Maddi ve manevi olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı bir acı tek başına, eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa bu tutma nedeniyle eylem Anayasa’nın 17. maddesinin uygulama alanına girebilecektir. Bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığı için -hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla- uygun tedbirler almak devletin görev ve sorumluluğundadır. Nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulmasının kural olarak Anayasa’nın 17. maddesine aykırı bir muamele olarak kabul edilebileceği açıktır.

Anayasa Mahkemesi, ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların sağlık nedenleriyle yaptıkları başvurularda, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını, uygulanan tedavilerin kalitesini, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının sağlık durumu üzerindeki etkisini ve bu durumun zamanla gösterdiği değişim gibi konuları inceleyerek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan hakların ihlal edilip edilmediğini her olayın kendine has özelliklerine göre takdir etmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015)
♦ (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016)
♦ (Temur Eskibağ ve Mehmet Rıza Eskibağ, B. No: 2014/5098, 20/12/2017)
♦ (Erkan Orakçı, B. No: 2015/7162, 23/1/2019)
♦ (Ersan Nazlier, B. No: 2015/19917, 3/6/2020)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

METE DURSUN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2012/1195)

Karar Tarihi: 18/11/2015

R. G. Tarih ve Sayı: 30/12/2015-29578

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan                       : Burhan ÜSTÜN

Üyeler                        : Serruh KALELİ

                                      Nuri NECİPOĞLU

                                      Hasan Tahsin GÖKCAN   

                                      Rıdvan GÜLEÇ

Raportör Yrd.        : Melek ŞAHAN

Başvurucu               : Mete DURSUN

Vekili                       : Av. Savaş AKÇÖLTEKİN            

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunun koşullarının başvurucunun mevcut hastalığına uygun olmaması ve bu koşulların düzeltilmesi talebinin reddedilmesi nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 7/12/2012 tarihinde Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 26/12/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve dosyanın bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 27/2/2015 tarihli görüş yazısı 10/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 24/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu, Bakanlık görüşü ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

7. Başvurucu, başvuru tarihinde hakkında verilmiş olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı dolayısıyla Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmaktayken başka ceza infaz kurumlarına nakledilmiş olup hâlihazırda İzmir 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır.

1. Başvurucunun Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna Nakledilinceye Kadar Yaşadığı Süreç

8. Başvurucu, Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmaktayken 16/2/2011 tarihinde İzmir 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

9. Başvurucu, İzmir 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktayken 8/4/2011 tarihinde Kurum doktorunca yapılan muayene sonucunda "kronik bronşit, mevsimsel alerjik rinit, sinüzit rahatsızlıkları bulunduğundan ve sık enfeksiyon geçirdiği ve buna bağlı sürekli ilaç kullanmak zorunda kaldığından tek kişilik odada kalmaması" uygun görülmüştür.

10. Başvurucunun, solunum rahatsızlığı ve alerjik atak şikâyetleri ile aynı Kurum Doktorluğuna başvurması üzerine kendisine çeşitli tedaviler uygulanmış ancak yanıt alınamayınca başvurucu, İzmir Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Bu Hastaneden alınan 7/6/2011 tarihli ve 3302 sayılı heyet raporunda başvurucunun "alerji yönünden alerji polikliniği bulunan bir kurumda alerji uzmanı tarafından değerlendirilmesi, astım bronşiale tanısı nedeni ile tozlu, dumanlı, rutubetli ortamlarda bulunması sakıncalı olduğu" tespitine yer verilmiştir. Heyet raporu ve yapılan alerji testlerinde başvurucuda güçlü ev tozu, küf mantarı, ağaç karışımı-ısırgan otu alerjisi ile altamata alerjisi tespit edilmiş ve başvurucuya astım bronşiale tanısı konmuştur.

11. Kurum doktorunca 10/6/2011 tarihinde verilen raporda bahsi geçen heyet raporu ve yapılan alerji testleri dikkate alınarak başvurucunun "Söz konusu maruziyetlerden (nem, toz, duman, rutubetli ortam, ağaç ve çiçek polenleri gibi) uzak olması en az uygulanan tedaviler kadar önemlidir. Verilen raporlar göz önüne alındığında, cezaevimiz yerleşiminin ağaçlık bir bölgede olması nedeniyle hastanın alerjik durumu ve astım hastalığının da tetiklenmemesi ve ilerlememesi için daha uygun bir cezaevine nakli" uygun görülmüştür. Aynı Kurum doktoru, 18/7/2011 tarihli raporunda ise başvurucuya astım bronşiale tanısının konduğunu; bu sebeple tozlu, dumanlı, rutubetli ortamlarda kalmaması, koğuşun havalandırılması, koğuşta hava sirkülasyonunun sağlanması gerektiğini belirtmiştir.

12. Başvurucunun, alınan raporlarını da sunarak hastalık nedeniyle naklini talep etmesi üzerine Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü (Genel Müdürlük) 12/7/2011 tarihinde hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla başvurucunun Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar vermiştir.

13. Başvurucu Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden sonra Disiplin Kurulu Başkanlığının 23/8/2011 tarihli kararıyla on gün hücre cezası almış, karar Nazilli İnfaz Hâkimliğinin 26/9/2011 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu hücre cezasının infaz edilip edilemeyeceğinin tespiti için Nazilli Devlet Hastanesine sevk edilmiştir. Hastaneden alınan 11/10/2011 tarihli sağlık raporunda " hastanın mevcut klinik durumu ve verilen heyet raporlarına istinaden ... kişinin hücre ortamında kalması sağlığı açısından sakıncalı olduğu"nun belirtilmesi üzerine Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 20/10/2011 tarihli ve 2011/6 sayılı kararıyla başvurucu hakkında daha önceden verilmiş olan on gün hücre cezası yirmi gün ziyaretçi kabulünden men cezasına çevrilmiştir.

14. Yine başvurucu hakkında Nazilli Devlet Hastanesinden alınan 1/12/2011 tarihli sağlık kurulu raporunda "sağlık sorunundan ötürü başka bir ilde bulunan infaz kurumuna naklinin uygun olduğu" belirtilmiştir. Başvurucu, çeşitli tarihlerde (28/8-15/11-1/12-4/12/2011, 1/1/2012) yazdığı dilekçelerle Kurumda yakılan kömürün ve Kurum koşullarının, sağlığını olumsuz yönde etkilediğini belirterek naklini talep etmiştir.

15. Mezkûr rapora istinaden başvurucunun 12/1/2012 tarihinde, hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar verilmiştir.

16. Başvurucuya Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığınca 29/12/2011 tarihinde verilen ve Nazilli İnfaz Hâkimliğince 10/2/2012 tarihinde onanan on iki gün hücre cezası, cezayı infaz edecek Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığınca Nazilli Devlet Hastanesinden alınan 11/10/2011 tarihli sağlık raporu dikkate alınarak yirmi dört gün ziyaretçi kabulünden men cezasına çevrilmiştir.

17. Başvurucu Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bulunmaktayken Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan 1/6/2012 tarihli ve 6733 sayılı sağlık kurulu raporunda "Hastalığının tedavisi mahalinde yapılabilir. Astım bronşiale krizi halinde acil tedavisi gereklidir." tespiti yapılmıştır.

18. Başvurucu çeşitli tarihlerde Antalya'nın nem oranının sağlığını olumsuz etkilediğini, Aydın'da olan ailesini bir daha görememek pahasına olsa da İstanbul’da hasta mahkûmlar için açılan Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna naklini talep etmiştir.

19. Başvurucu, Genel Müdürlüğün 10/8/2012 tarihli kararına istinaden 18/8/2012 tarihinde güvenlik gerekçesiyle Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

2. Başvurucunun Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda Yaşadığı Süreç

a. Oda Değişiklikleri

20. Başvurucu, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildikten sonra 23/8/2012 tarihine kadar geçici olarak bodrum kat G blok 1. koridor 1. müşahede odasında tutulmuştur.

21. Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 23/8/2012 tarihli ve 2012/4105 sayılı kararıyla başvurucunun zemin kat A blok 4. koridor 3 No.lu odaya yerleştirilmesine karar vermiştir.

22. İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 23/8/2012 tarihinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olanların bahçe saatlerini görüşmek üzere toplanmış ve 2012/4111 sayılı kararıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olanların ceza sürelerinin fazlalığı nedeniyle topluma kazandırılmaları, sağlıkları ve güvenlikleri açısından bahçe saatlerinin sabah 09.00'da başlayıp 11.00'de bitmesine, öğleden sonra ise yaz aylarında 17.00'de başlayıp 19.00'da bitmesine (kış aylarında 13.30'da başlayıp 15.30'da bitmesine) karar vermiştir.

23. 3 No.lu odada kalan başvurucu ile 1 ve 2 No.lu odalarda kalan hükümlülerin 31/8/2012 tarihinde, anlaşamadıkları ve huzursuzluk yaşadıklarından bahisle havalandırma bahçesine ayrı ayrı çıkmayı talep etmeleri üzerine İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 3/9/2012 tarihli ve 2012/4201 sayılı kararıyla 1, 2 ve 3 No.lu odalarda kalan hükümlülerin ayrı ayrı saatlerde havalandırma bahçesine çıkmaları yönünde karar vermişse de aynı Kurul Başkanlığı 24/9/2012 tarihinde yeniden toplanarak 3/9/2012 tarihli ve 2012/4201 sayılı kararı iptal ederek 1, 2, ve 3 No.lu odalarda kalan hükümlülerin sabah 09.00-11.00, öğleden sonra ise yaz aylarında 17.00-19.00 (kış aylarında 13.30-15.30) saatlerinde havalandırma bahçesini kullanmalarına karar vermiştir. 

24. Başvurucunun kaldığı 3 No.lu odanın havalandırmasının üçgen biçiminde olması nedeniyle yetersiz gelmesi, 1 ve 2 No.lu odadaki hükümlülerin sigara içmeleri nedeniyle odasının değiştirilmesini talep etmesi sonucu 5/10/2012 tarihinde İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı başvurucunun B blok 1. koridor 8 No.lu odaya yerleştirilmesine karar vermiştir.

25. Başvurucunun, 8 No.lu odaya civardaki tavuk çiftliklerinden keskin kokular gelmesinden şikâyet etmesi üzerine 19/10/2012 tarihli karar ile tavuk çiftliğinin tersi istikamette bulunan ve sigara içmeyenlerle birlikte havalandırma bahçesini kullanabileceği C blok 1. koridor 2 No.lu odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir.

26. Başvurucunun oda ve koğuşunun değiştirilerek birkaç metrekare daha büyük olan ve yeni boşalan zemin kat C blok 2. koridor 5 No.lu odaya yerleştirilmesini talep etmesi üzerine 20/12/2012 tarihinde toplanan İdari ve Gözlem Kurulu Başkanlığı, talep edilen odanın sağındaki ve solundaki odalarda sigara içiliyor olması ve hükümlünün astım hastası olması sebebiyle sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğinden oda değişikliğini uygun görmemiştir.

b. Başvurucunun Sağlık Durumu ve Nakil Talepleri

27. Başvurucu hastalığı nedeniyle Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesini talep etmiştir. Genel Müdürlük talebi değerlendirebilmek için 19/7/2013 tarihli yazısıyla başvurucunun son sağlık durumuna göre tedavi görmesini gerektirir bir rahatsızlığının olup olmadığı, varsa hastalığın sebebi, ne tür bir tedavi uygulanması gerektiği veya önerildiği, tedavisinin mahallinde yapılıp yapılamadığı, yapılamıyorsa nedeninin açıkça belirtilmesinin araştırılması için başvurucu hakkında sağlık raporu düzenlenmesini istemiştir. 31/7/2013 tarihinde Pamukkale Üniversitesinden alınan sağlık kurulu raporunda "hastanın semptomlarına bakıldığı zaman son bir ayda gece uyanmaları, nefes darlığı ve hırıltı şikayeti haftada üçten fazla olduğu görülmektedir. Solunum fonksiyon testleri normal gözükmesine rağmen bu klinikte astımın kontrol altında olmadığı her an hayatı tehdit edici atak riski altında olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle çevresel koşulların daha uygun (keskin kokular, sigara dumanı, rutubet, hava kirliliği vs bulunmadığı) bir yere naklinin uygun" olduğu belirtilmiştir.

28. Alınan rapor üzerine Genel Müdürlük 4/9/2013 tarihinde, üstteki paragrafta anılan sağlık kurulu raporunda belirtilen hususları gözönünde bulundurarak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde karar vermiştir.

29. Başvurucunun, 9/9/2013 tarihli dilekçesiyle hakkındaki raporda hayati risk altında olduğunun ve naklinin öneminin vurgulandığını, bulunduğu Kurumun yanındaki tavuk çiftliğinden, mermer ve taş ocaklarından gelen koku, duman ve tozların astım krizlerine neden olduğunu belirterek astım-immünoloji hastanesinin olduğu bir yere naklini talep etmesi üzerine Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 10/9/2013 tarihinde tekrar bir sağlık raporu düzenlenmesini istemiştir. Bu raporda Genel Müdürlüğün 19/7/2013 tarihli yazısıyla başvurucunun son sağlık durumuna göre tedavi görmesini gerektirir bir rahatsızlığının olup olmadığı, varsa hastalığın sebebi, ne tür bir tedavi uygulanması gerektiği veya önerildiği, tedavisinin mahallinde yapılıp yapılamadığı, yapılamıyorsa nedeninin açıkça belirtilmesi gerektiği, ayrıca 31/7/2013 tarihli raporda tedavinin Denizli ilinde yapılıp yapılamayacağı, yapılamama nedeninin açıkça belirtilmediği anlaşıldığından Pamukkale Üniversitesinden yeni bir rapor tanzim edilmesi istenmiştir. Bunun üzerine Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanınca 30/9/2013 tarihli aşağıdaki yazı hazırlanmıştır:

"Astım çeşitli alerjenlere ya da tahriş edici etkenlere bağlı olarak havayollarında yangı ve daralmayla seyreder. Bu daralma geçici olup kendiliğinden veya ilaçlarla düzelebilir. Muayene sırasında hastalık kontrol altında ise solunum fonksiyonlarında herhangi bir bozukluğa rastlanmaz. (...) Astım tam olarak tedavi edilebilir bir hastalık değildir. Bu nedenle sadece Denizli'de dünyanın hiçbir yerinde tam tedaviden bahsetmek mümkün değildir. Ama astımda temel sorun nerede nasıl tedavi edileceğinden ziyade tedavi altındayken bile hastanın hastalığının kontrol altında olup olmamasıdır. (...) Eğer Mete Dursun'un bize bildirdiği gibi şikayetleri varsa tedaviye rağmen hastalıklarının kontrol altında olmadığına karar veririz. Böyle bir durumda öncelikle hastanın yaşadığı ortamın düzeltilmesi gerekir. Aşırı koku, toz sigara dumanı, diğer tahriş edici dumanların olmadığı ve düzenli havalandırılan, soğuk olmayan bir ortamın sağlanması hastalığın kontrolünü sağlamada atılacak ilk adımlar olmalıdır. (...) "

30. Pamukkale Üniversitesinden 3/10/2013 tarihinde alınan sağlık kurulu raporunda da yukarıdaki hususlar aynen tekrar edilmiştir.

31. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü 13/11/2013 tarihinde, 30/9/2013 tarihli raporda belirtilen sebeplerle başvurucunun naklinin uygun görülmediği ve raporda belirtilen hususlar göz önüne alınarak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde karar vermiştir. Başvurucunun daha sonra 11/11/2013 ve 27/12/2013 tarihlerinde de astım-immunoloji hastanesinin olduğu İstanbul iline veya daha önce herhangi bir sağlık sorunu yaşamadan kaldığı Aydın E Tipi veya Yenipazar Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarından birine naklini içeren aynı taleplerde bulunması üzerine 13/11/2013 tarihli ret yazısıyla cevap verilmiştir.

32. Başvurucu hakkında 22/1/2014 tarihinde Pamukkale Üniversitesi sağlık kurulu raporunda önceki tanılara ilave olarak hiperlipidemihipertansiyon tanısı konmuş ve başvurucunun her an için astım atağına girme ihtimalinden dolayı “Odada tek başına kalması uygun değildir. Odası havadar, sigara içilmeyen, güneş gören geniş bir oda olmalıdır; sigara dumanı, temizlik ve kozmetik ürünler hastalığı alevlendirdiği için böyle ortamların oluşmaması sağlanmalıdır. Tüm bu şartlar sağlanamadığı takdirde başvurucunun çevresel koşulları daha uygun olan başka bir yere sevki uygundur.” denilmiştir.

33. Başvurucunun 10/2/2014 tarihinde hastalık nedeniyle naklini talep etmesine istinaden Genel Müdürlük 21/2/2014 tarihli yazında başvurucunun hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar vermiştir.

c. Başvurucunun Denizli İnfaz Hâkimliğine Başvurusu Neticesinde Verilen Kararlar

34. Başvurucu 28/8/2012 tarihli dilekçesiyle Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna geldikten sonra sağlık durumunu (astım bronşit, ileri derecede alerji, kalp ritim bozukluğu hastası) Kurum müdürüne anlatarak raporlarını sunmasına ve cezasının sağlığını koruyabilecek şartlarda çektirilmesini istemesine rağmen iki kişinin de sigara içtiği bir üniteye verildiğini, 18 metrekarelik havalandırma bahçesine sigara içen kişilerle birlikte günde toplam dört saat çıkarıldığını, geriye kalan yirmi saati 5 metrekare büyüklüğünde yürüyecek yeri ve havalandırma penceresi olmayan sadece 30x40 cm ebadında tuvalet penceresi olan rutubetli bir odada geçirdiğini ileri sürmüş ve ileri derecede astım hastası olması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumunun bu koşullarının iyileştirilmesini Denizli İnfaz Hâkimliğinden talep etmiştir. Denizli İnfaz Hâkimliği 18/9/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararıyla talebin reddine karar vermiştir.

35. Ret kararının gerekçesi şöyledir:

     "...

Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 5/9/2012 tarihli ve 2012/26966 sayılı yazıları ile hükümlü Mete DURSUN' un Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 10/8/2012 tarihli ve 117085 sayılı emirleri ile Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan güvenlik nedeniyle 18/8/2012 tarihinde kurumlarına geldiği, muhtelif suçlardan Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2010 tarihli ve 2010/816 sayılı içtima kararı ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olduğundan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazının 25. maddesinin 1. a-b ve devamı fıkraları gereğince "Hükümlü tek kişilik odada barındırılır, hükümlüye günde 1 saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır" hükümleri gereğince hükümlünün tek kişilik oda olan ve üç kişinin aynı havalandırma bahçesini kullandığı zemin A 4/3 nolu odaya verildiği, durumları ve iyi halleri göz önüne alınarak açık havaya çıkma haklarının 2 saate çıkarıldığı, hükümlü Mete DURSUN havalandırma bahçesine yan odasında kalan hükümlülerden ayrı olarak tek başına çıkmak istediğini beyan ettiğinden havalandırma bahçesine tek başına 17.30 -19.30 saatleri arasında çıkartıldığı, Ceza İnfaz Kurumumuz tek kişilik odaların bulunduğu blokların fiziki yapısının bu şekilde olduğu, cezasından dolayı çoklu odaların bulunduğu kısımlara verilemediği, sağlığı yönünden Aile hekimliğimiz tarafından gerekli takiplerinin yapıldığı bildirilmiş olmakla, hükümlünün talep başvurusu yerinde görülmediğinden..."

36. Başvurucunun babası 28/9/2012 tarihinde ileri derecede astım hastası olan oğlu Mete Dursun'un sigara içenlerle aynı üniteye yerleştirilmesi, avlu havalandırmasının çok sınırlı olması, kaldığı odada mutfağın ve pencerenin olmaması sebebiyle sağlığının kötüye gittiğini ileri sürmüş ve Ceza İnfaz Kurumu koşullarının iyileştirilmesi talebiyle Denizli İnfaz Hâkimliğine başvurmuş; Mahkeme, mükerrer talebi 1/10/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararıyla reddetmiştir.

37. Başvurucunun itirazı üzerine Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi 31/10/2012 tarihli ve 2012/1336 Değişik İş sayılı kararıyla itirazı reddetmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

38. İtirazın reddi kararının gerekçesi şöyledir:

"Hükümlüye ait İnfaz Hâkimliği dosyasının incelenmesinde hükümlünün 28/8/2012 havale tarihli dilekçe ile sağlık sorunlarına ilişkin raporları eklemek suretiyle Ceza İnfaz Kurumu'nda sağlığını koruyabileceği imkanlarının oluşturulması talebinde bulunması üzerine Denizli İnfaz Hâkimliği’nce hükümlü ile ilgili yapılan işlemlerin araştırılarak bildirilmesi hususunda Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'ne yazı yazıldığı, Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü'nün 5/9/2012 tarihli cevabı yazısında hükümlünün durumu ve iyi hali gözönüne alınarak açık havaya çıkma hakkının iki saate çıkarıldığı, havalandırma bahçesine diğer hükümlülerden ayrı olarak tek başına çıkarıldığı, hükümlünün cezasının niteliği itibari ile çoklu odaların bulunduğu kısımlara verilemediği, sağlığı yönünden aile hekimliği tarafından gerekli takiplerinin yapıldığının bildirilmesi üzerine Denizli İnfaz Hâkimliği’nin 18/9/2012 tarihli ve E.2012/456, K.2012/455 sayılı kararı ile hükümlünün talebinin yerinde görülmediğinden reddine karar verildiği, bu kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı, hükümlünün babası M. DURSUN tarafından hükümlünün sağlık durumuna göre cezaevi şartlarının düzeltilmesi yönünde talepte bulunulması üzerine aynı doğrultudaki taleple ilgili daha önce İnfaz Hâkimliği’nce karar verilmiş olması nedeniyle mükerrer talebin reddine karar verildiği, bu kararın da usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından hükümlünün vaki itirazının reddine karar vermek gerekmiştir."

39. Ret kararının başvurucuya 12/11/2012 tarihinde tebliğ edildiği ve 7/12/2012 tarihli bireysel başvuruda süre aşımı olmadığı tespit edilmiştir.

d. Başvurucunun Kurum Müdürü Hakkında Suç Duyurusunda Bulunması ve Devam Eden Süreç

40. Başvurucu; bireysel başvuru tarihinden sonra 5/9/2013 tarihli dilekçe ile Kurum müdürünün, Bakanlığa yazdığı nakil talepleri ve Cumhuriyet savcısıyla odanın durumu hakkında konuşması nedeniyle kendisine kasten tavır aldığını, sağlık durumu hakkında hiçbir şey yapmadığını, dilekçelerinin ilgili yerlere iletilmediğini, kendi gibi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını infaz eden ve hayati riski olduğuna dair heyet raporu bile olmayan H.K.nın dört kişilik odaya alınmasına, L.B.nin havalandırma kapısının sürekli açık bırakılmasına rağmen kendi taleplerinin dikkate alınmadığını belirterek Kurum müdüründen şikâyetçi olmuştur.

41. Kurum müdürü verdiği yazılı savunmasında başvurucunun talepleri doğrultusunda odasının değiştirildiğinden, havalandırmanın dört saate çıkarıldığından, keskin kokulardan etkilenmeyeceği bir bölüme yerleştirildiğinden ancak traverten taşlarının tozlarından oluşan hava kirliliği ile hükümlü tutuklu odalarındaki rutubetin fiziki yapıdan kaynaklanması nedeniyle alınabilecek bir önlemin olmadığından bahsetmiştir. Kurum müdürü ayrıca başvurucunun "Cumhuriyet Savcısının verdiği görevleri yerine getirmiyorsunuz, benim sağlığım ile ilgilenmiyorsunuz, Cumhuriyet Başsavcılığına ve Adalet Bakanlığına şikâyet edeceğim." demesi üzerine ilgili tüzüğe göre Kurum müdürlüğünü sürdürdüğünü, Kurumdaki hükümlü ve tutuklulara ayrı davranmadığını, “Kurumu savcı değil, ben yönetirim.” ifadesini kanun, tüzük, yönetmelikler doğrultusunda “yönetir” şeklinde ifade ettiğini ve yine K.T. hakkında verilen "tek başına kalmayacağı bir koğuşta kalması uygun olduğuna" dair rapor üzerine çoklu odada tutulduğunu, L.B.nin ise şartlı tahliyeden geri alınan cezasının infazı nedeniyle tam gün havalandırma kapısının açık olduğunu, bu cezanın bitmesiyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası için ayrılan bölüme geri alınacağını ve başvurucu hakkında alınabilecek tüm tedbirlerin alındığını belirtmiştir.

42. Başvurucu; Denizli Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 25/11/2013 ve 27/11/2013 tarihli dilekçeleriyle sağlık kurullarınca verilen raporlara istinaden başka bir ceza infaz kurumuna nakil talep ettiğini, buna karşın Genel Müdürlüğün sağlık kurulu raporunda belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak gerekli önlemlerin alınmasını ve başvurucunun cezasının infazına, bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda devam olunması gerektiği şeklinde cevap vermesine rağmen Kurum müdürünün kasten hiçbir iyileştirme yapmadığını ve nakli için alınması istenen sağlık kurulu raporlarına gerekli açıklıkta üst yazı yazılmadığı için yanlış veya eksik sağlık raporu düzenlenmesine sebep olduğunu belirterek şikâyetçi olmuştur.

43. Başvurucunun yan odasında kalan hükümlü M.Y., 24/12/2013 tarihli dilekçesiyle kaldıkları odaların 8 metrekare  olduğunu, kaldıkları Kurumun etrafındaki tavuk çiftliği ile taş ve mermer ocaklarının tozlarına kendilerinin bile zor dayandığını, başvurucu Mete Dursun'un bunlardan korunmak için odasının camını kapatınca havasız kaldığını ve hastalığı nedeniyle sürekli kriz geçirdiğini, aynı blokta kalan dokuz kişiden altısının (yan avluya bakan) sigara içtiğini ve koridordan gelen dumana maruz kaldıklarını, Kurum müdürünün; sağlık kurulunun "Hayati risk altında olduğundan başka kuruma nakli gerekir." şeklindeki raporundan tavuk çiftliklerinin ve taş ocaklarının etkisi anlaşılmadığından bu durumun raporda belirtilmesi gerektiği söylenmesine rağmen yeni alınacak doktor raporunda da aynı üst yazıyla sorular sorarak eksik rapor düzenlenmesine neden olduğunu, hiçbir koşulun iyileştirmediğini, yine Kurum müdüründen istenen yardıma rağmen başvurucuyla ilgilenilmediğini,  Savcının “5 No.lu tekli odalara verilsin.” (Her blokta toplam dokuz oda vardır ve 5 No.lu oda dışındaki odalar 8 metrekare iken 5 No.lu oda 14 metrekaredir.) demesine kızıp öfkelendiğini, bir zaman sonra 5 No.lu oda boşaldığında yan odalarında sigara içildiği bahanesiyle başvurucunun bu odaya geçirilmediğini, hâlbuki 4 ve 6 No.lu odalar aynı büyüklükte olduğundan gerekli değişiklikler kolayca yapılabilecekken kasten yapılmadığını, Kurumu savcının değil, kendinin yönettiğini söylediğini, sonuç olarak Kurum müdürünün Mete Dursun'a kasten ve düşmanca hislerle eziyet çektirdiğini belirterek Kurum müdürünün eylemleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

44. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu, Kurum müdürü ve Kurum doktorunun ifadeleri alınmıştır. Başvurucu genel olarak maruz kaldığı tutumdan, sigara dumanından korunamamasından, 1. kattaki rutubetsiz odalardan birine veya biraz daha büyük olan 5 No.lu odaya nakledilmemesinden, sonuç olarak bulunduğu Kurumda hastalığı nedeniyle kendisine uygun ortam sağlanmadığından bahsetmiş; sadece sağlığına uygun koşulların oluşturulmasını istemiş, Kurum müdüründen şikâyetçi olmamıştır. Kurum müdürü ise başvurucunun odasının birkaç defa değiştirildiğini, havalandırmaya 4 saat çıkartıldığını, çevre köylerdeki çiftçilerin tarlalarına tavuk gübresi dökmesinden kaynaklanan kokuya ve mermer ocaklarından kaynaklanan toz ve dumana yapabilecekleri bir şey olmadığını, rutubetsiz olan 1. kattaki odaların dolu olması ve 5 No.lu odaların ise rutubet ile koku durumunun aynı olması nedeniyle başvurucunun buralara yerleştirilmediğini, yan odasında sigara içmeyenlerin olduğunu fakat karşı odalardaki sigara dumanını imkânlar ölçüsünde giderdiklerini ifade etmiştir. Kurum doktoru ise talebi doğrultusunda ve başvurucunun sağlık durumu da dikkate alınarak idarece gerekli önlemlerin alındığını, başvurucunun Kurumda gözlem altında olduğunu ve hayati tehlikesi olmadığını ancak yörenin iklim şartlarının karasal karakteri nedeniyle soğuk ve kuru havanın rahatsızlığı tetikleyeceğini, Kurumun arkasında bulunan tavuk çiftliği ve mermer işletmelerinden gelen koku ve tozun da (Çevre sağlık teknisyenlerinin inceleme için geldikleri gün hava sirkülâsyonu veya başka sebeplerle koku tespit edilememiştir.) rahatsızlığını olumsuz etkileyebileceğini vurgulamıştır.

45. Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı toplanan tüm deliller kapsamında 3/1/2014 tarihli ve 2014/122 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itirazı üzerine Nazilli 1. Ağır Ceza Mahkemesi 19/2/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir.

46. Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü 2/1/2014 tarihinde Denizli Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne yazı yazarak kurum yerleşkesi etrafında bulunan tavuk çiftliğinden gelen keskin kokudan ve mermer ocaklarından gelen traverten taşlarının tozlarından astım hastası olan tutuklu/hükümlülerin etkilendiğini, tavuk çiftliği ve mermer ocaklarına yönelik gerekli ölçümlerin yapılarak Kuruma bildirilmesini istemiştir.

47. Denizli Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 7/2/2014 tarihli yazısıyla Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan önceki yıl da bu konuda dilekçeler alınması üzerine yapılan incelemede yakın çevrede herhangi bir tavuk çiftliğine rastlanmadığı ancak Kurum etrafındaki boş arazilere tavuk gübresi döküldüğünün tespit edilmesi üzerine gübrenin ilgili Belediyeye kaldırtıldığı, talep üzerine yapılan son denetimde tavuk çiftliği görülmediği gibi boş arazilere dökülmüş tavuk gübresine de rastlanmadığı ve herhangi bir koku da bulunmadığı, ayrıca denetim esnasında mermer tozuna da rastlanılmadığı ve durumun kendilerince takip altında olduğu belirtilmiştir.

3. Başvurucunun Hastalık Nedeniyle Nakli ve Sonrasında Devam Eden Süreç

48. Başvurucunun 10/2/2014 tarihinde hastalık nedeniyle naklini talep etmesine istinaden Genel Müdürlük tarafından 21/2/2014 tarihli yazıyla başvurucunun hastalık nedeniyle ve yol masraflarını ödemesi koşuluyla Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine karar verilmiştir. Başvurucu Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda her ne kadar sağlığı açısından sorun yaşamamışsa da hasımlarının olması ve can güvenliğinin olmaması nedeniyle nakil talep etmiş ve 2/4/2014 tarihinde güvenlik nedeniyle İzmir 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

49. Bu Kurumun İdare ve Gözlem Kurulu 3/4/2014 tarihinde toplanarak başvurucunun durumunu değerlendirerek kalacağı odanın sürekli güneş gören ve havalandırmasının yeteri kadar açık olabilecek, astım atağına girmesi durumunda ilk yardım müdahalesinin yapılması için ani müdahale birimine yakın, alerji yapabilecek durum ve temaslardan uzak olacak bir oda olması gerektiği fakat Kurumda bulunan tekli odaların bu koşulları sağlamadığı, bu sebeple konumu nedeniyle B-2 Blok 54 No.lu odanın hasta koğuşu olarak geçici olarak tahsisine, bu odada tek kalması uygun olmadığından bu koğuşta kalan hasta hükümlü/tutukluların yanına gönüllülük esasına dayalı hasta bakımını üstlenecek bir hükümlü verilmesine, talepler doğrultusunda odaların sık sık havalandırılmasına ve en az dört saat havalandırılmasına karar vermiştir. Ancak başvurucu bu odada yalnız kalmıştır.

50. Kurumun Psiko-Sosyal Servisi, başvurucuyla yaptığı görüşme ve UYAP üzerinden incelenen dosyaya göre kronik astım hastası olan başvurucunun hastalığının ağır seyrettiğini, hastane ve doktor raporlarına göre bazı maddelere alerjisi olduğunu tespit etmiştir. Kurumun ve sosyal yaşam alanlarının özellikle açık veya kapalı spor salonlarının bu alerjenlerden arındırılması mümkün olmadığından başvurucunun sağlığını riske atmamak için tedbir amacıyla sosyal faaliyetlere başlatılmama kararı alınmıştır.

51. 30/10/2014 tarihinde toplanan İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucunun önceden alınan tüm sağlık raporları ve Kurumlarının fiziki yapısı ve konumunu birlikte değerlendirmesi neticesinde Kurumlarının çukur bir konumda bulunması nedeniyle rüzgârla taşınan toz, polen, duman vs.nin başvurucunun sağlık durumunu olumsuz etkilediğini bu nedenle başvurucunun muhtelif zamanlarda beş kez hastaneye sevk edildiğini; Kurumda, raporlarda belirtilen polikliniklerin bulunmadığını, en yakın sağlık kurumunun 18,6 km mesafede olup ulaşımın güç koşullarda sağlandığını, ayrıca ani müdahale gerektiren astım ataklarında 112 acil ekiplerinin Kuruma ulaşmasında ve hastanın hastaneye naklinde yaşanan zorlukların da başvurucu için hayati risk oluşturduğunu, Kurumdaki tek kişilik odaların fiziki yapısı nedeniyle raporlarda belirtilen havalandırma şartlarının yeteri kadar sağlanamadığını ve başvurucunun grup hâlindeki iyileştirme çalışmalarına ve sportif faaliyetlere katılamadığını belirterek müessif bir durumun yaşanmaması, başvurucunun tedavisinin ve infazının birlikte yürütülmesi ve belirtilen risklerin önlenmesi amacıyla başvurucunun R (rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumlarından birine veya bünyesinde sağlık ocağı bulunan ceza infaz kurumu kampüslerine naklinin uygun olacağı anlaşıldığından bu hususta alınan kararın takdir ve gereği için Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğüne gönderilmesine karar vermiştir.

52. Başvurucunun R (Rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumuna veya 24 saat sağlık hizmeti veren ceza infaz kurumu kampüslerinden birine naklini talep etmesi üzerine Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü 15/5/2015 tarihinde; başvurucunun Kurumda en uygun odaya yerleştirildiği, hâlen burada tek kaldığı, bu odada aşırı koku, toz, sigara dumanı vs. olmadığı, Kurumun imkânları doğrultusunda düzenli olarak havalandırılan ve soğuk olmayan bir ortamın sağlandığı, gerekli ilaç tedavilerinin uygulandığı, başvurucunun infazının ertelenmesi talebine ilişkin sürecin devam ettiği, daha önceki nakil taleplerinin de reddedildiği, 13.12.2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun uyarınca Kurum idaresinin hastalık nedeniyle nakil talep etme yetkisinin olmadığı ve tüm hükümlü ve tutukluların sağlık sorunları ile ilgili gerekli tüm tetkik ve tedavilerin özenle yerine getirildiği gerekçesiyle talebi reddetmiştir.

B. İlgili Hukuk

1. Ulusal Hukuk

53. 5275 sayılı Kanun'un 23. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (g) bentleri şöyledir:

"(1) Hükümlülerin gözlem ve sınıflandırılması aşağıdaki esaslara göre yapılır:

a) Hükümlülerin kişisel özellikleri, bedensel, aklî ve sağlık durumları, (...) belirlenerek, durumlarına uygun infaz kurumlarına ayrılmaları ve bunlara göre saptanacak infaz ve iyileştirme rejimi; gözlem, inceleme ve değerlendirme yöntemiyle çalışan gözlem ve sınıflandırma merkezlerinde veya kapalı ceza infaz kurumlarının bu hizmete ayrılan bölümlerinde yapılır. (...)

g) Gözlem sonunda, gözlem merkezi hükümlüye ait dosyayı görüşü ile birlikte Adalet Bakanlığına gönderir. Gözlem sonucuna göre hükümlünün gönderileceği infaz kurumu Bakanlıkça belirlenir. (...)"

54. 5275 sayılı Kanun'un 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a), (b) ve (c) bentleri şöyledir:

"(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:"

a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.

b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.

c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.

... "

55. 5275 sayılı Kanun'un 26. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"(2) Hükümlü, ceza infaz kurumunun güvenlik ve iyileştirme programlarına tam bir uyum göstermekle yükümlüdür. (...)"

56. 5275 sayılı Kanun'un 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (f) bendi şöyledir:

"(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

(...)

f) Cezaevi idaresince gerekli görülen hâller. (...)"

57. 5275 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi şöyledir:

"c) Hücreye koyma cezasına ilişkin disiplin cezalarının infazından önce ve infazı sırasında hükümlü, hekim tarafından muayene edilir. İlgilinin bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa cezanın infazı sonraya bırakılır veya hekiminin belirleyeceği aralıklarla infaz edilir. Koşullu salıverilme tarihine kadar hükümlünün iyileşemeyeceğinin tam teşekküllü Devlet veya üniversite hastanesi sağlık kurulu raporu ile saptanması hâlinde hücreye koyma cezası infaz edilmez; yerine ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma cezası iki katı süreyle uygulanır. Raporlar infaz dosyasına konulur."

58. 5275 sayılı Kanun'un 57. maddesinin (5) numaralı fıkrası şöyledir:

"(5) Hükümlü, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakledilebilir."

59. 18/6/2012 tarihli ve 151 sayılı Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Genelgesi’nin İkinci Bölümünün 9. maddesinin (6) numaralı fıkrası ise şöyledir:

"(6)Hükümlü veya tutuklunun sağlık nedeniyle başka kuruma naklinin kurum idaresince talep edilmesi veya hükümlü ve tutuklunun kendi talebi hâlinde, sağlık nedenleriyle bulunduğu kurumda kalmasının uygun olmadığı, kurum hekiminin önerisi ve en üst amirinin isteği üzerine alınacak sağlık kurulu raporuyla belirlendiği takdirde, başka kurumlara nakilleri yapılabilecektir."

60. 5275 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri ile 18/6/2012 tarihli ve 151 sayılı Genelge’nin İkinci Bölümünün 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (b) bentleri şöyledir:

"(1) Hükümlülerin kendi istekleri ile bulundukları kurumdan başka kurumlara nakledilebilmeleri için;

a) Gitmek istedikleri kurumlardan durumlarına uygun en az üç yeri belirten bir dilekçe vermeleri,

b) Nakil giderlerini peşin olarak ödemeyi kabul etmeleri,

(...)

gerekir. "

61. 5275 sayılı Kanun'un 71. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir."

2. Uluslararası Belgeler

62. Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) 2. Genel Raporu, 1992; 3. Genel Raporu, 1993; 2 Sayılı Tavsiye Kararına Ek, 2006.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

63. Mahkemenin 18/11/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/12/2012 tarihli ve 2012/1195 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

64. Başvurucu;

i. İleri düzeyde astım ve bronşit hastası olduğunu, hücreye benzer tek kişilik bir odada tutulduğunu, buradaki havalandırmanın yetersiz olduğunu, koğuş kapısının günde bir defa ve koridora açıldığını hâlbuki 18/7/2011 tarihli Dr. A.O. imzalı raporda "Koğuş havalandırması sürekli açık tutularak hava sirkülasyonu yapılmalı." İfadesine yer verildiğini, aynı havalandırmayı kullanan diğer iki koğuştaki hükümlülerin sigara içtiğini ve sürekli sigara dumanına maruz kaldığını, astım krizi hâlinde acil müdahale edilmesi gerekmesine rağmen bu tür durumlarda doktora götürülmesini sağlayacak ya da görevlilere haber verecek kimsenin bulunmadığını, 8/4/2011 tarihinde ve daha sonrasında alınan birçok doktor/sağlık kurulu raporlarında "tek kişilik odada kalmaması uygun görüldüğü" hususunun vurgulandığını, aynı zamanda doktoru tarafından "Tozlu, nemli rutubetli ortam ve polenlerden uzak durması gerekir." şeklinde rapor verildiğini, raporlara göre barındırıldığı Ceza İnfaz Kurumu koşullarının iyileştirmesini istemesine ve Kurum koşullarının sağlığının günden güne kötüleşmesine sebep olduğunu belirtmesine rağmen talebinin Denizli İnfaz Hâkimliğince haksız olarak reddedildiğini,

ii. Bireysel başvuru yaptıktan sonra da şikâyetlerinin devam ettiğini, 31/7/2013 tarihinde Pamukkale Üniversitesinden alınan sağlık kurulu raporunda "hayatı tehdit edici risk altında" olduğunun vurgulandığını, nakil taleplerinin reddedilerek raporlarına göre gerekli önlemler alınmasının emredilmesine rağmen ne kaldığı odanın ne de diğer Kurum koşullarının iyileştirildiğini, direncini iyice yitirdiğini ve acil hastaneye kaldırılma olaylarının sıklaştığını, astımının ilerlediğini ve buna ek olarak hipertansiyon ve hiperlipdemi hastalıklarının başladığını, kasti olarak kendisine kötü davranan Kurum müdürü hakkında işlem yapılmadığını, İzmir (2) No.lu F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledildikten sonra alınan raporlarda da tek başına kalmasının hayati risk taşıdığı, sürekli hastalığının saptandığı ve bulunduğu Kurumun yönetimince; Kurum iç ve dış koşullarının yetersiz olduğu (iyileştirme ve sportif faaliyetlere dahi katılamadığı) ve Kurumda ilgili tıbbi servislerin olmadığı, hastanelerin ise uzak olduğu, hayati riskinin bulunduğu belirtilmesine rağmen uygun bir yere nakledilmediğini belirterek Anayasa'nın 17. maddesinde tanımlanan yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespiti ile ihlalin ortadan kaldırılması için gerekli önlemlerin ve kararların alınması talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

65. Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde başvurucunun, ceza infaz Kurumunda hastalığına rağmen maruz bırakıldığı koşullardan şikâyet ettiği ve adli makamlarca koşulların düzeltilmesine ilişkin taleplerde bulunulmasına karşın Kurum yetkililerince yeterli önlemin alınmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Bu bağlamda başvurunun, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve eziyet yasağının ihlali iddiasına yönelik olduğu değerlendirilmiştir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de ceza infaz kurumlarının kötü yaşam koşullarından şikâyetçi olan mahkûmların iddialarını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi çerçevesinde incelemektedir. (Hüseyin Yıldırım/Türkiye, B. No: 2778/02, 3/5/2007, § 73; Tekin Yıldız/Türkiye, B. No: 52/1997/836/1042, 9/6/1998, §§ 70, 71; Jalloh/Almanya [BD], B. No: 54810/00, 11/7/2006, § 68).

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

66. Başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

67. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

68. Sözleşme’nin 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

69. Başvurucu, hakkında verilen doktor raporlarında “Tek kişilik odada kalamaz; tozlu, nemli rutubetli ortam ve polenlerden uzak durması gerekir, katkı maddeli hazır ve dondurulmuş gıdalar yiyemez ve hayati risk altındadır.” denilmesine rağmen zemin katta nemli, rutubetli ve havalandırması olmayan 5 metrekare büyüklüğünde bir odada barındırıldığını, sigara dumanına maruz bırakıldığını, Kurum müdürünün kendisine husumet beslemesi nedeniyle koşulların düzeltilmediğini ileri sürmektedir.

70. Bakanlık görüşünde başvurucunun; sağlık durumu göz önüne alınarak uygun ceza infaz kurumlarına nakledildiği, Denizli Ceza İnfaz Kurumunda barındırıldığı sürece kaldığı odaların, başvurucunun sağlık durumu gözetilerek seçildiğini, odasının yanındaki odalara sigara içmeyenlerin yerleştirildiği ki sigara içenler olsa bile başvurucunun bundan etkilenmeyeceği, bir saatlik açık havaya çıkma hakkının dört saate çıkarıldığı, Kurum Aile Hekimliğinde gerekli müdahalenin vakit kaybetmeksizin yapıldığı, mesai haricinde nöbetçi sağlık memurunun bulundurulduğu, çeşitli amaçlarla birçok kez hastaneye sevkedildiği, kurum çevresinden gelen kötü kokuların önlenmesi için ilgili yerlere yazı yazıldığı ve kokunun kaynağı tespit edilerek belediye tarafından müdahale edildiği belirtilerek, kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

71. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.

72. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin "yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına" sahip olduğu, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında ise kimseye "işkence", "eziyet" yapılamayacağı ve kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele ve cezaya" tabi tutulamayacağı düzenlenmektedir. Bu düzenlemelerin amacı; bir taraftan bireyi kamu makamlarının keyfî müdahalelerine karşı korumak, diğer taraftan bireyler arası ilişkilerde de insan onurunun korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır. Ayrıca bireyin fiziksel ve zihinsel bütünlüğü, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer verilen "maddi ve manevi varlık" kapsamında yer almaktadır.

73. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

74. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

75. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

76. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).

77. Kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence”; bu seviyeye varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet”; mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22).

78. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Cezmi Demir, § 83; benzer yönde AİHM kararları için bkz. Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

79. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bir muamele hem eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele, eziyet ya da işkence niteliğinde olmayabilir (Cezmi Demir, § 90).

80. Anayasanın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça vurgulanmıştır. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 9/11/2014, § 36).

81. Anayasa’nın 17. maddesi tutulan kişilere gerekli tıbbi yardımın sağlanmasını da gerektirir. Bu yükümlülük 17. maddenin devlete yüklediği özgürlüklerinden mahrum bırakılmış kişilerin fiziksel bütünlüklerini koruma yükümlülüğünden kaynaklanır. Gerekli tıbbi yardımın olmayışı acil bir tıbbi duruma ya da başvurucunun ağır ve uzun süreli bir acı çekmesine yol açtığı zaman insanlık dışı muamele söz konusu olur.

82. Cezaevlerinde kötü muamele olarak kabul edilecek hususlar birçok farklı şekilde tezahür edebilir. Bunların birçoğu cezaevi idaresi ve görevlilerinin kasıtlı davranışlarından kaynaklanabileceği gibi yönetimsel hatalar veya yetersiz kaynaklar sebebiyle de ortaya çıkabilir (Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesinin (CPT) 2.Genel Raporu, 1992, §44).

83. Bu nedenle mahkûmlar için bir cezaevindeki yaşam tüm yönleriyle değerlendirilmelidir. Cezaevlerindeki yaşam; mahkûmlara sunulan aktivitelerin genişliğinden, mahkûmlar ve ceza infaz görevlileri arasındaki ilişkilerin genel durumuna kadar geniş bir alanda değerlendirilmelidir (CPT Standartları, 2002). Bu değerlendirmede mahkûmlara karşı yapılan muamele ve uygulanan cezanın, Anayasa’nın 17. maddesi uyarınca bir ihlal oluşturup oluşturmadığı hususunda yapılacak değerlendirmede AİHM kararları ile birlikte özellikle CPT’nin belirlediği standartlar ve ülkemiz hakkında hazırladıkları raporlar da gözönüne alınmalıdır (Turan Günana, § 37).

84. AİHM, Sözleşme’nin 3. maddesi çerçevesinde cezaevinde tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Dougoz/Yunanistan, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 46). Bu kapsamda, önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçları birlikte değerlendirilmelidir (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/5/2003, § 51).

85. Tutulma koşulları hem mahkûmların içinde bulunduğu genel koşulları hem de cezaevi rejimi ve mahkûmların bulunduğu spesifik koşulları içerir. Bir mahkûmun içinde bulunduğu ortam veya kendisine empoze edilen koşulların Sözleşme’ye uygun olup olmadığını değerlendirirken mahkûmun koşullarını (yaşı, cinsiyeti, sağlık durumu, tehlike teşkil edip etmediği ve mahkûmun tutuklu mu yoksa hükümlü mü olduğunu) dikkate almak gerekir. Özel gereksinimi olan bazı mahkûmların ihtiyaçlarının karşılanmaması küçük düşürücü muameleye, sağlık hizmetlerinin yetersiz olması insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele kavramının kapsamına giren durumlara hızla yol açabilir (CPT'nin, 3. Genel Raporu, 1993, §30).

86. Nitekim AİHM de ileri derecede özürlü olan bir mahkûmun 7 günlük cezasının infazı için cezaevine gönderilmeden önce nasıl bir yere götürüleceğinin incelenmediği, bu kişinin tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek kolaylıkların sağlanması konusunda hiçbir önlem alınmadığı ve mahkûmun içine konulduğu koşulların onun tıbbi durumu açısından tamamen yetersiz kaldığını tespit ettiği bir davada mahkûmu küçük düşürmek veya alçaltmak için kasıtlı bir niyet olduğuna dair herhangi bir delil olmamakla beraber ileri derecede özürlü olan bir kişinin sağlığı için tehlikeli olacak kadar soğuk bir ortamda tutulmasını, yatağı çok sert veya erişilemez olduğu için bedeninde yara açılması riskinin bulunduğu koşullarda tutulmasını 3. maddeye aykırılık teşkil eden küçük düşürücü muamele olarak değerlendirmiştir (Price/The United Kingdom, B. No: 33394/96, 10/7/2001, §§ 23-30).

87. Ceza İnfaz Kurumunda tutulan hükümlü ve tutuklular bakımından Anayasa'nın 17. maddesi devlete, kişilerin insan onuru ile bağdaşır koşullarda tutulmalarını sağlama ve infazın yöntemi ile infaz sürecindeki davranışların mahkûmları, ceza infaz kurumunda kalma dolayısıyla zorunlu olarak ortaya çıkan sıkıntı ve üzüntü seviyesinden daha fazla bir ızdıraba maruz bırakmama pozitif yükümlülüğünü yüklemektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 24626/09, 9/10/2012, § 101).

88. Maddi ve manevi olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı bir acı tek başına, eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa bu tutma nedeniyle eylem Anayasa’nın 17. maddesinin uygulama alanına girebilecektir. Bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığı için -hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla- uygun tedbirler almak devletin görev ve sorumluluğundadır. Nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulmasının kural olarak Anayasa’nın 17. maddesine aykırı bir muamele olarak kabul edilebileceği açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Hüseyin Yıldırım/Türkiye, § 73; Tekin Yıldız/Türkiye, §§ 70, 71; Jalloh/Almanya, § 68).

89. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt; yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; Labita/İtalya, B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

90. Başvuru konusu olayda başvurucu, kendisinin ileri düzeyde astım hastası olduğunu, doktorlar tarafından “Tek başına kalmaması, tozlu, nemli, rutubetli ortam ve polenlerden uzak durması gerekir.” şeklinde rapor verildiğini, rapora göre Ceza İnfaz Kurumu koşullarında iyileştirme istemesine rağmen talebinin İnfaz Hâkimliği tarafından haksız olarak reddedilmesi nedeniyle  Anayasa’nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

91. Anayasa Mahkemesi, ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ve tutukluların sağlık nedenleriyle yaptıkları başvurularda, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını, uygulanan tedavilerin kalitesini, başvurucunun ceza infaz kurumunda tutulmasının sağlık durumu üzerindeki etkisini ve bu durumun zamanla gösterdiği değişim gibi konuları inceleyerek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan hakların ihlal edilip edilmediğini her olayın kendine has özelliklerine göre takdir edecektir.

92. Belirlenen genel ilkeler ışığında ve somut davanın kendine özgü koşulları dikkate alındığında Anayasa Mahkemesince; başvuranın tutulma koşulları, başvurana uygulanan tedavi kalitesi, başvuranın ceza infaz kurumunda tutulmasının sağlık durumu üzerindeki etkisi ve bu durumun zamanla gösterdiği değişimin incelenmesi gerekecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hüseyin Yıldırım/Türkiye, § 73).

93. Aydın 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/6/2010 tarihli ve 2010/816 sayılı içtima kararı ile muhtelif suçlardan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından hükümlü olan başvurucu, Aydın Ceza İnfaz Kurumunda barındırılmaktayken kapasite doluluğu gerekçesiyle İzmir 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş; bu Kurumun ağaçlık bir yerde olması ve başvurucunun rahatsızlığı nedeniyle bu durumdan ciddi şekilde etkilendiği sağlık raporlarıyla tespit edilince Nazilli E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiş ve burada da kömür madeninden çıkan gazlardan oluşan “rahatsızlık nedeniyle” Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiş fakat bu ildeki nem oranının sağlığını etkilediği iddiası ile naklini istemiş ve “güvenlik gerekçesiyle” Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Başvurucunun talep ve şikâyetleri ile doktor raporları dikkate alınarak “hastalık gerekçesiyle” başvurucu tekrar Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, buradan da “güvenlik gerekçesiyle” İzmir  2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir. Sonuç olarak başvurucu 16/2/2011 ile 2/4/2014 tarihleri arasında altı farklı ceza infaz kurumunda bulundurulmuştur. Nakillerden doğan masraflar başvurucu tarafından karşılanmıştır. Hâlbuki CPT, tutuklu ve hükümlülerin nakillerinin kamu otoritelerinin kontrolü altında yapılması ve nakil giderlerinin bu otoritelerce karşılanması gerektiğini belirtmiştir (CPT, 2 Sayılı Tavsiye Kararlarına Ek, 2006, § 32/3).

94. Başvurucu barındırıldığı Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan güvenlik nedeniyle 18/8/2012 tarihinde Denizli D Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildikten sonra ilk yerleştirilmesine kadar bodrum katta müşahede odasında beş gün tutulmuş, daha sonra zemin katta 5 metrekare büyüklüğünde, sadece tuvaletinde 30x40 cm büyüklüğünde bir penceresi olan bir odada 44 gün boyunca barındırılmıştır. Başvurucu 44 gün boyunca üçgen biçiminde ve 17-18 metrekare büyüklüğünde olan havalandırma bahçesinden günde toplam dört saat yararlandırılmıştır. Bu süre zarfında başvurucunun çeşitli defalar yan odalarında kalan ve aynı havalandırma bahçesini kullanan diğer iki hükümlünün sigara içmesinden rahatsız olduğunu belirtmesi üzerine Kurumun İdari ve Gözlem Kurulu 3/9/2012 tarihinde hükümlülerin ayrı saatlerde havalandırma bahçesine çıkmalarına karar vermişse de 24/9/2012 tarihinde bu karar iptal edilmiş ve başvurucu 13 gün daha sigara içen bu hükümlülerle aynı saatlerde havalandırma bahçesine çıkarılmıştır.  Başvurucunun bu odadan şikâyet etmesi ve havalandırmasının yetersiz geldiğinin anlaşılması üzerine odası değiştirilmiş, bu sefer de civarda bulunan tavuk çiftliğinden veya boş arazilere atılan tavuk gübrelerinden gelen keskin kokulardan rahatsızlanan başvurucu, 15 gün de bu odada kaldıktan sonra odası değiştirilerek yine zemin katta bulunan 8 metrekare büyüklüğünde rutubetli bir odaya yerleştirilmiştir. Başvurucunun odası bu tarihten sonra bir daha değiştirilmemiştir.

95. Başvurucu hakkında verilen doktor/sağlık kurulu raporlarında başvurucunun tek kalmaması; toz, rutubet, sigara dumanı, soğuk hava, keskin kokular, hava kirliliği gibi faktörlerden uzak durması gerektiği vurgulanmasına rağmen başvurucu, Denizli Ceza İnfaz Kurumuna geldikten sonra iki ay boyunca havalandırması yetersiz, rutubetli bir odada dışarıdan gelen sigara dumanına ve keskin kokularla taş ve maden tozlarına maruz bırakılmış, mevcut odasından bir buçuk kat büyük bir kişilik bir odanın boşalmış olmasına rağmen buraya yerleştirilmemiş ve bu kurumda bulunduğu süre boyunca birinci kattaki tek kişilik odalara göre rutubet oranı daha yüksek olan zemin kattaki odalarda tutulmuştur.

96. Başvurucu, rahatsızlığının cezaevi şartları veya yetkililerin uygulamalarından kaynaklanan nedenlerle kötüleştiğini ve bu nedenlerle doğal olarak özgürlükten yoksun bırakılma nedeniyle ortaya çıkan ızdırap ve acının ötesinde bir ızdırap ve acıya maruz kaldığını iddia etmektedir. Öncelikle başvurucunun bireysel başvuru yaptığı tarihte bulunduğu Denizli Ceza İnfaz Kurumu müdürünün ve doktorunun belirttiği üzere bu Kurumun zemin katındaki odalarının rutubetli, civardan keskin kokuların ve taş ve mermer ocaklarından tozların geldiği odalar olduğu; yörenin iklim şartlarının karasal karakteri nedeniyle bu odaların soğuk olduğu ve kuru havanın (bkz. §§ 40, 44) söz konusu olduğu sabittir. Pamukkale Üniversitesi Sağlık Kurulundan 31/7/2013 tarihinde alınan raporda başvurucunun astımının kontrol altında olmadığı, her an hayatı tehdit edici atak risk altında olduğu (bkz. § 27) belirtilmesine rağmen başvurucu 2/4/2014 tarihinde başka bir infaz kurumuna nakledilinceye kadar havalandırmanın artırılması veya havalandırma bahçesine çıkış hakkı gibi hiçbir hususta iyileştirme yapılmadan hayatı tehdit edici risk altında tutulmuştur.

97. Başvurucunun daha sonra nakledildiği İzmir 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucunun durumunu değerlendirerek kalabileceği ideal şartları sağlayan odanın bulunmaması nedeniyle bir odanın geçici süreliğine hasta koğuşu olarak tahsisine, bu odada tek kalmaması için yanına gönüllülük esasına dayalı hasta bakımını üstlenecek bir hükümlü verilmesine, talepler doğrultusunda odaların sık sık havalandırılmasına ve en az dört saat havalandırma izni verilmesine karar vermiştir. Ancak başvurucu bu odada yalnız kalmıştır. Kurumun Psiko-Sosyal Servisi başvurucunun hastalığının ağır seyrettiğini, hastane ve doktor raporlarına göre bazı maddelere alerjisi olduğunu tespit etmiş; Kurumun ve sosyal yaşam alanlarının özellikle açık veya kapalı spor salonlarının bu alerjenlerden arındırılması mümkün olmadığından başvurucunun sağlığını riske atmamak için tedbir amaçlı sosyal faaliyetlere başlatılmama kararı almıştır. İdare ve Gözlem Kurulu, başvurucuyu durumuna uygun ceza infaz kurumuna ayırma kararı almak için toplanmış ve önceden alınan tüm sağlık raporları, Kurumlarının fiziki yapısı ve konumunu birlikte değerlendirmesi neticesinde Kurumlarının çukur bir alanda bulunması nedeniyle rüzgârla taşınan toz, polen, duman vs.nin başvurucunun sağlık durumunu olumsuz etkilediğini,  başvurucunun muhtelif zamanlarda beş kez hastaneye sevk edildiğini; Kurumda, raporlarda belirtilen polikliniklerin bulunmadığını, en yakın sağlık kurumunun 18,6 km mesafede olduğunu ve ulaşımın güçlükle sağlandığını ayrıca ani müdahale gerektiren astım ataklarında 112 acil ekiplerinin Kuruma ulaşmasında ve hastanın hastaneye naklinde yaşanan zorlukta başvurucu için hayati risk oluştuğunu, fiziki yapısı nedeniyle havalandırmanın yeteri kadar sağlanamadığını ve başvurucunun grup hâlindeki iyileştirme çalışmalarına ve sportif faaliyetlere katılamadığını belirtmiş ve müessif bir durumun yaşanmaması, başvurucunun tedavisinin ve infazının birlikte yürütülmesi ve belirtilen risklerin önlenmesi amacıyla  başvurucunun R (rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumlarından birine veya bünyesinde sağlık ocağı bulunan ceza infaz kurumu kampüslerine naklinin uygun olacağını vurgulamıştır. Genel Müdürlük bu talebi reddetmiştir. Başvurucu 2012 yılından bu yana Aydın'daki ailesinden uzak kalması pahasına sağlığının korunması gerekçesiyle R (rehabilitasyon) tipi kapalı ceza infaz kurumlarından birine nakledilmeyi talep etmektedir.

98. Başvurucunun ilk kez Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarından İzmir'e sevk edilmesiyle başlayan ve hâlen devam eden hastalığına uygun bir ceza infaz kurumu arayışı, devletin hasta bir mahkûmun nasıl bir yere gönderileceğini incelememesinden, tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek kolaylıkların sağlanması konusunda önlem almamasından ve sağlık durumu açısından gerekli önlemleri almada yetersiz kalmasından kaynaklanmaktadır. Tüm bu tespitler ışığında somut olayda Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında işkence ve kötü muamele yasağı için gerekli olan asgari eşiğin aşıldığı açıktır. Başvurucuyu küçük düşürmek veya aşağılamak için kasıtlı bir niyet olup olmadığına bakılmaksızın ki CPT'nin de belirttiği gibi kötü muamelelerin çoğunun kasti olmayıp organizasyon eksikliklerinden veya kaynak yetersizliklerinden kaynaklandığı dikkate alındığında başvurucunun ileri düzeyde bir astım hastası için gerekli koşulları sağlayan en uygun ceza infaz kurumuna gönderilmemesi ve böylelikle tedavisiyle infazının birlikte yürütülmesinin sağlanamaması neticesinde insan onurunu zedeleyecek düzeyde acı çekmesine yol açıldığından başvurucunun maruz kaldığı şartlar insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak değerlendirilmelidir.

99. İdare ve Gözlem Kurulunun başvurucuyu durumuna uygun ceza infaz kurumuna ayırma kararından da anlaşılacağı üzere başvurucunun tedavi veya kontrollerinin sürdürülmesinde yaşanan zorluklar nedeniyle başvurucu ciddi hayati risk altında tutulmakta, Kurumun fiziksel ve çevresel özellikleri nedeniyle sosyal ve iyileştirme faaliyetlerine katılamamaktadır. Başvurucunun sosyal faaliyetlerin hiçbirine katılamama zorunluluğunu doğuran ve aynı zamanda hayati risk oluşturacak koşullarda barındırıldığı süre ile hak ederek tahliye olacağı tarihe kadar da aynı risklere katlanmak zorunda kalabileceği hususu dikkate alındığında Anayasanın 17. maddesinde yer alan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği tespit edilmiştir.

100. Başvurucunun hastalığı açısından bulundurulacağı ortamın raporlarda belirtilen koşullara uygun olmaması ve ifade edilen diğer tespitler ışığında başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz bırakıldığı kanaatine varmak gerekmektedir.

101. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

102. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

103. Başvuru konusu olayda Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmış, başvurucunun tazminat talebinde bulunmadığı dikkate alınarak bu konuda bir değerlendirme yapılamamıştır.

104. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 172,50 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.672,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

                       V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 172,50 TL harç ve 1.500 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.672,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

E. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Adalet Bakanlığına gönderilmesine

18/11/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MURAT KARABULUT BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2754)

 

Karar Tarihi: 18/2/2016

R.G. Tarih ve Sayı: 31/3/2016-29670

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Cüneyt DURMAZ

Başvurucu

:

Murat KARABULUT

Vekili

:

Av. Fazıl Ahmet TAMER

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun babasının cezaevinde hükümlü olarak bulunduğu sırada, kanser hastası olması sebebiyle cezasının ertelenmesi talebinde bulunulmasına rağmen bu talebin Adli Tıp Kurumunca verilen rapor doğrultusunda reddedilmesi, raporun verilmesinden yaklaşık iki ay sonra babasının vefat etmesi ve raporu veren Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedenleriyle yaşam hakkı ile işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/4/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 16/3/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 23/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 28/5/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 19/6/2014 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucunun babası Avni Karabulut (A.K.), müessir fiil suçundan Beykoz 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 23/3/2007 tarihli ve E.2006/51, K.2007/124 sayılı ilamı ile verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasına istinaden 20/3/2011 tarihinde yakalanarak Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (Cezaevi/Kurum) alınmıştır. Bihakkın tahliye tarihinin 16/9/2013, şartla tahliye tarihinin ise 20/3/2012 olduğu belirtilmiştir. A.K., Cezaevine girdiğinde 74 yaşındadır.

9. A.K., ilk gün yapılan sağlık muayenesinde squam hücreli akciğer ca hastası (akciğer kanseri) olduğunu belirtmiş; Kurum Tabipliği tarafından düzenlenen rapor doğrultusundakendisinin revir bölümünde bulunan odalarda kalması uygun görülmüştür.

10. Aynı gün, A.K.nın daha önce çeşitli hastanelerde görmüş olduğu tedavi ve yapılan işlemlere ait belge ve raporlar Kuruma sunulmuş ve özel af talebinde bulunulmuştur. Cezaevine sunduğu belgelere göre akciğer ca hastalığına ilişkin teşhis 8/10/2010 tarihinde konulmuştur. Anılan dilekçede talep "uzun bir tedavi ve gözlem altında olması gereken bir hastalık olduğundan hastanın adli tıp tarafından incelenerek cezasının hangi şartlarda geçirilmesine uygun olup olmadığı hususunun karar verilmesi" şeklinde ifade edilmiştir:

11. A.K., Cezaevi idaresi tarafından 22/3/2011 ve 23/3/2011 tarihlerinde hastalığının tedavisi için diğer hastanelere sevk edildikten sonra 25/3/2011 tarihinde, Anayasa'nın 104. maddesi uyarınca başlatılan özel af işlemleri doğrultusunda, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kuruluna (Ümraniye EAH) sevk edilmiştir. Anılan Hastanece hazırlanan 19/4/2011 tarihli rapordaakciğer ca teşhisine ve solunum fonksiyon test sonucunun %53 olduğu bilgisine yer verilmiştir. Anılan raporun karar kısmında "Kesin Kararın Genel Müdürlükçe Verilmesine Dair Sağlık Kurulu Kararıdır." ifadesi yer almaktadır. Rapor, 3/5/2011 tarihinde Kuruma gelmiş ve A.K., 3/5/2011 tarihindebu rapor ile birlikte Adli Tıp Kurumuna (ATK) sevk edilmiştir.

12. A.K.nın tedavi gördüğü Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi(Kartal EAH) tarafından Cezaevi idaresine sunulan 14/4/2011 tarihli yazıda, akciğer ca hastalığına ilişkin somut bulgular sıralandıktan sonra "hastanın metastatik akciğer karsinomi ile uyumlu olduğu" bilgisine yer verilmiştir.

13. A.K., Adli Tıp Kurumunun 9/5/2011 tarihli müzekkeresine istinaden 2/6/2011tarihinde, son durumunu gösterir raporun vetüm tetkiklerinin yapılması amacıyla akciğer ca tanısına yönelik takibinin yapıldığı sağlık kuruluşu olan Kartal EAH'ye sevk edilmiştir. Cezaevi idaresi ATK'nın ilgili yazısınınposta yolu ile 1/6/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığını ifade etmektedir.

14. Kartal EAH'den gelen rapor ve istenilen tüm tetkikler doğrultusunda A.K., 23/6/2011 tarihinde tekrar Adli Tıp Kurumuna sevk edilmiştir. Cezaevi idaresi Kartal EAH'nin hazırladığı rapor ve tetkiklerin posta yolu ile 22/6/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığınıifade etmektedir.

15. Adli Tıp Kurumunun 6/7/2011 tarihli ve 2001/46822/6510 sayılı yazıları ile A.K.da mevcut akciğer ca tanısına ait patoloji raporunun; uygulanan tedavi, tedavi ayrıntıları, hastanın tedaviye yanıtını içerir tıbbi belgelerin, tüm grafi ve filmlerinin (PET-BT, MR,BT...) temin edilerek gönderilmesi istenmiştir. Cezaevi idaresi ilgili yazının 18/7/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığını ifade etmektedir. İstenen ve temin edilen belgeler 26/7/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.

16. Özel af talebi hakkında karar verilebilmesi amacıyla A.K., 11/8/2011 tarihinde Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kuruluna (Kurul) sevk edilmiş ve Kurul tarafından 24/8/2011 tarihli ve B.03.1.ATK.0.06.00.03-101. 01.02-2011/57688/7911 sayılı, 7519 Karar No.lu rapor hazırlanmıştır. Raporun posta ile 23/9/2011 tarihinde Cezaevine ulaştığı ifade edilmektedir. Anılan raporun sonuç kısmı şöyledir:

"(…) 1937 doğumlu Avni Karabulut’un halihazırda Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 104/2-b maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirilmediği, Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 18/05/2011 tarihli Pet BT raporunda belirtilen, kemik sintigrafisi, kbb konsültasyonu, yapılacak olan mr incelemesi ve tedavi gördüğü sağlık kuruluşundan hastalığının evrelendirilmesine yönelik düzenlenecek raporu ile birlikte gönderilmesi sonrasında yeniden görüş düzenleneceği oy birliği ile mütalaa olunur."

17. A.K., anılan rapor gereğince hastalığının evrelendirilmesine yönelik rapor düzenlenmesi için 26/9/2011 tarihinde tekrar Kartal EAH Onkoloji Polikliniğine sevk edilmiştir.

18. Cezaevinde kaldığı dönem boyunca A.K., özel af işlemleri için yapılan sevkler dışında, hastalığının tedavisi için 22/3/2011 ila 17/10/2011 tarihlerinde toplam 14 kez Kartal EAH, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Paşabahçe Devlet Hastanesi ve Haydarpaşa Numune Hastanesine sevk edilmiştir. Cezaevinin Anayasa Mahkemesine sunduğu 10/12/2015 tarihli bilgilendirme yazısı ve eki belgelerde A.K.nın anılan hastanelerde yatılı olarak tedavi edildiğine ilişkin bir kayıt bulunmamaktadır.

19. A.K., 17/10/2011 tarihinde, mesai saati dışında acil olarak Haydarpaşa Numune Hastanesi acil birimine sevk edilmiştir. Bu hastanede göğüs cerrahisi polikliniğine sevki önerildiği için aynı gün Dr. Siyami Ersek Hastanesi Göğüs Cerrahisi Polikliniğine sevk edilmiştir.

20. Başvurucunun babası A.K., Cezaevinde bulunduğu sırada 19/10/2011 tarihinde vefat etmiştir.

21. 19/10/2011 tarihli Ölü Muayene ve Otopsi Tutanağına göre müteveffanın kesin ölüm sebebi saptanamadığından klasik otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesi Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

22. Kartal EAH'nin hastalığının evrelendirilmesine ilişkin raporu A.K.nın vefatından sonra posta ile 5/12/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır.

23. Başvurucu, raporu düzenleyen Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiasıyla 13/4/2012 tarihinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

24. Müteveffanın kesin ölüm sebebinin belirlenmesi amacıyla yapılan klasik otopsi işlemi sonucunda hazırlanan Adli Tıp Kurumunun 23/5/2012 tarihli raporunda “(…) kişinin ölümünün akciğer kanseri zemininde kanama nedeniyle kan aspirasyonuna bağlı asfiski sonucu meydana gelmiş olduğu (…)” mütalaa edilmiştir.

25. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 19/11/2012 tarihli ve Soruşturma No: 34793, K.2012/39326 sayılı kararında aşağıdaki gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir:

"Adli Tıp Kurumu raporundan da açıkça anlaşılacağı üzere dokuz madde halinde sıralanan, hastalık nedeni ilecezasının infazının tehiri istenen Avni KARABULUT'un hastane dosyasının ve mevcut muayene bulgularının ayrıntılı değerlendirilmesinin yapıldığı, sonucunda şikayete konu raporun düzenlendiği, Avni KARABULUT'un kısa bir süre sonra ölmüş olması, düzenlenen raporun gerçeğe aykırı düzenlendiğini göstermediği, raporun hemen akabinde de böyle bir sonucun gerçekleşmesi ihtimalinin bulunduğu değerlendirilmiştir. Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 24 Ağustos 2011 tarihli raporunda imzası bulunan İhtisas Kurulu üyeleri şüphelilerin ayrıntılı şekilde savunmaları tespit edilmiştir, hastalık nedeni ile infaz tehiri ile ilgili gerekli değerlendirmenin kendileri tarafından yapıldığını herhangi bir şekilde görevlerini kötüye kullanmadıklarını, zira rapordan da anlaşılacağı üzere hastalık evrelendirilmesi ve kemik sintigrafisi yapıldıktan sonra bu bilgiler ışığında sürekli hastalık halinin varlığının tespit edileceği şeklinde rapor düzenlendiği, mevcut duruma göre de sürekli hastalık durumunun bulunmadığının bildirildiği anlaşılmıştır. Şüphelilerin görevlerini kötüye kullandıkları hususunda müşteki vekilinin iddiası dışında haklarında kovuşturmaya yeterli delil elde edilememiştir. "

26. Bu karara yapılan itiraz, İstanbul 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/2/2013 tarihli ve 2013/194 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Anılan karar 14/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/4/2013 tarihinde, süresi içinde, bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

27. 13/12/2014 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.

b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

…”

28. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“...

(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığıncaverilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geribırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine,mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir.Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

...

(6)(Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımındanağır ve somuttehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”

29. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

30. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kurumunsağlıkkoşullarının düzenlenmesi,hükümlünün acilveya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.”

31. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

32. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesi şöyledir:

“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

33. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 1/1/2006 tarihli ve 20 sayılı Genelgesinin (http://www.adalet.gov.tr/duyurular/genelgeler/genelge_pdf/20.pdf) ilgili kısımları şöyledir:

“... Konuya ilişkin taleplerin nitelikleri icabı, sür'atle sonuçlandırılması ve evrakın eksiksiz olarak Cumhurbaşkanlığı Makamına sunulabilmesi için...

1. Hükümlünün tam teşekküllü bir devlet hastanesi sağlık kuruluna sevk edilerek, Sevk yazısında hükümlüdeki rahatsızlığın Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halinie teşkil edip etmediği hususunun verilecek sağlık kurulu raporunda açıkça belirtilmesinin istenilmesi,

2. Hükümlüye tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu alındıktan sonra; evvelce verilmiş başka bir rapor varsa bununla birlikte onaylı nüfus kayıt örneği, kesinleşme şerhi içeren mahkeme kararı ve müddetnamesi de dilekçesine eklenerek bir yazı ile mütalaa alınmak üzere Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi; evrakın tasdikli bir örneğinin Cumhuriyet başsavcılığındaki dosyasını saklanması,

3. Adli Tıp Kurumuna yazılacak yazıda; hükümlüdeki rahatsızlığın Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşekkül edip etmediği hususunun verilecek raporda açıkça belirtilmesinin istenilmesi,

4. Adli Tıp Kurumundan muayenesi istenmedikçe ve muayene için gün alınmadıkça hükümlünün bulunduğu yer ceza infaz kurumundan Adli Tıp Kurumunun bulunduğu yer ceza infaz kurumuna sevk edilmemesi,

5. Cezasının infazı tehir edilen hükümlünün durumunun sağlık raporunda belirtilen sürelere veya bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık dönemlere göre 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 16'ncı maddesinin 3'üncü fıkrasında yazılı usule uygun olarak incelettirilmesi ve ertelemenin yenilenmesi halinde Bakanlığımız Ceza İşleri Genel Müdürlüğü bilgi verilmesi,

6. Hükümlünün müddetnamesine ek olarak, infaz edilen ceza müddeti de koşullu salıverilme tarihine kadar kalan sürenün açıkça belirtilmesi,

...konularında gereken dikkat ve özenin gösterilmesini rica ederim.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

34. Mahkemenin 18/2/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

35. Başvurucu; cezaevinde hükümlü olarak bulunan babasının kanser hastası olması sebebiyle cezasının ertelenmesi talebinde bulunulduğunu, bu talebin Adli Tıp Kurumunca verilen rapor doğrultusunda reddedildiğini, ancak raporun verilmesinden yaklaşık 2 ay sonra babasının vefat ettiğini, raporu veren Adli Tıp Kurumu görevlileri hakkında görevi ihmal suçunu işledikleri iddiasıyla suç duyurusunda bulunduğunu, fakat soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, babasının zor şartlar altında vefat etmesinin kendisine eziyete dönüştüğünü belirterek yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Yaşam Hakkına İlişkin İddia

36. Başvurucu,Adli Tıp Kurumunun cezaevinde kalabilir raporu vermesi ve diğersağlık kuruluşlarının olumsuz tutumu nedeniyle ağır hasta olan babasının yaşamını uzatabilecek, küçük bir ihtimal de olsa tedavi olmasını sağlayabilecek daha iyi tedavi imkânlarına kavuşmasına engel olunduğunu belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. Bakanlığın görüş yazısında, kabul edilebilirlik incelemesi ile ilgili olarak, yaşam hakkı kapsamında “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülüğün her olayda mutlaka cezai işlem başlatmayı gerektirmediği, yaşam hakkına yönelik ihlal iddialarının kasıtlı bir eylem ile gerçekleştirilmediği durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olmasının yeterli olabileceği, somut olayda cezaevi ve sağlık çalışanlarının devlet memuru olmaları nedeniyle ölenin sağlık durumunun kötüleşmesinde bir tıbbi ihmali olmadığının tespitine yönelik idari dava açılması gerektiği, ancak başvurucunun bu konuda idare mahkemeleri nezdinde herhangi bir tazminat başvurusunda bulunmadığı ifade edilmiştir.

38. Bakanlığın kabul edilebilirlik konusundaki anılan görüşüne karşı başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göndermelerde bulunarak, cezaevinde gerçekleşen ölümlerde etkili bir ceza soruşturmasının yürütülmemesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme/AİHS) 2. maddesinin ihlaline yol açabileceğini, her başvurunun kendi özelinde değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca bu olayla ilgili olarak İstanbul İdare Mahkemesinde Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açtığını, davada Paşabahçe Devlet Hastanesi, Ümraniye EAH ve Kartal EAH yetkililerinin görevlerini ihmal ettiklerini, hastanın hastanede yatırılarak tedavi altına alınmadığını ve tedavisinin gerekli koşullarda ve şekilde yapılmadığını ileri sürdüğünü, davanın E.2013/361 numarasıyla kayda alındığını ifade etmiştir.

39. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir;

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

40. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbirleriyle sıkı bağlantıları olan, devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin, -negatif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra -pozitif bir yükümlülük olarak- yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

41. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu pozitif yükümlülükler açısından benimsediği temel yaklaşıma göre devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında gerçekleşen ölüm olaylarında Anayasa’nın 17. maddesi devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak bu konuda ihdas edilmiş yasal ve idari çerçevenin yaşamı tehlikede olan kişileri korumak için gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemektedir. Bu yükümlülük -kamusal olsun veya olmasın- yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerlidir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 52).

42. Bu kapsamda devlet -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- sağlık hizmetlerini hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

43. Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşamlarını ve sağlıklarını koruma konusundaki pozitif yükümlülük, bu kişilerin tıbbi tedavilerine özen gösterilmesini ve yaşamı üzerinde oluşabilecek olası tehditleri engellemeyi de içerir. Uygun bir tıbbi tedavinin sağlanması konusundaki eksiklikler yaşam hakkını koruma yükümlülüğüne aykırılık teşkil edebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İlhan/Türkiye, B. No: 22277/93, 27/7/2000, § 87; Huylu/Türkiye, B. No: 52955/99, 16/11/2006, §§ 57, 58).

44. Cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaşamlarının korunması konusundaki pozitif yükümlülük, cezaevlerinde görevli sağlık personelinin sorumlulukları altında bulunan kişilerin ölüm sebeplerinin tespit edilmesine imkân sağlayacak etkin ve tarafsız bir adli sistem kurulmasını, ihtilaf konusu olayların kamuoyu denetimine açılmasını ve gerektiğinde sağlık çalışanlarının hesap vermesini sağlamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 86).

45. Ancak özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi gözönüne alınarak pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmamalıdır. Pozitif yükümlülüğün ortaya çıkması için yetkililerce, belirli bir kişinin hayatına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun bilinmesi ya da bilinmesi gerektiği durumların varlığı kabul edildikten sonra böyle bir durum dâhilinde, makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde kamu makamlarının önlem almakta başarısız olduklarının tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

46. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usul yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari ve hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

47. Başvurucu, özetle babasının sağlık durumunun geri dönülemez bir noktaya gelmesini engellemek için Cezaevi yetkililerinin, adli tıp uzmanlarının ve tedavi gördüğü hastanelerdeki doktorların gerekli ihtimamı göstermediklerini ileri sürmektedir. Yaşam hakkına ilişkin bir ihlal söz konusu ise bu ihlalin giderilmesi öncelikle idari makamların ve derece mahkemelerinin yükümlülüğü altındadır (Nail Artuç, § 46).

48. Kural olaraktıbbi ihmallerden kaynaklandığı ileri sürülen yaşam hakkı ihlalleri açısından, idari makamlar ve derece mahkemeleri tarafından başvurucular lehine bir tedbir ya da kararın alınması suretiyle ihlalin tespit edilmesi ve verilen karar ile bu ihlalin uygun ve yeterli biçimde giderilmesi hâlinde ilgili tarafın artık anayasal açıdan mağdur olduğu ileri sürülemeyecektir. Bu iki koşul yerine getirildiği takdirde bireysel başvuru mekanizmasının ikincil niteliği dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin inceleme yapmasına gerek kalmayacaktır. Bu kapsamda Anayasa'nın 17. maddesine ilişkin şikâyetler açısından, gerektiğinde yürütülecek kapsamlı bir ceza soruşturmasını müteakip yapılan ve makul bir tazminata hükmedilmesi ile sonuçlanan idari dava yolu, mağdur sıfatını ortadan kaldırabilecek etkili bir başvuru yoludur (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 46).

49. Bu bağlamda başvuru konusu olayın koşullarına bakıldığında başvurucu, olayda ihmali olduğunu ileri sürdüğü kişiler hakkında suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuş; bireysel başvuru sonrasında Sağlık Bakanlığı aleyhine İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmış, ancak başvurulan yolun tüketildiğine dair herhangi bir bilgi veya belge sunmamıştır. Tüketilecek idari dava yolunun başvurucunun yaşam hakkı kapsamında ileri sürdüğü iddialar açısından etkisiz olduğunun kabul edilmesini gerektirecek bir husus başvurucu tarafından ortaya konulmadığı gibi somut olayın koşullarında, bu konuda Anayasa Mahkemesi tarafından resen dikkate alınabilecek bir husus da bulunmamaktadır.

50. Bu durumda, A.K.nın tedavisi açısından yaşam hakkının ihlaline neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.

51. Açıklanan nedenlerle, zamanında ve yeterli tedavi hizmetinin verilmemesi suretiyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddialarının "başvuru yollarının tüketilmemiş olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağına İlişkin İddia

52. Başvurucununbabasının cezaevinde hastalığına bağlı olarak ölümü nedeniyle işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına dair, Bakanlık görüşünde herhangi bir kabul edilemezlik nedeni ileri sürülmemiştir. Anılan iddiaların 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesi uyarınca açıkça dayanaktan yoksun olmadığı görülmektedir. Açıklanan nedenlerle başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

53. Başvurucu, özetle babasının zor şartlar altında vefat etmesinin kendisi açısından eziyete dönüştüğünü belirterek işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucuya göre Adli Tıp Kurumu; babasının tahliye edilmesi, daha iyi tedavi koşullarına sahip olması, moralinin yüksek tutulması konusunda eksik, zaaflı, hukuka ve mevzuata aykırı davranmış; başvurucu ve ailenin diğer fertleri özgürce, zaman ve mekân konusunda engellenmeden babaları ile birlikte olamamış, kendisinin umudunu ve moralini yükseltebilme imkânı bulamamış, babaları bu koşullarda kan kusarak ve acı çekerekhayatını kaybetmiştir.

54. Bakanlık görüşünde, AİHM kararlarına göndermelerde bulunularak bir muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesinin uygulama alanına girebilmesi için aranan değerlendirme unsurları sıralanmış; maddi ya da manevi, doğal olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı acı eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutulma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa muamelenin tek başına 3. maddenin uygulama alanına girebileceği; bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığının, hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla uygun tedbirler alınarak sağlanması gerektiği, nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulmasının kural olarak 3. maddeye aykırı bir muamele olarak kabul edilebileceği, bununla birlikte her ne kadar tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da Sözleşme'nin sağlık nedenleriyle bir tutukluyu serbest bırakma “genel yükümlülüğünü” üye devletlere yüklemediği, çok istisnai ve önemli koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının imkân dâhilinde olduğunun kabul edildiği, bir tutuklunun klinik tablosunun, Türkiye’nin de içinde bulundugu Avrupa Konseyi üyesi devletlerde 3. madde bağlamında, onun tutulma koşullarına karşı koyabilme gücünün değerlendirilmesinde dikkate alınan kriterlerden biri olduğu, AİHM'in Gülay Çetin/Türkiye kararında, kanser nedeniyle vefat eden Gülay Çetin’in, tedavi gördügü hastaneden alınmış tahliye edilmesi gerektiği yönünde raporu bulunmasına rağmen, Adli Tıp Kurumundan ayrıca rapor alınması ve bu süreçte yaşanan gecikmeler nedeniyle, ceza infaz kurumunda vefat etmesinin insanlık dışı ve onur kırıcı muamele olarak gördüğü bilgilerine yer verilmiştir.

55. Görüşün devamında somut olayla ilgili olarak başvurucunun babası A.K.nın, tedavi süreci ve tahliye talebi hakkında yürütülen işlemlere tarihleriyle yer verilmiş, A.K. hakkında alınan raporda, Anayasa'nın 104. maddesi bakımından değerlendirme yapılmakla birlikte, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesi yönünden değerlendirmeye yer verilmediği ve bazı eksikliklerin giderilmesi sonrası yeniden görüş verileceğinin belirtildiği, gerek başvuru formunda ve gerekse de Bakanlığa gönderilen belgelerden, başvurucunun babasının hangi tarihte hangi gerekçeyle tahliye talebinde bulunduğuna dair bir bilgi bulunmadığı, tüm bu hususlar nazara alındığında başvuru tarihi ile vefat ettiği tarih arasında yaşananlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı hakkının ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesi konusunda takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

a. Genel İlkeler

56. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye "işkence" ve "eziyet" yapılamayacağı, kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

57. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde, kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu; devletin, bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

58. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

59. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte, küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

60. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

61. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptirler. Bununla birlikte cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

62. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).

63. Cezaevlerinde tutulankişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Sözleşme'nin 3. ve Anayasa'nın 17. maddeleri kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşiğin değerlendirilmesi ise koşullarla ilgili tüm verilerin, özellikle de muamelenin süresine, fiziksel ya da ruhsal etkilerine ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna bağlı olarak yapılmalıdır (K. A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60)

64. Bir muamelenin “insanlık dışı” olarak nitelendirilebilmesi için bunun tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde, onlara korku, endişe, aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (K. A., § 94; Rıda Boudraa, § 61).

65. Anayasa’nın 17. maddesi cezaevinde tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların, mahkûmları, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Cezaevinde tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde, mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 101).

66. Bu konuda AİHM, Bakanlık görüşünde de yer verildiği gibi Sözleşme'nin, her ne kadar tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanılmış olsa da sağlık nedenleriyle tutulu bulunan bir kişinin serbest bırakılması “genel yükümlülüğünü” üye devletlere yüklemediğini, bununla birlikte çok istisnai ve ciddi koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir. AİHM'e göre kişilerin klinik tablosuözgürlükten yoksun bırakılmayı gerektiren infaz şekillerinde dikkate alınması gereken unsurlardan birini oluşturmaktadır. Bu husus özellikle, ölümcül hastalığa yakalanmış kişiler veya sağlık durumu sürekli şekilde cezaevi koşulları ile uyumsuz hâle gelmiş kişilerin tutulmaları ile ilgili durumlarda geçerlidir (Gülay Çetin/Türkiye, § 102).

b. Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

67. Somut olayda, A.K. hakkında cezaevine girmeden önce 8/10/2010 tarihinde akciğer ca teşhisi konulduğu, kendisinin kemoterapive radyoterapi tedavisi görmeye başladığı, bu durumunun cezaevine girdiği 20/3/2011 tarihinde Cezaevi idaresine bildirildiğianlaşılmaktadır. A.K.nın hastalığının ciddi boyutta olduğu vebu durumun zaman ilerledikçe daha da kötüye gittiği açıktır.Dolayısıyla başvuruda çözülmesi gereken mesele, A.K.nın sağlık durumunun, vefatına kadar cezaevinde kalmasına ne kadar uyumlu olduğudur.

68. Bu konuda yapılacak incelemede, ilk olarak A.K.nın Cezaevinde tutulma koşulları,ikinci olarak kendisine uygulanan tedavinin yeterliliği, üçüncü ve son olarak A.K.nın sağlık durumuna rağmen Cezaevinde tutulmasının uygun olup olmadığı şeklinde üç unsur dikkate alınabilecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Farbtuhs/Letonya, B. No:4672/02, 6/6/2005, § 53).

69. Başvurucu, "(babasının) yaşamını sürdürmesi yönünden özgür bireylerin sahip oldukları olanaklara sahip olamadıkları gibi insanın doğal yaşamı yapısıyla uyumsuz cezaevi koşullarından dolayı ... sağlığı, bağışıklık sistemi önemli derecede zarar görmüş, yaşama iradesi, morali azalmıştır." şeklinde bir ifadeyle başvuru dilekçesinde Cezaevi koşullarına değinmiş ise de Cezaevinin olağan koşulları dışında somut bir olumsuzluktan söz etmemiştir. Benzer şekilde başvurucu, babası A.K.ye Cezaevinde ve sevk edildiği hastanelerde tedavi imkânının sağlanması ve uygulanan tedavi yöntemleriyle ilgili bu bölümde incelenebilecek nitelikte herhangi bir eksiklik ve olumsuzluktan da söz etmemiştir. Cezaevinde tutulan A.K.ye ait dosyada da kendisinin Cezaevi idaresinden bu konularda herhangi bir talepte bulunduğuna dair bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Dolayısıyla konunun ilk iki yönünün Anayasa Mahkemesince incelenmesine gerek görülmemiştir.

70. Bununla birlikte A.K. hakkında, 8/10/2010 tarihinde -Cezaevine girmeden yaklaşık 5 ay önce- akciğer kanseri teşhisi konulmuş vetedavisine başlanmış olupCezaevine girdikten sonra Kartal EAH, Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Paşabahçe Devlet Hastanesi ve Haydarpaşa Numune Hastanesinde tedavisine devam edilmiş; Adli Tıp Kurumu raporunda (bkz. § 16) yer verildiği üzere 14/4/2011 tarihi itibarıyla hastanın "hastanın metastatik akciğer karsinomu ile uyumlu" olduğu ifade edilmiştir. Cezaevi idaresine sunulan 19/4/2011 tarihli Ümraniye EAH'nin raporunda da solunum fonksiyon testi sonucunun %53 olduğu kayda geçmiştir. Bu sonuç da A.K.nın ciddi solunum sıkıntısı yaşadığını ortaya koymaktadır.

71. A.K.nın ölmeden önceki son günlerinde günlük ihtiyaçlarını görmektene kadar zorlandığı, kendisine bu konuda Cezaevi idaresince nasıl bir imkan tanındığı/destek sağlandığı ve ailesinden birinin kendisine refakat edip etmediği konusunda da bir bilgi bulunmamaktadır.Başvurucunun A. K.'nın ailesinden ayrı yalnız vefat ettiğinden şikayet ettiği dikkate alındığında bu imkanın (en azından yeterli bir şekilde) kendisine tanındığı söylenemeyecektir.

72. A. K., kanser hastalığının tedavisi için sık aralıklarla bu konuda uzman hastanelere gönderilmiş olmakla birlikte, hastanede yatarak tedavi gördüğüne dair bir kayıt bulunmamaktadır. Dolayısıyla A.K.nin, zamanının tamamını Cezaevinde geçirmek durumunda kaldığı anlaşılmaktadır. A.K. ile ilgilenen Cezaevi yetkililerinin hayatının sonuna gelmiş bir hasta ile ilgilenebilecek uzmanlıklarının olup olmadığı veya kendisinin gerçek anlamda manevi, psikolojik veya sosyal bir destek alıp almadığı konusunda da bir bilgi bulunmamaktadır.

73. Sonuç olarak hastalığı ilerledikçe A.K.nın Cezaevi ortamındakalmakta zorlanması kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu konuda yetkili olan makamların, kesin tarihi belirlenememekle birlikte bir noktada A.K. hakkında ciddi tedbirler almaları gerektiğinin kabul edilmesi gerekir.

74. Bu durumda somut olay açısından incelenebilecek temel husus, A.K.nın ömrünün son döneminde sağlık durumunda meydana gelen kötüleşmelere rağmen Cezaevinde tutulmaya devam edilmesinin uygun olup olmadığı, bir diğer ifadeyle Cezaevinden çıkarılmaması nedeniyle bu durumun kendisi açısından, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığı olacaktır.

75. Bu konuda mevcut düzenlemelere bakıldığında, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 2. fıkrasında bir hükümlünün cezasının infazının sağlık nedenleriyle ertelenebileceği öngörülmektedir. Ayrıca Anayasa'nın 104. Maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi Cumhurbaşkanı nezdinde sürekli hastalık sebebiyle af talebinde bulunabilme imkânı tanımaktadır.

76. Bu düzenlemelerin teorik olarak,özellikle çok ağır bir hastalığa yakalanan veya diğer başka bir nedenle cezaevi koşullarında kalmaları uygun olmaktan çıkanhükümlü kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerini korumaya imkân sağlayacak nitelikte olduklarında bir şüphe bulunmamaktadır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 114). Bu nedenle üzerinde durulması gereken husus, cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu olarak tutulan kişilerin sağlık durumunun ne ölçüde anılan yasal imkânlardan yararlanmayı sağlayacak nitelikte olduğu ve bu kişilerin sağlık durumu karşısında yürütülen işlemlerin yerinde olup olmadığıdır.

77. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olay açısından değerlendireceği husus, yetkililer tarafından infazın ertelenmesi ya da özel affa tabi tutulması konusunda verilecek karara esas olmak üzere, ilgili kişinin sağlık durumunun, yasal ve ikincil düzenlemelerle yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarınca resmî olarak tespit edilmesi için gerekli işlemlerin makul hız ve özende yapılıp yapılmadığıdır. Bu durumda, belirlenen usulün sağlıklı bir şekilde işletilmesinin, karar alma sürecinde yer alan cezaevi idaresi, tam teşekküllü devlet hastanesi ve ATK'nın yürüteceği işlemlere bağlı olduğu söylenebilecektir. Yürütülecek işlemlerdeki eksiklikler ve yaşanacak gecikmeler, bu konuda hakkında başvuru yapılan tüm kişiler için geçerli olabileceği gibi somut olayda da A.K. ilerleyen hastalığının sebep olduğu kaçınılmaz sona doğru yaklaşırken ona onurunu korumaya imkân tanımayacak, onu ailesinin desteğinden yoksun kalacak şekilde cezaevinde tek başına bırakmak anlamına gelecektir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gülay Çetin/Türkiye, § 122).

78. A.K.nın Cezaevine girdiği andan itibaren özel af süreci kapsamında yürütülen işlemler incelendiğinde A.K.nın yakınlarının, A.K.nın Cezaevine girdiği tarih olan 21/3/2011'de "uzun bir tedavi ve gözlem altında olması gereken bir hastalık olduğundan hastanın adli tıp tarafından incelenerek cezasının hangi şartlarda geçirilmesine uygun olup olmadığı hususunun karar verilmesi"talebinde bulunmuş oldukları görülmektedir. Bu talebin 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesi kapsamında mı yoksa Anayasa'nın 104. maddesi kapsamında mı yapıldığı açık değildir. Açık olan husus, A.K.nın yakınlarının, kendisinin sağlık durumu dikkate alınarak infaz şeklinin yeniden ele alınması yönünde talepleri olduğudur. Bu talepte bulunulurken daha önce çeşitli hastanelerde görmüş olduğu tedavi ve yapılan işlemlere ilişkin belge ve raporlar da Cezaevi idaresine sunulmuş olup kendisinin akciğer ca hastası olduğu Cezaevi idaresince ilk andan itibaren bilinmektedir.

79. Cezaevi idaresinin kendisine yapılan başvurudan sonra çok kısa sürede anılan süreci başlattığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi açısından, 16. maddede geri bırakmaya ilişkin öngörülen sürecin A. K. açısından daha yerinde olduğu ve bu sürecin daha hızlı yürüyeceğine dair bir veri bulunmamaktadır. Bununla birlikte, 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinde öngörülen infazın ertelenmesi ile 1/1/2006 tarihli genelgede öngörülen özel af işlemleri için belirlenen usullerin birbirine benzer olduğu, sağlık durumunu tespite yönelik raporların hazırlanma hızı açısından esaslı bir farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.

80. Cezaevi idaresince Ümraniye EAH'ye yapılan sevk işleminde (A.K.nın Anayasa Mahkemesine sunulan Cezaevi dosyasında bu talebe ilişkin yazı bulunmadığı için) tam olarak Hastaneden ne talep edildiği belli değildir. Anılan Hastanenin sunduğu raporun karar kısmında da sadece "Kesin Kararın Genel Müdürlükçe Verilmesine Dair Sağlık Kurulu Kararıdır." ifadesi yer almakta olupraporun A.K.nın durumunun yukarıda yer verilen genelgede açıkça ifade edilmesi gerektiği belirtilen "Anayasası'nın 104/2-b maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşkil edip etmediği" hususuna ilişkin bir açıklık getirmediği görülmektedir. Diğer yandan Ümraniye EAH'nin 19/4/2011 tarihli raporu ancak 3/5/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır (bkz. § 11).

81. Bakanlığın konuya ilişkin genelgesinde (bkz. § 33) özel af işlemleri için 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinde öngörülene benzer bir karar alma usulü belirlenmiş olduğu, bu usule göre, hakkında tam teşekküllü devlet hastanesinden sağlık kurulu raporu alındıktan sonragerekli belgeler eklenerek hükümlünün Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi,sevk yazısında da "hükümlüdeki rahatsızlığın, sürekli hastalık, sakatlık ve kocama halini teşekkül edip etmediği hususunun verilecek raporda açıkça belirtilmesinin" istenilmesi gerektiği, bu yöntemin de konuya ilişkin taleplerin hızlı ve eksiksiz bir şekilde sonuçlandırılması amacıyla öngörüldüğü açıkça belirtilmektedir.

82. Ümraniye EAH'nin 19/4/2011 tarihli raporu ile birlikte 3/5/2011 tarihinde ATK'ya sevk edilen A.K. hakkında ATK tarafından akciğer ca tanısına ilişkin raporun ve diğer tetkiklerin yapılmasının istenildiği, bu konudaki talebi içeren ATK'nın müzekkere tarihi 9/5/2011 olmasına rağmen evrakın 1/6/2011 tarihinde ulaştığından bahisle kanser tedavisinin yapıldığı Kartal EAH'ye sevk işleminin ancak 2/6/2011 tarihinde gerçekleştiği görülmektedir (bkz. § 13). Anılan Hastaneden gelen rapor ve istenilen tüm tetkikler doğrultusunda A.K., 23/6/2011 tarihinde tekrar ATK'ya sevk edilmiş; ATK'nın 6/7/2011 tarihli yazısı ile bu defa A.K.'da mevcut akciğer ca tanısına ait patoloji raporunun, uygulanan tedaviye ilişkin diğer tıbbi belgelerin gönderilmesi istenilmiştir (bkz. §§ 14-15).ATK'ya ilk sevk işleminde yaşanan benzer gecikme ve eksikliğin, ATK'nın 6/7/2011 tarihli talebi için de yaşandığı anlaşılmaktadır.

83. 26/7/2011 tarihinde üçüncü kez ATK'ya sevk edilen A.K. hakkında, yaklaşık bir ay sonra, Kurul tarafından 24/8/2011 tarihli rapor (bkz. § 16) hazırlanmıştır. Anılan rapor ancak 23/9/2011 tarihinde Cezaevine ulaşmıştır. Bu raporda, o ana kadar yapılan tespitler dikkate alınarak A.K.nın durumunun Anayasa'nın 104. maddesi kapsamında değerlendirilmediği ifade edilmiş; Cezaevi idaresinin talebine ilişkin yeni görüşün, (özetle) hastalığın evrelendirilmesine ilişkin raporun tedavi görülen hastane tarafından gönderilmesi durumunda yeniden düzenleneceği ifade edilmiştir. ATK'nın son raporda belirttiği üzere talep hakkında yeni bir görüş verilebilmesi için istenen "hastalığın evrelendirilmesine" ilişkin hazırlanan Kartal EAH'nin raporu da sevk tarihinden yaklaşık 70 gün sonra Cezaevine ulaşmıştır. Bu arada A.K. vefat etmiş bulunmaktadır (bkz. §§ 17-22).

84. Bakanlığın konu hakkındaki genelgesinde belirtilen hususlar esas alındığında nihai kararın alınabilmesi için yapılan sevk işlemleri, hazırlanan raporlar ve talep yazılarındaki eksiklikler ve gecikmeler nedeniyle A.K.nın ve A.K.nın sağlık durumunu tespit için düzenlenen bilgi ve belgelerin "tam teşekküllü devlet hastanesi" ile ATK arasında gidip gelmek zorunda kaldığı,buna rağmen21/3/2011 tarihinde başlatılan sürecin A.K.nın vefat ettiği tarihe kadar geçen yaklaşık yedi aylık süreçte tamamlanamadığı görülmektedir. Buna, süreçte yer alan kurumların hangisinin/hangilerinin neden olduğunun tespitinin bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan husus, bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle A.K. açısından çok kritik olan kararın verilememiş olmasıdır.

85. A.K. hakkında, Cezaevine girdiği ve infazın ertelenmesi olarak vasıflandırabilecek talebinin Cezaevi idaresine ve ATK'ya iletildiği anda uzman sağlık kuruluşlarınca tanısı konulmuş, tedavisine devam edilen, belli bir aşama ilerlemiş ve kısa süre içerisinde hayatını tehlike altına sokabilecek akciğer ca hastası olduğu tespitinin hâlihazırda yapılmış bulunması ve kendisinin de 74 yaşında olmasının bu sürecin hızlı bir şekilde yürütülmesinin önemini daha da arttırdığının kabul edilmesi gerekmektedir.

86. A.K., ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve sağlık durumu vefatından önceCezaevi koşullarına uygun olmayan hâle gelmiş olmasına rağmen, ailesinden ayrı olarak Cezaevinde vefat etmiştir. A.K.'nın, vefatından iki gün önce acil olarak hastaneye sevk edilmiş olması, son günlerinde çektiği sıkıntıların daha da fazlalaştığının bir göstergesi olarak dikkate alınabilecektir. Buna rağmen başvurucuya sevk edildiği hastanede yatarak tedavi görmesi imkânının da tanınmadığı görülmektedir. Sonuç olarak A.K.nın kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya ve buna bağlı olarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir.

87. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

88. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

89. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

90. Başvuruda "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

91. Başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

92. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

18/2/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

TEMUR ESKİBAĞ VE MEHMET RIZA ESKİBAĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/5098)

 

Karar Tarihi: 20/12/2017

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Temur ESKİBAĞ

 

 

2. Mehmet Rıza ESKİBAĞ

Vekili

:

Av. Fahriye Belgün BABA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ameliyatın teşhisten beş ay sonra yapılması sebebiyle yaşam hakkının; ölümcül hastalığa rağmen infazın ertelenmemesi, infazın ertelenmesi için yapılan başvurunun ölümden önce sonuçlandırılmaması ve etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedenleriyle kötü muamele yasağının; infazın ertelenmesinde hükümlüler arasında ayrım yapılarak bazı hükümlülerin taleplerinin daha çabuk sonuçlandırılması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/4/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen belgeler ile Bakanlığın görüş yazısının ekindeki belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

9. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak suçundan mahkûm olduğu müebbet hapis cezasını Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz etmekte olan başvurucuların kardeşi İ.E., tedavi amacı ile 17/1/2012 tarihinde misafir hükümlü olarak Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) kabul edilmiş ve karın ağrısı şikâyetiyle 17/1/2012 ile 13/2/2012 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Hastane) yatarak tedavi görmüştür. Hastanede birtakım tetkikler yapılmış ve biyopsi sonucu ile birlikte üç hafta sonra muayene edilmek üzere İ.E. taburcu edilmiştir.

10. İ.E. 20/2/2012 ve 14/3/2012 tarihlerinde İnfaz Kurumu revirinde, 6/3/2012 ve 12/3/2012 tarihlerinde ise Hastanenin Gastroentroloji Polikliniğinde muayene edilmiştir.

11. İ.E., ateş ve karın ağrısı şikâyeti nedeniyle 20/3/2012 ile 13/4/2012 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Hastane tarafından düzenlenen epikriz raporunda, akut kolanjit (bir çeşit safra yolları hastalığı) tanısıyla İ.E.ye birtakım tıbbi uygulamalar yapıldığı belirtilmiştir.

12. İ.E. 25/4/2012 tarihinde İnfaz Kurumu revirinde, 18/5/2012 tarihinde ise Hastanenin Gastroentroloji Polikliniğinde muayene edilmiştir.

13. İ.E. 24/5/2012 tarihinde tekrar Hastaneye kaldırılmış, 11/6/2012 tarihinde ameliyat edilmiş, 26/6/2012 tarihinde ise taburcu edilmiştir. Hastane tarafından düzenlenen 17/6/2012 tarihli sağlık kurulu raporunda İ.E.nin hastalığı, opere edilmiş pankreas kanseri olarak belirtilmiştir.

14. İ.E. 11/6/2012 tarihinde ameliyat olduğunu, kemoterapi almaya başladığını ve öylesi bir kanser için İnfaz Kurumunun koşullarının çok ağır olduğunu belirterek tedavi görmek amacıyla Anayasa'da cumhurbaşkanına tanınan özel af yetkisinden yararlanmak için 19/7/2012 tarihinde Cumhurbaşkanlığına dilekçe yazmıştır.

15. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 17/10/2012 tarihli sevk emri ile hastalık nedeniyle İ.E. İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

16. Ameliyat sonrasında kemoterapi için Hastanenin Onkoloji Servisine birçok kez giden İ.E. 28/11/2012 ile 10/1/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Bu süre içinde kendisinin haftalık kan takipleri yapılmış ve -kabul etmemesi nedeniyle 28/12/2012 ve 8/1/2013 tarihleri hariç- İ.E.ye kemoterapi uygulanmıştır.

17. İ.E. hastalığının teşhis ve tedavi sürecinden, tedavinin zorluğundan ve kanserin tekrar metastaz (sıçrama) riskinden bahsederek 2/1/2013 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından infazın ertelenmesini talep etmiştir.

18. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 9/1/2013 tarihinde Kuruma müzekkere yazarak İ.E.nin tam teşekküllü bir hastaneye sevk edilmesini ve Ceza İnfaz Kurumunda cezanın infazının hükümlü yönünden hayati tehlike arz edip etmediği, hayati tehlike mevcut ise infazın ne kadar süreyle ertelenmesi gerektiği, hastalığın Anayasa'nın 104. maddesinde yazılı sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hâli niteliğinde olup olmadığı hususlarında rapor aldırılmasını istemiştir.

19. Hastane tarafından düzenlenen 11/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda "Opere pankreas ca lı hasta,hâlen radyoterapi alıyor. 11/6/2012 tarihinde cerrahi sınırları tümör negatif olarak şekilde opere edilmiş. Kemoterapi almış. Radyoterapi alıyor (Hâlen nüks hastalık mevcut değil). Hastanın tedavisi tamamlandıktan sonra ceza infaz kurumu koşullarında cezası infaz edilebilir, cezasının tehiri mevcut hâli ile gerekmez, ceza infaz kurumunda infazı hâlinde hayati tehlikesi artmaz, sürekli hastalık, sakatlık, kocama hâli arz etmemektedir.” ifadelerine yer verilmiştir.

20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 16/1/2013 tarihinde (bkz. § 18) belirtilen hususlarda Adli Tıp Kurumundan (ATK) rapor talep etmiştir.

21. İ.E., ATK 3. Adli Tıp İhtisas Kurulunca (Kurul)23/1/2013 tarihinde muayene edilmiştir.

22. Hastane tarafından düzenlenen 22/2/2013 tarihli toraks (göğüs) ve tüm abdomen (karın) BT (bilgisayarlı tomografi) raporunda; sol akciğerdeki çekintilerden, karaciğerin boyutundaki artış ile karaciğerde mevcut lezyonlardan ve metastaz şüphesinden söz edilmiştir.

23. Kurul 25/2/2013 tarihli yazıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından İ.E.nin hastalığının evrelendirilmesine ilişkin rapor aldırılmasını, tanıya ilişkin patolojik rapor ile İ.E.nin son durumunu gösterir tıbbi evrakların ve yeni çekilecek tüm vücut filmlerinin temin edilerek gönderilmesini talep etmiştir.

24. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Kurulca istenen belgelerin temin edilmesi için 13/3/2013 tarihinde İnfaz Kurumuna müzekkere yazmıştır.

25. 2013 yılı Ocak ayından sonra dört kez Hastanenin Onkokoji Servisine ve pek çok kez de İnfaz Kurumu revirine giden İ.E., 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Epikriz raporunda İ.E.nin sırt ağrısı, bel ağrısı, karın ağrısı ve kilo kaybı nedeniyle şikâyetçi olduğu belirtilmiş; hastalığın seyriyle ilgili bilgilere yer verilmiş ve hastalığın progresyon (ilerleme) gösterdiğine dair bulguların varlığından söz edilmiştir.

26. Kurulca istenen rapor ve tetkik sonuçları Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına 2/4/2013 tarihinde, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca da 5/4/2013 tarihinde Kurula gönderilmiştir.

27. İ.E. 13/4/2013 ile 16/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür. Epikriz raporunda, karın ağrısı şikâyeti olan İ.E.nin metastikpankreas tanısı ile izlendiği, mevcut hâliyle acil cerrahi girişim düşünülmediği ifade edilmiştir.

28. İ.E. 16/4/2013 ile 26/4/2013 tarihleri arasında Dr. Nafiz Körez Sincan Devlet Hastanesinde (Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi) yatarak tedavi görmüştür. İ.E.ye ilişkin epikriz raporunda şu hususlar kayıt altına alınmıştır:

"Palyatif (belirti azaltıcı) tedavi için yatırıldığı, Dr. M. Y. A. tarafından yapılan muayenede;hastanın 1.5 yıl önce pankreas karsinomu nedeniyleWhiple ameliyatı geçirmiş olduğu, peşisıra hastaya 6 kür kemoterpi (en son Ocak2013) ve radyoterapi verilmiş en son ocak 2013) Hastanın bu işlemlerden sonra sarılığı artınca yapılan tetkiklerinde nüx kitle izlenilmiş, hastaya önce extrernal safra drenajı yapılmış,yaklaşık 4 gün önce de bu dreni çekilerek safra yoluna stent takılmış, hastanın iştahsızlık, halsizlik karında şişlik ve bir şey yiyememe şikayetleri çok belirgin olunca iç hastalıkları adına yatışı verildiği,

Hastadan batın USG ve tahlilleri istendiği, iv sıvı desteği ve lavman verildiği, HGb:10.3,HTC:36.8, WBC:1”6*10, sed:23,CRP:9.7,GGT:272, ALT:67, ASDT:110, BUN:19, direkt Bil:2.46,ind Bil:2.1,

Dahiliye Uzmanı Dr. .M. Y. A. tarafından yapılan takibinde;

17/4/2013: Genel durumu orta, şuur açık. batında grade1-2 asitiolduğu,lavmanlarla dışkılaması olduğu, sağ taraftaki yarasına pansuman yapıldığı, yapılan batın USG'de stent koledokta izlenirken, batında yaygın asite rastlanıldığı, oral alımı çok iyi değil, mamaları da aldıktan bir dönem sonra çıkartıyor olduğu,tedavisine devam edildiği,

18/4/2013:Genel durumu orta, şuuru açık, iştahsızlığı devam ediyor, bu yüzden hastaya parenteral solüsyonlar orderedildiği, karnındakı distansiyon iyice belirginleştiği için parasentez planlandığı,

19/4/2013:Genel durumu iyi-orta, şuuru açık, dün yapılan parasentezle 1,5 lt mayi alınmış olduğu, bugün tekrar parasentez planlandığı, IV clinomelden sonra hasta knedini daha iyi hisettiğini ifade ettiği,

 22/4/2013:Genel durumu iyi-orta şuuru açık, azalmakla beraber kusmalarınındevam ettiği, bacaklarında +3 gode bırakan ödem ve scrotal ödemi olduğu, bu yüzden hastaya diüretik infüzyonu planlanıldığı,

 24/4/2013:Genel durumu orta, şuuru açık, bacaklardaki ve scrotumdaki ödemi azalmış, hastanım oral alımında çok fazla değişim yok; alamıyor, sağ PTK çekilen yerde safralı geleni halen devam ediyor tesbit edildiği,

 25/4/2013 :Genel durumu orta, şuuru açık,hastanın oral alımı iyice azalmış, içtiği suları bile çıkarır hale gelmiş, FM'de dil kuru batında grade-3 asiti var; bu yüzden hastaya parasentez planlanıldığı, sağ PTK çekilen yerde safralı geleni azalmamakla beraber devam ediyor.

 26/4/2013: Genel durumu orta, şuuru açık olduğu, dün yapılanparasentezde3 lt hemorajik vasıfta asiti geldiği,oral alımı hiç yok, sağa PTK çekilen yerde safralı geleni halen varve yaklaşık 10 gündür azalma yok, hastanın koledoğa takılan stentinte obstruksiyon? şüphesi olduğu için, oral alımı hiç olmadığı için ve genel durumunda da zaman zaman letarji hali olduğu için,Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi onkoloji polikliniğine kontrol olması ve yatarak tetkik ve tedavisi önerisi ile taburcu edildi...”

29. İ.E.nin 18/4/2013 tarihli infazın ertelenmesi talebi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve bu husus 26/4/2013 tarihli yazı ile İ.E.ye bildirilmiştir.

30. İ.E. 26/4/2013 ile 29/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür.

31. 2/5/2013 tarihinde Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesine yatan İ.E. aynı gün saat 13.30'da Hastaneye sevk edilmiştir.

32. 26/4/2013 tarihli infazın ertelenmesi talebi üzerine Hastaneye sevk edilen İ.E. hakkında düzenlenen 3/5/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda; İ.E.nin metastatik ve progresif (ilerleyici) hastalığının olduğu, infazın ertelenmesinin gerektiği, cezanın infazında hayati tehlikenin bulunduğu ve cezanın altı ay süre ile tehirinin uygun olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca hastalığın sürekli olduğundan söz edilmiştir.

33. İ.E.nin Hastanede yattığının bildirilmesi nedeniyle Kurul 3/5/2013 tarihli yazıyla sontıbbi raporlar, tahlil sonuçları, filmler ve diğer tıbbi belgeler ile birlikte İ.E.nin tekrar muayeneye gönderilmesini istemiştir.

34. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 3/5/2013 tarihinde Kuruma müzekkere yazarak 3/5/2013 tarihli sağlık kurulu raporu ve ilgili evrakların ATK'ya gönderilmesi için gerekli işlemlerin yapılmasını istemiştir.

35. 3/5/2013 tarihinde Hastaneye yatan İ.E.ye ilişkin epikriz raporunda; metastatikpankreas kanserinedeniyle kemoterapi düşünülmediği, destek tedavisinin devamı ve şiddetli ağrısı için ağrı ünitesi konsültasyonu önerildiği ve kendisinde çoklu organ yetmezliği geliştiği belirtilmiştir.

36. Hastanenin Yoğun Bakım Ünitesinde tedavisine devam edilen İ.E. 7/5/2013 tarihinde vefat etmiştir.

37. Kurulun 29/5/2013 tarihli raporunda; uygulanan kemoradyoterapi ve kemoterapi sonrası tespit edilen metastazının bildirilmesi nedeniyle 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 16. maddesi uyarınca 1 (bir) yıl süreyle infaza ara verilmesinin uygun olduğu, Anayasa'nın 104. maddesinde belirtilen sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hâlinin bulunduğunun değerlendirildiği, hastalığın sürekli nitelikte olduğu bildirilmiştir.

38. Başvurucular; infazın durdurulması başvurusunun makul sürede sonuçlandırılmadığını, dosya üzerinden karar verilmesi mümkün olmasına rağmen Kurulun talebi üzerine İ.E.nin Ankara'dan İstanbul'da bulunan Kurula araçla götürüldüğünü, bu yolculuğun işkence niteliğinde olduğunu ve İ.E.nin durumunun bu nedenle ağırlaştığını, İ.E.nin tam teşekküllü bir hastane yerine Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesinde tedavi edilmeye çalışıldığını, İ.E.nin ancak son günlerinde tam teşekküllü bir hastanede tedavi gördüğünü ve sorumluların tespit edilerek cezalandırılmaları gerektiğini belirterek 10/10/2013 tarihinde ATK görevlileri ile İnfaz Kurumu görevlileri hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Başvurucular; delil olarak İ.E.nin infaz dosyası ile sağlık dosyasına ve sağlık dosyasındaki yazışma, tıbbi teşhis ve tedaviye ilişkin belgelere dayanmışlardır.

39. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, ATK görevlilerine atfedilen eylemin Bakırköy'de gerçekleştiği gerekçesiyle ATK görevlileri ile ilgili soruşturmayı ayırmış ve soruşturmaya yalnızca İnfaz Kurumu görevlileri yönünden devam etmiştir.

40. Suç duyurusuna konu hususlarda İnfaz Kurumundan bilgi ve belge alan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı; talepler ve tedavi ile ilgili olarak süresinde mevzuata uygun şekilde gerekli tüm işlemlerin yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin görevlerini ihmal etmedikleri ve kötüye kullanmadıkları gerekçeleriyle İnfaz Kurumu görevlileri hakkında 23/10/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir.

41. Başvurucular tarafından neden belirtilmeden yapılan itiraz 23/1/2014 tarihinde Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince reddedilmiştir.

42. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen bir başka soruşturma kapsamında ATK 1. Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 21/8/2013 tarihli raporda; İ.E.nin ölümünün metastatik pankreas kanseri ve gelişen komplikasyonlardan ileri geldiği, İ.E.yi Sincan F Tipi Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesine yatırmayıp Hastaneye sevk eden doktorların kusurlarının bulunmadığı belirtilmiştir.

43. Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen karar başvurucular tarafından 11/3/2014 tarihinde öğrenilmiş olup 10/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

44. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili hükümleri şöyledir:

 “(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

 ...

 b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

 c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunîlik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

 

 f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

 …”

45. 5275 sayılı Kanun’un “Hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi” kenar başlıklı 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “...

 (2) [Akıl hastalığı dışındaki] Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

 (3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkûmun tâbi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkûmun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkûmun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere,birsürebulunmadığıtakdirdebirer yıllık dönemleregöre bu fıkrada yazılı usule uygunolarakincelettirilir.İncelemesonuçlarınagöregeribırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geribırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine,mahkûmun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir.Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi hâlinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hâkimliğine başvurulabilir.

 ...

 (6)(Ek: 24/1/2013-6411/3 md.) Maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımındanağır ve somuttehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmun cezasının infazı üçüncü fıkrada belirlenen usule göre iyileşinceye kadar geri bırakılabilir.”

46. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

47. 5275 sayılı Kanun’un “Hükümlünün muayene ve tedavisi” kenar başlıklı 78. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Kurumunsağlıkkoşullarının düzenlenmesi,hükümlünün acilveya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.”

48. 5275 sayılı Kanun'un "Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama" kenar başlıklı 98. maddesi şöyledir:

 "(1) Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir.

 (2) 16 ncı madde gereğince cezasının ertelenmesi isteminin reddi hâlinde de aynı hüküm uygulanır.

 (3) Yukarıdaki fıkralar uyarınca yapılan başvurular cezanın infazını ertelemez. Ancak, mahkeme olayın özelliğine göre infazın ertelenmesine veya durdurulmasına karar verebilir. "

49. 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” kenar başlıklı 13. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.”

B. Uluslararası Hukuk

50. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Yaşam hakkı" kenar başlıklı 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur..."

51. Sözleşme'nin "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz."

52. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir kötü muamelenin Sözleşme'nin 3. maddesinin uygulama alanına girebilmesi için değerlendirilmesi kendiliğinden göreceli olan ve davanın tamamıyla ilgili unsurların -özellikle uygulanan muamelenin süresinin- fiziki ve ruhsal etkisinin ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi unsurların etkilediği minimum ağırlık düzeyine ulaşması gerekir (Başka birçok karar arasından bkz. Naoumenko/Ukrayna, B. No: 42023/98, 10/2/2004, § 108; Arutyunyan/Rusya, B. No: 48977/09, 10/1/2012, § 68).

53. Özellikle özgürlüğünden yoksun kişiler söz konusu olduğunda 3. madde, ilgili devletlere bu kişilerin insan onuru ile bağdaşır koşullarda tutulmalarını sağlama ve infaz ile ilgili uygulamaların bu kişileri ceza infaz kurumunda kalma dolayısıyla zorunlu olarak ortaya çıkan sıkıntı ve üzüntü seviyesinden daha fazla bir ıstıraba maruz bırakmama pozitif yükümlülüğünü yüklemektedir. Bu sebeple maddi de olsa, manevi de olsa doğal olarak ortaya çıkan bir hastalığa bağlı acı tek başına -eğer yetkililerin sorumlu tutulabilecekleri tutulma şartları ile daha da katlanıyorsa veya katlanma riski varsa- 3. maddenin uygulama alanına girebilir. Bir mahkûmun sağlığı ve rahatlığı -hapsedilmenin pratik gerekleri de dikkate alınarak ve özellikle gerekli tedavilerin uygulanması yoluyla- uygun tedbirler alınarak sağlanmalıdır. Nitekim hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması kural olarak 3. maddeye aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Gülay Çetin/Türkiye,B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 101).

54. AİHM, tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da Sözleşme'nin sağlık nedenleriyle bir tutukluyu serbest bırakma “genel yükümlülüğü”nü üye devletlere yüklemediği kanaatini taşımakla birlikte çok istisnai ve önemli koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının imkân dâhilinde olduğunu kabul etmektedir (Gülay Çetin, § 102).

55. Öte yandan AİHM Gülay Çetin/Türkiye kararında, hastaneye nakiller sırasında dayatılan güvenlik tedbirleri ve gecikmelerin tek başına “kötü muamele” oluşturacak nitelikte olmadığını yani başvurucunun sağlık durumu sebebiyle içinde bulunduğu sıkıntıyı daha da artıracak nitelikte bir aşağılanma duygusuna yol açmadığını değerlendirmiştir.

56. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin “tartışılabilir” ve “makul şüphe uyandıran” kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını ve yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007,§ 73; Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

57. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 20/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

59. Başvurucular; İ.E.nin 17/1/2012 tarihinde tedavi için Hastaneye yatırılmasına rağmen teşhisten beş ay sonra 11/6/2012 tarihinde ameliyat edildiğini, teşhis ile ameliyat arasındaki gecikme nedeniyle İ.E.nin yaşamının kısaldığını belirterek yaşam hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

60. Bakanlık; başvurunun yaşam hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, İ.E.nin ölümünde kasıt bulunmadığı hususunda tereddüt olmadığını, başvurucuların ilgili personelin veya idarenin sorumluluğunu saptayabilecek ve gerektiği tazminat ödenmesini sağlayabilecek olan hukuk mahkemelerinde tazminat davası veya idari yargıda tam yargı açma imkânlarını kullandıklarına dair bilginin başvuru dilekçesinde bulunmadığını, bu nedenle öncelikli olarak kabul edilebilirlik incelemesi yapmak gerektiğini ileri sürmüştür. Bakanlık ayrıca karar verilirken konuya ilişkin AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarının dikkate alınması gerektiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

61.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

62. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 46. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenlerin bireysel başvuru hakkına sahip oldukları kurala bağlanmıştır. Yaşam hakkının doğal niteliği gereği, yaşamını kaybeden kişiler açısından bu hakka yönelik bir başvuru ancak yaşanan ölüm olayı nedeniyle ölen kişilerin mağdur olan yakınları tarafından yapılabilecektir (Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 65). Başvuru konusu olayda İ.E. başvurucuların kardeşidir. Bu nedenle başvuru ehliyeti açısından bir eksiklik bulunmamaktadır.

63. Kişinin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlığını koruma hakkı, birbiriyle sıkı bağlantıları olan devredilmez ve vazgeçilmez haklardan olup devletin bu konuda pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Devletin negatif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme,bunun yanı sıra pozitif bir yükümlülük olarak yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, §§ 50, 51).

64. Söz konusu pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır. Nitekim Anayasa'nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, devletin "herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak (...) amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini" düzenleyeceği, bu görevini kamu kesimlerinde ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği kurala bağlanmıştır (Berat Ağardan, B. No: 2014/11076, 27/10/2016,§ 22).

65. Devlet, sağlık hizmetlerini -ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin- hastaların yaşamlarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 35).

66. Devletin yaşam hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüklerin bir de usule ilişkin yönü bulunmaktadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54). Bu usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün yaşam hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Buna göre yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmemiş ise "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük her olayda mutlaka ceza davası açılmasını gerektirmez. Bu ilke, tıbbi ihmal sonucu meydana geldiği ileri sürülen ölüm olayları için de geçerlidir. Bu durumlarda mağdurlara hukuki, idari hatta disiplinle ilgili hukuk yollarının açık olması yeterli olabilir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 59; Nail Artuç, § 37).

67. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verildiği durumlarda Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu “etkili bir yargısal sistem kurma” yönündeki pozitif yükümlülük sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte soruşturmaların yürütülmesini mecburi kıldığından bu tür durumlarda mağdurlara sadece tazminat ödenmesi yaşam hakkı kapsamındaki ihlali gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak bakımından yeterli değildir. Ancak yaşam hakkının ihlaline kasten sebebiyet verilmediği durumlarda, özellikle tıbbi ihmal nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddiasının bulunduğu hâllerde mağdurlara yalnızca hukuk mahkemelerine ya da hukuk mahkemeleri ile birlikte ceza mahkemelerine başvurma imkânının sağlanmasıyla etkili bir yargısal sistem kurma yönündeki pozitif yükümlülük yerine getirilmiş sayılabilir (Zeki Kartal, B. No: 2013/2803, 21/1/2016, § 78).

68. Somut olayda ameliyatın teşhisten ancak beş ay sonra yapılması, bu gecikme sebebiyle ömürde meydana gelen kısalma nedenleriyle yaşam hakkının ihlal edildiği iddia edilmiş ancak bu gecikmeden Kurum yetkilerinin mi yoksa Hastane görevlilerinin mi sorumlu olduğu belirtilmemiştir. Bununla birlikte Kurum yetkilerinin ameliyatı geciktirdiğine dair herhangi bir delil ortaya koyulmadığı gibi bu yönde herhangi bir emarenin varlığı dahi Anayasa Mahkemesince tespit edilememiştir. Kaldı ki İ.E., birçok kez Hastanede yatarak tedavi görmüştür (bkz. §§ 9-31). Bu sebeple başvurucuların iddialarının Hastane görevlilerine yönelik olduğu sonucuna varılmıştır.

69. Ulaşılan sonuca göre kullanılabilecek birden fazla hukuki yol bulunmaktadır. Bu kapsamda başvurucular, yaşanan olay hakkında bir ceza soruşturması başlatılmasını ve kusurlu olan personel hakkında kamu davası açılmasını yetkili Cumhuriyet başsavcılığından talep edebilir. İkinci bir yol olarak başvurucular, yaşanan olayda hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle ilgili kamu idaresi aleyhine idari yargıda tam yargı davası açabilir.

70. Başvurucular, infazın durdurulması talebinin makul sürede sonuçlandırılmadığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunarak ceza soruşturması açılması talebinde bulunmuşlarsa da Hastanenin veya ilgili görevlilerin sorumluluklarına ilişkin herhangi bir hukuki yola başvurmamışlardır. Bu durumda üzerinde durulması gereken husus -somut olayın koşulları çerçevesinde- yaşam hakkı kapsamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülüğün anılan hukuki çarelerden herhangi biri ile yerine getirilip getirilmediğidir (Kenan Sayın, B. No: 2013/5376, 14/10/2015, § 48; Berat Ağardan, § 27).

71. Bireysel başvuru formu ve eklerinde sunulan bilgi ve belgeler ışığında mevcut başvurunun koşulları incelendiğinde olayın kasti bir tutumdan kaynaklandığını gösteren herhangi bir bulgu olmadığı ve olayın meydana geldiği koşulların bu bağlamda herhangi bir şüphe uyandırmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular da kardeşlerine zarar vermek kastıyla hareket edildiği yönünde bir iddia ileri sürmemişlerdir.

72. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesi bağlamında devletin sahip olduğu "etkili bir yargısal sistem kurma" yönündeki pozitif yükümlülük, somut olayda mağdura idari yargı mercileri önünde açabileceği bir tam yargı davası yolunun sağlanması ile yerine getirilmiş sayılabilir.

73. Başvurucular, Türk hukuk sistemindeki mevcut hukuki yollardan olan ve hem ilgili personelin veya idarenin mesuliyetini saptayabilecek hem de gerektiği takdirde meydana geldiği ileri sürülen zararın ödenmesini sağlayabilecek olan idari yargıda tam yargı davası açma imkânını kullanmamışlardır.

74. Anayasa Mahkemesinin benzer başvurulara ilişkin verdiği kararlarında sıklıkla belirttiği üzere ilgili mevzuat ile Danıştayın konu hakkındaki içtihatları dikkate alındığında ceza kanunları uyarınca suç oluşturmayan eylem ve ihmallere karşı da kurumlar aleyhine idari yargı önünde açılacak davalar ile uğranılan zararların tazmininin mümkün olduğu görülmektedir (Kenan Sayın, § 50; Coşkun Gömüç ve Taşkın Gömüç, B. No: 2013/9597, 21/4/2016, § 64). Bu nedenle başvuru konusu olay açısından ihlale neden olduğu ileri sürülen eylem için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olduğundan söz edilemeyecektir.

75. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağına İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

76. Başvurucular;

 i. Pankreas kanseri gibi ağır bir hastalık nedeniyle ilk olarak 19/7/2012 tarihindetalep edilmesine rağmen İ.E.nin vefat tarihine kadar infazın durdurulmadığını,

 ii. Kurum görevlileri ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının mevcut yetkilerini kullanmadığını,

 iii. Yazışmaların sonucunun takip edilmediğini,

 iv. Dayanılmaz ağrılarına rağmen İ.E.nin Kurula ve Hastaneye ring araçları ile getirilip götürüldüğünü,

 v. 18/4/2013 tarihli infazın durdurulmasına ilişkin talebin haksız olarak reddedildiğini ve bu karardan yirmi gün sonra İ.E.nin vefat ettiğini,

 vi. İnfazın durdurulmasına ilişkin işlemlerde ihmalkârlık gösteren kişilerin cezalandırılmaları amacıyla yapılan suç duyurusu nedeniyle yürütülen soruşturmanın eksiklikler içerdiğini ileri sürmüşlerdir.

77. Bakanlık, başvurunun bir bütün hâlinde yaşam hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini ileri sürmüştür (bkz. § 63).

2. Değerlendirme

78. Anayasa Mahkemesi; ölüm olayının veyayaşam hakkına yönelik ciddi bir riskin tespit edilmediği durumlarda ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarının sağlık durumuna uygun olmaması nedeniyle yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetleri istikrarlı bir şekilde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen hiç kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağına dair yasak bağlamında incelemektedir (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Serdar Öztürk, B. No: 2013/7532; 4/2/2016; Sabri Kaya, B. No: 2014/8482, 29/6/2016; Ergin Aktaş, B. No: 2014/14810, 21/9/2016; Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016).

79. Bu nedenle yaşam hakkı yönünden ayrıca incelemeyi gerektiren özel bir sorun ihtiva etmeyen ve zaten "insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele yasağı" ile bağlantılı kurularak ileri sürülen iddialar söz konusu yasak kapsamında incelenmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

80. Anayasa Mahkemesi Murat Karabulut (B. No: 2013/2754, 18/2/2016) kararında, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddi üzerine yapılan "ceza infaz kurumunda hastalığa bağlı olarak gerçekleşen ölüm nedeniyle işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiği" iddialarına ilişkin başvuruyu incelemiş ve hukuk mahkemelerinde tazminat davası veya idari yargıda tam yargı açma imkânlarına başvurulmamasını bir eksiklik olarak görmemiştir. Söz konusu tespitten ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmadığından ve başka bir kabul edilemezlik nedeni de görülmediğinden açıkça dayanaktan yoksun olmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Maddi Boyutu Yönünden

(1) Genel İlkeler

81.Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye "işkence" ve "eziyet" yapılamayacağı, kimsenin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

82.Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

83. Anayasa ve Sözleşme'de kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin "işkence" olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen "eziyet" ve "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

84. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada "eziyet"ten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

85. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler "insan haysiyetiyle bağdaşmayan" muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

86. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptirler. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunun güvenliğinin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda hükümlü ve tutukluların sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

87. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus, 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine 5275 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklindeki düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla verilen bir mahkûmiyet kararının veya tutuklama kararının infazında mahkûmlar için sağlanacak şartlar insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).

88. Ceza infaz kurumunda tutulan kişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Sözleşme'nin 3. ve Anayasa'nın 17. maddeleri kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşiğin değerlendirilmesi ise koşullarla ilgili tüm verilerin, özellikle de muamelenin süresine, fiziksel ya da ruhsal etkilerine, bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumuna bağlı olarak yapılmalıdır (K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60).

89. Bir muamelenin “insanlık dışı” olarak nitelendirilebilmesi için bunun tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin “aşağılayıcı” olarak nitelendirilebilmesi için mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde onlara korku, endişe, aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (K.A., § 94; Rıda Boudraa, § 61).

90. Anayasa’nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, § 65).

(2) Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

91. Anayasa Mahkemesinin elinde İ.E.nin Kurula ve Hastaneye ne tür bir araçlasevk edildiğine, bu tür bir araçla sevkin İ.E.nin içinde bulunduğu sıkıntıyı daha da artırdığına ilişkin herhangi bir bilgi ve belge mevcut değildir. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi, başvurucular tarafından ileri sürülen sevke ilişkin iddia hakkında değerlendirme yapmayacaktır.

92. Başvurucular 18/4/2013 tarihli infazın durdurulmasına ilişkin talebin haksız olarak reddedildiğini ileri sürmüş ise de 2/1/2013 tarihli infazın durdurulması talebiyle ilgili prosedür, infazın ertelenmesinin reddedildiği tarihte henüz tamamlanmamıştır. İnfazın ertelenmesi talebiyle ilgili devam eden bir işlem zaten bulunduğundan 18/4/2013 tarihli infazın durdurulması talebi üzerine yeni bir prosedürün başlatılması gerekip gerekmediği meselesi üzerinde durulmayacaktır.

93. Başvurucuların işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yaptıkları suç duyurusunda Cumhurbaşkanlığına yapılan özel af başvurusundan söz edilmediği görülmüştür (bkz. § 38). Yani başvurucuların özel af talepleriyle ilgili prosedüre yönelik bir şikâyetleri yoktur. Bu nedenle inceleme yapılırken İ.E.nin özel affa yönelik talebi ve bu taleple ilgili yapılan işlemler de dikkate alınmayacaktır.

94. Somut olayda İ.E.; Kuruma tedavi amacıyla 17/1/2012 tarihinde misafir hükümlü olarak kabul edilmiş, 24/5/2012 tarihine kadar bir kısmı yatarak olmak üzere pek çok kez Kurum revirinde ve Hastanede tedavi görmüş, 11/6/2012 tarihinde pankreas kanseri nedeniyle ameliyat olmuştur. Bu tarihten sonra da kemoterapi almaya başlamıştır. İ.E.nin ölüm sebebinin metastatik pankreas kanseri ve gelişen komplikasyonlar olduğu (bkz. § 42)dikkate alındığında ameliyattan sonra da İ.E.nin hastalığının ciddi boyutta olduğu ve bu durumundaha da kötüye gittiği açıktır. Dolayısıyla başvuruda çözülmesi gereken mesele, İ.E.nin sağlık durumunun -vefatına kadar- İnfaz Kurumunda kalmasına ne kadar uygun olduğudur.

95. Bu konuda yapılacak incelemede ilk olarak İ.E.nin İnfaz Kurumundatutulma koşulları, ikinci olarak kendisine uygulanan tedavinin yeterliliği, üçüncü ve son olarak İ.E.nin sağlık durumuna rağmen İnfaz Kurumunda tutulmasının uygun olup olmadığı şeklinde üç unsur dikkate alınacaktır (Murat Karabulut, § 68).

96. Başvurucular, İnfaz Kurumunun olağan koşulları dışında somut bir olumsuzluktan bahsetmemiş; İnfaz Kurumu reviri ve Hastanede İ.E.ye tedavi sağlanması ve uygulanan tedavi yöntemlerinin yetersizliğiyle ilgili bu bölümde incelenebilecek nitelikte herhangi bir eksiklikten de söz etmemişlerdir. İ.E.nin İnfaz Kurumundan bu konularda herhangi bir talepte bulunduğuna dair bilgi veya belge de bulunmamaktadır. Dolayısıyla konunun ilk iki yönünün Anayasa Mahkemesince incelenmesine gerek görülmemiştir.

97. Ameliyat sonrasında düzenlenen 17/6/2012 tarihli sağlık kurulu raporundaameliyatla ilgili herhangi bir olumsuzluktan söz edilmemiş olmakla birlikte İ.E., 28/11/2012 ile 10/1/2013 tarihleri arasında Hastanede yatarak tedavi görmüştür (bkz. § 16).

98. Hastane tarafından düzenlenen 11/1/2013 tarihli sağlık kurulu raporunda hastalığın nüks etmediği, radyoterapinin devam ettiği ve mevcut durumda infazın ertelenmesinin gerekmediği belirtilmiştir (bkz. § 19). Ancak 22/2/2013 tarihli toraks ve tüm abdomen BT raporunda; sol akciğerdeki çekintilerden, karaciğerin boyutundaki artış ile karaciğerde mevcut lezyonlardan ve metastaz şüphesinden söz edilmiştir (bkz. § 22). 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yapılan tedaviye ilişkin epikriz raporunda ise hastalığın progresyon gösterdiği yönünde bulguların mevcut olduğu belirtilmiştir (bkz. § 25).

99. İ.E. 2013 yılı başından vefat ettiği 7/5/2013 tarihine kadarki sürenin yalnızca kırk altı günlük kısmını sağlık kurumlarında geçirmiştir. Geriye kalan sürede İ.E. İnfaz Kurumunda kalmıştır.

100. Somut olay açısından incelenmesi gereken temel husus, İ.E.ninömrünün son döneminde sağlık durumunda meydana gelen kötüleşmelere rağmen İnfaz Kurumunda tutulmaya devam edilmesinin uygun olup olmadığı, bir diğer ifadeyle İnfaz Kurumundan çıkarılmaması nedeniyle bu durumun kendisi açısından özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığı olacaktır.

101. Bu konuda mevcut düzenlemelere bakıldığında 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 2. fıkrasında, bir hükümlünün cezasının infazının sağlık nedenleriyle ertelenebileceği öngörülmektedir.

102. Bu düzenlemenin teorik olarak özellikle çok ağır bir hastalığa yakalanan veya diğer başka bir nedenle ceza infaz kurumu koşullarında kalması uygun olmaktan çıkanhükümlü kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerini korumaya imkân sağlayacak nitelikte olduğunda bir şüphe bulunmamaktadır. Bu nedenle üzerinde durulması gereken husus, ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutuklu olarak tutulan kişilerin sağlık durumunun ne ölçüde anılan yasal imkânlardan yararlanmayı sağlayacak nitelikte olduğu ve bu kişilerin sağlık durumu karşısında yürütülen işlemlerin yerinde olup olmadığıdır(Murat Karabulut, § 76).

103. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesinin başvuru konusu olay açısından değerlendireceği husus, yetkililer tarafından infazın ertelenmesi konusunda verilecek karara esas olmak üzere ilgili kişinin sağlık durumunun, yasal ve ikincil düzenlemelerle yetkilendirilmiş sağlık kuruluşlarınca resmî olarak tespit edilmesi için gerekli işlemlerin makul hız ve özende yapılıp yapılmadığıdır. Bu durumda belirlenen usulün sağlıklı bir şekilde işletilmesinin karar alma sürecinde yer alan ceza infaz kurumu idaresi, tam teşekküllü devlet hastanesi ve ATK'nın yürüteceği işlemlere bağlı olduğu söylenebilecektir (Murat Karabulut, § 77).

104. İnfazın ertelenmesine yönelik 2/1/2013 tarihli talepten sonra sonra Cumhuriyet savcısı çok kısa bir süre içinde gerekli işlemleri başlatmış, infazın ertelenmesinin gerekip gerekmediği ve gerekmekte ise ne kadar süreyle ertelenmesi gerektiği hususlarında Hastaneden rapor aldırmıştır. 16/1/2013 tarihinde ise aynı hususlarda Kuruldan rapor istemiştir (bkz. §§ 18, 20).

105. İ.E.yi 23/1/2013 tarihinde muayene eden Kurul; ancak 25/2/2013 tarihinde hastalığın evrelendirilmesine dair rapor aldırılmasını, tanıya ilişkin rapor ile İ.E.nin son durumunu gösterir tıbbi evraklar ve filmlerinin gönderilmesini istemiştir (bkz. § 23). Söz konusu istem yazısının hangi tarihte Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ulaştığı tespit edilemese de istenen bilgi ve belgelerin 5/4/2013 tarihinde Kurula gönderildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 26).Gönderilen bilgi ve belgelere rağmen Kurul 3/5/2013 tarihinde son tıbbi belgeler, tahlil sonuçları ve filmler ile birlikte İ.E.nin yeniden muayeneye gönderilmesini istemiştir (bkz. § 33).

106. Hastalığın geldiği aşama nedeniyle tekrar muayeneye gönderilememesine rağmen Kurul, İ.E.nin vefatından yirmi iki gün sonra 29/5/2013 tarihinde, infazın ertelenmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir (bkz. § 37).

107. İ.E.yi 23/1/2013 tarihinde muayene eden Kurul, en geç muayene tarihinde rapor talebiyle ilgili eksik evraklar bulunduğunu tespit edebilecek durumdadır. Buna rağmen eksik tıbbi belgeler, muayene tarihinden ancak otuz üç gün sonra talep edilebilmiştir. Tıbbi belgeler gönderilmiş fakat3/5/2013 tarihinde yeniden tıbbi evraklar istenmiş ve daha önce yapılan muayeneye rağmen İ.E.nin yeniden muayeneye gönderilmesi talep edilmiştir. Daha sonra ise muayene yapılmadan infazın ertelenmesi talebiyle ilgili görüş bildirilmiştir. İnfazın ertelenmesi talebiyle vefat tarihi arasında yaklaşık dört ay vardır. Sonuç olarak ATK'daki bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle İ.E. açısından çok kritik olan infazın ertelenmesine ilişkin karar vefat tarihinden önce verilememiştir.

108. İ.E.nin pankreas kanseri nedeniyle ameliyat olduğu, ameliyat sonrasında kemoterapi aldığı, 22/2/2013 tarihli toraks ve tüm abdomen BT raporunda metastaz şüphesinden söz edildiği ve 27/3/2013 ile 12/4/2013 tarihleri arasında Hastanede yapılan tedaviye ilişkin epikriz raporunda hastalığın progresyon gösterdiğinin belirtildiği dikkate alındığında bu sürecin hızlı bir şekilde yürütülmesi gerektiği açıktır.

109. İ.E. ölümcül bir hastalığa yakalanmış, hastalığının son döneminde yediklerini ve içtiklerini dahi çıkarır hâle gelmiş hatta bir süre sonra yemek yiyemez duruma düşmüştür(bkz. § 28). Sağlık durumu vefatından önceceza infaz kurumu koşullarına uygun olmayan hâle gelen İ.E., ATK'dan talep edilen raporun makul sürede hazırlanamaması nedeniyle infazın ertelenmesi talebiyle ilgili karar verilemeden vefat etmiştir. Dolayısıyla İ.E.nin kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla bir sıkıntıya, buna bağlı olarak da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir.

110. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. İşkence ve Kötü Muamele Yasağının Usule İlişkin Boyutu Yönünden

(1) Genel İlkeler

111. İşkence ve kötü muameleye ilişkin ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

112. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

113. Ceza soruşturmasının etkinliğini sağlayacak hususlardan biri, fiilen hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olmasıdır. Ayrıca her olayda mağdurun meşru menfaatlerini korumak için gerekli olduğu ölçüde sürece katılması sağlanmalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 115).

114. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmaların etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan, inceleme ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

115. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

116. Başvuruda, infazın ertelenmesi talebiyle ilgili ATK sürecinin makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucular ise İnfaz Kurumu görevlileri hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın reddine ilişkin Sincan Ağır Ceza Mahkemesi kararından sonra bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Bu nedenle işkence ve kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutu, yalnızca İnfaz Kurumu görevlileri hakkında yürütülen soruşturma yönünden incelenmiştir.

117. Soruşturmada; yukarıda genel ilkeler bölümünde ifade edilen başvurucuların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece gerekli olduğu ölçüde katılmalarının sağlanması, soruşturma makamlarının bağımsızlığı, soruşturmanın makul bir sürat ve özenle yürütülmesi gerekliliği konularında başvurucular tarafından herhangi bir iddia ileri sürülmediği gibi bu konularda bir eksikliğin de bulunmadığı görülmektedir.

118. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucuların suç duyurusunda dile getirdiği hususlarda İnfaz Kurumundan bilgi ve belge almış; talepler ve tedavi ile ilgili olarak süresinde mevzuata uygun şekilde gerekli tüm işlemlerin yapıldığı, bu nedenle şüphelilerin görevlerini ihmal etmedikleri ve kötüye kullanmadıkları sonucuna varmıştır.

119. Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgili soruşturma ve yargılama makamlarının yerine geçecek şekilde delillerin değerlendirmesini kendisinin yapması veya yürütülmesi gerekli olan soruşturma işlemlerini belirlemesi söz konusu olamaz. Başka bir ifadeyle Anayasa Mahkemesinin görevi, bu makamların maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Hıdır Öztürk ve Dilif Öztürk, B. No: 2013/7832, 21/4/2014, § 58). Bu konuda asıl sorumlu ve yetkili olanlar ilk elden olayları inceleyen yetkili adli ve idari mercilerdir. Bunun aksine bir durum, ancak olaya ilişkin kesin ikna edici nitelikte bulguların varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 58).

120. Bununla birlikte soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması da gerekmektedir (Cemil Danışman, § 99).

121. Başvuru bu bağlamda değerlendirildiğinde soruşturmada başvurucuların iddiasının aksine olayın sebebinin objektif bir değerlendirmesinin yapılmadığını ve elde edilen delillerin kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olarak sonuca ulaşılmadığını söyleyebilmeyi mümkün kılan bir durum söz konusu olmadığı gibi aksi yönde bir sonuca varmayı mümkün kılan kesin ikna edici nitelikte bir bulgu da elde edilememiştir.

122. Açıklanan nedenlerle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

C. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağıyla Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

123. Başvurucular hastalık nedeniyle infazın durdurulmasına ilişkin hükümlerin ve kurumların yetersiz olduğunu, söz konusu hükümlerin bürokratik işlemleri asgariye indirecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerektiğini, bu nedenlerle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.

124. Bakanlık, bu iddiaya ilişkin ayrı bir cevap vermemiştir.

2. Değerlendirme

125. Söz konusu şikâyet, insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği iddiası kapsamında değerlendirilmiştir (bkz. §§ 100, 101). İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verildiğinden iddianın ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

D. İnsan Haysiyetiyle Bağdaşmayan Muamele Yasağıyla Bağlantılı Olarak Eşitlik İlkesinin İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

126. Başvurucular infazın durdurulmasına yönelik işlemlerin adli hükümlüler için kısa sürdüğünü, siyasi hükümlüler için daha uzun sürdüğünü, bu nedenle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuruculara göre İ.E., siyasi hükümlüdür.

127. Bakanlık, bu iddiaya ilişkin ayrı bir cevap vermemiştir.

2. Değerlendirme

128. 6216 sayılı Kanun’un 47. maddesinin (3),48. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları uyarınca bireysel başvuruda, kamu gücünün neden olduğu iddia edilen ihlale dair olayların tarih sırasına göre özeti yapılmalı; bireysel başvuru kapsamındaki hakların ne şekilde ihlal edildiği, buna ilişkin gerekçeler ve deliller açıklanmalıdır (Veli Özdemir, B. No: 2013/276, 9/1/2014, §§ 19, 20).

129. Somut olayda başvurucular, ihlal iddiasına ilişkin delillerini sunma ve temel hak ve özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin açıklamalarda bulunma yönündeki yükümlülüklerini yerine getirmemişlerdir. Dolayısıyla başvurucular tarafından ileri sürülen iddiaların temellendirilemediği sonucuna ulaşılmıştır.

130. Açıklanan nedenlerle başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

E. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

131. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

132. Başvurucular 140.000 TL manevi tazminat ile vekâlet ücreti ve yargılama masrafı olarak 12.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

133. Başvuruda insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

134. Başvurucuların yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında -somut olayın özellikleri dikkate alınarak- başvuruculara müştereken net 18.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

135. Dosyadaki belgelerden vekâlet ücreti dışındaki tek yargılama giderininbaşvuru harcı olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin müştereken başvuruculara ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.  1. Yaşam hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

 2. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi ve usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

 3. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağıyla bağlantılı olarak eşitlik ilkesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B.  1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usule ilişkin boyutunun İHLAL EDİLMEDİĞİNE,

C. Başvuruculara müştereken net 18.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin müştereken BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ve Adli Tıp Kurumu Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 20/12/2107 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

ERKAN ORAKÇI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/7162)

Karar Tarihi: 23/1/2019

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan                     :   Engin YILDIRIM

Üyeler                       :   Recep KÖMÜRCÜ

                                      Muammer TOPAL

                                      M. Emin KUZ

                                      Rıdvan GÜLEÇ

Raportör                  :  Melek KARALİ SAUNDERS

Başvurucu               :  Erkan ORAKÇI

Vekili                        :  Av. Fazıl Ahmet TAMER

I.    BAŞVURUNUN KONUSU

1.    Başvuru, ceza infaz kurumunda tedavinin geciktirilmesi ve sakat kalınmasına sebebiyet verilmesi ile bu olaya ilişkin olarak açılan tam yargı davasının uzun sürmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2.    Başvuru 22/4/2015 tarihinde yapılmıştır.

3.    Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4.    Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5.    Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6.    Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

7.    Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III.  OLAY VE OLGULAR

8.    Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9.    Başvurucu 15/11/2006 tarihinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu kolunda oluşan kırığın tedavisi için 17/11/2006 tarihinde Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde (Baltalimanı Hastanesi) ameliyat edilmiş; sağlığına kavuşarak 13/12/2006 tarihinde taburcu olmuştur.

10.  Hakkında yürütülen bir ceza soruşturması nedeniyle Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi 2/3/2007 tarihinde başvurucunun tutuklanmasına karar vermiştir.

11.  Başvurucu, tutuklu olduğu dönemde 23/6/2009 tarihine kadar muhtelif sağlık kuruluşlarında, ortopedik ve diğer sağlık sorunları nedeniyle yirmi üç kez kontrolden geçirilmiştir.

12.  Başvurucunun iddiasına göre 13/7/2007 tarihinde Baltalimanı Hastanesi Ortopedi Polikliniğinde yapılan muayenesi sonucunda daha önce ameliyatla koluna takılan platin vidaların gevşediği tespit edilmiş ve kendisine ameliyat önerilmiştir. Ancak hastanede mahkûm koğuşu olmadığından başvurucu, içinde mahkûm koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edilmiştir.

13.  Başvurucu 13/7/2007 tarihinde kolu için ameliyat önerilmesine rağmen muhtelif gerekçelerle 23/6/2009 tarihine kadar bu ameliyatın gerçekleştirilemediğini, iki tarih arasındaki 27 ay 21 gün boyunca sağ kolunu kullanamadığını, acı çektiğini, nihayetinde yapılan ameliyata rağmen kolunun kısa kaldığını, bilek ve dirsek fonksiyonlarının tümüyle geri gelmediğini ileri sürmektedir.

14.  Başvurucu, bu iddialarla Sağlık Bakanlığına ve Bakanlığa ayrı ayrı başvurarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

15.  Sağlık Bakanlığı aşağıdaki hususları belirterek başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir:

i. 15/11/2006 tarihinde sağ ön kol kırığı ve ramus pubis kırığı tanısıyla Baltalimanı Hastanesine yatırılan başvurucuya 17/11/2006 tarihinde sağ ön kol parçalı, çift kırığı için açık redüksiyon ve plak vida ile tespit ameliyatı yapılmıştır.

ii. Gelişen yatak bası yarasının tedavisi için 24/11/2006 tarihinde sağ uyluk üzerinde gerçekleştirilen işlemin ardından başvurucu poliklinik kontrolüne gelmek üzere 13/12/2006 tarihinde salah ile taburcu edilmiştir.

iii. Yedi ay sonra 13/7/2007 tarihinde, bu defa tutuklu olarak başvurduğu hastanede yapılan poliklinik kontrolünde radiustaki proksimal fragmanı tespit edilen vidaların gevşediği görülmüş ve başvurucuya ikinci bir ameliyat önerilmiştir.

iv. Hastanede mahkûm koğuşunun bulunmaması nedeniyle koluna atel yapılan başvurucu,mahkûm koğuşu bulunan başka bir sağlık kuruluşuna sevk edilmiştir.

v. 7/4/2009 tarihinde, önerilen ameliyat yapılmadan aynı sağlık sorunları ile Baltalimanı Hastanesi Kontrol Polikliniğine gelen başvurucu, mahkûm koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edilmiştir.

vi. Tedavinin izlediği seyre göre Sağlık Bakanlığına atfedilebilir, tazmini gerekli bir hizmet kusuru bulunmamaktadır.

16.  Bakanlık da 26/3/2010 tarihli yazısı ile muayene ve tedavi kayıtlarının incelenmesi sonucunda idarelerine atfedilebilir, hizmet kusuru olarak değerlendirilebilecek bir durumun bulunmadığı, muayene ve tedavilerinin yapılması için idarelerince gerekli işlemlerin zamanında yapıldığı gerekçeleriyle başvurucunun tazminat talebini reddetmiştir.

17.  Başvurucu, 24/5/2010 tarihinde her iki Bakanlığa karşı İstanbul 7. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 25.000 TL maddi, 25.000 TL manevi olmak üzere toplam 50.000 TL'lik tazminat davası açmıştır.

18.  İstanbul 7. İdare Mahkemesi 27/4/2011 tarihli ara kararıyla;

i. Kendisine uygulanan ikinci ameliyat sonrası özürlü hâle geldiğini ve özürlülük oranını gösteren bir raporun bulunup bulunmadığının davacıdan sorulmasına,

ii.                        Dava dosyasına ekli 13/7/2007 tarihli ve 441574 protokol sayılı evraka göre başvurucunun operasyon önerisiyle, mahkûm koğuşu bulunan Haydarpaşa Numune Hastanesine (HNH) yönlendirildiği anlaşıldığından başvurucunun nezaretinde olduğu yetkililerce önerilen tedavi için mahkûm koğuşu olan bir hastaneye götürülüp götürülmediğinin davalı Bakanlıktan sorulmasına ve bahsi geçen dönemdeki sevk zincirini gösteren tüm evrakın istenmesine,

iii.                       13/7/2007 tarihli ve 441574 protokol sayılı evrak uyarınca başvurucunun operasyon önerisiyle mahkûm koğuşu olan bir hastaneye sevkine ilişkin doktor raporunun ilgili ceza infaz kurumu personeline iletilip iletilmediğinin davalı Sağlık Bakanlığından sorulmasına ve buna ilişkin tüm evrakın istenmesine, anılan evraka rağmen davacı mahkûm koğuşu olan bir hastaneye sevk edilmemiş ise bunun sebebinin ne olduğunun bildirilmesinin istenmesine

iv. Adli tıp incelemesine esas oluşturmak üzere başvurucunun sağlık kuruluşlarındaki tüm belgelerinin gönderilmesinin de Sağlık Bakanlığından istenmesine

karar vermiştir.

19.  Ara kararına cevap olarak başvurucu 14/6/2011 tarihli dilekçesiyle, ikinci ameliyat sonrasında özürlülük durumunu gösterir bir raporun bulunmadığını bildirmiş;Bakanlık ile Sağlık Bakanlığı da bağlı birimlerinden temin ettikleri evrakı 20/6/2011 tarihli yazıları ekinde Mahkemeye göndermiştir.

20.  Mahkeme 16/2/2012 tarihinde, verilen sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ve davacının kolunda fonksiyon kaybı olup olmadığının tespiti için dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar vermiştir.

21.  Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 29/8/2012 tarihli raporunun ilgili kısmı şöyledir:

"...

IV- Tıbbi belgelerinde;

1.) Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıklar Eğ.ve AR. Hastane'sine 15.11ç2006 tarihinde travma nedeniyle başvurduğu, sağ önkol çift kırık ,ramus pubis kırığı teşhisi ile yatırıldığı, tetkiklerinin yapıldığı,17.11.2006 tarihinde dahiliye konsultasyonun yapıldığı ve 17.11.2006 tarihinde sağ önkol çift kırığına aöık reduksiyon plak vida tesbiti yapıldığı, sağ uyluk posteriorundaki yara nedeniyle 23.11.2006 tarihinde anestezi konsultasyonunun yapıldığı ve yaranın debride edildiği, 13.12.2006 tarihinde salah ile polikinik kontrolerine gelmek üzeretaburcu edildiği,

2.) Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sine 23.06.2009 tarihinde sağ önkoldaki kırıklarda oluşan kaynama yetrsizliğiteşhisi ile yatırıldığı, ameliyat edildiği ve 29.06.2009 tarihinde taburcu edildiği, 21.03.2010 tarihindeki kontrolunda kırığının kaynadığı, sağ dirsek hareketleri 0-100 derece Ekstansiyon-fleksiyon olduğu,sağ el bilek 0-30 derece, fleksiyon 0-70 derece olduğu,rotasyon hareketlerinin kısmen kısıtlı olduğu, fonksiyonel olarakönkol kırığın kabul edilebilir düzeyde olduğunun tesbit edildiği,

04.08.2009 tarihinde Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'si tarafında verilen raporda:

Adalet Bakanlığı Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Cezaevinde tutuklu hasta Erkan ORAKÇI sağ önkol ulna kırığı malunion radius psodeo artrozu tanısı ile tetkikleri önceden yapılan hasta 23.06.2009 günü yatırılmış aynı gün ameliyatı yapılmış, ertesi gün genel durumunun iyi olması üzerine 24.06.2009 günü kontrollerine ayaktan devam edilmek üzere taburcu edilmiştir. opere önkol kırığı için yatması gerekmiyor. 1,5 (birbuçuk) ayda bir yeterli kaynama görülünceye kadar kontrole gelmese gereklidir. Kalça bölgesinde kaynamış kırığı nedeni ile herhangi bir tedavi gereksinimi yoktur.Durumunu bildirir rapordur.

Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sinin sağlık kurulunun 13.08.2009 tarihli raporunda;

Antisosyal kişilik bozukluğu* ortopedik hastalığıma sağu reaksiyon ve uyum bozukluğu -suicid riski görülmemiştir. medikal tedaviye gerek görülmemiştir, sağuk kurul kararı oy birliği ile verildi, bu rapor maltepe 1 nolu ltipi kapalı ceza infaz kurumu mûdûrlüğü’nün 31.07.2009 tarih ve 2009/6404 sayılı yazısına istinaden düzenlenmiştir.

MUAYENE EDİLDİĞİ TARİHLER:

05.03.2007 genel muayene,12.03.2007 ortopedi polikliniğine sevk edildiği,....2007psikolojik mueyene edildiği, 14.03.2007depresyon mueynesi yapıldığı, 19.03.2007 genel muayene edildiği, ..05.2007 ÜDH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 31.05.2007Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesine sevk edildiği, 22.06.2007 mueyene edildiği, 02.07.2007 muayene edildiği, 16.07.2007sağ kol ameliyatlı HNH sevk edildiği, 19.07.2007ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 06.08.2007 muayene edildiği, 08.08.2007 HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 22.10.2007 muayene edildiği, 27.11.2007

Tarih okunamadı HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, 28.11.2007 HNH ortopedi polikliniğine sevk edildiği, ........ Tarih okunamadıBaltalimanı K.H.H. Sevk edildiği, 24.03.2008 muayene edildiği, 21.04.2008muayene edildiği, 05.05.2008 KBB muayene yapıldığı, 09.06.2008 genel muayene yapıldığı, 16.08.2008 diş için sevk yapıldığı,27.08.2008 genel muayene yapıldığı,

V- Adli Tıp Kurumumuzda 17.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde;

(...)

Adli Tıp Kurumu Kanununun ilgili maddesi uyarınca 2.İhtisas Kurulu Üyesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof.Dr.İbrahim TUNCAY'ın Kurulumuza davet edilmesine karar verilmiş olup kendisinin de katılımıyla Kurulumuzun29/08/2012 günlü toplantımızda adli ve tıbbi belgelerin değerlendirilmesi sonucunda;

SONUÇ:

Muharrem oğlu 1986 doğumlu Erkan Orakçı hakkındaki evrak tetkik edildi.

1.) Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıklar Eğ.ve AR. Hastane'sine 15.11ç2006 tarihinde travma nedeniyle başvurduğu, sağ önkol çift kırık ,ramus pubis kırığı teşhisi ile yatırıldığı, tetkiklerinin yapıldığı,17.11.2006 tarihinde dahiliye konsultasyonun yapıldığı ve 17.11.2006 tarihinde sağ önkol çift kırığına aöık reduksiyon plak vida tesbiti yapıldığı, sağ uyluk posteriorundaki yara nedeniyle 23.11.2006 tarihinde anestezi konsultasyonunun yapıldığı ve yaranın debride edildiği, 13.12.2006 tarihinde salah ile polikinik kontrolerine gelmek üzeretaburcu edildiği,

2.) Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğ. Ve Ar. Hastane'sine 23.06.2009 tarihinde sağ ön koldaki kırıklarda oluşan kaynama yetrsizliğiteşhisi ile yatırıldığı, ameliyat edildiği ve 29.06.2009 tarihinde taburcu edildiği, 21.03.2010 tarihindeki kontrolunda kırığının kaynadığı, sağ dirsek hareketleri 0-100 derece Ekstansiyon-fleksiyon olduğu,sağ el bilek 0-30 derece, fleksiyon 0-70 derece olduğu,rotasyon hareketlerinin kısmen kısıtlı olduğu, fonksiyonel olarakönkol kırığın kabul edilebilir düzeyde olduğunun tesbit edildiği,

Adli Tıp Kurumumuzda 17.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde sağ dirsek ve önkolda fonksiyon kusurunun bulunmadığı,radiusta 12 derece ve ulnada 10 derecelik açılı kaynamanın 2cm kısalıkla sonuçlandığı, üst ekstremitede 30 derecelik açılı kaynamanın hasta beden fonksiyonlarına negatif etkisinin bulunmadığı gibi ikincil bir ameliyatla açılı kaynamanın düzeltilmesine de gerek olmadığı, yapılan ilk ameliyatta görülen önkol kırıklarındaki kaynama gecikmesi sonu gelişen psödoartrozun, kırığın bir komplikasyonu olduğu, bu komplikasyonun hasta ve hasta dışında bir çok faktörlere bağlı olduğu göz önüne alındığında ve gelişen komplikasyonun da ikinci bir ameliyatla düzeltildiği,fonksiyonel düzgün kaynama elde edildiği cihetlekişiye yapılan tedavilerde idarenin ihmal ve kusuru bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur. "

22.  Anılan rapor 25/1/2013 tarihinde taraflara tebliğ edilmiştir.

23.  Başvurucu 15/2/2013 tarihli dilekçesiyle bilirkişi raporuna itiraz ederek, 2/3/2007 tarihinde tutuklanarak konulduğu Maltepe 1 No.luL TipiCeza İnfaz Kurumunda kalmakta iken kolundaki vidaların gevşemesi, kemiklerin yanlış kaynaması nedeniyle Ceza İnfaz Kurumu idaresine başvurduğunu, 13/7/2007 tarihinde Baltalimanı Hastanesine sevkinin yapılarak muayene olabildiğini, ameliyat olması önerilmesine rağmen 23/6/2009 tarihine kadar ameliyat edilmediğini, bu süre zarfında ağrı duyduğunu, koluyla en basit hareketleri bile gerçekleştiremediğini, tedavisindeki ihmal ve gecikmeler nedeniyle kolunun 2 cm kısalarak kalıcı sakatlığına yol açıldığını ileri sürmüştür.

24.  İtirazları yerinde görmeyen Mahkeme 30/4/2013 tarihli kararı ile davanın esastan reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Dava dosyasının incelenmesinden; Davacının 15.11.2006 tarihinde sağ ön kol ve kalça travması sebebi ile Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne başvurduğu, ön hazırlıklar yapıldıktan sonra 17.11.2006 tarihinde ameliyata alındığı , ameliyattan sonra 13.12.2006 tarihinde kontrole gelmek üzere taburcu edildiği, taburcu olduktan sonra hırsızlık suçu nedeniyle Kadıköy 1. Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2007/110 sayılı tevkif müzekkeresiyle 02.03.2007 tarihinde tutuklandığı, 13.07.2007 tarihinde tutuklu olarak poliklinik kontrolüne geldiği, yapılan tetkik üzerine ameliyat önerildiği ve mahkum koğuşu bulunan başka bir hastaneye sevk edildiği ve 23.06.2009 tarihinde ameliyat yapıldığı, bakılmakta olan davanın ise hastanede mahkum koğuşlarının olmaması nedeniyle gerekli tedavilerinin yapılmadığından kolunun fonksyonlarının azalmasına ve kısa kalmasına sebebiyet verildiği ileri sürülerek,25.000 TL maddi ve 25.000 TL manevi olmak üzere toplam 50.000 TL tazminatın ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açıldığı görülmektedir.

Olayda, davalı idareye bağlı hastanece sunulan sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının ve davacının kolunda fonksyon kaybı bulunup bulunmadığının tespiti için Mahkememi'zce dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş, dosyanın Adli Tıp Kurumu'na iletilmesi neticesinde 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporun sonuç bölümünde; " Adli Tıp Kurumunda 17.08.2012 tarihinde yapılan muayenesinde sağ dirsek ve ön kolda fonksiyon kusurunun bulunmadığı, radiusta 12 derecelik ve ulnada 10 derecelik açılı kaynamanın 2 cm kısalıkla sonuçlandığı, üst eksremitede 30 derecelik açılı kaynamanın hasta beden fonksyonlarına negatif etkisinin bulunmadığı gibi ikincil bir ameliyatla açılı kaynamanın düzeltilmesine de gerek olmadığı, yapılan ilk ameliyatta açılı görülen ön kol kırıklarındaki kaynama gecikmesi sonu gelişen psödoartozun, kırığın bir koplikasyonu olduğu, bu komplikasyonun hasta ve hasta dışında bir çok faktörlere bağlı olduğu göz önüne alındığında ve gelişen koplikasyonun da ikinci bir ameliyatla düzeltildiği, fonkisyonel düzgün kaynama elde edildiği cihetle kişiye yapılan tedavilerde idarenin ihmal ve kusuru bulunmadığı" mütalaasına yer verildiği görülmektedir.

Taraflara tebliğ edilen rapora davacı tarafça yapılan itiraz yerinde görülmemiş olup rapor Mahkememizce hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmuştur.

Bu durumda,Adli Tıp kurumu3. İhtisas Kurulunun resmi bilirkişi sıfatıyla verdiği rapor dikkate alındığında, davacının kolunun kırılmasından sonra uygulanan teşhis ve tedavilerde davalı idarelere atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığı gibi davacının sağ dirsek ile ön kolunda fonksiyon kusurunun bulunmadığı ve kolunda düzgün kaynama elde edildiği anlaşıldığından, davalı idarelerin sorumluluğu cihetine gitme olanağı bulunmadığı anlaşılmakla,tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna varılmıştır."

25.  Başvurucunun temyiz talebi, Danıştay Onbeşinci Dairesinin 13/5/2014 tarihli kararı ile reddolunmuştur.

26.  Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairece 11/2/2015 tarihinde reddolunmuş ve karar kesinleşmiştir.

27.  Başvurucu 22/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV.  İLGİLİ HUKUK

A.  Ulusal Hukuk

28. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un “Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri” kenar başlıklı 71. maddesi şöyledir:

“(1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbî araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması hâlinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkûm koğuşlarında tedavi ettirilir.”

29. 5275 sayılı Kanun'un "Hükümlünün muayene ve tedavisi" kenar başlıklı 78. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.

(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.

..."

B.   Uluslararası Hukuk

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

31.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamış; terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen, toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediğini içtihatlarda hatırlatmıştır (Selmouni/Fransa, B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

32.  AİHM, tutuklu ve hükümlülerle ilgili olarak onların korunmasız ve zayıf durumda olduklarını, en zor şartlarda dahi yetkililerin bu kişilerin fiziksel esenliklerini korumakla sorumlu olduklarını belirtmiştir (Keenan/Birleşik Krallık, B. No: 27229/95, § 91; Tarariyeva/Rusya, B. No: 4353/03, 14/12/2006, § 73; Vlademir/Romanov/Rusya, B. No: 41461/02, 24/7/2008, § 57).

33.  AİHM, hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutukluluk koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi sıkıntıya ya da tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Kudla/Polonya, B. No: 30210/96, 26/10/2000, § 94).

34. AİHM, böbrek taşı nedeniyle ameliyat önerilen bir hükümlünün dört yıldan uzun bir sürenin sonunda ameliyatının gerçekleştirilmesi nedeniyle kötü muamele iddialarını incelediği bir kararında, ağır bir suçtan hükümlü olan kişilerin ameliyatının gerçekleştirilmesinin bazı güvenlik tedbirlerinin alınmasını gerektirebileceğini, bu nedenle bir süre gecikme yaşanmasının normal olduğunun kabul edilebileceğini, ancak somut olayda ceza infaz kurumu yönetiminin mağdurun ameliyat edilmesi için gerekli somut adımları zamanında atmadığını tespit ederek gecikme dolayısıyla başvurucunun yaşadığı sıkıntının kötü muamele yasağı yönünden öngörülen kritik eşiği aştığına ve Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Pilčić/Hırvatistan, B. No: 33138/06, 17/1/2008, §§ 41, 42).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

35.  Mahkemenin 23/1/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

36. Başvurucu, kamu idaresinin ihmali sonucu sağ kolunu kullanamaz hâle geldiğini, yirmi üç kez muayene için sağlık kuruluşuna götürüldüğünü, 13/7/2007 tarihinde rahatsızlığının ameliyat gerektirdiği tespit edilmiş olmasına rağmen 27 ay 21 günlük bir gecikme sonunda ameliyat edilebildiğini, tüm bu süre boyunca acı içinde yaşamak durumunda kaldığını, basit ihtiyaçları için bile kolunu kullanamadığını, nitekim gecikme nedeniyle kolunun diğerine göre kısa kaldığını ve bu nedenle uğradığı zararların tazmini için açtığı davanın uzun sürdüğünü belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen kötü muamele yasağı ile 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37.  Bakanlık görüşünde;

i. Başvurucunun 2/3/2007 tarihinde ceza infaz kurumuna konulduğu, 12/3/2007 tarihinde, dilekçesine istinaden kurum revirinde yapılan muayenesi sonucunda ortopedi polikliniğine sevkinin uygun görüldüğü, 26/3/2007, 14/5/2007, 4/6/2007, 2/7/2007, 27/8/2007, 22/10/2007, 17/3/2008, 24/3/2008, 21/4/2008, 5/5/2008 tarihlerinde kurum revirinde muayenesinin yapıldığı ve ilaç reçetesinin düzenlendiği,

ii.                        8/8/2007, 10/8/2007, 9/11/2007 ve 28/11/2007 tarihlerinde kurum revirinde yapılan muayenesi neticesinde HNH Ortopedi Polikliniğine sevkinin sağlandığı,

iii.                       7/1/2008 tarihinde kurum revirinde yapılan muayenesi neticesinde Baltalimanı Hastanesi Ortopedi Polikliniğine sevkinin sağlandığı, aynı Hastanenin 7/4/2009 tarihli yazısı ile Hastanede mahkûm koğuşu bulunmadığı ve mahkûm koğuşu bulunan bir hastaneye sevkinin uygun görüldüğünün bildirildiği,

iv.                       Bu kapsamda başvurucunun mahkûm koğuşu bulunan Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevkinin sağlandığı ve 23/6/2009 tarihinde burada ameliyat edildiği,

v.                        Başvurucunun 13/7/2007 tarihinde bir muayenesinin bulunmadığı, 7/4/2009 tarihinde mahkûm koğuşu bulunan hastaneye sevkinin uygun görüldüğü Baltalimanı Hastanesi tarafından bildirildiğinden ameliyat bekleme süresinin makul kabul edilebilecek bir süre olan 2 ay 16 gün olduğu,

vi.                       AİHM içtihatlarında, ağır suçlardan hükümlü olan kişilerin olağan bir hastanede ameliyat edilmesinin güvenlik riski oluşturabileceğinin ve bazı kurumsal sorunların bir ölçüye kadar gecikmeye yol açabileceğinin kabul edildiği, bu nedenle başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin şikâyetinin yerinde olmadığı belirtilmiştir.

38.  Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı;

i. Yapılan muayeneler sonucunda rahatsızlığının gerek Ceza İnfaz Kurumu idaresi gerekse Sağlık Bakanlığına bağlı sağlık kuruluşları tarafından bilindiğini, buna rağmen en kısa sürede olacak şekilde ameliyat günü alınmayıp tedavisinin sağlanmadığını,

ii.                        İkinci kez ameliyat edilmesinin annesinin başvuruları ve İnsan Hakları Derneğinin müdahalesi üzerine başlayan sürecin sonunda gerçekleştirildiğini,

iii.                       Zamanında yapılacak bir müdahaleyle tamamen düzeltilebilecek bir sağlık sorunu nedeniyle iki yılı aşkın bir süre gereksiz bir şekilde acı çekmesinin ve sonuçta oluşan sakatlığının kötü muamele oluşturduğunu

ileri sürmüştür.

B.   Değerlendirme

39.  Anayasa’nın "Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı" kenar başlıklı 17. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

    40. Anayasa'nın "Devletin temel amaç ve görevleri" kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Devletin temel amaç ve görevleri … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır."

41.  Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

42.  Başvurucunun iddiaları ile başvuruya konu yargı süreci kapsamında elde edilen bilgi ve belgelerin karşılaştırılması sonucunda Anayasa Mahkemesince kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edilip edilmediği konusunda değerlendirme yapılmasına imkân sağlayacak nitelikte verilere ulaşılamamıştır. Somut başvuru bakımından başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasının sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi, kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak devletin etkili soruşturma yükümlülüğünü gerektiği gibi yerine getirip getirmediğinin tespitine bağlıdır. Bu nedenle başvurucunun belirtilen iddialarının Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutu yönünden incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

43.  Başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü yargılamanın uzun süre devam ettiği iddiası, Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutu yönünden yapılacak inceleme ile ilişkili olduğundan Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

44.  Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2.    Esas Yönünden

a.    Genel İlkeler

45.   Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrada da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

46.   Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

47.   Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

48.   Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

49.   Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirlenebilmesi için her somut olayın kendi özel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme, içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

50.   Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme’nin ortak alanı kapsamında kalan diğer temel hak ve hürriyetlere sahiptirler. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik, kabul edilebilir, makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

51.   Anayasa’nın 17. maddesi, ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 65).

52.  Hukuka uygun olarak özgürlüğü kısıtlanan herkesin insan onuruna uygun tutma koşullarına sahip olma hakkı bulunduğunu, alınan tedbirlerin uygulanma koşullarının kişiyi tutukluluğa bağlı kaçınılmaz üzüntü seviyesini aşacak yoğunlukta bir ümitsizliğe sokmaması gerektiğini kabul etmek gerekir (Fatih Hilmioğlu, B. No: 2014/648, 18/9/2014, § 65).

53.  Özgürlüğünden yoksun bırakılmakta olan kişilerin hasta olmaları durumunda devletin kontrolü altında tuttuğu bu kişilere gerekli tıbbi yardımı sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülüğün hiç veya gerektiği gibi yerine getirilmemesi sonucunda kişinin yaşamı veya vücut bütünlüğü bakımından tehlike arz eden acil bir duruma, ağır veya uzun süreli bir acı çekmesine sebebiyet verilmiş olması ya da belirtilen sonuçlar ortaya çıkmamakla birlikte kişinin tıbbi yardımdan mahrum kalmış olması nedeniyle yaşadığı stres, huzursuzluk veya aşağılanma hissinin -olayın kendine has koşulları çerçevesinde- insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşacak ciddiyette olması hâlinde Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiği kabul edilebilir. Bu kapsamdaki değerlendirmede kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasına bağlı dezavantajlı konumunun da dikkate alınması gerekir (Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016, § 44).

54.  Bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir (Tahir Canan, § 25). Ancak etkili bir soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle kötü muamele iddialarının uygun delillerle desteklenmesi gerekir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü makul, şüpheden uzak kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28). Ancak bu uygun koşulların tespiti hâlinde bir soruşturma yükümlülüğün gerekliliğinden bahsedilebilir.

b.  Genel İlkelerin Somut Olaya Uygulanması

55.   Somut olayda 2/3/2007 tarihinde tutuklanmasının ardından ameliyat edildiği 23/6/2009 tarihine kadar yirmi üç kez sağlık muayenesinden geçtiği hususu başvurucu tarafından da kabul edilmektedir. Bu duruma göre kötü muamele iddialarının -öncelikle ikinci ameliyat 13/7/2007 tarihinde önerildiği hâlde 23/6/2009 tarihine kadar ameliyatın gerçekleştirilmemesi, dolayısıyla tedavinin gecikmesi nedeniyle- başvurucunun katlandığı sıkıntı ile bağlantılı olduğunun gözönünde bulundurulması gerekir. Başvurucu, zamanında gerçekleştirilmeyen ameliyat nedeniyle kolunun kısa kaldığını ve fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediğini, dolayısıyla gecikme nedeniyle kalıcı olarak sakatlandığını -bu süreçle bağlantılı olarak- ayrıca dile getirmektedir.

56.   Başvurucunun kötü muamele şikâyetinin, tedavisinde makul olmayan bir gecikmenin yaşandığı iddiasına dayandığı görülmekle birlikte bu sürenin uzunluğu konusundaki taraf kabullerinin farklı olduğu anlaşılmaktadır. Başvuru ile ilgili Bakanlık görüşünde 7/4/2009 tarihinde Baltalimanı Hastanesi Ortopedi Polikliniğinde yapılan muayenesi sonucunda başvurucuya ameliyat önerildiği, mahkûm koğuşu bulunan hastaneye sevkinin ardından başvurucunun 23/6/2009 tarihinde ameliyat edildiği dile getirilmiştir. Buna göre ameliyat önerisi ile ameliyatın gerçekleştirilmesi arasında makul görülebilecek 2 ay 16 günlük bir süre bulunmaktadır. Bakanlık 2,5 aylık bekleme süresinin ardından gerçekleştirilen ameliyat sonucunda başvurucunun sağlığına kavuştuğu, olayda ilgili idarelere atfı kabil bir kusur olmadığı görüşündedir.

57.   Başvurucunun sunduğu belgelerle birlikte Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan derece mahkemesi dosyalarının incelenmesi neticesinde Sağlık Bakanlığının başvurucunun maddi ve manevi tazminat talebiyle ilgili olarak yaptığı incelemenin sonucunu bildiren yazıda başvurucunun 13/7/2007 tarihinde Op. Dr. E.A. tarafından poliklinik muayenesinin gerçekleştirildiği, burada radiustaki proksimal fragmanı tespit edilen vidaların gevşediğinin saptanarak kendisine ameliyat önerildiği, hastanede mahkûm koğuşu bulunmadığından kola atel takılarak tedavi ettirilmek üzere başvurucunun mahkûm koğuşu bulunan başka bir sağlık kuruluşuna sevk edildiğinin bildirildiği görülmektedir. Öte yandan Sağlık Bakanlığının dava dilekçesine karşı İstanbul 7. İdare Mahkemesine sunduğu savunma yazısından da bu husus teyit edilmiştir. Adli Tıp Kurumunun 29/8/2012 tarihli raporunun "MUAYENE EDİLDİĞİ TARİHLER" başlığı altındaki 12. sayfasında, başvurucunun bu tarihe yakın bir tarihte (2/7/2007) muayene edildiği, 16/7/2007 tarihinde de "...sağ kol ameliyatlı HNH sevk edildiği, 19/7/2007 ortopedi polikliniğine sevk edildiği..." bilgisine yer verildiği görülmektedir. Bu durumda başvurucunun kolundaki rahatsızlığın ameliyat gerektirdiği hususundan idarenin 7/4/2009 tarihinde haberdar olduğu ve başvurucunun ameliyat bekleme süresinin 2 ay 16 gün olduğu yönündeki Bakanlık iddiasının geçerli olmadığı kanaatine ulaşılmıştır.

58. Başvurucu, sağlık sorununun kendisine yoğun acı yaşattığını ve günlük aktivitelerini yerine getirmesine engel olduğunu ileri sürmektedir.Devletin kontrolü altında bulunan başvurucunun sağlık durumunun gerektirdiği tedavinin zamanında yerine getirilmemesi nedeniyle gereksiz bir şekilde acı çekmesine yol açılmış olması, kötü muamele yasağına aykırılık teşkil etmektedir. Bu durumda, somut olayda ameliyat önerisi ile ameliyatın fiilen gerçekleştirildiği tarih arasında geçen sürenin -genel sağlık sisteminin durumu ve başvurucunun koşullarının ameliyat öncesinde özel önlemler alınmasını gerektirdiği de gözönünde bulundurularak- makul olup olmadığının açıklanabilmesi gerekir.

59.   Uyuşmazlık ile ilgili ara kararları incelendiğinde İstanbul 7. İdare Mahkemesinin başlangıçta, önerilen ameliyatın gerçekleştirilmesinde gereksiz bir gecikmenin olup olmadığı hususunun aydınlatılması noktasına yoğunlaştığı gözlemlenmektedir. Bu arada İdare Mahkemesi 27/4/2011 tarihli ara kararıyla davalı idarelere -başvurucunun iddiası doğrultusunda- ameliyatın önerildiği tarih ile gerçekleştirilmesi arasında geçen sürenin açıklanmasını sağlayacak sorular yöneltmiştir (bkz. § 18).

60.   Bu aşamadan sonra Mahkemenin, ara kararına cevap olarak ilgili yerlerden gönderilen ve doğrudan ara kararı ile sorulan sorulara yanıt içermeyen belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verdiği ve Adli Tıp Kurumundan bilirkişi olarak rapor istediği görülmektedir.

61.   Uyuşmazlıkla ilgili olarak düzenlenen 29/8/2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunun sonuç kısmında sağ dirsek ve ön kolda fonksiyon kusurunun bulunmadığı, kırığın açılı kaynaması sonucunda kolun 2 cm kısa kaldığı, bunun beden fonksiyonları üzerinde olumsuz bir etkisinin olmadığı, ilk ameliyat sonrasında görülen kaynama gecikmesi sonucu gelişen komplikasyonun hasta ve hasta dışında pek çok faktöre bağlı olduğu, bunun ikinci ameliyatla düzeltildiği, düzgün kaynamanın elde edildiği, buna göre teşhis ve tedavi yönünden davalı idarelere atfedilebilir bir hizmet kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verilmiştir (bkz. § 21).Bundan sonraki aşamada derece mahkemesi, Adli Tıp Kurumunun bu değerlendirmesini esas alarak tazminat istemini reddetmiş; karar temyiz incelemesi sonunda onanarak kesinleşmiştir.

62. Olayda başvurucunun tazminat talebinin -kötü muamele iddiasını da aydınlatabilecek şekilde- yalnızca ameliyatın sonucuyla ilgili olmadığı, ameliyatın zamanında gerçekleştirilmemesiyle ilgili olduğu gözlemlenmiştir. Başvurucunun şikâyetinin bu boyutu kendisine ameliyat önerildiği tarih ile ameliyatın fiilen gerçekleştirildiği tarih arasında geçen sürenin makul olup olmadığı, bu süreçte başvurucunun ne gibi sıkıntılar çekmiş olabileceği, kolda oluşan kalıcı hasarla birlikte dikkate alındığında bu sürenin tamamen iyileşebilme olanağını ne şekilde etkilediği yönünden bir değerlendirmeyi gerektirir. Buna rağmen Mahkemenin bu hususlara değinmeden başvurucunun şikâyetinin bir boyutu ile ilgili görülen Adli Tıp Kurumu raporunun sonuç kısmını esas alarak uyuşmazlıkla ilgili incelemesini tamamladığı görülmektedir.

63. Bu nedenle somut olayda, başvurucunun tedavisinin geciktirilmesi suretiyle gereksiz bir şekilde acı çekmesinden kaynaklanan kötü muamele iddialarının derece mahkemeleri tarafından etkin bir şekilde incelenerek açıklığa kavuşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

64. Diğer taraftan iki dereceli yargılama sisteminde 24/5/2010 tarihinde açılan davanın 22/4/2015 tarihinde karar düzeltme talebinin reddi ile sonuçlandığı ve aradan geçen 4 yıl 10 ay 26 günlük sürenin makul olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı değerlendirilmiştir.

65.  Açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

66.  30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir.Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

67.  6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesi de gerekir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, § 54).

68.  Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

69.  Bununla birlikte 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilirken idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Şahin Alpay (2) [GK], B. No: 2018/3007, 15/3/2018, § 57).

70.  İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi, uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

71.  İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (bu durumda mahkemelerce yapılması gereken işlemler konusunda bkz. Mehmet Doğan, § 60).

72.  Başvurucu, 25.000 TL maddi ve 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

73.  Somut olayda, başvurucunun tedavisinin geciktirilmesi suretiyle gereksiz bir şekilde acı çekmesinden kaynaklanan kötü muamele iddialarının derece mahkemeleri tarafından etkin bir şekilde incelenerek açıklığa kavuşturulmaması nedeniyle kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

74.  Bu durumda kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yargılama 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 7. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

75.     Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden soruşturma yapılmasına karar verilmesi başvurucunun yargılamanın uzunluğu nedeniyle uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 18.300 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

76.     Yargılamanın yenilenmesine hükmedilmiş olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

77.  Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI.  HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A.   Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.   Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C.   Kararın bir örneğinin kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 7. İdare Mahkemesine (E.2010/926, K.2013/784) GÖNDERİLMESİNE,

D.   Başvurucuya net 18.300 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, diğer tazminat taleplerinin REDDİNE,

E.    226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F.    Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G.   Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/1/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERSAN NAZLİER BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19917)

 

Karar Tarihi: 3/6/2020

R.G. Tarih ve Sayı: 30/6/2020-31171

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Sinan ARMAĞAN

Başvurucu

:

Ersan NAZLİER

Vekili

:

Av. Mehdi ÖZDEMİR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tek kolu olmayan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm olan başvurucunun tutulduğu ceza infaz kurumunda yerine getiremediği öz bakım ihtiyaçlarını kendi başına yapmak zorunda kalması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 18/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurucu 18/1/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 73. maddesi uyarınca tedbiren infaz koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir.

5. Komisyonunca 2/5/2016 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Birinci Bölüm tarafından 7/6/2016 tarihinde tedbir talebi kabul edilerek başvurucunun sağlık durumuna ve fiziksel özelliklerine uygun koşullarda cezanın infaz edilmesi konusunda gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Genel Bilgiler

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucunun (kapatılan) Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/3/2013 tarihli kararıyla devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma, kasten öldürme, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet etme, resmî belgede sahtecilik suçlarından iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile ayrıca toplamda 10 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş; verilen karar temyiz edilmesi sonucunda 18/3/2014 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu hakkında düzenlenen müddetnameden başvurucunun 8/6/2006 tarihinden itibaren ceza infaz kurumunda bulunduğu anlaşılmaktadır.

11. Başvurucu, güvenlik güçleri tarafından yakalanmadan önce yakınında patlayan bir patlayıcı madde nedeniyle sağ kolunu dirsek seviyesinden kaybetmiştir.

12. Başvurucu, cezasını Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz etmekte iken 18/2/2015 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) müracaat ederek tek kişilik odada cezasının infaz edilmesinin fiziksel durumu itibarıyla mümkün olmadığını, infazın iyileştirilmesi gerektiğini belirterek bu durumun sağlık kurulu raporuyla tespit edilmesini talep etmiştir.

13. Sevk edildiği Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 24/3/2015 tarihli raporunda başvurucunun "günlük aktivitelerini yerine getirirken (giyinme, yıkanma vs.) yardıma ihtiyacı olduğu ve tüm ihtiyaçlarını tek başına karşılayamayacağı" tespitine yer verilmiştir.

14. Başvurucu tarafından 7/7/2015 tarihinde söz konusu sağlık kurulu raporu da sunularak Savcılıktan yeniden infazın iyileştirilmesi talebinde bulunulmuştur.

15. Başvurucu bu kez Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Söz konusu Hastanenin 10/9/2015 tarihli raporuyla başvurucunun -tek başına ihtiyacını gideremediğinden- tek başına ve tek kişilik odada kalamayacağı değerlendirilmiştir.

16. Başvurucu 4/9/2015 tarihinde infaz koşullarının iyileştirilmesi talebini yinelemiştir. Savcılığın 8/9/2015 tarihli yazısıyla infaz edilen cezanın hükmünü veren Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinden başvurucunun talebinin değerlendirilmesi istenmiştir. Söz konusu Mahkeme tarafından yapılan 10/9/2015 tarihli değerlendirme sonucunda -talebin 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 16. maddesi kapsamında cezanın infazının geri bırakılması kapsamında kaldığı ve bu konuda ilgili Cumhuriyet Başsavcılığının görevli olduğu gerekçesiyle- karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir.

17. Savcılık 13/10/2015 tarihli yazısıyla başvurucunun infazın iyileştirilmesi talebi konusunda karar verilmesini Diyarbakır İnfaz Hâkimliğinden (Hâkimlik) istemiştir. Hâkimlik 14/10/2015 tarihli kararıyla başvurucunun talebinin mahkeme kararının değiştirilmesi niteliğinde olduğunu ancak bu konuda yetkili ve görevli olmadığını belirterek talebi reddetmiştir.

18. Hâkimliğin kararını itiraz üzerine inceleyen Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesi, infazın ertelenmesine ilişkin kanuni düzenlemeye atıf yaparak başvurucunun talebi konusunda Savcılığın yetkili olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiş ve karar verilmek üzere Savcılığa gönderilmesi için dosyanın Hâkimliğe iadesine 5/11/2015 tarihinde kesin olarak karar vermiştir.

19. Savcılık 16/11/2015 tarihinde başvurucunun infaz koşullarının iyileştirilmesi konusundaki talebini reddetmiştir. Verilen kararın ilgili kısmı şöyledir:

"...infaz erteleme talebine konu ilamın incelenmesinde 'hükümlünün cezasının infazına hiçbir surette ara verilemediği, hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbi tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkum koğuşlarında uygulanır.' denilmekle, hakkında yasal olanak bulunmadığı anlaşılmakla talebinin REDDİNE... "

20. Karar başvurucu vekiline 18/11/2015 tarihinde elden tebliğ edilmiştir.

21. Başvurucu 18/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. Cezanın İnfazına İlişkin Süreç ve Tutulmaya İlişkin Belgeler

22. Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 3/6/2016 tarihli yazısına göre başvurucu, Kurumda tutulduğu süre içinde tek kişilik odalarda barındırılmış, güvenlik nedeniyle Bakanlığın emrine istinaden 18/2/2016 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. İlgili yazıda bitişik hâldeki üç tek kişilik odanın birinde tutulan başvurucunun havalandırmaya yanında kalan bir kişi nezaretinde çıkarıldığı ve bu kişinin başvurucunun ihtiyaçlarını karşıladığı belirtilmiştir. Başvurucunun odasında tuvalet ve banyo bulunmakta, ayrıca odaya sabah ve akşam sıcak su verilmektedir.

23. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 3/6/2016 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazısına göre başvurucu, Kurumda tutulmaya başlandığı 19/2/2016 tarihinden itibaren tek kişilik odada barındırılmış; sağlık sorunlarını gerekçe göstererek Cumhuriyet Başsavcılığından, İnfaz Hâkimliğinden veya kendilerinden herhangi bir talepte bulunmamıştır. Metris R Tipi Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin uygun olup olmayacağına ilişkin resen başlatılan süreçte başvurucu, Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesinden sağlık kurulu raporu alınması için 3/5/2016 tarihli randevusuna kendi isteğiyle gitmek istememiş; Kurum tarafından 21/6/2016 tarihi için ikinci kez randevu alınmıştır. Söz konusu yazıda başvurucunun kişisel ihtiyaçlarını gideremediği için İnfaz Kurumu idaresinden herhangi bir talepte bulunmadığı, ayrıca başvurucunun tutulduğu odada banyo, tuvalet ve mutfak bulunduğu, odanın büyüklüğünün 22,5 m² olduğu belirtilmiştir.

24. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yazdığı 7/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun giriş işlemlerinin ardından B Blok 2. koridor 12 numaralı üç kişilik odaya tek kişi olarak yerleştirildiği, 9/3/2016 tarihinde üç kişilik farklı bir odaya, aynı suç türünden tutuklu bulunan başka bir kişiyle, 26/4/2016 tarihinde ise başka bir üç kişilik odaya iki kişiyle konulduğu belirtilmiştir. Başvurucunun son tutulduğu odaya G.O. isimli bir hükümlünün -kendi talebi doğrultusunda- başvurucuya yaşamsal özel ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olması için yerleştirildiği, ayrıca odada bulunan tuvaletin klozete çevrildiği, banyo ve klozete tutunma demirleri monte edildiği vurgulanmıştır. İlgili yazıda hayatını tek başına idame ettiremeyenler için İnfaz Kurumunda özel oda bulunmadığı söylenmektedir. Yazıya göre İnfaz Kurumu bünyesinde görev yapan İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığı 7/6/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesinin tedbir kararı uyarınca başvurucunun kaldığı odanın fiziki yapısının, tuvalet, banyo vb. alanların sağlık durumuna göre yeniden gözden geçirilmesine, kişisel ihtiyaçlarının giderilmesi için yanına başka bir mahkûmun verilmesine karar vermiştir.

25. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 6/3/2016 ve 7/3/2019 tarihli yazılarında başvurucunun tutulma koşullarına ilişkin bilgilerin birbiriyle uyumlu olmadığı görüldüğünden durumun netleştirilmesi için Anayasa Mahkemesince İnfaz Kurumuna yeniden yazı yazılmıştır. Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun 17/12/2019 tarihli cevap yazısında; başvurucunun giriş işlemlerinin yapılmasının ardından doğrudan B Blok 2. koridor 12 numaralı üç kişilik odaya tek kişi olarak yerleştirildiği, daha sonra Diyarbakır Eğitim ve Araştırma ve Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanelerinin raporları gözönünde bulundurularak 9/3/2016 tarihinde hükümlü S.A. ile beraber B Blok 2. koridor 14 numaralı üç kişilik odada iki kişi olarak tutulduğu belirtilmiştir. İlgili yazıya göre Ceza İnfaz Kurumunun B Blok kısmına toplu hükümlü/tutuklu sevki planlandığından başvurucu, üç kişilik C Blok 3. koridor 24 numaralı odaya 26/4/2016 tarihinde tek kişi olarak konulmuştur. Bu odada bulunduğu süre içinde 26/4/2016 ile 3/6/2016 tarihleri arasında tek kişi, 3/6/2016 ile 22/7/2016 tarihleri arasında Anayasa Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli tedbir kararına istinaden İdare ve Gözlem Kurulu Başkanlığının 2016/1238 sayılı kararı gereğince hükümlü G.O. ile beraber iki kişi, 22/7/2016 ile 4/8/2016 tarihleri arasında hükümlü M.A. ile beraber yine iki kişi olarak barındırılmıştır. Ayrıca yazıda yaşamsal özel ihtiyaçlarını karşılamaya yardımcı olabilmesi için hükümlü G.O.nun başvurucunun kendi talebi doğrultusunda yanına verildiği, banyo ve tuvaletin fiziksel durumunda iyileştirmeye gidildiği, bu kapsamda odada bulunan tuvaletin klozete çevrilip banyo ve tuvalete tutunma demirleri monte edildiği söylenmiştir. Başvurucu güvenlik nedeniyle 4/8/2016 tarihinde Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir.

26. Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 7/3/2019 tarihli yazısında başvurucunun Bakanlık emrine istinaden 4/8/2016 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünden kendi Kurumlarına nakledildiği, ilk girişten itibaren aynı suç grubundaki hükümlülerle birlikte tutulduğu, sevk edildiği 21/1/2017 tarihine kadar dört farklı odada barındırıldığı, 10/1/2017 tarihinde konulduğu son odasında tutunma aparatı olan klozet bulunduğu belirtilmiştir. Söz konusu Kurum bünyesinde görev yapan İdare ve Gözlem Kurulunun 7/6/2016 tarihli kararıyla (Söz konusu kararın 4/8/2016 tarihli olduğu görülmektedir.) başvurucunun Anayasa Mahkemesinin 7/6/2016 tarihli tedbir kararı uyarınca F Blok 3. koridor F-7 numaralı (Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünde konulduğu ilk oda) odaya yerleştirilmesine karar verilmiştir.

27. Maltepe 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı 7/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun 21/1/2017 tarihinde Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan kapasite aşımı nedeniyle Kurumlarına nakledildiği, 2/4/2018 tarihinde resen Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin yapıldığı belirtilmiştir. Yazıda ayrıca başvurucunun tutulduğu süre içinde aynı suç türünden tutuklu/hükümlüler ile birlikte üç ayrı odada barındırıldığı, öz bakımı ve günlük ihtiyaçlarını yerine getirmekte zorlanması nedeniyle tek başına ayrı bir odada tutulmadığı belirtilmiştir. Tek başına hayatını idame ettiremeyenler için Kurumda özel oda bulunmadığı da vurgulanmıştır.

28. Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 7/3/2019 tarihli Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne hitaben yazdığı yazıda başvurucunun 21/1/2017 ila 2/4/2018 tarihlerinde Maltepe 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutulduğu, daha sonra kendi kurumlarına nakledildiği ifade edilmiştir. Söz konusu yazıda başvurucunun tutulmasına ilişkin şu hususlara değinilmiştir:

"...Ersan NAZLİER 2/4/2018 günü Maltepe 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan kurumumuza nakil gelmiş ve geldiği günden beri C-14 PKK Terör örgütü mensuplarının barındırıldığı koğuşta 28 kişilik terör örgütü hükümlüleri bulundurulduğu koğuşta kalmaktadır.

...

Ersan NAZLİER kurumumuzda kaldığı süreler içeresinde bedensel engelli olduğuna dair öz bakımı ve günlük ihtiyaçları konusunda herhangi bir talebi olmamış ve ayrıca adli mercilere de talepte bulunmamış ancak kurumumuz tarafından kendisin engelli olduğundan koğuş ortamına verilmiş ve her zaman hastane-revir tedavi işlemleri için sevkleri sağlanılmıştır.

Kalıcı bedensel engeli nedeniyle hayatını tek başına idame ettiremeyen ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olanlar için hasta koğuşlarımız bulunmakta ayrıca bedensel engeli olan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlüler sağlık nedeniyle koğuşlarda barındırılmakta ve idare gözlem kurulu kararı alınıp, doktor raporu alınarak koğuşlarda barındırma işlemleri yapılmaktadır. Şuan itibariyle engelli hükümlü-tutuklulardan bu konuyla ilgili herhangi bir sıkıntı yaşandığına dair talep ya da şikayet gelmemiştir. Bulundukları koğuşlarda insan onuruna yaşabilecekleri ortam sağlanmakta, her koğuşta yıkanmaları adına 24 saat sıcak su, acil çağrı butonları, temiz yaşanabilecek bir ortam, hükümlü Ersan NAZLİER ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü olmasına rağmen mevsimsel durumlara göre08:00-19:00 arası diğer hükümlüler gibi havalandırmadan yararlanmakta olmakla beraber barındırıldığı koğuşta gerektiği kadar banyo, tuvalet ve TV bulunmaktadır."

29. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün İnsan Hakları Daire Başkanlığına hitaben yazdığı 13/3/2019 tarihli yazıda başvurucunun tutulduğu ceza infaz kurumlarından bahsedilmiş, ayrıca tutulma sırasında öz bakımı ve günlük ihtiyaçları konusunda adli makamlardan veya infaz kurumlarından herhangi bir talebinin olmadığı belirtilmiştir. Yazıda; ceza infaz kurumu koşullarında hayatını tek başına idame ettiremeyeceği gözlemlenen hükümlülerin 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesi uyarınca ceza tehir işlemlerinin resen başlatıldığı, tehiri uygun görülmeyenlerin sürekli gözlemlendiği, hastalığın ilerlemesi ve sağlık durumunun bozulması durumunda yeniden bu işlemlere başlandığı ifade edilmiştir. Söz konusu yazıda mevcut sağlık durumu nedeniyle öz bakımını yerine getiremeyen tüm hükümlü/tutukluların ihtiyaçlarını hasta bakıcıların yerine getirdiği, görevli hekimler ve sağlık personeli tarafından muayene ve tedavilerinin yapıldığı, sağlık kurulu raporuyla bir başkasının yardımına muhtaç olacak derecede ağır rahatsızlığı olduğunun tespit edildiği hâllerde rehabilitasyon tipi ceza infaz kurumlarına nakil işleminin yapıldığı ifade edilmiştir.

30. Başvurucunun 11/10/2016 ve 25/10/2016 tarihli iki ayrı dilekçeyle rahatsızlığı sebebiyle hastaneye sevk edilmek istemediğini Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğüne ilettiği görülmüştür.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

31. 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliklerinin görevleri" kenar başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İnfaz hakimliklerinin görevleri şunlardır :

1. Hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumları ve tutukevlerine kabul edilmeleri, yerleştirilmeleri, barındırılmaları, ısıtılmaları ve giydirilmeleri, beslenmeleri, temizliklerinin sağlanması, bedensel ve ruhsal sağlıklarının korunması amacıyla muayene ve tedavilerinin yaptırılması, dışarıyla ilişkileri, çalıştırılmaları gibi işlem veya faaliyetlere ilişkin şikayetleri incelemek ve karara bağlamak.

..."

32. 5275 sayılı Kanun'un "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı" kenar başlıklı 25. maddesi şöyledir:

"(1) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir:

a) Hükümlü, tek kişilik odada barındırılır.

b) Hükümlüye, günde bir saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.

c) Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hâle göre; hükümlünün, açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.

d) Hükümlü, yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek etkinliğini yürütebilir.

e) Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve onbeş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.

f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde onbeş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.

g) Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.

h) Hükümlü, kurum iç yönetmeliğinde belirtilenlerin dışında herhangi bir spor ve iyileştirme faaliyetine katılamaz.

ı) Hükümlünün cezasının infazına, hiçbir surette ara verilemez. Hükümlü hakkında uygulanacak tüm sağlık tedbirleri, tıbbî tetkik ve zorunluluklar hariç ceza infaz kurumlarında, mümkün olmadığı takdirde tam teşekküllü Devlet ya da üniversite hastanelerinin tek kişilik ve yüksek güvenlikli mahkûm koğuşlarında uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "İnsan haklarına saygıyükümlülüğü" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Yüksek Sözleşmeci Taraflar kendi yetki alanları içinde bulunan herkesin, bu Sözleşme'nin birinci bölümünde açıklanan hak ve özgürlüklerden yararlanmalarını sağlarlar."

34. Sözleşme'nin 3. maddesi şöyledir:

 “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörizmle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiğini belirtmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

36. AİHM, hükümlü ve tutukluların (mahpusların) Sözleşme'de yer alan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) [BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi kurumda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda sahip olunan haklar sınırlanabilir (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72, 25/3/1983, §§ 99-105).

37. AİHM, Sözleşme’nin 3. maddesi çerçevesinde ceza infaz kurumunda tutulma koşullarını değerlendirirken başvurucular tarafından yapılan, somut olaylara ilişkin iddialarla birlikte koşulların bir bütün olarak gözetilmesi gerektiğini belirtmiştir (Dougoz/Yunanistan, B. No: 40907/98, 6/3/2001, § 46). Bu kapsamda önlemlerin şiddeti, amacı ve bireyler için sonuçları birlikte değerlendirilmelidir (Van der Ven/Hollanda, B. No: 50901/99, 4/2/2003, § 51).

38. AİHM'e göre infazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahpusların sağlık ve esenlikleri gibi hususların yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve gerekli tıbbi yardım sağlanması da insan onuruna yakışır şartların sağlanması için gereklidir (Piechowicz/Polonya, B. No: 20071/07, 17/4/2012, § 162).

39. AİHM'e göre bir kişiyi özgürlüğünden alıkoyan önlemler genel olarak elem verici ve onur kırıcı bir durum içermektedir. Ancak yüksek güvenlikli bir ceza infaz kurumunda tutulma, mahpuslar için tek başına kötü muamele yasağının ihlali olarak kabul edilemez. Kamu düzeninin sağlanması amacıyla bazı suçlardan ceza alanların veya tehlikeli mahkûmların yüksek güvenlikli ceza infaz kurumlarında tutulmaları gerekebilir. Firarı engellemek, diğer mahkûmların huzur ve güvenliğini sağlamak amacı ile yapılacak bu tür düzenlemeler bazı mahkûmların diğer mahkûmlardan ayrılmasını ve sıkı kontrol altında tutulmasını öngörebilir (Piechowicz/Polonya, § 161; Ramirez Sanchez/Fransa [BD], B. No: 59450/00, 4/7/2006, §§ 80-82, 138; Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, §§ 42-54; Rohde/Danimarka, B. No: 69332/01, 21/7/2005, § 78; Van der Ven/Hollanda, §§ 26-31, 50; Csüllög/Macaristan, B. No: 30042/08, 7/6/2011, §§ 13-16).

40. Ayrıca güvenliği sağlama, tutulan kişiyi diğer tutulanlardan koruma, devam eden yargılamada sanıkların hileli iş birliği yapmalarını veya tutulan kişinin dışarıdakilerle suç için iş birliği yapmalarını önleme gibi amaçlarla tek başına tutma tedbirinin uygulanması da mümkündür. Başka bir ifade ile sıkı güvenlik rejimine ilişkin bir tedbir olan tek başına tutma, kendiliğinden Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı bir müdahale sayılmaz (Van der Ven/Hollanda, § 50). Uzun süre başkalarından ayrı tutmanın Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında bir ihlal oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilirken olayın özel koşullarına, tedbirin şiddetine, süresine, izlenen amaca ve ilgili kişi üzerindeki etkilerine bakılması gerekir (Rohde/Danimarka, § 93).

41. Öte yandan bir muamele veya cezanın kötü muamele olduğunun söylenebilmesi için eylemin minimum ağırlık eşiğini aşması beklenir (Raninen/Finlandiya, B. No: 20972/92, 16/12/1997, § 55; Erdoğan Yağız/Türkiye, B. No: 27473/02, 6/3/2007, §§ 35-37; Gafgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, §§ 88-90; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 30).

42. Bunlarla birlikte AİHM, Sözleşme'nin -tedavisi imkânsız bir hastalığa yakalanmış olsa da- tutulu bulunan bir kişinin sağlık nedenleriyle serbest bırakılması genel yükümlülüğünü üye devletlere yüklemediğini, bununla birlikte çok istisnai ve ciddi koşullarda, iyi bir ceza adaletinin gerçekleştirilmesi adına insani nitelikli birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu durumların ortaya çıkmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir. AİHM'e göre kişilerin klinik tablosu özgürlükten yoksun bırakılmayı gerektiren infaz şekillerinde dikkate alınması gereken unsurlardan birini oluşturmaktadır. Bu husus özellikle ölümcül hastalığa yakalanmış kişiler veya sağlık durumu ceza infaz kurumu koşullarında sürekli şekilde tutulması olanaksız hale gelen kişilerin tutulmaları ile ilgili durumlarda geçerlidir (Gülay Çetin/Türkiye, B. No: 44084/10, 5/3/2013, § 102).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Mahkemenin 3/6/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

44. Başvurucu; ağırlaştırılmış müebbet cezasına mahkûm olduğu için cezasının infazının kanun gereği tek kişilik odada gerçekleştirildiğini, ceza infaz kurumuna girmeden önce yakınında patlayan bir patlayıcı madde nedeniyle tek kolunun koptuğunu, patlama nedeniyle çeşitli sağlık sorunları yaşadığını, tedavisinin devam ettiğini, fiziki durumu itibarıyla tek başına hayatını idame ettiremediğini ve günlük ihtiyaçlarını karşılayamadığını, buna rağmen infaz koşullarının iyileştirilmesi konusundaki talebinin reddedilmesi ve hayatının geri kalanını tek başına geçirmek zorunda bırakılması nedeniyle Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca infaz koşullarının iyileştirilmesi konusundaki talebinin infazın ertelenmesi olarak yorumlandığını, gerekli dikkat ve özen gösterilmediğinden derece mahkemelerince yanlış değerlendirmeler yapıldığını, talebi konusunda karar vermekten imtina edildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

45. Bakanlık görüşünde özetle Diyarbakır İnfaz Hâkimliği kararını itiraz üzerine inceleyen Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2015 tarihli kararının kesin nitelikte olduğu ve bu kararın 11/11/2015 tarihinde Ceza İnfaz Kurumunda başvurucuya tebliğ edildiği, buna rağmen otuz günlük yasal süre geçtikten sonra bireysel başvuru yapıldığı ileri sürülmüştür. Bunun dışında esasa ilişkin olarak dokuz yıllık ceza yargılaması süresince başvurucunun Diyarbakır D Tipi Ceza İnfaz Kurumunda çoklu odada tutulduğu, mahkûm olduğu ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kesinleştikten sonra infaz rejimi gereği tek kişilik odada tutulmaya başlandığı fakat bitişiğinde kalan diğer mahkûmların belirli saatlerde ve personel kontrolünde başvurucuya yardımcı olmasına müsaade edildiği, ayrıca tutulduğu odada kolay ulaşılabilir tuvalet, banyo ve mutfak bulunduğu, sağlık hizmetlerine erişimde başvurucunun bir sorun yaşamadığı belirtilmiştir. Bunun yanında başvurucunun daha sonra nakledildiği Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda üç kişilik odalarda tutulduğu, buradaki banyo ve tuvaletin fiziksel durumuna uygun hâle getirildiği bildirilmiştir.

46. Bakanlık görüşünün devamında başvurucunun Ceza İnfaz Kurumundan veya İnfaz Hâkimliğinden özel ihtiyaçları için bir talepte bulunmadığı, buna rağmen Metris Rehabilitasyon (R) Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesi için işlemlere başlandığı fakat bunun için gerekli olan hastane raporlarının temini amacıyla randevularına gitmediği söylenmiştir. Diğer taraftan söz konusu görüşte; başvurucunun ailesi, yakınları, avukatıyla telefon görüşmesi ve ziyaret hakkından yararlandırıldığı belirtilerek tutma koşulları ve sağlanan imkânlar nedeniyle kötü muamele yasağına aykırı davranılmadığı belirtilmiştir.

47. Başvurucu, Bakanlık görüşüne ilişkin beyanında başvuru formunda belirttiği hususları tekrarlamıştır.

B. Değerlendirme

1. İncelemenin Kapsamı Yönünden

48. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz."

49. Anayasa Mahkemesi, ceza infaz kurumlarının fiziki ve tıbbi imkânlarının sağlık durumuna uygun olmamasına dayalı şikâyetleri istikrarlı bir şekilde kötü muamele yasağı kapsamında incelemektedir (Mete Dursun, B. No: 2012/1195, 18/11/2015; Serdar Öztürk, B. No: 2013/7532, 4/2/2016; Sabri Kaya, B. No: 2014/8482, 29/6/2016; Ergin Aktaş, B. No: 2014/14810, 21/9/2016; Hayati Kaytan, B. No: 2014/19527, 16/11/2016; İmam Çelikdemir, B. No: 2014/20289, 5/12/2017).

50. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun bedensel dezavantajına ve bazı günlük ihtiyaçlarını kendi başına yerine getirememesine rağmen tek kişilik odada tutulmasına ilişkin şikâyeti Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenecektir. Bununla birlikte derece mahkemelerince talebin yanlış anlaşılarak bir karar verilmekten kaçınıldığına ilişkin iddia kötü muamele yasağının esası kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkına ilişkin ayrı bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 47. maddesinin (5) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 64. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca bireysel başvurunun başvuru yollarının tüketildiği, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir.

52. Başvurucu, ilk kez 18/2/2015 tarihinde kamu makamlarına başvurarak fiziksel durumu nedeniyle tek kişilik odada barındırılmama talebinde bulunmuştur. Diyarbakır İnfaz Hâkimliğince talebin reddedilmesi üzerine karara başvurucu tarafından itiraz edilmiştir. İtirazın değerlendirildiği Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 5/11/2015 tarihli kararında 5275 sayılı Kanun'un 16. maddesinden bahsedilerek talep konusunda karar vermenin Cumhuriyet savcılığının görevinde olduğu belirtilmiş ve dosyanın Savcılığa gönderilmesi gerektiğine hükmedilmiştir. Bunun yanında İnfaz Hâkimliği kararına yapılan itiraz reddedilerek verilen kararın kesin nitelikte olduğu da belirtilmiştir. Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı kesin nitelikte olsa dahi başvurucunun talebinin değerlendirilmesi konusunda asıl görevli mercinin Cumhuriyet savcılığı olduğunun değerlendirilmiş olması karşısında başvurucunun Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca bir karar verilmesini beklemesi kendi kusurundan kaynaklanmamaktadır. Dolayısıyla Savcılığın 16/11/2015 tarihli ret kararının 18/11/2015 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmesinden sonra 18/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu dikkate alındığında süre aşımının söz konusu olmadığı anlaşılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

a. Genel İlkeler

54. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu, Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

55. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

56. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca devlete kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye -bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa dahi- maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

57. Hükümlü veya tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkından mahrum bırakılabilirlerken (İbrahim Uysal, B. No: 2014/1711, 23/7/2014, §§ 29-33) genel olarak Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı kapsamında bulunan diğer hak ve özgürlüklere sahiptir. Bununla birlikte ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi ceza infaz kurumunda güvenliğin sağlanmasına yönelik kabul edilebilir, makul gerekliliklerin olması durumunda hükümlü veya tutukluların sahip oldukları haklar sınırlanabilir (Turan Günana, B. No: 2013/3550, 19/11/2014, § 35).

58. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasındaki “Kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” şeklindeki kural, hükümlü ve tutuklulara yönelik uygulamalar için de geçerlidir. Bu husus 5275 sayılı Kanun'un "İnfazda temel ilke" kenar başlıklı 2. maddesinin (2) numaralı fıkrasında "Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz." ve yine Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde "Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir." şeklinde düzenleme ile açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla hapis cezasına mahkûmiyete ve tutuklamaya ilişkin bir kararın yerine getirilmesi için sağlanacak şartlar, insan onuruna saygıyı koruyacak nitelikte olmalıdır (Turan Günana, § 36).

59. Ceza infaz kurumlarında tutulan kişilerin maruz kaldığı maddi koşulların Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir eşiğe ulaşmış olması gerekir. Belirtilen asgari eşiğe ilişkin değerlendirme; tutma koşulları ile ilgili tüm veriler, özellikle de muamelenin süresi, fiziksel ya da ruhsal etkileri ve bazen de mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu dikkate alınarak yapılmalıdır (K.A. [GK], B. No: 2014/13044, 11/11/2015, § 93; Rıda Boudraa, B. No: 2013/9673, 21/1/2015, § 60).

60. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fırkasında yer verilen işkence, eziyet ve insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele kavramları, kişi üzerindeki etkilerinin ağırlık düzeyi gözetilerek derecelendirilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84). Belirtilen Anayasa hükmüne paralel olarak Sözleşme'nin 3. maddesinde de işkence, insanlık dışı muamele ve aşağılayıcı muamele kavramlarına yer verilmiştir.

61. Bir muamelenin insanlık dışı olarak nitelendirilebilmesi için bunun tasarlanarak uygulanmış olmasının yanında bedensel yaralanma ya da fiziksel veya ruhsal acıya sebebiyet vermesi, diğer taraftan bir muamelenin aşağılayıcı olarak nitelendirilebilmesi için mağdurlarını rencide edecek ve küçültecek ölçüde onlara korku, endişe, aşağılanma gibi duyguları hissettirmesi gerekir (K.A., § 94; Rıda Boudraa, § 61).

62. Bununla birlikte Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası, özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin hasta, engelli veya yaşlı olmaları hâlinde serbest bırakılmalarını gerektiren genel bir yükümlülük içermemektedir. Anayasa’nın 17. maddesi ceza infaz kurumunda tutulan bir hükümlü veya tutuklunun içinde bulunduğu şartların insan onuruna yakışır bir şekilde olmasını da koruma altına almaktadır. İnfazın yöntemi ve infaz sürecindeki davranışların mahkûmları özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinden daha fazla sıkıntılı veya eziyetli bir duruma sokmaması gerekir. Ceza infaz kurumunda tutulmanın pratik gerekleri çerçevesinde mahkûmların esenliği hususunun yeterli bir şekilde güvence altına alınması ve mahkûmlara gerekli tıbbi yardımın sağlanması da insan onuruna yakışır koşulların sağlanması için gereklidir (Turan Günana, § 39). Bu çerçevede hasta bir kişinin uygun olmayan fiziki ve tıbbi koşullarda tutulması da Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı bir muamele olarak kabul edilebilir (Murat Karabulut, B. No: 2013/2754, 18/2/2016, § 65).

63. Diğer taraftan kamu makamlarının bedensel dezavantajı olan kişinin öznel durumu ile tutma koşulları arasındaki uyumsuzluğun ortaya çıkardığı fiziksel ve psikolojik sonuçların insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşmaması için birtakım tedbirler alınması gerekir.

b. İlkelerin Olaya Uygulanması

64. "Genel İlkeler" kısmında belirtildiği üzere bedensel dezavantajı olan tutuklu veya hükümlülerin tutma koşulları özel durumlarına uygun hâle getirilmeli, bu kapsamda tutma koşullarının hükümlü üzerindeki fiziksel ve psikolojik sonuçlarının insan haysiyeti ile bağdaşmayan muamele düzeyine ulaşmaması için kamu makamlarınca birtakım özel tedbirler alınmalıdır. Dolayısıyla somut olay bağlamında Anayasa Mahkemesince inceleme yapılması gereken husus başvurucunun infaz koşullarının bedensel durumuna uygun hâle getirilmemesi, başka bir deyişle koşulların iyileştirilmesi konusundaki talebinin reddedilmesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edilip edilmediğidir.

65. Anayasa Mahkemesi Mete Dursun (aynı kararda bkz. §§ 98, 99) kararında, ileri derecede astım hastası olan hükümlünün sağlık durumuna uygun bir ceza infaz kurumuna konulması konusunda gerekli tedbirlerin alınmamasını insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak görmüştür. Söz konusu kararda hükümlünün devam eden hastalığına uygun bir ceza infaz kurumu bulunamaması; devletin hasta bir mahkûmun nasıl bir yere gönderileceğini incelememesine, tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek kolaylıkların sağlanması konusunda önlem almamasına, sağlık durumu açısından gerekli önlemleri almada yetersiz kalmasına dayandırılmış ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında kötü muamele yasağı için gerekli olan asgari eşiğin aşıldığı ifade edilmiştir.

66. Somut olayda düzenlenen müddetnamede görüldüğü üzere 8/6/2006 tarihinden itibaren ceza infaz kurumunda tutulan başvurucunun, hakkındaki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının 18/3/2014 tarihinde kesinleşmesiyle hükümlü olarak cezasının infazına başlandığı, dolayısıyla bu tarihten itibaren kanuni düzenleme gereği tek kişilik odada tutulduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu 18/2/2015 tarihinde Savcılığa verdiği dilekçeyle tek kişilik odada barındırılmasının sağlık durumu itibarıyla mümkün olmadığını belirterek infaz koşullarının iyileştirilmesini talep etmiştir. Başvurucu; talebi hakkında bir karar verilmediğini, bu nedenle 7/7/2015 ve 4/9/2015 tarihlerinde yeniden talepte bulunduğunu, diğer taraftan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına ilişkin hükmü veren Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesince -Savcılığın talebine- infazın ertelenmesi konusunda görevli olmadığını belirterek karar verilmesi için dosyayı Savcılığa geri gönderdiğini belirtmiştir. Savcılığın Diyarbakır İnfaz Hâkimliğine gönderdiği yazıda başvurucunun 18/2/2015 tarihli talebi hakkında karar verilmesi istenmiştir. O hâlde başvurucunun infaz koşullarının iyileştirilmesine ilişkin talebinin esası hakkında ilk kez İnfaz Hâkimliği tarafından 14/10/2015 tarihinde bir değerlendirme yapıldığı, sonuç itibarıyla da talebin reddedildiği anlaşılmaktadır (bkz. § 17). Diğer taraftan İnfaz Hâkimliğinin kararına yapılan itiraz da reddedilmiştir (bkz. § 18).

67. Başvurucunun tek başına kalamayacak durumda olması nedeniyle infaz koşullarının iyileştirilmesine ilişkin talebi İnfaz Hâkimliğince, tek kişilik odadan alınarak çoklu odaya konulması temelinde, diğer adli mercilerce ise infazın geri bırakılması temelinde ele alınmıştır. Başvurucu, başvuru formunun genelinde tekli odada tutulmasından şikâyetçi olmuş ve özellikle günlük ihtiyaçlarını yerine getiremediğini dile getirmiş; ayrıca bu hususu kamu makamlarının dikkatine sunduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla infazın iyileştirilmesine ilişkin talebin salt çoklu odaya alınma özelinde incelenmesi zorunlu olmayıp başvurucunun bedensel durumuna uygun tedbirler alınmasının gerekliliği ile bunun doğurduğu sonuçlar üzerinden bir değerlendirme yapmak da mümkün görülmüştür.

68. Başvuru formunda başvurucu; hangi günlük ihtiyaçlarını yerine getiremediğini, bu nedenle ne tür fiziksel veya ruhsal sorunlar yaşadığını açıklamamış ise de hakkında düzenlenen 24/3/2015 ve 9/9/2015 tarihli raporlarda giyinme, yıkanma gibi öz bakım ihtiyaçlarını tek başına gideremeyeceğinin tespiti karşısında başvurucunun bu gereksinimlerini uygun bir şekilde karşılayamadığı kabul edilmelidir. Diğer yandan bir kolu olmadığı için dezavantajlı konumda olan başvurucunun öz bakım ihtiyaçlarını tek başına gideremediği hususundan kamu makamlarının en geç bu konuda düzenlenen 24/3/2015 tarihli raporla haberdar olduğu gözönünde bulundurulmalıdır.

69. Diyarbakır D Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun yazısında, havalandırmaya çıkarıldığı sırada yanında kalan bir hükümlünün başvurucuya eşlik ettiği ve ihtiyaçlarını karşıladığı belirtilmiş ise de başvurucunun tutulduğu oda dışında öz bakım ihtiyaçlarının (yıkanmak gibi) tamamını karşılaması mümkün olamayacağı için yeterli bir seviyede iyileştirme yapıldığından söz edilemez. Bununla birlikte başvurucunun infazın iyileştirmesine yönelik olarak 15/2/2015 tarihinde bir dilekçeyle başvuru yaptıktan ve müteaddit defa bu talebini yinelendikten sonra özel ihtiyaçlarını gideremediğine ilişkin olarak ceza infaz kurumlarına ayrı bir talepte bulunmamasının sorunun esası üzerinde bir etki doğurmayacağı düşünülmektedir.

70. Başvurucunun bedensel dezavantajı nedeniyle birtakım günlük ihtiyaçlarını yerine getirmediği sağlık raporlarıyla ortaya konmasına rağmen Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda S.A. isimli hükümlü yanına konuluncaya kadar tek başına tutulduğu görülmektedir. Söz konusu Kurumun ilgili yazısında (bkz. § 25) bu kişinin başvurucunun ihtiyaçlarını gidermesi konusunda gerekli yardımı sağlayıp sağlamadığı belirtilmemiştir. Yine söz konusu yazıda 3/6/2016 tarihinden itibaren hükümlü G.O.nun başvurucunun özel ihtiyaçlarını yerine getirmede yardımcı olması için yanına konulduğu, ayrıca başvurucunun kaldığı odadaki banyo ve tuvaletin bedensel durumuna uygun şekilde düzenlendiği anlaşılmaktadır. O hâlde kamu makamlarının başvurucunun tek başına yerine getiremeyeceği günlük ihtiyaçları konusunda ilk defa bu şekilde iyileştirme sağladığı anlaşılmaktadır.

71. Başvurucunun Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sonra nakledildiği Silivri 5 No.lu L Tipi ve Maltepe 2 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarında ve hâlen tutulmakta olduğu Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tek başına tutulmadığı, yanında başka hükümlülerin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanında tutulduğu odaların fiziksel koşullarının başvurucunun fiziksel durumuna uygun hâle getirildiği görülmektedir. Başvurucunun söz konusu ceza infaz kurumlarındaki tutulma şartları itibarıyla da günlük ihtiyaçlarını gidermekte sorun yaşadığına dair -bireysel başvuru yaptıktan sonra- bir şikâyeti bulunmamaktadır.

72. Bedensel dezavantajı bulunan hükümlülerin sırf bu nedene dayalı olarak -kategorik şekilde- tekli odada tutulmalarının kötü muamele teşkil edeceği söylenemeyecek ise de özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan kaçınılmaz elem seviyesinin ötesinde fiziksel ve ruhsal etkiler doğduğu takdirde kamu makamlarından bunları bertaraf edecek özel önlemler almaları beklenmelidir. Somut olayda da sonuçlarından bağımsız olarak sadece tek başına tutulması nedeniyle başvurucunun kötü muameleye maruz kaldığından bahsedilemez. Öte yandan günlük ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kaldığı sağlık raporlarıyla ortaya konulmasına ve kamu makamlarının durumdan haberdar olmasına rağmen başvurucunun bu hassas durumu göz ardı edilerek pasif bir tutum izlendiği görülmektedir. Başvurucunun infazın iyileştirilmesine ilişkin talebini 18/2/2015 tarihinde iletmesine rağmen esaslı bir değerlendirmenin ilk kez İnfaz Hâkimliğince 14/10/2015 tarihinde yapıldığı görülmüştür. G.O. isimli bir hükümlünün başvurucunun yanına yerleştirilmesi suretiyle tutulma koşulları somut bir şekilde iyileştirilmiştir. G.O.nun bakım konusundaki uzmanlığı bu aşamada değerlendirilmeyecek olmakla birlikte üzerinde durulması gereken asıl husus kamu makamlarının iyileştirme sağlanana kadar aktif bir rol üstlenmemelerinin doğurduğu sonuç olmalıdır.

73. Bir kolu olmamasına rağmen tek başına tutulan başvurucunun infaz koşullarının iyileştirilmesine ilişkin talebinin kamu makamlarınca reddedildiği ve ilk somut iyileştirmenin bireysel başvurudan sonra 3/6/2016 tarihinde Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda yapıldığı görülmektedir. Yaklaşık on dört ay boyunca başvurucunun giyinme, yıkanma gibi öz bakımına ilişkin ihtiyaçlarını bu konuda bir yardım almaksızın, tek başına yerine getirmek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır. Kamu makamları başvurucunun talebini çoklu odaya alınma ya da infazın ertelenmesi kapsamında inceleyerek reddetmiştir. Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olan başvurucunun kanun gereği tek kişilik odada cezasının infazı sağlanırken öz bakım ihtiyaçlarının karşılanması için bu konuda uzman bir personel veya eğitim almış bir hükümlünün görevlendirilebileceği ve tutulduğu odanın bedensel durumuna uyumlu hâle getirilebileceği göz ardı edilmiştir. Özellikle 4675 sayılı Kanun'un 4. maddesi gözönünde bulundurulduğunda bu eksikliğin mevzuattan değil kamu makamlarının yanlış uygulama ve değerlendirmelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

74. Belirtilen tespitler ışığında kamu makamlarının başvurucunun bedensel dezavantajı bağlamında ceza infaz kurumunda özel tedbirler almayarak başvurucuyu öz bakımına ilişkin birtakım ihtiyaçlarını tek başına karşılamaya zorlaması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında kötü muamele yasağı için gerekli olan asgari eşiğin aşıldığı anlaşılmıştır. Kamu makamlarının pasif tutumunun başvurucuyu küçük düşürmek ve aşağılamak gibi bir özel bir kasta dayanıp dayanmamasının bir önemi bulunmamaktadır (Mete Dursun, § 98). İnfazın iyileştirilmesi talebi konusunda kamu makamlarının makul karşılanmayacak bir süre boyunca pasif kalması insan onurunu zedeleyecek şekilde başvurucunun acı çekmesine neden olmuştur. Sonuç itibarıyla başvurucunun insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleye maruz kaldığı kanaatine varılmıştır.

75. Öte yandan başvurucunun hâlen Maltepe 1 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda çoklu odada barındırıldığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun hâlihazırdaki tutma koşullarından şikâyetçi olduğuna ilişkin bir beyanı bulunmadığı gibi baştan beri talebinin çoklu odaya alınarak infaz koşullarının iyileştirilmesi olduğu görülmektedir. Dolayısıyla başvurucunun tutma koşullarının yetersizliğinin devam etmediği, başka bir deyişle ihlale son verildiği söylenmelidir.

76. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

77. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

78. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve 50.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

80. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

81. Anayasa Mahkemesi, incelenen başvuruda kamu makamlarının ceza infaz kurumunda başvurucunun bedensel durumuna uygun özel önlemler almadığı için başvurucuyu öz bakım ihtiyaçlarını kendi başına yerine getirmeye zorlaması nedeniyle insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Başvurucunun hâlihazırda tutma koşullarının iyileştirildiği, dolayısıyla ihlale son verildiği de anlaşılmaktadır. Bu nedenle yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmamaktadır. Dolayısıyla başvurucuya yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında somut olayın özelliğine göre net 21.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

82. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İnsan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurunun esası hakkında karar verildiğinden 7/6/2016 tarihli tedbir kararının SONLANDIRILMASINA,

D. Başvurucuya net 21.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 3.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.226,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Diyarbakır İnfaz Hâkimliğine (E.2015/2036, K.2015/2064), Diyarbakır 2. Ağır Ceza Mahkemesine (2015/906 Değişik İş) ve Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığına (2014/1-3539 CBS İlam Dosyası) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 3/6/2020 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.