"İçtihat Metni"
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2022/455
Karar No : 2024/5293
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : ...
VEKİLİ : Av. ...
KARŞI TARAF (DAVALI) : ... Bakanlığı / ANKARA
VEKİLİ : Av. ...
İSTEMİN_KONUSU : ... Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin ... tarih ve E:..., K:... sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı tarafından, 16/10/2016 tarihinde bel ağrısı şikayetiyle başvurduğu Asarcık Devlet Hastanesi acil servisinde görev yapan hemşire tarafından uygulanan enjeksiyon sonrası düşük ayak rahatsızlığı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararlara karşılık 10.000,00 TL maddi ve 200.000,00 TL manevi tazminatın, davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesinin ... tarih ve E:..., K:... sayılı kararıyla; hizmet kusuru (hatalı uygulanan intramuskuler ilaç enjeksiyonu) iddiasıyla açılan tazminat davasında, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 7. Adli Tıp İhtisas Kurulunun resmi bilirkişi sıfatıyla verdiği rapor ile dosyadaki diğer bilgi ve belgeler dikkate alındığında; davalı idareye atfedilebilecek bir hizmet kusurunun bulunmadığının anlaşıldığı, davacının, maddi ve manevi zararlarının tazmin edilmesi yolundaki taleplerinin hukuki dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: ... Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesince; davacı tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, hükme esas alınan raporda bacağında meydana gelen duyu kaybının hemşirenin kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı bakımından somut olaya özgü koşulların incelenmediği, uygulanan enjeksiyonun yapılış tekniği bakımından hatalı olup olmadığı konusunda herhangi bir araştırma yapılmadığı, uygulanan işleme rıza gösterdiğine dair gönderilen aydınlatılmış onam formunun isimsiz şekilde yalnızca imza bölümünde tek bir çizgi içerdiği, adını ve imzasını taşımadığı, enjeksiyon yapılmadan önce hiçbir şekilde uyarı ve bilgilendirme yapılmadığı, izin için herhangi bir belge imzalatılmadığı, idarenin eylemi ile vücudunda oluşan hastalık arasında nedensellik bağının bulunduğu, Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : ...
DÜŞÜNCESİ : Temyiz istemine konu Bölge İdare Mahkemesi kararının, kısmen onanması, kısmen bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
A) Bölge İdare Mahkemesi Kararının Maddi Tazminata İlişkin Kısmının İncelenmesi:
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın anılan kısmı usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
B) Bölge İdare Mahkemesi Kararının Manevi Tazminata İlişkin Kısmının İncelenmesi:
İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Davacı, 13/10/2016 tarihinde Asarcık Devlet Hastanesi acil servisine bel ağrısı şikayetiyle başvurmuş, intramüsküler Dikloron ve Muskoril enjeksiyon uygulanmış, 16/10/2016 tarihinde eklem ağrısı şikayetiyle aynı hastanenin acil servisine başvurmuş, intramüsküler Prednol ve Ulcuran enjeksiyon uygulanmış, 18/10/2016 tarihinde de lumbalji şikayetiyle aynı hastanenin acil servisine başvurmuş, intramüsküler Dikloron ve Muskoril enjeksiyon uygulanmış, daha sonra davacının sağ ayağında düşük ayak meydana geldiği tespit edilmiş, davacı tarafından meydana gelen zararın 16/10/2016 tarihinde uygulanan enjeksiyondan kaynaklandığı, davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu iddiasıyla bakılmakta olan dava açılmıştır.
Olayda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişiliğine başvurulan Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen ... tarih ve ... karar numaralı raporda, " kişinin ifadesinde Asarcık Devlet Hastanesinde 16/10/2016 tarihinde yapılan intramuskuler ilaç enjeksiyonundan sonra düşük ayak geliştiğini belirtmiş olup, dava dosyasında mevcut tıbbi kayıtlara göre; kişiye Asarcık Devlet Hastanesi’nde 13-16-18 Ekim 2016 tarihlerinde intramuskuler ilaç enjeksiyonu yapıldığının anlaşıldığı, kişiye uygulanan enjeksiyon tedavilerinin endikasyonunun bulunduğu, enjeksiyon tekniğinin yanlışlığına ya da uygulanan bölgenin uyumsuzluğuna dair herhangi bir tıbbi delil tanımlanmadığı, kas içi enjeksiyon uygulamalarında enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile nadir de olsa sinir hasarına neden olabildikleri, bu durumun enjeksiyonun tekniğine uygun yapılması durumunda da önlenemeyecek şekilde komplikasyon olarak ortaya çıkabildiği tıbben bilinmekle birlikte, kişiye Ondokuz Mayıs Üniversitesi’nde 25/10/2016 tarihinde yapılan EMG tetkikinde yer alan bulguların enjeksiyon nöropatisi tanısını desteklemediği ve söz konusu tetkikin enjeksiyondan yaklaşık 1 hafta sonra akut dönemde yapılmış olması nedeniyle enjeksiyon nöropatisi gelişmiş olsa dahi herhangi bir bulgu tespit edilemeyebileceği, 21/12/2016 tarihinde yapılan EMG tetkikinin ise enjeksiyon nöropatisi değerlendirmesi için teknik açıdan yetersiz olduğu, Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 20/11/2018 tarihinde yapılan EMG tetkikinde ise lomber diskopati bulgularının olduğu, ancak enjeksiyon nöropatisi bulguları olmadığı birlikte değerlendirildiğinde; kişide 2016 yılında yapılan intramuskuler enjeksiyon sonrası enjeksiyon nöropatisi gelişip gelişmediği hususunda mevcut verilerle değerlendirme yapılamadığı, sağlık hizmetinin yürütülmesinde idarenin organizasyon hatası tespit edilmediği" yönünde görüş bildirilmiştir.
İdare Mahkemesince, anılan rapor hükme esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş; Bölge İdare Mahkemesince de, davacının istinaf başvurusu reddedilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davaları olup, idarenin hukuki (mali/tazmin) sorumluluğunun yargı aracılığıyla belirlenip hüküm altına alınmasını sağlamaktadır.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmektedir. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
İdarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütme yükümlülüğünün bulunduğu tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
Esasen, Anayasa'nın 56. maddesi de Devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenlemek ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak onları denetleyerek yerine getirmek ile ilgili pozitif bir yükümlülük getirmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devlet tarafından, özel ya da kamu hastanelerine hastaların yaşamını koruyacak nitelikteki tedbirleri alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını gerektirmektedir. Bu yükümlülük, hastaları, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana getirebileceği ağır sonuçlardan mümkün olabildiğince koruma gerekliliğine dayanmaktadır. Böylelikle, taraf devletler, bu yükümlülük uyarınca, hekimlerin, uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin hastaların fiziksel bütünlüğüyle ilgili olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında sorgulanmaları ve hastalarını aydınlatarak, rıza göstermelerini sağlayacak şekilde kendilerini bu tıbbi müdahale hakkında önceden bilgilendirmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almakla yükümlüdürler (Codarcea/Romanya, No. 31675/04, 2 Haziran 2009).
11/04/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San'atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde, "Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir." hükmü yer almaktadır.
5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan 16/03/2004 tarih ve 2004/7024 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan "Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi)"nin "Amaç ve konu” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Sözleşmenin Tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır.”; "Mesleki standartlar" başlıklı 4. maddesinde; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” kurallarına yer verilmiştir. Sözleşme, iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, anılan düzenlemede her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir.
Sözleşmenin "Muvafakat" başlıklı (II) numaralı bölümünde yer alan 5. maddesinde “muvafakat” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesiyle muvafakatin kapsamı belirlenmiştir.
01/08/1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği'nin 15. maddesinde, “Hastaya;
a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği,
b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi,
c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri,
ç) Muhtemel komplikasyonları,
d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri,
e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri,
f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri,
g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği,
hususlarında bilgi verilir.", 22. maddesinin birinci fıkrasında, “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.", “Rızanın Kapsamı” başlıklı 31. maddesinde de, “Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın verdiği rıza, tıbbi müdahalenin gerektirdiği sürecin devamı olan ve zorunlu sayılabilecek rutin işlemleri de kapsar. Tıbbi müdahale, hasta tarafından verilen rızanın sınırları içerisinde olması gerekir. Hastaya tıbbi müdahalede bulunulurken yapılan işlemin genişletilmesi gereği doğduğunda müdahale genişletilmediği takdirde hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açabilecek tıbbi zaruret hâlinde rıza aranmaksızın tıbbi müdahale genişletilebilir.” düzenlemeleri yer alır.
Anılan düzenlemeler özetle, herhangi bir tıbbi müdahaleye başlamadan önce kişilerin yapılacak işlemlerin riskleriyle ilgili olarak aydınlatılması ve rızalarının alınmasını gerektirmektedir.
Öte yandan, manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere maruz kalmış ya da kişilerin vücut bütünlüğünün ihlal edilmiş olmasına, ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları da manevi zararın varlığı ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır. Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Tam yargı davalarının ve manevi tazminatın belirtilen niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın, zararın ve idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı olacak şekilde belirlenmesi, bununla birlikte olayın meydana geliş şekli ve idari faaliyetin niteliği gözetilerek hakkaniyetli ve makul bir tutarı aşmaması gerekmektedir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
İdare Mahkemesince hükme esas alınan Adli Tıp Kurumu raporu irdelendiğinde, davacıya yapılan enjeksiyon sonrası ortaya çıkan tablonun davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklanmadığı anlaşıldığından, uyuşmazlıkta maddi tazminata hükmedilmesi koşulları oluşmamıştır.
Bununla birlikte, dosya içerisinde yer alan hastane kayıtları incelendiğinde, "Müşahade ve Parenteral Tedavi Rıza Belgesi" başlığını taşıyan 16/10/2016 tarihli belge içerisinde davacının adı ve soyadının yer almadığı ve "Hasta/Hasta Velisi Adı Soyadı" başlıklı bölümün boş olduğu, belgenin altında yer alan imzanın kime ait olduğunun anlaşılamadığı, davacı tarafından imzanın kendisine ait olmadığının beyan edildiği, bu niteliği itibarıyla söz konusu onamın aydınlatılmış onam niteliğinde olmadığı görüldüğünden, davacının aydınlatılarak onay verme hakkının elinden alınması ve bu yükümlülüğün yerine getirilmemesinin yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacıda endişe ve üzüntüye yol açması sonucu oluşan manevi zararın karşılanmasına yönelik makul bir tutarın ödenmesine karar verilmesi gerekmekte iken, manevi tazminat isteminin reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Bu itibarla, davanın reddi yönündeki ... İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin temyize konu ... Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin KISMEN KABULÜNE, KISMEN REDDİNE,
2. ... Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin ... tarih ve E:..., K:... sayılı kararının maddi tazminata ilişkin kısmının ONANMASINA, manevi tazminata ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın ... Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesine gönderilmesine, 25/11/2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.
---
"İçtihat Metni"
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/12540
Karar No : 2023/4958
TEMYİZ EDEN (DAVACILAR): Kendi adlarına asaleten … adına velayeten, … ve …
VEKİLLERİ: Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI): … Bakanlığı
VEKİLİ: Av. …
DAVALI YANINDA MÜDAHİLLER :
1- …
2- …
VEKİLLERİ: Av. …
İSTEMİN_KONUSU: … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem: Davacılar vekili tarafından, müvekkili ...'in ameliyat sonrası yapılan hatalı enjeksiyon nedeniyle engelli hale geldiği ileri sürülerek toplam 200.000,00 TL maddi, 400.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faiz ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla, olayla ilgili olarak Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda, enjeksiyonun yanlış yere ya da hatalı uygulandığı yolunda bir tespit yapılmadığı görüldüğünden davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan söz edilemeyeceği gerekçesiyle maddi ve manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesince davacıların istinaf başvurularının reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI: Davacılar tarafından, Adli Tıp Kurumu raporunda gerçekleştirilen tedavinin uygulamada tercih edilmediğinin açık ve net olarak belirtildiği, komplikasyonlar hakkında bilgi verilmediği, bu tedaviye ilişkin onam formu imzalatılmadığı belirtilerek temyize konu kararın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI: Müdahiller tarafından, enjeksiyon işlemine ilişkin yazılı aydınlatılmış onam alınma zorunluluğunun bulunmadığı, sözlü onamın alındığı belirtilerek temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Davalı idare tarafından savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ: …
DÜŞÜNCESİ: Temyiz istemlerinin kabulü gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; 16/03/2011 tarihinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde davacı ...'e humerus (üst kol kemiği) kırığı nedeniyle alçı yapıldığı, bu işlemden sonra aynı gün … isimli ilacın kas içine 1/2 doz uygulandığı, bu enjeksiyona bağlı olarak siyatik sinir hasarı oluştuğu, 06/09/2012 tarihinde aynı hastanede tendon transferi yapıldığı, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesince düzenlenen 11/07/2018 tarihli rapora göre de sinir hasarının mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Meydana gelen sinir hasarının hatalı enjeksiyon uygulamasından kaynaklandığı ileri sürülerek, davalı idareye maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan dava açılmıştır.
İdare Mahkemesince olayda hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişiliğine başvurulan Adli Tıp Kurumu 7. İhtisas Kurulunca hazırlanan … tarih ve … karar numaralı raporda; "Analjezi amacıyla tercih edilecek ilacın ilgili hekimin inisiyatifinde olabileceği ve güncel pediatri uygulamalarında öncelikli olarak kullanılması tercih edilmemekle birlikte uygun doz ve yoldan yapılması halinde … kullanımının kontrendikasyon teşkil etmediği, küçüğün bulunduğu yaş grubunda kas kütlesi yoğunluk durumuna göre enjeksiyon yerinin (kalça ya da bacak ön yüz) belirlenmesinin uygun olduğu, kas içi enjeksiyon işlemi sonrası ortaya çıkan sinir hasarının klinik ve laboratuvar verileri birlikte değerlendirildiğinde enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğunun anlaşıldığı, bu tip enjeksiyon uygulamalarında enjekte edilen ilaçların doku içi yayılımı ile sinir hasarına neden olabildiklerinin tıbben bilindiği, bu durumun enjeksiyon tekniğine uygun yapılması halinde de her türlü özene rağmen gelişebilen bir komplikasyon olarak nitelendirildiği, bahse konu komplikasyonun tanı ve tedavisine yönelik gerekli girişimlerin yapılmış olduğu, dolayısıyla komplikasyon yönetiminin uygun olduğu, dosya kapsamında dava konusu enjeksiyonu kimin yaptığına dair bilgiye rastlanmadığı ve uygulanan bölgenin uyumluluğu ya da uyumsuzluğuna dair herhangi bir delil bulunmadığı cihetle; enjeksiyonu yapan sağlık personeli uygulaması ile ilgili yorum yapılamadığı, söz konusu sağlık hizmetini sağlık personeli aracılığı ile yürüten idareye atfı kabil kusur bulunmadığı" yönünde görüş bildirilmiştir.
İdare Mahkemesince, anılan rapor hükme esas alınarak davanın reddine karar verilmiş olup davacıların istinaf başvuruları da reddedilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, başka bir ifadeyle zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu'nun 1. maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu; 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumu'nun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu; 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmiştir. 703 sayılı "Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname" ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarih ve 30479 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2.,3. ve 16. maddelerinde yukarıda yer verilen hükümler aynı şekilde yeniden getirilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Olay nedeniyle bilirkişiliğine başvurulan Adli Tıp Kurumu raporunda Dikloron kullanımının kontrendikasyon teşkil etmediği belirtilmişse de; olay tarihi itibarıyla 4 yaşında olan ...'e uygulanan "Dikloron" isimli ilacın kullanma talimatında "Dikloron, çocuklara ve ergenlere (18 yaş altı) verilmemelidir." uyarısının yer aldığı anlaşıldığından, uyuşmazlığın çözümü için ...'e Dikloron ampul uygulanmasının tıp kurallarına uygun olup olmadığı, çocukta gelişen sinir hasarının kullanılması önerilmeyen ilacın özelliklerinden mi kaynaklandığı hususlarının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Buna göre; Tıbbi Farmakoloji uzmanının da katılımının sağlandığı ilgili Adli Tıp Üst Kurulundan konu hakkında rapor alınarak enjeksiyon uygulamasında idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekirken, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurularının reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Ayrıca, enjeksiyon uygulamasından önce risklerin anlatılıp yazılı muvafakatin alınmamış olması, yürürlükteki mevzuat hükümleri uyarınca davacıların aydınlatılma ve onay verme haklarının ellerinden alınması sonucunu doğuracak ve bu yükümlülüğün yerine getirilmemiş olması, yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacılarda endişe ve üzüntüye yol açacaktır.
Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Tam yargı davalarının ve manevi tazminatın belirtilen niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın, zararın ve idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı olacak şekilde belirlenmesi, bununla birlikte olayın meydana geliş şekli ve idari faaliyetin niteliği gözetilerek hakkaniyetli ve makul bir tutarı aşmaması gerekmektedir.
Bu durumda, Bölge İdare Mahkemesince yaptırılacak bilirkişi incelemesi sonucu enjeksiyonun yapılması noktasında hizmet kusuru tespit edilmese dahi; dosyada yer alan "Hemşirelik Hizmetleri Bilgilendirilmiş Onam Formu" başlıklı belgenin 2. sayfasının da istenilmesi suretiyle uygulamanın sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığına ve davacıların bu işleme rıza gösterdiklerine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamın alınıp alınmadığı araştırılarak, onamın alınmamış olduğunun tespiti halinde, davacıların aydınlatılarak işleme rıza gösterme haklarının ellerinden alınmış olması nedeniyle uğradıkları manevi zararın, manevi tazminatın yukarıda belirtilen niteliği gözetilerek takdiren belirlenecek makul bir miktarın ödenmesine hükmedilmesi suretiyle karşılanması gerekecektir.
Bu itibarla, temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.
KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacıların temyiz istemlerinin KABULÜNE,
2. Davanın reddine ilişkin ... İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak yapılan istinaf başvurularının reddi yolundaki temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesine gönderilmesine, 28/09/2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.