Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır.

İlgili Kararlar:

♦ (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014)
♦ (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014)

♦ (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015)  
♦ (Feride Kaya, B. No: 2013/2365, 20/1/2016)
♦ (Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek, B. No: 2013/8137, 20/4/2016)
♦ (Mehmet Kutlu ve Sadullah Kutlu, B. No: 2014/17939, 4/10/2017)
♦ (Ayşe Uslu, B. No: 2015/1033, 15/11/2018)
♦ (Edip Elma ve diğerleri, B. No: 2015/14826, 18/4/2019)  
♦ (Doğukan Bilir, B. No: 2014/15736, 29/5/2019)
♦ (Muazzez Babak ve Naif Babak, B. No: 2017/35564, 9/6/2021)
♦ (A.Ö. ve diğerleri, B. No: 2018/37198, 27/7/2022)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CEZMİ DEMİR VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/293)

 

Karar Tarihi: 17/7/2014

R.G. Tarih-Sayı: 22/10/2014-29153

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Serruh KALELİ

Üyeler

:

Zehra Ayla PERKTAŞ

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Zühtü ARSLAN

Raportör

:

Özcan ÖZBEY

Başvurucular

:

Cezmi DEMİR

 

 

Ertan DAĞABAKAN

 

 

Hicrettin DAĞABAKAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucular, telefon teli hırsızlığı şüphesi ile 3/11/2001 – 6/11/2001 tarihleri arasında Hamur İlçe Jandarma Komutanlığında gözaltında bulundukları süre içinde kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını, gerek bu eylemleri gerçekleştiren Jandarma personeli gerekse muayene edildikleri hastanelerde, işlenen suçu gizlemek amacıyla, yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet kapsamında başlatılan soruşturma ve kovuşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini, bir kısım sanıkların beraat ettiğini, bir sanık hakkındaki davanın zamanaşımına uğradığını ve yargılamanın 11 yıldan fazla sürdüğünü belirterek, Anayasa’nın 17. ve 36. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular, 3/1/2013 tarihinde Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçeler ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinde Komisyona sunulmalarına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/10/2013 ve 25/2/2014 tarihlerinde, İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 18/3/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Başvurucuların yaptıkları başvuruların incelemesinde, konu yönünden hukuki irtibat bulunduğu tespit edildiğinden, Bölüm tarafından 25/4/2014 tarihinde, 2013/294 ve 2013/545 numaralı dosyaların 2013/293 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilerek incelenmesine karar verilmiştir.

5. Bölüm tarafından 26/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru konusu olay ve olgular 27/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 7/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş, başvuruculardan Hicrettin ve Ertan Dağabakan’a 6/9/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucular tarafından herhangi bir karşı görüş Anayasa Mahkemesine sunulmamıştır.

III. OLAYLAR VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvuruculara İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

9. Başvurucular, Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde bulunan Türk Telekom’a ait bakır tellerin kesilerek çalındığı ihbarı üzerine İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından 3/11/2001 tarihinde yapılan operasyon sonucunda, saat 22.30 sularında olay bölgesinde yakalanmışlardır.

10. Başvuruculardan Ertan Dağabakan 1985 doğumlu olup, iddia edilen olayın meydana geldiği tarihte 16 yaşında iken, diğer iki başvurucu 18 yaşından büyüktüler.

11. Başvurucular, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile 3/11/2001 ila 6/11/2001 tarihleri arasında toplam üç gün Jandarma Merkez Karakol Komutanlığında gözaltında tutulmuşlardır.

12. Cumhuriyet Savcılığınca 6/11/2001 tarihinde başvurucuların ifadeleri alınarak, tutuklama talebiyle Hamur Sulh Ceza Mahkemesine sevkleri gerçekleştirilmiş ve anılan Mahkemenin 6/11/2001 tarih ve 2001/29 müteferrik sayılı kararıyla başvurucular “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve hırsızlık” suçlarından tutuklanarak Ağrı Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmişlerdir. Başvurucular, aynı Mahkemenin 6/12/2001 tarihli kararıyla tahliye olmuşlardır.

13. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca, Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, anılan Savcılığın 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” ve “hırsızlık” suçları tefrik edilerek, başvurucular hakkında Hamur ilçesinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden, Ağrı ili sınırları içinde yapılan bakır tel hırsızlığı suçu Hz.2001/311 sayılı dosya üzerinden, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak suçu Hz.2001/315 sayılı dosya üzerinden soruşturulmaya devam edilmiştir.

14. Başvurucular hakkında yürütülen soruşturma kapsamında, cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak iddiasına ilişkin olarak Hz.2001/315 sayılı soruşturma dosyası 20/12/2001 tarih ve 2001/13 sayılı Fezleke ile, Hamur ilçesi sınırları dışında meydana gelen hırsızlık suçuyla ilgili olan Hz.2001/311 sayılı dosya ise yetkisizlikle Hamur Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

15. Bunun üzerine başvurucular hakkında, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 28/12/2001 tarih ve 2001/709 numaralı iddianamesi ile “hırsızlık” suçundan kamu davası açılmış ve Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 28/2/2002 tarih ve E.2001/799, K.2002/87 sayılı kararı ile “müsnet suçu işlediğine dair Jandarmadaki ifadesinden başka delil olmadığı, bu ifadenin de işkence altında alındığının iddia edildiği, işkence şüphelerinin bulunduğu bir ortamda yapılan sorgudaki ikrarın da tek başına delil kabul edilemeyeceği” gerekçesi ile başvurucular beraat etmiş ve bu karar temyiz edilmeyerek 8/3/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

16. Ayrıca, başvurucular hakkında Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığının 31/1/2002 tarih ve 2002/8 numaralı iddianamesi ile de “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonucunda, anılan Mahkemenin 2/4/2002 tarih ve E.2002/20, K.2002/56 sayılı kararı ile başvurucuların “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraatlarına karar verilmiş olup, bu karar da temyiz edilmeyerek 10/4/2002 tarihinde kesinleşmiştir.

17. Başvurucular hakkında Hamur ilçe sınırları içerisinde işlendiği iddia edilen ve 2001/306 hazırlık numarası üzerinde yürütülen hırsızlık suçu ile ilgili de Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 6/12/2001 tarihinde Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve Mahkemenin E.2001/88 numarası üzerinden yargılamaları yürütülmüştür.

2. Başvurucuların Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucuların Kötü Muamele İddiaları

18. Başvurucular Ertan Dağabakan ile Cezmi Demir 5/11/2001 tarihinde avukatları olmaksızın Jandarmada, görevli Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. huzurunda vermiş oldukları ifadelerinde, Telekoma’a ait direklerdeki kabloları kesmek amacıyla olay yerinde bulunduklarını, Jandarma aracını görünce saklandıklarını, ancak suç konusu eşyalar ile birlikte yakalandıklarını, daha önceden de birkaç benzer suç işlediklerini kabul ederlerken, başvurucu Hicrettin Dağabakan, bir şahsın ücret karşılığında pancar taşıtma istemi üzerine olay bölgesine gittiklerini, ancak bu kişi ve olay yerinde bulunan iki arkadaşının telleri traktör römorkuna yüklediklerini görünce bunu kabul etmeyip indirttiğini, bu sırada Jandarmanın geldiğini görünce daha önceden tanımadığı sadece iş amaçlı anlaştıkları diğer üç şahsın kaçtığını, kendilerinin ise kaçmayarak yakalandıklarını söylemiştir.

19. Başvurucular H. Dağabakan ve C. Demir 6/11/2001 tarihinde Savcılıkta verdikleri ifadelerinde, tanımadıkları bir kişi ile yaptıkları anlaşma üzerine pancar taşımak amacıyla olay yerine gittiklerini, söz konusu yerde başka şahısları da gördüklerini, bu sırada Jandarma gelince diğer şahısların kaçtıklarını, kendilerinin yakalandığını, atılı suçu işlemediklerini belirtmişlerken, başvurucu E. Dağabakan suçu kabul etmiş, ayrıca başvurucu Cezmi Demir işkence gördüğü için Jandarmada ikrarda bulunduğunu söylemiştir. Yine üç başvurucu da, gözaltında iken devamlı surette kötü muamele gördüklerini, söz konusu suç ile birlikte başka olayları da kabul etmek için cop, tekme ve yumrukla vücutlarının değişik yerlerinden darp edildiklerini, gözlerinin bağlandığını, sinkaflı sözlerle hakarete maruz kaldıklarını, başlarından soğuk su döküldüğünü, bu nedenle görevlilerden şikâyetçi olduklarını ifade etmişlerdir. Bu iddia üzerine Savcılık aynı gün soruşturmaya başlamış ve başvurucuları yeniden raporlarını aldırmak üzere Sağlık Ocağına sevk etmiştir. Görevli Doktor G. Ö., başvurucularda herhangi bir darp ve cebir izinin bulunmadığı yönünden rapor düzenlemiştir.

20. Üç başvurucu, 6/11/2001 tarihli sorgularında ise suçu kabul etmeyerek, Jandarmadaki ifadelerinin kötü muamele altında alındığını, elbiselerinin çıkarıldığını ve darp edildiklerini, korktukları için ikrarda bulunduklarını söylemişlerdir. Başvurucu E. Dağabakan, Savcılıktan sonra yeniden Karakola götürülecekleri ve tekrar baskı görebileceği endişesi ile Savcılıkta da suçu kabul ettiğini belirtmiştir. Başvurucular aynı gün tutuklanmışlardır.

21. Başvurucular Ağır Ceza Mahkemesindeki benzer şikâyetlerinde de özetle, yüklenen suçu kabul etmek için gözaltında iken gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde ayrı ayrı gece boyunca bekletildiklerini, kendilerini donmuş vaziyette hissettiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, sopa ile değişik yerlerinden darp edildiklerini, saçlarından tutulup yerde sürüklendiklerini, İ. Ö. tarafından bazen gözlerinin açılarak adam oldunuz mu şeklindeki sorusuna muhatap olduklarını, tuvalet ihtiyaçlarını bile karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, cop sokmaya kalkışıldığını, üç gün aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditlere maruz kaldıklarını, daha çok bu eylemleri Karakol Komutanı İ. Ö.’nün yaptığını, H. A.’nın da yanında olduğunu, Hamur Sağlık Ocağında doktorun kendileri üzerinde bir muayene yapmadan rapor düzenlediğini, Ağrı Devlet Hastanesinde kendileri için düzenlenen raporu sanık İ. Ö.’nün okuduktan sonra sinirlenerek yeniden içeri girdiğini, bir buçuk saat beklediklerini, daha sonra sanık İ. Ö.’nün gelerek ilçeye geri döndüklerini, gözaltı süresince sürekli işkenceye maruz kalmaları nedeniyle sanıklardan şikâyetçi olduklarını beyan ederek davada katılan sıfatıyla yer almışlardır.

b. Başvurucuların İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

22. Başvurucuların gözaltına alındıkları 3/11/2001 tarihinde, Hamur Sağlık Ocağı’nda yapılan sağlık kontrolü sonrasında haklarında düzenlenen aynı içerikli raporlarda “yapılan muayenesi sonucu herhangi bir bulguya rastlanılmadığı, gözaltına alınmasında sakınca olmadığı” tespitine yer verilmiştir.

23. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde, saat 08.30 sıralarında gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce, Hamur Sağlık Ocağı’nda sağlık kontrolünden geçirilmiş olup, anılan Sağlık Ocağı doktorlarından G. Ö. tarafından düzenlenen 6/11/2001 tarihli ilk raporda, üç başvurucu hakkında “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir.

24. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında iken kötü muameleye maruz kaldıklarını” belirtmeleri üzerine, yeniden aynı Sağlık Ocağı ve aynı Doktordan alınan 6/11/2001 tarihli ikinci raporda da benzer saptamada bulunulmuştur.

25. Başvurucuların avukatı, Cumhuriyet Savcılığına hitaben yazdığı 7/11/2001 tarihli dilekçede, “müvekkillerinin gözaltında kaldıkları süre içerisinde görevlilerce işkence yapıldığını, işkence izlerinin halen vücutlarında mevcut olduğunu ve müvekkilleri ile cezaevinde yaptıkları görüşme sırasında kendisinin de bizzat izleri gözlemlediğini, karakolda görevli bulunan komutanlardan birisinin eşinin, adı geçen sağlık ocağında çalışıyor olması nedeniyle, gerçeğe aykırı rapor tanzim edildiğini” belirterek, müvekkillerinin yeniden hastaneye sevk edilip doktor raporu aldırılmasını talep etmiştir.

26. Bu talep üzerine başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunduğu iddia edilen karakol komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. ile diğer görevliler gözetiminde tutuklu oldukları cezaevinden alınarak 7/11/2001 tarihinde sağlık kontrolü için Ağrı Devlet Hastanesine sevk edilmiş ve hastane doktorlarından Y. İ. ve Y. O. tarafından saat 18.40’da yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen 7/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen, sırtta sağ üstte yaygın hematom olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu düşünülen sol bacakta arkada kızarıklık, sağ bacak iç kısmında kızarıklık, sağ alt kadron batında kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp ve cebir izine rastlanılmadığı, hayati tehlike, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak da “hastada yaklaşık 8-12 saat içinde olduğu tahmin edilen, sağ üst kolda hematom, batında ciltte kızarıklık mevcut olduğu, yeni oluşan darp-cebir izine rastlanmadığı, hayati tehlikenin olmadığı, iş ve güç kaybının bulunmadığı” ifadelerine yer verilmiştir.

27. Ancak başvurucuların avukatının 9/11/2001 tarihli dilekçesi ile “7/11/2001 tarihli raporun gerçeği yansıtmadığını, Doktor Y. İ.’nin Jandarma güvenlik güçlerinin baskısı altında söz konusu raporu tanzim ettiğini” iddia ederek Savcılığa itirazda bulunması üzerine, Cumhuriyet Savcısı, başvurucuların yeniden sağlık kontrolünden geçirilmeleri için Ağrı Devlet Hastanesine sevklerini sağlamıştır.

28. Başvurucuların bu kez Ağrı Devlet Hastanesi uzman doktorları tarafından muayene edilmeleri sonucunda düzenlenen 12/11/2001 tarihli raporda; başvurucu Cezmi Demir ile ilgili olarak “sağ skapula üzerinde yaklaşık 5x6 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz ve hassasiyet mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 3 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur”, başvurucu Hicrettin Dağabakan ile ilgili olarak “sağ ve sol bacak önyüzde 1x1 cm’lik yeşilimtrak ekimoz, sol ön kol ön yüzde ve sol kol ön yüzde 4x5 cm’lik iki adet yeşilimtrak ekimoz, siternum üzerinde 1x2 cm’lik, sağ omuz ön yüzde2x3 cm’lik, sağ kol ön yüzde 2 cm’lik, sağ lomber bölgede 5x3 cm’lik alanda yer yer yeşilimtrak ekimoz mevcut olduğu, hayati tehlikeye maruz kalmadığı, 5 gün iş ve güç kaybına uğradığı” ve başvurucu Ertan Dağabakan ile ilgili olarak “sağ McBurney noktasında 1x2 cm’lik krutlu yara, sağ kol ön yüzünde 2 x2 cm’lik bölgede yeşilimtrak ekimoz mevcuttur. Bu haliyle hasta, hayati tehlikeye maruz kalmamış, 1 gün iş ve güç kaybı olmuş, çehrede sabit eser yoktur” tespiti yapılmıştır.

29. Adı geçen doktorlar (§ 32, 33; G. Ö., Y. İ., Y. O.) hakkında açılan dava sonrasında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin 5/6/2002 tarihli yazısı ile başvurucular hakkında düzenlenen 6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihli raporlar arasındaki farklılığın değerlendirilmesinin istenilmesi üzerine, Adli Tıp Kurumunun 12/7/2002 tarihli yazısı ile başvuruculara ilişkin raporlar açısından aynı ve özetle “12/11/2001 tarihli rapordaki bulguların künt travmatik bir etkenle meydana geldiği, bu bulguların 7/11/2001 tarihli rapordaki lezyonlarla aynı lezyonlar olduğu, bu durumun son rapor tarihinden önceki 7 ila 12 günlük bir zaman dilimi içinde meydana gelmiş olduğu” hususları belirtilmiştir.

30. Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 2/1/2006 tarihli raporda da, başvurucu Cezmi Demir yönünden her ne kadar 7/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde sırtta sağ üste yaygın hemotom bulunduğu belirtilmiş ise de 5 gün sonra 12/11/2001 tarihinde yapılan muayenesinde aynı bölgede yeşilimtırak ekimoz bulunduğu belirtildiğinden söz konusu lezyonun hemotom değil ekimoz olması gerekeceği, vücutta künt travma sonucu oluşan ekimozların renk değişimleri göstererek iyileştikleri, ancak bu renk değişimlerinin travmanın şiddetine uygulandığı cisim veya cisimlerin özelliğine, vücut bölgesine, yaş cinsiyet, fiziyolojik özelliklere göre farklılıklar gösterdiği bilindiğinden sadece ekimozdaki renk değişikliği ile ekimozun ne zaman oluştuğunun tespit edilmesinin tıbben mümkün olmadığı, ekimozların iyileşme süreci içinde çevrelerinde ve orta kısımlarında farklı renkler görülebileceği, kırmızı, mor, pembe, yeşil, sarı ve mavi gibi iyileşme sürecinde görülen renklerin bir kısmının bir arada olabileceği veya bunlar arasında kalan renklerin de görülebileceği ve bu ara renkler tarif edilirken yeşilimtırak, sarımtırak gibi kesin bir rengi belirtmeyen ifadelerin de kullanıldığı göz önüne alındığında 12/11/2001 tarihinde yeşilimtırak olarak tarif edilen ekimoza neden olan travmanın bu tarihten geriye doğru 5 ila 15 günlük bir zaman dilimi içerisinde meydana gelmiş olmasının mümkün olduğu, kesin bir tarih belirlemenin mümkün olmadığı belirtilmiş, diğer başvurucular için ayrı ayrı düzenlenen raporlarda da aynı hususlara işaret edilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Sonucu Açılan Davalar

31. Başvurucuların Savcılıkta verdikleri benzer ifadelerinde, “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak kötü muameleye maruz kaldıklarını ve bu nedenle Jandarma görevlilerinden şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün, 2001/306 numarasına kayıtlı dosya üzerinden soruşturma başlatılmıştır.

32. Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma sonucunda, anılan raporlar arasındaki çelişkiler üzerine, başvurucuların gözaltından çıkarıldıkları tarihte sağlık kontrolünü yapan ve başvurucular hakkında “herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığı” şeklinde ilk raporları tanzim eden Doktor G. Ö. hakkında, 5/12/2001 tarih ve 2001/71 numaralı iddianameyle, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 354/4,5 maddesi uyarınca “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilerek, anılan mahkemenin E.2004/419 numarası üzerinden yargılamaya devam olunmuştur.

33. Ayrıca, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca Hz.2001/306 sayılı dosya üzerinden yürütülen soruşturma kapsamında, Doktor G. Ö. hakkında açılan dava dışında, 30/11/2001 tarih ve 2001/28 sayılı tefrik kararı gereğince; “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” ve “efrada sui muamele” suçları da tefrik edilerek, “gerçeğe aykırı rapor düzenlemek” suçundan Ağrı Devlet Hastanesi doktorlarından Y.İ. ve Y. O. hakkında yürütülen Hz.2001/314 sayılı dosya, 7/12/2001 gün ve 2001/11 sayılı yetkisizlik kararı ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiş olup, bahsi geçen Savcılığın 4/2/2002 tarih ve 2002/77 numarasına kayıtlı iddianamesi ile adı geçenler hakkında mülga 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemiyle Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Söz konusu dava, anılan Mahkemenin E.2002/86 numarasına kaydedilmiştir.

34. Diğer taraftan, 26/3/2002 tarih ve 2002/192 sayılı iddianame ile de Hamur İlçe Jandarma Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında,işkenceyi gizlemek amacıyla gerçeğe aykırı adli rapor tanzim ettirmeye azmettirmek” suçundan 765 sayılı Kanun’un 64/1, 354/4-5 maddeleri uyarınca Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmış ve E.2002/213 numarasına kaydı sağlanmıştır.

35. Mahkemece, 27/3/2002 tarihinde aralarında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundan bahisle, yukarıda bahsi geçen E.2002/213 numaralı davanın E.2002/86 sayılı davada birleştirilmesine karar verilmiştir.

36. Öte yandan, başvurucuların gözaltında bulundukları süre içinde kendilerine işkence ve kötü muamelede bulunduklarını iddia ettikleri Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında Hz.2001/312 numara üzerinde yürütülen soruşturma dosyası, eylemin ağır ceza mahkemesinin görevinde bulunduğu gerekçesiyle, Hamur Cumhuriyet Başsavcılığının 7/12/2001 tarihli Fezlekesi ile Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

37. Bunun üzerine, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28/12/2001 tarih ve 2001/81 sayılı iddianamesi ile Jandarma Karakol Komutanı İ. Ö. ve yardımcısı H. A. hakkında 765 sayılı Kanun’un 243/1. maddesi uyarınca “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır.

 ii. Sanık ve Tanık Anlatımları

38. Sanıklardan İ. Ö. soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki ifade ve savunmasında özetle; “karakol komutanı olduğunu, hırsızlık ihbarı üzerine talimat vererek gönderdiği jandarma görevlilerinin olay bölgesinde başvurucuları yakalayarak karakola getirdiklerini, üç günlük gözaltı sürecinde kendisinin bizzat ifade aldığını, ifade alımı sırasında yanında yardımcısı astsubay H.A.’nın da olduğunu, gözaltı çıkışını müteakip kötü muamele iddiaları üzerine yardımcısı ile birlikte şüphelileri Ağrı Devlet Hastanesine götürdüklerini, düzenlenen raporların ilk önce açık bir şekilde kendisine teslim edilmesi üzerine yeniden doktor ile görüşerek kapalı bir zarf içine koyduklarını, bu süreçte adı geçen doktorlara bir baskısının söz konusu olmadığını, herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını” belirtmiş, sanık H. A. da benzer anlatımla suçu kabul etmemiştir. Aynı şekilde sanık G. Ö. de bir baskı altında kalmaksızın başvurucuları muayene edip raporları düzenlediğini, yüklenen suçu işlemediğini savunmuştur.

39. Sanık Y. O. savunmasında özetle; “olay günü Ağrı Devlet hastanesinde nöbetçi doktor olarak görev yaptığını, Doktor Y.’nin ise aktif nöbetçi olduğunu, mağdurların muayene için getirildiklerini, Doktor Y. tarafından muayenelerinin yapıldığını, Doktor Y.’nin tam bir fikir sahibi olamaması nedeni ile bir de kendisinin muayene etmesini istediğini, mağdurları tamamen soyduklarını, mağdurlarda darp, cebir izi olduğunu ancak tam bir kanaatin oluşmadığını düşündüklerini, daha sonra bu izlerin 8-12 saat içerisinde oluştuğuna dair rapor tanzim ettiklerini, kanaatlerinin o şekilde olduğunu, darp, cebir izinin mağdurların neresinde olduğunu hatırlamadığını, raporları İ. Ö.’ye teslim ettiğini” beyan etmiştir.

40. Sanık Y. İ. savunmasında özetle; “Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, mağdurları muayene ettiğini, lezyonlara baktığında tereddüde düşmesi üzerine Doktor Y. O.’yu çağırdığını, tek tek Y. O. ile birlikte muayene ettiklerini, raporları düzenleyerek, zarf içinde hatırlayamadığı bir görevliye verdiklerini” belirtmiştir.

41. Tanık N. Ö. beyanında; “suç tarihinde Hamur Sağlık Ocağı’nda hemşire olarak görev yaptığını, sanıklardan İ. Ö.’nün eşi olduğunu, olay günü poliklinik hemşiresi olarak görevli iken saat 16.00 sularında jandarmanın mağdurları muayene için getirdiklerini, mağdurların tek tek soyularak muayene edildiklerini ve vücutlarında darp, cebir izi bulunmadığına dair rapor tanzim edildiğini, muayene esnasında jandarma komutanlarının içeriye alınmadığını, mağdurların her hangi bir şikâyet ileri sürmediklerini, ancak mağdurlardan birinin başının ağırdığını söylediğini, muayene esnasında her hangi bir yerden telefon gelmediğini” söylemiştir.

42. Tanık S. S. anlatımında; “olay tarihinde icapçı hekim olarak Ağrı Devlet hastanesinde görev yaptığını, Başhekimin kendisini aradığını resmi bir yazının olduğunu söylediğini, bunun üzerine acil servise gittiğini, mağdurları tamamen soyduğunu, mağdurları tek tek muayene ettiğini, mağdurlara ait her üç raporda belirtilen yaraların yaklaşık bir hafta on günlük iyileşmekte olan yaralar olduğunu, muhtemelen künt bir alet ile veya cisimle oluşmuş olabilecek yaralar olduğunu, şahısların muayenelerinde vücutlarında künt travmaya bağlı morluklar ve ekimozlar bulunduğunu, 12/11/2001 tarihli raporunun içeriğinin doğru olduğunu” ifade etmiştir.

43. Tanık Ş. Ö. beyanında; “12/11/2001 tarihinde Ağrı C. Başsavcılığının yazılı talebi üzerine gelen üç şahsın muayenelerini yaptıklarını, her üç şahsın da vücutlarının çeşitli bölgelerinde meydana gelen yaraların yaklaşık bir hafta, on günlük iyileşmeye yüz tutmuş yaralar olduğunu, yaraların künt travmaya bağlı meydana gelen yaralar olup vücutlarında yeşilimtırak iyileşmeye başlamış morluklar ve ekimozlar bulunduğunu” belirtmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

44. Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinin E.2002/86 sayılı dosyasında yapılan yargılama neticesinde, anılan Mahkemenin 9/10/2002 tarih ve E.2002/86, K.2002/506 sayılı kararıyla sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun savunmaları da dikkate alınarak, “suçun yasal unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle; diğer sanıklar İ. Ö. ve H. A.’nın da “her türlü kuşkudan uzak, inandırıcı, açık ve kesin deliller elde edilemediği” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiş, bu karar temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

45. “Kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinde E.2001/192 numarası üzerinden görülen dava, anılan Mahkemenin 11/4/2002 tarih ve E.2001/192, K.2002/66 sayılı kararıyla sonuçlanmış ve başvuruculara yönelik eylemleri nedeniyle sanıklardan H. A., yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat ederken, sanık İ. Ö. ise, 765 sayılı Kanun’un 243/1, 71. maddeleri gereğince toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmıştır.

46. Bu kararın sanık ve başvurucular tarafından 24/4/2002 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 23/6/2003 tarih ve E.2003/1302, K.2003/2451 sayılı ilamı ile “6/11/2001, 7/11/2001 ve 12/11/2001 tarihlerinde tanzim edilen üç sağlık raporu arasındaki çelişkinin giderilmesi ve belirlenen bulguların oluş zamanlarının net olarak saptanması açısından tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek nihai raporun alınması, doktorlar hakkında açılan kamu davalarının kesin hükümlerinin beklenilmesi ve tüm delillerin birlikte değerlendirilerek sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik soruşturma ile hüküm kurulduğu” gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

47. Bozmaya uyan ve E.2003/141 numarası üzerinden yargılamayı yürüten Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince 7/9/2004 tarihinde yapılan duruşmada, Doktor G. Ö. hakkında Ağrı Asliye Ceza Mahkemesinde görülmekte olan E.2004/419 sayılı davanın bahsi geçen dava ile birleştirilmesine ve Yargıtay ilamında belirtilen eksikliklerin giderilmesi için dosyanın ve mevcutlu olarak da mağdurların İstanbul Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine ve raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine karar verilmiştir.

48. Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ve önceki rapor içeriğine (12/7/2002 tarihli rapor) benzer tespitlerin yer aldığı 2/1/2006 tarihli raporun dosyaya alınması sonucunda tüm sanıklar hakkında yeniden hüküm kurulmuştur. Buna göre, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan 600,00 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine, sanık İ. Ö.’nün ise başvuruculara yönelik eylemleri sabit görülerek toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

49. Bu kararın taraflarca 2-15/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 30/6/2010 tarih ve E.2008/200, K.2010/9496 sayılı ilamı ile “hüküm, sanıklar İ. Ö., G. Ö. ve müdafileri ile birlikte, müdahiller Hicrettin Dağbakan ve Cezmi Demir vekili Av. S. B. tarafından ‘müdahiller Hicrettin Dağabakan, Ertan Dağabakan ve Cezmi Demir’ vekili olarak temyiz edilmesine karşın, tebliğnamede müdahil olarak ‘Ertan Demir ve Hicrettin Demir’ adlarının yazıldığı ve temyiz eden olarak da ‘katılan Ertan Demir vekili’ ibaresine yer verildiği; öte yandan tebliğname başlığında, temyiz kapsamında olan sanık H. A. hakkındaki beraat kararının gösterilmediği anlaşılmakla, belirtilen düzelteler tamamlandıktan sonra incelenmek üzere geri gönderilmesi kaydıyla dosyanın incelenmeksizin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine” karar verilmiştir. Bu düzeltmeler yapılarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21/9/2010 tarihli tebliğnamesi ile dosya yeniden Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmiştir.

50. Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamında; “müdahiller hakkında cürüm işlemek amacıyla teşekkül oluşturmak suçundan açılan kamu davasında, müdafi olarak tayin olunan avukatın, sanıklar İ. Ö. ve H. A.’ya müdafi olarak atanmış olduğunun tespit edildiği, bu durumun Avukatlık Yasasının 38/b madde ve fıkra hükmüne aykırı olduğu” belirtilerek, sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkında kurulan hükmün bozulmasına ve diğer sanık G. Ö. hakkında ise zamanaşımı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiş ve G. Ö. hakkındaki düşme kararı aynı tarihte kesinleşmiştir.

51. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “kamu görevlisinin efrada sui muamelede bulunması” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise başvurucu ve diğer iki mağdura yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

52. Mahkemenin anılan karardaki gerekçesi şöyledir:

“…Mağdurların hırsızlık suçundan şüpheli olarak getirildikleri Hamur İlçe Jandarma Karakol Komutanlığında insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmelerine, algılama veya irade yeteneklerinin etkilenmesine, aşağılanmalarına yol açacak şekilde muameleye maruz bırakıldıkları, eylemin sanık İ. Ö. tarafından gerçekleştirildiği, olay şüphelilerinin suçlarını söyletmek için başvurulan ve üç gün süren gözaltı süresi boyunca çırıl çıplak soyularak soğuk su ile ıslatıldıkları, darp edildikleri, kötü muameleye maruz bırakıldıkları, kendilerine hakaret edildiği, haysiyetlerinin ayaklar altına alındığı anlaşılmıştır. Tespit edilen raporlardaki maddi bulgular ve mağdurların aşamalardaki tutarlı anlatımları irdelendiğinde sanık İ. Ö.’nün söz konusu üzerine atılı üç mağdura karşı işkence suçunu işlediği yönünde mahkememizde tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Sanık İ. Ö.’nün üzerine atılı suçu işlemediği, söz konusu arazların şüphelilerin gözaltından çıktıktan sonra oluşmuş olabileceği yönündeki savunmaları tüm dosya kapsamı nazara alındığında inandırıcı bulunmamış ve sanığın 765 sayılı TCK’nın 243/1. maddesi uyarınca cezalandırılması cihetine gidilmiştir.”

53. Başvurucular, olaya ilişkin olarak 3/1/2013 tarihli dilekçeleri ile bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

54. Diğer taraftan, 10/4/2012 tarihli kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, Mahkemece aynı tarih esas alınarak sanıklar İ. Ö. ve H. A. hakkındaki karara kesinleşme şerhi konulmuştur.

B. İlgili Hukuk

55. 1/3/1926 tarih ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 230. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Hangi nedenle olursa olsun memuriyet görevini yapmakta savsama ve gecikme gösteren veya üstünün yasaya göre verdiği buyrukları geçerli bir neden olmadan yapmayan memur üç aydan bir yıla kadar hapis ve bin liradan beşbin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.”

56. 765 sayılı Kanun’un 243. maddesi şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.

Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 nci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”

57. 765 sayılı Kanun’un 354. maddesi şöyledir:

“Hekim, eczacı, sağlık memuru veya diğer bir sağlık mesleği mensubu, Hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi hatır için gerçeğe aykırı olarak verir ise, altı aydan iki yıla kadar hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Gerçeğe aykırı olarak düzenlenmiş böyle bir belgeyi bilerek kullanan kimse hakkında dahi aynı ceza tertip olunur.

Eğer gerçeğe aykırı belge, işlenmiş bir suçu yahut işkence, zalimane veya gayriinsani diğer fiillerin delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için düzenlenmiş ise faile verilecek ceza, dört yıldan sekiz yıla kadar hapistir.

…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

58. Mahkemenin 17/7/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucuların 3/1/2013 tarih ve 2013/293 numaralı bireysel başvuruları incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

59. Başvurucular, 3/11/2001 tarihinde ücret karşılığında pancar yükleme işi için birlikte gittikleri Ağrı ili Aşağı Karabal Köyü mevkiinde, telefon teli hırsızlığı ihbarı üzerine aynı bölgede tahkikat yapan güvenlik güçleri tarafından şüpheli sıfatıyla gözaltına alındıklarını, üç gün süreyle gözaltında tutulduklarını ve bahsi geçen suçu işledikleri hususunda itirafta bulunmaları amacıyla kolluk görevlileri tarafından devamlı surette başlarından soğuk su döküldüğünü, yumrukla başlarına vurulduğunu, vücutlarının çeşitli yerlerinden darp edildiklerini, soğukta bekletildiklerini, ekmek ve su verilmediğini, onur kırıcı laflar kullanıldığını, bu suretle işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

60. Başvurucular ayrıca, gözaltından çıkarılarak Savcılığa sevk edilmeden önce sağlık kontrolünden geçirilmek üzere Hamur Sağlık Ocağı’na götürüldüklerini, burada görev yapan hemşirelerden birinin işkence ve kötü muamele nedeniyle şikâyetçi oldukları sanık İ. Ö’nün eşi olmasından dolayı haklarında “darp ve cebir izi yoktur” şeklinde rapor düzenlendiğini, bu rapora itiraz etmeleri üzerine yine kendilerine kötü muamelede bulunan kolluk görevlilerinin gözetiminde yeniden sağlık kontrolünden geçirilmek için gittikleri Ağrı Devlet Hastanesi’nde görevli doktorlar tarafından yapılan muayeneleri sonucunda düzenlenen raporun da sanık İ. Ö’ye teslim edildiğini, İ. Ö.’nün bu raporlara baktıktan sonra sinirlenerek, tekrar hastaneye girip içeriğini değiştirttiğini belirtmişlerdir.

61. Başvurucular son olarak, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, olayın üzerinden on bir yıl geçmesine rağmen kamuoyunu ve vicdanları tatmin edici bir karar verilmediğini, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle AİHS’nin 2, 3, 6, 8, 13, 14. maddeleri ve 1 nolu ek Protokol’ün 1. maddesindeki haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş ve 500.000 TL maddi, 500.000 TL manevi tazminat ve 100.000 TL de derece mahkemeleri önündeki diğer giderler olmak üzere toplam 1.100.000 TL tazminat ve yargılama gideri ödenmesi talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

62. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucuların iddiaları Anayasa’nın 17/3. ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı ile adil yargılanma hakkı kapsamda değerlendirilmiştir.

a. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

63. Başvurucular, kendilerine işkencede bulunduklarını iddia ettikleri kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

64. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.

65. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

66. Başvurucular, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ileri sürmüşlerse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

b. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

67. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

68. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

69. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

70. Başvurucular, isnat edilen suçlamayı kabul etmeleri amacıyla, gözaltında bulundukları 3 gün boyunca kolluk görevlileri tarafından devamlı surette işkence ve kötü muameleye maruz kaldıklarını iddia etmişlerdir.

71. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı yaptıkları şikâyet üzerine, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini, bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip yönlendirdiklerini, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, işkenceyi gizlemek için gerçeğe aykırı adli rapor düzenlediği gerekçesiyle yargılanan Doktor G. Ö. hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, bu nedenlerle yargılamaların etkili yürütülmediğini belirtmişlerdir.

72. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvurucuların gözaltında kaldıkları üç günlük sürede yaralandıklarının dosyadan anlaşıldığı, sanıkların savunmalarında bu yaralanmanın nasıl meydana geldiğine ilişkin bir açıklamanın bulunmadığı, işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

73. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucuların şikayeti üzerine soruşturmanın adı geçen failler yönünden başlatılarak, davaların açıldığı, ancak tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan yargılamanın, 20/5/2013 tarihli onama kararı ile sonuçlandığı, böylece yargılama sürecinin on bir yıl altı ay on dört gün sürdüğü, AİHM’nin birçok kararında, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerektiğinin vurgulandığı, işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

74. Başvurucular, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamışlardır.

75. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucuların somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında devletin maddi ve usul yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

76. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve bir sanığın da işkence suçundan mahkûm olduğu gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucular açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.

77. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların ve fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

78. Buna göre söz konusu davada, Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade, bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari hadden hüküm kurması ve bir sanık yönünden de davanın zamanaşımından düşmüş olması nedeniyle başvurucuların mağdurluk sıfatlarının ortadan kalkmadığı sonucuna varılmıştır.

 i. Genel ilkeler

79. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucuların maruz kaldıkları sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi varlıklarını koruma ve geliştirme haklarının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

80. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

81. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir.

82. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

83. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir.

84. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır.

85. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir.

86. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

87. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer vermiştir.

88. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik KrallıkIlaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikleki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir.

89. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır.

90. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. (Benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. (Benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir.

91. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Gäfgen/Almanya [BD], B. No: 22978/05, 1/6/2010, § 91; Campbell ve Cosans/Birleşik Krallık, B. No: 7511/76 – 7743/76, 25/2/1982, § 26).

92. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir.

93. AİHM’nin birçok kararlarında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

94. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

95. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

96. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/“Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti”, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49). Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (Benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Klaas/Almanya, § 30).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

97. Başvurucular, hırsızlık suçu şüphesi ile Jandarma görevlileri tarafından 3/11/2001 tarihinde gözaltına alınmışlardır. Aynı gün yapılan muayenelerinde herhangi bir sağlık sorunu tespit edilmemiştir. Başvurucular, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkarılmış ve haklarında düzenlenen raporda “herhangi bir darp izine rastlanılmadığı” belirtilmiştir. Ancak, başvurucuların Savcılıkta verdikleri ifadelerinde “gözaltında tutuldukları süre içinde kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri amacıyla devamlı olarak işkence yapıldığını, işkence eden komutanın eşi ile aynı sağlık ocağında çalışan Doktor G. Ö’nün gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiğini, bu nedenle Jandarma görevlileri ile hastane doktorlarından şikâyetçi olduklarını” belirtmeleri üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için aynı gün soruşturma başlatılmış ve başvurucular hakkında başka hastanelerde ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporlarda, başvurucuların gözaltında bulundukları zaman diliminde vücutlarının çeşitli yerlerinde darp izleri bulunduğu saptanmıştır (§ 28, 29, 30). Ayrıca Jandarmada görevlileri İ. Ö. ve H. A. savunmalarında, başvurucuların sağlıklı şekilde girdikleri halde gözaltındaki yaralanmaların nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir açıklamada bulunmamışlardır.

98. Diğer taraftan, başvurucular hakkında “hırsızlık” suçundan açılan davada Ağrı Asliye Ceza Mahkemesi, aleyhlerindeki tek delil olan kolluk beyanlarının işkence sonucu alındığına ilişkin iddialar bulunması nedeniyle; “cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak” suçundan da Ağrı Ağır Ceza Mahkemesi, “isnat edilen suçu işlediklerine dair yeterli kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulanmadığı” gerekçesi ile beraat kararı vermiştir. Bunun yanında, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince “efrada sui muamele” suçundan Jandarma görevlisi İ. Ö. hakkında verilen mahkûmiyete ilişkin karar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmişken, H. A. delil yetersizliğinden beraat etmiştir. Yine gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan sanıklardan Y. İ. ve Y. O.’nun beraatına karar verilmiştir. Öte yandan başvurucularda herhangi bir darp izi bulunmadığı yönünde rapor düzenleyen ve efrada sui muamele suçundan mahkûm olan sanık İ. Ö.’nün hemşire olan eşi ile aynı yerde çalışan sanık G. Ö.’nün eylemi Mahkemece sabit kabul edilerek, görevi ihmal suçundan mahkûm edilmesine rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verildiği görülmüştür.

99. Başvurucular, gözaltında bulundukları üç gün boyunca kolluk görevlileri tarafından vücutlarının çeşitli yerlerinde cop ve yumruk ile darba maruz kaldıklarını, gözlerinin bağlandığını, soyularak çıplak vaziyette soğuk bir garaj-depo gibi yerde geceleri ayrı olarak beklettirildiklerini, hortum ile üzerlerine su püskürtüldüğünü, saçlarından sürüklendiklerini, tuvalet ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verilmediğini, bir aletle cinsel organlarının sıkıldığını, organlarına cop sokulmaya kalkışıldığını, aç-susuz bırakıldıklarını, kendilerine ve ailelerine yönelik ağır küfür ve tehditler sarf edildiğini Savcılık ve Mahkeme aşaması ile bireysel başvurularında ileri sürmüşlerdir. Gözaltında oldukları için, dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucuların bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

100. Buna göre başvurucuların aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri, Ağrı Devlet Hastanesi ile Adli Tıptan alınan doktor raporları ve tanık anlatımları ile Mahkemenin gerekçeli kararı (§ 52), başvurucuların bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucuların, gözaltından çıkarıldıktan sonra yaralanmış oldukları ya da fiziksel iz bırakmayan kötü muamele gördüklerinin tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmüştür.

101. Başvurucular hakkında çeşitli sağlık raporlarında belirtilen yaraların tümünün ve başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kötü muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayların süregelişi, saldırıların, başvuruculara kendilerine yöneltilen olaylar hakkında itirafta bulunmaları için bilinçli olarak uygulandığını doğrulamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bu eylemlerin, bahsi geçen suçu işledikleri hususunda ikrarda bulunmaları amacıyla başvuruculara kasten uygulandığı anlaşılmaktadır. Ortaya çıkarılan fiiller, başvurucuların fiziksel ve psikolojik acı verme, direncini kırma, onları aşağılama amacı olan, korku, endişe ve aşağılık duygusu sağlayan niteliktedir. Bu muamelelerin işkence niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

102. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında bir başvurucunun yaşının da küçük olduğu göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.

103. Diğer taraftan gözaltında oldukları için zaten çok kırılgan bir durumda olan başvurucuların, kendi davranışlarından kaynaklanmadığı ve zorlayıcı bir neden de bulunmadığı halde sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalmaları, ayrıca bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edilmeleri ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlenmesi şeklindeki eylemlerin, başvuruculara yönelik tehditin varlığını devam ettirdiği, bunun da insan onuruna bir müdahale oluşturduğu açıktır.

104. Ayrıca Jandarma görevlilerinin eylemlerindeki saikin hırsızlık suçunu aydınlatmak olduğu belirlenmiş ise de, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası göz önünde tutulduğunda, mağdurların eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun, kötü muamele yasağının ihlal edilmemesi gerekir. Saikin önemi ne kadar yüksek olursa olsun, yaşam hakkı gibi en zor koşullarda bile işkence, eziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yapılamaz. Anayasa’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası gereğince savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde bile, bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Anılan maddelerdeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun, herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.

105. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvuruculardan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, onları cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı ve üç gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle gerçekleştiği belirlenmiştir. Buna göre, birisi çocuk yaşta olan başvuruculara kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişilere itirafta bulunmaları veya kendilerine yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermeleri amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucuların vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında, işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

106. Öte yandan bir sanık yönünden davanın zamanaşımına uğramış olması, mahkûm olan jandarma görevlisi hakkında ise, Mahkemenin gerekçesinde belirttiği vahim nitelikteki eylemleri de dikkate alındığında, islenen suç ile verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen cezanın yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucuların fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

107. Açıklanan nedenlerle, başvurucuların maruz kaldıkları bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

 i. Genel ilkeler

108. Başvurucular, işkence ve kötü muameleye maruz kalmalarından dolayı kolluk görevlileri ve bu görevlilerin eylemlerinin ortaya çıkmaması için yanıltıcı rapor düzenleyen doktorlar hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davaların makul sürede tamamlanmadığını, bir sanık yönündeki davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü, bir kısım sanıkların da beraat ettiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüşlerdir.

109. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

110. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

112. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 - 57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

115. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır. (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

116. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

117. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.

118. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

119. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir. (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

120. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (Benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

121. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca, AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

 ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

122. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucuların maruz kaldığı işkenceden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişiler tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

123. Başvurucular, soruşturmanın bazı noktalarda etkili yürütülmediğini ileri sürmüşlerdir. Bu kapsamda başvurucular, kendilerine kötü muamelede bulunan kişilerin gözetiminde doktor kontrolünden geçirildiklerini ve bu şahısların rapor düzenleyen doktorları etkileyip, yönlendirdiklerini iddia etmişlerdir.

124. Yukarıdaki ilkelerde de belirtildiği gibi, Devlet memurları tarafından yapıldığı iddia edilen işkence ve kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin, olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Somut olayda, soruşturma bağımsız bir birim olan Cumhuriyet Savcılığınca yürütülmekte ise de, Savcılık adına adli işlemleri yürüten kişilerin bizzat kötü muameleye ismi karışan kişilerden oluşması, soruşturmanın etkili olmasını engellemiştir. Zira, bu kişilerin kendi aleyhlerine olabilecek muhtemel kanıtları karartma ihtimalleri yüksektir. Yine, bunların mağdurların lehine olabilecek delilleri toplama konusunda isteksiz davranmaları ya da tanık veya rapor düzenleyecek doktor, bilirkişi gibi şahısları yanlış yönlendirme riski bulunmaktadır.

125. Söz konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucuların, bu güce başvuranların gözetiminde hastanelere sevk edildiklerini ve bu kişilerin yönlendirme ve etkileri ile doktor raporlarının düzenlendiğini iddia etmeleri (§ 26, 38, 41, 71) ve bu iddiaları doğrulayan mahkûmiyet hükümleri (G. Ö. ve İ. Ö. ile ilgili kararlar) ile başvurucuların darp edilme dışındaki kötü muamele iddialarının araştırılmaması dikkate alındığında, soruşturmanın bağımsız ve etkili yürütülmediği, bunun bir ihlal sonucunu doğurduğu değerlendirilmiştir.

126. Başvurucular ayrıca, işkence suçundan açılan davada bir sanığın beraat etmesi, yine gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan açılan davanın da zamanaşımından düşmesi nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmişlerdir.

127. Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince efrada sui muamele suçundan Jandarma görevlisi H. A. hakkında delil yetersizliğinden beraat kararı verilmiştir. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla, bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır.

128. Başvurucuların şikâyeti üzerine, kolluk görevlisi H. A. hakkında da soruşturma başlatılarak ardından kamu davası açılmıştır. Ancak başvurucuların, kendilerini darp eden kişinin İ. Ö. olduğunu, H. A.’nın, İ. Ö’nün yanında bulunmakla beraber darp eylemine karışmadığını söylemeleri ve sanıkların savunmaları ile tüm dosya içeriğini değerlendiren Mahkeme, mahkûmiyet için yeterli delil bulunmadığından sanığın beraatına karar vermiş ve Yargıtayca da denetlenen bu karar onanarak kesinleşmiştir. Bu bağlamda muhakeme usulü boyunca anılan sanık hakkında yürütülen işlemlerin yetersiz ve gerekçenin de hatalı olduğu sonucuna götürecek bir neden saptanmadığından, soruşturmanın bu açıdan etkisiz olduğu söylenemez.

129. Diğer taraftan, başvurucular hakkında gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan yargılanan sanık G. Ö. hakkındaki dava da, mahkûm olmasına rağmen, Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğramıştır.

130. Başvurucuların şikayeti üzerine anılan sanık hakkında Hamur Cumhuriyet Başsavcılığınca 7/11/2001 tarihinde başlatılan soruşturma sonucunda, 5/12/2001 tarihinde “gerçeğe aykırı rapor tanzim etmek suçundan” cezalandırılması istemiyle Hamur Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açılmıştır. Dava, Hamur Asliye Ceza Mahkemesinin E.2001/87 numarasına kaydedilerek, ilk duruşması 6/12/2001 tarihinde yapılmış ve daha sonra bu mahkemenin kapatılması nedeniyle (HSYK’nın 9/6/2004 tarih ve 278 sayılı kararı ile) dosya Ağrı Asliye Ceza Mahkemesine gönderilmiş, ardından da söz konusu dava, diğer sanıkların yargılandığı Ağrı Ağır Ceza Mahkemesindeki dava ile birleşerek burada görülmeye devam etmiştir. Bu Mahkemenin 1/6/2006 tarih ve E.2003/141, K.2006/117 sayılı kararı ile sanık G. Ö’nün eylemi görevi ihmal suçu kapsamında değerlendirilerek 600 TL adli para ceza ile cezalandırılmasına ve bu cezanın ertelenmesine karar verilmiştir. Kararın 5/6/2006 tarihinde temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 6/7/2011 tarih ve E.2010/12971, K.2011/5945 sayılı ilamı sanık hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiş ve bu karar aynı tarihte kesinleşmiştir.

131. Buna göre muhakeme usulü, iki dereceli yargılama sürecinde, şikayetin yapıldığı tarihten 9 yıl 7 ay 29 gün sonra yani 6/7/2011 tarihinde zamanaşımı nedeniyle son bulmuştur. Oysa yukarıdaki ilkelerden (§ 119, 120, 121) de anlaşılacağı üzere mahkemelerin işkence ve kötü muamele yapmakla suçlanan kamu görevlileri ile bu görevlilerin eylemlerini kolaylaştıran ya da onları koruyucu davranışlarda bulunarak diğer suçları işleyen kişiler hakkındaki yargılamaları ivedilikle sonlandırması ve dolayısıyla zamanaşımından faydalanmamalarına özen göstermesi gerekirken, somut olayda bu hassasiyetin gösterilmediği saptanmıştır. Böylece ilk derece Mahkemesince aleyhe maddi kanıtların oluştuğu kabul edilerek cezalandırılan sanık G. Ö. ile ilgili davanın Yargıtay aşamasında zamanaşımına uğradığı görülmüştür. Dolayısıyla, derece Mahkemesi önündeki süreçte kayda değer bir gecikmenin olduğu, bu gecikmenin makul bir nedene dayanmadığı, sözü edilen kamu görevlisinin cezasız kalmasına engel olacak ivedilikte hareket edilmediği görülmektedir.

132. Başvurucular son olarak, söz konusu suçlardan açılan kamu davasının on bir yıl geçmesine rağmen tamamlanmadığından şikâyet etmişlerdir.

133. Somut olay ile ilgili olarak başvurucuların, kendilerine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmeleri üzerine 6/11/2001 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı tarafından derhal soruşturma açılmıştır. Başvurucuların itirazları da dikkate alınarak, farklı hastanelere sevk edilmek suretiyle doktor raporlarının aldırılması sağlanmıştır. Bu raporlarda yaralanmadan bahsedilmesi üzerine sorumlulukları tespit edilen Jandarma görevlileri İ. Ö. ve H. A. hakkında gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “efrada sui muamale” suçundan 28/12/2001 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ayrıca, 12/11/2001 tarihli raporun, 7/11/2001 tarihli rapordan farklı bulgular içermesi üzerine, 7/11/2001 tarihli raporu düzenleyen doktorlar hakkında gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan, İ. Ö. ve H. A. hakkında da doktorları bu suça azmettirme suçundan kamu davası açılmıştır. Yine, 6/11/2001 tarihinde gözaltından çıkış raporunu düzenleyen Doktor G. Ö. hakkında da gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan kamu davası açılmıştır.

134. Yargılama sürecinde isnat edilen gerçeğe aykırı rapor düzenlemek suçundan ve bu suça azmettirme suçundan bazı sanık doktorlar ile sanıklar İ. Ö. ve H. A. beraat etmiş, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 1/6/2006 tarihli kararı ile sanık G. Ö.’nün görevi ihmal suçundan aldığı mahkumiyet hükmü de Yargıtayın temyiz incelemesi yaptığı 6/7/2011 tarihinde zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın düşmesine karar verilmiştir.

135. Öte yandan Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, 10/4/2012 tarih ve E.2011/176, K.2012/95 sayılı karar ile “efrada sui muamele” suçundan sanıklardan H. A.’nın beraatına, sanık İ. Ö.’nün ise üç başvurucuya yönelik eylemleri nedeniyle toplam 30 ay 3 gün hapis ve 7 ay 15 gün memuriyetten mahrumiyet cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu kararın sanık İ. Ö. tarafından 17/4/2012 tarihinde temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/5/2013 tarih ve E.2013/1460, K.2013/15369 sayılı ilamı ile Mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmiş olup, aynı tarihte söz konusu karar kesinleşmiştir.

136. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 6/11/2001 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamaların 20/5/2013 tarihli Yargıtayın onama kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 11 yıl 6 ay 14 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, derece mahkemeleri önündeki yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.

137. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların uzaması, bazı sanıklar hakkındaki suçlamaların zaman aşımına uğramasına, bazı sanıklar hakkındaki cezaların ise çok geç kesinleşmesine neden olmuş, işkence uygulayan veya uygulanmasına göz yuman kamu görevlilerinin hiç ceza almaması ya da çok geç alması sonucunu doğurmuştur. Bu durumda soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemez.

138. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

V. 6216 SAYILI KANUN’UN 50. MADDESİNİN UYGULANMASI

139. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

140. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucular uğradıkları maddi ve manevi zararlarının karşılanmasını talep etmişlerdir. Başvurucular, uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmamışlardır. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için, başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tazminat talebi arasında illiyet bağı kurulması gerekir. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesine herhangi bir belge sunmayan başvurucuların maddi tazminat talebi reddedilmelidir.

141. Başvurucuların maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak her başvurucuya takdiren 40.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

142. Ayrıca başvurucular tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35’er TL harç masraflarına ilişkin yargılama giderlerinin başvuruculara ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucular tarafından ileri sürülen Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Her başvurucuya ayrı ayrı olmak üzere takdiren 40.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucuların tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucular tarafından yapılan 198,35’er TL harç masrafına ilişkin yargılama giderlerinin BAŞVURUCULARA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,

17/7/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DENİZ YAZICI BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/6359)

 

Karar Tarihi: 10/12/2014

R.G. Tarih-Sayı: 4/4/2015-29316

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Alparslan ALTAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep BENLİ

Başvurucu

:

Deniz YAZICI

Vekili

:

Av. Mehmet Harun ELÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvurucu, polis memurları tarafından keyfi biçimde gözaltına alındığını, gözaltında kötü muameleye maruz kaldığını belirterek şikayetçi olmasına rağmen etkili soruşturma yapılmadığını, polis memurları hakkında açılan kamu davası sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine İzmir 4. Sulh Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 9/5/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 4/7/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Adalet Bakanlığının 8/9/2014 tarihli görüşü başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili 1/10/2014 havale tarihli beyan dilekçesini on beş günlük yasal süresi içinde sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile Adalet Bakanlığının görüşünde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

7. Başvurucu, olay tarihinde İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doktor olarak görev yapmaktadır.

8. 15/5/2008 tarihinde başvurucunun evindeki boya işlerini yapan A.Y. ile polis memurları arasında sokakta kimlik gösterme meselesi yüzünden bir tartışma meydana gelmiştir. Başvurucu da bu tartışmaya dâhil olunca polis memurları her iki şahsı yakalayıp ekip aracına bindirerek haklarında adli işlem başlatmıştır.

9. Başvurucu hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2008/45308 sayılı soruşturma sonunda 28/5/2008 tarihinde görevi yaptırmamak için direnme suçundan asliye ceza mahkemesine kamu davası açılmıştır.

10. İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 2/6/2009 tarih ve E.2008/334, K. 2009/316 sayılı kararla başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına karar verilmiştir.

11. Kararın temyiz edilmesi sonucu Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 25/12/2012 tarih ve E.2011/23459, K.2012/31792 sayılı ilamı ile beraat kararı onanmıştır.

2. Başvurucunun Kötü Muamele Şikâyetleri Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları

12. Başvurucu 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde avukatı olduğu halde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde, 15/5/2008 tarihinde çalıştığı hastaneden evine gitmek üzere çıktığını, evinin boya işlerini yapan A.Y.’nin telefonda polislerin kendisine kimlik sorduğunu söylediğini, A.Y. ve polis memurlarının bulunduğu yere geldiğinde polislere “bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin “sen kimsin” diyerek kimlik sorduklarını, doktor olduğunu söyleyince doktor kimliğini istediklerini, doktor kimliğinin henüz çıkmadığını söyleyip doktor kaşesini gösterdiğini, bu sırada polislerden birinin A.Y.’yi tokatlayarak ekip otosuna bindirdiğini, buna tepki göstererek “ne yapıyorsunuz” deyince polislerden birinin kendisine de 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde kendilerine sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride bulunan boş bir araziye götürülüp burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp edildiğini, daha sonra Bornova Trafik Hastanesi’ne götürüldüğünü, oradan da acilen Tepecik SSK Hastanesi Acil Servis Polikliniğine sevk edildiğini, dayak nedeniyle çok ağrılarının olduğunu ve psikolojik travma yaşadığını, kendisini darp edip hakaret ve tehdit eden polis memurlarından şikayetçi olduğunu beyan etmiştir.

13. Başvurucu 21/5/2008 tarihinde polis başmüfettişine avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de, 16/5/2008 tarihinde polis merkezinde verdiği ifadeye ilaveten ekip otosunda boş araziye götürüldükleri sırada çakır gözlü polis memurunun kendisine “Senin memurluğunu yakacağım, Baran’ı öldürene ne oldu ki? Bize bir şey olmaz, altı ay önce yasa değişti, mukavemet derim alırım, cebine uyuşturucu koyar alırım, bana karşı geldi derim alırım” diyerek tehdit ettiğini, ayrıca polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü, olaydan sonra 4-5 gün hastanede yattıktan sonra rapor verilerek taburcu olduğunu belirtmiştir.

14. Başvurucu 4/7/2008 tarihinde 2008/46325 sayılı soruşturma kapsamında İzmir Cumhuriyet Savcısına avukatı nezaretinde müşteki sıfatıyla verdiği ifadede de yukarıda bahsedilen beyanlarını tekrar etmiş, nezarethaneye alındıklarında kendisini soyduklarını, “kaşe göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat attıklarını beyan etmiştir.

15. Başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinde (E.2008/1675) yapılan yargılamada, başvurucu önceki beyanlarını tekrarlayarak davaya katılma talebinde bulunmuştur.

b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

16. Başvurucunun olay tarihi olan 15/5/2008’de Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucu hazırlanan genel adli muayene formuna göre, boyunda, kafada, kulak arkalarında, sırtında ve tüm vücudunda ağrı şikayetinin olduğunu belirttiği, yapılan muayenesinde, sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi, sağ frontal bölgede hiperemi, sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu anlaşılmıştır.

17. Başvurucu Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden 20/5/2008 tarihinde taburcu olurken düzenlenen epikriz raporunda, 15/5/2008 tarihinde düzenlenen rapordaki bulgular aynen tekrar edilmiş ve ortopedik muayenesinde darp cebir izlerinin dışında patolojik bulguya rastlanmadığı bildirilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli ve İdari İşlemler

i. Soruşturma Sonucu Açılan Kamu Davası

18. Başvurucunun şikayetine konu olan polis memurları hakkındaki kötü muamele iddialarına ilişkin evrak, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 26/5/2008 tarihli ayırma kararı ile 2008/46325 soruşturma numarasına kaydedilerek soruşturmaya başlanmıştır.

19. Yürütülen soruşturma sonunda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 10/10/2008 tarih ve E. 2008/41920 sayılı iddianamesi ile polis memurları M.D., T.Ç., ve Ö.İ. hakkında “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi delaletiyle 86/2,3-d, 53/1-2 maddeleri gereğince cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır. İddianamede, “Şüpheli polis memurlarının ‘görevli memura direnme’ iddiası nedeniyle başvurucuyla birlikte A.Y adlı şahsı zorla ekip otosuna bindirdikleri, şahısları doğrudan karakola götürmeyerek boş bir araziye götürerek araçtan indirip tekme tokat dövdükleri, yere düşen başvurucu ve A.Y’ye yaralama kastı altında zor kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları, karakol nezarethanesine götürüldükten sonra burada da şahısların dövüldükleri, almış oldukları darbeler nedeniyle baş, boyun, sırt, ayak, üst dudak ve dirsek bölgelerinde raporlarda tarif edilen sıyrık, ekimoz ve yara berelerin oluştuğu, yine doktor raporları ve adli tıp raporuna göre yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu, her üç şüphelinin anlatılan fiil ve eylemleri ile zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama suçunu işledikleri sabit görülerek” cezalandırılmaları talep edilmiştir.

20. Başvurucunun sövme ve aşağılama suretiyle kendisine hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak yapılan soruşturma sonunda, 10/10/2008 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “şüphelilerin hakaret suçunu işlediklerine dair, müştekilerin soyut iddiası dışında haklarında kamu davası açmaya yeter ve inandırıcı tanık ya da başkaca somut deliller elde edilemediğinden” ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucunun bu karara itiraz ettiğine dair dosya içinde herhangi bir belgeye rastlanmamıştır.

ii. Polis Memurları Hakkında Açılan Disiplin Soruşturması

21. 16/5/2008 tarihinde İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından polis memurları hakkında idari tahkikat başlatılmıştır. Bu kapsamda İzmir Valiliği tarafından Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazı ile tahkikat yapılması için Polis Başmüfettişi görevlendirilmesi istenmiştir.

22. Polis Başmüfettişi tarafından yapılan soruşturma sonucunda hazırlanan 9/6/2008 tarih ve 08/51 sayılı disiplin soruşturma raporunda, polis memuru Ö.İ.’nin başvurucuyu darp edip, hakaret ettiğine dair delil elde edilemediğinden hakkında “ceza tayinine mahal olmadığına” karar verilmesi, polis memurları M.D. ve T.Ç.’nin, başvurucuyu gerek yakalama sırasında zor kullanma sınırını aşarak ve gerekse yakalama ile Bornova Polis Merkezine teslim süresi içindeki aşamada basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek şekilde döverek yaralanmasına neden oldukları anlaşıldığından, Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü’nün 7/A-1 maddesi gereğince haklarında “12 ay kademe ilerlemesinin durdurulması” yönünde disiplin cezası verilmesi istenmiştir. Ancak dosya içerisinde İl Polis Disiplin Kurulunca polis memurları hakkında verilmiş bir karara rastlanmamıştır.

iii. Sanık ve Müşteki Anlatımları

23. Sanıklardan Ö.İ. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “ Olay tarihinde kimlik gösterme meselesi nedeniyle A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yapmak üzere şahsı ekip aracına bindirmeye çalıştıklarını, bu sırada başvurucunun da kendilerine bağırıp çağırmaya başladığını, bunun üzerine başvurucuyu da ekip aracına bindirdiklerini, başvurucunun araç içerisinde taşkınlık yapması üzerine ellerine kelepçe taktıklarını, araca bindirdikleri şahısları kesinlikle boş araziye götürüp dövmediklerini, karakola geldikten sonra kendisinin araç içerisinde kaldığını, karakola girmediğini, müştekiler hakkında verilen doktor raporlarını kabul etmediğini, başvurucu Tepecik Hastanesinde çalıştığı için arkadaşları tarafından taraflı rapor tanzim edildiğini ” beyan etmiştir.

24. Sanıklardan T.Ç. kovuşturma aşamasında yaptığı savunmasında, “Olayın diğer sanık Ö.İ.’nin anlattığı gibi gerçekleştiğini, kendisinin ekip aracını kullanırken başvurucunun arkadan saldırdığını, başvurucunun iki elini kaldırdığını, daha sonra başvurucuya kelepçe taktıklarını, bu sırada başvurucunun yaralanmış olabileceğini, bir arkadaşlarının ekip aracında kaldığını, M.D. adlı arkadaşı ile birlikte şahısları gözlem odasına götürdüklerini, doktor raporlarını ve suçlamaları kabul etmediğini” söylemiştir.

25. Sanık M.D. mahkemede yaptığı savunmasında, “A.Y. adlı şahıs hakkında işlem yaparken başvurucunun yanlarına gelerek agresif hareketlerde bulunduğunu, kimlik sorunca kimlik göstermek istemediğini, bir kaşe gösterdiğini, şahısları boş arsaya götürüp darp etmediklerini, karakolda üst araması yapılırken başvurucunun göstermek istemediği kimliğinin üzerinden çıktığını, başvurucu raporlarını kendi çalıştığı hastaneden aldığı için raporları kabul etmediğini” beyan etmiştir.

26. Diğer müşteki A.Y. mahkemede verdiği ifadesinde, “Başvurucunun evinin tamirat ve dekorasyon işlerini yaptığını, olay günü dışarıda malzemelerin gelmesini beklediği sırada polis memurlarının kendisine kimlik sorduklarını, kimliğini polislere verdiğini, kimlik sorgulaması devam ederken başvurucunun yanlarına gelerek “ bu şahıs benim evimin işlerini yapıyor, bir sorun mu var” diye sorduğunu, bunun üzerine polislerin ‘sen kimsin, kim oluyorsun’ diyerek başvurucuya da kimlik sorduklarını, başvurucu kimlik yerine doktor kaşesini gösterince kimliğini çıkarmasını istediklerini, başvurucuya “Adı Deniz’miş, ayrıca Diyarbakırlı” dediklerini, bu sırada kendisine vurduklarını, başvurucu tepki gösterince ona da vurduklarını, daha sonra kendilerini ekip otosuna bindirerek boş bir arsaya götürdüklerini, önce başvurucuyu indirip dövdüklerini, sonra da kendisini indirip dövdüklerini, karakola götürüp çırılçıplak soyduktan sonra tekrar dövdüklerini, sinkaflı şekilde sövdüklerini, fotoğraflarını çekip bunu arkadaşlarımıza göstereceğiz dediklerini” belirtmiştir.

iv. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Karar

27. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712 sayılı kararda, “Sanık polis memurlarının olay tarihinde her iki müştekiden kaynaklanan haksız bir kışkırtma, hakaret ve görevliye etkin direnme gibi eylemler söz konusu olmaksızın, kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle gerek yakalama esnasında ve gerekse Bornova Polis Merkezine teslim aşamasında kanunun tanıdığı zor kullanma yetkisini keyfi biçimde aşarak her iki müştekiyi doktor raporunda belirtildiği şekilde darp edip yaraladıkları, müştekiler beyanı, doktor raporları, idari tahkikat sonucu tanzim olunan müfettiş raporu ve tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından, eylemin zor kullanma yetki sınırları içerisinde gerçekleştiğine dair dosya kapsamı ile bağdaşmayan savunmaya itibar edilmeyerek sabit görülen eylemlerinden dolayı hüküm fıkrasında belirtildiği şekilde cezalandırılmalarına karar vermek gerekmiştir, denilerek polis memurlarının 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” gerekçesiyle sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

28. Başvurucu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı etkili bir başvuru yolu olmadığı düşüncesiyle itirazda bulunmamış, 5/8/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

29. 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.

30. Aynı Kanun’un “Kasten Yaralama” kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili fıkra ve bendi şöyledir:

“(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

 …

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

 İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

31. 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin (5), (6), (8), (10), (11) ve (12) numaralı fıkraları.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 10/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/8/2013 tarih ve 2013/6359 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

33. Başvurucu, doktor olduğunu, evinin boya işini yapan A.Y.'nin yolda polislerle tartıştığını görünce olayı sorduğunu, polislerin hakaret ederek tekme ve yumruk ile vurmak suretiyle kendisini yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde doğulu olması nedeniyle 'Diyarbakırlı mısın?' diyerek küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp vurmaya devam ettiklerini, akabinde keyfi olarak nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını, işkence gördüğünü, polisler hakkında kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, polisler aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini belirterek Anayasa'nın 10., 17., 19., 36. ve 38. maddelerinde güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, 250.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

34. Adalet Bakanlığı kabul edilebilirlik yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır.

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu nedenle başvurucunun iddiaları Anayasa’nın 17/3., 19. ve 36. maddeleri ile ilişkili görülerek işkence yasağı, özgürlük ve güvenlik hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

a. Özgürlük ve Güvenlik Hakkının İhlal Edildiği İddiası

36. Başvurucu, hiçbir suç şüphesi yokken keyfi olarak gözaltına alınmış ve nezarete atılmış olduğunu iddia ederek Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

37. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler.”

38. Bu hüküm gereğince Anayasa Mahkemesi, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceler. Dolayısıyla Mahkeme’nin zaman bakımından yetkisi ancak bu tarihten sonra kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılan bireysel başvurularla sınırlıdır. Kamu düzenine ilişkin bu düzenleme karşısında, anılan tarihten önce kesinleşmiş nihaî işlem ve kararları da içerecek şekilde yetki kapsamının genişletilmesi mümkün değildir (B. No: 2012/832, 12/2/2013, § 14).

39. Ne var ki başvurunun kabul edilebilmesi için ihlal iddiasına dayanak teşkil eden nihai işlem veya kararların 23/9/2012 tarihinden evvel kesinleşmemiş olmaları da gerekmektedir. Nihai işlem veya kararların anılan tarihten önce kesinleştikleri tespit edildiği takdirde ilgili şikâyetler bakımından başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir. Mahkemenin yargı yetkisine ilişkin bu tespitin bireysel başvuru incelemesinin her aşamasında yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013, § 32).

40. Somut olayda başvurucu 15/5/2008 tarihinde saat 17.20 civarında yakalanarak hakkında adli işlem başlatılmış, yaklaşık olarak 8 saat tutulduktan sonra 16/5/2008 tarihinde saat 01.00’de ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır

41. Başvurucu, 16/5/2008 tarihinde sona eren yaklaşık 8 saat süren bu tutulma işlemine karşı herhangi bir hukuk yoluna başvurmamıştır. Bu nedenle hakkında verilen gözaltına dair kararı en son karar; gözaltının sona erdiği 16/5/2008 tarihini de en son kararın tarihi olarak kabul etmek gerekir. Bu tarih ise Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara ilişkin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden öncedir.

42. Açıklanan nedenlerle, olayda iç hukuk yolunu tüketen nihai kararın, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı 23/9/2012 tarihinden önce verildiği anlaşıldığından başvurunun, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası

43. Başvurucu, kendisine işkencede bulunduklarını iddia ettiği kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasının makul sürede bitirilmediğini ve disiplin soruşturmasının ihtilaflı kurumun memurlarınca yapıldığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

44. Bakanlık görüşünde, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyet değerlendirilirken, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bu konuda benimsediği ilkelere değinilmiş, AİHM’nin, Sözleşme’nin 3. maddesinin usuli gereği olarak sorumlular aleyhine yürütülen soruşturmanın uzunluğundan bahisle yine Sözleşme’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiği yönündeki şikâyetleri, 3. madde kapsamında incelediği ve 6/1. maddeye dayalı şikâyetleri ayrıca ele almadığı ifade edilmiştir.

45. Başvurucu, Bakanlığın bu konudaki görüşüne karşı herhangi bir beyanda bulunmamıştır.

46. Başvurucu, adil yargılanma hakkına dayanarak, kolluk görevlileri aleyhine yürütülen davanın makul süreyi aştığını ve disiplin soruşturmasının aynı kurum çalışanlarınca yürütüldüğünü ileri sürmüşse de, işkence yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında bu hususun da ele alınması gerektiğinden, anılan şikâyet ile ilgili adil yargılanma hakkı açısından ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.

c. İşkence Yasağının İhlal Edildiği İddiası

47. Başvurunun incelenmesi neticesinde, işkence yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedenin de bulunmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu bölümünün kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

49. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

50. Başvurucu, doktor olarak görev yaptığını, kimlik gösterme meselesi nedeniyle polislerle tartıştığını, kimlik belgesi yerine üzerinde bulunan doktor kaşesini gösterince polis memurlarının hakaret ederek, yumruk ile vurmak suretiyle kendisini yaraladıklarını, Diyarbakırlı olmadığı halde doğulu olması nedeniyle “Diyarbakırlı mısın?” diyerek küçümsediklerini, ıssız bir arsaya götürüp tekmelerle vurmaya devam ettiklerini, akabinde nezarethaneye götürdüklerini, çırılçıplak soyduklarını, işkence gördüğünü iddia etmiştir.

51. Başvurucu, işkence ve kötü muameleye maruz kalmasından dolayı yaptığı şikâyet üzerine, kendisine kötü muamelede bulunan kolluk görevlileri hakkında işkence suçu yerine kasten yaralama suçundan kamu davası açıldığını, açılan kamu davasının makul sürede tamamlanmadığını, mahkemece sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu nedenlerle yargılamanın etkili yürütülmediğini belirtmiştir.

52. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının esas bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetler değerlendirilirken, başvuranın polisler tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığı şikayeti üzerine, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma yapıldığı, ilgili polis memurları hakkında sulh ceza mahkemesine zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçlamasıyla kamu davası açıldığı, başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu vurgulanmıştır.

53. Bakanlık, işkence yasağının usul bakımından ihlal edildiği yönündeki şikâyetlere ilişkin olarak da, başvurucunun maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşıdığını ve yargılama faaliyetlerine aktif olarak katıldığını, sulh ceza mahkemesinin gözaltı sürecindeki işkence iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediğini, hükmünü zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama üzerine kurduğunu, AİHM içtihatları ve belirtilen hususlar ışığında başvurucunun kişi dokunulmazlığı hakkının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

54. Başvurucu, başvurunun esası hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak, Bakanlığın lehe olan beyanlarına aynen katıldıklarını, aleyhe olabilecek beyanları reddettiğini beyan etmiştir.

55. Başvurucu, usule ilişkin Bakanlık görüşüne karşı, etkin bir soruşturma ve kovuşturma yapılmadığı gibi, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ilgili kamu görevlilerinin cezasız kaldıklarını ifade etmiştir.

56. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif sorumluluğuna bağlı olarak maddi ve usuli boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekir. Bu nedenle başvurucunun somut olaydaki şikâyetleri, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamında, devletin maddi ve usuli yükümlülükleri açısından ayrı şekilde değerlendirilecektir.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

57. Somut olayda cezai kovuşturmanın yapıldığı ve sanıkların kasten yaralama suçundan haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı gözetilerek öncelikle bu durumun başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdurluk sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevinde bulunmuyor ise de, kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak, suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlık olduğu durumlarda, Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır.

58. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi, tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte, mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçlar ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi halde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

i. Genel İlkeler

59. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiili saldırı nedeniyle maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının ihlal edilmesi iddiası ile ilgilidir.

60. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

61. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini, yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

62. Anayasa’nın 17. maddesi ayrıca Devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye, bu muameleler üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsa bile, maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Dolayısıyla yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda Devletin 17. maddenin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 82).

63. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup, her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (bkz. yukarıda geçen Eğmez, § 53; Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 83).

64. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için, anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 84).

65. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 85).

66. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10/12/1984 tarihinde kabul edilen ve 26/6/1987 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye’nin de 10/8/1988 tarihinde taraf olduğu İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Sözleşme bakımından ‘işkence’, bir kimseye, kendisinden bir ikrar veya üçüncü kişiyle ilgili bilgi elde etmek, kendisinin veya üçüncü kişinin işlediği veya işlediğinden şüphelenilen bir fiil nedeniyle cezalandırmak, kendisine veya üçüncü kişiye gözdağı vermek veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan her hangi bir gerekçeyle, bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden bir kişi tarafından veya bu kişilerin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle üçüncü kişi tarafından, kasten işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren her hangi bir fiildir. Kanuni yaptırımlardan kaynaklanan veya yaptırımın doğasında bulunan veya bu yaptırımlarla rastlaşan acı veya ıstırap, işkence sayılmaz.”

67. Yine anılan Sözleşme’nin 15. maddesi “Her bir Taraf Devlet, işkence sonucu alındığı ortaya çıkan bir ifadenin, işkence yapmaktan sanık bir kimsenin aleyhine bu beyanın alındığına dair bir delil olarak kullanılması hariç, hiç bir yargılamada delil olarak ileri sürülememesini sağlar.” hükmüne; 16. maddesi de “1. Her bir Taraf Devlet kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza fiillerinin bir kamu görevlisi ve resmi sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşviki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder. Sözleşmenin özellikle 10, 11, 12 ve 13. maddelerinde yer alan yükümlülükler, işkence sözcüğü yerine diğer zalimane, insanlıkdışı veya aşağılayıcı bir muamele veya ceza terimleri koyularak uygulanır.” hükmüne yer vermiştir.

68. “İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Bu hallerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 167; yukarıda geçen Eğmez/Kıbrıs, § 78). AİHM, fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41-42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007). Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 88).

69. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 22). Burada “eziyet”ten farklı olarak, kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 89).

70. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da, bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir (benzer AİHM kararı için bkz. Pretty/Birleşik Krallık, B. No: 2346/02, 29/4/2002, § 52). Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir (benzer AİHM kararı için bkz. V/Birleşik Krallık, [BD], B. No: 24888/94, 16/12/1999, § 71). Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen İrlanda/Birleşik Krallık). Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 90).

71. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanmış bir eylem tehdidinde bulunmak da, yeterince yakın ve gerçek olması koşuluyla, bu maddenin ihlali sonucunu doğurma riskini taşıyabilir. Dolayısıyla bir kimseyi işkence ile tehdit etmek, en azından “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele oluşturabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 91).

72. Özgürlüğünden mahrum bırakılan bir kişiye yönelik, kendi eylem ve tavırları mutlaka kuvvet kullanılmasını gerektirmedikçe, zora başvurulması, insan onurunun zedelenmesi ve ilke olarak Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen yasağın ihlal edilmesi sonucunu doğurabilir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 92).

73. AİHM’nin birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’nin normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin 2. fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun, kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (bkz. yukarıda geçen Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79) (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 93).

74. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı haldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün Devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hallerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (bkz. yukarıda geçen Selmouni/Fransa, § 87; Ferhat/Türkiye, B. No: 12673/05, 25/9/2012, § 33).

75. Kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 30). İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için, her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt, yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978, § 161; yukarıda geçen Labita/İtalya, § 121). Bu bağlamda kanıtlar toplanırken tarafların takındıkları tutumlar dikkate alınmalıdır (bkz. Tanlı/Türkiye, B. No: 26129/95, 10/4/2001, § 109). Ancak bu uygun koşulların tespiti halinde bir kötü muamelenin varlığından bahsedilebilir (B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

76. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup, bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hallerde çok dikkatli davranması gerekmektedir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4/4/2000). Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman, Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ribitsch/Avusturya, B. No: 18896/91, 4/12/1995, § 32). Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerinin işi olduğundan, Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin değerlendirmelerinin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klaas/Almanya, B. No: 15473/89, 22/9/1993, § 29; Jasar/Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti, B. No: 69908/01, 15/2/2007, § 49)Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman, ceza hukuku sorumluluğunun, Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır (benzer AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, §§ 110 – 111). Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen, normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 96).

ii. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

77. Başvurucu, memura mukavemet suçu şüphesi ile polis görevlileri tarafından 15/5/2008 tarihinde saat 17.20 civarında yakalanarak adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün saat 21.30’da yapılan muayenesinde “sağ ön parietal bölgede hiperemi, sol occipital bölgede hiperemi, sol kaş üzerinde 5 cm’lik hiperemi, sağ frontal bölgede hiperemi, sağ kaş üzerinde yaklaşık 1 cm’lik ekimotik alan, sağ göz altında ve sol kulak altında ekimotik alanlar, sağ trokoidal hassasiyet ve hiperemi, sol uyluk ve sol kruriste yumuşak doku travması ile uyumlu bulgular tespit edildiği, hastanın hayati tehlikesinin bulunmadığı ve basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek lezyonlara sahip olduğu” belirlenmiştir. Başvurucunun polis merkezinde şüpheli sıfatıyla verdiği ifadesinde “…Kimlik gösterme meselesi nedeniyle tartıştığı polis memurlarından birinin kendisine 6-7 kez tokatla vurduğunu ve kendisini de ekip otosuna bindirdiklerini, ekip otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, araçla 100-150 metre ileride bulunan boş araziye götürülerek burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurduklarını, yaklaşık 10-15 dakika burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek polis memurlarınca aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, burada da elbiseleri çıkartıldıktan sonra birkaç kez darp edildiğini” belirtmesi üzerine, Cumhuriyet Savcılığınca bu iddiaların araştırılması için soruşturma başlatılmış, başvurucunun gözaltında bulunduğu zaman diliminde vücudunun çeşitli yerlerinde meydana gelen darp izlerinin polis memurları tarafından meydana getirildiği kanaatine varılarak polis memurları hakkında “zor kullanma sınırlarını aşarak kasten yaralama” suçundan kamu davası açılmıştır. Başvurucunun sövme ve aşağılanma suretiyle kendisine hakaret edildiği iddiasıyla ilgili olarak ise ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir (§ 19, 20). Ayrıca polis görevlileri savunmalarında, başvurucunun sağlıklı şekilde girdiği gözaltındaki yaralanmalarının nasıl meydana geldiğine ilişkin ikna edici bir açıklamada bulunmamışlardır.

78. Diğer taraftan, başvurucunun gözaltına alınmasına neden olan “görevi yaptırmamak için direnme” iddiasıyla ilgili olarak hakkında açılan davada İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delil elde edilemediğinden beraatına karar vermiş, bu karar temyiz aşamasında onanarak kesinleşmiştir. Bunun yanında, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan üç polis memuru hakkında yapılan yargılama sonucunda polis memurlarının suçları sabit görülmüş, ancak haklarında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

79. Başvurucu, polislerce yakalandıktan sonra kendisine bir polis memuru tarafından 5-6 kez tokat atıldığını, polis otosunun içinde sinkaflı küfürler edildiğini, boş araziye götürülerek burada araçtan indirilerek kafasına ve karnına tekmelerle vurulduğunu, yaklaşık 10-15 dakika burada kötü muameleye maruz kaldığını, daha sonra tekrar ekip otosuna bindirildiğini, araçta da sinkaflı küfürler edildiğini, “…demek Diyarbakırlısın, adında Deniz. Sen üniversitede az dayak yedin herhalde, doktor oldun da bir şey mi oldun” denilerek aşağılandığını, ekip otosuyla karakola getirildikten sonra nezarethaneye konulduğunu, polis merkezi nezarethanesinde çırılçıplak soyulduğunu, ellerini başının üstüne koydurarak etrafında döndürüldüğünü, “kaşe göstermek nasılmış doktor” diyerek tokat atıldığını emniyet, savcılık ve mahkeme aşaması ile bireysel başvuruda ileri sürmüştür. Gözaltında olduğu için, dış dünyayla ilişkisi kesilen veya kendisine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmesi her an olanaklı olmayan başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptığı şikâyeti desteklemesinin, kanıt toplamasının güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak, ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi halinde bir sonuca ulaşılması mümkündür.

80. Buna göre başvurucunun aşamalarda birbiriyle uyuşan sözleri, olayın diğer müştekisi olan A.Y.’nin beyanları, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin olay günü verilen 15/5/2008 tarihli ve başvurucu taburcu olurken verilen 20/5/2008 tarihli doktor raporları, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararı (§ 27) ve polis başmüfettişince hazırlanan 9/6/2008 tarihli soruşturma raporu (§22) başvurucunun bu iddialarının doğruluğuna karine oluşturmuştur. Sağlıklı bir şekilde gözaltına alınan başvurucunun, gözaltından çıkarıldıktan sonra yaralanmış olduğunun tutarlı ifadeleri ve doktor raporları ile saptanmış olması karşısında, artık bunun kolluk görevlilerinin eylemleri sonucu olmadığına ilişkin ispat yükümlülüğü idareye aittir. Ancak, idarenin ispat yükümlülüğünü yerine getirmediği görülmüştür.

81. Başvurucu hakkında sağlık raporlarında belirtilen yaraların tümü ve başvurucunun gözaltı sırasında maruz kaldığı kötü muameleye ilişkin beyanları, fiziksel acıların bulunduğunu ortaya koymuştur. Olayın başında başvurucunun kimlik yerine doktor kaşesini göstererek doktor olduğunu söylemesi üzerine, polis memurlarının bunu kendilerine yapılmış bir saygısızlık olarak algılayıp başvurucunun iddiasına göre o andan itibaren doktor olmasına vurgu yaparak onu aşağılamaya çalışmaları ve iddiaya göre başvurucuyu nezarethanede çırılçıplak soyarak kendi etrafında döndürmeleri de birlikte değerlendirildiğinde bu muamelelerin eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olduğunu söylemek için yeterli ve ciddi kanıt unsuru bulunmaktadır.

82. Her ne olursa olsun, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça, fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırar ve kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal eder. Özellikle gözaltında yaşanan olaylar esnasında başvurucunun toplum tarafından saygı gören bir meslek mensubu olması, başvurucunun yaşadığı olayın yerel ve ulusal basında geniş yer alması (dosya içerisinde bulunan ilgili habere dair gazete fotokopileri) göz önüne alındığında, bu başvurucunun gözaltı sırasında uğradığı şiddetin yoğunluğu nedeniyle gelecekte de sürekli bir acı ve endişe içinde yaşama riski altında kalabileceği inkâr edilemez.

83. Yukarıda ifade edilen ve insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesinin görevli memura direnme suçundan başvurucunun beraatına karar vermesi ve İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararında “polislerin zor kullanma şartları oluşmadığı halde vurdukları” ifadesine yer vermesi birlikte değerlendirilip, devlet görevlilerince kendilerine karşı bir direnme olmadan keyfi ve bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda ve ayrıca bu muamelelerin, başvurucunun vücut bütünlüğünde oluşturduğu etkileri de dikkate alındığında, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüştür.

84. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun maruz kaldığı bu eylemlerden dolayı Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

i. Genel ilkeler

85. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede tamamlanmadığını, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.

86. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında, devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

87. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu bu pozitif yükümlülüğün bir de usuli boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmi bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

88. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması halinde, Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesindeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmi bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa, bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hale gelecek ve bazı hallerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

89. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylar nedeniyle yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

90. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan, burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Perez/Fransa, 47287/99, 22/7/2008, § 70) ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi (bkz. yukarıda geçen Tanlı/Türkiye, § 111) yüklediği anlamına gelmemektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 56).

91. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla, kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96-57834/00, 3/6/2004, § 136). Bu kapsamda yetkililer diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (bkz. Tanrıkulu/Türkiye [BD], B. No: 23763/94, 8/7/1999, § 104; Gül/Türkiye, B. No: 22676/93, 14/12/2000, § 89).

92. Bu tür olaylarla ilgili cezai soruşturmaların etkililiğini sağlayan hususlardan biri de teoride olduğu gibi pratikte de hesap verilebilirliği sağlamak için soruşturmanın veya sonuçlarının kamu denetimine açık olmasıdır. Buna ilaveten her olayda, mağdurların meşru menfaatlerini korumak için bu sürece etkili bir şekilde katılmaları sağlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Hugh Jordan/Birleşik Krallık, 24746/94, 4/5/2001, § 109; Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, § 92; Khadjialiyev ve diğerleri/Rusya, B. No: 3013/04, 6/11/2008, § 106; Denis Vassiliev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 157; Dedovski ve diğerleri/Rusya, B. No: 7178/03, 15/5/2008, § 92; Ognyanova ve Choban/Bulgaristan, B. No: 46317/99, 23/2/2006, § 107).

93. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla, şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmi şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhal başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. yukarıda geçen Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133, 134).

94. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için, soruşturmadan sorumlu ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Oğur/Türkiye, §§ 91-92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81-82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil ama aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83-84). Dolayısıyla etkili bir soruşturmadan söz edebilmek için, öncelikle bağımsız yürütülebilir niteliğe sahip olması gerekir.

95. Soruşturmayı sağlayacak bir başvuru yolunun sadece hukuken mevcut bulunması yeterli olmayıp, bu yolun uygulamada fiilen de etkili olması ve başvurulan makamın ihlal iddiasının özünü ele alma yetkisine sahip bulunması gereklidir. Başvuru yolunun bir hak ihlali iddiasını önleyebilme, devam etmekteyse sonlandırabilme veya sona ermiş bir hak ihlalini karara bağlayabilme ve bunun için uygun bir tazminat sunabilmesi halinde ancak etkililiğinden söz etmek mümkün olabilir. Yine, vuku bulmuş bir hak ihlali iddiası söz konusu olduğunda, tazminat ödenmesinin yanı sıra sorumluların ortaya çıkarılması bakımından da yeterli usulü güvencelerin sağlanması gerekir (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 26; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. yukarıda geçen Aksoy/Türkiye, § 95; Ramirez Sanchez/Fransa, B. No: 59450/2000, 4/7/2006, §§ 157-160).

96. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak, kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§111, 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

97. Mahkemelerin, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki bir olayın zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda, yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir ve kanundışı eylemlere karışanlara karşı gösterilecek her türlü hoşgörüden kaçınmaya olanak tanır (benzer AİHM kararları için bkz. Hüseyin Esen/Türkiye, B. No: 49048/99, 8/8/2006; Özgür Kılıç/Türkiye, B. No: 42591/98, 24/9/2002).

98. AİHM, bir Devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir (bkz. Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

99. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan, bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 30). 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir.

100. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan yasa yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (B. No: 2012/946, 26/3/2013, § 18).

101. Buna karşılık tüketilmesi gereken başvuru yolları, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yollarını ifade etmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralına uygunluğun denetlenmesinde somut başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde birtakım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (B. No: 2013/2355, 7/11/2013, § 27-28; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. İlhan /Türkiye, 22277/93, 27/7/2000, § 56-64).

102. AİHM, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede, bir hükmün infazının ertelenmesinden daha ileri bir etkisinin olduğu ve faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varmıştır. Mahkemeye göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hüküm ile birlikte tüm yasal sonuçlarını, failin bu hükme uyması halinde ortadan kaldırmakta iken, hükmün infazının ertelenmesinde hüküm de ceza da var olmaya devam etmektedir. AİHM tartışılır nitelikteki bu mahkeme kararı ile hâkimlerin takdir yetkilerini son derece ciddi bir hukuka aykırı eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkumiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir (bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

ii. Genel ilkelerin Olaya Uygulanması

103. Sunulan kanıtlara dayanılarak, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, Devletin, negatif sorumluluğu kapsamında başvurucunun maruz kaldığı eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muameleden sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Yine, ilgili kişi tarafından yapılan şikâyetler etkili soruşturma hakkı kapsamında “kabul edilebilir” olarak görülmüştür. Buna göre, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturmayı yürütmesi zorunluluğu bulunduğundan, öncelikle bu zorunluluğa uyulup uyulmadığının tespiti gerekmektedir.

104. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptıkları şikâyet üzerine açılan davanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle soruşturmanın etkili olmadığını belirtmiştir.

105. Somut olay ile ilgili olarak başvurucu, 16/5/2008 tarihli emniyet ifadesinde kendisine kötü muamelede bulunulduğunu iddia etmiş, emniyet fezlekesi Cumhuriyet Savcılığına intikal edince 26/5/2008 tarihinde derhal soruşturma açılmıştır. Cumhuriyet Savcılığınca gerekli tüm deliller toplandıktan sonra “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan 10/10/2008 tarihinde üç polis memuru hakkında kamu davası açılmıştır.

106. İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesince polis memurları hakkında yapılan yargılama sonucunda verilen 4/7/2013 tarih ve E.2008/1675, K. 2013/712 sayılı kararla, sanıklar hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucu tarafından bu karara itiraz edilmemiş ve dosya içerisindeki evraktan bu kararın hangi tarihte kesinleştiği tespit edilememiştir.

107. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde, 26/5/2008 tarihinde başlayan soruşturma ve sonrasındaki yargılamanın 4/7/2013 tarihli mahkeme kararı ile sonuçlandığı görülmüştür. Böylece yargılama sürecinin 5 yıl 1 ay 8 gün sürdüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla, sulh ceza mahkemesi önündeki yargılamanın makul önem gösterilerek, gerekli ivedilikte sonuçlandırıldığından bahsedilemez.

108. Sonuç olarak yukarıda belirtildiği gibi soruşturma ve davaların uzaması kötü muamele uygulayan kamu görevlileri hakkındaki yaptırımların caydırıcılığını azaltmaktadır. Bu durumda soruşturmanın etkili olduğundan söz edilemez.

109. Başvurucu, kötü muameleye maruz kalmasından dolayı kolluk görevlileri hakkında yaptığı şikâyet üzerine açılan kamu davası sonucunda, sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, böylece yargılamanın etkili yapılmadığını ileri sürmüştür.

110. Başvurucunun şikayetçi olduğu polis memurları hakkında yapılan soruşturma sonucunda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesi yollamasıyla 86/2,3-d maddesi uyarınca “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” suçundan kamu davası açılmış, İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda, üç polis memurunun atılı suçu işledikleri sabit görülerek ayrı ayrı 5237 sayılı Kanun’un 256/1, 86/3-d maddeleri gereğince 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, “Sanıklara verilen cezanın nevi ve miktarı, sabıkasız olmaları, sanıkların kişilik özellikleri, ileride tekrar suç işlemekten çekinmesine sebep olacağı, olay nedeniyle müştekinin dosyaya yansıyan ve talep edilen maddi bir zararının bulunmaması ve sanıkların hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmeleri nazara alınarak” haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

111. Başvurucu somut olayda polis memurları hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz etmeden bireysel başvuruda bulunmuştur. Buna gerekçe olarak da, bu kararlara karşı itiraz yolunun AİHM kararları ışığında etkin bir başvuru yolu olmadığını, sonuç alınması beklenen ve/veya taleplerini/mağduriyetini giderecek bir kanun yolu olarak değerlendirilemeyeceğini, bu nedenlerle müracaat edilmesine gerek görmediğini ileri sürmüştür. Her ne kadar başvurucu itiraz kanun yoluna müracaat etmeden bireysel başvuruda bulunmuşsa da, yukarıda (§101) bahsedilen kararlar doğrultusunda hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına yapılan itirazların etkili bir başvuru yolu olup olmadığı değerlendirildiğinde, uygulamada bu kararlara itiraz sonucu bir üst mahkeme tarafından işin esasına girilerek yapılan inceleme sonucu verilen farklı bir karara rastlanmadığından, başvurucunun itiraz etmeme gerekçesi yerinde görülerek bu husus kabul edilmezlik nedeni olarak düşünülmemiştir.

112. Başvurucu, somut olayda maruz kaldığı eylemi soruşturma makamlarına taşımış ve yargılama faaliyetlerine aktif bir şekilde katılmıştır. Sulh Ceza Mahkemesi başvurucuya karşı polis memurlarınca uygulanan şiddetin keyfi olduğunu kabul ettiği halde, başvurucunun gözaltı sürecindeki işkence iddialarına ilişkin herhangi bir karar vermediği gibi, hükmünü “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama” üzerine kurmuş ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

113. Yukarıda da (§102) bahsedildiği gibi, Sulh Ceza Mahkemesinin, kötü muamele olayının failleri hakkında yaptığı yargılama sonunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vererek, takdir yetkisini son derece ciddi ve hukuka aykırı bu eylemin, hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini gösterme şeklinde kullanmak yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandığı anlaşılmıştır. Oysa kötü muameleye yönelik kavuşturmalarda, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi ve böylelikle hukuk devletine ve yargıya olan güvenin sağlanması adına, suçun sabit görüldüğü durumlarda öngörülen cezaların ivedilikle uygulanması gerekir.

114. Yapılan yargılamada sanıkların eylemlerinin zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması olarak nitelendirilmesi, kovuşturma sonucunda verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması suretiyle suç ile verilen ceza arasında orantısız bir uygulama yapılmış olması ve verilen kararın yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaması nedenleriyle, devletin söz konusu davada başvurucunun fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediği anlaşılmıştır.

115. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü Devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

116. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

117. Başvuruda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Başvurucu uğradığı manevi zararının karşılanmasını talep etmiştir. Başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması hakkına yönelik müdahale ve olay hakkında etkili ve caydırıcı bir ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülmemesi nedenleriyle yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararları karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 20.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

118. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine ve karar örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun,

1. Keyfi şekilde gözaltına alınması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiği iddiasının, “zaman bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Başvurucunun,

1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 20.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

F. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvuruculara, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve ilgili Mahkemeye gönderilmesine,

10/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ŞENOL GÜRKAN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2438)

 

Karar Tarihi: 9/9/2015

R.G. Tarih - Sayı: 4/11/2015-29522

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Nuri NECİPOĞLU

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

Raportör

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Şenol GÜRKAN

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kalınması ve kötü muamele iddialarına ilişkin etkili soruşturma yapılmaması nedenleriyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın adil yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 5/4/2013 tarihinde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 9/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına, başvuru dosyasının bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.

5. Bakanlığın 30/10/2013 tarihli görüş yazısı, 5/11/2013 başvurucuya tebliğ edilmiş; başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 20/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

6. Başvuru formu ve ekleri ile UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

7. Başvurucu, Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 5/6/2001 tarihli kararı gereği yakalanmış, MLKP/KGÖ adlı yasa dışı örgütün üyesi olduğu iddiası ile gözaltına alınmıştır. Yakalama tutanağında yakalama tarihi olarak 7/6/2001 tarihi gösterilmiştir. Bununla birlikte, başvurucu ve polis memurlarının anlatımları ile adli muayene raporunda bulunan tarih dikkate alındığında yakalama tarihinin 6/6/2001 olduğu anlaşılmaktadır.

8. Başvurucu, 12/6/2001 tarihinde Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmiş ve aynı gün mahkemece sorgusu yapılarak tutuklanmıştır.

9. Başvurucu 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiş. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK 250. madde ile yetkili) 16/1/2003 tarihli ve E.2001/105, K.2003/3 sayılı kararıyla başvurucunun beraatına hükmedilmiş, anılan karar 23/3/2004 tarihinde başvurucu açısından kesinleşmiştir.

2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

a. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları

10. Başvurucu, 18/6/2001 tarihinde Nöbetçi Devlet Güvenlik Mahkemesine hitaben yazdığı tutuklamaya itiraz dilekçesinde, “Mahkemeye çıkarıldığım güne kadar tecrit ve baskı koşullarında tutuldum, ifade vermem için baskı yapıldı, verdiğim ifade dosyaya eklenmedi, fiziksel ve psikolojik baskıyla bana hiç ilgim olmayan iddialar kabul ettirilmeye çalışıldı, sorguya çıkarılırken gözüm siyah bantla kapatıldı, sorgu sırasında küfürlere maruz kaldım. Kaba dayaktan geçirildim, elbiselerim çıkarılarak tacize uğradım ve tecavüzle tehdit edildim, vücuduma özellikle cinsel organıma tazyikli su tutularak işkenceye maruz kaldım. Gözaltında kaldığım süre içerisinde maruz kaldığım kötü muamele ve işkenceyi yapanlar hakkında şikâyetçiyim.” ifadelerini kullanmıştır. Anılan dilekçedeki kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmamıştır.

11. Başvurucu, 7/8/2001 tarihinde tahliye edilmiştir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir soruşturma başlatılmaması üzerine başvurucu, kendi beyanına göre 3/4/2002 tarihinde (Dilekçe üzerinde tarih bulunmamaktadır.) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurlar hakkında, suçu itiraf ettirmek için işkence ettikleri, insanlık dışı ve onur kırıcı muamelede bulundukları iddiası ile şikâyette bulunmuştur.

b. Başvurucunun Doktor Raporları

12. Başvurucunun gözaltı girişinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Adli Tıp Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 6/6/2001 tarihli ve 09.57 saatli adli muayene raporunda, başvurucunun herhangi bir kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği ve vücudunda haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

13. Başvurucunun gözaltı çıkışında aynı birim tarafından düzenlenen 12/6/2001 tarihli ve 01.25 saatli adli muayene raporunda ise “sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3-4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar” tespit edilmiş, olayın gerçekleşme tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği belirtilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

14. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun yukarıda anılan şikâyeti üzerine, 29/4/2002 tarihli yazısı ile Ankara Valiliğinden, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli polis memurları hakkında “görev sırasında müessir fiil” suçundan 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca soruşturma izni talep etmiştir.

15. Ankara Valiliği tarafından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yazısına istinaden, 4483 sayılı Kanun’un 5. ve 7. maddeleri uyarınca, tespit edilecek görevliler hakkında isnat olunan suç nedeniyle adli yönden ön inceleme yapmak üzere Başkomiser H.G. soruşturmacı olarak görevlendirilmiştir.

16. Başkomiser H.G. tarafından yürütülen ön inceleme kapsamında, Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünden, başvurucunun sorgusunda görev yapan polis memurlarının kimler olduğu ve bu kişilerin fotoğrafları istenmiş, başvurucunun sorgusunda görev yaptığı bildirilen 9 polis memurunun fotoğrafları olayla ilgisiz başkaca kişilerin fotoğrafları ile karıştırılıp başvurucudan ilgili polisleri teşhis etmesi istenmiş; başvurucu, 3 kişiyi kesin olarak teşhis ettiğini, 2 fotoğrafta yer alan polisleri benzettiğini ama kesin teşhis edemediğini, kendisine kötü muamelede bulunan 2 polis memurunun fotoğraflarının ise gösterilen fotoğraflar arasında bulunmadığını beyan ettiği belirtilmiştir.

17. Soruşturmacı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilen polis memurlarının tamamı inceleme kapsamına dâhil edilmiş, başvurucunun ve 9 polis memurunun ifadeleri alınmış, başvurucunun gerçekleştiğini ileri sürdüğü olay tarihinden 1 yıl sonra müracaatta bulunduğu, ifade vermeye çeşitli yazışma ve ikazlardan sonra kerhen gelerek kendi kendisiyle çeliştiği dikkate alınarak ve toplanan belgeler doğrultusunda 9 polis memuru hakkında adli yönden işlem yapılmak üzere izin verilmesine gerek olmadığı yönünde görüş ve kanaat bildirilmiştir.

18. Ankara Valiliği İl İdare Kurulu tarafından 25/5/2002 tarihinde söz konusu polis memurları hakkında müessir fiilde bulundukları iddiası kanıtlanamadığı gerekçesiyle soruşturma izni verilmemesine karar verilmiştir.

19. Soruşturma izni verilmemesi üzerine, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 5/7/2002 tarihli kararı ile soruşturma evrakı işlemden kaldırılmıştır.

20. Başvurucu, Ankara Valiliği İl İdare Kurulunun 25/6/2002 tarihli ve 4483/K-108 sayılı “soruşturma izni verilmemesi” kararına karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesine itiraz etmiştir.

21. Ankara Bölge İdare Mahkemesinin, 30/10/2002 tarihli ve E.2002/290, K.2002/372 sayılı kararıyla, 4483 sayılı Kanun’un 2. maddesi ve 4/4/1929 tarihli 1412 sayılı mülga Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun 154. maddesinin üçüncü fıkrası gereği isnat edilen suç hakkında doğrudan doğruya Cumhuriyet Savcılığınca takibat yapılması gerektiği belirtilerek itirazın kabulüne, Ankara Valiliğinin “soruşturma izni verilmemesi” kararının kaldırılması ve genel hükümlere göre kovuşturma yapılmak üzere dosyanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir.

22. Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Savcısı tarafından, başvurucunun sorgulanmasında görevli olduğu bildirilmiş olan şüpheli 9 polis memurunun ve müştekinin (başvurucu) ifadeleri alınmış, 7/1/2003 tarihli ve Hz.2002/93462 sayılı iddianame ile 9 polis memuru hakkında “efrada sui muamele” suçundan cezalandırılmaları istemi ile Ankara Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmıştır.

23. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sırasında başvurucu, teşhis için huzura getirilen sanıklardan G.A., A.H., A.A. ve T.T.yi kesin olarak teşhis ettiğini, sanıklardan M.D., R.C., R.D. ve E.Ş.nin kötü muamelede bulunan kişiler arasında olmadığını, sanıklar arasında yer almayan ancak salonda bulunan, sonradan Mahkemece kimlik teşhisi yapılan K.T.nin kötü muamele yapanlar arasında olduğunu, ayrıca sanıklar arasında ve salonda yer almayan ismini bilmediği bir kişinin kendisine tecavüz girişiminde bulunduğunu, bu kişiyi görürse tanıyabileceğini ifade etmiştir.

24. Başvurucu vekili; müvekkilinin dört kişiyi teşhis etmiş olmasının diğer sanıkların orada olmadığını göstermeyeceğini ifade ederek müvekkilin gözleri kapalı tutulmakta iken göz bandının kaydığı sıralarda görebildiği kadar teşhiste bulunduğunu, hazırlık soruşturmasında 9 sanığın da sorguya katıldığının tespit edilmiş olduğunu, sanıkların tamamının cezalandırılmasını istediklerini belirtmiştir.

25. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi, dava konusu eylemlerin 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 243. maddesindeki “suçu itiraf ettirmek için işkence yapma” kapsamına girmesi ve görevli mahkemenin Ağır Ceza Mahkemesi olması sebebi ile 10/2/2004 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir.

26. Yargılamaya Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin E.2004/142 sayılı dosyasında devam edilmiştir.

 ii. Sanıkların ve Tanıkların Anlatımları

27. Başvurucunun sorgusunda görevli oldukları tespit edilen 9 polis memuru, ön inceleme sırasında soruşturmacı Başkomiser H.G. tarafından alınan ifadelerinde özetle, “kötü muamele iddiasında bulunan kişinin örgüt faaliyetleri çerçevesinde ellerinde belge ve kaynaklar olduğunu dolayısıyla kişiyi konuşturmak gibi bir ihtiyaçlarının bulunmadığını, şahıs hakkında 3 gün iş ve gücüne engel şekilde yaralandığına ilişkin rapor veren Doktor C.A’nın DHKPC örgütü mensubu olduğunu bu nedenle sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini, işkence ve kötü muamele iddialarının kesinlikle doğru olmadığını, göz bağlama gibi bir uygulamanın mevcut olmadığını, aynalı sorgulama odası kullanıldığını ayrıca şahsın ifade vermediğini ve susma hakkını kullandığını, iddiaların polisin görev şevkini kırma, karalama amaçlı olduğunu ayrıca bu yolla isim ve adreslerine ulaşıldığını” ifade etmişlerdir.

28. Sanık M.U., Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, kendisinin açlık grevine katıldığını, kötü muamelede bulunmadıklarını, yaralanmasına kendi kendine sebep olmuş olabileceğini, suçlamayı kabul etmediğini” ifade etmiştir. Sanık M.U. yargılama devam ederken 8/8/2003 tarihinde vefat etmiştir.

29. Sanıklardan R.C. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “başvurucu hakkında, DGM Anakara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatıyla yapılan ev aramasında yakalama işlemi yapıldığını, giriş ve çıkışta adli rapor alındığını, iki rapor arasında neden çelişki olduğunu bilmediğini, yaralanmaya kendi aralarında ya da kendi kendisine neden olmuş olabileceğini” beyan etmiştir.

30. Sanıklardan R.D. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “başvurucuya kötü muamelede bulunmadığını, sağlık raporunun toplu şekilde aldırıldığını, yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” belirtmiştir.

31. Sanıklardan G.A. Cumhuriyet savcısı tarafında alınan ifadesine özetle, “şahsın (başvurucunun) yakalama işlemi sırasında kendisinin bulunmadığını, şahsı ilk kez şubede gördüğünü, suçlamaları kabul etmediğini, sağlık raporlarının ne şekilde olduğunu bilmediğini” belirtmiştir.

32. Sanıklardan A.A. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “suçlamaları kabul etmediğini, ikinci sağlık raporunun yanlı verilmiş olabileceğini ya da yaralanmaya kendi aralarında sebep olmuş olabileceklerini” ifade etmiştir.

33. Sanıklardan A.H., T.T. ve E.Ş., Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan ifadelerinde özetle, “şahsa kötü muamelede bulunmadıklarını ve suçlamaları kabul etmediklerini” beyan etmişlerdir.

34. Sanıklardan M.D. Cumhuriyet savcısı tarafından alınan ifadesine özetle, “ isnat edilen suç tarihinde görevden uzaklaştırılmış olduğunu ve görevde olmadığını, olaylarla ilgisi olmadığını” beyan etmiştir.

35. Sanıkların kovuşturma aşamasında da suçlamayı kabul etmedikleri, sanık M.D.nin ise anılan tarihlerde görevde olmadığını tekrar ettiği anlaşılmaktadır.

36. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık N.D. özetle; “başvurucu ile birlikte gözaltına alındıklarını, 5-6 kişi 2-3 saat nezarethanede tutulduktan sonra her birinin tek kişilik hücrelere dağıtıldıklarını, 4. gün tuvalette başvurucuyu gördüğünü, endişeli gözüktüğünü kendisine neler olduğunu, dövüp dövmediklerini sorduğunda dövdüklerini söylediğini, bacağını gösterdiğini, bacağında morluklar gördüğünü, cinsel tacizden bahsettiğini ancak ayrıntı vermediğini, bir gün sonra hücresinde iken mazgallardan başvurucunun koridorda olduğunu gördüğünü saçlarının ıslak olduğunu, üşür gibi gözüktüğünü” belirtmiştir.

37. Kovuşturma aşamasında dinlenen tanık A.A., “olay tarihinde kendisinin de gözaltında olduğunu, yan hücresinde olduğu için başvurucuya yapılan tacizleri duyduğunu, sorguya gözleri bantlanarak götürüldüklerini ancak tuvalette iken gözlerini açtıklarını, tuvaletten hücresine dönerken başvurucuyu gördüğünü, başından aşağıya sular akmakta olduğunu” beyan etmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

38. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama neticesinde, 1/10/2004 tarihli ve E.2004/143, K.2004/316 sayılı karar ile başvurucunun 6 gün gözaltında tutulduğu, gözlerinin bağlandığı, darp edildiği ve üzerine su sıkıldığının tespit edildiğinden bahisle, sanıkların işlemiş olduğu suçun, “cürmü söyletmek için işkence yapma” niteliğinde olduğunun kabulü ile “ölen sanık M.U. hakkında kamu davasının ortadan kaldırılmasına, sanıklar M.D., R.C., R.D., E.Ş., hakkında atılı suçu işlediklerine dair mahkumiyetlerine yeterli, kesin ve inandırıcı deliller bulunmadığından beraatlarına, sanıklar G.A., A.H., A.A., T.T. hakkında cürmü söyletmek için işkence yapma suçundan ayrı ayrı 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ile mahkumiyetlerine” karar verilmiştir.

39. Anılan karar, tarafların temyiz istemi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 20/3/2006 tarihli ve E.2006/228, K.2006/2246 sayılı ilamıyla beraat kararları yönünden onanmış, mahkûmiyet kararları yönünden ise “1/6/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümleri gözetilerek mahkumiyet hükümlerinin yeniden değerlendirilmesi” gerekçesiyle bozulmuştur.

40. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 7/11/2006 tarihli ve E.2006/180, K.2006/374 sayılı kararı ile Yargıtay 8. Ceza Dairesinin bozma ilamı gereğince 765 sayılı mülga Kanun ile 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu hükümlerini, lehe olan kanun bakımından değerlendirmiş ve 765 sayılı mülga Kanun’un sanıkların lehine olduğunu değerlendirerek, 4 sanığın her biri hakkında 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasına ve 2 ay 15 gün kamu hizmetlerinden yasaklanmalarına hükmetmiş, 765 sayılı mülga Kanun’un 94. maddesi uyarınca cezaların ertelenmesine karar vermiştir.

41. Tarafların temyiz istemi üzerine karar, Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 18/2/2009 tarihli ve E.2008/11527, K.2009/2330 sayılı ilamıyla, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesindeki “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemesi yönünden Mahkemece değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.

42. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 14/10/2009 tarihli ve E.2009/251, K.2009/261 sayılı kararı ile sanıkların kişiliği, suçun işlenmesindeki özellikler ve katılan tarafın şikâyetinin devam etmesi nedeni ile şartları oluşmadığından hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin uygulanmasına yer olmadığına karar vermiş, sanıkların önceki kararda belirtildiği gibi cezalandırılmasına ve cezaların ertelenmesine hükmetmiştir.

43. Sanıklar, müdafi ve katılan vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 7/6/2012 tarihli ve E.2010/4882, K.2012/19702 sayılı ilamı ile “hükme dayanak alınan başvurucuya ait Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Ankara Şube Müdürlüğünün 12/6/2001 tarih ve 30770.94 sayılı raporunun onaysız fotokopi olması” nedeniyle kararı bozmuştur.

44. Başvurucu, 21/9/2012 tarihinde yargılamanın uzun sürdüğü ve etkili olmadığı iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvuruda bulunmuş, 70067/12 başvuru numarası ile kaydedilen başvuru henüz sonuçlandırılmamıştır.

45. Bozma sonrasında Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 6/2/2013 tarihli ve E.2012/281 ve K.2013/24 sayılı kararıyla, sanıkların her biri için 10 ay hapis cezasına ve haklarındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.

46. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 20/2/2013 tarihli ve 2013/145 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş ve bu karar başvurucuya 7/3/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

47. Başvurucu 5/4/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

48. 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi şöyledir:

“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsanî veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.

…”

49. 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

 a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

 b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

 c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

50. Mahkemenin 9/9/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 5/4/2013 tarihli ve 2013/2438 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

51. Başvurucu;

 i. Gözaltında tutulduğu 6-12/6/2001 tarihleri arasında emniyet görevlileri tarafından, kendisine isnat edilen suçu itiraf etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında bilgi vermesi amacıyla kaba dayak (yumruk ve tekme) ile dövüldüğünü, kendisine hakaret ve küfür edildiğini, tek kişilik hücrede tutulduğunu, cinsel tacizde bulunulduğunu ve tecavüz edilmekle tehdit edildiğini, elbiseleri çıkarılmak suretiyle başta cinsel organına olmak üzere vücuduna tazyikli su tutulduğunu, deterjanlı su içirildiğini, gözlerinin bağlandığını, gözaltı süresinin sonunda ifadesinin alındığını ve bu tutanağı imzaladığını ancak soruşturma dosyasına ifade tutanağının konulmadığını, bunun yerine ifade vermediği ve imzadan imtina ettiğine ilişkin polis memurları tarafından düzenlenen bir tutanağın soruşturma dosyasına konulduğunu,

 ii. Tutukluluğa itiraz dilekçesinde kötü muamele yapıldığını ifade etmesi ve adli tıp raporu bulunmasına rağmen Savcılıkça bu konuda herhangi bir soruşturma başlatılmadığını, yeniden yaptığı şikâyet sonucunda Valilikten soruşturma izni istenildiğini, izin verilmeyince hazırlık evrakının işlemden kaldırılmasına karar verildiğini, yaptığı itirazın kabul edilmesi üzerine Savcılıkça “efrada sui muamele” suçundan dava açıldığını, soruşturmanın ve kovuşturmanın etkili yürütülmediğini, sonuç olarak verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının da işkence failleri açısından infaz edilebilir nitelikte olmadığını ve kanunsuz eylemlerini önleyebilecek caydırıcı bir etkisinin bulunmadığını,

 iii. Kolluk görevlileri aleyhine yürütülen ceza yargılamasında, temyiz aşamasında sanıkların istemi doğrultusunda Yargıtay 8. Ceza Dairesince yapılan duruşmanın kendisine bildirilmediğini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın görüşünün kendisine tebliğ edilmediğini, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin karara kısa dilekçe ile itiraz ettiklerini ve gerekçeli karar tebliğ edilmeden itirazın reddine dair karar verildiğini, itirazın reddine ilişkin kararın gerekçesiz olduğunu, yargılamanın makul sürede tamamlanmadığını belirterek Anayasa’nın 17., 36. ve 40. maddelerinde düzenlenen haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, adli yardım talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

52. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında, yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma ve etkili bir hukuk yoluna başvurma haklarına ilişkin şikâyetleri yönünden ayrı değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

53. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/4/2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile değişik 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimselerin, iddia ve savunmalarında taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 337. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise adli yardımın daha önce yapılan yargılama giderlerini kapsamayacağı belirtilmiştir.

54. Somut olayda başvurucunun, dilekçesinde adli yardım talebinde bulunduğunu belirtmiş olmasına karşın bireysel başvuru harcını yatırdığı tespit edilmiştir. Bireysel başvuru yolunda harç dışında başvurucu tarafından ödenmesi gereken yargılama gideri bulunmamaktadır.

55. Açıklanan gerekçelerle, başvuru harcının yatırılmış olması ve adli yardımın daha önce yapılan giderleri kapsamaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru yönünden adli yardım talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

56. Başvurunun incelenmesi neticesinde, başvurucunun işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

57. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

58. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

59. Başvurucu, kendisine isnat edilen suçu kabul etmesi ve tanımadığı kişiler hakkında ifade vermesi amacıyla, gözaltında bulunduğu süre boyunca kolluk görevlileri tarafından işkence ve kötü muameleye maruz kaldığını, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmanın etkin yürütülmediğini ileri sürmektedir.

60. Bakanlık görüşünde, işkence yasağının maddi boyutu bakımından yapılan değerlendirmede, bir kimsenin gözaltında yaralanması durumunda bu yaralanmaların kaynağına ilişkin ikna edici bir açıklama yapma külfetinin devlete ait olduğu ve somut olayda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin, polislerin başvurucuya işkence yaptıkları yönünde karar verdiği belirtilerek işkence yasağının esas bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin değerlendirme ve takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu ifade edilmiştir.

61. Bakanlık, işkence yasağının usule ilişkin boyutuna yönelik yaptığı değerlendirmede ise hükmün açıklanmasının geri bırakılması düzenlenmesinin amaç ve işlevine değindikten sonra AİHM’in, işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı benzer davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmettiğini; AİHM’in, soruşturma yükümlülüğünü değerlendirirken ayrıca yargılama süresini, sanıklar hakkında herhangi bir disiplin soruşturması yapılıp yapılmadığını ve sorumluların görevlerinden uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadıklarını da dikkate aldığını belirterek işkence yasağının usul bakımından ihlal edilip edilmediğine ilişkin takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğunu ifade etmiştir.

62. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarlamıştır.

63. İşkence yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin, devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usule ilişkin boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta, pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

64. Başvuru konusu olay, devlet gözetimi altında bulunan başvurucunun maruz kaldığı sözlü ve fiilî saldırı nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiası ile ilgilidir.

65. Herkesin, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

66. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu; devletin, bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

67. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

68. Anılan koruma yükümlülüğü; devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yükletmektedir. Anılan yükümlülük, işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu; devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda, yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gerektiği bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Mahmut Kaya/Türkiye, B. No: 22535/93, 28/3/2000, § 115).

69. Tamamıyla devletin hüküm ve kontrolü altında bulunulan bir zaman dilimde maruz kalınan davranışlar nedeniyle yapılan şikâyetlerin desteklenmesi için kanıt toplanmasının zorluğu göz önünde bulundurularak bu tür iddialar hakkında ancak tüm dosya kapsamındaki verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılabileceği açıktır (Deniz Yazıcı, B. No: 2013/6359, 10/12/2014, § 79).

70. Somut olayda başvurucu, polis memurları tarafından 6/6/2001 tarihinde sabah saatlerinde yakalanarak adli işlem yapılmak üzere polis merkezine götürülmüştür. Aynı gün gözaltı girişinde alınan adli muayene raporunda, başvurucunun kötü muameleye maruz kalmadığını beyan ettiği, haricen darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir. Başvurucu 12/6/2001 tarihine kadar gözaltında tutulmuş, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda ise sağ piretibial bölgede 4 adet 0,5-1 cm’lik, 1 adet 6-7 cm’lik 3 4 gün öncesine ait olabilecek ekimotik sıyrıklar tespit edilmiş, olayın oluş tarihinden itibaren 3 gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği bildirilmiştir.

71. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 104).

72. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında alınan ifadelerinde sanıklar, başvurucunun gözaltında tutulduğu sırada oluşan yaralarına ilişkin olarak kendi kendine sebep olmuş olabileceği ya da şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya sebep olmuş olabilecekleri gibi muğlak beyanlar dışında makul bir açıklama getirmedikleri, başvurucunun kendisi ve diğer şüphelilerin gözaltı süresince tek kişilik bölmelerde tutuldukları yönündeki beyanı ve kamu makamları tarafından bunun aksinin ileri sürülmediği dikkate alındığında şüphelilerin kendi aralarında yaralanmaya neden olmalarının olası görülmediği, başvurucunun kendi kendini yaralamış olabileceği iddiasının ise soyut ihtimallere dayandırıldığının anlaşılması nedeniyle anılan savunmalara itibar edilmesi mümkün gözükmemektedir.

73. Sanıklar ifadelerinde, başvurucudan itiraf ya da bilgi alma ihtiyaçları bulunmadığını, başvurucunun da susma hakkını kullandığını ve ifade vermediğini bu nedenle itiraf ve bilgi almak amacıyla işkence yapıldığı iddiasının asılsız olduğunun anlaşıldığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucu, ifade vermiş ve ifade tutanağını imzalamış olmasına karşın bunun dosyaya sunulmadığını ileri sürmüşse de bundan bağımsız olarak devletin gözaltındaki bireyden itiraf ya da bilgi elde edememiş olmasının işkence yapılmadığını göstermeyeceği açıktır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Aksoy/Türkiye, B. No: 21987/93, 18/12/1996, § 59).

74. İşkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin yapılan yargılamada Mahkemece; başvurucu, sanık ve tanık anlatımları dinlenmiş, sağlık raporları incelenmiş, toplanan deliller ışığında dört sanık hakkında atılı suçu işledikleri sonuç ve kanaatine varılmış, redde ilişkin savunmalar kabule değer görülmemiştir.

75. Buna göre başvurucunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında ileri sürdüğü tutarlı iddialar, tanık anlatımları, sanıkların soruşturma ve kovuşturma aşamasında verdikleri ifadeler, gözaltı öncesi ve sonrasında alınan adli raporlar doğrultusunda sağlıklı olarak gözaltına alınan başvurucunun gözaltı çıkışında yaralanmış olmasının doktor raporu ile tespit edilmiş olması karşısında, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin olayın sübutuna ilişkin yaptığı tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

76. Özgürlüğü kısıtlanan bir kişiye karşı, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmadıkça fiziksel güç kullanılması kural olarak Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasını ihlal etmektedir (Cezmi Demir, §§ 92-102) .

77. Öte yandan bir muamelenin, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Aksoy/Türkiye, § 64; Eğmez/Kıbrıs, B. No: 30873/96, 21/12/2000, § 78; Krastanov/Bulgaristan, B. No: 50222/99, 30/9/2004, § 53). Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği bağlamda meydana gelip gelmediğinin tespiti de (Eğmez/Kıbrıs, § 53; Selmouni/Fransa, § 104) dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir, § 83).

78. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti, insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan “işkence”“eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir, § 84).

79. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir, § 85).

80. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Bir muamele hem eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken, insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele, eziyet ya da işkence niteliğinde olmayabilir (Cezmi Demir, § 90).

81. Somut olayda insan onuru ile bağdaşmayan, bedensel veya ruhsal yönden acı çektiren, algılama veya irade yeteneklerini etkileyen, aşağılanmaya yol açan nitelikteki muamelelerin; başvurucudan bilgi almak, isnat edilen suçları kabul ettirmek, cezalandırmak ya da yıldırmak amacıyla yapıldığı, 6 gün boyunca birbirlerine eklenmiş yöntemlerle, belli bir kasıt altında şiddetli fiziksel ağrı ya da ruhsal acı verilmek suretiyle direncini kırma ve aşağılama amacıyla korku, endişe ve aşağılık duygusu hissettirir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.

82. Buna göre, başvurucuya kasti olarak uygulanan muamelenin amacı, süresi, fiziksel ve ruhsal etkisi de dikkate alındığında ve söz konusu fiillerin boyutu ve bu muamelelerin ilgili kişinin itirafta bulunması veya yöneltilen olaylar hakkında bilgi vermesi amacıyla görevlerini yapan devlet görevlileri tarafından bilinçli olarak yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda işkence olarak nitelendirilmesi mümkün görülmüş ve Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır.

83. Yukarıda açıklandığı üzere, Anayasa’nın 17. maddesi devlete ayrıca, kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir.

84. AİHM kararlarında da ifade edildiği gibi tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler, hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir, § 77; ayrıca bkz. Ali ve Ayşe Duran/Türkiye, B. No: 42942/02, 8/4/2008; Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006).

85. Başvuruya konu davada uygulanan 765 sayılı mülga Kanun’un 243. maddesi, bir kimseye cürümlerini söyletmek; mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikâyet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikâyet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verileceğini hüküm altına almaktadır. 5271 sayılı Kanun’da yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin düzenleme ise iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezasına hükmedilmesi hâlinde, mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebileceğini kurala bağlamaktadır.

86. Başvuruya konu olayda, anılan yasal düzenlemeler uygulanarak negatif yükümlülüğe aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda dört sanığın her biri hakkında, 10 ay hapis cezasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir.

87. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade etmekte ve yasal olmayan bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalmaktadır. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması; devletin, bireylerin fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüklerini yerine getirememesi sonucunu doğurmaktadır.

88. Buna göre somut olayda başvurucunun, gözaltında kaldığı süre zarfında maruz kaldığı muameleler nedeniyle devletin, işkence ve kötü muamele yapmama negatif yükümlülüğüne aykırı davrandığı, olaya ilişkin yargılamada Mahkemenin, işkence gibi vahim suç oluşturan bir fiilin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade bu fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde orantısız bir şekilde asgari sınırdan hüküm kurması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmetmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir diğer unsurunu oluşturan kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğün de yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

89. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının, maddi boyutu bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiği İddiası

90. Başvurucu, işkence ve kötü muamele iddialarını ileri sürmesine karşın derhâl bir soruşturma başlatılmadığını, nihayetinde açılan davanın makul sürede tamamlanmadığını, gerek yargılama sırasında gerekse sonuç bakımından etkinliğin sağlanamadığını belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde koruma altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

91. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usule ilişkin boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların, sorumlulukları altında meydana gelen olaylar nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir, § 110; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Anguelova/Bulgaristan, B. No: 38361/97, 13/6/2002, § 137; Jasinskis/Letonya, B. No: 45744/08, 21/12/2010, § 72).

92. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu durum olanaklı olmazsa madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin, fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Corsacov/Moldova, B. No: 18944/02, 4/4/2006, § 68).

93. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin, ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda, yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

94. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil, uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

95. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir (Cezmi Demir, § 114; ayrıca benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Assenov ve diğerleri/Bulgaristan, B. No: 24760/94, 28/10/1998, § 103; Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96 57834/00, 3/6/2004, § 136).

96. Şartlar ne olursa olsun, yetkililer resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidirler. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli ve kesin belirtiler bulunması durumunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Batı ve diğerleri/Türkiye, §§ 133 ve 134).

97. Devlet memurları tarafından yapılan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında yürütülen soruşturmanın etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan ve tetkikleri yapan kişiler olaylara karışan kişilerden bağımsız olmalıdır (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Oğur/Türkiye [BD], B. No: 21594/93, 20/5/1999, §§ 91 ve 92; Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, B. No: 40154/98, 20/7/2004, § 37; Güleç/Türkiye, B. No: 21593/93, 27/7/1998, §§ 81 ve 82). Soruşturmanın bağımsızlığı sadece hiyerarşik ya da kurumsal bağlantının olmamasını değil, aynı zamanda somut bir bağımsızlığı da gerektirir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ergi/Türkiye, B. No: 23818/94, 28/7/1998, §§ 83 ve 84).

98. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda, hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir, § 117; benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Maıorano ve diğerleri/İtalya, B. No: 28634/06, 15/12/2009, § 124; McKerr/Birleşik Krallık, B. No: 28883/95, 4//5/2001, §§ 111 ve 114; Opuz/Türkiye, B. No: 33401/02, 9/6/2009, § 150).

99. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde, cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55; aynı yöndeki AYM kararı için bkz. Cezmi Demir, § 121).

100. Bu kapsamda somut olayda, yetkililerin yukarıda sıralanan gerekliliklere cevap verecek etkin bir soruşturma yürütme zorunluluğuna uyup uymadıklarının tespiti gerekmektedir. Etkili soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin yapılan ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

101. Başvuruya konu olayda, gözaltı çıkışında alınan adli muayene raporunda başvurucunun yaralanmaları tespit edilmiş olmasına rağmen adli makamlar resen herhangi bir işlem yapmamışlardır. Başvurucunun 18/6/2001 tarihinde tutuklamaya itiraz sırasında, kötü muamele iddialarını yazılı olarak adli makamlara iletmiş olmasına karşın adli makamlar yine harekete geçmemişlerdir.

102. Başvurucunun ikinci kez şikâyette bulunması üzerine başlayan süreçte ise görevli polis memurları hakkında soruşturma izni verilmesi için Ankara Valiliğine başvuruda bulunulduğu, soruşturma izni verilmesine ilişkin ön inceleme yapmak üzere Emniyet Müdürlüğünde görevli Başkomiser H.G.nin görevlendirildiği anlaşılmaktadır. Polis memuru şüpheliler hakkında ön inceleme yapmak üzere emniyet teşkilatından bir başka polise görev verilmiş olması, sürecin tarafsızlığına şüphe düşürür niteliktedir.

103. Genel hükümlere göre doğrudan takibat yürütülmesini gerektirir bir suç isnadı nedeniyle soruşturma makamlarının özensiz davranması sonucunda soruşturma izni istenmesi, yargılama sürecinin gereksiz yere uzamasına sebebiyet vermiştir. Başvurucunun kötü muamele iddialarına ilişkin kamu davasının açılması, suça konu eylemlerin gerçekleştiğinin ileri sürüldüğü tarihten yaklaşık bir buçuk yıl sonra mümkün olabilmiştir. 2004 yılında ilk derece mahkemesi suçun sübutuna ilişkin karar vermiş olmasına rağmen dosyanın üç kez temyiz incelemesi için Yargıtay önüne gitmesi ve Yargıtay önündeki uzun bekleme süreleri sonucunda bozma kararları verilmesi nedeniyle yargılamanın yaklaşık on yıllık bir süre sonunda sonuçlandığı anlaşılmaktadır. Başvuru konusu olayda, işkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekliliği konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmediği anlaşılmaktadır.

104. Yargılama sonunda Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince, dört sanık hakkında mahkûmiyete yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle beraat kararı verilmiş, diğer dört sanık hakkında “cürmü söyletmek için işkence yapma” suçundan on ay sonuç cezaya hükmedilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

105. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir, § 127). Ancak usul yükümünün bir unsuru olarak, tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

106. Başvuruya konu olayda, yürütülen yargılama sonucunda işkence ve kötü muamele yasağına aykırı eylemler tespit edilmiş, dört sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiş, infaz edilebilir bir hapis cezası ya da kamu görevinden yasaklanma gibi bir yaptırıma hükmedilmemiştir.

107. Dört sanık hakkında suçun sabit görülmesine karşın hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi, sorumluların fiilî olarak cezasız kalmalarına neden olmaktadır. Somut olayda, soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan, sorumluların suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır.

108. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, 5271 sayılı Kanun'un 231. maddesinde düzenlenmiştir. Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması hâlinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının aynı Kanun'un 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucunu doğurduğundan bu özelliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birini oluşturmaktadır (Tahir Canan, § 30).

109. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının uygulanma koşullarından biri, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın; aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekliliğidir. Uğranılan zarar kavramı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yalnızca maddi zararları kapsar nitelikte yorumlanmakta olup manevi zararların bu kapsamda değerlendirilemeyeceği, maddi zararın doğmadığı ya da maddi zarar doğmasına elverişli olmayan suçlar bakımından bu koşulun yerine getirilmesinin aranmayacağı vurgulanmaktadır (Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 3/2/2009, E.2008/11–250, K.2009/13).

110. İşkence ve kötü muamele iddiaları yönünden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığı gözetildiğinde anılan hükmün mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim de sağlamadığı açıktır.

111. AİHM de 5271 sayılı Kanun’un 231. maddesiyle düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili yaptığı değerlendirmede; düzenlemenin, faillerin cezasız bırakılması sonucunu doğurduğu kanaatine varmıştır. AİHM, hâkimlerin takdir yetkilerini, hukuka aykırı son derece ciddi bir eylemin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermek yerine, bu eylemin sonuçlarını olabildiğince aza indirgemek yönünde kullandıklarına işaret ederek işkence failleri hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakıldığı davalarda Sözleşme’nin 3. maddesinin usul bakımından ihlal edildiğine hükmetmiştir (Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

112. Soruşturmanın etkinliğine ilişkin olarak ayrıca, başvuru konusu olayda sözlü ve fiziksel saldırıya maruz kalan başvurucunun, doktor raporunda tespit edilen yaralanmalar dışında cinsel taciz iddiasında bulunduğu ve kötü muamelede bulunan kişilerin bir kısmının sanıklar arasında yer almadığını ifade ettiği anlaşılmaktadır. Başvurucunun kesin olarak teşhis ettiği dört polis memuru dışında kötü muamelede bulunan kişilerin kimler olduğunun tespit edilmesini sağlayacak yeterlilikte bir araştırma yapılmamış olması ve başvurucunun sağlık raporunda tespit edilen yaraları dışında ileri sürdüğü cinsel taciz iddialarının da açıklığa kavuşturulmamış olması nedeniyle soruşturmanın, sorumluların tespitini sağlaması bakımından da yetersiz olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.

113. Açıklanan nedenlerle, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

114. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

115. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle 80.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş, yargılamanın uzunluğu nedeniyle zamanaşımı sürelerinin dolmak üzere olduğunu ayrıca yeniden yargılamaya karar verilmesi durumunda, on bir yılı aşkın süredir yürütülen adli mücadelenin yeniden başlayacak olması nedeniyle bir kez daha kendisinin mağduriyetine sebep olunacağını belirtmiştir.

116. Başvuru konusu olayda, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutlarıyla ihlal edildiği sonucuna varılmış; yargılama sürecinin uzunluğu, zamanaşımı süreleri, suç tarihi gözetildiğinde yeni delillere ulaşmanın ve varsa diğer sorumluların tespitinin zorluğu ve başvurucunun beyanı gözetildiğinde yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında, somut olayın özellikleri dikkate alınarak başvurucuya net 55.000,00 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

117. Ayrıca başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebine ilişkin KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,

B. Başvurucunun, Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerinin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. 1. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının maddi yönden İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan işkence yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 55.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderlerinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

G. Kararın bir örneğinin 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca başvurucuya, Adalet Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına ve Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine,

9/9/2015 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

FERİDE KAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/2365)

 

Karar Tarihi: 20/1/2016

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serruh KALELİ

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Erdal TERCAN

 

 

Hasan Tahsin GÖKCAN

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucu

:

Feride KAYA

Vekili

:

Av. Elvan OLKUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, gözaltı sonrasında adli muayene için gidilen hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verilmesi ve doktorlar hakkında görevi kötüye kullanma suçundan açılan davanın zamanaşımından düşmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 29/3/2013 tarihinde Kocaeli 3. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 26/7/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 25/5/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 2/7/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 15/7/2015 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler doğrultusunda tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:

1. Başvurucuya İsnat Edilen Suç Kapsamında Yapılan İşlemler

8. Başvurucu, yasadışı örgüt üyelerine yardım yapma suçu şüphesiyle 27/9/2002 tarihinde gözaltına alınmış 29/9/2002 tarihinde tutuklanarak Çorum Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir.

9. Anılan suç nedeniyle başvurucu hakkında Ankara 1 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesi 21/2/2003 tarihli ve E.2002/148, K.2003/20 sayılı kararıyla üç yıl dokuz aylık hapis cezasına hükmetmiş, başvurucu aynı tarihte tahliye edilmiştir. Mahkûmiyete ilişkin hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

10. Başvurucu ülkeyi terk etmiş 24/6/2004 tarihinde Avusturya Cumhuriyeti’ne iltica talebinde bulunmuş ve talebi kabul edilmiştir. Başvurucu hâlen Avusturya Cumhuriyeti’nde ikamet etmektedir.

11. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince anılan karar ve infaz dosyası 5/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 74. ve 85. maddeleri ile getirilen değişiklikler açısından uyarlama yapılması amacıyla yeniden ele alınmıştır.

12. Mahkemenin 9/11/2012 tarihli ve E.2012/167, K.2012/247 sayılı kararıyla başvurucunun iki yıl bir ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, anılan hüküm temyiz edilmeden kesinleşmiştir.

2. Başvurucunun Kötü Muamele İddiaları Üzerine Yapılan İşlemler

a. Kötü Muamele İlişkin İddialar

13. Başvurucu 16/12/2002 tarihinde avukatı aracılığıyla Savcılığa verdiği dilekçede; gözaltında bulunduğu süre içinde sağ elinin parmaklarına ve sağ ayak parmaklarına elektrotlar bağlanmak suretiyle elektrik verildiğini, sağ kolunun işkence nedeniyle tutmaz hâle geldiğini, gözaltında kaldığı süre boyunca gözlerinin bağlandığını, kimseyle görüştürülmediğini, iç çamaşırıyla kalacak şekilde kıyafetlerinin çıkarıldığını, uyutulmadığını, saçından çekilerek sürüklendiğini, damlayan suyun altında tutulduğunu, çıplak ayaklarına botlarla basıldığını, ağır hakaretler maruz kaldığını ve tehdit edildiğini beyan etmiştir.

14. Soruşturma aşamasında 21/2/2003 tarihinde müşteki sıfatıyla ifadesi alınan başvurucu; gözaltında iken üç gün boyunca soyularak ve elektrik verilerek işkenceye maruz kaldığını, oğlunu öldürmekle tehdit edildiğini, kendisinden tanımadığı kişiler hakkında bilgi istendiğini, gözleri bağlı olduğu için işkence edenlerin kim olduklarını bilmediğini, Çorum Devlet Hastanesine gittiklerinde işkence gördüğünü beyan ettiğini, işkence nedeniyle hâlen kolunu kullanamadığını ifade etmiştir.

15. 28/6/2003 tarihinde Savcılık talimatına binaen Gazi Polis Merkezinde alınan ifadesinde başvurucu, Çorumda Jandarma tarafından gözaltına alındığını ve dört gün gözaltında kaldığını, üçüncü gün Savcılığa çıkarılacağı için doktora götürüldüğünü, doktor koluna ne olduğunu sorduğunda işkence gördüğünü beyan ettiğini ancak doktorun kendisi hakkında rapor düzenlemediğini, daha sonra tekrar karakola götürüldüğünü, bir gün daha gözaltında kaldıktan sonra Savcılığa çıkarıldığını, Savcılığa çıkarılmadan önce işkence gördüğünü söylememesi için oğlunu öldürmekle ve daha çok işkence yapmakla tehdit edildiğini, korktuğu için Savcıya ya da başka birine işkence gördüğünü söylemediğini, Savcının koluna ne olduğunu sorması üzerine kendiliğinden olduğunu söylediğini beyan etmiştir.

16. Başvurucu; Avusturya Cumhuriyeti Federal Adalet Bakanlığı aracılığıyla 26/2/2007 tarihinde aldırılan ifadesinde komşusundan aldığı para dolu çantayı bir başka kişiye teslim ettiğini, bu nedenle göz altına alındığını, kayıtların 27-29 Eylül arasını göstermesine karşın gerçekte 4 gün nezarethanede kaldığını, karakola götürülürken yolda araçtan indirilerek dövüldüğünü ve tecavüz ile tehdit edildiğini, bu kişilerin sivil polis memurları olduklarını ve kimliklerini gösterdiklerini, ilk önce bir jandarma karakoluna daha sonra da hastaneye götürüldüğünü, daha sonra dört gün hücrede tutulduğunu, elbiseleri çıkarılarak elektrik ve basınçlı su ile kendisine işkence edildiğini, kolunda ve omzunda kırıklar meydana geldiğini, askerde olan oğlunu öldürmekle tehdit edildiğini, dört gün sonra doktora götürüldüğünü, tehdit edildiği için doktora herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığını söylediğini, Ceza İnfaz Kurumuna sevk edildikten sonra ağrılara dayanamadığını, kendisini tekrar hastaneye götürdüklerini, burada röntgen çekildiğini ve omzunda kırıklar olduğunun söylendiğini ancak kendisi hakkında rapor düzenlenmediğini, daha sonra bir hâkim önüne çıkarıldığını, işkenceden bahsettiğinde rapor olmadan bir şey yapılamaz cevabı aldığını, hakkında hapis cezasına hükmedildiğini Türkiye’den ayrılarak Avusturya’ya kaçtığını beyan etmiştir.

b. Başvurucunun İddiaları Kapsamında Alınan Doktor Raporları

17. Başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesinden 27/9/2002 tarihinde gözaltı girişinde, 28/9/2002 tarihinde gözaltı süresinin uzatılması nedeniyle ve 29/9/2002 tarihinde gözaltı çıkış işlemleri nedenleriyle adli rapor istenmiş; yapılan muayeneler sonucu, başvurucunun hastaneye sevk evrakının üzerine “Darp ve cebir izine rastlanmadı.” şeklinde kayıt düşülmüştür.

18. Başvurucunun Ceza İnfaz Kurumuna sevkinin ardından 1/10/2002 tarihinde Çorum Devlet Hastanesine sevk edildiği anlaşılmaktadır. Sevk kâğıdına işlenen cildiye raporunda sağ kolda ekimoz bulunduğu, ortopedik muayenesinin ise normal olduğu belirtilmektedir.

19. Başvurucunun, Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde birkaç kez fizik tedavi ve rehabilitasyon (FTR) ile ortopedi polikliniklerine sevkinin yapıldığı ve başvurucuya yumuşak doku travması teşhisi konduğu anlaşılmaktadır.

20. 17-19/12/2002 tarihlerinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinden alınan nöroloji, nöroşirurji, FTR ve ortopedi konsültasyon raporlarında özetle başvurucunun; sağ üst ekstremiteyi ağrı nedeniyle kaldıramadığı, pasif hareketleri ve omuz eklemi abduksiyonunun kısıtlı olduğu, omuz elevasyonunu ağrı nedeniyle yerine getiremediği tespit edilmiştir. 29/1/2003 tarihli nöroşirurji konsültasyonu muayene kaydında; hastanın tekrar değerlendirildiği, sağ omuz abduksiyon kısıtlılığı mevcut olduğu, sağ omuz MR’ında rotator cuffrüptürü saptandığı, servikal x-ray’de dejeneratif değişikler görüldüğü belirtilmiştir.

21. Başvurucu tahliye olduktan sonra 4/3/2003 tarihinde Türkiye İnsan Hakları Vakfı İstanbul Temsilciliği’ne başvurmuş, hakkında 18/6/2003 tarihli sağlık raporu düzenlenmiştir. Anılan raporda, sağ el 1. parmak arkada 0.2x0.2 cm boyutlarında ortası soluk, kenarları hiperpigmente dairesel biçimde nedbe dokusu, sağ omuz ekleminde 0º abdüksiyon, 20º fleksiyon, 0º ekstansiyon hareketi yapabildiği, sağ dirsek ekleminde dış rotasyonda hafif kısıtlılık tespit edilmiş, sağ omuz ekleminde saptanan supraspinatus tendon rüptürü ve rotator kaf parsiyel rüptürünün kaba dayak ve elektrik işkencesi öyküsüyle uyumlu olduğu, sağ el 1. parmakta saptanan nedbe dokusunun biyopsi yapılmadığından elektrik işkencesi öyküsüyle uyumu konusunda net bir karara varılamayacağı tespiti yapılmış; başvurucuda ayrıca travma sonrası stres bozukluğu tespit edilmiştir.

22. Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu tarafından 9/2/2009 tarihinde, daha önce alınan sağlık raporları değerlendirilerek düzenlenen raporda özetle 2/10/2002 tarihinde cezaevinden sevk sonucu düzenlenen raporda sağ kolda tespit edilen ekimozun ebadı, rengi, şekli, kolun hangi bölümünde olduğu gibi ayrıntılı bir tarif bulunmadığından ne zaman oluştuğuna ilişkin tıbben görüş bildirilemeyeceği, söz konusu ekimozun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin sağ kolunu sert bir cisme çarpması ya da çarptırılması ile de oluşabileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı, 23/10/2002 tarihinde yapılmış muayene sonucunda hangi bölge olduğu belirtilmeden yumuşak doku travması tanısı konduğu, 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi tarafından yapılan muayenede sağ omuz hareketlerinin ağrılı ve kısıtlı olduğunun saptandığı, 23/1/2003 tarihinde çekilen sağ omuz MR’ında rotator cuff’ta parsiyel rüptürle uyumlu sinyal değişikliklerinin saptandığının bildirildiği ancak anılan MR temin edilemediğinden kurulca incelenemediği, anılan bulgunun akut bir travma ile oluşabilmesi mümkün olduğu gibi kişinin kendinde mevcut kronik dejenerasyona bağlı olarak da gelişebileceği, akut bir travma sonucunda oluşması durumunda çok ağrılı olacağı ve ciddi hareket kısıtlılığı yapacağı tıbben bilindiğinden, kişinin gözaltı sürecinden 3 gün sonra 2/10/2002 tarihinde yapılan ortopedik muayenenin normal bulunması dikkate alındığında olay tarihinden yaklaşık 4 ay sonra çekilen MR da tespit edildiği bildirilen, omuzdaki rotator cuff yırtığının gözaltı sürecinde oluştuğunun kesin tıbbi delilleri bulunmadığı, kişinin kurul tarafından yapılan 16/6/2003 tarihli muayenesinde ve gerek gözaltı gerek cezaevinde bulunduğu süre içerisinde yapılan muayenelerde vücudunda elektrik girişine delil teşkil edecek herhangi bir lezyon iz saptanmadığı, 26/12/2002 tarihli EMG’nin normal bulunması dikkate alındığında kişiye gözaltı sürecinde elektrik verildiğine ilişkin kesin tıbbi delilin bulunmadığı; kişinin gerek insan hakları vakfında yapılan gerekse 16/6/2003 tarihinde kurulca yapılan muayenesinde tespit edilen post travmatik stres bozukluğunun, maruz kalındığı iddia edilen travma sonrasında gelişebileceği gibi gözaltı şartları ya da cezaevinde geçirdiği süreç sonucunda da ortaya çıkabileceği, mevcut verilerle bunlar arasında tıbben ayrım yapılamadığı bildirilmiştir.

23. Başvurucu vekilinin 2. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen rapora itiraz etmesi üzerine Adli Tıp Genel Kurulundan rapor düzenlenmesinin istendiği ancak başvurucu hazır edilmeden rapor düzenlenemeyeceği şeklinde cevap alındığı anlaşılmıştır.

24. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Polikliniği tarafından 24/4/2009 tarihinde başvurucu vekilinin talebi üzerine düzenlenen değerlendirme raporunda; hastanın gözaltı muayene raporlarının tıbbi standartlara uygun olmadığı, tanı eksikliğine neden olduğu ve tıbbi uygulama hatası olarak değerlendirilmesi gerektiği, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu raporunda bulgular tanımlanmakla birlikte bütünlüklü bir değerlendirme ve yorumun yapılmadığı, gözaltından üç gün sonra başlayan ve tekrarlanan muayene ve tetkikler sonucunda saptanan sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtıklar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezik, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzeleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

25. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından 1/7/2011 tarihinde düzenlenen raporda; başvurucunun 27-29/9/2002 tarihlerinde yapılan adli muayenelerin ilgili prosedüre ve 20/9/2000 tarihli Sağlık Bakanlığı genelgesine uygun olarak yapılmaması nedeniyle tıbbi açıdan güçlüklerin ortaya çıktığı, başvurucunun fiziksel ve ruhsal bulgularının İstanbul Protokolü çerçevesinde işkence hikâyesi ile uyumlu olduğu, bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde düşmeden ziyade darp ve cebir sonucu meydana gelmiş oldukları sonucuna varıldığı, fiziksel ve ruhsal yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilir ölçüde olmadığı, başvurucunun sağ omzundaki ezilme ve yırtığın kesin oluşum tarihinin tıbbi olarak belirlenemeyeceği kanaati bildirilmiştir.

26. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenen 23/11/2011 tarihli bilimsel değerlendirme raporunda; sağ omuzda morluk, omuz bölgesinde bağ ve koruyucu dokularda yırtıklar, sıvı birikimi, kemik dokuda ezik, omuz hareketlerinde kısıtlık, boyun omurlarında düzleşme ve travma sonrası stres bozukluğunun işkence öyküsüyle yüksek düzeyde uyumlu olduğu kanaati bildirilmiştir.

c. Kamu Görevlileri Hakkında Yapılan Adli İşlemler

 i. Soruşturma Aşaması ve Açılan Davalar

27. Başvurucunun 16/12/2002 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği dilekçe üzerine soruşturma açılmış, isnat edilen suç yerinin Çorum olması nedeniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 21/2/2003 tarihli kararıyla yetkisizlik kararı verilerek dosyanın Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi kararı verilmiştir.

28. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığının 12/12/2003 tarihli ve E.2003/3747 sayılı iddianamesi ile iki jandarma görevlisi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 243, 31, 33. maddeleri, 28/9/2002 ve 29/9/2002 tarihli adli muayene raporlarını düzenleyen doktorlar M.A. ve F.S. hakkında ise Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

 ii. Sanık ve Tanık Anlatımları

29. Doktor M.A. Savcılık tarafından 13/11/2003 tarihinde şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle başvurucuyu hatırlayamadığını ancak belirtilen raporun kendisine ait olduğunu, acil serviste çalışmakta olduğunu, adli vakalarla ilgili adli rapor istendiğinde yoğunluktan dolayı gelen kişinin beyanını esas alarak muayenesini yaptıklarını, eğer gelen kişi vücudunun görünmeyen kısımlarına ilişkin şikâyette bulunmazsa buna göre rapor düzenlediklerini ancak siyasi ya da önemli suçlarla ilgili bir adli rapor talep edildiğinde kesinlikle tam olarak muayene yaptıklarını, başvurucunun siyasi suç nedeniyle gelmesi nedeniyle muayenesini tam olarak yapmış olması gerektiğini, polis ya da jandarmayı muayene yaparken kesinlikle dışarı çıkardıklarını, darp cebir izi gördüğü kimseye kesinlikle darp cebir yoktur şeklinde rapor düzenlemediğini, başvurucunun yaralanmalarının kendisinin muayene tarihinden sonraki süreçte meydana gelmiş olabileceğini beyan etmiştir.

30. Doktor F.S. 4/12/2013 tarihinde Savcılık tarafından şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde özetle; adli rapor için gelindiğinde kişinin genel vücut muayenesini yaparak gerekli raporu düzenlediğini, mesleğinde gerekli titizliği ve hassasiyeti gösterdiğini, daha önce böyle bir suçlamayla karşılaşmadığını, suçlamaları kabul etmediğini beyan etmiştir.

31. Doktor M.A. kovuşturma aşamasında 4/3/2004 tarihinde verdiği savunmasında özetle Savcılık ifadesi aşamasında vakayı hatırlayamadığını, daha sonra düşündüğünü ve vakaları incelediğini, adı geçen kişiyi ve yaptığı muayeneyi hatırladığını, anılan kişiyi (başvurucu) usulüne uygun olarak muayene ettiğini; başvurucunun, duvara çarpası nedeniyle kolunda hareket kısıtlığı olduğunu beyan ettiğini fakat muayenesinde herhangi bir bulguya rastlamadığını, olay yeni olduğu için birkaç gün sonra bulguların ortaya çıkabileceğini ve böyle bir durum olursa yeniden muayene yaptırmasını önerdiğini, Savcılık ifadesinde bir yanlış anlaşılma olduğunu, adli muayeneleri mutlaka usulüne uygun ve kapısı kapalı muayene bölümünde yaptıklarını, başvurucunun da tüm vücut muayenesini yaptığını darp ve cebir izine rastlamadığını beyan etmiştir. Başvurucu vekilinin sorusu üzerine kişiyi tamamen soyarak değil, sırasıyla tüm vücut bölgeleri görülecek şekilde elbiseleri kaldırarak muayene ettiklerini ifade etmiştir.

32. Doktor F.S. kovuşturma aşamasında verdiği savunmasında özetle suç tarihinde Çorum Devlet Hastanesi Acil servisinde görevli olduğunu, adli konularda rapor için gelen kişinin genel vücut muayenesini yaparak adli raporunu tanzim ettiğini, olaya ilişkin yazdığı raporda adı geçen Feride Kaya'yı adli rapor için genel vücut muayenesi yaptığını ve raporuna darp ve cebir izine rastlamadığından raporunu bu şekilde verdiğini, bu şekilde kendisinin Çorum Devlet Hastanesinde yüzlerce rapor verdiğini ve hiçbir şekilde şikâyete rastlamadığını, meslek hayatında sıkıntı olmaması için meslek kurallarına riayet ettiğini, raporunu gördüğü şeyler hakkında verdiğini, olmayan bir şey hakkında rapor düzenleyemeyeceğini zaten bunun suç olduğunu bildiğini, müştekinin iddiasının yersiz olduğunu, suçu kabul etmediğini beyan etmiştir.

33. Kovuşturma aşamasında 23/2/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan F.Y özetle anılan dönemde hastanede hemşire olarak görev yaptığını, başvurucuyu hatırladığını, doktor M. tarafından kendisi ve G.T. adlı bir başka hemşirenin bulunduğu ortamda muayene yapılarak rapor düzenlendiğini, Jandarmaların koridorda beklediklerini, kendisinin başvurucunun soyunmasına giyinmesine yardımcı olduğunu, herhangi bir morarma şişlik benzeri bir şey görmediğini, başvurucunun doktora kolunu oynatamadığını söylediğini, doktorun harici muayene yaptığını, herhangi bir şey tespit edemediğini, şikâyetleri geçmezse fizik tedaviye başvurabileceğini söylediğini beyan etmiştir.

34. Kovuşturma aşamasında 11/5/2006 tarihli duruşmada tanık sıfatıyla beyanı alınan G.K. özetle Ceza İnfaz Kurumunda bulunduğu dönemde başvurucunun yanında iki kişi ile birlikte Ceza İnfaz Kurumuna getirildiğini, başvurucunun oldukça kötü durumda olduğunu, vücudunun çeşitli yerlerinde kollarında ve omuzlarında aşırı morarmalar olduğunu, parmak uçlarında morartılar olduğunu, günlük olağan işlerini dahi yapamadığını, banyosunu arkadaşlarının yaptırdığını, gelen diğer iki kişide herhangi bir iz olmadığını beyan etmiştir.

35. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.C. özetle kendisinin anılan tarihte Çorum Kapalı Cezaevinde hükmen tutuklu olduğunu, başvurucunun işlemiş olduğu siyasi bir suç nedeniyle kendi koğuşlarına geldiğini, başvurucu koğuşa geldiğinde arkadaşı hükümlü M.B. ile konuştuğunu ve M.B.nin başvurucunun vücudunda, kolları ve bacaklarının dizden aşağı kısımlarında morarmalar olduğunu, gece uykusunda bağırdığını ve karakolda işkence gördüğünü kendisine söylediğini, başvurucu ile karşılıklı konuşmadığını ancak başvurucunun karakolda iken vücuduna elektrik verildiğini söyleyip durduğuna dair konuşmaları duyduğunu beyan etmiştir.

36. Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla beyanı alınan M.B. özetle anılan tarihlerde Çorum Cezaevinde hükümlü olarak bulunduğunu, aradan epey zaman geçtiğini, hatırladığı kadarıyla o tarihte tutuklanarak cezaevine getirilip kendi koğuşlarına konan başvurucunun bir kolunda, bacağında çok az bir morarma olduğunu, bu durumu kendisine sormadığını, önce yatağına oturduğunu, suçunun ne olduğunu sorduklarında siyasi dediğini, muhtemelen bir ağrısı olması nedeniyle sızlanmaya başladığını, kolunu tuttuğunu, o sırada yanında bulunan M.C.nin ne oldu diye sorduğunu, başvurucunun polisler bana işkence yaptı dediğini, müştekinin banyo yapmak istediğini, diğer hükümlü M.C. ile birlikte başvurucuyu banyo yaptırmak üzere banyoya götürdüklerini, müştekinin sadece kolunda ve ayağında morarma olduğunu, elbiselerini çıkardığında kolunda ve ayağında mevcut olan çok hafif morarma dışında vücudunun diğer bölgelerinde herhangi bir morarma görmediklerini beyan etmiştir.

 iii. Kovuşturma Aşaması Sonucunda Verilen Kararlar

37. Çorum Ağır Ceza Mahkemesi, 24/11/2011 tarihli ve E.2003/311, K.2011/332 sayılı kararıyla sanık savunmaları, müşteki ve tanık beyanları, İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 2. İhtisas Kurulu'nun 9/2/2009 tarihli 2008/73785-5789 sayılı raporu ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nın 1/7/2011 tarih 2011/176-sayılı raporu değerlendirerek başvurucunun gözaltında kaldığı 27/9/2002 - 29/9/2002 tarihleri arasında kötü muameleye maruz kaldığı hususunun kabulünün gerektiği ancak katılana kötü muamelede bulunan kişilerin sanık jandarma S.K. ve N.Ş. olduğuna dair tam bir kanaat oluşmadığı, bu hususun şüpheli kaldığı anlaşıldığından “Şüpheden sanık yararlanır.” evrensel ilkesi gereğince sanıkların üzerlerine atılı suçtan ayrı ayrı beraatlarına, sanık doktorların üzerlerine atılı görevi kötüye kullanmak suçunun sanık lehine olan zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu, suç tarihinin 29/9/2002 tarihi olduğu gözönüne alındığında karar tarihi itibariyle zamanaşımı süresi dolduğunu belirterek davanın ortadan kaldırılmasına hükmetmiştir.

38. Yargıtay 8. Ceza Dairesi, 12/12/2012 tarihli ve E.2012/29974, K.2012/37883 sayılı ilamıyla sanık doktorlar yönünden hüküm fıkrasında yer alan "ortadan kaldırılmasına" ibaresi çıkarılıp yerine "kamu davasının düşürülmesine" denilmek suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına, sanık jandarma görevlileri yönünden hükmün bozulmasına karar vermiştir.

39. Anılan karar başvurucuya 27/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

40. Başvurucu 29/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

41. Sanık doktorlar yönünden zamanaşımı nedeniyle düşme kararı kesinleşmiş olup yargılama, sanık jandarma görevlileri S.K. ve N.Ş. yönünden devam etmektedir.

B. İlgili Hukuk

42. 13/03/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 240. maddesi şöyledir:

 “Yasada yazılı hallerden başka hangi nedenle olursa olsun görevini kötüye kullanan memur derecesine göre bir yıldan üç yıla kadar hapsolunur. Cezayı hafifletici nedenlerin bulunması halinde altı aydan bir yıla kadar hapis ve her iki halde ikibin liradan onbin liraya kadar ağır para cezasiyle cezalandırılır. Ayrıca memuriyetten süreli veya temelli olarak yoksun kılınır.”

43. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesi şöyledir:

“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

4-Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,

 geçmesile ortadan kalkar.”

44. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

“…

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

45. Mahkemenin 20/1/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

46. Başvurucu; gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini, doktorlar hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağı, adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi, tazminat ve adli yardım talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin olarak devletin etkili soruşturma yapma sorumluluğu kapsamında, yargılama süreci değerlendirileceğinden başvurucunun adil yargılanma hakkına ilişkin anılan şikâyetleri ile etkili bir hukuk yoluna başvurma hakkı ile ilgili ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiş; başvurunun tamamının işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

1. Adli Yardım Talebi Yönünden

48. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 30/4/2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanun’un 22. maddesi ile değişik 334. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimselerin, iddia ve savunmalarında taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilecekleri düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 337. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise adli yardımın daha önce yapılan yargılama giderlerini kapsamayacağı belirtilmiştir.

49. Somut olayda başvurucunun, dilekçesinde adli yardım talebinde bulunduğunu belirtmiş olmasına karşın bireysel başvuru harcını yatırdığı tespit edilmiştir. Bireysel başvuru yolunda harç dışında başvurucu tarafından ödenmesi gereken yargılama gideri bulunmamaktadır.

50. Açıklanan gerekçelerle başvuru harcının yatırılmış olması ve adli yardımın daha önce yapılan giderleri kapsamaması nedeniyle başvurucunun bireysel başvuru yönünden adli yardım talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

2. Kabul Edilebilirlik Yönünden

51. Başvurunun incelenmesi neticesinde başvurucunun, işkence ve kötü muamele yasağına ilişkin iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

3. Esas Yönünden

52. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

53. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. maddesi şöyledir:

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz.”

54. Başvurucu; gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini, doktorlar hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

55. Bakanlık görüşünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) konu hakkındaki içtihatlarına ve yargılama sürecine yer verilerek takdirin Anayasa Mahkemesine ait olduğu belirtilmiştir.

56. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı sunduğu beyan dilekçesinde sanık doktorların soruşturma ve yargılama aşamalarında görevlerinden alınmadıklarını ve herhangi bir disiplin cezası da uygulanmadığını vurgulamış; başvuru dilekçesindeki iddialarını tekrarladığını beyan etmiştir.

57. Başvurunun, işkence suçu isnat edilen asıl failler yönünden değil gerçeğe aykırı rapor düzenledikleri isnat edilen doktorlar hakkında ve zamanaşımı nedeniyle düşme kararıyla sona eren yargılama süreci ile sınırlı olduğu dikkate alındığında incelemenin işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında etkili soruşturma yükümüyle sınırlı yapılması gerektiği açıktır.

a. Genel İlkeler

58. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir boyutunu oluşturan usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 110).

59. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi, “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır. Bazen yeterli soruşturma yapılmamış olması bile tek başına kötü muamele teşkil edebilecektir. Bu bağlamda, şikâyet yapıldığında ya da şikâyet yapılmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

60. Bir olayda usul yükümlülüğünün gerektirdiği soruşturma türünün, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 55).

61. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma; bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

62. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır.

63. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda; hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117).

64. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda “etkili başvuru”nun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının ve genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve şayet hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 121; Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

b. Genel İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvurucu, gözaltında iken ifade vermesi amacıyla işkenceye tabi tutulduğunu, gözaltı sonrasında zorunlu adli muayene için götürüldüğü hastanede doktorlar tarafından "Darp ve cebir izine rastlanmadı." şeklinde gerçeğe aykırı rapor verildiğini ve doktorlar hakkında bu nedenle açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düştüğünü belirterek işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

66. Devletin kontrolü altında bulunan kişilere yönelik tıbbi muayenelerin sağlanması, kötü muameleye karşı önemli tedbirlerden birini oluştururken (Türkan/Türkiye, B. No: 33086/04, 18/9/2008, § 42) bu muayenelerin usulüne uygun olarak yapılması ve raporların usulüne uygun düzenlenerek gerekli mercilere sunulması, kötü muamele iddialarının soruşturulması ve sorumluların tespiti ile cezalandırılmalarının sağlanması yönünden vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

67. AİHM; BM Genel Kurulu’nun 4 Aralık 2000 tarihli 55/89 sayılı kararıyla tavsiye edilen İşkence ya da Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezalandırmanın Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelenmesi İlkeleri doğrultusunda işkence ya da kötü muamele soruşturmalarında yer alan tıp doktorlarının her zaman en yüksek etik standartlara uygun olarak hareket etmesi gerektiğini ve muayenelerin doktorun denetimi altında, gizlilik içinde ve güvenlik güçleri ve diğer devlet görevlilerinin mevcut olmadığı bir ortamda yapılması gerektiğini belirtmektedir (Osman Karademir/Türkiye, B. No: 30009/03, 22/7/2008, § 53)

68. Yine tüm sağlık personeli, çalışma şartlarına bakılmaksızın muayene ve tedavi etmeleri istenen insanlara bakmak temel göreviyle yükümlüdür. Profesyonel bağımsızlıklarından taviz vermemeleri ve raporlarında kötü muameleye dair tüm kanıtları açıkça belirterek tarafsız delil sunmaları gerekmektedir. (Osman Karademir/Türkiye, §54)

69. AİHM ayrıca tüm tıbbi muayenelerin polis memurlarının duyamayacakları ve tercihen göremeyecekleri bir mesafede gerçekleştirilmelerine yönelik Avrupa Konseyi İşkencenin ve İnsanlık Dışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) standardına atıfta bulunmakta, muayene sonuçlarıyla beraber tutuklunun ilgili ifadeleri ve doktorun teşhislerinin doktor tarafından resmî biçimde kaydedilmesi gerektiğini belirtmektedir (Akkoç/Türkiye, B. No: 22947/93-22948/93, 10/10/2000, § 118; Mehmet Eren/Türkiye, B. No: 32347/02, 14/10/2008, § 40).

70. Tıbbi muayenelerin önemi ve standartlarına ilişkin ilkeler dikkate alındığında işkence ve kötü muamele iddialarının soruşturulmasında, sağlık personelinin ihmali ya da görevi kötüye kullanmasına yönelik iddialarının da asli failler hakkında yürütülecek soruşturmalara ilişkin etkin soruşturma standartlarında gerçekleşmesi gerekmektedir. Soruşturma kavramı, Ceza Muhakemesi Hukuku kapsamındaki soruşturma kavramıyla sınırlı olmayıp soruşturma izni verilmesine ilişkin yapılan ön inceleme, soruşturma ve kovuşturma aşamalarının tamamını kapsamaktadır.

71. Somut olayda, başvurucu hakkında Çorum Devlet Hastanesi’nde düzenlenen 27-29/9/2002 tarihleri arasında düzenlenen adli muayene raporlarında başvurucunun vücudunda darp ve cebir izine rastlanmadığı belirtilmiştir.

72. Çorum Devlet Hastanesi Cildiye Polikliniği tarafından düzenlenen 2/10/2002 tarihli adli muayene raporunda ise sağ kolda ekimoz olduğu belirtilmiştir.

73. Başvurucu tutuklandıktan sonra avukatının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verdiği 16/12/2002 tarihli dilekçede, başvurucunun gözaltında kaldığı süre içerisinde işkenceye maruz kaldığı belirtilmiştir. İşkence bulgularının tespit edilebilmesi için başvurucunun hastaneye sevk edilmesi talebi üzerine başvurucu 17/12/2002 tarihinde Ankara Numune Hastanesi’ne sevk edilmiştir. Ankara Numune Hastanesi’nin 17-19/12/2002 ve 29/1/2003 tarihli muayenelerde başvurucuda bir takım bulgular saptanmıştır (bkz. §19).

74. 21/2/2003 tarihinde başvurucunun Ankara Cumhuriyet Savcısı tarafından ifadesi alınmış 26/2/2003 tarihinde suç yerinin Çorum ili olması nedeniyle yetkisizlik kararı verilerek soruşturma dosyası Çorum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.

75. Çorum Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 12/12/2003 tarihinde doktorlar hakkında adli görevde yetkiyi kötüye kullanmak, Jandarma görevlileri hakkında ise gözaltındaki zanlıya suçunu söyletmek için kötü muamele yapmak suçundan kamu davası açılmıştır.

76. Çorum Ağır Ceza Mahkemesince 12/12/2003 tarihinde başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılmış ancak başvurucunun adresinde bulunamaması nedeniyle ifadesi alınamamıştır.

77. Başvurucunun Avusturya’da olduğunun ancak 2006 yılında tespit edilebilmesi üzerine başvurucunun ifadesinin alınması için talimat yazılmış, tercüme işlemleri ve yazışmaların tamamlanması sonucu başvurucunun ifadesi ancak 9/10/2007 tarihinde Mahkemeye ulaşmıştır.

78. Mahkeme 20/11/2007 tarihinde Adli Tıp Kurumundan rapor talebinde bulunmuş, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesince düzenlenen rapor 9/2/2009 tarihinde Mahkemeye sunulmuştur. Başvurucu vekilinin anılan rapora itiraz etmesi üzerine bu kez Adli Tıp Genel Kurulundan rapor istenmiş ancak başvurucunun ülke dışında olması ve muayene için hazır bulundurulamayacağının bildirilmesi nedeniyle rapor düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.

79. 26/4/2011 tarihinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan rapor istenmiş, anılan Kurumca 1/7/2011 tarihli rapor düzenlenerek Mahkemeye sunulmuştur.

80. 24/11/2011 tarihinde, doktorlar yönünden zamanaşımı süresinin 7 yıl 6 ay olduğu dikkate alınarak zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmiştir.

81. Yukarıda açıklanan süreçte başvurunun ülke dışında bulunması ve gerek ifade alımı gerekse adli tıp raporu alınması için hazır bulunmaması neticesinde yargılama sürecinde gecikmelerin olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda; zamanaşımı süreleri dikkate alınarak yargılamanın hızlı yürütülebilmesi için bir takım önlemler alınıp alınamayacağı, dosyada hâlihazırda mevcut sağlık raporları ve beyanlar doğrultusunda hükme gidilip gidilemeyeceği gibi hususların değerlendirilmesi gerekirken isnat edilen suç tarihinden yaklaşık 9 yıl 2 ay sonra (1 yıl süren Savcılık soruşturması ve yaklaşık 8 yıl süren kovuşturma aşamasının akabinde) zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verildiği anlaşılmaktadır. Anılan kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmesi de yaklaşık 1 yıl sürmüştür.

82. İşkence ve kötü muamele iddialarının hızlı bir şekilde yürütülmesi ve yürütülen cezai işlemlerin zamanaşımına uğramasına imkân verilmemesi; hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi bakımından önem taşımakta ve etkili soruşturma yükümlülüğünün temel unsurlarından birini oluşturmaktadır (bkz. § 62, 63). Somut başvuru değerlendirildiğinde anılan yükümlülüğün yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.

83. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

4. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesinin Uygulanması

84. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir:

“(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

85. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin ihlali nedeniyle yeniden yargılama ve 35.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur.

86. Başvuru konusu olayda Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutuyla ihlal edildiği sonucuna varılmış, zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar bulunmadığı, başvurucunun yalnızca ihlal tespitiyle telafi edilemeyecek ölçüdeki manevi zararı karşılığında somut olayın özellikleri ve diğer sanıklar yönünden devam eden yargılama süreci dikkate alınarak başvurucuya net 20.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

87. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderlerinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebine ilişkin karar verilmesine YER OLMADIĞINA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlaline ilişkin şikâyetlerin KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. Maddesi üçüncü fıkrasında güvence altına alınan devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvurucuya net 20.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,

E. 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Çorum Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/1/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

CENGİZ KAHRAMAN VE KENAN ÖZYÜREK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2013/8137)

Karar Tarihi: 20/4/2016

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan                     : Burhan ÜSTÜN

Üyeler                       : Erdal TERCAN

                                    Hasan Tahsin GÖKCAN

                                    Kadir ÖZKAYA

                                    Rıdvan GÜLEÇ                   

Raportör                   : Hüseyin MECEK

Başvurucular           :1. Kenan ÖZYÜREK

                                    2. Cengiz KAHRAMAN

Vekili                        Av. Gül ALTAY

I.     BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuları darbetmeleri nedeniyle haklarında dava açılan infaz ve koruma memurları ile ilgili olarak etkili soruşturma yapılmadan beraat ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II.   BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 4/11/2013 tarihinde İstanbul 1. İş Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların sırasıyla Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca 15/7/2014,Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 31/12/2013 tarihlerinde, kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. 2013/8137 ve 2013/8144 sayılı başvuruların konu yönünden hukuki irtibatları nedeniyle 25/5/2015 tarihinde birleştirilmesine ve incelemenin 2013/8137 sayılı dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından 20/10/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin birer örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 19/11/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

7. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 7/12/2015 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular vekili, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III.  OLAY VE OLGULAR

A.   Olaylar

8.  Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucular olay tarihinde Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadırlar.

10. Başvurucular 10/4/2007 tarihinde İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde muayene olmak istemeleri üzerine görevli memurlarca saat 11.00 sıralarında kaldıkları A.1.32 No.lu odadan alınmışlardır. Başvurucular revire gitmeden önce infaz ve koruma memurları tarafından yapılmak istenen aramaya karşı gelerek ayakkabılarını çıkarmak istememişlerdir. Görevliler tarafından yapılan aramadan sonra koridordan revire ilerledikleri sırada başvurucu Kenan Özyürek, A.11.33. No.lu odanın kapısını çalarak orada kalan hükümlü arkadaşlarıyla mazgaldan konuşmak istediğinde görevlilerin uyarısı üzerine başvurucularla infaz ve koruma memurları arasında tartışma çıkmıştır. Olay sırasında başvurucular darbedildiklerini, İnfaz ve Koruma memurları Ş.Ş. ve A.D. ise tehdit ve hakarete maruz kaldıklarını ileri sürmüşlerdir.

11.Başvurucular 16/4/2007 tarihli dilekçeyle infaz ve koruma memurları tarafından yapılan eylemler ile bundan sonra tedavi sürecindeki aksaklıklarla ilgili olarak suç duyurusunda bulunmuşlardır.

1.    Olay Tutanağı

12. İnfaz Kurumunda görevli on bir kişi tarafından tutulan tutanakta 10/4/2007 tarihinde saat 11.23’te A.11.32 No.lu odada kalan Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in revire çıkmak üzere odalarından alınmaya gidildiği sırada aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, slogan attıkları, ayakkabılarının çıkarılmasında zorluk çıkardıkları daha sonra koridorda ilerlerken A.11.33. No.lu odanın kapısına vurarak içerde bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, uyarıldıklarında ise "Siz ne karışıyorsunuz?" diyerek karşılık verdikleri, A Blok açık görüş mahallinden geçerken Kenan Özyürek’in memurlara tehdit ve hakaret içeren sözler sarf ettiği, bunun üzerine Kenan Özyürek’in ise herhangi bir olaya sebebiyet verilmemesi için odasına geri getirildiği, Cengiz Kahraman’ın ise olay yerine gelen diğer infaz ve koruma memurları tarafından revire götürülmek üzere teslim alındığı ancak Cengiz Kahraman’ın "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü, nöbetçi müdürün bilgisi dâhilinde sonradan her ikisinin de revire götürüldüğü belirtilmiştir.

2.    Adli Raporlar

13.Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Ceza İnfaz Kurumunun 10/4/2007 tarihli ve 1489 sayılı Dr. N.S.Y. tarafından tanzim olunan raporunda hastanın görevliler tarafından darbedildiği, sağ bacakta ve belinde ağrısı olduğunu beyan ettiği, yapılan muayenede kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenesinde herhangi bir hassasiyetinin bulunmadığı, şikâyetine istinaden dicloflam intra musculer uygulandığı, TA ve nabzın normal olduğu belirtilmiştir.

14. 10/4/2007 tarihli ve 22.00 saatli Dr. M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından tutulan tutanakta saat 21.30’da Cezaevi Müdürlüğünün talebi üzerine Kuruma geldikleri, A.11.32 No.lu odada kalan hasta Cengiz Kahraman’ın Cezaevi revirinde fiziki muayenesinde her iki testisinde minimal ödem ve sağ skrotal ekimozu ve prepisyonunda minimal ekimoz bulunduğu, başkaca bir patoloji saptanmadığı, hastanın iğneyle tedaviyi kabul etmediği, daha önce gelen doktorun da kendisini muayene etmediğini söylediği kayıtlıdır.

15. Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 298591 protokol numaralı Dr. H.P. tarafından yapılan muayene kaydında testis bölgesine darbe alan kişinin testislerinde şişlik ve ödem olduğu, Ankara Numune Hastanesi Üroloji Kliniğine sevkinin uygun olduğu yazılıdır.

16. Üroloji Servisinin talebi üzerine başvurucu Cengiz Kahraman’ın radyoloji filmi çektirilmiştir. Ankara Numune Hastanesi Radyoloji Servisi tarafından verilen 11/4/2007 tarihli raporunda; her iki testis skrotumda ve normal boyutlarda olup konturları düzgün olduğu, sağ testis inferior kesiminde 17x20 mm boyutlarda, düzensiz sınırlı, hipoekokik alan izlendiği, bilateral epididim boyut ve eko yapısı normal olup epididimlerde yer alan kitle lezyonu saptanmadığı, skrotum sağ tarafındanda cilt-cilt altı yumuşak doku ödemli izlendiği, sağda skrotal sıvı minimal arttığı belirtilmiştir.

17. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında Numune Hastanesi üroloji polikliniğinin 11/4/2007 tarihli ve 1226275 sayılı raporunda; sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, hg: 13.8, TU: 1-2 lokosit, streod USG: sol testis normal, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm, acil ürolojik cerrahi düşünülmedi, 2 hafta poliklinik kontrolünün uygun olduğu, skrotal elevasyon, saatte 5 dk buz uygulamasının uygun olduğu yazılıdır.

18. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararında sağ testiste hematoma neden olan yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

3.    Başvurucuların Beyanları

19. Başvurucu Kenan Özyürek 5/7/2007 tarihinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü saat 11.20’de revire gitmek üzere infaz ve koruma memurlarının nezaretinde odadan çıktıklarını, A.11.13 No.lu odanın önünden geçerken orada kalan bir hükümlüye selam vermek istediğini ancak görevlilerin buna müdahale ettiklerini, arkasından iteklediklerini, bunun üzerine onlarla tartıştığını, memurların kendilerini revire götürmekten vazgeçerek 11.30’da odalarına geri getirdiklerini, memur A.K.nin kendisine şerefsizler diyerek hakaret ettiğini, kendisini memur M.Ö.nün ittirip duvara çarptırdığını, kendisini odaya bıraktıktan sonra memurların, arkadaşı Cengiz Kahraman’ın bacaklarına ve cinsel organının bulunduğu bölgeye tekme vurduklarını, bunu seslerinden duyarak anladığını ancak fiilen vurma anını görmediğini, saat 12.45’te Cengiz Kahraman’ın ağrıları arttığı için birlikte revire çıktıklarını, kendisi revirde bayan doktora muayene olduktan sonra içeriye Cengiz Kahraman’ın girdiğini, Cengiz Kahraman’ın doktor odasından çıktıktan sonra doktorun kendisiyle ilgilenmediğini söylediğini, hükümlü E.Z.nin havalandırma boşluğundan olayı gördüğünü, bu nedenle tanık olarak dinlenmesi gerektiğini, kendisine hakaret eden itip kakan görevlilerden şikâyetçi olduğunu söylemiştir.

20. Başvurucu Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 25/3/2008 tarihlerinde Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 20/11/2008 tarihinde Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında Kenan Özyürek’le birlikte iki infaz ve koruma memuru nezaretinde A.11.33 No.lu odanın önünden geçerken Kenan'ın odada kalan bir hükümlüye merhaba demek istediğini, görevli memurlarla sert bir şekilde tartışmaya girdiğini, memurun eliyle Kenan’ı ittirdiğini,Kenan’ın da beni ittirme, ne söylüyorsan sözlü olarak söyle dediğini, bunun üzerine tartışma çıktığını, daha sonra Kenan’ı odasına geri götürdüklerini, kendisi malta (Cezaevi koridoru) kısmında beklediği sırada sanık Ş.Ş.nin hakaret ettiğini ve hayalarına tekme vurduğunu, yere düşünce bacaklarına da vurduğunu, bu sırada başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurarak sizin onurunuzu sinkaf edeyim şeklinde küfrettiğini, daha sonra karga tulumba odasına götürüldüğünü, fenalaştığı için kendisini doktora götürdüklerini, cezaevindeki bayan doktorun kendisini hiç muayene etmeden, darp edilen yere bakmadan ağrı kesici iğne yaptığını, odasına geri döndükten sonra cinsel organının çevresinde şişkinlik olduğunu ve kan toplandığını görmesi üzerine tekrar revire çıkmak istediğini ancak revire götürmediklerini, aynı günün akşamı revire tekrar götürdüklerini, sağlık merkezinden bir başka doktorun kendisini başından savmak istercesine hiçbir şeyin yok, ağrı kesici yapıp göndereyim dediğini, bunun tedavi yöntemi olmadığını söyleyerek hastaneye sevkini istediğini ancak sevk yapmadıklarını, ertesi gün tekrar şişkinlik olunca revire gittiğini, kanaması olduğu tespit edilince Sincan Devlet Hastanesine sevk edildiğini, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, darp olayının maltada olduğunu, bu nedenle kamera görüntülerinde yer alması gerektiğini, kendisinin darbedildiği anı gösteren kamera görüntülerinin birileri tarafından silindiği kanaatinde olduğunu, kendisini yaralayan kişinin Ş.Ş. isimli memur olduğunu ancak kendisi yere düşünce tekme atan diğer görevlinin kim olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.

4.    Sanıklar Ş.Ş. ve A.K.nin Savunmaları

21. Sanık Ş.Ş. 12/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında, başvurucuları olay günü revire götürmek üzere odalarından çıkardıklarında üst aramalarını bahane ederek slogan attıklarını, ilerdeki koğuşta bulunan aynı örgüt mensubu diğer hükümlülerle selamlaşmak ve onları da slogana eşlik ettirmek için yüksek sesle bağırıp Cezaevinin huzurunu bozduklarını, kendilerini uyardıklarını, bu şekilde davranırlarsa revire gidemeyeceklerini söylediklerini, daha sonra bu kişileri odalarına geri götürürken Cengiz’in kendini yere attığını, yerden kaldırarak odasına bıraktıklarını, Cengiz’in ayağıyla karnına vurduğunu, odalarda kamera olmadığını, Cengiz’in nasıl yaralandığını bilmediğini, Cezaevinde hükümlülerin üçer kişilik odalarda kaldıklarını, odalarında kendilerini yaralamış olabileceklerini söylemiştir.

22. Sanık A.K. 10/7/2007 tarihli Sincan Cumhuriyet Başsavcılığında 19/9/2008 tarihli Sincan 1. Asliye Ceza Mahkemesinde verdiği beyanlarında olay günü A Blok'ta görevli olduğu sırada duyduğu sese doğru yöneldiğinde Cengiz Kahraman’ın "Onursuz aramaya son." şeklinde slogan attığını, ayrıca kendisini yerden yere atmaya çalıştığını, daha sonra Cengiz’in "Arkadaşım revire gitmiyorsa ben de gitmiyorum." dediğini, bunun üzerine zor kullanma yetki sınırını aşmadan adı geçen tutuklu Cengiz’i odasına götürdüklerini, kimseyi darp etmediğini, hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

5.    Kamera İzleme Tutanağı

23. Cumhuriyet savcısı 25/3/2008 tarihinde İnfaz Kurumunda keşif yaparak kamera kayıtlarını incelemiştir. Olayla ilgili olarak 10/4/2007 tarihli kayıtların tutulduğu A Blok 11. koridorun görüntülendiği kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.23’te tutukluların bulunduğu oda kapısının açıldığı, bir grup infaz ve koruma memurunun kapı açık olduğu hâlde oda önünde beklediği, tutukluların üst aramalarının yapıldığı, 11.25’te başvurucuların üç infaz ve koruma memuru nezaretinde götürüldüğü, bu sırada başvurucu Kenan Özyürek’in bir odanın yanında geçerken odanın mazgalına doğru eğildiği, bir şeyler söylediği ancak ne söylediğinin anlaşılmadığı, görevli infaz ve koruma memurunun uyarısı ile yürümeye devam edildiği, A Blok'tan B Blok'a geçişin görüntülendiği 2 No.lu kameranın incelenmesi neticesinde saat 11.19’da başvurucu Cengiz Kahraman’ın yürümemek için infaz koruma memurlarına direndiği, üç infaz koruma memurunun Cengiz Kahraman’ı el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü, 11.19’da iki infaz koruma memurunun tutuklu başvurucu Kenan Özyürek'i el ve kollarından tutmak suretiyle götürdüğü ancak başvuruculara karşı herhangi bir darp ve cebrin uygulanmadığının tespit edilmiştir.

6.    Tanık Beyanları

24. İnfaz ve koruma memuru E.D., M.Ö., M.G. ve Ö.D.,6/7/2007, İnfaz ve Koruma Memuru E.G. 13/7/2007 tarihli beyanlarında şüpheli A.K.nin beyanlarıyla aynı mahiyette ifade vermişlerdir.

25. Cezaevi Müdür Yardımcısı A.Y.D. 6/7/2007 tarihli beyanında olay günü nöbetçi müdür yardımcısı olarak görevli olduğunu, personelin hükümlüler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın revire çıkarken slogan attıklarını ve aramaya karşı mukavemet gösterdiklerini, bu nedenle odalarına geri konulduklarını ve adı geçen hükümlüleri tekrar revire çıkmak istediklerini söylediklerini, kendisinin adı geçen hükümlülerin tekrar revire çıkmaları için görevli memurlara talimat verdiğini, aynı zamanda hükümlülerin bulunduğu bloğa giderek hükümlüler revire gidene kadar yanlarında refakat ettiğini, adı geçen hükümlülere zor kullanma yetki sınırının aşılması suretiyle etkili eylemde bulunulmadığını söylemiştir.

26. İnfaz ve Koruma Memuru İ.A. 14/11/2007 tarihli beyanında olay tarihinde mahkûmların bulunduğu koridorda A Blok'ta vardiya memuru olarak görevli olduğunu, İnfaz ve Koruma Memurları M.Ö. ve E.D.nin birlikte Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’i müracaatları doğrultusunda sağlık kontrolüne götürmek üzere geldiklerini, iki mahkûmu aldıklarını, üstlerinde arama yaptıklarını, başvurucuların ayakkabı aramasını engellemek için direndiklerini, "Onursuz aramaya son." diyerek slogan attıklarını, koridorda ilerken A.11.33 No.lu odanın hizasına geldiklerinde memurların uyarılarına rağmen burada kalan mahkûmlarla mazgaldan konuşmak istediklerini,memurların uyarması üzerine memurlarla tartışmaya başladıklarını, memurların elleriyle onların omuzlarından işaret ederek devam etmelerini ve koridorda durmamalarını söylediklerini, memurlar tarafından herhangi bir cebir kullanılmadığını, sadece sözlü olarak tartıştıklarını, A Blok'ta sabit görevli olduğu için A Blok'tan çıkıldıktan sonra ne olduğunu görmediğini, beş dakika sonra yine her iki memur refakatinde A Blok'a döndüklerinde Cengiz ile Kenan'ın memurlarla tartıştıklarını, muayeneye gitmek istemediklerini anladığını, vazgeçip geri geldikleri için her ikisini de odalarına geri konduğunu, koğuş kilitlendikten sonra aradan iki üç saat geçince Cengiz Kahraman’ın revire gitmek istediğini söylediğini, müdahale ekibinin gelerek Cengiz’i revire götürdüğünü söylemiştir.

27. Cezaevi Müdür Yardımcısı F.Ç. 14/11/2007 tarihli beyanında olayla ilgili doğrudan bilgisinin olmadığını söylemiştir.

28. İnfaz ve Koruma Memuru T.G. 19/11/2007 tarihli beyanında olay yerine sonradan geldiğinde hükümlülerin odalarına sakinleştirilmek üzere geri götürüldüklerini, aralarında herhangi bir fiilî kavga olayının olmadığını, Kenan Özyürek’in doktora gitmek istediğini söylediğini, 15-20 dakika sonra onları odalarından çıkarıp doktora götürdüklerini, Cengiz Kahraman'a yönelik herhangi bir darp eylemlerinin olmadığını, onların da görevlilere yönelik fiilî bir eylemlerinin bulunmadığını, sadece sözlü tartışmaya girdiklerini, Cengiz Kahraman'ın kendisine karşı etkili eylemde bulunduğunu söylemediğini beyan etmiştir.

29. İnfaz ve Koruma Memuru A.A. 20/11/2007 tarihli beyanında olay günü hükümlülerin revire gitmeden önce üst aramasına direnmeleri nedeniyle odalarına geri götürmek üzere koridorda ilerlerken birisinin kendini yere attığını "Biz kendimizi aratmayız, sizin devletinizi tanımayız, bizi neden burada tutsak tutuyorsunuz, şerefsizler!" diyerek kendilerine hakaret ettiklerini, kendilerini darbetmediklerini söylemiştir.

30. Tanık Dr. H.P. duruşmadaki beyanında olay tarihlerinde 1,5 yıl kadar Cezaevinde görev yaptığını, Cengiz Kahraman’ı isim olarak hatırladığını, o tarihte bu tür iddialarla tutuklu ve hükümlülerin geldiğini, Cengiz Kahraman'ı ne şekilde ve ne sebeple hastaneye sevk ettiğini hatırlamadığını, sevk yazılarındaki imzaların kendisine ait olduğunu, olayı hayal meyal hatırladığını, Cezaevinde doktor olarak görev yaparken tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde tıbbi olarak gerekli görmediği takdirde hastaneye kimseyi sevk etmediğini, Cengiz Kahraman’ı hastaneye sevk ettiğine göre mutlaka tıbbi bir zorunluluk bulunduğunu, olay günü kendisini mesai haricinde çağırdıklarını, Cengiz Kahraman'ın testislerinde bir şişlik bulunduğunu hatta oradaki sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesiyle hastaneye sevk edilmemesi eğiliminde olduklarını, buna rağmen durumun ciddi olduğunu bildiği için hastaneye sevk ettiğini söylemiştir.

31. Tanık Dr. N.S.Y. duruşmadaki beyanında Sincan Sağlık Grup Başkanlığında görevli olduğunu, zaman zaman geçici görevle Cezaevine de gittiğini, tutuklu ve hükümlüler müracaat ettiklerinde muayenelerini yapıp bulguları sağlık fişlerine yazdığını, olayı hatırlamadığını, hükümlü Cengiz’e ait sağlık fişindeki yazılarla imzanın kendisine ait olduğunu, Cezaevine dışardan geçici olarak gittikleri ve cezaevi uygulamasını tam olarak bilmedikleri için oranın uygulamaları ile ilgili orada görevli bulunan sağlık memurlarından zaman zaman yardım aldıklarını, kendilerini etkileyip yönlendirebildiklerini, kargaşa sırasında belki Cengiz’in testislerine bakmamış ve sözlü beyanlarına göre ilaç uygulamış olabileceğini söylemiştir.

32. Tanık hükümlü E.Z. duruşmadaki beyanında hükümlüler Cengiz ve Kenan’ı önceden tanıdığını, kaldığı odanın havalandırma penceresinden koridorun kısmen göründüğünü, olay sırasında infaz koruma memurlarının Cengiz ve Kenan’ı döverek koridordan götürdüklerini, onların da "İnsanlık onuru işkenceyi yenecek." şeklinde slogan attığını, sonrasında gürültü olduğunu, isimlerini bilmediği uzun boylu, kel esmer bir infaz koruma memuru ile kısa boylu, kıvırcık saçlı bir infaz koruma memurunun Cengiz ve       Kenan'ı döverek götürdüklerini gördüğünü, başka memurların da olduğunu ancak onların vurduğunu görmediğini söylemiştir.

7.    İddianame

33. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 23/5/2008 tarihli iddianame ile başvurucular hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve direnme, görevli İnfaz Koruma Memurları A.K. ve Ş.Ş. hakkında ise zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili bölümleri şöyledir:

“…şikayetçi şüpheliler Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman'ın, bulundukları Ankara 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun sağlık ünitesinde istedikleri muayene ve tedavileri yapılmak üzere görevli infaz koruma memurlarınca, odalarından olay günü saat 11.23 sıralarında alındıklarında, yapılmak istenen arama işlemine şüphelilerin, ayakkabılarını çıkarmayı redderek,"onursuz aramaya son" diyerek slogan atıp, arama yaptırmak istemediklerini söyledikleri, ayakkabılarını çıkarmayarak istenen arama işlemini engellemek için direndikleri, görevli memurlar tarafından zorla ayakkabıları çıkarılarak yapılan aramadan sonra, görevlilernezaretinde koridordan revire doğru ilerlerken, önünden geçmekte oldukları ve içerisindeki tutuklu-hükümlü arkadaşlarıyla konuşmak için A.11.33 numaralı odanın kapısını çalıp, içerideki tutuklu arkadaşıyla mazgaldan konuşmaya çalıştığında, görevli memurların uyarısı üzerine, şüpheli Kenan Özyürek'in, "...size ne, siz ne karışıyorsunuz..." şeklinde sözler sarf ettiğinde çıkan tartışmada, görevli infaz koruma memurlarına, "...şerefsizler" diyerek hakaret ettiği,

Görevli memurların olayı yatıştırmak ve şüpheli Kenan Özyürek'i sakinleşmesinden sonra revire götürmek üzere odasına götürdükleri, şüpheli Cengiz Kahraman'ın görevli memurlara, " ...arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmıyorum..." diyerek odasına gitmek istediğini söyleyerek slogan atıp, görevli şikâyetçi memurlarla aralarında çıkan tartışma sırasında kendisini yere atarak odasına gitmemekte protesto amaçlı direndiği, görevli şikâyetçi memurlar tarafından zor kullanılarak kollarından tutulup, yerden kaldırılarak odasına götürüldüğü,

Şikayetçi şüpheli Cengiz Kahraman'ın odasında görevlilerin kendisine vurduğu, tekme attıkları şikâyetiyle alındığı, ceza infaz kurumu nöbetçi müdürünün bilgisi dâhilinde infaz kurumu revirinde tıbbi fiziki muayene uygulandığı, Sincan Devlet Hastanesinin 11/4/2007 tarihli ve 1226274 sayılı üroji muayenesinde; testis bölgesine darbe alan şikayetçinin testislerinde şişlik ve ödem olduğunun ifade edildiği;

Şikayetçi Cengiz Kahraman 5/7/2007 ve 13/5/2008 günlü ifadelerinde, olay günü revire götürülmek üzere bir arkadaşıyla odasından alındığını, iki infaz koruma memuru nezaretinde, A.11.33 numaralı odanın önünden geçmekte oldukları esnada arkadaşının bir hükümlüye merhaba demek istemesi üzerine, görevliler ile aralarında tartışma çıktığını, görevlilerin kendilerini revire götürmediklerini, odalarına götürmek istediklerini, arkadaşını odasına götürdüklerini, iki görevli nezaretinde maltada beklerken şüpheli görevlilerden birinin tekme ile hayalarına vurduğunu, düştüğü yerde diğer şüpheli görevlinin de tekme ile vurduğunu beyan ettiği;

Şüpheli görevlilerin olay sırasında şikâyetçiyi, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı raporunda belirlendiği şekilde, ‘Sağ testisinde hematoma neden olan yaralanmasının, kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayacak nitelikte’ kasten yaraladıkları…”

8.    Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar

34. Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığının 23/5/2008 tarihli kararı ile haklarında soruşturma yapılan şüpheli İnfaz ve Koruma Memurları T.Ş., İ.A., A.Y.D., M.Ö., M.G., Ö.D., E.D., E.G., A.A. ile isimleri karar başlığında açıkça belirtilmeyen Cezaevi revirinde görevli doktor ve sağlık memurları hakkında hakaret ve görevi kötüye kullanma suçlarından yapılan soruşturmada delil yetersizliğinden kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

35. Kararın başvuruculara ve şüphelilere tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

9.    Yargılama Sonucunda Verilen Karar

36. Davanın görüldüğü Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi 21/10/2010 tarihli ve E.2008/386, K.2010/584 sayılı kararı ile başvurucular hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından, sanık A.K. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan beraatlerine, temyizi kabil olarak sanık Ş.Ş.nin ise başvurucu Cengiz Kahraman'a karşı zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suretiyle kasten yaralama suçundan neticeten 10 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına itirazı kabil olmak üzere karar vermiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:

“…

Mahkememizce yapılan yargılamada iddia, savunma, tutanaklar, cezaevi tabipliği sağlık fişi örnekleri, adli tıp raporu, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından edinilen kanaate nazaran; Müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman’ın Sincan 1 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü oldukları, olay günü cezaevi revirine muayene amacıyla gitmek için idareden talepte bulundukları, taleplerinin kabul edilmesi üzerine her iki müşteki sanığın görevli infaz koruma memurları nezaretinde revire götürmek amacıyla odalarından alındığı, odalarından alınırken üst araması yapıldığında, ayakkabıların da görevlilerce aranmak istemesi üzerine onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları ve ayakkabılarını çıkartmadıkları, ayakkabıların infaz koruma memurları tarafından çıkartılarak arandıktan sonra her iki şahsın revire götürülmek üzere koridora çıkarıldığı, koridorda hareket halindeyken koridor üzerinde bulunan oda kapılarının mazgallarından odalarda bulunan arkadaşları ile selamlaşmak istedikleri, infaz koruma memurlarının bu duruma engel olmak amacıyla adı geçenleri kontrol etmek istediklerinde şahısların slogan atarak karşılık verdiği, şahısların slogan atması üzerine infaz koruma memurlarının yanlarına gelen diğer görevlilerle birlikte müşteki sanık Kenan Özyürek’i odasına götürmeye çalıştıkları, Cengiz Kahraman’ın da Kenan’ın odasına götürülmesi nedeniyle revire gitmekten vazgeçtiği, bu esnada her iki şahsın kendilerini yere atarak slogan atmaya başladıkları, infaz koruma memurlarının da bu şahısları kollarından tutup sürükleyerek odalarına götürdükleri sırada sanık infaz koruma görevlisi Ş.Ş.nin Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme ile vurduğu ve güç kullanarak Cengiz ve Kenan’ın odalarına götürüldüğü, Cengiz’in aldığı darbe nedeniyle testisinin şişmesi üzerine muayene olmak amacıyla idareye başvurduğu, cezaevi revirine çıkartıldığı, 10/4/2007 tarihinde revirde görevli olan doktor N.S.Y.nin Cengiz Kahraman’ı muayene etmeksizin ağrı kesici uygulayıp koğuşuna geri gönderdiği, ağrı kesicinin etkisinin azalması; vurulan yerin ağrısının ve şişliğinin artması üzerine hastaneye sevk edilmek için doktora çıkmak istediği, geç saatlerde gelen doktora gidip durumu anlattığında doktor M.K.nin de ciddi bir şey olmadığı, ağrı kesici yapıp göndermek istediğini söylemesi üzerine müşteki sanık Cengiz’in bu tedaviyi kabul etmediği, ertesi gün müşteki sanık Cengiz’in ısrarla idareye başvurması üzerine yeniden revire çıkartıldığı, revirde o gün görevli bulunan doktor H.P.nin Cengiz’i muayene ettiği ve acil hastaneye sevk edilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdiği, tanık olarak beyanı alınan doktorun anlatımına göre orada bulunan sağlık görevlilerinin başlarına bir iş gelebileceği endişesi ile Cengiz’in hastaneye sevk edilmemesi yönünde doktora telkinde bulundukları, ancak buna rağmen doktorun Cengiz’i önce Sincan Devlet Hastanesine, daha ileri bir sağlık kuruluşuna gitmesi gerektiğine yönelik Sincan Devlet Hastanesinin görüşüne dayanarak Ankara Numune Hastanesine sevk ettiği anlaşılmıştır. Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 11/2/2008 tarihli ve 615 sayılı kararına göre Cengiz Kahraman’ın sağ testisindeki hematom şeklinde yaralanmanın sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile meydana gelebilecek nitelikte bir yaralanma olduğu, bu yaralanmanın kişinin hayatını tehlikeye sokan bir yaralanma olmadığı ayrıca basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Her ne kadar cezaevi görevlisi olan sanıklar kişideki bu yaralanmanın cezaevi idaresini zor durumda bırakmak amacına yönelik kendi kendilerine meydana getirilen bir yaralanma olduğunu iddia etmişlerse de olayın oluş şekli, cezaevinde bulunan doktorların biraz da yaptıkları işin önemini kavrayamamaları ve geçici süreli cezaevinde istihdam edilmiş olmalarının da vermiş olduğu deneyimsizlikle sürekli cezaevinde çalışan ve cezaevi idaresi ve görevlilerini koruma düşüncesiyle hareket eden cezaevi personelinin yönlendirmesiyle ısrarla müşteki sanık Cengiz Kahraman’ı muayene etmekten ve testis bölgesinde oluşan yaralamayı belirtir rapor düzenlemekten ve hatta dışarıda bir hekim tarafından muayene yapıldığı taktirde olay ortaya çıkacağı düşüncesiyle yaralıyı ileri bir sağlık kuruluşuna sevk etmekten kaçınmaları dikkate alındığında, bu yaralanmanın cezaevi görevlileri tarafından oluşturulduğu, bu görevlinin de müşteki sanık Cengiz Kahraman’ın testis bölgesine tekme atan Ş.Ş. olduğu kanaati hasıl olmuştur. Her ne kadar sanık Ş.Ş. müşteki sanık Cengiz Kahraman'a vurmadığını savunmuşsa da, gerek Ş.Ş.nin anlatımı, gerekse dosyada beyanı bulunan diğer kişinin söyledikleri dikkate alındığında Ş.Ş.nin müşteki sanıklar Kenan Özyürek ve Cengiz Kahraman koridorda slogan attıklarında Cengiz Kahraman’a fiziki müdahale ettiği sabit olup, sanık Cengiz Kahraman da kendisine tekme atanın Ş.Ş. olduğu yönünde teşhiste bulunmuştur. Öte yandan müşteki sanık A.K. hakkında da yaralama suçundan kamu davası açılmışsa da bu olaylar olduğu esnada cezaevinde bulunan A.K.nin herhangi bir şekilde müşteki sanıklar Cengiz ve Kenan’a yönelik fiziki müdahalede bulunduklarına dair dosyada herhangi bir delil yoktur.

Müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’e atılı suçlar görevi yaptırmamak için direnme ve görevli memurlara görevleri nedeniyle hakaret etmektir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevinde infaz koruma memuru olarak görev yapan tanıkların hemen hemen tamamı müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in sadece insanlık onuru işkenceyi yenecek ve onursuz aramaya son şeklinde slogan attıkları, bunun haricinde görevlilere hakaret ettiklerini duymadıklarını dile getirmişlerdir. Bu durumda müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in slogan atmak dışında hakaret oluşturabilecek nitelikte bir söz sarf etmedikleri sonucuna ulaşılmış, örgüt üyesi oldukları ve bu suçtan mahkûm oldukları iddia edilen bu kişilerin örgüt disiplini çerçevesinde kendilerinin ve arkadaşlarının direncini arttıracak nitelikte slogan atmalarının ötesinde adi suç oluşturabilecek oluşturacak tarzda bu nevi küfür ve hakaret kelimelerini kullanmaları pek alışılagelen bir husus değildir. Bu sebeple bu iki şahsın hakaret suçunu işlemedikleri sonucu hasıl olmuştur. TCK'da düzenlenen görevli memura direnme suçunun unsurları cebir ve tehdittir. Yerleşmiş uygulamaya göre bir kişinin kendisini yere atması ya da demokratik hakkını kullanma olarak nitelendirilebilecek şekilde slogan atması cebir olarakdeğerlendirilmemektedir. Ayrıca cezaevinde hükümlü olarak bulunan ve her yönüyle özgürlüğü kısıtlanmış ve devletin tam hakimiyeti altında yer alan kişilerin bu kişileri kontrol etmek üzerine eğitim almış ve her türlü donanıma sahip infaz koruma memurlarına TCK anlamında görevlerini yaptırmamak için direnebileceklerini düşünmek mümkün değildir. Duruşmada anlatımları saptanan ve cezaevi görevlisi olan tanıkların hemen hemen tamamına yakını yine müşteki sanıklar Cengiz Kahraman ve Kenan Özyürek’in diğer müşteki sanıkları tehdit ettiklerine ilişkin de bir beyandabulunmamışlardır. Sayılan nedenlerle müşteki sanıklar Cengiz Kahkaman ve Kenan Özyürek’in görevli memura direnme ve hakaret suçlarını işlemedikleri sonucuna ulaşılmış ve tüm bu hususlar dikkate alındığında müşteki sanık Ş.Ş.nin kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine, diğer sanıkların atılı suçlardan ayrı ayrı beraatlerine karar vermek gerekmiştir. Her ne kadar sanık Ş.Ş. hakkında TCK’nın 86/3-d maddesinin de uygulanması talep edilmişse de sıfatı gereği zor kullanma yetkisini haiz kamu görevlisi hakkında işlemiş olduğu kasten yaralama suçu nedeniyle bu madde ile cezasının arttırılması mümkün olmadığından bu maddenin uygulanmasına ilişkin talebin reddine karar vermek gerekmiş ve bu sebeple aşağıdaki hüküm kurulmuştur.”

37. Başvurucular vekilinin sanık Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına yaptığı itiraz, Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ve 2010/2548 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Dosyada ret kararının başvuruculara tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır.

38. Başvurucular vekilinin sanık A.K. hakkında verilen beraat kararını temyiz etmeleri üzerine Yargıtay 4. Ceza Dairesi 4/6/2013 tarihli ve E.2011/19584, K.2013/17364 sayılı ilamıyla hükmün onanmasına karar vermiştir. Onama kararı başvurucular vekiline 3/10/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.

39. Başvurucular 4/11/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

B.   İlgili Hukuk

1.  Ulusal Hukuk

a.  Ulusal Mevzuat

40. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile ve (3) numaralıfıkrasının (d) bendi şöyledir:

"...

(2) (Ek: 31/3/2005 tarihli ve 5328 sayılı Kanun) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

...

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

...

işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

41. 5237 sayılı Kanun’un “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.”

42. 5237 sayılı Kanun'un “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” kenar başlıklı 256. maddesi şöyledir:

“Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

43. 5237 sayılı Kanun’un “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 258. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehdit kullanan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

44. 5237 sayılı Kanun’un “Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi” kenar başlıklı 279. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“ Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

45. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 33. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Kurumların iç güvenliği, Adalet Bakanlığına bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.”

46. 4/6/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) “Güvenlik ve gözetim servisi“ kenar başlıklı 22. maddesinin (8) numaralı fıkrası şöyledir:

“İnfaz ve koruma başmemuru ile infaz ve koruma memuru, kurumun güvenliğini bozan firara teşebbüs, isyan, rehin alma, saldırı, yasaya veya düzenlemelere dayalı bir emre karşı aktif veya pasif fiziki direnme gibi olaylar ile 5237 sayılı Kanunun 25 inci maddesindeki meşru savunma ve zorunluluk hâli ortaya çıktığında kurum en üst amirinin izni ile zor kullanabilir. Acil hâllerde tehlikenin ortadan kaldırılması amacıyla izin alınmaksızın da zor kullanılabilir. Durumu derhâl en üst amire iletir. Zor kullanan personel gerekenden fazla kuvvet kullanamaz.”

47. İnfaz Tüzüğü’nün “Kurumların iç güvenliği” kenar başlıklı 44. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Kurumların iç güvenliği, Bakanlığa bağlı infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanır. İç güvenlik görevlileri, gerektiğinde dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yapar.

(2) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerindeki idare ile infaz ve koruma görevlileri; firarların önlenmesi, asayiş ve disiplinin sağlanması için gözetim ve denetimle yükümlüdürler.”

48. İnfaz Tüzüğü’nün “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı 45. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir

“(1) Kapalı kurumlarda oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:

a) Cezaevi tabibine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil,

b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil,

c) Salıverilme, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma,

d) Kurullara çağrılma,

e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller,

f) Kurum idaresince gerekli görülen hâller.

(2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.”

49. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" kenar başlıklı 231. maddesi şöyledir:

“…

(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,

gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;

a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine,

b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına,

c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine,

karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur.

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

…”

50. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Kişilerin uğradıkları zararlar”kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

“(Değişik: 6/6/1990 tarihli ve 3657 sayılı Kanun) Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.

(Ek: 26/3/2002 tarihli ve 4748 sayılı Kanun) İşkence ya da zalimane, gayri insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

12 nci maddeyle bu maddede belirtilen zararların nevi, miktarlarının tespiti, takibi, amirlerin sorumlulukları ve yapılacak işlemlerle ilgili diğer hususlar Başbakanlıkça düzenlenecek yönetmelikle belirlenir.”

b.  Danıştay ve Yargıtay Kararları

51. Danıştay 10. Dairesinin 6/2/2009 tarihli ve E.2006/1212, K.2009/652 sayılı kararı şöyledir:

“Bir cinayet soruşturması nedeniyle 3 gün süre ile gözaltında tutulan davacının bu süre içerisinde kendisine kötü muamelede bulunulduğundan ve işkence edildiğinden bahisle duyulan acı ve üzüntünün karşılığı 200.000 TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açılmıştır.

Dava konusu olayda, 6.5.2002 tarihinde İstanbul Organize Suçlar Şube Müdürlüğü görevlileri tarafından gözaltına alınan davacının gözaltı süresince kolluk kuvvetince yapılan sorgulamasında kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldığı hususunun İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nca düzenlenen 26.7.2002 tarih ve 246 sayılı rapor ve dosyadaki diğer bilgi ve belgeler uyarınca sabit olduğundan, yurdun iç güvenliğini ve asayişini, kamu düzenini, genel ahlakı ve Anayasa'da yazılı hak ve hürriyetleri korumakla görevli kılınan polisin, bu yetkiyi kullanırken kanunen tanımlanan görev alanı dışına çıkmak suretiyle davacıya hukuka aykırı eylem ve işlemi ile verdiği zararı tazminle yükümlü olduğu gerekçesiyle" davanın kısmen kabulü ile, kişisel durumu, olayın oluş şekli ve niteliği göz önüne alındığında sorgulama sırasında kötü muamele ve işkenceye maruz kalan davacı lehine 100.000 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, davacının fazlaya ilişkin tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.

Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki "kendilerine rücu edilmek kaydıyla" ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idareye karşı açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi amaçladığında kuşkuya yer bulunmamaktadır. Bu hüküm karşısında, gözaltında bulunduğu sürece davacıya kötü muamelede bulunan ve işkence yapan ilgililerin kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır.

İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.

Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden temyiz istemlerinin reddi ile İstanbul 2. İdare Mahkemesinin 30.3.2005 tarih ve E:2003/1410, K:2005/492 sayılı kararının onanmasına, idare aleyhine hükmedilen tazminatın bu olayda kişisel kusuru bulunan kişi ya da kişilere rücu edilmesi için kararın bir örneğinin Maliye Bakanlığına tebliğine 6.2.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

52. Danıştay 10. Dairesinin 28.9.2010 tarihli ve E.2007/5028, K.2010/6974 sayılı kararı şöyledir:

“…

Uyuşmazlık konusu olayda, her ne kadar davacılar yakınının gözaltında iken işkence yapılarak ölümüne neden olunduğundan bahisle görevli polis memurlarının hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ceza mahkemesi kararı Yargıtay tarafından temyizen incelenerek, işkence yapıldığına ilişkin yeterli delil bulunmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, faili meçhul bir suçun soruşturması kapsamında ailesine ve Cumhuriyet Savcısına haber verilmeksizin mevzuata aykırı bir şekilde gözaltına alınan davacılar yakınının bir gün süreyle gözaltında tutulduktan sonra salıverme işlemleri yapıldığı sırada büroda iki kez düşerek şiddetli şekilde kafasını yere çarpmasına karşın, görevli polis memurlarınca yeterli özen gösterilmeksizin 2-3 saat beklendikten sonra hastaneye götürülmesi nedeniyle davacılar yakınının kafa travmasına bağlı komplikasyon sonucunda ölmesinde, kamu görevlilerinin ağır ihmali ile görevlerini yerine getirmemeleri nedeniyle ağır hizmet kusuru bulunan davalı idarenin, olay nedeniyle davacıların uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmesi gerekmektedir.

…”

53. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19/03/2014 tarihli ve E.2014/3432, K.2014/4712 sayılı kararı şöyledir:

“…

Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy. K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.

Davaya konu edilen olayda, memur olan davalının görevini yerine getirirken işkence yaptığı iddia edilerek, manevi tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir.

    Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olmasıusul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bu sebeple de bozulması gerekmiştir.

…”

54. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27/1/2014 tarihli ve E.2014/219, K.2014/930 sayılı kararı şöyledir:

“…

Davaya konu edilen olayda; davacı, hırsızlık olayı nedeniyle gözaltına alındığını, gözaltında iken Derik Jandarma komutanlığında görevli astsubay olan davalı tarafından işkence gördüğünü, davalının işkence suçundan yargılanıp cezalandırılmasına karar verildiğini, olay nedeniyle kemiklerinin kırıldığını, iş göremezlik zararının oluştuğunu belirterek maddi ve manevi tazminatisteminde bulunmuştur.

Şu durumda,mahkemece kamu görevlisi olan davalıhakkında, kusurunadayanılarak açılan davanın husumet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”

2.    Uluslararası Hukuk

55. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin 2. maddesi şöyledir:

“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.”

56. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesi şöyledir:

“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir.Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır.

6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:

(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğinklinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;

(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;

(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.

(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;

(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı;

6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”

IV.  İNCELEME VE GEREKÇE

57. Mahkemenin 20/4/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurular incelenip gereği düşünüldü:

A.   Başvurucuların İddiaları

58. Başvurucular; Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulundukları 10/4/2007 tarihinde revire gitmek üzere arama yapılarak odalarından çıkarıldıklarını, başvurucu Kenan’ın koridorda giderken başka bir odada bulunan arkadaşlarına mazgaldan selam vermek istemesi üzerine görevliler tarafından sert bir şekilde uyarıldığını, başvurucu Kenan’ın görevli M.Ö. tarafından çekiştirildiğini, başvurucu Kenan’ı görevlilerce iteklenerek odaya geri götürüldüğünü, diğer başvurucu Cengiz Kahraman’ın da buna tepki olarak revire gitmek istemediğini, odasına dönmek istediğini söylemesi üzerine görevli Ş.Ş.nin küfrederek testislerine tekme vurduğunu, görevlilerin hep birlikte Cengiz Kahraman’ı darbettikten sonra odasına götürdüklerini, odada ağrılarının artması üzerine revirde bulunan Bayan Doktor N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici yapılarak odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından ağrı kesici yapılmak istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007’de üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, bu olay nedeniyle infaz ve koruma memuru sanıklar A.K. ve Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açıldığını, yargılamada Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi taleplerinin reddedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini belirterek;

       i. İnfaz Kurumunda başvurucuları tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, her iki sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 94. maddesinde düzenlenen işkence suçunu oluşturduğunu, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesinin işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının,

       ii. Sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının,

       iii. Sanıkların işkence ve kötü muamelelerinin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlallerin tespiti ile “miktarı daha sonra belirlenecek” maddi ve manevi zararının tazmini talebinde bulunmuştur.

B.   Değerlendirme

59.Başvurucular; İnfaz Kurumunda maruz kaldıkları yaralama eylemlerinden dolayı infaz ve koruma memuru olan sanıklar hakkında açılan kamu davaları neticesinde verilen kararlar nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, sanıkların cezalandırılmasını ve başvuruculara tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki nitelendirmesini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucular yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin, işkence ve kötü muamelenin ortaya çıkmasına rağmen bunların cezalandırılmasını sağlayan etkili bir hukuki sistemin bulunmaması nedeniyle Anayasa’nın 40. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüşler ise de bu hususlarda işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutunda değerlendirme yapılacağından adil yargılanma hakkı ve etkili başvuru hakkı yönünden ayrıca inceleme yapılmamıştır. Bu nedenle başvurular, Anayasa’nın 17. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ve bu yasakla bağlantılı olarak tazminat ödenmesini sağlayacak sistemin bulunmaması yönünden Anayasa’nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkı kapsamında incelenmiştir.

60. Sanık Ş.Ş. hakkında zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, itiraz üzerine Ankara Batı (Sincan) 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/12/2010 tarihli ret kararıyla, diğer sanık A.K. hakkında aynı suçtan verilen beraat kararı Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 4/6/2013 onama kararıylaşüpheli sağlık görevlileri hakkında verilen 23/5/2008 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar farklı zamanlarda kesinleşmekle birlikte anılan aşamaların tek bir olay bazında farklı kişilerin sorumluluklarına yönelik olduğu gözetildiğinde kovuşturma bir bütün olarak değerlendirilmiş ve Yargıtay kararının verildiği tarih kesinleşme tarihi olarak esas alınmıştır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015; § 69).

1.    Kabul Edilebilirlik Yönünden

61. Kabul edilebilirliğe ilişkin Bakanlık görüşünde; başvuru konusu olayların 10/4/2007 tarihinde meydana gelmesi, şüpheli Ş.Ş. hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının 28/12/2010 tarihinde kesinleşmesi; kesinleşen bu karar her ne kadar başvuruculara tebliğ edilmemiş ise de başvurucuların bir avukatla temsil edilmeleri nedeniyle kesinleşen bu kararı dosyanın Yargıtay tarafından karara bağlandığı 4/6/2013 tarihinden önce öğrenmelerinin gerekmesi; başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muameleye maruz kalmasıyla ilgili olarak dosya kapsamında somut bir bilgi ve belgenin bulunmamasının Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetki, otuz günlük süre kuralı ve açıkça dayanaktan yoksunluk değerlendirilmesinde nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.

a.  Başvurucu Kenan Özyürek’in İleri Sürdüğü İhlale İlişkin İddialar

62.Başvurucu Kenan Özyürek 10/4/2007 tarihinde, infaz kurumunda maruz kaldığı eylemler nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağı ve bu hakla bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuki sistemin bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

63.30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi'nin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."

64.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" kenar başlıklı 46. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bireysel başvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir."

65.6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkına sahip olanlar" başlıklı 46. maddesinde kimlerin bireysel başvuru yapabileceği sayılmış olup anılan maddenin (1) numaralı fıkrasına göre bir kişinin Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmesi için üç temel ön koşulun birlikte bulunması gerekmektedir. Bu ön koşullar, başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı, başvurucunun "güncel bir hakkının ihlal edilmesi", bu ihlalden dolayı kişinin "kişisel olarak" ve "doğrudan" etkilenmiş olması ve bunların sonucunda başvurucunun kendisinin "mağdur" olduğunu ileri sürmesi gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977,9/1/2014, § 42).

66.Bu üç temel koşula ilave olarak 6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre Anayasa Mahkemesine ancak Anayasa'da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS/Sözleşme) ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin ihlal edildiği iddiasıyla başvurulabilir. Buradan çıkan sonuca göre Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden, Sözleşme ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamında bir hakkı doğrudan etkilenmeyen kişi "mağdur" statüsü kazanamaz (Onur Doğanay, § 43).

67.Başvuru konusu kararın dayanağı olan iddianame ile infaz ve koruma memuru olan sanıklar Ş.Ş ve A.K. hakkında sadece başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik yaralama eylemi nedeniyle zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması suçundan kamu davası açılmıştır. Sanıkların başvurucu Kenan Özyürek’e yönelik olarak işlendiği iddiasıyla herhangi bir suçtan kamu davası açılmadığı (bkz. § 33), bu nedenle başvurucunun mağduru olduğu bir eylem ve dolayısıyla ihlal edilmiş bir anayasal bir hakkı bulunmadığı gibi diğer başvurucu Cengiz Kahraman’a karşı gerçekleştirilen eylem nedeniyle de güncel ve kişisel bir hakkı doğrudan etkilenmemiştir. Bu durumda Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararda başvurucunun anayasal haklarına bir müdahalede bulunulduğu söylenemeyeceğinden başvurucunun bireysel başvuru yapma hakkı mevcut değildir.

68.Açıklanan nedenlerle başvurucunun mağdur sıfatı taşımadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İleri Sürdüğü İhlal İddiaları

i. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağı ile Bağlantılı Şekilde Tazminat Ödenmesini Sağlayacak Etkili Bir Hukuk Yolunun Bulunmadığı İddiasıyla İlgili Olarak Anayasa’nın 40. Maddesinde Güvence Altına Alınan Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

69. Başvurucu, cezaevinde maruz kaldığı işkence ve kötü muamele fiillerinin her türlü kuşkudan uzak bir şekilde ortaya çıkmış olmasına rağmen kendisine tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun fiilen oluşturulmamış olması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

70. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:

“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.

(3/10/2001 tarihli ve 4709 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.

Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”

71. Anayasa’nın 129. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

72. Anayasa'nın 40. ve Sözleşme'nin 13. maddelerindeki ifadeler dikkate alındığında etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine yönelik iddiaların, soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp mutlaka Anayasa ve Sözleşme kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir. Bu hakkın ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin, hangi temel hak ve özgürlüğü bağlamındaki etkili başvuru hakkının kısıtlandığı sorusuna cevap verilebilmelidir. Bir başka ifadeyle etkili başvuru hakkı bağımsız nitelikte koruma işlevine sahip olmayıp temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını, korunmasını ve başvuru yollarını güvence altına alan tamamlayıcı nitelikte haklardandır. (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, §§ 33, 34).

73. Etkili başvuru hakkının kullanılabilmesi için temel hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edilmiş olması bir ön koşul değildir. Etkili başvuru hakkı, Anayasa’ya aykırılığı iddia edilen bir konuda kendisinin zarar gördüğünü düşünen kişinin hem iddiaları hakkında karar verilmesini, hem de mümkünse zararının giderilmesini sağlamak için hukuki bir yola başvurma hakkını gerektirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Klass ve diğerleri/Almanya, B. No: 5029/71, 6/9/1978, § 64). Başka bir deyişle Anayasa’da düzenlenen temel hak ve özgürlüklerden birinin savunulabilir düzeyde ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu ileri süren herkes, Anayasa’nın 40. maddesi kapsamında etkili başvuru hakkına sahiptir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kaya/Türkiye, B. No: 158/96, 19/2/1998, §107; Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72…, 25/3/1983, § 113). Bir kimsenin, Anayasa’da tanınan hak ve özgürlüklerden birinin ihlal edildiği iddiasıyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz karar alabileceği bir çözüm merciinin bulunmaması durumunda bu hak ihlal edilmiş olacaktır.

74. Etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddialarda, öncelikle başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü anayasal bir hak çerçevesinde tüketilmesi gereken herhangi bir başvuru yolunun bulunup bulunmadığının, bulunuyorsa bunun uygulamada telafi imkânı sağlayacak nitelikte olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Başvurucu, kamu görevlilerinin işledikleri işkence ve kötü muamele eyleminden doğan zararının giderilebileceği hiçbir hukuki yolun bulunmadığını ileri sürmüş olup mevcut olan herhangi bir başvuru yolunun uygulamada etkisiz olduğundan bahisle zararının tazmini amacıyla doğrudan bireysel başvuruda bulunmuş değildir. Bu nedenle başvurunun konusunun 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ve diğer bir kabul edilmezlik nedeni olan başvuru yollarının tüketilmesi ile ilgili olmadığı değerlendirilmiştir.

75. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, …açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."

76. Başvurucu her ne kadar devletin hizmet kusuru nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini için etkili bir hukuk yolunun bulunmadığını ileri sürmüş ise de Anayasa’nın 129. ve 657 sayılı Kanun’un 13. maddelerinde (bkz. § 50) genel olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı idare aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenlenmiş; Yargıtay ve Danıştay kararlarında da başvuru konusu olaya benzer şekilde işkence ve kötü muamele fiilleri nedeniyle idare aleyhine tam yargı davası açılabileceği kabul edilmiştir (bkz. §§ 53-56). Bu nedenle başvurucunun ileri sürdüğü zararının tazmini için hukuki bir yolun mevcut olmadığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu anlaşılmaktadır.

77. Açıklanan nedenlerle işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak bir ihlal tespit edilmediğinden başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın İşkence ve Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddiası

78.Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşıldığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmiştir.

2.    Esas Yönünden

79. Başvurucu Cengiz Kahraman, hükümlü olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, kendisini tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen adli raporların İstanbul Protokolü’nün1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını, sanıklar hakkında açılan kamu davalarının makul sürede sonuçlandırılmadığını, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında açılan davadan beraat kararı, sanık Ş.Ş. hakkında ise atılı suçtan mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğini, bu kararın işkence ve kötü muamele oluşturan eylemin cezasız kalmasına yol açtığını, bu nedenle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

80. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının maddi bakımdan ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de söz konusu şikâyetlerinin Anayasa'nın 17. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği, başvurucu Cengiz Kahraman’ın Cezaevinde kötü muamele gördüğüne dair iddianın Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararıyla ortaya çıktığı, bu bağlamda başvurucu Cengiz Kahraman bakımından Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği hususunun değerlendirilmesinin Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu bildirilmiştir.

81. Bakanlığın işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edilip edilmediğine dair görüşünde, başvurucunun 10/4/2007 tarihinde Cezaevinde kötü muameleye maruz kaldığına ilişkin iddiası üzerine geciktirilmeksizin soruşturma başlatıldığı, Cumhuriyet savcısı tarafından kamera görüntülerinin izlenerek tutanak altına alındığı, başvurucuların ve tüm tanıkların ifadelerinin alındığı, açılan kamu davası sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’a yönelik eylem nedeniyle İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. hakkında mahkûmiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, diğer sanık A.K. hakkında beraat kararı verildiği, beraat kararının temyiz edilmesi sonucunda 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından kararın onanarak kesinleştiği belirtilerek kovuşturma süresinin ve infaz ve koruma memurları hakkında disiplin soruşturması yapılmamasının yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

82. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesi -devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak- maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğu içerirken pozitif yükümlülük, hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. İşkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümü ise usul boyutunu oluşturmaktadır.

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.  Genel İlkeler

83. Başvurucu; hükümlü olarak bulunduğu Ceza İnfaz Kurumunda infaz ve koruma memurları tarafından darbedildiğini, yargılama sonucunda sanık A.K. hakkında beraat, diğer sanık Ş.Ş. hakkında ise hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

84.Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, … maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

85. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence” ve “eziyet” yapılamayacağı, kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 80).

86. Devletin, bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamalarını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 81).

87. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin, pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

88. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) birçok kararında da ifade edildiği gibi işkence yasağı, demokratik toplumun temel değerleri ile ilgili bir düzenlemedir. AİHS’in normatif maddelerinin çoğunluğunun aksine 3. madde istisna öngörmemekte ve 15. maddenin (2) numaralı fıkrasına göre ulusun varlığını tehdit eden genel bir tehlike durumunda bile askıya alınamamaktadır (Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119). AİHM, terörizm ve örgütlü suçlarla mücadele gibi en zor koşullarda bile Sözleşme’nin işkence ve insanlık dışı ya da onur kırıcı muamele ya da cezaları, mağdurun davranışı ne olursa olsun kesin ifadelerle yasakladığını teyit etmiştir (Labita/İtalya, § 119; Chahal/Birleşik Krallık, B. No: 22414/93, 15/11/1996, § 79).

89. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve kastı ile ardındaki saik de eklenebilir Ayrıca kötü muamelenin, heyecanın ve duyguların yükseldiği sırada meydana gelip gelmediğinin tespiti de dikkate alınması gereken diğer faktörlerdir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

90. Anayasa ve AİHS tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin “işkence” olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen “eziyet” ve “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenleme altına alınmış olan “işkence”, “eziyet” ve “hakaret” suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

91. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin “işkence” olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “işkence” teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayırımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ıstırap vermeyi kapsadığı belirtilerek, “kasıt” unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

92.“İşkence” seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya veya yoğun maddi veya manevi ıstıraba sebep olan insanlık dışı muameleler “eziyet” olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak “eziyet”te, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması aranmaz. AİHM; fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleleri “insanlık dışı muameleler” olarak nitelendirmiştir (İrlanda/Birleşik Krallık, B. No: 5310/71, 18/1/1978,; Ilaşcu ve diğerleri/Moldova ve Rusya, [BD], B. No: 48787/99, 8/7/2004, §§ 432-438; Soering/Birleşik Krallık, B. No: 14038/88, 7/7/1989, § 91; Jabari/Türkiye, B. No: 40035/98, 11/7/2000, §§ 41, 42; Giusto/İtalya, B. No: 38972/06, 15/5/2007.) Bu nitelikteki muameleler Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında “eziyet” olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

93. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada “eziyet”ten faklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

94. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunu belirleyebilmek için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

95. AİHM kararlarında, bir kişinin sağlıklı hâldeyken gözaltına alındığı ancak salıverildiği zaman vücudunda yaralanma tespit edildiği durumlarda söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve mağdurun bu yöndeki iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün devlete ait olduğu, özellikle ilgili iddiaların doktor raporları ile doğrulandığı hâllerde Sözleşme'nin 3. maddesi anlamında açık sorunların ortaya çıkacağı ifade edilmiştir (Selmouni/Fransa, § 104). Aynı ilke, özgürlükten yoksun bulundukları ve ceza infaz kurumu yönetiminin sorumluluk ve kontrolüne tabi oldukları değerlendirildiğinde ceza infaz kurumunda bulunan tutuklu ve hükümlüler için de geçerli olacaktır (Süleyman Deveci, § 90).

96. Anayasa'nın 17. maddesi, cezaevinde güvenliği sağlamak, düzeni korumak ve suç işlenmesini önlemek için güç kullanımını yasaklamamaktadır. Ancak sınırları belli bazı durumlarda mevzuata uygun olarak ve sadece kaçınılmaz hâllerde aşırı olmaması koşuluyla güvenlik güçleri tarafından fiziksel güce başvurulmasının kötü muamele olmadığı kabul edilmektedir. Ayrıca, kişinin kendi davranışından veya tutumundan dolayı fiziksel güce başvurmak kesinlikle zorunlu hâle gelmedikçe bu neviden fiiller prensip olarak Sözleşme’nin 3. maddesinde belirtilen yasağı ihlal edecektir (Ali Rıza Özer ve diğerleri [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, §§ 81, 82).

97. Cezaevinde oldukları için dış dünyayla ilişkileri kesilen veya kendilerine destek olabilecek ve gerekli kanıtları oluşturabilecek doktor, avukat, aile yakını veya arkadaşlarla görüşmeleri her an olanaklı olmayan başvurucuların gözaltı sırasında maruz kaldıkları kimi kötü muamele davranışları yönünden yaptıkları şikâyetleri desteklemeleri, kanıt toplamanın güçlüğü nedeniyle zor olacağı açıktır. Başvurucunun bu kapsamdaki iddialarına ilişkin olarak ancak dosyadaki tüm verilerin birlikte incelenmesi hâlinde bir sonuca ulaşılması mümkündür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 99).

98. Bireysel başvurulara ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rol ikincil nitelikte olup bazı durumların ortaya koyduğu şartlar nedeniyle ilk derece mahkemesi rolünü üstlenmesinin kaçınılmaz olduğu hâllerde son derece dikkatli davranması gerekmektedir. Anayasa’nın 17. maddesi bağlamında yapılan şikâyetlerin incelenmesinde böyle bir durumla karşılaşma riski bulunmaktadır. Anılan maddede güvence altına alınan yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ihlali ile ilgili iddialarda bulunulduğu zaman Anayasa Mahkemesi, bu konu hakkında tam bir inceleme yapmalıdır. Ancak görülmekte olan bir davadaki delilleri değerlendirmek kural olarak derece mahkemelerin işi olduğundan Anayasa Mahkemesinin görevi, bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptıkları değerlendirmenin yerine kendi değerlendirmesini koymak değildir. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlükler, Sözleşme ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin cezai sorumluluk bağlamında suça ya da masumiyete ilişkin bir bulguya ulaşma görevi bulunmamaktadır. Diğer taraftan derece mahkemelerinin bulgularının Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin yaptığı tespitlerden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96).

ii.  İlkelerin Olaya Uygulanması

99. 10/7/2007 tarihinde İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucuların revire götürülmek üzere odalarına gidildiğinde aramaları yapılırken ayakkabılarını çıkarmadıkları, koridorda ilerlerken başka bir odada bulunan hükümlülerle konuşmaya çalıştıkları, görevliler tarafından uyarıldıklarında Kenan Özyürek’in tehdit ve hakaret içeren sözler sarf etmesi üzerine odasına geri getirildiği, bunun üzerine Cengiz Kahraman’ın da "Arkadaşım revire çıkmıyorsa ben de çıkmam." diyerek memurlarla tartışmaya başladığı, kendini yere atarak odasına gitmemek için direndiği, görevli memurlar tarafından müdahale edilerek odasına götürüldüğü şeklinde tutanak tutularak başvurucular hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

100. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın Ankara Numune Hastanesi üroloji polikliniği tarafından tanzim olunan raporunda sağ skrotumda darp tarif ettiği, fizik muayenede sol skrotum ve testis normal, sağ skrotum ekimotik, testis hassas, sağ skrotumda hafif ödem mevcut, sağ testis inferiarda 17-20 mm hipoekotik hematomla uyumlu görünüm bulunduğu belirtilmiş; İstanbul Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun raporunda yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokan bir durum olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif olmadığı, sağ testisteki hematomun sert ve künt bir cismin doğrudan havalesiyle meydana gelebilecek nitelikte olduğu bildirilmiştir.

101. Başvurucu Cengiz Kahraman beyanlarında Cezaevi koridorunda beklediği sırada İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş.nin testislerine tekme vurduğunu, yere düşünce kim olduğunu bilmediği başka bir infaz ve koruma memurunun da bacaklarına vurduğunu söylemiştir. Sanık Ş.Ş., başvurucu Cengiz Kahraman’ın nasıl yaralandığını bilmediğini, hükümlülerin Cezaevinde üçer kişilik odalarda kaldıklarını, kendi kendilerini yaralamış olabileceklerini, sanık A.K., hükümlülerin idareyi zor durumda bırakmak için birbirlerini darbettiklerini söylemiştir.

102. Devletin koruma ve gözetimi altında bulunan başvurucuda doktor raporlarıyla tespit edilen yaralanma nedeniyle işkence ve kötü muamele iddiasının savunulabilir düzeyde ciddi olduğu, söz konusu yaralanmanın nasıl oluştuğu hususunda makul bir açıklama getirme ve başvurucunun iddialarını şüphede bırakacak kanıtları sunma yükümlülüğünün artık devlete ait olduğu (bkz. §97) ancak şüpheli infaz ve koruma memurlarının savunmalarının yaralanmanın sebebine ilişkin makul, tatminkâr ve ikna edici bir açıklama getirmediği anlaşılmıştır.

103. Başvurucu Cengiz Kahraman hakkında verilen doktor raporları, başvurucu Cengiz Kahraman’ın beyanları ve kamera kayıtlarına göre infaz ve koruma memurları ile başvurucular arasında başvurucuların revire götürülmeleri sırasında Cezaevi koridorunda tartışma olduğu, başvurucu Cengiz’in cinsel organının bulunduğu bölgeden yaralandığı sabit ise de bu yaranın nerede ve kaç kişi tarafından gerçekleştirildiği konusunda iddia ve savunmalar arasında çelişkiler bulunmaktadır.

104. Anayasa Mahkemesi, soruşturma ve kovuşturma makamları tarafından verilen kararları maddi vakıa ve hukuki yönden inceleyen bir merci değildir (Sebahat Tuncel (2), B. No: 2014/1440, 26/2/2015, § 53). Yapılan yargılama sonucunda başvurucu Cengiz Kahraman’ın İnfaz ve Koruma Memuru Ş.Ş. tarafından darbedildiğine ilişkin iddiaları, cezaevi koridorunu gösteren kamera kayıtlarının incelenmesinde görevliler tarafından hükümlülerin ayakkabı aramaları sırasında darbedildiklerine dair bir görüntünün bulunmadığına ilişkin tespit, başvurucu Kenan Özyürek’in yaralandığına ilişkin herhangi bir iddiasının ve adli raporunun bulunmaması ve diğer deliller gözönünde bulundurularak Mahkemece tanık E.Z.nin her iki başvurucunun darbedildiğine dair beyanlarına itibar edilmeyerek şüpheli A.K.nin delil yetersizliğinden beraatiyle eylemin şüpheli Ş.Ş.tarafından gerçekleştirildiğine karar verilmiştir. Anayasa Mahkemesinin sahip olduğu rolün ikincil nitelikte olması, delilleri değerlendirmenin kural olarak kovuşturma makamlarının görevi kapsamında bulunması nedeniyle Mahkeme tarafından yapılan bu tespitten ayrılmak için bir neden görülmemektedir.

105. Başvurucuların ayakkabılarını aratmak istememesi üzerine infaz ve koruma memuru tarafından arama yapmak amacıyla bir müdahalede bulunulmadığı, başvurucuların her ikisinin de aramaları yapıldıktan sonra revire gitmek üzere koridorda ilerlerken diğer başvurucu Kenan Özyürek'in A.11.33 No.luodada kalan hükümlülerle konuşması üzerine odasına geri götürülmesine karşı tepki göstermesi üzerine başvurucu Cengiz'in de odasına geri götürüldüğü ancak kamera izleme tutanağından anlaşılacağı üzere (bkz. § 23)bu sırada başvurucunun darbedilmediği, başvurucunun kamera görüntüsü kapsamında kalmayan odasına götürüldükten sonra darbedildiği anlaşıldığından kullanılan güçle gerçekleştirilmek istenen amacın meşru ve orantılı olup olmadığı konusunda ayrıca inceleme yapılmasına gerek duyulmamıştır.

106. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırıeylemnedeniyle yürütülen yargılama sonucunda bir sanık Ş.Ş. hakkında kasten yaralama eyleminden on ay hapis cezası ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmedilmiştir. Mahkemece verilen bu cezanın maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlayabilecek nitelikte olup olmadığının belirlenmesi amacıyla eylemin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan kötü muamele türlerinden işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasaklarından hangisi kapsamında kaldığı, başka bir ifadeyle eylemin vasfının tespit edilmesi gerekir.

107. Hükümlü olarak devletin gözetim ve koruması altında bulunan başvurucunun adli raporlarına göre sağ bacak ve belinde ağrı şikâyetinin olduğu, her iki testisinde ödem ve ekimoz bulunduğu, sağ testiste 17-20 mm boyutunda hipoekoik alan izlendiği, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olmadığı tespit edilen yaralanma asgari ağırlık eşiğini aşmıştır. Başvurucu, insan onuruna aykırı bu eylem neticesinde bedensel ve ruhsal yönden acı çekmiştir. İnfaz ve koruma memuru/memurları tarafından başvurucu kaldığı odaya götürüldükten sonra meşru bir amaç olmaksızın darbedilmiş olupbelli bir amaçla bir plan dâhilinde meydana gelmeyen, anlık bir şekilde oluşan eylem işkence seviyesine varan çok ağır ve zalimane mahiyet taşımamaktadır. Anayasa Mahkemesininbir kararında da vücudunun muhtelif yerlerinde basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralanan hükümlüye karşı gerçekleştirilen eylem eziyet kapsamında değerlendirildiğinden (Süleyman Deveci, § 98), başvuru konusu olayda da bu değerlendirmeden ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

108. Aşağıda eziyet yasağının usul boyutunun incelenmesinde ayrıntıları açıklanacağı üzere maruz kalınan kötü muamele nedeniyle kamu görevlisi olan sanık hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı, ayrıca herhangi bir disiplin işleminin uygulandığına ilişkin bir veri de bulunmadığından başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir. Bu nedenle her ne kadar İlk Derece Mahkemesi, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde eziyet yasağını ihlal ettiğini tespit etmiş ise de yaptırım yetersiz olduğundan yasağın maddi boyutu ihlal edilmiştir.

109. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi yönden ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

b.    Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i.     Genel İlkeler

109. Devletin, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir de usul boyutu bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

110 İşkence ve kötü muameleyle ilgili tüm adli kovuşturmaların, mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların, yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere konan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

111. Buna göre bireyin, bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu olanaklı olmazsa bu madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

112. İşkence ve kötü muamele konusundaki iddialar, uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için her türlü şüpheden uzak, makul kanıtların varlığı gerekir. Bu nitelikteki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilemeyen birtakım karinelerden de oluşabilir. Ancak bu koşulların tespiti hâlinde kötü bir muamelenin varlığından bahsedilebilir (C.D., B. No: 2013/394, 6/3/2014, § 28).

113. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin, başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı ya da tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

114. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız bir şekilde, hızlı ve derinlikli yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır. Bu amaçla yetkililer mağdurun iddialarıyla ilgili ayrıntılı ifadesini almalı, tıbbi bulguların özellikle de yaraların sebebine ilişkin objektif bir analiz yapmalıdır. Soruşturmada yaranın sebebini veya sorumlu kişiyi ortaya çıkarma yeteneğini sakatlayan bir kusur, bu standartla çelişme riski yaratacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

115. Devletin pozitif yükümlülüğü kapsamında bazen tek başına soruşturma yapılmamış olması yahut da yeterli soruşturma yapılmamış olması da kötü muamele teşkil edebilmektedir. Dolayısıyla şartlar ne olursa olsun yetkililer, resmî şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmelidir. Şikâyet yapılmadığında bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli kesin belirtiler olduğunda soruşturma açılması sağlanmalıdır. Bu bağlamda soruşturmanın derhâl başlaması, bağımsız biçimde, kamu denetimine tabi olarak özenli ve süratli yürütülmesi ve bir bütün olarak etkili olması gerekir (Tahir Canan, § 25).

116. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebeplerin ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir. Ancak kötü muameleye yönelik soruşturmalarda hukuk devletine bağlılığın sağlanması, hukuka aykırı eylemlere hoşgörü ve teşvik gösterildiği görünümü verilmesinin engellenmesi, herhangi bir hile ya da kanunsuz eyleme izin verilmemesi ve kamuoyunun güveninin sürdürülmesi için yetkililer tarafından soruşturmanın azami bir hız ve özenle yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

ii.    İlkelerin Olaya Uygulanması

117. Başvurucu Cengiz Kahraman, Ceza İnfaz Kurumunda revire gitmek istemesi üzerine infaz ve koruma memuru/memurları tarafından darbedildikten sonra revirde bulunan Bayan Dr. N.S.Y. tarafından muayene edilmeden sadece ağrı kesici verilerek odasına geri gönderildiğini, ağrılarının geçmemesi üzerine aynı gün saat 21.30’da Doktor M.K. ve Sağlık Memuru E.T. tarafından kendisine ağrı kesici verilmek istendiğini ancak kendisinin kabul etmediğini, ertesi gün 11/4/2007 tarihinde üçüncü bir doktor tarafından muayene edildiğinde ilk olarak Sincan Devlet Hastanesine, oradan da Ankara Numune Hastanesine sevk edildiğini, Cezaevinde doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Sözleşmesi’ne aykırı olduğunu, Dr. N.S.Y.nin duruşmadaki ifadesinde Cezaevindeki uygulamaları bilmediğinden sağlık memurlarının yönlendirmesi sonucunda başvurucunun testislerine bakmadan rapor yazmış ve tedavi uygulamış olabileceğini dair beyanlarının da bu hususu teyit ettiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını, Cezaevinden kamera kayıtlarının getirtilip incelenmesi talebinin reddedildiğini belirterek Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan işkence ve kötü muamele yasağının usul yönünden ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

118. Başvurucu darbedildikten sonra infaz ve koruma memurları tarafından olayla ilgili tutanak düzenlenmiş ancak bu tutanakta başvurucunun yaralandığına dair herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulması üzerine bu yazının Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi için yazılan üst yazıda başvurucular hakkında idari soruşturma başlatıldığı bildirilmiştir. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın yaralanmasından sonra Ceza İnfaz Kurumunda meydana gelen olayın soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemesi nedeniyle soruşturmanın gecikmeli olarak başlamasına sebebiyet verilmiştir.

119. Başvurucu, kendisini Cezaevinde tedavi eden doktorlar tarafından düzenlenen raporların İstanbul Protokolü’nün 1 No.lu Eki’nin 6. maddesinde belirtilen standartlara uygun olmadığını ileri sürmüştür.

120. 10/4/2007 tarihinde saat 11.30 sıralarında başvuru konusu olayın meydana gelmesinden sonra Dr. N.S.Y. tarafından tanzim edilen 1489 sayılı Ceza İnfaz Kurumu raporunda; sağ bacakta ve belinde ağrı olduğunu söyleyen kişinin yapılan muayenesinde kesi ve sıyrığa rastlanmadığı, fizik muayenede herhangi bir hassasiyeti olmadığı, Diclafrom ampul uygulandığı kayıtlıdır. İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 2. maddesinde devletlerin, işkence ve kötü muamele şikâyetleri ve bildirimlerinin anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlü olduğu, açık bir şikâyetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa soruşturma yapılması gerektiği belirtilmiştir. Protokol’ün Birinci Eki’nin 6. maddesinde de işkence ve kötü muayene iddialarında adli muayenenin yapılma usulü düzenlenmiştir. Anılan rapor, 6. maddeye aykırı şekilde tanzim edilmiştir. Bu maddede devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda muayene yapılması gerektiği belirtilmişken hekim, odada kimlerin bulunduğunu rapora yazmadığı gibi adı geçen hekimin duruşmadaki beyanlarından Cezaevindeki sağlık görevlilerinin kendisini etkilemiş olabileceğini, başvurucunun testislerine bakmadan muayene etmiş olabileceğini ifade etmiştir. Sonraki raporlarda testiste hematom bulunduğunun belirtildiği, olay öyküsünün rapora dercedilmediği, muayene edilen kişinin görüşüne raporda yer verilmediği, hekim tarafından raporun bir suretinin işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili makama gönderilmediği anlaşılmıştır.

121. Aynı gün başvurucunun şikâyetlerinin devam etmesi üzerine saat 21.30’da Cezaevi revirinde Dr. M.K. tarafından yapılan muayene sonucundaki raporda, başvurucunun her iki testisinde minimal ödem ve ekimoz olduğu, tedavi uygulanmak istendiği ancak kişinin tedaviyi kabul etmediği bildirilmiştir. Bu raporun da İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin 6. maddesindeki şartları taşımadığı, muayene sırasında üçüncü kişinin bulunup bulunmadığı, olayın öyküsünün ve muayene edilenin görüşlerinin raporda yer almadığı, raporun işkence ve kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara gönderilmediği anlaşılmıştır.

122. Başvurucunun şikâyet dilekçesinde muayene sırasındaki eksiklikler açıkça anlatılmasına, sonradan Sincan Devlet Hastanesi ve Ankara Numune Hastanesince tanzim edilen raporlar ve çektirilen USG raporuyla Ceza İnfaz Kurumunda tanzim edilen ilk rapor arasında önemli sayılabilecek çelişkiler bulunmasına rağmen ilgili doktorlar hakkında yapılan soruşturmada muayeneyi gerçekleştiren ve hakkında soruşturma yapılan hekimlerin savunmaları alınmadan ve raporlardaki çelişkiler değerlendirilmeden 23/5/2008 tarihli ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, keza Dr. N.S.Y.nin duruşmada verdiği beyanında başvurucuyu muayene sırasında başvurucunun testislerine bakmamış olabileceğini söylediği anlaşılmıştır. Ayrıca kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın şüpheliler kısmında hakkında soruşturma yapılan doktorlar ve sağlık görevlilerin kimlik bilgilerine yer verilmemiştir. Öte yandan bu kararın ne başvuruculara ne de şüpheliye tebliğ edildiğine dair dosyada herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

123.Başvurucu Cengiz Kahraman; kamera görüntülerinde darbedildiği kısmın silinmiş olabileceğini, bu nedenle kayıtlarda görüntülerin yer almamış olabileceğini, kamera kayıtlarının yeniden incelenmesi talebinin Mahkemece değerlendirilmediğini ileri sürmüştür.

124. Olayın Cumhuriyet Başsavcılığına başvurucular tarafından bildirildiği 16/4/2007 tarihinde ilk olarak teknik nitelikli delillerden olan kamera kayıtlarının muhafaza edilerek incelenmesi gerekmesine rağmen şikâyet tarihten yaklaşık on bir ay sonra Cumhuriyet savcısı tarafından keşif yapılıp cezaevine gidilerek kayıtlar incelenmiştir. Kamera kayıtlarının incelenmesinde başvurucunun darp edildiğine dair bir görüntünün bulunmadığı tutanağa geçirilmiş ise de kayıtlar uzman bir bilirkişiden yardım alınmadan incelenmiş, kayıtlarda tahribat yapılıp yapılmadığına ilişkin herhangi bir araştırma yapılmadığı anlaşılmıştır. Kayıtların olayın üzerinden bu kadar uzun bir süre geçtikten sonra incelenmesi, başvurucu tarafından yargılama sırasında ifade edildiği üzere kayıtlarda tahribat yapıldığı kuşkusuna yol açması nedeniyle soruşturmanın tarafı olan başvurucuların yargı teşkilatına olan güvenini zedeleyebileceği açıktır.

125. Başvurucular ayrıca, işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak sanıklar hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle bir başka usul yükümlülüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

126. İşkence ve kötü muamele iddialarına yönelik soruşturma ve kovuşturmaların hızlı ve etkili biçimde sonuçlandırılması gerekir. Tüm yargılama safahatı değerlendirildiğinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın İnfaz Kurumunun en üst amiri tarafından Cumhuriyet Savcılığına gönderilmesi gerekirken ancak altı gün sonra 16/4/2007 tarihinde başvurucular tarafından suç duyurusunda bulunulması üzerine Cumhuriyet Savcılığının olaydan haberdar edildiği, 23/5/2008 tarihinde soruşturma tamamlanarak kamu davası açıldığı, yaklaşık 2 yıl 5 ay sonra Mahkeme tarafından 21/10/2010 tarihinde karar verildiği, bu kararın temyiz edilmesi üzerine 4/6/2013 tarihinde Yargıtay 4. Ceza Dairesi tarafından hükmün onanarak kesinleştiği, soruşturma ve kovuşturmanın bütün olarak yaklaşık 6 yıl 2 ay sürdüğü, toplam dört sanık bulunan dosyanın yargılamasının bu kadar uzun sürmesini gerektirecek nitelikte kapsamlı olmadığı anlaşıldığından davanın makul sürede sonuçlandırıldığı söylenemeyecektir.

127. Yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiğinin tespit edildiği ancak soruşturmanın etkililiğinin ölçütlerinden biri olan faillerin suç nedeniyle hesap vermelerinin sağlanması ve fiilleriyle orantılı bir ceza almaları koşulunun yerine getirilmekten uzak şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

128. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, §§100, 101).

129. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda, bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki doğurmaktan oldukça uzak kalınmakta; kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, 102).

130. İlk Derece Mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında, sanık Ş.Ş. hakkında verilen 10 ay hapis cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına kararı sonucunda, sanığın deneme süresi içerisinde suç işlememesi hâlinde bu cezanın hiç vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46).

131. Sonuç olarak 10/4/2007 tarihinde olayın gerçekleşmesi üzerine düzenlenen tutanağın Ceza İnfaz Kurumu tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmediği, başvurucular tarafından 16/4/2007 tarihinde suç duyurusunda bulunulmasına rağmen tahrip edilebilecek ve kaybolabilecek nitelikte delil soruşturmada en önemli delil olan kamera kayıtlarının olaydan yaklaşık on bir ay geçtikten sonra incelendiği, gerçeğe aykırı rapor düzenlediği iddia edilen doktorların savunmaları alınmadan ve raporlar arasında bulunan çelişkilerin nedeni araştırılmadan kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, duruşmada başvurucuyu ilk kez muayene eden Dr. N.S.Y tarafından başvurucunun yaralandığı bölgeyi görmeden ve Cezaevi görevlilerinin etkisi altında rapor tanzim etmiş olabileceği yönündeki beyanı üzerine herhangi bir işlem yapılmadığı, soruşturma ve kovuşturmanın makul sürede tamamlanmadığı, sanık Ş.Ş. hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu nedenlerle eziyet yasağıyla ilgili olarak etkili bir soruşturma yapılmadığı anlaşılmıştır.

132. Açıklanan nedenlerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3.    6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

133. 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

134. Başvurucu Cengiz Kahraman işkence ve kötü muamele yasağının ihlalinin tespiti, miktarı sonradan belirlenecek maddi ve manevi zararının giderilmesini talep etmiştir.

135. Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

136. Eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için sanık Ş.Ş.nin yeniden yargılanmasında, gerçeğe aykırı olarak düzenlediği iddia olunan doktor raporlarıyla ilgili olarak yeniden soruşturma yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine ve Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

137. Eziyet yasağının esas ve usul yönünden ihlali nedeniyle yalnızca ihlalin tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

138. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucunun uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucu maddi yönden zarar gördüğüne dair herhangi bir belge sunmadığından maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

139. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin başvurucu Cengiz Kahraman’aödenmesine karar verilmesi gerekir.

140. Başvurucu Kenan Özyürek’in başvurusunun kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle reddine karar verildiğinden adına yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına karar verilmesi gerekir.

V.    HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Kenan Özyürek’in işkence ve kötü muamele yasağı ile bu hakla bağlantılı olarak etkli başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

             2. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağı ile bağlantılı şekilde tazminat ödenmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı iddiasıyla ilgili olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

       3. Başvurucu Cengiz Kahraman’ın işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B.Başvurucu Cengiz Kahraman yönünden eziyet yasağının esas ve usul bakımından İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. 1. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen hekimler ve sağlık görevlileri yönünden yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE,

       2. Kararın bir örneğinin ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen sanık Ş.Ş. yönünden yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı (Sincan) 1. Asliye Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

D.Başvurucu Cengiz Kahraman’a net 30.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E.    198,35 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.998,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCU CENGİZ KAHRAMAN’A ÖDENMESİNE,

F.    Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G.   Başvurucu Kenan Özyürek için, yapılan yargılama giderlerinin üzerinde BIRAKILMASINA,

H.   Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE

20/4/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MEHMET KUTLU VE SADULLAH KUTLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/17939)

 

Karar Tarihi: 4/10/2017

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

Raportör Yrd.

:

Gökçe GÜLTEKİN

Başvurucular

:

1. Mehmet KUTLU

 

 

2. Sadullah KUTLU

Vekili

:

Av. Ufuk Sami HAKVERDİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, yaralanmaya ilişkin olay hakkında etkili bir soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının; yargılanılan davada tanık dinletme hakkının tanınmaması, mahkeme kararının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 17/11/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun Yaralanmasına İlişkin Soruşturma Süreci

8. Başvuruculardan Mehmet Kutlu'nun köy yerindeki suyun kullanımı ile ilgili 7/11/2004 tarihinde yaşanan bir tartışma sırasında burnu kesilmiş, bu kavga sonrasında silahlı çatışma yaşanmış ve yaralama olayları meydana gelmiştir.

9. Mutki Cumhuriyet Başsavcılığınca Mehmet Kutlu'ya karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla şüpheliler M.U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında 2006/28 sayılı dosyada soruşturma başlatılmıştır.

B. Müşteki (Başvurucu) Beyanları ve Sanık Savunmaları

10. Başvurucu Mehmet Kutlu 28/12/2005 tarihinde Mutki Cumhuriyet Başsavcılığında müşteki sıfatıyla alınan beyanında; olay öncesinde şüpheliler ile arasında husumet ve arazi uyuşmazlığı bulunduğunu, olay günü olan 7/11/2004 tarihinde şüpheliler M.U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç. ve E.Ç.nin yolunu kestiğini, "Sen çok konuşuyorsun, senin ağzını burnunu keseriz." dediklerini, ayrıca olay sırasında F.Ç., H.Ç. ve G.Ü.de 7.65 çapında silahlar olduğunu, bu silahlarla üzerine ateş ettiklerini, bunun üzerine korkudan yere düştüğünü, şüphelilerin kendisini yere yatırdığını, içlerinden bazılarının da ellerinden ve kollarından kendisini tuttuklarını, diğer şüpheliler E.Ç., H.Ç., T.Ü.nün ise ellerindeki bıçakla burnunu kestiğini, hepsinin vücudunun değişik yerlerine vurduğunu, bu sırada bayıldığını, yakınlarının kendisini Muş'un Hasköy ilçesine götürdüğünü, Hasköy Devlet Hastanesinde plastik cerrahi polikliniği bulunmadığı için yakınları ile birlikte Malatya Devlet Hastanesine gittiklerini, ilk tedavisinin ardından plastik cerrah olan Operatör Doktor C.Y.D.nin muayenehanesinde kendisini ameliyat ettiğini, daha sonra her üç ayda bir olmak üzere altı kez daha operasyon geçirdiğini, olayı Me.K. ile M.K.nin gördüğünü söylemiş; bu şahısların tanık olarak dinlenmelerini istemiş ve burnunu kesen sekiz şüpheliden şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.

11. Başvurucunun Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanı da aynı mahiyettedir.

12. Sanıklar kollukta ve Mahkemedeki savunmalarında suçlamaları reddetmişlerdir.

C. Olay Tespit Tutanağı

13. 7/11/2004 tarihli olay yeri tespit tutanağında; olayın Sadullah Kutlu ile Mehmet Kutlu'nun aynı köy halkından E.Ç. ile G.Ç.yi tabanca ile vurması sonucu meydana geldiği, yaralıların hastaneye sevk edilmiş olduğu, başvurucuların ise kaçtıklarının tespit edildiği, olay mahallinde yapılan tahkikatta olay mahallinin köy içinden geçen yol üzerindeki köy camisine on iki metre mesafede F.A.nın konutunun yakınında gerçekleştiğinin tespit edildiği, olay mahallinde kan izlerinin görüldüğü, yapılan aramada bir adet boş kovan bulunduğu, boş kovanın alındığı kovanda yapılan incelemede 7.65 mm çapında Makina Kimya Endüstrisi menşeli, içinin boş ve kapsülünün patlatılmış olduğunun görüldüğü, Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmek üzere boş kovana el konulduğu, olay mahallinde bir adet iki metre genişliğinde çukur tespit edildiği, başkaca iz, emare ve delilin mevcut olmadığının tespit edildiği belirtilmiştir.

D. Tanık Beyanları

14. Tanık S.K. 7/11/2004 tarihli beyanında; amcası Sadullah Kutlu'nun yanında kaldığını, 7/11/2004 günü saat 14.00 sıralarında köyün yukarı kısmından eve giderken yol üzerinde bulunan caminin ön tarafında amcası Sadullah Kutlu ile H.Ç. ve E.Ç.nin tartıştıklarını gördüğünü, amcasına evin önündeki suyu açık bıraktığını ve köylünün susuz kaldığını söylediklerini, eve doğru yürümeye devam ettiğini, aradan beş dakika geçtikten sonra cami civarından silah sesi duyduğunu, koşarak camiye gittiğini, amcası Mehmet Kutlu'yu yerde yatarken gördüğünü, amcasının burnundan çok kan geldiğini, Sadullah Kutlu'yu görmediğini, amcası Mehmet Kutlu'yu eve götürdüğünü, daha sonra Sadullah amcasının eve geldiğini, bir müddet oturduktan sonra evden gittiklerini, daha sonra evin kapısına H.Ç., H.F.Ç.nin geldiğini, köylülerin de orada olduğunu, H.Ç.nin elinde tabanca olduğunu, dipçiği ile koluna vurduğunu, silahı doldurduğunu, köylülerin buna müsaade etmediklerini söylemiştir.

15. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun yeğeni olan tanık E.K., Mahkeme huzurunda alınan beyanında; olay günü evde annesi ve kardeşleri ile oturdukları sırada S.K.nın gelerek amcası Mehmet Kutlu'nun Ç. ve Ü. soyisimli aileler tarafından yere yatırıldığını ve öldürülmek istendiğini söyleyince hemen olay yerine gittiğini, daha sonra annesi ile küçük kardeşlerinin de geldiğini, olay yerine gittiğinde G.Ç. ile T.Ü.nün amcası Mehmet Kutlu'yu yere yatırıp tuttuğunu, E.Ç. ile H.Ç.nin bıçakla burnunu kestiğini gördüğünü, F.Ç., H.Ç. ve G.Ü. de tabanca olduğunu gördüğünü, korktuğu için yaklaşamadığını, uzaktan taş atarak engel olmaya çalıştığını, daha sonra silah seslerinin gelmeye başladığını, her taraftan ateş edildiğini, F.Ç.nin ateş ederken G.Ç.yi yaraladığını gördüğünü, Mehmet Kutlu'da silah görmediğini, Sadullah Kutlu'yu ise o gün hiç görmediğini, daha sonra amcası Mehmet Kutlu'nun F.A., M.A., ve E.A. tarafından eve getirildiğini, sonrasında tedavisinin yapılması için Muş'a götürüldüğünü, bu olayın asıl çıkış sebebinin su meselesi olduğunu bildiğini ifade etmiştir.

16. Tanık Doktor C.Y.D. 8/2/2006 tarihli Malatya Cumhuriyet Başsavcılığında alınan beyanında; Mehmet Kutlu'yu tanıdığını, kendisine geldiği ilk gün burnuna sac düştüğünü, bu nedenle burnunun kesildiğini söylediğini ve Mehmet Kutlu'nun burnunu ameliyat ettiğini, bu şahsın burnundaki sorunlardan dolayı daha sonra da geldiğini, dört veya beş kez daha ameliyat olduğunu, sonrasında Mahkemede bu şahsın aslında yaşanan bir kavga neticesinde burnunun kesildiğini öğrendiğini, kendisine ilk geldiğinde şahsın kimlik bilgilerini ve olayın oluş şekliyle ilgili bilgileri doğru vermediğini, gerçekleri Mahkemede öğrendiğini ifade etmiştir.

17. Tanık M.A. talimat yoluyla alınan beyanında; köyde F.A. ve E.A. ile birlikte camiye doğru yürümeye başladıkları sırada yol kenarında bir grubun olduğunu, camiye yakın olduklarını, Mehmet'i çağırdıklarını, Mehmet yanlarına gittiğinde Arapça bir şeyler konuştuklarını, konuşma esnasında bu grubun aniden Mehmet'in üzerine saldırdığını, kendilerinin de ayırmaya gittiğini ancak bu şahısların saldırmaya devam ettiklerini, bu sırada Mehmet Kutlu'nun ağabeyi M.K.yı duyduklarını, bu sesi duyunca şahısların Mehmet Kutlu'yu bıraktıklarını, Mehmet Kutlu'nun burnunun kesildiğini gördüğünü ancak kimin kestiğini görmediğini, kavga esnasında Mehmet'in belindeki silahı çıkarmak istediğini, bu şahısların çıkarmasına izin vermediklerini ve silahı aldıklarını, kendilerinin Mehmet'i yakındaki eve götürdükleri sırada silahın olmadığını, arabaya bindirip köyden uzaklaşırken köyden silah sesi geldiğini duyduğunu ancak olayda silah kullanıldığını görmediğini ifade etmiştir.

E. Başvurucunun Adli Raporları

18. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun yaralanmasına ilişkin olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden adli rapor alınmış, 7/10/2005 tarihli bu raporda; yaralanma fiilinin başvurucu üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilemediği, duyularından ya da organlarından birinin sürekli zayıflamasına veya konuşmasında sürekli zorluğa neden olmadığı ancak yüzünde sabit ize neden olduğu, yaşamını tehlikeye sokan bir duruma, iyileşme olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine, duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine, konuşma ya da çocuk yapma yeteneğinin kaybına, yüzünde daimî değişikliğe neden olmadığı belirtilmiştir.

19. Adli Tıp Kurumu (ATK) Başkanlığı 2. İhtisas Kurulundan alınan 28/3/2011 tarihli raporda; başvurucu Mehmet Kutlu'nun yaralanmasının yaşamını tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, vücutta kemik kırılmasının tarif edilmediği, kişi hakkında düzenlenmiş olay tarihli tıbbi belgelerde tarif edilen ve ATK'da yapılan muayenesinde yüz sınırları içinde tespit edilen yara izinin belirli bir mesafeden ilk bakışta belirgin olarak fark edildiği, yüzde sabit iz niteliğinde olduğu, bununla birlikte organlardan birinin işlevinin sürekli zayıflaması ya da yitirilmesi niteliğinde herhangi bir anatomik kayıp ya da fonksiyonel bozukluk tespit edilmediği belirtilmiştir.

F. Sanıklar Hakkında Açılan Kamu Davası

20. Mutki Cumhuriyet Başsavcılığının 22/6/2006 tarihli iddianamesi ile başvurucu Mehmet Mutlu'ya karşı kasten yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla sanıklar M.U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında kamu davası açılmıştır.

21. Başvurucular hakkında ise K.Ç. ve E.Ç.ye karşı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarını işledikleri, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma ile müessir fiil suçlarını işledikleri iddiasıyla Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmış; sonrasında 5/4/2005 tarihli iddianame ile Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

22. Mutki Asliye Ceza Mahkemesinin 21/2/2007 tarihli kararıyla aralarında hukuki ve fiilî bağlantı olması nedeniyle dava dosyasının başvurucuların kasten öldürmeye teşebbüs suçundan ve diğer suçlardan yargılandıkları Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmiştir.

23. Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesince asıl ve birleşen dosya üzerinden yargılamaya devam edilmiştir. Mahkemece 29/5/2007 tarihi ile 28/5/2009 tarihi arasında gerçekleştirilen altı duruşmada, K.Ç. hakkında ATK Başkanlığından rapor alınmış; bir kısım sanığın ise savunması dinlenmiştir. 18/2/2010 tarihli duruşmada Mehmet Kutlu hakkında kesin rapor alınmasına, sonraki üç duruşmada Mehmet Kutlu'nun adres bilgilerinin tespiti için birimlere yazılar yazılmasına karar verilmiştir. Adres bilgilerinin tespit edilmesinin ardından Mehmet Kutlu hakkında ATK raporu alınmıştır.

24. Mahkemenin 7/6/2011 tarihli duruşmasında Mehmet Kutlu'ya ait ATK raporu hakkında savunmalarını yapmaları için sanıklara bir sonraki duruşmaya kadar süre verilmiştir. 11/10/2011 tarihli duruşmada, bazı sanıkların müdafiinin talebi üzerine esasa ilişkin savunmanın hazırlanması için sonraki duruşmaya kadar tekrar süre; bazı sanıkların müdafii ile katılan vekillerinin sundukları mazeret dilekçelerinin de kabulüne karar verilmiştir. 21/2/2012 tarihli duruşmada sanıkların sosyal ve ekonomik durumlarının tespiti için kolluk birimlerine yazı yazılmasına ve sanık müdafii ile katılan vekilinin sunduğu mazeret dilekçelerinin kabulüne karar verilmiştir.

25. Mahkemenin 31/5/2012 tarihli duruşmasında iddia makamının esas hakkındaki mütalaası sunulmuş; mütalaada zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar M.U, T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç., E.Ç. hakkında açılan davanın düşürülmesi talep edilmiştir. Bu duruşmada bir kısım sanık müdafiinin sunduğu mazeret dilekçesinin kabulüne ve son savunmasını sunması için katılan sanıkların müdafiine sonraki duruşmaya kadar süre verilmesine karar verilmiştir. 6/9/2012 tarihli duruşmada, bir kısım sanık müdafiinin mazeret dilekçesinin kabulüne ve bir kısım katılan sanık müdafiinin talebi üzerine bir sonraki duruşmaya kadar tekrar süre verilmesine karar verilmiştir. 24/1/2013 tarihli duruşmada; başvurucu Sadullah Kutlu'nun ek savunmasının alınması için zorla getirilmesine, katılan vekilinin mazeret dilekçesinin de kabulüne karar verilmiştir. 21/3/2013 tarihli duruşmada ise mahkemece nihai karar verilmiştir.

G. Kovuşturma Sonucunda Verilen Karar

26. Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli kararıyla sanıklar M.Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç. hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Öte yandan sanık F.Ç.nin yargılama sırasında vefat etmesi sebebiyle bu sanık yönünden dosya tefrik edilmiş ve davanın düşmesine karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"... dosyada tarafsız görgü tanığı olmaması ve tüm sanıkların olayları kendi açılarından anlatmaları nedeniyle tartışmanın seyrine ilişkin kesin bir belirleme yapılamaması nedeniyle ilk haksız eylemin kim tarafından gerçekleştirildiğinin tespit edilemediği, tartışma sırasında sanıklar M.Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç.'nin mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun burnunu kestikleri, Mehmet Kutlu ve Sadullah Kutlu'nun da katılan sanıklar Kıyasettin ve Enver'e bir çok kez ateş ettikleri, katılan sanıklar Enver ve Kıyasettin' in cami yakınında bulunan bir çukura girerek kurtuldukları, katılan sanıklardan Kıyasettin' in alınan doktor raporuna göre batına isabet eden yaralanmasının hayati tehlike geçirmesine neden olduğu ve45 gün mutad iştigaline engel olduğu; katılan sanık Enver' in tek kurşunla yaralandığı, hayati tehlike geçirmediği ancak yaralanmasının 25 gün mutad iştigaline engel olduğunun tespit edildiği, katılan sanık Kıyasettin' in yaralanmasına neden olan merminin sağlık nedeniyle çıkarılamadığı ve alınan rapora göre 9 mm. çapında bir silaha ait olduğunun belirlendiği, ancak yaralanmasının tek kurşun yarası olup olmadığının tespit edilemediği, burnu kesilen mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun meydana gelen yaralanmasının hayati tehlikeye neden olmadığının, uzuv zayıflığı/kaybının meydana gelmediğinin ancak yüzde sabit iz oluştuğunun tespit edildiği, olay yerinde yalnızca 1 adet 7.65 mm. çapında silaha ait olduğu tespit edilen kovan ele geçirildiği, mağdur sanık Mehmet Kutlu' nun adına bulundurma ruhsatlı ve 9 mm. çapında Sigsauer marka silahın bulunduğu, diğer sanıkların ruhsatlı silahlarının bulunmadığı ve yapılan aramalarda silah ele geçirilemediği anlaşılmıştır.

....

Sanıklar M.Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç.nin mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun burnunu bıçakla kestikleri iddiasıyla açılan kamu davasında, İstanbul ATK 2. İhtisas Kurulu'ndan alınan 28/03/2011 tarihli raporuna göre, mağdur sanığın meydana gelen yaralanmasının hayati tehlikeye neden olmadığının, uzuv zayıflığı/kaybı meydana getirmediğinin, ancak yüzde sabit iz oluşturduğunun tespit edildiği, bu kapsamda sanıkların eylemlerinin suç tarihi itibariyle yürürlükte olan ve sanıklar lehine olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun456. maddesinin ikinci fıkrası ile aynı Kanun'un 457. maddesinin birinci fıkrası kapsamında olduğu, ilgili maddelerde belirtilen cezaların üst sınırı dikkate alındığında, hüküm tarihi itibarıyla aynı Kanun'un 102. maddesinin dördüncü fıkrası ve 104. maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen olağan ve olağanüstü zamanaşımı sürelerinin dolduğu anlaşıldığından, bu sanıklar hakkında açılan kamu davalarının 5271 sayılı CMK'nın 223. Maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrı ayrı düşürülmesine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur."

27. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.

H. Başvurucular Hakkında Yürütülen Yargılama Süreci

28. Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığının 5/4/2005 tarihli iddianamesiyle 7/11/2004 tarihinde yaşanan silahlı çatışma sonucunda kasten öldürmeye teşebbüs, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma ve müessir fiil suçlarını işledikleri iddiasıyla başvurucular hakkında Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır.

29. Başvurucu Mehmet Kutlu 16/6/2005 tarihinde tutuklanmış, 25/10/2005 tarihinde tahliye edilmiştir. Başvurucu Sadullah Kutlu ise 1/9/2006 tarihinde tutuklanmış, 29/5/2007 tarihinde tahliye edilmiştir.

30. Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli aynı kararında başvurucular hakkında ruhsatsız silah taşıma suçundan açılan davaların zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan ise başvurucuların ayrı ayrı iki kez 8 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"İddia, sanık, mağdur sanık ve katılan sanık savunmaları, tanık beyanları, olay yeri tespit tutanakları, doktor raporları, birleşen dosya içeriği ve tüm dosya kapsamından; 07/11/2004 tarihinde köyün içme suyunun açık bırakılması nedeniyle F.Ç. (birleşen dosya sanığı iken kovuşturma aşamasında ölmesi nedeniyle hakkında açılan dosya tefrik edilerek düşme kararı verilmiştir.) ile sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet Kutlu arasında tartışma yaşandığı...

Sanık Sadullah Kutlu ve mağdur sanık Mehmet Kutlu'nun katılan sanıklar K.Ç. ve E.Ç.ye yönelik eylemlerinin değerlendirilmesinde; taraflar arasında yukarıda anlatıldığı şekilde tartışma yaşandığı, yaşanan tartışma sonrasında -her ne kadar tarafsız görgü tanığı olmasa da, genel olarak dinlenen tüm tarafların beyanlarında- yaklaşık 10 el silah ateşlendiği, ancak olay yerinde yalnızca 1 adet kovan ele geçirildiği, sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet silahları olmadığını/kullanmadıklarını savunmuş iseler de, sanık K.ye isabet eden merminin 9 mm. çapında bir silahtan atıldığının tespit edildiği, mağdur sanık Mehmet'in adına ruhsatlı 9 mm. çapında silahının bulunduğu ve katılan sanık K.nin kendisine mağdur sanık Mehmet'in de diğer sanık Sadullah'la birlikte ateş ettiğini beyan ettiği, yine olay yerinde ele geçirilen 1 adet kovanın 7.65 mm. çapında bir silahtan atıldığının belirlendiği, dolayısıyla olay anında 2 farklı silahın bulunduğu, katılan sanıkların kendilerine hem sanık Sadullah'ın hem de mağdur sanık Mehmet'in ateş ettiğini beyan etmeleri karşısında, sanık Sadullah ve mağdur sanık Mehmet'in savunmalarına itibar edilmeyerek, atılı suçlar açısından birlikte hareket ettiklerinin kabulü gerektiği, yaşanan tartışmanın ulaştığı boyut, yaklaşık 10 el ateşli silahla atış, katılan sanıklarda meydana gelen yaralanma bölgeleri ve yaraların niteliği dikkate alındığında, sanık ve mağdur sanığın kasıtlarının öldürmeye yönelik olduğu kanaatine varılmış, ancak ilk haksız eylemin kimin tarafından gerçekleştirildiğinin tam olarak tespit edilememesi nedeniyle tartışmanın boyutu ve sonuçları da dikkate alınarak cezalarında 1/3 oranında haksız tahrik indirimi yapılmasına karar verilmiştir..."

31. Temyiz üzerine hüküm, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanmıştır.

32. Bu karar başvurucuların vekiline 5/11/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

33. 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 456. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

“Fiil, havastan veya azadan birinin devamlı zaafını yahut söz söylemekte devamlı müşkülatı veya çehrede sabit bir eseri yahut yirmi gün ve daha ziyade akli veya bedeni hastalıklardan birini veya bu kadar müddet mütat iştigallerine devam edememesini mucip olmuş veya hayatını tehlikeye maruz kılmış veya gebe bir kadın aleyhine işlenip de vaktinden evvel çocuk doğmasını intaç etmiş ise ceza iki seneden beş seneye kadar hapistir.”

34. 765 sayılı mülga Kanun’un 457. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“456 ncı maddede yazılı fiillere 449 uncu maddenin birinci ve üçüncü bentlerinde yazılı hal inzimam eder yahut fiil gizli veya aşikar bir silah ile veya aşındırıcı ecza ile işlenmiş olursa asıl ceza üçte birden yarıya kadar artırılır.”

35. 765 sayılı mülga Kanun’un 102. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

4 -Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,

… geçmesile ortadan kalkar.”

36. 765 sayılı mülga Kanun’un 104. maddesi şöyledir:

“…

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz.”

V. İNCELEME VE GEREKÇE

37. Mahkemenin4/10/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucu Mehmet Kutlu'nun İddiaları

38. Başvurucu Mehmet Kutlu sanıkların kendisini ciddi şekilde darbettikleri olayda kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

39. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de adli raporlara göre üçüncü kişilerin fiilleri nedeniyle maruz kaldığı saldırı sonucunda hayati tehlike geçirmeyecek, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte yaralanmış; kötü muamele yasağına ilişkin asgari ağırlık eşiğini aşmıştır. İnsan onuruna aykırı bu eylem neticesinde başvurucunun bedensel ve ruhsal yönden acı çekmesi, birkaç kez ameliyat olduktan sonra taburcu edilmesi, eylemin çok ağır ve zalimane mahiyet taşımaması, bu nedenle kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirilen olayda devletin maddi yükümlülüğünün ihlali ile ilgili bir şikâyetin söz konusu olmaması ve böyle bir durumun da saptanmaması nedenleriyle incelemenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü ile sınırlı olarak yapılmasına karar verilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

40. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

41. Anayasa’nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

42. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında devletin pozitif bir yükümlülük olarak yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını gerek kamusal makamların gerek diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 105; Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

43. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), devletin pozitif yükümlülüklerinin özel kişilerin eylemlerini de içerdiğini belirtmiştir. Devlet, kamu görevlilerinde olduğu gibi özel kişiler tarafından gerçekleşebilecek kötü muamelelere karşı da yeterli korumayı ve yasal çerçeveyi sağlamakla yükümlüdür (Denis Vasilyev/Rusya, B. No: 32704/04, 17/12/2009, § 98; Yehovanın Şahitleri Gldani Cemaatinin 97 üyesi ve diğer 4 kişi/Gürcistan, B. No: 71156/01, 3/5/2007, § 96; Costello-Roberts/Birleşik Krallık, B. No: 13134/87, 25/3/1993, § 26-28; A/Birleşik Krallık, B. No: 100/1997/884/1096, 23/9/1998, §§ 22-24; X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, § 27).

44. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında sahip olduğu pozitif yükümlülüğün bir boyutunu oluşturan usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır.

45. Buna göre bireyin hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili resmî bir soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır.

46. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edilebilmesi için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı ve soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 114).

47. Kötü muameleye ilişkin şikâyetler hakkında yapılan soruşturma söz konusu olduğunda yetkililerin hızlı davranması önemlidir. Bununla birlikte belirli bir durumda bir soruşturmanın ilerlemesini engelleyen sebepler ya da zorlukların olabileceği de kabul edilmelidir.

48. Mahkemelerin yargıya ve adalete olan güveni sürdürülebilir kılmak amacıyla kovuşturmaların kısa sürede sonlandırılması, özellikle işkence ve kötü muamele niteliğindeki fiillerin zamanaşımına uğramaması için ellerinden gelen tüm gayreti sarf etmeleri ve tüm araçlara başvurmaları gerekir. Kötü muamele iddialarına ilişkin bir ceza davası söz konusu olduğunda yetkililer tarafından çabuklukla verilecek bir yanıt, eşitlik ilkesi içinde genel olarak kamunun güveninin korunması açısından temel bir unsur olarak sayılabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 116).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

49. Başvurucu, fiziksel saldırıya maruz kalması üzerine sanıklar hakkında yaralama suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesi sonucunda eylemin cezasız kaldığını ileri sürmüştür.

50. Başvurucu 7/11/2004 tarihinde darbedilmiştir. Kolluk tarafından aynı gün düzenlenen Olay Yeri Tespit Tutanağı'nda başvurucunun yaralanmasına ilişkin herhangi bir tespitte bulunulmamıştır. Başvurucunun yaralanmasına ilişkin olarak Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinden 7/10/2005 tarihli adli rapor alınmış ve Mutki Cumhuriyet Başsavcılığının 22/6/2006 tarihli iddianamesiyle sanıklar hakkında kamu davası açılmıştır.

51. Anayasa Mahkemesinin bu konuda verdiği kararlarda sıklıkla vurgulandığı üzere (bkz. § 47) yürütülecek soruşturmaların makul bir sürat ve özenle yapılma yükümlülüğü bulunmaktadır. Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yapılıp yapılmadığına ilişkin tespit; başvuru konusu olayın koşullarına, soruşturmadaki şüpheli sayısına, suçlamaların niteliğine, olayın karmaşıklık derecesine ve soruşturmanın ilerlemesine engel olan unsurlar ya da güçlüklerin bulunup bulunmadığına göre farklılık gösterebilecektir.

52. Olayda, şüpheliler ve başvurucular hakkında açılan her iki kamu davası birleştirilmiş; Bitlis Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli kararıyla sanıklar M.Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç. hakkında açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmiştir. Temyiz üzerine hüküm, nihai kararın verildiği tarihten yaklaşık 1 yıl 7 ay sonra Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 14/10/2014 tarihli kararıyla onanarak kesinleşmiştir. Sanıklar M.Ü., T.Ü., G.Ü., K.Ç., E.Ç., H.Ç. ve B.Ç. hakkında 22/6/2006 tarihinde açılan kamu davası 8 yıl 3 ay 22 gün sonra düşme kararının kesinleşmesiyle sonuçlanmıştır.

53. Somut olayda Mutki Asliye Ceza Mahkemesinin 21/2/2007 tarihli birleştirme kararı sonrasında yaklaşık iki yıllık sürenin K.Ç. hakkında adli rapor alınması ve bazı sanıkların savunmalarının dinlenmesi ile geçirildiği, 18/2/2010 tarihli duruşmadan itibaren gerçekleştirilen üç duruşmada hakkında kesin rapor aldırılması amacıyla Mehmet Kutlu'nun adres bilgilerinin tespiti için ilgili kurumlara yazılar yazıldığı, 7/6/2011 tarihli duruşmada Mehmet Kutlu'ya ait ATK raporu hakkında savunmalarını yapmaları için sanıklara bir sonraki duruşmaya kadar süre verildiği, sonraki duruşmada bazı sanıkların müdafiinin talebi üzerine esasa ilişkin savunmalarını hazırlaması için sonraki duruşmaya kadar tekrar süre ve bazı sanıkların müdafii ile katılan vekilinin sunduğu mazeret dilekçelerinin de kabulüne karar verildiği, 21/2/2012 tarihli duruşmada sanıkların sosyal ve ekonomik durumlarının tespiti için kolluk birimlerine yazı yazılmasına ve bazı sanıkların müdafii ile katılan vekilinin sunduğu mazeret dilekçelerinin kabulüne karar verildiği, 31/5/2012 tarihli duruşmada iddia makamının esas hakkındaki mütalaasını sunduğu ve mütalaada zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle sanıklar M.U., T.Ü., G.U., K.Ç., F.Ç., B.Ç., H.Ç. ve E.Ç. hakkında açılan davanın düşürülmesinin talep edildiği, bunun üzerine nihai kararın yaklaşık on ay sonra verildiği görülmektedir.

54. İki dereceli yargılama sürecinde başvurucunun davanın hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati, davada sanık sayısının az olması ve davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda sekiz yılı aşan kovuşturma süresinin uzun olduğu anlaşılmaktadır.

55. Yargılamanın uzun sürmesi ve zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi sebebiyle etkili soruşturma yapma yükümlülüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

56. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucu Sadullah Kutlu Yönünden Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

57. Başvurucu, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

58. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

59. Ceza yargılamasının süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirildiği veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulandığı tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak suç isnadına ilişkin nihai kararın verildiği, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (B.E., B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 34).

60. Ceza yargılamasının süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (B.E., § 29).

61. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında somut olayda başvurucu hakkında açılan ve yaklaşık 9 yıl 6 ay süren yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

62. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. Diğer İhlal İddiaları

63. Başvurucular bazı tanıklarının dinlenmemesi, başvurucu Sadullah Kutlu'nun olay yerinde bulunmadığı yönündeki tanık beyanlarına itibar edilmeden karar verilmesi, başvurucu Mehmet Kutlu'nun meşru müdafaa hükümlerinden yararlandırılmaması ve derece mahkemesi kararının yeterli gerekçe ihtiva etmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.

64. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 25).

65. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında olmayıp Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bütünlüğü içinde adil olup olmadığını değerlendirmektir (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti., § 27).

 66. Yine Anayasa’nın 36. ve 141. maddeleri gereği mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması gerekir. Ancak bu hak, yargılamada ileri sürülen tüm iddialara ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi gerektiği şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir (Mehmet Yavuz, B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51). Kanun yolu incelemesi yapan mercinin yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması, bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya atıfla kararına yansıtması yeterlidir (Yasemin Ekşi, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 57).

67. Somut olayda tanık dinlenmesinin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesinin kural olarak derece mahkemelerinin takdir yetkisi dâhilinde olduğu, şikâyet sürecine bütün olarak bakıldığında başvurucuların delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına, sürece etkin olarak katılma imkânlarının ellerinden alındığına ve süreçteki konumlarından önemli ölçüde zarar gördüğüne dair bir olguya rastlanmadığı, başvurucuların davanın sonucuna etkili olabilecek tüm iddiaları ile dosya kapsamındaki bilgi, belge ve deliller tartışılmak suretiyle verilen kararda hükme ulaşılması için yeterli gerekçe bulunduğu görülmektedir. Kanun yolu incelemesi sonucunda verilen kararda da değerlendirme konusu hüküm ve gerekçesinin uygun bulunduğu dikkate alındığında silahların eşitliği ilkesi ve gerekçeli karar hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşılmaktadır.

68. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

69. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

70. Başvurucular, yeniden yargılama yapılması ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuşlardır.

71. Somut olayda, başvurucu Mehmet Kutlu'nun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ve başvurucu Sadullah Kutlu'nun da makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

72. Kötü muamele ve makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucu Mehmet Kutlu'ya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir. Makul sürede yargılama yapılmaması nedeniyle başvurucu Sadullah Kutlu'ya ise net 12.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

73. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvuruculara müşterek olarak ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Başvurucu Mehmet Kutlu yönünden kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Başvurucu Sadullah Kutlu yönünden makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

3. Diğer ihlal iddialarının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,

 2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucu Mehmet Kutlu'ya net 15.000 TL, başvurucu Sadullah Kutlu'ya net 12.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Bitlis 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2005/34, K.2013/114) GÖNDERİLMESİNE,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 4/10/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

AYŞE USLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/1033)

 

Karar Tarihi:15/11/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Ayşe USLU

Vekili

:

Av. Ulya ERÇİN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, darp iddiasıyla yürütülen yargılamanın zamanaşımından düşme kararıyla sonuçlanmasının kötü muamele yasağını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru,16/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. 1986 doğumlu olan başvurucu, Nazilli’de ikamet etmektedir.

9. Başvurucu, babası İ.A. ve erkek kardeşi E.A. 22/5/2005 tarihinde akşam saatlerinde evlerinde iken yanında suça sürüklenen çocuk D.K. ve sanık K.K. olan şüpheli E.K., başvurucunun evinin önündeki duvara idrarını yapmıştır. Bunu gören başvurucunun babası İ.A. ile şüpheliler arasında tartışma yaşanmıştır. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi sonucunda müştekiler bıçakla yaralanmıştır.

10. Nazilli Cumhuriyet Başsavcılığının (Savcılık) 27/5/2005 tarihli iddianamesiyle failler hakkında kasten yaralama suçundan kamu davası açılmıştır.

11. İstanbul Adli Tıp Kurumunun 1/7/2009 ve 19/3/2010 tarihli raporlarında başvurucunun sol ön kolda tanımlanan yüzeysel yumuşak doku seyirli, iki adet kesici delici alet yaralanmasının her birinin ayrı ayrı ve birlikte kişinin hayatını tehlikeye maruz kılmadığı, beş gün iş ve gücüne engel teşkil edeceği, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği, sol alt göğüs bölgesinde tanımlanan ve sol akciğer lezyonuna neden olduğu bildirilen kesici delici alet yaralanmasının kişinin hayatını tehlikeye maruz bıraktığı, iş ve gücüne yirmi beş gün engel teşkil ettiği, kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyeceği, söz konusu yaraların bıçak ile meydana getirilmiş olabileceği gibi benzer özellikte başka bir kesici aletle de oluşturulabileceği belirtilmiştir.

12. Nazilli 1. Asliye Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 30/12/2010 tarihli kararıyla sanıklar ile suça sürüklenen çocuğun başvurucuya yönelik kasten yaralama suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir. Sanık K.K.nın hayati tehlike geçirecek şekilde başvurucuyu yaralamaktan 2 yıl 8 ay hapis, bu suça yardım etmekten suça sürüklenen çocuk D.K.nın 3.600 TL adli para, sanık E.K.nın ise 1 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir.

13. Hükümlerin taraflarca temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamıyla sanık K.K. yönünden hükmün onanmasına, suça sürüklenen çocuk D.K. ve sanık E.K.nın eylemlere asli fail olarak iştirak ettikleri gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

14. Bozmadan sonra yapılan yargılama sonucunda Mahkeme 10/1/2013 tarihinde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 456. maddesinin ikinci ve 457. maddesinin birinci fıkralarına göre, suça sürüklenen çocuk D.K. ve sanık E.K. hakkındaki suçların 7 yıl 6 aylık dava zamanaşımı süresinin dolması nedeniyle düşmesine karar vermiştir.

15. Başvurucu tarafından temyiz edilen hüküm Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 1/10/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

16. Anayasa Mahkemesinin Tuncay Alemdaroğlu (B. No: 2012/827, 15/10/2014, §§ 19-22) ve Bilal Çiçek (B. No: 2014/29, 13/7/2016, §§ 34, 35) başvurularında 765 sayılı Kanun ile 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili maddelerine yer verilmiştir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu, kendisini ciddi şekilde darbeden failler hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilerek hak ettikleri cezayı almamaları ve adalete olan güveninin zedelenmesinden dolayı adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

1. Uygulanabilirlik Yönünden

19. Başvurucu, Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

20. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

21. Ölümle sonuçlanmayan bazı olaylarda kişiye karşı kullanılan gücün öldürme niteliğini haiz olup olmadığı, türü, kullanımının ardında yatan saik, darbenin isabet ettiği bölge vb. diğer kıstaslar nazara alınarak (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20) mağdurun ihlal edilen hakkı tespit edilmektedir. Her ne kadar başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı tıbbi raporlara dayanılarak derece mahkemelerince kabul edilmiş ise de taraflar arasında öldürmeyi gerektiren bir husumetin bulunmayışı, devam etme olanağına sahip olmasına karşın faillerin fiilini sürdürmemeleri dikkate alınarak başvurunun yaşam hakkı kapsamında kalmadığı sonucuna varılarak kötü muamele yasağı kapsamında inceleme yapılmasına karar verilmiştir.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

22. Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağında devletin negatif (kötü muamelede bulunmama) ve pozitif yükümlülükleri (koruma ve etkili soruşturma) kapsamında maddi ve usule ilişkin boyutları bulunmaktadır.

23. Somut olayda başvurucu, olayda kamu makamlarınca daha önceden bilinen ya da bilinmesi gereken gerçek ve yakın bir saldırı tehdidinin bulunduğuna ilişkin bir iddia ileri sürmemiştir.

24. Başvurucunun şikâyetini dile getirme şekli, yaralanmasıyla sonuçlanan olayla ilgili olarak yetkili makamlar tarafından etkili bir soruşturma yürütülmediği konusundaki usul yükümlülüğü kapsamına girmektedir. Bu nedenle somut olay açısından incelemenin kötü muamele yasağının sadece etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

3. Kabul Edilebilirlik Yönünden

25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

4. Esas Yönünden

26. Başvuru konusuyla aynı mahiyette üçüncü kişiler arasındaki kasten yaralama eylemlerinden açılan ve zamanaşımına uğrayan davalara ilişkin iki başvuruda Anayasa Mahkemesince bu konudaki ilkeler belirlenerek (Bilal Çiçek, §§ 44-52; Tuncay Alemdaroğlu, §§ 36-47) ihlal kararları verilmiştir.

27. 22/5/2005 tarihinde başvurucuyu bıçakla yaralayan iki fail hakkında açılan kamu davası sonucunda Mahkemenin nihai olarak 10/1/2013 tarihinde verdiği zamanaşımından düşme kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 1/10/2014 tarihli ilamıyla onanarak kesinleşmiştir.

28. Buna göre iki dereceli yargılama sürecinde 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresine tabi olan kamu davalarında bu süre de aşılarak 9 yıl 4 aydan fazla bir müddet geçtikten sonra zamanaşımı nedeniyle düşme kararının kesinleştiği somut olayda yukarıdaki ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir husus bulunmamaktadır.

29. Başvurucunun davanın hızlı ve etkili bir şekilde sonuçlanmasındaki menfaati ve gecikmesinde bir rolünün bulunmaması, davanın çok karmaşık olmaması gibi hususlar gözönünde bulundurulduğunda dokuz yılı aşan kovuşturmanın uzun sürdüğü anlaşılmaktadır. Bunun da ötesinde failler hakkında Mahkeme tarafından verilen ilk mahkûmiyet kararı -üstelik sübuta erdiği Yargıtayca da kabul edilerek- kötü muamele faillerinin cezasız kalmasına yol açmış, özelde başvurucunun ve genel olarak da toplumdaki diğer bireylerin hukukun üstünlüğüne olan bağlılığını zedeleyerek hukuka aykırı eylemlere hoşgörü gösterildiği ya da kayıtsız kalındığı görünümünün verilmesine neden olmuştur.

30. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının usule ilişkin boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

5. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

31. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

32. Başvuruda, kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

33. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

34. Zamanaşımı süresinin dolması ve başvurucunun bu yönde bir talebinin bulunmaması nedeniyle yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesinde hukuki yarar görülmemiştir.

35. Kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

36. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

EDİP ELMA VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/14826)

 

Karar Tarihi: 18/4/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 25/6/2019-30812

 

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

Raportör Yrd.

:

Gizem Ceren DEMİR KOŞAR

Başvurucular

:

1. Edip ELMA

 

 

2. Murat TAVŞAN

 

 

3. Naim ERDOĞAN

 

 

4. Yunus DEMİR

Vekili

:

Av. Emrullah BEYTAR

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, polis memurları tarafından darbedilme ve hakarete maruz kalma ile bu olayla ilgili olarak etkili soruşturma yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/9/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucular 1/10/2014 tarihinde özel araçlarıyla seyir hâlinde iken Ankara Altındağ Demirfırka Polis Karakolunun bulunduğu sokakta, Motosikletli Timler Amirliğinde görevli polis memurlarının araçtan şüphelenmeleri üzerine durdurulmuşlardır. Polis memurları, başvurucuları araçtan indirerek kimlik kontrolü yapmıştır.

9. Başvurucuların kimliklerini ibraz etmeleri sırasında polis memurları ile aralarında birtakım olaylar yaşanmıştır.

A. Taraf Beyanları

10. Başvurucuların anlatımlarına göre olaylar şöyle gelişmiştir:

i. Naim Erdoğan'ın kimliğini kontrol eden polis memuru, kimlikte belirtilen yaşın gerçekte olduğundan küçük olduğunu düşünerek Naim Erdoğan'a mesleği ve askerlik durumu ile ilgili sorular sormuş, Naim Erdoğan'ın öğrenci olduğunu söylemesi üzerine öğrenci kimliğini görmek istemiştir. Naim Erdoğan'ın öğrenci kimliğini cüzdanının içinden göstermesi üzerine polis memuru sinirlenerek hakaret etmiş ve üstüne yürümüştür.

ii. Polis memurları, araya girmek istemesi üzerine Yunus Demir'in üstüne yürümüş, diğer polisler de yanlarına gelerek kendilerini kelepçelemiş, sinkaflı sözlerle hakaret etmeye başlamış ve fiziksel şiddet uygulamışlardır. Polis memurları bu sırada -özellikle Yunus Demir olmak üzere- kendilerine yoğun miktarda biber gazı sıkmışlardır.

iii. Yunus Demir ekip aracına bindirilmiş ve burada darbedilmiştir. Polis memurları "Burası Bitlis, Iğdır değil." şeklinde de söylemlerde bulunmuşlardır.

iv. Daha önce önden taktıkları kelepçeleri çıkarıp arkadan takarak Yunus Demir dışındakileri araçlarına bindirerek -aracı polislerden biri kullanmak suretiyle- 19 Mayıs Stadyumu içinde bulunan polis merkezine götürmüşlerdir. Götürüldükleri odanın içinde on polis memuru tarafından 4-5 dakika boyunca darbedilmişlerdir. Daha sonra sivil giyimli birinin gelerek "Burada ne yapıyorsunuz, dayak işini bırakın, herkes işini yapsın, işi olmayan dışarı çıksın." demesi üzerine beş altı polis memuru odayı terk etmiştir. Kalan polis memurları kendilerini duvara dayamış ve onlara tekme atarak bacaklarını açtırmış, üst araması yapmışlardır. Bu sırada polis memurları küfretmeye devam etmişlerdir.

v. Yunus Demir diğerlerinden farklı bir polis merkezine götürülmüş ve burada darbedilmiştir. Kafasına ve burnuna darbe almış, aldığı darbeler nedeniyle burnunda kanama meydana gelmiştir.

vi. Diğerlerinin duvar dibine sıralandıkları sırada Yunus Demir de burnu kanar hâlde, gözü kanlanmış ve yüzü kızarmış şekilde yanlarına gelmiştir. GBT kontrolü yapıldıktan sonra iki kişilik araç içine dört kişi bindirilerek adli muayene raporu alınması için muayeneye götürülmüşlerdir.

vii. Sağlık muayenesi sırasında darbedildiklerini beyan etmelerine karşın muayene özenli yapılmamış ve yaralanmalarının neler olduğu kendilerine sorulmuştur. Yaralanmaların belirtileri henüz ortaya çıkmadığından bazı yaralanmaları tespit edilememiştir. Polis memurları sağlık raporlarını düzenleyen sağlık personeli ile görüşmüştür.

11. Polis memurlarının yargılama aşamasında alınan ifadeleri şöyledir:

i. Polis Memuru N.K.nın beyanı şöyledir:

"Olay tarihinde yunus ekibi olarak diğer müşteki sanıkların aracından şüphelendiğimizden araçlarını sağa çekmelerini istedik. Kimliklerini istedik. Bu sırada Naim isimli sanık bize hitaben 'kimlik vermeyiz' şeklinde sinkaflı küfürler etti. Biz kendisini uyardık. Bu sırada araçtan inen diğer 3 müşteki sanık da bizlere karşı sinkaflı şekilde küfürler ettiler. Biz kimlikleri almak için ısrar ettiğimizde sanıklardan Yunus Demir E... arkadaşımızın üzerine yürüyerek kolunu tutup arkadan büktü. Biz de bu nedenle diğer sanıkları ittirdik. Bize karşı fiili saldırıda bulunan Yunus Demir'dir. Aynı zamanda "senin kafanı kopartırım" şeklinde arkadaşımızı tehdit etmişti. Biz kendilerini bu şekilde hareket ettikleri için gözaltına almak için biber gazı sıkmak zorunda kaldık. Kendilerine karşı herhangi bir hakaretimiz olmadı. Sayı itibariyle arabaya sığmayacağımızdan iki grup halinde gittik. Yunus Demir Demir Fırka karakoluna, diğerlerini ise sığmayacakları için ve tutulacak tutanaklar için 19 Mayıstaki toplanma merkezine önce götürdük. Muayene sırasında doktorla ön görüşme yaptığımız doğru değildir. Biz kendilerine vurmadık. Gözaltına almak için görevimizi yaptık. Hakaret de etmedik..."

ii. Sorulması üzerine N.K. "Demir Fırka karakolu olay yerine yakındır. Ancak karakol küçük olup başka yerlerden de olaylar geldiği için tutanak tutma zorluğu nedeniyle önce toplanma yerimiz olan 19 Mayıs merkezine götürdük. Zaten karakola götürdüğümüzde ifadeler alınıp Cumhuriyet Savcısıyla görüşülmeden nezarete alınamayacakları için orada zorluk yaşayacağımızdan önce merkeze götürdük." şeklinde beyanda bulunmuştur.

iii. Polis Memuru İ.Y.nin beyanı şöyledir:

"...Kimlik sormamız üzerine müşteki sanıklardan Naim'in kimliği veriş tarzı ve hakaret etmesi nedeniyle olaylar gelişti. Diğer müşteki sanık Yunus devreye girerek arkadaşımın üzerine yürüyüp kolunu bükmesi ve 'kafanı koparırım' demesi üzerine onu etkisiz hale getirmeye çalıştık. Diğerleri iteklemeye çalıştılar. Biz kendilerine karşı herhangi bir hakarette bulunmadık. Yunus'u da gözaltına almaya çalıştık. Her dört sanık da bize karşı sinkaflı şekilde küfürler ettiler. 19 mayıs toplanma yerine götürmemizin sebebi, tutanakların hazırlanması ve polis merkezine sanıkları hazır halde götürmek üzere çalışma yapmak için götürdük. Orada polis memurlarının kalabalık olmasının nedeni toplanma merkezi olduğu içindir. Toplanma merkezinden çıkardıktan sonra raporları alınmıştır. İddiaları doğru değildir..."

iv. Sorulması üzerine İ.Y."Tutanağın tutulduğu tarih ve saat yazılmıştır. Karakola teslim saati değildir. Bu nedenle sağlık merkezindeki saat ile arasında fark olması normaldir. Ayrıca bizim raporu sanıkların karakola teslim edildikten sonra almamızın nedeni de doğaldır. Zira önce onları teslim ettik. Şikayetimi karakola bildirdikten sonra gidip rapor aldık. Ayrıca Yunus Demir'i Demir Fırka karakoluna önce götürdüğümüzde kalabalık olduğu için herhangi bir kayıt yapmadan önce 19 Mayıs merkezine götürdük." şeklinde beyanda bulunmuştur.

v. Polis Memuru E.A.nın beyanı şöyledir:

"...Kimlik gösterme meselesi yüzünden çıkan tartışmada diğer müşteki sanıklardan Yunus Demir benim üzerime yürüyerek ittirmeye çalıştı. Ben müdahale edince benim üzerime yürüyerek kolumu büküp 'kafanı kopartırım' şeklinde tehditte bulundu. Diğer müşteki sanıklar da birlikte sinkaflı şekilde bizlere hakaret ettiler. Daha sonra kendilerini biber gazı sıkarak gözaltına aldık. Kendilerine karşı herhangi bir hakaretimiz olmadı. Yunus'a da vurmadık. Sadece gözaltına almaya çalıştık..."

vi. Polis Memuru R.A.nın beyanı şöyledir:

"...Önce müşteki sanık Naim'den ben kimlik istedim. Bana ters bir şekilde kimliği yüzüme çarparak gösterdi. Ben de buna tepki gösterdim. Bu sırada Yunus isimli sanık üzerimize yürüdü. E... isimli arkadaşımın kolunu büküp 'kafanı kopartırım, benim savcı tanıdıklarım var' şeklinde tehditlerde bulundu. Her dört sanık da bize hakaret ettiler. Biz kendilerine herhangi bir hakarette bulunmadık. Yunus'a da vurmadık, sadece gözaltına aldık..."

B. Sağlık Raporları

12. Başvuruculardan Yunus Demir hakkında Ankara Ulus Devlet Hastanesinde 1/10/2014 günü saat 15.31'de düzenlenen adli muayene raporuna göre sol gözde sklereda hiperemi, sol burun kökünde ekimoz sol kulak kepçesi ve arkasında palpasyonla ağrı ve hiperemi, nazal yan grafide nazal fraktür tespit edilmiştir. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Hastanesinde yapılan kulak, burun, boğaz konsültasyonunda nazal norzumda minimal ekimoz tespit edilmiş, nazal grafide fraktür hattı izlenmediği tespit edilmiştir. Yaralanmanın kişinin yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

13. Başvuruculardan Edip Elma hakkında Ankara Ulus Devlet Hastanesinde 1/10/2014 günü saat 15.29'da düzenlenen adli muayene raporuna göre sol tibia-fibula orta hatta kas bölgesinde hassasiyet palpasyonla ağrı tespit edilmiştir.

14. Diğer başvurucuların adli muayene raporları bireysel başvuru dosyası kapsamında sunulmamıştır.

15. Polis Memuru N.K. hakkında Ankara Ulus Devlet Hastanesinde 1/10/2014 günü saat 19.30'da düzenlenen adli muayene raporuna göre sağ omuzda ağrı, sağ el bileğinde ekimoz tespit edilmiştir.

16. Polis Memuru İ.Y. hakkında aynı Hastanede 1/10/2014 günü saat 19.29'da düzenlenen adli muayene raporuna göre sağ el dorselde eritem tespit edilmiştir.

17. Polis Memuru E.A. hakkında aynı Hastanede 1/10/2014 günü saat 19.30'da düzenlenen adli muayene raporuna göre sağ el bilekte ekimoz ve ağrı tespit edilmiştir.

18. Polis Memuru R.A. hakkında aynı Hastanede 1/10/2014 günü saat 19.31'de düzenlenen adli muayene raporuna göre sağ ön kolda ağrı eritem tespit edilmiştir.

C. Adli Süreç

19. Başvurucular 2/10/2014 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri dilekçeyle polis memurları tarafından darbedildiklerini ve hakarete maruz kaldıklarını ifade ederek memurlardan şikâyetçi olmuşlardır.

20. Yürütülen soruşturma neticesinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 3/3/2015 tarihli iddianamesiyle polis memurları hakkında hakaret ve Yunus Demir'e yönelik kasten yaralama suçundan, başvurucular hakkında ise görevi yaptırmamak için direnme ve hakaret suçlarından, Yunus Demir hakkında ayrıca tehdit suçundan cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmıştır.

21. Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 17/6/2015 tarihli kararıyla;

i. Başvuruculardan Naim Erdoğan, Murat Tavşan, Edip Elma'nın görevi yaptırmamak için direnme suçundan beraatlerine,

ii. Yunus Demir'in görevi yaptırmamak için direnme suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, tehdit suçundan ceza verilmesine yer olmadığına,

iii. Dört başvurucunun kamu görevlisine hakaret suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına,

iv. Polis memurlarının başvuruculara yönelik hakaret suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına,

v. Polis memurlarının başvurucu Yunus Demir'e yönelik yaralama suçundan adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

22. Kararın gerekçesi şöyledir:

"Olay tarihinde yunus ekibi olarak nitelenen motosikletli timler amirliğinde görevli polis memurları olan müşteki sanıklar N.K., İ.Y., E.A. ve R.A.'nın diğer müşteki sanıkların içinde bulunduğu araçtan şüphelenerek durdurup kimlik kontrolü yapmak istedikleri sırada müşteki sanıklardan Naim Erdoğan'ın kimliğini göstermesi sırasında tavrı nedeniyle aralarında tartışma çıktığı, bunun üzerine müşteki sanık Yunus Demir'in güvenlik görevlilerinin üzerine yürüdüğü ve müşteki sanık E.A.'nın kolundan tutarak büktüğü ve 'senin kafanı kopartırım' şeklinde tehdit ettiği, diğer müşteki sanıkların da olaya müdahale etmesi üzerine güvenlik görevlilerince biber gazı sıkılarak etkisiz hale getirildikleri, yine bu olayın başlangıcında müşteki sanıkların 'i...ler siz kimsiniz, s.k edin gidin' şeklinde polis memurlarına hakaret ettikleri, polis memurlarının da 'burası Iğdır değil, Bitlis değil' diyerek sinkaflı şekilde küfür ettikleri, müşteki sanık Yunus'u gözaltına almaya çalışırken görev sınırlarını aşarak kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle adli tıp raporunda belirtildiği şekilde yaraladıkları, karşılıklı anlatımlar, adli muayene raporları, olay tutanağı ve dosya kapsamından anlaşılmakla müşteki sanık Yunus Demir'in polis memurlarına karşı tehdit ve cebir suretiyle görevi yaptırmamak için direnme suçunu işlediği, Yunus Demir ile birlikte diğer müşteki sanıklar Naim Erdoğan, Murat Tavşan ve Edip Elma'nın tüm polis memurlarına hitaben alenen hakaret suçunu işledikleri, polis memurlarının da kamu görevlisinin nüfuzun kötüye kullanmak suretiyle müşteki sanık Yunus Demir'in yaralanmasına sebebiyet verme suçunu ayrıca diğer müşteki sanıklara karşı polis memurlarının alenen hakaret suçunu işledikleri anlaşılmakla müsnet suçlardan ayrı ayrı cezalandırılmalarına, polis memurlarının müşteki sanık Yunus Demir'e yönelik yaralama suçunda haksız tahrik altında olayı gerçekleştirdikleri kanaatine varıldığından cezalarında indirim yapılmasına, polis memurları olan müşteki sanıkların diğer müşteki sanıklara, diğer müşteki sanıkların polis memurlarına yönelik hakaret suçlarında kişiye yönelik değil gruba yönelik olarak bir suç işleme kararının icrası cümlesinden olarak zincirleme suç niteliğinde hakaret suçunu işledikleri anlaşıldığından TCK 43 maddesi uyarınca cezalarında artırım yapılmasına karar vermek gerekmiş, her ne kadar müşteki sanıklar Naim Erdoğan, Murat Tavşan ve Edip Elma hakkında polis memurlarına karşı görevi yaptırmamak için direnme suçundan kamu davası açılmış ise de, dinlenen polis memurları ve dosya kapsamından bu müşteki sanıkların söz konusu suçu işlediklerine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığından beraatlerine karar vermek gerekmiş, keza Yunus Demir'in direnme suçunu tek başına ve müşteki sanık E.A. isimli polis memuruna karşı gerçekleştirdiği anlaşıldığından TCK 265/3 VE 43/2 maddeleri uyarınca cezasında artırım yapılmasına karar verilmemiş, Yunus Demir hakkında tehdit suçundan da kamu davası açılmış ise de, eylemin görevi yaptırmamak için direnme suçunun unsuru olduğu anlaşıldığından bu suçtan ceza verilmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiş..."

23. Başvurucuların hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı yaptıkları itiraz, Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/7/2015 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

24. Anılan kararın 6/8/2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine başvurucular 2/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.

D. Disiplin Soruşturması

25. Yapılan incelemede başvuruya konu olaya ilişkin olarak ilgili polis memurları hakkında bir disiplin soruşturmasının başlatılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İLGİLİ HUKUK

26. 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun 16. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Zor ve silah kullanma

Madde 16-(Değişik: 2/6/2007-5681/4 md.)

Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.

Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir.

İkinci fıkrada yer alan;

a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,

b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,

ifade eder.

Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.

..."

27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 256. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

 “Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.”

28. 5237 sayılı Kanun’un 86. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) (Ek fıkra: 31/3/2005 – 5328/4 md.) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

29. 5237 sayılı Kanun'un 94. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

30. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."

31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin (5), (6) ve (7) numaralı fıkraları şöyledir:

 “…

 (5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

 (7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 18/4/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

33. Başvurucular; polis memurları tarafından sözlü ve fiziksel olarak kötü muameleye tabi tutulduklarını, karakol kamera kayıtlarının talep etmelerine karşın dosyaya getirilmediğini, işkence suçunu oluşturmasına karşın kasten yaralama suçundan dava açıldığını, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar verilerek faillerin cezasız bırakıldığını belirterek Anayasa'nın 17. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

B. Değerlendirme

34. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak 17. maddesi şöyledir:

 “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tâbi tutulamaz.

...”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

35. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Anayasa’nın 17. Maddesinin Maddi Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

36. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

37. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

38. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet; bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 51).

39. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 82).

40. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidirler. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

41. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 23). Değerlendirmeye esas alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri, § 83).

42. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğinin belirlenebilmesi için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

43. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

44. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

45. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen, aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

46. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

ii. Başvurucu Yunus Demir Yönünden İlkelerin Olaya Uygulanması

47. Başvuru konusu olay, polis memurları tarafından darbedildiğini ileri süren başvurucunun kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

48. Somut olayda, kimlik gösterilmesi istenen başvurucular ile polis memurları arasında yaşanan tartışma sonrasında başvurucu darbedildiğini ileri sürmektedir. Polis memurları ise başvurucuların kendilerine saldırdıklarını, darp iddiasının doğru olmadığını ileri sürmüşlerdir.

49. Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında polis memurlarına ait görev çizelgeleri toplanmış, şüpheli ifadelerine ve müşteki beyanlarına başvurulmuştur. Dosyada başvurucunun yaralanmasına ilişkin adli muayene raporu mevcuttur.

50. Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada, dosya kapsamındaki deliller değerlendirilerek başvurucu Yunus Demir'in polis memurları tarafından darbedildiği sabit görülmüştür.

51. Yunus Demir'in de aralarında bulunduğu başvurucuların olay tarihinde polis memurları tarafından gözaltına alındıklarının sabit olması ve Yunus Demir'in sağlık raporuyla tespit edilen yaralanmaları değerlendirildiğinde Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesinin anılan kabulünden ayrılmayı gerektirir bir durum tespit edilmemiştir.

52. Anayasa Mahkemesi, hukuka aykırı ya da orantısız şekilde gerçekleşen kuvvet kullanımının derece mahkemeleri tarafından tespit edildiği hâllerde Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşmak için başkaca bir değerlendirmeye gerek görmemektedir.

53. Başvuruya konu olayın meydana geliş şekli değerlendirildiğinde -her ne kadar polis memurları tarafından Yunus Demir'in kendilerine saldırdığı iddia edilmiş ise de- Yunus Demir'in fiilî bir saldırısının sabit görülmediği, sağlık raporuyla tespit edilen yaralanmalarının, özellikle baş bölgesine aldığı darbelerin polis memurlarınca açıklanamadığı, başvurucu Yunus Demir'in polis memurları tarafından diğer başvuruculardan ayrılarak farklı bir araçla, farklı bir karakola götürülmüş olduğu, başvurucunun maruz kaldığı eylem nedeniyle burun, göz ve kulağında olmak üzere kafa bölgesinde yaralanmalar meydana geldiği, başvurucunun maruz kaldığı eylemin süresi, amacı, etkisi ve sonuçları birlikte değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilebileceği tespit edilmiştir.

54. Somut olayda anılan eylem nedeniyle ceza kovuşturması yürütüldüğü dikkate alındığında bu durumun başvurucuya yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında değil ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76).

55. Usul boyutuna ilişkin olarak yapılacak incelemenin de konusu olmakla birlikte bu aşamada, mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından gerekli olduğu kadarıyla başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemlerde bulunduğu tespit edilen sanıklar hakkında başvurucu Yunus Demir'e yönelik eylemleri nedeniyle kamu görevlilerinin nüfuzunu kötüye kullanmak suretiyle kasten yaralama suçundan 180 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına hükmedilmiş, haksız tahrik ve iyi hâl indirimi yapılarak 75 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına, günlüğü 20 TL'den hesaplanarak 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. İlgili polis memurları hakkında bir disiplin soruşturması da yürütülmediği anlaşılmıştır.

56. Başvurucunun sağlık raporlarında tespit edilen yaralanmaları ve Anayasa Mahkemesince eylemin eziyet olarak nitelendirildiği dikkate alındığında gerek 1.500 TL sonuç adli para cezasına hükmedilmesi gerek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının sanıklar açısından caydırıcılık ve başvurucu açısından etkili giderim sağlayacak yeterlilikte olmadığı ve sonuç olarak başvurucu Yunus Demir'in mağdur sıfatının devam ettiği anlaşılmaktadır.

57. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

iii. Diğer Başvurucular Yönünden İlkelerin Olaya Uygulanması

58. Başvurucular Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldıklarını ileri sürmektedirler. Dosyanın incelenmesinden bu başvurucular yönünden dile getirilen kötü muamele iddialarının -hakaret iddiası dışında- derece mahkemelerince incelenmediği anlaşılmaktadır. Bu iddiaların maddi boyutu yönünden inceleme yapılabilmesi için Anayasa Mahkemesinin elinde yeterli bilgi ve belge bulunmadığından bu başvurucular yönünden incelemenin usul boyutuyla sınırlı olarak yapılması gerektiği ve maddi yönünden bu aşamada değerlendirme yapılamayacağı sonucuna ulaşılmıştır.

b. Anayasa’nın 17. Maddesinin Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

i. Genel İlkeler

59. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

60. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa anılan madde sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

61. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

62. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin olarak hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56). Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127).

63. Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).

64. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmekte; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması olarak ortaya çıkabilmektedir (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, § 100).

65. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etkinin ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, § 101).

ii. Başvurucu Yunus Demir Yönünden İlkelerin Olaya Uygulanması

66. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan yargılamanın nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği söylenemeyecek olmakla birlikte mahkemelerin hukuku, sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir (Süleyman Deveci; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016; Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016).

67. Bu durumda polis memurları hakkında verilen cezanın sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi yönündeki gerekliliği sağlayıp sağlamadığı değerlendirilmelidir.

68. Bu noktada öncelikle ilgili mevzuatın derece mahkemelerine, sanıklara verilecek cezayı takdir etme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını uygulama olanağı verdiğini belirtmek gerekir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını uygulamak bir zorunluluk olmayıp bu konuda hâkime tam bir takdir yetkisi tanınmıştır. Hâkimin takdiri ile sanığın beş yıllık deneme süresi içinde yeni bir suç işlememesi durumunda kararın uygulanmaması ve söz konusu davanın ilgili kanun gereğince otomatik olarak düşmesi söz konusudur.

69. Somut olayda, başvurucu Yunus Demir'i -Anayasa Mahkemesince yukarıda eziyet olarak nitelendirilecek şekilde- darbettikleri tespit edilen polis memurlarının her biri hakkında 1.500 TL sonuç adli para cezası öngörülerek hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi, kamu görevlilerin karıştığı bu tür eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı izlenimi oluşturabilir; adalete ve hukuk devletine olan güvenin sarsılmasına yol açabilir.

70. Tespit edilen eylemlerin niteliği karşısında verilen 1.500 TL sonuç adli para cezası ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıyla, incelenen hak yönünden soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından biri olan sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları koşulunun yerine getirilmediği, başvurucu açısından uygun ve yeterli bir giderim sağlanmadığı anlaşılmaktadır.

71. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

iii. Diğer Başvurucular Yönünden İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Başvurucular tarafından Cumhuriyet Başsavcılığına verilen şikâyet dilekçesinde polis memurları tarafından darbedildikleri yönünde iddiaları bulunmasına karşın anılan hususun araştırılmadığı, gerek soruşturma gerek kovuşturma aşamasında bu iddiaların cevapsız bırakıldığı anlaşılmaktadır.

73. Bireysel başvuruya konu edilen adli süreçte polis memurlarının başvurucular Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan'a yönelik hakaret suçları nedeniyle iddianame düzenlendiği ve yargılama sonucunda hakaret suçu sabit görülerek polis memurlarının 2.200 TL sonuç adli para cezası ile cezalandırılmalarına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Sözlü şiddet iddiası ile sınırlı tutulan yargılamada öngörülen ceza ile hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının yargılamaya konu edilen suçla açıkça orantısız olduğu sonucuna ulaşılmamaktadır. Ancak başvuruculara yönelik darp iddialarının araştırılmamış ve adli sürece konu edilmemiş olması etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlali niteliğindedir.

74. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan kötü muamele yasağının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

75. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

76. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

77. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

78. Anayasa Mahkemesinin tespit edilen ihlalin giderilmesi amacıyla yeniden yargılama yapılmasına hükmettiği hâllerde ilgili usul kanunlarında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak yargılamanın yenilenmesi sebebinin varlığının kabulü ve önceki kararın kaldırılması hususunda derece mahkemesinin herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Zira ihlal kararı verilen hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemesi Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

79. Başvurucular her biri için 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır.

80. Başvurucu Yunus Demir yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının maddi ve usul boyutunun; başvurucular Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

81. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Yunus Demir yönünden varılan ihlal sonucu hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesine; Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan yönünden varılan ihlal sonucu hakkında yeniden yargılama (soruşturma) yapılmak üzere Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

82. Başvuruculardan Yunus Demir'e 25.000 TL; Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan'ın her birine 15.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

83. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Başvurucu Yunus Demir yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Başvurucu Yunus Demir yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında koruma altına alınan eziyet yasağının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

3. Diğer başvurucular yönünden Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere -başvurucu Yunus Demir hakkındaki ihlal sonucu gereği- Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2015/231, K. 2015/526), -Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan hakkındaki ihlal sonucu gereği- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2014/132409) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculardan Yunus Demir'e 25.000 TL, başvurucular Edip Elma, Murat Tavşan ve Naim Erdoğan'ın her birine 15.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCULARA MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/4/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

DOĞUKAN BİLİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/15736)

 

Karar Tarihi: 29/5/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 9/7/2019-30826

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Burhan ÜSTÜN

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucu

:

Doğukan BİLİR

Vekili

:

Av. Ali ÇUVALCI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Gezi Parkı olayları sırasında eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurular 25/9/2014, 19/1/2015 ve 8/1/2016 tarihlerinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. 2015/1091 ve 2016/926 numaralı bireysel başvuru dosyalarının aralarındaki hukuki bağlantı nedeniyle 2014/15736 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2014/15736 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

A. Genel Bilgiler

10. 1990 doğumlu, üniversite öğrencisi olan ve ailesiyle birlikte Eskişehir’de yaşayan başvurucu, Gezi Parkı olayları kapsamında 2/6/2013 günü Eskişehir’de düzenlenen gösteriye katılmıştır.

11. Başvurucu, gösteriler sırasında polislerle sivil bir vatandaş tarafından sokak ortasında ağır şekilde darbedildiğini öne sürerek şikâyetçi olmuştur.

12. Polis, olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısına derhâl bilgi vermiş; Savcılık konunun araştırılması talimatını vermiştir.

13. Eskişehir Emniyet Müdürlüğü 5/6/2013 tarihinde fezleke hazırlayarak Eskişehir Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) göndermiştir. Savcılığın 2013/15759 No.lu soruşturmasına kaydedilen dosyada Cumhuriyet savcısı 10/6/2013 tarihinde Eskişehir Asayiş Şube Müdürlüğüne müzekkere yazarak suç faillerinin kimliklerinin tespit edilmesini ve yakalanmasını, aksi takdirde arama çalışmaları hakkında 3/6/2014 tarihine kadar üç ayda bir olmak üzere bilgi verilmesini istemiştir. Bu soruşturma, Savcılığın Eskişehir’de Gezi Parkı olayları kapsamında yürütülen 2013/15785 sayılı soruşturmasıyla 12/6/2013 tarihinde birleştirilmiştir. 9/5/2014 tarihli kararla başvurucunun yaralandığı olayla ilgili dosya tefrik edilmiş, Savcılığın 2014/14299 sayılı soruşturması üzerinden tahkikat sürdürülmüştür.

14. 6/2/2014 gününe kadar bu müzekkereye cevap verilmemesi üzerine Savcılık, yazı gereğinin yerine getirilmesini Emniyet Müdürlüğünden istemiştir. Bu yazıya da cevap verilmeyince başvurucu vekili 8/5/2014 tarihinde soruşturmanın ilerlemesini engelleyen kolluk görevlileri hakkında suç ihbarında bulunmuştur. Bu konudaki soruşturma da aynı dosya üzerinden yürütülmüştür.

15. 2013/15785 No.lu soruşturmada 28/2/2014 tarihinde tanzim edilen tutanağa göre Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının 24/9/2013 tarihli tevdi raporunun sehven başka bir savcının uhdesinde bulunan 2013/24449 veya 2013/18122 No.lu soruşturma dosyalarından birinin içine girdiği tespit edilerek rapor, ilgili dosyaya eklenmiştir.

B. Başvurucunun Beyanları

16. Başvurucu 3/6/2013 tarihinde tedavi gördüğü hastanede polis memurlarına, 5/9/2013 tarihinde olayla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının yürüttüğü idari soruşturmada ve kovuşturmada olayla ilgili olarak şu iddiaları dile getirmiştir:

- Başvurucu, birkaç arkadaşıyla birlikte 2/6/2013 tarihinde Espark’ta düzenlenen Gezi Parkı eylemlerine katılmıştır. Saat 01.00 civarında eylemden ayrılmak üzereyken toplumsal olaylara müdahale araçlarından (TOMA) biri su sıkarak yaklaşmıştır. Bunun üzerine başvurucu ve arkadaşları olay yerinden kaçmak için koşmaya başlamıştır. Bu sırada arkadaşlarından ayrıldığını fark eden başvurucu, Asarcıklı Caddesi’ne yönelmiştir. Yunus Emre Caddesi’nde Çevik Kuvvet polisini görünce B… Otel’in bulunduğu sokağa girmiştir. Sokak başında kısa bir süre bekledikten sonra polisin hareketlendiğini görünce otele doğru koşmaya başlamıştır. Bu sırada elleri sopalı, ikisi gaz maskeli, dört beş kişi sopalarla başvurucuya saldırmıştır.

- Bu kişilerden kurtulmak için karşı tarafa yöneldiğinde orada da bir grubun beklediğini gören başvurucu, ani bir refleksle geri dönmüştür. Burada maskeli, sivil giyimli bir polisle onun arkasından gelen iki kişi başvurucuyu yaralamıştır. Yere düşen başvurucuya polisler copla vurmuştur. Başvurucu buradan da kaçınca bina arasında kuytu bir yere girmiş, burada tekrar yedi sekiz kişi tarafından dövülmüştür. Başvurucunun kimliğini polislerden biri almıştır. Polis gitmesine izin verince Asarcıklı Caddesi’ne yönelen başvurucuyu önüne çıkan sivil giyimli ve maskeli bir kişi coplamış, başvurucunun dişi çıkmıştır. Aldığı darbelerin tesiriyle yere düşen başvurucu araçların arasına sürünerek saklanmıştır. İki bina arasına sığınarak babasını arayan başvurucuyu bir müddet sonra gelen babası Eskişehir Asker Hastanesine götürmüştür. Başvurucu kendisini yaralayan kişilerin eşkâllerini hatırlayamadığını söylemiştir.

C. Sanıkların Savunmaları

1. Polis Memurlarının Savunmaları

17. Polis memuru sanıklar Ş.G., S.B. ve H.E.nin idari soruşturma, Savcılık soruşturması ve kovuşturmadaki savunmaları şöyle özetlenebilir:

- Resmî elbise giyilmesi yönünde bir emir verilmediği için Polis Memuru Ş.G. sivil kıyafetle olay yerine gitmiştir. Diğer polislerin üniforma giyip giymedikleri konusunda ifadelerinde bir açıklama bulunmamaktadır. Yunus Emre Caddesi üzerindeki eylemcilere Çevik Kuvvet defalarca müdahale etmiş, her müdahale sonrası eylemciler ara sokaklara kaçıp civardan temin ettikleri cisimleri caddeye fırlatmıştır. Birçok polis memuru bu cisimlerin isabet etmesi sonucunda yaralanmıştır.

- Çevik Kuvvetin son müdahalesinden sonra amirlerin sözlü talimatı üzerine eylemcilerin cisim atmalarını önlemek, esnaf ve sivil vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlanmak ve gruptan ayrılan eylemcilerin tekrar birleşmelerine engel olmak için polislerden bazıları Sanayi Sokak’a girmiştir. Polisler burada bir fırının önünde beklemişler; S.K. isimli, sivil vatandaş olduğunu olaydan sonra basında çıkan haberlerden öğrendikleri kişiyi görmüşlerdir. Bu sırada S.K. ile fırıncılar sohbet etmektedir.

- Çevik Kuvvet polislerine saldıran bir grup gösterici, Asarcıklı Caddesi girişinde bekleyip ellerinde bulunan maddeleri polise fırlatmaya devam etmiştir. Cadde sonunda bekleyen gruba Çevik Kuvvet müdahale edince yedi sekiz kişilik bir grup Sanayi Sokak'a girmeye çalışmıştır. Polisin göstericileri uyarması sonucu gurubun bir kısmı sokağa giremeden geri dönerek kaçmıştır. İsmini sonradan basından öğrendikleri Doğukan Bilir’in (başvurucu) de aralarında olduğu üç kişi sokağa girmiştir. Sokağın karşı tarafında görevli polisleri gören bu kişiler geri döndükleri esnada Doğukan Bilir’in elinde şişeye benzer bir cisim olduğunu düşünen Polis Memuru S.B., Doğukan Bilir’e omuz vurarak gözaltına almak üzere onu yakalamıştır. Guatr hastası olan ve iki ay önce apandisit ameliyatı geçirdiğinden hareket kabiliyeti kısıtlı olan Polis Memuru H.E. gazdan etkilenmiştir. H.E.nin gaz maskesi kullanmayı tam olarak bilmemesi de bu tesiri yoğunlaştırmıştır. Ş.G., diğer Polis Memuru S.B.ye yardım etmek üzere yanına gitmiştir. Doğukan Bilir daha iri ve uzun olduğu için S.B. onu yakalamakta zorlanmıştır. Yakalamaya direnen Doğukan Bilir’in mukavemetini kırmak için S.B. copla birkaç kez başvurucunun bacaklarına vurmuştur. S.B. ve Ş.G. Doğukan Bilir’in kolundan tutup onu kelepçeleyecekleri esnada sonradan adını basından öğrendikleri S.K. isimli sivil vatandaş polisin arkasından yaklaşarak Doğukan Bilir’e elindeki bir cisimle vurmak üzere hamle yapmıştır. S.K. polislerin arkasında olduğu için polisler onu fark edememiştir.

- Doğukan Bilir, S.K.nın elinde cisimle geldiğini görünce ani bir hamleyle polisin elinden kurtularak göstericilerin bulunduğu eski otogar istikametine doğru koşmaya başlamıştır. Doğukan Bilir'i S.B. kovalamış ancak sendeleyerek yere düştüğü için yakalayamamıştır. S.K. da Doğukan Bilir’in peşinden gitmiştir. Polisin sayıca az olması ve kaçan bu kişilerin diğer göstericilerin arasına karışması nedeniyle Doğukan Bilir yakalanamamıştır. Polisler, kamu görevlisi olmayan S.K.dan yardım istememiştir. İki ay önce ameliyat olan guatr hastası H.E.nin Doğukan Bilir’e yönelik bir müdahalesi olmamıştır.

- Doğukan Bilir’in ifadeleri incelendiğinde kendisi aynı gece farklı yerlerde, birkaç kez, birden fazla kişi tarafından darpbedilmiştir. Yakalama işlemi sırasında Doğukan Bilir’in direnmesi sebebiyle ilk etapta S.B. belden aşağısına kısa mesafede cop kullanmış ancak diğer iki polis bu kişiye karşı fiziki bir müdahalede bulunmamıştır.

2. Kamu Görevlisi Olmayan Sanık S.K.nın Savunmaları

18. Olay yerinde bulunan sivil şahıs S.K.nın idari soruşturma, soruşturma ve kovuşturmadaki savunmaları şöyle özetlenebilir:

- Doğukan Bilir’i önceden tanımamaktadır. Olaydan yarım saat önce Yunus Emre Halk Çarşısı ile pazar yeri yakınlarında, ara sokakta yaklaşık on gösterici S.K.yı darbetmiştir. Olay gecesi saat 00.30 civarında ismini bilmediği fırının köşesinde beklerken yakında bulunan aracını alıp eve gitme telaşı içindedir. Fırının bulunduğu yerden B… Otel'in köşesine gelerek sokakta gösterici olup olmadığını kontrol etmek istemiştir. Göstericilerin sokakta bulunmaları hâlinde ise o sokağa girmeyi düşünmemektedir. Sokağın başına geldiğinde iki kişi, sonradan Doğukan Bilir olduğunu öğrendiği göstericinin kollarından tutmuş beklemektedir. Doğukan Bilir’i tutan iki kişinin polis olduğunu düşünerek yanlarına yaklaşmıştır. Polislerin müştekiye (başvurucu) vurduğunu görmemiştir.

- Sivil polisler tarafından kollarından tutulan müştekiye elindeki sopayla yönelmesinin nedeni, bu kişinin kendisini darbeden göstericilerden biri olduğunu düşünmesidir. Müştekinin kendisini darbedenlerden biri olmadığını anlayınca ona vurmaktan vazgeçmiştir. Doğukan Bilir'e kimin vurduğunu görmemiştir.

D. Otel İşletmecisi Tanık E.G.nin Anlatımı

19. Olay yerindeki bir otelin işletmecisi olan tanık E.G.nin idari soruşturma, soruşturma ve kovuşturmadaki ifadeleri şöyledir:

- Olayı tüm ayrıntısıyla otelin penceresinden izlemiştir. Doğukan Bilir’i kaçarken otelin önünde gaz maskeli, sivil giyimli, elinde uzun bir cop veya sopa bulunan biri yakalamıştır. Hemen akabinde maskesiz ve elinde sopa veya cop bulunan bir başka kişi gelmiştir. Polis olduğunu düşündüğü ancak yüzlerini tam olarak göremediğinden teşhis edemeyeceği bu iki kişi, ellerindeki sopa veya copla yakaladıkları kişinin (başvurucu) bacaklarına doğru vurmaya başlamıştır. Tam bu sırada S.K. olduğunu sonradan öğrendiği sivil vatandaş polislerin elindeki Doğukan Bilir’e yaklaşarak kafasına elindeki meşe sopasıyla vurmuştur. Bu arada gaz maskeli ve eli sopalı dördüncü bir şahıs daha gelmiş fakat bu kişi müştekiye vurmamıştır. Doğukan Bilir bunların elinden kurtularak eski otogar istikametine doğru kaçmaya başlayınca S.K. onu takip etmiştir. Ertesi sabah Doğukan Bilir’in babası E.B. otele gelmiş ve polislerin çocuğunu dövdüğünü görüp görmediğini sormuştur. Başvurucunun babasına olayı baştan sona gördüğünü, çocuğunu S.K. isimli şahsın dövdüğünü söyleyerek kamera görüntülerini babasına izletmiştir. S.K.nın olay yerinde düşürdüğü ve kendisinin daha sonra bulduğu künyeyi E.B.ye vermiştir.

E. Doktor Raporları

20. Eskişehir Asker Hastanesinin 3/6/2013 tarihli kesin adli muayene raporundaki bulgular şöyledir: Sol kaş üzerinde lateralde (yan taraf) 2 cm çapında şişlik, sağ maksiller (üst çene) bölgede 1 cm uzunluğunda cilt erozyonu, burun yanında 1 cm cilt erozyonu, alt dudak solda 3 cm uzunluğunda şişlik ve 1 cm uzunluğunda laserasyon (yırtılma), sol dudak lateralinde 2 cm uzunluğunda yüzeysel cilt erozyonu, sırttasağ skapular (kürek kemiği) bölge üzerinde vertikal (dikey) 2 adet 20 cm, sol skapula üzerinde transvers (yatay) 3 adet 20 cm, solda kostolomber (bel kaburgası) ve lomber (bel) bölgede iki adet 20 cm uzunluğunda ekimoz, sağ kol lateralinde 2 adet 10 cm uzunluğunda transvers ekimoz, sol kol lateralinde 1 adet 20 cm uzunluğunda transvers ekimoz, sağ patella (diz kapağı) lateralinde 1 cm çapında laserasyon, sol bacak lateralinde 2 adet 10 cm uzunluğunda ekimoz, sol kaş lateralde 2 cm çapında şişlik mevcuttur. Mevcut yaraların kişiyi hayati tehlikeye sokmadığı, yüzde sabit iz bırakmayacağı, beş gün iş ve güce engel teşkil ettiği, basit tıbbi müdahaleyle giderilebileceği bildirilmiştir.

21. Aynı gün, aynı Hastanede diş hekiminin düzenlediği raporda şu bilgiler mevcuttur: Alt çene 41, 31 ve 32 No.lu dişlerde luksasyon (travmaya bağlı olarak dişin yuvasından ayrılması), alt ve üst çene labial mukozalarda (dudak iç kısmı) post travmatik ödem, mandibular (alt çene) labial mukozanın iç yüzeyinde alt kesici dişlerin kenarlarına uygun hizada yaklaşık 1 cm boyunda kesi, sol mandibular labio angular (alt çene dudak kenarı) bölgede travma sonrası ödem, sol mandibular simfiz (kaynaşma noktası) bölgesi yumuşak dokuda 1 cm uzunluğunda vertikal kesi saptanmıştır.

F. Görüntü İzleme ve Teşhis Tutanakları

22. İdari tahkikatı yapan müfettişler 12/9/2013 tarihinde başvurucu Doğukan Bilir’e otelin kamera görüntülerini izlettirmiştir. Bu hususta düzenlenen tutanaktaki bilgiler şöyledir:

 “…03/06/2013 günü (kamera saati ile) saat:00.15.40 zaman diliminde görünen ve sokağa doğru koşan toplam (4) kişiden en sağ ön taraftaki koyu renkli kapri şort, spor ayakkabı ve uzun gömlek bulunan şahsın kendisinin olduğunu, yine aynı sokakta kamera saati ile 00.15.58 ile 00.16.10 arasındaki görüntüde uzun saçlı ve saçlarının arkadan bağlı olan, üzerinde uzun kollu kareli gömlek bulunan şahsın kendisinin olduğunu teşhis etmiştir. Elindeki sopa veya coplarla kendisine vuran (3) kişiden sağ ve sol tarafında bulunan ve kendisini tutan kişilerin polis olduklarını düşündüğünü ancak kim oldukları hakkında herhangi bir fikrinin olmadığını, sonradan gelen ve direk kafasına vurmaya çalışan kişinin ise [otel sahibi E.G.den] öğrendiğine göre fırıncılardan [S.K.] isimli şahıs olduğunu beyan etmiştir.”

G. Polis Memurları Hakkında Yapılan Disiplin Soruşturması

23. Eskişehir İl Polis Disiplin Kurulunun 28/1/2014 tarihi kararıyla Polis Memuru Ş.G., S.B. ve H.E. hakkında Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü'nün 7. maddesinin (B) fıkrasının (1) No.lu bendi uyarınca hizmet içinde resmî sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak eyleminden on altı ay süreyle kademe ilerlemesinin durdurulmasına karar verilmiştir. Kararda Polis Memuru S.B.nin başvurucuyu yakalayarak bacağına copla vurduğu, daha sonra gelen Polis Memuru Ş.G.nin S.B.ye yardım ederek darp eylemine katıldığı, H.E.nin başvurucuya bir müdahalede bulunmadığı kabul edilmiş; her üç polisin de başvurucuyu yaralayan sivil vatandaş S.K.ya karşı herhangi bir müdahalesinin olmadığı tespiti yapılmıştır.

H. Soruşturma ve Kovuşturma Neticesinde Verilen Kararlar

1. Savcılığın Müzekkeresine Yanıt Vermeyen Kişiler Hakkında Yapılan Soruşturma

24. Savcılık, müzekkeresine yanıt vermeyen ve kimlikleri tespit edilmeyen Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü görevlileri hakkında adli görevi kötüye kullanma, başvurucuyu yaraladığı öne sürülen dört polis amir ve memuru hakkında 9/5/2014 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…polis baş müfettişlerince inceleme yapılmış, inceleme raporu, soruşturma evrakı içerisinde mevcut 28/02/2014 tarihli tutanak içeriğinde de anlaşılacağı üzere sehven [başka bir savcının baktığı] 2013/24469 veya 2013/18122 soruşturma sayılı dosyalardan birisi içerisine girmesi nedeniyle esasen ilişkili olduğu mevcut soruşturma dosyasına 28/02/2014 tarihinde konulmuş ise de, şüphelilerin tespit edilmiş olduğu, polis başmüfettişlerinin inceleme raporlarının soruşturma evrakına belirtilen tutanak gereğince gecikmeli olarak intikal ettirilmesinin dava zamanaşımı vs. yönünden hak kaybına neden olmadığı anlaşılmıştır.

Hâl böyle iken müşteki vekili Av. Ali Çuvalcı 08/05/2014 havale tarihli iki sayfadan ibaret dilekçesinin birinci sayfası açıklamalar bölümü 2 nolu bendinde 10/06/2013 tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü'ne şüphelilerin tespit edilmesi talep edilerek yazı yazıldığını, bu yazının 06/02/2014 tarihinde tekit edilmiş olmasına rağmen herhangi bir işlem yapılmamasının sebebinin taraflarına bildirilmesini, görevini yapmayan ve soruşturmayı engellemeye çalışan kolluk görevlilerin tespit edilerek haklarında soruşturma yürütülmesini iddia ve şikayet ettiği,

Yine müşteki vekili Av. Ali Çuvalcı 08/05/2014 havale tarihli iki sayfadan ibaret dilekçesinin birinci sayfası 3 nolu bendinde müvekkili müştekinin darp edilmesi olayının basit bir kasten yaralama olayı olmayıp TCK 94/1 maddesi kapsamında işkence suçunu oluşturduğunu iddia ettiği görülmüştür.

Buna göre,

Eskişehir C. Başsavcılığı'nın bilgisi dahilinde polis baş müfettişlerince müşteki Doğukan Bilir'in darp edilmesi olayının incelemesinin yapılması nedeniyle müştekiye yönelik darp eylemini gerçekleştiren ve tespit edilen (darp suçunu işleyen şüpheliler) kişiler yönünden evrakın gereğinin yerine getirildiği, soruşturma evrakı içerisinde mevcut 28/02/2014 tarihli tutanak içerisinde belirtilen gerekçeye istinaden müştekinin darp edilme olayının tahkikat evrakının gecikmeli olarak ilişkili olduğu soruşturma dosyasına konulması olayında Emniyet Asayiş Şube Müdürlüğü ve adliye personeli bakımından görevi kötüye kullanma kastının olmadığı, bu itibarla ortada tahkikatı gerektirir suç unsurunun bulunmadığı anlaşıldığından, müşteki vekilinin bu yöndeki şikayeti yönünden kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,

Her ne kadar müşteki vekili müvekkili müştekiye yönelik darp eyleminin işkence suçunu oluşturduğunu iddia etmişse de, atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı, müştekinin soruşturma evrakı içerisinde mevcut bilgi, belge ve beyanlara göre darp edilmesi olayının kasten yaralama eylemini oluşturduğu, bu nedenle şüpheliler hakkında işkence suçundan kamu adına KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA...[karar verilmiştir.]

25. Kovuşturmasızlık kararına başvurucunun yaptığı itiraz, Eskişehir 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 22/8/2014 tarihinde reddedilmiştir. Şüpheliler hakkında kasten yaralama suçundan dava açılması, işkence iddiasının kasten yaralama suçundan açılan davadaki eylemin nitelendirilmesini ilgilendirmesi ve kararda gösterilen diğer nedenlerin yerinde görülmesi ret kararının gerekçesini oluşturmaktadır.

26. 11/9/2014 tarihinde kendisine tebliğ edilen kovuşturmama kararına karşı başvurucu 25/9/2014 tarihinde süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

2. Üçü Polis Dört Sanık Hakkında Açılan Kamu Davası

27. Savcılığın 9/5/2014 tarihli iddianamesiyle üçü polis olmak üzere dört kişi hakkında 9/5/2014 tarihinde kasten yaralama suçundan (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. İddianamenin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Müştekinin müracaatı üzerine tahkikat başlatılmış olup, soruşturma evrakı içerisinde mevcut Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı'nın 24/09/2013 tarihli … sayılı tevdii raporu içeriğinden de anlaşılacağı üzere olaya ilişkin polis baş müfettişlerince inceleme yapılmış, inceleme raporu içeriğinden ve bu raporun atıfta bulunduğu adli emanette kayıtlı CD'ye ilişkin görüntü inceleme ve tespit tutanağı içeriğinden de anlaşılacağı üzere suç tarihinde Eskişehir İl Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı polis memuru olarak görev yapan şüpheliler [H.E., S.B. Ş.G.nin cop] ile orada bulunan sivil şahıs şüpheli [S.K.nın] ele geçirilemeyen ancak aşındırıcı ve bereleyici özelliği nedeniyle silahtan sayılan sopa ile vurmak suretiyle müştekiyi ‘basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek tarzda’ döverek yaraladıkları… [iddia edilmiştir.]

28. Asliye Ceza Mahkemesi 16/9/2014 tarihinde eylemin işkence suçunu oluşturabileceği değerlendirmesiyle dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

29. Sanıkların görevsizlik kararına yaptığı itiraz, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 24/9/2014 tarihli kararıyla kabul edilerek dosya 9. Asliye Ceza Mahkemesine iade edilmiştir.

30. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda sanık Polis Memuru H.E.nin delil yetersizliğinden beraatine karar verilmiştir. Polis Memuru S.B. ve Ş.G. 3.000 TL adli para cezasına mahkûm edilerek haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Kamu görevlisi olmayan sanık S.K. ise 3.000 TL adli para cezasına mahkûm edilmiştir. Bu sanığın sabıkalı geçmişi yüzünden HAGB müessesesi uygulanmamıştır. Tüm sanıklara 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 62. maddesindeki takdirî indirim nedeni uygulanarak cezaları 1/6 oranında indirilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

 “…

Her ne kadar sanık [H.E.] hakkında yaralama suçundan cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de yapılan yargılamada sanığın katılana herhangi bir müdahalesi yönünde görüntü veya kayıt elde edilemediği gibi tanığın da sanığın müdahalesinden bahsetmediği, bu haliyle sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair iddiadan başkaca tüm şüphelerden uzak mahkumiyetine yeterli kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan beraatine karar verilmiştir.

Yapılan yargılama, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre olay günü, sanık [S.K.nın] silahtan sayılan sopa ile diğer sanıklar [S.B. ve Ş.G.nin] silahtan sayılan cop ile katılana vurarak onu basit tıbbı müdahale ile giderilebilir şekilde yaraladığı adli rapor formu, CD inceleme ve tespit tutanağı, tanık beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşılmakla sanıkların mahkumiyeti ile sanık [S.K.nın] geçmişi, suç işleme eğilimi, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesine rağmen deneme süresinde yeniden suç işlemesi hususları nazara alınarak bir daha suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat oluşmadığından sanık hakkında TCK 51 ile CMK 231 maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, sanıklar [S.B. ve Ş.G.nin] sabıkasız oluşu, kişilik özellikleri, duruşmalardaki tutum ve davranışları göz önüne alınarak yeniden suç işlemeyeceğine kanaat getirildiğinden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar… [verilmiştir.]

31. Katılanın (başvurucu) HAGB kararlarına karşı yaptığı itiraz, Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesince 7/1/2015 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 19/1/2015 tarihinde süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

32. Sanık S.K. hakkında verilen mahkûmiyet ve H.E. hakkında verilen beraat kararları başvurucu tarafından temyiz edilmiştir. Yargıtay 3. Ceza Dairesi 28/10/2015 tarihinde kararı onamıştır.

33. Sanıklar S.K. ve H.E. hakkında verilen kararların onandığını 4/1/2016 tarihinde öğrendiğini belirten başvurucu, bu karara karşı da süresi içinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Ulusal Mevzuat

34. 5237 sayılı Kanun’un “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi”, “Cezanın belirlenmesi”, “Takdiri indirim nedenleri” kenar başlıklı 3., 61. ve 62. maddelerine A.S.Y. (B. No: 2015/4213, 15/11/2018, § 23); “Kasten yaralama”, “Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması”, “Görevi yaptırmamak için direnme” kenar başlıklı 86., 256. ve 265. maddelerine Vedat Şorli ve Bilal Şorli(B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64, 66, 67); “İşkence” kenar başlıklı 94. maddesine Hidayet Enmek ve Eyüpsabri Tinaş (B. No: 2013/7907, 21/04/2016, § 51); 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri”, “Adlî kolluk ve görevi” kenar başlıklı 161. ve 164. maddelerine Nesrin Demir ve diğerleri (B. No: 2014/5785, 29/9/2016, §§ 80, 81); aynı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı 231. maddesine Hamdiye Aslan (B. No: 2013/2015, 4/11/2015, § 62); 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun “Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri”, “Toplantı veya gösteri yürüyüşünün dağıtılması” kenar başlıklı 23. ve 24., 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun “Zor ve silah kullanma” kenar başlıklı 16., 30/12/1982 tarihli ve 17914 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Polis Çevik Kuvvet Yönetmeliği’nin “Olayların izlenmesi, kontrolü ve müdahale esasları” kenar başlıklı 25. maddesinin ilgili kısımları Ali Ulvi Altunelli (B. No: 2014/11172, 12/6/2018, §§ 23-25) kararında açıklanmıştır.

2. Ulusal Raporlar

35. Türkiye İnsan Hakları Kurumu tarafından Ekim 2014 tarihinde yayımlanan Gezi Parkı Olayları raporundaki tespitler Özge Özgürengin (B. No: 2014/5218, 19/4/2018, § 10) kararında özetlenmiştir.

3. Yargıtay İçtihadı

36. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin yaralama sonucunda diş kırığı veya kaybı meydana gelmişse ne şekilde uygulama yapılacağına dair üç kararının ilgili kısımları şöyledir:

 “…Katılan hakkında düzenlenen adli raporlarda yaralanmaların diş kaybı ve genel vücut travması yönünden ayrı ayrı değerlendirme yapılması ve sonuçların da buna bağlı olarak farklı olması karşısında, katılanda mevcut yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilip giderilemeyeceğine dair yeniden rapor alınıp sonucuna göre karar verilmesi [gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.] (3. Ceza Dairesi, 25/2/2013 tarihli ve E.2011/42274, K.2013/7449 sayılı kararı)

 “…sanığın yargılamaya konu eylemi sonucu müştekinin diş kaybına uğradığı iddia edilmesine göre, adli tıp kriterlerine göre diş kaybına neden olan yaralanmaların basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olamayacağı gözetilerek adli tıp kurumundan rapor aldırılması [gerektiğinin gözetilmemesi bozmayı gerektirmiştir.] (3. Ceza Dairesi, 26/2/2013 tarihli ve E.2011/40708, K.2013/7790 sayılı kararı)

 “…

Mağdur hakkında Sivas Numune Hastanesince düzenlenen 07.08.2012 tarihli raporda, 'alt sol 1 no. lu dişte aşırı lüksasyon, alt sol 1 no. lu diş ovulse' olduğunun ve meydana gelen yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmadığının diş hekimi tarafından belirtilmiş olması ve adli tıp uygulamalarına göre diş kırıklarının basit tıbbi müdahale ile giderilemeyeceği gözetilerek mağdurun adli raporunun denetime ve hüküm kurmaya elverişli olduğu değerlendirilmiş ve tebliğnamenin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

…” (3. Ceza Dairesi, 7/6/2017 tarihli ve E.2016/15438, K.2017/8199 sayılı kararı)

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Mevzuat

37. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “İşkence yasağı” kenar başlıklı 3. maddesi, 27/8/1990 ila 7/9/1990 tarihlerinde Havana’da yapılan Suçların Önlenmesi ve Suçluların Islahı Üzerine Sekizinci Birleşmiş Milletler Konferansı’nda kabul edilen “Kolluk Görevlilerinin Zor ve Silah Kullanmalarına Dair Temel Prensipler"in yasa dışı toplantılarda asayiş sağlama konusundaki 12., 13. ve 14. maddeleri Ali Ulvi Altunelli (aynı kararda bkz. §§ 29, 30) başvurusunda yer almaktadır.

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Uygulaması

38. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. ve 11. maddelerinde düzenlenen işkence ve kötü muamele yasağı ile toplantı ve gösteriye yapılacak müdahalelerde riayet edilmesi gereken ilkeleri Ali Ulvi Altunelli (aynı kararda bkz. §§ 32-45) kararında açıklanmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Mahkemenin 29/5/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

40. Başvurucu;

i. Kolluk görevlileri ve kolluk görevlisi olmayan bir kişi tarafından sokakta ağır şekilde yaralandığı olayla ilgili Savcılık soruşturması başladıktan sonra 10/6/2013 tarihinde faillerin kimliklerinin tespit edilerek yakalanmaları için Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye yanıt verilmediğini, 6/2/2014 tarihinde yazılan tekit müzekkeresine de cevap verilmemesi üzerine görevi kötüye kullanmaktan yaptığı suç ihbarı neticesinde kovuşturmasızlık kararı verildiğini, Emniyet Müdürlüğünden istenen bilgilere kayıtsız kalınmasının soruşturmayı etkisiz kıldığını,

ii. Faillerle aynı adli ve idari kolluk teşkilatında çalışan polisler tarafından soruşturma yürütülmesinin bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesine uymadığını, kamera görüntülerinin toplanmaması, tanıkların tespiti için çaba gösterilmemesi, olay yeri incelemesinin yapılmaması gibi özellikle delil toplanmasında gösterilen bazı kayıtsızlıkların bunu ortaya koyduğunu,

iii. Eylemin işkence suçunu oluşturduğu gerekçesiyle Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının bir neden gösterilmeden kaldırıldığını,

iv. Yargılama neticesinde tüm sanıklar hakkında alt sınırdan adli para cezası tayin edilmesi, polis memuru sanıklar hakkında bir de HAGB müessesesinin tatbik edilmesinin işkence yapan kişilerin korunması manası taşıyan, caydırıcılıktan uzak bir yaptırım teşkil ettiğini, bu yaptırımın insan haklarına dayalı hukuk düzeni ve kendisi açısından hayal kırıklığı olduğunu,

v. HAGB kararlarına yaptığı itiraz üzerine verilen kararın gerekçe içermediğini,

vi. Olay yerinde bulunan ancak hakkında beraat kararı verilen polis memurunun diğer sanıkların eylemini engellememesinin devletin koruma yükümlülüğüyle bağdaşmadığını, bu kişinin eyleminin en azından kamu görevlisinin suçu bildirmemesi ya da görevi kötüye kullanma fiillerine uyduğunu,

vii. İşkence suçunu oluşturduğu hâlde faillerin eylemlerinin basit bir yaralama suçu gibi değerlendirildiğini, bu değerlendirmeye karşı öne sürdüğü hukuki argümanlarının gerek itiraz gerekse temyiz merciince karşılanmadığını söyleyerek kötü muamele yasağının gerek maddi gerek usul boyutunun yanı sıra adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

41. Bakanlık görüşünde; Savcılığın güvenlik kamerası kayıtlarını gecikmeksizin temin ettiği, Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının polisler hakkında soruşturma açtığı, başvurucuyu darbettiği tespit edilen üç polis ve bir sivil vatandaş hakkında kamu davası açıldığı, soruşturmanın on bir ayda tamamlanarak sanık H.E.nin beraatine, ikisi polis memuru, biri sivil vatandaş olan diğer üç sanığın cezalandırıldığı, polis memurları hakkında HAGB’ye karar verildiği, sivil vatandaşın sabıkalı geçmişinden ötürü HAGB’nin tatbik edilmediği, soruşturmanın etkili ve yeterli olduğu bildirilmiştir.

B. Değerlendirme

42. Anayasa’nın 17. maddesinin ilgili fıkraları şöyledir:

"Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı

Madde 17 - Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

43. Anayasa Mahkemesi olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası, kötü muamele yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

a. Savcılığın Müzekkeresine Yanıt Vermeyen Görevliler Hakkında Verilen Kovuşturmasızlık Kararı ile Beraat Kararı Verilen Polis Memuru Bakımından

44. Başvurucu; Gezi Parkı olayları kapsamında yaralanması ile ilgili yürütülen soruşturmada Savcılık tarafından 10/6/2013 tarihinde faillerin kimliklerinin tespit edilerek yakalanmaları için Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye yanıt verilmemesi üzerine yapılan soruşturmanın kovuşturmasızlık kararıyla sonuçlanmasının ve hakkında dava açılan Polis Memuru H.E.nin beraatine karar verilmesinin kötü muamele yasağını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

45. Kötü muamele yasağı kapsamında, devletin etkili soruşturma usul yükümlülüğü çerçevesinde bireyin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde devlet, sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve faillerin hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, §§ 110, 111).

46. Bununla birlikte her kötü muamele iddiasının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının getirdiği korumadan ve Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte devlete yüklediği pozitif yükümlülüklerden yararlanması beklenemez. Bu bağlamda kötü muamele konusundaki iddialar uygun delillerle desteklenmelidir. İddia edilen olayların gerçekliğini tespit etmek için soyut iddiaya dayanan şüphe ötesinde makul kanıtların varlığı gerekir. Bu kapsamdaki bir kanıt yeterince ciddi, açık ve tutarlı emarelerden ya da aksi ispat edilmemiş birtakım karinelerden oluşabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 95).

47. Yürütülecek ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermesini sağlamaktır. Bu, bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Diğer taraftan burada yer verilen değerlendirmeler hiçbir şekilde Anayasa’nın 17. maddesinin başvuruculara üçüncü tarafları adli bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı veya tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi yüklediği anlamına gelmemektedir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

48. Başvurucunun Gezi Parkı olayları kapsamında yapılan bir gösteriden evine dönerken vücudunun muhtelif yerlerinden yaralandığı, bunun üzerine derhâl resmî bir soruşturma başlatıldığı anlaşılmaktadır. Bu soruşturmanın Gezi Parkı olaylarına ilişkin yapılan 2013/15785 No.lu soruşturmayla birleştirildiği, birleştirilen bu dosyada toplam yedi dosyanın soruşturmasının bir arada yürütüldüğü, şüpheli polis memurlarının tespiti için Savcılık tarafından girişimlerde bulunulduğu görülmüştür. Olay yerini gören Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu (MOBESE) kayıtları, taraflara ait telefon sinyal bilgisi kayıtları incelenmiş; şüphelilerin ve tanıkların beyanları alınmıştır. Savcılık, cevap verilmeyen müzekkere hakkında işlem yapılmasını istemiştir.

49. 28/2/2014 tarihinde tanzim edilen tutanakta; Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığının tevdi raporunun sehven başka bir dosyaya girdiği, o dosyaya bakan savcı tarafından bu durumun fark edilerek raporun ilgili dosyaya eklendiği belirtilmiştir. Savcılık tarafından bu olayla ilgili yapılan soruşturmada bu hatanın zamanaşımı vb. yönden hak kaybına neden olmadığı, adliye ve emniyet görevlilerinin görevi kötüye kullanma kastlarının bulunmadığı değerlendirilmiştir.

50. Hakkında beraat kararı verilen Polis Memuru H.E.nin başvurucuyu darbettiği yönünde kameralara yansıyan bir görüntü bulunmadığı gibi olayın tek görgü tanığı olan Otel İşletmecisi E.G. de sonradan gelen üçüncü polisin başvurucuya karşı bir eyleminin olmadığını ifade etmiştir. Hakkında mahkûmiyet kararı verilen diğer iki polis memuru da H.E.nin başvurucuyu darbetmediğini ifade etmiştir.

51. Savcılığın kovuşturmasızlık ve Mahkemenin beraat kararlarında açıklanan bu gerekçelerin soruşturmadaki bilgi ve bulgularla bağdaşmadığını ortaya koyan bir hususun bulunmadığı, başvurucunun kendisini yaralayan kişilerin eşkâllerini veremeyeceğini ifade etmiş olması da dikkate alındığında ilk derece yargı mercilerinin vardıkları sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir yön bulunmamaktadır.

52. Başvurucu, beraatine karar verilen Polis Memuru H.E.nin kötü muamele oluşturan bir fiili bulunmasa dahi diğer sanıkların fiilini engellememesinin devletin koruma yükümlülüğüyle bağdaşmadığını öne sürmüştür. Guatr hastası olan, yaklaşık iki ay önce apandisit ameliyatı geçiren, kullanmayı tam olarak bilmediği gaz maskesini takmakta zorlanan H.E.nin sağlık durumunun etkisiyle hareket etmekte zorlandığı, başvurucu darbedildikten sonra olay yerine geldiği tanık E.G.nin beyanlarından anlaşıldığından koruma yükümlülüğünün ihlal edildiği iddiası temellendirilememiştir.

53. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Mahkûmiyet Kararı Verilen Sanıklar Bakımından

54. Somut olayda yapılan kovuşturma neticesinde iki polis memuruna HAGB kurumunun uygulanmasının, bir sivil vatandaşa adli para cezası verilmesinin başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifadeyle mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekir.

55. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak üzere kabul edilen kanunların koruyucuları olarak, sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini kanunlar aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

56. Yukarıdaki paragrafta açıklanan bu ilke gereğince başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediği konusundaki kabul edilebilirlik değerlendirmesinin esas hakkındaki incelemeyle iç içe girmesinden dolayı bu incelemelerin birlikte yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

57. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan işkence ve kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

58. Toplantı ve gösteride yürüyüşünde güç kullanılması sırasında kötü muamele yasağına ilişkin Anayasa Mahkemesinin ilkeleri Özge Özgürengin (aynı kararda bkz. §§46-54, 70-80) başvurusunda açıklanmıştır.

59. Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi sanıkların basit yaralama suçundan mahkûmiyetlerine karar vermiştir. Bu durum, başvurucunun ikisi kolluk mensubu üç kişi tarafından kötü muameleye maruz bırakıldığının sabit görüldüğünü ortaya koymaktadır. Anayasa Mahkemesi, ilk derece yargı mercilerince kabul edilen kötü muamele vakasında farklı yönde bir tespitte bulunmasını gerektirecek bir unsur saptamamıştır.

60. Başvurucunun bu başlık altındaki diğer iddialarıysa soruşturmanın aynı idari yapı içindeki bağımsız ve tarafsız olmayan kolluk görevlilerine yaptırılmasının kamera kayıtlarının toplanmaması, tanıkların tespiti için çaba sarf edilmemesi, olay yeri incelemesi yapılmaması gibi delil toplama işlemlerinde hareketsiz kalınmasına yol açtığıdır. Başvurucunun iddialarının son kısmı ise fiilin işkence suçunu oluşturduğu hâlde kasten yaralama suçundan seçenek yaptırım olarak altı sınırdan adli para cezası tercih edilmesinin yaptırımın caydırıcılığı bakımından sorun oluşturduğu noktasında yoğunlaşmıştır.

61. Dolayısıyla incelemenin kapsamı, faillere uygulanan yaptırımın yeterli olup olmadığına bağlı olarak kötü muamele yasağı kapsamındaki esas ve usulü ilgilendiren yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmediğiyle sınırlandırılmıştır.

62. Somut başvuruda Gezi Parkı olayları kapsamında Eskişehir’de düzenlenen gösteriye katıldıktan sonra evine dönmek üzere yola çıkan başvurucu, bazı kolluk görevlileri ve vatandaşlarca darbedildiğini öne sürmüştür. Başvurucunun vücudunun pek çok bölgesinde darp ve cebir izi, üç dişinde luksasyon bulunduğunu gösteren doktor raporları ve kamera görüntüleri başvurucunun iddialarının savunulabilir düzeye eriştiğini ortaya koymaktadır. Kaldı ki Savcılık tarafından bu konuda soruşturma başlatılarak kamu davasının açılması da bu durumu teyit etmektedir.

63. Başvuru konusu olaydan hemen sonra tedavi gördüğü hastanede polis memurları başvurucunun ifadesini almıştır. Bu durum olay hakkında resen ve derhâl soruşturma başlatıldığını ortaya koymaktadır.

64. Şüpheli kolluk görevlileriyle aynı idari birimde çalışmakta olan polislerin soruşturma işlemlerinde yer aldığı, ifadelerin polis tarafından alındığı anlaşılmaktadır. Başvurucu, polis hakkında yürütülen soruşturmanın yine polise yaptırılmasının delillerin eksik toplanmasına yol açtığını ileri sürmesine karşın olay yerini gören MOBESE kayıtları ile bir otel ve fırının güvenlik kamerası görüntüleri temin edilmiştir. Başvurucunun hangi tanıkların tespit edilmediğini ortaya koyan bir açıklaması bulunmadığı, ileri sürdüğü eksikliklerin Savcılığın tespit ettiği diğer kişilerin ifadesine başvurularak giderildiği anlaşıldığından soruşturmanın eksik icra edildiği yönündeki iddiasının soyut kaldığı değerlendirilmiştir.

65. Başvurucunun soruşturmaya etkili biçimde katılamadığını ortaya koyan bir durum gözlenmemiştir.

66. Başvurucu, maruz kaldığı eylemin 5237 sayılı Kanun’a göre işkence suçunu oluşturmasına karşın ceza miktarı çok daha hafif olan kasten yaralama suçundan faillerin cezalandırılmalarının kötü muamele vakasına hoşgörüyle yaklaşıldığını gösterdiğini öne sürmüştür.

67. Kötü muamele iddiaları ile ilgili olarak derece mahkemelerinde dava görüldüğü zaman ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96) Dolayısıyla insan hakları bağlamında kötü muamele oluşturduğu kabul edilen eylemin ceza hukukunda hangi suçu oluşturduğu Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgi alanına girmemektedir.

68. Derece mahkemelerinin bulgu ve uygulamaları Anayasa Mahkemesini bağlamamasına rağmen normal şartlar altında bu mahkemelerin maddi olaylara ilişkin tespitlerinden ayrılmak için de kuvvetli nedenlerin var olması gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96). İlgili ulusal hukuk başlığında yer verilen Yargıtay içtihadına göre başvurucunun diş kaybına yol açan eylemin nitelikli yaralama suçunu oluşturduğu anlaşılmaktadır. Başvurucudaki bu yaranın hangi failin eylemi neticesinde oluştuğunun tespiti; ceza miktarını, dolayısıyla HAGB ve erteleme sınırını doğrudan etkileyebilecek önemli bir noktadır.

69. Anayasa Mahkemesi kararlarında da belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde de kuralların -önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl amaç, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılmasıdır. Nitekim Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını belirtirken 5237 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre de suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekmektedir (Tahir Canan, § 36).

70. İşlediği suçtan dolayı kişinin tekrar topluma kazandırılması amacıyla kanun koyucunun getirdiği HAGB kurumunun uygulanıp uygulanmayacağı değerlendirilirken her olayın somut koşulları çerçevesinde suçun niteliği ve mağdurun söz konusu suçtan etkilenme derecesiyle orantılı olarak yaptırımın caydırıcılığı ve kötü muamele mağdurunun mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığı hususu da göz ardı edilmeden yorumlanmalıdır.

71. Vücudunun yirmiden fazla yerinden yaralanan ve üç dişi çıkan başvurucunun maruz kaldığı eylemin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında tasnif edilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramlarından hangisi kapsamında kaldığı tespit edilmelidir. Bu tespit sonucunda derece mahkemesince hükmolunan müeyyidenin kötü muamele fiiliyle orantılı olup olmadığı ele alınmalıdır.

72. Başvurucunun dişindeki yaralar hariç diğer yaralar her ne kadar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olsa da eylemin gece vakti silahtan sayılan sopa ve copla birden fazla kişi tarafından sokak ortasında işlendiği, dişteki kırık ve çıkıkların ise tek başına, yaralamayı basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek niteliğe büründürdüğü, bu durumun başvurucunun onurunu daha fazla zedeleyebileceği değerlendirildiğinden eylem eziyet yasağı kapsamında değerlendirilmiştir.

73. Faillerin üçü hakkında seçenek yaptırımlardan olan hapis ve adli para cezaları arasında hangi nedenden ötürü asgari hadden adli para cezasının tercih edildiği konusunda kararda bir gerekçe bulunmamaktadır. Ayrıca tercih edilen gün para cezasının miktarı da asgari had olan 20 TL dikkate alınarak tespit edilmiştir. Takdirî indirim nedeni de uygulanarak bulunan 3.000 TL para cezası, polis memuru olan sanıklar yönünden HAGB uygulamasıyla sonuçlanmıştır. Kamu görevlisi olmayan sanığın ise adli sicil kayıtlarına işaret edilerek hakkında HAGB uygulanmamıştır.

74. Katıldığı gösteri yürüyüşünden ayrıldığı sırada gösterinin barışçıl niteliğini bozduğu yönünde bir tespit bulunmayan, bu nedenle hakkında soruşturma da yürütülmeyen başvurucuyu gece vakti asayişi sağlamakla görevli ve devletin sokaktaki yüzünü temsil eden kolluk görevlilerinin gereksiz biçimde darbetmesi neticesinde yasadaki gerekçeler soyut biçimde tekrarlanarak kolluk görevlileri hakkında adli para cezası ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumunun uygulanmasının eziyet yasağıyla ölçüsüz bir müeyyide olduğu değerlendirilmiştir.

75. İşlenen suçla verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki yaratmaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır.

76. Buna göre somut olayda uygulanan yaptırımın kötü muamele oluşturan eylemlerin hiçbir şekilde hoş görülemeyeceğini göstermekten ziyade fiilin sonuçlarını hafifletecek biçimde, orantısız bir şekilde adli para cezası öngörüldüğü ve HAGB'ye karar verildiği anlaşıldığından eziyet yasağının etkili soruşturma usul yükümlülüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekmiştir.

77. İki polis memuru hakkında verilen HAGB kararının ve sivil fail S.K. hakkında tayin edilen adli para cezasının başvurucu açısından yeterli giderim sağlamadığı dikkate alındığında başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle her ne kadar derece mahkemelerinin kararlarıyla devletin negatif yükümlülüğüne aykırı olacak şekilde başvurucunun yaralandığı tespit edilmiş ise de sanıkların eylemleri nedeniyle yetersiz bir yaptırımla karşılaştıkları, böylelikle başvurucunun mağdur statüsünün devam ettiği anlaşıldığından eziyet yasağının maddi boyutunun da ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

78. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

79. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."

80. Başvurucu, kötü muamele yasağının ihlali nedeniyle 200.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

81. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

82. Mehmet Doğan kararında özetle uygun giderim yolunun belirlenebilmesi açısından öncelikle ihlalin kaynağının belirlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, §§ 57, 58).

83. Başvuruda, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

84. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın bir örneğinin sanıklar S.B., Ş.G. ve S.K. hakkında yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2014/805, K.2014/737) gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

85. Başvuruda, kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutu itibarıyla ihlal edildiği sonucuna varıldığından yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen toplam 672,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.147,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Savcılığın müzekkeresine yanıt vermeyen görevliler hakkında verilen kovuşturmasızlık kararı ile beraat kararı verilen polis memuru yönünden eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasının KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mahkûmiyet kararı verilen sanıklar yönünden eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin hakkında mahkûmiyet kararı verilen sanıklar bakımından eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere (kapatılan) Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2014/805, K.2014/737) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 672,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.147,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için İçişleri Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 29/5/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

MUAZZEZ BABAK VE NAİF BABAK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/35564)

 

Karar Tarihi: 9/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2021 - 31550

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Muammer TOPAL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Murat İlter DEVECİ

Başvurucular

:

1. Muazzez BABAK

 

 

2. Naif BABAK

Başvurucular Vekili

:

Av. Dilan COŞKUN KARAYAZGAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; geçmişinde birden fazla intihar girişimi bulunan hükümlünün yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması sebebiyle intihar etmesi ve bu olay hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliği nedeniyle yaşam hakkının, vefatından bir süre önce hükümlünün kamu görevlileri tarafından yaralanması ve söz konusu olay sonrasında etkisiz bir şekilde yürütülen ceza soruşturması sonunda açılan kamu davasında sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvurucu Muazzez Babak'ın tek başına yaptığı 2017/35564 numaralı bireysel başvuru 27/9/2017 tarihinde, başvurucuların birlikte yaptığı 2018/19139 numaralı bireysel başvuru ise 29/6/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Başvurular arasındaki konu yönünden bağlantı nedeniyle 2018/19139 numaralı bireysel başvuru dosyası 2017/35564 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

7. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

8. Başvurucular, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:

10. Başvurucuların oğlu R.B. işlediği bazı suçlar nedeniyle süreli hapis cezalarına mahkûm edilmiştir. 25/5/2015 tarihli müddetnameye göre R.B. hakkında verilen toplam 41 yıl 25 ay 15 günlük hapis cezasının infazına 21/11/2005 tarihinde başlanmıştır. İnfaz süresince birçok ceza infaz kurumunda tutulan R.B. 14/11/2015 tarihinde Sincan 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Sincan Ceza İnfaz Kurumu) vefat etmiştir.

A. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumuna Nakledilmesinden Önceki Süreç

11. Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu Silivri Devlet Hastanesince (Silivri Hastanesi) düzenlenen 2/7/2014 tarihli sağlık kurulu raporunda kendisinde antisosyal kişilik bozukluğu olan R.B.de intihar düşüncesinin bulunduğu belirtilmiştir.

12. R.B.ye İstanbul Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi (Bakırköy Hastanesi) tarafından farklı tarihlerde reçeteler yazılmıştır.

13. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi ve Silivri Hastanesi tarafından düzenlenen belgelere göre R.B. 5/11/2014 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur.

14. R.B., Silivri 5 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna verdiği 6/1/2015 tarihli dilekçesinde Bakırköy Hastanesinden alınan bütün randevuların iptalini istemiştir.

15. R.B. 13/3/2015 tarihinde Bakırköy Hastanesinde muayene edilmiştir. Bu muayeneye istinaden tutulan belgede kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceğinden R.B.nin yakın gözetim altında bulundurulması ve ilaçların kontrollü bir biçimde kendisine verilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

16. Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (Edirne Ceza İnfaz Kurumu) tutulduğu süre zarfında R.B. birçok kez psikologla görüşmüştür. 10/9/2015 tarihli psikososyal uzman görüşme raporuna göre R.B.;

- Daha önce pskiyatrik veya psikolojik tedavi görüp görmediğine,

- Son bir yıl içinde hiçbir neden yokken sosyal ortamlarda veya bir başkasıyla konuşurken kendini huzursuz, tedirgin veya endişeli hissedip hissetmediğine,

- Diğer insanların duymadığı sesleri, fısıltıları ya da insan konuşmalarını duyup duymadığına,

- Hayatı boyunca kendine zarar verip vermediğine,

- On beş yaşından önce hayvanlara veya insanlara zarar verip vermediğine, eşyalara zarar verip vermediğine ya da yangın çıkarıp çıkarmadığına ilişkin sorulara “Evet.” cevabını vermiş ancak son zamanlarda kendisini öldürmeyi düşünüp düşünmediğine ilişkin soruyu “Hayır. şeklinde cevaplamıştır. Görüşmeyi yapan uzmana göre R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riski yüksektir.

17. 10/9/2015 tarihli psikososyal memur görüşme raporuna göre R.B. kendisiyle yapılan görüşmede çoğu zaman kolaylıkla sinirlendiğini, bazen öfke patlamaları yaşadığını, sıklıkla bir şeyleri kırıp dökme isteği duyduğunu, öncesinde uyuşturucu madde kullandığını, geçen bir yıllık süre içinde yaşamına son vermeyi sıklıkla düşündüğünü, aynı sürede kollarını veya vücudunun herhangi bir yerini kestiğini, geçmişte intihar etme planının veya intihar girişiminin olduğunu ancak hâlihazırda intihar planının olmadığını ve intihar etmeyi düşünmediğini ifade etmiştir.

18. R.B. 22/9/2015 tarihinde fazla sayıda ilaç kullanmak suretiyle intihar girişiminde bulunmuştur. Bu girişim nedeniyle de bir sağlık merkezinde yatarak tedavi görmüştür.

19. R.B.ye tutulduğu ceza infaz kurumlarınca zaman zaman disiplin cezaları verilmiştir. En son, kurum görevlilerine tehdit ve hakarette bulunduğu gerekçesiyle R.B.ye 27/8/2015 tarihinde Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca üç gün hücreye koyma cezası verilmiştir. Bu ceza Tekirdağ 1. İnfaz Hâkimliğinin 6/10/2015 tarihli kararıyla onanmış ve cezanın infazı 19/10/2015 tarihinde tamamlanmıştır.

20. R.B. 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmiştir.

B. Başvurucuların Yakınının Sincan Ceza İnfaz Kurumunda Tutulması ile İlgili Süreç

21. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda R.B.nin kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu şematik olarak belirtilmiştir.

22. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesine istinaden 10/11/2015 tarihinde psikolog E.B. ile görüşmüştür. Bu görüşmeye ilişkin kayda göre R.B. psikoloğa ihtiyaçlarından söz etmiştir. Bu ihtiyaçların ne olduğu kayıtta belirtilmemiştir.

23. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen 11/11/2015 tarihli tutanağa göre R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45 sıralarında, kaldığı B2.7.32 numaralı odada bulunan butona basarak infaz koruma memurlarını çağırmış ve aynı bahçeyi paylaştığı H.O. ile birlikte müdürü görmek istediklerini söylemiştir. Bu konuda dilekçe yazmaları gerektiği söylenince R.B. ve H.O. “Biz dilekçe yazmadan o müdür beş dakika içinde buraya gelecek, yoksa bu cezaevinin altını üstüne getiririz. Biz bu cezaevine yeni geldik. Bizim kim olduğumuzu zamanla size göstereceğiz. Biz adamı iki dakikada yeriz.” diyerek bağırmış, odayı dağıtmaya başlamış ve kafalarını duvara vurmuşlardır. Olayın ileri bir boyuta taşınmaması, diğer tutuklu ve hükümlülerin tahrik edilmemesi, huzur ile güvenliğin sağlanması için R.B. ve H.O. etkisiz hâle getirilmeye çalışılmış ancak hem R.B. hem de H.O. görevlilere direnip görevlilerin üzerine yürümüştür. Etkisiz hâle getirilen R.B. tedbir amacıyla B1.7.30 numaralı müşahede odasına alınmıştır.

24. R.B. 12/11/2015 tarihinde B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilmiştir.

25. R.B. aynı gün saat 14.45 sıralarında B1.7.24 numaralı odadaki sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile intihara teşebbüs etmiştir. Durumun fark edilmesi üzerine R.B. tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınmasının ardından tedavisi için Ankara Ceza İnfaz Kurumları Kampüs Devlet Hastanesi (Kampüs Hastanesi) Psikiyatr Polikliniğine sevk edilmiştir. Sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. R.B., Uzm. Dr. B.Ç. tarafından muayene edilmiştir.

26. 13/11/2015 tarihinde yeniden B1.7.24 numaralı odaya yerleştirilen R.B., Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna verdiği dilekçesinde geldiği günden beri dövüldüğünü ve hakarete uğradığını, işkenceye maruz kaldığını, 11/11/2015 tarihinde ölüm orucuna başladığını ve öldüğü takdirde sorumlunun Ceza İnfaz Kurumu idaresi olduğunu iddia etmiştir.

27. Başvurucu Naif Babak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 13/11/2015 tarihli dilekçesinde oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu müdürü ve infaz koruma memurları tarafından dövülüp tehdit edildiğini belirterek oğlunun telefonda kendisine söylediği hususları aktarmıştır. R.B. müdür ve infaz koruma memurlarının birlikte üç kez çok kötü bir şekilde kendisini dövdüğünü, ayrıca “Seni burada idam edeceğiz.” diyerek tehdit ettiklerini ve vücudunun mosmor olduğunu başvurucuya söylemiştir.

28. Ölüm orucuna başlaması nedeniyle R.B.ye günlük 250 gram şeker, bal, 10 gram tuz, iki üç limon, su ve bir kutu meyve suyu verilmesi aile hekimi E.C. tarafından uygun bulunmuştur.

29. R.B. 13/11/2015 tarihinde, psikiyatrik tedavi amacıyla kendisine verilen bir ilacı kullanmayı reddetmiştir.

30. B1.7.23 numaralı odada kalan Y.O. 14/11/2015 tarihinde saat 01.50 sıralarında acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına R.B.nin kaldığı B1.7.24 numaralı odadan su ve müzik sesi geldiğini söylemiştir. B1.7.24 numaralı odaya ait kapının mazgalı açılarak R.B.ye seslenilmiş ancak cevap alınamamıştır. Banyo kapısının kapalı olduğunun görülmesi üzerine odaya girilmiş ve R.B.nin çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına astığı görülmüştür. Olay yerine çağrılan sağlık görevlileri R.B.nin öldüğünü tespit etmiştir. İnfaz koruma memurları konuyla ilgili bir tutanak düzenlemiştir.

C. Başvurucuların Yakınının Ölümüyle İlgili Soruşturma Süreci

31. R.B.nin ölümünün ardından Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) ölüm olayı hakkında derhâl bir soruşturma başlatmıştır.

32. Cumhuriyet savcısı olay günü saat 04.30 sıralarında olay yerini incelemiştir. Bu incelemeye istinaden tanzim edilen tutanakta başka hususlar yanında R.B.nin ölü olarak bulunduğu banyoda yüksekliği 40 cm olan, bir ayağı kırık plastik bir taburenin ters dönmüş vaziyette durduğu, yere devrilmiş bir sandalyenin bulunduğu, R.B.nin bayrağa bağlı yeşil bir ip yardımıyla kendisini astığı ve ayaklarının yere temas etmediği belirtilmiştir.

33. Cumhuriyet savcısının talimatı uyarınca kolluk görevlileri, R.B.nin kaldığı odayı inceleyip odanın fotoğraflarını çekmiştir. Kolluk görevlilerince düzenlenen Olay Yeri İnceleme Rapor Formu'nda başka hususlar yanında olay yerinde intihar notu bulunmadığı ve R.B.nin odasında her biri 5 litrelik on tane dolu su şişesi olduğu belirtilmiştir. R.B.nin odasının havalandırma bölümünde yapılan incelemede çamaşır ipi bağlamak amacıyla duvara takılan bir kancada uç kısmı yanık 15 cm uzunluğunda yeşil bir ip görülmüştür. Olay yeri incelemesi sırasında R.B.nin odasındaki bir tabureden (Bu tabure banyoda bulunan ve bir ayağı kırık olan tabure değildir.) iki parmak izi elde edilmiştir. Bu izlerden birisinin R.B.ye ait olduğu tespit edilmiştir.

34. Cumhuriyet savcısının huzurunda bir hekim tarafından yapılan ölü muayenesine ilişkin tutanakta; ölenin her iki omuz başının alt tarafında ön taraf ile ön göbek hizasında dört elektrot bulunduğu, alt dudağın iç kısmında küçük bir erezyon görüldüğü, sol kulağın arkasından başlayıp boynu boydan boya kateden ve tekrar sol kulağa uzanan telem izinin mevcut olduğu, cinsel organı ile ağızdan hafif bir akıntının geldiği, çenenin kilitli olduğu, ısırılması nedeniyle dilin alt taraftan biraz morardığı ve kulaklarda siyanoz (morarma) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca sözü edilen tutanakta sol şakakta kabuk bağlamış eskiye ait küçük bir yara, boyun altından başlayıp göbek hizasına kadar devam eden ve jilet izi olduğu değerlendirilen eski yara izleri; omuz hizasının yaklaşık 25 cm altında ası sırasında duvara sürtmekten kaynaklandığı değerlendirilen sol tarafta 4x5 cm boyutunda, sağ tarafta ise 3x2 cm boyutunda ekimotik alanlar, sol kol dirsek altından bileğe doğru jilet izi olduğu değerlendirilen eski yaralar, sağ kol dirsek içinde küçük bir yara izi ile sağ kolda eski bir yara, sağ el bileğinde dövme sildirmekten kaynaklanmış olabileceği değerlendirilen bir iz, sağ bacak diz kapağı altında 1x1 cm boyutunda bir ekimoz ve sağ ayağın dış yanında 2 cm uzunluğunda kabuk bağlamış eski bir yara tarif edilmiştir. Ölü muayenesinde herhangi bir kesici veya delici alet ya da ateşli silah yarası, kemik kırığı veya çıkığı tespit edilmemiştir.

35. Ölü muayenesi sırasında cesedin fotoğrafları çekilip kamera kaydı yapılmıştır.

36. Cumhuriyet savcısı olay yerinde infaz koruma memurları C.K., M.Ç., Y.T. ve H.A. ile infaz koruma başmemuru C.A.nın ve ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki B1.7.23 ve B1.7.25 numaralı odalarda kalan Y.O. ile Ö.C.nin ifadelerini almıştır.

i. İnfaz koruma başmemuru ile infaz koruma memurları olayın nasıl tespit edildiğine ilişkin tutanak (bkz. § 30) doğrultusunda beyanda bulunmuştur.

ii. Ö.C., ölenin intihar edeceğini söylemesi üzerine durumu infaz koruma başmemurlarına anlattığını, ölenin bu olaydan sonra bir gün süngerli odada kalıp tekrar odasına döndüğünü, saat 00.00-01.00 sıralarında ölenin odasından televizyon sesine benzer bir ses gelse de kavga veya boğuşmaya işaret eden bir ses duymadığını söylemiştir.

iii. Y.O., 01.30 sıralarında müzik ve sifon sesi duyduğunu, seslerden duyduğu rahatsızlık nedeniyle odasındaki acil çağrı butonuna basarak çağırdığı infaz koruma memurlarına gürültüden söz ettiğini ve ölenin odasından bağrışma sesi duymadığını ifade etmiştir.

37. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin ölmeden önce verdiği dilekçeye (bkz. § 26) istinaden Sincan 1 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yazdığı 18/11/2015 tarihli yazı ile R.B.nin iddialarının araştırılarak ayrıntılı ifadesinin alınmasını istemiştir. R.B.nin ölmesi nedeniyle ifadesi alınamamış ve soruşturma evrakı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bir yazı ekinde Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı bu soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

38. Cumhuriyet Başsavcılığı 8/12/2015 tarihinde H.O.nun ifadesine başvurmuştur. H.O.nun ifadesi şöyledir:

“Sincan 2 Nolu F Tipi Ceza evine Edirne'den [R.B.] ile birlikte nakil olarak geldik. Beraber ... kalmak istedik. Ancak yönetim bizi yan yana bulunan tek kişilik odalara verdi. Cezamız ağırlaştırıl[mış] olmadığından odalar arasında görüşebiliyorduk. Nakil olduğumuz sırada eşyalarımızın daha sonra arkamızdan ring aracı ile gönderileceği söylendiğinden o sırada yanımızda yoktu. Bu nedenle sıkıntı yaşıyorduk. Biz olay günü [R.B.nin] odasında otururken [R.B.] görevli memurlardan çay istedi. Ancak okuma yazması olmadığı için dilekçe ile bu talebini yerine getiremiyordu. Bu nedenle sözlü olarak çay istedi. Memurlar da zorluk çıkardılar bizim görevimiz değil dediler. [R.B.] de bunun üzerine müdür bey ile görüşmek istiyorum dedi. Daha sonra memurlar içeriye girerek önce [R.B.ye] daha sonra ayırmak isteyince de bana da darpta bulundular. Bu memurların isimlerini bilmiyorum. Ancak içlerinden simasını [hatırlayabildiklerim] vardır. Daha sonra [R.B.] ile ikimizi cezaevinde bulunan süngerli odaya aldılar. Ondan önce bizim darp raporumuz aldırılmadı. Süngerli odada bulunduğumuz sırada aynı olay günü kurum doktoru süngerli odaya geldi. Beni muayene etti ve rapor düzenleyeceğini söyledi. Ancak [R.B.yi] görüp görmediğini bilmiyorum... [C]ezaevi [yönetimi] tutmuş olduğu tutanakta bizim odada (B 32 nolu oda) kendi kendimize zarar vermiş olduğumuz şeklinde tutanak düzenlenmiştir. Ancak böyle bir şey söz konusu değildir. Zaten ceza ehliyetimiz yerindedir ve kendi kendimize zarar vermemiz mümkün değildir. Ayrıca tutanakta yeriz vb sözcükler yazılmıştır. Bunlar kendilerini kurtarmak için söylenmiş sözcüklerdir. Daha sonra [R.B.nin] vefat ettiğini öğrendim. Kendisini cezaevinde astığını öğrendim. Ben kendisinin öldürüldüğünü düşünüyorum. Asmış olsa bile buna sebep olan ceza evindeki görevliler ile talimatı veren müdür olduğunu düşünüyorum. Ben yıllardır bu şahsı tanıyorum. Böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum. [Cezaevi] yönetimi tarafından tutulan tutanakta odasından gelen yüksek sesli televizyon nedeniyle odasına girildiğinde [R.B.nin] öldüğünü[n] görüldüğü söylenmiş ise de gece saat 01:30 sıralarında bu sesin hangi koğuştan geldiğinin belirlenmesi zordur ve idareyi rahatsız etmesi mümkün değildir. Başka bir kimsenin rahatsız olduğuna ilişkin müracaat ettiğine ve diğer mahkumların müracaatının olup olmadığını bilmiyorum. Zaten eşyaları da o sırada [R.B.ye] verilmediğini biliyorum.” (H.O. kendi şikâyeti üzerine yürütülen bir başka soruşturma kapsamında verdiği 2/12/2015 tarihli ifadesinde de benzer söylemlerde bulunmuştur.)

39. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri 5/1/2016 tarihli dilekçelerinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği andan itibaren yakınlarının tutulduğu odaların (süngerli oda dâhil) kamera kayıtları ile yakınlarının ailesiyle yaptığı telefon görüşmelerine ait kayıtların soruşturma dosyasına getirtilmesini istemiştir.

40. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri bir başka dilekçede ise başka hususlar yanında yakınlarının ölmeden önce üzerinde bulunan kıyafetlerin incelenmesini talep etmiştir.

41. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 tarihinde, ifadelerini daha önce aldığı Y.O. ve Ö.C.nin ifadelerine yeniden başvurmuştur.

i. Y.O., R.B. ile yan yana odalarda kaldıklarını, R.B.nin 13/11/2015 tarihinde saat 20.00-21.00 sıralarında “İlaçlar nerede kaldı? diyerek infaz koruma memurlarına seslendiğini, o esnada bir infaz koruma memuru ile sağlık görevlisinin ilaç dağıtımı yaptığını, R.B.nin oda kapsındaki mazgalın çıkardığı ses nedeniyle R.B.ye ilacının verildiğini anladığını, saat 01.30 sıralarında önce müzik sesi, sonra da yarım saat kadar devam eden sifon sesi duyduğunu, gürültüden uyuyamadığı için odasındaki çağrı butonuna basarak infaz koruma memurlarını çağırdığını, R.B.nin bir infaz koruma memuruyla veya bir başkasıyla tartıştığını ya da kavga ettiğini duymadığını, R.B.ye yönelik hakaret, tehdit ya da yaralama eylemlerini görmediğini söylemiştir.

ii. Ö.C.; R.B.nin eline çamaşır ipi alıp “Kendimi asacağım. demesi üzerine durumu infaz koruma memurlarına haber verdiğini, infaz koruma memurlarının R.B.yi süngerli odaya götürdüğünü, yanlış hatırlamıyorsa R.B.nin çamaşır ipini yakarak aldığını (Bu sözlerden R.B.nin asılı vaziyette duran çamaşır ipini bir veya birkaç yerden yaktığı ve böylece asıda kullanabileceği ipi elde ettiği sonucuna varılmıştır.), söylediğine bakılırsa R.B.nin süngerli odada iken çok üşüdüğünü, infaz koruma memurlarının R.B.ye hakaret ettiğini, on on beş infaz koruma memurunun R.B.yi dövdüğünü, R.B.nin dilekçe yazdığını ancak dilekçesine cevap verilmediğini ve ölmesinden bir iki gün sonra sesini duyduğu R.B.nin kendisine küfrettiğini beyan etmiştir.

42. Ölenin bir süre kaldığı B.2.7.32 numaralı odanın hemen yanında olup kapısıfarklı bahçeye açılan odada tutulan M.S.D.nin Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 7/1/2016 tarihli ifade şöyledir:

“...[R.B.yi] fiziken hiç görmedim. Aramızda duvar vardır... Havalandırmaya çıktığımızda o tarihlerde bazı şahısların nakil geldiğini anladık. Edirne'den veya Tekirdağ'dan birileri o zaman nakil gelmişti. Hoş geldiniz diye aramızda duvar olmasına rağmen konuştuk. O tarihlerde gelen şahıslar gardiyanları çağırarak sigara filan istemişlerdi. Israrlı istekleri vardı. İhtiyaçlarımızı karşılamak zorundasınız diye konuşuyordu. İnfaz koruma memurları da biz bunları yapamayız. Ancak kantinden ihtiyacınızı karşılaya bilirsiniz şeklinde cevap verdiklerini hatırlıyorum. Taraflar arasında bu şekilde bir bağrışma oldu. Ancak küfür ve tehdit anlayamadım. Çünkü bağrışma şeklinde sesler geliyordu. İçeriğini anlayamadım. Ben odamda tek kalıyorum. Bu bağrışmanın akabinde diğer infaz koruma memurları da geldi. Tartışma devam etti. Hem havalandırma kapısı hem de koğuşa giriş kapısı açıldı. İki taraftan da sesler geliyordu. Bağrışmalar geliyordu. Bu konuşmalarda tehdit, hakaret, dur vurma şeklinde bir b[e]yan anlayamadım. Ancak bağrışma ve tartışma vardı. Daha sonra anladığım kadarıyla şahsı odadan çıkardılar. Daha sonra süngerli odaya şahsı götürmüş olmalılar ki kapı kapandıktan sonra da bağırma sesi geliyordu. Şahıs kapıyı da dövüyordu. Ancak bu şahıs o şahıs mı bilemiyorum. Ancak şahsa ilk kaldığı odada müdahale edildiğinde sanki biri bağırmak istiyor diğeri de onun ağzını kapatmak istemesinden kaynaklanan bir şekilde sesler geliyordu. Sesler boğuk boğuk geliyordu. Ben cezaevinde kaldığım sürede herhangi bir darp eylemine maruz kalmadım.”

43. Cumhuriyet Başsavcılığı 7/1/2016 ile 8/1/2016 tarihleri arasında infaz koruma başmemuru veya infaz koruma memuru olan şüpheliler M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini almıştır.

i. M.E. ifadesinde R.B. ve H.O.nun 10/11/2015 tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakil geldiklerinden ve eşyalarının henüz Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ulaşmadığından söz ederek kantinden ihtiyaçlarını karşılamak istediklerini beyan ettiklerini, bu isteği A.A. ile birlikte vardiya başmemuruna ilettiklerini, daha sonra sözü edilen hükümlülere sigara ve televizyon gönderildiğini, süngerli odada tutulduğu süre zarfında R.B.nin kendisine herhangi bir hakaret, tehdit veya dayaktan bahsetmediğini beyan etmiştir.

ii. A.A., M.E. ile aynı yönde beyanda bulunmuştur.

iii. O.Y., olaydan bir gün önce gündüz vardiyasında R.B.nin kaldığı blokta İ.A. ile birlikte görevli olduğunu, televizyonunu istemesi üzerine gelen eşyaları arasından çıkardıkları televizyonunu R.B.ye teslim ettiklerini, R.B.yi süngerli odaya kendilerinin götürmediğini, R.B.nin saat 08.15 sıralarında süngerli odadan olayın meydana geldiği odaya alındığını, R.B.nin kendilerine intiharla ilgili bir şey söylemediği gibi kendisine yönelik kötü muameleden de söz etmediğini ve kendilerine R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini söylemiştir.

iv. İ.A., R.B.nin kendisine intihar edeceğine veya kötü muameleyle karşılaştığına ilişkin bir şey söylemediğini ve R.B.nin intihara eğilimli olduğu yönünde bilgi verilmediğini ifade etmiştir.

v. S.Y.nin konuyla ilgili ifadesi şöyledir:

“...[R.B.] yardım butonuna bastı. Bunun üzerine diğer arkadaşım [C.A.] ile birlikte [R.B.nin] bulunduğu odaya gittik. Mazgalı açtık. Mazgalı açtığımızda [H.O.] da yanında idi. [R.B.] bize 'müdür ile görüşmek istiyorum' dedi. Ben de kendisine sayım yeni bitti. Dilekçe yazdın mı diye sordum. O da 'yazmadım, dilekçe yazmama gerek yok, müdür 5 dk içerisinde buraya gelecek' dedi. Ben de kendisine 'buranın bir işleyişi var' deyince o da işleyişi var deyince ne kastediyorsun ben bütün cezaevinde kaldım, cezaevlerinin işleyişini biliyorum, 5 dk içerisinde müdür buraya gelecek yoksa 5 dk içerisinde burayı yakarız, siz bizim kim olduğumuzu bilmiyorsunuz, 2 dk biz adamı harcarız' dedi. Biz de yetkililere sizi bildiririz dedik. Biz oradan ayrılırken tekrar [R.B.] çağrı butonuna bastı. [H.O.] ile birlikte kapılara vurmaya başladılar. [C.A.] ile beraber tekrar kapının yanına gittik. Şahısların gürültüsü üzerine müdahale ekibi ve müdahale ekibi baş memurda bizim yanımıza geldiler. Başmemur kapıyı açmamızı söyledi. Ben de kapıyı açtım. İçeri girdiğimizde [R.B.] ile [H.O.] duvarlara yumruk attılar. İçeride bulunan tabak ve benzeri eşyaları sağa sola atmaya başladılar. Ayrıca şahıslar kafalarını duvarlara ve dolaplara vurmaya başladılar. Başmemurumuz [M.A] şahıslara sakin olmasını ve dışarı bahçeye çıkıp sakinleşmelerini söyledi. Şahıslar kollarını yatağın ranzasının demirlerine geçirerek çıkmayacaklarını söylediler. Bunun üzerine müdahale ekibi içeri girdi. Şahısların kollarını yataktan çözerek bahçeye aldılar. Daha sonra kurumun başmemuru geldi. [M.K.] şahıslara işleyiş hakkında bilgi verdi. Kendilerine yardımcı olacaklarını söyledi. Ancak şahıslar [M.K.nın] uyarılarına aldırmayarak eylemlerine devam ettiler. Müdahale ekibine direnmeye devam ettiler. Daha sonra müdahale ekibi de hükümlülere kelepçe vurarak müşahede odasına aldılar. Bunun ile ilgili tutanak tuttuk. Tutanağı müdüre bildirdik. Hükümlüler o gün müşahede odasında kaldılar. Biz nöbetimizi akşam 08:00 gibi tamamlayıp ayrıldık. Yanlış hatırlamıyorsam bu olaylar 11/11/2015 tarihinde oldu. O gün başka bir olay olmadı. Ertesi gün akşam nöbetimize geldiğimizde şahıslar müşahede odasında kalmaya davam ediyorlardı. O gün de başka bir olay olmadı. Ben ve arkadaşlarım kesinlikle [R.B.] ve [H.O.ya] herhangi bir hakaret ve işkencede bulunmadık.”

vi. C.A., S.Y.nin anlattıklarını doğrulamıştır.

vii. M.Ç. önceki ifadesine ek olarak odalarına aldıklarında R.B. ve H.O.nun oldukça saldırgan olduğunu, R.B.nin “Ben kendimi asarım. Siz görürsünüz. demesine üzerine H.O.nun “Şimdi bir şey yapma! Dilekçemizi yazalım, ondan sonra ne yaparsan yaparsın.” dediğini ifade edip yüklenen suçlamaları kabul etmemiştir.

viii. Y.T. daha önce verdiği ifadesine ek olarak Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği gece R.B.nin müdürle görüşmek istediğini, dilekçe yazması için R.B.ye kâğıt ve kalem verdiğini, aralarında herhangi bir tartışma veya kavga yaşanmadığını beyan etmiştir.

44. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucuların ifadelerini 19/1/2016 tarihinde istinabe yoluyla almıştır.

i. Başvurucu Muazzez Babak ifadesinde oğlunun psikolojik bir rahatsızlığının olmadığını, akciğer kanseri hastası olan oğlunun iki yıl kadar önce iyileştiğini, oğlunun intihar etmesi için neden bulunmadığını zira cezasının infazının tamamlanmasına 1 yıl 7 ay kaldığını, oğluyla en son 13/11/2015 tarihinde saat 11.00-12.00 sıralarında telefonda görüştüğünü beyan edip R.B.nin telefonda söylediklerini aktarmıştır. Başvurucuya göre R.B. kendisine can güvenliğinin bulunmadığını, vücudunun her yerinin mosmor olduğunu, süngerli odaya konulduğunu, Cumhuriyet savcısı, müdür ve infaz koruma memurlarının kendisine işkence ettiğini, kırk kadar kişinin üzerine geldiğini ve sonraki gün cenazesinin çıkacağını söylemiştir.

ii. Başvurucu Naif Babak ise herhangi bir psikolojik rahatsızlığı olmadığını ileri sürdüğü oğlunun intihar etmiş olamayacağını iddia etmiştir.

45. Cumhuriyet Başsavcılığı Sincan Ceza İnfaz Kurumundan temin ettiği kamera kayıtları ile R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kaydı bilirkişiye inceletmiştir. Bilirkişi tarafından hazırlanan 18/2/2016 tarihli raporda özetle şu tespitler yer almıştır:

i. Kamera kayıtları 10/11/2015-14/11/2015 tarihlerini kapsayan zaman aralığına ilişkindir.

ii. Kamera kayıtlarında ses bulunmamaktadır.

iii. R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna 10/11/2015 tarihinde saat 01.24 sıralarında gelmiştir.

iv. Çok sayıdaki infaz koruma memuru 11/11/2015 tarihinde saat 08.44 sıralarında R.B.yi kaldığı odadan çıkarıp süngerli odaya (meşin oda) götürmüştür.

v. Saat 08.46'da R.B.ye bir infaz koruma memuru tekme, bir infaz koruma memuru ise tokat atmıştır. Saat 08.47'de R.B.ye birkaç tekme atılmıştır.

vi. İnfaz koruma memurları 08.47 sıralarında süngerli odadan çıkmıştır. İnfaz koruma memurları, süngerli odada elleri kelepçeli vaziyette yerde yattığı sırada R.B.ye defaatle tekme ve tokat atmıştır.

vii. R.B. 13/11/2015 tarihinde saat 11.26 sıralarında başvurucu Muazzez Babak ile on dakikalık bir telefon görüşmesi yapmıştır. Bu görüşmede R.B. özetle Sincan Ceza İnfaz Kurumuna geldiği günden itibaren her gün sebepsiz yere infaz koruma başmemurları ve infaz koruma memurları tarafından dövüldüğünü, kafasında ve vücudunda şişlikler bulunduğunu, kafasındaki şişliğin yüksekliğinin yaklaşık 20 cm olduğunu, gözünün, kollarının ve bacaklarının mosmor olduğunu, kendisini döven infaz koruma memurlarından birisinin de telefon görüşmesi yaptığı sırada yanında olduğunu, 11/11/2015 tarihinde saat 08.30-09.30 sıralarında en az yirmi kişi tarafından dövüldüğünü, iki gün süngerli odada soğuk bir yerde tutulduğunu (Süngerli odanın soğuk olduğunun kastedildiği değerlendirilmiştir.), artık dayanamadığını, açlık grevinde olduğunu, can güvenliğinin bulunmadığını ve kendisini öldüreceğini beyan ederek başvurucu Muazzez Babak'tan başta Cumhuriyet Savcılığı olmak üzre çeşitli kurumlara dilekçeler vermesini istemiştir.

viii. İnfaz koruma memurları 14/11/2015 tarihinde saat 01.52 sıralarında başvurucuların yakınının kaldığı odaya gelmiştir.

46. Cumhuriyet Başsavcılığı 18/2/2016 tarihinde Uzm. Dr. B.Ç.nin beyanına başvurmuştur. B.Ç. ifadesinde muayene için geldiğinde R.B.nin darptan veya kötü muameleden söz etmediğini, psikiyatri doktoru olduğu için sadece ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir.

47. R.B.yi süngerli odada muayene eden Dr. E.C. Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği 23/2/2016 tarihli ifadesinde, muayene yaparken R.B.nin Sincan Ceza İnfaz Kurumu personeli tarafından darbedildiğini ve kendisine hakaret edildiğini söylediğini, muayenede belirgin bir lezyon saptayamadığını, R.B.nin darbedilmesine bağlı olarak kollarında ve sırtında ağrılar bulunduğunu söylediğini ve R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini beyan etmiştir.

48. Başvurucu Naif Babak'ın verdiği dilekçe (bkz. § 27) üzerine başlattığı soruşturma kapsamında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 2/3/2016 tarihinde verdiği yetkisizlik kararı sonrasında soruşturma dosyasını Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı sözü edilen soruşturmayı R.B.nin ölümü hakkında yürütülen soruşturma ile birleştirmiştir.

49. Cumhuriyet Başsavcılığının Sincan Ceza İnfaz Kurumu ile yaptığı yazışmalara göre;

- R.B.nin ilk muayenesi 11/11/2015 tarihinde Dr. E.C. tarafından yapılmıştır. Okunabildiği kadarıyla sözü edilen muayeneye ilişkin sağlık fişinde R.B.nin yakınının baş ve omuz bölgelerindeki ağrıdan söz ettiği, travmatik lezyon saptanmadığı ve R.B.nin psikiyari polikliniğine sevkinin uygun olduğu belirtilmiştir. Sağlık fişinde tanı “ilaç düzenlemesi+kontrol olarak ifade edilmiştir.

- 13/11/2015 tarihinde yaptığı telefon görüşmesi sırasında R.B.nin yanında infaz koruma memuru Ç.U. bulunmaktadır.

50. Cumhuriyet Başsavcılığı bilirkişi raporundaki tespitlere istinaden R.B.yi darbeden kişileri tespit edebilmek için M.E., A.A., O.Y., İ.A., S.Y., C.A., M.Ç. ve Y.T.nin ifadelerini yeniden almıştır. Sözü edilen kişilerin kamera kayıtlarında gözüken kişilerin kim olduğuna ilişkin beyanları doğrultusunda Cumhuriyet Başsavcılığı M.K., A.T., A.Y. ve Ç.U.yu şüpheli sıfatıyla dinlemiştir.

i. M.K. 11/11/2015 tarihinde sabah saatlerinde yaşanan olayı S.Y. ve C.A.nın anlattıklarına benzer şekilde anlatmış; ek olarak Müdür T.G.nin talimatına istinaden R.B.yi süngerli odaya aldıklarını, başkalarına ve kurum eşyalarına zarar vermesini engellemek için R.B.ye kelepçe taktıklarını, R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında üzerinden çıktığını, rutin uygulamaya göre hükümlülerin süngerli odaya alınmasından önce rapor alınmadığını, süngerli odada iken R.B.nin bir sorununun olmadığını, aldığı ilaçların etkisiyle o şekilde davrandığını ve Edirne'de tedavi gördüğünü söyleyerek odasında kalma isteğini dile getirdiğini, bu nedenle R.B.nin kurum amirinin de talimatıyla odasına alındığını ve R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir. Kendisine kamera kayıtlarından elde edilen 11/11/2015 tarihine ilişkin bazı fotoğraflar gösterilmesinden sonra M.K., R.B.yi ayağıyla dürten kişinin A.Y. olduğunu, A.Y.nin yalnızca ikazda bulunduğunu yoksa R.B.yi tekmelemediğini, A.T.nin R.B.ye tokat atmadığını, belki R.B.nin yüzünü kaldırmaya çalıştığını söylemiştir.

ii. A.T. özetle R.B.ye tokat atmadığını, küfretmeye devam etmemesi için R.B.nin ağzını kapattığını beyan etmiştir.

iii. A.Y., başka hususlar yanında R.B.nin eşofmanının muhtemelen üst araması sırasında sıyrıldığını, R.B.nin elleri kelepçeli olarak eşofmanını giydiğini, süngerli odaya alınmasından sonra da R.B.nin “Erkekseniz kelepçemi sökün! Ben suratın nasıl kesileceğini size göstereyim. Siz şerefsizsiniz.” şeklindeki sözlerine devam ettiğini, bu nedenle R.B.nin kelepçelerini çözmediklerini, hakaret ve tehditlerine devam etmemesi için R.B.yi ayağıyla dürttüğünü, eşofmanını giymesi için ayağıyla R.B.yi kaldırmaya çalıştığını ve R.B.ye vurmadığını söylemiştir.

iv. Ç.U. özetle süngerli odaya götürülmesi sırasında R.B.nin koluna girdiğini ve kendisinin veya bir başka infaz koruma memurunun R.B.ye vurmadığını ifade etmiştir.

51. Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığınca hazırlanan 12/5/2016 tarihli otopsi raporunda başvurucuların yakınının ası sonucu vefat ettiği belirtilmiştir. Sözü edilen raporun ölenin vücudundaki yara izleriyle ilgili kısmı şöyledir:

“...

En derin yeri boyun sağda; sağ angulus mandibulanın 3 cm altında olmak üzere derinliği 0.7 cm olacak şekilde; boyun ön yüz ve sağ kulak memesi altına doğru uzanan; boyun önde hyoid kemik üst kısmından ve sağ kulak memesinin 7 cm altından geçerek ensede saçlı deri içerisine ilerleyen; solda ise sol angulus mandibulanın hemen altından geçerek sol kulak heliksi arka kısma doğru uzanan; aralarında 4.5 cm kalacak şekilde birleşmeden sonlanan; en geniş yeri 1.2 cm olan; zemini parşömenleşmiş; yükselici ve yüzeyelleşici vasıfta telem izi görüldü.

Göğüs ön yüz üstte 2 adet, batın ön yüz üstte 2 adet olmak üzere toplam 4 adet Elektrokardiyografi pedleri olduğu, sağ kol 1/3 üst bölge dışta-sol kol 1/3 orta bölge dışta ve sağ el sırtında şekilli dövmeler olduğu, her iki ön kol ile gövde ön yüzde muhtelif ebatlarda çok sayıda sedefi [yara izleri] olduğu, sağ bacak 1/3 üst bölge önde 1.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık, sağ bacak 1/3 orta bölge önde üzeri kurutlu milimetrik sıyrıklar, sağ ayak bileği arkada yaklaşık 3x0,5 cm ebatta üzeri kurutlu sıyrık, sağ dirsek arkada yaklaşık 0.5 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık ve alın solda yaklaşık 0.3 cm çaplı üzeri kurutlu sıyrık olduğu, her iki elden parmak izi alımına bağlı mürekkep bulaşıkları olduğu görüldü.

...

52. Yürüttüğü soruşturma sonunda Cumhuriyet Başsavcılığı, otopsi raporu ile kamera kayıtlarına atıf yaparak R.B.nin intihar sonucu vefat ettiği, ası sonucu meydana gelen olayda suç unsurunun bulunmadığı, R.B.nin daha önce de intihara kalkıştığı ancak infaz koruma memurlarınca intiharın engellendiği, R.B.yi intihara yönlendiren veya teşvik eden herhangi bir şahsın bulunmadığı ve Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri A.A., C.A., Ç.U., İ.A., M.E., M.K., M.Ç., O.Y., S.Y. ile Y.T.nin R.B.ye karşı hakaret, tehdit ve kasten yaralama suçlarını; A.Y. ve A.T.nin ise R.B.ye karşı tehdit ve hakaret suçlarını işlediğine ilişkin yeterli delil elde edilemediği gerekçesiyle 23/9/2016 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar vermiştir. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığı R.B.nin 11/11/2015 tarihinde süngerli odaya alınması sonrasında A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanarak kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında Ankara Batı 9. Asliye Ceza Mahkemesi (Asliye Ceza Mahkemesi) nezdinde kamu davası açmıştır.

53. Başvurucular, öz itibarıyla yakınlarının uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle çaresizliğe itildiğini ve intihara sürüklendiğini, yakınlarına psikolojik durumu yönünden esaslı bir tedavi sağlanmadığını, öngörülebilir ve önlenebilir olmasına rağmen intiharın gerçekleşmemesi için gerekli tedbirlerin alınmadığını belirterek kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

54. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/12/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Sözü edilen karar başvuruculara tebliğ edilmemiştir.

D. A.Y. ve A.T. Hakkında Açılan Kamu Davasıyla İlgili Süreç

55. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada daha önce ifadeleri alınmayan M.Y. ile M.A.nın beyanlarına başvurulmuştur.

i. M.Y., kendilerine yönelik saldırısı nedeniyle R.B.yi süngerli odaya götürüp üst araması yaptıklarını, eşofmanın ipliğinde jilet saklayabileceğini veya ipliğini kullanılabileceğini düşünerek eşofmanın ipliğini çektiklerini, bu nedenle eşofman altının R.B.nin belinden aşağıya kaydığını, R.B. küfrettiği için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını, A.Y.nin ise ayağıyla R.B.yi dürttüğünü söylemiştir.

ii. M.Y. ile benzer yönde beyanda bulunan M.A. ek olarak küfretmesi nedeniyle R.B.ye kelepçe taktıklarını ifade etmiştir.

56. Asliye Ceza Mahkemesi, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturabileceği ve bu suçla ilgili yargılama yapma görevinin ağır ceza mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle 12/4/2017 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Sanıkların bu karara yaptıkları itiraz Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesinin (Ceza Mahkemesi) 26/5/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

57. Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararı sonrasında yargılama Ceza Mahkemesince yapılmıştır.

58. Ceza Mahkemesince yapılan yargılamada;

i. Başvurucu Muazzez Babak soruşturma aşamasında alınan beyanı doğrultusunda söylemde bulunmuştur.

ii. Sanıklar suçlamaları kabul etmemiştir.

iii. Tanık H.O.; infaz koruma memurlarının psikolojik baskı yaptıklarını, havalandırma bahçesinin kapılarını öğlene kadar açmadıklarını, eşyalarının olmadığını, semaver ve televizyona ihtiyaç duyduklarını idareye söylediğini, televizyonun verildiğini ancak semaverin verilmediğini, R.B.nin okuma yazma bilmediğini, R.B.nin psikoloğa yıllardır tedavi gördüğünü söylediğini, 11/11/2015 tarihinde çay istediklerini ancak verilmediğini, başmemurla da görüşemediklerini, bir süre sonra R.B.nin odasına giren infaz koruma memurlarının hiçbir şey söylemeden R.B.nin üzerine yürüdüklerini, hem kendisine hem de R.B.ye vurduklarını, sürüklenerek süngerli odaya götürüldüklerini, süngerli odada bir iki gün kadar kaldıklarını, süngerli odada bulunduğu sırada kendisine işkence edildiğini, kendisinin daha sonra Ankara 1 No.luF Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini ve R.B.nin herhangi bir intihar girişiminin olmadığını beyan etmiştir.

iv. Tanıklar A.A., S.Y., M.K., Ç.U., C.A. ve M.E. soruşturma aşamasında verdikleri ifadelere benzer beyanda bulunmuştur. Farklı olarak Ç.U. süngerli odaya gönderilmesinden önce kafasını duvara vuran kişinin H.O. olduğunu, R.B.nin kendisine zarar vermesini önlediklerini ve süngerli odaya konulmadan önce üst araması yapılırken R.B.nin ellerinin kelepçeli olup olmadığını hatırlamadığını; M.K. ise R.B.nin ellerinin ne zaman kelepçelendiğini hatırlamadığını, süngerli odaya götürülürken R.B.nin ellerinin kelepçeli olmadığını, hakaret ve küfürlerine devam etmemesi için A.T.nin R.B.nin ağzını kapattığını söylemiştir.

v. Tanık B.Ç. soruşturma aşamasındaki beyanlarını tekrar etmesi haricinde R.B.de belirgin bir depresyon hâli veya psikoz gibi ağır bir ruhsal problem görmediğini, R.B.nin intihar girişiminden veya işkenceden söz etmediğini, sadece ilaç yazdırmak istediğini, Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önceki döneme ilişkin sağlık dosyasını incelediğini ve klinik muayene sonrasında başka bir sağlık merkezine sevke gerek görmediğini ifade etmiştir.

vi. Tanık E.C.; R.B.yi süngerli odada muayene ettiğini, muayene sırasında R.B.yi giysilerinden arındırdığını, hatırladığı kadarıyla bazı sıyrıklar gördüğünü, bunların süngerli odaya götürülürken kullanılan güçten ileri gelen ve basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olan ekimoz ve sıyrıklara benzediğini, R.B.yi psikiyatri polikliniğine sevk ettiğini, muayene esnasında sağlık görevlisi dışında bir infaz koruma başmemuru ile birkaç infaz koruma memurunun da süngerli odada bulunduğunu söylemiştir.

vii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık İ.B., R.B.nin kendini astığının söylenmesi üzerine hemen R.B.nin odasına gittiğini, R.B.nin ağzından köpükler geldiğini, nabız alamadığını ve ölmesinden önceki gece R.B.nin uyku ilacını almak istemediğini söylemiştir.

viii. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda sağlık görevlisi olarak çalışan tanık A.Ü. doktorun muayene yapmasından sonra muayene bulgularını vizite defterine yazdıklarını ve R.B.nin muayenesiyle ilgili bir şey hatırlamadığını ifade etmiştir.

59. Müdafii aracılığıyla Ceza Mahkemesine verdiği 6/2/2018 tarihli dilekçesinde tanık E.C.nin H.O. ile R.B.yi karıştırmış olabileceğini ileri süren sanık A.Y., dilekçesinin ekinde R.B. ile H.O.nun süngerli odada bulundukları sırada yapılan muayenelerine ilişkin vizite defterinde mevcut kayıtların örneğini ibraz etmiştir. Söz konusu kayıtlara göre E.C. H.O.nun muayenesine ilişkin kayda yüzeysel sıyrıkların bulunduğu yönünde not düşmüş ancak R.B.nin muayenesine ilişkin kayda R.B.nin baş bölgesinde ağrı tarif ettiğini ve travmatik lezyon saptanmadığını yazmıştır.

60. 8/3/2018 tarihinde Ceza Mahkemesi, sanıklara isnat edilen eylemi sabit görüp kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Ceza Mahkemesi, seçimlik cezalardan adli para cezasını seçse de temel cezayı 180 gün adli para cezası olarak belirlemiştir. Ceza Mahkemesinin anılan kararının gerekçesi şöyledir:

“...[İ]şkence suçunun oluşabilmesi için fiillerin ani bir şekilde değil sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde insan onuruyla bağdaşmayacak ölçüde yapılmasının gerektiği, ölen [R.B.nin] annesi ile yaptığı telefon konuşmasında sürekli olarak kendisinin dövüldüğü vücudunun yara ve morluk içerisinde olduğunu ve şikayetçi olmasını beyan ettiği görülmüş ancak ölü muayene tutanağına göre vücudunda yeni oluşmuş yara ve morluk bulunmadığı, yine ölenin cezaevinde ilk muyanesini yapan tanık olarak dinlenen doktor [E.C.nin] soruşturma sırasında alınan beyanında da ölenin kendisinin darp edildiğini kendisine söylediği ancak ölende darp cebir izine rastlamadığı yönünde ki beyanları ve sanıkların öleni darp etmedikleri yönünde ki savunmaları bir arada değerlendirildiğinde dosya kapsamında yer alan olaya ilişkin görgüsü bulunan kamu tanıkları, kamera görüntüleri ve bilirkişi raporuna göre ölen[R.B.nin] ... yatıştırılamayarak yumuşak odaya alındığı, yumuşak odada güvenlik kamera görüntüleri ve görüntüleri çözümleyen bilirkişi raporu ile sabit olduğu üzere sanık [A.T.nin] [R.B.ye] tokat attığı, [A.Y.nin] ise [R.B.yi] tekmelediği ancak bu eylemlerin olayın etkisi ile ani bir şekilde gerçekleştirildiği, sistematik bir durumun bulunmadığı ve belli bir süre devam etmediği kanaatine varılmakla sanıkların eylemlerine uyan kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle kasten yaralama suçundan cezalandırılmalarına karar verilmiş[tir.]...

61. Dosyadaki delillerden ve alınan ifadeler arasındaki çelişkilerden yola çıkan başvurucular; çaresiz konuma düşürüp onurunu kırmak için ölene tokat atılıp küfredildiğini, eşofman altının çıkarıldığını ve elleri kelepçeli olarak soğukta bekletildiğini, doktorun usulüne uygun şekilde rapor tutmadığını, işkencenin belgelenmemesi için bilinçli olarak hareket edildiğini, ölene eşyalarının verilmediğini, söz konusu eylemlerin nispeten uzun bir süre devam ettiğini, nihayetinde yakınlarının intihar ettiğini, sanıklara yüklenen eylemlerin işkence suçunu oluşturduğunu ve alt sınırdan belirlenen hapis cezasının adli para cezasına çevrilip sonrasında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek Ceza Mahkemesince verilen karara vekilleri aracılığıyla itiraz etmiştir.

62. Olay tarihinde Sincan Ceza İnfaz Kurumunda B1.7.28 numaralı odada kaldığını iddia eden G.A. Ceza Mahkemesine gönderdiği 19/4/2018 tarihli dilekçesinde herhangi bir ayrıntı vermeden tanıklık yapmak ve ölümün gerçek nedenine ilişkin bilgilerini paylaşmak istediğini belirtmiştir.

63. Başvurucuların itirazı Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 21/5/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

64. Anılan karar başvuruculara 5/6/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

E. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Görevlileri Hakkındaki Disiplin Soruşturması Süreci

65. Yetkili merciler R.B.nin ölümünden sonra Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlileri hakkında disiplin soruşturması yapılmasına gerek görmemiştir. Bununla birlikte başvurucu Muazzez Babak'ın Başbakanlık İletişim Merkezine (BİMER) yaptığı başvuru sonrasında beş infaz koruma başmemuru ile aralarında A.T. ve A.Y.nin de bulunduğu on beş infaz koruma memuru hakkında disiplin soruşturması başlatılmıştır.

66. Muhakkik olarak tayin edilen Sincan Ceza İnfaz Kurumu 2. Müdürü Me.K. tarafından hazırlanan soruşturma raporunda haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilerin kötü muamele amaçlı tavırlarının olmadığı, R.B.ye zor kullanma yetkisi dâhilinde müdahale edildiği, bu esnada müdahale esaslarına uygun olmayan küçük çaplı bazı tavırlar söz konusu olsa da sözü edilen tavırların kötü muamele olarak değerlendirilemeyeceği ve zarar verme amacıyla yapılmadıkları belirtilerek disiplin cezası verilmemesinin uygun olacağı açıklanmıştır. Anılan raporun dayandığı delillerden biri olan ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği anlaşılan 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda -ki bu rapor Sincan Ceza İnfaz Kurumundan elde edilen 8 dakika 4 saniyelik kamera görüntüsünün incelenmesine ilişkindir- şu tespitler yer almıştır:

- R.B. 11/11/2015 tarihinde saat 08.45'te elleri arkadan kelepçeli olarak süngerli odaya getirilmiş ve üç infaz koruma memuru tarafından yüzüstü yere yatırılmıştır. Bu sırada R.B.nin üzerinde beyaz bir eşofman üstü, siyah bir tişört ve külot bulunmaktadır. Giymesi için R.B.ye eşofman altı verilmiştir. R.B. eşofman altını giyerken kır saçlı ve gözlüklü bir infaz koruma memuru/başmemuru R.B.nin kafasına tokat atmıştır. Kel bir infaz koruma memuru/başmemuru sağ ayağıyla R.B.nin bacağına tekme atmış, hafif kıvırcık saçlı bir infaz koruma memuru/başmemuru ise sağ eliyle R.B.nin yüzüne tokat atmıştır. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru sol ayağıyla iki kez R.B.nin bacağına sert olmayan bir şekilde vurmuştur. Gözlüklü olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye doğru ayağını uzatmış ancak ayağı değmemiştir. Kel olan infaz koruma memuru/başmemuru R.B.ye yeniden tekme atmıştır. Görevlilerin süngerli odadan 08.47 sıralarında çıkmasından sonra R.B. eşofman altını giymiş, bir müddet yerde dinlenmiş ve daha sonra elleri arkadan kelepçeli şekilde ayağa kalıp üç dört dakika dolaşmıştır. R.B.ye atılan tokat ve tekmeler yaralamaya sebebiyet verecek şiddette değildir.

67. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Müdürü 20/6/2016 tarihinde, muhakkik soruşturma raporundaki tespit ve gerekçelerle haklarında disiplin soruşturması yürütülen kişilere disiplin cezası verilmesine yer olmadığına karar vermiştir. Karar içeriğine yansıtılan ifadelerden bilirkişi raporunda bahsi geçen saçları olmayan kişinin A.Y., hafif kıvırcık saçlı kişinin A.T., kır saçlı gözlüklü kişinin ise M.K. olduğu anlaşılmıştır.

68. Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, disiplin işlemi yönünden A.T. ve A.Y. hakkındaki yargılamanın akıbeti konusunda Ceza Mahkemesiyle yazışma yapsa da A.T. ve A.Y. hakkında yeni bir disiplin işlemi tesis edilip edilmediği saptanamamıştır.

F. Tam Yargı Davası İle İlgili Süreç

69. Başvurucular ile çocukları D.B., Ay.Y. ve F.K. yakınlarının intihara eğilimli olduğunun bilinmesine rağmen intiharın önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmadığını, süngerli odadaki tutma koşullarının uluslararası standartlara uygun olmadığını, üstelik yakınlarına kötü muamelede bulunulduğunu ve bu durumun yakınları R.B.yi intihara sürüklediğini belirterek Ankara 8. İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) Bakanlık aleyhine tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu Muazzez Babak için 2.000 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat, başvurucu Naif Babak için 1.500 TL maddi tazminat, 50.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir.

70. İdare Mahkemesi, başvurucuların tahliye olacağı tarihe ilişkin bilgileri elde edip başvurucuların R.B.nin desteğinden yoksun kalmaları nedeniyle uğradıkları zararı bilirkişiye hesap ettirmiştir.

71. Başvurucular, bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah ettikleri maddi tazminata ilişkin taleplerini başvurucu Muazzez Babak yönünden 63.878,50 TL'ye, başvurucu Naif Babak yönünden ise 21.530,67 TL'ye yükseltmiştir.

72. Yaptığı yargılama sonunda başvurucuların yakınının daha önce de intihara teşebbüs ettiğine işaret ederek vakit geçirilmeden R.B.nin düzenli bir şekilde psikiyatrik tedavisinin sağlanması gerekirken bu yönde gerekli adımların atılmaması nedeniyle ölüm olayının meydana gelmesinde idarenin hizmet kusurun bulunduğu sonucuna varan İdare Mahkemesi 26/9/2019 tarihinde -diğer davacılar için hükmedilenler haricinde- başvurucu Muazzez Babak'a 63.878,50 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat, başvurucu Raif Babak'a ise 21.530,67 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

73. Bakanlık, anılan karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

74. İstinaf başvurusunu inceleyen Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesi 22/12/2020 tarihinde, İdare Mahkemesince verilen kararın manevi tazminatla ilgili bölümünü onamış ancak maddi tazminatla ilgili bölümünü kaldırıp destekten yoksun kalma tazminatı yönünden yapılan hesaplamaya göre R.B.nin hak ederek tahliye tarihinden önce vefat edecekleri gerekçesiyle başvurucuların maddi tazminat taleplerini kesin olarak reddetmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

75. İlgili ulusal hukuk için bkz. Yalçın Yanık, B. No: 2013/3718, 20/1/2016, § 48; Hilmi Moray, B. No: 2013/3053, 21/4/2016, §§ 25-36; Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 63-65; Ahmet Şenol ve diğerleri, B. No: 2014/16947, 22/2/2018, §§ 46, 51.

B. Uluslararası Hukuk

76. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre bir ihlalin mağduru olduğu iddia edilen bir kişinin başvurunun yapılmasından önce ölmüş olması hâlinde gerekli hukuki menfaati bulunan kişinin ölen kişinin en yakın akrabası olarak ölüm veya kayıp edilmeye ilişkin şikâyetlerini ileri sürdüğü bir başvuruda bulunma hakkı vardır (Varnava ve diğerleri/Türkiye [BD], B. No:16064/90, 16065/90..., 18/9/2009, § 112). Bunun gerekçesi iddia edilen ihlalin niteliği ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) sisteminin en temel hükümlerden birinin etkin bir şekilde uygulanmasına ilişkin değerlendirmeler ile belirlenen özel durumdur (Fairfield/Birleşik Krallık (k.k.), B. No:24790/04, 8/3/2005).

77. AİHM bu tür durumlarda, ölümünün veya kaybedilmesinin devletin sorumluluğunu devreye soktuğu iddia edilen bir kişinin ebeveynleri gibi yakın aile üyelerinin ölen kişinin yasal mirasçıları olup olmadıklarına bakılmaksızın bizzat iddia edilen 2. madde ihlalinin dolaylı mağdurları olduklarını iddia edebileceklerini kabul etmiştir (Van Colle/Birleşik Krallık, B. No:7678/09, 13/11/2012, § 86).

78. AİHM ayrıca ölenin yakınlarının -Sözleşme’nin 2. maddesi kapsamında meseleleri gündeme getiren ölüm veya kaybedilme olayıyla yakından bağlantılı olması koşuluyla- ölen veya kayıp akrabaları adına Sözleşme’nin 3. ve 5. maddeleri uyarınca şikâyette bulunabilmelerine onay vermektedir. Örneğin Khayrullina/Rusya (B. No: 29729/09, 19/12/2017, §§ 86-107) başvurusunda, polis karakolunda hukuka aykırı olarak tutulduğu sırada veya karakoldan bırakıldıktan sonra bilinçsiz bir şekilde bulunan ve üç ay sonra ölen bir kişinin yakınının Sözleşme'nin 5. maddesinin ihlal edildiğine yönelik şikâyeti esastan incelenmiştir. Öte yandan;

i. Önal/Türkiye (B. No: 31420/11, 30/8/2016, §§ 10-109) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verilen kararda başvurucuların ölen yakınlarının öldüğü gün rütbeli bir askerin kötü muamelesine uğradığına ve bu bağlamda Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine yönelik iddiaları da incelenmiş ve başvurucuların mağdur sıfatları yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmaksızın rütbeli asker hakkındaki ceza yargılamasının derdest olduğuna işaret edilerek sözü edilen şikâyet yönünden iç hukuk yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır (benzer iddiaların incelenip aynı sonuca ulaşıldığı başka bir kabul edilebilirlik hakkında karar için bkz. Zemci ve Hatun Horuz/Türkiye, B. No: 30247/11, 24/3/2015).

ii. Gözaltına alınan kişilerin gözaltı sırasında ölmeleri veya gözaltı sırasında yaralandıktan sonra kaldırıldıkları sağlık kuruluşunda vefat etmeleri nedeniyle bu kişilerin yakınlarınca yapılan bazı başvurularda, devletin başvurucuların yakınlarının ölümünden sorumlu olduğu kabul edilerek kamu görevlilerinin darp fiilleri nedeniyle Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiği iddiaları yönünden ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir (Tais/Fransa, B. No: 39922/03, 1/6/2006, § 111; Yurtsever ve diğerleri, B. No: 22965/10, 8/7/2014, § 82).

79. AİHM Kaya ve diğerleri/Türkiye (B. No: 9342/16, 20/3/2018) başvurusunun kabul edilebilirliği hakkında verdiği kararda ise bir ceza infaz kurumunda tutulmakta iken ölen hükümlünün yakınlarınca yapılan başvuruda yakınlarının kötü muameleye maruz kaldığına ve bu bağlamda etkin bir soruşturma yürütülmediğine ilişkin iddiaları ile ilgili olarak ölenin herhangi bir fiziki kötü muamele ya da zulüm hakkında şikâyette bulunmadığını ve başvurucuların böyle bir şikâyeti sunmak için dava açma hakkı (locus standi) bulunsa bile şikâyet konusunda inandırıcı hiçbir delil bulunmadığını belirterek Sözleşme'nin 3. maddesinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

80. Mahkemenin 9/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Yaşam Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucu Muazzez Babak'ın İddiaları ve Bakanlık Görüşü

81. Başvurucu Muazzez Babak tek başına yaptığı 27/9/2017 tarihli başvurusunda; oğlunun isteği dışında Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği tarih ile öldüğü tarih arasındaki olay ve olgular ile başvuruya konu edilen soruşturma kapsamında toplanan delillere işaret edip geçmişinde intihar öyküsü olan oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumunda tek kişilik odaya konulduğunu ve oğluna eşyalarının verilmediğini, infaz koruma memurlarının darp ve hakaretlerine maruz kalması sonrasında oğlunun intihara teşebbüs ettiğini, bu olaydan sonra süngerli odaya alınan oğlunun daha donamlı bir sağlık kuruluşunda tedavi edilmesi yerine Kampüs Hastanesinde muayene edildiğini ve intihara teşebbüsten sonra oğlunun söylediği ilaçlar için reçete yazılması dışında oğluna başka bir tedavinin uygulanmadığını belirterek oğlunun ruhsal durumu ile ilgili esaslı bir tedavinin yapılmaması nedeniyle önlenebilir nitelikteki olayların önlenemediğini iddia etmiştir.

82. Başvurucu Muazzez Babak ayrıca oğlunun bir hastanede tedavi altına alınmak yerine psikolojisinin daha da bozulmasına neden olabilecek şekilde tuvaletin açıkta olduğu, havalandırma sisteminin olmadığı ve pencerenin bulunmadığı küçük bir süngerli odada tutulduğunu, bu suretle intihara davetiye çıkarıldığını, oğlunun intiharda kullandığı ipi kolaylıkla temin ettiğini, oğlunun uğradığı kötü muamele ve işkence nedeniyle intihara sürüklendiğini, yetkililerin oğlunun ölümünde kasıtlarının bulunduğunu ve verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararın oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın etkisizliğinin göstergesi olduğunu belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

83. Bakanlık görüşünde öncelikle soruşturma aşamasındaki işlemlerden ve R.B.nin daha önce tutulduğu ceza infaz kurumlarında aldığı tedaviler ile disiplin cezalarından söz edilerek;

i. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.nin intihar etme ihtimalinin bulunduğuna ilişkin herhangi bir rapor bulunmadığı,

ii.R.B.nin psikolojik sorunları bakımından gerekli tedbirlerin alındığı ve tedavi imkânlarının sağlandığı,

iii.R.B.nin psikoloğu ile görüşmesinin temin edildiği, gerekli notların psikolog tarafından alındığı ve R.B.nin sağlık durumunun kurum tabipliğince takip edildiği,

iv. Sincan Ceza İnfaz Kurumu Tabipliği Psikiyatri Servisi tarafından R.B.nin psikolojik sorunları ve tehlikeli mahkûm statüsü dikkate alınarak 11/11/2015 tarihinde muayene edildiği ve bu muayene sonunda herhangi bir ilaç düzenlenmediği,

v. R.B.nin öngörülemeyen kendi eylemi neticesinde hayatını kaybettiği,

vi. İntihar nedeniyle devletin sorumlu tutulmasının insan davranışlarının öngörülemezliği bağlamında devlete ağır bir yük yükleyeceği,

vii. Bireysel başvuru formunda söz konusu olay ile ilgili idari yargı yoluna bir başvuruda bulunulduğuna dair herhangi bir bilgi bulunmadığı, başvurucunun şikâyetleri bakımından idari yargı yolunda açılacak bir tam yargı davasının etkili giderim sağlayıp sağlamayacağı ve bu bağlamda olağan hukuk yollarının başvurudan önce tüketilip tüketilmediği hususunun Anayasa Mahkemesinin takdirinde olduğu,

viii. Yaşam hakkını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanması ile usul yükümlülüklerine ilişkin gerekli adımların atıldığı ifade edilmiştir.

84. Bakanlık görüşüne göre R.B. hakkında düzenlenen 19/7/2013 tarihli psikososyal servis raporunda R.B.nin 16 yaşından itibaren on yıldır ceza infaz kurumlarında bulunduğu, ergenlik döneminden itibaren uzun süre ceza infaz kurumunda bulunmasının neden olduğu çöküntü duyguları yaşadığı, psikiyatrik bir sorunu bulunmamasına rağmen sorunlarının gelişiminin aksamasından kaynaklı doğal tepkiler olduğu, yaşı gereği aktif olması gerektiği ancak ceza infaz kurumunda zamanını dolduracak ve üretkenlik gösterecek hiçbir faaliyete katılamadığı için iyileşemediği ve insani olarak gerilediği, Bakırköy Hastanesinde görmekte olduğu elektroşok ve ilaç tedavisinin beynine zarar verdiği ve zararlı düzeyde uykuya sebep olduğu, psikiyatrik tedavinin tek yönlü faydasına karşın açtığı zararları ve yan etkileri insani bulunmadığından ceza infaz kurumunda kendisine rehabilitasyon programı açıldığı, bu konuda R.B.nin haftanın üç günü (pazartesi, çarşamba, cuma) kütüphane işlerine yardımcı olmasının yaşadığı boşluk ve amaçsızlık duygularını olumluya götüreceği, sorunlu olduğu insan ilişkileri konusunda kütüphanede çalışan öğretmen, memurlar ve mahkûmla kuracağı ilişkilerin iyileştirici etkilerinin olacağının düşünüldüğü belirtilmiştir.

85. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında özetle Bakanlık aleyhine açtıkları tam yargı davasında verilen hükmün istinaf mahkemesince henüz incelenmediğini, oğlunun tehlikeli mahkûm statüsünde olup psikolojik anlamda rahatsız olduğunun doktor raporları ile sabit olduğunu, vefatından önce oğlunun birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini, psikolojik sorunların üstesinden gelinmesinde aile bağlarının önemine ve İstanbul'da yaşamalarına rağmen oğlunun Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, oğlunun işkenceye maruz bırakılması, süngerli odada uzun süre tutulması ve etkili bir sağlık kontrolü yapılmaması nedeniyle intihar ettiğini ve böylece oğlunun intihara sürüklendiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

86. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16).

87. Başvurucunun iddialarının bir kısmı, Anayasa Mahkemesine göre Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yöneliktir ve aşağıda ayrı bir başlık altında değerlendirilecektir. Başvurucu intihar ile kötü muamele arasında bağ kurduğu için söz konusu iddialara burada da yer verilmiştir. Başvurucunun geriye kalan iddiaları ise öz itibarıyla oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmadığına hatta oğlunun infaz koruma memurlarının kötü muamele niteliğinde olduğunu ileri sürdüğü eylemleriyle intihara sürüklendiğine ve oğlunun ölümü hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkisizliğine ilişkindir. Şüphesiz başvurucu, oğlunun ölümünde yetkililerin kasıtlarının bulunduğunu da ifade etmiştir ancak başvurucunun yaşam hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında dile getirdiği bütün iddiaları birlikte değerlendirilerek başvurucunun sözü edilen iddiasını yetkililere atfettiği kusurun ağırlığını açıklamak için serdettiği kanaatine varılmıştır. Bu bakımdan yaşam hakkının öldürmeme yükümlülüğüne ilişkin negatif boyutu bakımından ayrı bir inceleme yapılmamış; başvurucunun oğlunun yaşamının korunmadığına yönelik şikâyetleri yaşam hakkının koruma yükümlülüğüne ilişkin maddi boyutu kapsamında, oğlunun ölümü hakkında yürütülen soruşturma hakkındaki şikâyeti ise yaşam hakkının etkili soruşturma yükümlülüğüne ilişkin usul boyutu kapsamında incelenmiştir.

88. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” kenar başlıklı 17. maddesinin birinci fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Herkes, yaşama ... hakkına sahiptir.

89. Anayasa'nın “Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Devletin temel amaç ve görevleri, … kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

90. Başvurucunun oğlunun ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil eden eylemleriyle intihara sürüklendiğine ilişkin iddiada da bulunduğu gözetilerek yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun tam yargı davası yolunun tüketilmediği ya da İdare Mahkemesinin başvurucuya tazminat ödenmesine karar verdiği gerekçesiyle kabul edilemez bulunulamayacağı sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddiaların kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Yaşam Hakkının Maddi Boyutu

 (1) Genel İlkeler

91. Yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 17. maddesi, devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen Anayasa'nın 5. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde devlete birtakım negatif ve pozitif yükümlülükler yükler (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013, § 50).

92. Anılan pozitif yükümlülükler kapsamında devlet, yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamu görevlilerinin, diğer bireylerin ve hatta kişinin kendi eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma ödevi altındadır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 51). Bu ödev kapsamında devlet;

i. Yaşam hakkına yönelen tehdit ve risklere karşı caydırıcı ve koruyucu yasal ve idari çerçeve oluşturmalı (İpek Deniz ve diğerleri, B. No: 2013/1595, 21/4/2016, § 149),

ii. Bir kişinin yaşamına yönelik gerçek ve yakın bir tehlikenin bulunduğunun kamu makamlarınca bilindiği ya da bilinmesi gerektiği durumlarda, görevlileri aracılığıyla makul ölçüler çerçevesinde ve bu tehlikenin gerçekleşmesini önleyebilecek şekilde önlemler almalıdır (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

93. Sözü edilen koruma yükümlülüğü, kırılgan ve korumasız bir konumda bulunan mahpuslar yönünden de geçerlidir. Bu nedenle ceza infaz kurumu yetkilileri, kontrolleri altındaki bir kişinin kendini öldürmesi konusunda gerçek bir risk olduğunu bildikleri ya da bilmeleri gereken durumlarda söz konusu riski ortadan kaldırmak için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almalıdırlar (Mehmet Kaya ve diğerleri, B. No: 2013/6979, 20/5/2015, § 72). Bu çerçevede -kişi özgürlüğüne aşırı bir sınırlama getirmemek kaydıyla- gerektiğinde intihara meyilli mahpusun tedavisi, bu kişinin en uygun yerde tutulması ve/veya intihar eylemlerinde kullanılabilecek eşyaya el koyulması gibi tedbirlere başvurulabilir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 73). Bir mahpus açısından daha sıkı tedbirlerin gerekip gerekmediği ve bunların uygulanmasının makul olup olmadığı, kuşkusuz başvuru konusu yapılan her bir somut olayın koşullarına göre değişir (Mehmet Kaya ve diğerleri, § 74). Bununla birlikte özellikle insan davranışlarının öngörülemezliği ve öncelikler ile kaynakların değerlendirilmesi suretiyle yapılacak işlem veya yürütülecek faaliyet tercihi dikkate alınarak anılan yükümlülüğün kamu makamları üzerinde aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmaması gerekir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 53).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

94. Hakkında düzenlenen bazı tıbbi belgelere göre başvurucunun oğlu R.B., Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden önce antisosyal kişilik bozukluğu tanısına istinaden tedavi görmüş ve bu kapsamda kendisine bazı ilaçlar için reçete yazılmıştır. Bazı rapor ve belgelerde de R.B.nin intiharı düşündüğü, kendisine veya başkalarına zarar verebilecek nitelikte davranışları olabileceği, kendisine veya başkalarına zarar verme riskinin yüksek olduğu belirtilmiştir (bkz. §§ 11, 15, 16). Nitekim R.B. Sincan Ceza İnfaz Kurumuna naklinden önce iki kez intihara teşebbüs etmiştir. Sincan Ceza İnfaz Kurumu görevlilerince düzenlenen oda yerleşimi acil risk ihtiyaç raporunda kendisine ve başkalarına zarar verme riskinin orta derecede olduğu belirtilen R.B. 10/11/2015 tarihinde psikolog ile görüştürülmüştür ancak 11/11/2015 tarihinde tutulduğu müşahede odasında bazı infaz koruma memurlarının fiziki müdahalesine maruz kalan R.B., 12/11/2015 tarihinde sandalye üzerinde boğazına ip geçirmek sureti ile yeni bir intihar girişiminde bulunmuştur. Bu bakımdan R.B.nin kendini öldürebileceği konusunda gerçek bir risk bulunduğunun Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkilerince bilindiği açıktır. Bu durumda Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin sözü edilen riski önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri alıp almadıkları değerlendirilmelidir.

95. İntihara teşebbüs etmesi sonrasında tek kişilik B1.7.31 numaralı odada müşahede altına alınan R.B., Kampüs Hastanesi Psikiyatr Polikiniğine sevk edilmiş ancak sevk yazısında R.B.nin intihara teşebbüs ettiği belirtilmemiştir. Nitekim R.B.yi muayene eden Uzm. Dr. B.Ç., R.B.nin ölümü nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında verdiği ifadesinde ruhsal durum muayenesi yaptığını, R.B.nin bir ilaç listesi verdiğini ancak uygun gördüğü ilaçlar için reçete yazdığını ve üç ay sonrası için R.B.ye randevu verdiğini söylemiştir (bkz. § 46). O hâlde B.Ç., R.B.nin intihara teşebbüs ettiği yönünde bilgilendirilmemiştir. Bu durum R.B. hakkında yatarak tedavi ve/veya R.B.nin kullandığı ilaçların başka ilaçlarla değiştirilmesi gibi farklı tıbbi tedbirlerin alınmasını engellemiştir. Ayrıca yetkililer R.B.nin yeniden intihara kalkışmasını önlemek için intiharda kullanılabilecek ip/çamaşır ipi gibi eşyaya el konulması yönünde bir tedbire de başvurmamıştır.

96. R.B. 13/11/2015 tarihinde başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesinde artık dayanamadığını ve kendisini öldüreceğini beyan etmiştir (bkz. § 45/vii). Bu telefon görüşmesi yapılırken bir infaz koruma memuru da R.B.nin yanında bulunmuştur (bkz. § 49). Buna rağmen R.B.nin yaşamının korunması için hiçbir önlem alınmamış ve sonuç olarak R.B., bir çamaşır ipi yardımıyla kendisini duş başlığına asarak intihar etmiştir. O hâlde R.B.nin daha önceki intihar girişimleri ile R.B.nin cesedinde tespit edilen yaralar, başvurudaki diğer unsurlarla birlikte değerlendirildiğinde R.B.nin ölümünün infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği ileri sürülen eylemlerin doğrudan bir sonucu olduğu ve bu bağlamda infaz koruma memurlarının eylemleri nedeniyle R.B.nin intihara sürüklendiği söylenemez ise de Sincan Ceza İnfaz Kurumu yetkililerinin bilinen intihar riskini önlemek için makul ölçüler çerçevesinde ve sahip oldukları yetkiler kapsamında almaları gereken tedbirleri almadıkları açıktır.

97. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

ii. Yaşam Hakkının Usul Boyutunun İhlal Edildiğine İlişkin İddia

 (1) Genel İlkeler

98. Anayasa Mahkemesine göre devletin yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin usule ilişkin yönü (usul yükümlülüğü) doğal olmayan her ölüm olayının tüm yönleriyle ortaya konulmasına, sorumlu kişilerin belirlenmesine ve gerektiğinde bu kişilerin cezalandırılmasına imkân tanıyan bağımsız bir soruşturma yürütülmesini gerektirir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 54; Sadık Koçak ve diğerleri, B. No: 2013/841, 23/1/2014, § 94).

99. Anayasa Mahkemesinin yaşam hakkının usul boyutu konusunda benimsediği genel ilkelere göre şüpheli bir ölüm olayı hakkında yürütülen ceza soruşturmasının etkililiği için;

- Soruşturma makamlarının olaydan haberdar olur olmaz, resen harekete geçerek ölüm olayını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 57),

- Soruşturma sürecinin kamu denetimine açık olması ve meşru menfaatlerini korumak için ölen kişinin yakınlarının soruşturma sürecine gerekli olduğu ölçüde katılabilmeleri (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 58),

- Soruşturmanın makul bir özen ve süratle yürütülmesi (Salih Akkuş, B. No: 2012/1017, 18/9/2013, § 30),

- Soruşturma makamlarınca olayın sebebinin objektif analizinin yapılması ve soruşturma sonucunda alınan kararın elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması (Cemil Danışman, B. No: 2013/6319, 16/7/2014, § 99) gerekir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

100. Somut olayda şüpheli ölüm olayından haberdar edilen Cumhuriyet Başsavcılığının konuyla ilgili derhâl bir soruşturma başlattığı görülmüştür. Bu soruşturma kapsamında ölüm olayının aydınlatabilmesi için olay yeri Cumhuriyet savcısınca incelenmiş ve olay hakkında bilgi sahibi olabilecek bazı infaz koruma memurları ile ölenin kaldığı odanın her iki yanındaki odalarda kalan mahpusların ifadeleri alınmıştır. R.B. ile birlikte Sincan Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen H.O.nun ifadesi doğrultusunda soruşturma derinleştirilmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları incelenmiş, R.B.nin sağlık dosyası celbedilmiş ve R.B.nin bir süreliğine oda komşusu olan M.S.D. ile birçok infaz koruma memurunun ifadelerine başvurulmuştur. Sincan Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içinde R.B.yi muayene eden B.Ç. ve E.C. dinlenmiştir. Yapılan ölü muayenesi ve otopsi işlemleri ile R.B.nin ası sonucu vefat ettiği tespit edilmiştir. Ayrıca başvurucu Muazzez Babak soruşturmaya ifade vermek, delillerin toplanmasına ilişkin taleplerini Cumhuriyet Başsavcılığına iletmek ve kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz etmek suretiyle etkili bir şekilde katılabilmiş ve soruşturma yaklaşık 1 yıl 1 ay 7 gün gibi kısa bir sürede sonuçlandırılmıştır. Bununla birlikte Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda; soruşturmadaki unsurlar gerektirmesine rağmen R.B.nin ceza infaz koruma memurlarının kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen eylemleriyle intihara sürüklenip sürüklenmediği, bir başka ifadeyle infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı (Mahkemenin bu konu hakkındaki değerlendirmesi için bkz. §§ 94-97) konusunda hiçbir değerlendirme yer almamıştır.

101. Açıklanan gerekçelerle yaşam hakkının usul boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Eziyet Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları

102. Başvurucu Muazzez Babak 27/9/2017 tarihli başvurusunda oğlunun darbedildiğini ve hakarete uğradığını, kolları arkadan bükülerek ve sürüklenerek süngerli odaya götürüldüğünü, ellerinin arkadan kelepçelendiğini, fiziki koşulları uluslararası standartlara uygun olmayan süngerli odada üç gün tutulduğunu, süngerli odada çok üşüdüğünü ve yaralarıyla ilgili olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’na (İstanbul Protokolü) uygun bir rapor tutulmadığını belirterek Anayasa'nın 17., 19., 38. ve 40. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

103. Başvurucular birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise 27/9/2017 tarihli başvuruda dile getirilen iddiaları yineleyerek A.Y. ile A.T.nin eylemlerini sistematik bir şekilde gerçekleştirdiklerini, sanıklara yüklenen eylemin işkence suçunu oluşturduğunu, ağzına su dökülmek suretiyle oğullarına işkence edildiğini, kötü muamele yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının derece mahkemelerince dikkate alınmadığını ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin cezasızlık sonucunu doğurduğunu belirterek kötü muamele yasağı ile bu yasakla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

104. Başvurucuların iddialarının özü, yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasıyla yasaklanan fillere maruz kaldığına ve bu olay hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmediğine ilişkindir. Bu nedenle inceleme de bu çerçevede yapılmıştır.

105. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

 “…

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

…”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

106. Bireysel başvuru yolunu işletebilecekler esas itibarıyla ihlale yol açtığı ileri sürülen kamu gücü eylem veya işleminden ya da ihmalinden dolayı güncel bir kişisel hakkı doğrudan etkilenen kişiler (doğrudan mağdur) olmakla birlikte somut olayın koşullarına ve ihlal edilen hakkın niteliğine göre doğrudan mağdur ile arasında kişisel ve özel bir bağ bulunan, dolayısıyla da Anayasa ve Sözleşme'nin ihlalinden olumsuz olarak etkilenmiş veya ihlalin sona ermesinden meşru ve kişisel bir menfaati bulunan kimseler de dolaylı mağdur sıfatıyla bireysel başvuruda bulunabilecektir (Engin Gök ve diğerleri, B. No: 2013/3955, 14/4/2016, § 47). Nitekim mağdurun bizzat başvuru yapmasının mümkün olmadığı ve yakın akrabalık ilişkisinin bulunduğu kimi durumlarda -özellikle yaşam hakkının söz konusu olduğu- başvurucuların ihlalden doğrudan etkilenmemiş olmalarına rağmen ihlalden dolaylı olarak etkilenmeleri nedeniyle bu etkiye dayanarak kendi adlarına başvuru yapabilecekleri kabul edilmektedir (bu kapsamda incelenen başvurular için birçok karar arasından bkz. Sadık Koçak ve diğerleri ve Cemil Danışman kararları).

107. Somut başvuruda başvurucuların dolaylı mağdur sıfatlarının bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi için bireysel başvuru yapan kişilerin, ölen yakınlarının Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında yasaklanan bir fiile maruz kaldığı iddialarını dolaylı mağdur sıfatıyla dile getirip getiremeyecekleri meselesinin incelenmesi gerekir.

108. İncelemenin başında belirtmek gerekir ki başvurucuların yakını, maruz kaldığı bir kötü muamele sonucunda ölmüş veya ölmesinden çok kısa bir süre önce kötü muameleye maruz kalmış ise başvurucuların dolaylı mağdur sıfatı yönünden hiçbir sorun bulunmamaktadır (Esma Çelebi, B. No: 2014/17591, 19/4/2017 § 80; Ahmet Şenol ve diğerleri, § 69).

109. Anılan durumlar dışında dolaylı mağdur sıfatının varlığı somut olayın koşullarına ve kötü muamele teşkil ettiği iddia edilen fiillerin ölüm olayıyla olan bağlantısına göre belirlenmelidir. Mesela Rıfat Bakır ve diğerleri (B. No: 2013/2782, 11/3/2015) başvurusunda, başvurucuların ölen yakınlarının zorunlu askerlik vazifesini ifa etmekteyken ölmesinden önce bir üstü tarafından darbedilip onur kırıcı muameleye maruz kaldığına yönelik iddiaları mağdur sıfatı yönünden herhangi bir değerlendirme yapılmadan esastan incelenmiştir.

110. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. 13/11/2015 tarihinde telefon yoluyla iletişim kurduğu başvurucu Muazzez Babak'a dövüldüğünden söz etmiş, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdiği aynı tarihli dilekçesinde ise süngerli odadaki tutma koşullarına yönelik bir iddiayı dile getirmeden dövülüp hakarete uğradığını ve işkenceye maruz kaldığını iddia etmiştir. Bu nedenle somut olayın koşullarında başvurucuların, yakınlarının süngerli odadaki tutma koşullarına (süngerli odanın fiziki koşulları ve R.B.nin süngerli odada kelepçeli olarak tutulması) yönelik iddiaları bakımından dolaylı mağdur sıfatları bulunmasa da infaz koruma başmemurlarının/memurlarının ölen yakınlarına yönelik eylemleri yönünden dolaylı mağdur sıfatını taşıdıkları sonucuna varılmıştır. Ayrıca başvurunun kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden tespit edilmemiştir. Bu nedenle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Genel İlkeler

111. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinin devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri dikkate alınarak maddi ve usul boyutları bakımından ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğü, bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu içerirken pozitif yükümlülük hem bireyleri bu tür muamelelerden korumayı (önleyici yükümlülük) hem de etkili bir soruşturma yoluyla sorumluların tespiti ve cezalandırılmasını (soruşturma yükümlülüğü) içermektedir. Anılan yasağın maddi boyutu, negatif yükümlülük ile önleyici yükümlülüğü kapsamakta; pozitif yükümlülüğün iki unsurundan biri olan soruşturma yükümlülüğü ise usul boyutunu oluşturmaktadır (Elif Aydın Dost, B. No: 2014/19954, 12/6/2018, § 35).

112. Anayasa mahkemesinin işkence ve kötü muamele yasağının maddi ve usul boyutları kapsamında belirlediği temel ilkeler ile Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza veya muamele kavramın ifade ettiği anlamlar şimdiye kadar birçok kararda belirtilmiştir (birçok karar arasından bkz. Naif Bal (2), B. No: 2015/2465, 1/9/2019, §§ 49-55; Fırat Can, B. No: 2016/762, 2/6/2020, §§ 50-59, 65-76).

ii. İlkelerin Olaya Uygulanması

113. Başvuruya konu soruşturmada R.B.nin maruz kaldığı fiillerin tespiti için birçok tanık dinlenmiş, R.B.nin sağlık dosyası getirtilerek hakkında tanzim edilen tıbbi belgeler incelenmiş, R.B.nin başvurucu Muazzez Babak ile yaptığı telefon görüşmesine ilişkin kayıt ile Sincan Ceza İnfaz Kurumuna ait kamera kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve A.T.nin R.B.ye tokat atmak, A.Y.nin ise R.B.yi tekmelemek suretiyle kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kasten basit yaralama suçunu işledikleri iddiasıyla A.Y. ve A.T. hakkında kamu davası açılmıştır. A.T. ve A.Y. de dâhil olmak üzere kamu görevlilerinin R.B.ye yönelik başka bir eylemi saptanamamıştır. Öte yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca aldırıldığı anlaşılan ve bir örneği de yürütülecek disiplin soruşturmasında değerlendirilmek üzere Sincan Ceza İnfaz Kurumuna gönderilen 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporunda (bkz. § 66) M.K.nın da R.B.ye tokat attığına ilişkin tespit bulunmasına rağmen konu Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmemiş, Cumhuriyet Başsavcılığı da farklı bir delil elde etme ihtimaline rağmen Sincan Ceza İnfaz Kurumundan olay hakkında yürütülmüş disiplin soruşturmasına ilişkin dosyayı getirtmemiştir. Netice olarak 22/3/2016 tarihli bilirkişi raporundaki tespite rağmen M.K. hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturmada sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplandığı söylenemez.

114. Ceza Mahkemesi, yaptığı yargılama sonunda kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kötüye kullanması suretiyle kasten basit yaralama suçu nedeniyle sanıkların neticeten 4.500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Bu durumda A.Y. ve A.T hakkında verilen cezanın sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdur açısından uygun giderim sağlanması yönündeki gerekliliği sağlayıp sağlamadığı değerlendirilmelidir. Bu değerlendirme yapılırken hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verip vermemenin mahkemelerin takdirinde olmakla birlikte mahkemelerin sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde hukuku uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabileceği nazara alınmalıdır (Süleyman Deveci, §§ 100-102, 122; Yunus Kalkan, B. No: 2013/4383, 18/2/2016, §§ 68, 69, 85, 86).

115. Somut olayda başvurucuların oğlu R.B. hükümlü olarak tutulduğu Sincan Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memurlarıyla yaşadığı bir olay sonrasında etkisiz hâle getirilip elleri arkadan kelepçeli bir vaziyette süngerli odaya götürülmüştür. R.B.nin elleri kelepçeli olmasına ve infaz koruma memurlarına yönelik fiilî bir saldırısı bulunmamasına rağmen A.T., R.B.ye tokat atmış; A.Y. ise R.B.yi birkaç kez tekmelemiştir. Olayın gerçekleşme koşulları ve R.B.nin süngerli odadaki hâli dikkate alınarak şikâyet edilen eylemin eziyet olarak nitelendirilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

116. Başvurucuların oğlunun maruz kaldığı eylemin Anayasa'nın 17. maddesi anlamında eziyet olduğu dikkate alınarak A.Y. ve A.T. hakkında kurulan hükmün -para cezası tercih edilerek ceza tayini sonrasında hukuki bir sonuç doğurmamayı ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle- başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmadığı, sonuç olarak başvurucuların mağdur sıfatlarının devam ettiği değerlendirilmiştir.

117. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence atına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

118. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.

119. Başvurucu Muazzez Babak tarafından yapılan 27/9/2017 tarihli başvuruda ihlalin tespiti, soruşturmanın yenilenmesi ve 100.000 TL manevi tazminat talep edilmiştir. Başvurucuların birlikte yaptıkları 29/6/2018 tarihli başvuruda ise ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve 50.000 TL manevi tazminat istenmiştir.

120. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

121. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

122. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

123. İncelenen başvuruda başvurucuların oğlunun yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınmaması ve kovuşturmaya yer olmadığına dair ek kararda infaz koruma memurlarının kötü muamele oluşturduğu öne sürülen eylemleri ile R.B.nin ölümü arasında bağlantı olup olmadığı ve intihara ilişkin gerçek bir riskin varlığına rağmen R.B.nin yaşamının korunması için gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığı konusunda değerlendirme yapılmaması nedeniyle yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delillerin toplanmaması ve Ceza Mahkemesince verilen kararın başvurucuların mağduriyetlerinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmaması nedenleriyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığının yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edildiğine ilişkin iddialar hakkında değerlendirmede bulunmadan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verdiği hususu da gözetildiğinde somut başvurudaki ihlallerin Cumhuriyet Başsavcılığı ile Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararlardan kaynaklandığı anlaşılmıştır.

124. Bu durumda yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma ve yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeni soruşturma ve yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden soruşturma ve yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden soruşturma yapılmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına, yeniden yargılama yapılmak üzere Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

125. İdare Mahkemesinin yaşam hakkının maddi boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak lehine manevi tazminata hükmettiği ve başvurucunun bu miktarın yetersiz olduğu iddiasıyla istinaf başvurusu yapmadığı gözetilerek başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına dayalı manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir. Bununla birlikte yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

126. Öte yandan somut olayda eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarına ilişkin ihlallerin tespit edilmesinin başvurucuların uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için, eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara, talepleri de dikkate alınarak müştereken net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

127. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a müstakilen, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan yaşam hakkının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın birer örneğinin yaşam hakkı ile eziyet yasağına ilişkin ihlallerin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden soruşturma yapılmak üzere Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığına (Sor. No: 2015/34463), yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara Batı 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/198) GÖNDERİLMESİNE,

D. 1. Başvurucu Muazzez Babak'ın yaşam hakkının maddi boyutunun ihlal edilmiş olmasına istinat eden manevi tazminat talebinin REDDİNE ancak yaşam hakkının usul boyutunun ihlali nedeniyle başvurucu Muazzez Babak'a net 55.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, fazlaya ilişkin talebin REDDİNE,

2. Eziyet yasağının maddi ve usul boyutlarının ihlali nedeniyle başvuruculara talepleri dikkate alınarak net 50.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

E. 257,50 TL harçtan ibaret yargılama giderinin başvurucu Muazzez Babak'a ÖDENMESİNE, 294,70 TL harç ile 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin ise başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 9/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

A.Ö. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/37198)

 

Karar Tarihi: 27/7/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 9/11/2022-32008

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

RESEN GİZLİLİK KARARI VERİLDİ

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hüseyin MECEK

Başvurucular

:

1. A.Ö.

 

 

2. D.Ö.

 

 

3. K.Ö.

Vekili

:

Av. Ali BOZAN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluğun yaralaması olayında açılan kamu davasında soruşturmanın etkisiz yürütülmesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi nedeniyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 7/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi’nden (UYAP) elde edilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

5. 2005 doğumlu olan başvurucu D.Ö., diğer başvurucuların çocuğudur. Mersin İl Emniyet Müdürlüğünce ilköğretim çağındaki çocukların bilgisayar ve internet gereksinimlerini karşılamak ve ödevlerini yapmalarını sağlamak için Siteler Polis Merkezinde bilgisayar ve çalışma salonları tahsis edilmiştir.

6. 11/9/2013 tarihinde ders çalışmak için Polis Merkezine gelen başvurucu D.Ö. başka bir çocukla kavga etmiştir. Polis memuru O.D.nin başvurucuyu ikaz etmesi üzerine başvurucunun O.D.ye küfrettiği, bunun üzerine O.D.nin başvurucuyu darbederek yaraladığı iddiasıyla Mersin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) soruşturma başlatılmıştır.

7. Adli raporlar:

i. Mersin Çocuk Hastalıkları Hastanesinin 13/9/2013 tarihli adli muayene raporunda; darp nedeniyle getirilen başvurucunun yapılan muayenesinde ateş, kusma, baş ağrısı şikâyetleri olduğu, genel durumunun orta, boynunda sıyrık, eritamöz alanlar, sağ omuzda 2x2 cm ekimoz olduğu, açık yara ve kırık olmadığı, orofarinks (boğaz arka kısmı) bölgesinin hiperemik, testislerin skrotumda (testis torbası) doğal izlendiği belirtilmiştir.

ii. Mersin Adli Tıp Şube Müdürlüğünün 27/11/2013 tarihli raporunda; oğlunun bir arkadaşının, oğlunu polislerin dövdüğünü söylemesi üzerine annenin karakola gittiğini, polisin oğlunu dövdüğünü söylediğini, karakola gittiğinde oğlunun vücudunda morluklar gördüğünü, çocuğu vermek istemediklerini, çocuğu zorla alarak eve gittiğini, çocuğun ateş, kusma ve baş ağrısı şikâyeti olduğunu, hastanede on gün kaldığını ifade ettiği belirtilmiştir. Muayenesinde sağ omuzda 2x0,5, 1x0,5 cm, kurutları dökülmüş yara, sol scapula (kürek kemiği) üzerinde 0,5x0,5 cm, kurutları dökülmüş iki yara, bel orta hatta 1x0,3 cm'lik dört yara, sol üst kol dış yanda 0,5x0,2 cm'lik iki yara olduğu saptanmıştır.

iii. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı Başkanlığının 21/3/2014 tarihli raporunda, çocuğun olayla ilgili anlatımlarına göre dışarıda oynarken polisin, arkadaşıyla kavga ettiğini görüp yanlarına gelerek kendisine vurduğu, polise küfredip kaçtıktan sonra polisin kendisini yakalayıp polis arabasında dövdüğü, kafasını demire vurduğu, eve gittiğinde annesine "Kafam büyümüş mü?" diye sorduğu, olayı sık sık hatırladığı, rüyasında gördüğü, polisleri görünce korktuğu, tek başına yatamadığı, unutkanlık yaşadığı ifade edilmiş; yapılan ruhsal muayenede 8-9 yaşlarında, giyimi sosyokültürel düzeyine uygun erkek hastanın annesiyle birlikte geldiği, duygu durumunun depresif, duygulanımının anksiyöz olduğu, çağrışımlarının, algı, bellek ve dikkatinin doğal olduğu, maruz kaldığı iddia edilen fiziksel istismar olayına bağlı olarak kronik travma sonrası stres bozukluğu geliştiği ve ruh sağlığının bozulduğu, fiziksel yaraların ise basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyeceği bildirilmiştir.

8. Başsavcılık olay günü karakoldaki polis memurlarının görev listesini ve fotoğraflarını getirterek şüphelileri tespit etmiştir.

9. Bakanlık görüşündeki bilgilere göre Mersin Valiliğince olayla ilgili olarak idari soruşturma başlatılmış, polis memuru O.D. 18/9/2013 tarihinde soruşturmanın selameti açısından görevden uzaklaştırılmış, 14/7/2014 tarihinde dörtay kısa süreli durdurma disiplin cezasıyla cezalandırılmıştır.

10. Başsavcılık 7/10/2013 tarihinde olay yerinde keşif yapmış, karakoldaki kameraların yerlerini ve çalışır vaziyette olup olmadıklarını elektrik ve elektronik mühendisi bilirkişiye tespit ettirmiştir. Mağdur çocuk ve annesi de olay yerinde dinlenmiş, çocuğa yer gösterme işlemi yaptırılmıştır. Çocuk, karakolda darbedildiğini öne sürdüğü ve kapısında "Çay Ocağı" yazan odayı Cumhuriyet savcısına göstermiştir.

11. Başsavcılık karakoldaki güvenlik kameraları kayıtlarını, bina çevresini gösteren kayıtları ve MOBESE kayıtlarını getirtmiştir. Bazı kamera kayıtlarının on gün içinde otomatik olarak silinmesi nedeniyle kayıt bulunmadığı bildirilmiştir. Getirtilen MOBESE görüntüleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. 11/1/2013 tarihli bilirkişi raporunda, çocukların kendi aralarındaki kavga görüntüleri bulunmakta ise de polis memurunun çocuğu darbettiği görüntüye rastlanmadığı bildirilmiştir.

12. 24/9/2013 tarihinde şüpheli O.D. tutuklanması istemiyle sorguya sevk edilmiş, Mersin 9. Sulh Ceza Mahkemesi tutuklama istemini reddederek şüphelinin adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir.

13. Başsavcılık; polis memurlarından O.D. hakkında işkence suçundan, olayı gören ancak tutanak tanzim etmeyen polis memuru şüpheliler B.D., Ö.F.K. ve H.K. hakkında ise kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçundan 15/4/2014 tarihinde kamu davası açmıştır. İddianamenin ilgili kısmı şöyledir:

 “...

Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı mağdur D.Ö. de aynı şekilde Siteler Polis Merkezine sürekli diğer çocuklarla birlikte gidip geldiği, olay tarihi olan 11.09.2013 günü [arkadaşlarıyla oynarken] ... M. adlı arkadaşı ile kavga ettiği, kavga yerine yakın Siteler Polis Merkezi önünde nöbetçi bulunan ... polis memuru şüpheli (KANIT NO:9) O.D., mağdur D.Ö.nün yanına gelerek ayağı ile mağdurun cinsel organının bulunduğu yere ayrıca karın bölgesi sol tarafına vurduğu, bunun üzerine mağdur D.Ö.nün şüpheli O.D.ye ana avrat sinkaf edici hakaret içeren söz söylediği, bunun üzerine şüpheli O.D.nin mağduru kovalamaya başladığı, daha sonra tutarak mağdurun boynunu ... sıkıp kafasına ve sol omzuna elleri ile vurduğu (KANIT NO:7)daha sonra görse tanıyabileceği ancak tespit edemediği resmî elbiseli bir polis memurunun gelerek şüpheli O.D.ye mağduru bırakmasını söylemesine rağmen şüpheli O.D.nin mağdur D.Ö.yü bırakmayarak ekip aracının içerisine aldığı ve mağdurun başını ekip aracının arka iç tarafındaki demir korkuluklarına birkaç kere vurduğu, bu sırada ... polis memurları şüpheliler B.D., Ö.F.K. ve H.K.ya şüpheli O.D., mağdur'un elini yüzünü yıkamalarını istediği, şüpheliler B.D., Ö.F.K. ve H.K.nın mağdur D.Ö.yü Siteler Polis Merkezinin mutfak kısmına götürerek elini yüzünü yıkadıkları, yüzüne buz tuttukları ve mağdur D.Ö.ye elbise verdikleri, bu sırada O.D.nin Siteler Polis Merkezi mutfağına gelerek ağlayan mağdur D.Ö.nün yüzüne tokat ve mutfakta bulunan çaydanlık ile vurduğu, daha sonra bir zırhlı aracın içerisine mağdur D.Ö.yü koyarak bilmediği bir yere götürüp araç içerisinde yaklaşık iki saat kadar şüpheli O.D.nin beklettiği, daha sonra tekrar Siteler Polis Merkezine getirdiği, olayı gören görgü tanıkları S.M., O.K., M.H., Ş.K. ve H.K.nin mağdur D.Ö.nün annesi olan K.Ö.ye haber vermesi üzerine K.Ö.nün karakol içerisine geldiği, burada şüpheli O.D. ile karşılaştığı ve şüpheli O.D.ye oğlu D.yi sorduğunda şüpheli O.D.nin de müştekiye hitaben; 'D. senin neyin olur?' şeklindeki soruya karşılık müştekinin 'Oğlum olur.' şeklindeki cevabı karşısında şüpheli O.D.nin müşteki K.Ö.ye hitaben; 'D. benim anneme küfür etti, nasıl terbiye vermişsin, biz size burada bekçilik ediyoruz, siz de annemize küfür ediyorsunuz, ben de oğlun D.yi dövdüm, git oğlun içeride.' şeklinde söylemesi üzerine müşteki K.Ö.nün tanık S.M.nin göstermesi ile karakol içerisine gidip mutfak bölümünün kapısını açtığında oğlu D.nin üstünün soyunuk olduğunu, üstüne su döktüklerini gördüğü, bunun üzerine oğlunu almak istediği ancak polis memurları olan şüpheliler B.D., Ö.F.K. ve H.K.nin kendisine D.yi daha sonra getireceklerini evine gitmesini söyledikleri, müşteki K.Ö.nün oğlunu alma konusunda ısrar etmesine rağmen polis memurları şüpheliler B.D., Ö.F.K. ve H.K.’nın müşteki K.Ö.ye hitaben; 'Siz eve gidin biz D. ile biraz bilgisayar oynar, sonra size D.yi getiririz.' şeklinde söyledikleri, müşteki K.Ö.nün oğlu D.yi gördüğünde sol omzunda yaygın şekilde morluk ve yüzünün sol tarafında el izi olduğu ve şiştiğini, boğazının alt tarafında da yaygın şekilde kızarıklık olduğunu görmesi üzerine krize girdiği ve müştekinin oğlu D.yi istemesine rağmen yine görse tanıyabileceği ancak tespit edemeyeceği bir polis memuru 'Yenge ben D.yi çok seviyorum, merak etme sen, ben onu eve getireceğim, kıyamam ben ona.' şeklinde söylemi üzerine müşteki K.nin eve gittiği ve yaklaşık 2 saat sonrada oğlu D.Ö.nin eve geldiği, müşteki K.Ö.nün oğlu mağdur D.Ö.ye nasıl olduğunu sorması üzerine, D.Ö.nün başının döndüğünü söyleyerek kustuğu, 12.09.2013 günü müşteki K.Ö.nün mağdur D.Ö.yü Siteler Karakolu’nun yanındaki sağlık ocağına götürdüğü, burada doktorun kendisine 'Oğlun damdan mı düştü?' şeklinde sorması üzerine müşteki K.Ö.nün oğlu D.yi polislerin dövdüğünü söylemesi üzerine, tespit edilemeyen doktorun mağdur D.Ö.yü bir an evvel bir hastaneye yetiştirilmesi gerektiğini söyledikten sonra müşteki K.Ö. oğlu mağdur D.Ö.yü hastaneye götürürken Siteler Polis Merkezi’ndeki tanımadığı sivil polislerin gelerek mağdur D.Ö.yü hastaneye araç ile götürmek istediklerini söylediği ve mağdur D.Ö.yü polis memurları bir araç ile Mersin Kadın ve Çocuk Hastanesine götürdükleri, mağdur D.Ö.nün burada yatarak tedavisine başlandığı, Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi hasta gözlem ve tedavi evrakları (KANIT NO:6) ile birlikte mağdur D.Ö.ye ait (KANIT NO:7)'de belirtilen fotoğraf da eklenerek Mersin Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığına gönderilerek yaptırılan fiziki beden muayenesi ile Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığından alınan raporlar (KANIT NO:5 a-b) sonucuna göre; Mağdur D.Ö.nün;

1-Maruz kaldığı fiziksel istismar olayına bağlı olarak kronik travma sonrasında stres bozukluğu geliştiği ve ruh sağlığının bozulmuş olduğu,

2-Yaşamını tehlikeye uğratmadığı, yaralanmasının Basit Tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde olmadığı, yönünde raporların düzenlendiği anlaşılmıştır.

...”

14. Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) sosyal inceleme raporu aldırmış; kamera kayıtlarında silme ve değiştirme yapılıp yapılmadığının, silinmişse bu görüntülere tekrar ulaşılıp ulaşılamayacağının tespiti için İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetinden rapor aldırmıştır. 30/3/2016 tarihli raporda olay anına ilişkin bir görüntü kaydına rastlanmadığı bildirilmiştir.

15. Mahkemenin 12/6/2018 tarihli kararıyla sanık O.D.nin kasten yaralama suçundan 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 86. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile aynı maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) ve (e) bentleri, 62. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca 1 yıl 10 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Diğer üç sanık hakkında ise 5237 sayılı Kanun’un 279. maddesi uyarınca kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçundan 7 ay 15 gün hapis cezası ve HAGB kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “...Somut olayda mağdurla sanık arasında herhangi bir husumet bulunmadığı gibi mağdur hakkında herhangi bir soruşturma ve dava da bulunmamaktadır. Hatta dosya kapsamında mağdurun daha önceden emniyetçe yürütülen sosyal amaçlı proje kapsamında karakola gelip giden çocuklardan birisi olduğu anlaşılmaktadır. Mağdurun başka bir çocukla kavga ettiğini öğrenen sanık O.D.nin mağduru ikaz etmesi üzerine mağdur çocuğun da sanık O.D.ye sövdüğü, mağdurun bu davranışı üzerine de sanık O.D.nin bu duruma sinirlenip mağdura dayak attığı iddia edilmektedir. Olay karakolda değil sokakta gerçekleşmiştir. Mağdurun olay nedeniyle basit şekilde yaralandığına dair doktor raporları da dosya içerisindedir. Bu sanığa isnat edilen eylemin bu haliyle yukarıda açıklanan işkence suçunun maddi manevi suç unsurunu oluşturmadığı açıktır. Mağdur sanık O.D.ye ters cevap vermesi üzerine ani olarak gerçekleşen ve bir defa gerçekleşip son bulan basit bir yaralama eylemi şeklindedir. Sanığın eyleminin işkence olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu nedenle bu sanığın eyleminin iddianamede vasıflandırıldığı gibi işkence suçunu değil, basit yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir. Sanık kamu görevlisi olup, mağdurun da yaşının küçük olması nedeniyle somut olayda basit yaralama eyleminin ağırlaştırılmış hallerinin söz konusu olduğu kabul edilmelidir. Diğer sanıkların karakolda görevli oldukları, olay gerçekleştirildikten sonra olayı gördükleri fakat bununla ilgili tutanak tutmadıkları, herhangi bir işlem yapmadıkları ve suçu üst amirlere bildirmedikleri anlaşıldığından bu sanıkların eylemi de suçu bildirmeme kapsamında değerlendirilmesine varılmış ve sanıkların asgari hadden cezalandırılması yönüne gidilmiştir. Mağdurun somut bir zarara uğramamış olması, sanıkların bir daha suç işlemeyeceği yönündeki olumlu davranışları sebebiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması yoluna gidilmiştir.”

16. Başvurucunun bu karara itirazı, Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesince 25/10/2018 tarihinde reddedilmiştir.

17. 9/11/2018 tarihinde tebliğ edilen karara karşı başvurucular, 7/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

18. 5237 sayılı Kanun'un 94., 86. ve 279. maddelerinin ilgili kısmı şöyledir:

 “İşkence

Madde 94- (1) Bir kişiye karşı insan onuruyla bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan oniki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur....

 (2) Suçun;

a) Çocuğa, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye ya da gebe kadına karşı,

...

İşlenmesi halinde, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

...

Kasten yaralama

Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (3) Kasten yaralama suçunun;

b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,

...

e) Silahla,

İşlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi

Madde 279- (1) Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

 (2) Suçun, adlî kolluk görevini yapan kişi tarafından işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.”

19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 161. ve 231. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri

Madde 161- (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz konusu işlemi yapmasını ister.

 (2) Adlî kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.

 (3) Cumhuriyet savcısı, adlî kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hâllerde, sözlü olarak verir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir.

...

Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması

Madde 231- …

 (5)Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

 (6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.

…”

B. Uluslararası Hukuk

20. İlgili uluslararası hukuk için bkz. Hatun Horuz ve Zemci Horuz, B. No: 2017/17723, 3/11/2020, §§ 33-40.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Anayasa Mahkemesinin 27/7/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Gizlilik Yönünden

22. Başvuru formunda kamuya açık belgelerde kimliğin gizli tutulması yönünde bir talep mevcut değildir.

23. Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 3. maddesine göre kamusal ya da özel sosyal yardım kuruluşları, mahkemeler, idari makamlar veya yasama organları tarafından yapılan ve çocukları ilgilendiren bütün faaliyetlerde temel amaç çocuğun yüksek yararının korunmasıdır.

24. Çocuklar hakkında yürütülen idari ve yargısal işlemlerde kimliklerinin başkaları tarafından belirlenmemesi çocuğun yüksek yararı bakımından oldukça önemlidir. Başvurucunun kimliğinin ifşa edilmesinin küçük yaşta yaşadığı ileri sürülen bazı olaylar nedeniyle hayatının geri kalan kısmında maddi ve manevi bütünlüğü üzerinde menfi sonuçlar doğurma potansiyeli olduğundan Anayasa Mahkemesince kamuya açık belgelerde tüm başvurucuların kimliklerinin gizli tutulmasına resen karar verilmiştir (aynı yöndeki değerlendirme için bkz. A.S.Y., B. No: 2015/4213, 15/11/2018, §§ 36, 37; A.D. B. No: 2014/7967, 23/5/2018, §§ 76-78).

B. Kötü Muamele Yasağının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

25. Başvurucular;

i. Polis memuru olan sanıklar hakkındaki soruşturmanın polis memurlarına yaptırılmasının soruşturmanın bağımsız ve tarafsızlığını zedelediğini, MOBESE kayıtlarının silinmesinin nedeninin bu olduğunu,

ii. Kamera ve MOBESE kayıtlarının gerektiği gibi incelenmediğini,

iii. Sanığın tutuksuz olarak yargılanmasının tanıkların tarafsız olarak ifade vermelerine mâni olduğunu,

iv. Polis tarafından ciddi şekilde darbedilip yaralanmasına ve ruh sağlığının bozulmasına karşın işkence suçu yerine kasten yaralama suçundan ceza tatbik edildiğini, üstelik HAGB kararı verilmesinin yaptırımı caydırıcı olmaktan uzaklaştırdığını belirterek eziyet yasağı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini öne sürmüştür.

26. Bakanlık görüşünde, olayla ilgili yapılan soruşturma ve kovuşturma süreci özetlenerek Anayasa Mahkemesinin içtihadına yer verilmiştir.

27. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanda başvuru formundaki iddialarını tekrarlamıştır.

2. Değerlendirme

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların adil yargılanma hakkını ilgilendiren şikâyetleri, eziyet yasağının usul yükümlülüğü kapsamında kaldığından adil yargılanma hakkı bakımından ayrıca inceleme yapılmamıştır.

a. Başvurucular K.Ö. ve A.Ö. Bakımından

29. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 46. maddesine göre Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunulması için başvuruya konu edilen ve ihlale yol açtığı ileri sürülen kamusal eylem veya işlemden başvurucunun kişisel olarak ve doğrudan etkilenmiş olması gerekir (Onur Doğanay, B. No: 2013/1977, 9/1/2014, §§ 42-45).

30. Başvuru konusu olayda başvurucular K.Ö. ve A.Ö.ye karşı doğrudan işlenen bir fiil söz konusu değildir. Başvuru konusu olaydan kişisel olarak doğrudan nasıl etkilendiklerini açık biçimde ortaya koyamamaları, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan hakların devredilmesinin mümkün olmaması nedeniyle başvurucuların mağdur statülerinin bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

31. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Başvurucu D.Ö. Bakımından

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

 (1) Genel İlkeler

33. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen işkence, eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulma yasağı mutlak bir nitelik taşımakta olup bu kapsamda öncelikle kamusal yetkiyle güç kullanan görevlilerin hiçbir şekilde kişilerin beden ve ruh bütünlüğüne zarar vermemelerini gerektirir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014, § 81).

34. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (Sözleşme) kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Bir kötü muameleyi işkenceeziyet veya insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak nitelendirebilmek için aralarındaki farklılığın ortaya konması gerekir. Bununla birlikte anılan kavramların 5237 sayılı Kanun’da düzenlenen işkence, eziyet, yaralama ve hakaret suçlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı belirtilmelidir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

35. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen bu kavramlar arasında nitelik değil yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Buna göre anayasal düzenleme kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığına en fazla zarar veren muamele işkencedir. Muamelenin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkencenin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle yapıldığı belirtilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 85).

36. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, belirli bir süre devam eden, yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir. Bu hâllerde duyulan acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap vermenin belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

37. Devletin kötü muamele yasağı kapsamındaki pozitif yükümlülüklerinin ayrıca usule ilişkin yönü bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü, her kötü muamele olayının sorumlularının belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili bir soruşturma yürütmeyi gerektirir. Bu soruşturmanın temel amacı, insan onurunu koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve kamu görevlilerinin veya diğer bireylerin kötü muamele niteliğindeki fiilleri nedeniyle hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 110).

38. Ceza soruşturmasının amacı, insan onurunu koruyan hukukun etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların hesap vermelerini sağlamak olmakla birlikte bu yükümlülük, kesin olarak bir sonuç elde etmeyi değil uygun araçları kullanmayı gerektirir. Diğer yandan Anayasa'nın 17. maddesi başvuruculara üçüncü kişileri bir suç nedeniyle yargılatma ya da cezalandırma hakkı vermediği gibi devlete, tüm yargılamaları mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlandırma ödevi de yüklemez (Cezmi Demir ve diğerleri, § 113).

39. Ceza soruşturmasının etkili olması için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek kötü muamele iddiasını aydınlatabilecek ve sorumluların belirlenmesini sağlayabilecek bütün delilleri tespit etmeleri gerekir. Yetkililer şikâyet yapılır yapılmaz harekete geçmeli, bir şikâyet olmasa bile işkence veya kötü muamele olduğunu gösteren yeterli belirtiler olduğunda soruşturma açmalıdır(Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 114, 116).

40. Kamu görevlileri tarafından yapıldığı iddia edilen kötü muameleler hakkında yürütülen soruşturmaların etkili olması için soruşturmadan sorumlu olan, inceleme ve tetkikleri yapan kişilerin olaylara karışan kişilerden bağımsız olması gerekir. Soruşturma makamlarının sadece hiyerarşik ve kurumsal bağımsızlığı yeterli olmayıp aynı zamanda soruşturmanın da fiilen bağımsız olarak yürütülmesi gerekir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 117)

41. Her olayın kendine özgü şartlarında değerlendirmesinin yapılması koşuluyla yaşamı tehlikeye soktuğu açık olan eylemler ile maddi ve manevi varlığa yönelik ağır saldırıların cezasız kalmaması gerekir. Bir kamu görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda adli sürecin zamanaşımına uğramaması, yargılamanın muameleyle orantısız bir cezayla sonuçlanmaması ve verilen cezanın yerine getirilmesi büyük önem taşımaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, §§ 112, 121).

42. Kötü muameleye ilişkin bir soruşturmanın olabildiğince süratle ve özenle yürütülmesi gerekir. Bazı durumlarda soruşturmanın ilerlemesine engel olan güçlükler bulunabilir. Ancak böyle bir durumda dahi yetkililerin süratle hareket etmeleri; olayın aydınlatılabilmesi, hukukun üstünlüğüne olan inancın korunması ve hukuka aykırı eylemlere müsamaha gösterildiği veya kayıtsız kalındığı görünümü verilmemesi açısından büyük öneme sahiptir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 119).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

43. Mahkemenin kabulüne göre Mersin Emniyet Müdürlüğü ihtiyaç sahibi çocukların internet ve bilgisayar ihtiyacının karşılanması, ödevlerinin görevli eşliğinde yapılması, çocuklarla polis arasında ilişkinin tesisi amacıyla toplum destekli bir uygulama başlatmıştır. Sekiz yaşındaki başvurucu D.Ö. de bu uygulama kapsamında Siteler Polis Merkezine gidip gelmektedir. 11/9/2013 tarihinde Polis Merkezi yakınlarında başvurucu D.Ö.nün bir başka çocukla kavga ettiğini gören polis memuru O.D. çocukları ayırmış; D.Ö.nün kendisine küfretmesine öfkelenen O.D. başvurucuyu önce ekip aracında, daha sonra karakolda darbetmiştir. O.D. ekip aracında başvurucunun kafasını demir korkuluklara vurmuş, Polis Merkezinin mutfağında da tokat ve çaydanlıkla darbetmiştir. Olayı görenlerin çocuğun annesine haber vermesi üzerine anne Polis Merkezine gelmiştir. O gece kusma ve ateş şikâyetiyle evinde sabahlayan başvurucuyu ertesi gün annesi Mersin Çocuk Hastalıkları Hastanesine götürmüş, başvurucu bir hafta hastanede yatarak tedavi gördükten sonra 20/9/2013 tarihinde taburcu edilmiştir.

44. Adli tıp raporuna göre ruh sağlığı bozulan başvurucunun yaraları basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek niteliktedir. Mahkemece eylemin sistematik olmaması, sokakta gerçekleşmesi de dikkate alınarak işkence suçunun unsurları gerçekleşmediğinden sanık O.D.nin kasten yaralama suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Diğer sanıkların ise kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçundan cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Sanıkların daha önceden kasıtlı suçlardan mahkûm edilmemesi de nazara alınarak HAGB kararı verilmiştir.

45. Olayın meydana geldiği ilk anda durumu amirlerine ve savcıya bildirmeyen üç polis memurunun kamu görevlisinin suçu bildirmemesi suçundan cezalandırılmasına karar verilmiştir. Başvurucuların olaydan bir gün sonra yaptıkları müracaat üzerine tutanak düzenlenerek kolluk tarafından soruşturma başlatılmış, savcının talimatı üzerine mağdur çocuğun ebeveyninin ifadeleri ve adli muayene raporları alınarak ikmal edilen evrak fezlekeye rapten Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Olayı adli ve idari amirlerine bildirmeyen polislerin bu tutumunun soruşturmayı geciktirmemesi ve delillerin kaybolmasına sebebiyet vermemesi, mağdurun anne ve babasının ertesi gün yaptıkları şikâyetin karakol tarafından hemen işleme konulması dikkate alındığında resen ve derhâl soruşturma başlatılması ilkesi açısından bir sorun bulunmamaktadır.

46. Başvurucu; soruşturmanın polis tarafından yapılmasının bağımsız ve tarafsız soruşturma ilkesini zedelediğini, MOBESE kayıtlarının silinmesinin de bu durumu ortaya koyduğunu öne sürmüştür. Müştekilerin şikâyet dilekçesi üzerine karakolda ifadeleri alınmış, tanık ve sanıklar ise bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından dinlenmiştir. Cumhuriyet savcısı karakolda keşif yapmış, kamera kayıtları ve olayın gerçekleştiği yerlerde gözlemde bulunmuş, daha sonra kayıtlarla ilgili bilirkişi raporu aldırmıştır. Cumhuriyet savcısının faillerin kimliğini tespit etmek, kamera kayıtlarını ve diğer delilleri toplamak için polislerin bağlı olduğu karakolla yazışma yapmasının soruşturmanın bağımsızlığını ilgilendiren bir yönü bulunmamaktadır. Kaldı ki 5271 sayılı Kanun'un 161. maddesinin verdiği yetkiye istinaden Cumhuriyet savcısının kolluğa soruşturma işlemlerini yaptırması mümkündür.

47. Başvurucu; kamera görüntülerinin gerektiği gibi incelenmediğini, görüntülere müdahale olup olmadığının tespit edilmediğini, bu yüzden soruşturmanın etkisiz yürütüldüğünü öne sürmüştür. Başsavcılık kamera kayıtlarının elde edilmesi için olayın en başından itibaren gerekli yazışmaları yapmış; bununla da yetinmeyerek bizzat olay yerinde keşif icra etmiştir. Mahkeme, kayıtlar üzerinde tahrifat yapıldığı iddiasını ciddiye alarak elektronik ve haberleşme mühendisi bilirkişilere inceleme yaptırmıştır. Yapılan inceleme sonucunda kayıtlarda herhangi bir tahrifat izine rastlanmadığı sonucuna varılmıştır.

48. Başvurucu, kendisini darbeden şüphelinin tutuksuz olarak yargılanmasının tanıkların tarafsız beyanda bulunmalarına mâni olduğunu öne sürmüştür. Kötü muamele soruşturmalarında faillerin tutuklanmalarını zorunlu kılan bir düzenleme bulunmadığı gibi tutuksuz yargılamanın tanık beyanlarına tesir ettiği iddiasını varsayımdan öteye taşıyan bir olgu ortaya konulmamıştır. Ceza yargılamasındaki koruma tedbirlerinden olan tutuklamanın etkili soruşturma yükümlülüğüyle doğrudan bir irtibatı bulunmamaktadır.

49. Başvurucunun son iddiası, eylemin işkence yerine kasten yaralama suçu olarak vasıflandırılarak HAGB kararı verilmesinin kötü muameleye karşı etkisiz bir yaptırım olduğudur.

50. Adli muayene raporlarında başvurucunun vücudunun birçok yerinden basit tıbbi müdahaleyle giderilemeyecek şekilde yaralanmış olması, fiziksel istismar olayına bağlı olarak kronik travma sonrası stres bozukluğu gelişerek ruh sağlığının bozulması, mağdurun olay anında küçük yaşta olması, hastanede yedi gün yatarak tedavi görmesi, eylemin halkın can ve mal güvenliğini koruma yükümlülüğü bulunan polis memuru tarafından işlenmesi dikkate alındığında muamele, eziyet yasağı kapsamında değerlendirilmiştir. Bu tespite göre derece mahkemesince hükmolunan müeyyidenin orantılı olup olmadığı ele alınmalıdır.

51. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtildiği gibi cezai yaptırımlara ilişkin düzenlemelerde düzenlemelerin -önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak- ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2010/104, K.2011/180, 29/12/2011). Orantılılık ilkesi, mağdurun korunması ile failin cezalandırılması arasında makul bir ilişki olmasını gerektirir. Diğer bir ifadeyle hak yoksunluğu getiren düzenlemelerde hukuka aykırı eylem ile yaptırım arasında adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygunluk bulunmalıdır. Ayrıca yaptırımlarda güdülen asıl gaye, işlediği suçtan dolayı kişinin ıslah olmasını sağlayıp tekrar topluma kazandırmaktır. 5237 sayılı Kanun'un 3. maddesine göre suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunması gerekir (Tahir Canan, § 36).

52. Başvurucu, işkence yerine kasten yaralama suçundan hüküm kurulmasından şikâyetçi olmuştur. Kötü muamele iddialarında ceza hukuku sorumluluğunun Anayasa ve uluslararası hukuk sorumluluğundan ayrı tutulması gerekir. Anayasa Mahkemesinin yetkisi, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden Sözleşme ve Türkiye’nin taraf olduğu buna ek protokoller kapsamında bulunanlarla sınırlıdır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 96). Dolayısıyla insan hakları bağlamında kötü muamele oluşturduğu kabul edilen eylemin ceza hukukunda hangi suçu oluşturduğu Anayasa Mahkemesinin doğrudan ilgi alanına girmemektedir.

53. Cezasızlık, işlenen bir suçun somut olarak cezasız kalmasını ifade etmektedir. Cezasızlık; işkence ve kötü muamele fiillerine yönelik olarak sorumluların adalet önüne çıkarılmaması, işledikleri suçla orantılı bir biçimde cezalandırılmaması veya mahkûm edildikleri cezanın infazının sağlanmaması şeklinde ortaya çıkabilmektedir. Cezasızlığın önlenmesi durumunda bir yandan mağdurlar açısından gerekli giderim sağlanırken bir yandan yeni ihlallerin gerçekleşmesini engelleyecek caydırıcı bir etki ortaya çıkması mümkün olacaktır (Süleyman Deveci, B. No: 2013/3017, 16/12/2015, §§ 100, 101).

54. İşlenen suç ile verilen cezalar arasında orantısızlık olması ya da hiç ceza verilmemesi durumunda bu tür eylemlerin önlenmesini sağlayabilecek caydırıcı bir etki ortaya koymaktan oldukça uzak kalınmakta, kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin idari ve yasal mevzuat aracılığıyla korunması hususundaki pozitif yükümlülüğün yerine getirilememesi sonucu doğmaktadır (Süleyman Deveci, § 102).

55. Başvuruya konu olayda, devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemler nedeniyle yürütülen yargılama sonucunda sanık hakkında HAGB'ye karar verilmiştir. Maruz kaldığı kötü muamele nedeniyle başvurucu açısından giderim sağlanabilecek caydırıcı bir yaptırıma hükmedilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda başvurucunun mağdur sıfatının ortadan kalktığından bahsedilemeyecektir.

56. İlk derece mahkemesinin kötü muamele faili O.D. hakkında hapis cezasına ilişkin HAGB kararı sonucunda deneme süresi içinde suç işlememesi hâlinde bu ceza vaki olmamış sayılarak adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır. Ulaşılan bu sonucun bu tür olaylara karışan kamu görevlilerine hoşgörü ile yaklaşıldığı izlenimini uyandırdığı ve bu tür fillere eğilimi olan görevlileri cesaretlendirebileceği gibi bireylerin bu kapsamda devlete ve adalet mekanizmalarına olan güvenlerini de zedeleyebileceği açıktır.

57. Buna göre somut olayda sanık O.D. hakkında HAGB kararı verilmesinin eziyet yasağının maddi ve usul boyutunu ihlal ettiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

58. 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

59. Başvurucu, ihlalin tespiti ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

60. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

61. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

62. Başvuruda, polis memuru O.D.nin küçük yaştaki başvurucuyu darbetmesinden ötürü yapılan yargılama sonucunda HAGBkararı verilmesi nedeniyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. İhlalin Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi kararından (E.2014/205, K.2018/361) kaynaklandığı anlaşılmıştır.

63. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği mahkemece yapılması gereken iş yenidenyargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

64. Öte yandan somut olayda eziyet yasağının ihlal edildiğinin tespit edilmesinin başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için eziyet yasağının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.,

65. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliklerinin GİZLİ TUTULMASINA,

B. 1. Başvurucular K.Ö. ve A.Ö.nün eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasının kişi bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Başvurucu D.Ö.nün eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/205, K.2018/361) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucu D.Ö.ye net 100.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. 294,70 TL harç ve 4.500 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 4.794,70 TL yargılama giderinin başvurucu D.Ö.ye ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/7/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.