A. Mevzuat Düzenlemesi

TCK m.158/1-a’da dolandırıcılık suçunun icrası sırasında, mağdurun dini inançlarının ve duygularının istismar edilmesi, ağırlatıcı neden olarak düzenlenmiştir[1]. Burada dini inaç ve duygular hileli hareketlerin konusunu teşkil etmekte ve mağdur/mağdurların aldatılmasına kolaylık sağlamaktadır. Zira insanoğlunun en zayıf noktası sahip olduğu dini inançları olup, tesir altında kalma ihtimali diğer hileli hareketlere kıyasen pekala yüksektir. O halde nitelikli hale vücut veren husus insanların sahip olduğu dini inanç ve duyguları olup bu kavramların üzerinde durulması gerekmektedir.

B. Din Nedir?

Din kavramı; felsefik ve sosyolojik bir anlama sahip olup iç dünyayı ilgilendiren bir meseledir. Bu minvalde din; insanlar tarafından bir Tanrı veya doğanın anlamlandıramadığı bir güce inanmanın bir sonucu olarak belirli bir toplum nezdinde o değerin kutsallaştırılarak bazı ritüellerin tekrar edilmesiyle meydana gelmiş bir yapıdır. Uygulamada yerleşmiş kabule göre ise, dinin, bir topluluğun sahip olduğu kutsal kitap, peygamber, ve yaratıcı kavramını da genellikle içinde bulunduran inanç sistemi ve bu sisteme bağlı olarak yerine getirmeye çalıştığı ahlaki kurallar bütünü olduğu, dini inancın; dine inana belirli bir dine mensup kişinin duyguları olduğu belirtilmektedir[2].

C. Tipiklik Hareketi

Dolandırıcılık suçundaki temel tipik hareketlerle ilgili genel bilgiye ek olarak bilmekteyiz ki ağırlaştırıcı nedenlerin uygulanabilmesi için anılan nitelikli haldeki unsurun hilede araç olması gerekmektedir. Bu minvalde de dini inanç ve duyguların istismar edilmesi hususunun da gündeme gelebilmesi için; failin sergilediği hilenin temelini mağdurun sahip olduğu dini inanç ve duygular hasebiyle zaaf duyması oluşturmalı, fail bu hareket sonucunda kendisi veya başkası yararına bir menfaat temin etmelidir. Yani önemli olan, kişinin kutsal saydığı değerlere ilişkin duygularının, aldatma aracı olarak kötüye kullanılmasıdır[3]. Yeri gelmişken söylenmesi lazım gelen husus; Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bir ilamında da belirtildiği üzere aldatma aracı olarak kullanılacak olan dini inanç veya duygunun hangi din veya mezhebe ait olduğunun önemli olmadığıdır[4]. Örneğin; herhangi bir şehit ailesine yardım edileceğinden bahisle bir para toplama kampanyası başlatılsa ancak esasında böyle bir yardım yapılmayacak olursa, burada İslam alemi bakımından şehitlik dini anlamda önemli bir mertebe olduğundan, şehit ailesine yardım etmenin de sevap olacağı saikiyle insanların aldatılarak bağış yapması sağlanacaktır. Yine aynı şekilde Yahudilerin dini ibadethanesi olan Sinagog’ta bakım yapılacağından niyetle para toplanır ancak bu para hiçbir surette Sinagog bakımına harcanmaz ise burada da Yahudilik inancına münasip kişilerin dini inanç ve duyguları istismar edilmiş olacak ve anılan nitelikli hal vuku bulacaktır.

D. İstismar Edilecek Dini İnanç Veya Duygunun Dini Kurallar İle İlişkisi

Konu kapsamında açıklığa kavuşturulması gereken son husus; fail tarafından hilede kullanılan dini inanç veya duygu istismarının bir din kuralı ile bağdaşık olması gerekip gerekmediğidir. Bu konuda eski içtihatlar bakımından Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin kararları din kuralı ile failin eylemindeki hilenin bağdaşık olması gerektiğini, yani yapılan hilenin din kuralında karşılığı yoksa TCK m.158/1-a hükmünün gündeme gelmeyeceğini işaret etmekteydi. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu ilerleyen dönemlerde konuya açıklık getirmek suretiyle ilgili hükmün uygulama alanını da genişletmiştir. Zira anılan hileyi sadece dini kurala müstenit kılmak, hükmün uygulama alanını bir hayli daraltmakta iken ‘’batıl inanç’’ olarak kabul ettiğimiz falcılık, muskacılık, büyücülük gibi eylemlerin de dini kuralda bir karşılığı olmaması sebebiyle nitelikli hal kapsamına alınmasını engellemekte idi. Ancak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca verilen ve günümüz gelişmelerine paralellik teşkil eden karar ile bu tarz eylemleri de hile kapsamına almıştır[5]. Nitekim her ne kadar bu tarz eylemlerin din kuralında bir karşılığı olmasa da mağdurun dini inanç ve duyguları üzerindeki zafiyetine etki edilerek irade özerkliği tahakküm altına alınmaktadır.

(Bu köşe yazısı, Avukat Maşallah MARAL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------

[1] EKİCİ ŞAHİN, Meral, Dolandırıcılık Suçu, Adalet Yayınevi, Ekim 2019, s.351

[2] YÜKSEKTEPE, Mert Asker, Bölge Adliye Mahkemeleri Ceza Daireleri Ve Yargıtay İlamları İle Dolandırıcılık, Aristo Yayınevi, Ocak 2018, s.279

[3] EKİCİ ŞAHİN, Meral, a. g. e. , s.352

[4] Yargıtay 11. CD. 1/12/2009 tarih ve 2007/1220 E. – 2009/14648 K.

[5] Yargıtay CGK 1/10/2013 Tarih ve 2012/15-1535 E. – 2013/400 K. Sayılı ilamı