Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalara Karşı Çalışma Grubu 29 Nisan – 3 Mayıs 2013 tarihli oturumunda, kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak bilinen yargılama kapsamında özgürlüğünden alıkonulan 250 kişinin keyfi olarak tutuklandığına karar vermiştir.

Başvurucular özetle; Türk Hukuku, Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Herhangi Biçimde Alıkonulan ya da Hapsedilen Tüm Kişilerin Korunması için İlkeler Manzumesi ile koruma altına alınan, başta dürüst yargılanma hakkı olmak üzere, diğer haklarından mahrum bırakılmalarının bir sonucu olarak tutuklu olduklarını, yargılamalarının hukuka aykırı olarak gerçekleştirildiğini, yargılama sonuçlanmadan 34 askerin zorla emekli edilmesinin masumiyet/suçsuzluk karinesini ihlal ettiğini, Türk Hukuku’nda savcıların Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesine göre, sanığın lehine ve aleyhine delil toplamakla yetkilendirildiği halde, somut olayda savcıların sanıkların lehine herhangi bir delil toplamadığı gibi, bazı delilleri saklamaya çalıştığını, Mahkemenin toplanan delilleri bağımsız ve tarafsızca değerlendirmediğini, bu kapsamda savunma makamının toplanan delillerin gerçekliği hakkında delil sunmasına izin verilmediğini, 31 aya ulaşan tutuklama tedbirinin orantısız olduğunu, tutukluluğun devamı kararlarının aynı, soyut ve basmakalıp gerekçelerle verildiğini, duruşma salonunun tavanına mikrofon yerleştirmek suretiyle tüm konuşmaların kayıt altına alınarak savunma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

Hükümet, esasa ilişkin beyanları ile birlikte iki usuli itirazda bulunmuştur. Hükümete göre, uyuşmazlığa konu yargılama Yargıtay’da temyiz incelemesinde olduğundan, yani henüz sonuçlanmadığından ve bazı başvurucular, hak ihlalleri ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduklarından, huzurdaki başvurunun reddedilmesi gerekmektedir. Çalışma Grubu, yerel mahkemeler ya da diğer bazı uluslararası mahkemeler veya insan hakları organları tarafından benimsenen ve şikayete konu uyuşmazlığın incelenebilmesi için yargılamanın sona ermesi gerektiği şeklindeki görüşün kendisi için geçerli olmadığını belirtmiştir. Kararda, Çalışma Grubunun şikayete konu uyuşmazlığın sonuçlandırılması şartına bağlı inceleme yapmasının, gerek makul sürede yargılanma ve gerekse makul sürede salıverilmeye ilişkin kuruluş amacı ile bağdaşmayacağı ifade edilmiştir.
Hükümet ikinci olarak, bazı başvurucuların huzurdaki başvuruya konu iddialarla ilgili İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM’a) başvurduğunu, dolayısıyla huzurdaki başvuru hakkında kabul edilemezlik kararı verilmesi gerektiğini iddia etmiştir.

Çalışma Grubu, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi ile aynı kabul edilebilirlik kriterlerine sahip olmadığını ve İHAM’ın esas itibariyle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne uygunluk denetimi yaptığını, oysa Çalışma Grubunun Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ve Uluslararası Teamül Hukuku kurallarına uygunluğu denetlediğini ifade etmiştir. Bu sebeple Kararda, aynı veya benzer iddialar ile İHAM’a başvuru yapılmasının, tek başına Çalışma Grubunun Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme ve Uluslararası Teamül Hukuku kurallarına uygunluk denetimi yapmasını engellemediği belirtilmiş ve Hükümetin ikinci itirazı da reddedilmiştir.
Kararda, Hükümetin özellikle başvurucuların dürüst yargılanma haklarının ihlali ile ilgili birçok iddiasına cevap vermediği ifade edilerek, bu koşullar altında değerlendirmenin başvurucuların sağladığı bilgilere dayanılmak suretiyle gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.

Çalışma Grubu, Hükümetin başvurucuların gerek tutukluluklarına ve gerekse kefaletle serbest bırakılmamalarının hukukiliğine itiraz edebilecekleri etkili bir yolun mevcudiyetini gösteremediğini belirtmiştir. Kararda, Hükümetin mahkemelerin tutukluluğun devamı kararları ile tutuklama tedbirinin ölçülü olarak uygulandığını, yani kefalet yerine tutukluluk tedbirinin uygulanmasının maddi ve hukuki anlamda açıklandığını gösteren gerekçeli kararları sunamadığı belirtilerek, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 9. maddesi ile Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9/3. maddesinin ihlal edildiği belirtilmiştir.

Hükümet cevabında; delillerin gerçekliğine ilişkin iddialara, Mahkemenin savunma makamının dijital delillerin gerçekliğini çürüten üç farklı uzman raporunu değerlendirmeyi reddetmesine ya da delillerin değerlendirilmesi için bilirkişi atamadığına ilişkin herhangi bir açıklama yer almadığı ifade edilmiştir. Hükümet, birisi gerçekleştirilmeye çalışıldığı iddia edilen darbeyi önleyen olmak üzere iki kilit ismin tanık olarak dinlenmesinin Mahkeme tarafından reddedilmesi hakkında da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır.

Çalışma Grubu, sanıkların soruşturma dosyasında yer alan bilgilere erişimlerinin kısıtlanmasının, bu bilgilerin yargılamada sanıklar aleyhine delil olarak kullanılmaması ve nitelikleri itibariyle sanıkların lehine deliller olmamaları şartı ile mümkün olduğunu belirtmiştir. Somut olayda sanıkların, lehlerine olan ve savcılık makamı tarafından yargılamada kullanılan delillere erişiminin milli güvenlik gerekçesiyle kısıtlanması, Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 14. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendini ihlal etmektedir.

Çalışma Grubu, mahkeme salonuna mikrofon yerleştirmek suretiyle yargılama süresince avukat-müvekkil iletişiminin dinlenilmesini de Medeni ve Siyasi Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 14. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendini ihlal ettiğine karar vermiştir.

Dürüst yargılanma hakkına ilişkin bu ihlaller neticesinde Çalışma Grubu, özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın tutukluluklarının keyfi olduğunu belirtip, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9. ve 14. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 9, 10 ve 11. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Çalışma Grubu Kararın sonuç kısmında, Türk Hükümeti’nden 250 kişinin durumunun İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme hükümlerine uygun olarak düzeltilmesini talep ederek, somut olayın tüm özellikleri gözönünde bulundurulduğunda uygun onarımın, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9.maddesinin, 5. fıkrası uyarınca tazminat hakkı olduğunu belirtmiştir.
Çalışma Grubu, kovuşturma devam etse de tutuklama tedbirinin yargılamanın esası dışında değerlendirilebileceğini ve tutuklama şartlarının incelenebileceğini dikkate almış olabilir. Ayrıca Çalışma Grubu, tutuklanmaması gereken veya tutuklansa bile sonradan salıverilmesi gereken şüpheli veya sanığın tutuklanmak suretiyle kişi hürriyeti ve güvenliğinden alıkonulmasını, tutuklu insanın kullanabileceği haklar ile tutuksuz insanın kullanabileceği haklar arasında derin farklılıklar olması sebebiyle, bu yolla dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesinden de hareket etmiş olabilir. Kısaca, devam eden bir yargılamada uygulanan tutuklama tedbirinin hukuka aykırı olup olmadığının incelenebilmesi, bu amaçla da kanun yollarına başvurulabilmesi mümkündür. Bu kanun yolu, olağan olabileceği gibi olağanüstü de olabilir ve hatta İç Hukuktan kaynaklanabileceği gibi, Uluslararası Hukuktan da dayanağını alabilir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www.hukukihaber.netsitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)