Ölüm olayını aydınlatmak üzere yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtığı dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir.

Ayrıca, yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B.No: 2013/4086, 20/4/2016)
♦ (Aysel Gündüz ve diğerleri, B. No: 2016/1138, 27/11/2019)
♦ (Onur Arslan, B. No: 2017/17652, 15/12/2020)
♦ (Mehmet Günay ve diğerleri, B. No: 2017/30109, 16/9/2020)
♦ (Onur Arslan, B. No: 2017/17652, 15/12/2020) 
♦ (Oğuzhan Koç, B. No: 2018/2851, 26/5/2021) 

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYSUN OKUMUŞ VE AYTEKİN OKUMUŞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/4086)

 

Karar Tarihi: 20/4/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 14/7/2016-29770

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.

:

Halil İbrahim DURSUN

Başvurucular

:

1. Aysun OKUMUŞ

 

 

2. Aytekin OKUMUŞ

Vekili

:

Av. İsmet AKIN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucuların epilepsi hastası olan oğullarının tedavisinin tıbbi esaslara uygun şekilde yapılmaması sebebiyle vefat etmesi ve bu olay üzerine açılan tam yargı davasının eksik inceleme sonucu reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/6/2013 tarihinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 30/9/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 2/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 24/12/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 6/1/2016 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/1/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular 18/10/2007 tarihinde yaşamını yitiren 2003 doğumlu Alper Okumuş'un anne ve babasıdır.

a. Alper Okumuş'un Tedavi Süreci ve Ölümü

9. Başvurucuların oğlu Alper Okumuş 13/8/2003 tarihinde dünyaya gelmiştir. Başvurucular doğumdan birkaç gün sonra çoçuklarının vücudunda kasılmalar meydana geldiğini, bunun üzerine 20/8/2003 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi (Hastane) Çocuk Acil Servisine gittiklerini, burada yapılan tetkikler neticesinde Alper Okumuş'a epilepsi teşhisi konduğunu belirtmişlerdir. Anılan Hastanenin 20/8/2003-21/8/2003 tarihli çıkış özetinde, hastanın erkek kardeşinin 48 günlükken, teyzesinin iki oğlundan birisinin 2 aylık diğerinin de 1,5 yaşında iken vefat ettiği, yine üç dayısının da erken yaşlarda yaşamını yitirdiği, vücudunda kasılmalar meydana geldiği şikâyetiyle Hastaneye başvuran hastanın metabolik hastalık ön tanısıyla çocuk servisine yatırıldığı ve daha sonra yoğun bakım servisine devredildiği belirtilmiştir.

10. Hastalığı nedeniyle yaşamış olduğu sorunlardan ötürü birçok defa ayakta veya yatarak tedavi gören Alper Okumuş, en son 17/10/2007 tarihinde saat 19.12'de adı geçen Hastanenin Çocuk Acil Servisine götürülmüştür. Hastanenin 17/10/2007 tarihli kayıtlarında özetle Alper Okumuş'un yedi sekiz dakika süren nöbet öyküsü ile Hastaneye getirildiği, oral sekresyonunun (salgı) olduğu ve solunum seslerinin kaba olduğu, kendisine diazem yapıldığı, solunumunun durduğu (solunum arresti), entübe edildiği, iki saatlik izlemde solunum düzensizliğinin devam ettiği ve hiç desatüre olmadığı, oral sekresyonunun arttığı, aspire edildiği ve entübe hâlde 112 acil yardım servisi ambulansı ile Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği belirtilmektedir. Hastane kayıtlarında Alper Okumuş'un Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmesine sebep olarak Hastanede yer olmaması gösterilmiştir.

11. Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen Alper Okumuş, burada yapılan müdahalelere rağmen saat 03.30'da vefat etmiştir. Bu hastanenin 18/10/2007 tarihli epikriz raporunda özetle, nöbet geçirdiği şikâyeti ile Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisine götürülen hastaya diazemle müdahale edilmiş olduğu, sonrasında kardiyopulmoner arrest gelişen olgunun adrenalin ve entübasyon uygulanarak Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği, hastanın Servise kabul edildiğinde genel durumunun kötü ve bilincinin kapalı olduğu, ateşinin 37, nabzının ise 195 olduğu, spontan solunumunun olmadığı, dakikada bir iki kez iç çekmesinin olduğu belirtilmiştir. Epikriz raporunun sonuç ve değerlendirme kısmında ise özetle hastanın entübe edilerek ventilatöre (solunum cihazı) bağlandığı, olguda saat 02.50'de bradikardi (kalp hızının normalden daha yavaş olması) gelişmesi üzerine hastaya kardiyopulmoner resüsitasyon (CPR) uygulandığı, kırk dakikalık CPR'ye yanıt alınamaması üzerine hastanın 03.30'da yaşamını yitirdiğinin kabul edildiği belirtilmiştir.

b. İdari Yargıda Açılan Tam Yargı Davası Süreci

12. Başvurucular maddi ve manevi zararlarının tazmini istemiyle 13/6/2008 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğüne müracaat etmiştir. Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü, dilekçeye süresi içinde cevap vermeyerek başvurucuların istemini zımnen reddetmiştir.

13. Başvurucular, zımni ret üzerine Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine İzmir 2. İdare Mahkemesinde maddi zararlarının karşılığı olarak 1.000 TL, manevi zararlarının karşılığı olarak 70.000 TL talepli tam yargı davası açmıştır. Başvurucular dava dilekçesinde özetle oğulları Alper Okumuş'un vücudunda doğumdan yaklaşık bir hafta sonra kasılmalar meydana geldiğini, bunun üzerine Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine götürülen oğullarına epilepsi teşhisi konulduğunu, oğullarının bu süreçten sonra sık sık anılan hastaneye götürüldüğünü ve tedavi edildiğini, 17/10/2007 tarihinde rahatsızlanması üzerine adı geçen hastaneye götürülen oğullarına diazem yapıldığını, diazemin yavaş yavaş yapılması gerekirken oğullarına hızlı bir şekilde yapıldığını, tüm ısrarlarına rağmen daha önceden oğullarıyla ilgilenen doktora haber verilmediğini, oğullarının solunumunun geçici olarak durması üzerine asistanların ambu cihazını kullanmaya çalıştığını ancak oğullarına müdahale eden asistanların ambu cihazını kullanmayı bilmemeleri ve sonrasında da cihazı düşürerek kırmaları nedeniyle cihazın hiçbir zaman kullanılamadığını, oğullarının durumunun daha da fenalaşması ve kalbinin durması üzerine hastanede solunum cihazı bulunmadığından Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Acil Servisine sevk kararı verildiğini, adı geçen hastaneye ulaştıklarında oğullarının hemen canlandırma ünitesine alındığını ancak yapılan müdahalelere rağmen vefat ettiğini, daha sonra vâkıf oldukları bazı şüpheli söz ve durumları araştırdıklarında oğullarının doğumdan itibaren kendilerinden izin alınmadan epilepsi konusunda birtakım tıbbi deney ve testlere tabi tutulduğunu düşündüklerini, deneysel olarak yapılan testlerin de ölüme sebebiyet vermiş olabileceğini, oğullarının ölümü ile sonuçlanan süreçte hiçbir şekilde bilgilendirilmediklerini, hastanede solunum cihazının olmadığı, tecrübesiz personelin çalıştırıldığı ve nöbetçi doktorların ambu cihazını kullanmayı bilmediği hususları ayrıntılı olarak taraflarına anlatılmış olsaydı böyle bir hizmetten yararlanmamayı tercih edeceklerini, hastanede uzman doktor ile solunum cihazının bulunmadığını, bu durumun olayda ağır hizmet kusuru bulunduğunu gösterdiğini belirtmişlerdir.

14. Davalı idare, başvurucuların 17/10/2007 tarihinde yapılan işlemlere yönelik iddiaları ile ilgili olarak özetle hastanede görevli nöbetçi doktorların acil müdahale konusunda eğitimli ve yeterli kişiler olduğunu, çok acil durumlarda hayatı tehdit eden bir durum varsa tıbbi tedavi için izin şartının aranmadığını, hastanenin yoğun bakım servisinde yer olmadığından hastanın bir hekim ile birlikte başka bir hastaneye sevk edildiğini, dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaların son derece sübjektif iddialar olduğunu, bu duruma örnek olarak diazem enjeksiyonunun usulüne uygun yapılmadığı iddiasının gösterilebileceğini, diazemin kıdemli hekim gözetiminde deneyimli bir hemşire tarafından yapıldığını, tıp bilgisi olmayan bir kişinin söz konusu müdahalenin nasıl gerçekleştirildiğine dair yorumunun hiçbir geçerliliğinin bulunmadığını, söz konusu ölüm olayında idareye yüklenebilecek bir kusurun bulunmadığını belirtmiştir.

15. İzmir 2. İdare Mahkemesi 21/10/2009 tarihli müzekkere ile Alper Okumuş hakkındaki evrakı Adli Tıp Kurumu Başkanlığına göndermiş ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Alper Okumuş'a uygulanan tedavilerde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti hususunda bir rapor tanzim edilmesini talep etmiştir. Bu talep üzerine Alper Okumuş hakkındaki tıbbi belgeler Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kuruluna gönderilmiştir.

16. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu, Alper Okumuş hakkındaki evrakı Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kuruluna göndererek Alper Okumuş'un ölüm sebebini sormuştur. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 27/1/2010 tarihli raporunun sonuç kısmında ölüm sebebi ile ilgili olarak aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:

"26.8.2003 tarihinde rahatsızlandığı, çok kez ayaktan ve yatarak hastanede tedavi edildiği bildirilen Aysun ve Aytekin oğlu 13.8.2003 doğumlu Alper Okumuş hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan verilen birlikte değerlendirildiğinde;

Zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte tıbbi belgelere göre; çocuğun kesin ayırıcı tanısı koyulamamış metabolik kökenli progresif nörodejeneratif bir hastalık ve komplikasyonları (epilepsi ve metabolik azidoz) sonucu ölmüş olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur."

17. Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu, Alper Okumuş'un ölüm sebebini belirten 1. İhtisas Kurulu raporu ile Alper Okumuş hakkında düzenlenen tıbbi belgeleri dikkate alarak 19/8/2010 tarihli bir rapor hazırlamıştır. Rapor şöyledir:

"26.8.2003 tarihinde rahatsızlandığı, çok kez ayaktan ve yatarak hastanede tedavi edildiği bildirilen Aynur ve Aytekin oğlu 13.8.2003 doğumlu Alper Okumuş hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan;

Dokuz Eylül Hastanesinin 26.8.2003 yatış ve 8.9.2003 çıkış tarihli tıbbi belgelerde;”35 yaşındaki sağlıklı annenin 2. gebelinden C/S ile (kardeşi eks 38 günlükken) 40 GH da 3400 gr. ağırlığında doğmuş, asfiksi yok, kardeşinde 48 günlükken kasılmaları ve aşırı ağlamaları olmuş, 1 haftalık sürede solunumu hızlanmış, genel durumu bozulmuş, tanı konulamamış aynı şekilde teyzenin iki erkek oğlu (2,5 yaş, 20 günlük)üç dayısında (9 ay, 1,3 yaş, 20 günlük) eks öyküsü (+) PN 7. günde 2 kez, kollarda kasılma, gözlerdebir noktayadalma şeklinde jeneralize nöbet öyküsü olan hasta Dokuz Eylül Üniversitesinebaşvurduğu, yaklaşık 15-20 sn etyolojinin araştırılması amacıyla yatırıldığı,

Özgeçmiş; Prenatal önemli özellik yok, natal C/S ile 3400 gr ağırlığında doğmuş, postnatal as ile besleniyor, hepatit aşısı yapılmış,

Soy geçmişi; anne 35 yaş, sağlıklı, baba 42 yaş özellik yok,akrabalık yok, ailede önemli hastalık yok, anne A Rh(+) baba0 Rh(+) bebek A Rh(+) APN +/+,solunum sayısı 52/dk, boy 48 cm, kilo 3400 gr, genel durumu iyi aktif canlı, cilt olağan BB: ön fontonel normal bombelikte olduğu “ şeklinde yazılı olduğu,

2- Dokuz Eylül Hastanesinin 13.8.2003 yatış ve 8.9.2003 çıkış tarihli tıbbi belgelerde:”Tetkikleri planlanan hasta postnatal 7. gününde kasılmaları olması nedeniyleservise yatırıldığı, kollarda kasılma tarzında kısa süreli nöbeti olan hastanın serviste 15-20 sn süreli gözleri bir noktaya dikme, kollarda kasılma ve yine bir kez kısa süreli gözlerdedalma tarzında nöbeti gözlendiği, hasta parüvat karboksilaz eksikliği PDC eksikliği, prüvat dehidrogenaz fosfatas eksikliği ve organik asidemi ön tanılarıyla serviste izleme alındı.;

Laboratuar tetkikleri; Hb:13.8, Hct:%39,7, BK:11.000/mm3, KK:3.73x10/mm3, plt:341.000, MVC:105, fl:%46, PNL:%46, lenf osit %6, monosit%2 stab.

Biyokimya:AKŞ:99, BUN:7, kreatinin 0.4, ürik asit:2.6, Na:142, K:6.3, CI110, Ca:12, P:6.1,CPK:188, ALP:582, GGT:70, trigliserid:207, total kolesterol:101, LDH:573, sülfit testi negatif, kan gazı:pH:7.35,

PCO2:39.1, HCO3:21.7 olduğu, total karnitin:13.9 umol/dl (24-97), serbest karnitin:11.2 umol/dl (18-79) , tandem MB:normal, idrarda organik asit profili:normal, amonyak 33,19.8.2003 tarihli laktik asit 26,6, pirüvik asid:0.91,1.exchange öncesi laktik asit 35.5, pirüvit asit:1.21, 2.exchange öncesi: laktik asit: 33.9, pirüvik asit:1.11, LA/PA:30.5, 2.exhange sonrası laktik asit:31.6, pirüvik asit:0.99, LA/PA 31.9, 21.8.2003 tarihinde laktik asit 25.3, pirüvik asit:1.06, 22.8.2003 tarihinde laktik asit:28.26, pirüvit asit:1.04, 2.9.2003 tarihinde laktik asid:16.94, pirüvik asit:0.86, 5.9.2003 tarihinde laktik asit:18.05, pirüvik asit:0.978 olduğu,

Klinik gidiş; pirüvat karboksilaz eksikliği PDC eksikliği, pirüvat dehidrogenaz fosfataz eksikliği organik asidemi ön tanılarıyla yatırılan hastaya karnitin (100 mg/Kg/g) B6 vitamini (30 mg/Kgg) başlandığı ve kan değişimi uygulanması planlandığı, kan değişimi için umblikustan girişim yapılamayınca femoral kateter takılması planlandığı,Çocuk Cerrahi tarafından katater takılmadan önce solunum arresti gelişmesi üzerine(fentanil kullanımı) hasta entübe edilerek prematüre YBÜ’ne alındığı, spontan solunumu olmaması üzerine PPV modunda izlenmeye başlandığı, femoral kateter takılarak 2 kez kan değişimi uygulandığı, periton diyalizi planlanan hastanın laktik asid düzeylerinin yüksek seyretmemesi üzerine girişim ertelendi, oral almayan hastaya 0,5 g/kg/g’den lipidinfüzyonu başlandığı,spontan solunumu dönen, konvülziyonu olmayan hasta ekstübe edildiği, Lipiddozu1 g/kg/g, artırıldığı, ve 0,5 g/kg/g olacak şekilde Formula başlandığı, Lipid dozu artırılarak 2 g/kg/g’e çıkıldığı ve 0,5 /Kg/g dozunda amnio asit solüsyonu başlandığı, idrarda organikasit profilinin normal gelmesi üzerine pirüvat tehidrogenaz kompleks eksikliği ön tanısıyla hastaya karbonhidrattan kısıtlı diyet başlanması planlandığı, basic-ch ile %16.5’i karbonhidrat %13.5’si protein %70’i yağ olacak şekilde diyeti ayarlandığı, oral alım iyi olan konvülziyon gözlenmeyen ve laktik asid düzeylerinde yükselme saptanmayan hasta izlenmektedir.” Şeklinde yazılı olduğu,

3- Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinin 21.8.2003 yatış ve 26.8.2003 çakış tarihli tıbbi belgelerde:nöbet geçirme şikayeti ile getirildiği, fizik muayenede 5500 gr, 57 cm, Nb:142/dk, karaciğer 1 cm palpabl, göbekte pürülan ve kötü kokuluakıntısı olduğu, SAM + Amikasin başlandığı, bu sırada jeneralize nöbeti olunca İV fenobarbital başlandığı, oral karnitin ve B komplkes vitamin başlandığı, göbek kateteri açılmak için fentonil sedasyonu yapılınca solunum arresti olduğu, entübe edilip yoğun bakımda takip edildiği, femoral kateterden iki kez ekschange transfüzyonyapıldığı, TANDEM testi normal çıktığı, LA ve prüvikasit sınırda yüksek bulunduğu, genel durumu düzelen hastanın ekstübe edildiği, İV intralipid başlandığı, nöbetleri kontrol altına alınan hastanın Fenitoin dozu ayarlanıp diyeti düzenlenip taburcu edildiği,

4- Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinin 13.7.2005 yatış ve 15.7.2005 çıkışı tarihli tıbbi belgelerde:

Nörometabolik hastalığa sekonder olduğu, düşünülen ancak yapılan tetkiklerinde etiyolojisi saptanmayan ve üçlü antiepilektik tedavi görmekte olan hasta ateş yüksekli ve ateş odağının bulunamaması üzerine acilden yatırıldığı, yapılan fizik muayenesinin doğalbulunduğu, hastanın antiepileptik ilaçlarına devam edildiği, olası intrakranial enfeksiyon açısından lomber ponksiyon önerildiği, ancak aile kabul etmedi ve imzası alındığı, hemogramında BK:15300 olup lenfomonositozivardı, CRP ESR negatif bulunduğu, idrar analizinde özellik yoktu, hastadan idrar kültürü gönderildiği ve ateşi olursa kan kültürü plandığı, pediatrik nöroloji tarafından değerlendirilen hastadan EEG istendiği ve etiyolojiye yönelik olarak (mitokondriyalmyopati?) kas biyopsisi önerildiği, ancak aile kas biyopsisiyapılmasına kabul etmediği, EEG’si çekildiği izleminde 48 saat süreyle ateş yüksekliği olmadığı, ek problem olmayan ve vitalleri stabil olan hastanın önerilerle taburculuğuna karar verildiği

5- Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesinin 1.2.2006 yatış ve 9.2.2006 çıkış tarihli tıbbi belgelerinde: Göz kapaklarında düşüklük 6 günlükken nöbet geçirme şikayeti başlayan hasta 2 yıldır 5mg/kg'dan Topiramat, 15 mg/kg dan Fenitoin, 3 mg/kg'dan Klonazepam kullanıyormuş. Bu sırada hiç nöbeti olmamış. Hastanın 3 gün önce göz kapaklarında düşüklük şikayeti başlamış. 3 gün önce uyandığında herhangi bir problemi olmayan hastanın öğleye doğru göz kapaklarını açık tutamama şikayeti başlamış. 3 gün içinde bu şikayeti gittikçe artan hastanın ayakta durması da zorlaşmış,doğumundan itibaren nöbet ve daha sonra da gelişme geriliği şikayetleri ile izlenen hastada bu şikayetlerinin de hastalığının bir komponenti olabileceği düşünülerek servise yatırıldığı, 5 ay anne sütü ve mama kullanmış. Mental-motor gelişim: gülümseme 1 aylık, bas tutma 3 ay, desteksiz oturma 6 ay, emekleme 7 ay, sadece destekle yürüyebiliyor, tek başına tutunmadan yürüyemiyor, tek kelimeleri söylemeye bir yaşında başlamış, su an hala tek kelimeleri var, 2 kelimeli cümle kurmuyor, idrar diski kontrolü tam değil.

Fizik muayenede; ağırlık 10.5 kg, vücutsıçaklığı 37, (axiller), boy 81 cm, nabız 124/dk, solunum sayısı 30/dk (düzenli), kan basıncı 80/60 mmHg (95 p.), genel durumubilinç açık, görünüm ilgisiz, iletişim kurmuyor, oryantasyon, koopere, oryante koopere değil, hidrasyon olağan,

Deri bulguları; olağan, Lenf bezleri: Patolojik boyutta lenf nodu saptanmadığı, (submandibular multiple LAP) Baş boyun:Deri olağan, orafarinks tonsiller olağan,bilateral timpanik membran olağan, göz kapakları düşük, obje takibi var. Her iki hemitoraks solunuma eşit katiliyor, ral ve ronkus saptanmadı. KVS S1, S2 olağan, ritmik, ek ses üfürüm yok

Barsak sesleri olağan. Hepatomegali yok, splenomegali yok. Traube acik. Defans yok, rebaund yok, ele gelen kitle yok. Cinsiyet: Erkek Bilateral testisler doğal, palpabl Bilateral ptozis, bilateral gözlerde esodeviasyon. DTR alt ekstremitelerde artmış. 2-3 atımlık klonus(+).

Laboratuar tetkikleri; Glu.Ac:H.11.8 mg/dl, BUN:15.6, mg/dl, KrE:0.55 mg/dl, AST:H:60,U/L, ALT:H:79 U/L, CK:56 U/L, Tr.prot:7.5 g/dl ALB:4.7 g/dl,olduğu,

Klinik gidiş ve öneriler: Klinik Gidiş Postnatal donemde laktik asi doz, nöbet öyküsü nedeni ile metabolik hastalıklar yönünden tetkik edilip spesifik bir tanısı olmaksızın piruvat dehidrogenaz kompleks eksikliği ön tanısı ile izlenmekte olan hasta halsizlik, göz kapaklarında düşüklük yakınması ile servise yatırıldığı, yapılan fizik muayenesinde mental motor reterdasyonubilateral gözlerini açmada (pitozis) güçlüğü, halsizliği saptandı. İzleminde genel durumunda kötüleşme olması üzerine bakılan kan gazinda metabolik asidoz ve respiratuar alkaloz seklinde mikst asit baz bozukluğu saptandı. Göğüs grafisi normal olarak yorumlandı. Kan laktik asit düzeyi yüksek saptandı. Hastaya ketojenik diyetin yanı sıra 2 mEq/kg/gun NaHC03 IV inf başlandığı, almakta olduğu karnitin tedavisinde 200mg/kg/gün seklinde doz ayarlaması yapıldı. B vitamin kompleksi, Coenzimtedavileri yanı sıra metabolik dekompansasyonuna bir enfeksiyonun neden olmuş olabileceği düşünülerek Ampisilin sulbaktam tedavisi başlandı. Beyin MR incelemesinde pons, mezensefalon ve beyin spina da hiperintens lezyonlar saptandığı, mitokondriyal ensefalopati ile uyumlu görüntüleme bulgusu olarak yorumlandığı, İzleminde genel durumu düzelen hastada herhangi bir enfeksiyon saptanamadığından antibiyotik tedavisi 5 güne tamamlanarak kesildi. Mitokondriyal hastalıklar yönünden değerlendirilmek üzere hastadan kas biyopsi ve yurt dışında enzim analizi ile pirüvat dehidrogenaz kompleks eksikliği yönünden değerlendirilmek üzere cilt biyopsisi (fibroblast kültürü) yapıldı. Genel durumu iyi vital bulguları yaşına göre normal sınırlarda olan hasta öneriler ile taburcu edildi.” şeklinde yazılı olduğu,

6- Dokuz eylül Üniversitesi Hastanesinin 17.10.2007 tarihli tıbbi belgelerde: 7-8 dk süren JTK nöbet öyküsü ile getirildiği, Ribovrid, Topomax, Epdontain kullanıyor olduğu,,oral sekresyonu olduğu, solunum sesleri kaba olduğu, İVDiazem yapıldığı, solunum arresti olduğu ve entübe edildiği, akciğer grafisinde bronkovasküler dallarda belirginleşmegörüldüğü, lateral boyun grafisi normal olduğu, kan gazında pH:7.07, Pa:Co2:54.7, HCO3:162, SPO2:&99, SS:7-8/dk, KTA:141 bulunduğu, hemografmda:Hb:10.7, Htc:24.3, WBC:15.1, pH:285 bulunduğu,

Biyokimya tetkikinde: glukoz:233, Na:142, K.3.6, CL113, BUN:15, Cre:0.6, AST:45, ALT:54 bulunduğu, karbamazepin 0,5’den küçük olduğu, iki saatlik izlemde solunum düzensizli devam ettiği, hiç desatüre olmadığı, oral sekresyonu arttığı, aspire edildiği, entübe halde 112 ile tepecik SSK Hastanesine sevk edildiği,

7- Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 18.10.2007 tarihli tıbbi belgelerinde;

İlk kez 6 günlük ateşsiz dönemde nöbet geçiren ve 3 gün yoğun bakımda yatışı olan luminoletten tedavisi başlanan olgunun tekrarlayan nöbetlerinin devam ettiği,metabolik taramaları ve kas biyopsisi yapılan olgunun sonuçlarında patoloji saptanmadığı bildirildi,8 aylıkken JTK nöbeti olan olgunun yüzde fokal tekrarlayan nöbetlerinin olduğu belirtildiği,en son 1,5 ay önce denge kaybı gözlerde kayma şeklinde nöbeti olan olgunun bugün uyanıkken çığlık attıktan sonra gözlerde kaymaşeklinde ve otonik şeklinde nöbet geçirerekDokuz Eylül Üniversitesi Hastanesini başvurusnuda kardiopulmoner arrest gelişen olgu İV Adrenalin ve entübasyon uygulanarak yoğun bakım izlenmek amacı ile hastanemize sevk edildiği, ilaç atlama öyküsü yok, olgunun Rivotril, Epdantoin veTopamax kullandığı belirtildi, ayrıca son bir haftadır olgunun solunumunun bazen düzensizliğiarada bir iç çekmelerinin olduğu belirtildiği, ateş 37 derece, nabız 195, kan basıncı 112/70, solunum zayıf yüzeyel, iç çekmetarzında genel durumu kötü, bilinç kapalı,ışık refleksleri biltareal alınıyor, ağız, boğaz bakısı olağan, spontan solunumu yok, dakikada 1-2 kez iç çekmesi mevcut, PBV leher iki akciğer solunuma eşit katılıyor, bilateral sekresyon ralleri var kardiovasküler sistemde taşikardik (190/dk) üfürüm yok, batın rahat organomegali yok, ağrılı uyarana yanıt yok, glaskow koma skalası 3, patolojik refleksi yok, derin tendon reflekslerialınamıyor, olgunun servisekabulünde genel durumu kötü, GKS E1V1M1 IR +/+ solunum yüzeyel bilinç kapalı, DTR -/-,akciğerde sekresyonlar ralleri +, bradikardik entübe edilerek PSIMV modunda ventilatöre bağlandığı, gazında metabolik asidoz saptandığı, yükleme + idame mayi ayarlandığı, kan kültürü alındığı, ateş yüksekliğisaptanınca seftriasyon başlandığı, idrar dışı yetersiz olduğundan 2 kez 20 cc/kg Izonotikle yüklendiği, olgu 02.50’de bradikardi gelişmesi üzerine CPR uygulandığı, 40 dakikalık CPR’a yanıt alınmadığı, olgu 03.30’da eksitus olarak kabul edildiği kayıtlıdır.

S O N U Ç:

Aytekin oğlu, 13/03/2003 doğumlu Alper Okumuş adına düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerin incelenmesi sonucunda;

1. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından metabolik kökenli nörodejeneratif hastalıktan öldüğü bildirilen küçüğe Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu oy birliğiyle mütalaa olunur."

18. Başvurucular, Alper Okumuş'a uygulanan tedavilerinin tıp kurallarına uygun olduğunu belirten Adli Tıp Kurumu raporuna itiraz etmiştir. İtirazlarında özetle davalarının öncelikli olan konusunun 17/10/2007 tarihinde Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisinde uygulanan işlemler olduğunu, anılan tarihte hastanede sadece üç asistan öğrencinin bulunduğunu, bu asistanların başında uzman doktor bulunması zorunlu iken oğullarına müdahale eden ekibin içinde uzman doktor bulunmadığını, görevli asistanların uzman doktorlara olayı haber vermediğini, çocuk acil servisinde bir uzman doktorun bulunmamasının tek başına ağır hizmet kusuru oluşturduğunu, hastanede görevli asistanların metabolik rahatsızlık tanısı üzerinden hareket ettiğini, oysa metabolik hastalık tanısının hatalı olduğuna ilişkin Hacette Üniversitesinden alınan bir rapor bulunduğunu, sonuç olarak bu yanlış tanıya olay gecesigörevli asistanların tecrübesizliği de eklenince oğullarının vefat ettiğini, davanın temel konusunun Hastanenin Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde kendilerine sunulan hizmetin kusurlu olması olduğunu, hızlı bir şekilde diazem yapılarak oğullarının solunumunun durmasına sebep olunduğunu, diazem yapılmasının riskleri konusunda kendilerinin aydınlatılmadığını, bilirkişi raporunda yeterli bir değerlendirme yapılmadığını belirterek yeni bir bilirkişi raporu alınması talebinde bulunmuşlardır.

19. İzmir 2. İdare Mahkemesi 2/6/2011 tarihli ve E.2008/1842, K.2011/831 sayılı karar ile yukarıda yer verilen bilirkişi raporlarına dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"Taraflara tebliğ edilen bilirkişi raporuna davacı vekili tarafından itiraz edilmiş, bilimsel ve ayrıntılı açıklamaları karşında itiraz yerinde görülmeyerek Mahkememizce benimsenen rapor kararımıza esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.

Bu durumda,Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtias Kurulunun 19/08/2010 tarih ve 4466 sayılı raporunda, metabolik kökenli nörodejeneratif hastalıktan öldüğü bildirilen küçüğe Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'nde yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğunun anlaşılması karşısında, olayda ihmal veya kusuru olmadığı olmayan davalı idarenin sorumlu tutulamayacağından davacıların tazminat talebi yerinde görülmemiştir."

20. Başvurucular, dava dilekçesinde ve bilirkişi raporuna itiraz dilekçesinde ileri sürdükleri hususları yineleyerek anılan kararın bozulması istemiyle temyiz talebinde bulunmuşlardır.

21. Danıştay Sekizinci Dairesi 5/6/2012 tarihli ve E.2011/7864, K.2012/4406 sayılı ilamıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiştir.

22. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Dairenin 13/2/2013 tarihli ve E.2012/9569, K.2013/882 sayılı ilamı ile reddedilmiştir.

23. Anılan karar 14/5/2013 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir.

24. Başvurucular 13/6/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

c. Adli Yargıda Açılan Tazminat Davası Süreci

25. Başvurucular, hastanenin çocuk acil servisinde 17/10/2007 tarihinde nöbetçi olan veAlper Okumuş'un tedavisine katılan Dr. İ.E., Dr. R.S. ve Dr. H.G. aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Başvurucular idari yargıda açtıkları tam yargı davasında ileri sürdükleri hususları bu davada da yinelemiş ve temel olarak diazem enjeksiyonunun yavaş yavaş yapılması gerekirken hızlı bir şekilde yapılması, Alper Okumuş'un doktoruna haber verilmemesi ve hastanede solunum cihazının bulunmaması nedenleriyle oğullarının vefat ettiğini ileri sürmüşlerdir.

26. Davalı doktorların vekili ise özetle dava dilekçesinde ileri sürülen kalp durmasının söz konusu olmadığını, balon maske sisteminin (ambu) kullanımında deneyimsizlik ve cihaz ile ilgili bir aksaklığın söz konusu olmadığını, doktor H.G.nin altı yıllık tıp fakültesi eğitimi ile olay tarihindeki iki yıllık çocuk sağlığı ve hastalıkları ihtisası boyunca birçok resüsitasyonda bulunan ve hastalara sayısız kere balon maske ile solunum desteği veren bir hekim olduğunu, davalı doktorların hasta resüsitasyonunda kullanılan ambu gibi temel bir aracı kullanmayı bilmiyor olmalarının mümkün olmadığını, monitörde hastanın solunum sayısının sıfıra düşmüş olmasına rağmen hastaya müdahale edilmemiş olmasının söz konusu olmadığını ve bu iddianın asılsız olduğunu, hastanın Hastaneye kabulünden sevkine kadar geçen süre içinde gerekli olan acil müdahalenin yeterli bir şekilde ve zamanında yapıldığını, Hastanenin yoğun bakım ünitesinde yer olmadığı için Tepecik yoğun bakım ünitesi ile konuşularak 112 acil yardım servisi ambulansı ile hastanın naklinin güvenli bir şekilde doktor eşliğinde sağlandığını, hastanın sevki sırasında kalp tepe atımı, kan basıncı değerlerinin normal olduğunu ve her iki akciğer seslerinin eşit oranda alındığını, tüm işlemler sırasında hasta yakınlarına gerekli açıklamaların uygun şekilde yapıldığını belirterek her üç davalı açısından da davanın reddini savunmuştur.

27. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, anılan olay hakkında bilgisi bulunan bazı kişileri tanık sıfatıyla dinlemiştir.

28. Başvurucuların tanığı K.U. ifadesinde özetle Aytekin Okumuş'la aynı yerdeçalıştığını, Alper Okumuş'un rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldığı haberinin gelmesi üzerine arkadaşını yalnız bırakmamak için onunla Hastanenin Çocuk Acil Servisine gittiğini, saatin 19.30-20.00 arası olduğunu, Aysun Okumuş'un görevli doktora çocuğunun esas doktorunun Uluç Bey olduğunu ve durumun ona bildirilmesi gerektiğini daha önceki çocuğunu da kaybettiğini ağlar şekilde söylediğini, görevli doktorun ise gerekli tedavinin burada yapılmakta olduğunu ve kendilerinin de doktor olduğunu söylediğini, o an görebildiği kadarı ile çocuk acil servisinde yoğunluk olmadığını belirtmiştir.

29. Başvurucuların tanığı ve Alper Okumuş'un teyzesi A.Ö. ifadesinde özetle Hastaneye vardığında Alper'in baygın vaziyette yatıyor olduğunu, Alper'e diazem yapılmış olduğunu, Hastaneye varmasından yaklaşık beş dakika sonra çocuğun ağzından köpükler gelmeye başladığını, çocuğun durumunun nasıl olduğunu doktorlara sorduklarında hastaya diazem yapıldığını ve birkaç saat sonra hastanın taburcu edileceği cevabının verildiğini, bu arada ablası Aysun Okumuş'un, Alper'in kendi doktoru olan Uluç Bey'e haber verilmesini doktorlardan yalvarırcasına istediğini, doktorların "Biz de doktoruz kendi özel doktorunun haberdar edilmesine ihtiyaç yoktur." dediğini, daha sonra Alper’in soluk alıp vermesinde sıkıntı başlayınca Alper'e oksijen maskesi takıldığını, acil serviste kendileri dışında bir hastanın daha bulunduğunu, Alper’in nefes alışverişlerinin iyice zorlaşmaya başladığını, bunun üzerine Dr. H.G.nin hastanede solunum cihazının olmadığını, bu sebeple hastanın başka bir hastaneye sevkinin gerektiğini söylediğini, Alper’in nefes alışverişlerinin giderek daha da zorlaştığını, Dr. H.G.nin çocuğun durumuna bakarak Dr. R.S.ye "Çocuğa ambu yapılması gerekiyor." dediğini, Dr. R.S.nin de "Ben ambu yapmasını bilmiyorum, H. sen yapar mısın?" dediğini,Dr. H.G.nin tedavi odasından ambuyu aldığını, yere düşürdüğünü ancak yine de Alper'e ambuyu takıp müdahalesini yaptığını, müdahale sonucunda Alper’de istem dışı hareketler meydana geldiğini, bunun üzerine Alper’in acil müdahale odasına alındığını, hastaya tam olarak ne kadar müdahale edildiğini bilemediğini ama müdahalenin yaklaşık on dakika ya da daha fazla sürmüş olabileceğini, Hastanede solunum cihazının bulunmaması nedeniyle Alper’in Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiğini belirtmiştir. Başvurucuların tanığı S.Ö. de benzer şekilde tanıklıkta bulunmuştur. S.Ö. ayrıca diazem iğnesinin normal bir iğne nasıl yapılıyorsa o şekilde yapıldığını belirtmiştir.

30. Davalıların tanıklarından Y.Ö. ifadesinde özetle kendisinin Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Gastroenteroloji Beslenme ve Metabolizma Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştığını, Alper'i doğumundan itibaren aralıklı olarak tedavi eden ve izleyen bir hekim olduğunu, Alper'in annesi ile teyzesinin çocuk kayıplarının olmasının ve Alper'in bazı değerlerinin doğumsal metabolik hastalık (mitokondriyal hastalık) tanısını düşündürdüğünü, Alper'i nöroloji bölümü ile birlikte izlediklerini, nöroloji bölümünde Doktor Uluş Y. isimli görevli bir arkadaşlarının bulunduğunu, Alper'in ailesinin onunla daha yakın ilişkiye geçtiğini, Alper'in hastalık seyrinin mitokondriyal hastalığın gidiş safhalarını gösterdiğini, mitokondriyal hastalıkların hayatın herhangi bir devresinde her an ölüm ile sonuçlanabileceğini çünkü normal olarak hastalık yapmayan, genel durumu kötüleştirmeyen basit enfeksiyonların bu hastalığa yakalananları daha çabuk etkilediğini, dikloroasetat ilacının bu tip metabolik hastalıklarda kullanılan çok önemli ve çok gerekli bir ilaç olduğunu belirtmiştir.

31. Mahkemece dinlenen tanıklardan M.D. ifadesinde özetle Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Ana Bilim Dalı başkanı olarak görev yaptığını, görevli doktorlar tarafından Alper'in durumunun kendisine bildirilmesi üzerinehastanın yoğun bakıma alınması gerektiğini ancak Hastanede solunum cihazı olmadığı için Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine naklinin sağlanmasını istediğini, Alper'in Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yoğun bakıma alındıktan sonra vefat etmiş olduğunu öğrendiğini, Alper'e Hastanenin Çocuk Acil Servisinde diazepam adında bir ilaç uygulanmış olduğunu, bu ilacın nöbet geçiren çocuklara mutlaka uygulanması gerekli bir ilaç olduğunu, dozu ve uygulama şeklinin asistanlar tarafından sürekli olarak uygulandığı için bilindiğini, ilaç uygulanmasaydı hastanın nöbet aktivitesinin devam edeceğini vehastada geri dönülemez sekele neden olabilecek sonuçlardoğurabileceğini, Hastanede ambu cihazının olduğunu, bu cihazın solunumu yetmeyen çocukların solunumu için uygulandığını, asistanların bu cihazı çok defa kullandıkları için kullanmayı bildiklerini, ambu cihazının solunum için kullanılan basit bir cihaz olduğunu, solunum cihazının ise ventilatör denilen komplike bir cihaz olduğunu, bu cihazın Hastanede olduğunu ancak olay anında boş cihaz olmadığı için hastayı başka bir hastaneye sevk etme ihtiyacının doğduğunu, diazepam ilacının yan etkilerinden bir tanesinin solunumu baskılayabilmesi olduğunu ancak bunun kullanılmasında zorunluluk bulunduğunu belirtmiştir.

32. Davalıların tanıklarından S.K. ifadesinde özetle Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Nörolojisi Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştığını, Alper'in ölümünden önce kendi servisleri tarafından izlenen ve özellikli bir hasta olduğunu, özellikli olan her hasta için Acil Servisteki doktorlar tarafından gerekli müdahalelerin yapıldığını ve gerekduyulursa ilgili sıra dâhilinde doktorlara haber verildiğini, kendisinin Acil Serviste çalışan bir hekim olmadığını ancak Hastanedeki işleyişe göre Acil Servis sorumlu hekimine haber verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

33. Davalıların tanıklarından S.K. ifadesinde özetle kendisinin Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı başkanı olduğunu, Alper'i tanımadığını ancak olaydan sonra onun Hastanedeki dosyasını incelediğini, incelemeleri neticesinde Alper'in doğduğu andan itibaren mitokondriyal hastalığının bulunduğu kanaatine vardığını, Alper'in tetkik sonuçlarında doğumundan itibaren anormal bulgular olduğunu, bu tür hastalıklarda çocukların ara ara daha iyi bir tablo sergileyebileceğini ancak hiçbir zaman normale dönmeyeceğini, Hastanedeki kıdemli asistanların, baş asistanların oldukça donanımlı kişiler olduğunu, Alper daha önceden Hastaneye geldiği için kendisine yapılacakların belli olduğunu, bu nedenle daha önceden tedavisini gerçekleştiren hekime haber verilmeyebileceğini, Hastanede mekanik ventilatör cihazları sayılı olduğu için ekstra bir hastanın gelmesi hâlinde başka bir hastaneye zaman zaman sevkin yapıldığını, Alper'in acil olarak geldiği gece kayıtlarına göre boş ventilatör olmadığını belirtmiştir.

34. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi, Alper Okumuş'a 17/10/2007 tarihinde uygulanan tedavide davalı doktorların kusurlarının bulunup bulunmadığının tespiti için dosyayı İstanbul Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiş ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinden seçilecek üç kişilik uzman bilirkişi kurulundan rapor alınarak dosyanın iadesini talep etmiştir.

35. Çocuk Hastalıkları ve Çocuk Nörolojisi Uzmanı Prof. Dr. S.U., Alper Okumuş'a ait bilgi ve belgeleri inceleyerek bir rapor tanzim etmiştir. Raporun sonuç kısmında aşağıdaki değerlendirmeler yapılmıştır:

"Alper'in ölüm nedeni ilerleyici özellikteki muhtemel metabolik hastalıktır.

Diazem uygulanması solunum durmasını kolaylaştırmış olabilir ancak nöbetle getirilen bir hastaya bu tedavinin uygulanmaması hatadır.

Solunum durduktan sonraki müdahaleler yeterli görülmektedir.

Alper'in ölümünde tıbbi hata olmadığı kanaatine vardığımı saygılarımla arz ederim."

36. Cerrahpaşa Üniversitsesi Tıp Fakültesi Hastanesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. A.A., Alper Okumuş'a uygulanan tedavi hakkında hazırlamış olduğu bilirkişi raporunda aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır:

"1. Merhum Alper Okumuş'un klinik tablosu ilerleyici nitelikte bir merkez sinir sistemi hastalığıdır. Kendisine konulan "mitokondriyal hastalık" tanısı kesin tanı değil bir ön tanıdır. Mitokondriyal hastalıkların kesin teşhisi bütün dünyada oldukça zor konulmaktadır fakat mitokondriyal hastalıklar da ilerleyici nitelikte bir merkez sinir sistemi hastalığı olup bütün bu hastalıklar benzer şekilde tedavi edilmektedir. Dosyadan öğrendiğimize göre yapılan tedavilerde bir yanlışlık yoktur.

2. Epilepsi nöbeti geçiren bir hastaya diazepam gibi bir iğnenin yapılması bir gerekliliktir. Dosyanın bir yerinde davacılar ilacın çok hızlı damara verildiğini iddia etmektedirler. Bir bilirkişi olarak görmediğimiz bir olayda hüküm yürütmemiz mümkün değildir. Fakat diazepamı hastalarına veren hekim ya da hemşireler bu ilacın yavaş yavaş damara verilmesi gerektiğini bilirler. Türkiye'nin en önemli acil çocuk merkezlerinden biri olan söz konusu yerde böyle bir hatanın yapılması çok uzak bir olasılıktır. Üstelik diazepam türevi olan ilaçlar acil polikliniklerde nadiren değil, çok sık olarak kullanılırlar.

3. Alper Okumuş'un söz konusu olayda mekanik ventilatör bulunmadığı için başka bir yoğun bakım merkezine sevk edilmesi son derece olağan ve gerekli bir durumdur. Kendi çalıştığımız Üniversite acil servisine de aynı şekilde alet bulunmayınca hastanın alet bulunan başka bir merkeze gönderilmesi rutin bir işlemdir."

37. Son olarak Pediatrik Nörolog Prof. Dr. S.K., Alper Okumuş'a ait tıbbi ve adli belgeleri inceleyerek bir rapor hazırlamıştır. Hazırlanan raporun ilgili kısmı şöyledir:

"(...)

Alper Okumuş'un yukarıda özetlenen öz ve soy geçmişinden anlaşıldığı kadarıyla kalıtsal (ailenin erkek çocuklarında görüldüğü için muhtemelen X'e bağlı taşınan) ve beynin yaygın tutan ilerleyici heredo-degeneratif nöro-metabolik hastalığı olduğu anlaşılmaktadır. Bu hastalık grupları içinde bulunan hastalıkların geni bugünkü teknoloji ile araştırma olgularında dahi 2/3 oranında belirlenemez. Üstelik tedaviyi sorunlu gen değil ortaya çıkan klinik durum belirler. Durdurulamayan epileptik nöbet varlığında hızlı etki yeteneğiyle diazepam grubu ilaçta ilk seçenektir. Kaldı ki, Alper diazepam grubu ilaçlardan clonazepam-rivotril almıştır ya da olay anında almaktadır. Solunum depresyonu diazepam grubu ilaçların bilinen yan etkilerinden biri olmakla birlikte bu grup ilaçlar yaşam kurtarıcı özelliklerinden dolayı bu yan etkileri göz ardı edebilecek nadirlikte olmaları hesaplanarak kullanılırlar. Üstelik diazepam sözkonusu yan etkisi konusunda aile bilgilendirilmek koşulu ile havale geçiren çocuğa bir acil servise ulaşana kadar ev şartlarında acil müdahalesinde kullanılması dünya çapında kabul gören bir uygulamadır. Acil serviste görev yapan tüm hekimler konvülziyon varlığında diazepam uygulamaya tam yetkilidirler. Aksi halde sorumlu tutulurlar.

Yukarıdaki tartışmadan Alper'in ölümünden myoklonik nöbetlerin sorumlu tutulması öncelikli ve kuvvetle muhtemel kanaati oluşmasına rağmen Alper'in ölümünden diazepamın sorumlu olmuş olabileceği tartışması yapılabilir. Ancak bu durumda dahi diazepam uygulama kararının sorgulanması katiyetle reddedilir.

Sonuç olarak, Alper'in ölümünden tıbbi bir hata olmadığını kanısına varıldığını saygılarımla arz ederim."

38. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 17/11/2015 tarihli ve E.2008/422, K.2015/401 sayılı karar ile davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"(...)

Mahkememizce yapılan tüm yargılamalar sırasında dinlenilen tanık anlatımları taraf beyanları davalıların sanık olduğu ceza dosyasında verilen beraat kararı ve bu dosyadaki rapor davalıların çalıştığı kurum olan Ege Üniversitesi aleyhine açılan idare mahkemesinde görülen dava ve bu davada Adli Tıp Kurumu'ndan alınan doktorların olayda kusursuz olduğuna dair rapor ve tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, davacıların müşterek çocukları olan Alper Okumuş'un 13/08/2003 tarihinde hastalanması üzerine götürdükleri 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde görmüş olduğu tedavi sonrası ölümün gerçekleşmesinde davalı doktorlara izafe edilebilecek herhangi bir kusurun bulunmadığı, davalı doktorların kusurlu bir hareketi ile ölüme sebebiyet vermedikleri, kusurlu bulunmayan davalıların tazminatla yükümlendirilemeyeceği kanaat ve sonucuna varıldığından davanın reddi yoluna gidilmiştir."

39. Başvurucular 16/2/2016 tarihli dilekçe ile anılan kararın bozulması istemiyle temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucuların temyiz talepleri hakkında verilmiş bir karar hâlihazırda bulunmamaktadır.

d. İlgili Doktorlar Hakkında Açılan Kamu Davası Süreci

40. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 10/5/2011 tarihli ve Sor. 2011/26569, E.2011/19958 sayılı iddianamesi ile Hastanenin Çocuk Acil Servisinde görevli Dr. İ.E., Dr. R.S. ve Dr. H.G. hakkında İzmir 15. Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

41. Dr. R.S. savunmasında özetle diazepam adlı ilacın nöbet geçiren Alper Okumuş'a damar yolu ile uygun doz ve şekilde nöbetçi hemşire tarafından uygulandığını, bu uygulamanın kendisinin gözetiminde yapıldığını, adı geçen ilacın seyreltilerek ve yavaş bir biçimde uygulandığını, bu ilaç uygulandıktan sonra yan etki olarak kalp durmasının değil solunum baskılamasının görülebileceğini, acil tıbbi uygulamalarda ehliyetli olduğunu, ihtisas gördükleri süre içinde uzmanlık öğrencisi statüsünde olsalar bile tıp fakültesi mezunu olarak pratisyen hekim unvanlarının bulunduğunu, bundan dolayı acil durumlarda her türlü tıbbi uygulamayı yapma yetkilerinin olduğunu, hem kendinin hem de diğer hekim arkadaşlarının tıp eğitimi ile ihtisas eğitimi sırasında sayısız kere acil tıbbi uygulamaları yerine getirdiklerini, bu nedenle hasta yakınlarının "Tıbbi malzemeleri kullanmayı bilmiyorlar." yargısının kabul edilemez olduğunu, bu tarz uygulamaların tüm sağlık kuruluşlarında pratisyen hekimler tarafından da yapıldığını, Hastanede uzman hekimin primer olarak hasta bakmadığını, özellikli olguların Acil Servis sorumlu öğretim üyesine haber verildiğini, diazepam isimli ilaç sonrası hastada solunum yüzeyselleşmesinin görüldüğünü, bunun üzerine yüz maskesi ile hastaya oksijen desteğinin sağlandığını, hastanın solunum şeklinin bozulmasına rağmen kalp atımında bir bozulmanın olmadığını, durumdan Nöbetçi Başasistan Dr. İ.E.nin haberdar edildiğini, hastanın durumunun Dr. İ.E. tarafından da değerlendirildiğini, bir süre sonra hastada aniden solunum durmasının ortaya çıkması üzerine hastanın yüzünde bulunan oksijen maskesinin alındığını ve ambu ile hastanın solutulmaya çalışıldığını, hasta yakınları tarafından yere düştüğü belirtilen aletin ambu değil oksijen maskesi olduğunu, bir süre sonra hastada kalp atımlarında yavaşlama olması üzerine hastaya adrenalin isimli ilacın uygulandığını ve hastanın entübe edildiğini, hastaya bu işlem sırasında midazolam isimli ilacın yapıldığını, akabinde ise Hastanede boş ventilatör olmadığı için hastanın Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiğini ve olayda kusurunun bulunmadığını belirtmiştir. Olay günü başasistan olarak görev yapan Dr. İ.E. ile Dr. H.G. de benzer şekilde beyanda bulunarak Alper Okumuş'un ölümünde kusurlarının bulunmadığını belirtmiştir.

42. İzmir 15. Asliye Ceza Mahkemesi 13/11/2013 tarihli ve E.2011/416, K.2013/736 sayılı karar ile tam yargı davasında Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınan bilirkişi raporunda Alper Okumuş'a yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu mütalaa edilmiş olması nedeniyle ilgili doktorların Alper'in ölümünde kusurlu olmadıkları vicdani kanaatine vararak ayrı ayrı beraatlerine karar vermiştir.

43. Anılan karar, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2/6/2015 tarihli ve E.2014/12185, K.2015/9552 sayılı ilamı ile onanmıştır.

B. İlgili Hukuk

44. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

45. Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

46. 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin ceza hukuku ile ilişkisini düzenleyen 74. maddesi ise şöyledir:

“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.”

47. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir."

48. 1/8/1998 tarihli ve 23420 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hasta Hakları Yönetmeliği’nin (Yönetmelik) 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle 15. maddesi şöyledir:

“Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbî işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbî müdahale usûlleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçlan ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir.

Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin belgelendirilmesi istenilebilir.”

49. Yönetmelik’in 22. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.”

50. Yönetmelik’in 8/5/2014 tarihli değişiklikten önceki hâliyle 24. maddesi şöyledir:

“Tıbbî müdahalelerde hastanın rızası gerekir. Hasta küçük veya mahcur ise velisinden veya vasisinden izin alınır. Hastanın, velisinin veya vasisinin olmadığı veya hazır bulunamadığı veya hastanın ifade gücünün olmadığı hallerde, bu şart aranmaz.

Kanunî temsilci tarafından muvafakat verilmeyen hallerde, müdahalede bulunmak tıbben gerekli ise, velayet ve vesayet altındaki hastaya tıbbî müdahalede bulunulabilmesi; Türk Medenî Kanunu'nun 272 nci ve 431 inci maddeleri uyarınca mahkeme kararına bağlıdır.

Kanunî temsilciden veya mahkemeden izin alınması zaman gerektirecek ve hastaya derhal müdahale edilmediği takdirde hayatı veya hayatî organlarından birisi tehdit altına girecek ise, izin şartı aranmaz.

Üçüncü fıkrada belirtilen ve hayatı veya hayatî organlardan birisini tehdit eden acil haller haricinde, rızanın her zaman geri alınması mümkündür. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir.

Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

51. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

52. Başvurucular epilepsi hastası olan oğullarına diazem yapıldığını, diazemin yavaş yavaş yapılması gerekirken hızlı bir şekilde yapıldığını, oğullarını daha önceden de defalarca hastaneye götürdüklerinden diazemin kalp durmasına sebepolduğunu bildiklerini ve bu durumu görevli asistanlara anlatmaya çalışmalarına rağmen asistanların kendilerini dikkate almadığını, tüm ısrarlarına rağmen daha önceden oğullarıyla ilgilenen doktora haber verilmediğini, oğulları ile yeterince ilgilenilmediğini, oğullarının solunumunun geçici olarak durması üzerine asistanların ambu cihazını kullanmaya çalıştığını ancak müdahale eden asistanların ambu cihazını kullanmayı bilmemeleri ve sonrasında da cihazı düşürerek kırmaları nedeniyle cihazın hiçbir zaman kullanılamadığını, hastanede uzman doktorun bulunmadığını, oğullarının durumunun daha da fenalaşması ve kalbinin durması üzerine hastanede solunum cihazı bulunmadığından Tepecik Çocuk Acil Servisinesevk kararı verildiğini, adı geçen hastaneye ulaştıklarında oğullarının hemen canlandırma ünitesine alındığını, ancak yapılan müdahalelere rağmen vefat ettiğini, Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk Acil Servisinde oğullarına uygulanan tedavinin tıbbi esaslara uygun bir biçimde yapılmadığını, ilgili görevliler hakkında kişisel kusurları nedeniyle açılan tazminat davası ile kamu davasının derdest olmasına rağmen bu yargılamaların sonuçlanmasının beklenmeden davalarının reddedildiğini belirterek 1219 sayılı Kanun'un hastanın veya hasta yakınlarının bilgilendirilmesi hakkını düzenleyen 70. maddesi ileAvrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. ve 8. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yeniden yargılama yapılması veya taraflarına maddi ve manevi tazminat ödenmesi taleplerinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

53. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvuru formu ve ekleri bir bütün olarak incelendiğinde başvurucuların temel olarak Alper Okumuş'un yaşamının korunması için gerekli önlemlerin alınmamasından ve idari yargıda açtıkları tam yargı davasının yaşam hakkı kapsamında yeterli bir inceleme yapılmaksızın reddedilmesinden şikâyet ettiği anlaşılmıştır. Bu nedenle başvurucuların tüm iddialarının Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

54. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

55. Bakanlık görüşünde kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak yaşam hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai yargı yolunu gerektirmediği, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği, özellikle tıbbi ihmal sonucu ölümün meydana geldiği durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, somut olayda idare aleyhine açılan tam yargı davasının reddedilerek kesinleşmesi üzerine bireysel başvuru yapıldığı ancak başvurucular tarafından İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde ilgili doktorlar aleyhine açılan tazminat davasının derdest olduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında ulusal yetkililerce ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın Sözleşmesi anlamında bundan böyle mağdur olduğunu ileri süremeyeceğinin kabul edildiği, bu iki koşul yerine getirildiği takdirde AİHM'in bir inceleme yapmasının gerekmediği, anılan hususların kabul edilebilirlik incelemesinde başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği yönünden dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.

56. Başvurucular 19/1/2016 tarihli cevap dilekçelerinde başvurunun konusunun Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde yapılan hatalı işlemlerolduğunu, İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesindeki tazminat davasına ilişkin bir başvurularının bulunmadığını belirtmiştir.

57. Somut olayda Alper Okumuş'un ölüm olayı ile ilgili olarak başvurucuların kullanabileceği birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucular, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet Başsavcılığından talep edebilirler. İkinci bir yol olarak başvurucular, Alper Okumuş'un ölümünden sorumlu olduğunu düşündükleri kişiler aleyhine haksız fiilden ya da vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluk kapsamında yetkili asliye hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilirler. Üçüncü bir yol olarak ise başvurucular, yaşanan olayda hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle ilgili kamu idaresi aleyhine idari yargıda tam yargı davası açabilirler. Nitekim başvurucular, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvurmuş ve Alper Okumuş'un ölümüne sebebiyet verdiğini iddia ettikleri görevliler hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvurucuların şikâyeti üzerine ilgili görevliler hakkında açılan kamu davası, İzmir 15. Asliye Ceza Mahkemesinin beraat kararıyla neticelenmiştir. Bu karar, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2/6/2015 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucular ayrıca Alper Okumuş'un tedavisine katılan doktorlar İ.E., R.S. ve H.G. aleyhine İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. İlk derece mahkemesince reddedilen tazminat davası, hâlihazırda temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucular son olarak İzmir 2. İdare Mahkemesinde Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine tam yargı davası açmış, anılan davanın reddedilerek kesinleşmesi üzerine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bu durumda somut olayın koşulları çerçevesinde sorulması gereken soru, yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir (Benzer yöndeki Anayasa Mahkemesi kararı için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, § 43).

58. Bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde başvurucuların yaşadığı olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular da söz konusu olayın görevli personel tarafından kasti şekilde gerçekleştirildiği yönünde bir iddia ileri sürmemiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdurlara adli ya da idari yargı mercileri önünde açabilecekleri bir tazminat ya da tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir. Kaldı ki başvurucular, ilgili doktorlar hakkında açılan kamu davasının beraat kararıyla sonuçlanmasına ilişkin herhangi bir iddia ileri sürmemiştir.

59. Başvuru konusu olay başvurucuların oğullarına sunulan sağlık hizmetlerinde hizmet kusuru ve organizasyon bozukluğu bulunduğu iddialarınailişkindir. Bu gibi durumlarda hukuk veya idare mahkemelerinde açılan tazminat ya da tam yargı davaları, hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın ödenmesini sağlayabilecek nitelikte olduğundan başvurucuların mağduriyetini giderebilir.

60. Somutolayda başvurucular, hem Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü aleyhineidari yargıda tam yargı davası, hem de ilgili doktorlaraleyhine adli yargıda tazminat davası açmıştır. Başvurucuların idari yargıda açtığı tam yargı davası kesin bir karar ile neticelenmiş iken adli yargıda ilgili doktorlar aleyhine açtığı tazminat davası derdesttir. Bu durumda idari yargıda açılan tam yargı davası kesinleşmiş iken aynı olay sebebiyle ilgili doktorlar aleyhine adli yargıda açılan tazminat daasının derdest olmasının başvuru yollarının tüketilmesi kuralına etkisinin tartışılması gerekir.

61. Başvurucular, Alper Okumuş'a 17/10/2007 tarihinde Hastanenin Çocuk Acil Servisinde müdahale eden doktorlar aleyhine adli yargıda açtıkları tazminat davasında genel olarak doktorların kişisel kusuruna dayanmış; Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine idari yargıda açtıkları tam yargı davasında ise idarenin hizmet kusuruna vurgu yapmıştır. İdarenin hizmet kusuru ile kamu görevlisinin kişisel kusuru çoğu zaman iç içe geçtiğinden, kamu görevlisinin kişisel kusuru bazı koşullar altında idarenin hizmet kusuruna da neden olabilir. Bazı durumlarda herhangi bir kamu görevlisine izafe edilsin ya da edilmesin idarenin işleyişinde, kuruluşunda veya düzenlenmesinde nesnel nitelikli bir aksaklık varsa hizmet kusuru ortaya çıkabileceği gibi bazı durumlarda da sadece kamu görevlisinin sorumluluğunu doğuran salt kişisel kusur söz konusu olabilir. Dolayısıyla kamu görevlisinin hangi davranışının kişisel kusur hangi davranışının ise hizmet kusuru olduğu ve bunlardan birinin varlığı hâlinde diğerinin ortadan kalkıp kalkmayacağı konularında derece mahkemelerinin yorumları oldukça önemlidir. Ayrıca idari yargıda hizmet kusuruna dayanılarak açılan tam yargı davalarında ileri sürülen iddialar ile adli yargıda kamu görevlisinin kişisel kusuruna dayanılarak açılan tazminat davalarında ileri sürülen iddialar farklılık arz edebilir. Başvurucuların idari yargıda açtığı tam yargı davası ile adli yargıda açtığı tazminat davasında ileri sürdüğü iddialar, yaşam hakkının maddi ve usule ilişkin boyutunun ihlal edilip edilmediği hususunun esası ile de yakından ilgilidir. Bu nedenlerle somut olayda başvuru yollarının tüketilip tüketilmediği hususunun, yaşam hakkının maddi ve usul boyutunun esasına ilişkin yapılacak olan inceleme ile birleştirilmesine karar verilmiştir.

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri HakkındaKanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No. 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda müteveffa Alper Okumuş, başvurucuların oğludur. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından da bir eksiklik bulunmamaktadır.

63. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Yaşam Hakkının Usul Boyutu Yönünden

64. Başvurucular, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde yapılan hatalı işlemler sonucu Alper Okumuş'un ölümüne neden olunması üzerine açtıkları tam yargı davasının yeterli araştırma yapılmadan reddedildiğini, ilgili görevliler hakkında kişisel kusurları nedeniyle adli yargıda açılan tazminat davası ile kamu davasının derdest olmasına rağmen bu yargılamaların sonuçlanmasının beklenmeden tam yargı davası hakkında ret kararı verildiğini ileri sürmüştür.

65. Bakanlık görüşünde, başvuruya konu şikâyetlerinin yaşam hakkı kapsamında incelenmesinin doğru olacağı belirtilmiş; akabinde ise tıbbi ihmale ilişkin AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına vurgu yapılmıştır.

66. Bakanlık görüşünde, somut olayda iki hususun özellik arz ettiği belirtilmiştir. Bakanlığa göre özellik arz eden birinci durum, Alper Okumuş'a uygulanan diazem tedavisinin hastanın o zamanki şartlarında tıbben yerinde olup olmadığıdır. Bakanlık, Derece Mahkemelerince alınan bilirkişi raporlarında Alper Okumuş'a uygulanan diazem tedavisinin somut durumla uyumlu olduğunun değerlendirildiğini, söz konusu raporlarda diazem tedavisinin uygulanmamasının ihmal oluşturabileceği yönünde görüş bildirildiğini, bu konuda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu belirtmiştir. Bakanlığa göre özellik arz eden ikinci durum ise Hastanede solunum cihazının bulunmamasının Alper Okumuş'un ölümüne etkisinin olup olmadığı, etkisi var ise Hastanede yeterli tıbbi imkânların bulunmamasının bir ihmal teşkil edip etmediğidir. Bakanlık, bu ikinci durum ile ilgili olarak yargılama dosyalarında yeterli bilgi ve belge bulunmadığını, konu ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığından görüş sorulmasının faydalı olacağını belirtmiştir.

67. Başvurucular, iddialarının Derece Mahkemelerince yeterince araştırılmadığının Bakanlık görüşünde de kabul edildiğini belirtmiş ve başvuru formundaki iddialarını yinelemiştir.

i. Konuya İlişkin Genel İlkeler

68. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında devletin yerine getirmek zorunda olduğu pozitif yükümlülüklerin usule ilişkin boyutu, yaşanan ölüm olayının veya bireylerin maddi ve manevi varlığının zarar görmesine sebep olan vakaların tüm yönlerinin ortaya konulmasına ve sorumlu kişilerin belirlenmesine imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirmektedir (Sadık Koçak ve diğerleri, § 94).

69. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

70. Buna göre, yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59). Bu ilke, kural olarak tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları ile maddi ve manevi varlığa verilen zarar hâlleri için de geçerlidir (Nail Artuç, § 37).

71. Bununla birlikte ölüm olayını aydınlatmak üzerine yürütülen ceza soruşturmaları ile mağdurların kendi inisiyatifleri ile hukuk veya idare mahkemesinde açtığı dava yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Ancak bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde başvuru yolunun etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

72. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

73. Yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu tazminat ve tam yargı davalarında derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapma yükümlülüğü bulunmakla birlikte, söz konusu özen yükümlülüğünün yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına aldığı anlamına gelmediğini ayrıca belirtmek gerekir. Anayasa Mahkemesinin bu konudaki görevi, derece mahkemelerinin belirli bir sonuca varırken Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği dikkatli incelemeyi yapıp yapmadığını ya da ne ölçüde yaptığını yaşam hakkının usul boyutu yönünden incelemektir.

ii. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

74. Somut olayda başvurucular, Alper Okumuş'un ölümünde idarenin hizmet kusurunun bulunduğu gerekçesiyle İzmir 2. İdare Mahkemesinde açtıkları tam yargı davasının reddedilmesi ve anılan kararın kesinleşmesi üzerine yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucular, yaşam hakkının usul boyutu ile ilgili olarak, idari yargıda açtıkları tam yargı davasının yeterli bir inceleme yapılmaksızın reddedilmesinden şikâyet etmiştir. Başvurucular ayrıca, başvuru konusunun Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde yapılan işlemlerde hizmet kusurunun kabul edilmemesi olduğunu ifade etmiştir. Bu sebeple bireysel başvuru incelemesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde uygulanan işlemlere yönelik başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların İzmir 2. İdare Mahkemesince etkili bir şekilde araştırılıp araştırılmadığı ile sınırlı olacaktır.

75. Görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek ve hukuk kurallarını yorumlamak kural olarak derece mahkemelerinin işi olmakla birlikte yaşam hakkının ihlal edildiği şikâyetinin bulunduğu davalarda derece mahkemelerinin Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu husus dikkate alındığında İzmir 2. İdare Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği özende bir inceleme içerip içermediğinin Anayasa Mahkemesince incelenmesi gerekir. Böyle bir inceleme, Anayasa ile Anayasa Mahkemesine verilen temel haklardan birinin ihlal edilip edilmediğini inceleme görevinin yerine getirilmesi bakımından gereklidir.

76. Bu bağlamda İzmir 2. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davası sürecine bakıldığında başvurucuların Hastanede solunum cihazı ile uzman doktor bulunmaması, Hastanede görev yapan doktorların tecrübesiz olması, diazemin yavaş yavaş yapılması gerekirken oğullarına hızlı bir şekilde yapılması ve bu süreçte kendilerine herhangi bir bilgi verilmemesi hususlarının hizmet kusuru niteliğinde olduğu iddiasıyla Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü aleyhine İzmir 2. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açtığı, Alper Okumuş'a uygulanan tedavilerde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti hususunda Mahkemece Adli Tıp Kurumundan rapor alındığı, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca hazırlanan bilirkişi raporunda Alper Okumuş'un ölümünde idarenin ihmal ve kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildirildiği, davanın bu bilirkişi raporuna dayanılarak reddedildiği, başvurucuların temyiz ve karar düzeltme taleplerinin reddedilmesi ile anılan kararın kesinleştiği görülmektedir.

77. İzmir 2. İdare Mahkemesine sunulan dava dilekçesi incelendiğinde Alper Okumuş'un ölümünde idarenin hizmet kusurunun bulunduğuna ilişkin temel argümanlardan birinin Alper Okumuş'un tedavisinde kullanılabilecek bir solunum cihazının -Hastanede bulunan solunum cihazları diğer bazı hastaların tedavisinde kullanıldığı için- olay tarihinde Hastanede bulunmayışı ve bu sebeple hastanın başka bir hastaneye sevki ile ilgili olduğu görülmektedir (bkz. § 13). Başvurucuların bu iddiasının idari yargıda görülen uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir unsur olmadığını söylemek mümkün değildir. Bu sebeple başvurucuların ayrı ve açık yanıt verilmesini gerektiren söz konusu iddiasının Derece Mahkemesi kararlarında etkili bir şekilde karşılanması gerekir. Aksi bir tutum, yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edilmesine neden olabilecektir.

78. Gerek başvurucuların gerekse görevli doktorlar ile Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğünün birbiri ile uyumlu beyanlarından olay tarihinde Hastanede bulunan tüm solunum cihazlarının başka hastalar için kullanılmakta olduğu, bu durumun bir sonucu olarak Alper Okumuş'un tedavisi için kullanılabilecek bir solunum cihazının olay anında Hastanede mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, Hastanede bulunan tüm solunum cihazlarının başka hastaların tedavisinde kullanılması nedeniyle solunum cihazından faydalanamayan ve bu sebeple başka bir hastaneye sevk edilen Alper Okumuş'un bu olaydan etkilenip etkilenmediği, söz konusu olayda bir ihmalin bulunup bulunmadığı ve bu süreçte herhangi bir gecikmenin yaşanıp yaşanmadığı hususlarında Derece Mahkemelerince ne tür araştırmalar yapıldığının ve başvurucuların açtığı tam yargı davasının hangi gerekçelerle reddedildiğinin incelenmesi gerekir.

79. İzmir 2. İdare Mahkemesi, Alper Okumuş'un ölümünde idarenin ihmal ve kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda Alper Okumuş'un doğduğu 13/8/2003 tarihinden vefat ettiği 17/10/2007 tarihine kadar Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde gördüğü tedavilere ilişkin hastane kayıtlarına yer verilmiş ve sonuç olarak "1. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından metabolik kökenli nörodejeneratif hastalıktan öldüğü bildirilen küçüğe Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde yapılan uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu" yönünde görüş bildirilmiştir (bkz. § 17). Derece Mahkemesi kararlarında, solunum cihazından faydalanamayan ve bu sebeple başka bir hastaneye sevk edilen Alper Okumuş'un bu olaydan etkilenip etkilenmediği, söz konusu olayda bir ihmalin bulunup bulunmadığı ve bu süreçte herhangi bir gecikmenin yaşanıp yaşanmadığı hususlarında Adli Tıp Kurumu raporuna atıftan başka herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır (bkz. § 19).

80. Öncelikle belirtmek gerekir ki başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Ancak Adli Tıp Kurumu raporunun kaleme alınış şekli dikkate alındığında, söz konusu raporun sonuç kısmına kadar sadece Hastane kayıtlarına yer verildiği ve bu kısma kadar Alper Okumuş'a uygulanan tedavilerin tıp kurallarına uygun olup olmadığı hususunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı, sonuç kısmında ise başvurucuların iddialarına makul ölçüde cevap teşkil edecek bir açıklama yapılmadan Hastanede uygulanan tedavilerin tıp kurallarına uygun olduğunun belirtildiği görülmektedir. Anılan raporda, hastanedeki solunum cihazlarından faydalanamayan ve bu sebeple başka bir hastaneye sevk edilen Alper Okumuş'un bu olaydan etkilenip etkilenmediği, söz konusu olayda bir ihmalin bulunup bulunmadığı, Hastane kayıtlarına göre saat 19.12'de hastaneye giriş yapan ve gece saat 03.30'da öldüğü kabul edilen hastanın tedavisinde herhangi bir gecikmenin yaşanıp yaşanmadığı hususlarında yeterli bir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla ne İzmir 2. İdare Mahkemesinin gerekçeli kararında ne de hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda, Alper Okumuş'un Hastanedeki solunum cihazlarından faydalanamamasından ve bu durumun sonucu olarak yapılan sevk işleminden etkilenip etkilenmediği, söz konusu olayda bir ihmalin bulunup bulunmadığı ve bu süreçte herhangi bir gecikmenin yaşanıp yaşanmadığı hususlarında tatmin edici bir açıklama yapıldığı söylenemez.

81. Başvurucular davanın temel konusunun Hastanenin Çocuk Acil Servisinde 17/10/2007 tarihinde yapılan hizmet kusuru olduğunu, bu tarihteki uygulamalara yönelik iddiaları hakkında bilirkişi raporunda yeterli bir araştırma yapılmadığını belirterek bilirkişi raporuna itiraz etmiş ise de İzmir 2. İdare Mahkemesi esas hakkında verdiği kararda başvurucuların itirazını yerinde görmemiş ve Adli Tıp Kurumu raporuna dayanarak davanın reddine hükmetmiştir. İzmir 2. İdare Mahkemesince Adli Tıp Kurumu raporu yeterli görülerek başvurucuların itirazı reddedilmiş ise de kararın gerekçesinden anılan sonuca nasıl ulaşıldığı tam olarak tespit edilememiştir.

82. Başvurucuların Alper Okumuş'un yaşamını yitirmesinde idarenin hizmet kusurunun bulunduğuna ilişkin argümanlarından bir diğeri diazem adlı ilacın yanlış kullanımına ilişkindir. Başvurucuların bu iddiasının da uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir unsur olmadığını söylemek mümkün değildir. Anılan iddia ile ilgili olarak İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesince bilirkişi raporları alınmış ise de gerek İzmir 2. İdare Mahkemesinin gerekçesinde gerekse bu Mahkemece hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporunda diazemin uygulanış biçimine ilişkin hiçbir değerlendirme yapılmadığı görülmektedir. Dolayısıyla İzmir 2. İdare Mahkemesi kararında başvurucuların bu iddiası hakkında da tatmin edici bir açıklama yapıldığı söylenemez. Anayasa Mahkemesinin henüz kesinleşmemiş olan İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesindeki dava dosyasında bulunan bilgi ve belgelere göre esas hakkında değerlendirme yapması da bu aşamada mümkün değildir.

83. Benzer şekilde, başvurucuların Hastanede uzman doktor bulunmadığı, olay günü yapılan işlemler hakkında kendilerine gerekli bilgilerin verilmediği ve Hastanede tecrübesiz personel çalıştırıldığı yönündeki iddiaları hakkında da İzmir 2. İdare Mahkemesi kararında yeterli bir değerlendirme yapıldığı söylenemez.

84. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde İzmir 2. İdare Mahkemesi kararının başvurucuların ileri sürüğü iddialar hakkında yeterli bilgi içermeyen Adli Tıp Kurumu raporuna dayanılarak verildiği, uyuşmazlığın çözümü için esaslı olan iddiaların Anayasa'nın 17. maddesinin gerektirdiği özen ve derinlikte incelenmediği, Alper Okumuş'un ölümüne neden olan koşulların tam olarak açıklığa kavuşturulamadığı sonucuna ulaşılmıştır.

85. Ayrıca tam yargı davasının yeterli araştırma yapılmadan reddedildiği yönündeki iddialar bakımından ihlal tespit edilmiş olması nedeniyle başvurunun özel koşulları çerçevesinde başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna ulaşılamamıştır.

86. Son olarak bu başlık altındaki incelemenin başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların İzmir 2. İdare Mahkemesince etkili bir şekilde incelenip incelenmediği hususu ile ilgili olarak yapıldığını, Anayasa Mahkemesi kararının İzmir 2. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasının sonucunun ne olması gerektiğine dair bir tespit içermediğini özellikle belirtmek gerekir.

87. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

b. Yaşam Hakkının Maddi Boyutu Yönünden

88. Somut olayda başvurucular, oğullarının ölümü ile sonuçlanan olay nedeniyle açtıkları tam yargı davasının yeterli bir araştırma yapılmadan reddedildiği iddiasının yanı sıra epilepsi hastası olan oğullarına uygulanan diazemin yavaş yavaş yapılması gerekirken hızlı bir şekilde yapıldığını, tıbbi tedavi hakkında bilgilendirilme haklarının ihlal edildiğini, görevli asistanların tecrübesiz olduğunu, olay anında Hastanede uzman doktor ile oğullarının kullanabileceği bir solunum cihazının bulunmadığını belirterek oğullarının yaşamının korunamadığı iddiasını ileri sürmüşlerdir.

89. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50,51).

90. Söz konusu pozitif yükümlülük sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin “herkesin hayatını(,) beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (…) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini” düzenleyeceği ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır.

91. Devlet, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

92. Başvuru konusu olayda yaşam hakkının usul boyutu yönünden yapılan incelemede (bkz. §§ 64-87) ayrıntılı bir şekilde ortaya konduğu üzere Alper Okumuş'un yaşamının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı, yetkili makamların Alper Okumuş'un yaşamını korumak için kendilerinden makul olarak beklenebilecek her şeyi yapıp yapmadığı açık değildir. İzmir 2. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasında hükme esas alınan bilirkişi raporunda, solunum cihazından faydalanamayan ve bu sebeple başka bir hastaneye sevk edilen Alper Okumuş'un bu olaydan etkilenip etkilenmediği, söz konusu olayda bir ihmalin bulunup bulunmadığı ve bu süreçte herhangi bir gecikmenin yaşanıp yaşanmadığı hususlarına ilişkin yeterli bilgi bulunmamaktadır. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen tazminat davasında Hastanede solunum cihazının bulunmamasının Alper Okumuş'a etkisinden ziyade görevli doktorlarının ölüm olayında kişisel kusurlarının bulunup bulunmadığı araştırıldığından anılan dava dosyasında da Anayasa Mahkemesinin bu konuda değerlendirme yapabileceği ölçüde bir bilgi bulunmamaktadır. İzmir 2. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasında ayrıca Alper Okumuş'un Hastanede uzman doktor bulunmamasından etkilenip etkilenmediği açıklığa kavuşturulmamış ve Hastanede görev yapan asistanların tecrübesiz olduğu iddiaları hakkında bir değerlendirme yapılmamıştır. Anılan dava dosyası, diazemin uygulanmasına ve tıbbi tedavi hakkında bilgilendirilme hakkına ilişkin olarak da yeterli bir bilgi içermemektedir. İzmir 5. Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen tazminat davasında bu konuların bir kısmına ilişkin bilirkişi raporları alınmış ise de anılan dava henüz kesinleşmediğinden Anayasa Mahkemesinin bu dava dosyasındaki bilgi ve belgelere göre değerlendirme yapması da bu aşamada mümkün değildir.

93. Açıklanan nedenlerle Alper Okumuş'un yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığı yönündeki iddianın Anayasa Mahkemesi tarafından bu aşamada incelenmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

94. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

95. Başvurucular, maddi ve manevi tazminat talepleri hakkında yeniden yargılama yapılması veya Anayasa Mahkemesince takdir edilecek maddi ve manevi tazminatın taraflarına ödenmesi talebinde bulunmuştur.

96. Başvurucuların açtığı tam yargı davasında İzmir 2. İdare Mahkemesince etkili ve yeterli bir inceleme yapılmadığından yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

97. Yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

98. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucuların ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

99. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın İNCELENMESİNİN MÜMKÜN OLMADIĞINA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

F. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYSEL GÜNDÜZ VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2016/1138)

 

Karar Tarihi: 27/11/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 31/12/2019-30995

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Recep KÖMÜRCÜ

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucular

:

1. Aysel GÜNDÜZ

 

 

2. Kader TURGUT

 

 

3. Mahmut GÜNDÜZ

 

 

4. Mukadder AKAR

 

 

5. Murat Kemal GÜNDÜZ

 

 

6. Süleyman GÜNDÜZ

Vekili

:

Av. Murat Kemal GÜNDÜZ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal ve sağlık hizmetlerindeki organizasyon kusuru sebebiyle gerçekleştiği iddia edilen ölüm olayından kaynaklanan zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/1/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların annesi olan ve vefat ettiğinde 78 yaşında olan Y.G. malign müllerian tümör teşhisiyle 21/12/2009 tarihinde yatırıldığı A. Üniversitesi Tıp Fakültesi C. Hastanesinde 27/1/2010 tarihinde ameliyat olmuştur. Ameliyattan iki gün sonra genel durumunun kötüleşmesi sonrasında 2/2/2010 tarihinde sevk edildiği A. Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesindeki İ. Hastanesinde 6/2/2010 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

9. Olayla ilgili olarak bir ceza soruşturması yürütüldüğüne dair herhangi bir bilgi bulunmamakta olup başvurucular tarafından A. Üniversitesi Rektörlüğüne (Rektörlük) ölüm olayı nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın tazmin edilmesi talebiyle başvuruda bulunulmuş, başvuru Rektörlük tarafından reddedilmiştir.

10. Başvurucular 23/5/2011 tarihli dilekçeyle Ankara 3. İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) nezdinde 3.808,16 TL maddi ve her bir başvurucu için 15.000 TL olmak üzere toplam 90.000 TL manevi tazminatın ödenmesi talebiyle tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...

2- ... [Y.G.] 27.01.2010 tarihinde yapılan ameliyat sırasında ve sonrasında yapılması gereken bakım ve tedavi hizmetlerinin gereği gibi yapılmamasından kaynaklanan ağır hizmet kusuru nedeniyle hayatını kaybetmiş bulunmaktadır.

Murisimizin ameliyatı sırasında ve sonrasında kamu hizmeti vasfında sağlık hizmeti veren davalı idare, yürüttüğü kamu hizmetinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina ve tesislerde, hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğü bulunmasına karşın bunları tam ve gereği gibi yerine getirmemiş ve ağır hizmet kusuru sergileyerek murisimizin ölümüne sebep olmuştur.

3- Murisimizin tedavisi için [C.] Hastanesine başvurmamız ile birlikte tedavi ve ameliyat sürecini üstlenen doktor 27.01.2010 tarihinde yapılan ameliyatı takiben aynı gün yurt dışı gezisine gitmiş ve ameliyat sonrası hastamızla hiçbir şekilde ilgilenmemiştir. 27 Ocak 2010 Çarşamba günü sabahleyin yapılan ameliyat sonrası hasta ayılarak genel durumu iyi halde odasına nakledilmiştir. Ameliyatı yapan doktor aynı gün öğlen saatinde hastayı yattığı odasında gözlemlemiş ve durumunun iyi olduğunu belirterek hastaneden ayrılmıştır. Ameliyatı takip eden 28 ocak Perşembe günü hastanın aşırı öksürük, ayaklarda şiddetli ağrı, ameliyat yerinde iltihaplanma gibi şikayetlerinin başlaması ile durum görevli personele bildirilerek önlem alınması ve tedavisi istenmiştir.

Hastanenin görevli personellerine hastanın yakınmaları defalarca iletilmesine ve kendileri de gelip hastanın durumunu görmelerine karşın durumunu düzeltecek her hangi bir müdahalede bulunulmamış ve genel durumu giderek kötüleşmiştir. Ameliyat öncesi hastanın tek böbrekli olduğu ve yaşı itibarıyla taşıdığı diğer rahatsızlıklar dosyasında açık olarak bulunmasına ve görevli personelce de bu hususlar bilinmesine karşın gerekli tetkikler ve müdahaleler yapılmamıştır. Hastanın tek böbrekli olması nedeniyle ameliyat öncesi [İ.] Hastanesi nefroloji servisinde konsültasyon yapılarak ameliyat sonrası tek böbrekli olmasından doğabilecek sıkıntılar dosyasına yazılmasına karşın, bu hususlar dahi görevli personelce ihmal edilmiştir. Görevli doktorlara hasta refakatçilerince yapılan uyarı ve hatırlatmalar sonucu ancak 29 ocak Cuma günü böbrek değerlerine ilişkin testler yapılmıştır. Uyarılar üzerine yapılan testlerde hastanın böbrek değerlerinin kötüye gittiği açıkça görülmektedir.

4- Ameliyatı takiben hastanın genel durumu 29 ocak Cuma günü öğleden sonra kötüleşmeye başlamış ve aşırı öksürükle hastanın ağzından koyu renkli bir sıvı gelmeye başlayarak ateşi yükselmiştir. Refakatçiler tarafından çağırılan görevli personel hastanın yaşadığı durumu anlayamamış ve uzman hekim talepleri göz ardı edilmiştir. Görevli doktorlarca hastanın yaşadığı sıkıntı akciğer ödemi olarak nitelendirilmiş ve ameliyat sonrası bu tür bir rahatsızlığın olması normal bir durum olarak nitelendirilerek, hastaya sık sık koridorda yürüyüş yaptırılması salık verilmiştir. Görevli personelin bu bildirimi üzerine zaten ayakta duramayan hastaya zorlayarak yürüyüşler yaptırılmıştır.

30 ocak cumartesi ve 31 ocak pazar günü boyunca hastanın genel durumunun iyice kötüleşmesine ve şikayetlerinin çok artmasına ve öksürükle birlikte ağzından aşırı oranda koyu renkli bir sıvı gelmesine karşın gerekli eğitime ve uzmanlığa sahip bir doktor tüm ısrar ve çabalara karşın gelmemiştir. Göğüs hastalıkları bölümünden uzman çağrılması talebi kadın doğum bölümü ile göğüs hastalıkları bölümü arasında sıkıntı yaşandığı ve bu nedenle o bölümden doktor çağırılamadığı görevli personelce hasta refakatçilerine beyan edilmiştir. Daha sonra hastanın durumunun giderek kötüleşmesi üzerine de görevli personel tarafından başka başka binalarda bulunan göğüs hastalıkları ve nefroloji bölümlerinden 'telefonla' konsültasyon alınmış ve uzaktan kumanda ile teşhis konulmaya çalışılmıştır. Tüm bu yaşananlar sırasında hastaya gerekli tıbbi donanıma sahip uzman doktor bulunamamış ve hasta yetersiz pratisyen hekimlerin eline bırakılmıştır.

5- Hafta sonu tatili boyunca hasta kendi kaderine bırakılarak hiçbir teşhis konulamadığı gibi uygulanan tek tedavi yöntemi ciğerlerinde ödem olduğu gerekçesiyle sürekli olarak hastanın sırtına vurulması olmuştur.

Hastamızın genel durumu hafta sonu tatili sonunda çok kötü bir hale gelmiş ve akabinde 31. ocak pazartesi sabahı saat 07.30 da ameliyatı yapan doktor yurtdışından dönerek hastaneye gelmiştir. Sorumlu doktor hastayı muayene ettikten ve diğer personelden bilgi aldıktan sonra yine önceki teşhisler gibi hastanın durumunda korkacak bir şey olmadığını, hastanın yaşadığı sıkıntının sadece akciğer ödemi olduğunu ve kısa sürede düzeleceğini belirterek sık sık yürütülmesini ve ödemi atması için sırtına vurulmasını tavsiye etmiştir.

Sorumlu doktorun bu beyanı üzerine refakatçilerce hastanın gittikçe ağır şekilde kötüleştiği ve daha iyi olanaklara sahip diğer ana hastane olan [İ.] hastanesine sevkedilmesi istenmesine karşın bu talep kabul edilmemiştir. Hastanın durumunda hiçbir iyileşme olmamasına ve giderek durumunun kötüleşmesine karşın sadece sürekli olarak sırtına vurmak şeklinde baskı uygulanarak geçiştirilmiştir. Aynı gün içinde defalarca hastanın ana hastaneye sevki istenmişse de sevkedilmemiştir.

6- Akabinde 02 şubat Salı sabahı hastamız çok kötü bir gece geçirmesinin ardından kısmen bilincini kaybetmiş ve söylenenleri artık anlamaz şekilde bitkin hale gelmiştir. Hastanın genel durumunun çok kötü hale geldiği artık açık olarak görülmesinin ardından sabahleyin görevli doktor hastanın [İ.] Hastanesi Post Op Kliniğine sevkine karar verildiğini söylemesine karşın, sevk hemen yapılmamış üç saate yakın süren çıkış işlemlerinden sonra aynı gün öğleden sonra hasta baygın halde ambulansla [İ.] Hastanesine nakledilmiştir.

Hasta 02.02.2010 tarihinde [İ.] Sina Hastanesine bilinci kapalı ve çok kötü bir halde getirilerek Post Op Servisine yatırılmış ancak hafta boyunca yapılan tüm müdahaleler sonuçsuz kalarak 06.02.2010 tarihinde hayatını kaybetmiştir.

...

Ameliyatın yapıldığı [C.] Hastanesi yetersizdir ve bu tür müdahaleleri yapmaya elverişli değildir. Hastamızın idare bünyesindeki diğer ana hastaneye sevkedilmesi bu durumu açıkça göstermektedir. ameliyatın yapıldığı hastane tıbben yeterli olsaydı diğer hastaneye sevketmezlerdi. Hastanın iyice kötü duruma girdikten sonra davalı idarenin daha donanımlı olan diğer hastanesine sevkedilmiş olması verilen sağlık hizmetinin yetersiz olduğunu idarenin de kabul ettiğini göstermektedir. İdarenin hem sağlık hizmetini gereği gibi yerine getirmediğinden ve hem de sevki geç yapmaktan dolayı ağır hizmet kusuru bulunmaktadır.

...

9- Her ne kadar hastamızın ikinci hastaneye sevkinden sonra yatırıldığı post op kliniğinde düzenlenen epikriz raporunda ve ölüm sonrası düzenlenen sağlık kurulu raporunda hastada daha evvel mevcut olan tek böbrekli oluşu, hipertansiyonu bulunması, Parkinson ve guatr gibi sebepler ölüm sebebi olarak gösterilmişse de, hastanın yoğun bakımda yattığı dönemde refakatçilerine verilen bilgilere göre ameliyat sonrasında hastanın bağırsaklarında meydana gelen tıkanmadan dolayı dışkılama yapamaması sebebiyle 'sepsis' olarak tabir edilen rahatsızlığın oluştuğu ve zamanında fark edilememesi nedeniyle de sepsis sonucu hastanın kanının ve vücudunun iltihaplanarak, zehirlendiği ve ölümün bundan kaynaklandığı öğrenilmiştir. Zaten sevk sonrası ikinci hastanede düzenlenen epikriz raporunda hastada gaita çıkışı olmadığı için hemen lavman yapılarak, antibiyotik tedavisine başlandığı belirtilmektedir. Ameliyatın yapıldığı ilk hastanede ameliyat sonrasında hastanın ağzından koyu renkli sıvı gelmesine karşın sebep teşhis edilememiş ve sonradan bu sıvının bağırsak tıkanması sonucu oluşan sepsisden kaynaklandığı öğrenilmiştir. Hal böyle iken ağızdan koyu renkli sıvı gelmesi doktorlar tarafından akciğer ödemi olarak nitelendirilmiştir.

Bu açıdan murisimizin kesin ölüm sebebinin saptanması açısından tamamı idare elinde bulunan hasta takip dosyası üzerinde Adli Tıp Kurumuna bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınmasını Sayın Mahkemenizden talep ediyoruz. Çünkü davalı idare kendi ağır hizmet kusurunu gölgelemek için ölüm sebebi olarak hastanın önceden mevcut böbrek vb. rahatsızlıklarını göstermiştir. Ameliyat öncesi nefroloji bölümünce yapılan konsültasyonlarda hastanın mevcut rahatsızlıklarının ameliyat olmasına engel teşkil etmediği ve ameliyat öncesi ve sonrasında dikkat edilmesi gereken hususlar tek tek belirtilmiştir. Ameliyat sonrası düzenlenen ameliyat raporunda da ameliyatın başarılı geçtiği ve herhangi bir komplikasyon olmadığı belirtilmektedir. Ancak ameliyat sonrası hastanın kötüleşmesi ile yapılan tetkiklerde genel durumun ağır şekilde bozulduğu görülmesine karşın gerekli teşhis konulamamış ve önlem alınmamıştır.

..."

11.Rektörlüğün cevap dilekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"...

3. [Y.G.] 2010 yılı Ocak ayında Müvekkil İdare Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı kliniğine başvurmuş ve kendisinde dış merkezde tanısı konulmuş uterin sarkom- yüksek gradeli uterin malign tümör olduğu anlaşılmıştır. 78 yaşındaki hastada ayrıca hipertansiyon, tek böbrek, böbrek yetmezliği ve Parkinson hastalığı mevcuttur. Hastanın yapılan muayene ve değerlendirmelerinden sonra, operasyon gerekliliğinin olduğu anlaşılmıştır. Ancak yukarıda sayılan ve hastada mevcut olan ciddi hastalıklar ve hastanın ileri yaşta olmasından dolayı operasyonun ve operasyon sonrasının hayati tehlike yaratabileceği düşünülmüş ve bu durum açıkça hasta ve hasta yakınlarına anlatılmıştır. Buna ilave olarak bizzat sorumlu öğretim üyesi tarafından operasyon risklerinin diğer bölümlerce yapılacak değerlendirmelerle daha iyi olacağı belirtilmiş, bu değerlendirmeler sürerken hasta ve yakınlarının iyice düşündükten sonra karar vermeleri istenmiştir. Ayrıca bu gibi riskli hastalarda operasyonun kabul edilmemesi durumunda ışın veya ilaç gibi başka tedavilerin de değerlendirilebileceği bildirilmiştir.

4. Daha sonra hasta ve yakınları hastaneden ayrılmış ve yaklaşık 20 gün sonra tekrar ilgili kliniğe başvurarak ameliyatın yapılmasını istediklerini belirtmişlerdir. Bu süre içerisinde hastada mevcut bulunan ciddi hastalıklarla ilgili olarak Nefroloji, Kardiyoloji ve Anestezi bölümlerince ayrıntılı incelemeler yapılmış, operasyon için öneriler alınmış ve riskler belirtilmiştir. Bu incelemeler sonucunda hasta ve yakınlarıyla riskler hakkında tekrar ayrıntılı olarak konuşulmuştur. Buna rağmen operasyona karar vermeleri üzerine hasta 26/1/2010 tarihinde hastaneye yatırılmış ve 27.01.2010 tarihinde opere edilmiştir.

5. Hastanın operasyonunda herhangi bir problem yaşanmamış ve hastada mevcut uterim sarkom için yapılması gereken ameliyat eksiksiz yapılmıştır. Bu husus karşı yanca da kabul edilmektedir. Operasyon sonrasında hasta sıkı takibe alınmış ve erken dönemde kontrol testleri yapılmıştır. Aynı şekilde takip eden günlerde sıkı takibe devam edilmiş, ilgili testler tekrarlanmıştır. Hasta ile ilgili olarak Nefroloji bölümüne danışılmış, bölümün ek önerileri olmamıştır. Operasyon sonrası üçüncü günde hastada kreatinin yükselmesi olmuş akciğer ödemine bağlı olabilecek solunum güçlüğü başlamıştır. Hastanın bu tablosu, özellikle bilinen böbrek yetmezliği olan hastalarda, operasyon sonrasında gerçekleşme riski olan durumlardandır. Hastada, böbrek yetmezliğine bağlı solunum sistemi etkilenmesi olduğu düşünülmüş, yine Nefroloji ve Göğüs Hastalıkları bölümleriyle konsültasyonlar yapılmıştır. Hastanın durumunda belirgin düzelmeler olmaması üzerine başta Anestezi ve Reanimasyon bölümünce değerlendirilmiş ve kendi bölümlerine devri uygun görülmüştür.

6. Hastanın Anestezi ve Reanimasyon kliniğine kabulünde yapılan fizik muayene ve tetkikleri sonucunda septik şoka bağlı çoklu organ yetmezliği tanısı konan (kardiovasküler sistem fonksiyon bozukluğu + solunum yetmezliği + kronik böbrek yetmezliği + dissemine intravasküler koagülasyon) hasta; takibinde hipoksemik solunum yetmezliği nedeniyle entübe edilerek mekanik ventilasyon tedavisi başlanmıştır. Hipotermi-hipertermi, lökositoz (parçalı hakimiyeti), taşkardi, CRP yüksekliği ve hipotansiyonu da olan hastaya santral kateter konulmuş, kültürleri alınmış, vazokonstriktör tedavisi başlanmıştır. İntaniye konsültasyonu yapılarak septik şok tanısı ile geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi, beslenme desteği, ülser ve derin venöz tromboz proflaksisi gibi diğer yoğun bakım destek tedavilerine başlanmıştır. Muhtemel akut karın-ileus açısından değerlendirilmek üzere genel cerrahi kliniğine danışılmış, akut cerrahi patoloji düşünülmemiştir.

7. Hastanın Anestezi ve Reanimasyon kliniğinde takibinin ikinci gününde Nefroloji ve parkinsonu nedeniyle de Nöroloji kliniklerine danışılmıştır. Hasta, aldığı-çıkardığı sıvı miktarı, santral venöz basınç takibi, asit-baz ve sıvı elektrolit denge bozuklukları ve böbrek fonksiyon testleri açısından takibe alınmış ve gerekli müdahaleler kendisine yapılmıştır. 05.02.2010 tarihinde hastaya hemodiyaliz yapılmış, aynı gün sol bacağındaki şişlik nedeniyle derin venöz tromboz düşünülerek genel cerrahi kliniğine danışılmış ve alt ekstremite ateryel ve venöz dopler ultrasonografisinde ana femoral ve yüzeyel femoral ven, popliteal ven ile safen veninde akut süreçte trombüs saptanması üzerine düşük molekül ağırlıklı heparin dozu proflaksi dozundan terapötik tedavi dozuna yükseltilmiştir. Hastanın geldiği alınan derin trakeal aspiratinde hücre dışı gram pozitif basil ve 1 set kan kültüründe Staf hominus üremiştir. 06.02.2010 tarihinde tekrar hemodialize alınan hastada işlemin 10. Dakikasında kardiak arest gelişmesi üzerine işlem sonlandırılmış ve kardiopulmoner resusitasyon uygulanmıştır. İlkkardiopulmoner resusitasyona yanıt vermekle birlikte kısa sürede iki kez daha kardiak arest gelişmiştir. Ancak tüm çabalara rağmen hasta son uygulanan resusitasyona yanıt vermediğinden 06.02.2010 tarihinde saat 15:25' eksitus kabul edilmiştir.

..."

12. İdare Mahkemesi 25/1/2012 tarihli ara kararıyla Adli Tıp Kurumundan (ATK) hastanın teşhis ve tedavisinde tıp biliminin gerektirdiği deneyim ve teknolojik ölçütlerin kullanılıp kullanılmadığını, ameliyat sırasında ve sonrasında gerekli dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğini, gerekli özenin gösterilmesi hâlinde de söz konusu sonuçların ortaya çıkıp çıkmayacağını somut bir biçimde ortaya koyan ve davalı idarenin hizmet kusuru var ise bu kusur oranını da tespit eden raporun düzenlenmesini talep etmiştir.

13. Birinci ATK İhtisas Kurulunun 11/7/2012 tarihli raporunda Y.G.nin yüksek dereceli uterus malign tümörü ve gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü, ameliyat öncesi ve sonrası dönemdeki takip ve tedavinin, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, dolayısıyla idareye ve tüm sağlık personeline atfedilebilecek bir kusurun olmadığı tespitlerine yer verilmiştir. Raporun ilgili kısımları şöyledir:

"...

3- [A.] Ün.Tıp Fak. Hastanelerinin 26.01.2010 yatış 06.02.2010 eksitus tarihli... epikrizi ile tıbbi tedavi ve müşahade tabela evrakının tetkikinde;

26/1/2010 tarihinde uterus müllerian tm tanısı ile yatırıldı. 27/1/2010’da sitoredüktif cerrahi yapıldı, postoperatif 4. günde idrar çıkışı azalan tek böbrekli hasta nefrolojiye konsülte edildi. ... takipleri yapılan hastanın takibinde hırıltılı solunum ortaya çıktı. Göğüs Hastalıkları konsültasyonu sonucu bronkodilatör tedavi başlanan üre ve creatinin değerleri yüksek olan hastanın anestezi tarafından değerlendirilmesi sonucunda ön planda ac ödemi düşünülmedi. çekilen PA ac grafisi ac ödemi ile uyumlu bulunmadı. gaz gaita çıkışı mevcut olan hastanın ek parkinson, ht ve kronik renal yetmezlik, tek böbrek gibi sistemik hastalıklarının multidisipliner tedavi gerektirmesi üzerine anestezinin önerisiyle postoperatif yoğun bakıma yatırılmak üzere taburculuğuna karar verildi.

27/1/2010 tarihinde genel anestezi altında Periaortik Pelvik Lenf Diseksiyonu, Abdominal Histerektomi + Salpingo-Ooferektomi, Omentektomi, Periton Lavajı uygulandığı,

Ameliyat Raporu :...

Postoperatif dönemde solunum yetmezliği ve böbrek fonksiyon bozukluğu gelişmesi üzerine tetkik ve tedavi açısından Reanimasyon yoğun Bakıma yatırıldığı, mevcut epikrizinde, klinik takibinde;

02/02/2010: 77 yaşında 7 gün önce TAH+BSO yapılan hasta postoperatif dönemde solunum sıkıntısı gelişmesi nedeniyle bugün postoperatif yoğun bakım ünitemize kabul edildi. Kültürleri alındı, medikal tedavisi düzenlendi. Hipotermik olan hasta antibioterapi açısından intaniyeye konsülte edildi, tazocin ve targosid başlandı. Gaita çıkışı olmayan hasta Genel Cerrahi ile konsülte edilerek lavman yapıldı, idrar sondası değiştirildi, TİT ve idrar kültürü alındı. Oligürik olan hastaya 10mg/st dozunda desal infüzyon başlandı. Sağ subklavian katater takıldı. AKG’de pH:7.38 p02:51 pC02:31.6 S02:%83.4 olan hasta entübe edilerek mekanik ventilatörde SİMV modunda izlendi. Ateşi 38.1 olan hastadan kan kültürü alındı. Trakeal aspirat alındı. Elektrolit tedavisi düzenlendi. Hipoıtansif seyreden hastaya 10mcg/kg/dk dozunda dopamin infüzyon başlandı.

03/02/2010: Genel durumu kötü, SİMV modunda izleniyor. Dopamin infüzyon devam ediyor. Parkinson tedavisi açısından nörolojiye danışıldı, oligürik seyreden hasta nefroloji tarafından konsülte edildi, BFT takibi yapılıyor. CVP ve AKG takibi yapılıyor. AKG: pH:7.21 pC02:47.9 p02:101.8 S02:%96.4 Hco3:19

04/02/2010: Genel durumu kötü mekanik ventilatörde SİMV modunda takip ediliyor, 5 mcg/kg/dk dopamin infüzyonu devam ediyor. Albümini 2.1 olan hastaya albumin replasmanı yapılıyor. Rutin kan tetkiklerinde trombositi 17 bin olması üzerine 1Ü single trombosit replasmanı yapıldı. Ateşi 38,3 olan hastadan kan kültürü alındı, hasta tekrar nefroloji tarafından değerlendirildi, yarın hemodializ planlandı. AKG: pH:7.26 p02:126 pC02:41 S02:%98.1 HC03:18.2 ektrolit replasmanı yapılıyor.

05/02/2010: genel durumu kötü SİMV modunda izleniyor. 5 mcg/kg/dk dozunda dopamin infüzyonu devam ediyor. Nefroloji tarafından değerlendirilen hasta hemofiltrasyona alındı. Bilateral alt ekstremite venöz ve arteriyel USG yaptırılan hastanın ana femoral ven, yüzeyel femoral ven ve safen vende trombüs saptandı. Arteriel kan gazı takibi yapılan hastaya elektrolit replasmanı yapıldı. AKG: pH: 7.26 p02:129.4 pC02:42.7 S02: %98.2 HC03: 18.8

06/02/2010: Genel durumu kötü mekanik ventilatörde SİMV modunda izleniyor. Dopamin infüzyonu 10mcg/kg/dk dozuda devam ediyor. Arteriel kan gazı takibi yapılıyor. AKG: pH: 7.30 p02:75.8 pC02:40.2 S02:94.5 HC03:19.4 Nefroloji tarafından konsülte edilen hasta 14:15'de hemodialize alındı. Hemodiyaliz başlangıcından 10 dk sonra bradikardi ve hipotansiyon oldu. 14:30' da kardiak arrest oldu. Kardiyopulmoner resusitasyona başlanan hastaya 3mg atropin ve 4 mg adrenalin iv yapıldı. 14:40'da KPR' a yanıt veren hasta 14:42’de tekrar kardiyak arrest oldu KPR başlandı 14:45'de KPR' a cevap verdi. 14:55'de tekrar kardiak arrest gelişen hastaya 30 dakika KPR uygulandı ancak yanıt vermeyen hasta 15:25' de eksitus kabul edildi.' şeklinde kayıtlıdır.

5- [A.] Ün.Tıp Fak. Hastanelerinin 08.02.2010 tarih 3218 sayılı sağlık kurulu raporunda; 6/2/2010 eksitus, Böbrek Yetmezlikleri, Esansiyel (Primer) Hipertansiyon, Parkinson Hastalığı, Korpus Uteri Malign Neoplazmı, Septisemi, Toksik Olmayan Guatr şeklinde kayıtlıdır,

6- [A.] Ünv. [C.] Arş. ve Uyg. Hastanesi Başhekimliğinin 30.06.2011 tarih ve 540 sayılı yazısına ek anesteziyoloji ve reanimasyon AD Başkanı Prof. Dr. [H.C.] imzalı raporunda;

...

Sonuç olarak; [Y.G.] yapılan operasyonlardan sonra gelişen septik şoka bağlı çoklu organ yetmezlikleri ile kliniğimize kabul edilmiş ve hasta bu komplikasyonlar nedeniyle kaybedilmiştir. şeklinde kayıtlıdır.

S O N U Ç :

04.12.2009 istem ve 07.12.2009 rapor tarihli uterus endometrium küretaj materyalinin mikroskopik incelenmesi ile düzenlenen patoloji sitoloji raporunda yüksek dereceli malign tümör, histolojik bulgular (malign mikst müllerien tümör) olasılığı tanısıyla 26.01.2010 tarihinde [A.] Ünv. Tıp F. Kadın Hast. ve Doğum Ana Bilim Dalına yatırılarak 27.01.2010 tarihinde sitoredüktif cerrahi (periaortik lenf nodu diseksiyonu TAH+BSO, omentektomi) uygulandığı, postop genel durum bozukluğu nedeniyle 02.02.2010 tarihinde septik şok ve multiple organ yetmezliği tanıları ile yoğun bakım takibine alındığı, 06.02.2010 tarihinde yoğun bakımda takip ve tedavisi sürerken gelişen kardiak arrest sonrası CPR işlemine cevap alınamadığı ve öldüğü bildirilen... [Y.G.] hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler değerlendirildiğinde;

Her nekadar otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olsa da mevcut tıbbi belgelere göre; 26.01.2010 tarihinde yüksek dereceli malign tümör, malign mikst müllerien tümor olasılığı sitopatolojik tanısıyla [A.] Ünv.Tıp. Fakültesi Kadın Hast ve Doğum Anabilim Dalına yatırılarak 27.01.2010 tarihinde sitoreduktif cerrahi (paraaortik lenf nodu diseksiyonu, TAH+BSO ve omentektomi) uygulandığı, postop patoloji tetkikinde... postop takibinde 4. günde idrar çıkışının azaldığı ve nefrolojiye konsülte edildiği, aldığı çıkardığı, tam kan ve biyokimya, lasix ve arter kan gazı ile böbrek fonksiyon testleri takiplerinin yapıldığı, hırıltılı solunum ortaya çıkması üzerine göğüs hastalıkları konsültasyonu sonucu bronkodilatatör tedavi başlandığı, tek böbrekli olup üre ve creatin değerleri yüksek olan hastanın anestezi tarafından değerlendirildiği ve PA akciğer grafisinin akciğer ödemi ile uyumlu bulunmadığı, ek olarak Parkinson, hipertansiyon ve tek böbrek kronik renal yetmezlik gibi sistemik hastalıklarının multidisipliner tedavi gerektirmesi nedeniyle yoğun bakıma sevk edildiği, 02.02.2010 tarihinde reanimasyon yoğun bakımda takibine başlandığı, kültürlerin alındığı, medikal tedavisinin düzenlendiği, intaniye konsültasyonunda tazocin ve targocid başlandığı, oligüri nedeniyle desal infüzyon başlandığı, subklavian kateter takılarak kan gazı değerlerinin (PH 7.38, PO2: 51, PCO2: 31.6, SO2: % 83.4) olması nedeniyle entübe edilerek SİMV modunda entübe takip edildiği, elektrolit tedavisinin düzenlendiği ve dopamin infüzyon desteğinin başlandığı, 3 Şubat ve 4 Şubat tarihlerindeki yoğun bakım takiplerinde; genel durumu kötü, SIMV modunda entübe takip edildiği, albumin, trombosit ve elekrolit replasmanı yapıldığı, hemodializ planlandığı, 5 Şubatta dialize alındığı, bilateral alt ekstremite venöz ve arteryel USG yaptırılan kişide ana femoral ven, yüzeyel femoral ven ve safen vende trombüs saptandığı, 6 Şubat 2010’da genel durumu kötü, SIMV modda takip edildiği ve dopamin infüzyonunun devam ettiği, saat 14.15’te hemodiyalize alındığı, 10 dk sonra bradikardi ve hipotansiyon, takibende kardiyak arrest geliştiği, yapılan CPR işlemlerine yanıt alınamadığı ve 15.25’de eks kabul edildiği göz önüne alındığında; kişinin ölümünün yüksek dereceli uterus malign tümörü ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,

27.01.2010 ameliyat tarihi öncesi yapılan rutin tetkikleri, tarama testleri ve sitopatoloji amaçlı biopsi ile malign uterus tümörü tanısı sonrası ameliyat endikasyonunun, yapılan sitoredüktif cerrahi ve postop dönemde takip ve tedavinin, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, idareye, sağlık personeline ve ilgili hekimlere atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliğiyle mütalaa olunur."

14. Başvurucular 1/11/2012 tarihli dilekçeyle ATK raporuna itiraz etmiştir. Başvurucular itirazlarında asıl iddialarının ameliyat sonrası sunulan bakım ve tedavinin tıbbın gereklerine uygun yapılmadığına ilişkin olduğunu, ameliyatı gerçekleştiren ve hastadan asli sorumlu olan doktor yerine yakınlarının pratisyen hekimler tarafından kontrol edilmesi nedeniyle ameliyat sonrası iyi durumda olan yakınlarının durumunun giderek kötüleştiğini, Hastanede yeterli donanım olmadığı hâlde durumu giderek kötüleşen yakınlarının daha donanımlı ve yoğun bakım ünitesi olan diğer hastaneye sevk edilmediğini ancak yakınları komaya girdikten sonra sevkinin gerçekleştirildiğini ve bunun hizmetin geç işlemesi olduğunu, buna rağmen bu iddialarının ATK raporunda değerlendirilmediğini belirtmişlerdir.

15. Rektörlüğün 1/11/2011 tarihli ikinci savunma dilekçesinin başvurucuların hastanede yoğun bakım ünitesinin bulunmadığı, yetersiz olduğu iddiasına yönelik ilgili kısmı şöyledir:

"...Diğer yandan davacının Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalında yoğun bakım ünitesi olmadığına dair itirazı da dayanaksızdır. Yoğun bakım üniteleri üst düzey altyapılara gerek gösteren ve ağır derecede hastalığı olanların yatırıldığı ünitelerdir. Her kliniğin kendisine ait bir üst düzey yoğun bakım ünitesi bulunmasına dair ne bir yasal ne tıbbi zorunluluk bulunmamaktadır. Durumu kötüleşen hastaların mevcut yoğun bakımlardan birine nakledilmesi mümkündür ve hasta da ... İdare Hastanesinin en üst düzey yoğun bakım ünitelerinden biri olan II. Basamak Yoğun Bakım Ünitesine nakledilmiştir..."

16. İdare Mahkemesi 13/12/2012 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...

Bu durumda, tedavinin hatalı uygulandığı iddiasıyla açılan maddi ve manevi tazminat davasında; dosyadaki bilgi ve belgeler ile Adli Tıp Kurumu 1.İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan raporun birlikte değerlendirilmesinden, uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu, davacıların annesinin vefatının ameliyat sonrası yüksek dereceli uterus malign tümörü ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelebileceğinin beklenebilir bir sonuç olduğu, bu nedenle davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı, yani illiyet bağının kurulamadığı anlaşıldığından, davacılar lehine hükmedilebilecek maddi tazminatın bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

90.000,00.-TL manevi tazminat istemine gelince;

Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderme yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir.

Manevi tazminata hükmedilebilmesi için kişinin fizik yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması ve bu durumların idarenin hizmet kusuru sonucu ortaya çıkmış olması gerekmektedir.

Olayda [Y.G.nin] vefat etmesinde davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı anlaşıldığından kusuru saptanamayan idareyi manevi tazminle sorumlu tutma olanağı da bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle davanın reddine..."

17. Başvurucuların temyiz talebi Danıştay Onbeşinci Dairesinin 24/3/2014 tarihli kararıyla reddedilerek karar onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi de aynı Daire tarafından 15/10/2015 tarihinde reddedilmiştir.

18. Ret kararı başvuruculara 21/12/2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucular 20/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

19.İlgili hukuk için bkz. Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri (B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42) başvurusu hakkında verilen karar.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

20. Mahkemenin 27/11/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

21. Başvurucular; yakınlarına ameliyat sonrasında yeterli tıbbi tedavi sağlanmadığı, uzman doktora ulaşılamadığı, yakınlarının ameliyat sonrası durumu kötüleştiği hâlde yetersiz olan ve yoğun bakım ünitesiyle nefroloji bölümü bulunmayan hastaneden yoğun bakım ünitesi olan daha donanımlı bir başka hastaneye sevk taleplerinin günlerce yerine getirilmediği, yakınlarının geç sevk edilerek ölümüne neden olunduğu iddialarının İdare Mahkemesi tarafından incelenmeden, söz konusu iddialara dair bir değerlendirme içermeyen yetersiz ATK raporuna atıfla, gerekli araştırma yapılmadan tam yargı davasının reddedildiğini belirterek yaşam hakkının pozitif yükümlülüğü kapsamındaki etkili soruşturma yükümlülüğünün, ayrıca adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

22. Başvurucuların ihlalin tespiti ile tazminat ödenmesine karar verilmesi talepleri bulunmaktadır.

B. Değerlendirme

23. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”

24. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Şikâyetlerin Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

25. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

26. Başvurucular temel olarak ameliyat sonrası yakınlarına gerekli tıbbi tedavinin yapılmadığı, doktora ulaşılamadığı, yakınlarının daha donanımlı bir hastaneye sevkinin geç yapılarak ölümüne sebebiyet verildiği iddiaları araştırılmadan, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak tam yargı davasının reddedildiğini iddia etmektedirler. Bu sebeple başvurucuların diğer haklarla bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialarının da Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

27. Başvuru formunun incelenmesi neticesinde başvurucuların İdare Mahkemesince eksik araştırıldığını iddia ettikleri hususların yakınlarının ameliyat olması sonrasında durumunun kötüleştiği 29/1/2010 tarihi ile bir başka hastaneye sevk edildiği 2/2/2010 tarihi arasında hastanede kaldığı döneme ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan başvurucuların iddialarına yönelik inceleme bu dönemle sınırlı olarak yapılacaktır.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucuların annesidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

29. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

30. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

31. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

32. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

33. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Yaşam hakkı kapsamındaki usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir.

34. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

35. İhmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

36. Bu yaklaşım, tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

37. Başvurucular, yaşam hakkının kasten ihlal edildiğini ileri sürmemiş olup somut olayda ölüme kasten sebebiyet verildiği izlenimi edinmeyi gerektirecek bir unsur da saptanmamıştır. Başvurucular ölüm olayında sağlık personelinin ihmali bulunduğuna ve hastanenin yetersiz olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu durumda, açılan tam yargı davasının başvurucuların söz konusu iddiaları bakımından hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde zararın tazminini sağlayabilecek nitelikte olduğu değerlendirilmiştir.

38. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, ihlal devam etmekteyse bunu sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

39. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında da makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

40. Bununla birlikte derece mahkemelerinin özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Başvuru konusu tam yargı davası, yaşam hakkına ilişkin yargılamaların makul süratle yürütülmesi gerektiği yönündeki ilke (bkz. § 39) açısından başvurucuların bu yönde bir iddiaları bulunmadığından incelenmemiştir.

42. Somut başvurunun İdare Mahkemesi tarafından olayın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle incelenip incelenmediği yönünden değerlendirilmesine geçmeden öncelikle Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan incelemenin tam yargı davasının sonucunun ne olması gerektiğine dair bir tespit içermediğini belirtmek gerekir.

43. Başvurunun incelenmesi neticesinde İdare Mahkemesi tarafından görülen tam yargı davasında Rektörlüğün savunma dilekçelerinin temin edildiği, ayrıca ATK'dan "hastanın teşhis ve tedavisinde tıp biliminin gerektirdiği deneyim ve teknolojik ölçütlerin kullanılıp kullanılmadığının ve hastaya yapılan ameliyat sırasında ve sonrasında gerekli dikkat ve özenin gösterilip gösterilmediğinin, gerekli özenin gösterilmesi halinde de söz konusu sonuçların ortaya çıkıp çıkmayacağını somut bir biçimde ortaya koyan ve davalı idarenin hizmet kusuru var ise bu kusur oranını da tespit eden raporun düzenlenmesi"nin talep edildiği anlaşılmıştır (bkz. § 12).

44. ATK raporunun incelenmesi sonucunda başvurucuların iddialarının dayanağını oluşturan C. Hastanesinde 29/1/2010 tarihi ile 2/2/2010 tarihi arasında ameliyat sonrası sunulan tedaviye ve gerçekleştirilen işlemlere dair tıbbi kayıtlara detaylı biçimde yer verilmeden Y.G.nin ameliyat öncesi ve sonrasında 2/2/2010 tarihinde bir başka hastaneye sevki sonrasındaki tedavilerine ayrıntılı olarak değinildiği görülmüştür. Raporda başvurucuların iddialarına konu dönem hakkındaki değerlendirmeler ise " ... postop takibinde 4. günde idrar çıkışının azaldığı ve nefrolojiye konsülte edildiği, aldığı çıkardığı, tam kan ve biyokimya, lasix ve arter kan gazı ile böbrek fonksiyon testleri takiplerinin yapıldığı, hırıltılı solunum ortaya çıkması üzerine göğüs hastalıkları konsültasyonu sonucu bronkodilatatör tedavi başlandığı, tek böbrekli olup üre ve creatin değerleri yüksek olan hastanın anestezi tarafından değerlendirildiği ve PA akciğer grafisinin akciğer ödemi ile uyumlu bulunmadığı, ek olarak Parkinson, hipertansiyon ve tek böbrek kronik renal yetmezlik gibi sistemik hastalıklarının multidisipliner tedavi gerektirmesi nedeniyle yoğun bakıma sevk edildiği, 02.02.2010 tarihinde reanimasyon yoğun bakımda takibine başlandığı,...kişinin ölümünün yüksek dereceli uterus malign tümörü ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu,... postop dönemde takip ve tedavinin, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, idareye, sağlık personeline ve ilgili hekimlere atfı kabil kusur bulunmadığı..." şeklindedir (bkz. § 13).

45. Başvurucular; hastanın daha donanımlı olan, postoperatif yoğun bakım ünitesi olan bir hastaneye çok geç sevk edildiği, dolayısıyla ameliyat sonrası sunulan sağlık hizmetinin geç ve kötü işlediği iddialarıyla ilgili olarak raporda herhangi bir değerlendirme yapılmadığını belirterek söz konusu rapora itiraz etmiştir (bkz. § 14). Söz konusu itiraz üzerine İdare Mahkemesince bu iddialara ilişkin olarak yeni bir bilirkişi raporu alındığına dair herhangi bir bilgi ya da belge dosyada bulunmamaktadır. İdare Mahkemesi ATK raporunu gözeterek başvurucuların yakınının ölümünün "ameliyat sonrası yüksek dereceli uterus malign tümörü ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelebileceğinin beklenebilir bir sonuç olduğu, bu nedenle davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı, yani illiyet bağının kurulamadığı" gerekçesiyle tazminat talebini reddetmiştir (bkz. § 16).

46. Başvurucuların yakınının ameliyat tarihinde 78 yaşında olduğu, hipertansiyon, tek böbrek, böbrek yetmezliği ve Parkinson hastalığı gibi bazı rahatsızlıklarının bulunduğu, sevk edildiği hastanedeki muayenesi sonucu kendisine septik şoka bağlı çoklu organ yetmezliği (kardiovasküler sistem bozukluğu, solunum yetmezliği, kronik böbrek yetmezliği, dissemine intravasküler koagülasyon) tanısı konulduğu (bkz. § 13) birlikte gözönüne alındığında Y.G.de ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlar nedeniyle bir başka hastaneye sevkinin gerekip gerekmediği, ayrıca Rektörlüğün cevap dilekçesinde de bildirdiği üzere (bkz. § 15) yoğun bakım ünitesi bulunmayan hastanede ameliyat sonrası Y.G.nin durumunun kötüleşmeye başladığı 29/1/2010 tarihinden septik şok ile bir başka hastaneye sevk edildiği 2/2/2010 tarihine kadar beş gün süreyle tedavisine devam edilmesinin teşhis ve tedavide gecikme oluşturup oluşturmadığı, nakilde yaşanan bir gecikme varsa bu gecikmenin Y.G.nin ölümü üzerinde etkisinin bulunup bulunmadığı hususlarında ATK raporunda herhangi bir değerlendirmenin olmaması bir eksiklik olarak tespit edilmiştir. ATK raporundaki "postop dönemde takip ve tedavinin, uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu" şeklindeki tespitin başvurucuların iddiaları açısından tatmin edici bir açıklama içerdiği söylenemez.

47. Başvurucuların bahse konu iddialarının tam yargı davasındaki uyuşmazlığın çözümü için esaslı bir unsur teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Bu açıdan Y.G.nin durumunun kötüleşmeye başlamasından beş gün sonra septik şok nedeniyle yoğun bakım ünitesi bulunan bir başka hastaneye sevk edilmiş olduğu da gözetildiğinde başvurucuların söz konusu iddialarının İdare Mahkemesi tarafından araştırılmasını müteakip ayrı ve açık bir yanıt verilmek suretiyle etkili bir şekilde karşılanması gerektiği hâlde söz konusu esaslı iddialar İdare Mahkemesince tartışılıp gerekçeli kararda etkili bir şekilde karşılanmamıştır.

48. Benzer şekilde başvurucuların ameliyat sonrasında ameliyatı yapan doktora dört beş gün süreyle ulaşamadığı, yakınlarına uzman doktorlar tarafından değil pratisyen doktorlar tarafından tedavi uygulandığı, yakınlarının tek böbreği ve kronik böbrek rahatsızlığı olduğu, hastanede nefroloji kliniği ile dializ cihazı bulunmadığı, dolayısıyla hastanenin bu açılardan da ameliyat sonrası durumu kötüleşen yakınlarının tedavisi bakımından yetersiz olduğu, buna rağmen yakınlarının bir başka hastaneye sevkinde gecikildiği iddiaları bakımından da ne ATK raporunda ne de İdare Mahkemesi kararının gerekçesinde yeterli bir değerlendirme vardır. Dosyanın incelenmesi neticesinde ameliyat sonrası Y.G.nin tedavisinde görev alan doktorların tespitine yönelik olarak İdare Mahkemesince bir araştırma yapıldığı da tespit edilememiştir.

49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

50. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

51. Başvurucular, ihlalin tespiti ve toplam 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

52. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018)kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

53. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

54. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kendisine böyle bir karar ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§ 57-59, 66, 67).

55. Mevcut başvuruda ölüm olayı hakkında açılan tam yargı davasında başvurucuların esasa etkili itirazları bilirkişi raporunda ve mahkeme kararında karşılanmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin adli makamlarının işlem ve eylemlerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

56. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

57. Yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesine karar verilmesinin başvurucuların ihlal iddiaları açısından yeterli bir giderim oluşturduğu anlaşıldığından başvurucuların tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

58. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 3. İdare Mahkemesine (E.2011/1032) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuların tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ONUR ARSLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/17652)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2021-31369

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Onur ARSLAN

Vekili

:

Av. Salih COŞAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun kardeşi D.A.Ö. 24 haftalık hamile olup Ş. Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) görevli kadın doğum doktoru olan S.K. tarafından suç teşkil ettiği hâlde 8/11/2004 tarihinde gerçekleştirilen kürtaj işlemi sırasında cenin ile birlikte hayatını kaybetmiştir.

A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

9. Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Devlet Hastanesinde ebe olarak görev yapan tanık S.T.nin 12/11/2004 tarihinde alınan iki beyanının ilgili kısmı şöyledir:

i. "... 08.11.2004 günü Saat:08.00 sıralarında hastanedeki görevime geldim. O gün öğle vakitlerine kadar her şey normaldi ve 12.00 sıralarında [D.A.] isminde 25-30 yaşları arası bir bayan ve yanında bir erkek şahıs geldi. Bu bayanın bize geliş nedenini kendisi söylemedi, bize sadece [S.] beyin gönderdiğini söyledi. Bir süre sonra [S.] bey hastaneyi aradı ve [D.] ebe hanımla görüştü. [D.] hanım doktor ile telefon görüşmesi yaptıktan sonra bana gelen hastanın rahatsızlığının 24 haftalık ölü bebek tanısıyla gönderildiğini söyledi ve Doktor beyin ilaç tedavisine başlamamız gerektiğini söylediğini bildirdi. Biz kadını yatırdık ve tedavisine başladık. Ben bu kadının karnında bulunan bebeğin ölü olup olmadığı hususunda bir sefer dinleme yaptım ve bir şey duymadım, doktor beyin de o tanı ile göndermiş olması nedeniyle pek fazla kontrol etme gereği duymadım. Biz doktorun bize belirtmiş olduğu tedaviyi kontrollü bir şekilde uyguladık. Bizim yapmış olduğumuz tedavi kadını ameliyata alana kadar devam etti. Bu kadının ilk gelişi ile ameliyat esnasına kadar doktor bey iki sefer gelip kendisi kontrol etti ve durumu hakkında bizden bilgi aldı Saat: 16.30 gibi kadında kanama başladı ve bir süre sonra bu kanama arttı. Bu kadını bu şekilde kanaması artınca doktor bey ile birlikte kadını ameliyat haneye aldık. Bu esnada ben ameliyat ekibini acilen göreve çağırdım. Ameliyat ekibi gelmeden biz doktor beyin nezaretinde kadının durumunun aciliyetinden dolayı işe başladık. ancak kadınının iç rahminin yırtılmış (Uterusda rüptür) olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine bebek ve ekleri alındı. Bu esnada hasta eks oldu ..."

ii. " ...Ben bir fiil [D.A.] isimli bayanın ameliyatına girdim ve ameliyat boyunca orada idim. Ben [S.] beyin çocuğu aldığını gördüm. Benim gördüğüm kadarı ile çocuk üzerinde her hangi bir olumsuzluk söz konusu değildi. yani çocuğun tüm uzuvları tamamdı. Çocuk alındıktan sonra kadını kurtarma telaşı olduğu için çocuğun nereye konduğunu ve morga kimlerin indirdiği konusunda ise bir bilgim yoktur, tahminen oradaki hizmetli şahıslar indirmiştir. Benim çocuğun koluııa ne olduğu konusunda bir bilgim yoktur, ben gördüğüm zaman çocuğun uzuvları tamdı ve bir eksiklik yoktu..."

10. Tanık F.A.nın 12/11/2005 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...[S.] isimli doktorun muayenehanesinde buluştuk... Doktor ile [D.] bir iki dakikalığına dışarı çıkıp tekrar girdiler... Yaşadığını ölü olmadığını söyledi. Çocuğun bu haliyle alınması gerektiğini söyledi. Doktor bey bize ayrıca acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini, kendisinin hemşireyi aradığını ve gerekli talimatı verdiğini söyledi..."

11. Devlet Hastanesinin Başhekimi M.İ.nin 11/11/2004 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:

" ...08.11.2004 günü Kadın hastalıkları ... uzmanı [S.K.] hastanemizde [D.A.] isimli bir hastayı suni sancıyla doğum ... başlatmış. hastadaki fetus ölüymüş tıbbi nedenlerle hastadaki fetusu suni sancı vermek suretiyle almak istemiş daha sonra ... kanama durdurulmaya çalışılırken hasta ex olmuş ben bunu kayıtlara bakarak öğrendim ancak benim öğrenme tarihim ve bu olaydan bilgi sahibi olmam 09.11.2004 günüdür, 08.11.2004 günü bana bu ameliyattan haber verilmedi. ben bu olayla ilgili doktor [S.K.] ile 10.11.2004 günügörüştüm ancak ameliyata katılan hemşirelerle görüşmedim, ayrıca doktor [S.K.] bey 08.11.2004 günü senelik iznini kullanıyordu, izne ayrılış tarihi istemiş olduğunuz ve gönderdiğimiz belgede de belirtildiği gibi 25.10.2004, göreve baslayacağı tarihte 14. 11.2004 tür yani kendisi senelik iznini kullanırken bu müdahaleyi hastanemizde yapmışur... bu ameliyatı yapan ekipte görevli narkoz teknisyeninin adı [L.A.] isimli bir memurumuzdur. şu anda kendisi izindedir. Ameliyata katılan hemşirelerin adlarını bilmiyorum..."

12. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 24/5/2006 tarihli iddianameyle doktor S.K. hakkında kadının ölümü ile sonuçlanan çocuk düşürtme suçundan kamu davası açılmıştır.

13. Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 11/9/2008 tarihli kararıyla S.K.nın müsnet suçtan neticeten 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

...maktulün, 24 haftalık gebe olması nedeniyle, çocuğu aldırmak amacıyla babası, maktulün uzaktan akrabası olan [F.A.] ile birlikte [Ş.] İlçesinde Devlet Hastanesinde Kadın Doğum Uzmanı olarak görev yapan diğer sanık [S.K.nın] ilçede bulunan yazıhanesine gittikleri, sanık [S.K.nın] maktulü muayene ederken odasına kimseyi almadığı, bir müddet sonra hasta olan maktulü [Ş.] Devlet Hastanesine yönlendirdiği maktul [D.A.Ö.nün] [Ş.] Devlet Hastanesine olay günü olan 08.11.2004 günü saat 13.00 de yattıktan sonra saat 16.30 da ameliyata alındığı ve ameliyat esnasında çocuğunun alınmasından hemen sonra öldüğü anlaşılmıştır.

...

Her ne kadar sanık [S.K.nın] ile, tanıklar [D.A.] ve [S.T.] maktul [D.A.Ö.nün] hastaneye geldiğinde hamile olduğu çocuğunun ölü olduğunu belirtmiş ve bu yönde [Ş.] Devlet Hastanesi kayıtlarına geçirilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut 45 Adli tıp uzmanının katılımı ve 34 adli tıp uzmanının düşünceleri doğrultusunda hazırlanan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 07.02.2008 gün ve 36 sayılı raporunda açıkça belirtildiği üzere, maktul [D.A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu 5-6 aylık çocuğunun kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanılıp parçalanarak dışarı çıkartıldığı, maktulün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğunun bulunmadığı, [Ş.] Devlet Hastanesi tarafından maktul [D.A.Ö.] hakkında düzenlenmiş olan hasta müşahede evrak ve ameliyat bültenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş olduğu anlaşıldığından,

Sanık [S.K.nın] eylemi mahkememizce kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme olarak kabul edilmiş olup..."

14. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından S.K.nın 27/3/2019 tarihinde ölmesi nedeniyle ilamat dosyası infaz edilmeden iade edilerek ilamın ortadan kaldırılmasına karar verilmesinin talep edilmesi üzerine Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 24/4/2019 tarihli ek kararla Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli onama kararıyla kesinleşmiş olan mahkûmiyet ilamının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.

B. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Tazminat Davası Süreci

15. Babası K.A. ile başvurucu 28/10/2008 tarihli dilekçeyle olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek Sağlık Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

16. Başvurucu, talebin reddedilmesi üzerine 23/2/2009 havale tarihli dilekçeyle Sivas İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, babası K.A. için 30.000 TL maddi, 50.000 TL manevi; kendisi için ise 40.000 TL manevi olmak üzere toplam 120.000 TL tazminat ödenmesini talep etmiştir.

17. Sağlık Bakanlığı savunmasında doktor S.K.nın yıllık izinde olduğu dönemde idareden izin almadan veya idareyi haberdar etmeden gerçekleştirdiği hizmet dışı eylemi ile neticeye sebebiyet verdiğini, olayda kişisel kusur bulunduğunu, hizmet kusuru bulunmadığını bildirmiştir.

18. İdare Mahkemesi 3/2/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden; davacılardan [K.A.nın] kızı, Onur Arslan'ın [başvurucu] kardeşi olan [D.A.Ö.nün] 16.8.2001 tarihinde evlendiği, ... boşandıkları, eşiyle ayrıldıktan sonra ... [M.T.] isimli şahsa ait markette çalışmaya başladığı, market sahibi [M.T.] isimli şahıstan hamile kaldığı, cenin 5,5-6 aylık iken aldırılmak istendiği, [K.] İli'nde 4 ila 5 doktora götürüldüğü, 5,5-6 aylık olması nedeniyle ceninin burada alınmadığı, daha sonra [Ş.] İlçesi'nde kadın doğum uzmanı olan [S.K.nın] özel muayenehanesine gidildiği, yapılan muayene sonrası hastaneye nakledilerek ameliyata alındığı, yapılan cerrahi müdahale sonrası cenin ve annenin hayatını 08.11.2004 tarihinde kaybettikleri, doktor [S.K.] hakkında 'kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme' suçu isnadıyla Sivas 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/89 esasında açılan davada yapılan yargılama sonucu 11.09.2008 gün ... kararla doktor [S.K.nın] anılan suçu işlediğinden bahisle 5 yıl mahkumiyetine karar verildiği, ... anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, ölen [D.A.Ö.nün] yakınları tarafından ölüm olayından 3 gün sonra doktor [S.K.] hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine, doktor ve ilgililer hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 11.04.2005 tarihli Soruşturma Raporunda özetle; olay tarihinde doktor [S.K.nın] yıllık izinde olduğu, şayet tıbbi bir müdahalede bulunulması ve bunun da hastanede yapılması gerekiyorsa hastane başhekimliğinden izin alınması gerektiği halde izin alınmadığı ve konuya ilişkin herhangi bir onayın olmadığı, muayenehanesine gelen maktulenin 24 haftalık gebe olduğunu doktorun da kabul ettiği, yasalara göre anne ve babasının rızası ile yasal kürtajın 10 haftaya kadar olduğu, olayda, yasal kürtaj süresinin çok üzerinde olduğu, eğer tıbbi bir endikasyon varsa müdahale öncesi muhtemel sonuçların hastanın kendisine ve yakınlarına anlatılması ve sonrasında işleme rıza gösterdiklerine ilişkin resmi yazı alınması gerektiği halde bu yönde herhangi bir işlem yapılmadığı, hastanın ex olması durumunda adli bir olay olması nedeniyle gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığına haber verilmesi ve yaralı ve delil niteliğindeki cesetten çıkarılan eşyanın adli makamlara teslim edilmesi gerekirken teslim edilmediği ... dolayısıyla, adli bir olayın gecikmesinde birinci derecede kusurlu olduğundan ... bahisle kınama cezası ile cezalandırılması gerektiği, teklifinin getirildiği ve idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verildiği görülmüştür.

Sivas 2.Ağır Ceza Mahkemesince Adli Tıp Kurumuna yaptırılan ve karar içerisinde alıntısına yer verilen raporda; olay tarihinde [D.A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu, 5-6 aylık çocuğu kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanıp dışarı çıkartıldığı, maktülün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğun bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.

Bu durumda, doktor [S.K.nın] 5237 sayılı türk Ceza Kanunu'nun 99/4.maddesindeki kadının ölümüne neden olan rızaya bağlı çocuk düşürtme suçunu işlediğinin Mahkeme kararıyla da sabit olduğu, ölen [D.A.Ö.] doktor tarafından özel muayenehanesinde muayene edildikten sonra muayenehanesinde yapması gereken cerrahi müdahaleyi hastaneye taşıdığı, diğer bir ifade ile, ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığıbir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, dolayısıyla, idare ajanının izinde olduğu dönemde, idaresine haber verilmeksizin gerçekleştirilen ve konusu suç teşkil eden (gebelik süresi 10 haftadan fazla olan ceninin alınması) cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, diğer bir ifade ile, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, böylece, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu, dolayısıyla, idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ve olayın idare açısından tazmini gerektirir bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Öte yandan, kişisel kusur nedeniyle adli yargıda ilgililer hakkında maddi manevi tazminat davası açılabileceği de açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..."

19. Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Onbeşinci Daire) 22/4/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilerek karar onanmıştır. Karşıoyun ilgili kısmı şöyledir:

"...

İhtilaf konusu olay muvacehesinde;

1)Hekimin mahkumiyetine sebep olan fiilinin, Sağlık Bakanlığı'na bağlı devlet hastanesinde gerçekleştiği ve bu hastanede bulunan tüm ameliyat ekipmanlarını kullanabildiği,

2)Hastanede görevli hemşire ve diğer çalışanlarla birlikte ameliyatı gerçekleştirdiği diğer bir deyişle, ameliyathaneyi yalnız başına hazırlamayıp, ameliyatı hekim sıfatıyla yalnız yapmadığı,

3)Yıllık izinde olduğu bir dönemde izinli hekimin, ameliyathaneyi kullanabilmesine imkan sağlayacak, yönetim boşluğuna idarenin sebebiyet verdiği,

4)Tüm bu süreçte görevli personelin bu durumu, hastane yönetimine bildirmediği,

5)Hastane yönetiminin kontrol ve murakabe görevini gereği gibi yapmadığı,

 Hususları gözönüne alındığında, idareye bağlı devlet hastanesinde kamu görevi ifa eden hekimin eyleminden idarenin de sorumlu olduğu hususu açıktır.

Usul ve hukuka uygun bulunmayan davanın reddi yönündeki mahkeme kararının bozulması gerektiği..."

20. Başvurucunun karar düzeltme talebi Onbeşinci Dairenin 22/11/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir.

21. Ret kararı başvurucuya 27/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. İlgili hukuk için bkz. Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44, 45.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; kardeşinin ölümüne neden olan fiilin Devlet Hastanesinde gerçekleştirildiğini, Devlet Hastanesi yönetiminin kontrol ve gözetim görevini gereği gibi yerine getirmediğini, dolayısıyla olayda hizmet kusuru bulunduğu hâlde tam yargı davasının reddedilmesinin hatalı bir değerlendirme olduğunu belirterek çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”

26. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

28. Başvurucu; yakınının ölümünde doktorun kusurunun yanı sıra Devlet Hastanesinin de organizasyon kusuru olduğunu, buna rağmen tam yargı davasının hatalı değerlendirilerek reddedildiğini iddia etmektedir. Bu sebeple başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucunun kardeşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

31. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

32. Devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşama hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

33. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

34. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Yaşam hakkı kapsamındaki usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir.

35. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmeyen, ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

36. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (Aydın Gür, B. No: 2015/3640, 30/10/2018, § 80). Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 33).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Başvurucunun yakınının ölümüyle sonuçlanan, doktor S.K. tarafından hamileliğin 24. ayında gerçekleştirilmiş olan kürtajın suç teşkil eden bir tıbbi müdahale olduğu Ağır Ceza Mahkemesince tespit edilmiştir. Öte yandan başvurucunun iddiaları, Devlet Hastanesi idaresinin denetim ve kontrol görevini yerine getirmemesi nedeniyle yakınlarının ölümüne neden olan eylemin doktor tarafından gerçekleştirilmiş olmasına yani Devlet Hastanesindeki organizasyon eksikliği nedeniyle kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesine, buna rağmen tam yargı davasının hatalı olarak reddedilmesine dayanmaktadır.

38. Öncelikle belirtilmelidir ki hastane yönetiminin istihdam ettiği tüm sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve hastanede gerçekleştirilen tedavi ve diğer işlemlerin organizasyonu konusunda yönetme ve denetleme görevi bulunmaktadır. Bu bağlamda başvurucunun iddialarına konu olan Devlet Hastanesi idaresinin olaydaki sorumluluğunun organizasyon kusuru çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

39. Dosyanın incelenmesinden olaya ilişkin olarak görülen tam yargı davasında İdare Mahkemesi tarafından "ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığı bir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu" gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır (bkz. § 18).

40. Başvuru konusu olayda gerçekleştirdiği tıbbi müdahalenin suç teşkil ettiği doktor, eylemi anında yıllık izinli olsa da Devlet Hastanesinde görev yapmakta olan bir kamu görevlisidir ve tıbbi müdahaleyi bir Devlet Hastanesinde, söz konusu Hastanenin ekipmanlarını ve personelini kullanarak gerçekleştirmiştir. Ayrıca tıbbi müdahalenin gerçekleştirildiği 8/11/2004 tarihi hafta içi/mesai günüdür.

41. Kamu görevlisi doktor izinli olduğu bir dönemde, hiçbir yetkiliye haber vermeden Devlet Hastanesinde, mesai gününde, hastane personeliyle birlikte cerrahi operasyon gerçekleştirebilmiş; ayrıca Hastanede görevli ve kamu görevlisi sıfatını haiz olan ve cerrahi operasyondan haberdar olan diğer personel de Hastane yetkililerini durumdan haberdar etmemiştir. Bu şartlar altında Devlet Hastanesi idaresinin sağlık personelinin suç teşkil edecek davranışlardan kaçınmasına yönelik hastanedeki denetim ve kontrol görevini gereken şekilde yerine getirmediği, yönetim boşluğuna neden olduğu, dolayısıyla olayın gerçekleştiği Devlet Hastanesinde bir organizasyon kusuru bulunduğu açıktır.

42. Tüm bu bilgilere göre somut olayda kamu makamlarının yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğü yerine getirdiğinin değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda İdare Mahkemesi tarafından değinilen hususlar gözetilmeden hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi de yaşam hakkının korunmasına ilişkin ilkelerle bağdaşmamaktadır.

43. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

45. Başvurucu 40.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

49. İncelenen başvuruda kamu görevlilerinin yaşamı koruyucu tedbirleri almamaları ve bu hususun İdare Mahkemesi tarafından gözetilmeden yaşamı koruma yükümlülüğü ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde tazminat talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idarenin eyleminden kaynaklanan ihlalin tespit edilmesi ve tazminatın ödenmesi suretiyle ihlalin giderilmesi amacıyla oluşturulmuş bir mekanizma olan tam yargı davasında devletin pozitif yükümlülüklerine uygun nitelikte bir inceleme yapılmaması sebebiyle ihlal, derece mahkemelerince de giderilememiştir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklanmaktadır.

50. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Sivas İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Sivas İdare Mahkemesine (E.2009/535) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET GÜNAY VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/30109)

 

Karar Tarihi: 16/9/2020

 

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

Raportör

:

Eser AKINCI

Başvurucular

:

1. Mehmet GÜNAY

 

 

2. Mustafa YATKIN

 

 

3. Muzaffer GÜNAY

 

 

4. Nurhayat GÜNAY

 

 

5. Yarkın YATKIN

Başvurucular Vekili

:

Av. Mustafa Sait AKSU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru tıbbi ihmal sonucu bir ölümün meydana gelmesi ile bu ölümden kaynaklanan zararların karşılanmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 28/7/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucuların yakını M.Y. 11/12/2014 tarihinde boğaz ağrısı, ateş ve öksürük şikayetiyle D. Aile Sağlığı Merkezine başvurmuştur. Burada görevli Dr M.Y. tarafından muayene edilerek akut bronşit teşhisi konmuş ve Multisef 750 Mg Im adlı ilaç reçete edilmiştir. Bu ilacın, aynı yerde görevli aile sağlığı elemanı M.Ö tarafından enjeksiyon yoluyla uygulanması sırasında anaflaktik şok gelişmiştir. Başvurucuların yakını, Dr. M.Y. ile Dr. A.O.K. tarafından yapılan müdahalenin ardından 112 ekibiyle Ankara'da bir kamu hastanesine nakledilmesine rağmen hayatını kaybetmiştir.

9. Olayla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca anılan sağlık kuruluşunda görevli doktor ve hemşire hakkında idareden 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca talep edilen soruşturma izninin verilmemesi üzerine 11/6/2015 tarihinde işlemden kaldırılmıştır. Soruşturma kapsamında Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 18/3/2015 tarihli raporda, yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik reaksiyonun ilacın yapılma şekli ve miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç reaksiyonunun öngörülemez ve engellenemez bir klinik olduğu dikkate alındığında ilacı reçete eden ve uygulayan sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

10. Soruşturma izninin verilmemesine ilişkin karara başvurucular tarafından itiraz edilmemiştir.

11. Başvurucular, idarece tazminat taleplerinin reddedilmesinin ardından Ankara 14. İdare Mahkemesine (Mahkeme) toplam 450 TL maddi ve manevi tazminat istemiyle tam yargı davası açmışlar, 18/1/2016 tarihli dava dilekçesiyle birlikte, talepleri üzerine emekli bir adli tıp uzmanınca düzenlenen bilimsel mütalaayı da sunmuşlardır. Bilimsel mütalaada;

i. İncelenen belgelere göre ilaca bağlı gelişen anaflaktik şok nedeniyle ölen M.Y.nin ilaç alerjisi olduğunun sağlık görevlilerince önceden bilindiği,

ii. Olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde, 7/4/2011 tarihli ve 27898 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik'in 1. maddesiyle anılan Yönetmelik'in 12/D maddesine eklenen (k) bendine göre, içinde ambu, laringoskop ve endotrakeal tüp bulunan acil müdahaleler için gerekli acil setinin bulundurulması gerektiği,

iii. Ölüme neden olan olay sırasında ilaçlı müdahalenin yanında, anaflaktik şok nedeniyle gırtlak ve yutak bölgesindeki şişme yüzünden laringoskop ve endotrakeal tüp ile solunum desteği gerekli olduğu halde böyle bir müdahalenin yapılmadığı, geleneksel oksijen maskesi ve ambu ile solunum desteği verilmeye çalışıldığı belirtilmiştir.

12. Başvurucular dilekçelerinde M.Y.nin hayatını kaybetmesine tıbbi teşhis ve tedavi hatalarının, yapılan enjeksiyondan sonra gelişen sağlık sorununa etkin ve doğru biçimde müdahale edilmemiş olmasının ve ayrıca sağlık hizmetlerindeki organizasyon kusurlarının neden olduğunu öne sürerek Mahkemeden;

i. M.Y.nin alerjik astım hastası olduğunu belirttiği ve kendisini muayene eden doktorun bu hastalıkla ilgili ilaç kullandığını SGK kayıtlarından gördüğü halde Multisef adlı ilacın verilmesinin doğru olup olmadığının bilirkişi raporuyla açıklığa kavuşturulmasını,

ii. Anaflaktik şok gelişmesi yüzünden birkaç kez denenmesine rağmen M.Y.nin damar yolunun açılamadığı, bu nedenle kas içine adrenalin enjekte edildiği ancak zamanında damar yoluyla verilmediği için bunun etkili olmadığı, ilacın alerjik reaksiyona sebep olabileceği dikkate alınarak verilmesinden önce damar yolunun açılmamış olması nedeniyle sağlık görevlilerinin kusurları olup olmadığının araştırılmasını, M.Y.nin ölümünden sonra söz konusu aile sağlığı merkezinde, enjeksiyon yapılacak hastalara damar yolu açılacağına dair ilan asıldığını gören tanıklarının bilgisine başvurulmasını,

iii. Anılan bilimsel mütalaada belirtilen acil setinin olayın gerçekleştiği aile sağlığı merkezinde bulunup bulunmadığının ve anaflaktik şok sırasında bu setin ihtiva ettiği tıbbi cihaz ve malzemelerle müdahalede bulunulmamış olmasının M.Y.nin ölümünde etkili olup olmadığının yeniden yaptırılacak bilirkişi incelemesiyle araştırılmasını istemişlerdir.

13. Mahkemece herhangi bir gerekçe gösterilmeden bu iddialara ilişkin olarak yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırılmamış, anılan 18/3/2015 tarihli rapora (bkz. § 9) dayanılarak, olaydahizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle 21/4/2017 tarihinde davanın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden, davacıların murisi M.Y.nin, 11.12.2014 tarihinde rahatsızlığı nedeniyle Ankara ... Aile Sağlığı Merkezi'ne müracaat ettiği, Dr. M.Y. tarafından muayenesi neticesinde akut bronşit, myalji teşhisi konulduğu, herhangi bir alerjisinin olmadığını astım hastası olduğunu, gebeliğinin olmadığını, çocuk emzirmediğini beyan etmesi üzerine Dr. M.Y.nin SGK sorgulamasında ilaç kullanım raporunu kontrol ettiği, teşhise uygun olacak şekilde "Multisef 750 Mgim" ilacın reçete edildiği, Aile Sağlığı Merkezi'nde görev yapmakta olan aile sağlığı elamanı M.Ö. tarafından reçete ve ilacı kontrol edildikten sonra enjeksiyon işlemi yapıldığı, kontrol için müdahale odasında bir süre beklemesini istendiği, bir süre sonra hastanın fenalaştığını söylemesi üzerine 112 Acil Komuta Merkezi'nin arandığı, Dr. M.Y. ve Dr. A.O.K.nın müdahalede bulundukları, sonrasında hastanın Ankara ... Hastanesi Acil Servisi'ne nakledildiği, hastanın iki saatlik yoğun müdahaleye rağmen vefat ettiği, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Sor.No: 2014/168579 sayılı dosyasında alınan Adli Tıp Kurumu İstanbul Birinci Adli Tıp İhtisas Kurulu'nca hazırlanan 18.03.2015 tarih ve K:1102 sayılı Raporunda "kişide yapılan ilaca bağlı gelişen anaflaktik reaksiyonun, ilacın yapılma şekli, yapılma miktarıyla ilgisi olmadığı, ilaç reaksiyonunun öngörülemez ve engellenemez bir klinik olduğu da dikkate alındığında, kişinin ölümü nedeniyle ilacı reçete eden ve yapan sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği" kanaatine varıldığının belirtildiği, davacılar tarafından 28.09.2015 tarihli dilekçe ile davalı idareye başvurularak hizmet kusuru dolayısıyla murislerinin ölümü nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini için gereken tutarın ödenmesinin istenildiği, isteğin davalı idarece zımnen reddi üzerine de bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dosyada bulunan bilgi ve belgeler ile Adli Tıp raporu bir bütün olarak incelenip değerlendirildiğinde, davacıların murisinin, davalı idareye ait hastanede yapılan tedavi sonrası vefat etmesi olayında sağlık hizmetinin kusurlu olmadığı, dolayısıyla olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gibi ortada davalı idarenin kusursuz sorumluluğunu gerektiren hallerden birinin de mevcut olmadığı açık olup; bu nedenle davacıların maddi ve manevi tazminat ödenmesi isteminin karşılanmasına olanak bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; davanın reddine..."

14. Mahkeme kararı başvuruculara 29/6/2017 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucular 28/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

15. 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun "Temel esaslar" başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar şunlardır:

a) Sağlık kurum ve kuruluşları yurt sathında eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca, diğer ilgili bakanlıkların da görüşü alınarak planlanır, koordine edilir, mali yönden desteklenir ve geliştirilir.

c) Bütün sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke sathında dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılması esastır. Sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesi bu esas içerisinde Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca düzenlenir. Bu düzenleme ilgili Bakanlığın görüşü alınarak yapılır. Gerek görüldüğünde özel sağlık kuruluşlarının her türlü ücret tarifeleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca onaylanır. Kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık kuruluşları veya sağlık işletmelerinde verilen her türlü hizmetin fiyatları Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca tespit ve ilan edilir.

g) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı; sağlık ve yardımcı sağlık personelinin yurt düzeyinde dengeli dağılımını sağlamak üzere istihdam planlaması yapar, ülke ihtiyacına uygun nitelikli sağlık personeli yetiştirilmesi amacıyla hizmet öncesi ya da kamu kuruluşlarında mesleklerini icra eden sağlık ve yardımcı sağlık personeline hizmetiçi eğitim yaptırır. Bunu sağlamak amacıyla üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının imkanlarından da yararlanır. Hizmetiçi eğitim programını ne şekilde ve hangi sürelerle yapılacağı Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığınca çıkartılacak yönetmelikte tespit edilir.

i) Sağlık hizmetlerinin yurt çapında istenilen seviyeye ulaştırılması amacıyla; bakanlıklar seviyesinden en uçtaki hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve işbirliği yapılır. Sağlık kurum ve kuruluşları coğrafik ve fonksiyonel hizmet alanları, verecekleri hizmetler, yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda tespit edilen esaslara uymak ve verilen görevleri yapmakla yükümlüdürler. Çağdaş tıbbi bilgi ve teknolojinin ülkeye getirilmesi ve teşviki sağlanır.”

16. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

B. Uluslararası Hukuk

17. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur."

18. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yaşam hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülükler -ister özel hastane ister devlet hastanesi olsun- hastaların yaşamlarının korunmasını teminat altına alma zorunluluğu getiren düzenleyici bir çerçeve oluşturulmasını gerekli kılar (Asiye Genç/Türkiye, B. No: 24109/07, 27/1/2015, § 67).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 16/9/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

20. Başvurucular, ölen yakınlarına uygulanan tıbbi müdahalenin mevzuata ve tıp kurallarına uygun olmadığını, Mahkemece iddialarının incelenmediğini, iddialarına dair bir değerlendirme içermeyen yetersiz ATK raporuna dayanılarak, eksik incelemeyle tam yargı davasının reddedildiğini belirterek adil yargılanma, etkili başvuru, mülkiyet haklarıyla eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

21. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”

22. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Şikâyetlerin Nitelendirilmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

23. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

24. Başvurucular temel olarak yakınlarının, kamu görevlisi olan doktor tarafından verilen ilaca karşı gösterdiği alerjik reaksiyon nedeniyle öldüğünü, olayda hizmet kusuru bulunmasına rağmen açtıkları tam yargı davasının reddedildiğini iddia etmektedirler. Bu sebeple başvurucuların diğer haklarla bağlantı kurarak ileri sürdükleri iddialarının da Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutu kapsamında incelenmesi gerektiği, olayın gerçekleşme koşulları henüz tam olarak belirlenemediğinden anılan hakkın maddi boyutu yönünden bu aşamada inceleme yapılamayacağı değerlendirilmiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvuruculardan Mustafa Yatkın'ın eşi, Yarkın Yatkın'ın annesi, Mehmet Günay'ın kardeşi, Muzaffer Günay ile Nurhayat Günay'ın kızları olduğundan, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

26. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurucuların yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialarının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

27. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, ihlal devam etmekteyse bunu sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

28. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında da makul derecede ivedilik ve özen şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

29. Başvurunun incelenmesi neticesinde Mahkeme tarafından görülen tam yargı davasında, ilgili aile sağlığı merkezinden ve hastaneden müteveffaya yapılan tahlil ve tetkikleri içeren tıbbi evrakların istendiği ve daha önce Cumhuriyet Başsavcılığının talebiyle Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen 18/3/2015 tarihli raporun taraflara tebliğ edildiği anlaşılmıştır.

30. Başvuruya konu olayda, M.Y.ye söz konusu ilacın uygulanmasının ardından birkaç dakika içinde alerjik reaksiyon gelişmesi üzerine acil set kullanılmadan geleneksel oksijen maskesi ve ambu ile solunum desteği verilmeye çalışıldığı, defalarca denenmesine rağmen damar yolunun açılamadığı, uyluk bölgesinden adrenalin verildiği ancak bunun etkili olmadığı, çağrı üzerine gelen 112 ekibinin müdahalesinin de olumlu sonuç vermediği ve M.Y.nin Multisef 750 mg enjeksiyonuna bağlı olarak gelişen anaflaksi sonucu hayatını kaybettiği hususunda bir tartışma bulunmamaktadır.

31. Anılan ATK raporunda sadece, sağlık merkezine müracaat eden müteveffanın şikayetleri doğrultusunda konan tanı, reçete edilen ve uygulanan ilaçla sınırlı olarak değerlendirme yapıldığı ve ilacı reçete edenle uygulayanın kusurunun bulunmadığının mütalaa edildiği anlaşılmaktadır. Raporda başvurucuların özellikle müteveffanın geçirdiği anaflaktik şok nedeniyle yapılan tıbbi müdahalenin mevzuat ile tıp kurallarına uygun olmadığına ve hizmet kusuru bulunduğuna dair iddiaları hakkında herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır.

32. Başvurucuların bahse konu iddialarının (bkz. § 12) tam yargı davasındaki uyuşmazlığın çözümü için esaslı olmadığını söylemek mümkün değildir. Mahkemece başvurucuların, sağlık hizmetlerinin organizasyonu ve yerine getirilmesi aşamalarında herhangi bir hizmet kusuru bulunup bulunmadığının aydınlatılması açısından, ilgili mevzuata göre aile sağlığı merkezinde asgari olarak bulundurulması zorunlu tıbbi cihaz ve malzemelerden olan acil setinin olay sırasında mevcut olup olmadığının araştırılması ve bu set kullanılarak tıbbi müdahalede bulunulmamış olmasının ölüme etkisi konularına temas eden esaslı iddialarına ilişkin herhangi bir bilirkişi incelemesi yapılmaması ve hangi gerekçeyle inceleme yapılmadığının da belirtilmemesi nedenleriyle, dava konusu olayın Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle incelendiği söylenemeyecektir.

33. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

34. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

35. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama talebinde bulunmuşlardır.

36. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

37. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

38. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük'ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla kendisine böyle bir karar ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

39. Mevcut başvuruda, ölüm olayı hakkında açılan tam yargı davasında başvurucuların esasa etkili itirazları bilirkişi raporunda ve mahkeme kararında karşılanmadan davanın reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

40. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 14. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

41. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Ankara 14. İdare Mahkemesine (E.2016/230) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.257,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 16/9/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ONUR ARSLAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/17652)

 

Karar Tarihi: 15/12/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 19/1/2021-31369

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Tuğçe TAKCI

Başvurucu

:

Onur ARSLAN

Vekili

:

Av. Salih COŞAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamu makamlarının gerekli kontrol ve denetim ödevini yerine getirmemesinden dolayı kanuna aykırı olarak tıbbi müdahale gerçekleştirilmesi sonucu ölüm olayı meydana gelmesi ve açılan tam yargı davasının hatalı değerlendirmeyle reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/2/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun kardeşi D.A.Ö. 24 haftalık hamile olup Ş. Devlet Hastanesinde (Devlet Hastanesi) görevli kadın doğum doktoru olan S.K. tarafından suç teşkil ettiği hâlde 8/11/2004 tarihinde gerçekleştirilen kürtaj işlemi sırasında cenin ile birlikte hayatını kaybetmiştir.

A. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci

9. Olayla ilgili olarak yürütülen soruşturma kapsamında Devlet Hastanesinde ebe olarak görev yapan tanık S.T.nin 12/11/2004 tarihinde alınan iki beyanının ilgili kısmı şöyledir:

i. "... 08.11.2004 günü Saat:08.00 sıralarında hastanedeki görevime geldim. O gün öğle vakitlerine kadar her şey normaldi ve 12.00 sıralarında [D.A.] isminde 25-30 yaşları arası bir bayan ve yanında bir erkek şahıs geldi. Bu bayanın bize geliş nedenini kendisi söylemedi, bize sadece [S.] beyin gönderdiğini söyledi. Bir süre sonra [S.] bey hastaneyi aradı ve [D.] ebe hanımla görüştü. [D.] hanım doktor ile telefon görüşmesi yaptıktan sonra bana gelen hastanın rahatsızlığının 24 haftalık ölü bebek tanısıyla gönderildiğini söyledi ve Doktor beyin ilaç tedavisine başlamamız gerektiğini söylediğini bildirdi. Biz kadını yatırdık ve tedavisine başladık. Ben bu kadının karnında bulunan bebeğin ölü olup olmadığı hususunda bir sefer dinleme yaptım ve bir şey duymadım, doktor beyin de o tanı ile göndermiş olması nedeniyle pek fazla kontrol etme gereği duymadım. Biz doktorun bize belirtmiş olduğu tedaviyi kontrollü bir şekilde uyguladık. Bizim yapmış olduğumuz tedavi kadını ameliyata alana kadar devam etti. Bu kadının ilk gelişi ile ameliyat esnasına kadar doktor bey iki sefer gelip kendisi kontrol etti ve durumu hakkında bizden bilgi aldı Saat: 16.30 gibi kadında kanama başladı ve bir süre sonra bu kanama arttı. Bu kadını bu şekilde kanaması artınca doktor bey ile birlikte kadını ameliyat haneye aldık. Bu esnada ben ameliyat ekibini acilen göreve çağırdım. Ameliyat ekibi gelmeden biz doktor beyin nezaretinde kadının durumunun aciliyetinden dolayı işe başladık. ancak kadınının iç rahminin yırtılmış (Uterusda rüptür) olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine bebek ve ekleri alındı. Bu esnada hasta eks oldu ..."

ii. " ...Ben bir fiil [D.A.] isimli bayanın ameliyatına girdim ve ameliyat boyunca orada idim. Ben [S.] beyin çocuğu aldığını gördüm. Benim gördüğüm kadarı ile çocuk üzerinde her hangi bir olumsuzluk söz konusu değildi. yani çocuğun tüm uzuvları tamamdı. Çocuk alındıktan sonra kadını kurtarma telaşı olduğu için çocuğun nereye konduğunu ve morga kimlerin indirdiği konusunda ise bir bilgim yoktur, tahminen oradaki hizmetli şahıslar indirmiştir. Benim çocuğun koluııa ne olduğu konusunda bir bilgim yoktur, ben gördüğüm zaman çocuğun uzuvları tamdı ve bir eksiklik yoktu..."

10. Tanık F.A.nın 12/11/2005 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:

"...[S.] isimli doktorun muayenehanesinde buluştuk... Doktor ile [D.] bir iki dakikalığına dışarı çıkıp tekrar girdiler... Yaşadığını ölü olmadığını söyledi. Çocuğun bu haliyle alınması gerektiğini söyledi. Doktor bey bize ayrıca acilen hastaneye gitmemiz gerektiğini, kendisinin hemşireyi aradığını ve gerekli talimatı verdiğini söyledi..."

11. Devlet Hastanesinin Başhekimi M.İ.nin 11/11/2004 tarihli beyanının ilgili kısmı şöyledir:

" ...08.11.2004 günü Kadın hastalıkları ... uzmanı [S.K.] hastanemizde [D.A.] isimli bir hastayı suni sancıyla doğum ... başlatmış. hastadaki fetus ölüymüş tıbbi nedenlerle hastadaki fetusu suni sancı vermek suretiyle almak istemiş daha sonra ... kanama durdurulmaya çalışılırken hasta ex olmuş ben bunu kayıtlara bakarak öğrendim ancak benim öğrenme tarihim ve bu olaydan bilgi sahibi olmam 09.11.2004 günüdür, 08.11.2004 günü bana bu ameliyattan haber verilmedi. ben bu olayla ilgili doktor [S.K.] ile 10.11.2004 günügörüştüm ancak ameliyata katılan hemşirelerle görüşmedim, ayrıca doktor [S.K.] bey 08.11.2004 günü senelik iznini kullanıyordu, izne ayrılış tarihi istemiş olduğunuz ve gönderdiğimiz belgede de belirtildiği gibi 25.10.2004, göreve baslayacağı tarihte 14. 11.2004 tür yani kendisi senelik iznini kullanırken bu müdahaleyi hastanemizde yapmışur... bu ameliyatı yapan ekipte görevli narkoz teknisyeninin adı [L.A.] isimli bir memurumuzdur. şu anda kendisi izindedir. Ameliyata katılan hemşirelerin adlarını bilmiyorum..."

12. Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) tarafından 24/5/2006 tarihli iddianameyle doktor S.K. hakkında kadının ölümü ile sonuçlanan çocuk düşürtme suçundan kamu davası açılmıştır.

13. Sivas 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) 11/9/2008 tarihli kararıyla S.K.nın müsnet suçtan neticeten 5 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

...maktulün, 24 haftalık gebe olması nedeniyle, çocuğu aldırmak amacıyla babası, maktulün uzaktan akrabası olan [F.A.] ile birlikte [Ş.] İlçesinde Devlet Hastanesinde Kadın Doğum Uzmanı olarak görev yapan diğer sanık [S.K.nın] ilçede bulunan yazıhanesine gittikleri, sanık [S.K.nın] maktulü muayene ederken odasına kimseyi almadığı, bir müddet sonra hasta olan maktulü [Ş.] Devlet Hastanesine yönlendirdiği maktul [D.A.Ö.nün] [Ş.] Devlet Hastanesine olay günü olan 08.11.2004 günü saat 13.00 de yattıktan sonra saat 16.30 da ameliyata alındığı ve ameliyat esnasında çocuğunun alınmasından hemen sonra öldüğü anlaşılmıştır.

...

Her ne kadar sanık [S.K.nın] ile, tanıklar [D.A.] ve [S.T.] maktul [D.A.Ö.nün] hastaneye geldiğinde hamile olduğu çocuğunun ölü olduğunu belirtmiş ve bu yönde [Ş.] Devlet Hastanesi kayıtlarına geçirilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut 45 Adli tıp uzmanının katılımı ve 34 adli tıp uzmanının düşünceleri doğrultusunda hazırlanan Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 07.02.2008 gün ve 36 sayılı raporunda açıkça belirtildiği üzere, maktul [D.A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu 5-6 aylık çocuğunun kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanılıp parçalanarak dışarı çıkartıldığı, maktulün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğunun bulunmadığı, [Ş.] Devlet Hastanesi tarafından maktul [D.A.Ö.] hakkında düzenlenmiş olan hasta müşahede evrak ve ameliyat bültenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş olduğu anlaşıldığından,

Sanık [S.K.nın] eylemi mahkememizce kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme olarak kabul edilmiş olup..."

14. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından S.K.nın 27/3/2019 tarihinde ölmesi nedeniyle ilamat dosyası infaz edilmeden iade edilerek ilamın ortadan kaldırılmasına karar verilmesinin talep edilmesi üzerine Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen 24/4/2019 tarihli ek kararla Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 27/2/2014 tarihli onama kararıyla kesinleşmiş olan mahkûmiyet ilamının ortadan kaldırılmasına karar verilmiştir.

B. Olayla İlgili Olarak Yürütülen Tazminat Davası Süreci

15. Babası K.A. ile başvurucu 28/10/2008 tarihli dilekçeyle olayda hizmet kusuru bulunduğunu iddia ederek Sağlık Bakanlığından maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

16. Başvurucu, talebin reddedilmesi üzerine 23/2/2009 havale tarihli dilekçeyle Sivas İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, babası K.A. için 30.000 TL maddi, 50.000 TL manevi; kendisi için ise 40.000 TL manevi olmak üzere toplam 120.000 TL tazminat ödenmesini talep etmiştir.

17. Sağlık Bakanlığı savunmasında doktor S.K.nın yıllık izinde olduğu dönemde idareden izin almadan veya idareyi haberdar etmeden gerçekleştirdiği hizmet dışı eylemi ile neticeye sebebiyet verdiğini, olayda kişisel kusur bulunduğunu, hizmet kusuru bulunmadığını bildirmiştir.

18. İdare Mahkemesi 3/2/2010 tarihli kararla davanın reddine karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden; davacılardan [K.A.nın] kızı, Onur Arslan'ın [başvurucu] kardeşi olan [D.A.Ö.nün] 16.8.2001 tarihinde evlendiği, ... boşandıkları, eşiyle ayrıldıktan sonra ... [M.T.] isimli şahsa ait markette çalışmaya başladığı, market sahibi [M.T.] isimli şahıstan hamile kaldığı, cenin 5,5-6 aylık iken aldırılmak istendiği, [K.] İli'nde 4 ila 5 doktora götürüldüğü, 5,5-6 aylık olması nedeniyle ceninin burada alınmadığı, daha sonra [Ş.] İlçesi'nde kadın doğum uzmanı olan [S.K.nın] özel muayenehanesine gidildiği, yapılan muayene sonrası hastaneye nakledilerek ameliyata alındığı, yapılan cerrahi müdahale sonrası cenin ve annenin hayatını 08.11.2004 tarihinde kaybettikleri, doktor [S.K.] hakkında 'kadının ölümüne neden olan rızaya dayalı çocuk düşürtme' suçu isnadıyla Sivas 2.Ağır Ceza Mahkemesi'nin E:2006/89 esasında açılan davada yapılan yargılama sonucu 11.09.2008 gün ... kararla doktor [S.K.nın] anılan suçu işlediğinden bahisle 5 yıl mahkumiyetine karar verildiği, ... anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda, ölen [D.A.Ö.nün] yakınları tarafından ölüm olayından 3 gün sonra doktor [S.K.] hakkında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine, doktor ve ilgililer hakkında soruşturma başlatıldığı, yapılan soruşturma sonucu düzenlenen 11.04.2005 tarihli Soruşturma Raporunda özetle; olay tarihinde doktor [S.K.nın] yıllık izinde olduğu, şayet tıbbi bir müdahalede bulunulması ve bunun da hastanede yapılması gerekiyorsa hastane başhekimliğinden izin alınması gerektiği halde izin alınmadığı ve konuya ilişkin herhangi bir onayın olmadığı, muayenehanesine gelen maktulenin 24 haftalık gebe olduğunu doktorun da kabul ettiği, yasalara göre anne ve babasının rızası ile yasal kürtajın 10 haftaya kadar olduğu, olayda, yasal kürtaj süresinin çok üzerinde olduğu, eğer tıbbi bir endikasyon varsa müdahale öncesi muhtemel sonuçların hastanın kendisine ve yakınlarına anlatılması ve sonrasında işleme rıza gösterdiklerine ilişkin resmi yazı alınması gerektiği halde bu yönde herhangi bir işlem yapılmadığı, hastanın ex olması durumunda adli bir olay olması nedeniyle gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığına haber verilmesi ve yaralı ve delil niteliğindeki cesetten çıkarılan eşyanın adli makamlara teslim edilmesi gerekirken teslim edilmediği ... dolayısıyla, adli bir olayın gecikmesinde birinci derecede kusurlu olduğundan ... bahisle kınama cezası ile cezalandırılması gerektiği, teklifinin getirildiği ve idarenin herhangi bir kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verildiği görülmüştür.

Sivas 2.Ağır Ceza Mahkemesince Adli Tıp Kurumuna yaptırılan ve karar içerisinde alıntısına yer verilen raporda; olay tarihinde [D.A.Ö.nün] 24 haftalık gebe olduğu, 5-6 aylık çocuğu kürtaj yoluyla batın içerisinde göbek kordonunun kesilerek öldürüldükten sonra alet kullanıp dışarı çıkartıldığı, maktülün ölümünün ceninin aletle parçalanması sırasında oluşan uterus rüptürüne bağlı iç kanama sonucu meydana gelmiş olduğu ve hekimin eylemi ile ölüm arasında illiyet bağı bulunduğu, ceninin düşürtülmesi ve gebeliğin sonlandırılması için tıbbi bir zorunluluğun bulunmadığının belirtildiği görülmektedir.

Bu durumda, doktor [S.K.nın] 5237 sayılı türk Ceza Kanunu'nun 99/4.maddesindeki kadının ölümüne neden olan rızaya bağlı çocuk düşürtme suçunu işlediğinin Mahkeme kararıyla da sabit olduğu, ölen [D.A.Ö.] doktor tarafından özel muayenehanesinde muayene edildikten sonra muayenehanesinde yapması gereken cerrahi müdahaleyi hastaneye taşıdığı, diğer bir ifade ile, ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığıbir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, dolayısıyla, idare ajanının izinde olduğu dönemde, idaresine haber verilmeksizin gerçekleştirilen ve konusu suç teşkil eden (gebelik süresi 10 haftadan fazla olan ceninin alınması) cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, diğer bir ifade ile, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, böylece, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu, dolayısıyla, idarenin hizmet kusurunun bulunmadığı ve olayın idare açısından tazmini gerektirir bir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Öte yandan, kişisel kusur nedeniyle adli yargıda ilgililer hakkında maddi manevi tazminat davası açılabileceği de açıktır.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine..."

19. Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin (Onbeşinci Daire) 22/4/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilerek karar onanmıştır. Karşıoyun ilgili kısmı şöyledir:

"...

İhtilaf konusu olay muvacehesinde;

1)Hekimin mahkumiyetine sebep olan fiilinin, Sağlık Bakanlığı'na bağlı devlet hastanesinde gerçekleştiği ve bu hastanede bulunan tüm ameliyat ekipmanlarını kullanabildiği,

2)Hastanede görevli hemşire ve diğer çalışanlarla birlikte ameliyatı gerçekleştirdiği diğer bir deyişle, ameliyathaneyi yalnız başına hazırlamayıp, ameliyatı hekim sıfatıyla yalnız yapmadığı,

3)Yıllık izinde olduğu bir dönemde izinli hekimin, ameliyathaneyi kullanabilmesine imkan sağlayacak, yönetim boşluğuna idarenin sebebiyet verdiği,

4)Tüm bu süreçte görevli personelin bu durumu, hastane yönetimine bildirmediği,

5)Hastane yönetiminin kontrol ve murakabe görevini gereği gibi yapmadığı,

 Hususları gözönüne alındığında, idareye bağlı devlet hastanesinde kamu görevi ifa eden hekimin eyleminden idarenin de sorumlu olduğu hususu açıktır.

Usul ve hukuka uygun bulunmayan davanın reddi yönündeki mahkeme kararının bozulması gerektiği..."

20. Başvurucunun karar düzeltme talebi Onbeşinci Dairenin 22/11/2016 tarihli kararıyla oyçokluğuyla reddedilmiştir.

21. Ret kararı başvurucuya 27/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 20/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

22. İlgili hukuk için bkz. Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, §§ 44, 45.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

23. Mahkemenin 15/12/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

24. Başvurucu; kardeşinin ölümüne neden olan fiilin Devlet Hastanesinde gerçekleştirildiğini, Devlet Hastanesi yönetiminin kontrol ve gözetim görevini gereği gibi yerine getirmediğini, dolayısıyla olayda hizmet kusuru bulunduğu hâlde tam yargı davasının reddedilmesinin hatalı bir değerlendirme olduğunu belirterek çeşitli anayasal haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedir.

B. Değerlendirme

25. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.”

26. Anayasa’nın 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, ... kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

28. Başvurucu; yakınının ölümünde doktorun kusurunun yanı sıra Devlet Hastanesinin de organizasyon kusuru olduğunu, buna rağmen tam yargı davasının hatalı değerlendirilerek reddedildiğini iddia etmektedir. Bu sebeple başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 41). Başvuru konusu olayda müteveffa, başvurucunun kardeşidir. Bu nedenle başvuruda, başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

31. Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

32. Devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşama hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

33. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

34. Devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin maddi yönünün yanı sıra usule ilişkin bir yönü de bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Yaşam hakkı kapsamındaki usule ilişkin yükümlülük olayın niteliğine bağlı olarak cezai, hukuki ve idari nitelikte soruşturmalarla yerine getirilebilir.

35. Buna göre yaşam hakkının veya fiziksel bütünlüğün ihlaline kasten sebebiyet verilmeyen, ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarında etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

36. Yaşam hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir (Aydın Gür, B. No: 2015/3640, 30/10/2018, § 80). Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 33).

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

37. Başvurucunun yakınının ölümüyle sonuçlanan, doktor S.K. tarafından hamileliğin 24. ayında gerçekleştirilmiş olan kürtajın suç teşkil eden bir tıbbi müdahale olduğu Ağır Ceza Mahkemesince tespit edilmiştir. Öte yandan başvurucunun iddiaları, Devlet Hastanesi idaresinin denetim ve kontrol görevini yerine getirmemesi nedeniyle yakınlarının ölümüne neden olan eylemin doktor tarafından gerçekleştirilmiş olmasına yani Devlet Hastanesindeki organizasyon eksikliği nedeniyle kamu makamlarının yaşamı koruma yükümlülüğünü yerine getirmemesine, buna rağmen tam yargı davasının hatalı olarak reddedilmesine dayanmaktadır.

38. Öncelikle belirtilmelidir ki hastane yönetiminin istihdam ettiği tüm sağlık personelinin seçimi, denetlenmesi ve hastanede gerçekleştirilen tedavi ve diğer işlemlerin organizasyonu konusunda yönetme ve denetleme görevi bulunmaktadır. Bu bağlamda başvurucunun iddialarına konu olan Devlet Hastanesi idaresinin olaydaki sorumluluğunun organizasyon kusuru çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

39. Dosyanın incelenmesinden olaya ilişkin olarak görülen tam yargı davasında İdare Mahkemesi tarafından "ameliyatın doktorun yıllık izinde olduğu kamu hizmeti sunucusu olmadığı bir zamanda yapıldığı ve ameliyat için Hastane Başhekimliğine herhangi bir bilgi verilmediği, cerrahi müdahaleden idarenin sorumlu tutulamayacağı, zararın kamu görevlisinin kamu gücünden aldığı yetkisini kullanırken meydana gelmediği, doktorun eylemi ile meydana gelen zarar arasında idare bakımından uygun illiyet bağının bulunmadığı, yani doktorun kişisel kusurunun bulunduğu" gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verildiği anlaşılmıştır (bkz. § 18).

40. Başvuru konusu olayda gerçekleştirdiği tıbbi müdahalenin suç teşkil ettiği doktor, eylemi anında yıllık izinli olsa da Devlet Hastanesinde görev yapmakta olan bir kamu görevlisidir ve tıbbi müdahaleyi bir Devlet Hastanesinde, söz konusu Hastanenin ekipmanlarını ve personelini kullanarak gerçekleştirmiştir. Ayrıca tıbbi müdahalenin gerçekleştirildiği 8/11/2004 tarihi hafta içi/mesai günüdür.

41. Kamu görevlisi doktor izinli olduğu bir dönemde, hiçbir yetkiliye haber vermeden Devlet Hastanesinde, mesai gününde, hastane personeliyle birlikte cerrahi operasyon gerçekleştirebilmiş; ayrıca Hastanede görevli ve kamu görevlisi sıfatını haiz olan ve cerrahi operasyondan haberdar olan diğer personel de Hastane yetkililerini durumdan haberdar etmemiştir. Bu şartlar altında Devlet Hastanesi idaresinin sağlık personelinin suç teşkil edecek davranışlardan kaçınmasına yönelik hastanedeki denetim ve kontrol görevini gereken şekilde yerine getirmediği, yönetim boşluğuna neden olduğu, dolayısıyla olayın gerçekleştiği Devlet Hastanesinde bir organizasyon kusuru bulunduğu açıktır.

42. Tüm bu bilgilere göre somut olayda kamu makamlarının yaşamı koruma yönündeki pozitif yükümlülüğü yerine getirdiğinin değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu durumda İdare Mahkemesi tarafından değinilen hususlar gözetilmeden hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar verilmesi de yaşam hakkının korunmasına ilişkin ilkelerle bağdaşmamaktadır.

43. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

44. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

45. Başvurucu 40.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

46. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

47. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

48. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili Mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

49. İncelenen başvuruda kamu görevlilerinin yaşamı koruyucu tedbirleri almamaları ve bu hususun İdare Mahkemesi tarafından gözetilmeden yaşamı koruma yükümlülüğü ilkeleriyle bağdaşmayacak şekilde tazminat talebinin reddine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında yaşam hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin idarenin eyleminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte idarenin eyleminden kaynaklanan ihlalin tespit edilmesi ve tazminatın ödenmesi suretiyle ihlalin giderilmesi amacıyla oluşturulmuş bir mekanizma olan tam yargı davasında devletin pozitif yükümlülüklerine uygun nitelikte bir inceleme yapılmaması sebebiyle ihlal, derece mahkemelerince de giderilememiştir. Bu açıdan ihlal aynı zamanda mahkeme kararından da kaynaklanmaktadır.

50. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Sivas İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

52. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Yaşam hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin Sivas İdare Mahkemesine (E.2009/535) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/12/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

OĞUZHAN KOÇ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/2851)

 

Karar Tarihi: 26/5/2021

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Volkan ÇAKMAK

Başvurucu

:

Oğuzhan KOÇ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tıbbi ihmal dolayısıyla açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 16/1/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. E.K.nın Tedavi Süreci ve Vefatı

8. Başvurucunun annesi E.K. 24/6/2013 ile 26/6/2013 tarihleri arasında Nazilli Devlet Hastanesine (acil servis ile kardiyoloji, iç hastalıkları ve psikiyatri poliklinikleri) muhtelif şikâyetlerle (tansiyon, çarpıntı, kilo kaybı) başvurmuştur. E.K. 2013 yılı itibarıyla 49 yaşındadır. Bu şikâyetler sonucu E.K.ya damar yolu açılması, serum verilmesi gibi tedaviler uygulanmış ve kas romatizması, taşikardi, depresif bozukluk tanıları uyarınca reçeteler verilmiştir.

9. E.K. 27/6/2013 tarihinde öksürük, yüksek ateş, iştahsızlık ve aşırı kilo kaybı şikâyetleriyle başvurduğu Nazilli ilçesinde bulunan bir özel hastanede zatürre ön tanısıyla dâhiliye servisine yatırılmıştır. Antibiyotik tedavisi uygulanan E.K. hipotansif (düşük tansiyon) seyretmesi, kanındaki oksijen seviyesinin düşmesi nedeniyle ve solunum desteği ihtiyacının ortaya çıkması ihtimali de dikkate alınarak doktor İ.B.Ö. tarafından 30/6/2013 tarihinde yoğun bakıma alınmıştır. E.K., yoğun bakımda ventilatör desteğine ihtiyaç duymamış ise de antibiyotik tedavisine yeterli klinik yanıt vermemesi üzerine daha ileri tetkiklerin, yöntemlerin uygulanabilmesi ve üçüncü basamak göğüs hastalıkları uzmanının bulunduğu bir yoğun bakımda tedavisinin yapılabilmesi adına 1/7/2013 tarihinde, bilinci açık ancak hâlsiz ve bitkin olarak ambulansla İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Doktor İ.B.Ö., hasta sevk formu dışında el yazısıyla doldurduğu, klinik gidişi ayrıntılı olarak aktaran bir izlem dökümünü de başvurucu ile birlikte sevk edildiği hastaneye göndermiştir. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından konuya ilişkin olarak düzenlenen inceleme raporuna esas olan ifadesinde doktor İ.B.Ö. 1/7/2013 tarihinde sevk yapılan hastanenin hem acil servisinde hem de yoğun bakımında görevli olan göğüs hastalıkları uzmanı doktorlarla telefonda görüştüğünü, sevk için onaylarını aldığını belirtmiştir.

10. E.K. 1/7/2013 tarihinde saat 19.38 itibarıyla sevk edilmiş olduğu hastaneye acil servis kısmından giriş yapmıştır. Acil servis aşamasında, göğüs hastalıkları uzmanı doktor Ö.E.T., göğüs hastalıkları alanında asistan doktorlar olan D.D. ve E.Ç.nin E.K. ile ilgilendiği anlaşılmaktadır. Giriş yapılmasının ardından E.K.nın kan tahlilleri yapılarak balgam örneği alınmış ve akciğer tetkiki (yüksek rezolüsyonlu) gerçekleştirilmiştir. Tetkik çıktılarının tahlil edilmesi sonucunda E.K., tüberküloz belirtisine rastlanmaması ve bulguların zatürre ile uyumlu olması nedeniyle (acil servise giriş yapmasından yaklaşık beş saat sonra 2/7/2013 tarihinde saat 00.46'da) göğüs hastalıkları servisine yatırılmıştır. İnceleme raporuna esas olan ifadelerinde, doktor Ö.E.T. ile asistanlar D.D., E.Ç. ve 1/7/2013 tarihinde yoğun bakım servisinde nöbetçi olan göğüs hastalıkları uzmanı doktor A.B., Nazilli ilçesinden sevki yapan doktorla herhangi bir iletişimlerinin olmadığını beyan etmişlerdir.

11. Göğüs hastalıkları servisinde E.K.nın tedavisini göğüs hastalıkları uzmanı Doç. Dr. S.B. ve asistan E.Ç. üstlenmiştir. E.K.nın baş ağrısından yakınması nedeniyle 2/7/2013 tarihinde saat 10.00 sıralarında beyin tetkiki istenmiştir. Tetkik sonucunda E.K.nın beyin bulguları normal olarak saptanmış ve bununla birlikte iki taraflı maksiller sinüzit tespit edilmiştir.

12. E.K.nın tedavisine devam edilmekte iken 3/7/2013 tarihinde kendisine bronkoskopi (solunum yollarının, bronşların, ağızdan veya burundan girilen ışıklı bir aletle görüntülenmesi) işlemi uygulanmıştır. Bu işlem için E.K.nın kız kardeşinden onam alınmıştır.

13. E.K.nın kol ve bacaklarındaki şişkinlik nedeniyle damardan uygulanması gereken tedavide sıkıntı yaşandığı için CVP kateter (boyundan damar yolu açılması) işlemi yapılması için 3/7/2013 tarihinde Anesteziyoloji konsültasyonu yapılmıştır. Anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanı doktor A.K. CVP kateter takılması işlemini gerçekleştirmiştir. İnceleme raporuna esas ifadesinde doktor S.B. ve asistan E.Ç. "hasta yakınlarına CVP kateter ile ilgili bilgi verildiğini ancak rızanın ilgili birim tarafından alınması gerektiği için onam alınmadığını, bununla birlikte hasta yakınlarının konuyla ilgili olarak kendilerine bir itirazlarının olmadığını belirtmişlerdir. CVP kateter işlemini yapan doktor A.K. ise ön inceleme raporuna esas olan ifadesinde, söz konusu işlemin acil ve hastanın ölüm riskinin söz konusu olduğu durumlarda yapıldığını, E.K.nın kol ve bacaklarında damar yolunun bulunamaması nedeniyle CVP kateter açılmasının tedavinin devanı için bir gereklilik olduğunu, damar yolu açılmayan hastaya acil tedavilerin uygulanmasının mümkün olmadığını, bu şekilde gerçekleşen acil vakalarda onam alınmasının zorunlu olmadığını, ayrıca işlem sonrası E.K.nın tüm verilerinin (kan, nabız, tansiyon) normal olduğunu ve servisine sorunsuz bir şekilde gönderildiğini" ifade etmiştir.

14. E.K. 4/7/2013 tarihinde tanıya yardımcı olması (ödem nedeniyle iç organlara bakılması) amacıyla ultrason yapılması için doktor S.B. tarafından radyoloji servisine gönderilmiştir. E.K., hastane içinde başka bir blokta bulunan Radyoloji servisine sedye ile temizlik personeli eşliğinde götürülmüştür. Bu esnada koridorda asistan doktor E.Ç. ile karşılaşan E.K., başının çok ağrıdığını ultrasona gitmek istemediğini belirtmiş buna karşılık olarak E.Ç. baş ağrısının sinüzit kaynaklı olduğunu gitmesine engel bir hal bulunmadığını ifade etmiştir. Başvurucunun iddiasına göre E.K. ultrason kısmına götürülürken ve ultrason esnasında sürekli başının ağrıdığını belirterek feryat etmiştir. 4/7/2013 tarihinde saat 09.00'da ultrason kısmına kabul edilen E.K.nın işlemleri radyoloji uzmanı doktor S.A. tarafından yapılmış ve 09.08'de ultrason kısmındaki işlem sona ermiştir. E.K. ultrason servisinden çıktığında rahatsızlanmış ve arrest (kalp, dolaşım durması) hale gelmiştir. E.K.nın, ultrason biriminden yattığı servise dönüş yolunda mı yoksa yatağına geri döndükten sonra mı arrest duruma geldiği UYAP kayıtları ve dosya içeriğinden anlaşılamamıştır. Başvurucu ultrason işlemi ve ultrason biriminden dönüş esnasından annesinin durumunun kötüleştiğini ileri sürmektedir. Asistan doktor E.Ç., ultrason biriminden dönen E.K.yı entübe ederek CPR (kalp durması ya da nefes alamama gibi vakalarda, kişiyi hayata döndürmek amacıyla uygulanan ilk yardım yöntemi) uygulamış ve E.K.yı hayata döndürmüştür. E.Ç.nin inceleme raporundayer alan ifadesinde belirttiğine göre arrest ve hayata döndürme hali birden fazla kez gerçekleşmiştir. Asistan doktor E.Ç. yoğun bakım ünitesinde yer olmadığını öğrenmesi üzerine E.K.yı solunum desteğiyle bizzat acil servise nakletmiştir. Nakil saat 10.00'da ambulansla gerçekleşmiştir. Acil servis kısmında CPR uygulanan ve ventilatöre bağlanan E.K. tedaviye yanıt veremeyerek 4/7/2013 tarihinde saat 10.45'te vefat etmiştir.

B. Soruşturma Süreci

15. E.K.nın vefatı üzerine başvurucu 25/7/2013 tarihinde Sağlık Bakanlığı nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. Sağlık Bakanlığı Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı tarafından konuya ilişkin olarak başlatılan inceleme 21/3/2014 tarihinde inceleme raporunun hazırlanması suretiyle tamamlanmıştır.

16. İnceleme esnasında tedavi sürecinde dahli bulunan sağlık çalışanlarının ifadelerine başvurulmuş, tedavi sürecinde üretilen evraktan faydalanılmıştır. Ayrıca konunun tıbbi yönden anlaşılabilmesi adına Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. E.Ü., Nöroloji Uzmanı Dr. A.G., Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Doç. Dr. H.S. ve Radyoloji Uzmanı Dr. A.G. alanlarına ilişkin olarak ayrı ayrı bilirkişi incelemesi yapmıştır. Ayrı ayrı düzenlenen bilirkişi raporlarında öz olarak müteveffanın tedavisini yürüten doktorların uygulamasında, tedavi yönteminde tıp ilmine, fennine ve etiğine aykırı, hatalı bir durumun bulunmadığı, ayrıca kateter takılmasının ölüm olayı ile bağlantısının olmadığı ifade edilmiştir. Kamera kayıtlarının iki aylık sürenin geçmesi sonucu silinmesi nedeniyle E.K.ya ilişkin kamera kaydının bulunmadığı hususu da rapora işlenmiştir. Raporun sonuç kısmında; "başvurucunun ultrason aşamasındaki iddialarının tanık ifadeleri ile örtüşmediği, bilirkişi raporları uyarınca tedavi sürecinde yer alan doktorların tıbbi uygulamalarının tıp ilmine, fennine ve etiğine aykırı hatalı, özensiz, kusurlu ya da eksik olmadığının ve ayrıca onam alınmadan yapılan CVP kateter uygulamasının ölüm olayı ile ilintisinin bulunmadığının anlaşıldığı" ifade edilerek ilgili doktorlar hakkında adli, idari, disiplin ve mali yönlerden yapılacak işlem bulunmadığı ancak CVP kateter uygulamasını yapan Anesteziyoloji Uzmanı Dr. A.K.nın yazı ile uyarılmasının uygun olacağı ifade edilmiştir. A.K. bu rapor üzerine "görevinde daha dikkatli ve titiz davranması hususunda" yazılı olarak uyarılmıştır.

17. Göğüs Hastalıkları Uzmanı S.B., Radyoloji Uzmanı S.A., asistan doktor E.Ç. ve asistan doktor B.S.Y. hakkında Konak Kaymakamlığının 3/4/2014 tarihli işlemiyle soruşturma izni verilmemiştir. Söz konusu işleme karşı yapılan itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. Kurulu tarafından 24/6/2014 tarihinde reddedilmiştir. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı da 11/7/2014 tarihinde, ilgili kişiler hakkında soruşturma izni verilmediğinden inceleme yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir.

18. CVP kateter uygulamasını yapan Anesteziyoloji ve Reanimasyon Uzmanı Dr. A.K. hakkında da Konak Kaymakamlığının 6/2/2017 tarihli işlemiyle soruşturma izni verilmemiştir. Söz konusu işleme karşı yapılan itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi 1. İdari Dava Dairesi tarafından 28/3/2017 tarihinde reddedilmiştir.

C. Tam Yargı Davası Süreci

19. Başvurucu İzmir 4. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) sağlık hizmetinin sunumundaki hizmet kusuruna dayalı olarak 50.000 TL manevi tazminat istemli tam yargı davası açmıştır. Başvurucu dilekçesinde annesine hastaneye girişinden başlayarak özensiz ve kusurlu bir şekilde tedavi uygulandığını, yoğun bakımdan sevkli gelen hastanın acil serviste beş saat bekletildiğini, acil bir durum bulunmamasına karşın rıza alınmadan CVP kateter uygulaması yapıldığını, ultrason kısmına götürülürken annesine özensiz davranıldığını, hizmetin geç işlediğini, teçhizatın, personelin yetersiz olduğunu, hayati risk oluştuğunda müdahalenin gereği gibi yapılmadığını ileri sürmüştür.

20. Mahkeme, yargılama sürecinde uyuşmazlığa ilişkin bilgi ve belgeyi ilgili kurumlardan temin ederek E.K.nın tetkik ve tedavi sürecinde tıp kurallarına aykırı bir yön bulunup bulunmadığının saptanabilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu nezdinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda hazırlanan 13/5/2016 tarihli Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporunun sonuç kısmı şöyledir:

"27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybışikayeti ile başvurduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, takiplerinde progresyon tespit edilmesi üzerine 01/07/2013 tarihinde Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildiği, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, tedavisi devam ederken 04/07/2013 tarihinde saat 09:00 sıralarında batın USG yapılmak üzere personel eşiliğinde gönderildiği radyoloji polikliniğinden dönerken arrest olduğu ve aynı gün öldüğü bildirilen 315... tc kimlik no’lu [E.K.] hakkında düzenlenmiş adli belgelerde ve otopsi raporunda bulunan veriler değerlendirildiğinde;

1. Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak dokularda makroskopik, histopatolojik, toksikolojik ve serolojik incelemeler yapılmamış olsa da adli dosyada kayıtlı bilgilerde ve tıbbi belgelerde; 27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybı şikayeti ile başvurduğu, GD:kötü, kaşektik olduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, desefin 1 gr. Flk. 2x1 ıv+ tavanic 500 mg inf. 2x1 kombine antibiyotik tedavisi, ateş yüksekliğinin semptomatik tedavisi için 150 cc mediflex içinde 1 ampul novalgine 2x1 ıv . parol tb. 4x1 başlandığı, 01/04/2013 tarihinde yapılan kan kontrollerinde WBC:14.4, CRP:244, sedim:40, TFT:N, BFT:N, KFT:N, Alb:2.6 olduğu, bu değerlerle antibiyoterapiye yetersiz yanıt olarak değerlendirildiği, hipotansif seyretmesi sebebi ile Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde yetkili Uz. Dr ile görüşüldüğü, ambulans ile oksijen desteği altında sevk edildiği, 01/07/2013 tarihinde saat 19:38'de acil servise, istenen tetkiklerinde; WBC:10.4, Hb: 9.3, Htc: 30.8, Plt:380, KG’da; pH: 7.5 pO2:82.5, Pco2:37.3, hco3: 29.3, ÜRE: 113, KRE: 0.5, k:3, Ca: 7.3 olduğu, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, voltaren amp 1x1, oliclinomel 1x1, aprowell fort 2x1, cipronatin 500 2x1, parol 10 mg 2x1, fenokodin 2x1, %0,9 izotonik 150 cc, tazoject 4.5 gr iv 4x1 başlandığı, 02/07/2013 tarihinde çekilen toraks BT’de; sağ akciğer üst lobda ve alt lob süperior seğmende içinde hava bronkogramı izlenen pnömoni ile uyumlu yoğun parankima/ konsolidasyon mevcut olduğu, diğer akciğer alanlarında da yama tarzı infıltratif değişiklikler ve düşük dansiteli interstisyel opasite artımları izlendiği, ayırıcı tanı için tedavi sonrası takip BT'lerinin yapılması önerildiği, mediastende retrokaval, paratrakeal, paraaortik, karinal, subkarinal, hiler yerleşimli 17-20 mm çapında mültipl LAP mevcut olduğu, kalp çevresinde perikardial efüzyon ile uyumlu sıvı dansitesi izlendiği, her iki hemitoraksta alt zonda 12-15 mm kalınlık gösteren plevral efüzyon izlendiği, 03/07/2013 tarihinde yapılan bronkoskopide; sağ bronş sistemi açık, bol beyaz renkli pürülan sekresyon aspire edildiği, üst intermedier bronşlar arası krista künt, üst lob posterior segment bronlundan fırçalama, tbb yapıldığı, sol bronş sistemi açık, bol beyaz pürülan sekresyon aspire edildiği, 7.istasyondan TİBİA yapıldığı, ana karina ve sağ üst intermedier bronşlar arası krista künt, bilteral pürülan sekresyonlar, ön tanı: ac enfeksiyonu (etyoloji ?), ac ca? olduğu, 04/07/2013 tarihinde GİS malignitesi açısından batın USG istendiği, 04/07/2013 günü saat 07:56'da Doç.Dr. [S.B.] tarafından istenen abdomen ultrasonu; ultrason laboratuarınca saat 08:59'da kabul yapıldığı ve saat 09:08'de Radyoloji Uzmanı Dr. [S.A.] tarafından onaylanan raporun sonuç bölümünde: 'Karaciğer etrafında ve batın içerisinde, insteslinal yapılar etrafında minimal sıvama tarzı sıvı izlenmekledir. Safra kesesinde yoğun sediment mevcuttur. Her iki hemitoraksia plevral efüzyon mevcuttur. Perikardiyal 1,5 cm olarak ölçülen efüzyon izlenmekledir.' tespitlerinin bulunduğu, batın USG çekilmesi sonrası servise dönerken saat 10:00 sıralarında fenalaştığı, göğüs hastalıkları servisine geldiğinde arrest geldiği, CPR ile geri döndürüldüğü, yoğun bakımda yer olmadığı ifade edilmesi üzerine acil servise sevk edildiği burada da arrest olduğu ve uygulanan resüsitasyona yanıt alınamayarak 10:45 de ex kabul edildiği, çekilen grafilerinde; 27/06/2013 tarihli PA Ac grafisinde; sol akciğer üst lobda perihiler alanlarda belirgin konsolide dansite artışları, 01/07/2013 tarihli PA Ac grafisinde; konsolide dansite artışlarında hafif progresyon, 01/07/2013 tarihli toraks BT incelemede; sağ akciğer apikalde perihiler alanlarda belirgin olmak üzere yer yer hava bronkogramlarının seçildiği infiltrasyon alanları, alt loblarda sekel fibrotik değişiklikler ve yer yer bronşektaziler, plevral kalınlaşma, BBT incelemede; bilateral bazal ganglionlarda kalsifikasyonlar, perikardiyal effüzyon tespit edildiği dikkate alındığında; kişinin ölümünün kendisinde mevcut ancak dosyada mevcut evraklara göre henüz teşhisi konulmamış bir hastalık sonucu meydana geldiği,

2-Adli dosyada kayıtlı bulgularda ve tıbbi belgelerde; 27/06/2013 tarihinde Özel Referans Hastanesi’ne ateş yüksekliği, yemek yiyememe, genel durumu bozukluğu, kilo kaybışikayeti ile başvurduğu, GD:kötü, kaşektik olduğu, sağ akc'de belirgin pnömonik infiltrasyon + protein enerji malnütrisyonuna sekonder hipoalbuminemik ödem + genel durumu bozukluğu ön tanılarıyla dahiliye servisine yatırıldığı, desefin 1 gr. Flk. 2x1 ıv+ tavanic 500 mg inf. 2x1 kombine antibiyotik tedavisi, ateş yüksekliğinin semptomatik tedavisi için 150 cc mediflex içinde 1 ampul novalgine 2x1 ıv . parol tb. 4x1 başlandığı, 01/07/2013 tarihinde yapılan kan kontrollerinde WBC:14.4, CRP:244, sedim:40, TFT:N, BFT:N, KFT:N, Alb:2.6 olduğu, bu değerlerle antibiyoterapiye yetersiz yanıt olarak değerlendirildiği, hipotansif seyretmesi sebebi ile Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde yetkili Uz. Dr ile görüşüldüğü, ambulans ile oksijen desteği altında sevk edildiği, 01/07/2013 tarihinde saat 19:38'de acil servise, istenen tetkiklerinde; WBC:10.4, Hb: 9.3, Htc: 30.8, Plt:380, KG’da; pH: 7.5 pO2:82.5, Pco2:37.3, hco3: 29.3, ÜRE: 113, KRE: 0.5, k:3, Ca: 7.3 olduğu, göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, voltaren amp 1x1, oliclinomel 1x1, aprowell fort 2x1, cipronatin 500 2x1, parol 10 mg 2x1, fenokodin 2x1, %0,9 izotonik 150 cc, tazoject 4.5 gr iv 4x1 başlandığı, 02/07/2013 tarihinde çekilen toraks BT’de; sağ akciğer üst lobda ve alt lob süperior seğmende içinde hava bronkogramı izlenen pnömoni ile uyumlu yoğun parankima/ konsolidasyon mevcut olduğu, diğer akciğer alanlarında da yama tarzı infıltratif değişiklikler ve düşük dansiteli interstisyel opasite artımları izlendiği, ayırıcı tanı için tedavi sonrası takip BT'lerinin yapılması önerildiği, mediastende retrokaval, paratrakeal, paraaortik, karinal, subkarinal, hiler yerleşimli 17-20 mm çapında mültipl LAP mevcut olduğu, kalp çevresinde perikardial efüzyon ile uyumlu sıvı dansitesi izlendiği, her iki hemitoraksta alt zonda 12-15 mm kalınlık gösteren plevral efüzyon izlendiği, 03/07/2013 tarihinde yapılan bronkoskopide; sağ bronş sistemi açık, bol beyaz renkli pürülan sekresyon aspire edildiği, üst intermedier bronşlar arası krista künt, üst lob posterior segment bronlundan fırçalama, tbb yapıldığı, sol bronş sistemi açık, bol beyaz pürülan sekresyon aspire edildiği, 7.istasyondan TİBİA yapıldığı, ana karina ve sağ üst intermedier bronşlar arası krista künt, bilteral pürülan sekresyonlar, ön tanı: ac enfeksiyonu (etyoloji ?), ac ca? olduğu, 04/07/2013 tarihinde GİS malignitesi açısından batın USG istendiği, 04/07/2013 günü saat 07:56'da Doç.Dr. [S.B.] tarafından istenen abdomen ultrasonu; ultrason laboratuarınca saat 08:59'da kabul yapıldığı ve saat 09:08'de Radyoloji Uzmanı Dr. [S.A.] tarafından onaylanan raporun sonuç bölümünde: 'Karaciğer etrafında ve batın içerisinde, insteslinal yapılar etrafında minimal sıvama tarzı sıvı izlenmekledir. Safra kesesinde yoğun sediment mevcuttur. Her iki hemitoraksia plevral efüzyon mevcuttur. Perikardiyal 1,5 cm olarak ölçülen efüzyon izlenmekledir.' tespitlerinin bulunduğu, batın USG çekilmesi sonrası servise dönerken saat 10:00 sıralarında fenalaştığı, göğüs hastalıkları servisine geldiğinde arrest geldiği, CPR ile geri döndürüldüğü, yoğun bakımda yer olmadığı ifade edilmesi üzerine acil servise sevk edildiği burada da arrest olduğu ve uygulanan resüsitasyona yanıt alınamayarak 10:45 de ex kabul edildiği dikkate alındığında;

Kişinin 01/07/2013 tarihi 19:38 itibari Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi acil servisinde gerekli muayenesinin ve tetkiklerinin yapıldığı, tetkiklerin tamamlanması sonrası 02/07/2013 00:46’da göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, tanı konması için gerekli beyin BT ve bronkoskopi tetkiklerinin yapıldığı, laboratuvar tetkikleri yapıldığı, şikayetleri ve mevcut klinik tablo doğrultusunda gerekli tedavisi düzenlendiği cihetle hastaya uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde kişinin tedavisine katılan sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur."

21. Mahkeme, Adli Tıp Kurumundan CVP kateter uygulamasının E.K.nın ölümünü ne oranda etkilediği hususunda görüş ve değerlendirmeleri içeren ek rapor istemiştir. 4/1/2017 tarihli, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunca hazırlanan ek raporda "klinik durum itibariyle santral ven kataterizasyonu (CVP) işleminin gerekli olduğu, acil durumlarda işlem öncesi aydınlatılmış onam alınmaksızın işlemin yapılabileceği, yapılan tüm işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu" yönünde görüş belirtilmiştir.

22. Başvurucu, bilirkişi raporuna ilişkin itirazlarını sunmuş ve itirazında ölümden hemen önce gerçekleşen ihmale, hayati risk oluştuğunda yapılan müdahaledeki özensizliğe ilişkin iddiaların raporda açıklığa kavuşturulmadığını ifade etmiştir. Mahkeme 22/2/2017 tarihli kararla davayı reddetmiştir.

23. Mahkemenin ret kararının ilgili kısmı şöyledir:

"... İdari Yargıda, tam yargı davası kapsamına giren, ilgililerin kişisel hukuki durumlarında ortaya çıkan hak ihlallerinin giderilmesini amaçlayan tazminat davaları, idarenin, kamu hizmetini, hizmetin gereklerine uygun olarak yerine getirilmesini sağlayan etkin bir denetim aracıdır.

İdarenin eyleminden dolayı sorumlu tutulabilmesi için, ortada gerçekleşmiş bir zarar bulunması ve bu zararın idarenin kusurlu eyleminden kaynaklanmış olması, bir başka ifade ile zarar ile idarenin kusurlu eylemi arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Hizmet kusuru ise; idarenin yapmakla yükümlü olduğu bir kamu hizmetinin kuruluşunda, teşkilatın yapısında, personelde ya da işleyişinde gereken emir, direktif ve talimatların verilmemesi, nezaret ve denetiminin yapılmaması, hizmete özgülenen araçların yetersiz, elverişiz, kötü olması, gereken tedbirlerin alınmaması, geç, vakitsiz hareket edilmesi veya hiç faaliyette bulunulmaması sonucu oluşan bir takım aksaklık, aykırılık, bozukluk, özensizlik, eksiklik, sakatlıktır. Bu halde idare, Anayasa’nın yukarıda anılan hükmü uyarınca hizmetten faydalanan ya da hizmete yabancı kişilerin uğradığı zararları tazmin etmek zorundadır.

Özellikle sağlık hizmetleri gibi bünyesinde risk taşıyan kamu hizmetlerinin sunumunda, idarenin ancak ağır hizmet kusurunun bulunması halinde tazminle yükümlü tutulması gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir. Bu bağlamda, dava konusu uyuşmazlığın çözümü için, ortada idarenin kusurlu bir eyleminin bulunup bulunmadığı, şayet kusurlu bir eylem var ise bu eylemin iddia edilen zarara sebep olup olamayacağı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

 ...

Taraflara tebliğ edilen Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu raporu ve ek raporuna davacı tarafından yapılan itirazlar raporu kusurlandıracak nitelikte görülmemiş, anılan raporlar Mahkememize verilecek karara dayanak alınabilecek yeterlilikte bulunmuştur.

Bu durumda, davacının annesinin, İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesinde uygulanan teşhis ve tedavi sürecinde yapılan uygulamalarda ve ilgili sağlık çalışanlarınca gerçekleştirilen takip ve tedavilerde kusur bulunmadığı anlaşıldığından olayda davalı idareye yüklenebilecek bir tazmin sorumluluğunun bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır. "

24. Ret hükmüne yönelik itiraz İzmir Bölge İdare Mahkemesi 6. İdare Dava Dairesinin 30/11/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

25. Başvurucu, yargısal sürecin tamamlanmasının ardından süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

26. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-42.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 26/5/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

28. Başvurucu, öz olarak sağlık hizmetinin kötü/geç işlemesinden ve bunun sonucunda gerçekleşen ölüm olayına ilişkin bir giderim sağlanmamasından yakınmaktadır. Yoğun bakımdan sevkli gelen hastanın acil serviste beş saat bekletilmesinin, hastanın şikâyetlerinin ve geçmiş öyküsünün dikkate alınmamasının, hastanenin kısımları arasında özensiz ve sağlık personeli olmadan nakil yapılmasının, hayati tehlike durumu oluştuğunda gereği gibi müdahale edilmemesinin, yoğun bakımda yer olmamasına karşın doktorların yakındaki hastanelere başvurmamasının hizmet kusuru oluşturduğunu ifade eden başvurucu, Mahkemenin eksik şekilde ve idarece sunulan belgelerle sınırlı kalarak değerlendirme yaptığını belirtmek suretiyle Anayasa'nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

29. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

 “Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.”

30. Anayasa’nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Devletin temel amaç ve görevleri, …Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

1. Şikâyetin Nitelenmesi ve İncelemenin Kapsamı Yönünden

31. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu; annesinin ölümüne sağlık hizmetinin geç ve kötü işlemesinin sebep olduğunu, hizmet kusuruna dayalı olarak açılan tam yargı davasında eksik şekilde ve idarece sunulan belgelerle sınırlı kalınarak değerlendirme yapıldığını iddia ederek adil yargılanma ve yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ölüm olayının meydana gelmesinden sonraki süreçte idarenin kusurunun ve sorumluluğun tespit edilemediğini belirterek giderim sağlanmamasından yakındığından diğer haklar ile bağlantı kurularak ileri sürülen iddialar bir bütün olarak Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişi açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişinin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 41). Başvurucu, başvuruya konu olan süreçte hayatını kaybeden E.K.nın oğludur. Bu nedenle başvuruda başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

33. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

34. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşama hakkı, Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete pozitif ve negatif ödevler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 50).

35. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan bireylerin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğünün yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşama hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, §§ 50, 51).

36. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

37. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ortaya konulmuş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyeti kapsamaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

38. Ancak ihmal nedeniyle meydana gelen ölüm olaylarına ilişkin soruşturma yükümlülüğü açısından farklı bir yaklaşım benimsenebilir. Bu kapsamda yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması ile yerine getirilmiş sayılabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59).

39. Bu yaklaşım tıbbi hata sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Diğer taraftan bu şekildeki bir kabul, bu tür olaylarda yürütülen ceza soruşturmalarının Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmeyeceği anlamına da gelmemektedir. Ancak ilke olarak tıbbi hatalara ilişkin şikâyetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78; Nail Artuç, § 38).

40. Mağdurların kendi inisiyatifleri ile başvurabilecekleri tazminat yollarının sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp bu yolların uygulamada da etkili olması gerekir. Bir başvuru yolunun ancak hak ihlalini önleyebilmesi, devam etmekteyse sonlandırabilmesi veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilmesi, bunun için uygun bir giderim sunabilmesi hâlinde etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir (Tahir Canan, § 26; Filiz Aka, B. No: 2013/8365, 10/6/2015, § 39).

41. Yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığı koruma hakkı kapsamında yürütülecek olan ceza soruşturmalarının yanı sıra hukuki sorumluluğu ortaya koymak adına adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarının da makul derecede ivedilik ve özen şartını yerine getirmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda, Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer yaşam hakkı ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 110; Filiz Aka, § 33).

42. Bununla birlikte derece mahkemelerinin özen yükümlülüğü, yaşam hakkı ile ilgili her davada mutlaka mağdurlar lehine bir sonuca varılmasını garanti altına almamaktadır (Aysun Okumuş ve Aytekin Okumuş, B. No: 2013/4086, 20/4/2016, § 73).

43. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olayların oluşumuna ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Bununla beraber derece mahkemelerinin gerekçeleri ayrıntılı olarak ortaya konulmalı; ulaşılan sonuçlar yeterli açıklıktaki bilimsel görüş ve raporlar gibi somut, nesnel verilere dayandırılmalıdır. Bu bağlamda yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir. Dolayısıyla müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015, §§ 44, 45).

b. İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

44. UYAP üzerinden yapılan inceleme sonucu, bireysel başvuruya esas olan tam yargı davası sürecinde Mahkemenin Nazilli ilçesinde bulunan hastanede gerçekleşen tedavi, sevk işlemleri ile otopsi raporu dâhil olmak üzere sürece dair tüm bilgi ve belgeyi, konuya ilişkin olarak düzenlenen inceleme raporunu -gerek yazılı evrak gerekse CD ortamında ve film olarak- ilgili sağlık kurumlarından/idareden temin ettiği anlaşılmıştır. Mahkeme, E.K.nın tetkik ve tedavi sürecinde tıp kurallarına aykırı bir yön olup olmadığının saptanabilmesi amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor talep etmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından sunulan 13/5/2016 tarihli raporda; ayrıntılı bir biçimde tedavi süreci ve tedavi sürecinde yer alan doktorların beyanları, yapılan tetkikler, tetkik sonuçları aktarılarak E.K.nın Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesine ilk gelişinde acil servis bünyesinde gerekli muayenesinin ve tetkiklerinin yapıldığı, tetkiklerin tamamlanması sonrası göğüs hastalıkları servisine yatırıldığı, tanı konması için gerekli tetkiklerin yapıldığı, şikâyetler ve mevcut klinik tablo doğrultusunda gereken tedavinin düzenlendiği, bu bağlamda hastaya uygulanan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları Hastanesinde kişinin tedavisine katılan sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı ifade edilmiştir.

45. Başvurucu bilirkişi raporuna ilişkin itirazlarını sunarken dava ve istinaf dilekçesinde de belirttiği hususları yinelemiş ve "annesinin ultrason işlemine sağlık görevlisi olmadan nakledilmesine; bu sırada birkaç kez arrest hale gelmesine ve hayata döndürülmesine karşın yoğun bakıma alınamamasına; çevredeki hastanelerin yoğun bakım üniteleri için araştırma yapılmamasına ilişkin bulunan ve annesinin ölümüne sebep olduğunu" ileri sürdüğü iddiaların raporda açıklığa kavuşturulmadığını ifade etmiştir. Mahkeme dosya içinde mevcut bilgi ve belge ile Adli Tıp Kurumundan alınan raporları esas almak suretiyle davanın reddine hükmederken bilirkişi raporuna yönelik itirazın raporu kusurlandıracak nitelikte görülmediğini de belirtmiştir.

46. Somut olayda başvurucunun yaşam hakkının ihlali iddiasına esas aldığı unsur, idarenin hizmet kusuruna yönelik tam yargı davasının esasını oluşturan iddialardan biri de ölüm anının hemen öncesinde gerçekleştiği ileri sürülen ihmal (özensizlik, gecikme, yetersizlik) silsilesidir. Bu iddialar E.K.nın ultrason işlemi için nakil edildiği esnada arrest duruma gelmesi, bu aşamada sağlık görevlisi ile nakledilmediği için E.K.ya gereken müdahalenin yapılamaması/geç yapılması, akabinde birkaç kez hayata döndürülmesine karşın kurtarılamamış olmasıdır.

47. "Genel İlkeler" kısmında da belirtildiği üzere tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değil ise de yargı mercilerince ulaşılan sonuçların yeterli açıklıktaki -bilimsel görüş ve raporlar gibi- somut, nesnel verilere dayandırılıp dayandırılmadığının ve bu bağlamda yaşam hakkına dair yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi için müdahaleyi haklı göstermek adına öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir.

48. Yargılama sürecine ve hükme esas alınan bilirkişi raporlarına bakıldığında esas olarak E.K. için yapılan tetkik/tahlil ve tedavi planlamasına ilişkin belirlemelerde bulunulduğu, genel itibarıyla tedavi sürecindeki tıbbi yaklaşımın ele alındığı görülmektedir. Bununla birlikte yargılama sürecinde E.K.nın ultrason servisine nakli ve yattığı servise geri döndüğünde arrest durumda olması ile başlayan ve vefatı ile son bulan sürece ilişkin bir değerlendirmede bulunulmadığı görülmüştür.

49. E.K.nın hangi aşamada (ultrason servisinde/ultrason sonrası nakilde/ yatağına döndüğünde) arrest duruma geldiği, bu bağlamda nakil esnasında yanında acil müdahalede bulunacak bir sağlık personeli bulunmamasının süreci nasıl etkilediği açıklığa kavuşturulmamıştır. Bir başka ifadeyle E.K.nın ultrason birimine nakli ve yattığı servise geri getirilişi esnasında derhâl müdahale edebilecek bir sağlık görevlisinin yanında bulunmaması ile söz konusu süreç arasında bir illiyet bağı bulunup bulunmadığı ve böyle durumlarda hastane idaresinin nöbet saatlerinde yeterli sağlık personeli bulundurma yükümlülüğü yönleriyle bir tartışma ve değerlendirme yapılmamıştır. Dolayısıyla Mahkeme; sahip olduğu resen araştırma, inceleme yetkisini bu hususları aydınlığa kavuşturmak için kullanmamıştır.

50. Buna göre devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü bağlamında E.K.nın ölümünden hemen önce gerçekleşen ve ciddi ihmal iddiaları barındıran süreç ile ölüm arasında illiyet bağı olup olmadığının belirlenmemiş olmasının bir eksiklik olduğu, tıp kurallarına göre gerekenlerin yapılmasıyla başvurucunun yakının yaşamının korunup korunmadığının ortaya çıkarılması için Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapılmadığı, sonuç olarak da devlete ait pozitif yükümlülüğün usul boyutunun gereği gibi yerine getirilmediği kanaatine ulaşılmıştır.

51. Ayrıca ulaşılan bu sonucun, uyuşmazlığın esasına yönelik bir kanaat ifade etmediği, başvurucunun annesinin yaşam hakkına ilişkin devletin koruma (maddi) yükümlülüğünün ihlali -bir başka ifadeyle tıbbi uygulama/tedavi sırasında kusur/ihmal bulunduğu- anlamına gelmediğini belirtmek gerekir. İkincillik ilkesi gereği yaşam hakkına ilişkin maddi (koruma) yükümlülük bağlamında varsa kusur ya da ihmali -yaşam hakkının usul boyutu yönünden verilen ihlal kararı gereğince- belirleyecek olan derece mahkemeleridir.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkına ilişkin pozitif yükümlülüğün usul boyutu yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ve tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

55. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

56. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

57. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

58. İncelenen başvuruda İzmir 4. İdare Mahkemesi tarafından yapılan yargılamada yaşam hakkının pozitif yükümlülükler kapsamındaki usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

59. Bu durumda yaşam hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise usul hukukunda yer alan benzer kurumlardan farklı ve bireysel başvuruya özgü bir düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yeniden yargılama sürecinde mahkemelerce yapılması gereken iş, öncelikle hak ihlaline yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılmasından ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

60. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harcın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin yaşam hakkının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İzmir 4. İdare Mahkemesine (E.2014/1082, K.2017/302) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.