1-) Türk Hukuku’nda boşanma davalarının ne kadar uzun sürdüğü malumdur. Boşanma davası ikame edildikten sonra yıllar süren dava süreci, bu davalara hem devletin hem de tarafların sürekli masraf yapması, mahkemelerin iş yükünün altından kalkılamaz boyutlara ulaşması, tarafların birbirlerine karşı sadakat yükümlülüklerinin yargılama boyunca sürmesi, yargılanma sürecinin insan ruhuna verdiği ağırlık, aile hayatına ilişkin tanıkların ve tarafların yaralayıcı beyanlarda bulunması göz önüne alındığında, boşanma davalarının hukuki zeminin değiştirilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır. Arz edilen sorunlara ilişkin bir kısım çözüm önerisi üzerine düşünülmüş ve aşağıdaki çözümlere erişilmiştir.
2-) Evlilik, bir sözleşmedir. Geçerliliği, resmi şekilde yapılmış olmasına bağlı bir sözleşmedir. Bir sözleşmenin bir tarafı veya tarafları, sözleşmeyi devam ettirmek istemiyorsa, sözleşmenin tarafı olmayan adli makamların bu konu hakkında herhangi bir takdir hakkı olmamalıdır. Anılan nedenle evlilik sözleşmesinin tarafı veya tarafları bu sözleşmeyi sona erdirmek istediğinde yani boşanmak istediğinde, derhal bu sonucun doğması gerekir. Günümüz hukukunda adeta birbirini istemeyen insanları zorla bir arada evli tutmaya çalışır bir sistem mevcuttur. Bu kabul edilebilir ve makul değildir. Tazminat ve diğer hususların yargılaması ayrıca yürütülmelidir.
3-) Bilindiği üzere boşanma nedenleri TMK’da sayılan sebeplerle sınırlıdır. Bu sebepler dışında bir boşanma gerekçesi sunulduğu zaman bu hal davanın reddini beraberinde getirmektedir. Oysa evlilik, çok çok büyük oranda hem ülkemizde hem de yurt dışında çiftlerin birbirlerine karşı duydukları aşk, sevgi, şehvet, şefkat, huzur, mutluluk gibi soyut hisler sebebiyle yapılmaktadır. Dolayısıyla hislerle yapılan evliliğin sona ermesinin somut nedenlerle yasal olarak sınırlanması anlamlı değildir. Zira aşk, sevgi, mutluluk vb. hislerin de bir sonu olabilmektedir. Hal böyleyken, örneğin sadece ama sadece eşine karşı aşkı biten, bunun dışında herhangi sorunu olmayan bir bireye boşanma hakkının yasal olarak tanınmaması, mevcut boşanma mevzuatının yetersizliğini ortaya koymaktadır. Kaldı ki boşanma sebeplerinin sınırlı olarak sayılması hususu, özel hayata da müdahale niteliğindedir.
4-) Öte yandan, herhangi bir nedenle taraflardan birinin boşanma davası açması bulunması halinde “davanın reddi” kararı verilmesi oldukça işlevsizdir. Zira evlilik kurumu, eşlerin hayatlarını kaide olarak ölene kadar sürdürmeleri üzerine kuruludur. Eşini kalbinde ve veya zihninde bitirmiş bir bireyin boşanma davasının reddedilmesi, evliliği kurtarmadığı gibi taraflar için acı ve ızdırap dolu bir süreci meydana getirmektedir. Boşanma davası açmış ve davası reddedilmiş bir birey, o gün evine döndüğünde eşine karşı ne hissetmektedir? Peki aleyhine boşanma davası açılmış eş, dava reddedildiğinde aynı evin içinde ne hissetmektedir? Şu veya bu sebeple eşini gönlünden ve/veya zihninden çıkarmış birisini, yasal gerekçelerle diğer eşle bir arada tutmaya devam etmek son derece hatalıdır. Bu hata ile korunan herhangi bir menfaat de yoktur. Sözün özü, “boşanma davası” müessesi hayatın olağan akışına uygun değildir. Zira hiçbir birey devamını arzu etmediği bir evliliğe ve yükümlülüklerine yargısal nedenlerle yıllarca tahammül etmek zorunda değildir. Nasıl ki, evlenirken yargı kararına ihtiyaç duyulmuyorsa, aynı şekilde evlilik sona erdirilmek istendiğinde de yargısal yola gerek olmamalıdır. Evlilik, tıpkı evlenirken olduğu gibi belediyeye verilecek birkaç cümlelik bir dilekçe ile sona erdirilebilmelidir. Böylesi bir uygulama, yaşlanan nüfusumuza karşılık evlilik sayısını arttıracaktır. Zira günümüzde insanların evlenmek istememe nedenlerinden birisi, boşanma ihtimalinde yıllarca mahkeme yolu eskitmektir. Oysa boşanma kolaylaştırılırsa, evliliğe olan talep artacaktır.
5-) Bu hususta çözüm önerisi şudur: Taraflardan boşanmak isteyen eş, tıpkı evlenirken olduğu gibi evlendiği belediyeye belediye nezdindeki matbu bir dilekçe ile boşanma başvurusu yapmasıdır. Başvuru tarihini takip eden 10 iş günü içerisinde başvurucu boşanmak isteyen eş, başvurusundan feragat etmediği takdirde belediye tarafından boşanma kararının kesin olarak verilmesidir. Böylelikle yıllar boyu sürecek boşanma yargılamasına gerek kalmayacaktır. Tarafın boşanmak istediği eşe karşı yıllar sürecek manası kalmayan sadakat yükümlülüğü sona erecektir.
6-) Boşanma gerçekleştikten sonra gündeme kusur incelemesi ile tazminat talepleri, nafaka, çocuğun velayeti, mal rejimi, düğünde takılan takılar gündeme gelecektir. Bunların tamamı aile mahkemesine açılacak tek bir dava ile görülmelidir.
7-) Kusur incelemesi yaptırmak isteyen ve tazminat talep eden eş aile mahkemesine açılacak bir maddi manevi tazminat davasıyla yapılmalıdır. Boşanılan eşin karşı dava açma hakkı bulunmalıdır. Bu dava uygulanmakta olan HMK hükümlerine göre görülmelidir. Yalnızca kusur durumunu netleştirmek ve boşanmaya neden olan hususları öğrenmek adına tarafların en fazla 3’er tanık dinletmesine olanak sağlanmalıdır. Tarafların iddialarını, savunmalarını ve delillerini toplayan ve tanık beyanlarını dinleyen hâkimin bilirkişiden rapor almaksızın talepler hakkında takdirine göre karar vermesiyle kusur yargılaması sona erer. Bu karara karşı miktara bakılmaksızın sadece istinaf kanun yolu açık olmalıdır.
8-) Bir diğer husus nafaka hükümleridir. Türk Hukuku’nda ivedilikle değiştirilmesi gereken ve bu hususta gündemi olan hükümler nafaka hükümleridir. Bu hususta birçok çalışma olduğu için bu fasıl uzun tutulmayacaktır. Şüphesiz bir bireyin, sona eren evliliği nedeniyle teorik olarak ölene kadar eski eşine nafaka ödemesi son derece vicdan yaralayıcı ve hakkaniyete aykırıdır. Bu hususla ilgili çözüm olarak, eşlerin çalışma durumu, sosyal-ekonomik statüsü ve evlilik süresi birlikte değerlendirilerek sınırlı sürede nafaka ödenmesinin sağlanmasıdır. Hiçbir şart ve koşul altında eşin şahsına verilecek nafaka süresi 5 seneyi geçmemelidir. Şahsı lehine nafaka hükmedilecek eş için takdir edilecek nafaka tutarı 1.5 asgari ücreti aşmamalıdır.
9-) Velayetle ilgili mevcut uygulamalar devam etmelidir. Kanaatimizce bu hususta herhangi bir değişikliğe gerek bulunmamaktadır.
10-) Mal rejimi ile ilgili uygulamalar, az sonra yazacaklarımız dışında aynen devam etmelidir. Mevcut uygulama, evlilikte varsayılan olarak “edinilmiş mallara katılma” rejimidir. Bunun uygulaması, istisnalar dışında evlilik birliği içinde edinilen malların boşanırken yarı yarıya bölüşülmesi şeklindedir. Bu hususun çalışan eş veya edinen eş lehine %60’a %40 olması gerekmektedir. Buradaki edinen kavramından maksat, tek başına maliklik değildir. Gerçek edinenin, malik olup olmadığı “taraflarca getirilme ilkesi” ile bağlı kalmak şartıyla mahkemece araştırılmalıdır. Taraflar bu durumu yazılı şekilde ispat edebilmelidir.
11-) Hukukumuzdaki kabule göre düğünde takılan altınlar kadınındır. Bu husus oldukça vicdan yaralayıcı ve hakkaniyetten son derece uzaktır. Bu uygulama, kadına karşı pozitif ayrımcılıktan ziyade erkeği ekonomik olarak mahvetmeye yaramaktadır. Menfaat dengesi gözetilmeksizin uygulanan bu varsayımdan bir an önce vazgeçilmesi gerekmektedir. Bunun çözümü için önerimiz altınların sahipliğinin kural olarak %60’a %40 kadın lehine olmasıdır. 60-40 kuralının istisnası ise şu şekilde olmalıdır. Düğünde takılan altınların taraflarca kayıt altına alınma zorunluluğu getirilmelidir. Bu kayıt altına alma zorunluluğuyla ilgili, düğün akabinde toplanan altınlar, miktarları belirlenerek tarafların avukatları ve/veya asiller aracılığıyla tutanak altına alınarak imzalanmalıdır. Bunun belge Avukatlık Kanunu 35A maddesi uyarınca ilam niteliğinde olmalıdır. Avukatsız imzalanan evraklar yazılı delil niteliğinde olacaktır. Bu evrakın tutulmaması halinde, boşanma davasında “ikrar veya yazılı delil” dışında taraflar birbirlerine karşı hiçbir hak iddia edememelidir.
12-) Arz ettiğim tüm hususları kıymetli hukukçuların ve yetkili mercilerin değerlendirmelerine saygıyla sunarım.
Av. Mehmet Onur AK