GİRİŞ
Bilindiği üzere Türk ceza adalet sistemimizde 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun (Teşkilat Kanunu) ile birlikte köklü bir değişiklik yapılmış olup, bu anlamda yeni bir döneme girilmiştir.[1]
Yeni dönemle birlikte ceza adalet sistemimizdeki yapılanma ayrıca belirtilmiş olup, bu çerçevede uygulamaların oturması ise ancak zamanla mümkün olabilecektir. Bu bağlamda özellikle ceza adalet sistemimizdeki teşkilat yapısı fazlasıyla önem arz etmektedir. Zira teşkilat yapısı, ceza adalet sisteminin adeta omurgasını oluşturmaktadır. Ve bilinmektedir ki ancak sağlam bir omurga üzerinde yer aldığı takdirde sağlıklı, hızlı ve adil bir biçimde işleyen bir ceza adalet mekanizması söz konusu olabilecektir. Ceza adalet sistemindeki uygulamalar hukuki ihtilaflardan ayrı olarak tüm toplumun ilgisini çekmekte ve toplumun hukuka güvenine dair oluşan kanaatinde belki de en önemli unsuru oluşturmaktadır. İşte böylesi önemi dolayısıyla ceza adalet sistemindeki teşkilat yapısı hususunun üzerinde durup, konuyu bütünsel çerçevede bir genel bakışla ele alıp, teşkilat yapılanmasına ilişkin olarak önerimizi sunacağız.
5235 SAYILI TEŞKİLAT KANUNU VE ÖNGÖRÜLEN YAPILANMA
Ceza adalet sistemindeki teşkilatlanma yapısına ilişkin olarak temel düzenleme 5235 sayılı Teşkilat Kanunu ile belirlenmiştir. Mezkur kanun adli yargıdaki ilk derece ve bölge adliye mahkemelerindeki yapılanmaya dair olup, 8. madde vd. hükümleri ile ceza mahkemelerine ilişkin belirlemeler yapılmıştır. Teşkilat Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 1 Haziran 2005’ten bu yana bakacak olursak yine bu hususta yapılanmaya ilişkin ikili bir ayrım yapmak isabetli olacaktır. Şöyle ki 18.06.2014 tarihli ve 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde ve sonrasındaki yapılanma farklılık arz etmektedir. Ayrıca ceza adalet sistemimizde savcılığın rolü ve savcının soruşturma sonrası kovuşturmadaki rolü ve duruşmada hazır bulunup bulunmaması hususlarına da değinmemiz gerekmektedir.
6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesinde ceza adalet sistemimizdeki ilk derece yapılanması 5235 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca ağır ceza mahkemeleri, asliye ceza mahkemeleri, sulh ceza mahkemeleri ve özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleri şeklindeydi. Kısaca 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklik öncesi ceza adalet sistemimizde ilk derecede 3 temel mahkeme ve bir de özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleri şeklinde bir teşekkül söz konusuydu. 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası ise yapılanma ağır ceza mahkemeleri, asliye ceza mahkemeleri ve özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleri şeklini almıştır. Görüldüğü üzere 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası “sulh ceza mahkemeleri” ilga edilmiştir fakat bundan başka olarak “sulh ceza hakimliği” makamı ihdas edilmiştir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki sulh ceza hakimliği yapılanma içerisinde 5235 sayılı Kanunun “ceza mahkemeleri” başlıklı 8. maddesinde belirtilmemiş olup, eskiden sulh ceza mahkemelerinin görevini açıklayan 10. maddede düzenlenmiştir. Sırf burada yapılan ayrımdan dolayı dahi sulh ceza hakimliğinin niteliği itibariyle bir mahkeme değil fakat yargısal bir işlev gören hakimlik biçiminde çalışan kendine özgü bir hukuki kurum olduğunu söyleyebiliriz.[2]
Metodoloji bakımından öncelikle savcılık teşkilatı üzerinde durup, sonrasında mahkemeler ve hakimlik üzerinde durarak meselenin şimdiki tablosunu ortaya koyacak ve geleceğine dair önerimizi dile getireceğiz.
SAVCILIK KURUMU VE YAPILANMASI
Savcılık kurumu; tarihsel süreç bakımından Kıta Avrupası hukuk sistemindeki savcılık teşkilatlanmasından hukukumuza iktibas edilmiş olup, soruşturma evresinin ana makamını oluşturmaktadır. Savcılık teşkilatının kurulması hususu Teşkilat Kanunu 16. maddedeki açık hüküm gereği mahkemelere bağlıdır. Bu bağlamda mahkemenin olmadığı bir yerde savcılık teşkilatının da bulunması mümkün değildir. Teşkilat Kanunu 16. madde ile savcılık kurumunun ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerde olabileceği hükme bağlanmıştır. Savcılıklar, başsavcılık olarak örgütlenecektir ve başsavcılıkta bir başsavcı ile yeterli sayıda savcı bulunacaktır. Ancak iş durumu, Adalet Bakanlığı önerisi ve Hakimler ve Savcılar Kurulu kararıyla birlikte bir veya birden fazla başsavcı vekili de atanabilecektir.
5235 sayılı Teşkilat Kanunu öncesi dönemde teşkilata ilişkin çerçeve 469 sayılı mülga Mehakimi Şer’iyenin İlgasına ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanun ile çizilmişti. Buna göre temel ceza mahkemesi asliye ceza mahkemesiydi ve ağır ceza mahkemeleri asliye ceza mahkemelerinin birer dairesi gibiydi. Ancak 5235 sayılı Teşkilat Kanunu ile birlikte yine genel görevli mahkeme asliye ceza mahkemesi olarak belirtilmiş olsa dahi asliye ceza mahkemesinin itiraza tabi kararlarına karşın itirazı inceleme mercii olarak ağır ceza mahkemelerinin belirtilmiş olması bunları bir üst mahkeme niteliğine taşımaktadır denilebilir. Keza yeni kanun ile birlikte savcılık örgütlenmesi de ağır ceza mahkemelerine bağlı olarak belirlenmiştir. Bununla birlikte fiilen Türkiye’de her ilde olsa dahi her ilçede mahkeme, adliye bulunmamaktadır. İş durumu vs. birtakım sebeplerle yakın çevredeki bir adliyeye bağlanma durumu söz konusu olabilmektedir. Buna göre ağır ceza mahkemeleri merkeze alınarak oluşturulan ağır ceza merkezlerine göre adli yargı teşkilatlanması yapılmaktadır ve adalet hizmetleri bu biçimde icra edilmektedir. 469 sayılı Kanun döneminde de benzer biçimde bir savcılık teşkilatlanması olduğu için savcılıklar “bir mahkeme yanındaki savcılık” yahut “bir mahkeme yanında sayılan savcılık” gibi ifadelerle zikredilmekteydi.[3]
Ağır ceza mahkemesi başsavcısı, nezdinde görev yaptığı yerde ve adliyelerdeki savcılık teşkilatının başı konumunda olup, ilgili ağır ceza merkezindeki başsavcı vekillerinin, savcıların ve tabii mülhakatlardaki başsavcı ve savcıların hiyerarşik olarak amiri konumundadır. Belirtmek gerekir ki bu sebeple ağır ceza nezdindeki başsavcılık makamı, nezdindeki mülhakatlar bakımından da hiyerarşik olarak üst savcılık kabul edilir. Başsavcının, savcılar ve başsavcı vekilleri üzerinde ve hakeza mülhakattakiler üzerinde gözetim ve denetim yetkisi söz konusudur. Teşkilat Kanunu 18. maddede bu görevler zikredilmiştir.[4]
Savcılık teşkilatı, nezdinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesi çevresinde teşkilatlanmaktadır ve Başsavcının yanında yeteri kadar savcı görevlendirilir. Savcılık teşkilatı o ilin yahut ilçenin ismi ile anılır. Başsavcılıklar özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde bürolaşma, uzmanlaşma çerçevesinde çalışmaktadır. Bu kapsamda ilamat infaz bürosu, genel soruşturma bürosu, bilişim suçları bürosu, muhabere bürosu vs. gibi çeşitli bürolar görülebilmektedir. Savcılık teşkilatı, bölge adliye mahkemeleri bakımından da keza “mahkeme yanında savcılık” biçimindedir ancak ilk derecedeki savcılık teşkilatı üzerinde herhangi bir hiyerarşik yetkisi bulunmamaktadır.
Yargıtay nezdinde de bir başsavcılık makamı bulunmaktadır. Buradaki başsavcılığın da diğer başsavcılıklar üzerinde bir hiyerarşik yetkisi bulunmamaktadır. Nitelik itibariyle “mahkeme yanındaki başsavcılık”tır. Görevleri ise 2797 sayılı Yargıtay Kanunu 27. madde vd. ile belirlenmiştir.
Savcılık kurumunun hukuki statüsü bakımından yargı fonksiyonu içerisinde yer aldığını savunan bir görüş, yürütme fonksiyonu içerisinde yer aldığını savunan bir görüş ve nihayet karma fonksiyonu icra eden bir görüş söz konusudur. Bizim de daha ziyade kabul ettiğimiz karma görüş çerçevesinde savcılık kurumunun hem yürütmeyi hem yargıyı ilgilendiren görevleri söz konusudur. Adeta iki erk arasında geçişi sağlayan kurum diyebiliriz. İdari görevleri de olan bir yargı mercii denilebilir. Savcılığın milli egemenliği temsil ettiğini ileri süren ve sui generis nitelikte olduğunu savunanlar da söz konusudur. Özellikle ceza muhakemesi bağlamında soruşturmanın esas aktörü ve sonuçlandırıcısı olması sebebiyle çok ciddi yargı yetkisi kullanan bir idari işlevi haiz yargısal kurumdur diyebiliriz. Hakeza kovuşturma evresinde de savcı güncel olarak asliye ceza ve ağır ceza mahkemelerinde hazır bulunması zorunlu süjelerden olduğu için adil yargılanmanın sağlanmasına da katkı sağlamaktadır. Anayasa 9. maddeye dayanarak savcılığın kullandığı yetkinin yargı yetkisi olmadığı ileri sürülebilir olsa da esasen zaten savcının soruşturmada yaptığı birçok iş ve işlemin de hakim denetiminden geçmesi dolayısıyla Anayasa 9. maddeye bir aykırılık söz konusu olmayacaktır. Bununla birlikte Anayasada yargı bölümünde savcılara ilişkin düzenlemelerin olması da onu yargı erkine dahil eder nitelikte göstermektedir.
Savcılık kurumunun birliği (kül olması), bölünmezliği, hiyerarşiye tabi olması, bağımsızlığı ve teminatı gibi özellikleri söz konusudur. Savcılık mahkemeler yanında teşkilatlanmaktadır ancak mahkemeler gibi çeşitlilik göstermezler, dolayısıyla kendi içinde hiyerarşiye ve birliğe sahiptir. Bir bakıma bu birlik nedeniyle de hiyerarşi gerekmektedir. Hakeza bütüncüllük ve birlik dolayısıyladır ki aynı zamanda bölünmezlik söz konusudur. Bu daha çok yetkilerin kullanımında kendini gösterir. Zira savcılar yaptıkları tüm işlemleri başsavcılık makamı adına yapmaktadır.[5] Dolayısıyla somut olarak soruşturmada herhangi bir işlemi hangi savcının yaptığının da esasen bir önemi yoktur. Örneğin bir savcının işlemini bir başka bir savcı tamamlayabilecektir. Birlik, bütüncüllük, bölünmezlik ve hiyerarşiye tabi olma ilkeleri ve özellikleri aynı savcılık teşkilatı içerisinde geçerlidir. Ancak ayrı savcılık teşkilatları birbirlerine nazaran bağımsız bir yapıyı barındırmaktadırlar. Savcılığın kendi içindeki hiyerarşi yetkisi ise bu birliği ve bütüncüllüğü sağlamaktadır. Buna göre başsavcının nezdindeki savcılar bakımından hal kağıdı düzenleme yetkisi söz konusudur[6] ve kovuşturmaya yer olmadığı kararı yahut iddianamenin yazılması bakımından başsavcı onayı gerekmektedir.
Ceza muhakemesi sistemimizde savcılar kural olarak ağır ceza mahkemelerinde ve asliye ceza mahkemelerinde duruşmada hazır bulunması gereken süjelerdendir ve bu biçimde yargılamanın daha sağlıklı ve adil yargılamaya uygun ilerlemesi hedeflenmektedir. Bu kapsamda tarafların katılma taleplerine ilişkin olarak görüşünü bildirmek, tarafların lehine yahut aleyhine delillerin toplanmasını istemek, esas hakkında mütalaasını sunmak gibi görevleri söz konusudur. Daha evvel asliye ceza mahkemelerinde duruşma savcısının bulunmamasına gerekçe olarak adli yargı teşkilatındaki savcı sayısının bunun için yeterli olmaması ve dolayısıyla yargısal sürecin yavaş işlemesi ileri sürülmüştü. Nitekim buna bağlı olarak Cumhuriyet savcılarının duruşmada hazır bulunması zorunlu olmayan süjelerden olması durumu 2011 yılında 6217 sayılı Kanunla getirilmişti. Bu düzenleme getirilirken ileri sürülen sebepler dolayısıyla düzenlemenin geçici olacağı belirtilmişti, hatta ilgili düzenleme 2014’e dek geçerliydi fakat her defasında bu süre uzatıldı ve geçen süre sonunda 2020 yılında adli yargı teşkilatındaki Cumhuriyet savcısı sayısının ciddi oranda artması dolayısıyla tekrar asliye ceza mahkemelerinde duruşmalarda Cumhuriyet savcısının hazır bulunması zorunlu hale getirildi. 6217 sayılı Kanunla yapılan düzenleme Anayasa Mahkemesi’nin önüne de itiraz yoluyla iptal edilmesi talebiyle getirilmişti. Ancak inceleme sonucu Anayasa Mahkemesi haklı bir biçimde o dönem için iptal talebinin reddine karar vermişti. Anayasa Mahkemesi, kararında özetle; Cumhuriyet savcılarının duruşmada bulunmaması hususunun bir mahkemenin mahkeme olma sıfatını yitirmesine sebep olmayacağını belirtip, Cumhuriyet savcılarının ceza muhakemesinin gayesi olan maddi gerçeğe ulaşmada kolektif yargıya katkı sağlayan kendine has bir süje olduğunu belirtmiştir. Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin işleyişine ilişkin olarak ihtiyaçlar çerçevesinde getirilen itiraza konu kuralın; adaleti hızlandırmak, yargılamaların makul sürede neticelenmesi, Cumhuriyet savcısı sayısı nazara alındığında soruşturmaların daha etkin yapılması gibi amaçlarla yasama organının takdiriyle getirildiğini vurgulamıştır. Dolayısıyla da yasamanın takdir yetkisi kapsamındaki bu düzenlemenin iptali talebini reddetmiştir.[7]
Konuyla ilgili olarak somut sayısal veri vermek gerekirse örneğin 2014 yılında 5291 Cumhuriyet savcısı görev yaparken 2021’de bu sayı 7489’a yükselmiştir.[8] Bu sayı artmasına rağmen asliye ceza mahkemeleri sayısındaki artış ve savcılıklardaki uzmanlaşma, bürolaşmanın artması ve dolayısıyla iş yükünün ciddi boyutta artması sebebiyle Cumhuriyet savcısı sayısının asliye cezalarda bulunması gerekliliği tekrar düşünülmelidir. Bu bakımdan da asliye ceza mahkemelerinin sayılarının azaltılıp, etkinliğinin artırılarak Cumhuriyet savcılarının nicelik itibariyle yeterli olacak biçimde konumlanması sağlanabilecektir.
SULH CEZA MAHKEMESİ VE SULH CEZA HAKİMLİĞİ DÜZENLEMELERİ
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki önceki 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu döneminde sulh ceza mahkemesi tek hakimli olarak kabahat niteliğindeki cürümlere bakan, tabiri caizse hafif nitelikli işlere bakan ve duruşmalarında da savcının bulunması gerekmeyen mahkemeydi. Ayrıca şu an güncel olarak sulh ceza hakimlikleri bünyesinde yer alan erişim engeli vs. gibi talepleri de inceleyip karara bağlayan mahkeme niteliğindeydi. Ancak 5235 sayılı Teşkilat Kanunu 10. maddenin ilk haliyle birlikte sulh ceza mahkemesi görevi belirtildi. Bu kapsamda ayrıca istisnai olarak belirtilen haller dışında 2 yıl dahil olmak üzere 2 yıla dek hapis cezaları ve adli para cezaları ve ayrıca bağımsız olarak hükmedilebilecek olan adli para cezaları ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hususlar sulh ceza mahkemeleri görevi kapsamında olacak biçimde belirlenmişti. Önemle vurgulamak gerekir ki 5235 sayılı Teşkilat Kanunu’nun ilk halinde bugünkü “sulh ceza hakimliği” söz konusu değildi. Ancak sistemimizde eski 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu döneminde 1985 yılına dek “sorgu hakimliği (yargıçlığı)” bulunmaktaydı. Buna eski dilde istintak kökünden gelmekte olarak “müstantik” denmekteydi. Bu usulde sorgu hakimi soruşturmayı çoğu zaman nihayetlendirirdi ve öte yandan bir bakıma günümüzdeki sulh ceza hakimliğine benzer mahiyette görevini icra etmekteydi. Özetle sorgu hakimi bugünkü anlamıyla sulh ceza hakimliğine koşut bir biçimde görev icra etmekteydi diyebiliriz.
2014 yılında 6545 sayılı Kanunla birlikte sulh ceza mahkemeleri ilga edilip, onların görev alanına giren işler bakımından asliye ceza mahkemeleri görevli ve yetkili kılınıp, ayrıca sorgu yargıcı olarak yapılan iş ve işlemlerin de yapılması için sulh ceza hakimliği ihdas edilmiştir. Bu önemli bir değişikliktir, zira bununla birlikte özel kanunlarla görevli kılınan mahkemeler[9] dışında ceza adalet sisteminde görevli mahkemeler olarak ağır ceza ve asliye ceza mahkemeleri kalmıştır. Sulh ceza mahkemeleri tamamen ilga edilip, onun yerine sisteme sui generis nitelikte olan “sulh ceza hakimliği” gelmiştir.
Sulh ceza hakimliğinin 2014 Haziran’da ceza adalet sistemimize Teşkilat Kanunu 10. maddeyle gelmesiyle birlikte bu yenilik beraberinde birçok tartışmayı da getirmiştir. Düzenlemenin özü itibariyle eski “sorgu hakimliği” benzeri olduğunu söylemiştik. Sulh ceza mahkemeleri de her il merkezi ve bölgelerin coğrafi durumu ve iş yoğunluğu nazara alınarak belirlenen ilçelerde Hakimler ve Savcılar Kurulu olumlu görüşü çerçevesinde Adalet Bakanlığınca kurulacağı belirtilmişti. Sulh ceza hakimliği, eski dönemdeki sorgu hakimliği benzeri sui generis bir görev olduğu için olsa gerek müstakilen sulh ceza hakimliğinde görevlendirilen hakimlerin, adalet komisyonlarınca başka mahkemelerde yahut başkaca işlerde görevlendirilemeyeceği hususu da özel olarak düzenlenmişti. Sulh ceza hakimliklerinin fonksiyonu genel hatlarıyla soruşturma evresinde hakim kararı gereken işlerde gerekli kararları almak ve bunlara karşın itirazları incelemektir. Öte yandan Ceza Muhakemesi Kanunu 163’te belirtildiği üzere istisnai olarak şartların oluşması halinde soruşturmaya ilişkin işlemleri de yapabilecektir.[10] Bu düzenlemenin ve hali hazırda işlevselliğinin üzerinde özel olarak durmak gerekmektedir. Zira bu maddeyle “…Cumhuriyet savcısına erişilemiyorsa veya olay genişliği itibariyle Cumhuriyet savcısının işgücünü aşıyorsa…” şeklinde ifadelerle belirlenen durumların fiilen gerçekleşebilmesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunumuzun ihdas edildiği zaman itibariyle kuşkusuz mümkündü ve öngörülebilirdi. Dolayısıyla maddenin ihdas edilmesi isabetliydi. Ancak geçen zamanda adli yargı teşkilatında artan Cumhuriyet savcısı sayısı ve gelişen teknolojiyle birlikte hızlı ve fonksiyonel iletişim imkanlarının geldiği nokta düşünüldüğünde günümüzde bu düzenlemenin fiilen akim kaldığı görülmektedir. Zira artık günümüzdeki iletişim imkanlarıyla bir Cumhuriyet savcısına çoğunlukla dakikalar hatta saniyeler içinde erişilebilmektedir.
Sulh ceza hakimliklerinin faaliyete geçmesi ve beraberindeki uygulamalarla birlikte birçok eleştiriye de konu olmuştur.[11] Örneğin “kanuni hakim, olağan hakim” ilkesine aykırı görülmesi, özellikle ilk halindeki kapalı devre itiraz sistemine tabi olması gibi hususlar bu anlamda öne çıkmaktadır. Hatta ilgili düzenlemenin Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüş fakat Anayasa Mahkemesi incelemesi neticesinde karşı oylar söz konusu olsa da Anayasaya aykırılık kararı vermemiştir.[12] Buna rağmen eleştiriler ve süre gelen uygulamaya göre artık sulh ceza hakimlikleri kararlarına karşın itirazı inceleyecek mercii yine bir başka sulh ceza hakimliği değil fakat asliye ceza mahkemesi olacaktır. Bunun dikey denetimi içermesi sebebiyle isabetli bir düzenleme olduğunu söyleyebiliriz.
ASLİYE CEZA MAHKEMELERİ YAPISI VE DÜZENLEMELERİ
Asliye ceza mahkemeleri tek hakimli olarak görev yapmaktadır ve esas görevli mahkeme niteliğinde olup, görev alanı epeyce geniştir. Nitekim asliye ceza mahkemelerinin görevine ilişkin 5235 sayılı Teşkilat Kanunu 11. maddesiyle birlikte açıkça genel görevli mahkemenin asliye ceza mahkemeleri olduğu hususu vurgulanmıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki 2014 yılında sulh ceza hakimliklerinin ihdası ve sulh ceza mahkemelerinin ilgasıyla birlikte, daha evvel sulh ceza mahkemelerinin görev alanına giren dava ve işler de asliye ceza mahkemesinin görev alanına bırakılmıştır. Dolayısıyla 2014’ten bu yana ceza adalet sistemimiz açısından dava, iş çeşitliliği ve iş yükü bakımından en ağır yüklerden birinin altında asliye ceza mahkemelerinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Savcılık teşkilatına ilişkin kısımda açıkladığımız üzere daha evvel adli yargı teşkilatımızdaki Cumhuriyet savcısı sayısı nazara alınarak asliye ceza mahkemelerinde duruşmada hazır bulunması gereken zorunlu süjelerden biri olarak Cumhuriyet savcısı zikredilmemişti. Ancak artan Cumhuriyet savcısı sayısı ve dahi amaçlanan adil yargılamanın daha sağlıklı ve nitelikli biçimde gerçekleşmesi için 2020 itibariyle tekrar asliye ceza mahkemelerinde Cumhuriyet savcılarının duruşmada hazır bulunması zorunluluğu getirilmiştir. Bu isabetli ve katkı sağlar nitelikte bir düzenleme olsa da ülkemizdeki artan yargısal iş yükü ve mevcut asliye ceza mahkemesi sayısı düşünüldüğünde mevcut Cumhuriyet savcısı sayısının daha efektif ve verimli kullanılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Çalışmamızın sonuç kısmında verim ve işlevsellik açısından sistemle uyumlu olabilecek önerimizi ayrıca belirteceğiz. Ceza muhakemesinin gayesi ve prensipleri göz önüne alındığında asliye ceza mahkemelerinin sayıları azaltılsa dahi Cumhuriyet savcılarının duruşmada hazır bulunması zorunluluğunun devam etmesi gerektiği izahtan vareste niteliktedir.
AĞIR CEZA MAHKEMELERİ YAPISI VE DÜZENLEMELERİ
Ağır ceza mahkemeleri heyet halinde görev yapan, daha evvel bahsettiğimiz ağır ceza merkezlerine de merkez nokta teşkil eden ve adli yargı teşkilatlanmasında başat konumda bulunan mahkemedir. Ağır ceza mahkemelerinin görev alanı 5235 sayılı Teşkilat Kanunu 12. maddede sınırlı sayıda sayılarak belirtilen suçlarla birlikte; ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve 10 yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlerde görevli olduğu hususu açıklanmıştır.[13] Madde metni son cümleyle Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın özel olarak yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ve diğer özel hükümlerin ise istisnai nitelikte olduğu ayrıca vurgulanmıştır.[14]
Ağır ceza mahkemelerinde bir başkan ve yeteri kadar üye bulunur ve bu çerçevede mahkeme heyeti bir başkan ve iki üye ile toplanacaktır. Heyet halinde karar verilmesi, adil yargılamaya hizmet eden önemli bir husustur ve hükmün kolektifliğiyle birlikte meşruiyetine de katkı sağlar niteliktedir. Ağır ceza mahkemelerinin görece daha ağır ve karmaşık nitelikteki işlere, davalara baktığı söylenebilir. Bu nedenle yargılamanın heyet halinde yürütülmesi ve duruşmada hazır bulunması gereken süjelerin içinde Cumhuriyet savcısının da olması oldukça isabetlidir.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Ceza adalet sistemindeki teşkilat yapılanmasına ilişkin genel hatları ve önem arz eden güncel hususları ele aldık. Bu bağlamda belirtilmesi gereken birtakım sorunlar ve çözüm önerileri ileri sürme ihtiyacı hasıl olmuştur. 01.09.2020 tarihi itibariyle asliye ceza mahkemelerindeki duruşmalarda Cumhuriyet savcısının hazır bulunma zorunluluğu söz konusudur. Bununla birlikte Cumhuriyet savcısı sayılarında önceki yıllara nazaran her ne kadar artış olsa da bilhassa büyük şehirlerde (İstanbul, Ankara gibi) iş yükü ve dosya yoğunluğu da dikkate alındığında mevcut sayıların yetersiz olacağı ve ilaveten adliyelerin fiziken buna elverişsiz olduğu aşikardır. Nitekim önceki dönemlerde yapılmış olan duruşmada hazır bulunması zorunlu süje olarak Cumhuriyet savcısına yer verilmemesi düzenlemesi de bu gerekçelerle yapılmıştı. Dolayısıyla hem soruşturmaların daha sağlıklı, etkin ve hızlı biçimde sonuçlanması hem de Cumhuriyet savcılarının duruşmada hazır bulunmasının zorunlu olduğu hallerde bu kapsamdaki görevlerini daha etkin yapabilmeleri için; mahkeme yapılanması ve görev kapsamlarında yeniden düzenlemelerle birlikte adil yargılama amacıyla ceza adalet teşkilatında başta asliye ceza mahkemelerinin görev alanı daraltılıp tekrar sulh ceza mahkemelerinin ihdası olmak üzere bazı değişikliklerin yapılmasının bu konuda çözüme katkı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Bu bağlamda ceza adalet teşkilatımızdaki yapılanmada;
1- 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuzda 6545 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten öncesinde olduğu gibi 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuzun 8. maddesinde tanımlanan ceza mahkemelerinin sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza mahkemeleri (3’lü yapılanma) ile özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleri olarak tanımlanması,
2- 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuzda 10. maddede belirtilen “sulh ceza hakimliği”nin “sorgu hakimliği” olarak değiştirilmesi, böylece sulh ceza hakimliğinin ilga edilip sorgu hakimliğinin yeniden ihdası ve bu madde ile sulh ceza hakimliğine verilen görevlerin sorgu hakimliği tarafından yerine getirilmesi, buna bağlı olarak mevcut mevzuatımızdaki “sulh ceza hakimliği” biçimindeki atıfların “sorgu hakimliği” ibaresi olarak değiştirilmesi,
3- 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuza eklenecek 10-a maddesi ile “sulh ceza mahkemesinin görevi” başlığı ile sulh ceza mahkemesinin görevinin “Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve bunlara bağlı adli para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin uygulanması, Ceza Muhakemesi Kanunu 251 çerçevesinde basit yargılama usulüne göre[15] yürütülen dava ve işler sulh ceza mahkemelerinin görevi içindedir.” düzenlemesinin yapılması,
4- Mevzuat taraması sonrasında özel kanunlarda ve iki yıla kadar (iki yıl dahil) hapis cezaları ve bunlara bağlı adli para cezaları ile bağımsız olarak hükmedilecek adli para cezalarına ve güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümlerin ve Ceza Muhakemesi Kanunu 251. madde çerçevesinde basit yargılama usulüne göre yürütülecek dava ve işlerin de sulh ceza mahkemelerince uygulanması,
5- 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuzun 11. maddesinde düzenlenen asliye ceza mahkemesinin görevinin “Kanunların ayrıca görevli kıldığı haller saklı kalmak üzere sorgu hakimliği, sulh ceza mahkemesi ve ağır ceza mahkemelerinin görevleri dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemelerince bakılır.” şeklinde düzenlenmesi,
6- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunumuzun “soruşturmanın sulh ceza hakimi tarafından yapılması” başlıklı 163. maddesinin ilga edilmesi,
7- 5235 sayılı Teşkilat Kanunumuzun 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevi alanında yer alan suçlardan resmi belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158) suçlarının çıkarılması,
şeklindeki değişikliklerle birlikte ceza adalet sistemimizdeki teşkilatın yapılanması daha sağlıklı, etkin ve adil yargılamaya katkı sağlar nitelikte olacaktır. Böylece Anayasamızda 2. maddede yer alan “hukuk devleti” ilkesi güçlendirilerek; eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösterip, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup geliştiren, yargı denetiminin etkinliğini sağlayan daha güçlü bir ceza adalet sistemi meydana getirilecektir.[16]
Son olarak belirtmemiz gerekir ki, ileri sürdüğümüz çözüm önerileri Anayasamızın 141. maddesinin son cümlesinde[17] yer alan “usul ekonomisi” ilkesinin[18] ceza muhakemesi bakımından gerçekleştirilmesi hususunda fazlasıyla katkı sağlar niteliktedir.[19]
Önder YAMAN
İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcı Vekili
M. Enes ÖZBAY
26. Dönem Hakim Adayı
KAYNAKÇA
- Bahri Öztürk ve diğerleri; 3. Yılında Yeni Ceza Adalet Sistemi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Şubat 2009.
- Mehmet Emin Artuk, Caner Yenidünya; “Batı ve Türk Hukuklarında Savcılığın Dünü ve Bugünü Üzerine Bir İnceleme”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt: 76, Sayı: 1-3, 2002.
- Cumhur Şahin, Neslihan Göktürk; Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Eylül 2022.
- Hüseyin Şık; “Bazı Ülkelerde Savcılık Kurumu”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 14.
- Adli İstatistikler 2021, Adalet Bakanlığı Adil Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü.
- Venedik Komisyonu Raporu, Sulh Ceza Hakimliklerinin Görev, Yetki ve İşleyişleri Hakkında Görüş, 11.03.2017, Venedik.
- Yusuf Solmaz Balo; “Amerika Birleşik Devletleri Mahkeme Teşkilatı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012.
- Ejder Yılmaz; “Usul Ekonomisi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2008, Ankara.
Çevrimiçi:
- https://www.anayasa.gov.tr/tr/kararlar-bilgi-bankasi/
- https://revise4law.co.uk/
- www.adlisicil.adalet.gov.tr
- www.mevzuat.gov.tr
- https://karararama.yargitay.gov.tr/
--------------------
[1] Detaylı bilgi için bkz. Bahri Öztürk ve diğerleri. , 3. Yılında Yeni Ceza Adalet Sistemi, Seçkin, Ankara, Şubat 2009.
[2] Anayasa Mahkemesi, 2011/43 Esas. ve 2012/10 Karar., 19.01.2012 Tarih.
[3] Mehmet Emin Artuk, Caner Yenidünya, “Batı ve Türk Hukuklarında Savcılığın Dünü ve Bugünü Üzerine Bir İnceleme”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt: 76, Sayı: 1-3, 2002, sf. 15 vd.
[4] 5235 sayılı Teşkilat Kanunu 18/1: “Cumhuriyet başsavcısının görevleri
1.Cumhuriyet başsavcılığını temsil etmek,
2.Başsavcılığın verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlamak, işbölümünü yapmak,
3.Gerektiğinde adli göreve ilişkin işlemleri yapmak, duruşmalara katılmak ve kanun yollarına başvurmak,
4.Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak…”
[5] Cumhur Şahin, Neslihan Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Eylül 2022, sf. 115 vd.
[6] Hüseyin Şık, “Bazı Ülkelerde Savcılık Kurumu”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Yıl: 7, Sayı: 14, sf. 400 vd.
[7] Anayasa Mahkemesi, 2011/43 Esas. ve 2012/10 Karar., 19.01.2012 Tarih.
[8] https://adlisicil.adalet.gov.tr/Resimler/SayfaDokuman/310520221416422021H%C4%B0ZMETE%C3%96ZELK%C4%B0TAP.pdf , Adli İstatistikler 2021, Adalet Bakanlığı Adil Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Erişim Tarihi: 06.01.2023
[9] Özel kanunlarla görevli kılınan mahkemeye örnek olarak 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu 26:“ (1)Çocuk mahkemesi, asliye ceza mahkemesi ile sulh ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlar bakımından, suça sürüklenen çocuklar hakkında açılacak davalara bakar.
(2) Çocuk ağır ceza mahkemesi, çocuklar tarafından işlenen ve ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlarla ilgili davalara bakar…”
[10] Ceza Muhakemesi Kanunu 163: “ (1) Suçüstü hali ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, Cumhuriyet savcısına erişilemiyorsa veya olay genişliği itibarıyla Cumhuriyet savcısının işgücünü aşıyorsa, sulh ceza hakimi de bütün soruşturma işlemlerini yapabilir.
(2) Kolluk amir ve memurları, sulh ceza hakimi tarafından emredilen tedbirleri alır ve araştırmaları yerine getirirler.”
[11] Venedik Komisyonu Raporu, Sulh Ceza Hakimliklerinin Görev, Yetki ve İşleyişleri Hakkında Görüş, 11.03.2017, Venedik, sf. 5 vd.
[12] Anayasa Mahkemesi, 2014/164 Esas. ve 2015/12 Karar. , 14.01.2015 Tarih.
[13] Cumhur Şahin, Neslihan Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, Eylül 2022, sf. 251.
[14] 5235 sayılı Teşkilat Kanunu 12/son: “…Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.”
[15] Basit yargılama usulüne ilişkin Ceza Muhakemesi Kanunu 251’in madde gerekçesinde de belirtildiği üzere farklı yargılama usullerinin suçun niteliği ve ağırlığına göre uygulanması yargılamayı daha sağlıklı hale getirecek ve ağır suçlar ile daha basit usullerle çözülebilecek suçlara ayrılan zaman değişecektir. Böylece hem daha adil bir yargılama hem de daha hızlı bir yargılama görülebilecektir.
[16] Her ne kadar bazı farklılıklar arz etse de benzer yönde bkz. İngiltere ve Galler düzenlemesi: https://revise4law.co.uk/wp-content/uploads/2021/05/SQE_Chapter01_WEB.pdf , Erişim Tarihi: 06.01.2023
Bir başka örnek olarak ABD’de federal ve eyalet düzeyde yapılanmalar mevcuttur. Bu konuda bkz. Yusuf Solmaz Balo, “Amerika Birleşik Devletleri Mahkeme Teşkilatı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, (61), 2012, sf. 977 vd.
[17] Anayasa 141/son: “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
[18] “Zira yargılamanın amacı olan adaletli karar vermek ve toplum vicdanını tatmin etmek ancak yargılamanın mümkün olduğunca süratli ve az maliyetli biçimde yürütülmesiyle gerçekleşebilecektir.”
Detaylı bilgi için bkz. Ejder Yılmaz, “Usul Ekonomisi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2008, Ankara.
[19] Usul ekonomisi ilkesinin ceza adalet sistemindeki bir görünümüne dair bkz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2016/3-1167 Esas. ve 2019/9 Karar., 15.01.2019 Tarih.