Yazımızın 1.bölümünde, Ayasofya’ya ilişkin tarihi süreci incelemiştik. Yazımızın 2.bölümünde, bu yere ilişkin olarak açılan davaların niteliklerini ve sonuçlarını, kısa ve özlü bir şekilde sunmak istiyoruz.

a)Bir dernek tarafından ilk dava 2005 yılında Danıştay’da açılmıştı. Davacı dernek; Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasına ilişkin olarak 1934 yılında alınan Bakanlar Kurulu Kararı’nın iptalini istiyordu.

b)Davayı gören “Danıştay 10. Dairesi” 2008 yılında; Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık görmeyerek,” davayı reddetti”.  Yani davacı dernek, açtığı davayı kaybetmişti.

c) Davacı derneğin yaptığı itiraz, Danıştay’ın üst organı olan “Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu “ tarafından da red edildi. Karar kesinleşmişti.

d) Davacı dernek, dava ve olayı “Anayasa Mahkemesi’ne” götürdü. Anayasa Mahkemesi de 2018 yılında verdiği kararla, bu itirazı reddetti. Üstelik verdiği kararda; davacı derneğin, böyle bir dava açmaya yetkisi olmadığını da karara bağlamıştı.

Bu iş her yönü itibariyle bitmiş, en üst yargı organlarında karara bağlanmış ve verilen karar kesinleşmiş idi. Ama gerçekten böyle mi idi, bu iş bitmiş miydi?

İKİNCİ DAVA

Aynı davacı dernek, aynı konuda, tekrar Danıştay’da 2016 yılında yeni bir dava açtı.

a) Davada görüş bildiren Danıştay Savcısı “1934 yılında yapılan işlemin hukuka uygun olduğunu belirterek “davanın reddi gerektiğini” talep etti.

Savcı, Ayasofya hakkındaki kararın 1934 yılında Bakanlar Kurulu tarafından alınması nedeniyle, eğer kullanım şekli değiştirilecek ve yeni bir karar alınacak ise bunun dava yoluyla değil, yeni bir Bakanlar Kurulu veya Cumhurbaşkanlığı kararı ile yapılması yoluna gidilebileceğini ifade etti.

b) Bu konuda dava açmak için yasada öngörülen süre de geçmişti. Üstelik aynı konuda, aynı davacı tarafından açılan, red edilen ve kesinleşen bir karar olması itibariyle, yeni bir dava açılması da mümkün değildi, davanın esasına girilmeden reddedilmesi gerekirdi. 

c) Ancak, daha önce “red” kararı veren aynı daire, “Danıştay 10. Dairesi” bu kez “kabul” yönünde karar vererek, bundan 86 yıl önce 1934 yılında Bakanlar Kurulu tarafından alınan kararı iptal etti. Artık bu yer “müze” olarak kullanılmayacak “cami” olacaktı.

d) İptal kararının açıklanmasının ertesi günü, daha karar taraflara tebliğ edilmeden, temyiz ve itiraz süresi geçmeden yani karar kesinleşmeden, alınan ve Resmi Gazetede ilan edilen bir kararla, bu yerin cami olarak kullanılacağı ilan edildi. Daha karar tebliğ edilmemiş, temyiz-itiraz süresi geçmemiş, karar kesinleşmemişti. Kesinleşmeyen bir kararın uygulanması hukuken mümkün değildi ama uygulamaya geçildi.

Sonuçta “AYASOFYA-İ KEBİR-ÜL ŞAKA GİBİ BİR KARAR” verilmişti.

Yazımızın 3. Bölümünde, bu davadaki tarafların taleplerine ve asıl konunun ne olduğuna yer vereceğiz.

Sanırım… hatta sanırım değil mutlaka daha fazla şaşacaksınız.

Av.A.Erdem AKYÜZ