Bilindiği üzere TTK.m.553 hükmü kapsamında anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu için dört şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar; yükümlülüklere aykırılık, zarar, kusur ve illiyet bağıdır (Prof.Dr.Oruç Hami ŞENER, Ortaklıklar Hukuku, 4.Bası, Ankara 2019, s.419 ; Dr.Jur. Mevci ERGÜN, Anonim Şirketler Hukuku, Ankara 2021, s.451). Bu davalarda zararın varlığı ve miktarı ile zarar doğurucu işlem ya da eylemin yönetim kurulu üyesinin kusurundan kaynaklandığını kanıtlama yükü davacı yana aittir (Prof.Dr. Reha POROY - Prof.Dr. Ünal TEKİNALP - Prof.Dr. Ersin ÇAMOĞLU, Ortaklıklar Hukuku-1, 13.Bası, İstanbul 2014, s.389-391 ; Yargıtay Onursal Daire Başkanı Gönen ERİŞ, Ticari İşletme ve Şirketler, 3.Cilt, 2.Baskı, s.3202). Eş söylemle bu davalarda davacı, haksız eylemin ögelerinin gerçekleştiğini, kusura dayanan sorumlulukta zararı, illiyet bağını, hukuka aykırılığı ve kusurun varlığını ispat yükü altındadır (Doç.Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, 2.Baskı, İstanbul 2016, s.319 ; Aynı yönde Y.11.HD 18.04.2019 T. 1398/3160 ; Y.11.HD. 20.5.2019 T. E.2018/2563 K.2019/3905; Y.11.HD. 20.12.2011 T. E.747/K.17294). 

Dolayısıyla evvelki TTK'dan farklı olarak mevcut kanunda sorumlular bakımından bir kusur karinesi kabul edilmemiştir. Diğer bir deyişle şirketin zarar görmesi halinde yönetim kurulunun ve denetçilerin kusurunun bulunduğu yönündeki evvelki TTK.m.336 ve 339’daki düzenleme, yeni kanunun 553 ve 554.maddelerinde yer almamıştır. Dolayısıyla yeni yasa döneminde artık sorumluluk davası açmak isteyen muhtemel davacılar, kanun ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerin ihlalini, zararı ve sorumluluk süjelerinin kusurunu ispat etmek zorundadır (Prof.Dr. Rıza AYHAN - Prof.Dr. Hayrettin ÇAĞLAR - Prof.Dr. Mehmet ÖZDAMAR, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, 2.Baskı, Ankara 2020, s.481-482). Yargıtay 23.Hukuk Dairesinin 06.02.2019 T. 2905/301 Esas sayılı kararında da aynı husus vurgulanarak yeni düzenlemeyle kusurluluğun bir karine olmaktan çıktığı ve yönetim kurulu üyeliklerinde görev alanların kusurlu oldukları ispat edilmediği takdirde sorumlu tutulamayacakları ifade edilmiştir. O halde sorumluluk davasında yönetim kurulu üyelerinin, zararlı sonuç doğuran işlemle ilgili kusurlarının bulunmaması halinde sorumlu olmayacakları açıktır. Yapılan işlemle ilgili gerekli her türlü özenin gösterilmesi, araştırmanın yapılması halinde yine de zararlı sonuç meydana gelirse artık bu kişilerin kusurlu oldukları ve dolayısıyla sorumluluklarının meydana geldiği ileri sürülemez (Prof.Dr. Rıza AYHAN- Prof.Dr. Hayrettin ÇAĞLAR- Prof.Dr. Mehmet ÖZDAMAR, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.497). Sonuç olarak, TTK m. 553/2 hükmündeki “anılan kimselerin kanundan ve esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlarıyla ihlal ettikleri takdirde’’ ifadesine rağmen, davacıların kusurun varlığını ispat etmekle yükümlü olduğu açıktır (Prof.Dr. Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, 3.Baskı, Ankara 2015, s.676).

Kanunda "yönetim kusuru" açık bir sorumluluk hali olarak düzenlenmediğinden yönetim kurulu üyelerinin, mahkemece yerindelik incelemesi yapılarak sorumlu tutulması da mümkün değildir. Buna nedenle gerekli özenin gösterilerek alındığı, ancak sonradan isabetsiz olduğu anlaşılan kararlar nedeniyle yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna gidilememelidir. Nitekim yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasındaki ilişki, kural olarak vekalet sözleşmesi olarak nitelendirilmekte veya bu ilişkiye (TTK hükümleri tamamlayıcı nitelikte olmak üzere) TBK’daki vekalete ilişkin hükümlerin uygulanacağı kabul edilmektedir (İstanbul BAM 14.HD. 18.10.2018 T. 409/1140). Vekalet sözleşmesinde vekil, belirli sonucun sağlanmasını borçlanamaz. Bu yüzden vekil, kural olarak sonuçtan sorumlu değildir (Prof. Dr. Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.464). Dolayısıyla yönetim kurulu üyesi de, alınan kararın isabetli olmasını taahhüt edemez. Bu yüzden, kararın alınmasında ve uygulanmasında üyelere herhangi bir kusur isnat edilemiyorsa, zarar doğmuş olsa bile, üyeler bundan sorumlu tutulamaz (Dr.Jur. Mevci ERGÜN, Anonim Şirketler Hukuku, s.452). Yargıtay 11.Hukuk Dairesi 23.10.2017 T. 3735/5626 sayılı kararında da yönetim kurulu üyelerinin TTK.m.553 kapsamında sorumlu tutulabilmesi için oluşan zarardan dolayı sorumluluklarının kusurlarının bulunması şartına bağlı olduğu, şirketin zarar etmesi veya beklentilerin yerine getirilmemiş olmasının tek başına yönetim kurulu üyelerini sorumlu tutmak için yeterli olmadığı, ispat külfetinin davacı tarafta olduğu vurgulanmıştır. Yani şirketin zarar etmiş olması veya beklentilerin yerine getirilmemiş olması yönetim kurulunu sorumlu tutmak için tek başına yeterli değildir (Doç.Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.311).

Özetle YK üyelerinin sorumluluğu iddiasıyla açılan davalarda, davacıların kusurlu olduklarını iddia ettikleri muhataplarının kusurunu ispat edemedikleri sürece muhatapların sorumluluklarına gidilemeyecektir (Doç.Dr.Hakan ÇEBİ, Şirketler Hukuku, Ankara 2020, s.222). Bu kural TMK.m.6’dan ve HMK.m.190’dan da ileri gelmektedir. Nitekim iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf, iddiasını ispatla yükümlüdür. Yargıtay’ın da kabulü üzerine sorumluluk, kusur ilkesine dayandığından kusur yoksa YK’nın da bir sorumluluğu söz konusu değildir (Y.23.HD. T. 2.7.2019 E. 2016/6486 K. 2019/3159 ; (Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.193). Sorumluluğun söz konusu olabilmesi içinse öncelikle bir zararın doğması şarttır (Dr.Umut METİN, Şirketlerde Yönetim Kurulu Krizleri ve Çözüm Yolları, Ankara 2021, s.508).

Doktrinde de ifade edildiği üzere ortada bir zarar yoksa yönetim kurulu üyesi hukuka aykırı davranmış olsa dahi, aleyhine sorumluluk davası açılması söz konusu olamaz (Prof.Dr. Reha POROY-Prof.Dr. Ünal TEKİNALP-Prof.Dr. Ersin ÇAMOĞLU, Ortaklıklar Hukuku-1, s.391 ; Doç.Dr. Necla AKDAĞ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.294). Nitekim her ne sebepten kaynaklanırsa kaynaklansın sorumluluk davalarının vazgeçilemez şartı, ortada bir zararın olmasıdır. Zarar olmayan yerde sorumluluk olmaz (Prof.Dr.Oruç Hami ŞENER, Ortaklıklar Hukuku, s.421). Yani yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğun doğması bakımından öncelikli koşul, zararın olmasıdır. Zarar gören ise, bu zararının varlığını kanıtlamalıdır (Yargıtay 11.HD, 05.02.2015, E.2014/3160, K.2015/1329) (Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Başmüfettişi Soner ALTAŞ, Anonim Şirketler, Ankara 2019, s.925). Bu kapsamda doğması muhakkak olsa bile beklenebilen, varsayılan zararlar ile sonuç zararları, sorumluluk iddiasında dikkate alınmaz (Doç.Dr. Necla Akdağ Güney, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.293 ; Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.198).

Yukarıda da belirtildiği üzere bir anonim şirketin zarar görmüş olması, sorumluluğun doğması için tek başına yeterli değildir. Zarar doğmuş olsa bile yönetim kurulu üyesi kusurlu değilse sorumluluğuna gidilemez (Doç.Dr. Necla Akdağ Güney, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.312). Nitekim TTK’da da düzenlendiği üzere sorumluluk, kusur ilkesine dayanmaktadır. Ellerinde bulunan geniş yetkiler, yönetim kurulu üyelerinin kusursuz sorumluluğu hak edecek bir mevkide olduklarını göstermez. Ayrıca esas itibariyle kusursuz sorumluluğun temelinde yatan tehlike sorumluluğu düşüncesi, yönetim kurulu üyeleri için söz konusu değildir. Yönetim kurulu üyeleri için kusursuz sorumluluk ilkesinin benimsenmesi durumunda, yönetim kurulu sorumluluk korkusuyla rahat hareket edemeyecek ve yönetim kurulu üyesi görevini yapacak yönetici bulmak zorlaşacaktır (Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.s.194). Bu nedenle TTK sistemimizde yönetim kurulu üyeleri için kusur ilkesi benimsenmiştir. Bu yüzden de, kararın alınmasında ve uygulanmasında üyelere herhangi bir kusur isnat edilemiyorsa, zarar doğmuş olsa bile, üyeler bundan sorumlu tutulamazlar. (Dr. Jur. Mevci Ergün, Anonim Şirketler Hukuku, Ankara 2021, s.452). Başka bir anlatımla, kusur yoksa YK’nın da bir sorumluluğu söz konusu değildir (Prof.Dr. Rıza AYHAN- Prof.Dr. Hayrettin ÇAĞLAR- Prof.Dr. Mehmet ÖZDAMAR, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.475 ; Dr.Umut Metin, Şirketlerde Yönetim Kurulu Krizleri ve Çözüm Yolları, s.508).

İşte yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmesi için kanundan ve/veya esas sözleşmeden doğan yükümlülüklerini kusurlu olarak ihlal etmeleri gerekir (Prof Dr. Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Şerhi, Cilt-III, 3.Baskı, Ankara 2018, s.2631). TTK.m.553 hükmünde adı geçen kanun ve esas sözleşmede yer alan yükümlülük normları ise, şirketler hukukuna ait yükümlülüklerden ibarettir (Prof.Dr. Muhammet ÖZEKES-Prof.Dr. Vural SEVEN - Doç.Dr. Nedim MERİÇ, Sermaye Şirketlerinde Sorumluluk Davası, İstanbul 2021, s.31). Bu kapsamda kanuna veya esas sözleşmeye aykırı olarak yükümlülüğün ihlal edildiğinin davacı tarafından ispatlanması gerekir. Ancak şirketin kötü idare edildiği veya gerekli tedbirlerin alınmadığı yönündeki isnatlar kanuna veya esas sözleşmeye aykırı davranıldığını ispatlamak açısından yeterli değildir (Doç.Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.305). Bu hususta uygulamadan örnekler vermek gerekirse; Yargıtay anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin sahte bilanço düzenleyerek kredi alma eylemlerinden sonra konkordato yoluna gitme eylemleri nedeniyle açılan tazminat davasının zarar doğmadığından reddi gerektiğini (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 25.10.1994 T E. 5627/ K. 7871), vergi ve sigorta borçlarının ödenmesi gereken tarihte şirket kasasında para bulunmadığı için bunları ödeyemeyen YK üyelerinin kusurunun bulunmadığını ve bu nedenle doğan zarardan sorumlu olmadıklarını (Yargıtay 11.HD, 06.05.2003 T., 130/52 E., 45/33 K.), şirketin defter ve kayıtlarına yansımamakla birlikte şirket için yapılmış gerçek bir borç ödemesi varsa veya alınan bir mal veya hizmet, şirketin ihtiyaçları için kullanılmışsa, yöneticinin bundan sorumlu tutulamayacağını (Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 20.12.2011 tarih E.747/K.17294), şirket adına faturaları ve dayanak belgeleri alınmış ancak defterlere kaydı yapılmamış harcamaların, sırf defterlere geçirilmesinin ihmalinin ilke olarak yöneticilerin sorumluluğunu doğurmayacağını (Yargıtay 22.HD, 10.05.2010 T., E.13619/K.5067), kar mahrumiyetinin doğrudan doğruya bir zarar olmadığını vurgulamıştır (Yargıtay 11.HD, 28.04.2006 T., E.3292/K.4814). Yine Yargıtay, şirkete usulüne uygun tebligat yapılmaması sebebiyle davadan haberdar olmayan şirket müdürünün davayı takip etmemiş olmasından sorumlu tutulamayacağı (Yargıtay 11.HD. 07.10.2020 T., 2019-938/3940), sorumluluk davalarında taleplerle ilgili değerlendirmenin yazılı delillerle desteklenerek yapılması gerektiği (Yargıtay 11.HD., 02.06.2020 T., 2019-4984/2545), şirketin karlılık oranındaki azalmanın tek başına dolaylı zarar tespitinde esas alınamayacağı, şirket yöneticilerinin sorumluluklarını gerektiren fiil ile zarar arasında nedensellik bağının kurulması gerektiği (Yargıtay 11.HD., 24.02. T., 2019-3731/1991), sorumluluk davasında zararlandırıcı işlemin fiilen zarara dönüştüğünün ispatlanması gerektiği, aksi takdirde davanın reddi gerektiği görüşündedir (Y.11.HD. 18.02.2020 T. 2018-4451/1669).

Yukarıda da vurgulandığı üzere yönetim kurulu üyelerinin TTK’ya istinaden hukuki sorumluluklarına hükmedilebilmesi için zarar, kanuna aykırılık, kusur ve illiyet bağı koşullarının birlikte gerçekleşmiş olması gerekir (Doç.Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.293 ; Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.s.189). Bu şartlar kümülatif şartlar olup birinin eksikliği dahi sorumluluk iddiasının dinlenmesini engelleyecek niteliktedir. İşte illiyet bağı da, sorumluluğun temel şartlarından biridir (Prof.Dr. Rıza AYHAN - Prof.Dr. Hayrettin ÇAĞLAR - Prof.Dr. Mehmet ÖZDAMAR, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.481 ; Dr.Tamer BOZKURT, Şirketler Hukuku, Ankara 2021, s.503 ; Dr.Ali Murat SELVİ, Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyeleri ve Yöneticilerin Özen Yükümlülüğü, Ankara 2021, s.229).  Hukuk sistemimizde sorumluluk ister sözleşme dışı sorumluluk isterse kusursuz sorumluluk olsun her durumda illiyet bağının varlığı aranır. İlliyet bağı en temel ifadesiyle, o olaydaki zarar ile kusur arasındaki nedensellik bağını ifade eder. Yani ortaya çıkan zarar, sorumluluğu gerektiren kusurun neticesinde oluşmuş olmalı, o eylem olmadan zararın meydana gelmeyeceği kesin olarak anlaşılmalıdır (Doç. Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.306 ; Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.198 ; Soner ALTAŞ, Türk Ticaret Kanunu’na Göre Anonim Şirketler, s.890)

Tekraren belirtmek gerekir ki illiyet bağı, hukuka aykırı davranış ile ortaya çıkan zarar arasındaki bağdır. Bu bağ, hukuka aykırı davranışın sorumlu kılınmasını sağlar. Aksi halde zararlı sonucunun sorumlusunun, söz konusu davranış olduğu kabul edilemez ve davranışı yapanlara bir tazmin talebi yöneltilemez. Yani hukuka aykırı davranışın zararlı sonucun sebebi olabilmesi için bir illiyet bağı var olmalı, bunun için de davranış sonucu doğurmaya uygun olmalıdır. Bu nedenle her doğan illiyet bağının değil, uygun olan illiyet bağının varlığı halinde, sorumluluk davasının unsur vakıası vardır diyebiliriz (Prof.Dr. Muhammet ÖZEKES- Prof.Dr.Vural SEVEN- Doç.Dr. Nedim MERİÇ, Sermaye Şirketlerinde Sorumluluk Davası, s.57).

Bilindiği üzere TTK.m.553/3’te hiç kimsenin kontrolü dışında kalan kanuna aykırılık ve yolsuzluklardan dolayı sorumlu olmayacağı kuralı getirilmiştir. TTK’da yer alan bu yenilik, uygun ve adil illiyet bağına yapılan özel bir vurgu niteliğinde olup, son yıllarda yerleşik hale gelen adalete aykırı, yöneticiyi muhakkak sorumlu kabul etme uygulamasının terk edilmesini amaçlamaktadır. Adalete aykırı olan uygulama, yönetim kurulunun tüm hukuki aykırılıklardan sorumlu olduğu dogmasının ürünü olup, insan haklarına ve nesnel adalete de aykırıdır. Bu anlayış, son yıllarda Türk hukukuna hakim olan illiyet bağının dikkate alınmaması gibi tasvip edilmeyecek bir gelişmeyi de beraberinde getirmiştir. Yöneticilerin sorumluluğunda ispat yüküne yer değiştirtmek de aynı düşüncenin bir başka görünüş şeklidir. İşte 6335 sayılı kanun TTK.m.553/1 hükmünün ilk halindeki bu sakatlığı da düzeltmiş, TTK.m.553/3 hükmüyle de bahsi geçen olumsuz anlayış ortadan kaldırılmıştır (Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, 5.Baskı, İstanbul 2020, s.422 ; Soner ALTAŞ, Anonim Şirketler, s.892). TTK.m.553 gerekçesinde ifade edildiği üzere bu hüküm yönetim ile görevli kişilerin ve yönetim kurulu üyelerinin, uygun nedensellik bağının veya kusurlarının yokluğu halinde, soyut bir gözetim (nezaket) görevi anlayışına dayanılarak sorumlu tutulmalarına engel olmak amacıyla öngörülmüştür (Prof.Dr. Muhammet ÖZEKES- Prof.Dr.Vural SEVEN- Doç.Dr. Nedim MERİÇ, Sermaye Şirketlerinde Sorumluluk Davası, s.41 ; Yargıtay Onursal Daire Başkanı Gönen ERİŞ, Ticari İşletme ve Şirketler, s.3203 ; Dr.Tamer BOZKURT, Şirketler Hukuku, s.504). Böylece yönetim kurulu üyelerinin insan takatinin üstünde bir gözetim anlayışıyla şirketteki her türlü kanuna veya esas sözleşmeye aykırılıktan sorumlu tutulmasının önüne geçilmiş olunmaktadır (Dr.Jur. Mevci ERGÜN, Anonim Şirketler Hukuku, s.459).

Özetle yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmeleri için kanuna veya esas sözleşmeye aykırı fiili ile zarar arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır (Prof.Dr.Oruç Hami ŞENER, Ortaklıklar Hukuku, s.421). Burada öncelikle kanuna veya esas mukavelete aykırı davranış ile zarar arasında “sebep-sonuç” ilişkisi, yani tabii illiyet bağının varlığı aranacaktır. Ancak tabii illiyet bağı tek başına yeterli olmayıp bunun yanında davranış veya olayın aynı zamanda zararlı sonucun “uygun sebebi” olması gerekmektedir. Uygun illiyetten söz edebilmek için de sorumluluğa konu yapılan olay ve davranış, zararlı sonucun meydana gelme ihtimalini arttırmış olmalıdır (Doç.Dr. Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.308). Uygulamada illiyet bağı unsurunun Yargıtay tarafından da arandığı görülmektedir. Benzer mahiyette Yargıtay 11.Hukuk Dairesi de 23.09.2019 T. E.4270/K.5670 sayılı karar özeti şu şekildedir; “…zarar ile sorumluluk arasındaki illiyet bağının da kurulması gerekirken, kasa açığının el koyma anında mevcut olduğu hususu tespit edilememiş ve davalılar ile zarar arasında illiyet bağı kurulamamış olduğundan mevcut kasa açığından davalıların sorumlu tutulamayacağı gözetilmeksizin, mahkemece yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış,…”

TTK.m.369 her ne kadar yönetim kurulu üyelerine, şirket işlerinin görülmesinde özen borcu yüklemişse de bu özenin ölçüsü, tedbirli bir yöneticinin göstermesi gereken özenden ibarettir. Nitekim mülga TTK döneminde özenin ölçüsünde Yargıtay tarafından kriter olarak kullanılan “basiretli tacir” kavramı artık terkedilmiştir (Doç.Dr.Necla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.188). Hükmün gerekçesinde bilinçli olarak 6762 sayılı ETTK’nın 320.maddesinde öngörülmüş bulunan “basiret” ölçüsüne yer verilmediği ifade edilmiştir. Hatta gerekçede açıkça basiretli işadamı ölçüsünden uzak durulduğu belirtilmiştir. Bunun nedeni olarak ise Yargıtay’ın basiretli iş adamı ölçüsünü sert, hatta aşırı denilebilecek beklentilerle tanımlamış olması gösterilmiştir. Yine madde gerekçesinde hükmün çağdaş düzenlemelere uygun olarak, üyelerin ve yöneticilerin görevlerini yerine getirirken özenle hareket ettikleri karinesinin var olduğu şeklinde düzenlendiği belirtilmiş, YK üyelerinin özen yükümlülüğüne uymadığı iddiasının ispat yükünün davacılara yüklendiği vurgulanmıştır. Buna göre 369.madde gerekçesiyle, yönetim kurulu üyelerinin özen yükümü, tedbirli bir yöneticinin özeni üzerinden açıklanmış ve bununla iş adamı kararı ilkesi arasında bağ kurulmuştur (Dr.Semih Sırrı ÖZDEMİR, İş Adamı İlkesi (Business Judgment Rule) ve Türk Hukukunda Uygulanabilirliği, s.121). Bu kapsamda tedbirli yönetici ölçüsü, yönetim kurulu üyesinin “iş adamı kararı” (business judgement rule) verebileceğini kabul eder ve riskin bunlardan doğduğu hallerde üyenin sorumlu tutulmaması esasına dayanır. Dolayısıyla emredici kanun hükümlerine aykırı olmayan, anonim şirketin işletme konusu dışında bulunmayan şirketin menfaatlerini dürüstlük kuralına göre gözeten, kişisel ve yabancı menfaatleri ön plana almayan fakat yanlış olan kararlar sorumluluk doğurmaz (Prof.Dr.İur. Fatih BİLGİLİ - Doç. Dr. Ertan DEMİRKAPI, Şirketler Hukuku Dersleri, Adana 2020, s.281-282 ; Prof.Dr. Rıza AYHAN - Prof.Dr. Hayrettin ÇAĞLAR - Prof.Dr. Mehmet ÖZDAMAR, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.481 vd).

Tekraren belirtmek gerekir ki tedbirli yönetici ölçüsü, yönetim kurulu üyesinin kurumsal yönetim ilkelerine uygun olarak "işadamı kararı" (business judgement rule) verebileceklerini kabul etmekte ve riskin bundan doğduğu hallerde üyenin sorumlu tutulmaması esasına dayanmaktadır. TTK.m.369 gerekçesinde de belirtildiği gibi yönetim kurulu üyesi duruma uygun araştırmaları yapıp, ilgililerden gerekli bilgileri alıp karar vermişse, gelişmeler tamamen aksi yönde olup şirket zarar etmiş olsa bile basiretsizlikten artık söz edilemeyecektir. Bu kurallar TTK'nın 553'üncü maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hukuk kuralı ile de somutluk kazanmıştır (Dr. Öğretim Üyesi Serhan DİNÇ, Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2017, s.42-43).

Özetle "Business Judgement Rule" ilkesi, Amerika Birleşik Devletleri mahkemelerinde işletmeyle ilgili alınan kararlarda yöneticilerin özen yükümü hususunda geliştirilmiştir. Buna göre bir şirket yöneticisi iyiniyetli olarak aldığı bir yönetim kararında eğer; tarafsız olarak karar vermişse, kararın konusu ve esasına ilişkin değerlendirme yapabilmek için gerekli ve uygun bilgileri almış ve kendi vicdani kanaatine göre karar vermişse, bu kararın şirketin menfaatine uygun en iyisi olduğu makul olarak kabul edilebiliyorsa, olaylar aksi yönde gelişse ve şirket zarar etse de, yöneticinin özen yükümüne uygun hareket ettiği kabul edilir ve meydana gelen zararlardan da sorumlu olmaz (Prof. Dr. Hasan PULAŞLI, Şirketler Hukuku Genel Esaslar, s.466 ; Doç.Dr.Hakan ÇEBİ, Şirketler Hukuku, s.212). İşte burada hem TTK.m.553 anlamında bir yükümlülük ihlali olmadığı için hukuka aykırılıktan hem de aynı sebeple ilgili yönetim kurulu üyeleri ve yöneticilerin kusurlarından bahsedilemeyecektir (Dr.Ali Murat SELVİ, Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyeleri ve Yöneticilerin Özen Yükümlülüğü, Ankara 2021, s.301). İş adamı kararı ilkesinin uygulanmasında, yönetim kurulu üyelerinin karar alma sürecinde ilişkin karinenin aksini ispat yükü de davacının üzerindedir (Dr.Semih Sırrı ÖZDEMİR, İş Adamı İlkesi (Business Judgment Rule) ve Türk Hukukunda Uygulanabilirliği, s.85). Burada bahsi geçen bilgi edinme yükümü ise karara ilişkin her detayın bilinmesi zorunluluğunu doğuracak şekilde geniş yorumlanmamalıdır. Zira karmaşık hukuki ve ticari ilişkiler içinde alınan sıradan bir kararın dahi, aynı anda birden fazla değişkenle ilişkili olduğu dikkate alındığında, yönetim kurulunun her durumda konunun en ince detayına kadar yürütülecek bir inceleme yapmasının beklenmesi, orantısız bir maliyete ve zaman kaybına neden olma ihtimalini taşımaktadır. Bilgi edinme yükümlülüğünün olağanın üzerinde geniş bir şekilde yorumlanması, özellikle de kararın belirli süre içinde veya acilen alınmasının gerekli olduğu durumlarda, şirketin zamanında karar alamamasına neden olabilir. Bu durum, şirket menfaatlerinin, anılan yükümlülük ile beklenen düzeyde korunması bir yana, süresinde alınamayan kararlar sebebiyle zarar görmesi sonucunu dahi doğurabilir (Dr.Semih Sırrı ÖZDEMİR, İş Adamı İlkesi (Business Judgment Rule) ve Türk Hukukunda Uygulanabilirliği, İstanbul 2017, s.76).

TTK’da iş adamı kararı kuralına açıkça yer verilmemiş ancak bu kavram hakkında gerekçede olumlu bir ifade kullanılmıştır. Bu tutum mahkemelerin şartları varsa söz konusu kuralı dikkate almaları temennisinin bir ifadesidir. TTK’nın 374.maddesi uyarınca anonim ortaklıkları, yönetim kurulu yönetir. YK bu bağlamda karar alırken takdir hakkını kullanır. İş adamı kararı kuralı da anılan bu hükme dayanır. Örneğin hiçbir mahkeme bir yönetim kurulunun “vasıflı çelik” “janjanlı ipek” “dijital tv” üretim kararının yerinde olmadığına, bunun gerekli olmadığına hükmedemez ve bu yoldan hareketle YK’nın sorumluluğuna karar veremez, yatırım kararının yerindeliğini yargılayamaz. İş adamı kararı kuralını, TTKm.374’ün “YK, işletme konusunun gerçekleştirilmesi için gerekli olan her çeşit iş ve işlemler hakkında karar almaya yetkilidir.” şeklindeki hükmü de açıkça içermektedir. Daha yalın bir ifadeyle emredici kanun hükümlerine aykırı olmayan, anonim ortaklık işletme konusu dışında bulunmayan, anonim ortaklık menfaatlerini dürüstlük kuralına göre gözeten, kişisel yabancı menfaatleri ön plana almayan fakat yanlış olan kararlar sorumluluk doğurmaz. TTK’nın 369, 374 ve 553.madde hükümlerinden çıkan sonuç budur (Prof.Dr.Ünal TEKİNALP, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, s.443 ; Yrd.Doç.Dr.Sevgi BOZKURT YAŞAR, Anonim Şirketlerde İşadamı Kararı İlkesinin (Business Judgment Rule) Uygulanması, İstanbul 2015, s.259. Yargıtay’ın bu ilkenin temel fikirlerini esas aldığı kararları da mevcuttur. Özellikle Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 23.05.1986 T. E.2998 K.3161 sayılı kararı bu yöndedir. Karar özeti şu şekildedir; “…en geniş yetkiler verilen murahhas aza … ve şirket müdürü …, daima şirket yararına ve şirket çıkarları doğrultusunda yetkilendirilmiş olup, kişisel çıkarları da iddia ve ispat edilmediğine göre, üstelik laboratuar tahlilleri sonucu çok düşük kalitede olduğu saptanmış tortulu yağlar için ayıp ihbarı süresi geçmiş olsa dahi sırf dürüstlük kurallarına uygun olarak ve ileride şirketin ticari ilişkilerinde güven itibarını kuvvetlendirecek şekilde esasen bozuk yağların gerçek değerine uygun bir fiyat üzerinden tahsilatı tamamlatmalarında, MK’nın 2’nci maddesinin ışığı altında iyiniyetin varlığını ve … bir sorumluluk hali bulunmadığını kabul etmek gerekmektedir. Bir şirketin her zaman kar etmesi düşünülemeyeceği gibi, kasıt ve ihmal olmaksızın sadece iyiniyetli davranışlar sonucu kazanç kaybına uğraması halinde de, yöneticilerin sorumluluğuna gidilmesi, hak ve nesafet kurallarına da uygun düşmez.Karar içeriğinde görüldüğü üzere mahkeme, yönetim kurulu üyelerinin ortaklık yararı doğrultusunda işlem yapmış olmaları ve bu kişilerin söz konusu işlemde kişisel çıkarlarının bulunduğunun iddia ve ispat edilmemiş olması halinde şirkete karşı sorumluluklarının söz konusu olamayacağını açıkça ifade etmiştir (Yrd.Doç.Dr.Sevgi BOZKURT YAŞAR, Anonim Şirketlerde İşadamı Kararı İlkesinin (Business Judgment Rule) Uygulanması, s.259). Ayrıca “işletmesel karar” kavramı altında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun ve 9.Hukuk Dairesinin, iş hukukuna ilişkin ihtilafların çözümüne ilişkin olarak, ilkenin temelinde yer alan düşünceleri kabul ettiği tespit edilebilmektedir. Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2010 T. E.9-32/K.104 ve E.9-33/K.105 sayılı kararlarında “işletmesel karar” kavramından  bahsedilmiş ve işletmesel kararların yararlı ya da amaca uygun olup olmadığı yönünde mahkeme incelemesinin yapılamayacağı, bu kararların yerindelik denetimine tabi tutulamayacağı ifade edilmiştir. Kararlarda işletmesel kararın; işletme, işyeri ile ilgili ve işin düzenlenmesi konusunda işverenin aldığı her türlü karar olduğu ifade edilmiştir (Yrd.Doç.Dr.Sevgi BOZKURT YAŞAR, Anonim Şirketlerde İşadamı Kararı İlkesinin (Business Judgment Rule) Uygulanması, s.262). Buradan çıkan sonuca göre iş adamı kararı ilkesi, yönetim kurulu üyesinin tedbirli bir yönetici gibi davranıp davranmadığının tespitinde bir kriter olarak kabul edilmiştir. Amerikan şirketler hukukundan doğan ve Alman hukukunda pozitif bir norm olarak düzenlenen, İşviçre hukukunda ise doktrinde ve yargı kararlarında kabul gören bu prensip, dolaylı bir biçimde Türk Ticaret Kanunu gerekçesiyle Türk hukukuna da girmiş bulunmaktadır (Doç.Dr.Nejla Akdağ GÜNEY, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, 2.Baskı, İstanbul 2016, s.189).

Tüm bu hususlarla birlikte doktrinde ifade edildiği üzere ortada bir şirket zararının varlığında, mutlaka yöneticilerin kusurlu oldukları, yani zarara sebebiyet verdiği iddia olunan kararın alınmasında gerekli özenin gösterilmediği ön yargısından da kurtulmak gerekir. Tecrübe insanı daha akıllı yapar; olay vuku bulduktan sonra onun hakkında değerlendirme yapmak daha kolaydır. Oysa ilgili kararın alındığı anda, kararı alanlar sadece geleceğe ilişkin tahminlerde bulunabilirler. Her daim gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği, her defasında hedefe tam isabet kaydetmek, insan takatinin üstündedir. O halde yapılması lazım gelen, yalnızca kararın alınması sırasında özenli davranılıp davranılmadığını belirlemektir (Prof.Dr. İsmail KIRCA - Doç.Dr. Feyzan Hayal ŞEHİRALİ ÇELİK, Doç.Dr. Çağlar MANAVGAT, Anonim Şirketler Hukuku, Cilt-I, Ankara 2013, s.660). Anonim şirket yönetim kurulu üyelerinin özen yükümlülüğünün düzenlendiği TTK.m.369’un gerekçesindeki ifadeyle, “duruma uygun araştırmalar yapılıp, ilgililerden bilgiler alınıp yönetim kurulunda karar verilmişse, gelişmeler tamamen aksi yönde olup şirket zarar etmiş olsa bile özensizlikten söz edilemez.” İşte kararın verildiği an itibariyle, ilgili sektör mensuplarınca (aynı işletme konusunda faaliyet gösteren iş çevresinde) savunulabilir bir karar verildiyse artık bunların isabetli olup olmadığı, başka bir kararın alınmasının veya hiç karar alınmamasının daha uygun olacağı gibi tartışmalar yapılamaz. Belirtilen seviyede özen gösterilerek alınan kararın yerindeliğini bir şekilde tartışma konusu yapıp sorumluluğa hükmetmek, hukuken mümkün değildir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, her yatırımda olduğu gibi anonim şirkette pay sahipliği de birtakım riskleri beraberinde getirmektedir. Bu riskler her zaman yönetimden kaynaklanmayabilir. Her gerçek kişi gibi şirketler de gereken bütün özen gösterilmesine rağmen bazen isabetsiz yatırımlarda bulunabilmektedirler. Eğer kişi herhangi bir risk almak istemiyorsa, anonim şirkette pay sahibi olmak yerine mevduat faizi tahvil gibi sabit gelirli yatırım araçlarını tercih etmelidir (Prof.Dr. İsmail KIRCA - Doç.Dr. Feyzan Hayal ŞEHİRALİ ÇELİK, Doç.Dr. Çağlar MANAVGAT, Anonim Şirketler Hukuku, s.660). Kısaca yönetim kurulu üyelerinden her türlü olasılığı öngören bilge bir kişi gibi değil, sadece aynı nitelikteki ve ölçekteki bir şirketin yöneticisi gibi, öğretide kullanılan deyimiyle özenli bir iş adamı gibi davranması ve karar vermesi beklenir (Prof.Dr.Ersin ÇAMOĞLU, Limited Ortaklıklar Hukukunun Temel İlkeleri, İstanbul 2020, s.182). Yukarıdaki değerlendirmeler doğrultusunda tedbirli bir yöneticinin hukuki konularda bir avukat kadar hukuk bilgisine, teknik konularda söz gelimi bir mühendis kadar teknik bilgiye, finansal konularda bir finans uzmanının bilgisine sahip olması beklenemez. Ortaklığın faaliyet gösterdiği sektöre ilişkin uzmanlık bilgisi de buna dahildir. Gerçekten de kanun koyucu uzmanlık bilgisini ölçüt olarak kabul etmek isteseydi bunu TBK.m.71/2 örneğinde olduğu gibi açıkça ifade edebilirdi. Kaldı ki, tedbirli bir yöneticiden uzmanlık bilgisi beklenmesi, objektif özen ölçütü seviyesinin ve buna bağlı olarak yönetim kurulu üyesinin hukuki sorumluluk potansiyelinin makul sınırları aşmasına yol açar (Dr.Ali Murat SELVİ, Anonim Ortaklıkta Yönetim Kurulu Üyeleri ve Yöneticilerin Özen Yükümlülüğü, s.215-216).

Sonuç olarak ; Yargıtay uygulaması ve doktrinde de ifade edildiği üzere yönetim kurulu üyelerinin TTK.m.553 hükmü kapsamında sorumluluğunun doğabilmesi için dört şartın birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Bunlar; yükümlülüklere aykırılık, zarar, kusur ve illiyet bağıdır. Bu davalarda zararın varlığı ve miktarı ile zarar doğurucu işlem ya da eylemin yönetim kurulu üyesinin kusurundan kaynaklandığını kanıtlama yükü davacı yana aittir. Yargıtay uygulamasında da vurgulandığı üzere TTK.m.553 kapsamındaki sorumluluk davalarında sorumluluk, kusur ilkesine dayanmaktadır. Bu yüzden, kararın alınmasında ve uygulanmasında yönetim kurulu üyelerine herhangi bir kusur isnat edilemiyorsa, zarar doğmuş olsa bile, üyeler bundan sorumlu tutulamaz. Doğması muhakkak olsa bile beklenebilen, varsayılan zararlar ile sonuç zararları sorumluluk iddiasında dikkate alınamaz. Yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmeleri için kanuna veya esas sözleşmeye aykırı fiil ile zarar arasında uygun illiyet bağı da bulunmalıdır. Burada öncelikle kanuna veya esas mukavelete aykırı davranış ile zarar arasında “sebep-sonuç” ilişkisi, yani tabii illiyet bağının varlığı aranacaktır. Ancak tabii illiyet bağı tek başına yeterli olmayıp bunun yanında davranış veya olayın aynı zamanda zararlı sonucun “uygun sebebi” olması gerekmektedir. TTK.m.553 kapsamında açılan sorumluluk davalarının, "İşadamı Kararı" (Business Judgement Rule) ilkesi yönünden de değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim iş adamı kararı ilkesi, yönetim kurulu üyesinin tedbirli bir yönetici gibi davranıp davranmadığının tespitinde türk hukukunda da bir kriter olarak kabul edilmektedir. TTK’nın 369, 374 ve 553.madde hükümlerinden çıkan sonuç budur.