazın bulunduğu yerde imar ıslah planının da yapılmış olduğunu ve bu planda taşınmazın konut alanı olarak ayrılmış olduğunu belirtmiştir.

26. Başvurucu, söz konusu tapu tahsis belgesine dayalı tapu iptali ve tescil davası açtığı ve yargılama sırasında Mahkemece belirlenen rayiç bedelini de depo ettiğini belirterek üzerine düşen bütün yükümlülükleri yerine getirdiğini ifade etmiştir. Başvurucuya göre kanunda öngörülen bütün koşulların dava tarihi itibarıyla gerçekleşmiş olduğu ilk derece mahkemesince de belirlenmiş ve davanın kabulüne karar verilmiştir. Başvurucu bununla birlikte, yargılama sırasında yapılan bir imar plan değişikliği gerekçe gösterilerek Yargıtayca hükmün bozulduğu ve bozma ilamına uyan Mahkemenin de davayı reddettiğini belirtmiştir. Başvurucu herhangi bir tazminat da ödenmeden söz konusu taşınmaz bölümünün elinden alındığından yakınmıştır. Başvurucu sonuç olarak bu gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

27. İddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak Anayasa’nın 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

29. Başvuruya konu olayda uygulanacak ilkeler Anayasa Mahkemesinin Osman Ukav kararı ile ortaya konulmuştur (Osman Ukav, §§ 45-76).

30. Buna göre somut olayda derece mahkemelerince uyuşmazlık konusu taşınmazın dava tarihi itibarıyla konut alanında olduğu ve yine bu tarihe göre yargılama sırasında yapılan imar planı değişikliği dışında diğer bütün koşulların gerçekleşmiş olduğu kabul edilmiştir. Dolayısıyla başvurucu yönünden tapu tahsis belgesine dayalı tescil koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleşmiş olduğu yönündeki derece mahkemelerinin tespiti dikkate alındığında başvurucunun, uyuşmazlık konusu taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklentisinin mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucunun söz konusu meşru beklentisi soyut bir temele de dayalı olmayıp somut bir şekilde derece mahkemelerinin açık tespitlerine dayanmaktadır. Bu nedenle somut olay bakımından başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında korunması gereken bir menfaatinin mevcut olduğu değerlendirilmiştir (Osman Ukav, §§ 51-59).

31. Anayasa Mahkemesi dava tarihi itibarıyla kanunda öngörülen tescil koşullarının gerçekleştiği kabul edilmesine karşın, sonradan bu koşullarda yapılan değişikliğe dayalı olarak tescil talebinin reddedilmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir. Ayrıca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan söz konusu müdahalenin türünün, yoksun bırakma niteliğinde olduğu değerlendirilerek başvuru müdahale türlerine ilişkin ikinci kural çerçevesinde incelenmiştir (Osman Ukav, §§ 60-61).

32. Anayasa Mahkemesince müdahalenin niteliği gözetilerek kamu makamlarının yaklaşımının Anayasa'nın 35. maddesindeki gereklilikleri karşılayıp karşılamadığı konusunda müdahalenin takip edilen meşru amacı gerçekleştirmede başarılı olup olmadığı sorgulanarak sonuca varılacağı ifade edilmiştir (Osman Ukav, § 65). Başvuru konusu olayda tahsise konu taşınmazın meslek lisesi alanı olarak kamu hizmetine ayrıldığı gerekçesiyle başvurucu adına tapuya tescil edilmemesinde kamu yararının olduğu ve müdahalenin bu nedenle meşru bir amacı içerdiği vurgulanmıştır (Osman Ukav, §§ 66-69).

33. Son olarak ölçülülük yönünden yapılan değerlendirmede ise başvurucuya tapu tahsis belgesi verildiği ve tahsis belgesi verilen taşınmazın bulunduğu yerde ıslah imar planı yapılarak taşınmazın imar durumu konut alanı olarak belirlendiği tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu da 2981 sayılı Kanun'da öngörülen tescil koşullarının gerçekleşmiş olduğu iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası açmıştır. Derece mahkemeleri de kanunda öngörülen tescil koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleştiğini tespit etmişlerdir. Bu sebeple başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında taşınmazın mülkiyetini edinme yönünde meşru bir beklentisi doğmuştur. Ancak yargılama sırasında taşınmazın imar durumunun değiştirilmesi gerekçesine dayalı olarak başvurucunun tescil davası reddedilmiştir. Böylece başvurucu lehine mevcut olan hukuksal durum, kamu gücü eliyle ve tek taraflı olarak öngörülemez bir biçimde değiştirilmiştir. Üstelik bu durum, başvurucunun elinde olmayan sebeplerle ve bütünüyle kamu makamlarının tutumundan kaynaklanmış, ancak meydana gelen sonuçtan yine kamu makamları yararlanmıştır. Dolayısıyla derece mahkemelerinin tescil koşullarının yargılama sırasında değişebileceğini meşru gören söz konusu kabulünün, başkaca herhangi bir giderim imkânının da sağlanmadığı dikkate alındığında, başvurucu açısından şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfete yol açtığı değerlendirilmiştir. Bu sebeple müdahalenin amaçladığı kamu yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu sonucuna varılarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir (Osman Ukav, §§ 70-78).

34. Aynı taşınmazın başka bir bölümü ile ilgili somut başvuru yönünden bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus söz konusu değildir. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı ve olağandışı bir külfet yüklediği, bu sebeple müdahalenin amaçladığı kamu yararı ile mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu ve müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

35. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

36. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

37. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

38. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

39. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

40. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

41. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

42. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

43. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).

44. Başvurucu, ihlalin tespiti ile mülkiyet hakkının korunmasına karar verilmesi taleplerinde bulunmuştur.

45. Anayasa Mahkemesi başvurucunun tapu tahsis belgesinin koşullarının dava tarihi itibarıyla gerçekleştiği kabul edilmesine rağmen tescil talebinin derece mahkemelerince kabul edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

46. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

47. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL tutarındaki yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul Anadolu 16. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2013/131, K.2013/271) GÖNDERİLMESİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.