Ceza muhakemesi esas itibariyle bir ispat faaliyetidir. Ceza muhakemesi kanunlarında yer alan düzenlemeler de büyük ölçüde bu faaliyetin ne şekilde gerçekleşeceğine ilişkindir. Ceza muhakemesi kanunlarında yer alan kurallar prensip olarak bütün suç tipleri için aynı şekilde uygulanır ancak bazı suçların ispatı diğerlerine nazaran daha zordur. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar da genelde faille mağdurdan başka kimsenin tanık olmaması ve maddi izler de bırakmamaları nedeniyle ispatı zor fiillerdendir.
Hem ülkemizde hem de dünyanın hemen her yerinde cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ceza kanunlarında yer alan suç tipleri içinde sıkça işlenenler arasında yer alır. Öte yandan bu suçların ispatı da işlenmesi kadar büyük bir sorundur. Zira cinsel dokunulmazlığa karşı suçların işlenişine tanık olmak pek rastlanabilecek bir şey değildir. Mağdurun direnci zor kullanmak yerine ilaç, tehdit gibi başka yöntemlerle kırılıyorsa bu suçlar maddi bir delil de bırakmaz. Aynı şekilde cinsel nitelik taşımakla birlikte temas içermeyen fiillerin de ispatı oldukça güçtür.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar için kanunlarda öngörülen cezaların ağırlığı ve bu suçları işlemiş kişilerin toplum nazarındaki konumları ile bu suça maruz kalan kişilerin uğradıkları zarar karşılaştırıldığında, cinsel suç işlendiği iddiasıyla yapılan bir yargılama sonunda mahkumiyet kararı vermenin ne kadar zor olduğu daha da net biçimde ortaya çıkacaktır.
Maddi Gerçeğin Araştırılması İlkesi
Ceza muhakemesinin temel amacı maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasıdır. Maddi gerçekten kasıt somut olayın görünüşte değil gerçekte ne şekilde meydana geldiğine ilişkin bilgidir. Ceza muhakemesi hukuku maddi gerçeğin ortaya çıkmasını amaçladığı için ispat kuralları hukuk yargılamasından farklıdır. Senetle ispat zorunluluğu, taraflarca getirme gibi kurallar ceza yargılamasında yer almaz. Hukuka uygun şekilde elde edildiği sürece her şey delil olarak yargılamada kullanılabilir. Keza mahkeme kendisine sunulan delillerle sınırlı şekilde karar vermek zorunda değildir. Gerekli gördüğü takdirde re’sen her türlü delili toplayabilir.
Ceza muhakemesinde ispat hukuk yargılaması gibi katı kurallara bağlanmamakla birlikte hakimin vicdani kanaatini ne şekilde oluşturduğunu, hangi delile nasıl ve neden dayandığını doyurucu bir şekilde gerekçede belirtmesi gerektiğini ifade edelim. Öte yandan maddi gerçeğin araştırılması maddi gerçeğin ne pahasına olursa olsun ortaya çıkartılması gerektiği anlamına da gelmemektedir. Bu anlamda yukarıda da ifade edildiği üzere delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi büyük önem taşır. Ceza muhakemesi hukuku büyük ölçüde temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması rejimine ilişkin düzenlemeler getirir. Bu anlamda yargılama konusu fiilin ispatı için getirilen bütün delil toplama kuralları esasen bir temel hak ve özgürlüğü sınırlar. Öte yandan soruşturma organları bu sınırlamayı ancak kanunda kendilerine verilen yetki sınırları içinde gerçekleştirebilirler. Bu nedenle maddi gerçeğin ortaya çıkartılması için kanunda sözü edilen sınırların aşılması gerekiyor ise soruşturma organları bunu yapamaz. Maddi gerçeğin ortaya çıkması bir kenara bırakılır.
Masumiyet Karinesi (Muhakemenin Sonuna Kadar Suçsuz Sayılma Hakkı)
Ceza muhakemesinin en eski belki de en temel ilkesi masumiyet karinesidir. Masumiyet karinesi en basit anlatımı ile kişinin suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar suçsuz kabul edilmesidir. Lekelenmeme hakkının da bir garantisi olan bu ilke mahkumiyet kararı verilmeden kişi hakkında hukuki yahut sosyal bir sonuç doğmamasını amaçlar. Masumiyet karinesinin lekelenmeme hakkıyla ilişkisi olduğu ifade edilmişti. Lekelenmeme hakkı sadece yargılama organlarına değil; basına da hitap eden bir ilkedir. Nitekim Basın Kanunu da başta m. 19 olmak üzere lekelenmeme hakkını korumayı amaçlayan düzenlemeler içermektedir. Son olarak ifade edilmelidir ki; masumiyet karinesi şüpheden sanık yararlanır ilkesi ile doğrudan ilişki içindedir.
Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi
Latincesi in dubio pro reo olan bu ilke, maddi gerçeğin araştırılması ile de yakından ilişkilidir. Buna göre maddi gerçek kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarılmadan sanık hakkında mahkumiyet kararı verilemez. En klasik deyiş ile sanığın yargılama konusu fiili işlediğine dair en ufak bir tereddüt bile mahkumiyet kararı verilmesine engel olmalıdır. Dolayısıyla beklenen, somut olaya ilişkin hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delilin mahkeme önünde tartışılması, fiilin sanık tarafından işlendiği yüzde yüz sübuta erer ise mahkumiyet kararı verilmesidir.
Ceza muhakemesi hukukunda geçerli olan vicdani kanaate ulaşabilmek bakımından, elde edilen bütün deliller ışığında, akla ve mantığa uygun gerekçelere dayanan her türlü şüphe yenilmelidir. Bu faaliyetin sonucunda eylemin rıza ile ya da rıza olmadan gerçekleştirildiği sonucuna ulaşılmalıdır. Mahkumiyet kararı, sanığın suçluluğuna dair ulaşılan bir vicdani kanaatin sonucu olduğu halde, beraat kararı, ya sanığın suçsuzluğuna dair ulaşılan vicdani kanaatin bir sonucu ya da şüpheden sanık yararlanır ilkesinin gereği olacaktır. Ayrıca ifade edilmelidir ki; ceza yargılamasında ispat külfeti bulunmaz. Sanığın suçlu olduğunu iddia makamı ispat etmek zorundadır.
Kimsenin Kendisini ve Yakınlarını Suçlayıcı Beyanda Bulunmaya Zorlanamayacağı İlkesi
Anayasa m. 38’de: “Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz” Ceza yargılamasının mantığı ispat faaliyetini savcılığın yerine getirmesidir. Şüpheli/sanık kendisine yöneltilen iddialara ilişkin herhangi bir beyanda bulunmaya yahut delil göstermeye zorlanamaz, masumiyetini ispat etmek zorunda değildir. Şüpheli/ sanığın suçlu olduğunu savcılık ispatlamak zorundadır.
Beyanın Ceza Muhakemesi Hukukundaki Yeri
Beyan deliller yukarıda da belirtildiği üzere şüpheli/sanık, tanık, mağdur gibi kişilerin somut olaya ilişkin beyanlarıdır. Somut olaya ilişkin başka delil elde edilemediği durumlarda beyan deliller çok önem kazanmakla birlikte kural olarak tek başlarına mahkumiyet kararı verilmesi için yeterli değildirler. Zira:
- Beyan subjektif nitelik taşır. Kişinin algısından hatta bazen sağlık durumundan bağımsız değildir.
- Ülkemizdeki gibi uzun süren yargılamalarda beyan ile somut olay arasında çok zaman geçmektedir. Bu halde beyanların doğruluğu şüpheli hale gelmektedir.
- Beyanın aksinin ispatı da sorunludur. Somut olaya ilişkin kendi içinde çelişmeyen fakat birbirinden tamamen farklı iki beyandan hangisine itibar edileceğinin belirlenmesi kolay değildir.
- Bazen yargılama sürecinin uzunluğu, bazen de ilk ifadenin gerektiği gibi alınmaması nedeniyle bu işlemin tekrarlanması gerekmektedir.
Bu durum özellikle mağdur için sıkıntılıdır. Mağdur olayı yeniden yaşamakta ve travması derinleşmektedir. Çoğu zaman mağdur sırf bu nedenle somut olayı yargıya taşımamakta yahut verdiği doğru olmayan beyanlarla süreci sonlandırmakta/yanlış yönlendirmektedir.
Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Mağdurun Beyanı
Mahkumiyet İçin Tek Başına Yeterli Olup Olmayacağı Sorunu Ceza muhakemesi sisteminde ispat kuralları bütün suçlar bakımından aynıdır. Öte yandan bazı suçların aydınlatılmasındaki özel güçlükler nedeniyle uygulamada bazen muhakeme hukukunun mantığıyla bağdaşmaz görünen çözümler geliştirilmektedir. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar da bu suç kategorilerinin başında gelmektedir. TCK’da ve dünyanın pek çok yerinde cinsel dokunulmazlığa karşı suç kategorisi içinde değerlendirilen fiiller temas unsuruna göre iki türdür. Cinsel saldırı türündeki fiiller için failin mağdura temas etmesi yahut duhul aranırken; cinsel taciz gibi fiiller için temasa gerek yoktur. Öncelikle temas gerektirmeyen fiillerin ispatı bu anlamda ciddi zorluklar barındırır. Öte yandan bazen temas gerektiren fiillerin vücutta bıraktığı izler toplanamamaktadır. Bazen fail mağdurun vücudunda iz bırakmamakta (mağdura madde vererek yahut silah vs. İle tehdit ederek işlenen fiillerde bu duruma sıkça rastlanmaktadır) bazen de mağdur utanç veya korku nedeniyle ilgili makamlara başvurmakta geç kalmaktadır. Bilindiği üzere en kısa süre içerisinde mağdurun vücudundaki örneklerin alınması gerekmektedir. Mağdur bazen de içinde bulunduğu psikolojik durumun etkisi ile hemen yıkanmakta, deyim yerindeyse delilleri kendisi yok etmektedir. İşte tüm bu durumlarda çok zaman yargılama makamlarının elinde sadece iki delil bulunur: mağdurun sözüne karşılık failin sözü.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda yargılama süreci son derece uzun ve yıpratıcıdır. Öte yandan suçun mağdurunun toplumdaki konumu bakımından da çok zaman arzu edilmeyen sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Özellikle faille mağdur arasında akrabalık, yakınlık olduğu durumlarda mağdurun neredeyse tüm hayatı alt üst olmaktadır. Bu tarz riskleri alan bir kimsenin bunu sırf intikam, şantaj gibi bir amaçla yaptığını kabul etmek çok da akla yakın değildir. Bu nedenle mağdurun beyanının mutlak şekilde doğru kabul edilmesi gerekmese de ön yargılı bir kabulle beyana itibar edilmemesi maddi gerçeğin ortaya çıkmasını engelleyecektir.
Yargıtay’ın Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda Beyan Delillerin Değerine İlişkin Olarak Kabul Ettiği Kriterler
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların ispatında çoklukla beyan deliller belirleyici olmak durumundadır. Zira başkaca delil yoktur. Bu delillerin değerine ilişkin doktrinde iki farklı yaklaşımın olduğu yukarda ifade edilmiş idi. Çalışmanın bu kısmında ise Yargıtay’ın konuya yaklaşımı ve hangi durumlarda beyan delillere itibar ettiğine ilişkin başlıca kararları tartışılacaktır. Esasen Yargıtay somut olay adaletini sağlamaya çalışmaktadır. Yargıtay bazı kararlarında şüpheden sanık yararlanır ilkesini katı bir şekilde uygulamakta iken bazı kararlarında da yukarıda belirtildiği gibi mağdurun beyanını esas almaktadır. Yargıtay’ın mağdurun beyanının doğruluğunu sınarken başvurduğu kriterler genel olarak şu şekildedir.
- Mağdurun şikayette geç kalması
- Faille mağdurun suçtan önceki iletişimi
- Mağdurun anlatımlarındaki çelişkiler
- Faille mağdurun ilişki geçmişi
- Beyanın hayatın olağan akışına uygun olup olmaması
- Mağdur ile fail arasında husumet bulunup bulunmaması
- Mağdurun direnme/yardım isteme imkanı olan hallerde bu imkanı kullanıp kullanmadığı
Mağdurun Şikayette Geç Kalması
Cinsel dokunulmazlığa karşı suç mağdurunun yetkili makamlara olaydan ne kadar süre sonra haber verdiği Yargıtay için önemli bir kriterdir. Mağdurun sosyal konumunu korumak amacıyla rızasıyla cinsel ilişkiye girmesine rağmen mi şikayette bulunduğu; yoksa gerçekten cinsel bir suçtan mı mağdur olduğunun belirlenmesinde Yargıtay zaman kriterine sıklıkla başvurmaktadır ve mağdurun şikayette geç kaldığı durumlarda cinsel ilişkinin rıza ile gerçekleştiği yönünde karar vermeye yatkındır. Nitekim çocukların cinsel istismarına ilişkin bir kararında mağdurların olaydan uzun bir süre sonra şikayette bulunmalarını, çelişkili beyanları ve intikam alacakları şeklindeki sözleriyle birlikte yorumlayan Yargıtay şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulanması gerektiğine karar vermiştir.
Yargıtay mağdurun şikayette geç kalmasının esasen rıza ile cinsel ilişkiye giren mağdurun, sosyal konumunu düşünerek cinsel saldırıya maruz kaldığına toplumu inandırmak amacı güttüğü kanaatindedir. Mağdurun sosyal konumunu düşündüğü hallerden en tipik örneği hamile kalmasıdır. Mağdurun 22 haftalık hamile olduğunu öğrendikten sonra şikayette bulunduğu somut olayda Yargıtay 22 haftalık hamile olan mağdurun bu kadar uzun bir süre şikayette bulunmamasını beyanlarının gerçeğe uygun olmayacağı şeklinde yorumlamıştır.
Yargıtay görüldüğü üzere kural olarak mağdurun fiili şikayet etmekte geç kalmasının beyanının yanlış olduğuna delalet ettiği yönünde bir içtihat geliştirmiştir. Ancak kadının içinde bulunduğu durumu da dikkate aldığı bazı kararlarında tam aksi yönde hüküm kurmuştur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu aşağıda özeti verilen kararında Türkiye’de kadının konumuna işaret ederek kadının fiili şikayet etmekte geç kalmasını beyanın yanlış olduğuna karine olarak yorumlamamıştır.
Faille Mağdurun Suçtan Önceki İletişimi
Yargıtay mağdurun beyanlarının doğruluğunu sınarken faille mağdur arasındaki iletişime önem vermekte ve bu iletişimin içeriğinin mutlaka tespit edilerek irdelenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Nitekim 14. CD bir kararında mağdur ile failin iletişimine ilişkin detaylı bir inceleme yaparak iletişimin gerçekte kimler arasında gerçekleştiğini tespit etmiş ve hükmün ona göre kurulması gerektiğini belirtmiştir. Mahkemeye göre bu konuda mutlak bir kanaat uyanmasa da şüpheden sanık yararlanır ilkesine göre hareket edilmelidir.
Somut olaya ilişkin görüntü kayıtlarının bulunması halinde bu kayıtların değerlendirilmemesi de Yargıtay tarafından eksik inceleme olarak nitelendirilmiştir. Yargıtay derdest bir boşanma davasının mevcut olduğu durumlarda cinsel saldırı suçuna ilişkin iddianın iletişimin tespit edilebilmesi açısından Aile Mahkemesi önündeki iddialarla birlikte değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varmıştır.
Mağdurun Anlatımlarındaki Çelişkiler
Yargıtay’ın beyanların doğruluğunu sınarken en çok başvurduğu kriter beyanlar arasındaki çelişkidir. Yargıtay 5 ve 14. Ceza Daireleri istikrarlı bir şekilde beyanlar arasındaki çelişkiyi sınamakta ve ona göre karar vermektedir
Yargıtay mağdur beyanındaki çelişkileri ele alırken bazen “mazbut yaşam” gibi muğlak kriterlere de başvurmaktadır. 5. Ceza Dairesi de bir karar konu somut olayda mağdurun mazbut bir hayat sürmemesini beyanının doğru olmadığına karine olarak görmüştür.
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlara ilişkin yargılamalarda genelde fail ve mağdur dışında tanık bulunmamakla birlikte, tanık bulunması halinde Yargıtay tüm bu kişilerin beyanlarındaki çelişkilerin de sınanması gerektiğine hükmetmiştir. Yargıtay beyanlardaki çelişkiden yola çıkarak yaptığı değerlendirmelerde beyanları sadece kendi içinde sınamamış, dosyada mevcut diğer delillerin de değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmiştir.
Faille Mağdurun İlişki Geçmişi
Yargıtay bazı durumlarda da beyanların yanı sıra faille mağdurun ilişkisinin geçmişini dikkate almıştır. Faille mağdurun fiilden önce cinsel birliktelik yaşadığı durumlarda Yargıtay cinsel ilişkinin rıza ile gerçekleştiğini kabule yatkındır. CGK ise fail ile mağdurun geçmişinin her zaman rızanın varlığına kanıt olmayacağına hükmetmiştir. Somut olayda faille mağdur arasında cinsel ilişki seviyesine varmayan yakınlaşmalar yaşanmıştır. YCGK bu yakınlaşmaları cinsel ilişkiye rıza anlamına gelemeyeceğine hükmetmiştir. “Olay gecesi katılanın saat 03.00 sıralarında kendiliğinden sanığın bekâr olarak kaldığı eve gelmesi, olay öncesinde de cinsel ilişki boyutuna varmayan yakınlaşmalarının olması gibi olguların varlığının cinsel ilişkinin de rızaya dayalı olduğuna delalet etmeyeceği, başka bir anlatımla, suç tarihinde yirmi yaşını tamamlamış bir üniversite öğrencisi olan katılanın, sanıkla aralarında devam eden duygusal yakınlaşma sırasında sevişme boyutuna ulaşan cinsel yakınlaşmaya gösterdiği rızanın, cinsel ilişki kurulmasını da kapsadığını kabule olanak bulunmamaktadır...”
Ülkemizde mahkemelerin faille mağdurun geçmişte ilişkisi olması yahut yakınlaşmaları halinde genelde cinsel ilişkiye rıza olduğu şeklinde yorum yapmaya meyilli oldukları söylenebilir. Bu kararda ise tam tersi bir yorum yapılması esasen sevindirici olmakla birlikte kararda bir bekaret hassasiyeti olduğu gözden kaçırılmamalıdır.14. Ceza Dairesi ise tam aksi yönde bir bakış açısı ile faille mağdurun “sevgi içerikli” mesajlaşmalarının cinsel ilişkiye mağdurun rızası olduğu şeklinde anlaşılabileceğine karar vermiştir.
Beyanın Hayatın Olağan Akışına Uygun Olup Olmaması
Yargıtay’ın mağdurun ifadelerinin doğruluğunun tespit etmek için sıklıkla kullandığı kriterlerden birisi de hayatın olağan akışı kriteridir. Mahkemeye göre cinsel suça maruz kalan mağdurun bu olayı imkanı olduğu halde uzun süre saklaması, fail ile imkanı olduğu halde bir arada bulunmaya devam etmesi, görünürde failin suçunu gizlemeye yönelik herhangi bir eyleminin olmaması hallerinde mağdurun cinsel suça maruz kaldığı iddiası hayatın olağan akışına uygun değildir.
Mağdur İle Fail Arasında Husumet Bulunup Bulunmaması
Yargıtay ifadelere ilişkin değerlendirmelerinde sıklıkla faille mağdur arasında bir husumet olup olmadığına değinmiştir.
Mağdurun Direnme/Yardım İsteme İmkanı Olan Hallerde Bu İmkanı Kullanıp Kullanmadığı
Yargıtay’ın beyan delillere itibar edip etmeyeceği konusunda başvurduğu kriterlerden bir diğeri de, mağdurun direnme/yardım isteme imkanını kullanıp kullanmamasına ilişkin yaptığı değerlendirmelerdir. Direnme ile rıza ilişkisi esasen çok tartışmalı bir konudur. Mağdurun direnmediği her hal mutlak manada fiile rızası olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Mağdur iradesini ortadan kaldıracak tehdit, uyuşturucu madde gibi bir nedenden dolayı direnememiş olabileceği gibi korku ile yahut failin çok kuvvetli olması nedeniyle de direnememiş olabilir. Tüm bu hallerden mağdurun fiile rızası olduğu sonucunu çıkarmamak gerekir. Dolayısıyla mağdurun direnme imkanını kullanıp kullanmadığı meselesi her somut olay açısında ele alınmalıdır. 5. CD konuya ilişkin bir kararında mağdurun yardım istemek amacıyla cep telefonunu kullanmasını ve vücudundaki darp izlerini dikkate almış ve somut olaydaki nitelikli cinsel saldırı eylemine rızası olduğunu kabul etmenin mümkün olmadığı sonucuna varmıştır.
Çocukların Beyanları
Kural olarak çocukların cinsel bilgilerinin sınırlı olduğundan yalan söylemeyecekleri kabul edilir. Dolayısıyla çocukların beyanlarının doğruluğunun sınanmasındaki ilk kriter de budur. Çocukların cinsel bilgilerinin azlığı kural olsa da çocukların yaşı ilerledikçe bu kabul anlamını yitirebilmektedir. Bu nedenle Yargıtay da çocukların beyanlarını deyim yerindeyse bir süzgeçten geçirmektedir. Yargıtay somut olayda iki çocuk arasında geçen olaya ilişkin olarak mağdurun çelişkili beyanının suça sürüklenen çocuk aleyhine kullanılamayacağına hükmetmiştir.
Yine benzer bir olayda Yargıtay mağdurun sınıfta cinsel ilişkiye girdiklerine dair iddialarının okul gibi kalabalık bir ortam açısından hayatın olağan akışına aykırı olacağına karar vermiştir. Mağdur ve katılan beyanlarının tutarlı olduğu hallerde ise Yargıtay mağdurun beyanına itibar etmiştir.
Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlarda İspat Vasıtası Olarak Bilirkişi Raporları
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda bilirkişi raporunun rolünü iki yönlü olarak ele almak gerekir. Fiziksel delillerin mevcut olduğu durumlarda bu izlerin değerlendirilip bunlardan bir sonuç çıkarılması için mutlak manada bilirkişi incelemesine gerek vardır. Bu kapsamda fiziksel delillerin beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması, moleküler ve genetik incelemeler vasıtasıyla değerlendirilmesi neredeyse mutlak bir sonuç verecektir.
Öte yandan hiçbir maddi delil olmayan hallerde yahut beyan delillerin doğruluğunun bilimsel bir gözle incelenmesi gerektiğinde yine bilirkişi incelemesine müracaat edilmelidir. Mağdurun, sınırlı hallerde de failin psikiyatrik değerlendirmesi ise moleküler ve genetik incelemeler yahut beden muayenesindeki kadar kesin olmamakla birlikte yine de yargılama makamlarının kanaatinin oluşmasında etkilidir.
Beden Muayenesi ve Vücuttan Örnek Alınması Tedbirinin Sonuçları
Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların ispatında en önemli delil elde etme aracı beden muayenesi ve vücuttan örnek alınması ve akabinde mümkün ise moleküler ve genetik incelemelerdir. Beden muayenesi iç ve dış beden muayenesi olarak iki şekilde uygulanmak üzere CMK m. 75 vd’da düzenlenmiştir. Beden muayenesi ve vücuttan örnek alma tedbiri mağdurun üzerinde iz bırakan ve izleri henüz yok olmamış fiillerin aydınlatılması bakımından ciddi önem taşır. Bu tedbir sonucu elde edilen bulgular mağdurun zorlamaya maruz kalıp kalmadığının belirlenmesinde en isabetli sonucu verir. Öte yandan moleküler ve genetik incelemeler tedbirinin uygulanabileceği materyal elde edilebilirse artık çıkacak sonuç mutlak şekilde itibar edilecek niteliktedir. Bu noktadan sonra beyan deliller bir anlamda önemlerini yitirir.
Beden muayenesinin yanı sıra giysilerden ve vücuttan örnek alma da özellik göstermektedir. Giysilerin olay esnasında giyilen giysiler olup olmadığının öğrenilmesi gerektiği, giysilerin çabuk yırtılmaz, özellikli bir kağıt üzerinde çıkarılması ve çıkarılırken düşebilecek her türlü yabancı maddenin toplanmasının sağlanması, giysiler incelenmek üzere gönderilirken kuru olmalarına ve kağıt poşetlere konmasına özen gösterilmesi ve uygun koşullarda saklanması ve gönderilmesi için tutanak ile savcıya teslim edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Örnek alımı da zaman kaybetmeden yapılmalıdır. Özellikle mağdurun vücudundaki örnekler hızla değişip kaybolabilme tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Moleküler ve Genetik İncelemeler Tedbirinin Sonuçları
Moleküler ve genetik incelemeler, vücuttan örnek alma ile birlikte anlam ifade eder. CMK m. 78 vd.’da düzenlenen moleküler ve genetik incelemeler tedbiri esasen bir bilirkişi incelemesi niteliği taşır. Bu tedbirin konumuz açısından en önemli özelliği ortaya çıkan sonucun neredeyse yüzde yüz kesin olması ve aksinin ispatının deyim yerindeyse mümkün olmamasıdır. Bilimsel olarak ortaya kesinlikle konan bir gerçeğin aksine hakim tarafından itibar edilmesi, edilse bile bunun gerekçelendirilmesi mümkün görünmemektedir.
Moleküler ve genetik inceleme tedbirinin beklenen faydayı sağlaması için yukarıda ifade edildiği üzere beden muayenesi ve vücuttan örnek alma tedbirinin doğru zamanda ve doğru bir şekilde uygulanması gereklidir.
Psikiyatrik Değerlendirme Sonuçları
Psikiyatrik değerlendirme raporlarının temel işlevi mağdurun cinsel bir suça maruz kaldığına ilişkin beyanının doğruluğunun sınanmasıdır. Psikiyatrik değerlendirmenin hükme esas alınabilmesi için zor kullanma unsurunu kanıtlaması ve mağdurun psikolojisinin cinsel suç teşkil eden fiil neticesi bozulduğunu açıkça ortaya koyması gerekir. Sonuç olarak Yargıtay’ın ispata ilişkin birbirinden farklı kriterler kullandığı görülür. Bu kriterler şunlardır:
- Mağdurun şikayette geç kalması
- Faille mağdurun suçtan önceki iletişimi
- Mağdurun anlatımlarındaki çelişkiler
- Faille mağdurun ilişki geçmişi
- Beyanın hayatın olağan akışına uygun olup olmaması
- Mağdur ile fail arasında husumet bulunup bulunmaması
- Mağdurun direnme/yardım isteme imkanı olan hallerde bu imkanı kullanıp kullanmadığı
Doğurduğu hukuki ve sosyal sonuçlar itibariyle cinsel dokunulmazlığa karşı suçtan mahkumiyet kararı vermek oldukça güçtür. Öte yandan mağdurun durumunu da dikkate almak gerekmektedir.