Ceza muhakemesi hukukunda duruşma, cezai uyumazlığı çözmek amacıyla belirli ilkeler ve normlar çerçevesinde yürütülen yarı ritüelik hukuki bir toplantıdır. Türk ceza muhakemesi hukuku öğretisinde duruşmaya hakim olması gereken ilkelerin yüze karşılık ve çelişme, kamuya açıklık, kesintisizlik, sözlülük ve doğrudanlık olduğu kabul edilir[i].

Duruşmanın, bu ilkelere ve Ceza Muhakemesi Kanunun (CMK) üçüncü kitabında öngörülen normlara göre yürütülmesi gerekir. Pozitif hukuk böyle olmasına karşın uygulamada bu ilke ve kurallara uyularak yapılan bir duruşma hemen hemen yoktur. Duruşmanın yürütülüşü bakımından hukuk uygulamamıza düzenli bir anarşi hâkimdir. Bu düzenli anarşi nedeniyle her hâkimin kendine özel âdeta keyfi bir usûlü vardır. Bu konuda eski Yargıtay başkanlarından ceza hukuk profesörü Sami Selçuk şu tespitleri yapmıştır:

"Araştırdığımız kadarıyla, üzülerek belirtelim ki, ne suç yargılama hukukunda ne de medeni yargılama hukukunda Batı'da ve Batı hukukunu benimsemiş hiçbir ülke biliminde ve uygulamasına ülkemizdeki gibi algılanan ve gelişen bir "duruşma anlayışı ve uygulaması yoktur. Kısaca duruşma kavramını yanlış algılayan Türk hukuk uygulaması, günümüzde yargılamanın en önemli aşaması olan duruşma kavramını, anlamsız bir karşılıklı durmaya dönüştürmüştür. Bu yüzden de (…) kurallara ve duruşma ilkelerine hiç uyulmamış, dahası yargılama dolanları ve saptırmalarıyla (détournement de procedure) bunlar aşılmaya çalışılmıştır. "[ii]

Duruşmalara hâkim olan bu düzenli anarşi, ilkesizlik ve kuralsızlık, mahkeme başkanı veya hâkimin başvurduğu muhakeme hileleri (détournement de procedure) nedeniyle ceza davalarında görev alan müdafi ve vekiller ile duruşmayı yöneten mahkeme başkanı veya hâkim arasında duruşmada söz alma ve söylediklerini tutanağa geçirme konusunda çok sık tartışmalara, hatta kavgalara neden olmaktadır. Zaman zaman ceza muhakemesi hukukundan doğan haklarını kullanmak isteyen avukatlar hukuka aykırı olarak ve kuvvet kullanılarak duruşma salonundan çıkartılmakta, hatta gözaltına alınmakta veya tutuklanmaktadır. Genç meslektaşlar, kendilerine fakültede öğretilen muhakeme hukukundan farklı uygulamalar ve duruşmadaki düzenli anarşi ortamında nasıl davranacaklarını kestirememektedir. hâkim olan kökleşmiş düzenli anarşi nedeniyle uygulamada müdafi ve vekillerin ne zaman ve nasıl söz alacağı konusunda her duruşma özelinde farklı problemler yaşanabilmektedir. Avukatların çoğu da bu düzenli anarşiye uyum sağlamış gözükmektedir. Duruşmaların pek çoğu, avukatlar tarafından dosyanın özüne dokunmayan klişe sözlerle yürütülmektedir.

Bu yazımızda müdafi ve vekilin duruşmada ne zaman ve nasıl söz alacağı konusu incelenecektir.

Ceza Muhakemesi Kanununda, duruşmada bazı hallede hâkim tarafından müdafi ve vekile söz verilmesi ve diyeceklerin sorulması yasal olarak zorunlu kılınmıştır. Bu hallerde müdafi ve vekile söz verilmemesi, diyeceklerinin sorulmaması hukuka aykırı olacaktır. Ancak müdafi veya vekilin duruşmada söz alması bu düzenlemelerle sınırlı değildir. Mahkeme başkanı veya hâkimin söz vermesi dışında avukatın söz alması gereken durumlar da söz konusudur. İlk halde avukat söz istemese bile mahkeme başkanı veya hâkim re'sen müdafi veya vekile diyeceklerini sormak zorundadır. İkinci halde ise müdafi veya vekil kendisine söz verilmesini beklemeden mahkeme başkanı veya hâkimden söz isteyecektir.

A. Müdafi veya Vekile Söz verilmesi ve Diyeceklerinin Sorulması Zorunlu Haller

1. Mahkeme Her Hangi Bir Konuda Karar Vermeden Önce O Konuda Müdafi veya Vekile Söz Vermek Zorundadır.

CMK'nun 33'üncü maddesine göre duruşmada verilecek kararlar, Cumhuriyet savcısı, duruşmada hazır bulunan müdafi, vekil ve diğer ilgililer dinlendikten sonra verilir. Buna göre mahkeme başkanı veya hâkim duruşmada bir ara kararı tesis etmeden önce o konuda müdafi veya vekili dinlemek o konudaki görüşünü almak zorundadır.

Uygulamada çoğu kez, bu zorunluluğa uyulmadan, yani müdafi veya vekilin görüşü alınmadan sürpriz ara kararları tesis edilebilmektedir. Oturum sırasında hiç bahsi geçmeyen bir konuda ara kararı ile karşılaşmak sık rastlanan bir durumdur. Oturum sırasında konuşulmamış bir konuda ara kararı tesis edilemez. Böyle bir durumda verilen ara kararı hukuka aykırı ise müdafi ve vekil bu maddeyi hatırlatarak müdahale etmeli ve karar yazdırılırken de olsa görüşünü açıklamalıdır.

2. Dinleme ve Okumadan Sonra Müdafi ve Vekile Diyeceklerinin Sorulması

CMK'nun 215'inci maddesine göre suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.

Buna göre her dinleme ve veya bir belgenin olunmasından sonra ilk önce vekile en sonda da müdafiye diyeceklerinin sorulması zorunludur. Uygulamada mahkeme başkanı veya hâkim birden fazla tanığın dinlenmesi veya birden fazla belgenin okunması veya anlatılmasından sonra taraflara sorabilmektedir. Bu uygulama kanuna aykırıdır. Kanun her bir delilin ayrı ayrı ve tek tek ortaya konulmasını ve tartışılmasını öngörmüştür. Müdafi veya vekil, kanuna aykırı uygulama teşebbüsüne karşı söz alarak uygulamaya karşı koymalıdır.

Öte yandan kanun sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine diyeceklerinin sorulmasını öngörmüştür. Bu sıralama da önemlidir. Zira önce iddia makamının sonra savunma makamının görüşünü bildirmesi gerekmektedir. Bu sıralama çelişme/diyalektik ilkesinin hayatta geçirilmesi bakımından önemlidir. Müdafi, delilin içeriğini mahkeme başkanını veya hâkimin açıklamasıyla öğrenecek, bu konuda katılan ve Cumhuriyet savcınsın düşüncesini bilecek ve ona göre argümanını ileri sürecektir. Uygulamada özellikle bilirkişi raporları ve belge delilleri okunup anlatılmadan, Cumhuriyet savcısı görüşünü açıklamadan tutanağa “okundu dosyasına kondu” yazılmakta, taraflara beyanda bulunmak üzere süre verilmekte, delil duruşmada hemen hiç tartışılmamaktadır. Bu uygulama duruşmaların sözlülüğü ve kesintisizliği ilkesine aykırıdır. Mahkeme başkanı veya hâkim tarafından deliller ortaya konulması sağlanmadığında ve sıraya riayet edilerek taraflara söz verilmediğinde müdafi söz alarak kanuna aykırı uygulamaya karşı koymalıdır.

3. Gözlem Altına Alma Kararı Verilmesinden Önce Müdafi Dinlenilmelidir.

CMK'nun 74'üncü Maddesinin birinci fıkrasına göre fiili işlediği yolunda kuvvetli şüpheler bulunan şüpheli veya sanığın akıl hastası olup olmadığını, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğunu ve bunun, kişinin davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için; uzman hekimin önerisi üzerine, Cumhuriyet savcısının ve müdafiin dinlenmesinden sonra resmi bir sağlık kurumunda gözlem altına alınmasına, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, kovuşturma evresinde mahkeme tarafından karar verilebilir.

4. Katılma Talebi Konusunda Karar Verilmeden Önce Müdafi Dinlenilmelidir.

CMK'nun 23'inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.

5. Tutukluluğun İncelenmesinde Müdafi Dinlenilmelidir.

CMK'nun 108'inci maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında göre hakim veya mahkeme en geç otuzar günlük periyotlarla her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında tutukevinde bulunan sanığın tutululuk halinin devam edip etmeyeceğine karar verir. Bu kararın verilmesinden önce sanık ve müdafiin dinlenmesi gerekir.

6. Tutuklulukta Geçecek Sürenin Uzatılması Kararlar Verilmeden Önce Müdafinin Görüş Alınmalıdır.

CMK'nun 102'nci maddesine göre ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde ise, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda beş yılı geçemez. Bu maddede öngörülen uzatma kararları, Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanık ile müdafiinin görüşleri alındıktan sonra verilir.

7. Delillerin Tartışılmasında Müdafiye Söz Verilmesi Zorunludur

CMK'nun 216'ncı maddesinde göre ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir. Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.

Uygulamada Cumhuriyet savcısının delilleri tartışmasına "esas hakkında mütalaa," sanığın ve müdafinin delilleri tartışmasına ise "esas hakkında savunma" denilmektedir. Esas hakkında mütalaa ve savunmalarda çoğu kez kanunun öngördüğü şekilde deliller tartışılmamakta, şablon haline gelmiş ifadelerle geçiştirilmektedir. Genellikle taraflar ikinci kez söz almadıklarından duruşmalarda kanunun öngördüğü anlamda ve derinlikte bir tartışma yaşanmamaktadır.

B. Müdafi veya Vekilin Söz Alması/Talep etmesi Gereken Haller

Kanunda vekil ve/ya müdafiye söz verilmesi dışında da vekil ve müdafinin söz verilmesini beklemeden söz istemesi ve taleplerde bulunması gereken durumlar olacaktır. Bunları sınırlı sayıda tespit etmek mümkün değildir. Aşağıda sınırlı sayıda olmamak kaydıyla bu hallerin bir kısmına değineceğiz.

1. Sanığın Sorgusundan Önce Müdafi veya Vekilin Söz Alması Gereken Haller

CMK’nun 18’inci maddesine göre Sanık, yetkisizlik iddiasını, ilk derece mahkemelerinde duruşmada sorgusundan, bölge adliye mahkemelerinde incelemenin başlamasından ve duruşmalı işlerde inceleme raporunun okunmasından önce bildirir. Buna göre eğer vekil veya müdafi, Mahkemenin yetkisiz olduğu kanısındaysa sanığın sorgusundan önce Mahkemeden söz isteyerek yetkisizlik iddiasını gerekçeli olarak anlatmalıdır.

Eğer muhakeme şartı gerçekleşmemişse yahut duruşmanın yapılmasına engel bir hukuksal mesele varsa veya hâkimin davaya bakamayacağı ya da reddini gerektiren bir hal varsa vekil veya müdafi söz alarak bu konulardaki iddialarını gerekçeli olarak anlatmalıdır.

2. Sanığın Sorgusundan Sonra Söz Alma

CMK’nunda açık bir hüküm yer almamasına rağmen sanığın sorgusundan sonra, olumlu bir uygulama olarak, müdafiye söz verilmektedir. Müdafi, bu söz hakkını doğrudan soru yöneltme hakkını kullanarak sanığın ifadesini güçlendirici olguların açıklanmasını sağlayabileceği gibi, aynı zamanda dava ile ilgili savunma teorisini ortaya koyar, savunma delillerinin toplanmasını ister. Delillerin ortaya konulması aşamasına geçilmeden önce, eğer dosyada hukuka aykırı deliller varsa CMK’nun 206’ncı maddesi uyarınca delilin ortaya konulmamasını, reddedilmesini ister.

3. Doğrudan Soru Yöneltme (Çapraz Sorgu) İçin Müdafi veya Vekilin Söz Alması

CMK’nun 201’inci maddesine göre Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilirler. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer yeniden soru sorabilir.

Mahkeme başkanı veya hâkimlerle en sık tartışmaya sebep olan haklardan biri doğrudan soru yöneltme hakkıdır. Erdal Menengiç, “Adil Yargılanma Hakkı Boyutu ile Çapraz Sorgunun Türk Hukukunda Uygulanması” başlıklı yüksek lisans tezinde konuyla ilgili yaptığı alan araştırmasına ilişkin ulaştığı sonuçları paylaşmıştır[1]. On hâkim, altı cumhuriyet savcısı ve beş avukat ile mülakata ve duruşma gözlemlerine dayanan alan araştırmasıyla şu sonuca varmıştır[iii]:

Yapılan mülakat çalışması göstermektedir ki, çapraz sorgu sistemi veya ülkemiz adına doğrudan soru yöneltme kurumu uygulama açısından sınıfta kalmıştır. Sistem, çok az uygulanabilmekte olup, uygulayanlar açısından ne derece başarı sağlandığı ise soru işaretleri barındırmaktadır. Büyük ölçüde uygulanması istenilmekte, ama birtakım sıkıntıların giderilmesinin zorunluluğu da dile getirilmektedir. Bir kısım uzmanlar bakımından ise sistemin ülkemiz açısından uygulanması pek de yerinde değildir.

Yukarıda yer verilen mülakat çalışması sonucu ortaya çıkan görüşler incelendiğinde çapraz sorgu kurumunun uygulama noktasında beklentileri karşılayamadığı, tam olarak işlevsel durumda bulunmadığı açıkça görülmektedir[iv].

Yağmur Temiz, Türk hukukundaki çapraz sorgu tartışmalarını ele aldığı makalesinde sonuç olarak İtham sisteminde sorgunun bir bölümünü oluşturan çapraz sorgu ile doğrudan soru yöneltmenin birbirinden farklı olduğu, AİHS ile karma sisteme dâhil devletlerin uygulamaya başladığı doğrudan soru yöneltme ve benzeri kurumların, çapraz sorgu uygulaması olamayacağı, temelinde birbirinden çok farklı olan itham sistemi ve karma sistemin aynı kurumları bünyelerinde barındırmaları zor olduğu sonucuna varmıştır.

Bu olumsuz değerlendirmelere rağmen avukatların üstün çabası ve mücadeleleriyle doğrudan soru yöneltme kurumu ağır aksak bir şekilde olsa da işlemektedir. Mahkeme başkanları ve hâkimler, kendi yaptıkları sorgu ve dinlemelerin olayın aydınlatılması için yeterli olduğunu, vekil ve müdafiler tarafından soruların gereksiz olduğunu ve duruşmayı uzatmaktan başka bir işe yaramadığını düşünmektedirler. Müdafi ve vekillerin çoğu ise doğrudan soru yöneltme (çapraz sorgu) konusunda yeterli beceri sahibi olmamaları nedeniyle bu hakkı etkin bir şekilde kullanamamaktadır. Müdafi ve vekiller, doğrudan soru yöneltme (çapraz sorgu) konusunda kendisini geliştirmeli ve bu hakkı etkin bir şekilde kullanmalıdırlar.

4. Mahkeme Başkanı ve Hâkimin Duruşmadaki Hukuka Aykırı Eylem ve İşlemlerine Karşı Söz Alma

CMK’nun 192’nci maddesine göre mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmayı yönetir ve sanığı sorguya çeker; delillerin ikame edilmesini sağlar. Duruşmada ilgili olanlardan biri duruşmanın yönetimine ilişkin olarak mahkeme başkanı tarafından emrolunan bir tedbirin hukuken kabul edilemeyeceğini öne sürerse mahkeme, bu hususta bir karar verir.

Mahkeme başkanı ve hâkim, duruşmayı hukuka uygun olarak yürütmek zorundadır. Bunun asgari şartı, duruşmanın Ceza Muhakemesi Kanununa uygun yürütülmesidir. Ancak girişte de belirttiğimiz gibi ülkemizde hukuka ve kanuna uygun bir duruşmaya rastlamak nadir bir durumdur. Müdafi ve vekiller sık sık mahkeme başkanları ve hâkimlerin kanuna aykırı eylem ve işlemleriyle ve muhakeme hileleriyle karşı karşıya kalmaktadırlar.

Böyle bir durumla karşılaşan vekil veya müdafi sessiz kalamaz. Durumun aciliyetine göre hemen veya ilk fırsatta söz alarak hukuka aykırılılığı gerekçeli olarak açıklar ve mahkemeden o hususta bir karar verilmesini ister. Bu durumda heyet halinde çalışan mahkemelerde heyet, tek hakimli mahkemeler hakim o konuda bir karar vermek zorundadır.

C. Duruşmada Nasıl Söz Alınır ?

Avukatlık Kanunun 2’nci maddesine göre Avukatlığın amacı; hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır. Avukat, duruşmaların hukuka uygun olarak sağlamakla görevlidir. Duruşmalara hâkim olan düzenli anarşi, avukatın hukuki mücadele alanıdır.

Bu nedenle müdafi veya vekil, duruşmalarda söz almaktan çekinmemeli ve meramını ve varsa hukuka aykırılıkları cesaretle ifade etmelidir. TBB Avukatlık Meslek Kurallarının 17’nci maddesine göre hakim ve savcılarla ilişkilerinde, avukat, hizmetin özelliklerinden gelen ölçülere uygun davranmak zorundadır. Bu ilişkilerde karşılıklı saygı esastır. Meslek Kurallarının 21’nci maddesine göre Avukat duruşmayı terk edemez. Ancak kişisel veya meslek onurunun zorunlu kıldığı hallerde duruşmalardan ayrılabilir. Bu durumda avukat derhal baroya bilgi verir. Meslek Kurallarının 23’ncü maddesine göre Hakimin reddi, savcıların ve başkaca adalet görevlilerinin reddi veya şikayet edilmesi konusunda ve genellikle konuşmalarında ve yazılarında avukat, kanunun gerektirdiği gerekçeleri amacı aşmayacak biçimde açıklar. Meslek Kurallarının 25’nci maddesine göre Avukat, mahkeme kalemlerinde, icra dairelerinde ve her türlü mercilerde çalışan görevlilerle olan ilişkilerinde de meslek onuruna ve ağırbaşlılığına uygun tutum ve davranışlarını korur. Avukat bu kurallar çerçevesinde söz alır ve meramını mahkemeye anlatır.

Kanuna aykırı davranmakta ısrar eden, duruşmayı bir güç gösterisine dönüştüren, taraflı, bağımlı, suça eğilimli, kötü niyetli, bilgisiz, saygısız, savunmayı/avukatı gereksiz gören mahkeme başkanları ve hâkimlerle karşılaştığında avukat, metanetini ve ölçülülüğünü kaybetmeden hukuki mücadelesini vakarla sürdürmelidir. Ne yazık ki son zamanlarda bu profile sahip hâkim savcılarla ilgili daha sık karşılaşılabilmektedir.

Müdafi veya vekil, duruşma hazırlığı kapsamında duruşmaya katılacağı mahkemenin duruşma öncesinde mahkeme başkanı ve hâkimlerinin uyguladığı “ceza muhakemesi usulünün” ne olduğunu (!) anlamak için araştırma yapmalı, duruşmalarını izlemeli ve karşılaşabileceği sorunlara hazırlıklı olmalıdır. Gerektiğinde, duruşmada gözlemci bulundurmalı, Baroların avukat hakları merkezinden yardım talebinde bulunmalıdır.

----------------------
[i] Sami Selçuk, Suç Yargılama Süreci Hukuku: Dogmatiği ve/ya Grameri, İmge Kitabevi 2022, s.615-684.

[ii] Selçuk, s. 622.

[iii] Erdal Menengiç , Adil Yargılanma Hakkı Boyutu ile Çapraz Sorgunun Türk Hukukunda Uygulanması, Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Ceza Adaleti Anabilim Dalı, YÖK Ulusal Tez Merkezi, Tez No: 397708, Ankara 2015.

[iv] Menengiç, s. 126