İnsan denilen varlığın diğer canlılarda ayıran en önemli özelliklerden birisi, devlet denilen kurumunu/aygıtını bulması ve yaşatmasıdır. Bütün kurumlar bir ihtiyaç için ihdas edildiği gibi; devlet denilen kurum da çok önemli ve zaruri ihtiyaçlar için kurulmuş ve geliştirilmiştir. Bu ihtiyaç ve gereksinimlerin en başında da güvenlik ve adalet olgusu yer almaktadır. Buna bağlı olarak insan onurun korunması, insan sağlığının korunması ve bireyin mutlu bir yaşam koşullarının hazırlanması gerçekleşir. Bütün bu gereksinimlerin bir kurum tarafından yürütülebilmesi için en başta adalet olgusu ve kurumuna  gerek duyulmaktadır. Keza Heredot Tarihine göre de dünyada devletin ilk ortaya çıkışı adalet ihtiyacı üzerine kurulmuştur. Böylece devletlerin, devlet olma vasfını ve niteliğini adalet kavramı, olgusu ve kurumundan almaktadır. “Adalet Mülkün Temelidir” veya “Devletin Dini Adalettir” sözü gibi “Devlet Adalet İçin; Adalet Devlet İçin Vardır” denilmesi mümkündür. Devletlerin yaşama koşulları, nitelikleri ve hatta yaşama süreleri yani ömürleri de adalet kurumuyla yakın ilişki içinde olduğu tarihsel bir gerçekliktir. Devletler ve sistemler canlı bir organizma gibi yaşamlarını sürdürmek zorundadır. Tabiri caiz ise teknolojik bir aygıt gibi çağa ve gelişmelere ayak uydurmak zorundadır. Devletler kurulur, gelişir, muasır medeniyete paralel yürüme ve çağdaş devlet düzenlerine göre ayak uydurarak yaşamlarını sürdürmek zorundadır. Aksi halde devletler kurulur büyür, yozlaşır ve dağılma riskine girerek yok olmaya mahkum olurlar. Dolayısıyla bir devletin bekası için en önemli husus adalet sistemidir. Adaletin yaşatılması kaliteli ve adil olması devletin mihenk taşı ve can suyudur. Adalet sistemi çöken herhangi bir devletin başka devletler tarafında vurulmasına da gerek yoktur. Zaten kendisi yok olmaya doğru ilerlemektedir. Yok olan bütün devletlerde süreç adalet sistemlerinin zayıflamasıyla paralel olmuştur. Bu kural ve ilkeler bütün devletler için geçerlidir.

 Devletlerde adalet sisteminin yozlaşmasının doğuracağı risk tablosu:

Devletlerin adalet sistemlerinin zayıflamasının ve örselemesinin sonuçları saymakla bitirilmesi mümkün değildir. Ancak kısa ve belirgin bazı hususları aşağıdaki gibi saymak mümkündür. Bunlar sırasıyla:

1- Bir ülkede yargı tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirir ise, hukuk devleti prensibi ve işlevselliği zedelenmiş olur. Bu nedenle sermaye ile beyin gücü güvenli gördüğü başka ülkelere yönelmesi kaçınılmaz olur. Yani beyin gücü, beyin göçüne dönüşür. İnsanlar başka ülkelerde mutlu olabilme hayalleri ile ülkelerini zor koşullarla terk etmek arayışına girerler.

2- Bağımsız ve tarafsız  yargısı olmayan ülkelere, yabancı sermaye ve şirketler yatırım yapmak istemez. Çünkü bu ülkeler kendileri için güvenli değildir. Ancak, yabancı sermaye bir ülkenin yargısının zayıflığından faydalanarak sömürebileceğine kanaat getirdiği takdirde, sadece sömürü araçlarını o ülkeye yatırım adı altında götürmektedir. Nitekim geri kalmış ve adaleti yozlaşan bir çok  ülkeye yabancı şirketler yatırım yapmamakta, fakat madenlerini ve yeraltı veya yer üstü kaynaklarını sömürmek için sömürü araçlarını yatırım adı altında götürmüş oldukları bilinmektedir.

3- Bağımsız ve tarafsız  yargısı olmayan ülkelerde bireyler, yargıda haklarını alamayacaklarına kanaat getirmekle, kendi yöntemlerine göre davranır veya yasa dışı güçlere sığınmaktadırlar.

4- Bir ülkede yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği takdirde, kişilerin devlete olan güvenleri azalmanın sonucu olarak, yasa dışı güçler ise gereğinden fazla potansiyel  korku atmosferi haline gelmeleri de kaçınılmaz olmaktadır.

5- Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği takdirde veya bu şekilde toplumda inanç oluşması durumunda kamusal alanında yolsuzluk ve kamu mallarını haksız olarak sömürme geleneği egemen olmaktadır. Bu şekilde kamusal talan ve kuralsızlığa karşı gelen veya dile getiren aydın ve düşünce adamları ise potansiyel olarak yargının kıskacıyla ceza tehditti altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalırlar. 

6- Bir ülkede yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği takdirde “yargısal kontrol/fren/denge mekanizması” tahrip olacağı için, demokratik düzen, otoriter yönetimlere evirilmek için zemin aramak durumundadır. Keza oturuşmamış veya rüştünü ispatlamamış “Başkanlık sistemlerinde de kontrol/fren/denge sistemi zayıflanmaktadır” Kontrol/denge/fren sisteminin ciddi anlamda çökmesi durumunda da rejimlerin diktatörlüğe dönüşmesi eğilimi artmak durumuna doğru evirilmek zorunda kalmaktadır.

7- Bir ülkede yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği takdirde, toplumda gelir dağılımı adaletsiz ve dengesiz yürümeye mahkum olmaktadır. Dolayısıyla emekçi veya emekli kişiler, insan onuruna yakışır yaşam koşullarını yitirme noktasına düştükleri için toplumsal bunalım riski de eninde sonunda kaçınılmaz olmaktadır.

8- Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını ciddi oranda yitirildiği takdirde, yargıya karşı oluşan güvensizlik, eninde sonunda tüm devlet kurum ve organlarına sıçramasına ve sonra içinden çıkılmaz kaoslara doğru evirilmesi kaçınılmaz olmaktadır .

9- Bir ülkede yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdiği takdirde, seçim güvenliği, temsil kabiliyeti ve demokrasi kuralları da “demokratik toplum ilkelerine uygun işlemediği” için, mevcut meşruiyetlerini yitirmiş de olsa iktidarların seçim ile değiştirilmesi zor olmaktadır. Zira bu tür ülkelerde muhalefet de demokratik işlevini yitirdiği için, demokratik dönüşüm de zor olmaktadır. En acı tarafı da, bu toplumlarda yanlış bir hayal ile demokrasiyi daha da yok oluşa götürecek darbelerden medet umulmasıdır. Ki darbeler ise hiçbir zaman kurtuluş olduğu görülmemiştir.

10- Yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren ülkelerde siyaset kurumu kirlenmekte, rüşvet, yolsuzluk, imar kirliliği, kaçak yapılaşma, insan hakları ihlalleri, doğanın kirletilmesi, göçmen yığılması/depolanması ve yasadışı kazanç ve toplumsal ahlakın çöküşü kaçınılmaz olmaktadır. Ettik değerlere ve hukuka uygun davranan bireyler ise iş yapamaz hale gelmektedir.

11- Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren ülkelerde, siyasal iktidarın kendisine yandaş olmadığı düşündüğü politik kesime karşı “düşman ceza hukukunu” uygulamasını adet haline gelmektedir.  Böylece bir kesim düşman göründüğü için en ağır ve haksız cezalara çarptırılırken; yandaş kesim ise bazen korunma şansını bulmakta ve bazen de adaleti ararken bulamaması ihtimal dahilindedir.

SONUÇ: Devletlerde bir çok sebeplerin birleşmesiyle sonucu yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını yitirmesi durumunda siyaset ve devlet kurumlarının çöküşleri ile birlikte, toplumsal ahlak ve değerlerin topyekûn çöküşüyle sonlanmakta olduğunu da bilinmesi gerekmektedir. Bu durumda herkesin kişi güvenliği ve özgürlüğünün de risk altında olduğu acı bir gerçekliktir.

Av. Dr. Seyithan Güneş

(E. Savcı/hakim)