Tutuklu vekillerin hukuki durumu, Ceza Muhakemesi Kanunu m.100/4’de yapılacak değişiklik Teklifinin kanunlaşması halinde tekrar değerlendirilecektir.
 
Kanun değişikliği Teklifine göre, “Sadece adli para cezasını gerektiren veya hapis cezasın üst sınırı 2 yıldan fazla olmayan suçlarla ilgili olarak ve milletvekilleri hakkında tutuklamaya ve tutukluluğun devamına karar verilemez. Tutuklu ise tutukluluk halinin derhal kaldırılır, yargılama tutuksuz sürdürülür. Yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesi dönem sonuna bırakılır”.
 
Değişiklik kanunlaştığı takdirde, ceza yargılaması ve hatta infaz hukukunda üç önemli yenilik gündeme gelecektir;
 
a)      Tutuklama tedbirinin uygulanması yasağındaki genel sınır, hapis cezasının üst sınırı bir yıldan fazla olmayan suçlardan, hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlara çıkacak (bu gelişme olumlu olup, tartışmaya bile gerek bulunmamaktadır),
b)     Milletvekillerinin tutuklu yargılanmalarına ilişkin değişiklik (kısmen olumlu gözüken ve mevcut tutuklu vekiller sorunun çözmeyi hedefleyen bu değişikliğin yarar yanında ciddi hukuki sorunlara yol açabilme ihtimali sebebiyle aşağıda özellikle bu konu tartışılacaktır),
c)      Milletvekilinin tutuksuz yargılanması sonucunda verilecek mahkumiyet kararının yerine getirilmesinin dönem sonuna bırakılacağına dair değişiklik ise, hatalı ve Anayasaya aykırı bir düzenleme olarak gündeme geleceğinden, hem Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğine aykırı olup bu Kanunu konu itibariyle ilgilendirmemesi, hem de Anayasaya aykırı olması nedeniyle bu değişiklikten vazgeçilmesi isabetli olacaktır.
 
Ülkemiz ceza yargılamalarında bir tedbir olarak sık ve uzun süreli uygulanan, yargılama yerine geçen ve toplum tarafından hatalı bir anlayışla ceza gibi ve hatta ceza yerine benimsenen tutuklama tedbiri, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını, masumiyet/suçsuzluk karinesini ve dürüst yargılanma hakkını tehdit eden en önemli tehlikedir. Demokratik hukuk devleti anlayışına ve bağlı olunan uluslararası sözleşmelere ters düşen tutuklama tedbiri uygulamasından bir an önce vazgeçilmesi gerektiği, bunun yerine adli kontrol tedbiri ile yargılamaların süratlendirilmesinin doğru olacağı her zaman söylenmektedir. Ancak Ülkemiz uygulaması, henüz bu anlayışa göre hareket etmekten, yani tutuklama tedbirini ceza olarak görüp tatbik etmek yerine, bir ceza yargılaması tedbiri olduğunu dikkate almak suretiyle amaç ve fonksiyonuna göre kullanılmasını sağlamak kültüründen uzaktır.
 
Halkı temsil eden vekillerin, kendilerini seçenlerin iradelerine uygun olarak, baskı altında kalmaksızın ve engellenmeksizin, özgürce parlamentoda temsil edip kullanabilmeleri, yasama faaliyetlerinde bulunup, halkı ve kendilerini seçenleri iradelerini en doğru şekilde yansıtabilmeleri amacıyla kabul edilen, fakat Ülkemizde ayrıcalık ve suç işleme özgürlüğü düzeyine indirgenecek basitlikte ele alınıp tartışılan, sürekli kısıtlanmaya çalışılan “yasama dokunulmazlığı” müessesesi vardır. Bu tartışmaların devam ettiği, “yasama dokunulmazlığı” müessesesinin asıl amaç ve fonksiyonu dahi netleştirilip topluma anlatılamadığı, bu önemli müessesenin bir suç işleme özgürlüğü gibi görüldüğü, tutuklama tedbiri ile yargılamanın farklı olduğunun ortaya konulamadığı bir durumda, milletvekillerinin tutukluluğu ile ortaya çıkan sorunun çözümü için yasama dokunulmazlığını daraltmak yerine genişletmek yoluyla çözüm bulunmaya çalışılması suretiyle çelişkiye düşüldüğünü de dikkatlere sunmak istiyoruz. Bu manzarayı, yasama dokunulmazlığının olması gerektiğine inanan bir hukukçu olarak, Türk Hukuku’nda yaşanan istikrarsızlığa ve geçici güncel çözümlerle sorunları halletmeyi yönelik iradenin birden bire nasıl ortaya çıkabildiğini göstermek amacıyla sunmaktayız.
 
Bu tespitler ışığında, halkın iradesini temsil etmek amacıyla aday olma ve seçilme kabiliyetine sahip olup da milletvekili seçilenlerden bazılarının devam eden tutukluluk halleri, özellikle hukuki tartışmalar yerine siyasi bazı mülahaza ve şu an gündemde bulunan Anayasa değişikliğinde halkın temsili demokrasiye tam katılımının sağlanmaya çalışılması endişesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine taşınmıştır. Olması gereken ise, tutuklama tedbiri sorununa bu derece kısmi ve dar açıdan bakılmasından ziyade, tüm toplumu kapsayacak ve ceza yargılamalarını iyileştirecek usullerin bulunup uygulanmasıdır. Ancak Ülkemizde ortaya çıkan gündem tartışmalarına hemen bulunması amaçlanan pratik çözümler, maalesef Türk Hukuku’nda beklenen istikrarın ve iyileşmenin gerçekleşmesinin önüne geçmektedir.
 
Milletvekillerinin tutuksuz yargılanmaların sağlanarak, yasama faaliyetlerinde bulunabilmeleri amacıyla Meclise katılmalarının yolu, şu an için ya Anayasa m.14/1 ve 83/2’de yapılacak değişiklik veya Ceza Muhakemesi Kanunu m.100 ya da Milletvekili Seçimi Kanunu’na eklenecek daimi ya da geçici bir hükümle bulunmaya çalışılmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla bu değişiklik, bir siyasi partinin vekillerinin kanun teklifi veya Bakanlar Kurulu’nun kanun tasarısı olarak değil, Mecliste temsil edilen tüm siyasi partilerin grupları tarafından desteklenecek ortak bir teklif metni hazırlanması yoluyla Meclise sunulacaktır. Bu usul, kamuoyunda “Şike Kanunu” olarak bilinen 6222 sayılı Kanunda yapılan değişikliklere benzetilebilir.
 
Şu an için Anayasanın yukarıda bahsedilen hükümlerinde değişiklik yapılması hem usul ve hem de esas açısından zor gözükmektedir. Bu sebeple, muhtemelen tutuklu milletvekili sorunu Ceza Muhakemesi Kanunu veya Milletvekili Seçimi Kanunu’nda yapılacak değişiklikle çözülmeye çalışılacaktır. Umarız Ülkemiz uygulamasında tutuklama tedbirini eleştirirken, kantarın topuzu kaçırılıp her ne suç olursa olsun milletvekillerinin tutuklanamayacağına dair bir hüküm getirilmez. Bu tür bir düzenleme, eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı olacağı gibi, suçüstü halinde örneğin kasten insan öldürme suçu işlediği iddiası ile karşı karşıya kalan milletvekilinin tutukluluğunu da engelleyecektir. Bu nedenle, en azından kasten insan öldürmeye dair suçüstü hallerini, ağır cezalık bazı suçüstü hallerini istisna tutan veya bu istisnalar yerine tutukluluk süresini eşitlik ilkesine aykırı olmayacak şekilde sıfatları itibariyle milletvekilleri bakımından sınırlayan bir düzenleme öngörmek daha isabetli olacaktır.
 
Ülkemizin en büyük sorunu, bu tür ayrıcalık öngören düzenlemelerden ziyade, ceza yargılamasında ancak adaletten kaçmayı veya delil karatmayı önlemek için şüpheli veya sanık hakkında bir tedbir olarak başvurulan tutuklama uygulamasını, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5, Anayasa m.19, CMK m.100 ve 101 ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi emsal kararlarına uygun hale getirmemek veya getirememektir. Tutuklama tedbiri konusunda yaşanan soruna, asıl bu noktada kalıcı çözüm bulunmalıdır. Aksi halde, halkın iradesini temsil etseler bile vekillerine ayrıcalık gösterilen asiller ciddi bir hukuk sorunu ve ayırımcılığı ile karşı karşıya kalacaklardır. Yasada yapılacak bu düzenleme, milletvekillerinin tutukluluk sorununu belki o an için çözecek, fakat tutuklama tedbirindeki asıl sorunu ortadan kaldırmayacaktır.
 
Buradaki sorun, çıkarılacak kanunun Anayasaya aykırılığının iddia edilmesi halinde, kanun hükmünün iptal edilinceye kadar yürürlükte kalarak, şu an tutuklu olan vekillere uygulanıp, her durumda tahliyelerin gerçekleşmesi değil, mahkeme ve hakimlerin, çıkarılacak kanuna rağmen mevcut Anayasanın m.14/1 ve m.83/2 hükümlerini esas almak suretiyle milletvekili sanıkların tutukluluklarına son verip vermeyecekleridir. Mahkeme ve hakimler, “normlar hiyerarşisi” prensibi uyarınca kanunlardan önce Anayasa hükümlerini dikkate alıp uygulamak zorundadırlar (Anayasa m.11 ve m.138/1). Anayasa hükmü ile çeliştiği düşünülen yasa hükmü yerine Anayasa hükmünün uygulanabilmesi için, Anayasa hükmünün doğrudan doğruya uygulanma kabiliyetinin olması gerekir. Milletvekillerinin tutuklu yargılanabileceklerine dair Anayasa hükümlerinin doğrudan doğruya uygulanabilme özelliği bulunmamaktadır. Mahkeme ve hakim, Anayasaya aykırı olsa bile iptal edilmediği sürece yasa hükmünü uygulayacaktır. Değişiklik Teklifine konu Kanun hükmünün, İnsan Hakları Sözleşmesi ile çelişmesi de sözkonusu değildir. Aksi halde, Anayasa m.90/son fıkra uyarınca Sözleşme üstün tutulacak idi. Ancak burada Sözleşme ile çelişme mevcut değildir. Çünkü “tutuklanamaz” kuralı, Sözleşmeye aykırı görülemez.
 
Anayasanın 14. maddesi ile 83. maddesinde değişiklik yapılmaksızın yasa değişikliği ile tutuklu vekiller sorununa çözüm bulmak, kanaatimizce normlar hiyerarşisine ve bu ilkeyi düzenleyen Anayasa m.11’e aykırı değildir. Çünkü Anayasanın 14 ve 83. maddeleri, soruşturmasına seçimden önce başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa m.14’ü ihlal ettiği iddia edilen eylemler ve ağır cezalık suçüstü halleri konusunda tutuklama tedbirine başvurmayı ve bu konularda kısmi veya tam tutukluluk yasağı getirecek kanunlara rağmen hakim ve mahkemelere, tutuklama tedbirine başvurmayı emretmemekte ve hakim ile mahkemeleri, tutuklama tedbirine başvurmakla yetkili kılmamaktadır. Anayasanın ilgili hükümleri, genel ve çerçeve düzenleme öngörmenin yanında, kanun koyucunun iradesini de ortadan kaldırmamaktadır. Kişi hak ve hürriyetlerini genişletmeye yönelik kanunlar, Anayasada mutlak emredici hükümlerle önlenmedikleri müddetçe çıkarılabilirler. Çünkü Anayasa m.83’e göre, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamayacağı, sorgu çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı halde, ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ile seçimden önce soruşturulmasına başlanılmak kaydıyla Anayasa m.14’de sayılan halleri bu sınırlamanın dışında bırakmıştır. Ancak sınırlama dışında bırakırken de, Anayasa m.138 ile teminat altına alınan hakim ve mahkemelerin bağımsızlığını ortadan kaldıracak şekilde de hakim veya mahkemelere bu iki istisnai durumda tutuklama tedbirine başvurmayı emretmemiştir.
 
Kaldı ki, tartışma konumuz olmasa bile her dosya, olay ve kişinin taşıdığı somut özellikler dikkate alınarak, Anayasa m.14/1 ve 83/2’nin dar yorumlanması gerektiği, bilhassa 2001 yılında 4709 sayılı Kanunun 3. maddesi ile Anayasa m.14’de yapılan değişikliğin, milletvekillerinin yargılanmalarını daraltmaya yönelik, dolayısıyla tutuklanmamalarını sağlayacak şekilde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı lehine genişletildiğini ifade etmek isteriz. Mahkeme ve hakim, Anayasa m.14/1 ve 83/2’yi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine geniş yorumlayıp uygulamak yerine, 2001 yılında 14. maddede yapılan değişikliği dikkate almak suretiyle ceza yargılaması yapıp yapmamaya karar vermelidir. Esas itibariyle bu hükümler, tutuklama tedbirinin uygulanıp uygulanamayacağı ile değil, ceza yargılaması yapılıp yapılamayacağı ile ilgilidir. Bu sebeple, milletvekillerinin yargılama dokunulmazlığı yerine tutuksuz yargılanabilmesi yolunu, bazı suçları istisna tutmak suretiyle açan bir düzenlemenin kabulü isabetli olacaktır. Ancak bu düzenleme, tüm suçlamalar yönünden milletvekillerinin tutuksuz yargılanabilmesi yolunu da açmamalı, suçüstü özelliği taşıyan birkaç suç istisna tutulmalı ve tutuklama tedbiri sıkı şartlara bağlanmalıdır. Ancak çözüme kavuşturulması gereken temel sorunun sık ve tutuklu yargılamaların olduğunu belirtmek isteriz.
 
Tüm bunlar ışığında, Anayasada değişikliğe gidilmeksizin sadece yasa değişikliği yolu ile tutuklu vekillerin sorununu çözmek mümkün olabilecektir. Ancak bu tür bir değişiklik, tutuklama tedbiri ile ilgili Ülkemizde devam eden sorunu çözmekten şimdilik uzak kalacaktır.
 
Belirtmeliyiz ki, “katalog suç” belirlemesi, yani suç sınırlaması yapmaksızın milletvekili tarafından işlendiği iddia olunan suçun tipi ve ağırlığı ne olursa olsun tutuklama tedbirinin uygulanması yasağını kabul etmek, milletvekili adayı olabilme ve seçilebilme şartlarının gözden geçirilmesi gereğini gündeme getirebilir. Aksi halde, adaletten kaçtığı ve yakalanmadığı için daha önce milletvekili adayı olup seçilmeye engel olabilecek şekilde suç işlediği sabit olmayanlar, masumiyet/suçsuzluk karinesi uyarınca milletvekili adayı olup seçilebilecekler, bundan sonra yargılansalar bile suçun ağırlığına bakılmaksızın dokunulmazlıkları kaldırılmadığı veya milletvekili sıfatları son bulmadığı sürece bu kişiler serbestçe hareket edebileceklerdir. Bu durum, maalesef tutuklama tedbirini usule uygun tatbik etmediği için yasal değişiklik zorlaması ile karşı karşıya kalan toplumun düzen ve barışını tehlikeye düşürebilir, vicdanları yaralayabilir. Bu düşünce, hukuki olmaktan ziyade siyasi bir görüş olarak görülebilir, fakat isabetli bir tespit içerdiğini söylemek isteriz.
 
CMK m.100/4’de yapılması düşünülen değişiklikle, milletvekillerinin tutuksuz yargılanması sonucu verilecek mahkumiyet kararının yerine getirilmesinin milletvekilliği dönemi sonuna bırakılması öngörülerek, ceza yargılaması yol ve yöntemlerini gösteren Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiği ve konusu ile ilgisi olmayan bir düzenleme getirilmesi öngörülmektedir. Bunun yanında Kanun değişikliği, Anayasa m.14/1 ve m.83/2 uyarınca tutuksuz yargılanacak milletvekillerinin hapis cezası ile cezalandırılmaları halinde, bu cezaların infazı dönem sonuna bırakılacağından, hakkındaki mahkumiyet hükmü kesinleşen milletvekilinin yeniden seçilmesi ve bu sayede kesinleşen hapis cezasının infazının önüne geçilmesi mümkün olacaktır. Belirtmeliyiz ki, suçu sabit olan ve cezası kesinleşen milletvekilinin yeniden aday olması, “Milletvekili seçilme yeterliliği” başlığını taşıyan Anayasa m.76 çerçevesinde değerlendirilecek ve bu madde şartlarının oluşmaması halinde mümkün olamayacaktır. Örneğin, bir yıl veya daha fazla hapis cezasına hüküm giyen milletvekilinin yeniden aday olabilmesi imkansızdır.
 
Ancak cezanın infazının ötelenmesi yönü ile hukuka, adalete ve vicdana aykırı olacak bu tür bir değişiklik, Anayasa m.11/2 nedeniyle öncelikle “normlar hiyerarşisi” ilkesini ve dolayısıyla Anayasaya aykırı olacaktır. Çünkü Anayasa m.84/2’ye göre, “Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur”. Anayasa m.83/3’de ise, “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçimden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez”. Görüldüğü üzere, bir milletvekilinin mahkumiyeti kesinleştiğinde üyelik sıfatı, bu husustaki kesin mahkeme kararının Meclis Genel Kuruluna bildirilmesi ile Anayasa m.84/2 uyarınca kendiliğinden gerçekleşecek ve böylece, üyelik sıfatı sona eren milletvekili hakkında hapis cezasının infazına Anayasa m.83/3’e göre başlanacaktır. Oysa Anayasanın bu amir hükümleri karşısında yapılması düşünülen değişiklik, yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesini dönem sonuna bırakılmasını öngörerek, Anayasa m.11/2’de yer alan “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” hükmü uyarınca Anayasa m.84/2 ile 83/3’e açıkça aykırıdır. Bu sebeple, cezanın infazı ile ilgisi olması itibariyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiği ve konusu ile ilgisi bulunmayan bu hükmün, yani değişiklik teklifi metninde yer alan, “Yargılama sonucu verilecek kararın yerine getirilmesi dönem sonuna bırakılır.” hükmü madde metninden çıkarılmalıdır. Ancak bu hükmün, Anayasa m.84/2 kapsamında ve m.83/3 ile de uyumlu kabul edilerek uygulanması gerektiğini söyleyen bir düşünce benimsendiğinde, Teklifte yer alan bu son cümlenin madde metninde kalmasının sakınca doğurmayacağı ileri sürülebilir. Kanaatimizce, Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğine ve konusuna uygun düşmeyen Anayasaya aykırı bir hükmün, Anayasanın bazı maddeleri sebebiyle uygulamada sorun doğurmayacağını savunmak isabetli değildir.
 
Netice olarak;
 
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun tutuklama tedbiri şartlarını düzenleyen 100. maddesinin 4. fıkrası değişikliği için hazırlanan Kanun Teklifinde karşı olduğum husus şunlardır;
 
Asıl olan, Milletin iradesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil eden milletvekillerinin tutuksuz yargılanmaları değil, bazı suçlar hariç görevleri süresince yargılanamamaları, ceza yargılamaları mümkün olanlar yönünden ise özellik arz eden bazı suçlar hariç tutuksuz yargılanmalarıdır. İstisnai olarak milletvekillerinin ceza yargılamasına tabi tutulmalar halinde, suçlamanın ağırlığı hiç dikkate alınmaksızın tutuksuz yargılama yoluna da başvurulmamalıdır. Tutuklama tedbirinin tatbiki için olması gereken şüpheli veya sanık yönünden kuvvetli suç şüphesi, adaletten kaçma veya delil karartmaya dair somut şartlar varsa ve bu tedbir yerine adli kontrol tedbirinin tatbiki gerçekten çözüm olamayacaksa, elbette şüpheli veya sanık milletvekili de olsa tutuklu yargılanabilmelidir. Bu noktada, tutuklama tedbiri ile ilgili Ülkemiz Hukukunda devam eden sık ve uzun süreli hatalı uygulama sorunu, kanun değişikliği yoluyla yalnızca milletvekilleri lehine ve milletvekillerini koruyacak şekilde ve en önemlisi hukukun ilke ve esaslarını, yani tutuklama müessesesinin amaç ve şartlarını zedeleyecek şekilde çözülmemelidir. Elbette, ifa ettikleri görev itibariyle milletvekilinin engellenmemesi, bu maksatla da farklı koruyucu hukuk kuralları ile güvenceye kavuşturulması gerekir ve bu da keyfi olmadığı için "eşitlik" ilkesinin ihlali sayılmaz. Ancak milletvekillerinin geçici dokunulmazlığı, mutlak yasama dokunulmazlığından (Anayasa m.83/1) farklı olarak, hem görev süresi sınırlanmış ve hem de bazı suçlar bu dokunulmazlığın istisnası olarak kabul edilip uygulanmakta ise, ceza yargılamasının bir tedbiri olan tutuklamayı da şartları oluştuğunda uygulamak gerekir. Tutuklama, tutukluluğun devamı ve tutukluluğun uzatılması kararlarında, özellikle somut hukuki ve fiili gerekçelerde yaşanan sorunlar, basmakalıp sözlere dayalı birbirine benzeyen şablon karar gerekçeleri, kararların her bireyin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını koruyacak şekilde ferdileştirilmemesi gibi sıralayacağımız ortak sorunlar, sistematiği tümü ile bozarak, tedbirin fonksiyonunu ve uygulanma amacını engelleyecek, bu defa "eşitlik" ilkesini ihlal edecek şekilde de uygulanmamalıdır.
 
Tutuklama tedbiri konusunda Ülkemizde bir hukuk kültürü sorunu yaşandığı doğrudur. Bu sorunu, sadece milletvekilleri bakımından yasama organının müdahalesi ile çözmeye çalışmak, hem milletvekilliği adaylığı ve seçimi, hem de sadece milletvekilleri için suçlamanın türü ve ağırlığı ne olursa olsun mutlak tutuksuz yargılanma yolunu açacaktır ki, bu şekilde bir kural kötü ve keyfi ayrıcalıklı kullanımlara neden olmanın yanında, toplumun adalet duygusunu ve vicdanları rahatsız edecektir. Tutuklu milletvekilleri için kabul edilecek yeni kural, belki şu an yaşanan sorunu çözüme kavuşturacak, fakat sonrasında olumsuzluklara yol açacaktır. Bu sebeple, ya geçici bir kanun maddesi kabulü ile mevcut tutuklu milletvekilleri sorunu çözülmeli ya da Türk Hukuku uygulamasında devam eden sorunlara herkesi kapsayacak çözüm bulunmalıdır. Bu çözümü bulmak, yasama, yürütme ve yargı organlarının sorumluluk ve yükümlülüklerinin ön sıralarında yer almaktadır.
 
Belirtmeliyiz ki, CMK m.100/4 değişikliğine dair Kanun Teklifinin infazla ilgili son cümlesinin kabulü, Anayasa m.83 ve 84 kapsamında anlaşılıp uygulanmadıktan sonra hiç mümkün değildir. Çünkü mevcut hali ile Teklifin bu cümlesi Anayasaya aykırıdır.



(Bu çalışma, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından 
www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)