Bu yazı, James Durso tarafından 22.09.2016 tarihinde “The Natural Gas War Burning Under Syria/Suriye Üzerinden Ortaya Çıkan Doğal Gaz Savaşı” başlığı ile oilprice.com adlı sitede yayınlanan yazıdan yararlanılmak suretiyle kaleme alınmıştır.
 
İlk söz; kıymetli okuyuculardan isteğim, Suriye ve çevresinde devam eden iç karışıklığa ve savaş ortamına bir de enerji üzerinden gündeme gelen çıkar çatışmaları cephesinden bakmanızdır. Bir hukukçu olarak uzmanlık alanıma girmeyen, fakat Türk vatandaşları olarak hepimizi ilgilendiren konulara farklı bakış açıları getirilmesi, yeni tartışmalar açılması, fikir çeşitliliğine ve çözümlere ulaşmaya, meselelere dar pencerelerden bakmamaya yardımcı olacaktır. Coğrafyamızda devam eden sorunları; yalnızca din, mezhep, ırk, eğitim ve öğrenim düzeyi, kişi hak ve hürriyetlerini baskı altına alan despotik rejimlerden kurtulma gerekçelerine dayandırmak yüzeysel bir yaklaşım olacaktır. Despotik yönetimlerden kurtulma iddiası da kullanılarak hukuka aykırı şekilde işgal edilen Irak ve ardından “Arap Baharı” adı ile Ortadoğu’da baş gösteren ayaklanmaların ve iç karışıklıkları faturası, maalesef devletlerin kaybolmasına ve milletlerin dinmeyen kan ve gözyaşı dökmesine sebep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Buradan her vatandaşın çıkaracağı ders; devletine, demokrasisine ve hukuk güvenliğine sahip olmak ve teslimiyetçi anlayışla başkasına muhtaç olmadan ayakta kalabilmektir.
 
James Durso yazısında özetle; Katar’ın sürekli kendi gücünü aşan işlere kalkıştığı ve Suriye konusunda da benzer yöntemi izlediği, doğal gaz üretimi lideri olan Katar’ın 2009 yılında Suriye’nin Halep şehrinden Avrupa pazarına doğal gaz aktarmak üzere 1500 millik boru hattı yapılması planı kapsamında Suriye ile yakın ilişkiler kurduğu, bu yolla Avrupa’ya doğrudan doğal gaz ulaştırabilecek boru hattı sisteminin kurulmasını amaçladığı, gemi ile sıvılaştırılmış doğal gaz taşımacılığının yetersiz kaldığı boru hattının başlangıcının kuzey tarafında olup, Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye üzerinden bitiş noktasının Türkiye Cumhuriyeti olarak kararlaştırıldığı, Suriye’nin Katar’ın bu teklifini doğal gaz konusunda Avrupa pazarında söz sahibi olan Rusya’yı olumsuz etkileyeceği için reddettiği ifade edilmektedir.
 
Yine yazıda; 2010 yılında İsrail ile Suriye arasında yapılan gizli görüşmeler sonucunda, İsrail tarafından Suriye’ye sağlanacak güvenliğin karşılığında, İsrail’e Suriye’nin güneybatısında yer alan Golan Tepeleri’ne girme hakkının tanındığı, bu durumun dışarıya yansıması üzerine 2011 yılında Araplar arasında ciddi rahatsızlığın çıktığı, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu durumu Esad rejimine müdahale etmek için kullanmayı hedeflediği, sonrasında da 2011 yılında Suriye’de ortaya çıkan iç karışıklıkla Esad’ın düşürülmesi amacıyla ABD’nin başı çektiği devletlerce girişimlerde bulunulduğu, yine 2011 yılında Suriye, İran ve Irak’ın, İran’ın güneyinde bulunan doğal gaz bölgesini Avrupa’ya bağlamak üzere bir boru hattı oluşturulması üzerine anlaşma sağladıkları, buna göre, Suriye’nin doğal gaz üretimi için dağıtım merkezi olmasının ve doğal gazın Asuley’den Avrupa’ya, Irak, Suriye ve Lübnan vasıtası ile ulaştırılmasının kararlaştırıldığı belirtilmektedir.
 
Kanaatimizce; Ortadoğu’yu içine alan meseleye İran, Rusya ve ABD’nin katıldığı, Katar’dan boru hatları ile Doğu Akdeniz’e getirilecek doğal gazın Rusya tarafından tehdit olarak görüldüğü, bu noktada enerji üzerinden çıkar çatışmalarının arttığı, özellikle boru hatlarının nereden ve kimlerin kontrolünde geçeceği, petrol ve doğal gazın nasıl aktarılacağı konusunda uyuşmazlıkların yaşandığı, deyim yerinde ise kimin elinin kimin cebine girdiğinin bilinmediği bir ortamın oluştuğu görülmektedir. En güçlü ülke pozisyonunda ABD’nin asıl aktör olarak Katar’dan doğal gazın borularla Doğu Akdeniz’e indirilip Avrupa’ya gönderilmesini sağlamaya niyetlendiği, bu nedenle Suriye’de iç karışıklığın çıkmasına sessiz kaldığı, az nüfusa ve dolayısıyla kısıtlı askeri güce sahip olan Katar’ın, Suriye’de bulunan muhaliflere maddi destekte bulunduğu ileri sürülmüştür. Katar belki Esad’a direnenlere karşı maddi destek de sağlamıştır.
 
Yazıya göre; Suriye’de devam eden iç savaşı daha iyi anlayabilmek için 2009 yılında Doğu Akdeniz’de doğal gazın keşfedilmesini de dikkate almak gerekir. İsrail, bu keşfe duyarsız kalmamış ve doğal gaz ihracat gücünü artırmayı hedeflemiştir. İran’dan Suriye’ye uzanacak boru hattının dağıtım merkezi Suriye olsa, Katar’ın bu şekilde ihracatı nerede ise sıfırlansa ve Avrupa’ya doğal gaz satışı engellense, bu durum ABD’nin istemediği bir sonuç olacak idi. Görüleceği üzere bütün mesele, emperyal güçler ve bölge devletleri arasında enerji savaşı üzerinden devam eden çıkar çatışmalarına, güç elde etme ve para paylaşma kavgalarına dayanmaktadır.
 
Katar, Suudi Arabistan ve bu devletlerle birlikte hareket edenler kendilerini, Suriye ile boru hatları konusunda mücadele etmek ve bu mücadeleyi de kazanmak zorunda görmektedirler. Boru hattının bulanacağı Halep bölgesi, aynı zamanda isyancı güçlerin desteklenmesi için oluşturulması hedeflenen tampon bölgedir. Bu bölge kontrol edilirse Katar boru hattı hayata geçebilecek ve Türkiye’nin enerji dağıtım merkezi olarak üstünlüğü gündeme gelecek, bu da Avrupa’nın Rusya’ya olan bağımlılığına son verecektir.
 
Durso’ya göre; Rusya, Kırım’ı işgal ederek, Ermenistan’a askeri birlik gönderip, Suriye’ye S-400 hava savunma sistemi kurarak, Türkiye’yi üç yandan sarmış ve böylelikle, Katar doğal gazının potansiyel müşterilerini de engellemeyi hedeflemiştir.
 
Gerçekten zor bir süreç. Türkiye Cumhuriyeti’nin iç ve dış güvenliğinin önem arz ettiği bu durumda; baş gösteren enerji savaşları üzerinden ortaya çıkan yan sonuçları da kullanmak isteyenlerin sebebiyet verdiği tehdit ve tehlikeler, bu kapsamda Türkiye’nin toprak bütünlüğüne göz dikenlerin, kırılgan ve stabil olmayan durumu kullanmak isteyenlerin, bu noktada her gün değişen devletler arası çıkar çatışmaları ile emperyal güçlerin destekçisi olarak devletleşip veya en azından özerkleşip bölgesel güç olmayı hedefleyenlerin gözardı edilebilmesi imkansızdır.
 
Türkiye; iç meseleleri, bu kapsamda iktisadi, hukuki ve Anayasa ile öngörülen sistem ile uğraşırken, ulusal güvenliğini tehdit eden terör yapılanmaları ile bunları destekleyen iç ve dış işbirlikçilerini, uluslararası alanda duygusallık olmayıp devlet çıkarları ön plana geçtiğinden, müttefikimiz gözüküp de Türkiye aleyhine çalışanların oyun planlarını mutlaka bozmalıdır. Bunun için de; bir süredir ciddi yara alan, travma geçiren ve yeniden yapılanma sürecine giren kamu kurum ve kuruluşlarına liyakat ve samimiyet sahibi insanların kazandırılması, kaybolan kurumsal hafıza ile moral ve motivasyona yeniden ulaşılması, Devletin güçlü bir şekilde ayakta kalmasının sağlanması, yasama, yürütme ve idare ile yargı organlarının çarklarının işlemeye devam etmesi elzemdir. Bu noktada Türkiye, Batı’yı koruyan ve oralara göç hareketlerinin ulaşmasını engelleyen bir istasyon olarak görülemez. Aynı zamanda Türkiye, hangi sempatik ad altında olursa olsun ve hangi devlet tarafından desteklenirse desteklensin, sınırlarında kendisini, toprak bütünlüğünü, insanlarının can ve mal güvenliğini tehdit edebilecek unsurların güçlenip yerleşmesine izin veremez veya Türkiye’nin kontrol etkinliği olmaksızın ulusal güvenliğine tehdit oluşturabilecek unsurların varlığı kabul edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti; komşularının Devlet niteliklerinin ve güçlerinin zayıflamasından kaynaklanan sebeple, bu durumu fırsat bilen yabancı güçlerin desteğini alarak, ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne tehdit oluşturacak unsurların etrafını çevreleyen coğrafyada hakimiyet kurmasına göz yumamaz. Çünkü bu göz yumma, yakın gelecekte üniter yapıyı tehdit edecektir.
 
Uluslararası alanın, bölge ve sınır güvenliğinin daha ziyade “güç” ile ilgili olduğu, memleketin çevresinde gerçekleşebilecek bölgesel krizlerin içeriye etkisinin kaçınılmaz olacağı, buna karşı duyarsız kalınamayacağı, bölgesel istikrar adına komşu devletlerin ayakta kalma lüzumu, sadece dostluk anlayışından ve komşuluk ilişkisinden kaynaklanan nedenlerden değil, ulusal güvenliğimizin korunması adına kaçınılmazdır.   
 
Yine yazıya göre; Türkiye’nin, yakında ciddi bir dağıtım merkezi haline gelmesine yol açacak politikası, fakat altyapı açığı vardır. Bunlar; yetersiz enerji mevzuatı, Devlet iştiraklerinin doğal gaz taşımacılığını tekelde tutması, yalnızca iki tane sıvılaştırılmış doğal gaz tesisi bulunması ve depoların kapasitelerinin yetersizliğidir. Suriye yıkım içinde bulunduğundan enerji dağıtım merkezi olma konusunda şu an iyi bir seçenek olmamakla birlikte, Türkiye’nin de alt yapısı itibariyle yetersizliği göze çarpmaktadır. Belki Rusya, Türkiye’nin enerji dağıtım merkezi olması için yatırımlarla Türkiye’ye katkı sağlayabilir. Bu durum gerçekleştiğinde; Rusya ile anlaşma yapacak olan Türkiye maddiyata önem vererek, Katar boru hattını gözden çıkarabilir. Rusya’nın, Kıbrıs ve İsrail ile olan iyi ilişkileri, Kıbrıs sorununun çözümünde olumlu etkiye yol açabilir ki, İsrail’den Türkiye’ye kurulması düşünülen boru hattı hayata geçirilebilir. Yazıya göre bu boru hattı, Türkiye’ye dışarıdan yabancı yatırımcı gelmesinde etkili olacaktır.
 
Yazının son kısmında; boru hattı ile ilgili amaçlarını gerçekleştirmek isteyen Katar, Türkiye’ye ciddi yatırımlar yapmalı ve proje sonucunda Rusya’nın baskıcı politikası ile başa çıkmanın yolunu bulmalıdır. O zamana kadar Katar doğal gazı, gemilerle Avrupa’ya taşınmakla sınırlı kalacaktır. Jeopolitik boru hatlarının, Ortadoğu ve çevre ülkeleri için ciddi sorunlar ve sonuçlar ortaya çıkaracağı görülmektedir.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)