5237 sy. TCK - Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali ;
Madde 25- (1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
TCK MADDE 25 Gerekçesi ;
Maddenin birinci fıkrasında bir hukuka uygunluk nedeni olarak meşru savunma düzenlenmiştir.
Meşru savunma bakımından Tasarı şu koşulları saptamıştır:
Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir.
Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.
İkinci olarak meşru savunmanın “haksız saldırı” koşulu bakımından, “gerçekleşen haksız saldırı” ile “gerçekleşmesi muhakkak haksız saldırı” veya “tekrarı muhakkak haksız saldırı” aynı sayılmıştır. Böylece kişilerin haksız saldırılara karşı kendilerini korumaları olanağı daha da genişletilmiş olmaktadır.
Savunmanın “saldırı ile orantılı biçimde” olması, yani saldırıyı defedecek ölçüde olması, meşru savunmanın temel koşullarından birisi olarak kabul edilmiştir. Saldırıya uğrayan kişi, ancak bu saldırıyı etkisiz kılacak ölçüde bir davranış gerçekleştirdiği takdirde, meşru savunma hukuka uygunluk nedeninden yararlanacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, kusurluluğu ortadan kaldıran bir neden olarak zorunluluk (zaruret, ıztırar) hali düzenlenmiştir. Zorunluluk durumunda, kişinin, kendisinin veya başkasının sahip bulunduğu bir hakka yönelik bir tehlikeyi gidermek amacıyla gerçekleştirdiği davranış dolayısıyla, ceza sorumluluğu yoktur. Meşru savunmadan farklı olarak, zorunluluk halinde bir saldırı değil tehlike söz konusudur. Zorunluluk halinin kabulü için, kişinin tehlikeye bilerek neden olmaması, tehlikeden suç olan bir harekete başvurmadan kurtulmanın olanaklı bulunmaması ve tehlikenin ağır ve muhakkak olması da araştırılacaktır.
Ayrıca, tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan araç arasında “orantılılık ilkesi” kabul edilmiştir.
Sınırın Aşılması/ TCK Madde 27
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.
Meşru Savunma (Müdafaa), kendisine veya başkasına yönelmiş haksız bir saldırıya karşı o anki durum ve imkanlarla saldırı ile orantılı bir şekilde saldırıyı engellemek için işlenen fiildir. Ceza hukukunda meşru savunma, bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmektedir (TCK m.25). Saldırıyı defetmek için orantılı/ölçülü karşı güç kullanan kimse, meşru müdafaa hükümleri gereği cezalandırılmaktan kurtulur. Maruz kaldığı haksız saldırının etkisi altında, “heyecan, korku ve paniğe (teleşa)” kapılarak meşru müdafaa sınırlarının aşılması halinde dahi faile ceza verilmez (TCK m.27). 3. Kişi lehine meşru savunma da olanaklıdır.
Zorunluluk Hali; kendisinin veya başkasının bir hakkına yönelik ağır ve muhakkak bir tehlikeye karşı başka suretle korunma olanağı bulunmaması şartıyla tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu altında işlenen fiilleri ifade eder (TCK m.25/2). Ceza hukukunda zorunluluk hali, “ıztırar hali” olarak da ifade edilmektedir.
Meşru müdafaanın kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
A. Saldırıya İlişkin Koşullar:
a) Bir saldırı bulunmalıdır, burada somut bir saldırının varlığı gerekmekte ise de, başlayacağı muhakkak olan ve başladığı takdirde savunmayı olanaksız kılacak veya güç hale getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.
b) Saldırı haksız olmalıdır.
c) Saldırı 765 sayılı Yasaya göre, nefis ya da ırza, 5237 sayılı Yasaya göre ise herhangi bir hakka yönelik olmalıdır.
d) Saldırı ve savunma, eşzamanlı bulunmalıdır.
B. Savunmaya İlişkin Koşullar:
a) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkanının bulunmamasıdır.
b) Saldırı ile savunma arasında oran/ölçü bulunmalıdır.
c) Savunma saldırana karşı olmalıdır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar: 2013/264 )-(Ceza Genel Kurulu 2017/1181 E. , 2021/595 K.).
SALDIRIYA İLİŞKİN KOŞULLAR : Saldırı; Bir kişinin meşru menfaatlerini ihlale yönelik iradi bir insan davranışı olarak tanımlanabilir. kötülük ya da yıpratma amacıyla, bir kimseye karşı doğrudan doğruya silahlı ya da silahsız bir eylemde bulunma, hücum, taarruz, tecavüz anlamına gelmektedir. Savunma ise kelime anlamı olarak uğranılan bir saldırı karşısında kişinin kendisini veya bir başkasını korumasıdır. Hukuki açıdan meşru savunma, bir kimsenin, kendisini veya başkasına yönelik bir saldırıyı defetmek için savunma amacına uygun bir şekilde saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanarak yapmış olduğu bu fiilden dolayı cezalandırılamamasını ifade eder. (Özgenç Genel Hükümler, s.318)
Meşru savunmadan söz edebilmek için ortada gerçek bir saldırının bulunması gerekir. Ortada gerçek bir saldırı olmaksızın, saldırı olduğu varsayılarak hareket edilmesi halinde hukuka uygunluk sebeplerinin koşullarında hata hali söz konusudur. Bir fiilin meşru savunma kapsamında saldırı olarak nitelendirilmesi için icrai olması şart değildir. İhmali nitelikteki bir davranışla da bir kişinin meşru menfaatlerini ihlale yönelik bir davranış işlenebilir. Örneğin cezasının infazı bittiği halde salıverilmeyen bir mahkumun infaz koruma memurunu tehdit ederek cezaevinden ayrılması, meşru savunma kapsamında değerlendirilecektir.(Yüce,sf.256) Ya da serbest bıraktığı köpeğinin yoldan geçen kişiyi ısırmasına rağmen hareketsiz kalma; ilaç kullanan hastaya hasta bakıcının ilacını vermemesi, gözaltına alınan kişinin gözaltı süresinin sona ermesine rağmen bırakılmaması eylemlerinde ihmali davranış, zarar oluşturan bir saldırıya olarak karşımıza çıkmaktayken; salt alkol ve uyuşturucu madde etkisindeyken ya da uykusuzluk yorgunluk gibi başka nedenlerle emniyetli bir şekilde aracını sevk ve idare edemeyecek olmasına rağmen trafik güvenliğini tehlikeye sokup başkalarının hayatı, sağlığı ve malvarlığı bakımından somut bir tehlike yaratan bir saldırı şeklinde de karşımıza çıkabilir. Bu tür eylemlere karşı yapılan savunma hareketi meşru savunma kapsamında değerlendirilmelidir. (Ersan, Meşru Savunma ve Sınırın Aşılması, s.11) Yine, bir park yeri üzerinde yasal hakkı olan bir kişinin, park yerini boşaltmayan bir kadını hareket ettirmek için ittirmesi, meşru savunma kapsamında değerlendirilecektir.(Fletcher, proportionality...sf.385) Bu bağlamda boğulmakta olan bir kişiyi isteyerek kurtarmayan cankurtaranı tehdit etmek, meşru savunma kapsamında değerlendirileceğim gibi, kurtarma yükümlülüğü olmayan ve fakat iyi derecede yüzme bilen bir kişinin boğulmakta olan bir kimseyi bilerek kurtarmaması üzerine bu kişiye şiddet uygulamak suretiyle boğulan kişinin kurtarmasını sağlamak da meşru savunma kapsamında değerlendirilecektir. Tehlike suçlarında, tehlike arz eden fiil saldırı niteliğindedir ve bu nitelikteki bir fiile karşı meşru savunma mümkündür. (Y.4.CD.2013/17224,2015/31075) Örneğin '' Şerefsizlik yapma, borcunu öde yoksa buradan çıkamazsın'' şeklinde tehditkar sözler üzerine sanığın da '' siz beni burada döverseniz bende sizi Mut da dövdürürüm'' biçiminde söylediği söz yüksek mahkemece, TCK md.25/1 kapsamında değerlendirilmiştir. Kural olarak bir tehdidin savunma kapsamında saldırı olarak nitelendirilebilmesi için bunun insan kaynaklı olması gereklidir. Bu eylemin iradi de olması gereklidir. Bir hayvandan ya da doğa olaylarından kaynaklanan tehdit; ceza hukuku anlamında fiil olarak değerlendirilemeyeceğinden meşru savunma kapsamında saldırı olarak nitelendirilmesi de söz konusu olamaz.(Yüce,sf.256) Eğer bir kişi sahip olduğu hayvanı kullanmak suretiyle savunanın yararları üzerinde tehdit yaratmışsa, arz edilen durumda her ne kadar bir hayvan kullanılmış olsa bile burada insan kaynaklı bir tehdit söz konusu olduğu için meşru savunma kapsamında saldırı niteliğinde bir fiilin mevcut olduğu kabul edilmelidir. Bu tür bir durumda savunanın, kendisini korumak için bu hayvana zarar vermesi, sahipli hayvanlar mal olarak nitelendirildiği için meşru savunma kapsamında değerlendirilecektir. Aynı şekilde burada saldırıyı önlemek için gerekli ise hayvanı kışkırtan kişiye karşı da güç kullanılması da meşru savunma kapsamında değerlendirilecektir.(Centel sf.100,Meran sf.115,Özbek-Bacaksız-Doğan-Tepe, Özel Hükümler sf.144) Hayvanın tehlike yaratabilecek şekilde serbest bırakılması suçu saldırı olarak nitelendirilmelidir. Burada şayet menfaatleri saldırıya uğrayan kişi, menfaatlerini korumak içim sahipli olmakla birlikte, başıboş olan bu hayvanı öldürürse veya hayvanına sahip çıkması için hayvan sahibine yönelik fiil işlerse, bu durumda bu kişinin meşru savunma kapsamında hareket ettiği kabul edilmelidir. (Y.15.CD.201371232 E.2013/15014 K.-4.CD.2013/4003 E.2014/36848 K.) Haklı bir neden olmaksızın sahipli hayvanı öldüren, işe yarayamayacak hale getiren veya değerinin azalmasına neden olan kişi TCK md.151/2 gereğince cezalandırılır. Bir fiilin saldırı olarak nitelenebilmesi için belirli bir ağırlığa ulaşması gerekmediği gibi, haksızlık içeriğinin azlığı da önemli değildir. Şiddet içersin ya da içermesin, fiziksel bir güç kullanımını ihtiva etsin ya da etmesin, meşru menfaatleri ihlale yönelik her türlü davranış, saldırı olarak kabul edilmelidir. Saldırının aynı zamanda haksız olması gereklidir. Bir kişinin yapmış olduğu savunma hareketinin meşru kabul edilebilmesi için, menfaatlerine yönelik haksız bir saldırıda bulunulmuş olması gerekir ki bu, saldırı altındaki menfaatlerinin düzenli bir toplumun varlığı ve devamı için korunması gereken değerlerden olması ve bu değerleri ihlale yönelik işlenen fiilin de herhangi bir hakka dayanmaması anlamına gelmektedir. Hukuk düzenini bozan, zedeleyen her saldırı haksızdır.(Yüce sf.256,Önder sf.242) Bir saldırının haksız olarak nitelendirilebilmesi için suç teşkil etmesi gerekmemektedir, kabahat teşkil eden bir fiile ya da taksirli bir fiile karşı da meşru müdafaa olanaklıdır. Ancak doktrinde kabahat teşkil eden fiillere karşı meşru savunmanın olamayacağına dair görüşler de mevcuttur. Meşru savunmada saldırıyı oluşturan iradi insan davranışlarının kasıtlı ya da öngörülebilir bir eylem sonucu gerçekleştirilmesinin meşru savunmada saldırı açısından bir farkı bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle kasıtla yapılan eylemin yanında taksirle işlenen eylemlere karşı da meşru savunma mümkündür. Bu açıdan iradi bir insan davranışı olarak nitelendirilemeyen uykuda yapılan hareketler ve refleksler ile yaşanılan sosyal çevrenin olağan karşıladığı el, kol şakaları ile yolda ya da topluluk içerisinde hafif şekilde çapmak gibi basit fiiller saldırı olarak değerlendirilmediklerinden bu eylemlere karşı meşru savunma mümkün değildir. Çünkü, meşru savunmadan söz edebilmek için iradi ve gerçek bir saldırının bulunması gerekir. (Ersan, Meşru Savunma ve Sınırın Aşılması, s. 12) Saldırı, suç niteliğinde ise icra hareketlerine başlanmış olmalıdır. Henüz icra hareketi yokken hazırlık hareketlerine karşı yapılan savunma meşru savunma kapsamında kabul edilemez. Öte yandan saldırı tehlikesinin varlığı ya da TCK’nın 148/3 maddesinde düzenlenen mağdurun ilaç, hipnotize vs. gibi herhangi bir araçla etkisiz hale getirildiği cebir karinesi durumunun (mefruz cebir) bulunduğu durumlarda da meşru savunmada saldırı unsuru gerçekleşmiştir. Bu bağlamda, bir kişiye uyuşturucu verilerek yapılan hareket de meşru savunmada saldırı niteliğindedir. (Özen, Meşru Müdafaa, s.75-76; Zafer: Genel Hükümler, s.221)
Şeref ve haysiyete yönelik hakaret ve sövme gibi fiiller, söylenmekle tamamlanacağından savunmada bulunan şahsın bu aşamadan sonra yapacağı eylemler meşru savunmanın güncelliği şartını yerine getirmediğinden diğer bir ifade ile savunan için artık bir hakkın korunmasından değil, uğradığı haksız durumun öç alma şeklinde giderilmesinden söz edilebileceğinden bu tür saldırılarda meşru savunma hükümleri uygulanmayıp eylem, haksız tahrik kapsamında değerlendirilmelidir. (Özen: Meşru Müdafaa, s.104-105)
Sözlü saldırının diğer bir türü olan cebir içermeyen tehdit fiili ise, ileri zamanlı bir saldırıya işaret ettiğinden saldırının güncelliği ve savunma zorunluluğunu taşıdığı müddetçe meşru savunmaya konu olabilir. Çünkü, meşru savunma için farazi tehlike değil, gerçek bir tehlike ve saldırı tehdidinin oluşması aranır. (Şahin, “Yasal Savunma”, s.19)
Saldırının, gerçek bir saldırı niteliğinde olmasının yanında aynı zamanda başlamış bir saldırı niteliğinde de olması gerekmektedir. Başlamamış ancak başlaması muhakkak olan ya da başlamasına kesin gözüyle bakılan bir saldırı ile bitmiş olmasına rağmen tekrarından korkulan saldırı da bu kapsamda değerlendirilmelidir. (Özen, Meşru Müdafaa, s.72-73; Toroslu, Ceza Hukuku, s.83)
Saldırı, bizzat faile yönelik olabileceği gibi yakınına ya da tanımadığı bir kişiye yönelik de olabilir. Diğer bir ifadeyle fail dışındaki kişiye yönelen saldırıda failin, üçüncü kişi lehine meşru savunma hükümlerinden yararlanabilmesi için üçüncü kişi ile arasında bir akrabalık ilişkisinin ya da yakınlığın bulunması gerekmez. Aksi durumun kabulü toplu halde yaşayan insanın duygularını hiçe saymak anlamına gelir. (Bakıcı, Genel Hükümler, s.553)
Meşru savunma halinde ilk haksız eylemin kimden kaynaklandığının belirlenememesi durumunda her iki taraf için de meşru savunma hükümleri uygulanmayıp haksız tahrik hükümleri uygulanmalıdır. (1.CD, 2009/3862 E, 2013/3489 K, 30/04/2013 ) Herhangi bir olayda meşru savunmadan söz edebilmek için saldırıyı yapanın bilinmeli ve o kişiye karşı meşru savunmada bulunulmalıdır. Saldırı birden fazla kişi tarafından yapılmış fakat hangisinin saldırıyı başlattığı belirlenemiyorsa ya da saldırıyı gerçekleştiren kişi tespit edilemiyorsa meşru savunmadan söz edilemez. (Y.C.G.K'nın 335 E, 375 K. 12.11.1984 Tarihli Kararı (Aktaran Gözübüyük: “Meşru Müdafaa” s.525-526)
Saldırının yukarıda belirtilen özellikleri taşımasının yanında aynı zamanda saldırının güncel bir niteliği olmalıdır. Diğer bir ifadeyle saldırı başlamadan önce ya da saldırı bittikten sonra da meşru savunmada bulunulamayacağından saldırı ve savunma aynı anda gerçekleşmelidir. (Ersan, Meşru Savunma ve Sınırın Aşılması, s.28-30)
Saldırının devam etmesi, tüm etkileri ile birlikte tamamlanıncaya kadar geçen süreci ifade etmektedir. Bu açıdan saldırının mevcut olması suç türlerine göre de değerlendirilmelidir. Ani suçlarda, hukuka aykırılık hemen kesileceğinden saldırı ilk eylemin yapıldığı anda mevcuttur ve hemen bu anda tamamlanır. Mütemadi (kesintisiz) suçlarda ise hukuka aykırılık kesintisiz eylemle devam ettiği için eylemin devamı boyunca saldırının mevcudiyetinden söz edilir. Örneğin; kendisini evlenmek amacıyla kaçırıp iki gün bir evde tutan faile karşı mağdurun serbest kalıncaya kadarki eylemleri meşru savunma kapsamında değerlendirilmelidir. (Ersan, Meşru Savunma ve Sınırın Aşılması, s.30-31)
Bitmiş olmasına rağmen somut olayın şartlarına göre tekrarından korkulan ya da saldırının bitme anının belli olmadığı durumlarda saldırı geçmiş saldırı olarak kabul edilmemelidir. (Mammadow, “Meşru Müdafaa”, s.65-66) Yargıtay, hakaret ederek apartmanın girişine baltayla vuran maktule silahla ateş edilmesinde saldırının güncel olma özelliğini taşımadığını; Polis memuru sanığın eve geldiğinde eşinin kendisini aldattığını görmesi üzerine, eşi ve maktulün “o bizi öldüreceğine biz onu öldürelim” şeklinde söylemesi üzerine sanığın da silahıyla ateş ettiği olayda, maktulün sanığı cinsel isteklerle rahatsız edip olay günü üzerine saldırdığı yaklaşık bir saate kadar süren mücadelede sanığın av tüfeği ile maktule ateş ettiği olayda, maktule tokat ile vuran sanığa maktul tarafından bıçakla saldırıda bulunulması üzerine sanığın da maktule bira bardağı, tekme ve yumrukla vurarak ölümüne sebep olduğu olayda, sanık K'nın ablasının çığlıklarını duyması üzerine ablasını zorla kaçırmak isteyen kişilerden maktul A'yı öldürdüğü olayda saldırının güncel olma özelliğini taşıdığını belirtmiştir. (Yargıtay 1. CD. 3705 E, 3981 K, 08.12.1997 Tarihli Kararı Yargıtay 1.CD. 1642 E, 3249 K, 22.12.2003 Tarihli Kararı Yargıtay 1. CD'nin 2012/3488 Esas, 2012/8274 Karar, 15/11/2012 tarihli Kararı , Yargıtay 2.CD. 8802 E, 12752 K, 22.10.2003 Tarihli Kararı )
Bir alacağın talep hakkı vermemesi her zaman o talebin haksız olduğu anlamına gelmese de kumar borcu ya da zamanaşımına uğrayan alacaklar gibi eksik borçların haksızlık oluşturmadığı söylenebilir. (bkz. Hafızoğulları - Özen, Genel Hükümler, s.244)
Yargıtay, eşine karşı normal olmayan yoldan cinsel ilişkiye girmek isteyen kişiye eşin karşı çıkması üzerine çıkan kavgada kendisiyle normal olmayan yoldan cinsel ilişkiye girmek isteyen maktulü öldüren sanığın eylemini meşru savunma kapsamında kabul etmiştir. (Yargıtay 1. CD'nin 2011/3909 Esas, 2012/ 4080 Karar, 21/05/2012 )
Savunmada zorunluluk, savunmak için yapılan davranışın ve başvurulan aracın saldırıyı bertaraf etmede elverişli ve en ılımlı yöntem olmasıdır. Diğer bir ifadeyle, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyup saldırıyı sona erdirebilmesi için savunmadan başka daha yumuşak ve etkili bir olanağının bulunmaması, savunmada zorunluluğu ifade etmektedir. Saldırgana zarar vermeden saldırıdan kurtulmanın mümkün olmadığı, kişinin saldırıya tepki göstermek ya da ona katlanmak seçenekleri ile karşı karşıya kaldığı bu gibi durumlarda savunma zorunluluğu, içinde bulunulan ortamın, (kapalı oda, çıkmaz sokak, nehir kenarı), saldırganın ve saldırıya uğrayanın kişisel özellikleri (felçli, hasta, yaşlı) ve saldırının vehâmetine (çok ani ve beklenmeyen saldırı) göre her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Savunmaya yönelik hareketin “zorunlu” olup olmadığı, saldırıya uğrayan hakka yönelik tehlikeyi kesin olarak ve derhal ortadan kaldırıp kaldırmadığına bakılarak belirlenir. Savunmada bulunmadan mevcut saldırı uzaklaştırılabiliyorsa savunmada zorunluluktan söz edilemez. Maruz kalınan saldırı, gelecekteki bir saldırı niteliğinde olup kolluk kuvvetlerine haber verilerek derhal uzaklaştırılabiliyorsa savunma fiilinde zorunluluk bulunmamaktadır. Ancak kişinin, saldırı karşısında güvenlik güçlerine başvurma imkanı yoksa ya da başvurma imkanı olsa bile güvenlik güçleri derhal bu saldırıyı önleyemeyecekse bu durumda savunma zorunludur. Bu anlamda, saldırının güncel olması, savunma zorunluluğunun ön koşulunu oluşturmaktadır. Savunmada bulunan kişi açısından aynı sonucu veren birden fazla savunma olanağı veren durum varsa kişi, bunlardan en az zarar verecek olanı seçmelidir. Örneğin, izinsiz olarak çıplak fotoğrafları çekilen kişi fotoğraf makinesini alıp fotoğrafları silebilecekken, fotoğraf makinesini kırar ya da fotoğrafı çeken kişiyi döverse savunmada zorunluluktan söz edilemeyecektir. Bu nokta da bizi savunmada oran ve meşru savunmada sınırın aşılması durumları ile her an karşı karşıya getirebilecektir. (Ersan, Meşru Savunma ve Sınırın Aşılması, s.38)
Savunma hareketi, yanılma ve silahın bozuk olması, yanlış nişan alma gibi eylemler sebebiyle sapma sonucu saldırgan dışında başka bir kişiye yönelmiş ise, savunmada bulunan meşru savunmadan yararlanabilecektir. Örneğin kendisine silahla saldıran kişiye karşı meşru savunma kapsamında tabanca ile ateş eden fakat kurşunun sekmesi sonucu saldırıda bulunanın damadına kurşunun isabet ettiği olayda kişi meşru savunmadan yararlanacaktır. (Demirbaş: Ceza Genel, s. 277; Bakıcı: Genel Hükümler, s.556-Özbek-Kanbur-Doğan-Bacaksız-Tepe, Türk Ceza Kanunu Yorumu, s.286)
Saldırgana karşı meşru savunmada bulunurken olayla ilgisi olmayan üçüncü kişiye ait araç veya eşyaları kullanabilir ya da üçüncü kişiye ait başka eşyalara zarar verilebilir. Örneğin Lokantada yemek yerken müşteri olan bir saldırgana karşı kullanılan bardağın zarar görmesi veya savunma sırasında sanığın saldırganı itmesi sırasında masadaki tabağı düşerek kırılmasında fail saldırgana karşı yasal savunma halindeyken; zarar verdiği üçüncü kişiye karşı koşulları oluştuğu takdirde ancak zorunluluk halinden yararlanabilir. Ancak bu durumda dahi oluşan zararın tazmini gerekmektedir. (Şahin, “Yasal Savunma”, s.44-45)
Saldırıya uğrayan kimsenin hakkının varlığı tespit edilmeden gerçekleştirilecek müdahale meşru olmaz. Saldırının ağır ya da hafif olması şeklinde ayrım da yoktur. Saldırının sözlü veya maddi bir şeyle yapılması da önemli değildir. Vazgeçilen hakka yönelik saldırı da meşru müdafaadan söz edilmemesi gerekir. Bir yetkinin kötüye kullanılması da haksız saldırı kavramı içerisinde değerlendirilmelidir. (Doç.dr.İbrahim Şahbaz, Açıklamalı Türk Ceza Kanunu, s.208-234)
İddianamede meşru savunma hükümleri talep edilmesi halinde, meşru savunma hükümlerinin uygulanmaması yönünde kanaat oluşması halinde sanığa ek savunma hakkı verilmesi zorunludur. Eylemin meşru müdafaa kapsamında kalıp kalmadığı tartışılmadan şikayet yokluğundan kamu davasının düşmesine karar verilemez. Saldırının haksız olması yeterli olup, ayrıca cezalandırılabilir olması gerekli değildir. Meşru savunmada bulunanın savunma kapsamındaki eyleminin orantısız ve aşırı bir tepki niteliğinde olması (savunmanın saldırıya göre önemli ölçüde orantısız olması) halinde, bu harekete karşı savunmada bulunması haklı olacağından, meşru savunma kapsamında değerlendirilir. Taksirle veya kusursuz olarak sebep olunan bir saldırıya karşı, meşru müdafaa mümkün olmasına karşın, haksız saldırıya kasten sebep olan (meşru savunma ortamı hazırlayan) veya haksız tahrik oluşturacak şekilde eylemde bulunan fail, meşru savunma hükümlerinden faydalanamaz. Meşru savunmanın haksız saldırı koşulu bakımından, gerçekleşen haksız saldırı ile gerçekleşmesi muhakkak saldırı veya tekrarı muhakkak haksız saldırı, aynı sayılmıştır. O anda veya çok kısa bir zamanda gerçekleşebileceği muhakkak bir saldırı tehdidine karşı meşru savunmada bulunulabilir ise de gelecekte gerçekleştirilmesi muhtemel bir tehdide karşı meşru savunma kabul edilemez. Derhal savunmada bulunmanın zorunlu olup olmadığının belirlenebilmesi için; saldırının hangi hukuki konuya yönelik bulunduğu, saldırının ağırlığı, saldırganın ısrarlı olup olmadığı, kullanılan aracın niteliği gibi ölçütlerden yararlanılabilir. Saldırı veya tehlikenin ortadan kaldırılması için derhal savunmada bulunmak gerekmiyor ve sonraki bir zamanda da giderilebilecek durumda ise meşru savunma koşulu oluşmadığı kabul edilir. Benzer şekilde saldırının başka türlü bir yöntemle def edilebilmesinin olanaklı bulunması halinde, savunma zorunluluğunun bulunmaması nedeniyle meşru savunma hakkı doğmaz. Başka türlü yöntemlerin varlığının kabul edilebilmesi için, kişilerden bazı kişilik değerlerinden fedakarlıkta bulunması (yalvarması, özür dilemesi vb.) veya cesurca davranıp kahramanlık yapması, kendisini tehlikeye atması istenemeyeceği gibi kendisini korumaya yönelik bazı gayretlerde bulunması gerekebilir ise de kaçması beklenemez. Şahısta veya hedefte hata halinde meşru savunma hükümleri uygulanır. Araçta orantılılık, yalnızca seçilen araç veya silahın cinsiyle ilgili olmayıp, bu araç veya silahın kullanılış biçimi veya ölçüsünü de içerdiği kabul edilir. 3.kişinin üzerinde tasarruf yetkisi bulunmayan bir hakkının saldırıya uğramasına karşın, savunmada bulunmak istememesi, saldırıya rıza göstermesi durumunda ise, onun rıza göstermesi saldırıyı hukuka uygun hale getirmeyeceği için ortada haksız bir saldırı bulunması nedeniyle 3.kişi lehine meşru savunmada bulunulabilir. Örneğin askerliğe elverişsiz hale getirmek için kendisini yaralayan veya intihar etmek gibi hallerde. Meşru savunma hükümleri ile haksız tahrik hükümleri faile birlikte uygulanamaz. (Hüsnü Aldemir, Ceza Hukuku Genel Hükümler Rehberi, s.327-350)
Saldırgana yapılan kötülük, bu kişi tarafından savunmada bulunan şahsa karşı yapılan kötülükten daha hafif, ona eşit ya da hoşgörü ile karşılanabilecek ölçüde ağır olması durumunda orantılıdır. (Toroslu, Ceza Hukuku, s. 162)
Yargıtay bakkal dükkânının önünde bulunan meyve ve sebzeleri korumak için tel kafes ile sarıp geceleyin iş yerinden ayrılırken dükkandan çıkardığı tel kablo ile 220 volt elektrik akımını tel kafesine verdiği ve olay günü yağmurdan korunmak için dükkanın altına gelen mağdurun telin elektrik verilmiş kısmına temas ederek ölmesi şeklindeki eylemde offendiculanın şartlarını tartışmaksızın eylemin olası kast ve taksir kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. (Yargıtay 2. CD'nin 12.12.2001 21795 (Aktaran Hakeri, Genel Hükümler, s. 256) Saldırgana göre elinde daha nitelikli bir araç olan kişi, bu aracı daha etkin şekilde kullanma imkânı varken yeterli ölçüde kullanarak saldırıyı def etmiş ise elindeki araç daha nitelikli olsa bile araçlar arasında denge olduğu söylenebilir. Örneğin kendisine balta veya bıçak ile saldıran şahsın ayağına ateşli silahı ile tek el ateş eden kişinin eyleminde ya da bir boksörün yumruklarına karşılık güçsüz ve yaşlı birinin silah kullanması halinde araçlar arasında oranın sağlanarak meşru savunmada oran şartının gerçekleştiği söylenebilir. Ancak kendisini sopa ile döven bir kimseyi kolundan ya da bacağından yaralayarak saldırıdan kurtulabilecekken ateşli silahla öldüren kişinin eyleminde oranın varlığından bahsedilemez. (Parlar- Hatipoğlu: Türk Ceza Kanunu, s.448;Artuk-Gökçen-Yenidünya, Genel Hükümler, s. 531-532; Parlar- Hatipoğlu: Türk Ceza Kanunu, s.448; Zafer: Genel Hükümler, s.224; Özen, Meşru Müdafaa, s.124)
İri cüsseli bir kişi ya da boksör ile, fiziken zayıf ve cılız yapıda olan kişilerin saldırı ve savunmada karşılaşmaları halinde ellerinde silah olmasa bile eşit durumda oldukları söylenemez. Zira aksi durumun kabulü, zayıf yapıda olan kişiyi kaderine terk etmek anlamına gelir. Bu durum, insanları korumaya hedefleyen hukukun temel amacına aykırıdır. Örneğin elinde balta ile saldıran 1.90 cm boyunda 100 kg. ağırlığında bir saldırgana 1.65 cm boyunda 65 kg ağırlığında bir şahsın tabanca ile karşılık vermesi halinde meşru savunmada ölçülülük şartının sağlandığı söylenebilir. (Özen, Meşru Müdafaa, s.124-125, Özbek - Kanbur - Doğan - Bacaksız - Tepe, Türk Ceza Kanunu Yorumu, s.286-287,-Yargıtay 1.CD'nin, 2009/9114 E,2013/694 K, 30/01/2013 Tarihli Kararı,-Y.C.G.K'nun 2/370/7550 Sayılı ve 01.03.1998 Tarihli Kararı)
Meşru savunmada sınırın kasten aşılması, başta meşru savunma koşulları altında eylemine başlayan failin, savunmada bulunurken saldırgan aleyhine saldırı ve savunma arasındaki oranı kasten ihlal etmesidir. Burada failin kastının doğrudan ya da olası kast olması meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinin uygulanması açısından bir farklılık yaratmamaktadır. Diğer bir ifadeyle meşru savunma sınırını kasten ya da olası kastla aşmış olan failin eyleminde meşru savunmada sınırın aşılması hükümleri uygulanamayacaktır. Zira, meşru savunmada sınırın aşılması, sınırın kast olmaksızın aşılması halinde yani sınırın basit ya da bilinçli taksirle aşılması durumunda uygulama alanı bulacaktır. (Şahin, “Yasal Savunma” s.13-14; Artuk-Gökçen-Yenidünya, Genel hükümler, s.592) Hukuka uygunluk sebeplerinde sınırı taksirle aşmada kişi, hukuka uygunluk sebeplerinden yararlanma kastı ile hareket etmekte ancak kendisinden beklenen dikkat ve özen yükümlüğüne aykırı davranması nedeniyle sınırı aşmaktadır. Fail, daha dikkatli ve özenli davransaydı, savunmada saldırıyı defedecek ölçünün ötesinde eylemde bulunduğunu öğrenebilecek durumda olduğundan, sınırın aşılmasında taksir derecesinde sorumlu tutulmaktadır. Bu anlamda, eylem bütünen değil, sınırın aşıldığı oranda hukuka aykırılık oluşturmaktadır. Failin bu aşkın kısım yönünden sorumlu tutulabilmesi için taksir durumunun genel ilkelere göre belirlenmesinin yanında işlenen fiilin taksirli halinin suç olarak düzenlenip düzenlenmediği de belirlenmelidir. (Y.C.G.K'nun 2013/1-26 E, 2013/150 K, 16/04/2013) Yargıtay, cinsel saldırının gerçekleşeceğine yönelik saldırı durumunda, akşam üzeri sarhoş vaziyette sanığın bulunduğu evin dışında bulunan tuvalet penceresinden tuvalete, oradan da içeri açılan tuvalet kapısından geceleyin eve girerek sanığa, annesine ve yengesine cinsel ilişkiye girmek istediğini de açıkça ortaya koyan saldırgan hareketlerde bulunması üzerine sanığın av tüfeği ile bir el ateş ederek maktulü öldürdüğü eyleminde, meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaşla aşıldığını kabul etmiştir.(Y.C.G.K' nun 2007/1-281E, 2008/37 K, 26.02.2008) Yargıtay bir saldırının devamı ya da tekrarının devam ettiği durumda, maktulün sanığa tokat vurup onu yere düşürdükten sonra ona bıçakla saldırıp boynundan yaralaması ve maktulün sanığın altına alıp eylemine devam etme ihtimali nedeniyle sanığın maktulü müstakilen öldürücü nitelikte 4 bıçak darbesi vurarak öldürülmesi eyleminde ya da “vur lan delikanlı isen" şeklinde sözler sarf ederek elindeki bıçakla sanığın üzerine gelen maktulün uyarıya rağmen sanığın üzerine gelmeye devam etmesi üzerine sanık tarafından tek el ateş etmek suretiyle öldürülmesi eyleminde meşru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaşla aşıldığını kabul etmiştir. (Yargıtay 1. CD'nin 2008/8943 Esas, 2012/2650 Karar, 04/06/2012 Tarihli Kararı,-”Yargıtay 1.C.D'nin 2009/6352 Esas, 2012/3342 Karar, 30/04/2012 Tarihli Kararı)
İlk haksız saldırıyı başlatmak suretiyle bu fiilin muhatabı olan kişi, bu tepkiye katlanmak zorundadır. Her iki tarafın da aynı anda meşru savunma kapsamında hareket etmesi mümkün değildir.
Haksız tahrik ile meşru savunma, farklı hukuki kurumlardır. Haksız Tahrik; sona ermiş veya henüz devam etmekle birlikte, savunma yapılması zorunlu olmayan ve duyulan elem ve üzüntünün sonucu olarak tepki vermeye neden olan haksız bir saldırıyı ifade etmektedir. Ayrıca, haksız tahrike tepki olarak işlenen fiilin hukuka aykırı niteliği sürmektedir. Meşru savunma ise, derhal sona erdirilmesi gereken bir saldırı veya saldırı tehlikesine karşı korunma amacıyla gerçekleştirilmekte ve savunma amaçlı bu fiil hukuka uygun kabul edilmektedir. Meşru savunma koşullarının bulunduğu hallerde, haksız tahrik koşullarının da oluştuğu söylenebilir ise de, haksız tahrikin oluştuğu her durumda meşru savunma koşulları oluşmamaktadır. Diğer yandan, meşru savunmanın kabul edilmesi durumunda beraat kararı verileceğinden, haksız tahrik hükmünün uygulanmasına olanak ve gerek bulunmamaktadır. (Özbek, C.1.2005, s.321) (Yargıtay 3. Ceza Dairesi – Esas No: 2010/13738, Karar No: 2012/30870, Tarih: 20.09.2012).
Bazı haklara tecavüz edilmesi meşru savunmayı gerektiren saldırı kavramı içerisine girmez. Örneğin hakaret edilmesi halinde meşru savunmadan yararlanılamaz. Hakaret karşılıklı ise TCK Md 129 gereğince ceza verilmeyebilir. Yine o an için bir saldırı veya tehlike yaratmayan biçimindeki seni öldürürüm, kurşuna dizerim vb. tehditler de meşru savunmayı gerektiren saldırı niteliğinde kabul edilemez. Söz atma biçimindeki namusa/cinsel özgürlüğe yönelik saldırı da meşru savunmayı gerektirir nitelikte değildir.
Saldırının güncel olması, o anda bu tehlikeye neden olması gerekir. Bu nedenle tehdit ile gerçekleşen saldırının güncel olmaması durumunda meşru savunma koşulu oluşmayacaktır.
Saldırı, faili bilinen bir insandan kaynaklanmalı ve tepki de o kişiye yönelmelidir. Bu nedenle saldırıyı başlatan kişinin bilinememesi/belirlenememesi durumunda, meşru müdafaadan söz edilemez.
Saldırının suç teşkil etmesi zorunlu olmayıp, genel olarak hukuka aykırı olması yeterlidir. Buna karşın saldırı suç teşkil etmekteyse, icra hareketlerine başlanmış olmalıdır. İcra hareketlerine başlanılmadığı halde, savunmaya geçilmiş ise, saldırı koşulu gerçekleşmemiş olacaktır. Bu halde, yanılma (Hata) şartları araştırılmalıdır. Örneğin kuru sıkı tabanca ile kendisini kovalayan kişiye ateş ederek öldüren şahsın eylemi yüksek mahkemece meşru savunma kapsamında değerlendirilmiştir.(1.CD.1672/2574)
Bir hukuka uygunluk nedenine dayalı olarak fiil icra eden kişiye meşru müdafaada bulunulamaz. Örneğin yakalama emri üzerine kendisini yakalamak isteyen kolluk görevlisine veya suçüstü hali nedeniyle yakalama yükümlülüğünü yerine getiren herhangi bir kişiye karşı meşru müdafaada bulunulamaz. Ancak suç üstü halinde şüpheliyi yakalamaya çalışan sivil şahsın silahla ateş etmesi üzerine, kendisini korumaya çalışan şüphelinin de ateş edip onu öldürmesi durumunda meşru müdafaadan yararlanabilir. Zira kanun koyucu kolluk görevlileri dışındaki kişilere silah kullanma yetkisi vermemiştir. Diğer taraftan kamu görevlisinin görevinin/yetkisinin sınırını aşarak veya keyfi davranarak, yetkisi olmadığı halde cebir veya tehditte bulunması durumunda, görevliye karşı meşru savunmada bulunulabilinir.
Saldırı failinin cezalandırılabilir olması zorunlu değildir. Saldırganın kişisel cezasızlık nedeninden yararlanacak olması halinde de bu kişilere karşı meşru müdafaada bulunulabilir.
Hayvanın insanlar için araç olarak kullanılması durumunda meşru müdafaa geçerlidir.
Meşru müdafaa ortamı yaratmak kastıyla haksız davranışta bulunan kişi meşru müdafaadan yararlanamaz. Şayet kişi, sırf karşı tarafa zarar vermek için bilinçli bir şekilde karşı tarafı tahrik etmek suretiyle kendisini savunma konumuna sokmuş ise bu kişinin, karşılaştığı tepkiye karşı kendisini savunma hakkının bulunmadığı kabul edilecektir. (ALACAKAPTAN,1975,sf.108-109)
Haksız tahrik oluşturan ve kasten işlenen bir eylem başlı başına bir saldırı niteliğinde ise, tahrik edenin meşru müdafaadan yararlanması mümkün olmayacaktır. Örneğin mağdurenin ırzına yönelik saldırı halinde olan A nın üzerine doğru, üçüncü kişi lehine meşru savunmada maksadıyla bıçakla gelen B ye tabancasıyla ateş edip öldüren A, meşru müdafaadan yararlanamaz. Fakat saldırı niteliğindeki ilk haksız davranışın taksire dayanması durumunda , buna mukabil olarak yapılan saldırının meşru müdafaa kapsamında değerlendirilebilinir.
Meşru müdafaaya karşı meşru müdafaadan yararlanılamaz. (1.CD.2306/3179,15.11.2000)
Savunma, saldırıya göre önemli ölçüde orantısız ise, ilk haksız davranışı yapan kişi meşru savunmadan bulunabilir. Örneğin fail mağdura taşla saldırmış iken, mağdurun da ona bıçakla veya av tüfeğiyle hamle yaparak savunmaya geçmesi halinde, yaşam hakkına yönelik bu ağır/aşırı tepkiye karşı failin de benzer araçlarla meşru savunma hakkı doğacaktır.(Ekinci/Özcan, Kasten Adam Öldürme Suçları, s.354)
Düello halinde meşru müdafaa değil koşulları varsa haksız tahrik hükümleri vuku bulabilir. Kavgaya davet ve bu davete icabet halinde, davet eden kişi de icabet eden kişi de meşru savunmadan istifade edemez. Zira burada daveti kabul eden kişi derhal defedilmesi gereken yakın ya da mevcut bir saldırı altında değildir. Davet eden kişi ise, bilinçli bir şekilde karşı tarafı ona zarar vermek için çağırmakta, savunma güdüsüyle değil düşmanca bir zarar verme güdüsüyle hareket etmektedir.
Kavga halinde taraflar, kendilerini korumak için değil, karşı tarafa zarar vermek için hareket etmekte olup, her iki tarafın da iradesi, aynı yöndedir. Nitekim kavga , düşmanca davranış ve sözlerle ortaya çıkan çekişme ve dövüş, münazaa anlamına gelmektedir. Yapılan değerlendirme sonucunda somut olayın bir kavga hadisesi olduğunun tespit edilmesi halinde, her iki tarafın da işlediği fiilin suç teşkil ettiği kabul edilerek tarafların ilgili hükümlere göre cezalandırılmaları cihetine gidilecektir. Sanığın kendini korumaktan ziyade karşı tarafa vurma iradesi, birbirlerine vurma gibi olaylarda kavga vuku bulduğu kabul edilmektedir. Tarafların ya da taraflardan birinin sürekli olarak hazırlıklı gezmesi ya da olay yerine hazırlıklı gelmesi (silah, bıçak vb. saldırıya elverişli bir araçla) somut olayın direkt kavga olarak nitelendirilmesi sonucunu doğurmaz. Karşılaşma öncesi yaşananlar, silahın taşınma gerekçesi, silahın edinilme şekli, tarafların olay yerinde bulunma gerekçeleri, silahın kullanılma gerekçesi gibi hususlar başta olmak üzere somut olayın özellikleri dikkate alınarak, meşru müdafaa halinin mi yoksa kavga halinin mi bulunduğu tespit edilmelidir.
Bir tarafın, diğer tarafı kendisine zarar vermesi için kışkırtması hali de her iki taraf için de kavga niteliğindedir. Bu bağlamda taraflardan biri örneğin hadi vursana, erkeksen sıkarsın, gel bir dene bakalım bana gücün yetecek mi gibi sözlerle diğer tarafı kendisine zarar vermeye kışkırtmış ve bunun sonucunda karşı tarafın saldırısına uğramışsa, kışkırtan tarafın kışkırtıcı nitelikteki bu fiilleri karşı tarafı savunma pozisyonuna sokan haksız bir saldırı niteliğinde olmadığından, saldıran tarafın meşru savunma kapsamında hareket ettiği söylenemez. Kışkırtan taraf ise karşı tarafın kendisine yönelik haksız bir saldırıda bulunmasını sağlayarak bilinçli olarak kendisini savunan pozisyonuna soktuğu için onun da meşru müdafaa kapsamında hareket ettiği söylenemez. Ancak karşı tarafın kışkırtılması, kışkırtmaya karşılık vermemesi halinde karşı tarafa zarar verme tehdidini de içeriyorsa bu durumda kışkırtılan tarafın meşru savunma kapsamında hareket ettiği değerlendirilmelidir. Bununla birlikte kavga halinin mevcut olduğu her durumda iki tarafın da meşru savunma kapsamında hareket edemeyeceğinin ileri sürülmesi isabetli değildir. Önceden anlaşılan kapsamın dışına çıkılması veya taraflardan birinin kavgayı sonlandırdığını deklare etmesi durumlarında meşru müdafaanın koşulları değerlendirilmelidir. Kavga halinin mevcut olduğunu bildiği halde taraflardan birinin yanında kavgaya iştirak edip, kavgaya sonradan dahil olanlar hakkında meşru müdafaa hükümleri uygulanamaz. Kavga halinde yüksek mahkeme ilk haksız hareketin kimden geldiğinin tespit edilerek sadece onun lehine haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını öngörmektedir. ilk haksız hareketi, ilk kimin işlediği tespit edilemiyorsa, bu tür bir durumda şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince her iki tarafa da TCK Md 29 hükmünün tatbik edilmesi gerekir.
İlk haksız hareketin/saldırının hangi taraftan geldiğinin belirlenemediği/bilinemediği hallerde her iki taraf için de meşru savunma hükümleri uygulanamaz.
Saldırı tereddütsüz bir şekilde sonra erdikten sonra yapılan eylem, meşru müdafaa kapsamı içinde değerlendirilemez. Muhtemel/olası bir saldırıya veya sonlanmış ancak tekrarı kuvvetle muhtemel ve ciddi görülmeyen farazi bir saldırıya karşı meşru savunma olamaz. Örneğin saldırganın elindeki bıçağı alıp saldırıyı def ettikten sonra bu bıçakla gerçekleştirilen eylem, meşru savunma kapsamında kabul edilmez. Saldırının, savunma anında halen var olması veya sonlanmış olmasına karşın, mevcut somut verilerle tekrarının kuvvetle muhtemel ve ciddi görülmesi gereklidir. Meşru Savunma için;
- İcrasına başlanmış gerçekleşen bir saldırı,
- İcrasına başlanmış gerçekleşmesi muhakkak bir saldırı,
- İcra edilmiş fakat tekrarı muhakkak olan bir saldırı gerekmektedir.
Saldırı başlamadığı veya başlama ihtimalinin düşük olduğu hallerde veya saldırının tereddütsüz şekilde bittiği hallerde, meşru savunma hakkı kullanılamaz.
Saldırı bir hakka yönelik bulunmalıdır. Saldırı hukuken korunan herhangi bir yarara/değere karşı gerçekleştirildiğinde meşru savunmadan yararlanılabilinir. Hukukça korunmaya değer görülen tüm haklara yönelik saldırılara karşı meşru savunmada bulunulabilinir. (Vücut bütünlüğü, Konut dokunulmazlığı, cinsel özgürlük, kişi özgürlüğü, mülkiyet ve malvarlığı hakları vb.) Örneğin laf atılan genç kızın çantasıyla saldırgana vurması meşru müdafaa kapsamındadır. Failin, meşru savunma ile korunması mümkün olmayan bir hakkı koruması halinde meşru savunma hükümlerinden yararlanması mümkün değildir. Örneğin, komşusunun arazisinde sahip olduğu geçit hakkının kapatılmasına karşı komşusunu darp eden fail meşru müdafaa hükümlerinden yararlanamaz. Çünkü saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yapılmamıştır.
Saldırının başlamış sayılması için, icra hareketlerine başlanması yeterli olduğundan, fiilen saldırılması zorunlu görülmemelidir. Zira bu halde saldırının gerçekleşmesi durumunda mağdurun savunma olanağı ortadan kalkmış olabilir.
İcra hareketlerine başlanılmakla birlikte, henüz fiilen başlamamış olan bir saldırı hazırlığı, gerçekleşmesi muhakkak bir saldırı tehlikesinin bulunduğunu gösterebilir. Örneğin elinde bıçakla veya silahla gelinmesi veya elindeki silahı doldur boşalt yapıp kurması halinde saldırı başlamış sayılır. Örneğin mağdurenin ırzına saldırı amacıyla yatak odasının camını kırmaya çalıştığı esnada içerdeki mağdure tarafından ateş edilerek öldürme olayı meşru savunma kapsamındadır. (1.CD.24.10.1991,2135/2393) Burada savunma mecburiyetinin ve aciliyetinin maddi olaya göre tartışılması gerekir. Bu çerçevede savunan, kendisini savunmak için ilk yumruğun karşı taraftan atılmasını beklemek zorunda değildir. Eğer kendisine yumruk atılmak üzere ise, saldırgandan önce davranıp bu yumruğun atılmasını engelleme hakkına sahiptir. Madde gerekçesindeki gerçekleşmesi muhakkak ifadesi ile anlatılmak istenen husus budur. Hiç kimseden kendisini savunmak amacıyla harekete geçmesi için kendisine doğrultulan tabancanın ateşlenmesini beklemesi istenemez; veya eğer düşman silahını çekmiş ve ona doğru koşuyorsa, o merminin göğsüne saplanmasını beklemeden önce düşmanına silahla karşılık verebilir. (HUME,D; Commentaries on the law of scotland respecting crimes, 4th edn, 1844, sf.229)
Korunan değer üzerinde zarar görme tehlikesinin doğduğu anın esas alınması ve derhal harekete geçmediği takdirde korunan hukuki değerin zarar görmesinin engellenmesinin güç ya da imkansız olacağı hallerde saldırının gerçekleşmesinin muhakkak olduğunun kabul edilmesi gerekir. (Hakeri s.325, Önder s.244, Erem-Danışman-Artuk s.575, Özütürk s.133) Örneğin bombanın 30 gün sonra aktive olması ve son gün dahi bu patlamanın engellenmesi kesin ise ve bu durum mağdur tarafından da bilinmekteyse, patlamanın engellenmesinin mümkün olduğu son ana kadar saldırının gerçekleşmesinin muhakkak olmadığı kabul edilmelidir. Saldırı sonucunun ortaya çıkacağı zamanın belirsiz olduğu veya her an olması durumunda zarar tehlikesinin doğduğu andan itibaren, ele geçirilen ilk fırsatta saldırının bertaraf edilmesine yönelik eylemler meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmelidir. Kişinin elini beline atması, arabayı üzerine sürmesi, mutfaktan bıçak almaya gitmesi, ikaz edilmesine rağmen elindeki bıçağı bırakmaması gibi hallerde, objektif olarak harekete geçilmemesi durumunda zararın meydana gelmesinin engellenemeyeceği endişesi yaratıldığından, saldırının bertaraf edilmesine yönelik orantılı eylemler meşru savunma kapsamında değerlendirilmelidir. Bunun dışında sadece senin öldürürüm şeklinde tehdide karşı silahla karşılık vererek şahsı öldürmek, meşru müdafaa sınırları içerisinde değerlendirilemez. Kısacası hayatın olağan akışı ve tecrübe kurallarına göre, saldırganın dış dünyaya yansıyan davranışlarından, savunana ya da başkasına ait hukukça korunan bir değere zarar vermeye yönelmiş ve derhal harekete geçilmediği takdirde önlenmesinin güç ya da imkansız olduğu bir saldırının gerçekleşmek üzere olduğu öngörülüyorsa, saldırının gerçekleşmesinin muhakkak olduğu kabul edilmelidir. İlk saldırıyı başlatan saldırgan, saldırısını sonlandırmış, bunu karşı tarafa sözlü olarak ya da davranışlarıyla inandırıcı bir şekilde iletmiş ve karşı taraf da bu duruma vakıf olmuşsa, artık ortada mevcut bir saldırı bulunmamaktadır.
Savunanın saldırının tekrarlanmayacağından emin oluncaya kadar savunmaya matuf fiilleri işlemeye hakkı vardır. Tekrardan saldırının kuvvetle muhtemel olduğu, savunanın bu konuda endişeye düşmesini haklı gösterecek maddi vakıaların varlığı (yeniden saldırmak için fırsat kollamak, intikam sözleri vs.) gibi hususlar ayrıca göz önünde bulundurulacaktır.
Gerçekleşen veya gerçekleşme ya da tekrar edilme tehlikesi bulunan bir saldırı olmadığı halde, failin öyle zannetmesi durumunda hata/yanılma hali vardır.
Meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan korku ve telaştan dolayı aşılması durumunda ceza verilmez. (Md.27/2) Meşru savunmaya ilişkin koşullardan “ölçülülük ya da orantılılık” koşulunun, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması gerekmektedir. Eğer fail, içinde bulunduğu heyecan, korku ve telaşla değil de bir kin ve intikam duygusuyla saldırıya cevap verirse, meşru savunmada sınırın aşılmasından değil, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasından bahsedilebilir. Failin içinde bulunduğu psikolojik ortam meşru savunmada sınırın aşılıp aşılmadığının tespitinde önem kazanır. (Yargıtay Ceza Genel Kurul Kararı – Esas No: 2012/1-1286, Karar No: 2012/1-1286, Tarih: 28.05.2013)-(Yargıtay Ceza Genel Kurulu - Karar : 2015/314)
5237 sy. TCK m 25/1 de yer alan gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş şeklindeki düzenlemeden, haklar arasında bir ayrım ya da sınırlama yapılmaksızın her türlü hakka yönelik saldırının meşru savunma kapsamında korunabileceği anlaşılmaktadır. Hak, hukukun koruduğu menfaattir. Eşlerden birinin diğerine karşı sadakatsizliği, aldatılan eşin şeref ve haysiyetine saldırı teşkil etmesine karşın, aldatılan eşi savunma pozisyonuna sokacak bir nitelik arz etmediğinden, aldatan eşe yönelik fiiller meşru müdafaa kapsamında değil, haksız tahrik hükümleri çerçevesinde değerlendirilir. Cinsel özgürlük hakkı uyarınca rızası bulunmayan eş, kendisine diğer eşi tarafından yöneltilen cinsel saldırı eylemine karşı meşru müdafaa eyleminde bulunabilir.
Kamu düzeninin genel olarak ihlal edilmesine topluma yönelik fiiller, aynı zamanda bir şahsın kişisel hakkını da ihlal etmiyorsa, savunmaya konu bir haktan bahsedilemez. Ayrıca, devlete veya diğer kamu tüzel kişilerine ait hukuki değerler de ancak kişisel hukuki değerleri de ihlal ediyorsa meşru savunmanın konusunu oluşturabilir. Yargıtay; güvenlik amacıyla geceleyin işyerini el feneriyle kontrol ettiği sırada, maktül ve arkadaşlarını işyeri içerisinde gören sanığın 2-3 metre mesafeden hedef gözeterek tabanca ile birden fazla el ateş etmesi sonucu hırsızlık amacıyla iş yerine giren kişilerden birini öldürmesi olayında meşru savunma şartlarının bulunmadığına hükmetmiştir. (1.CD.3.12.2009,2009/8688-2009/7458)
Üçüncü kişi yararına meşru savunmada bulunanın, 3.kişiyle yakınlığı olması gerekmediğinden, herhangi bir kişi 3. kişi lehine meşru savunmada bulunabilir. Örneğin tehditkar sözlerle birlikte annesinin başına tabanca dayayıp sürükleyen ve yere çöktüren kişiye, tabancası ile ateş edip öldüren failin eyleminde meşru müdafaanın saldırı ve savunmaya ilişkin tüm koşulları gerçekleşmiştir. 3. kişinin bireysel olarak tasarrufta bulunacağı hakkı üzerinde kendisine karşı yapılan saldırıya karşı rızasının bulunması veya müdahale edilmesini istememesi gibi hallerde, 3. kişi yararına meşru müdafaadan söz edilemez. Ancak saldırıya uğrayanın ciddi şekilde can güvenliğinin (Yaşam Hakkı) bulunması vs. gibi hallerde rızası aranmaksızın saldırgana karşı orantılı savunmada bulunulabilinir. 3. Kişinin saldırıya rıza gösterdiğine dair zahiri söyleminden çok, olay anındaki korku ve endişe nedeniyle bu beyanlarda bulunabileceği de göz önünde tutulmalıdır.
SAVUNMAYA İLİŞKİN KOŞULLAR : Savunma; saldırıya karşı koyma anlamına gelir. Saldırıyı defetmek amacıyla saldırgana yöneltilen her türlü fiildir. Meşru savunmanın kabul edilebilmesi için; saldırı veya çok yakın tehlikenin derhal ortadan kaldırılması zorunludur.
Saldırı veya tehlikenin ortadan kaldırılması için derhal savunmada bulunmak gerekmiyor ve sonraki bir zamanda da giderilebilecek durumda ise, meşru savunma koşulu oluşmamıştır. Yine saldırının başka bir yöntemle defedilmesinin olanaklı bulunması durumunda, savunma zorunluluğu da yok sayılmalıdır.(Özgenç Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler s.316) Ancak başka tür yöntemlerin varlığının kabul edilebilmesi için şahıslardan bazı kişilik değerlerinden fedakarlıkta bulunması (yalvarması, özür dilemesi, vb.) veya çok cesurca davranıp kahramanlık yapması, kendisini tehlikeye atması istenemez.
Savunana, kural olarak, kaçma yükümlülüğü yüklenemez. Ancak savunana yönelik bir saldırı mevcut ya da yakınsa, savunan öncelikle olanak dahilinde; ikaz etmek, çevrede bulunanlardan yardım istemek, devlet kuvvetlerinden yardım istemek veya geri çekilmek suretiyle tehlikenin gerçekleşebileceği yerde bulunmamak suretiyle güven içerisinde saldırıyı defedebilecekse, öncelikle bu alternatiflerin denenmesi gerekir. (Y.1.CD.2009/3187 E.2012/7283 K.) Savunanın üzerinde bir zarar yaratma durumu söz konusu olmadığı hallerde, olay yerinden uzaklaşma/kaçma yükümlülüğü vardır. Ancak savunan kolluk görevlisine ve 3.kişilerin savunulması hallerinde geri çekilme yükümlülüğü yüklenemez. Örneğin saldıran kişinin silahının alınması suretiyle etkisiz hale getirilmesi sonrasında savunmada bulunulması halinde devam eden saldırı olmadığından meşru müdafaa kapsamında bir eylem de yoktur. Geceleyin sanığın büfesinden hırsızlık yaptığı sırada mal varlığına yönelik saldırıyı def etmek için maktülü tam göremeden rasgele yaptığı atışlardan birinin isabet edip öldürmesi biçimindeki olayda savunma zorunluluğu ve orantı koşullarının gerçekleştiği kabul edilmiştir.(1.CD.16.7.2008, 2007/6814-2008/6009).
Savunmanın saldırıya yönelmesi ve saldıran kişi veya kişilere karşı yapılması gerekmektedir. Saldırıya iştirak etmeyen kişiye savunmada bulunup zarar veren kişi cezalandırılır. Buna karşın savunma içeren hareketin sapma sonucu diğer bir kimseye zarar verilmesi durumunda da meşru müdafaadan yararlanılır. Savunmanın orantılı olması yani, saldırıyı etkisiz kılacak ölçüde olması gereklidir. Saldırıya uğrayan kişinin bunu fırsat bilerek, saldırının ağırlığıyla ölçüsüz, dengesiz biçimde çok ağır bir sonuca yol açacak tepkide bulunması, eylemi haklı olmaktan çıkaracaktır. Savunmanın orantılı olması araçta orantılılık ve konuda orantılılık şeklinde ikiye ayrılarak incelenecektir;
Araçta Orantılılık : Saldırıda kullanılan araç ile savunmada kullanılan araçlar arasında makul bir denge bulunmasını gerektirir. Mutlak anlamda eşitlik ve aynılık aranmaz. Esas olan saldırıyı defetmeye yeterli bir aracın kullanılmasıdır. Araçta orantının; salt kullanılan aracın cinsiyle değil, olaya ve taraflara özgü diğer koşullara göre belirlenmesi gerekir. Saldırıya uğrayan kişinin o sırada savunma için kullanabileceği diğer araçlar saldırıyı etkisiz kılmak bakımından risk taşımaktaysa, mutlaka eşdeğer bir araçla karşı koyması beklenemez. Hatta, saldırıyı etkisiz kılacak olan aracın, saldıranınkinden ,üstün olması gerekir ki, caydırıcı olsun, saldırıda ısrar edilirse de önleyici olsun. Sopa veya taşla saldırana ya da güçlü bir kişinin tekme tokat saldırısına karşı tek imkanı olan tabancayla savunmada bulunulması halinde de orantılı savunmadan söz edilebilir. Örneğin bir kaç kişinin dövmek üzere gelmesine istinaden korkutmak amacıyla havaya ateş edilmesi meşru müdafaa kapsamında görülmüştür. Kullanılan aracın gerekenden fazla şekilde kullanılması da savunmayı meşru müdafaa kapsamından çıkaracaktır. Örneğin bacağa veya havaya ateş edilmesi suretiyle saldırının bertaraf edilmesi mümkün iken direk kafaya nişan alarak saldırganın öldürülmesi, meşru savunma kapsamında görülmemiştir. Kalabalık bir grubun elinde taş ve sopalarla saldırması ve ihtar atışlarıyla durmamaları sonucunda yaralanmaları, fiziken çok güçlü bir kişinin zayıf yapılı mağdura bıçakla saldırması ve mağdurun elindeki av tüfeğiyle onu basit bir yaralama ile durduramayacağı inancıyla vücuduna ateş ederek yaralaması eylemleri, meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmiştir.
Konuda Orantılılık : Saldırıya uğrayan kişinin yararı ile, savunma sonucunda zarar verilen saldırgana ait hukuki yararlar arasında bir dengenin bulunmasını ifade eder. Örneğin cinsel dokunulmazlığını korumak için saldıranın yaşam hakkının ihlal edilip öldürülmesi halinde de konuda orantılılık bulunabilir. Değerler arasında açık ve ölçüsüz bir dengesizliğin bulunması halinde, savunmanın orantısız olduğu kabul edilir. Örneğin küçük bir çocuğun saldırısının tokat atmak suretiyle bertaraf edilmesi olanaklı iken silahla yaralanması veya yaralayarak kurtulma olanağı veya hayati bölgelere ateş etmeyerek defetme imkanı mevcut iken saldırganın öldürülmesi gibi durumlarda konuda orantı bulunmamaktadır. Savunmada orantısızlık bulunması halinde savunmada sınır aşılmış demektir. Bu halde TCK md 27 hükümlerinin göz önünde bulundurulması gerekir. Örneğin elinde silah bulunmayan saldırganın evin camlarını kırması ve tehdit etmesi üzerine silahla öldürülmesi olayında, sınırın aşıldığı kabul edilmektedir. Orantının belirlenmesi sırasında, her somut olay ve taraflar kendi içerisinde değerlendirilmeli, salt kullanılan araçların cinsleri veya yararın değeri ile savunma arasındaki denge değil; fiilin işlendiği yer ve zaman, tarafların yaş, cinsiyet, fiziki durumları, olaydan önceki ilişkileri, olay sırasında ve sonrasındaki davranışları gibi tüm faktörler birlikte analize tabi tutulmalıdır. Orantılılığın tespitinde, saldırganın ve savunanın sahip olduğu araçlar, saldırganın ısrarı, saldırı imkanının ortadan kalkması (tereddütsüz bir biçimde sonlanıp sonlanmadığının anlaşılması), saldırganların çokluğu, saldırının gerçekleştiği yer ve zaman, saldırganın olay öncesindeki davranışları, hedef seçme imkanı, tarafların özellikleri ( yaşları, sağlık durumları, cinsiyetleri, fiziki yapıları, kabiliyetleri, sarhoşluk hali vs.), tehlike altındaki değerin niteliği ve niceliği, savunanın içinde bulunduğu ruh hali birlikte değerlendirilir.( Dr. Namık Kemal Topçu, Meşru Müdafa,s.577-614) Yapılan değerlendirmede, savunanın, somut olayda saldırıyı def edebilmek için daha az zarar verebilecek bir hareket yapma imkanına sahip olmadığı, onun konumundaki başka bir kişinin de o anın hal ve koşulları içerisinde ancak bu şekilde hareket edebileceği, sınırın aşılması gibi bir durumun söz konusu olmadığı kanaatine ulaşılmışsa, meşru savunmanın koşullarının gerçekleştiği kabul edilir. Bu çerçevede savunanın işlediği fiil meşrudur, haklıdır ve söz konusu fiille ilgili olarak başkaca bir değerlendirme yapılmaksızın CMK 223/2-d hükmü uyarınca beraat kararı verilecektir. (YCGK 2015/1-1039 E.2016/96 K.)
Savunmaya matuf fiilin tamamlanması şart değildir. Teşebbüs aşamasında da kalmış olsa meşru savunma hükümleri uygulanabilecektir.
Eğer fail, saldırgana yönelik savunma kapsamında bir fiil işlerken değil de, örneğin oradan uzaklaşırken olayla ilgisi olmayan 3.bir kişiye zarar vermişse ortada savunmaya matuf işlenen bir fiil olmadığından işlenen fiilin meşru savunma kapsamında değerlendirilmesi söz konusu olmayacaktır. Ancak meşru savunma esnasında, dikkatsizlik sonucunda olayla ilgisi olmayan 3.kişiye zarar verilmişse, savunan, koşulları mevcutsa ancak zorunluluk halinden istifade edebilir. Ancak yargıtay, sapma sonucunda 3.kişiler üzerinde meydana gelen taksirli neticenin de meşru savunma kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir.(Y.1.CD.2008/6620 E.2009/1456 K, 12.CD.2019/7675 E.2020/1170 K.)
Savunmaya ilişkin matuf fiil icrai suretle işlenebileceği gibi ihmali suretle de işlenebilir. Savunmaya ilişkin fiil zarar neticesi doğurabilecek bir şekilde işlenebileceği gibi, tehdit gibi tehlike oluşturacak şekilde de işlenebilir.
Kabahat türünden bir fiilin meşru müdafaa kapsamında işlenebilmesi mümkün görünmemektedir.
Şayet failin davranışlarının ölçüsünü ayarlayamamasının, gerçekleştireceği davranışın saldırıyı defetmek için gerekenden fazla olduğunun farkına varamamasının ve bu suretle de saldırgana gerekenden fazla tepki vermesinin sebebi uğradığı haksız saldırıdan kaynaklı olarak yaşadığı heyecan, korku ve telaşın onun olayı doğru bir biçimde algılama, muhakeme etme ve davranışlarını ayarlayabilme yeteneğini önemli ölçüde azaltmasıysa, fail bu nedenle sağlıklı bir şekilde karar alamamış ve davranışlarını hukukun icaplarına göre yönlendirememişse, failin kusurluluğu/kınanabilirliği onu cezalandırmayı haklı kılmayacak derecede azalmışsa fail hakkında 2.fıkra hükmü uygulanacaktır. Burada failin yaşadığı heyecan, korku veya telaşın boyutu, onu işlediği fiilden dolayı mazur görecek ağırlıktadır. (Y.CGK.2012/1-1286 E.2013/264 K.) Heyecan; sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi vb. sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu durumu, Korku; bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü, Telaş; şaşkınlıktan doğan karışıklık, kargaşa, kaygı anlamına gelmektedir.(Dr. Namık Kemal Topçu, Meşru Müdafaa,s.713-714)
ZORUNLULUK (ZARURET HALİ) : Meşru savunmada bir insandan kaynaklanan saldırı söz konusu olup, saldıran kişiye karşı savunmada bulunulmaktadır. Zorunluluk halinde ise, tehlikeye karşı korunulmakta ve tehlike haklı veya haksız olarak nitelenemeyen bir insan veya hayvan davranışından ya da doğa olayından kaynaklanmaktadır. Ayrıca zorunluluk halinde tehlikeyi uzaklaştıracak hareketin mutlaka tehlikeyi meydana getirene karşı yapılması zorunlu değildir. Tehlike ile işlenen fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Öldürülmek üzere kendisine pusu kurulduğunu fark eden kişinin kaçmak için bir bahçenin kapısını kırması zorunluluk hali içerisinde değerlendirilecekken, hiç gereği yokken bahçedeki arabaya da zarar vermesi aynı kapsamda sayılmayacaktır. Meşru savunmada haksız bir saldırı vardır. Zorunluluk halinde mevcut olan tehlike ise, haklı ya da haksız olarak nitelendirilmez. Meşru müdafaada, saldırıyı yapana karşı bir suç işlenir. Dolayısıyla meşru savunmada bulunan için tazminat yükümlülüğü bulunmamaktadır. Zorunluluk halinde ise fiil nedeniyle zarar gören, bu zorunluluk halinin ortaya çıkmasına sebep olmamıştır. Yani tehlikenin sorumlusu değildir. Bu nedenle zorunluluk hali nedeniyle fiili gerçekleştiren, bu kişiye karşı tazminat ödemekle mükelleftir. Tehlike ile işlenen fiil arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Öldürülmek üzere kendisine pusu kurulduğunu fark eden kişinin kaçmak için bir bahçenin kapısını kırması zorunluluk hali içerisinde değerlendirilecekken, hiç gereği yokken bahçedeki arabaya da zarar vermesi aynı kapsamda sayılmayacaktır. Doktrinde hayvan saldırıları da zorunluluk hali kapsamında ele alınmaktadır. Cebir ve şiddet veya tehditle suç işlenmesi halinde, bir insan davranışı tarafından failin iradesi zorlanmakta ve zorlayanın iradesiyle hareket ederek onun aracı durumuna gelmektedir. Buna karşın ıztırar halinde tehlikenin insan davranışı olması zorunlu olmadığı gibi, fail tehlikeye karşı korunmak maksadıyla kendi iradesiyle hareket etmektedir. Mücbir sebep de zorunluluk halinden farklıdır. Mücbir sebepte zorlayıcı (karşı konulamaz veya sakınılamaz) bir dış kuvvet karşısında fail iradesini kullanma olanağı bulamamakta, bu zorlayıcı sebebin etkisine bağlı olarak zorunlu (irade dışı) biçimde hareket etmektedir. Buna karşın zorunluluk halinde failin tehlikeden kurtulmaya yönelik hareketi kendi iradesinden kaynaklanmakta olup, fail isterse hareketi yapmayabilir. Zorunluluk hali, kusuru ortadan kaldıran bir sebeptir. Bu nedenle ıztırar halinin gerçekleştiği durumda CMK md 223/3 gereğince kusurun bulunmaması gerekçesiyle, ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmelidir.
Şartları :
1. Ağır bir tehlikenin varlığı
2. Tehlikenin bir hakka yönelik olması
3. Tehlikenin muhakkak olması
4. Tehlikeye bilerek neden olunmaması (CGK,19.12.2013,2012/8-1551-2013/64)-(CGK.8.5.2012,2011/1-436-2012/190)
Tehlikeye İlişkin Şartlar :
Ağır Bir Tehlikenin Varlığı : Tehlike, bir hakka zarar verme ihtimalinin varlığını ifade eder. Kanunda tehlikenin ağır olması gerektiği açıklanmıştır (m.25/2). Bu nedenle zorunluluk halinden söz edilebilmesi için herhangi bir ağırlıktaki tehlike değil, ağır vasıfta bir tehlike bulunmalıdır. Tehlikenin ağır olması ile, hem tehlikenin ve hem de meydana getireceği zararın ağır olması anlaşılır. Bu bakımdan, bir insan hayatının kaybına, vücut bütünlüğünün ihlaline veya diğer bir hakkın önemli şekilde zarar görmesine yol açan tehlikenin ağır olduğu kabul edilmelidir. Tehlikenin ağırlığı ibaresi diğer yandan, korunmak istenen hukuki değerin zarara uğrama olasılığının yüksek ve yakın olduğunu da ifade etmektedir. Tehlikenin ağır olup olmadığının, somut olayın özelliklerine göre hakim tarafından takdir ve tayini gerekir. Zorunluluk hali, aç veya susuz kalma, kazaların yol açtığı panik hali, çeşitli olaylar nedeniyle insan psikolojisi veya biyolojisinin gereksinimlerinden de kaynaklanabilir. Örneğin aç kaldığı için yiyecek çalma, annenin yaşamını tehlikeye düşürmesi nedeniyle bebeğin kürtajla alınması bu şekildedir. Azgın bir köpeğin veya hayvanın saldırısından korunmak için başkasının evine girilmesi de ıztırar hali kapsamındadır.
Tehlikenin Bir Hakka Yönelik Olması : Herhangi bir kişilik hakkında yönelen tehlike nedeniyle zorunluluk haline başvurulabilinir. Bulaşıcı hastalığı olan kişinin bir hastanede kalarak tedaviye zorlanması, deprem gibi felaket ya da toplumsal olaylardan kurtulmak için başkalarını ezerek kaçmaya çalışmak zorunluluk hallerine örnek olarak gösterilebilir. 3.kişi lehine zorunluluk hali de mevcut olabilir. Burada 3.kişinin failin akrabası, yakını olması şart olmadığı gibi, kurtarılan kişinin buna razı olması da gerekli değildir. Malvarlığı hakları da zorunluluk hali kapsamına girmektedir.
Tehlikenin Muhakkak Olması : Gerçekleşmesinin derhal veya çok yakın bir gelecek içinde kuvvetle muhtemel olduğu tehlikeyi ifade etmektedir. Derhal korunma hareketi yapılmadığı takdirde korunan hukuki değer, önemli ölçüde zarar görecektir. Tehlikenin halen mevcut bir tehlike olması gerekmektedir.
Tehlikeye Bilerek Neden Olunmaması : Failin bilerek, yani kasten (doğrudan veya olası kast) neden olduğu tehlikeden korunmak veya başkasını korumak için yaptığı hareketler zorunluluk hali içerisinde görülemez. Ancak taksirli davranışıyla tehlikeye neden olan kişi, zorunluluk nedeninden yararlanır. Örneğin ormanı önce yakıp sonra yangından kaçmak için başkasının traktörünü çalan fail, ıztırar halinden yararlanamaz. Ancak otoban girişi sanarak otoban çıkış yoluna giren ve sonra hatasını anlayarak geri vitesle dönen kişinin fiili zorunluluk hali kapsamındadır.
Korunmaya İlişkin Şartlar :
Başka Suretle Korunma Olanağını Bulunmaması : Başkasına zarar verilmeden de tehlikeden kurtulma olanağı varsa zorunluluk halinden faydalanılamaz. Tehlikenin başka bir yolla önlenmesi veya uzaklaştırılması, tek uygun seçenek olması durumunda ıztırar hali söz konusu olabilir. Örneğin tehlikeden kaçarak veya gizlenerek kurtulma olanağı varken en kolay yolu seçip başkasının hakkına zarar veren kişi, ıztırar haliyle hareket etmiş sayılmaz. Tehlikeden kurtulmak için en az zarara yol açacak yöntemin seçilmesi gerekir. Birden fazla kurtulma imkanı varsa, en az zarar veren tercih edilmelidir. Fail tehlikeden kurtulmak için taksirle veya kasten hareket edebilir. Örneğin vahşi hayvan saldırısından kurtulmak için ateş eden kişi hataen arkadaşını öldürürse, zorunluluk halinin varlığı kabul edilmektedir. Yine ülkesindeki hasımlarının saldırılarından kurtulmak için sınır ihlali yapmak yargıtay tarafından zorunluluk nedeni içerisinde görülmüş, pasaport kanununa aykırılıktan ceza verilemeyeceğini kabul etmiştir.
Tehlikenin Ağırlığı İle İşlenen Fiil Arasında Orantı Bulunması : Faile sınırsız bir yetki verilmemiş, ancak üstün veya dengeli bir değer için diğer bir hakkın ihlal edilebileceği kabul edilmiştir. Korunan hakkın, korunma amacıyla feda edilen hakka göre daha üstün veya en azından onunla eşit bir değerde olduğu hallerde, değerler arasında orantının bulunduğu kabul edilmektedir. Yaşam hakkı her durumda üstün değerdir. Örneğin kalp krizi geçiren kişinin hastaneye yetiştirilmesi için hız sınırının aşılması ve bu halde bir yayaya çarpılması durumunda zorunluluk halinden bahsedilemez. Dengenin fiilin işlenmesindeki vasıta yönünden de analiz edilmesi gerekir. Örneğin aç kalması sebebiyle birkaç ekmek çalınmasında orantı var ise de tüm ekmeklerin çalınmasında orantı yoktur. Sahipli hayvan mal kapsamında değerlendirilmektedir.
Tehlikeye Göğüs Germe Yükümlülüğünün Bulunmaması : Hukuk düzeni tehlike karşısında kişinin haklarını riske koymasını veya feda etmesini beklemekteyse, tehlikeden kaçması hukuken korunmayacaktır. Örneğin askerler, kolluk güçleri, itfaiyeciler, gemiciler, meslekleri gereği terör, silahlı saldırı veya yangına karşı müdahale etmekle görevlidirler. Örneğin batmakta olan bir gemideki yolcuları kurtarmadan kendileri bir filikaya binerek kurtulmaya çalışan denizciler, zorunluluk halinden faydalanamazlar. Hastalıkla mücadele etmekle görevli hekim salgın hastalık nedeniyle korkup tedaviden kaçamayacağı gibi, sınırda nöbet tutan asker de düşman ateşinden korkarak çaldığı araca binip kaçamaz. Bu hallerde zorunluluk hali yoktur. İntihar etmek üzere evinde yangın çıkaran kişiyi kurtarmak için, kapısı kırılıp içeri girilebilir. Tehlikeye 3. kişinin bilerek neden olması durumunda, tehlike karşısında karar vermek durumunda olan kişinin tehlikenin nedenini araştırması beklenemeyeceğinden, onun kurtarılması için de zorunluluk halinden yararlanılabilinir. (Önder, Ceza Hukuku Dersleri,s.256, Demirbaş,s.278,Centel/Zafer/Çakmut,s.317) (Osman Yaşar/Hasan Tahsin Gökcan/Mustafa Artuç,Türk Ceza Kanunu,1.Cilt, s.696-735)
Zorunluluk halinde tehlike, basit bir tehlike olmayıp, ağır ve muhakkak bir tehlikedir. Tehlikenin ağır olması, ortaya çıkacak sonucun da ağır olacağına işarettir. Failin tehlikeye karşı koymakla ödevli olmaması gerekir. (Doç.Dr.İbrahim Şahbaz, Açıklamalı Türk Ceza Kanunu, s.235-236)
Bir insanın hayat kaybına, vücut bütünlüğünün ihlaline veya bir hakkın önemli şekilde zarar görmesine yol açan tehlikenin ağır olduğu kabul edilmektedir. Tehlikenin mutlaka o anda mevcut olması şart olmayıp, yakın tehlike, muhakkak tehlike içerisinde değerlendirilir. 3.kişi lehine zorunluluk halinde 3.kişinin tehlikeden kurtulmak isteyip istememesinin veya tehlikenin farkında olup olmamasının bir önemi bulunmamaktadır. Tehlike kasten değil de taksirli hareket neticesinde ortaya çıkmışsa zorunluluk halinin bulunduğu kabul edilir. İsnat yeteneği bulunmayan kimselerin kasten hareketi sonucu meydana gelen tehlikelere karşı da zorunluluk hali kabul edilir. Tehlikeden kurtulmak için başka çare varken suç sayılan bir hareket yapan, tehlikeyi def edecek diğer bir yol kullanılmadan doğrudan bir kişiye ait hakka zarar veren, tehlikeden kaçarak-gizlenerek kurtulabilecekken en kolay yolu seçip başkasına zarar veren, devletin sağlayacağı koruma imkanının bulunmasına karşın başkasına zarar veren şahıs, zorunluluk halinden faydalanamaz. Korunan hak, feda edilen haktan üstün olduğu veya hiç olmazsa ikisinin birbirine eşit olduğu hallerde zorunluluk halinden söz edilir. Korunan hakkın, ihlal edilen haktan daha önemsiz nitelikte bulunması durumunda ise haklar arasında orantı bulunmadığı kabul edilir. Orantının fiilin işlenmesindeki vasıta yönünden de gözetilmesi gerekir. (Hüsnü Aldemir, Ceza Hukuku Genel Hükümler Rehberi, s.350-359)
Şu hallerde zorunluluk halinin bulunduğu kabul edilir;
- Deprem sonucunda açılmayan evinin kapısından çıkamayınca komşusunun balkonuna geçerek çıkmak
- Denize çıplak girdiği sırada elbiseleri çalınınca, başkasının elbisesini giyerek eve gitmek
- Çıplak resimlerinin başkasınca çekildiğini öğrenip, şantaj yapılacağı korkusuyla bu resimleri çalmak
- Yangın,sel,deprem gibi felaketten ya da toplumsal olaylardan (stadda panik çıkması gibi) kurtulmak için başkalarını ezerek kaçmaya çalışmak
- Çocuğunun tedavisi için zorunlu olan ilacı alamadığı için çalmak
- Bulaşıcı hastalığı olan kişinin bir hastanede kalarak tedaviye zorlanması
- Evini selden korumak için, suyun yolunu başkasının bahçesine çevirmek
- Başkalarınca dövülmekte olan kişinin, kurtulmak için bir kişinin konutuna veya eklentisine girmek
- Vahşi hayvan saldırısına maruz kalan kişinin başkasının konutuna girmesi
- Vahşi hayvan saldırısından kurtarmak amacıyla ateş edip, hataen kurtarmak istediği arkadaşını öldürmesi
- İntihar eden bir kişinin kurtarılması için evin kapısını kırıp evin içerisine girilmesi. (Yaşar-Gökcan-Artuç;a.g.e.sh.639-640)
Yargıtay İçtihatları :
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2021/10345 |
Karar |
: 2022/8251 |
Tarih |
: 25.10.2022 |
meşru savunmada haksız bir saldırıya karşı savunmada bulunan kişinin, o anki ruhsal durumuna göre, mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşa kapılarak bu durumun etkisiyle saldırı karşısında gereğinden fazla karşı koymada farkında olmadan, saldırıyı savuşturmaya yarayacak olandan fazla zarar vermesi gerektiği öngörüldüğünden, somut olayda, sanığın yaralanmasının niteliği, maktule yönelik ateş sayısı ve hedef alınan vücut bölgeleri birlikte değerlendirildiğinde, TCK'nin 27/2. mad. uygulanma koşullarının bulunmadığı, etki ve tepki dengesi gözetilerek maktulden gelen ve haksız tahrik oluşturan davranışlar da nazara alındığında, ağır haksız tahrik altında kasten öldürme suçundan cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen gerekçeler ve yanılgılı değerlendirme sonucu ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yasaya aykırıdır.
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2022/4094 |
Karar |
: 2022/7884 |
Tarih |
: 11.10.2022 |
5237 sayılı TCK'nin 27/2. maddesinde, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;
1- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
4- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nin 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir.
Sanığın, maktul tarafından başlatılan, aralıksız sopa darbeleri ile devam etmekte olan ve ağır (4) derecede kemik kırığı oluşur nitelikteki yaralanması sonucunu doğuran haksız saldırıyı ruhsatlı silahı ile ateş etmek suretiyle gerçekleştirdiği eyleminde maktulden kendisine yönelmiş, vücut dokunulmazlığına karşı gerçekleşen ve tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anki hal ve şartlara göre, saldırıyla orantılı bir şekilde defetme zorunluluğunun bulunduğunda şüphe olmamakla birlikte, kamera kayıtlarında açık bir görüntünün yer almadığı maktulün sanığın iş yerinin giriş kapısı önünde yere düştüğü aşamada, sanığın, maktule tekrar bir el daha ateş etmek suretiyle gerçekleştirdiği eyleminde, savunmadaki sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaşla aştığı anlaşıldığından, 5237 sayılı TCK'nin 27/2 ve CMK'nin 223/3-c maddeleri uyarınca sanığa ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi yerine yazılı şekilde hüküm kurulması,
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2015/705 |
Karar |
: 2019/59 |
Tarih |
: 05.02.2019 |
Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyeti olarak tanımlanan askerlik görevini yaklaşık on aydır olayın meydana geldiği kıtasında yapmakta olan sanığın, görevini etkili bir biçimde yerine getirmesi için kendisine verilen fiziksel, psikolojik ve ahlakî eğitim ile nöbete, silah kullanmaya, sınır ihlali yapan kişilere karşı davranış şekillerine ilişkin talimatlar hilafına hareket etmesi, elinde veya üzerinde herhangi bir silah bulunmadığı sabit olan maktulün kendisini askerlere ihbar ettiğini düşündüğü için tanık U.’nun üzerine doğru koşması ve sanığın maktule yumrukla vurarak yere düşürmesi üzerine yerden kalkarak sanığın üzerine hızla yürümekten ibaret eylemlerinin, sanığa veya kendisine yönelik silahsız etkili eyleme karşı savunma yapabilecek fiziksel yapıya sahip 18 yaşındaki tanık U.’ya yönelmiş ciddi ve haksız bir saldırı oluşturmaması karşısında; sanığın saldırıyı o andaki hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile hareket etmeyip haksızlık karşısında öfkeye kapılarak son derece orantısız şekilde tepki gösterip tüfeğinin ucuna takılı süngüyü maktulün göğsüne saplayarak haksız tahrik altında maktulün ölümüne yol açtığı anlaşıldığından, sanık hakkında meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması hükümlerinin uygulanma imkânının bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2017/305 |
Karar |
: 2018/669 |
Tarih |
: 20.12.2018 |
Uyuşmazlık; sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine ilişkindir. Mağdur ve kardeşinin, kavgada yumruk atmak suretiyle sanık ile anne ve babasını basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif şekilde yaraladıkları, sanık ile babasının da yumruk atarak karşılık verdikleri göz önüne alındığında, sanığın kendisi ve ailesine yönelmiş haksız saldırıyı o anki hâl ve şartlara göre saldırıyla orantılı bir şekilde defetmek yerine, av tüfeğiyle iki el ateş edip mağduru basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek ölçüde yaralaması karşısında, saldırı ile savunma arasın da orantı bulunmaması nedeniyle meşru savunma şartlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2017/841 |
Karar |
: 2017/440 |
Tarih |
: 31.10.2017 |
Her iki tarafın da yanlarına öldürmeye elverişli silahları alarak olay yerinde buluşmaları, sanığın araçtan inerken yanına tabancasını da alması, kavga ortamında elindeki sopanın düşmesiyle birlikte tabancasını çekerek babasıyla kavga eden mağdura birkaç kez ateş etmesinin ardından, üzerine doğru bir elinde sopa, diğer elinde bıçakla gelmekte olan maktulü hayati olmayan bölgelerine ateş ederek bertaraf etme imkânı varken maktulün hayati bölgelerini hedef alması ve ilk atışla birlikte yere düşüp tehlikeliliği ortadan kalkmasına rağmen maktule yakın mesafeden birkaç kez daha ateş etmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın kasten öldürme eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirmediği kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2015/1160 |
Karar |
: 2016/141 |
Tarih |
: 22.03.2016 |
765 sayılı TCK'nun 49/2. maddesindeki düzenleme; "Gerek kendisinin, gerek başkasının nefsine veya ırzına vuku bulan haksız bir taarruzu filhal def’i zaruretinin bâis olduğu mecburiyetle işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde olup, anılan düzenleme ile meşru savunmanın, kişinin kendisinin veya başkasının sadece nefsine veya ırzına yönelik saldırılarda söz konusu olabileceği hüküm altına alınmıştır. Uygulamada en geniş yorumla maddenin "diğer kişilik haklarına yönelik saldırılarda" dahi uygulanabileceği kabul edilmiş ise de, mal varlığına yönelik saldırıları önlemek maksadıyla işlenen fiiller bu kapsamda değerlendirilmemiştir.
Buna karşılık, 5237 sayılı TCK'nun 25/1. maddesinde; "Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" şeklinde daha geniş bir hükme yer verilmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru müdafaanın kabulü için saldırının "korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması" yeterli görülmüştür.
Gerek öğretide, gerekse yerleşmiş yargısal kararlarda vurgulandığı üzere; 765 sayılı TCK’nun 49/2 ve 5237 sayılı TCK’nun 25/1. maddelerinde düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle de eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Saldırıya ilişkin şartlar:
- Bir saldırı bulunmalıdır.
- Bu saldırı haksız olmalıdır.
- Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
- Saldırı ile savunma eşzamanlı bulunmalıdır.
Savunmaya ilişkin şartlar:
- Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkanının bulunmamasıdır.
- Savunma saldırana karşı olmalıdır.
- Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, "sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.
Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez" denilmektedir. Kanun maddesi ve gerekçedeki anlatımın aksine öğretide kabul edilen görüşe göre, "Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması" ibaresini "Hukuka uygunluk hallerinde sınırın aşılması" olarak anlamak gerekir. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, Ankara, 2013, s. 413-425; Ersan Şen, Yeni TCK Yorumu, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2006, C.1, s.74-77; Mahmut Koca, Yeni TCK’nda Hukuka Uygunluk Nedenleri, Ceza Hukuku Dergisi, S.1, Ekim 2006, s.111 vd.; ..., Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 2. Bası, s.615 vd.; Haydar Metiner-Ahsen Koç, TCK Genel Hükümleri, Ankara, 2008, C.1, s. 692 vd.) Nitekim 5271 sayılı CMK’nun hüküm çeşitlerini düzenleyen 223. maddesinin sistematiği de bu anlayışı desteklemektedir.
5237 sayılı TCK’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;
- Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
- Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,
- Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.
Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK’nun 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, "heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru müdafaada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 24.03.2015 gün ve 815-71, 06.05.2014 gün ve 1557-233, 05.10.2010 gün ve 175-182 ile 31.03.2009 gün ve 201-81 sayılı kararında da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Aralarındaki husumet nedeniyle maktulün sürekli sanığa hakaret ettiği ve sanık ile ailesine rahatsızlık verdiği, olaydan iki gün önce de sanığı silahla tehdit ettiği, olay günü ise görgü tanıklarınca alkollü olduğu söylenen maktulün harman yerindeki dut ağacının altında sanığa yönelik tehdit ve hakaretlerde bulunduğu, sanığın babasının maktulü yatıştırması için tanıklar İsmail ve İrfan'ı çağırdığı, tanıkların olay yerine gelmesine rağmen maktulün hakaretlerine devam ettiği, olayları evinin penceresinden izleyen sanığın babasına ait av tüfeğini alarak olay yerine gelmesi üzerine sanığın tüfekle, maktulün ise tabanca ile karşılıklı ateş etmeleri sonucu maktulün öldüğü, sanığın ise hayati tehlikeye neden olacak derecede yaralandığı anlaşılmaktadır.
Bu şekilde gerçekleşen olayda, sanığın hukuka uygunluk nedenlerinde sınırı aşıp aşmadığının belirlenebilmesi için öncelikle meşru savunma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesi gereklidir. Maktulün, sanığın evinde olduğu sırada, sanığın evine yaklaşık 60 metre mesafedeki harman yerinden sanığa yönelik hakaret ve tehditlerde bulunduğu sabit ise de, sanığın evine doğru saldırı amaçlı gittiğine veya evinde bulunan sanığa yönelik fiili bir eylem gerçekleştirdiğine ilişkin herhangi bir iddianın olmadığı, bu durumda sanığın savunmada zorunluluk bulunmadığı halde ve daha önceden silah taşıdığını da bilmesine rağmen evde bulunan av tüfeğini alarak maktulün bulunduğu yere gitmesi ve tanık İrfan'ın sanığın evden çıktığı sırada annesinin “şunu tut” dediği hususundaki beyanı karşısında, sanığın maktülle kavga etmek amacıyla hareket ettiği anlaşıldığından, sanığın, maktulün saldırısını defedecek şekilde savunma yapma mecburiyetinin bulunmadığı yani "savunmanın zorunluluğu" şartının gerçekleştiğinden bahsedilemeyeceği göz önüne alındığında meşru savunmanın şartlarının oluştuğundan söz edilemez.
"Savunmanın zorunluluğu" şartının bulunmaması nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiği kabul edilemeyeceğine göre; bu durumda TCK'nun 27/2. maddesinde düzenlenen sınırın aşılmasının da uygulama yeri bulunmamaktadır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2015/1039 |
Karar |
: 2016/96 |
Tarih |
: 01.03.2016 |
Uyuşmazlıklar; sanığın eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirip gerçekleştirmediği, eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirdiğinin kabulü halinde ise meşru savunmada sınırın aşılıp aşılmadığı noktalarında toplanmaktadır. 1- Sanığı silahla yaralayan, sanığın darbedilmiş vaziyette yerde yatmakta olan kardeşi ne ise silahla dört el ateş eden maktülün haksız saldırısını bertaraf etmek maksadıyla, o anki hâl ve koşullara göre başka türlü hareket etme imkânı bulunmayan sanığın, hamili bulunduğu silahıyla ateş ederek maktulün ölümüne neden olma eylemini meşru savunma şartları altında gerçekleştirdiği kabul edilmelidir. 2- Üç oğlu ile birlikte olay yerine gelen ve oğullarında da silah bulunan maktül tarafından silahla yaralanan ve darp edilmiş vaziyette yerde yatan kardeşine maktül tarafından ateş edildiğini gören sanığın, olayın gelişimi ve gerçekleşme biçimi de nazara alındığında meşru savunmada sınırı mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aştığının ve TCK’nın 27/2. maddesinin uygulanma şartlarının gerçekleştiğinin kabulü gerekir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2014/572 |
Karar |
: 2015/2 |
Tarih |
: 17.02.2015 |
Katılan sanık Leyla’nın da Hüseyin’den başlayan, devam eden ve artarak devam etmesi de muhakkak olan cinsel davranışlar şeklindeki haksız saldırıyı, o andaki hal ve şartlara göre kilerin içindeki çuvalların arasında bulunan ve içerisinde iki adet mermi olan tabancayla bitişik atış mesafesinden yalnızca bir kez ateş etmek suretiyle defetmeye çalışması karşısında, katılan sanık Leyla’nın kendisini başka türlü savunmasının imkansız olduğu, saldırının bir sonucu olan ve saldırgana karşı gerçekleştirilen fiilde meşru müdafaa şartlarının bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2012/1286 |
Karar |
: 2013/264 |
Tarih |
: 28.05.2013 |
Sanığın cebinden çıkardığı çakı bıçağı ile, kendisine saldıran mağduru yaralamaya yönelik olarak hayati bölgeleri dışında, örneğin bacaklarına doğru vurarak saldırıyı defetmesi mümkün iken mağdurun göğüs bölgesine doğru rastgele çakı bıçağını sallaması sonucu mağduru göğüs boşluğuna nafiz ve akciğer yaralanması oluşturacak şekilde yaralaması eyleminde, saldırı ve savunmaya ilişkin diğer şartların bulunduğunda şüphe bulunmamakta ise de, "gerçekleştirilen savunmanın, maruz kalınan tecavüzü defedecek ölçüde olması" yani "saldırı ile savunma arasında oran bulunması" şartı gerçekleşmediğinden, meşru savunmanın şartlarının oluştuğundan söz edilemez. Başka bir anlatımla, savunma ile saldırı arasındaki denge savunma lehine bozulmuş, dolayısıyla da ölçülülük ya da orantılılık ilkesi ihlal edilmiştir. Savunmanın, meşru savunma şartlarında başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilemeyeceğine göre bu durumda, TCK'nun 27. maddesinde düzenlenen "sınırın aşılması"nın söz konusu olup olamayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir. Sanığın, mağdurun göğüs bölgesine doğru çakı bıçağını rastgele salladığı ve sınırın kastla aşıldığı sabit olduğuna göre, maddenin 1. fıkrasının olayda uygulanma şartlarının bulunmadığı açıktır. Kanun koyucu tarafından sadece meşru savunmaya ilişkin olarak kabul edilen ve anılan maddenin 2. fıkrasında düzenlenen mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelen nedenlerle sınırın aşılmasının olayda uygulanmasının söz konusu olup olamayacağına gelince; sanığın aralarında geçmişe dayalı husumet bulunan mağdurun kendisine saldırarak yere yatırması, vurmaya ve boğazını sıkmaya başlaması, mağdurun kardeşi Burak'ın da ayaklarından tutması nedeniyle tüm çabasına rağmen ellerinden kurtulamaması göz önüne alındığında, meşru savunmada sınırın mazur görülebilecek bir heyecan, korku ve telaş ile aşıldığının kabulü zorunludur. Sanığın, maruz kaldığı saldırının etkisiyle içine düştüğü psikolojik hal nedeniyle heyecanlanması, paniğe kapılması ve hatta korkması, bunun sonucunda da meşru savunma sınırını aşması hayatın olağan akışında beklenebilecek bir durum olup, somut olayda TCK'nun 27. maddesinin 2. fıkrasının uygulanma şartları gerçekleşmiştir.
T.C.
YARGITAY
İKİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2003/19105 |
Karar |
: 2005/14807 |
Tarih |
: 06.07.2005 |
Meşru müdafaadan söz edilebilmesi için, sanığın gerek kendisinin gerekse başkasının nefsine haksız bir saldırının bulunması, haksız saldırının defedilmesi için başka bir yol bulunmaması, saldırı ile savunmanın eşit şartlarda olması ve bu üç şartın bir arada bulunmasının gerekli olduğu, olayımızda sanığın tarlasında hayvan otlatan mağdurun kardeşinin, sanık tarafından dövülmesi nedeniyle sanık ile mağdur arasında çıkan kavga sırasında mağdur ile sanığın karşılıklı olarak birbirlerine müessir fiilde bulundukları, dolayısıyla olayda meşru müdafaa şartlarının gerçekleşmediği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi,
T.C.
YARGITAY
ONDÖRDÜNCÜ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2016/6594 |
Karar |
: 2017/45 |
Tarih |
: 10.01.2017 |
Dosya kapsamına göre, katılan sanık ...'in gerçekleştirdiği hakaret ve kasten yaralama suçları nedeniyle polisi çağıran diğer katılan sanık ...'nın, polisin gelmesine kadar Sibel'in işyerinden gitmesine engel olmak amacıyla kapıyı kilitlemesi üzerine Sibel'in dışarı çıkmak için kilitli kapının camına tekme atarak kırdığı anlaşıldığından, mevcut haliyle olayda meşru müdafaa koşullarının oluşmadığı nazara alınarak Sibel'in mala zarar verme suçundan mahkûmiyeti yerinde yazılı şekilde ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi,
T.C.
YARGITAY
ONSEKİZİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2019/9982 |
Karar |
: 2020/8258 |
Tarih |
: 29.06.2020 |
Oluşa ve tüm dosya içeriğine göre, suç tarihinde taraflar arasında çıkan tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucu sanıklar ... ve ...'in birbirlerini karşılıklı olarak adli raporlarında belirtildiği şekilde yaraladıkları olayda; her ne kadar ... savunmasında; ... ile temyiz dışı sanıklar ... ve ... tarafından darp edildiğini belirterek kendisinin darp eyleminde bulunmadığını belirtmiş ise de; olayın başlangıcının taraflarca farklı anlatılması nedeniyle dosya içeriğine göre ilk haksız hareketin kimden kaynaklandığının anlaşılamaması karşısında; sanık ...'un eylemi açısından 5237 sayılı TCK'nın 25. maddesinde düzenlenen meşru müdafaa koşullarının oluşmadığı gözetilmeden, TCK'nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı hususu tartışılarak, atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken, yasal ve yerinde olmayan gerekçe ile beraatine karar verilmesi, sanık ... hakkında TCK'nın 29. maddesinde yer alan haksız tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının da karar yerinde tartışmasız bırakılması,
T.C.
YARGITAY
BİRİNCİ CEZA DAİRESİ
Esas |
: 2022/4753 |
Karar |
: 2022/5317 |
Tarih |
: 20.06.2022 |
Meşru savunma, 5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrasında;
“Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”
Şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir.
Bahse konu hüküm gereği meşru savunma kurumunun uygulanabilirliği için saldırının, korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması yeterlidir. (5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin gerekçesi: “Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir. ... Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir.” açıklamalarına yer verilmiştir.)
Öğretide; “Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, 3. Bası, ..., 2006, s.364.); “Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki” (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2014, s.307.); “Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi” (... Yaşar, ... Tahsin Gökcan, ... Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2. Bası, ..., 2014, s.697.) şeklinde ve 765 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında; “Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki” olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eş zamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.
Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere;
5237 sayılı Kanun’un 25 inci maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
a) Saldırıya ilişkin şartlar:
i) Bir saldırı bulunmalıdır.
ii) Bu saldırı haksız olmalıdır.
iii) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.
iv) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.
b) Savunmaya ilişkin şartlar:
i) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.
ii) Savunma saldırana karşı olmalıdır.
iii) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.
Olayın meşru savunma içerisinde gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için saldırıya ilişkin şartların yanında savunmaya ilişkin de şartların oluşması gerekmektedir. Savunmada zorunluluk bulunsa da savunmanın saldın ile orantılı olması gerekir. Bu orantılılık belirlenirken saldırının yer ve zamanı, saldıran kişinin o anki durumu savunmada bulunan buna uygun bir tepki verip vermediği değerlendirilmelidir.
Bu açıklamalar kapsamında somut olay irdelendiğinde; suça sürüklenen çocuğun eylemini, katılan tarafından kafasına şişe ile vurulmak suretiyle basit şekilde yaralanması üzerine gerçekleştirdiği, suça sürüklenen çocuğun, maruz kaldığı bu saldırı karşısında katılana ele geçirilemeyen bıçakla 3-4 kez hamle yaptığı, sol uyluk bölgesine isabet eden bıçak darbesi ile katılanın basit bir tıbbî müdahale ile giderilemez şekilde yaralandığı anlaşılmakla, 5237 sayılı Kanun'un 25 inci maddesinin birinci fıkrasında meşru savunma için aranan, orantılılık koşulunun oluşmadığı anlaşıldığından, Mahkemece suça sürüklenen çocuk hakkında kurulan hükümde 5237 sayılı Kanun'un 29 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca haksız tahrik indiriminin uygulandığı belirlenmekle, meşru savunma hükmünün uygulanmamasında hukuka aykırılık bulunmamıştır.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2017/11 |
Karar |
: 2018/639 |
Tarih |
: 13.12.2018 |
Kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkânının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması hâlinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur.
Öğretide, “Meşru müdafaa olarak değerlendirilebilecek, örneğin hakaret, tehdit veya şantaj suçlarına muhatap olan ve o an konuşmaları kayıt altına alan mağdurun elde ettiği bu delil hukuka uygun sayılacaktır.” (Ersan Şen, Türk Hukukunda Telefon Dinleme, Gizli Soruşturmacı, X Muhbir, 2. Baskı, s. 74), “… ‘Kayıt altına alma’ gerçekleşen bir haksız saldırıya karşı, ‘Kayıtları takip organlarına verme’ ise tekrarı muhakkak bir haksız saldırıya karşı yapılmaktadır. Yani her ikisi de meşrudur. Netice olarak, meşru savunma çerçevesinde hareket ettiğinden, üzerinde durulan sorunda mağdurun eyleminin haberleşmenin gizliliğini ihlal veya kişiler arasındaki konuşmaların kayda alınması ya da benzeri başka bir suça vücut vermediği gibi, yapmış olduğu kayıtların da hukuka uygun olarak ele geçirilmiş olduklarından pekâlâ delil olarak değerlendirilebileceği söylenebilir.” (Ali İhsan Erdağ, TBB Dergisi, 2011(92), s. 54) şeklinde görüşler mevcuttur.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2018/291 |
Karar |
: 2018/380 |
Tarih |
: 27.09.2018 |
Uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nın 27/2. maddesinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir. Sanığın, maktul tarafından sözlü olarak tehdit edildikten sonra henüz vücut bütünlüğüne yönelmiş haksız bir saldırı bulunmamasına rağmen maktulün silahla dönmesi ihtimaline binaen garajın yanında park hâlinde duran traktöründen av tüfeğini alıp atışa hazır hâle getirerek beklemeye başlaması, maktulün geldiğini görünce kolonun arkasına geçip siper alması, sanığın önce havaya sonra maktulün öldürücü mahiyetteki hayati bölgesine ateş etmesi ve etkisiz hâle getirdiği için artık saldırı imkânı bulunmayan maktulün yüzüne tüfeğinin dipçiğiyle çok sayıda vurması hususları göz önüne alındığında, doğrudan sanığın yaşam hakkına yönelmiş bir saldırının bulunmaması nedeniy le, sanığın saldırıyı o andaki hâl ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile hareket etmeyip haksızlık karşısında öfkeye kapılarak maktulü doğrudan öldürmek amacıyla ateş ettiği anlaşıldığından meşru savunma veya meşru savunmada sınırın aşılması şartlarının uygulanma imkânının bulunmadığı ve sanığın eyleminin haksız tahrik altında kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
Esas |
: 2013/60 |
Karar |
: 2013/603 |
Tarih |
: 10.12.2013 |
5237 sayılı Kanunun sisteminde; "meşru müdafaa, hakkın kullanılması, kanunun emrini ifa ve ilgilinin rızası" şeklinde başlıca dört hukuka uygunluk nedenine yer verilmiştir. Hukuka uygunluk nedenlerinden birinin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında beraat kararı verilmesi gerekecektir. Buna karşılık "sınırın aşılması" bir hukuka uygunluk nedeni değil, 27. maddenin birinci fıkrasındaki hal itibarıyla kusurluluğu azaltan, ikinci fıkrasındaki durum itibarıyla ise kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden birisidir. Başka bir deyişle hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması durumunda "beraat" değil, 27. maddenin birinci fıkrasına göre indirimli ceza veya ikinci fıkra uyarınca "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verilmelidir. Bu husus, 5271 sayılı Kanunun 223. maddesinden de açıkça anlaşılmaktadır.
Özü itibariyle meşru müdafaa, kendisi veya başkasının bir hakkına yönelmiş olan ve devam eden bir saldırının derhal def edilebilmesi için, failin gerçekleştirdiği fiillerden ötürü cezalandırılmamasını ifade eder. Meşru müdafaa halinde, mutlaka bir saldırı bulunması ve bu saldırının da kişinin hukuken korunmaya değer bir hakkına yönelmesi gerektiği göz önünde bulundurulduğunda, meşru müdafaa müessesesinin, "haksız tahrik" halini de kapsadığı ileri sürülebilir. Başka bir deyişle, haksız tahrikte yer alan "haksızlık unsuru" meşru müdafaanın şartlarından olan "saldırı"da da vardır.
Buna karşılık, meşru müdafaada bulunan kişinin eylemi, saldırgan açısından haksız tahrik olarak değerlendirilemez. Zira hukuk düzenini ilk ihlal eden saldırganın kendisidir. Meşru müdafaanın şartları kalktıktan sonra işlenen bir fiil söz konusu olduğunda ise; örneğin, saldırganın elindeki silahı atıp olay yerinden uzaklaştığı sırada, failin saldırganı yaralaması halinde, ortada devam eden bir saldırı söz konusu olmadığı için meşru müdafaa söz konusu olmaz; bu halde sonlandırılmış olan ilk saldırıda bulunan kişinin bu hareketi nedeniyle ancak haksız tahrik hükümleri uygulanabilir. Böyle bir durumda fail, kendisini korumak için değil, sona ermiş olan saldırıdan duyduğu hiddet veya şiddetli elemin etkisiyle hareket etmiş ve bir tepki neticesinde suçu işlemiştir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.02.1984 gün ve 305-61 sayılı kararında bu husus; "yasal savunma koşulları kalktıktan sonra suç işleyen sanık hakkında TCY'nın 50 değil, 51/1. maddesinin uygulanması gerekir" şeklinde vurgulanmıştır. Bu durumda hakim, sona ermiş bulunan saldırının niteliğini değerlendirerek olayda haksız tahrik indirimi yapabilecektir.
Öte yandan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 27/2. maddesinin uygulanabilmesi için;
1- Meşru müdafaa ile korunabilecek bir hakkın bulunması,
2- Saldırıya ilişkin şartların var olması,
3- Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük" şartının, savunma lehine ihlal edilmek suretiyle sınırın aşılması,
4- "Sınırın aşılması"nın mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi,
Gerekmekte olup, tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi halinde, meşru müdafaada sınırı aşan faile ceza verilmeyecektir.
Bu durumda; kişinin maruz kaldığı saldırı nedeniyle içerisine düştüğü korku, telaş ve şaşkınlık dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru müdafaada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılamayacağı kabul edilir. Dolayısıyla burada belirleyici olan, maruz kalınan saldırının kişiyi içerisine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi, sırf maruz kaldığı saldırının etkisi altında, "heyecan, korku ve paniğe" kapılarak meşru müdafaa sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşın; sırf saldırının etkisiyle değil de, saldırıdan kaynaklanmış olsa dahi öfke ve gazap gibi nedenlerle sınırı aştığında ise aynı korumadan faydalanamayacaktır. Başka bir deyişle, sınırın aşılması konusunda failin o anda içerisinde bulunduğu ruh halini adil bir tarzda göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Yani failin niyeti, fiilin icra tarzına ve ruh haline göre ciddi bir saldırının defedilmesinden ziyade, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru müdafaanın sınırlarını aşma değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık savunması, tanık beyanları ve özellikle güvenlik kamerası görüntülerine göre; olayın sanığın oldukça küçük olan dükkanının içerisinde meydana geldiği, sanığın öncesinde kendisini telefonla tehdit eden, dükkanına gelerek tehditlerini yineleyen, bir süre sonra bu kez yeğeni ile birlikte ellerinde ucu topuz şeklindeki sopalarla gelen, kendisinden fiziki olarak daha güçlü yapıdaki maktul ile yeğeninin saldırı ve savunmada kullanılmak amacıyla imal edilmiş sopalı saldırısına uğradığı, kendisini savunabilmek amacıyla eline aldığı sopa düşürüldükten sonra kafasında dört ayrı yerde kırık oluşacak şekilde yaralandığı, hareket kabiliyeti oldukça sınırlı bulunan bir yere sırt üstü yatırılarak saldırının devam ettirildiği, ancak bu aşamadan sonra elinde olmasına rağmen henüz kullanmadığı silahını yakın mesafeden hedef gözetme imkanı bulunmadan ateşlediği ve maktulü biri hayati tehlike oluşturacak, diğeri ise basit tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaraladığı, maktul ile yeğeninin bu atışlardan sonra dahi sanığa vurmaya devam ettikleri, av tüfeğiyle maktule ateş etmesi üzerine saldırılarına son vermek zorunda kaldıkları, ilk haksız hareketin maktulden kaynaklanmasıyla başlayan, devam eden ve artarak devam etmesi de muhakkak olan haksız saldırıyı, o andaki hal ve şartlara göre önce maktul ve yeğeninin saldırıda kullandıkları sopaların benzeri olan bir sopayla, sopanın elinden alınması üzerine ise, içerisinde çok sayıda mermi bulunmasına rağmen tabancayla yalnızca yakın mesafeden ve hedef gözetme imkanı olmadan iki kez ateş etmek suretiyle defetmeye çalıştığının anlaşılması karşısında, sanığın kendisini başka türlü savunmasının imkansız olduğu, saldırının bir sonucu olan ve saldırgana karşı gerçekleştirilen fiilinde meşru müdafaa şartlarının bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
1. Hırsızlık yaptıkları anlaşılan ve haklarında hırsızlık suçundan da yargılanan katılan ve arkadaşı …‘in olay sırasında görevli polis memurlarının dur ihtarına uymayarak kaçtıkları, silah kullanma konusunda eğitim almış bulunan sanığın kaçan failleri yakalamak amacıyla içinde oldukları aracı durdurmak için tekerlerine ateş etme imkanı bulunmasına rağmen, kendisinin de yaralanması sebebiyle heyecanlanarak meşru savunma sınırını kasıt olmaksızın aşarak aracın içine doğru ateş ettiği ve katılanı yaraladığı anlaşıldığından, 27/1. maddesi delaletiyle 89/1-3, 62. maddelerine göre cezalandırılması yerine delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, olası kasıtla yaralama suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması hukuka aykırıdır (Yargıtay 3. Ceza Dairesi - Karar: 2016/19864).
2. Maktul olaydan önce sanığa “ortalıktan kaybolma bu gece senin mezarını kazacağım, seni öldüreceğim” şeklinde beyanda bulunmuş, olay günü de silahla failin lokantasının önüne gelerek faile silah doğrultmuştur. Fail ise silahını çekerek maktulü öldürmüştür. Sanık, kendisine karşı gerçekleşmesi muhakkak olan haksız saldırıyı o andaki durum ve şartlara göre saldırı ile orantılı biçimde defettiğinden, meşru müdafaa hükümleri gereği sanığın kasten adam öldürme suçundan beraatine karar verilmelidir (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Esas No: 2014/2272, Karar No: 2014/3418, Tarih: 09.06.2014).
3. Maktul ve arkadaşları, sanığa ait işyerinden mallarını çalmaya çalışmış, malları arabaya yüklemiş, bunu gören sanık da çalınan malları kurtarmak amacıyla maktule ateş etmiş ve maktulü öldürmüştür. Olayda mallarının çalınmasını önlemek için hareket eden ve kasten adam öldürme suçu işleyen sanık meşru müdafaa hükümlerinden yararlanmalıdır (Yargıtay 1. Ceza Dairesi – Esas No: 2013/2791, Karar No: 2013/5664, Tarih: 10.10.2013).
4. Marka tabancanın 6136 sayılı Yasa kapsamında bulunmadığının, ancak, ebat, görünüm ve mekanik yapısı ile ateşli bir silah görünümünde olduğunun, silahı tanıyan birinin dahi eline alıp incelemeden ilk bakışta ateşli bir silahtan ayırt etmesinin zor olduğu ve iğfal kabiliyeti bulunduğunun tespit edildiği anlaşılmakla; elinde kurusıkı tabanca bulunan kişiye tabanca ile ateş etmek suretiyle öldürmek biçiminde gelişen eylemde, meşru savunmanın “orantı” koşulunun oluştuğu söylenemezse de, 5237 sayılı TCK.nın 30/3. Maddesi uyarınca, ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerden olan “hukuka uygunluk nedenlerinden olan meşru savunma koşullarının varlığı” hususunda kaçınılmaz bir hataya düştüğü anlaşılan sanık …‘nın, bu hatasından yararlanması gerekeceğinden, sanık hakkında 5237 sayılı TCK.nın 30/3. maddesi yollamasıyla TCK.nın 25/1 ve CMK’nın 223/3-c maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin doğrudan TCK.nun 25/1. maddesi uyarınca hüküm kurulmuş olması sonuç karar doğru bulunduğundan bozma nedeni yapılmamıştır (Yargıtay 1. Ceza Dairesi - Karar : 2014/2676).
Av. Tuncay İLÇİM
Bursa Barosu