Hukukçunun farkı, hukuk felsefesi ve sosyolojisi bilmesindedir. Felsefe ve sosyoloji alanı başlı başına bir derya denizdir. Bu denizin bir bölümü de hukuk felsefesi ve sosyolojisidir. Felsefe, ilgilendiği alanı enine boyuna araştırır, soruşturur ve dahi eleştirir. Bir konunun temeline inerek hangi sebeplerle ortaya çıktığı, ortaya çıkmasında etkili olan çeşitli faktörlerin rolünü ve ortaya çıkmasının eleştirel yönünü ele alır. Bu sebeple her hukukçu, felsefeyle ilgilenmeli, bilhassa hukuk felsefesi ile ilgilenmelidir. Naçizane bir tavsiyedir. 

Lakin yazıyı yazma sebebim, felsefe değildir. Sosyolojinin ilgi alanı olan, yaşayan hukuktur. Yaşayan hukuk, hukuk temelinin halkta nasıl yansımasının olduğu, bir hukuk kuralı kanunlaşmadan, halk arasından nasıl doğduğunu izah etmeye yarayan bir alandır. Kanun hukukunu değil, halkın bazal temelindeki hukuku ele alan bir daldır. Akademideki yazarlara göre, yaşayan hukuk üçe ayrılır. 

İlk olarak mevzu hukuk bir yaşayan hukuktur. 

İkinci olarak örf ve adetler, kanunlaşmasa bile bir yaşayan hukuktur. 

Son olarakta halk arasında her gün oluşturulan ve uygulama alanı bulan hukuka, yaşayan hukuk denir. 

Kanunlaşma, hukuksal ilişkilerde son aşamadır. Bir hukuk kuralının, kanunlaşmadan önceki dönemde halk arasında bir yansımasının olması gerekir. Kanun, bir nevi halktan yansıyan ilişkilerin, geniş perspektifli aydınlatma için gündeme alınmasıdır. Son yıllarda,aylarda ve hatta günlerde çıkarılan güncel hukuksal  mevzuatlar yaşayan hukuku gayet iyi 
izah etmektedir.Birkaç örnekle konuyu daha anlaşılır hale getirelim:

*Kira ile ilgili olarak son zamanlarda halkta, geniş çaplı yankı bulan toplumsal uyuşmazlıklar ortaya çıktı. Kanun koyucu halk arasında ortaya çıkan bu uyuşmazlık ilişkilerini ele alarak kirada artırım oranını %25’e sabitledi. Konut kiralarında yıllık bazda kira artış oranı %25’i geçemeyecek. 

*Araç alım satımında ortaya çıkan fahiş fiyat artışları, toplumsal uyuşmazlığa sebep oldu. Bu uyuşmazlık, halk ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Kanun koyucu ortaya çıkan bu olumsuzluğu giderebilmek için, araç piyasasında ikinci el fiyatların, sıfır fiyatlardan daha yükseğe satılamayacağını hüküm altına aldı. 

Daha bu ve bunlar gibi birçok toplumsal ilişkinin hüküm altına alınmasına örnek verilebilir. İşte yaşayan hukuktan kastımız budur. Toplumsal ilişkiler, değişen ve gelişen dünya, yeni düzenlemelere ihtiyaç duymamıza sebep olmaktadır. İşte bu yeni düzenlemeler, en başta halk arasında bir yankı bulur, bozulmaya sebep olur veya halk bu soruna kendi içerisinde bir çare üretir. Üretilen bu çare, hukukun her daim canlı olduğunun bir kanıtıdır. Kanun koyucu, bir çözüm bulmasa bile toplum içerisinde sorunlara çözüm olabilecek bir yol bulunur. Bulunan yol, dipdiri olan hukukun yoludur. 

Hülasa, hukuk insanlık tarihi ile yaşıttır. Kanunlar çıkarılmasa bile hukuk yaşamıştır. Kanun, yaşayan hukukun nefesidir. Biz o nefesi hissetmesek bile hukuk vardır ve canlıdır. Kanun, yaşayan hukukun nabzıdır. Nabız ise atan bir kalbin dışarıdan hissedilmesidir. Nabzı, kontrol etmediğimiz sürece farketmeyiz. Ama kalbimizin attığı her an her saniye hissederiz. Hissetmek zorundayız. Attığını hissedemediğimiz an ölmüşüzdür. Toplumda hukukun varlığını hissedemediğimiz an ise o toplum ölmüştür. Yerini haramiliğe, düzensizliğe, başıboşluğa bırakmıştır. Bir o tarafa bir bu tarafa savrulmaktadır. Hukukumuza yani kalbimize sahip çıkalım. Her daim hakka ve hukuka riayet ettiğimiz güzel yarınlar inşâ edelim…

Hukukçu Sefa Gül.