Mavi Marmara olayı hakkında bir çoğumuzun pek net bir bilgisi yok.

Ancak bu olayın gerçek boyutunu kavrayabilmek için, olay öncesi gelişen ilişkiler ve diplomatik krizlere de bir göz atmak gerekir.

İsrail-Filistin Savaşında bir takım gelişmeler beklenirken, İsrail’in aniden Gazze’yi bombalaması sonrasında 30.Ocak 2009 tarihinde İsviçre’nin “Davos” kasabasında, Dünya Ekonomik Forum Toplantısı yapılmıştır. Toplantı sırasında, İsrail Başbakanı Simon Perez ile Başbakan Erdoğan arasında, hepimizin bildiği “One Minute” krizi yaşanmış ve Erdoğan toplantıyı terk etmiştir.

Gerilen ilişkiler sonrasında 11.Ocak.2010 tarihinde, İsrail’li bir Bakan Yardımcısı, Türkiye Büyükelçisini makamına davet ederek, en basit diplomatik kurallara uymaksızın; kapıda bekletmek, daha alçakta duran bir koltuğa oturtmak, Türk Bayrağı koymamak ve bunları söylemek şeklinde terbiyesizce hareketler yapmış, ilişkiler iyice gerilmiştir.

Bütün bunların üzerine “Mavi Marmara Olayı” eklenmiştir.

        “Mavi Marmara Gemisi” 1994 yılında Türkiye Gemi Sanayi A.Ş. tarafından yapılmıştır. 93 metre uzunluğunda, 20 metre eninde 1.080 kişi kapasiteli bir yolcu gemisidir.

         İlk sahibi İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş. olup Sarayburnu hattında yolcu taşımacılığında kullanılmıştır. Daha sonra 2010 yılında İnsani Yardım Vakfı tarafından 800.000 dolara satın alınmıştır.

Bir geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrağa “bandıra” denir. Mavi Marmara gemisi, Türk değil “Komor Adaları” bandralını taşımaktadır.

         Mavi Marmara Gemisi, bir gurup gemi ile birlikte; İsrail’in Gazze’ye uyguladığı “ambargoyu delmek” ve Gazze halkına yardım malzemesi götürmek amacı ile hareket etmiştir.

         Gemi, Gazze’ye yakın uluslararası sularda seyrederken, İsrail askerleri, geminin rotasını çevirmesini talep etmiş, bu isteğin kabul edilmemesi üzerine gemiye çıkarma yapmış, kendilerine demir ve sopalarla karşı koymaya çalışan aktivistlere ateş ederek, bir çok kişinin yaralanmasına ve 9 kişinin ölmesine neden olmuşlardır.

         Bu olayın tarihi, “31.Mayıs.2010” dur. Yani nerede ise 3 sene dolmak üzeredir.

         Bu üç sene zarfında Türk yetkililer, İsrail’in özür dilemesini, tazminat ödemesini ve Gazze’yi açmasını istemişler, İsrail ise gene bu üç sene zarfında bu istekleri “ısrarla” reddetmiş, yaptığı askeri harekatta haklı olduğunu vurgulamıştır.

         Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Barrack Obama, çıktığı Orta Doğu Diplomatik Turu sırasında İsrail’e de gitmiştir. Obama; gezisi sırasında 22.Mart.2013 günü, İsrail Başbakanı Netanyahu ile Başbakan Erdoğan arasında üçlü bir telefon konuşması yaptırmıştır.

           Telefon konuşması sırasında Netanyahu’nun; Gazze saldırısından ötürü meydana gelen can kayıpları nedeniyle “özür dilediği”, tazminat ve Gazze konusunda görüşmeler yapmayı kabul ettiği ve Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti adına “özrü kabul ettiği” hususları açıklanmıştır.

         Sayın Başbakan’ın bu özrü hükümet adına kabul etmesi mümkündür ancak “Türk Milleti Adına” kabul edilebilmesinin daha başka koşulları vardır.

Bir başka düşündürücü konuda, bazı kaynakların bu özre ait telefon konuşmasının kayıt altına alındığını söylemeleridir. Konuşmanın içeriğinden şüphe olmadığına göre, kayıt altına alındığının ısrarla belirtilmesinin bir anlamı da olmamalıdır. Üstelik böyle bir kayıt olduğuna göre, bu kaydı dinletmek, dinleyenlerin üzerinde ayrı bir “ferahlık etkisi” uyandıracaktır.

         Her ne kadar basında yer alan haberlerin bir bilinmezlik bulutu altında sunulması nedeniyle, dilenen şeyin bir “özür beyanı mı”, yoksa bir “üzüntü beyanı mı” olduğu -her ikisi arasında büyük fark olmakla birlikte- anlaşılamamış ise de asıl önemli sorun, 3 sene sonra birdenbire ve aniden, İsrail tarafının neden bu şekilde hareket ettiğidir.

         Amiyane tabiri ile “kafasına taş mı düşmüştür.”

         Ve ABD’nin, bir gezi sırasında, her ikisi de müttefiki olan iki ülke arasında, 3 sene önce cereyan eden bir olay nedeniyle, birdenbire ve aniden neden arabuculuk ettiği ve neden bir baskı ve telkinde bulunduğudur.

         Diplomatik ilişkilerde hiçbir şeyin tesadüflere dayalı olarak yapılmadığı, her şeyin bir nedeni ve hesabı olduğu nazara alındığında bu “nedenlerin” araştırılması zorunludur.

         Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, “açılım sürecinin” kamuoyunda uyandırdığı tepkiler; ayrılık, ayrımcılık ve bölücülük rüzgarlarının esmesine karşı gelişen tepki ve endişelere bir başka yön verilmesi amacının ve aniden “bayram değil seyran değil İsrail bizi neden öptü” diye düşünülmesinin ve bu sürecin bizi nereye sürükleyeceği hususunun irdelenmesinin zorunlu olduğu açıktır.
 

Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdem AKYÜZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.