5- (Cezaların Toplanması) “Birden fazla hükümdeki cezaların toplanması” başlıklı İnfaz Kanunu m.99’a göre, “Bir kişi hakkında hükmolunan her bir ceza diğerinden bağımsızdır, varlıklarını ayrı ayrı korurlar. Ancak, bir kişi hakkında başka başka kesinleşmiş hükümler bulunur ise, 107. maddenin uygulanabilmesi yönünden mahkemeden bir toplama kararı istenir”. Belirtmeliyiz ki, birden fazla hapis cezasının toplanması, yalnızca “Koşullu salıverilme” başlıklı İnfaz Kanunu m.107 gereğince hükümlünün koşullu salıverilme süresinin hesaplanmasında mümkündür. Bunun dışında, hükümlünün cezasının infazının ertelenmesi, açık cezaevinde kalması ve İnfaz Kanunu m.105/A’da düzenlenen denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak cezanın infazı hükümleri bakımından, birden fazla cezanın toplanması 5275 sayılı Kanunun açık hükümlerine ve dolayısıyla hukuka aykırıdır. Çünkü hükümlü aleyhine sonuçlar doğurabilecek cezaların toplanması uygulaması, açık yasal dayanak olmadıkça yapılamaz. Aksi uygulama, “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması” başlıklı Anayasa m.13’e aykırıdır. Ceza İnfaz Kanunu cezaların toplanmasını, sadece koşullu salıverilme bakımından kabul etmiştir. Bu ceza toplama usulünü, koşullu salıverilme kapsamına girmeyen diğer müesseselere sanık aleyhine olacak şekilde tatbiki mümkün değildir.

 

Netice olarak; hükümlü hakkında verilen birden fazla hapis cezasının koşullu salıverilme bakımından toplanması öngörüldüğü halde, diğer müesseseler bakımından bu toplamanın hükümlü aleyhine yapılması isabetli değildir. Uygulamada, bir hükümlü hakkında birden fazla hapis cezasının bağımsız varlıklarını koruması gerekirken, her durumda birden fazla hapis cezasını görmekteyiz. Bu uygulamanın yasal dayanağının olmadığını, her bir hapis cezası ayrı dikkate alınmak suretiyle uygulama yapılması gerektiğini, aksi uygulamanın keyfi olduğunu ifade etmek isteriz. Örneğin; 1 yıl, 2 yıl ve 3 yıl olarak üç ayrı hapis cezası ile cezalandırılan hükümlü hakkında yalnızca koşullu salıverilme süresinin hesaplanması bakımından toplama yapılacak, bunun dışında kalan cezaların infazının ertelenmesi, doğrudan açık cezaevine gönderilme ve İnfaz Kanunu m.105/A’ya göre denetimli serbestlikten yararlanma hususlarında ise, cezaların toplanması yoluna gidilmeksizin her bir ceza açısından ayrı değerlendirme yapılması gerekir. Ancak uygulamada, yasal dayanağı olmaksızın her durumda İnfaz Kanunu m.99 hükümlü aleyhine kıyas yapılmak suretiyle cezaların toplanması yoluna gidildiği görülmektedir. Bu tür karar ve uygulamalara itiraz edilmeli, sonuç alınamadığı takdirde mesele Anayasa Mahkemesi’ne götürülmelidir.

 

6- (Ceza ve Tutukluluğun Birleşmesi) Uygulamada, bir kişi hakkında verilen kesinleşmiş mahkumiyet kararının infazı ile bir başka suçtan tatbik edilen tutuklama tedbirinin karşı karşıya geldiği durumda, hem ceza infazı ve hem de tutuklama tedbirinin yerine getirilmesi yönünden sıralama usulünün izlendiği, yani her ikisinin ceza infazı gibi sıraya koyulduğu, ancak ortada tutuklama tedbiri yönünden kesinleşmiş bir hapis cezası olmadığı için toplama yapılamadığı, ardışık infaza gidildiği, önce hükümlünün ilk gözaltı anından itibaren başlayacak şekilde kesinleşen cezanın infazının yapıldığını, bu sırada geçen sürede tutukluluk süresinin işletilmediği, tutukluluk süresinin hesabının cezanın denetimli serbestlik ve koşullu salıverilme müesseselerinin uygulanması anının hemen sonrasına bırakıldığı görülmektedir. Bu tür bir yöntemin yanlış ve yasal dayanaktan uzak olduğunu ifade etmek isteriz. Belirtmeliyiz ki, kesinleşmiş cezanın infazı ile bir başka suçtan tatbik edilen tutuklama tedbirinin yerine getirilmesi birbirinden farklıdır.

 

Ceza infazı, hükümlü hakkında verilen cezanın yerine getirilmesi olduğu halde tutuklama, şüpheli veya sanık hakkında adaletten kaçmasını veya delil karartmasını önlemek amacıyla uygulanan geçici tedbirin suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yerine getirilmesidir. İlkinde amaç ceza infazı olduğu halde, ikincisinde ceza yargılamasının sağlıklı bir şekilde yapılabilmesidir. Bu sebeple, aynı anda hükümlü ve tutuklu olan bir kişinin, hem hükümlülük infazının ve hem de aynı anda tutukluluk süresinin işlemesi gerekir. Çünkü hükümlü, bu sıfatı ile cezasını çekerken, “tutuklu” sıfatı ile de yargılanmaktadır. Tutuklu yargılamaya son verilmedikçe, Ceza Muhakemesi Kanunu m.102’de düzenlenen tutukluluk süresinin işlemesi gözardı edilemez. Hatta tutukluluk süresi, sadece yerel mahkeme aşamasında değil, sanığın “tutukluluk” sıfatı ve yargılamanın kovuşturma aşaması temyizde de devam ettiğinden, Yargıtay’da geçen sürenin de tutukluluk hesabına katılması gerekir. Ancak uygulamada tutukluluk süresi, yerel mahkemenin hüküm fıkrasını, yani kısa kararını açıklaması anına kadar hesaplanmakta, bundan sonra geçen süre Yargıtay’ın bozma kararına kadar kesilmekte ve tutukluluk süresi hesabına dahil edilmemektedir. Bu tür bir uygulamanın da yanlış ve yasal dayanaktan yoksun olduğunu belirtmek isteriz.

 

Ayrıca, ağır cezalık işlerde tutukluluk süresinin 5 yıl olmadığını, asıl süre 2 ve uzatma süresinin 3 yıl olamayacağını, çünkü bir müessesenin uzatma süresinin ana süreden uzun olmasının mantıkla bağdaşmayacağını, gerek CMK m.102/2’de kanun koyucunun izlediği amaç ve gerekse bu hükmün Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu görüşmelerinde ortaya koyulan milletvekili görüşlerinden de anlaşılacağı üzere, ağır cezalık işlerde tutukluluk süresi 2+1=3 yıldır. “Ağır cezalık iş” kavramı ise, yapılan yargılamanın ağır ceza mahkemesinde olmasına göre değil, o işin ağır cezalık mı, yoksa asliye veya sulh cezalık mı olmasına göre tespit edilmelidir. Çünkü CMK m.102, “yargılamanın yapıldığı mahkeme” yerine “işin niteliği” kıstasını esas almıştır.

 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)