“Güçlüler için suçlar ötekilerin işledikleridir.” Noam Chomsky,
Imperial Ambitions: Conversations on the Post-9/11 World

Giriş

Kriminoloji, hukuki varsayımlarla değil, sosyal realite/ gerçeklerle  ilgilenmekte; suçlu davranışa ilişkin nedenler/niçinler  bağlamında açıklamalar bulmaya çalışmaktadır. Toplumdaki ideal davranışı değil, olan davranışları incelemekte ve insanların neden davrandıkları gibi davrandıklarını anlama ve açıklamaya çalışmaktadır.

Suç her toplum için öncesiz ve sonrasız bir sorundur. Her yerde bazı kişilerin legal davranış formatından sapma göstermesi normaldir. İnsan doğasıyla tanış olan herkes, suçun var olmadığı bir ütopya dışında yok edilemeyeceği gerçeği ile yüz yüze gelmelidir. Ve toplumlar da,  insanın yalnızca aklı ile değil, doğasına özgü zafiyetler, öfke, haset ve kıskançlık sonucu beliren eylemlerine karşı bir savunma refleksi olarak ortaya koydukları yaptırımlar sistemi ile baş etmeye çalışmaktadırlar. İşte insanlık tarihinin ikiz kardeşi olan suç ve ceza, hukukun özüyle ilgili kavramlar olarak düzeni korumaya odaklanmakta ve sosyo-kültürel ortam değiştikçe de yeni özellikler kazanmaktadır.

Kişilerin neden suç işledikleri hep sorgulanmışsa da, her zaman ve her suçlu davranış için geçerliliğini koruyan kuramsal yaklaşımlar/nedenler şimdiye kadar saptanamamış; zaman zaman da sorgulamalar," neden çoğu insanların mevcut normlara uyarlı bir yaşam görüntüsü(prosocial) sergilediğine" odaklanmıştır. Yalnız, suçluların nasıl suç işlediğini bilmek neden suç işlediklerini bilmek kadar önemlidir.

Suç, hastalık ve ölüm kadar normal bir olgudur. Normal kişilerin işledikleri sıradan suçlar kişilerin içinde bulundukları kriminojen durumların "arz"ına yanıt olarak belirmekte; ve bu durum  O< Suç<1 formülü ile ifade edilmektedir. İdeal olan bu aralıkta (1)’e doğru bir sapma olduğunda  anomi olgusuyla1 karşılaşmaktayız. Anomi bir bakıma, toplumsal/kamusal yaşamı düzenleyen koruyucu normların işlememesi/işletilmemesidir. Bu noktada sosyolojik bir saptamaya işaret etmek isterim. Toplumlar belli bir dereceye kadar anomi ve normsuzluğa dayanabilirler. Yinelersek, aynı durum insanlar içinde geçerlidir. Sinir sistemi olabildiğince gerilimi (korku ve endişeyi) kaldırabilir. Bu noktadan sonra ise, ne pahasına olursa olsun sulh çağrısında bulunur. Amaç bu duruma gelmeden önleyici tedbirlerle güvenliği olabildiğince sağlamak ve epidemik suç korkusunu nötrleştirmek  olmalıdır.

Yolsuzluk

Kamu veya başkalarının haklarını özel çıkarlar için gasp etmek anlamına gelen yolsuzluk türü suçlar (rüşvet, irtikap, nüfuz ticareti, zimmet, haksız zenginleşme ve suç gelirlerinin aklanması) kişisel menfaat için işlendiği gibi  siyasi parti menfaati için de işlenmektedir. Özel bir tretman görmek isteyen kişiler ve firmalar rüşvet vermeye istekli olabilirler.  İşte bir yarar elde etmek veya bir bedel ödemekten kaçınmak için kamu görevlilerine yapılan illegal ödemeler yolsuzluk oluşturmaktadır.2

Bu konuda sorulacak ilk soru yolsuzluk ve yoksulluğun birbiriyle örtüşüp örtüşmediğidir. Berlin merkezli yolsuzluk algılama endeksine,3 0’la (en kirli) 10 (en temiz) arasında değişen puanlara göre, ülkeler açısından göreceli bir örtüşmeye tanık olunmaktadır. IMF tarafından yapılan araştır- maya göre, endekste bir puanlık(olumsuz) artış, kişi başına GSMH’da % 0.3-1.8, yatırımların GSMH’ya oranında % 1-2.8 ve yoksulların gelirinde de % 2-10 arasında düşüşe neden olmaktadır. Türkiye’de Susurluk ve Banka satın alma/hortumlama skandalları3 yolsuzluk olgusunun en belirgin örnekleridir.

Türkiye’nin Yolsuzluk Karnesi (8 Aralık 2022)

Yolsuzluk Algı Endeksi 2021’in sonuçlarına göre Türkiye’nin 2013 yılından bu yana 12 puan kaybederek 43 sıra gerilediği görülüyor. Türkiye kaybettiği puanla son 10 yıl içinde en çok puan kaybeden ülkeler arasında. Türkiye, Yolsuzluk Algı Sıralaması’nda ise 1995 yılında 29. sırada bulunurken, 2021’de 67 sıra gerileyerek 96. sırada yer aldı.

Yolsuzluk olgusu da anomik bir belirti olarak varlığını yıllarca sürdürmektedir. Yıllardır süregelen enflasyonun/yoksulluğun ufak türden yolsuzluklarda bir etkisi var ise de, büyük çaplı yolsuzluk ve vurgunların yoksulluktan kaynaklandığını söylemek mümkün değildir. Topluma egemen olan “kısa yoldan zengin olmak” “köşeyi dönmek” felsefesi ve bunun çevrelerde olağanlaştığını algılama kişileri heveslendirmektedir. Zaman zaman piyasaya sürülen “çaldı, ama çok çalıştı” (yani helal olsun) özdeyişi de normalliği çağrıştırmakta; “taş üzerine taş koymamış kişilerin taş üzerine taş koymuş kişileri suçlamaması” gerektiği şeklindeki tepkisel nutuklar da koruma duvarı oluşturmaktadır.  İşte, bu kültürel ortamda paylaşımlı bir vurgun düzeni oluşmaktadır. Bu düzende siyasilerinde, “kamu kesesinden” yandaşlarını/hemşerilerini kollamasına“ tanık olunmuştur. Sonuçta, bu ortamdan yararlanmak amacıyla oluşturulan çeteler de bu “himayecilik” olgusuna yeni bir boyut katmışlardır.

Kuşkusuz, ülke kaynaklarının, yolsuzluk ekonomisine sermaye yapılmasına izin verilmemelidir. Bu amaçla/temiz toplum hedefiyle siyasilerin ve bürokratların dokunulmazlık zırhları sınırlandırılmalı; büyük çaplı yolsuzluk suçlarına karşı gösterilen duyarlığın “adi suçlara” gösterilen duyarlıktan bin katı fazla olması için halkın bilinçlenmesine yönelik bir eylem planı oluşturmalıdır.4

Ekonomik ve siyasi bir sorun olan yolsuzluk kamu yararı ve bedelinin dağıtımında etkisizlik ve adaletsizlik yaratmaktadır. Bu biçimi ile yolsuzluk geniş halk kitlesine yönelik kamu yararı anlayı- şından uzak bulunan bir siyasi sistem göstergesi olmaktadır.5

Bu konudaki reform girişimcileri, yolsuzluk türü skandala  suçluları cezalandırma ötesinde fazla bir şey yaparak yanıt vermelidirler. Tüm tedbirler yolsuzluğa zemin oluşturan saikleri azaltmaya odaklanmalıdır. Aksi takdirde yolsuzluğa yönelik kampanyalar cadı avı türünde siyasi rakipleri elimine etmeyle sınırlı kalacaktır. 2002-2003 yılında yapılan yasal düzenlemelerle bu vurgun düzenine elveren yasal dayanaklar giderilmiş görülmekte ise de, kültürel DNA’sındaki “yolunu bulma” izlerinin giderilmesi yılları alacaktır.

Organize Suç

“Mersin Limanı'nda 610 kilogram kokain ele geçirildi.”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya(27.10.2023)

 

Adli verilere göre, organize suç gruplarınca dolandırıcılık, sahtekarlık, silahlı gasp, kaçırma, tehditle para alma(çek-senet tahsili), araba hırsızlığı, kara para aklama, uyuşturucu madde/silah ticareti, çocuk ve organ ticareti, illegal kumar gibi suçlarla faaliyet gösterilmektedir.

Organize suç ile diğer suç davranışı biçimleri arasındaki en belirgin ayrım, onun "organize" olmasıdır. Genel anlamda gelişigüzel, plansız, bireysel suç teşkil eden fiilleri kapsamaz. Bunun yerine, özellikle birey gruplarının çabalarını yansıtan planlı, rasyonel eylemlere odaklanır. Organize suçu daha belirgin bir şekilde tanımlamak ve tanımlamak için ortak unsurları ortaya çıkarmak için çeşitli çabalar sarf edilmiştir. Organize suç, genellikle kamu tarafından büyük talep gören yasa dışı faaliyetlerden kâr elde etmek için rasyonel olarak çalışan sürekli bir suç girişimidir. Devam eden varlığı, kamu görevlilerinin yolsuzluğu ve faaliyetlerini korumak için gözdağı, tehdit veya güç kullanılması yoluyla sürdürülmek- tedir. Organize suçta amaç, en azından kolluk güçlerini nötrleştirmek olmalıdır. Perakende iş yapan bir işletme ancak kamusal tanınma ile varlık gösterebilir. Organize suç’la yaratılan  beklide en büyük zarar kamu görevlilerinin yolsuzluğa bulaşmasıdır. Organize suç yolsuzluğa karışmış siyasiler ve kolluk görevlileri olmaksızın varlık gösteremez.

Hiç bir ülke kendisini, bileşik kaplar kuramı gereği organize suç varlığından soyutlayamaz. Bu bağlamda, bazı ülkelerin kara para aklayarak diğer ülkeler için sorun olabileceği de göz ardı edilmeme- lidir.  Bir ülkede mafya türü adam öldürmeler olmadığı için organize suçun da olmadığı söylenemez. Mafya tarafından işlenen suçların ekserisi (yıldırma, yolsuzluk, kara para aklama/suçtan elde edilenlerin yatırıma dönüştürülmesi) gerçekte kendi varlıklarının idamesi için işlenmekte ve bu suçların çoğu karanlıkta kalmaktadır. Mafya özellikle uyuşturucu ticaretinden elde ettiği kara parayı aklamak ve “legal” sektörlere kanalize etmek zorundadır. Aksi takdirde, kelimenin tam anlamıyla kirli para içinde boğulacaktır.6

Uyuşturucu epidemisindeki en önemli etmen uyuşturucunun kolaylıkla satılması ve satın alınabilmesidir- Sağlanabilirlik teorisinin geçerlilik kazandığı  bir sektördür. Haklarında denetimli serbestlik hükmü uygulanan uyuşturucu madde suçlularının yıllar itibariyle dağılımı  şöyledir:    

                      Uyuşturucu     Uyuşturucu

            Yıl         kullananlar    bulunduranlar

2006       10.358               410

2007       13.720            2.227

2008        22.501           4.609

Toplam    46.579           7.246

Bir sava göre, köprü ülkeler eğer uyuşturucu trafiğini engelleyici tedbirler alırsa, uyuşturucu baronları tarafından geçiş değil, “tüketim noktası” haline getirilerek cezalandırılmaktadır. Narko dünyasının  sergilediği rantın cazibesi ve  oluşan kartellerin gücü kriminolojik risk oluşturmaya devam etmektedir. Bugün Meksiko’da yılda 3000’e varan adam öldürme ve terörün arkasında yine Narko kartelleri/ baronları yer almaktadır. Bu işletmelerin kolluk güçleri ve siyasilere sağladıkları rantlar/ rüşvetler işlev görmediğinde tehdide başvurdukları ve o da sonuç vermediğinde şiddete yönelmeleri olağanlaşmıştır. Sonuç olarak organize suçla mücadelede ne derece organize olduğumuz sorusu güncelliğini korumaktadır. 

Suç Oranı ve Korkusu

İşlenen suç sayısının genel nüfustaki 100.000 kişiye oranının yer aldığı “suç oranı” zaman değişimleri itibariyle suç seyri hakkında kaba bir endeks sağlayabilir. Yalnız yaşlı nüfus grubunun fazlaca yoğunluk gösterdiği bir yöre genç nüfusun yoğunluk gösterdiği yöreye göre nispeten düşük bir suç endeksi eğilimi sergileyecektir.  Bu nedenle, rafine bir oran elde etmek için yaş, cinsiyet, ekonomik, kültürel ve eğitsel seviyeye ait parametreler göz önüne alınmalıdır.

Suç korkusu ve risk açısından “sokaktaki suçların” (örneğin gasp, ırza geçme) ciddiyet göstermesine karşın mağdur açısından kayıp TL.ye bakıldığında, beyaz yakalılarca işlenen suçlardaki kaybın sokaktakinden çok fazla olduğu görülmektedir. Kimse ırza geçilen bir kişinin yaşadığı psikolojik travma ile yaşam boyu edindiği tasarrufunu bir dolandırıcıya kaptıran yaşlı bir çiftin üzüntülerini karşılaştırmayı henüz saptayabilmiş değildir! Türkiye’de herkes sokaktaki suçlarla ilgilenir, çelik kapı sanayi ve özel güvenlik ordusu gelişirken, ekonomik suçlar genelde görüş alanı dışında kalmaktadır. 

Öte yandan, toplumun sosyo-kültürel yapısına özgü sui generis saikle işlenen suç türleri arasında kasten adam öldürme  suçları yoğunluk göstermektedir. 2000-2005 yılları arasında polis sorumluluk bölgesinde töre kavramı içinde değerlendirilen 1091 kasten öldürmenin analizi içeren aşağıdaki tablo yeterli kanıtları sergilemektedir. Öncelliği “namus”un aldığı orana bu tablodaki ilişkili diğer nedenler eklendiğinde bu oranın % 59’a yükseldiği görülmektedir. 

Nedenler         Sayısı   %

Namus              322      29

Ailevi                318      29

Yasak ilişki      159      15

Kan davası      109      10

Cinsel taciz        95        9

Kız alıp verme   33        3

Cinsel saldırı      36        3

Diğer                  19        2

Adalet istatistiklerine bakıldığında açılan kamu davalarında kasten, töre ve kan gütme saiki ile işlenen adam öldürme verilerine aşağıdaki tabloda yer verilmiştir. 2013 yılı verisine göre, 100,000 nüfusta 22,3 oranı ile kasten adam öldürme ABD’nin 3.6, İspanya’nın 7.6 katıdır.7

Yıllar     Kasten adam öldürme   Töre saiki    Kan gütme

2009         13 870                              66             167

2010         14 308                              94             404

2011         14213                              86             420

2012         15 563                              59             241

2013         17 121                              72             475

Kan davasına kaynak oluşturan nedenler arasında ise “arazi ihtilafı” önemli bir yer tutmaktadır. 2006 yılında açılan hukuk davalarından % 9’u taşınmaz mallara ait bulunmakta; bu davalar ile ceza davaları arasında saptanan ilişki de bu hipotezi doğrulamaktadır. Özetlersek, arazi, su ve namus kasten öldürme/yaralama suçlarının nedenleri arasında kilit rol oynamaktadırlar. Toplumda ilkel bir adaletsizlik duygusu tepkisi olarak ülke kültürüne yer etmiş olan “küslük” durumu da “incir çekirdeğini doldurmayan” sorunlar nedeniyle aileler ve kişiler arası ihtilaflara/şiddet başvurusuna neden olmaktadır.

Psiko-Sosyal Etmenler

Tüm bu anlatımların çıkarımı olarak toplumda süregelen anomik eğilimlerin altında yatan başlıca psiko-sosyal etmenler arasında (a) Öze saygısızlık, (b) İlişkilerde ikiyüzlülük, (c) İnsanın insanı sömürmesi, (d) Değer körlüğü, (e)Yasak köleliği (f) İnsanın kendi özüne yabancılaşması g) Şiddet ağırlıklı kalıplaşmış çözüm alışkanlıklarımız ve h)“Bana dokunmayan bin yıl yaşasın” sendromunun  yer aldığı söylenebilir.  Bu etmenlerin bağlamına bakıldığında ise, Durkheim’ın anomi ve normsuzluk teorisinin kuzenleri olan gerilim(strain) ve yoksunluk teorileri egemen olmaktadır. Gerilim teorisyenleri, suçların yalnız ve anormal kişilerce işlenen tek tük olaylar olmayıp, toplumda yaşanan yoğun sınıflaşma ve yaygın sınıf çatışmasının düzenli ve kurumlaşmış vasıflarıdır. Durkheim’ in argümanına dayalı olarak kurumsal bütünlük bozulduğunda dengesizlik ve sonuçta sosyal çözülme belirmektedir. Bu teorilerin ülkedeki terör suçları için olası geçerliliği de yadsınamaz.

İstatistikler

Ülkenin nüfus yapısı, yaş grupları, yerleşim yerleri ve eğitim durumu aşağıdaki tablolarda sergilenmiştir.

Yaşa göre dağılımı

Yıl     0-14   15-64   65 ve üzeri

1999   %31   %64       %5

2009   %26.3 %66.9     %6.84

2023    %23   %69        %8

İl/ilçe Merkezleri-Belde/Köy Nüfusu

Aralık/Yıl  İl/İlçe(Şehir)   Belde/Köy     Toplam

2005     44.006.184      23.797.743     67.803.927

2007    49.747.859      20.838.397     70.586.256

2008    53.611.723      17.905.377     71.517.100

2023      77.762.700         8.640.300      86.403.000

Türkiye’de nüfus artış hızı % 1.31’dır. Uzun dönemde hızın azalarak ortalama % 1.1’e ve 2020 yılında sonra % 1’in altına düşeceği tahmin edilmektedir.

Nüfus ve yıllık nüfus artış hızı, 1927-2021

1975-2020 yılı Genel Nüfus Sayımına göre Toplam Nüfusun Eğitim Durumu(%)

Yıl       Okuma yazma     Okuma yazma bilen-    İlkokul    Ortaokul dengi   Bir okul         Yüksek

                Bilmeyen            Bir okul  bitirmeyen                       meslek okulu      bitirmeyen    öğrenim

1975        47.2                         8.9             34.7             3.3          3.9              2.0

2000        17.2                         6.4             47.8              8.2         12.5             7.8

2020           3                            11                24                18             -                 14

2013 yılı verilerine göre, zengin-fakir uçurumuna bakıldığında, nüfusun %16,3’ü yoksulluk riski altındadır. Kentsel yerlerde bu oran % 13,8 iken, kırsal yerlerde %16,3 oldu. Sürekli yoksulluk riski altında bulunanların oranı ise %16 olarak gerçekleşti. Bu oranın 2011 ve 2012 yılları için de geçerliliği saptandı. Servetten % 1’lik “en zengin” kesimin aldığı pay 52,3 iken, geri kalan % 99’nun payı % 47,7 olmuştur. Nitekim, ülkemiz servetin en eşitsiz dağıtıldığı ülkeler arasında yer almaktadır.

Cezaevlerine giren mahpusların (hükümlü ve tutuklu) beyanlarına göre öğrenim durumu dağılım tablosu (01/03/2015) aşağıda sergilenmiştir. Bu verilere göre yüksek öğrenim görmüş olanların oranı %3 oranında iken %61’i okur yazar olmayan ile ilk öğretim mezunlarını içeren dört gruptaki mahpusları kapsamaktadır. 1/11/2017 tarihindeki eğitim ve meslekleri dağılıma aşağıdaki tablolarda yer verilmiştir.

Suçun Bedeli

Kamu düzeni ve güvenliği açısından ölçümlenmesi yapılacak bir parametre de, Türkiye'de işlenen suçların faturasıdır. Bu saptama suçluluk faaliyetinin ülkedeki etki derecesini değerlendirmede önemlidir. İşte ceza adaleti sistemi (kolluk, savcılık, ceza mahkemeleri ile ceza infaz kurumları) harcamaları; alarm ve güvenlik sistemleri ile özel koruma; çalınan malların değeri; terör kurbanları yakınlarının maruz kaldığı yoksunluklar, şiddet suçları mağdurlarının tedavi harcaması; sönen hayatların ekonomik faturası; suç oranı yüksek semtlerin/bölgelerin boşaltılması, iş yerlerinin kapanması ve işçi çıkartılmasının tahmini faturası toplamının, milli savunma harcamalarından büyük olacağına kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Bu saptama sayılan öğelere özgü her suç için saptanan ortalama değerin tahmin edilen suç sayısı ile çarpılması ile elde edilebilir. Bu bağlamda, suç olgusu bir numaralı ekonomik sorun olma istidadındır.  

Her ülkeye özgü muhasebe ve sayım sonucu beliren farklılık nedeniyle  küresel düzeyde karşılaştırma yapabilmek zor ise de, genel bir gözlemle ceza adaleti sistemine ayrılan GSMH  oranının %1-2.5'i geçmediği belirtilmektedir. İngiltere’ye özgü yapılan bir araştırmada ceza adaleti sisteminin toplam suç bedelindeki payı % 20’i (11.6 milyar £) bulmaktadır.

Karanlık Sayı

Doğası gereği suç niceliğinin ölçülmesi kolay değildir. Suçlar bazen mağdurları tarafından; bazen de, üçüncü kişilerce “neme lazımlık” sonucu ihbar edilmediği için kayıtlara geçmemekte; karanlıkta kalmaktadır.  Suç aritmetiğinde “karanlık sayı” kadar sorun olan bir konu da “artık sayı”dır. Bunlar asılsız suç ihbarları ile işlenmiş bir suçun daha ağır gösterilmesinden kaynaklanmaktadır.  Ayrıca ceza adaletinde erime (attrition) olgusuna da tanık olunmaktadır.

Çocuk istismarı ve kadınların günlük yaşamda maruz kaldığı cinsel tacize dikkat çeken ilk önce USA’de başlayan ve sonra Avrupa’ya sıçrayan “Me Too” (Ben de)/ “never again” kampanyasının ortaya koyduğu karanlık sayı tablosudur.

İşte sapma ve suçluluk hakkındaki düşünceler “karanlık sayı” göz önüne alınmadığında doğru olmayacaktır. Bu nedenle, kriminolojik araştırmada yalnızca ceza adaleti sisteminde işlem gören şüpheli/sanık/ hükümlü kişilere eğilerek sosyal patolojiye eğilebileceği illüzyonunda ısrarlı olunma- malıdır. Sapma ve suçluluk arasındaki sınır da, resmi müdahaledeki şiddet gösterisinin seyrinde olduğu gibi sosyal toleransın derece ve sınırına dayalı bulunmaktadır. Türkiye’de yapılan ilk araştırma örneği  olarak  Galma Jahic ve Aslı T. Akdaş Mitrani’nin “Uluslararası Suç Mağdurları  Araştırması 2005: İstanbul Hanelerinde Suç Mağduriyeti” özet tablosuna aşağıda yer verilmiştir.

Aile içi şiddet açısından “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması”(2009) sonuçlarına göre saptanan veriler şunlardır:8

- Eşi veya eski eşi tarafından fiziki şiddete maruz kalan kadınların  oranı % 43.9;

- Cinsel şiddete maruz kalan kadınların oranı % 15.3;

- Kadınların % 7’si, 15 yaşından önce cinsel istismar yaşamış;

- Kentte fiziki şiddet oranı % 38, kırsal alanda % 43;

- Yaşadıkları şiddeti kimseye anlatmayan kadınların oranı % 48.5;

- Eşi veya birlikte olduğu kişiden fiziki veya cinsel şiddet gören kadınların % 92’sinin hiçbir yere başvurmadığı.

İngiltere’de 50.000 mağduru kapsayan anket sonuçlarına göre meskenden yapılan hırsızlıklardan ancak ¼‘ü kayıtlara geçerken ¾’ünün karanlıkta kaldığı belirlenmiş;9 Fransa’da 10.000 mağdur kapsamlı araştırmada %21’inin kayıtlara geçtiği saptanmıştır.  Genelde bu karanlık sayının % 90’a yükseldiği; ve Almanya’da dörtte üçü kayıt dışı kaldığı saptanmıştır.

Hürriyeti Bağlayıcı Ceza

Bu yaptırım tedbiri suçlunun toplumdan uzaklaştırılarak cezaevine konulmasıdır. Simge olarak, suçlunun toplum için kötü olduğu, kendisine katlanılamadığı hatırlatılmakta; kişinin toplumda yeni suçlar işlenmesi önlenmektedir. Bu yaptırım en son başvurulacak bir tedbir olarak algılanmalı ve yalnızca işlenen suçun ciddiyeti başkaca bir yaptırım tedbirini açıkça yeterli olmaktan çıkarması halinde uygulanmalıdır. Şedit ceza siyasetleri ve hapis cezasına geniş ölçüde başvurunun suç sorununa çözüm getirmediği gibi halkın suç hakkındaki endişesini azaltmadığı A.B.D  ve Türkiye’de örnekleriyle kanıtlanmıştır. “Bedel-yarar” açısından bu cezanın etkililiği de sorgulanmaktadır.

Ceza yaptırımları sisteminde yer alan hapis cezası, en pahalı bir yaptırım türüdür. Salıverilen hükümlülerin yeniden suç işlemesini önlemek açısından da diğer yaptırımlardan daha başarılı değildir (yaptırımların ikamesi teorisi). Bu yaptırım, mahpusluk süresince halkı zarar görme riskinden korumakta ve ciddi suçlar için halkın öç alma ihtiyacını (retribution) karşılamakta ise de, cezaevleri nüfusunda oluşan aşırı kalabalık veya enflasyonist görüntü ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu sorunlara köklü çözüm getirmek üzere gerçekte çekilen hapis cezası süresini azaltan tedbirlerin geliştirilmesi bağlamında aşırı kalabalık hapishane yönetimi (genel af, kolektif pardon)şeklindeki kolektif tedbirler yerine erken şartlı salıverme (parole) gibi bireyselleştirilmiş tedbirlere öncelik verilmelidir. Nitekim son yıllarda benimsenen yaklaşım bu şekilde olmuştur.

Yalnız, köklü çözüm getirmek üzere hapis cezası süreleri ülkede yüksek oranda suç olmaksızın azaltılabilir.  Nitekim, İngiltere dışındaki Avrupa örneklerine bakıldığında, mahkumiyet süreleri önleyici etkisi kayba uğramadan azaltıldığına tanık olunmuştur.

Genelde hapis cezasının toplumda işlenen suçların azalmasına doğrudan yapabileceği katkıyı belirlemek hiçte kolay değildir. Bunu etkileyen faktörler arasında;

- Kişinin dışarıda olsaydı ne kadar suç işleyeceğinin bilinemediği;

- Ceza adaleti sisteminin, fazlaca suç işleyen kişilerin cezaevine gönderilmesini sağlamadaki başarı derecesinin bilinmediği;

- Suçların sayısallığı kısmı bir ölçme olup, sebebiyet verdikleri zarar ve ziyanın göz önüne alınmadığı;

- Farklı ölçümlerin farklı sonuçlar vermesi; ve özellikle kolluktaki suç kayıtlarının mağdurlar üzerine yapılan anketlerden daha düşük olması yer almaktadır.

Sapma ve Sosyal Etiketleme

“Gardiyanın çocuğu, “hırsız görmek istiyorum” diyor. “İşte oğlum orada gördüklerin hırsızdır” karşılığı vermiş. Çocuk, “Ama baba, ben hırsızları görmek istiyorum, orada gördüklerim insandı” demiş.” Nedim Şener. Baba, seni neden oraya koydular? Gerçekler Hapsedilemez, Doğan Kitap, 1. baskı Nisan 2012.

İnsanlar için doğadaki nesneleri sınıflandırmak ve kategorilere ayırmak ne kadar rasyonel ise, insanları hakikatten uzak bir şekilde tipleştirmek te o derece irrasyoneldir. Bu süreç “önyargı/klişe tiplemelerin oluşmasına neden olmaktadır. Çoğumuz  için yaşamda edindiğimiz deneyimle  önyargıyı tanımamak hiçte zor olmadığı gibi bunlara kapılmamak ta elde değildir. Sembolik etkileşimciler, takılan etiketlerin insanların algılamasını nasıl etkileyip önyargı yarattığını incelerler. Onlar, öğrendiğimiz etiketlerin insanları nasıl gördüğümüzü etkilediğine vurgu yaparlar. Sembolik etkileşim analizinin esas katkısı etiketleme (labelling) kuramıdır, sapma ve uyumun kişinin yaptıklarından çok başkalarının verdiği tepkilerden doğduğu düşüncesidir. Etiketler bizleri algılamamızda seçici olmaya yönelterek, bazı nesneleri görmemizi sağlarken, ötekilere karşı bizleri körleştirmekte; ve ters düşen kanıtları da dışlattırmaktadır (Simpson ve Yinger, 1972).

Bu olguya sosyal psikologlarca verilen anlam da farklı olmaktadır. Bun- ları şu dört grupta toplamak mümkündür:

1. Hatalı ve katı bir genellemeye dayalı antipatik bir yaklaşım;

2. Bir grup kişiye karşı duygusal ve katı bir tavır takınılması;

3. Bazı kişilere karşı ait oldukları özel bir grup nedeniyle makullük ötesinde olumsuz  bir tavır alınması;

4. Kişi hakkında yalnızca bir kategoriye sokulması nedeniyle farklı bir değerlendirme yapılmasıdır.

Tarihte dini, yasal veya sosyal normların ihlali karşısında hükmedilen en eski yaptırım kirlilik damgasıdır. Kirlilik bulaşıcı görüldüğünden, etiketlenen suçlu toplumdan soyutlanmaktaydı.  Antropolog G. Frazer, damgalı kirliliğe örnek olarak şunu vermektedir: “Eski Attika’da katiller yasa dışı ilan edilerek toplumdan soyutlanmakta ve herkes onu sorumlu olmaksızın yaralayabilmekte/ öldürebilmektedir. Bir katile başka bir suç isnat edildiğinde de karaya çıkmasına izin verilmeyerek hâkimler duruşmayı sahilden yönetiyordu”.

Potansiyel suçlular ve normdan sapanlar için “etiketleme” ceza yaptırımından daha fazla önleme etkisine sahiptir.Etiketlenme korkusunun cezaların genel önleme bağlamında özel bir anlamı vardır. Ceza hukuku tarihine bakıldığında hukuksal etiketleme ötesinde fiziki damgalama yoluna gidildiğine, Hamurabi Kanununda alnın, XVIII. asrın Avrupa ve İngiliz yasalarında alnın ve yanakların damgalanması suretiyle tanık olunmaktadır.10 Etiketlemenin olumsuz yanı da, sapkınlıkların şiddetlenmesi ve kendi kendisini gerçekleştiren kehanetin oluşmasına yol açmasıdır.

Günümüzde, mükerrir/itiyadi suçlular dışındaki vatandaşlar için etiketlenme korkusu ceza korkusundan daha güçlü bir etki işlevi görmektedir: Kişi toplumdaki/ailesindeki konumunu, işini kaybettiği gibi toplumdan da soyutlanmaktadır.

Katiller, hırsızlar ve ırza geçenler bakımından yoğun ölçüde etiketleme işlevine tanık olunurken beyaz yakalı suçlular (tüccarlar ve siyasetçiler) kendilerini suçlu görmedikleri gibi halk da genelde kendilerini toplumun saygın vatandaşları olarak kabullenmektedirler. İşte hukuk sanki bir örümcek ağı gibidir. Bu ağa sinekler ve küçük böcekler takılırken, büyük böcekler ve arılar rahatça geçmektedirler. Diğer bir anlatımla, de facto adalet suçu tanımlayan ve suçluyu şerefli insandan ayıran ideal bir ölçer olamamaktadır-çifte standart.

Profesyonel Suçlular

Bir davranış sistemi olarak profesyonel hırsızlara tanık olmaktayız. Profesyonel hırsıza ait birincil soru genetiktir: Nasıl ortaya çıktığı ve kültürümüzde nasıl devam ettiğidir? İkincil soru ise, bir kişinin nasıl olup ta bu profesyonel gruba girebildiğidir? Bu sorular Türkiye’de bir kişinin nasıl futbolcu olduğu sorusu ötesinde nasıl profesyonel futbolcu olduğu sorusunda yankılanmaktadır. Herkes futbol oynayabilirse de, profesyonel bir sporcu olmak, özel beceri ve tekniklere ehil kişinin profesyonel kulüplerce kabul edilmesine bağlı bulunmaktadır. İşte futbol/ profesyonel futbol bir spor türü olarak toplumda var olduğundan, kabul görenler profesyonel olabilmektedir.

Profesyonel hırsızlara özgü eylem türleri arasında yankesicilik, mağazadan hırsızlık (shoplifting) ve üç kağıtçılık yer almaktadır. Yalnız bu suçları işleyen herkes profesyonel hırsız değildir. Profesyonel hırsız bu eylemleri kendine iş edinmiştir. Kullandıkları teknikler asırlarca boyunca gelmiş;gelenekler ve bireysel ilişkilerle kişilere intikal etmiştir. Bu kişiler kendi aralarında davranış kodları, grup ruhu ve konsensüs ile kapalı bir ilişkiler ağına sahiptirler. Profesyonel hırsızın teknikleri bir tüccar ve aktörünkinin hemen hemen aynısıdır. Amaç, mağdurun  menfaat, dikkat ve davranışını manipüle etmekten ibarettir.  Profesyonel hırsızlık bir zeka ve hüner işi olmasına karşılık, gasp/meskenden hırsızlık eylemlerinde şiddete/şiddet tehdidine sıkça başvurulmaktadır.

 

Suç Korkusu

“Genel bir kural olarak, güven duygusu, devamlı, dürüst davranış beklentilerini yaratacak biçimde toplum bir ahlaki değerler dizinini paylaştığında oluşabilmektedir.”
Fukuyama (1996:153)

Kriminolojik okur yazarlık artıkça bu kavramın önemi anlaşılmış ve bu amaçla projeler geliştirilmiştir. Antalya emniyet müdürlüğünün (komşum polis, komşu kollama)/güvenli okul, güvenli eğitim işbirliği projeleri, bu bağlamda belirtilebilir. Şimdi konuya açıklık getirmek, analiz etmek üzere sorularımızı sergileyelim: Suç korkusu nasıl yaratılmaktadır? Var olan bir korku mudur? Yoksa sonradan öğrenilen bir olgu mudur? Suç korkusunun tabiatı, derecesi nedir? Somut korku, şekilsiz korku/anlamsız korku ile sosyo-demografik değişkenler (kadınlar/ yaşlılar)arasındaki ilişki nedir? Yönetişimde suç korkusuna siyasal bir taktik olarak başvurulmakta mıdır?  Anarşinin hüküm sürdüğü zamanlar ile sıkıyönetim ilanı sonrası suç korkusunda beliren değişimler nasıl oluşmaktadır? 

Genel suç korkusu, özelde terör korkusu olağan bir sosyal olgu olarak belirmektedir. Sizler hiç mağdur oldunuz mu? Bu olguyu tecrübe ettiyseniz, mağdurluğun yarattığı üzüntü, endişe, sıkıntı ve tepkiler doğrudan mağdur olan kişilere özgü olmayıp, yakınlarını da etkilemektedir. Öznel mağdurluk riski(ÖMR) bakımından-mağdurluk deneyimi olan kişinin mağdurluk risk algılamasına bakıldığında,  mağdur olanların olmayanlara göre ÖMR’si yüksektir.

Suç korkusu direkt mağdurluğun yarattığı bir korku olmak ötesinde düşünsel olarak kitle iletişim ortamında ve/ya fısıltı gazetesi ile de oluşmaktadır:  “Besleme teorisi”’ne göre, suç korkusu kısmen  prime-time’de şiddet içerikli dramatik  yayınlar ile gazetelerin üçüncü sayfa suç haberleri yanında suç mağduru olan dost, arkadaş ve komşuların haberleri ile beslenmektedir. Bu etkileşimi vurgulayan hipotezler,  anket sonuçlarıyla desteklenmiş; TV’nin tahmin edilen etkileri doğrulanmıştır. Suç, özellikle şiddet içerikli suç haberlerinin vatandaşın bilinç altına yerleşmesi sonucu sanki her dakika suç işleniyor korkusu ile yaşam kalitesinin bozulması riski belirmektedir. Kişinin sosyal ve kültürel fırsatlardan yararlanması kısıtlanmakta/ toplumsal dayanışma duygusu zedelenmektedir. Bu fırsatı ekonomik açıdan değerlendirenler de yeni bir piyasa/pazar oluşturdular.  Sigorta şirketleri ile özel güvenlik firmaları suç korkusunu bir pazarlama tekniği/taktiği olarak kullanmaya başladılar. Türkiye İş Bankası Kuruluşu olan Anadolu Sigorta’nın bir gazeteye verdiği tam sayfa  reklam ilanı(2008) ilginçtir:

“Geçtiğimiz yıl Türkiye’de her 6 dakikada bir, bir eve hırsız girdi.

On binlerce kişi bunun kendi başına gelebileceğini düşünmemişti.

Anadolu Sigorta acenteleri ya da Türkiye İş Bankası şubelerine

gelin, evinizi her türlü riske karşı bir an önce sigortalayın.

Anadolu Sigorta. Kaybetmek yok.”

Bugün için Türkiye'de, dengenin şiddet doğrultusunda ağır bastığına; düzensizlik ve nizam ile hiddet ve mantık ikilemlerinde birincilerin yoğunlaşma eğilimi gösterdiğine tanık olunmaktadır. Nitekim, TBMM Araştırma Komisyonu raporuna göre, 26.009 öğrenciyi kapsayan ankette liselilerin % 15.1’i okula silahla(% 9.2’si delici ve kesici aletle, % 5.9’u ateşli silahla) geliyor; öğrencilerin  %7.7’si çete üyesi olduğunu söylüyor. Çete üyesi olma nedenleri arasında da ilk sırayı (% 42.3) “güvenlik” (kendini güvende hissetmemek) almaktadır.

Güvenlik  bir değerdir. Yalnız adalete göre daha aşağı derecede bir değerdir. Bu tür değerler, üstün değerlerin varlık koşuludur. Bu değerler olmaksızın üstün değerler kesinlikle gerçekleşemezler. Manga Carta’nın şu söylemi, yaklaşık 800 yıl kadar önce ne kadar geçerli ise bugün içinde geçerliliğini korumaktadır: “Hiç kimseye hak veya adaleti satmayacağımız gibi hiç kimseyi de bunlardan mahrum etmeyecek veya sürüncemede bırakmayacağız” (Magna Carta Chapter 40).11

Sonuç

Kriminolojik sosyal sorunların tabiatına özgü yorumsal üçgenin köşelerden birincisinde, gerçek olgu, şiddeti ve suç mağduru olma riski; ikincisinde, kamuoyunun suç sorunu ciddiyeti hakkındaki algılaması (günümüzde suçun, işsizlik, sağlık bakımı ve erozyon kadar önemli bir sosyal sorun olarak derecelendirildiği) ve üçüncü köşede ise, suç sorunu ve kamuoyunca dile getirilen endişenin medya ve siyasilerce istismar edilmesi yer almaktadır. Üçgenin köşeleri arasındaki ilişkisel uyum/ uyumsuzluğun ne merkezde olduğu ve halkın tepkilerinin gerçekte suç “hakkında” mı, yoksa genelde var olan tatminsizlik ve düzensizliğe özgü genel bir duyguyu yansıtan bir metafor mu olduğu güncelliğini koruyacak değişkenler olacaktır. Tüm bu süreçte, ceza siyasetçileri, uygulayıcılar ve kriminologlar arasında  yakın bir işbirliği olmalı; sosyal koşullarının farklılığına karşın ülkeler arasında fikir alış verişi göz ardı edilmemelidir.

İşte ancak bu ortam ve araştırmalar doğrultusunda kriminoloji, verilen siyasi uğraşlar içinde Türk toplumuna yararlı bir katkıda bulunabilecektir.12  Kuşkusuz, bu konuya ilgi duyan eski hükümlülerin katkısı da göz ardı edilmemelidir.  Hapis cezası çeken eski hükümlülerle kriminoloji uzmanları bir araya gelerek hükümlü kriminolojisi konusunda hayal gücünü genişletmeye çalışmalıdırlar. Kriminolojide uzmanlaşan eski hükümlüler bizlerin neden başarısızlığa uğradığı konularında da kanıt sağlayabilirler.

Sosyolojik gerçek, devlet, güvenliği sağlamak/vatandaşını korumak için ceza soruşturması/ kavuşturmasını ancak diğer vatandaşlara  kötü bir şeyler yaparak (zorunlu kötülük) gerçekleştirebil- mektedir. Devlet “iyi olanı” ancak “kötü olanı” da yaparak; hak/özgürlük kısıtlamalarına başvurarak sunmaktadır. İşte önlenemez nitelikteki bu tahribat göz önüne alınarak  zorunlu kötülüğün  mümkün olduğunca en alt seviyede tutulması siyaseti de facto olarak benimsenmelidir.  Burada söz konusu olan şu  etik anlayışı benimsemek ve  vurgulamaktır: Devlet ajanları, suçluların davrandığı gibi davranamaz; devlet kendini onlarla aynı konumda göremez. Bu yaklaşım, doğal olarak, devletin suçlulara göre biraz daha dezavantajlı bir konumda olduğunu göstermektedir. Devlet uygar ve çağdaş olmanın gereğini yapmalı; elindeki enstrümanları  ekonomik olduğu kadar insani bir biçimde uygulamalıdır-insan onuru.

Toplum doğası gereği suça karşı olduğu gibi karşı da olmalıdır. Yalnız bu yaklaşımda dikkatler suçtan çok suçluya kaydırılmıştır. Ne var ki, sosyal sorunlar illegal yapılmak suretiyle çözümlenemezler. Toplum olarak ihtiyacımız, daha fazla kişiyi suçlu yaparak “sabıkalı” damgasını vurmak yerine daha fazla sorunların üzerine eğilmektir.

En az çabayı gerektiren bu damgalama yaklaşımı, “fail bulundu, suç çözümlendi” türü söylevler yanılgıya gebe bulunmaktadır. Toplum, suçlulara eğilerek olgulardan oluşan suçlulukla mücadele edilebileceği yanılgısına düşmemelidir. Bilgelik önlemedir(prevention). Einstein, “Zeki insan bir problemi çözer. Bilge insan ise ondan kaçınır.”  Önemli olan sorgulamayı bırakmamaktır. 

“Kültürel bir ürünü açıklamak için onu bilmek gereklidir. Düşünce ve   duygu işlerinde onu bilmek, deneyime sahip olmaktır.” Bronislaw Malinowski, Antropolog (1884-1942)

“Uygar yaşamı mümkün yapan ceza korkusu değil, vicdandır.” Bernard Shaw.
The Crime of Imprisonment, The Citadel Press, New York  1961, p.34

“Öç almak önemli ise de,

önlemek daha da önemlidir”

Sherlok Holmes hikayelerin yazarı Conan Doyle(1927)

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

---------------- 

1 Anomi, etimolojik bakımdan düzensizlik ve kanunu ihlal etme anlamlarına gelir. Durkheim’a göre, ilkelerin davranışa rehberliğinde bozulma olan, bireyleri sosyal kısıtlama ve yönlendirmelerden yoksun bırakan bir sosyal durumdur-sosyal çözülme. Sosyal anomi’nin nedenleri Durkheim’ca, ani sosyal değişime odaklandırılmıştır. Bir toplum, çeşitli ideolojiler arasın- daki çatışma ile karakterize edilen basit bir anomi’den etkileneceği gibi dini, siyasi ve diğer ideolojik görevlerin iflası ile belirecek yoğun anomi’den de sarsılabilir. Bu bağlamda sosyal anomi, suçluluğa itme potansiyelli bir faktör olarak belirmektedir. Cumhuriyet başsavcılıklarına 2022 yılında gelen dosya sayısı 2015 yılına göre % 47.5, bir önceki yıla göre ise %7.5 oranında arttı.

2 “...Yolsuzluk teriminden, bir görevin olağan ifasına ya da haksız bir komisyondan veya hak edilmemiş bir yarardan veya böyle bir hak edilmemiş yarar vaadinden fayda sağlayanın, lazım gelen davranışına etki eden haksız bir komisyonun veya diğer hak edilmemiş bir yararın veya böyle bir yararla ilgili vaadin doğrudan ya da dolaylı olarak talep edilmesi, sunulması, verilmesi ya da kabul edilmesi anlaşılır.” Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi md.2.  Bu tanım rüşvet veren ve rüşvet alan olmak üzere iki aktörü içermektedir. Her ikisi de aynı derecede sorumludur. Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi/ Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi; Birleşmiş Milletler Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi; G. Dannecker “Almanya’da Yolsuzlukla Mücadelede Ceza ve Vergi Hukuku Tedbirlerinin Sertleştirilmesi” Suç Politikası,Seçkin,2006,ss.133-57. Rüşvetten bilgi sahibi olanın ihbar tehdidiyle daha fazla rüşvet alması örneğinde olduğu gibi rüşvetin rüşvete gebe olduğu unutulmamalıdır(Yazarın notu). “Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Bile bile, günaha saparak, insanların mallarından bir kısmını yemeniz için onun bir parçasını yetkililere aktarmayın.” (Bakara/188). Yolsuzluk Algı Endeksi 2021’in sonuçlarına göre Türkiye’nin 2013 yılından bu yana 12 puan kaybederek 43 sıra gerilediği görülüyor.

3 İlki 1982 yılında Banker krizi olarak bilinen finansal sektör krizi, ikincisi 1994 bankacılık krizi ve üçüncüsü  Kasım 2000 bankacılık krizi adlandırılan kriz yılları yolsuzluğun artış dönemleridir. 2000-2001  yıllarında ülkedeki sistematik bankacılık krizinin yol açtığı maliyet GSYİH’nin % 19.3 olmuştur. Bazı bankalarda  tanık olunan başlıca işlemler “çifte kayıt”, “kayıt dışı hesap” ve “açığa katrilyonluk (TL)bono satışı” dır. Banka içinde bankacılık olgusu dışında en geçerli yolsuzluk metotlarını, inşaat, nakliye ve yemek işleri oluşturmuştur.  Ocak 2004 tarihi itibariyle bankalardan hortumlanan miktar  29 Milyar $’dır. Gerçekte bu suçların hacminin ne kadar olduğu ve etkilerinin ne olduğu bilinmemektedir. Bu tablonun nedenleri bakımından zayıf tasarlanmış düzenlemelerin bankacılık sistemini krizlere açık hale getirdiği ve şeffaf bir piyasanın oluşumuna da engel teşkil ettiği söylenebilir.

4 “Sayıştay büyük yolsuzluklar yerine memurlara yapılan üç beş kuruş fazla ödeme, eksik kesilen vergi gibi kimseyi rahatsız etmeyen konularla uğraşmayı yeğliyor...” Bkz. A.İhsan Saner. Devletin Rantı Deniz,İletişim Yayınları, 2001. Dokunulmazlık zırhı siyasileri yolsuzluğa  tahrik edici olmaktadır(Yazarın notudur). Ülkemize özgü sosyolojik gerçek te, hırsızlık/yolsuzluk çapı ile  halkın tepkisinin ters orantılı olmasıdır: Hırsızlık ne kadar küçükse, tepki o derece büyük olmakta; hırsızlık büyüdükçe takdirle karşılanmaktadır.

5 Bkz.E.Cansen. “En büyük günah: Kul hakkı yemektir” Hürriyet (31/07/2013,s.14; “Çaldı ama çalıştı” Hürriyet (12/01/2014) s.12. Yasallık anlayışı ve kurallara saygı her şeyden önce bir bilinç ve kültür meselesidir.  Temiz Eller’in 20. Yıldönümünde (L’Espresso dergisine) konuşan hâkim,” İtalya’daki yoz sistemin geçen yıllar içinde tümüyle içselleştirildiği, ‘Temiz Eller’ davalarının zamanaşımıyla çoğu kez düştüğünü; çoğu kanunların yol boyu değiştirildiğini, belli suçların suç olmaktan çıkarıldığını ve yargılama usulü kurallarıyla oynandığını, dokunulması gereken insanların ‘dokunulmazlığının’ tümüyle pekiştirildiğini” belirtiyor. Bkz. N. Cerrahoğlu. “Yirmi Yıl Sonra Temiz Eller” Cumhuriyet (29/01/2012). Yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını tehdit eden en büyük tehlike yolsuzluktur(Yazarın notudur).

6 J. Ziegler. Suçun Derebeyleri, Doğan Kitap, 1999: “Kişiye değil, sisteme odaklanmak gerek, kapitalizm mafyasız yapamaz! Bu ekonomi-politik, ihtiyaç duyduğunda zora dayalı yeraltı dünyasını müttefik görür işbirliği yapmaktan çekinmez. Her türlü adaletsizliğe göz yummasının nedeni, mafyanın yarattığı ranta ihtiyaç duymalarıdır.” Nedim Şener: Türkiye genelindeki organize suç örgütlerinin toplam sayısı 881(26.03.2021). Güvenlik güçlerince 15 Temmuz 2016'dan bugüne kadar organize suç örgütlerine karşı gerçekleştirilen 362 operasyonda 347 çete çökertildi(21.05.2021). İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 4 Haziran-6 Ekim tarihleri arasında yedisi ulusal, 31’i yerel olmak üzere 38 mafya tipi organize suç çetesinin çökertildiğini açıklayarak, “Halkımızın huzurunu kaçıran, güvenliğini tehdit eden organize suç örgütlerine göz açtırmayacağız!” dedi (11/10/2023). Küresel Organize Suç Endeksi 2023:193 ülke arasında 14'üncü; Asya'daki 46 ülke arasında 6. sırada; Batı Asya'daki 14 ülkeden 4'üncüsüdür. 2021 yılında suçluluk puanı 6.89 iken 2023’de 7.03 olmuştur-sıralama 1-10 arasında olmaktadır. Rapor, Türkiye’de çeşitli mafya gruplarının hükümet ve diğer siyasetçilerle yakın ilişki kurarak polis ve yargı karşısında koruma sağladıklarının aktarıldığını bildirdi.

7 Bkz. UNODC suç ve ceza adaleti istatistikleri

8 Kadına yönelik şiddetin kreşendoya vardığı ölüm pornografisi için bkz. “Kadına Şiddette Son Nokta” Haber Türk (7/10/2011) s.1.

9 Kantar Public tarafından yapılan “İngiltere ve Galler Suç Araştırması ” gelecek nesil kamu politikası ve programları için kanıt ve içgörü sağlamaktadır. TUİK. Resmi İstatistik Programı 2022-2026, s.88. Suç mağduriyeti araştırması planlanmıştır. 

10 İran’a bağlı bir ulu olan Polylerit’te tüm hükümlüler giydikleri bir örnek elbisenin rengiyle tanınırlar. Saçları toptan değil kulaklarının biraz üstüne kadar tıraş edilir.  Kulaklarından biri de ucundan kesilir. Her il kendi mahkumlarına belli bir damga vurur.  Bu damgayı silmek, ilin sınırlarını aşmak ve başka ilin köleleriyle konuşmak da ölümle cezalandırılır. Thomas More UTOPİA 5.bası cem yayınevi 1997 İst.,.s.36.  Ayrıntılı açıklama ve teorik yaklaşım için bkz. S.Shoham. The Mark of Cain  Oceana Publications, Inc.,New York, 1970; “Bir insanın adı çıkacağına canı çıksın”,“Adın çıkmış dokuza, inmez sekize”. Etiketleme teorisi ve Howard Becker için bkz. http://www.criminology.fsu.edu/crimtheory/becker.htm Sosyal tepki teorileri: Kriminoloji geleneğinde etiketleme teorisi, Marksist yaklaşım ve sosyal tepki için bkz.   http://www. crimetheory.com/ Archive/Response/index.html Ayrıca bkz. İ. Berkan. “Lekelenmeme hakkı’nı talep etmek çok mu lüks?” Hürriyet (22/01/2014) s.7.

11 Habeas Corpus/Manga Carta  hukuk sisteminin temelini oluşturmaktadır. Bkz. M.S. Gemalmaz. Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş 4.Bası Beta, 2003, s.29. “Kolluk gücünün yola getirilmesi bakımından itirafın hiç bir koşul altında asla bir kanıt olarak kabul edilmemesi gerektir.” B. Russel bu doğrultuda suçluluğu kanıtlamakla görevli kolluk gücü yanında sanıkların suçsuzluğunu kanıtlamakla görevli bir kolluk gücünün daha oluşturulması ve bu gücün kolluk görevlilerince işlenen suçlara da el koymasını önermektedir. B.Russell. İktidar Altın Kitaplar Yayınevi, Ağustos 1976, ss.360-361.

12 Almanya için bkz. C.Fahl “Kriminolojinin Ceza Hukukunun İnsan Anlayışı Üzerindeki Etkisi” Suç Politikası, Seçkin, 2006, ss.221-226. Ayrıca bkz. S.Yumak. “Kriminoloji ve Ceza Hukuku: Hukuk Fakültelerinde Kriminoloji Öğretiminin Faydaları ve Türkiye’deki Güncel Durum” TAAD, Temmuz 2015, S.22, Yıl. 6,  ss.549-585. M.T. Yücel. Kriminolojik Notlar: Toplum, Suçlu ve Ötesi, Ankara Yarı Açık Cezaevi Matbaası, 1971; M.T. Yücel. Kriminoloji, Genişletilmiş 6. Bası, Ankara, 2023. M.T. Yücel. Kriminoloji: Suç ve Ceza, 1986, Adaleti Güçlendirme Vakfı; S. Dönmezer ve F. Yenisey. Ceza Adaletinin Etkinliği, Tesev, 2000. Ayrıca bkz.  H. Kury, A. Mumcu, H. Kızılarslan. “Suç ve Yaptırım Davranış Şekilleri, Suçlulara Yardım ve Rehabilitasyon ve Suç Politikaları(Almanya ve Türkiye Sonuçları Karşılaştırmalı Raporu”   Suç ve Ceza-Ceza Hukuku Dergisi Cilt: 12, Sayı 4 (Aralık 2019): Ankete katılanlar Türkiye’de  yüksek oranda bir suç mağduru olma olasılığından korkmaktadırlar. Adalete güven konusunda Almanya’da yurttaşlar adli sisteme daha çok güven duyarken, Türkiye’de bu anlamlı şekilde güvensizlik algısı sergilenmiştir. Türkiye’de toplumsal dayanışmanın azaldığı, huzursuzluğun arttığı vurgulanmıştır.