Adli kontrol müessesesi 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.109 ve devamında düzenlenmiştir. CMK m.109/1’e göre, “Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100’üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere, adli kontrol tedbiri tutuklamaya alternatif ve öncelikle uygulanması gereken bir koruma tedbiridir. Çünkü tutuklama tedbiri, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını tümü ile kısıtlamaktadır.

Adli kontrol tedbirlerinin uygulanabilmesi için tutuklama sebeplerinin varlığı gereklidir. CMK m.100/1 uyarınca, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde ve ölçülü olması koşuluyla şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. Adli kontrol; kuvvetli suç şüphesini gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması, ancak tutuklamanın ölçüsüz olarak değerlendirilmesi durumunda gündeme gelebilecektir.

Bununla birlikte, Anayasa m.19 ile korunan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ihlal etmemesi için adli kontrol tedbirinin de “ölçülü” olması gerekmektedir. Tutuklama yerine adli kontrol hükümlerine başvurulması, uygulanan tedbiri otomatik olarak ölçülü hale getirmemektedir. CMK m.109/3, adli kontrol kapsamında kişinin tabi tutulabileceği yükümlülükleri sıralamaktadır. Somut bir vakada bu yükümlüklerden hangisine veya hangilerine başvurulacağı kararlaştırılırken, uygulanacak tedbirin kişi hürriyeti üzerindeki etkileri dikkate alınmalıdır. Anayasa Mahkemesi (AYM) Esra Özkan Özakça kararında; “temel hak ve özgürlüklere daha hafif etkide bulunan diğer adli kontrol yükümlülüklerinin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması halinde konutu terk etmeme tedbirine başvurulmamalıdır” diyerek, “ölçülülük” ilkesinin doğal olarak adli kontrol tedbirleri bakımından da uygulanacağına işaret etmektedir.[1]

CMK m.141, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında uygulanan koruma tedbirleri nedeniyle Devletten tazminat talep edilebileceğini belirtmekte ve hangi hallerde tazminat hakkının doğduğunu düzenlemektedir. CMK m.141/3-a ila 141/3-k’da sıralanan sebeplere bakıldığında, adli kontrol tedbirine ilişkin bir tazminat sebebi bulunmadığı görülmektedir. Dolayısıyla; adli kontrol tedbirlerinin hukuka aykırılığı ileri sürülerek, CMK m.141 ve m.142 uyarınca tazminat talep edilmesi mümkün görünmemektedir.

Yargıtay 12. CD 21.12.2020 tarihli ve E.2019/1929, K.2020/7258 sayılı kararında, “5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve devamı maddelerinde (…) yakalama, gözaltı, tutuklama, arama ve el koyma işleminden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmininin düzenlendiği dikkate alındığında, davacı hakkında uygulanan ve 5271 sayılı CMK'nın 109/3-j. maddesinde düzenlenen konutunu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği” şeklinde hüküm kurarak bunu teyit etmiştir.

Adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat meselesi kısa bir zaman önce AYM Genel Kurulu’nun bir bireysel başvuru kararında ele alınmıştır.[2] Bu karara konu olayda, başvurucu terör örgütü üyeliği şüphesi ile tutuklanmış, bir süre sonra Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bir kararla konutunu terk etmeme yükümlülüğüne tabi tutulmuştur. Başvurucu, tutuklanmasına neden olan suçtan beraat ettikten sonra haksız yere tutuklu kaldığını ve adli kontrole tabi tutulduğunu ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuştur.  Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun tazminat talebini kısmen kabul etmiş, ancak adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat hakkında herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Başvurucu; hükmedilen tazminat miktarının düşük olduğunu ve adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirterek istinaf yoluna başvurmuş, Bölge Adliye Mahkemesi ise konutu terk etmeme şeklindeki tedbirin ceza infaz kurumunda tutuklu kalma gibi değerlendirilerek, fazladan manevi tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu ifade etmiş ve tazminat miktarını düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

AYM 14.12.2022 tarihli kararında, başvurucunun şikayetlerinin adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat ile ilgili kısmını Anayasa m.19 kapsamında incelemiştir. Bilindiği üzere, “Kişi hürriyeti ve güvenliği” başlıklı 19. Madde; 1. fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğunu belirtmekte, 2. ve 3. fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği meşru halleri saymakta, 4., 5., 6., 7. ve 8. fıkralarında ise özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilere tanınan güvencelere yer vermektedir. Maddenin 9. ve aynı zamanda son fıkrasında ise; ilk 8 fıkradaki düzenlemeler kastedilerek, “Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir.” hükmü yer almaktadır. Görüldüğü gibi Anayasa m.19; tazminat hakkı bakımından hürriyetten yoksun bırakma halleri arasında bir ayrım yapmamakta, dolayısıyla konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat talep edilmesine imkan tanımaktadır. Ancak bunun mümkün olması için, öncelikle Anayasa m.19’un ilk sekiz fıkrasındaki hak ve güvencelere aykırı bir durumun veya uygulamanın sözkonusu olması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle; Anayasa m.19/9’daki tazminat hakkı tek başına uygulanma imkanı bulamamakta, ancak m.19’daki hak veya güvencelerden biriyle bağlantılı olarak ileri sürülebilmektedir.

Özgürlüğünden yoksun bırakılan kişinin Anayasa m.19/9’da düzenlenen tazminat hakkını ileri sürmesi durumunda, AYM tarafından öncelikle başvurucunun m.19’un ilk sekiz fıkrasındaki esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığı değerlendirilmektedir. Şayet derece mahkemesi bu türden bir aykırılık tespit etmişse, AYM yalnızca hükmedilen tazminat miktarının yeterli olup olmadığını değerlendirmektedir.[3] Derece mahkemesi tarafından bu yönde bir tespit yapılmaması durumunda ise, kişinin m.19’un ilk sekiz fıkrasındaki esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığı bizzat AYM tarafından incelenmektedir.

Somut vakada, başvurucunun m.19’un ilk sekiz fıkrasındaki hak ve güvencelere aykırı bir muameleye maruz kaldığı derece mahkemelerince tespit edilmediğinden, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka uygunluğu AYM tarafından incelenmiştir. AYM; bu kapsamda yaptığı incelemede, somut vakada başvurucunun suç işlediği yönünde kuvvetli şüphe oluşturan somut delillerin mevcut olduğuna kanaat getirmiş ve ardından tutuklama nedenlerinden en az birisinin bulunup bulunmadığını sorgulamıştır. CMK m.100’de, şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın delilleri ortadan kaldırma, gizleme veya değiştirmesi, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphe oluşması tutuklama nedenleri olarak düzenlenmiştir. Somut vakada, başvurucu hakkında uygulanan tutuklama tedbirinin konutu terk etmeme tedbirine dönüştürülmesinin gerekçesi olarak başvurucunun kaçma şüphesi bulunmamasıdır. Öte yandan, başvurucunun tutuklanmasına esas alınan yegane delil bir gizli tanığın beyanlarıdır. Delillerin ise soruşturma aşamasında toplandığı görülmektedir. Bu koşullarda başvurucunun delilleri karartması veya tanık üzerinde baskı kurması mümkün görünmemektedir. Tüm bu hususları gözönüne alan AYM, “isnat edilen suç için kanunda öngörülen cezanın ağırlığı” ve bu “suçun katalog suçlardan olması” şeklindeki gerekçelerin yargılamanın ileri bir aşamasında adli kontrol tedbirine başvurulmasının gerekçesi olamayacağını ifade etmiştir. Bunun neticesinde AYM, olayda uygulanan adli kontrol tedbirinin meşru bir amacı bulunmadığına (tutuklama nedenlerinin varlığının gösterilemediğine) kanaat getirmiş ve tedbirin ölçülülüğü bakımından ayrıca bir değerlendirme yapmaya gerek görmemiştir (§ 45-46). Başvurucunun Anayasa m.19’daki güvencelerden yoksun bırakıldığı sonucuna ulaşılması, m.19/9’da düzenlenen tazminat hakkının doğduğu anlamına gelmektedir. Burada AYM, CMK m.141’de tazminat talep edilebilecek koruma tedbirleri arasında adli kontrol tedbirlerinin yer almadığını, dolayısıyla konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri bakımından etkili bir tazminat imkanının bulunmadığını belirtmiştir. AYM sonuç olarak, somut olayda Anayasa m.19/3 (tutuklama nedenleri) ile bağlantılı olarak m.19/9’un ihlal edildiğine karar vermiştir (§ 47-49).

AYM tarafından tespit edilen ihlalin ne şekilde giderilebileceği oldukça önemli bir husustur. Bireysel başvuru incelemesinde tespit edilen hak ihlalinin doğrudan kanundan kaynaklanması durumunda, gerçek anlamda bir giderim sağlanabilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılmasının veya değiştirilmesinin yahut daha önce var olmayan bir kanuni düzenlemenin yapılmasının gerekli olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır. AYM’nin somut olayda tespit ettiği kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ihlali doğrudan CMK m.141’deki eksiklikten kaynaklanmaktadır. AYM’ye göre bu sorun “yapısal” nitelikte olup, sorunun giderilmesi için koruma tedbirlerinin hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle tazminat talep edilmesine imkan tanıyacak etkili bir yolun ihdas edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle AYM, “kararın bir örneğinin bilgi ve takdiri için yasama organına gönderilmesine” karar vermiştir (§ 65). Bu koşullarda, benzer hak ihlallerinin tekrar yaşanmaması ve AYM kararlarının sonuçsuz kalmaması için yasama organının en kısa süre içinde kararda belirtilen eksikliği giderecek bir yasal düzenleme yapması zaruridir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Dr. Erkan Duymaz

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, § 83.

[2] E.Y. [GK], B. No: 2018/10482, 14/12/2022.

[3] M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, § 47.