Adli kontrol müessesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.109 ila m.115’de düzenlenmiştir. CMK m.109/1;Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir.” diyerek, kişinin adli kontrol altına alınabilmesi için CMK m.100/1 uyarınca tutuklama koşullarının mevcut olması gerektiğini belirtmiştir.

Tutuklama tedbirini düzenleyen CMK m.100/1’e göre; “Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez”.

Bu hükümlere göre, tutuklama ve adli kontrol tedbirleri aynı koşullara bağlı kılınmıştır. Dolayısıyla; bir şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilmesi veya kişinin adli kontrol altına alınabilmesi için, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller ve en az bir tutuklama nedeni mutlaka bulunmalıdır. Bu tedbirlerin uygulanabilmesi için gerekli olan bir diğer koşul ölçülülüktür. Tutuklama; doğası gereği, adli kontrol tedbirlerine nazaran kişi hürriyetini daha ciddi ölçüde kısıtlaması nedeniyle, son çare olarak uygulanmalıdır. CMK m.100/1’in son cümlesi buna gönderme yapmaktadır. Özetle; tutuklama ile adli kontrol tedbirleri aynı koşullara tabi olup, aralarında yalnızca ölçülülük koşulunun değerlendirilmesi bakımından bir farklılık bulunmamaktadır.

O halde yazımızın başlığında sorulan sorunun yanıtı aslında hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıktır. Adli kontrol tedbirlerinin uygulanabilmesi için, kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin bulunması Kanundan kaynaklanan bir zorunluluktur.

Buna rağmen uygulamada kimi zaman aksi yönde değerlendirmelerin yapıldığı görülmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 11.05.2023 tarihli Rafiye Erkol (B. No: 2021/24596) kararına konu olan adli süreç buna güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu olayda; ilgili Başsavcılık, terör örgütüne üye olma şüphesiyle gözaltında bulunan başvurucunun tutuklanması talebiyle Sulh Ceza Hakimliğinden talepte bulunmuştur. Talepte, “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve başvurucuya isnat edilen suçun karşılığı olan cezanın üst haddinin dikkate alınması suretiyle” başvurucunun tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. İlgili Hakimlik, “başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklamasını gerektirir mahiyette yeterli delilin soruşturma dosyasında bulunmadığını” belirtmiş, buna rağmen “kamu davası açılıp savunması alınıncaya veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilirse bu karar kesinleşinceye kadar” başvurucunun adli kontrol tedbiri kapsamında konutunu terk etmemeye ilişkin yükümlülüğe tabi tutulmasına karar vermiştir. Hakimlik; kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığını kabul etmiş, ancak yine de kişi hürriyetine ciddi bir müdahale oluşturan “konutu terk etmeme” tedbirinin tatbikine karar vermiştir. Bu karara karşı yapılan itiraz reddedilmiş ve kovuşturma evresinde, başvurucunun tabi olduğu adli kontrol tedbirinin devamına karar verilmiştir. Birinci celse sonunda adli kontrol tedbiri kaldırılmış ve ilk derece mahkemesi önünde görülen dava başvurucunun beraatı ile sonuçlanmıştır.

AYM; tek paragraftan ibaret gerekçeyle, başvurucunun konutu terk etmeme yükümlülüğüne tabi tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Yüksek Mahkeme; somut olayda, başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmasını gerektirecek mahiyette yeterli delilin bulunmadığının Sulh Ceza Hakimliği kararında açıkça belirtildiğine ve adli kontrol tedbirinin devamına ilişkin Ağır Ceza Mahkemesi kararının herhangi bir gerekçe içermediğine dikkat çekmiştir. AYM’ye göre, bireysel başvuru kapsamında yapılan incelemede, suç şüphesinin bulunmadığı yönündeki tespitin sorgulanması ve derece mahkemesinin yerine geçilerek tedbirin devamına ilişkin kararın gerekçelendirilmesi mümkün değildir (§ 34). AYM sonuç olarak, suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ortaya koyulmadan başvurucunun adli kontrol altına alınması nedeniyle Anayasa m.19/3’ün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Uygulamada adli kontrol tedbirlerine; hastalık, yaşlılık, uzun tutukluluk hallerinde veya verilmesi muhtemel cezanın ağırlığı gerekçe gösterilerek başvurulduğu görülmektedir. Bunların tamamı, tutuklama tedbirinin ölçülü olmadığı durumlarda şüpheli veya sanığın hürriyetine daha hafif müdahalede bulunmak için başvurulabilecek meşru gerekçelerdir. Ne var ki bu gerekçeler, tek başlarına olarak adli kontrol tedbirlerini meşrulaştırmaya yeterli değildir. Kişinin suç işlediği yönünde kuvvetli şüphe doğuran somut deliller ortaya koyulmadan adli kontrol tedbirlerine karar verilmesi Kanuna aykırı olduğu gibi, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline de yol açmaktadır.

Diğer yandan; tutuklama yerine adli kontrol tedbirlerine karar verilmesi, uygulanan tedbiri otomatik olarak ölçülü hale getirmemektedir. Nitekim CMK m.109/3, kişi hürriyeti üzerinde farklı sonuçlar doğuran çok sayıda adli kontrol tedbiri öngörmektedir. Anayasa m.13 uyarınca, temel hak ve özgürlüklere getirilen her türlü sınırlamanın ölçülü olması gerekmektedir. Kişinin kaçmasının veya delilleri karartmasının engellenmesi daha hafif bir tedbir ile mümkün iken, Kanunda öngörülen en ağır adli kontrol tedbirinin uygulanması “ölçülülük” ilkesine aykırı olacaktır. Uygulamada bu hususun yeterince dikkate alınmadığı ve her türlü adli kontrol tedbirinin otomatik olarak ölçülü kabul edildiği görülmektedir. AYM bir kararında bu soruna değinmiş ve “temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan diğer adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması halinde konutu terk etmeme tedbirine başvurulmamalıdır” tespitinde bulunarak, adli kontrol tedbirlerinin ölçülülük şartından muaf tutulmadığını hatırlatmıştır (Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, § 83).

Uygulamadaki bu sorunlara, Kanundan kaynaklanan bir başka sorunu da eklemek gerekmektedir. CMK’nın “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlıklı 141. maddesi adli kontrol tedbirlerine ilişkin bir düzenleme içermemektedir. Dolayısıyla, hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olduğunu iddia eden bir kişinin CMK m.142 uyarınca tazminat isteminde bulunması mümkün değildir. AYM 2022 yılında verdiği bir kararda, başvurucunun hukuka aykırı şekilde tabi tutulduğu adli kontrol tedbiri nedeniyle etkili bir tazminat imkanının bulunmadığını belirtmiş ve bu durumun Anayasa m.19/9’da düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında tazminat hakkının ihlaline yol açtığını tespit etmiştir (E.Y. [GK], B. No: 2018/10482, 14/12/2022).[1] Ayrıca AYM, bu ihlalin yapısal bir sorundan kaynaklanması nedeniyle kararın bir örneğinin yasama organına gönderilmesine karar vermiştir.

Sonuç olarak; adli kontrol tedbirlerinin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının gereklerine aykırı sonuçlar doğurmaması için, adli makamlar tarafından, tutuklama koşulları oluşmadan adli kontrol tedbirlerine başvurulamayacağının kabul edilmesi ve uygulanmasına karar verilen tedbirin ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi önem arz emektedir. Yasama organı açısından ise, AYM’nin tespit ettiği eksikliğin giderilmesi ve benzer ihlallerin tekrarlanmaması için gerekli düzenlemenin yapılması zaruri görünmektedir. Bu yönde bir düzenlemenin AYM’nin iş yükünün hafiflemesine katkı sunacağı açıktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

----------------

[1] https://www.hukukihaber.net/hukuka-aykiri-adli-kontrol-tedbiri-nedeniyle-tazminat