Başlangıç Notu: Yazı tecrübe paylaşımı ve olası mağduriyetlerin önlenmesi amacıyla kaleme alındığından akademik bir üslup tercih edilmemiştir. Meslektaşlarımın ve sanığa istinaf dairesi kararının tebliğ edilmediği durumlarda temyiz süresinin kaçırılması nedeniyle mağduriyet yaşayanların faydalanması yanında birkaç hususun da tartışmaya açılması amaçlanmıştır.

Özellikle ceza davalarında müdafilik üstlenen meslektaşlarımın korkulu rüyalarından biridir temyiz süresini kaçırmak. Süre kaçırmanın birçok nedeni olabilir. Öncelikle avukat da neticede insandır. Hastalanabilir, başkaca mazeretleri olabilir. Avukattan kaynaklanmayan, hayatımızı kolaylaştırmakla birlikte UYAP veya UETS’den kaynaklanan problemleri de birçok meslektaşım yaşamıştır. Elektronik sistemler yüzde yüz güvenli çalışan ve hiç hata yapmayan sitemler değildir. Nitekim özellikle UYAP’ta sıklıkla yapılan güncellemelerin bir bölümü de yaşanan aksaklıkları gidermek içindir.

Bir ceza dosyamda benim de başıma geldi ve yaşamış olduğum bir kalp rahatsızlığı (şu an gayet iyiyim) ile birlikte asıl olarak henüz yayınlanmamış bir Yargıtay Ceza Genel Kurulu (YCGK) kararına atıf yaparak verdiğim dilekçe sayesinde kesinleşme şerhi kaldırıldı ve (henüz fiilen başlamamış) infaz durduruldu, dosya Yargıtay’a gönderildi. Haziran tarihli dilekçemde atıf yaptığım Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24 Şubat 2022 tarihli 2019/16-573 E. ve 2022/119 K. Sayılı kararı 15 Eylül 2022 tarihinde Yargıtayın karar arama sayfalarına yüklenerek yayınlandı. Yazı kapsamında kısaca özetleyecek olmakla birlikte kararı tüm meslektaşlarımın okumasını önemle tavsiye ediyorum.

YCGK 2022/119 K. Sayılı kararına göre, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan (tutuklu) sanık Y. Ş.’nin atılı suçtan mahkûmiyetine dair Çorum 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.01.2018 tarihli ve 716-12 sayılı kararı sanık ve müdafisi tarafından istinaf edilmiş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin 17.05.2018 tarihli ve 1075-1220 sayılı kararı ile bu istemlerin esastan reddine karar verilmiştir. Bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 28.02.2019 tarih, 6254-1375 sayı ve oy çokluğu ile;

"Gerekçeli kararın sanık müdafisine usulüne uygun olarak 30.05.2018 tarihinde tebliğ edildiği, sanık müdafisinin ise CMK'nın 291/1. maddesinde öngörülen 15 günlük süreden sonra, 22.06.2018 tarihinde temyiz başvurusu yaptığı anlaşılmakla, süresinden sonra yapılan temyiz başvurusunun CMK'nın 298. maddesi gereğince reddine, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarihli ve 7165 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanun'un 304. maddesi uyarınca dosyanın Çorum 2. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine," karar verilmiş, Daire Üyeleri Y. H. Doğan ve M. Yavuz’un karşı oy kullanmışlardır.

(Bu aşamada karşı oy kullanan meslek üstatlarım Daire Üyeleri Y. H. Doğan ve M. Yavuz’a teşekkürü borç biliyor ve karşı görüşün de okunmasını önemle tavsiye ediyorum.)

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (YCBS) ise 09.05.2019 tarih ve 56620 sayılı görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur. Karşı oy kullanan Daire üyelerinin görüşleri ile YCBS itiraz kanun yolundaki görüşleri benzerdir ve yazımız kapsamında karma şekilde ve paragraf sıraları yeniden düzenlenerek özetlenip aşağıda sunulmuştur.

“7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 11/1. maddesi 06/06/1985 tarihli 3220 sayılı Yasa'nın 5. maddesi ile 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza  Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde yeniden düzenlenmiştir.

Ceza Muhakemeleri Usulu Kanunu'nun 'Kararların tefhim ve tebliğ' başlığını taşıyan 33. maddesinde ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir. Görülüyor ki her hükmün ilgiliye bildirilmesi CMUK'nın ana ilkelerinden birisini oluşturmaktadır.

CMK'nın 'Kararların Açıklanması ve Tebliği başlıklı 35. maddesi '(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır.' şeklindedir.

Yukarıda değinilen kanun maddeleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde müdafisi olup olmadığına bakılmaksızın aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek kararların sanıklara tebliğ edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Yine yasanın mantığına göre kanun yollarına başvurma hususunda asıl yetki sanığa aittir. Müdafi sanığın açık arzusuna aykırı olmamak şartıyla kanun yollarına başvurabilecektir. Sanığın gerek kanun yollarına başvuru hakkını kullanması gerekse müdafisine kanun yoluna gidip gitmeyeceği hususunda arzusunu iletmesi için hakkındaki kararın ne olduğunu bilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

Özellikle ceza yargılaması sistemimize istinaf kanun yolunun girmesi ile birlikte bu husus daha da önemli hâle gelmiştir. Zira istinaf kanun yolunda bölge adliye mahkemelerince çoğunlukla duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilmekte ve verilen kararların tebliğ edilmesiyle temyiz süreci başlamaktadır.

Hukuk Usulu Muhakemeleri Kanunu'nun eski 124. maddesinin mukabili olan Tebligat Kanunu'nun 11. maddesinde geçen vekil kavramı çoğu zaman müdafi kavramı ile aynı mahiyette telakki edilmekte, bu nedenle ceza yargılamasında tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır. Bilindiği gibi hukuk yargılamasındaki vekil ile ceza yargılamasındaki müdafi kavramları birbirinden farklıdır. Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatı ile hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer, müdafii ise, yalnızca ceza davasında söz konusudur, sanıktan bağımsızdır.

YCGK'nın 25/12/1978 tarihli ve 427507 sayılı kararında da belirtildiği üzere; duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır, akıbeti de sanığın özgürlüğü veya mali durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır. Bu itibarla ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafine yapılan tebliğ geçerli saymak adalet ilkeleri ile bağdaştırılamayacak durumdur.

Uygulamada yukarıda belirtilen İBBGK kararına istinaden hakkında herhangi bir kanun
yoluna başvurulması imkanı bulunan hakim veya mahkeme kararları müdafisi bulunan sanığın adece müdafisine tebliğ edilmekte, yokluğunda karar verilen sanığa tebliğine gerek görülmemektedir. Ancak bu kural mutlak suretle de uygulanmamaktadır.”

CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 30.05.2019 tarih, 5370-4004 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, YCGK’nca değerlendirilmiştir. 2019 yılında YCGK önüne giden dosyanın kararı 24 Şubat 2022 tarihinde verilmiştir.

YCGK 2022/119 K. sayılı kararında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde açıklanan “adil yargılanma hakkı”, 13. Maddesinde açıklanan “etkili başvuru hakkı”, Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi, "kanun yollarına başvurma hakkı" ve "temyiz kanun yolu" kavramları geniş biçimde tartışılmış, doktrinden alıntılarla kıymetli değerlendirmeler yapılmıştır. Müdafi ve vekil kavramlarının farklı; müdafiliğin kamu hukukuna ait bir kurum; müdafi ile şüpheli/sanık ilişkisinin kural olarak temsil ilişkisi değil, işleyişi kamu hukuku kurallarıyla düzenlenmiş bağımsız bir görev ilişkisi olduğu doktrinden alıntılarla açıklanmıştır.

YCGK sonuç olarak oy çokluğuyla “Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (İHAS) 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası, Tebligat Kanunu'nun 11. maddesinin son cümlesi ile CMK'nın 35. maddesinin 2. Fıkrasındaki düzenlemeler ve müdafi ile vekil arasındaki farklılıklar da gözetildiğinde; sanığın ve müdafisinin yokluğunda verilen hükmün müdafiden başka, kamu davasının tarafı, süjesi, cezanın sorumlusu kısacası ilgilisi olan sanığa da ayrıca tebliğ edilmesi gerekmektedir”  ve “kanun yollarına başvuru süresinin müdafiye yapılan tebligat ile başladığı kabul edilmelidir” gerekçeleriyle, Daire kararını kaldırarak dosyanın sanığa da tebliğ edilmek üzere Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Adil yargılanmaya katkı sağlayacağında kuşku olmayan YCGK kararını kısaca açıkladıktan sonra bazı hususları tartışmaya açmak istiyorum.

Söz konusu dosya ve benzer başka dosyaların 2019 yılından bu yana YCGK önünde olduğunu konuyla ilgili meslektaşlarımla birlikte biliyor ve kararı dört gözle bekliyorduk. Kararın 24 Şubat 2022 tarihinde verilmiş olması “geç gelen adaletin adalet olmadığı” kabulüyle yargının her aşamasında hızlanması gerekliliğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Yargıtay başta olmak üzere yargımızın iş yoğunluğu malumdur ve nedenleri ayrı bir tartışma konusudur. Ancak YCGK 2022/119 sayılı kararında olduğu gibi binlerce dosyada etki oluşturacak türden dosyaların mutlak surette öncelikle değerlendirilmesi haklı bir beklentidir.

YCGK 2022/119 K. sayılı kararı 24 Şubat 2022 tarihinde verilmiş, kararın yazılması ve üyelerce imzalanması, kontrolü vb. aşamalardan sonra bireysel tespitime göre 15 Eylül 2022 tarihinde karar arama sayfasından erişilebilir hale gelmiştir. Bir üst paragrafta belirttiğim gerekçelerle binlerce dosyayı etkileyecek ve uygulamada da değişikliğe neden olacak kararların paylaşılması için başkaca yöntemlerin bulunabileceği ve sürecin hızlandırılabileceği düşünülmektedir.

“Hak ihlallerini giderecek ve çok sayıda dosyayı etkileyebilecek nitelikte ancak halen yayınlanmamış olan başka kararlar var mıdır?” sorusu da ister istemez akla gelmektedir.

24 Şubat 2022 tarihinde karar verildikten sonra hakim-savcı meslektaşlarımızın whatsapp başta olmak üzerinde sosyal medya platformlarında yer alan gruplarında içeriğinin özü itibariyle paylaşılmıştır. Sanığa kararın tefhim edilemediği durumlarda veya çoğunlukla istinaf dairesince dosya üzerinden karar verilen durumlarda sanığa da tebligat gerekliliği paylaşıldıktan sonra bazı istinaf dairelerince sanıklara da tebligat yapılmaya başlanmış ancak çoğunlukla tebligat yalnızca müdafiye yapılmıştır. Uygulama birliğinin de kaybolmasıyla çok sayıda sanığın hak kaybına uğradığını düşünmek yanlış olmayacaktır.

Konuyla ilgili meslektaşlarımla birlikte karardan Mart ayı içinde haberdar olmakla birlikte kararın özünü geniş ölçekte paylaşmaktan imtina etmek zorunda hissettik. Lehe olan ve çok sayıda mağduriyeti önleyecek söz konusu kararın yayınlanmadan önce değişikliğe uğrama korkusu maalesef yaygındır ve nedenleri üzerinde müdafilik üstlenen ve kürsüde görev yapan tüm meslektaşlarımızın düşünmesi gereklidir.

Yazıya konu dosyanın 2019 yılında YCGK önüne gitmesi sonrasında YCGK kararı çıkana kadarki süreçte, hatta Şubat 2022 sonrasından günümüze YCBS, Yargıtay (kapatılan) 16. Ceza Dairesi ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin çok sayıda benzer dosyada aynı görüşü benimsemediği görülmektedir. YCBS ve ilgili daire üyelerinin görüş değiştirmeleri veya görüşlerini az sayıda dosya ile sınırlı tutmalarının makul gerekçeleri tarafımızdan bilinmemektedir.  YCGK 2022/119 K. sayılı kararı sonrasında herhangi bir tereddüt yaşanmayacağı düşünülmektedir.

YCGK 2022/119 K. sayılı kararında doktrine yapılan atıflar ve özellikle dayanak gösterilen CMK’nın 35. Maddesi ve diğer ilgili maddeleri yeni tarihli değillerdir. Özellikle CMK’nın 35. maddesi dikkate alındığında mahkeme kararlarının sanığa tefhim veya tebliğ zorunluluğunun Yargıtay ceza dairelerince re’sen dikkate alınması gereken bir usul gerekliliği olduğu değerlendirilmektedir. YCGK 2022/119 K. sayılı kararına kadar hak kaybına uğrayanların mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Benzer gerekçeyle hak kaybına uğrayanların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkını hüküm altına alan 6. ve etkili başvuru hakkını hüküm altına alan 13. Maddeleri kapsamında hak ihlali yaşadıkları YCGK 2022/119 K. sayılı kararı içeriğinden anlaşılmaktadır.

Yargıtay dairelerinin kararı onaması sonrası hak ihlali iddialarına yönelik Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru süresini UYAP’tan kararı görme, vb. ile başlattığı çok sayıda dosyada bireysel başvuru süresinin geçirilmiş olması gerekçesiyle ret kararı verdiği ve mağduriyete neden olduğu düşünülmektedir. Anayasa Mahkemesinin “öğrenme” ile başlayan bireysel başvuru süresi koşullarını katı uygulamaktan vazgeçmesi haklı bir beklentidir.