Türk Hukuku’nda, belli suçlardan mahkumiyet halinde, bu mahkumiyetin bir sonucu olarak belli haklardan yoksun bırakılmaya ilişkin çeşitli hükümler bulunmaktadır. Buna ilişkin genel hüküm, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinde yer almaktadır. Belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53. maddeye göre, maddenin devamında yer verilen yoksunluklarının sözkonusu olabilmesi için kasten işlenmiş bir suç olmalı ve kişi hakkında hapis cezasına hükmedilmiş olmalıdır.

“Belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakma” başlıklı TCK m.53/1-e bendinde düzenlenen yoksun bırakma hallerinden birisi de, “Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten” mahrum bırakılmadır.

53. maddenin gerekçesinde belirtildiği gibi, bu hak yoksunluğu süresiz değildir; “Cezalandırılmakla güdü­len asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağ­layıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksun­luklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması gerekmiştir. Bu nedenle, madde metninde sözkonusu hak yoksunluklarının mahkum olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörülmüştür. Böylece, kişi mahkum olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun ta­mamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj vermektedir. Bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşmektedir”.

TCK m.53’de süreli olarak düzenlenen bu genel yoksun bırakma düzenlemesinin yanında, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’da da ayrıca bir hak yoksunluğu düzenlemesine yer verilmiştir. 1219 sayılı Kanun’un 28. maddesinin ilk fıkrasına göre; “Hekimlik mesleğinin icrası için; Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı beş yıl veya daha fazla süreyle ya da devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından hapis cezasına mahkûm olmamak gerekir”.

TCK’nın 53. maddesi ile 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 28. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; TCK’da infaz süresi ile sınırlı bir hak yoksunluğu düzenlenirken, 1219 sayılı Kanunun belli suçlardan mahkumiyet hallinde TCK’da belirtilen süreler geçmiş olsa da süresiz olarak hak yoksunluğuna dayanak teşkil ettiği anlaşılmaktadır. Daha açık ifade etmek gerekirse; bu özel düzenleme uyarınca, hakkında kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına hükmedilen veya Anayasa ile kurulu düzenin işleyişine karşı suçlar gibi maddede yer verilen diğer suçlardan hapis cezasına hükmedilen kişilerin ömür boyu hekimlik mesleğini yapamaz hale gelmektedir.

Bu husus, daha önce bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’nin de önüne gelmiştir. Mahkumiyet kararının bir sonucu olarak hekimlik mesleğindeki hak ve yetkilerini kullanmasının ömür boyu yasaklanması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla yapılan Ahmet Gödeoğlu Başvurusu’nda[1] AYM, başvurucunun vefatına rağmen konunun önemi gerekçesiyle başvuruyu incelemiş ve başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Mahkeme, hekimlik mesleğinin sağlık hizmeti içindeki rolü ve önemini gözeterek bir güvenlik tedbiri olarak mesleğin icrasına getirilen sınırlandırmanın amacının kamu hizmetinin devamlılığını sağlamak, mesleğin itibarını ve bu hizmetlerden yararlananları korumak olduğu şeklinde meşru bir amacı olduğunu değerlendirmiştir. Bununla birlikte “ölçülülük” değerlendirmesinde, “Somut olayda başvurucu hakkındaki yaptırımın belirli bir yer ve süre sınırı olmaksızın uygulanacağı, yaptırımın sonucu olarak başvurucunun yalnızca kamu sektöründe değil özel sektör bünyesinde de bir daha hekimlik mesleğini yapamayacağı anlaşılmaktadır. Kanun koyucunun kamuda çalışmaya dair aradığı özelliklerin -kamuya girme mutlak bir hak olmadığından- özel sektörde mesleğin icrasına ilişkin şartlara göre daha katı olması olağan kabul edilebilir. Ancak kişinin özel sektörde mesleğini icra etmesinin yasaklanması sonucunda bu kişinin katlanması gereken külfetin ağırlığı ile bu yaptırımdan beklenen genel yarar arasında adil bir dengenin kurulamadığı, dolayısıyla başvurucunun özel hayatına yapılan müdahalenin orantısız olduğu sonucuna varılmıştır.” denilerek, “ölçülülük” koşulunun sağlanmadığına karar verilmiştir.

Bu kararla beraber, 1219 sayılı Kanunun 28. maddesinde düzenlenen süresiz ve kamu - özel ayırımı yapmayan hak yoksunluğunun hukuka aykırı olduğu hususu netlik kazanmışsa da  sözkonusu madde yürürlüktedir. Esasen Anayasa Mahkemesi; Hulusi Yılmaz  Başvurusu’nda[2] Anayasaya aykırı düzenlemeler bakımından, mahkemelerin sözkonusu düzenlemeyi somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’nin önüne getirmeleri gerektiğini, Anayasaya aykırı bir kanun hükmüne dayanılarak uyuşmazlığın sonuçlandırılmasının, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı kuralı ile bağdaştırılamayacağını belirtmiş, belli durumlarda düzenlemenin somut norm denetimine götürülemediği hallerde Anayasanın 90. maddesinin uygulama alanı bulabileceğini de ortaya koymuştur.

Uygulamada, 1219 sayılı Kanun kapsamında, hakkında mahkumiyet kararı verilen hekimlerin mesleklerini yapmaları sıklıkla engellenmektedir. Bu kişilerin taleplerinin 1219 sayılı Kanun kapsamında reddedilmesi, hekimlerin ömür boyu bu mesleği yapamayacak hale gelmelerine yol açmaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarındaki yaklaşımı yakın zamanda verilen idari yargı kararlarına da yansımıştır. Daha önce 5 yıldan fazla süre ile hapis cezasına mahkum edilen ve bu gerekçeyle mesleğini yapması engellenen bir hekim tarafından çalışma izin talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle bir dava açılmıştır.

Davaya bakan İstanbul 4. İdare Mahkemesi; davayı Anayasa Mahkemesi’nin Ahmet Gödeoğlu Başvurusu’nda çizdiği çerçevede ele almış, “davacı hakkındaki yaptırımın belirli bir yer ve süre sınırı olmaksızın uygulanacağı, yaptırımın sonucu olarak davacının yalnızca kamu sektöründe değil özel sektör bünyesinde de bir daha hekimlik mesleğini yapamayacağının anlaşıldığı, Kanun koyucunun kamuda çalışmaya dair aradığı özelliklerin -kamuya girme mutlak bir hak olmadığından- özel sektörde mesleğin icrasına ilişkin şartlara göre daha katı olmasının devlet politikası ile belirlenmesi nedeniyle olağan kabul edilebileceği, ancak kişinin özel sektörde mesleğini icra etmesinin yasaklanması sonucunda bu kişinin katlanması gereken külfetin ağırlığı ile bu yaptırımdan beklenen genel yarar arasında adil bir dengenin kurulamadığı, dolayısıyla tesis edilen zımni ret işleminde hukuku uyarlık bulunmadığı” sonucuna ve kanaatine vararak, işlemin iptaline karar vermiştir. Kararın davalı idare tarafından istinaf edilmesi sonrasında ise İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 7. İdare Dava Dairesi, hekimlerin süresiz olarak mesleklerini yapmalarına engel teşkil eden 1219 sayılı Kanunun 28. maddesini itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştür.

Bölge İdare Mahkemesi, 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun'un 28. maddesinde, belirtilen suçlardan hüküm giyenlerin özel sektör - kamu sektörü ayırımına ilişkin herhangi bir değerlendirme yapılmadığı ve “tedbirin son çare olması” ilkesinin gözönünde bulundurulmadığı gibi, kişinin diplomasının geri alınarak cezanın infazından sonra da, gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında mesleğini sürekli önleyecek nitelikte bir yaptırım içerdiğini tespit etmiştir. Mahkeme; belirli suçlardan hüküm giyen hekimlerin sadece kamuda değil özel sektörde de mesleğini icra etmesinin süresiz olarak yasaklaması, diplomasının geri alınması suretiyle usulüne uygun olarak aldığı eğitim sonucu hak kazandığı diplomasının da geri alınmasının öngörmesi karşısında, sözkonusu 28. maddenin  demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı ve “ölçülülük” koşulunu sağlamadığı, bu nedenle Anayasanın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı ve 49. maddesinde düzenlenen çalışma hakkını ihlal ettiği gerekçeleriyle iptal edilmesini talep etmiştir. Esasen bu tür bir süresiz mesleki yasak; müessesenin tedbir niteliğine aykırı olduğu gibi, süresizlik özelliği taşıyan yaptırım olması, aralıklı olarak tedbirin veya yaptırım devamı ile ilgili gözden geçirmenin yapılmaması da ayrı bir sorun teşkil etmektedir.

Sonuç olarak; Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararına rağmen, uygulamada süregelen ve haklarında belirli suçlardan mahkumiyet kararı olan hekimleri mesleklerini yapamaz hale getiren 1219 sayılı Kanunun 28. maddesi hükmünün, daha önce verdiği Ahmet Gödeoğlu Kararı ile uyumlu hareket etmesi halinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi muhtemel görünmektedir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Arş. Gör. Kasım Ocak

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

---------------

[1] Ahmet Gödeoğlu, B. No: 2018/28616, 17/11/2021.

[2] Hulusi Yılmaz, B. No: 2017/17428, 1/12/2022.