I. GENEL OLARAK

Alacağını tahsil etmek için dava açan veya haciz ya da iflâs yoluyla takibe girişen alacaklının, borçlunun mallarını haczettirmesi ya da borçlunun hakkında iflâs kararı verilmesi için aradan uzun bir süre geçmektedir. Borçlunun tasarruf yetkisi, malları haczedilinceye kadar veya hakkında iflâs kararı verilinceye kadar kısıtlanmış değildir. Bu nedenle, uygulamada yakında mallarına haciz konulması ihtimali bulunan ya da iflâs etmek üzere olan borçluların, alacaklılarından kaçırmaya yönelik bir takım faaliyetlerde bulunarak onları zarara uğrattıklarına sıklıkla rastlanılmaktadır.

Hakkında haciz işlemine girişilen, iflâsta; iflâs kararı verilen borçlunun tasarruf yetkisi, bu tarihten itibaren kısıtlanır. Hacizden ve iflâs kararından önce, malları üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilen borçlular, henüz alacaklıların haciz ve iflâs yolu ile takibine hedef olmadan, onlardan mal kaçırmak yani, onların hakkında yapacağı takibi semeresiz bırakmak amacı ile, malvarlığının tamamını ya da bir kısmını, bir takım hileli işlemlerle (yani, bedelsiz olarak ya da çok ucuz bedelle) başkalarına özellikle, yakınlarına, kendisinin bu amacını bilen arkadaşlarına devredebilirler ya da bedelini kendisi ödeyerek yakınları üzerine taşınır/taşınmaz mal satın alarak malvarlığını azaltabilirler.  İşte, bu gibi kötü niyetli borçluların mal kaçırmak kastı ile yaptıkları bu tür işlemlerden zarar gören alacaklıları korumak amacı ile onlara “tasarrufun iptali davası” denilen bir dava açma hakkı tanınmıştır.

 Bu durumu göz önünde bulunduran kanun koyucu, tasarrufun iptali davasını düzenlemek suretiyle (İİK m. 277-284), borçlunun, hacizden veya iflâsından önceki bir tarihte malvarlığına dâhil bazı değerleri hukuken geçerli bir takım tasarruf işlemleriyle malvarlığı dışına çıkarmış olması halinde, aciz vesikası sahibi alacaklıyı ve iflâs halinde iflâs alacaklılarını korumak maksadıyla tasarruf işlemi konusu malların, belirli şartlar altında tekrar alacaklının cebri icra sahası içine çekilebilmesine veya iflâs masasına alınabilmesine imkân tanımıştır.

İptal davası  Madde 277 : (İptal davasından maksat 278, 279 ve 280 inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir. Bu davayı aşağıdaki şahıslar açabilirler: 1 – Elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklı, 2 – İflas idaresi yahut 245 inci maddede ve 255 inci maddenin 3 üncü fıkrasında yazılı hallerde alacaklıların kendileri.

II. HUKUKSAL NİTELİĞİ

A. KİŞİSEL NİTELİKTE BİR EDİM DAVASI OLMASI

Ayni hak taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen hak; Şahsi hak kişilere eşya üzerinde bir başkasının ayni hakkına dayanarak, onunla olan bir hukuki ilişkisi nedeniyle hakimiyet imkanı sağlayan bu nedenle sadece hukuki ilişkinin muhatabına karşı ileri sürülebilen haklardır. Dava konusunun kişisel bir hakkın oluşturulduğu davalara kişisel dava, ayni bir hakkın oluşturduğu davalara ayni dava denir. İptal davası, dava konusu malın aynına ilişkin olmayıp bu yönüyle kişisel(şahsi) bir davadır.* İptal davasıyla malın mülkiyeti üçüncü kişiden alınarak borçluya teslim edilmemekte, davacının malın bedeli üzerinden alacağına ulaşmasının yolunu açmaktadır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi  ESAS NO : 2021/1820  KARAR NO : 2021/4717 sayılı ilamında;” İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da iyi niyet kurallarına aykırılık nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktadır. Davacı, iptal davası ile sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağı sağlayan, nispi nitelikte, yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların ayni ile ilgili değildir.” Şeklinde belirtmiştir.

İptal davasının kişisel bir dava olmasının sonuçları şunlardır;

a. İptal davası açılabilecek durumlarda mülkiyet borçlunun devrettiği üçüncü kişidedir. İptal davası ile malın geri verilmesi, mülkiyetin tespiti ya da el değiştirmesi istenemez.** Bu yönüyle iptal davası istihkak davasından farklıdır. Zira İstihkak davası açılabilecek durumlarda mülkiyet üçüncü kişide değil, borçludadır. İstihkak davası ile mülkiyet hakkının tespiti ve malın geri verilmesi istenir.

b. Taşınmazın aynına ilişkin bir sonuç doğmaz. Bu bakımdan mahkeme tescile, tapu kaydının iptaline veya düzeltilmesine (tahsisine) karar veremez.

c. HMK m. 12’deki kesin yetki kuralı, iptal davasında uygulanmaz.* Yani iptal davasının mutlaka taşınmazın bulunduğu yerde açılması gerekmez.

d. İptal kararlarının icra edilebilmesi için kesinleşmesine gerek yoktur.**

İptal davası da bir edim davasıdır. Zira alacaklı bu davayla kendisine cebri icra yoluyla satılan mal üzerinden alacağı oranında para verilmesini istemektedir.

B. İŞLEMİN HUKUKEN GEÇERLİ OLMASI ve DAVA SONUCUNDA GEÇERSİZ KILINAMAMASI

İptal davasına konu olan işlemler, yok hükmünde ya da batıl(geçersiz) değil, hukuken geçerli işlemlerdir. Bu davada, iptal kararı verilmesiyle dava konusu işlemler geçersiz hale gelmez. Yalnızca, DAVA KONUSU MAL BORÇLUNUN MÜLKİYETİNDEN HİÇ ÇIKMAMIŞ GİBİ alacaklı açısından sonuç doğurur.

Adı, “iptal davası” olsa bile iptal davasında, iptale tabi işlem tamamen geçersiz kılınmaz. İptal davasında haklı çıkan alacaklı, dava konusu malı borçlunun malıymış gibi haczettirip sattırır ve satış bedelinden alacağını alır. Ancak satıştan bir para artarsa bu para işlem tamamen geçersiz sayılmadığından borçluya değil, üçüncü kişiye verilir.***

Bu nedenle İİK 277 Md. Geçen “iptal davasından maksat, 278, 279 ve 280’inci maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmektir.” İfadesindeki butlan sözcüğü, özel hukuk anlamında butlan değildir. Özel hukukta butlan hukuki işlemin temelinde bulunan bir eksiklik veya bozukluk hasebiyle geçersiz hükümsüz kılınmasıdır. Özel hukuk anlamında butlan olması için iptal kararıyla birlikte taşınmazın mülkiyetinin el değiştirmesi ve tapu kaydının iptali gerekirdi.****

///////////

BUTLAN DAVASI

İPTAL DAVASI

KONUSU

Geçersiz işlemlere karşı açılır.

Dava konusu işlem hukuken geçerlidir.

DAVA KOŞULU

Özel bir dava koşulu aranmaz.

ACİZ BELGESİ özel dava koşuludur.

SÜRE

Her zaman açılabilir.

İşlemin yapıldığı tarihten itibaren beş yıllık hak düşürücü süreye tabidir.

KARAR

Dava konusu işlemin hükümsüzlüğüne karar verilir.

Dava konusu işlemin hükümsüzlüğüne karar verilmez, alacaklıya haciz ve satış isteme yetkisi verir

SONUCU

Dava kabul edilirse mülkiyet el değiştirir. Mülkiyet yeniden eski malike döner.

Dava kabul edilirse mülkiyet el değiştirmez. İşlem hukuken geçerli kalmaya devam eder.

III. KONUSU

A.GENEL OLARAK

Borçlunun üçüncü kişiye devretmiş olduğu mal veya hak üçüncü kişinin elinde ise iptal davasının konusu,  o mal veya hak üzerinde cebri icraya izin verilmesidir. Lehine işlem yapılan kişi de o mal veya hakkı elinden çıkarmış ise o zaman davanın konusu, üçüncü kişinin o malın değeri oranında tazminata mahkum edilmesidir. Borçlu iflas etmiş ise iflas idaresinin açacağı iptal davasının konusu, iptale tabi işlemin konusu olan mal veya hakkın iflas masasına verilmesidir.

İİK m. 277/I’ de; iptal davasının, “İİK 278, 279 ve 280. Maddelerinde yazılı tasarruflar nedeniyle açılabileceği” belirtilmiştir (İİK m. 277) Maddede kullanılmış bulunan “tasarruflar” sözcüğünün hatalı olduğu doktrinde belirtilmiştir. Gerçekten, borçlunun İİK m. 277 anlamında iptal edilebilen tasarrufları sadece “malvarlığındaki bir hakka doğrudan etki yaparak, o hakkı başkasına nakleden veya sınırlayan, külfet yükleyen veya değiştiren veya sona erdiren hukukî işlemler” olarak tanımlanan tasarruf işlemlerinden ibaret bulunmadığı gibi, tasarruf işlemlerinin ancak bir bölüm olarak dahil olduğu ve doktrinde “hukukî bir sonuç doğurmak üzere yapılan irade beyanları” olarak tanımlanan hukukî işlemlerden ibaret değildir.

Bu madde gereğince iptali söz konusu olanlar, “hukukî işlem” kavramından daha geniş olan, onu da içeren ve doktrinde kendisine hukuk düzenince hukukî bir sonuç bağlanmış olan beşeri (insan) fiilleri olarak tanımlanan hukukî fiillerdir. Nitekim kaynak yasanın Almanca metninde, bu konuda “tasarruf” değil “hukukî fiil” kavramı yer almaktadır. Bu nedenle İİK Md. 277 vd. geçen “tasarruf” kavramını, hukuki işlemler ile hukuki fiilleri de içeren en geniş anlamıyla kabul etmek gerekir.

Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi “borçlunun anlaşmalı olarak hakkında icra takibine geçen alacaklının” yaptığı takibe itiraz etmemesi yani itirazdan kaçınması halinde, bu davranışa karşı, asıl alacaklıların iptal davası açabileceğine karar vermiştir. Yargıtay’da, borçlunun muvazaalı olarak kardeşine borçlanıp kendisi hakkında takip yaptırıp, taşınmazlarını haciz ettirmesi işleminin, iptal davasına konu edilebileceğini belirtmiştir. Kısaca, borçlunun; alacakları aleyhine malvarlığını azaltıcı nitelik taşıyan her türlü en geniş anlamı ile hukukî işlemleri, iptal davasına konu olabilir.

İptal davasına konu olan işlemler kural olarak maddi hukuk bakımından tamamen geçerli olan ve alacaklıları zarara sokan işlemlerdir. Örneğin, borçlunun tapuda geçerli bir şekilde yaptığı satış işleminin, ipotek işleminin, noterde düzenlenen “adi ortaklığın feshine ilişkin sözleşmenin”,  tapuya şerh verilerek güçlendirilmiş taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin, kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhlerin, ölünceye kadar bakma sözleşmesinin, (İİK m. 278/ III-3) alacağın temliki işleminin, bir taşınır ya da taşınmaz malın başkasına bağışlamasının, borç ikrarında bulunmasının, ticari işletmesini üçüncü bir kişiye devretmesinin vs. iptali için, “iptal davası” açılabilir.

Buna karşın;

a. “Maddi hukuk”  ve Takip hukuku bakımından hükümsüz olan işlemler hakkında, iptal davası açılmasına gerek yoktur. Çünkü, bu gibi durumlarda, tasarruf konusu mal ya da hak, borçlunun malvarlığından çıkmamıştır. Hükümsüz olan bu tasarrufa dayanarak, üçüncü kişinin “istihkak davası” açması halinde davalı alacaklı savunma yoluyla “hükümsüzlük iddiasını” ileri sürebilir. Ayrı nitelikte davalar olmalarına rağmen gerek istihkak davasının ve gerekse iptal davasının amacı paralel olup, alacaklılarına zarar vermek isteyen borçlunun tasarruflarına karşı alacaklıları korumaktır.  Bu amaca, istihkak davasında, borçlu ile üçüncü kişi arasında yapılan tasarrufun hükümsüz olması nedeniyle, “malın borçlunun malvarlığından çıkmadığı” ileri sürülür.

İptal davasında ise borçlu ile üçüncü kişi arasındaki tasarrufun geçerli olduğu, malın öylece borçludan üçüncü kişinin malvarlığına geçtiği ancak, bu tasarrufun İİK 278 vd. göre iptale konu olduğu, bu nedenle davacı alacaklının “mal borçlunun malvarlığındaymış gibi, cebri icra yolu ile o malın bedelinden alacağını almak yetkisine sahip olduğu” ileri sürülerek ulaşılır.

b.“Muvazaalı işlemler (BK m. 19) hakkında iptal davası açılmasına gerek olup olmadığı doktrinde tartışmalıdır. Bu konuda “iptal davası açılmasına gerek bulunmadığını” ileri sürenler bulunduğu gibi, “iptal davası açılabileceğini” kabul edenler de vardır.

GÖRÜŞ 1;

Muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılmasına gerek bulunmadığınıileri sürenlere göre İİK 277 vd. göre iptal davasına konu olan tasarruflar geçerli tasarruflardır. İşlemin muvazaalı olması halinde, işlem konusu taşınır/taşınmazın mülkiyeti borçlu ile işlemde bulunan üçüncü kişiye geçmemiş olduğundan, bu durumda iptal davası açılamaz şeklen üçüncü kişinin üzerinde gözüken örneğin; aracın, taşınmazın alacaklı tarafından haciz ve satışının istenmesi gerekir. Bu görüşe göre; muvazaalı işlemler ile borçlu malvarlığı dışına çıkarılmış gibi görünen malların, yine borçlu malvarlığında kalmış olması ve bu nedenle de alacaklıların müdahale alanı dışına çıkarılmamış olmasıdır. Bu bakımdan, “muvazaa iddiası” ile tasarrufun iptali davasının bir arada bulunması mümkün değildir.*

GÖRÜŞ 2;

“Muvazaalı işlemler hakkında iptal davası açılabileceğini” kabul edenlere göre borçlunun muvazaalı tasarrufları hakkında İİK m. 277 vd. göre iptal davası ya da BK. m. 19’e göre muvazaalı işlemin hükümsüzlüğünün tespiti için dava açılabilir. Muvazaa davasının iptal davasını bertaraf ettiği kabul edilecek olursa, İİK  277 vd. de öngörülen iptal davasının pratik önemi kaybolmuş olur ve bu yorum şekli borçlu ile borçlunun mal kaçırma fiiline katılan kötü niyetli üçüncü kişileri koruyucu bir sonuç yaratacağından hukuk mantığı ile bağdaşamaz.**

YAZARIN GÖRÜŞÜ ;

Borçlunun muvazaalı bir işlemde bulunduğunu öğrenen alacaklı, dilerse İİK m. 277 vd. göre “iptal davası” dilerse BK m. 19’a göre “muvazaa davası” daha doğrusu, yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğu konusunda tespit davası açabilmelidir. Alacaklının, muvazaalı işlem hakkında “iptal davası” açamayıp, “muvazaa davası” açması gerektiğini savunmak, teorik esaslara uygun olmakla beraber özellikle, muvazaa davalarında, “muvazaa iddiasının ispatı konusunda alacaklılar çok güç durumda kalabilir.

Gerçekten, muvazaanın üçüncü kişilerce ispatında yazılı delile gerek yok ve bu konuda tanık dinletilebilirse de alacaklı, muvazaa iddiasını kanıtlayabilmek için tanık beyanından da yararlanmıyor olabilir. Halbuki iptal davasında davacı - alacaklı, borçlunun muvazaalı işlemi hakkında tanık dinletmeden de dava konusu işlemin, kanunun öngördüğü belirli kimseler arasında veya belirli süreler içinde yapılmış olduğunu (İİK m. 278, 279, 280) kanıtlamak suretiyle- kendi yararına, tasarrufun iptali konusunda, mahkemeden bir karar alabilir.

Alacaklının, borçlunun yaptığı muvazaalı tasarrufun iptalini isteyebilmesine karşı çıkmamak gerekir. Aksi takdirde, “muvazaalı olan, dolayısı ile hükümsüz olan hiç bir hukukî sonuç doğurmamış olan bir işlemin iptali istenemez gerekçesiyle, alacaklıların bu dava hakkından yararlanamayacakları ileri sürülürse, borçluların uygulamada sık sık başvurdukları pek çok muvazaalı işlemlere göz yumulması gerekir. Örneğin; borçlu, alacaklılarının muhtemel icra takibinden etkilenmemek ve mallarının haczini önlemek için, bir yakınına muvazaalı olarak borç senedi verip, maaşına haciz koydurursa ya da bir taşınmazı üzerine muvazaalı borç ikrarında bulunup ipotek kurdurursa, gerçek alacaklıları bu tasarrufların “muvazaalı olduğunu” nasıl kanıtlayacaklardır?

Eğer bu gibi durumlarda “alacaklılar, iptal davası açamasınlar, çünkü ortada geçerli bir tasarruf yoktur, muvazaa davası açsınlar” denilirse, muvazaanın ispatı konusundaki güçlük nedeniyle, borçluların kötü niyetli davranışı ödüllendirilmiş olur. Halbuki bu gibi durumlarda borçlulara “iptal davası” açma olanağı da tanınırsa, alacaklılar hiç olmazsa, İİK m. 278-280’de öngörülen durumların varlığını kanıtlamak suretiyle, borçlunun muvazaalı olarak yaptığı tasarrufu iptal ettirerek, bu tasarruftan etkilenmeyebilirler. Belirtilen durumlarda iptal davası açılamaz yahut iptal davası açılmasına gerek yoktur, çünkü muvazaalı tasarruflar hiçbir hüküm doğurmadığından, bu işleme konu mal ve alacaklar borçlunun malvarlığı dışına çıkmamış olduğundan alacaklı bunları haciz ettirip, sattırarak gerekirse istihkak davası açarak alacağına kavuşabilir” şeklinde düşülürse; borçlu tarafından muvazaalı olarak başkasına devredilmiş (ya da üzerinde ipotek kurulmuş uzun süreli kira şerhi verilmiş) taşınmaz ya da sicile kayıtlı (kara, deniz ve hava taşıtları vb. gibi) taşınırlar hakkında alacaklının yapılan devir ya da ipotek işlemini yok sayarak “haciz” ve “satış” işlemini yürütmesi teknik olarak mümkün değildir.

Sonuç olarak, borçlunun malvarlığını azaltmak (mal kaçırmak) amacıyla yaptığı muvazaalı işlemlerden zarar gören alacaklı dilerse özel hüküm niteliğindeki İİK m. 277 vd. göre iptal davası, dilerse genel hüküm niteliğindeki BK. m. 19’a göre muvazaa davası açabilir. İİK m. 277 vd. düzenlenmiş “iptal davası” genel hükümlere göre “muvazaa davası” açılmasını önlemez. Ayrıca davacı-alacaklı bu konuda mahkemede terditli  (kademeli) dava da açabilir Yani; borçlunun mal kaçırmak amacıyla yaptığı tasarruflardan zarar gören alacaklı, açtığı davada önce “işlemin muvazaalı olduğunun tespiti ile buna göre hüküm kurulmasını” (yani; borçlunun yaptığı işlemin hükümsüzlüğünün, hiç yapılmamış olduğunun tespitini), bu (muvazaa) iddiasının kabul edilmemesi halinde ise “İİK m. 277. vd. göre tasarrufun iptaline karar verilmesini” talep edebilir. Ya da önce “İİK m. 277 vd. göre tasarrufun iptalini” bu kabul edilmediği taktirde “muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğün tespitine karar verilmesini” isteyebilir. Davacı birinci halde ispat yükünün gereğini yerine getirmeme ihtimalini dikkate alarak, ikinci halde ise “iptal sebeplerine ilişkin objektif koşulların gerçekleşmeme ihtimali nedeniyle” terditli (kademeli) talepte bulunur   

Bugün iptal davası hakkında verilen kararları temyizen inceleyen Yargıtay  Hukuk Dairelerinin, bu konudaki içtihatlarında;

“Muvazaa nedenine dayalı iptal davaları” ile “İİK 277 vd. dayalı iptal davaları” arasında sadece güttükleri “amaç” bakımından bir benzerlik bulunmadığı; İİK 277 vd. dayalı iptal davalarının “borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış olan bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için” açıldığı, buna karşın muvazaa davalarının ise “alacaklı ve borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmeyi” amaçladığı, bu tür davaların dinlenebilmesi için davacının icra takibine geçmesine ve aciz belgesi almasına gerek bulunmadığı sadece davacının, danışıklı (muvazaalı) işlemde bulunmuş olan kişide bir alacağının bulunmasının yeterli olduğu, İİK 277 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan iptal davası açma hakkının, davacının genel hükümlere (BK 19) dayanarak muvazaa davasını açmasına engel teşkil etmediği, davacının muvazaa iddiasını kanıtlaması durumunda, iddianın dava konusu taşınmazın aynına ilişkin olmayıp, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu gözetilerek, dava sonucunda İİK 283/I. Maddesinin benzetme yoluyla (kıyasen) uygulanarak “iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazın haciz ve satışını isteyebilmesi” yönünde hüküm kurulması gerekeceğine karar vermiştir.

Davacı-alacaklının dilerse BK 19. maddesine göre, dilerse İİK 277 vd. göre ‘muvazaa sebebiyle’ iptal davası açabileceğini; HMK’nın 33. maddesine göre ‘bir davada ileri sürülen maddi olgu ve bulgulara göre yasa maddelerini bulmak ve davanın hukuki nitelendirmesi yapmanın hakimin doğrudan görevi olduğunu. Belirtmektedir.

ÖZETLEYECEK OLURSAK;

Muvazaa iddiasına dayalı davalarda da davanın kabulü halinde İİK 283/1 maddesinin kıyas yolu ile uygulanması ve takip dosyasındaki alacak miktarı ile sınırlı olmak kaydıyla tasarrufun iptaline gerek olmadan dava konusu taşınmazın haciz ve satışına karar verilmesi Yargıtay içtihatları ile kabul edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2016/17110 E.  2016/12189 K. Sayılı ilamı.

İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacıya haciz ve satış isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.”

İİK Madde 283 –  Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, bu davaya konu teşkil eden mal üzerinde cebri icra yolu ile, hakkını almak yetkisini elde eder ve davanın konusu taşınmazsa, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın tashihine mahal olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. İptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine (Davacının alacağından fazla olmamak üzere) mahkum edilir. İptal davası üzerine üçüncü şahıs da, mamelekinde hasıl olacak eksikliğin borçludan tahsilini aynı davada isteyebilir.

Bu talep, iptal davasının tefrik edilerek daha önce hükme bağlanmasına mani değildir. İptal davasını kaybeden üçüncü şahıs, karşılık olarak şeyi veya bedelini borçludan veya iflas masasından geri istiyebilir. Batıl bir tasarruf neticesinde kendisine ödenilen şeyi geri veren alacaklı eski haklarını muhafaza eder. Kendisine bağış yapılan iyi niyetli ise yalnız dava zamanında elinde bulunan miktarı geri vermeye mecburdur

c. “Nam-ı müstear” ile gizlenmiş işlemler hakkında iptal davası

açılabilir. Borçlunun adını gizleyerek, borçlu hesabına ancak kendi adına hareket ederek üçüncü kişilerle işlemde bulunan bu kişiye nam-ı müstear denilir. Uygulamada, borçlunun gerçekte kendi adına satın almak üzere bedelini ödediğini bir taşınmazı veya aracı, alacaklılarından kaçırmak amacı ile yakınları adına tescil ettirmiş olması halinde, tasarruf (hukukî işlem) dışarıdan üçüncü kişiler arasında yapılmış görünmesine rağmen, gerçekte bedeli borçlunun malvarlığından çıkmış fakat karşılığı, borçlunun arkasına gizlendiği kişinin malvarlığına girmiştir. Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’nda bu kurumu düzenleyen açık bir hüküm bulunmamasına rağmen, gerek doktrinde ve gerekse Yargıtay içtihatlarında; “nam-ı müstear iddialarının dinlenebilir” olduğu kabul edilmektedir.

Nam-ı müstear üçüncü kişiden devraldığı mal veya hakkı bir başkasına (dördüncü kişiye) devrettiği için, alacaklılar dördüncü kişinin elindeki bu mal veya hakkı haczettirip sattırarak alacaklarına kavuşacaklardır. Alacaklıların, dördüncü kişi (D’nin) adına kayıtlı mal veya hakkı haczettirip sattırmaları ise, nam-ı müstear (B) ile dördüncü kişi (D) arasındaki tasarrufun iptaline bağlıdır. Onun için iptal davasının borçlu ve nam-ı müstear yanında dava konusu mal veya hakkı devralan dördüncü kişiye karşı da açılması gerekir. Borçlu, nam-ı müstear ve kötü niyetli dördüncü kişi bu davada zorunlu dava arkadaşıdırlar

d. Alacaklılarına zarar vermek amacı ile borçlunun kasten yaptığı ihmali işlemler, iptal davasına konu olabilir. Örneğin; borçlunun kasten ödeme emrine itiraz etmemesi veya alacak davasında kasten zamanaşımı def’inde bulunmamış olması da iptal davasının konusunu teşkil edebilir.

e. İptal davası, borçlunun alacaklılarına zarar vermek kasdı ile yaptığı hukuki işlemlere yönelik olduğundan, borçlunun aleyhine açılan bir davada, karşı tarafla anlaşarak davayı kaybetmiş olması halinde, alacaklıları, alınan mahkeme kararının “hile” nedeniyle iptalini

sağlamak için İcra ve İflâs Kanunu’na göre bir iptal davası açamazlar. Alacaklılar ancak, karara karşı “yargılamanın iadesi” yoluna başvurabilirler.

SONUÇ:

Bir işlemin iptal davasının konusunu oluşturabilmesi için iki koşulu bir arada taşıması gerekir

1.) HUKUKEN GEÇERLİ BİR İŞLEM OLMASI

2.) TASARRUF İŞLEMİ NİTELİĞİNDE OLMASI

İptale tabi işlemlerin tümünde borçlunun kötü niyeti aranmamıştır.

B. İPTALE TABİ İŞLEMLER:

İcra ve İflas yasasında borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabi tasarrufları İİK 278, 279 ve 280. Maddelerinde üç bölümde düzenlenmiştir.

İİK Madde 278 –Mutat hediyeler müstesna olmak üzere, hacizden veya haczedilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklardan en eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışlamalar ve ivazsız tasarruflar batıldır. Ancak, bu müddet haciz veya aciz yahut iflastan evvelki iki seneyi geçemez. Aşağıdaki tasarruflar bağışlama gibidir.

1. evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar,

2. Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler,

3. Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartiyle irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar bakma akitleri,

Madde 279 – Aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemeyen bir borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından evvelki bir sene içinde yapılmışsa yine batıldır:

1– Borçlunun teminat göstermeği evvelce taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler;                                                                                                      

2- Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler;

3– Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler.

4- Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.

Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez

Madde 280 – Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır. Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur. Bunun hilafını üçüncü şahıs, ancak 279 uncu maddenin son fıkrasına göre ispat edebilir. Ticari işletmenin veya işyerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya mühim bir kısmını devir veya satın alan yahut bir kısmını iktisapla beraber işyerini sonradan işgal eden şahsın, borçlunun alacaklılarını ızrar kastını bildiği ve borçlunun da bu hallerde ızrar kastıyla hareket ettiği kabul olunur. Bu karine, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk tarihinden en az üç ay evvel keyfiyetin yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla beraber Ticaret Sicili Gazetesiyle; bu mümkün olmadığı takdirde bütün alacaklıların ıttılaını temin edecek şekilde münasip vasıtalarla ilan olunduğunu ispatla çürütülebilir

Yukarıda yazılı bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar sınırlı olarak sayılmış değildir. Yasa iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun belirlenmesini yargıcın takdirine bırakmıştır. Bu nedenle davacı tarafından İİK  278, 279, 280. Maddelerden birine dayanılmış olsa bile mahkeme  bununla bağlı olmayıp diğer maddelerden birine göre iptal kararı verebilir.

1. KARŞILIKSIZ KAZANDIRMALAR(İVAZSIZ TASARRUFLAR)

Alışılmış hediyeler dışında, hacizden haczedilecek mal bulunmaması durumunda aciz belgesi verilmesi tarihinden veya iflasın açılmasından önceki iki yıl içinde yapılmış karşılıksız kazandırmalar iptale tabidir.

Alışılmış hediyeler, Yasa’nın ifadesiyle “mutat hediyeler” iptal davası açılamayacak istisnai bir karşılıksız kazandırmadır. Bu nedenle evlenme, doğum günü, sünnet, bayram gibi nedenlerle alınan hediyeler iptale tabi değildir. Ahlaki bir görevin yapılması da dava konusu edilemez.

Yasa iptale tabi işlemler bakımından ikili bir ayrım yapmıştır. Öncelikle bütün bağışlamalar iptale tabidir. Bazı işlemler ise karşılıksız olmasa bile bağışlama sayılmaktadır ve iptale tabidir.

- Karı ve Koca ile alt veya üstsoy, kan ve kayın hısımlığı yönünden üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasında yapılan karşılıksız kazandırmalar(ivazlı tasarruflar)

- Sözleşmenin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun karşılık olarak pek aşağı bir fiyatla kabul ettiği sözleşmeler

- Borçlunun kendisine ya da üçüncü bir kişi yararına yaşam boyu gelir ve intifa hakkı tesis ettiği sözleşmeler ve ölünceye kadar bakma sözleşmeleri

2. ACİZ DURUMDA YAPILAN İŞLEMLER

Aciz durumunda; hacizden, haczedilecek mal bulunmaması durumunda aciz belgesi verilmesi tarihinden veya iflasın açılmasından önceki bir yıl içinde, yapılan işlemler Yasa’da sayılan dört durumdan birini oluşturuyorsa iptale tabidir.

- Borçlunun teminat göstermeyi önceden taahhüt etmiş olduğu durumlar hariç olmak üzere, borçlu tarafından mevcut bir borcu güvence altına almak için yapılan rehinler

- Para veya alışılmış ödeme araçlarının dışında bir suretle yapılan ödemeler

- Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler

- Kişisel hakların güçlendirilmesi için tapuya verilen şerhler

İptal davasında, borçlunun işlemi yaptığı üçüncü kişi, borçlunun durumunu (aciz durumunu) bilmediğini ispat ederse iptal davası dinlenmez.

3. ZARAR VERME KASTIYLA YAPILAN İŞLEMLER

Mal varlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu durumlarda iptale tabidir. Ancak söz konusu tasarruf işlemlerinin iptal davasına konu edilebilmesi için işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçluya karşı haciz veya iflas yolu ile takip başlatılmış olmalıdır.

Zarar verme kastının saptanmasının güç olması nedeniyle yasa koyucu zarar verme kastıyla yapılan işlemlerde iki karine kabul etmiştir:

- İşlemin diğer tarafı olan kişinin, borçlunun karı veya kocası, alt veya üstsoyu üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımlarından biri, evlatlığı veya evlat edineni olduğu takdirde, borçlunun mali durumunu ve alacaklılara zarar verme kastını bildiği karine olarak kabul edilir. Bu karinenin aksi ispatlanırsa dava reddolunur.

- Bir ticari işletmenin veya iş yerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya önemli bir kısmını edindikten sonra o işyerini fiilen de devralarak işletmeye başlayan kişinin, borçlunun alacaklılarına zarar verme kastını bildiği ve borçlunun da bu durumlara zarar verme kastıyla davrandığı kabul olunur. Bu karine, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk tarihinden en az üç ay önce durumun yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla beraber Ticaret Sicil Gazatesiyle bu mümkün olmadığı takdirde bütün alacaklıların öğrenmesini sağlayacak şekilde uygun araçlarla ilan edildiğini ispatla çürütülebilir.

IV. KOŞULLARI

İptal davasının dinlenebilmesi için bazı ön koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1. Davacının gerçek bir alacağının bulunması gerekir. İptal davasının dinlenebilmesi için öncelikle davacının borçludaki alacağının gerçek olması gerekir. Bu nedenle iptal davasında davalı üçüncü kişi aciz belgesine bağlanan alacağın gerçekte olmadığını savunabilir ve ispat edebilir.

2. Alacağın kesinleşmiş olması gerekir. Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için takip tarihinde davacı alacağının kesinleşmesi gerekir. Eğer takip kesinleşmemiş bir alacak veya tazminat ilamına dayalı ise kesinleşmesi beklenmelidir.                                                                                               

3. Borçlu hakkındaki takibin kesinleşmesi gerekir. Kesinleşmiş bir icra takibinden sonra borçlu menfi tespit davası açarsa bunun kesinleşmesinin beklenmesi gerekmez

4. İşlemin borcun doğumundan sonra yapılmış olması gerekir. Tasarrufun iptali davalarının dinlenebilmesi için borcun, iptali istenen tasarruftan önce doğması gerekir. Yani tasarrufun borcun doğumundan sonra yapılmış olması zorunludur.

5. Borçlu hakkında alınmış bir aciz belgesi bulunmalıdır. Aciz belgesi, hacizdeki iptal davası için bir ÖZEL DAVA KOŞULU niteliğindedir. Bu nedenle mahkeme; davacının aciz belgesine sahip olup olmadığını resen araştırmalıdır.

Aciz belgesinin bulunması, iptal davası için önkoşul ise de bunun davanın açılmasından önce alınması zorunlu değildir. Aciz belgesi, davanın açılmasından sonra alınabileceği gibi, istinaf ve temyiz aşamasında bile alınıp ibraz edilebilir.

Aciz belgesinin özel dava koşulu olması kuralının üç istisnası vardır.

- İstihkak davasına karşı, karşı dava olarak açılan iptal davasında aciz belgesi aranmaz

- İptal davası iflas idaresi tarafından veya iflas idaresi bu davayı açmak istemezse verdiği yetkiye dayanarak dava hakkı kendisine devredilen alacaklı tarafından açılırsa aciz belgesinin ibrazına gerek yoktur

- Fon tarafından fon bankası hakim ortaklarına ve yöneticilerine karşı açılan iptal davalarında aciz belgesi aranmaz

ÖNEMLİ: REHİN AÇIĞI BELGESİ İLE İPTAL DAVASI AÇILAMAZ

Geçici aciz belgesine dayanarak iptal davası açılabilir ancak bu belgeye dayanarak iptal davasının kabulüne karar verilemez. Mahkemenin iptal davasının kabulüne karar verebilmesi için davacı alacaklının KESİN ACİZ BELGESİ alması ve bunu mahkemeye ibraz etmesi gerekir.

İhtiyati haciz, kesin hacze dönüşmedikçe ihtiyati haciz tutanağına dayanarak iptal davası açılamaz.

Yüksek mahkeme kararları arasında emsal gösterilen ve mezkur konuya ilişik örnek Yargıtay kararlarını okurlarımla paylaşmaktayım;      

İİK’nın 277 vd. göre açılan tasarrufun iptali davaları sonucunda iptal kararı verilebilmesi için, alacaklının takip konusu yaptığı alacağının, davaya konu olan tasarruftan önce doğmuş olması gerekir. Bkz. 17. HD 15.1.2008 T. 5073/73; 6.12.2007 T. 3408/4088; 15. HD 14.12.2004 T. 5965/6501; 23.9.2004 T. 3966/4595; 23.6.2004 T. 367/3525; 24.2.2004 T. 306/960; 13.1.2004 T. 6711/72

 V. USUL

A. GENEL OLARAK

Tasarrufun iptali davalarında harç ve vekalet ücretinin icra takibine konu edinilen alacak tutarı ile dava konusu tasarrufun değeri karşılaştırılmak suretiyle hangisinin değeri az ise onun üzerinden hesaplanması gerekir.       (Yargıtay 17.HD 25.06.12 T. 2012/6073 E.  2012/7948 K. )

Yargıç, iptale tabi tasarrufların konusu olan mallar hakkında alacaklının istemi üzerine ihtiyati haciz kararı verebilir. Davacı bu davayı açmadan önce ve dava sırasında ihtiyati haciz isteyebilir. İhtiyati haciz yalnızca iptale tabi işlemin konusu olan mal üzerine istenebilir. Genel hükümlerden farklı olarak (İİK 259 VD.) burada ihtiyati haciz kararı alabilmek için güvence (teminat) göstermek zorunlu değildir. Güvence gösterilmesine gerek olup olmadığını ve miktarını yargıç takdir eder. Ancak davanın konusu İİK NIN 283/2 Md. Gereğince, üçüncü kişinin elinden çıkardığı malların değerine ilişkin ise güvence gösterilmesi zorunludur; güvence gösterilmeksizin ihtiyati haciz kararı verilemez.

Tasarrufun iptali davasında davacı alacaklı, bu ihtiyati hacizden başka, dava konusu taşınmazın başkasına devrinin önlenmesi için ihtiyati tedbir kararı verilmesini de isteyebilir.

B. TARAFLAR

Hacizdeki iptal davasında davacı, elinde geçici veya kesin aciz belgesi olan alacaklılardır. İptal davası açılabilmesi için borçlu hakkında davadan önce başlamış ve kesinleşmiş bir icra takibinin ve alacağın bulunması gereklidir. İflastaki iptal davasını, iflas idaresi açar. Ancak iflas idaresi, bu yetkiyi dava açmak isteyen alacaklıya devredebilir. İflasta elinde aciz belgesi bulunan alacaklı doğrudan aciz belgesi ile iptal davası açamaz.

Davalı, borçlu ve borçlu ile hukuksal işlemde bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimselerdir. 

DAVALILAR ARASINDA ZORUNLU DAVA ARKADAŞLIĞI VARDIR.* Buradaki dava arkadaşlığı, biçimsel (şekli) dava arkadaşlığıdır. İptal davası, kötü niyetli kişilere karşı da açabilir.  Kötü niyet sahibi kişiler, iptal davasına konu malı borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacıyla temlik ettiğini bilen veya bilmesi gereken cüz’i haleflerdir. Kötü niyetin ispatı davacı alacaklıya aittir. Tasarruf konusu malı devralan kişi, borçlunun akrabası veya iş ortağı ise kötü niyetli kabul edilmektedir.**

İflastaki iptal davasında davalı, yalnızca, lehine işlem yapılan üçüncü kişidir. İflasta, borçluya karşı iptal davası açılmaz.

Lehine işlem yapılan kimse ölmüşse iptal davası onun mirasçılarına karşı açılmalıdır.

İptal davası iyi niyetli dördüncü kişilerin haklarını ihlal etmez. Bu nedenle lehine işlem yapılan üçüncü kişi, iptale tabi işlemle edindiği malı, iyi niyetli bir dördüncü kişiye devretmiş ise dördüncü kişiye karşı iptal davası açılmaz. Yalnızca, devir işlemini yapan üçüncü kişiye karşı tazminat davası açılabilir. Ancak dördüncü kişi kötü niyetli ise ona karşı da iptal davası açılabilir.

C. GÖREVLİ VE YETKİLİ MAHKEME

Tasarrufun iptali davalarında “yetkili mahkemenin neresi (nereleri) olduğu” konusunda İcra ve İflas Kanunu’nda açık (özel) bir hüküm bulunmadığından, HMK’nın genel hükümleri gereğince, bu dava davalı-borçlu ya da üçüncü kişinin ikametgahının bulunduğu yerde açılabilir.  Buna göre; borçlu ile üçüncü kişinin yerleşim yerleri aynı yerlerde ise, tasarrufun iptali davası ‘bu kişilerin ortak yerleşim yerlerinde’ (HMK.m.6) açılabilir. Buna karşın borçlu ile üçüncü kişinin yerleşim yerleri farklı yerlerde ise, tasarrufun iptali davası ‘bu kişilerden birinin yerleşim yerlerinde açılır. (HMK.m.7). Yani bu davalarda yetkili mahkeme genel yetki kuralına göre belirlenir. 

Haciz yolu ile takiplerde açılan iptal davalarında ve iflâs yolu ile takiplerde açılan iptal davalarında, «davalı» iki kişi olduğundan, dava bunlardan birinin ikametgâhının bulunduğu yerde açılabilir (HMK. m. 7).

Bu dava, aynî bir dava olmayıp kişisel bir dava olduğundan konusu taşınmazlara ilişkin olsa bile, yine HMK. m. 12 uygulanmaz, yani, «taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi» yetkili değildir. 

Tasarrufun iptal davasında, eğer iptali istenen tasarrufun alacaklıları zarara sokmak kastıyla yapıldığı ve bu nedenle, haksız fiil oluşturduğu iddia ediliyorsa, tasarrufun (haksız fiilin) yapıldığı yerde (HMK. m. 16) de iptal davası açılabilir. Ama dava konusu yapılan şey haksız bir eylem değilse bu kural bu davalarda uygulanmaz.

Bonoda yazılı olan özel yetki kaydı, bono borçlusu olmayan diğer davalılar için bağlayıcı olamaz

Tasarrufun iptali davalarında mahkemece davalı tarafından yetki itirazında bulunulmamış olması halinde doğrudan doğruya yetkisizlik kararı verilemez. Yetki itirazının ilk itiraz olarak yanıt süresi içerisinde ileri sürülmesi gerekir.

Tasarrufun iptali davalarında davalı-borçlu ile doğrudan doğruya işlem yapan diğer davalı-üçüncü kişi arasında ‘zorunlu dava arkadaşlığı’ bulunmaktadır.

Bu durumda, davalılar nasıl yetki itirazında bulunabilirler? Yüksek mahkeme (17. Hukuk Dairesi), bu durumda davalı-borçlu ile davalı-üçüncü kişinin, eğer aralarında zorunlu dava arkadaşlığı varsa birlikte (aynı yeri) yetkili mahkeme olarak göstermeleri gerektiğini aksi takdirde ayrı ayrı yerleri ‘yetkili mahkeme’ olarak göstermeleri halinde yetki itirazının geçerli, olmayacağını bu durumda, davacının yetkisiz yerde açtığı tasarrufun iptali davasının bu yerde görüleceğini” buna karşın “davalı dördüncü, beşinci vs. kişi ile diğer davalılar arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunması halinde bu kişilerin ayrı ayrı (farklı yerleri) yetkili mahkeme olarak gösterebileceklerini “ ifade etmiştir:

“İptal davalarında borçlu ile üçüncü kişi arasında zorun­lu dava arkadaşlığı olup, üçüncü kişiden satın alan dördüncü kişi ile aralarında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmayıp bunlar arasındaki ilişki ihtiyari dava arkadaşlığı niteliğin­de olması nedeniyle sadece 4. kişi konumundaki davalının yetki itirazında bu­lunması halinde bu davalı yönünden dosyanın tefrik edilerek yetkili mah­kemeye gönderilmesi gerektiği”

“Davalı borçlu ile davalı 3. kişi arasında İİK. m. 282 gereğince zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu ve yetki itirazının zorunlu dava arkadaşları tarafından birlikte yapılması gerektiği”

“Yetki itirazında bulunmayan davalı üçüncü kişi ile borçlu arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan, yalnız bir davalının ileri sürdüğü yetki itirazının hukuki sonuç doğurmayacağı- Davacı alacaklı bankanın icra takibine konu ettiği ve borçlu tarafından imzalanan alacağın dayanağı kredi sözleşmesinde sözleşmeyi imzalayan banka şubesinin bulunduğu yer mahkemelerinin yetkisi kabul edilmiş olduğundan, bu durumda davacının davasını yetkili mahkemede açmış olduğunun kabulü gerektiği; arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan borçlu davalı tarafında yapılan yetki sözleşmesi diğer davalıyı da bağlayacağından tarafların tacir veya tüzel kişi olmasına bakılmaksızın, HMK'nın yürürlük tarihinden önce açılan davalar bakımından alacaklı ile borçlu arasında yazılı yetki sözleşmesinde yetkili gösterilen yer mahkemesinin de yetkili olacağına karar verilmiştir.

YAZAR GÖRÜŞÜ: Tasarrufun iptali davalarında yetkili mahkemenin neresi olduğu konusunda açık (özel) bir hüküm konulması isabetli olacaktır. Bu konuda yasaya, konulmuş olan yetki kuralının kesin yetki kuralı niteliğinde olduğuna dair kanun metninde ya da gerekçesinde açıklamada bulunulması yararlı olacaktır… Böylece bu davanın yetkisiz yerde açılması halinde  davalıların yetki itirazında bulunurken aynı yeri ‘yetkili mahkeme’ olarak belirtmek zorunda kalmaları gerekmeksizin, mahkeme kendiliğinden “tasarrufun iptali davasının açıldığı mahkemenin yetkisizliğine” karar verebilecek duruma gelecektir.

Tasarrufun iptali davalarında görevli mahkemeler ile ilgili çeşitli ihtilaflar bulunsa da görevli mahkemeler genel mahkemelerdir. Ancak İstihkak davasına karşı dava olarak açılan iptal davası genel mahkemelerde değil icra mahkemesinde görülür. TBK 19 md kıyasıyla açılan tasarrufun iptali davalarında ise görevli mahkemeler Asliye Hukuk Mahkemeleridir.

!!! Y. HGK, E. 2014/17-2389 K. 2016/129 “

Tasarrufun iptali davasının ve TBK m. 19 gereğince İİK 283. maddesinin kıyasen uygulanması istemli muvazaa davasının mutlak veya nispi ticari dava olmadığını belirtmiş ve görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğuna karar vermiştir.

D. DAVA AÇMA SÜRESİ

İptal davasını açma hakkı, iptale tabi işlemin yapıldığı tarihten itibaren beş yıl geçmekle düşer. Bu süre hak düşürücü bir süredir.

Dava açma süresi olan beş yıllık süre ile İİK 280. Maddesindeki borçlunun alacaklılara zarar verme kastıyla yaptığı işlemlerdeki beş yıllık süreyi birbirine karıştırmamak gerekir. Zira burada anlatılan beş yıllık süre dava açma süresidir. Oysa İİK 280. Maddesinde düzenlenen beş yıllık süre dava açmadan önce borçluya karşı yapılması gereken, haciz veya iflas takibi açma süresidir. Yani henüz iptal davası açılmadan borçluya karşı, işlem tarihinden itibaren beş yıl içerisinde takip, yapılmasıyla ilgilidir.

Unutmamak gerekir ki yüksek mahkemenin güncel tarihli kararlarında da görüleceği üzere TBK.19 md muvazaa hükmüne dayanılarak açılan davalarda 5 yıllık hak düşürücü süre aranmamaktadır. Öte yandan tasarrufun iptali davasında aranan hukuki işlemin yapıldığı tarihinde bir önemi bulunmamaktadır.

- “Muvazaa iddiasına” (TBK. mad. 19) dayalı tasarrufun iptali davaları her zaman açılabilir. Çünkü muvazaa iddialarında -hak düşürücü süre- ya da -zamanaşımı süresi- söz konusu olmaz. (17. HD. 12.6.2008 T. 630/3223; 27.3.2008 T. 5099/1546; 4. HD. 17.3.2008 T. 1813/3444 )

- Bugün -muvazaa nedenine dayalı tasarrufun iptali davaları- dahil, tüm -tasarrufun iptali davaları» hakkında yerel mahkemelerce verilen kararları temyizen inceleyen Yargıtay 17. Hukuk Dairesi -Davacının kendisinin alacağını akim bırakan bir işleme karşı, takip yapılmamış olması halinde ve İİK. 284. maddedeki hak düşürücü sürenin geçmiş olması gibi durumlarda 818 sayılı BK 18. (6098 sayılı T.B.K 19.) maddeye dayalı olarak bir dava açabileceği gibi aynı işlem için koşulların varlığı halinde İİK. 277 vd. maddelerine göre bir tasarrufun iptali davası açmasının da mümkün olduğunu- belirtmiştir. (17. HD. 11.03.2013 T. 6461/3144)

V. SONUÇ

Davacı hacizdeki iptal davasında; haklı bulunursa davanın kabulüne karar verilir. Kabul kararıyla davacının alacağı ve eklentileriyle sınırlı olmak üzere tasarrufun iptaline, davacı alacaklıya bu malın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına karar verilir. Tasarrufun iptali davası ayni bir dava olmadığı için davanın kabul kararı ile dava konusu olan mal üçüncü kişinin mülkiyetinden çıkıp borçlunun mülkiyetine geri dönmez. Ancak alacaklı, hakkını almak yetkisini elde eder ve davanın konusu taşınmaza davalı üçüncü kişi üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir.

Bu haciz ve satış işlemi sonrasında bir para artarsa, artan para üçüncü kişiye geri verilir. İptal davası, üçüncü kişinin elinden çıkarmış olduğu malların yerine geçen değere ilişkinse, üçüncü kişi bu değer oranında (davacının alacağından fazla olmamak üzere tazminat ödemeye mahkum edilir.

Davalılardan herhangi biri davacının alacağını ödediği takdirde dava konusuz kalır. Bu durumda yargıç, duruma göre davalıların her birini yargılama gideriyle yükümlü kılabileceği gibi bu giderleri aralarında takdir ettiği surette bölüştürebilir. Uygulamada sıklıkla rastlanılan durum konusuz kalan davayı açmakta davacının kusuru yoksa, onun aleyhine vekalet ücretine hükmedilemez. Aksine davacı lehine vekalet ücretine hükmedilmektedir

İflasta idaresi veya alacaklı iptal davasında haklı çıkarsa dava konusu mal iflas masasına alınır; iflas idaresi tarafından satılır ve satış parası tüm alacakların ödenmesine ayrılır. Bundan sonra bir para artarsa üçüncü kişiye verilir. Yine iflastaki iptal davasında da taşınmaz kaydının düzeltilmesine gerek yoktur.

Muvazaa yapıldığı iddiasıyla açılan iptal davalarına dönecek olursak;

TBK m. 19 gereğince ve İİK m. 277 vd. maddelerinin kıyasen uygulanması istemi ile açılan muvazaa davasının amacı, borçlunun alacaklılardan mal kaçırma kastıyla ve muvazaalı işlemle borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yaptığı işlemlerin hükümsüzlüğünü sağlamak ve alacağı tahsil etmektir. Yargıtay çoğunlukla kararlarında taşınmaz satışının muvazaalı olduğu iddiasıyla TBK 19. madde hükmüne dayanılarak açılan bir tasarrufun iptali davasında davanın kabulü halinde, davayı İİK 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davası olarak değerlendirip, tapu iptali ve tescili yerine kıyasen davalıya ait taşınmaz üzerinde alacak ve ferileriyle sınırlı olarak davacıya haciz ve satış isteyebilme yetkisi verilmesi, şeklinde karar vermiştir.

Muvazaa davası ile İcra İflas Kanunu’nda düzenlenen tasarrufun iptali davasının konu olarak birbirine benzediği ancak aralarında birçok farkın da bulunduğu hususu doktrinde ve Yargıtay kararlarında ifade dilmiştir. Bu farkların birkaçı; dava şartları, hak düşürücü süre ve ispat hususudur. Eski Yargıtay kararlarında bu fark gözetilirken, son yıllardaki Yargıtay içtihatlarında, bu iki dava arasındaki farklar görmezden gelinerek karar verilmiş aralarında nitelik itibariyle birçok farkın olduğu düşüncesi, çoğunlukla karşı oylarda dile getirilmeye çalışılmıştır. Lakin Yerel ve yüksek mahkemelerin tıpkı tıp literatüründe kullanıldığı gibi hastalık yoktur hasta vardır tezi  sayın yargıçlarımız ve avukatlarımız tarafından da gözetilip yaşanan hak kayıpları ve olaylar,  dava çeşidine göre değil somut olaya göre  hukuk normlarına uygun bir şekilde hak, hukuk ve adalet üzerine olmalıdır.

VI. KAYNAKÇA

Mersin Barosu , Bilge Yayınevi , Tasarrufun İptali davaları kitapçığı  (Av. Talih  Uyar)

İsmail Ercan, Seçkin Yayınevi, İcra ve İflas Hukuku, 19. Baskı

Arslan, Ejder Yılmaz, Taşpınar , Hanağası İcra ve İflas Hukuku, 8.baskı

e-uyar.com

Kuru, Baki: İcra ve İflâs Hukuku El Kitabı, (Kuru, El Kitabı).

İİK M. 277 VE TBK M. 19 KARŞILAŞTIRMALI TABLO

Yargıtay kararları ışığında, İİK m. 277 vd. ve TBK m. 19 arasındaki benzerlikler ve farklılıklar tablo olarak özetlenmiştir:

İİK 277 vd. maddelerine dayanılarak dava açılması

TBK m. 19 (muvazaa) hükmüne dayanılarak dava açılması

Borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır.

Borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tespit ettirmek için açılır.

Mevcut bir icra takibinin olması gerekir

İcra takibinin olmasına gerek yoktur

Aciz belgesi alınması zorunludur.

Aciz belgesi alınması zorunlu değildir.

İİK m. 278-280 arasında gösterilen tasarruflar aleyhine açılabilir

İvazlı veya ivazsız her türlü muvazaalı işlemler aleyhine açılabilir

Tasarrufun devri, borcun doğumundan sonra yapılmış olmalıdır.

Tasarrufun devri, borcun doğumundan sonra yapılmış olmalıdır.

Davacı sıfatı, borçludan alacaklı olan kişidedir. (Hukuki yarar)

Davacı sıfatı, hukuki yararı olan herkes veya borçludan alacaklı olan kişidedir. (Hukuki yarar)

Davalılar, borçlu ve borçlu ile hukuki işlemde bulunan üçüncü kişiler ve kötü niyetli sonraki kişiler olabilir.

Davalılar, görünüşteki sözleşmenin taraflarıdır

Hukuki işlemin yapıldığı tarih önemlidir. 1 yıllık, 2 yıllık ve 5 yıllık süreler vardır

Hukuki işlemin hangi tarihte yapıldığının önemi yoktur.

5 yıllık düşürücü süre vardır.

Hak düşürücü süre yoktur.

İspat yükü davalıdadır. (Malvarlığı değerini borçludan edinen üçüncü kişidedir.)

İspat yükü davacıdadır. (Alacaklıdadır.)

İİK’da işlemin alacaklılardan mal kaçırma amacına yönelik olduğu hususunda bazı karinelere yer verilmiştir

Kanunda herhangi bir karineye yer verilmemiştir.

Mutlak değil, şahsi bir davadır. (Davanın taraflarına karşı hüküm ve sonuç doğurur.)

Mutlak bir davadır. (Herkese karşı hüküm ve sonuç doğurur.)

Tasarrufun taşınmaz olması halinde tapu kaydının düzeltilmesine gerek yoktur

Tasarrufun taşınmaz olması halinde tapu kaydının düzeltilmesi gerekir

Kesinleşmeden icraya konulabilir.

Kesinleşmeden icraya konulamaz.

GÜNCEL YARGITAY KARARLARI

Yukarıda detayları ile açıklandığı üzere tasarrufun iptali davası borcunu tahsil etme noktasında alacaklılara büyük bir avantaj sağlayan hukuki bir çaredir. Tasarrufun iptali davası ile ilgili ihtilaflı konulara değinen güncel tarihli Yargıtay kararlarını siz değerli okurların incelemesine sunarak çalışmamı sonlandırmaktayım.

1. Y. HGK, E. 2017/17-1505 K. 2020/204 “Uyuşmazlık; davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 Sayılı BK'nın 18. maddesinde düzenlenen biçimi ile dava konusu işlemin danışıklı (muvazaalı) yapıldığı iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine mi yoksa İİK'nın 277 vd. maddelerine dayalı olarak açılan tasarrufun iptali istemine mi ilişkin olduğuna ilişkindir. Eldeki davada, davacıyı alacağından yoksun bırakmak için yapıldığı iddia edilen muvazaalı satış işleminin iptali ve hiç yapılmamış sayılmasının tespiti istenmektedir. Bu davada davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmüştür. Davacının, amacı tapunun iptali olmayıp, alacağına kavuşmaktır. Davanın açılma amacı, dilekçenin sonuç kısmı ve davacının istemi gözetildiğinde muvazaa iddiasının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi durumunda taleple bağlılık ilkesinin zedeleneceğinden bahsetmeye de olanak yoktur. Zira, danışıklı olan hukuki işlemle üçüncü kişinin zararlandırılması ona karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak, zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının olması ve bu alacağın ödenmesini önlemek amacıyla danışıklı bir işlemin yapılması gerekir. Yargılama sonunda davaya konu edilen satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması hâlinde davacı, satışa konu edilen maldan da alacağın tahsili için yararlanabilecektir. Ancak, davacının bu hakkı ayni değil, şahsi bir sonuç doğuracağından tapunun iptalini değil, iptale gerek olmadan alacağını almasını sağlayabilmek için dava konusu taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmeleri yönünde hüküm kurulmalıdır. Bu durumda mahkemece, davanın 818 Sayılı BK'nın 18. maddesinde dayalı iptal davası olduğu gözetilerek, dava konusu taşınmazların satışına ilişkin satış işlemlerinin danışıklı olup olmadığı araştırılmalı, tarafların bu konuda sunduğu deliller toplanarak davalıların danışıklı bir davranış içinde bulundukları tespit edildiği takdirde takip konusu alacağın tahsili için İİK'nın 283/1-2. maddesi kıyasen uygulanarak tapu kaydının iptaline gerek olmadan davacının alacaklarını alabilmesi için dava konusu taşınmazların haczi ve satışı konusunda davacının alacak ve ferileriyle sınırlı olarak cebri icra yetkisi tanınmasına karar verilmesi gerekmektedir.” Davacıya cebri icra yetkisi verilmesine ilişkin aynı yönde bkz. Y. 17. HD, E. 2016/19457 K. 2019/5560 (www.kazanci.com, erişim tarihi: 07.02.2022) 

2. Y. 17. HD, E. 2016/19667 K. 2019/5989 “İİK'nin 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK'nın 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.” (www.kazanci.com, erişim tarihi: 07.02.2022); Y. 17. HD, E. 2016/8310 K. 2019/5716; Y. 17. HD, E. 2019/937 K

3. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 22/03/2021 tarih ve 2020/1254 Esas, 2021/1330 Karar sayılı ilamı;

".... Davaya konu 04/03/2002 tarihli tasarrufun borcun doğum tarihi olan öldürme eyleminin gerçekleştiği 10/04/2002 tarihinden önce olması nedeniyle iptalinin mümkün olmadığı gerekçesiyle, davanın ön koşul yokluğundan reddine karar verilmiştir. Dava 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 18. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde düzenlenmiş bulunan danışık (muvazaa) hukuksal sebebine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde tek taraflı veya çok taraflı olan bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Üçüncü kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Muvazaalı işlemler ile kendisinin zararlandırıldığını ileri süren davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Çünkü, danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarara verilmesi onlara karşı işlenmiş bir haksız eylem niteliğindedir. Ancak üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için, onların, danışıklı işlemde bulunandan alacakları bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış bulunmalıdır. Muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali davaları her zaman açılabilecek olup, muvazaa iddialarında hak düşürücü süre ya da zamanaşımı süresi söz konusu olmaz. Bu, hükümsüzlüğün doğal bir sonucudur.Tasarrufun iptali davasında tasarrufun, borcun doğum tarihinden sonra yapılması dava açılabilmesinin sebeplerinden biriyken, muvazaa davalarında işlemin ne zaman yapıldığının bir önemi yoktur. Nitekim, kesin hükümsüz sayılan bir işlemin ne zaman yapıldığının bir önemi de bulunmamaktadır. Zira işlem, yapıldığı andan itibaren geçersiz sayılır. Davaya konu edilen muvazaalı işlem, borcun doğumundan önce veya sonra yapılmış olsa da butlan yaptırımına tabidir. Temlik eden kişinin yaptığı bir bağış ya da ivazsız tasarruf ancak gerçek iradeye uygun değilse iptal edilebilir. ..."

4. Muvazaa iddiasına (TBK. mad. 19) dayalı tasarrufun iptâli davaları her zaman açılabilir. Çünkü muvazaa iddialarında «hak düşürücü süre» ya da «zamanaşımı süresi» söz konusu olmaz. (17. HD. 12.6.2008 T. 630/3223; 27.3.2008 T. 5099/1546; 4. HD. 17.3.2008 T. 1813/3444 )     

5. Borcun doğum tarihinden sonra borçlunun kardeşi olan davalı üçüncü kişi tarafından borçlu aleyhine icra takibi başlatıldığı, borçluya ödeme emri tebliğ edildiği, takibin ödeme emrine itiraz edilmemesi nedeniyle kesinleştiği ve üzerine haciz konulan, bilirkişi tarafından kıymet takdir edilen borçluya ait taşınmazın ihalede alacağa mahsuben takip alacaklısına (davalıya) ihale edildiği ve ihalenin kesinleştiği anlaşıldığından, olayların gelişim biçimi, tarafların kardeş olmaları, bilirkişice değer biçilen taşınmazın rayicinden çok düşük bedelle icradan satın alınması, icra dayanağı olan bononun her zaman düzenlenmesinin ve istenilen tarihte icraya konulmasının mümkün olması karşısında kardeş olan davalılar arasındaki bono tazimi ve icra takibi işlemlerinin davacı alacaklının alacağını engellemeye yönelik ve muvazaalı olduğundan, açılan tasarrufun iptali davasının da kabulü gerekeceğine karar vermiştir. 17. HD. 24.12.2015 T. 7251/14929  (www.e-uyar.com)

6. İptal davalarının borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine ve ayrıca, kötü niyetli üçüncü şahıslar hakkında da iptal davası açılabileceğini- Alacağın dayanağı düzenleme şeklinde satış vaadi ve inşaat sözleşmesinde olduğu gibi, dava konusu iptali istenen tasarruf işleminde davalı borçlu şirket adına şirket ortağı ve temsilcisi tarafından şirket nam ve hesabına yapıldığını, iptali istenen tasarruflara konu taşınmazların aslında borçlu şirkete ait olması nedeniyle (nam-ı müstear şeklinde) davanın esasına girilmesi taraf delillerinin toplanması dava konusu tasarrufların İİK’nun 277, 278, 279, 280. maddeler gereğince iptale tabi olup olmadıkları değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken mahkemece, ‘davalı şirketin dava konusu taşınmazda hiçbir zaman malik olmadığı gibi diğer davalının da borçlu şirketin tasarrufu ile malik olmadığı’ gerekçesiyle davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu (17. HD. 14.06.2016 T. 5201/7301 ,  www.e-uyar.com)

7. Dava konusu taşınmazın uzun zamandır malikin eşi ve ailesi tarafından kullanıldığını, malikin eşi ve şirketinin kredi ihtiyacının karşılanması için inançlı işlem ile taşınmazın davalıya devredildiğini, bu satışın aslında gerçek bir satış olmadığını, yani taşınmazın hiçbir zaman davalıya ait olmadığını, konut kredisinin çekilmesinden sonra da taşınmazın inanç sözleşmesi gereği malikin eşine iade edildiğini, bu durumda alacaklıyı zarar uğratma kastıolmadığını, İİK’nun 277 ve devamı maddelerine göre tasarrufun iptali için koşulların bulunmadığı gerekçe-siyle davanın reddine karar verilmesi gerekeceğini.  Bknz: 17. HD. 01.06.2015 T. 19635/8006

8. 12. Hukuk Dairesi 2020/3617 E. ,  2020/7563 K. "İçtihat Metni"…  MAHKEMESİ: ... Bölge Adliye Mahkemesi
Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Tasarrufun iptali kararı ile adına kayıtlı taşınmazda alacaklıya cebri icra hakkı tanınan taşınmaz maliki şikayetçi 3. kişinin, tasarrufun iptaline ilişkin kararın Bölge Adliye Mahkemesi kararı ile kaldırıldığı, bağımsız bölümün mülkiyetinin kendisine ait olduğu, üçüncü kişiye ait taşınmazın dosya borcunun tahsili amacıyla satılmasının mümkün olamayacağı hususlarını ileri sürerek 15.05.2019 tarihli taşınmaz ihalesinin feshini talep ettiği, ilk derece mahkemesince; şikayetin kabulü ile ihalenin feshine karar verildiği, ilk derece mahkemesi kararına karşı alacaklı tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince; istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

İİK'nun 283. maddesi gereğince 3.kişinin açtığı tasarrufun iptali davasının sabit olması halinde, adı geçen davaya konu teşkil eden mal üzerinde cebri icra yoluyla hakkını almak yetkisini elde eder. Davanın konusu taşınmazlar ise davalı 3. kişi üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir. Böylece bu dava konusunu teşkil eden taşınmazların aynıyla ilgili olmadığından HMK'nın 350. maddesinin burada uygulama yeri yoktur. Bu durumda, söz konusu taşınmaz iptal kararının kesinleşmesi beklenmeksizin takip konusu yapılabilir, yani haczedilip satılabilir.

Somut olayda, ... 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23/03/2017 tarih ve2016/21 E. - 2017/319 K. sayılı kararı ile; “ Davanın kabulü ile, dava konusu ... ili ... ilçesi ... mah. 4180 ada 36 parsel 5 nolu bağımsız bölüm, ... ili ... ilçesi ... mah. 4180 ada 36 parsel 14 nolu bağımsız bölümün Borçlu ...’ın, davalı ...'ya satışına ilişkin 25/08/2015 tarih,,, yevmiye numaralı tasarruflarının, ... 11. İcra müdürlüğünün 2015/10461, 2015/10141, 2015/10463, 2015/10464, 2015/10493, 2015/10853 ve 2015/10533 E. takip sayılı dosyalarındaki alacak ve eklentileri ile sınırlı olmak üzere iptaline, davacı alacaklıya bu taşınmaların haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına,” karar verildiği, davalı alacaklı tarafından ilamın icra takip dosyasına sunularak satış işlemlerinin başlatıldığı, ... Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 07/03/2019 tarih ve 2018/3269 E 2019/337 K sayılı ilamı ile şikayetçi ...’nın istinaf başvurusunun kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a/6. maddesi uyarınca kaldırılmasına, dosyanın yargılamanın devamı için makemesine gönderilmesine kesin olarak karar verildiği görülmüştür.

Öte yandan, İİK.nun 134/2.maddesinde ihalenin feshi nedenleri teker teker belirtilerek gösterilmiştir. Sadece, (ihalenin BK.nun 226.maddesinde yazılı), (satış ilanı tebliğ edilmemiş olması), (satılan malın esaslı niteliklerinde hata) ve (ihaledeki fesat) nedenleri ile ihalenin bozulabileceğine değinilmiştir.

Buna göre; ihalenin bozulma nedenleri, gerek doktrinde ve gerekse yargıtay uygulamalarında;

1-İhaleye fesat karıştırılmış olması,

2-Artırma hazırlık aşamasındaki hatalı işlemler,

3-İhalenin yapılması sırasındaki hatalı işlemler,

4-Alıcının, taşınmazın önemli nitelikleri hakkında hataya düşülmüş olması, şeklinde sıralanabilir.

Bu durumda, satışı yapılan taşınmaz için alacaklının daha önce açmış bulunduğu tasarrufun iptali davası sonucunda verilen kararın, ihale tarihinden önce Bölge Adliye Mahkemesi kararı ile kaldırıldığı hususunun fesih sebebi olarak kabul edilmesi, yukarıda yazılı fesih nedenleri arasında yer almadığından yanılgılı değerlendirme ile ihalenin feshi yönünde hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

O halde mahkemece, şikayetçinin ihalenin feshi isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile ihalenin feshine yönelik hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile, ... Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi’nin 05/02/2020 tarih ve 2019/3108 E. - 2020/334 K. sayılı istinaf talebinin reddine ilişkin kararının yukarıda yazılı nedenlerle 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2.maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca KALDIRILMASINA, ... 7. İcra Hukuk Mahkemesinin 15/10/2019 tarih 2019/437 E.- 2019/941 K. sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 24/09/2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Stj. Av. Aydın ÇETİN

--------------

*KARAKAŞ/ERTEKİN:TASARRUFUN İPTALİ DAVALARI Sf.17, 17.HD;02,12,2019, E.2019/59, K.2019/11383

**KARAKAŞ/ERTEKİN: TASARRUFUN İPTALİ(1998), Sf. 16

*15 HD, 31.10.1991, 4657 E. , 5174 K.

**KARAKAŞ/ERTEKİN:TASARRUFUN İPTALİ(1998), Sf. 19.

***KARAKAŞ/ERTEKİN:TASARRUFUN İPTALİ(1998) Sf.16-17.

****TERCAN:İCRA(2010), Sf. 268.

*Güneren, A., İstihkak Davaları ile Tasarruf İptal Davaları

** Oğuzman, K. / Öz, Borçlar Hukuku (Genel Hükümler)