5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 237. maddesinde kamu davasına katılma hakkına sahip olan kişiler düzenlenmiştir. “Kamu davasına katılma” başlıklı CMK m.237/1’e göre; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler”.

İlgili hükümde görüldüğü üzere; “mağdur”, “suçtan zarar gören” ve “malen sorumlu” olarak üç farklı sıfatı haiz kişilerin kamu davasına katılma haklarının olduğu belirtilmiştir. “Malen sorumlu” kavramı CMK m.2/1-i’de tanımlanmışken, “mağdur” ve “suçtan zarar gören” kavramlarının tanımı bu maddede yapılmadığı gibi, Kanunun herhangi bir başka maddesinde veya madde gerekçesinde de yer almamaktadır. Bu sebeple, mağdur ve suçtan zarar gören kavramlarının tanımı ile kimlerin bu sıfatların kapsamına girebileceği hususları doktrinde ve uygulamada açıklanmıştır.

Yeri gelmişken belirtmeliyiz ki; CMK m.2’de suçtan zarar gören ve mağdur kavramlarına ilişkin bir tanım yapılmadığı gibi, Kanunun diğer maddelerinde defalarca kullanılan ihbar ve şikayet kavramlarına ilişkin de bir tanıma yer verilmediği görülmektedir. Kanunda yer alan bu eksiklik sebebiyle uygulamada; kavram karmaşası ve sorunlar yaşandığı, ceza yargılaması sürecinde şikayetçi, suçtan zarar gören, mağdur, katılan gibi sıfatları haiz olan kişilerin hak ve yetkilerini tespit etmek açısından belirliliğin sağlanamadığı, hak kayıplarının yaşanabileceği ve bunun da hak arama hürriyetine zarar verebileceği anlaşılmaktadır. Kanaatimizce; ilgili kavramların tümünün tanımına CMK m.2’de yer verilmemesi eksiklik olup, Kanunun ilgili diğer maddelerin uygulanması açısından sorunlara sebebiyet vermektedir.

Tüm bunların yanı sıra mağdur ve şikayetçi hakları ile ilgili düzenlemenin yapıldığı CMK m.234 hükmü ile ilgili de açıklanması gereken bir husus bulunmaktadır. Başlığı “Mağdur ile şikayetçinin hakları” olan, gerek soruşturma sürecinde ve gerekse kovuşturma sürecinde mağdur ve şikayetçinin sahip olduğu hakları düzenleyen bu hükümde, mağdur ve şikayetçi kavramları ile kast edilenin takibi şikayete bağlı suçlarda ancak şikayeti ile soruşturmanın başlamasını sağlayabilecek şikayet hakkı olan kişi olmadığını, re’sen soruşturulabilecek olan suçlarla ilgili yargılamalarda da suç sebebiyle mağdur, suçtan zarar gören veya katılan olabilecek kişinin bu haklardan yararlanabileceğini belirtmemiz gerekmektedir. Burada yalnızca ihbar ve ihbar eden kavramları bakımından ayrık bir durum olacak, yani takibi şikayete bağlı olmayıp da re’sen soruşturulan bir suçu yetkili adli makamlara suçla ilgisi bulunmayan, mağdur, suçtan zarar gören sıfatlarını haiz olmayıp yalnızca ihbarcı sıfatıyla ihbar eden kişilerin bu hakları kullanmaları mümkün olmayacaktır.

Yargıtay’ın suçtan zarar gören bir kişinin kamu davasına katılabilmesi için şikayetçi olması gibi bir ek koşul aradığı, önceden şikayetçi olmayan kişinin sonradan müdahil olmasına/katılmasına imkan vermediği, suçtan zarar görenin daha önceki aşamada şikayetçi olma imkanına sahip olup da, şikayette bulunmadığı halde artık davaya müdahil olamayacağını söylediği görülmektedir ki, burada şikayete bağlı bir suçun akla gelmemesi ve teknik anlamda bir şikayet kavramının anlaşılmaması gerektiği ifade edilmektedir[1]. Bu nedenle, aynı şekilde CMK m.234’de hakları gösterilen şikayetçi açısından da teknik anlamda şikayet kavramı anlaşılmamalı ve takibi şikayete bağlı bir suçun varlığı aranmamalıdır.

“Şikayet” kavramı dar ve geniş anlamda şikayet olarak ikiye ayrılmış, dar anlamda şikayetin sadece soruşturulması ve kovuşturulması şikayete tabi suçlarda olacağı, geniş anlamda şikayetin ise re’sen kovuşturulan suçlar dahil, mağduru veya suçtan zarar göreni tarafından bir suçun Devletin soruşturma ve kovuşturma makamlarına iletilmesi olarak anlaşılması gerektiği ifade edilerek, geniş anlamda şikayetçinin de CMK m.234’de sayılan haklardan yararlanabileceği söylenmiş, yalnızca suçtan doğrudan veya dolaylı olarak zarar görmeyen ihbar edenin CMK m.234’deki haklardan yararlanmasının mümkün olmayacağı belirtilmiştir[2].

Dikkat edilecek olursa; kovuşturma evresinde mağdur ve şikayetçinin haklarını düzenleyen CMK m.234’ün 1. fıkrasının (b) bendinin 6. alt bendinde; “Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma.” ifadesine yer verilerek, mağdur ve şikayetçinin kovuşturma evresinde, ancak davaya katılıp katılan sıfatını haiz olduğu takdirde hükmü kanun yollarına götürme hakkının olduğu vurgulanmıştır. Bu hükümden hareketle ifade etmek gerekir ki; ilgili maddenin diğer bentlerinde yer alan hakları kullanabilmek için yukarıda yer verdiğimiz bentteki gibi mağdurun ve şikayetçinin davaya katılması şartı aranmadığından, bu hakların kullanılması için davaya katılmak şart olmayacak, katılan sıfatına sahip olmayan mağdurun ve şikayetçinin de kanun yollarına başvurma dışında kalan hakları kovuşturma evresinde kullanması mümkün olacaktır. Dolayısıyla; kovuşturma evresinde davaya katılan olmamakla birlikte, mağdur ve şikayetçi sıfatını haiz olan kişilerin duruşmadan haberdar edilme, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması halinde cinsel saldırı, çocukların cinsel istismarı, ısrarlı takip ile kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence veya eziyet ve alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlar olduğunda barodan vekil görevlendirilmesini isteme hakları bulunmaktadır. Katılan sıfatı olmadığından bahisle, mağdurun veya şikayetçinin kovuşturma evresinde bu haklardan yararlandırılmaması hukuka aykırılık teşkil edecektir.

İnceleme konumuzu oluşturmasa da, CMK m.237/1’de kamu davasına katılma hakkı bulunan kişiler arasında sayılan malen sorumlu hakkında da açıklamada bulunmakta yarar vardır. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi malen sorumlu, mağdur, suçtan zarar gören, ihbarcı, şikayetçi kavramlarından farklı olarak CMK m.2’de tanımlanmıştır. Malen sorumlu CMK m.2/1-i’de; “Yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişiyi,” şeklinde tanımlanmıştır. Malen sorumlu olanlar suçun işlenmesi sebebiyle dolaylı olarak zarara uğrayan kişiler olup, malen sorumlunun zarar görmesi suçun konusuyla ilgili olarak ortaya çıkmamaktadır[3]. Malen sorumlu sıfatına sahip olan kişiler failin suç işlemesi nedeniyle meydana gelen zararı ödemekle karşılaşacak veya maddi külfet yüklenecek kişiler olduklarından, davaya katıldıklarından mağdur veya suçtan zarar gören kişilerin aksine iddia makamının yanında değil, sanığın yanında bulunacaklardır[4]. Her ne kadar suçtan zarar gören malen sorumlular da şikayette bulunarak iddia makamının yanında davaya katılabilecek olsalar da, sanıkla menfaati benzer olan, yani sanığın mahkum olmasından olumsuz etkilenecek kişinin şikayetçi olarak iddia makamının yanında davaya katılması, hem “malen sorumlu” kavramı ve hem de hukuk mantığı ile bağdaşmayacaktır[5].

Esas konumuz olan suçtan zarar gören kavramına dönecek olursak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 12.03.2020 tarihli, 2017/5-563 E. ve 2020/171 K. sayılı kararında; “Kamu davasına katılma için aranan ‘suçtan zarar görme’ kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış gerek Ceza Genel Kurulu gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; ‘suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali’ olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 08.11.2016 tarihli ve 830-412, 03.05.2011 tarihli ve 155–80 ile 04.07.2006 tarihli ve 127-180 sayılı kararlarında; ‘dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez.’ şeklinde açıkça ifade edilmiştir.” açıklamalarına yer vererek, suçtan zarar görme kavramının tanımının Kanunda yapılmadığını, ancak Ceza Genel Kurulu ile özel dairelerin kararlarında tanımlandığını, Ceza Genel Kurulu ile özel dairelerce suçtan zarar gören sıfatının kazanılması için “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş olma” gerekliliğinin arandığını belirtmiştir.

Ceza Genel Kurulu kararın devamında; “Diğer yandan, işlenen bir suç nedeniyle, o eylemin gerçekleşmesini engellemeye yönelik yükümlülüğün yerine getirilmesinde ihmal gösterildiği takdirde tüzel kişilerin veya diğer yetkililerinin cezai ve hukuki sorumluluklarının doğması halinin, suçtan doğrudan zarar gördükleri anlamına gelmeyeceği, bu nedenle işlenen suç açısından ilgili tüzel kişiliklere veya yetkililere ‘mağdur’ ya da ‘suçtan zarar gören’ sıfatını kazandırmayacağı açıktır. Yine Ceza Genel Kurulunca 25.03.2003 tarih ve 41-54 sayıyla, tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanarak kamu davasına katılma, dolayısıyla verilen hüküm hakkında yasa yollarına başvurmanın olanaksız olduğu" şeklinde karar verilmiştir.”  ifadelerine yer vererek, tüzel kişilerin işlenen bir suç nedeniyle eylemin gerçekleştirilmesini engellemeye yönelik yükümlüklerinde ihmal göstermeleri sebebiyle hukuki ve cezai sorumluluklarının doğması halinin bir doğrudan zarar görme hali olarak değerlendirilemeyeceğini, “tazminat ödenmesi”, “itibar zedelenmesi” ve “güven kaybı” gibi hususların doğrudan zarar olarak değil dolaylı zarar olarak görüldüğünü, bu sebeplere dayanılarak suçtan zarar gören sıfatına sahip olunamaması sebebiyle katılma hakkının da elde edilemeyeceğini belirtmiştir.

Ceza Genel Kurulu kararda yer verdiği; “Bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK'nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Hazine ve Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır.” açıklamalarıyla, tüzel kişinin yalnızca suçtan zarar gören sıfatına sahip olduğunda, yani suçtan doğrudan doğruya zarar görmesi ihtimalinde katılan olabileceğini, bu kapsama giren durumlar hariç katılmanın ancak özel olarak ayrı bir kanun hükmünde açıkça düzenlenmesi halinde tüzel kişinin kamu davasına katılabileceğini belirtmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi 07.10.2009 tarihli, 2007/11645 E. ve 2009/10182 K. sayılı kararında; “Açılan kamu davasının niteliğine göre suçtan doğrudan doğruya zarar gören kurumun Kültür Bakanlığı olduğu gözetilmeden, suçtan doğrudan zarar görmeyen İzmir 2 no.lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Müdürlüğünün davaya katılmasına karar verilmesi hukuken geçersiz olup hükmü temyize hak vermeyeceğinden,” ifadesiyle, tüzel kişinin suçtan zarar gören sıfatı ile kamu davasına katılabilmesi için, yani suçtan zarar gören olabilmesi için doğrudan doğruya zarar görme şartının arandığını ortaya koymuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile Yargıtay özel daireleri; gerçek veya tüzel kişi olmak fark etmeksizin, suçtan zarar gören sıfatını haiz olarak CMK m.237/1 gereğince kamu davasına katılabilmek için “suçtan doğrudan doğruya zarar görme” şartını arayarak, dolaylı veya muhtemel zararların gerçek veya tüzel kişiyi suçtan zarar gören yapmayacağını, suçtan zarar gören sıfatına sahip olamayan gerçek veya tüzel kişilerin de CMK m.237/1’de yer alan kamu davasına katılma kurumundan yararlanamayacağını ortaya koymuşlardır.

Yeri gelmişken; Yargıtay Ceza Genel Kurulu ile ceza dairelerinin duraksamaya mahal bırakmayan kararlarına göre; soruşturma aşamasında şikayetinden vazgeçen mağdur veya suçtan zarar görenin, kovuşturma aşamasında şikayetçi olduğunu ifade ederek, davaya katılması mümkündür. Esasen şikayetçi olma ile katılma farklıdır. Suçun takibi şikayete bağlı ise, şikayetten feragat edilmişse veya vazgeçilmişse bu görüşe katılmak mümkün değil, ama takibi şikayete bağlı değilse bir görüşe göre, davaya katılabilmek için önce şikayetçi olmak lazım, şikayet yoksa davaya katılma imkanınız da olmaz. Şikayetten feragatın veya vazgeçmenin soruşturma veya kovuşturma aşamasında olmasının bir önemi olmayıp, CMK m.237/1’de davaya katılabilmek için şikayetçi olma şartı aranmaktadır. Ancak diğer düşünceye göre; takibi şikayete bağlı suçlar bakımından şikayetten usule uygun feragat edilmiş veya vazgeçilmişse, vazgeçmeden vazgeçme olamayacağından, şikayet canlandırılamaz veya diğer suçlar veya mağdurlar yönünden açılan davaya CMK m.237 delaleti ile katılma gündeme gelmez. Suçun takibi şikayete bağlı değilse, mağdurun soruşturma aşamasında şikayetten vazgeçmesi, kovuşturma aşamasında davaya katılamayacağı anlamına gelmez, çünkü şikayet burada bir takip şartı niteliğini taşımamaktadır. Mağdur, şikayetçi olduğunu bildirmek suretiyle davaya katılabilir.

Konumuza dönecek olursak; her ne kadar Yargıtay uygulaması yukarıda belirttiğimiz şekilde ise de, CMK m.237/1’de mağdur, suçtan zarar gören ve malen sorumlu olanların kamu davasına katılma hakları olduğu düzenlenirken zarar görülmesinin yeterli görüldüğü, zarara ilişkin olarak doğrudan veya dolaylı şekilde bir ayırımın yapılmadığı[6], bu sebeple Yargıtay uygulamasının ve kararlarda suçtan zarar gören sıfatına ilişkin yapılan tanımların hatalı ve Kanuna aykırı olduğu ileri sürülebilir. Ancak bunun yalnızca eleştiri olarak kalacağı, Yargıtay uygulamasının suçtan zarar gören sıfatını sadece suç sebebiyle doğrudan doğruya zarar görmekle sınırlı olarak kabul ettiği, tüzel kişilerin herhangi bir suç sebebiyle hukuki veya cezai sorumlulukları doğarak “tazminat ödenmesi”, “itibar zedelenmesi” ve “güven kaybı” gibi sorunlarla karşı karşıya kalmalarının Yargıtay tarafından doğrudan zarar olarak görülmediği anlaşılmaktadır.

Buna karşılık Yargıtay’ın bazı kararlarında mağduru suçtan doğrudan doğruya zarar gören, suçtan zarar göreni ise dolaylı zarar gören olarak tanımladığı görülmektedir[7]. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 13.06.2006 tarihli, 2006/9-155 E. ve 2006/158 K. sayılı kararında; “Davaya katılabilmek için üç şartın bir arada bulunması gerekir. Bunlar; 1- Dava konusu suçtan doğrudan zarar görmek (mağdur), dolaylı olarak zarar görmek, (örneğin, suçtan doğrudan zarar gören küçük mağdurun anne ve babası) ve malen sorumlu olmak (örneğin, taksirle yaramak suçunda sanık tarafından kullanılan aracın sahibi),” ifadelerine yer vererek, suçtan zarar göreni dolaylı olarak zarar görmek şeklinde tanımlamıştır. Ayrıca Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.01.2014 tarihli, 2013/222 E. ve 2014/6 K. sayılı kararında; “Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin ‘suçtan zarar görmesi’ şartı aranmış, ancak kanunda ‘suçtan zarar gören’ ve ‘mağdur’ kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayırıma tabi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır.” ifadelerine yer verilerek, Kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımlanmamasının yanında, uğranılacak zararın maddi veya manevi olması yönünde bir ayırıma da yer verilmediği ve bu konuda bir sınırlamaya gidilmediği belirtilmiştir. Yargıtay’ın; Kanunda zararın maddi veya manevi şekilde ayrılmadığı ve sınırlandırılmadığı tespiti karşısında, suçtan zarar gören sıfatının alınabilmesi için doğrudan doğruya zarar şartını araması hatalı olup, “itibar zedelenmesi”, “güven kaybı” gibi manevi nitelikteki zararları suçtan zarar gören olmak için yeterli görmemesi de bir çelişkiyi ortaya koymaktadır.

Doktrinde; suçtan zarar gören kavramının duruma göre dar duruma göre geniş yorumlandığı belirtilerek, bu durum eleştirilmiş, hukuk güvenliğinin sağlanması ve keyfiliğin önlenebilmesi için kavrama verilecek anlamın her müessese bakımından aynı anlaşılması ve yorumlanması gerektiği belirtilmiştir[8]. Bu görüşe katıldığımızı, suçtan zarar gören gibi kamu davasına katılma hakkı olan ve suç sebebiyle zarara uğrayarak hakları zedelenen kişilere ilişkin belirliliğe aykırı Kanun düzenlemesinin ve uygulamasının yerinde olmadığını, bu konunun öğreti ile yargı uygulamasına bırakılmasının hatalı olduğunu ve yeknesaklığı engellediğini belirtmek isteriz. Yine doktrinde; kanun koyucunun, “mağdur”, “şikayetçi”, “suçtan zarar gören” kavramlarının Kanunda düzenlerken özenli davranmadığı, bu kavramlara değişik maddelerde yer verdiği, ancak birbiri ile uyumlu kullanmadığı ifade edilmiştir[9]. Aynı görüş; “mağdur” kavramı ile doğrudan doğruya zarar gören anlaşıldığı için, şikayetçi ile kimin kast edildiğinin ortaya koyulması gerektiğini belirterek, bunun TCK m.73 uyarınca takibi şikayete bağlı suçlarda suçtan zarar gören kişi olduğunu söylemiş, ancak CMK m.234’de şikayetçi kavramına mağdur yanında ayrıca yer verilmiş olmasının dolaylı olarak zarar görenlerin de bu haklara sahip olduğu anlamına geldiğini, Kanunda şikayetçi ve suçtan zarar gören kavramları ile dolaylı zarar görenlerin kastedildiğini kabul etmek gerektiğini ifade etmiştir[10]. “Suçtan zarar gören” kavramı ile dolaylı zarar görenin kast edildiğinin kabulü karşısında, Yargıtay’ın suçtan zarar gören olabilmek için doğrudan doğruya zarara uğrama şartını araması isabetli gözükmemektedir.

Yargıtay kararlarında yaşanan bu çelişkinin; “katılan”, “suçtan zarar gören”, “mağdur”, “şikayetçi” gibi kavramların tanımının CMK m.2’de yapılmaması sebebiyle olduğunu düşünmekteyiz. Belirtmeliyiz ki; CMK m.2’de bu sıfatlara ilişkin bir tanımlamanın yapılmaması uygulamada sorunlara yol açmakta olup, hem yeknesak uygulamanın sağlanamamasına neden olabilecek ve hem de mağdur ve suçtan zarar görenlerin haklarını gereği gibi kullanamamasına sebebiyet verecektir. Her ne kadar bu sorunun çözülmesi için Kanunda bu kavramların açık bir şekilde tanımına yer verilmesi gerektiği düşüncesinde olsak da, bunun henüz sağlanmadığı güncel durumda da yazımızda yer verdiğimiz güncel tarihli Yargıtay kararlarındaki suçtan zarar gören tanımına katılmamaktayız.

Kamu davasına katılabilme hakkına sahip olan kişilerin düzenlendiği CMK m.237/1'de mağdur, suçtan zarar gören ve malen sorumlu olan kişilerin kamu davasına katılma haklarının olduğu düzenlenmiş olup, maddede doğrudan veya dolaylı zarar şeklinde bir ayırıma yer verilmemiş, yalnızca zarar görülmesi yeterli görülmüştür[11]. Yine yukarıda yer verdiğimiz Ceza Genel Kurulu kararında açıklandığı üzere, CMK m.237/1’de zararın maddi veya manevi olması gibi bir ayırım da yapılmamıştır. Bu sebeple; güncel durumda Yargıtay’ın suçtan zarar gören olunabilmesi için mutlak surette doğrudan doğruya zarar görülmesi şartını araması ile bir suç sebebiyle “itibar zedelenmesi”, “güven kaybı” gibi manevi zararları oluşan gerçek veya tüzel kişilerin “suçtan zarar gören” sıfatına sahip olmadığından bahisle, kamu davasına katılamamaları yasal düzenleme ile bağdaşmamaktadır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------

[1] Yener Ünver, Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 19. Baskı, Ankara, 2022, s.323.

[2] Feridun Yenisey, Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, 9. Baskı, Ankara, 2021, s.177.

[3] Mahmut Koca, “Temyiz Yolunda Davaya Katılma”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Cilt:5, Sayı:18, Temmuz 2014, s.8, 9.

[4] Koca, s.9.

[5] Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, 20. Baskı, İstanbul, 2021, s.1026.

[6] Osman Yaşar, Cengiz Otacı, Ceza Muhakemesi Kanunu 2. Cilt, Seçkin Yayıncılık, 10. Baskı, Ankara, 2022, s.2367.

[7] Ünver, Hakeri, s.714.

[8] Koca, s.6.

[9] Centel, Zafer, s.1021.

[10] a.g.e.

[11] Aynı yönde Bkz. Yaşar, Otacı, s.2367.