Mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür.

Mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir.

Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir.

Bu ilkeler ışığında sözgelimi suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında araçlar üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir.

İlgili Kararlar:

♦ (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018)  
♦ (Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2015/8867, 21/2/2019)
♦ (A.A. ve diğerleri [GK], B. No: 2017/31079, 10/6/2021)
♦ (Bedel Seven, B. No: 2020/215, 2/3/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ONUR TUR ULUSLARARASI NAKLİYAT LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/947)

 

Karar Tarihi: 15/11/2018

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti.

Vekili

:

Av. Murat AĞAÇHANLI

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ceza soruşturmasında araca el konulması sonucu uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 13/1/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

A. El Koyma ve Ceza Davası Süreci

9. Başvurucu uluslararası taşımacılık faaliyetle iştigal eden bir şirkettir.

10. Mersin Gümrükleri Başmüdürlüğünün 23/5/2000 tarihli yazısı ile başvurucu şirket tarafından Azerbaycan'a gönderileceği beyan edilen akaryakıtın yurt dışına ihraç edilmediği Mersin Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmiştir. Gümrük İdaresince kaçak olduğu tespit edilen benzin cinsi akaryakıt ile nakil aracı olarak kullanılan altı adet çekici (dorse) ve römorkları zaptedilmiş, ayrıca 2/6/2000 tarihinde bu araçların trafik siciline "satılamaz ve devredilemez" şerhi konulmuştur.

11. El konulan akaryakıt, soruşturma sırasında 23/8/2000 tarihinde başvurucu tarafından verilen banka teminat mektubu karşılığında başvurucuya iade edilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının 15/5/2001 tarihli iddianamesiyle başvurucu şirketin olay tarihi itibarıyla yetkilisi olan İ.Ö.nün ve kamyon şoförlerinin de aralarında bulunduğu sanıkların toplu kaçakçılık suçundan 5/6/1985 tarihli ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 27. ve 33. maddeleri uyarınca ayrı ayrı cezalandırılmaları kamu adına talep olunmuştur. Başsavcılık ayrıca kaçak eşya ve madde naklinde kullanıldığı gerekçesiyle el konulan nakil araçlarının 1918 sayılı mülga Kanun'un 47. maddesi uyarınca müsadere edilmesi talebinde bulunmuştur.

12. Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 20/9/2007 tarihinde davanın zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, isnat edilen fiilin Mersin Serbest Bölge ve Ataş Rafinerisinden Azerbaycan'ın Nahcıvan Bölgesine transit taşınacak akaryakıt yükünün yurt dışına gönderilmeyerek yurt içinde elden çıkarmak olduğu açıklanmıştır. Mahkemeye göre 1999 yılı Haziran ve Temmuz aylarına ilişkin fiil tarihi itibarıyla lehe bulunan 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 3., 4. ve 5. maddelerinde öngörülen cezanın türü ve miktarına göre suç tarihinde yürürlükte olan 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 102. maddesinin dördüncü fıkrası ile 104. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen yedi yıl altı aylık zamanaşımı süresi geçmiştir.

13. Mahkeme sanıklarla ilgili verilmiş bir mahkûmiyet kararı olmadığını gerekçe göstererek kaçak eşyanın naklinde kullanıldığı iddia olunan araçların müsaderesine yer olmadığına, konulmuş olan şerhlerin kaldırılmasına ve bu araçların ruhsat sahiplerine iadesine karar vermiştir.

14. Katılan Maliye Hazinesi tarafından temyiz edilen karar Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 16/5/2011 tarihli kararıyla onanmıştır.

15. Mahkeme 4/7/2011 tarihli yazılar ile söz konusu araçların trafik sicilindeki şerhlerin kaldırılmasını Mersin Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne bildirmiştir. Mahkeme 23/9/2011 tarihinde de Mersin Gümrükler Başmüdürlüğüne, dava konusu eşyanın naklinde kullanılan araçların ruhsat sahiplerine iadesinin sağlanması hususunda bir müzekkere göndermiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun talebi üzerine Habur Gümrükler Başmüdürlüğüne bir yazı göndererek, hâlen Gümrük Müdürlüğü sahasında bulunduğu tespit edilen 34 PL 6913 plakalı çekicive 33 DH 322 plakalı dorsenin ruhsat sahibine iadesi gerektiğini bildirmiştir.

B. Tazminat Davası Süreci

16. Başvurucu şirket 16/5/2012 tarihinde Hazine aleyhine Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, Ataş Gümrüğü ile Mersin Serbest Bölge Gümrüğünden alınan akaryakıt yüklerinin Dilucu Gümrük kapısının kapatılması sonucu çıkış yapamadığı belirtilmiştir. Başvurucu Gümrük İdaresinin bildirimi üzerine araçlarına tedbir konularak bağlandığını, araçlarda yer alan akaryakıtın uygun depolara boşaltılmaması nedeniyle aylarca tankerlerde beklediğini ve heba olduğunu belirtmiştir. Başvurucu ayrıca hiçbir kusuru olmamasına rağmen araçların kaydına konulan el koyma şerhi sebebiyle bu araçları kullanamadığını ve araçları işletmek suretiyle elde edeceği kazançtan yoksun kaldığını öne sürmüştür.

17. Yargılama sırasında Gümrük ve Ticaret Bakanlığı da davalı olarak davaya dâhil edilmiştir. Davalı taraf cevap dilekçesinde, suçta kullanılan araçların müsaderesinin zorunlu olduğunu, yargılama sırasında talep üzerine teminat karşılığında araçların sahiplerine iade edilebildiğini, talebe konu araçlara fiilen el konulup konulmadığının ise belirli olmadığı belirtmiştir. Davalı ayrıca trafik siciline konulan şerhin de araçların trafiğe çıkmasına ve ticari faaliyette kullanılmasına engel teşkil etmediğini, bunun yanında tanık beyanlarına göre araçlarda bulunan akaryakıtın yurt içinde satılmış olduğunu savunmuştur.

18. 14/3/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde, davanın haksız el koyma nedeniyle tazminat istemine ilişkin olduğu açıklanmıştır. Karara göre zamanaşımı nedeniyle ceza davasının ortadan kaldırılması tazminat hakkı doğurmaz. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"... Bu durumda davacı tarafın tazminat davası açma hakkı doğmayacaktır. Kaldı ki bu husus hükmün 3.maddesinde de sanıklarla ilgili mahkumiyet kararı bulunmadığından kaçak eşyanın naklinde kullanıldığı iddia edilen araçların müsadaresine yer olmadığına, karar kesinleştiğinde konulan şerhlerin kaldırılmasına ve ruhsat sahiplerine iadesinin sağlanmasına karar verildiği görülmüştür. Daha açık bir ifade ile dava zaman aşımına uğramamış olsa idi müsnet suçtan sanıkların mahkumiyeti cihetine gidilebileceği ve kaçak eşyaların müsaderelerine karar verilebileceği sabittir. Bu sebeple davacı vekilinin zarar tespitine yönelik talebi uygun görülmemiş, bilirkişi incelemesi yaptırılması cihetine gidilmemiştir.

Başından beri izah edildiği üzere, davacının haksız el koyma nedeniyle açtığı tazminat davasında haksız bir el koyma durumu söz konusu olmayıp böylece davacı tarafın tazminat hakkı doğmadığından açılan reddine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur."

19. Temyiz edilen karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesince 24/12/2013 tarihinde onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 26/5/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir.

20. Nihai karar başvurucuya tebliğ edilmemiş olup başvuru formunda bu kararın 10/12/2014 tarihinde öğrenildiği belirtilmiştir.

21. Başvurucu 13/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat Hükümleri

22. 1918 sayılı mülga Kanun’un 21. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kaçak zannı ile tutulan giriş veya çıkış kaçağı eşyanın ve bunların naklinde kullanılan araçların sahip veya taşıyıcıları, eşyanın veya aracın zaptını mütea kip;

A) Giriş kaçağı eşya ile her türlü kaçak eşyanın naklinde kullanılan yabancı vasıtanın gümrük idaresince tespit edilecek gümrüklenmiş değerine,

B) Çıkış kaçağı eşya ile, her türlü kaçak eşyanın naklinde kullanılan millileşmiş veya yerli nakil vasıtasının, mahallin en büyük mülki amiri veya görevlendireceği memurun başkanlığında gümrük ve hazine yetkilileri ile belediye temsilcisi ve varsa ticaret odası temsilcisinden oluşan heyet marifeti ile tespit edilen FOB değerine,

Muadil bir meblağı depozito ederek veya kanuni faizi de kapsayacak şekilde muteber banka mektubu veya hazine tahvil ve bonolarını teminat göstererek, eşya ve aracın teslimini gümrük idarelerinden veya yetkili ve görevli adli mercilerden isteyebilirler.

...”

23. 1918 sayılı mülga Kanun’un 23. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Cezai hükümler faslının 1 inci kısmında yazılı suçlara mütaallik kaçak eşya müstesna olmak üzere gerek hariçten gelsin ve gerek dahilde bulunsun kaçak eşya ve maddeler derhal zaptolunur ve tutuldukları yere en yakın olan Hükümet merkezinde maznunun huzurunda zabıta memuru ile ait olduğu gümrük ve inhisarlar memurlarından ve bulunmadığı yerlerde mal memurlarından mürekkep bir heyet tarafından nevi ve aded miktarını bildiren bir zabıt varakası tanzim ve imza olunur.”

24. 1918 sayılı mülga Kanun’un 27. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Kaçakçılık suçu, kaçakçılık,maksadıyla teşekkül vücuda getirenler ile idare edenler veya teşekküle mensup olanlar tarafından işlenirse failler hakkında on seneden onbeş seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.

Birinci fıkradaki hal dışında iki veya daha fazla kimselerin toplu olarak kaçakçılık yapmaları halinde sekiz seneden oniki seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.

Birinci ve ikinci fıkralarda hükmolunacak ağır hapis cezasıyla beraber tekel maddeleri için CIF değeri ile birlikte hususi kanunlarındaki para cezaları veya resim tutarının, eşya kaçakçılığı için de gümrüklenmiş değerinin dört mislinden ve yasak eşya ve maddeler için de bunların değerinin altı mislinden aşağı olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur. Kaçak eşya ve maddeler de müsadere edilir .

(Ek:5/6/1985 - 3217/4 md.) İkinci fıkranın uygulanmasını gerektiren durumlarda; mal veya eşyanın özel kanunlarla veya ihracat rejimi kararlarıyla memlekete ithal veya ihracı yasaklanmamış olmakla birlikte gümrüklenmiş piyasa değerinin otuz milyon (31.316.000.000.) lirayı geçmemesi ve tekele tabi maddelerden olmaması halinde ikinci fıkradaki ağır hapis cezasına hükmedilmeyip sadece üçüncü fıkraya göre ağır para cezasına ve mal veya eşyanın müsaderesine karar verilir. Bu fıkradaki miktarı, Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından yayınlanan "Toptan Eşya Fiyatları Yıllık İndeksi"ndeki artışlar oranında artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu kararlar Resmi Gazete`de yayımlanır.

...”

25. 1918 sayılı mülga Kanun’un 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“25,26 ve 27 nci maddelerdeki kaçakçılık cürümlerine veya teşekküllerine, faillerinin hal ve sıfatlarını bilerek her ne şekilde olursa olsun yardım edenler hakkında asıl suçluların o maddeler hükmünce görecekleri cezaların yarısı hükmolunur.

...

Bu Kanunda öngörülen suçlar işlendiği tarihte girişte tekel kaçağı maddelerin hususi kanunlarında yazılı para cezası veya resmi ile CIF değeri toplamı, gümrük kaçağı eşyanın gümrüklenmiş değeri, bunların çıkışında ve yerli tekel mallarında FOB değeri pek fahiş ise mahkeme fiile mahsus olan cezayı yarısına kadar artırır ve eğer hafif ise yarısına ve eğer pek hafif ise üçte birine kadar eksiltir.Eğer fail bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı mükerrir ise, cezası indirilmez."

26. 1918 sayılı mülga Kanun’un 47. maddesi şöyledir:

“Kaçak eşya ve madde naklinde bilerek kullanılan veya buna teşebbüs edilen her türlü nakil vasıtalarının da müsaderesine hükmolunur.

Müsaderesi icabeden nakil vasıtaları, tahkikat sırasında zaptedilerek en yakın gümrük veya inhisarlar idaresine teslim edilir."

27. 4926 sayılı mülga Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Aşağıda yazılı fiilleri işlemek kaçakçılıktır:

a) ...

3- Transit rejimi çerçevesinde taşınan serbest dolaşımda bulunmayan eşyayı, rejim hükümlerine aykırı olarak gümrük bölgesinde bırakmak veya buna teşebbüs etmek.

..."

28. 4926 sayılı mülga Kanun'un 3. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Bu Kanunun;

a) 3 üncü maddesinin (a) bendinin;

...

2- (2), (3) ve (4) numaralı alt bentlerinde belirtilen fiilleri işleyenler hakkında eşyanın gümrüklenmiş değerinin üç katından az, altı katından fazla olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur.

..."

29. 4926 sayılı mülga Kanun’un 20. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunda zoralımı öngörülen kaçak eşya taşımasında bilerek kullanılan veya kullanılmaya teşebbüs edilen her türlü taşıma aracının;

a) Kaçak eşyanın, suçun işlenmesini kolaylaştıracak veya fiilin ortaya çıkmasını engelleyecek şekilde özel olarak hazırlanmış gizli tertibat içerisinde saklanmış veya taşınmış olması,

b) Kaçak eşyanın, taşıma aracı yüküne göre miktar veya hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturması veya eşyanın o taşıma aracıyla taşınmayı gerekli kılacak olması,

c) Taşıma aracındaki kaçak eşyanın, Türkiye'ye girmesi veya Türkiye'den çıkması yasak veya toplum veya çevre sağlığı açısından zararlı maddelerden olması,

Hallerinden herhangi birinin gerçekleşmesi durumunda zoralımına hükmolunur.

Elkonulan taşıma araçları soruşturma sırasında en yakın gümrük idaresine teslim edilir."

30. 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:

...

4 - Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,

...

6 - Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesile ortadan kalkar."

31. 765 sayılı mülga Kanun'un 104. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Hukuku amme davasının müruru zamanı, mahkumiyet hükmü yakalama, tevkif, celb veya ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda maznunun sorguya çekilmesi, maznun hakkında son tahkikatın açılmasına dair olan karar veya C. müddeiumumisi tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.

Bu halde müruru zaman, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeğe başlar.

Eğer müruru zamanı kesen muameleler müteaddid ise müruru zaman bunların en sonuncusundan itibaren tekrar işlemeğe başlar. Ancak bu sebepler müruru zaman müdetini 102 nci maddede ayrı ayrı muayyen olan müddetlerin yarısının ilavesile baliğ olacağı müddetten fazla uzatamaz."

32. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında

...

(j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

...

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

33. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır."

2. Yargıtay İçtihadı

34. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 25/12/2014 tarihli ve E.2014/6869, K.2014/26731 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...

Kovuşturma aşamasındaki hükümle araca elkonulmadığı halde, elkoyma kararı verilmiş gibi ceza davasında taraf olmayan davacının aracına elkonulmuştur. Bu haliyle haksız bir elkoyma vardır. Davacının tarafı olmadığı bir kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmesi davacı bakımından aleyhe yorumlanamaz. CMK'nın 141/1-j maddesindeki 'Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan kişilerin tazminat isteyebilecekleri' kabul edildiği gibi ayrıca 18.06.2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla CMK'nın 141. maddesine eklenen 3. fıkrada 'birinci fıkrada yazan haller dışında suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir' hükmü de zararın giderilmesini öngörmektedir. Davanın hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği düşünülse bile davacının bu elkoyma nedeniyle uğradığı zararı ile ilgili hukuk mahkemesine açtığı tazminat davasının Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin .... sayılı kararı ile 'Davanın CMK'nın 141-144. maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerektiği' gerekçeyle bozulması üzerine Ağır Ceza Mahkemesince dava görülerek sonuçlandırılmış olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 19/son, 40/son, ve 90. maddeleri gereğince iç hukuk kapsamında kanun hükmünde bağlayıcı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da nazara alındığında davanın bir an önce sonuçlandırılarak uğranılan zararın tazmin edilmesi gerektiğinden tebliğnamenin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak aldırılan bilirkişi raporu, incelenen dosya kapsamına göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün isteme aykırı olarak onanmasına ... karar verildi."

35. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 15/10/2012 tarihli ve E.2012/26109, K.2012/21824 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"...Olay tarihinde davacıya ait ... plaka sayılı araca hırsızlıkta kullanıldığı şüphesi ileusulüne uygun şekilde 21/01/2007 tarihinde el konulduktan sonra, davacı hakkında yapılan yargılama sonucu ... Asliye Ceza Mahkemesinin 17/09/2007 gün ... sayılı beraat kararı ile birlikte aracın iadesine karar verildiği, el konulan aracın makul sürede geri verilmemesi karşısında, Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat Verilmesine ilişkin 5271 sayılı CMK'nın 141/1-j ve devamı maddelerinde belirtilen koşulların davacı yönünden gerçekleştiği, bu nedenle uğranıldığı iddia edilen maddi zararla ilgili olarak makul bir miktarakarar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi [doğru görülmemiştir]..."

B. Uluslararası Hukuk

36. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

37. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre AİHM, her el koyma ve müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak AİHM, el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).

38. Bu bağlamda Borzhonov/Rusya kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04, 23/1/2014) kararında başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukrayna, §§ 166-218). Jucys/Litvanya kararında ise el koyma tedbirinin yaklaşık sekiz buçuk yıl sürdüğüne vurgu yapılarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya aşırı ve orantısız bir külfet yüklediği belirtilmiştir(Jucys/Litvanya, §§ 34-39). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).

39. Diğer taraftan JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya (B. No: 3330/12, 5/11/2013) kararında başvurucunun taşınmazı ile ilgili olarak satışını veya başka suretle devretmesini kısıtlayan bir tedbirin uygulanması, mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiş ve müdahalenin meşru bir amacı olsa dahi özellikle tedbirin devam ettiği süre boyunca başvurucu şirket yönünden yol açtığı olumsuz ekonomik sonuçların ve meydana gelen kısıtlamaların dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak diğer unsurlar yanında müdahaleye konu tedbirin on yılı aşkın bir süreden beri devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (JGK Statyba Ltd and Guselnikovas/Lithvanya, §§ 111-145).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

40. Mahkemenin 15/11/2018 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

41. Başvurucu kamu davasının düşmesinin malların geri alınması ve uğranılan zararın tazmini için açılan şahsi tazminat davasını etkilemediği yönündeki kanun hükmüne rağmen tazminat davasının hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirtmiştir. Başvurucu ceza davasında zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesine karar verilmesiyle beraat hükmünün sonuçlarının aynı olduğu hususunun derece mahkemelerince dikkate alınmadığını öne sürmüştür. Başvurucuya göre mahkûmiyetine karar verilmediğine göre el koyma nedeniyle uğradığı zarar da tazmin edilmelidir. Başvurucu hem akaryakıtın zamanında uygun depolara boşaltılmaması hem de akaryakıt taşıyan araçların trafik kayıtlarına tedbir konulduğu için araçları işletememesi sebebiyle zarara uğradığından yakınmaktadır. Başvurucu bu gerekçelerle mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

42. Bakanlık görüşünde; mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının olduğu, ayrıca suçun işlenmesinin önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması yönünde meşru amacının da olduğu ifade edilmiştir. Bakanlık ölçülülük yönünden ise asliye hukuk mahkemesinin davanın reddine ilişkin gerekçesine yer vermiş ve karar tarihinden sonra aracın geç teslim edildiği yönünde bir şikâyetin olmadığı belirtilmiştir.

43. Başvurucunun Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını içeren dilekçesinde, sınır kapısının 12/7/1999 ile 9/11/1999 tarihleri arasında kapalı tutulduğundan dolayı bir kusuru da bulunmadığı hâlde zarar uğratıldığı vurgulanmıştır. Başvurucu ceza davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine rağmen masumiyet karinesine aykırı olacak şekilde değerlendirmeler yapıldığından yakınmıştır.

B. Değerlendirme

44. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

45. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucu adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini de ileri sürmekle birlikte başvurucunun mülküne el koyma tedbirinin uygulanmasına ilişkin şikâyetinin ilgili olduğu mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

46. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

47. Somut olayda el koyma tedbirinin uygulandığı araçların trafik sicilinde başvurucu adına kayıtlı olduğu ve ekonomik bir değer ifade ettiği dikkate alındığında bu araçlar yönünden başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülkiyet hakkının mevcut olduğunda tereddüt bulunmamaktadır (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 41-53). Ceza soruşturmasında ayrıca başvurucunun araçlarında taşınan akaryakıta da fiilen el konulduğu, ancak daha sonra bu akaryakıtın başvurucuya iade edildiği görülmektedir. Başvurucunun taşıdığı akaryakıt üzerinde ekonomik bir menfaatinin olduğunda herhangi bir şüphe bulunmadığı dikkate alındığında bu akaryakıtın da başvurucu açısından mülk teşkil ettiği açıktır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

48. Anayasa’nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye -başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla- sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma ve tasarruf etme, onun ürünlerinden yararlanma olanağı verir (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 32). Dolayısıyla malikin mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53).

49. El koyma tedbiri, suç isnadı kapsamında uygulanan geçici bir koruma tedbiri mahiyetindedir. Başvuru konusu olayda başvurucunun araçlarına fiilen el konulmuş, bunun yanında trafik siciline söz konusu araçların satılamayacağı ve devredilemeyeceği yönünde bir şerh de konulmuştur. Başvurucu ise ihlal iddiasını iki olguya dayandırmaktadır. İlk olarak el konulan araçlardaki akaryakıtın geç teslim edildiği belirtilerek zarara uğranıldığı ifade edilmektedir. İkinci olarak ise söz konusu araçlara belirli bir süre fiilî olarak el konulmasından ziyade trafik siciline konulan tedbir şerhi nedeniyle bu araçların işletilemediği öne sürülmüştür. Dolayısıyla bu iddialar bağlamında müdahalenin varlığı değerlendirilmelidir.

50. Başvurucunun geçici bir süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği kuşkusuzdur (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Bu bağlamda olayda ceza soruşturması kapsamında başvurucunun akaryakıtına belirli bir süre boyunca fiilen el konulmasının mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olduğu kabul edilmelidir. Diğer taraftan başvurucunun araçlarının trafik siciline tedbir şerhi konulması, araçlara fiilen el konulmadığı sürece geçici olarak dahi mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmamaktadır. Bununla birlikte belirtilen şekilde tedbir konulmasıyla malikin mal varlığını dilediği gibi satma, bağışlama ve benzeri diğer hukuki işlemlerde bulunma gibi tasarrufları önemli ölçüde kısıtlanmaktadır. Ayrıca tasarruf yetkisini kısıtlayan bu gibi tedbir şerhleri belirli bir süre boyunca araçların devrini engellediği gibi değerleri üzerinde de olumsuz etkilere yol açmaktadır. Dolayısıyla başvurucunun araçlarının trafik siciline tedbir şerhi konulmasının da mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği değerlendirilmiştir.

51. Anayasa’nın 35. maddesi ile mülkiyet hakkına temas eden diğer hükümleri birlikte değerlendirildiğinde Anayasa'nın mülkiyet hakkına müdahaleyle ilgili üç kural ihtiva ettiği görülmektedir. Buna göre Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğu belirtilmek suretiyle mülkten barışçıl yararlanma hakkına yer verilmiş; ikinci fıkrasında da mülkten barışçıl yararlanma hakkına müdahalenin çerçevesi belirlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında, genel olarak mülkiyet hakkının hangi koşullarda sınırlanabileceği belirlenerek aynı zamanda mülkten yoksun bırakmanın şartlarının genel çerçevesi de çizilmiştir. Maddenin son fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmak suretiyle devletin mülkiyetin kullanımını kontrol etmesine ve düzenlemesine imkân sağlanmıştır. Anayasa'nın diğer bazı maddelerinde de devlet tarafından mülkiyetin kontrolüne imkân tanıyan özel hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca belirtmek gerekir ki mülkten yoksun bırakma ve mülkiyetin düzenlenmesi, mülkiyet hakkına müdahalenin özel biçimleridir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, §§ 55-58).

52. Somut olayda el koyma tedbirinin uygulanmasıyla başvurucu bütünüyle mülkünden yoksun bırakılmış değildir. Nitekim söz konusu araçlar ve akaryakıt başvurucuya yargılamanın devamı sırasında iade de edilmiştir. Bununla birlikte şikâyet konusu edilen akaryakıta geçici süreyle el konulmasının ve araçların trafik siciline tedbir şerhi konulmasının amaçları gözetildiğinde başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir (benzer yöndeki karar için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52).

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

54. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa'nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

i. Kanunilik

55. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

56. Somut başvuruda başvurucunun taşıdığı akaryakıta olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 1918 sayılı mülga Kanun'un 23. maddesi uyarınca, akaryakıtın taşındığı araçlara ise aynı Kanun'un 47. maddesinin ikinci fıkrasına göre el konulmuştur. Bu durumda söz konusu kanun hükümlerinin ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

ii. Meşru Amaç

57. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, § 53).

58. Kaçak eşyanın taşınmasında kullanıldığı iddiasıyla araçlara el konulmasının, bu araçların yeniden suçta kullanılmasının önüne geçilmesi, muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması ve caydırıcılığın sağlanması gibi amaçları bulunmaktadır. Bunun yanında kaçak olduğu şüphesiyle akaryakıta el konulması yoluyla suçtan gelir elde edilmemesi, suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi de hedeflenmektedir (bkz. Bekir Yazıcı, § 64; Hanife Ensaroğlu, § 59). Dolayısıyla söz konusu amaçlar dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

59. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

60. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, § 38).

61. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, § 67).

62. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi; bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

63. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanmaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

64. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

65. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, § 67).

66. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

67. Başvurucu şirketin taşıdığı akaryakıta ve taşıma araçlarına -akaryakıtın kaçak olduğu şüphesiyle- el konulmasının yukarıda değinilen meşru amaç çerçevesinde suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve tehlikelilik arz eden suça konu mülkün kullanılmasının ve dolaşımının engellenmesi ile muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması amaçları bakımından elverişli bir araç olduğu açıktır.

68. Somut olayda başvurucunun taşıdığı akaryakıtın kaçak olduğundan şüphelenildiği için fiilen el konulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bununla birlikte el konulan akaryakıt ceza soruşturması sırasında belirli bir miktarı içeren banka teminat mektubu karşılığında başvurucuya iade edilmiştir. Diğer taraftan nakil vasıtası olduğu gerekçesiyle bazılarına fiilen el konulan başvurucuya ait araçların da belirli bir süre sonra iade edildiği ve uyuşmazlığa konu araçların tamamının trafik siciline satılamayacağı ve devredilemeyeceği yönünde bir tedbir şerhi konulmasıyla yetinildiği görülmektedir. El koyma ve müsadere tedbirlerinin suçla mücadelede en etkili araçlardan biri olduğu ve kamu makamlarının bu alanda geniş bir takdir yetkilerinin mevcut olduğu da kuşkusuzdur. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. El koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. Ancak somut olayda başvurucunun akaryakıt ve araçlarına yargılama süresi boyunca fiilen el konulması yerine akaryakıtın ve bazı araçların kısa bir süre içinde iade edildiği, araçların trafik siciline şerh konulmasının tercih edildiği dikkate alındığında belirtilen amaçların gerçekleştirilmesi için en uygun araçların kullanıldığı anlaşıldığından müdahalenin gerekli olmadığı söylenemez.

69. Somut olaydaki müdahalenin ölçülülüğünün değerlendirilmesi bakımından asıl önem taşıyan ölçüt orantılılıktır. Öngörülen tedbirin maliki olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez. Bu itibarla, uygulanan tedbirle başvuruculara aşırı ve orantısız bir yük yüklenip yüklenmediğinin tespiti gerekmektedir.

70. Bu bağlamda öncelikle başvurucunun uygulanan tedbire karşı iddia ve savunmalarını etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınmadığı yönünde bir şikâyetinin bulunmadığını belirtmek gerekir.

71. Öte yandan başvurucu şirketin taşıdığı akaryakıta ve taşımada kullanılan araçlara el konulmasının gerekçesi söz konusu akaryakıtın kaçak olduğu şüphesine dayanmaktadır. Gerçekten de şikâyete konu tedbir bu sebeple uygulanmış ve başvurucunun temsilcisi ile kamyon şoförlerinin de aralarında olduğu sanıklar hakkında kaçakçılık suçundan cezalandırılmaları istemiyle Mersin 1. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Bununla birlikte yapılan yargılama sonucunda ilk derece mahkemesi davanın zamanaşımı sebebiyle ortadan kaldırılmasına karar vermiş ve Yargıtay Dairesince onanan hüküm de bu şekilde kesinleşmiştir. Dolayısıyla ortada bir mahkûmiyet kararı söz konusu değildir. Ancak belirli durumlarda, özellikle suça konu eşyanın müsadere edilebilmesi için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığı da söylenebilir. Ağır ceza mahkemesi ise akaryakıtın müsadaresi yönünde bir karar vermediği gibi araçların da iadesine ve bu araçlar üzerindeki tedbir şerhlerinin kaldırılmasına karar vermiştir.

72. Bununla birlikte başvurucunun açtığı tazminat davasında Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesi davanın zamanaşımına uğramamış olması durumunda başvurucuların mahkûmiyetinin söz konusu olabileceğini ve kaçak eşyanın da müsaderesine karar verilebileceğinin sabit olduğunu belirtmiştir. Kararda yer alan bu gerekçe, başvurucu hakkındaki ceza davasının ortadan kaldırılmasıyla, ortada bir mahkûmiyet kararı da olmadığına göre varsayıma dayanmakta olup Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre masumiyet karinesi yönünden sorunlu ifadeler olarak değerlendirilmiştir (Adem Hüseyinoğlu, B. No: 2014/3954, 15/2/2017, §§ 33-36). Ancak Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın reddine ilişkin temel gerekçesini esas itibarıyla el koymanın haksız olmadığına dayandırdığı görülmektedir. Başvuru formu incelendiğinde de başvurucunun el koymanın haksız olduğu yönünde açık bir iddiasının olmadığı anlaşılmaktadır. Nitekim başvurucu zamanaşımı nedeniyle davanın düşürülmesi hâlinde el koyma yüzünden uğradığı zararların giderilmesi gerektiğini öne sürmüş, el koymanın keyfî ve öngörülemez biçimde uygulandığına dair açık bir şikâyette bulunmamıştır.

73. Başvurucu sonradan iade edilse dahi taşıdığı akaryakıta fiilen el konulmasının mal varlığı yönünden önemli zarara yol açtığını belirtmiştir. Bu akaryakıtın el konulduğu 23/5/2000 tarihinden kısa bir süre sonra aynı yıl içinde teminat karşılığında iade edildiği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan akaryakıtın iadesi için geçen sürenin makul sayılabileceği değerlendirilmiştir. Başvurucunun bazı araçlarına da fiilen el konulmuş, ancak başvurucu araçları yönünden trafik siciline tedbir şerhi konulmasından şikâyetçi olmuştur. Başvurucunun araçlarının trafik siciline 2/6/2000 tarihinde "satılamaz ve devredilemez" şerhi konulmuş ve bu şerhler yargılama sonucunda hüküm kesinleştikten sonra ağır ceza mahkemesinin 4/7/2011 tarihli yazıları ile kaldırılmıştır. Bu bağlamda trafik siciline şerh konulması geçici süreyle de olsa araçların mülkiyetinden yoksun bırakmaya yol açmadığına göre başvurucunun bu araçları işletemediği ve onlardan yararlanamadığı yönündeki iddiası yerinde görülmemiştir.

74. Ancak yukarıda da değinildiği üzere trafik siciline belirtilen şekilde tedbir şerhi konulmasının da mülkiyet hakkı bakımından olumsuz sonuçlara yol açtığı kuşkusuzdur (§§ 48-50). Bu bakımdan daha hafif bir tedbir olan sicile şerh konulması yönündeki müdahalenin fiilen el koymaya göre daha uzun bir süre devam etmesi makul görülebilir. Somut olayda ise başvurucunun araçları ile ilgili olarak uygulanan tedbirin yaklaşık 11 yıl 1 ay devam etmesinin mülkiyet hakkı üzerinde tasarruf yetkisi sınırlandırılan başvurucuyu -bu sürenin uzunluğu dikkate alındığında- makul olandan daha fazla bir zarara uğrattığı anlaşılmaktadır.

75. Başvurucunun uğradığı zararın giderilmesi için açtığı tazminat davasında ise derece mahkemeleri zararın bu yönüyle ilgili bir değerlendirme yapmadan, sadece el koymanın hukukiliği ile sınırlı olarak değerlendirme yaparak sonuca varmışlardır. Hâlbuki isnat edilen fiil tarihinden sonra yürürlüğe 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendine dayalı olarak Yargıtayın, el koyma tedbirinin makul sürede sonuçlanmaması durumunda da tazminata hükmedilmesi gerektiği yönünde kararlar verdiği de görülmektedir (§ 35). Somut olayda da ağır ceza mahkemesince sicildeki tedbirlerin kaldırılarak araçların iadesine karar verildiği, ancak soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesi nedeniyle söz konusu tedbir şerhlerinin ancak 11 yıl 1 ay geçtikten sonra kaldırılabildiği dikkate alınmalıdır. Bunun sonucu olarak başvurucu belirtilen süre boyunca taşınmazı üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunamamış, ayrıca geçen süre sebebiyle mülkünde yıpranma ve değer azalışı gibi olumsuz ekonomik sonuçlarla karşılaşmıştır. Ancak başvurucunun bu yüzden uğradığı zarar derece mahkemelerince hukuk kurallarının katı bir yorumuna dayalı olarak giderilmemiştir.

76. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen araçları yönünden uygulanan tedbir sürecinin mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği makul derecede ivedilik koşuluna uygun olarak yürütülmediği açıktır. Bu sebeple uğranılan zarar yönünden herhangi bir tazminatın da ödenmediği dikkate alındığında bu durumun, söz konusu alanda kamu makamlarına tanınan takdir yetkisine rağmen başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Sonuç olarak müdahalenin meşru amacının dayandığı kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkı arasında olması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine bozulduğu kanaatine varılmış olduğundan dolayı başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülü değildir.

77. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

78. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

79. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında, ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkeler belirlenmiştir.

80. Buna göre bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, § 55).

81. Anayasa Mahkemesi ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederken idarenin, yargısal makamların veya yasama organının yerine geçerek işlem tesis edemez. Anayasa Mahkemesi, ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceğine hükmederek gerekli işlemlerin tesis edilmesi için kararı ilgili mercilere gönderir (Mehmet Doğan, § 56).

82. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

83. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca kural olarak ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilir (Mehmet Doğan, § 58).

84. Buna göre; Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

85. Bu bağlamda derece mahkemesinin öncelikle yapması gereken şey, bir temel hak veya özgürlüğü ihlal ettiği veya idari makamlar tarafından bir temel hak veya özgürlüğe yönelik olarak gerçekleştirilen ihlali gideremediği tespit edilen önceki kararını kaldırmaktır. Derece mahkemesi, kararın kaldırılmasından sonraki aşamada ise Anayasa Mahkemesi kararında tespit edilen ihlalin sonuçlarını gidermek için gereken işlemleri yapmak durumundadır (Mehmet Doğan, § 60).

86. Başvurucu, ihlalin tespiti ile maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

87. Anayasa Mahkemesi başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilen araçlarına ceza soruşturması ve kovuşturmasında uygulanan tedbir süreci yönünden ölçülülük bağlamında makul derecede ivedilik koşuluna uyulmadan yapılan müdahale nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Tedbir kararının ceza soruşturması çerçevesinde gümrük idaresince uygulandığı, ancak ihlale yol açan uzun sürmesinin ceza soruşturması ve kovuşturması sürecinden kaynaklandığı görülmektedir. Bununla birlikte, ihlalin sonuçlarına ilişkin başvuru öncesinde etkili ve başarı şansı sunan bir tazminat davası yolunun mevcut olduğu, ancak bu tazminat davasında tedbirin süresinin gözetilmeyerek sadece bu tedbirin koşulları ile sınırlı bir değerlendirme yapılarak davanın reddine karar verilmiştir. Dolayısıyla ihlalin sonuçları giderilememiştir.

88. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin ikinci fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlalin giderilmesini sağlamayan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Buna göre nihayet uygulanan tedbirin makul olandan uzun bir süre devam etmesi sebebiyle mülkte yol açılan yıpranma ve benzeri diğer olumsuz ekonomik sonuçlar çerçevesinde başvurucunun uğradığı zararların giderimine yönelik olarak hükmedilecek tazminatın miktarının ve kapsamının belirlenmesi ise derece mahkemelerinin takdirindedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

89. Yeniden yargılama yapılmasına hükmedilmesi mülkiyet hakkının ihlali yönünden yeterli bir giderim oluşturduğundan dolayı başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

90. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2012/109, K.2013/106) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 1.980 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.206,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 15/11/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

YETER DERİ TEKSTİL SANAYİ VE TİCARET A.Ş. BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/8867)

 

Karar Tarihi: 21/2/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 13/3/2019 - 30713

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör

:

Özgür DUMAN

Başvurucu

:

Yeter Deri Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.

Vekilleri

:

Av. Abdullah Yalçın SELAMOĞLU

 

 

Av. Yusuf ÖZMEN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru ceza soruşturması sırasında el koyma tedbirinin uygulanması sonucu uğranılan zararların giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 27/5/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. 2016/7221 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibatı nedeniyle 2015/8867 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/8867 numaralı dosya üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu tekstil ürünleri alım ve satımı işi ile iştigal eden bir anonim şirkettir.

A. Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci

9. Başvurucu şirketin Libya'ya ihraç edilmek istediği tekstil ürünlerine, beyannamede belirtilen eşyadan sayı ve nitelik olarak farklı olduğu, ayrıca FOB değerinin yüksek gösterildiği gerekçeleriyle gümrük makamlarınca el konulmuş olup 15/7/1999 tarihinde zaptetme tutanağı ve 22/7/1999 tarihinde teslim tutanağı düzenlenmiştir.

10. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 28/9/1999 tarihli iddianamesi ile şirketin Yönetim Kurulu Başkanı T.Y. ile gümrük komisyoncusu olan O.N.G. hakkında toplu gümrük kaçakçılığı suçundan ayrı ayrı cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açılmıştır.

11. Davanın görüldüğü İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesince davaya konu ürünler ile ilgili olarak uzman bilirkişi raporu alınmıştır. Bilirkişilerce düzenlenen 26/9/2000 raporda, dava konusu ürünlerin iddianın aksine yeni ve kullanılmamış oldukları, işçilik ve kumaş cinsleri itibarıyla iyi ve kaliteli ürünler oldukları belirtilmiştir. Raporda ayrıca yapılan karşılaştırmaya göre beyannamelerde gösterilen değerlerin belirlenen değerler ile uyumlu olduğu açıklanmıştır.

12. Söz konusu bilirkişi raporu hükme esas alınarak 29/11/2000 tarihinde sanıkların atılı suçtan beraatine karar verilmiştir. Mahkeme ayrıca suça konu eşyanın karar kesinleştiğinde iadesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, düzenlenen bilirkişi raporuna göre sanıkların cezalandırılmalarına yeterli bir delil bulunmadığı belirtilmiştir.

13. Temyiz edilen hüküm Yargıtay 7. Ceza Dairesi tarafından 23/12/2002 tarihinde onanmıştır. El konulan tekstil ürünleri Gümrük İdaresi tarafından 10/3/2003 tarihinde başvurucuya iade edilmiştir.

B. Delil Tespiti Süreci

14. Başvurucu İzmir 1. Asliye Ticaret Mahkemesinden delil tespiti talebinde bulunmuş, bu Mahkemece yapılan keşif sonucu düzenlenen 10/4/2003 tarihli bilirkişi raporunda, 225 çuval tekstil ürününün deponun en muhafazalı yerine konulduğu ve zaman zaman ilaçlama yapılarak korunmasının sağlandığı, bu nedenle uyuşmazlığa konu eşyanın kullanım özelliğini kaybetmediği belirtilmiştir. Raporda buna karşın dört yıl içinde renk, biçim ve kumaş özelliğinin değişmesi nedeniyle kadın ve çocuk giysilerinin bir bölümünün moda dışı kalmalarından ötürü piyasa değerinin düştüğü ifade edilmiştir. Rapora göre ancak belli oranda indirim yapılarak bu ürünlerin satılabilmesi mümkün olup fiyat indirimi ve emtianın ütülenip temizlenmesi için gerekli değer kaybının ise 42.431 TL olduğu belirtilmiştir.

C. Tazminat Davası Süreci

15. Başvurucu 14/7/2003 tarihinde İzmir 3. Asliye Ticaret Mahkemesinde Maliye ve Gümrük Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde, ağır ceza mahkemesince beraat kararı verildiği belirtilerek, el konulan tekstil ürünlerinin dört yıl koli içinde kalması nedeniyle defolu hâle gelmesinin muhtemel olduğu ve kazanç kaybı, değer kaybı, düzeltme ve elden geçirme masrafı gibi maddi zararların oluştuğu iddia edilmiştir.

16. İdare mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle 11/11/2004 tarihinde görevsizlik kararı verilmiştir. Kararın gerekçesinde, 20/1/1993 tarihli ve 3864 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun hükümleri çerçevesinde gümrük makamlarınca el konulan eşyanın soruşturma sırasında tasfiye edilerek yargılama sonunda iade kararı verilmesi hâlinde bedelinin faiz de işletilerek ödeneceği, bu iddianın ise idari yargı yerinde ileri sürülmesi gerektiği belirtilmiştir.

17. Başvurucu bunun üzerine 17/2/2014 tarihinde İzmir 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde, gümrük idaresince el konulan söz konusu eşya iade edilmekle birlikte meydana gelen değer kaybı ve ticari kazanç kaybı nedeniyle oluşan maddi zararın yasal faiziyle birlikte tazmin edilmesi talep edilmiştir.

18. Mahkeme 13/7/2005 tarihinde davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, davanın el koyma tarihi olan 22/7/1999 tarihinden itibaren altmış gün içinde açılması gerektiği hâlde görevsizlik kararından sonra açılması nedeniyle süre aşımından davanın reddi gerektiği belirtilmiştir.

19. Temyiz edilen karar Danıştay Onuncu Dairesince (Daire) 13/7/2007 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, uyuşmazlıkta tazmini istenilen zararın davacı şirkete ait mallara el konulmasından sonra söz konusu malların koli içinde bekletilmesi nedeniyle defolu hâle gelmesinden yani idareye teslim edilen malların gereği gibi korunmaması eyleminden kaynaklandığı vurgulanmıştır. Daireye göre bu sebeple malların iade edildiği tarihe kadar meydana geldiği ileri sürülen değer düşüklüğü sonucu oluşan maddi zararın, anılan malların iade edildiği tarihte öğrenildiğinin kabulü gerekir. Daire ayrıca el konulan eşyanın bakım ve muhafazası için yapılması gerekenlerin idari eylem niteliğinde olduğunu ve bu sebeple dava açma süresinin de 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre bir yıl olduğunu belirtmiştir. Daire sonuç olarak davanın süre aşımı yönünden reddinde hukuki isabet bulunmadığını kabul etmiştir.

20. Mahkeme 27/11/2008 tarihinde davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar vermiştir. Mahkeme başvurucunun ticari kazanç kaybı nedeniyle uğradığını belirttiği 457.569 TL tutarındaki zararın tazmini talebini süre aşımı yönünden reddetmiş ve bu davanın 22/7/1999 tarihinden sonra altmış gün içinde açılması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme değer düşüklüğü nedeniyle meydana gelen 42.431 TL tutarındaki tazminat istemini ise kabul etmiştir. Mahkemeye göre meydana gelen zararda davalı idare, eşyanın bakım ve muhafazası için yapılması gerekenleri yapmaması sebebiyle kusurlu olduğundan bu zararı hizmet kusuru ilkesine göre davacıya ödemek durumundadır.

21. Taraflarca temyiz edilen karar Daire tarafından 12/7/2011 tarihinde bozulmuştur. Daire delil tespiti aşamasında alınan bilirkişi raporuna göre eşyanın muhafazası sırasında gerekli koruma önlemlerini aldığını, bu sebeple idarenin eşyanın muhafazası ile ilgili herhangi bir hizmet kusurunun ve tazmin sorumluluğunun bulunmadığını belirtmiştir. Daire ayrıca eşyanın el konulup tutulması sonucu geçen süre içerisinde muhafazasından dolayı meydana geldiği ileri sürülen zarar yönünden ise davanın süresinde açıldığını belirttikten sonra açılan ceza davası nedeniyle eşyanın iadesi mümkün olmadığı için idarenin hizmet kusurundan ve tazminat sorumluluğundan söz edilemeyeceğini vurgulamıştır.

22. Bozma kararına uyan Mahkeme 30/4/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Başvurucunun temyiz ettiği karar Daire tarafından 13/11/2014 tarihinde onanmıştır.

23. Başvurucu 27/5/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

24. Başvurucunun karar düzeltme talebi Daire tarafından 21/1/2016 tarihinde reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

25. 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 26/7/1983 tarihli ve 2867 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle değişik 21. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kaçak zannı ile tutulan giriş veya çıkış kaçağı eşyanın ve bunların naklinde kullanılan araçların sahip veya taşıyıcıları, eşyanın veya aracın zaptını müteakip;

A) Giriş kaçağı eşya ile her türlü kaçak eşyanın naklinde kullanılan yabancı vasıtanın gümrük idaresince tespit edilecek gümrüklenmiş değerine,

B) Çıkış kaçağı eşya ile, her türlü kaçak eşyanın naklinde kullanılan millileşmiş veya yerli nakil vasıtasının, mahallin en büyük mülki amiri veya görevlendireceği memurun başkanlığında gümrük ve hazine yetkilileri ile belediye temsilcisi ve varsa ticaret odası temsilcisinden oluşan heyet marifeti ile tespit edilen FOB değerine,

Muadil bir meblağı depozito ederek veya kanuni faizi de kapsayacak şekilde muteber banka mektubu veya hazine tahvil ve bonolarını teminat göstererek, eşya ve aracın teslimini gümrük idarelerinden veya yetkili ve görevli adli mercilerden isteyebilirler.

...”

26. 1918 sayılı mülga Kanun’un 1/9/1956 tarihli ve 6846 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik 23. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Cezai hükümler faslının 1 inci kısmında yazılı suçlara mütaallik kaçak eşya müstesna olmak üzere gerek hariçten gelsin ve gerek dahilde bulunsun kaçak eşya ve maddeler derhal zaptolunur ve tutuldukları yere en yakın olan Hükümet merkezinde maznunun huzurunda zabıta memuru ile ait olduğu gümrük ve inhisarlar memurlarından ve bulunmadığı yerlerde mal memurlarından mürekkep bir heyet tarafından nevi ve aded miktarını bildiren bir zabıt varakası tanzim ve imza olunur...”

27. 1918 sayılı mülga Kanun’un 2867 sayılı Kanun'un 10. maddesiyle değişik 27. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Kaçakçılık suçu, kaçakçılık,maksadıyla teşekkül vücuda getirenler ile idare edenler veya teşekküle mensup olanlar tarafından işlenirse failler hakkında on seneden onbeş seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.

Birinci fıkradaki hal dışında iki veya daha fazla kimselerin toplu olarak kaçakçılık yapmaları halinde sekiz seneden oniki seneye kadar ağır hapis cezasına hükmolunur.

Birinci ve ikinci fıkralarda hükmolunacak ağır hapis cezasıyla beraber tekel maddeleri için CIF değeri ile birlikte hususi kanunlarındaki para cezaları veya resim tutarının, eşya kaçakçılığı için de gümrüklenmiş değerinin dört mislinden ve yasak eşya ve maddeler için de bunların değerinin altı mislinden aşağı olmamak üzere ağır para cezasına hükmolunur. Kaçak eşya ve maddeler de müsadere edilir .

(Ek:5/6/1985 - 3217/4 md.) İkinci fıkranın uygulanmasını gerektiren durumlarda; mal veya eşyanın özel kanunlarla veya ihracat rejimi kararlarıyla memlekete ithal veya ihracı yasaklanmamış olmakla birlikte gümrüklenmiş piyasa değerinin otuz milyon (31.316.000.000.) lirayı geçmemesi ve tekele tabi maddelerden olmaması halinde ikinci fıkradaki ağır hapis cezasına hükmedilmeyip sadece üçüncü fıkraya göre ağır para cezasına ve mal veya eşyanın müsaderesine karar verilir. Bu fıkradaki miktarı, Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı tarafından yayınlanan 'Toptan Eşya Fiyatları Yıllık İndeksi'ndeki artışlar oranında artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir. Bu kararlar Resmi Gazete`de yayımlanır.

...”

28. 1918 sayılı mülga Kanun’un 33. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “25,26 ve 27 nci maddelerdeki kaçakçılık cürümlerine veya teşekküllerine, faillerinin hal ve sıfatlarını bilerek her ne şekilde olursa olsun yardım edenler hakkında asıl suçluların o maddeler hükmünce görecekleri cezaların yarısı hükmolunur.

...

 (Ek: 12/6/1979-2248/27 md.; Değişik: 26/7/1983-2867/13 md.) Bu Kanunda öngörülen suçlar işlendiği tarihte girişte tekel kaçağı maddelerin hususi kanunlarında yazılı para cezası veya resmi ile CIF değeri toplamı, gümrük kaçağı eşyanın gümrüklenmiş değeri, bunların çıkışında ve yerli tekel mallarında FOB değeri pek fahiş ise mahkeme fiile mahsus olan cezayı yarısına kadar artırır ve eğer hafif ise yarısına ve eğer pek hafif ise üçte birine kadar eksiltir.Eğer fail bu Kanunda yazılı suçlardan dolayı mükerrir ise, cezası indirilmez."

29. 1918 sayılı mülga Kanun'un 29/6/2001 tarihli ve 4704 sayılı Kanun'un 1. maddesiyle değişik 45. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

"Gümrük kapıları ve yolları dışındaki yerlerden memleket dışına eşya çıkaranlar veya bunları çıkartmak için gümrüklere verdikleri beyannamelerde cins, nevi, miktar, menşe, gönderileceği yer ve ticarî eşya için ihracat amacıyla yapılan satışta gerçekte ödenen veya ödenecek fiyat bakımından yanlış beyanda bulunanların, bu fiilleri bir menfaat temini amacıyla işlemeleri halinde temin edilen veya edilecek olan menfaatin beş katına kadar ağır para cezasına hükmolunur. Hükmolunacak ağır para cezası beş milyar liradan az olamaz."

30. 1918 sayılı mülga Kanun’un 2867 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle değişik 47. maddesi şöyledir:

 “Kaçak eşya ve madde naklinde bilerek kullanılan veya buna teşebbüs edilen her türlü nakil vasıtalarının da müsaderesine hükmolunur.

Müsaderesi icabeden nakil vasıtaları, tahkikat sırasında zaptedilerek en yakın gümrük veya inhisarlar idaresine teslim edilir."

31. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında

...

 (j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

...

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

32. 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ilâ 144 üncü maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır."

B. Uluslararası Hukuk

33. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:

"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."

34. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), el koyma ve müsadere yoluyla yapılan müdahalelerin sonuçlarını da kararlarında tartışmaktadır. Buna göre AİHM, her el koyma ve müsaderenin muhakkak bir zarara yol açtığını kabul etmektedir. Ancak AİHM, el koyma ve müsaderenin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesine göre adil olabilmesi için mülkün sahibinin güncel zararının kaçınılmaz olandan daha fazla olmaması gerektiğini sıklıkla vurgulamaktadır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, § 33; Borzhonov/Rusya, B. No: 18274/04, 22/1/2009, § 61; Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).

35. Bu bağlamda Borzhonov/Rusya kararında, el konulan otobüsün yapılan kanun değişikliğiyle sahibine iadesi gerektiği hâlde kamu makamlarının altı yıl boyunca hareketsiz kalması kaçınılmaz olandan daha ağır bir zarar olarak görülmüştür (Borzhonov/Rusya, §§ 61-63). East/West Alliance Limited/Ukrayna (B. No: 19336/04, 23/1/2014) kararında başvurucunun mülkünden on yıl boyunca yoksun kalmasına yol açan el atma tedbirinin mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale olduğu sonucuna varılmıştır (East/West Alliance Limited/Ukrayna, §§ 166-218). Vendittelli/İtalya (B. No: 14804/89, 18/7/1994) kararında bir suç isnadı kapsamında başvurucunun taşınmazına konulan tedbirin hükümden sonra gerek de kalmadığı hâlde on bir ay daha uygulanmaya devam edilmesi ölçüsüz bir müdahale olarak görülmüştür (Vendittelli/İtalya, §§ 31-40).

36. Jucys/Litvanya kararında ise başvurucunun kaçakçılık suçundan beraat ettiğini belirten AİHM, başvurucunun kürklerine el konulan ceza kovuşturmasında uyuşmazlığın 8,5 yıl süren bir yargılama sonucunda çözülebildiğini vurgulamıştır. AİHM'e göre yargılamanın uzun sürmesinde başvurucuya düşen bir ihmal da bulunmamaktadır. AİHM sonuç olarak asılsız bir ceza kovuşturması geçirdikten sonra başvurucunun en azından bu mallarının semerelerinden uzun yıllar yararlanamadığını belirterek müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği kanaatiyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Jucys/Litvanya, §§ 34-39).

37. Diğer taraftan JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya (B. No: 3330/12, 5/11/2013) kararında, başvurucunun taşınmazının satışını veya başka suretle devredilmesini kısıtlayan bir tedbirin uygulanması, mülkiyet hakkına müdahale olarak görülmüştür. AİHM, başvuruyu mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiş ve müdahalenin meşru bir amacı olsa dahi özellikle tedbirin devam ettiği süre boyunca başvurucu şirket yönünden yol açtığı olumsuz ekonomik sonuçların ve meydana gelen kısıtlamaların dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır. AİHM sonuç olarak diğer unsurlar yanında müdahaleye konu tedbirin on yılı aşkın bir süreden beri devam etmiş olduğuna dikkat çekerek başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olmadığına karar vermiştir (JGK Statyba Ltd ve Guselnikovas/Lithvanya, §§ 111-145).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

38. Mahkemenin 21/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

39. Başvurucu, 2016/7221 numaralı dosya ile birleşen 2015/8867 numaralı bireysel başvuru dosyasında yalnızca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

40. Bireysel başvurular sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un 20. maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir.

41. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi, yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür.

42. Ferat Yüksel (B. No: 53984/00, 30/3/2004, § 37)kararında Anayasa Mahkemesi yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolunun ilk bakışta ulaşılabilir ve ihlal iddialarıyla ilgili başarı şansı sunma ve yeterli giderim sağlama kapasitesi olduğunu değerlendirmiştir. Buna göre Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı sonucuna vararak başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (Ferat Yüksel, §§ 27-36).

43. Mevcut başvuruda söz konusu karardan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

44. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

B. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

45. Başvurucu şirket, idare tarafından el konulan eşyanın haksız olarak dört yılı aşkın bir süre depoda tutulması nedeniyle maddi olarak zarara uğradığını belirtmiştir. Başvurucu şirket, yetkililerinin ceza davasında beraatine karar verilmiş olmasına ve idarenin şirket mallarına el konulmasında kusurlu olduğunun belirlenmesine rağmen uğranılan maddi kayıpların karşılanmadığına vurgu yapılmıştır. Başvurucu bu gerekçeyle açtığı davanın reddedildiğini belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

46. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

47. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Öncelikle başvurucu 2015/8867 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleşen 2016/7221 numaralı dosyada aynı zamanda makul sürede yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Ancak 2015/8867 numaralı dosya yönünden de aynı şikâyette bulunulmasından ve yukarıda da bu şikâyet yönünden başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesinden dolayı konu hakkında ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.

48. Başvurucu şirket, adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de ceza soruşturması kapsamında başvurucunun eşyası hakkında uygulanan el koyma tedbiri nedeniyle mal varlığı yönünden zarara uğratıldığı yönündeki şikâyetin esas itibarıyla mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucunun bu şikâyetinin mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

49. Bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, §§ 16, 17).

50. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinde, eşyasına veya diğer mal varlığı değerlerine koşulları oluşmadığı hâlde el konulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan ya da zamanında geri verilmeyen kişilere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır (bkz.§ 31).

51. Anayasa Mahkemesi, ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında yargı organlarınca şüphelilerin eşyasına ya da mal varlığı değerlerine ilişkin olarak el koyma tedbirinin uygulandığı durumlarda bunun hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Nuray Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016, §§ 60-69; Sinan Aydın Aygün (2), B. No: 2014/922, 16/6/2016, §§ 61-69).

52. Somut olayda da şikâyet edilen el koyma işlemi bir ceza soruşturması kapsamında uygulanmıştır. Bununla birlikte 5320 sayılı Kanun'un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre 5271 sayılı Kanun'un 141 ilâ 144. maddeleri hükümlerinin 1/6/2005 tarihinden itibaren yapılacak işlemler hakkında uygulanması öngörülmüştür. Başvuru konusu olayda ise el koyma işlemi 15/7/1999 tarihinde yapılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun anılan hükümlere göre ağır ceza mahkemesinde tazminat davası açabilmesi mümkün görünmemektedir.

53. Başvurucunun genel hükümlere göre asliye ticaret mahkemesinde Maliye ve Gümrük Bakanlığına karşı açtığı davada ise idari yargı yerlerinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş, idare mahkemesi de karşı görevsizlik kararı vermeyerek esasını incelediği davanın reddine karar vermiştir. Bu karar da Danıştay tarafından onanmış ve karar düzeltme isteğinin reddiyle kesinleşmiştir. Dolayısıyla başvurucunun bireysel başvuru öncesi tüketebileceği başka bir hukuk yolu bulunmadığına göre açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir nedeni de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Mülkün Varlığı

54. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucu şirketin ihraç etmek istediği sırada gümrük makamlarınca el konulan tekstil ürünlerinin başvurucu yönünden mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

ii. Müdahalenin Varlığı ve Türü

55. Malikin, mülkünü kullanma, semerelerinden yararlanma ve mülkü üzerinde tasarruf etme yetkilerinden herhangi birinin sınırlanması, mülkiyet hakkına müdahale teşkil eder (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 53). Anayasa Mahkemesi daha önce bir suç isnadına bağlı olarak uygulanan el koyma tedbirinin, mülkten geçici süreyle de olsa yoksun bırakma sonucuna yol açmasından dolayı mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiştir (Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52). Diğer taraftan somut olayda başvurucunun eşyasına bir ceza soruşturması sürecinde kaçak olduğu şüphesiyle ve muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için el konulmuştur. Bu durumda müdahalenin belirtilen amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52).

iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

56. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

57. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir(Recep Tarhan ve Afife Tarhan, § 62).

 (1) Kanunilik

58. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

59. Başvuru konusu olayda el koyma tedbirinin 1918 sayılı Kanun'un 23. maddesine dayanılarak uygulandığı görülmektedir. Bu hükmün öngörülebilir, açık ve ulaşılabilir mahiyette olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Dolayısıyla müdahalenin kanunilik koşulunu taşıdığı anlaşılmaktadır.

 (2) Meşru Amaç

60. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (Nusrat Külah,B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

61. Kaçak olduğu şüphesiyle uygulanan el koyma tedbirinin, muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınması ve caydırıcılığın sağlanması gibi amaçları bulunmaktadır. Bunun yanında kaçak olduğu şüphesiyle eşyaya el konulması yoluyla suçtan gelir elde edilmemesi, suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi de hedeflenmektedir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, § 64; Hanife Ensaroğlu, § 59). Dolayısıyla söz konusu amaçlar dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının olduğu kuşkusuzdur.

 (3) Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

62. Son olarak kamu makamlarınca başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

63. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

64. Buna göre mülkiyet hakkını sınırlandıran bir tedbirin uygulanmasının Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için bu tedbirin öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması ve bu tedbirin uygulanması dışında aynı amacı gerçekleştirmeye yarar daha elverişli başka bir aracın da bulunmaması gerekmektedir. Suçla mücadele alanında hangi tedbirlerin gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi öncelikli olarak ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu alanda ne gibi tedbirlerin alınması gerektiği hakkında sorumlu ve yetkili merciler daha isabetli karar verebilecek konumdadır. Bu nedenle hangi tedbirin uygulanacağının belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, § 67).

65. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi müdahalenin orantılılığını değerlendirirken bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

66. Anayasa'nın 35. maddesi usule ilişkin açık bir güvenceden söz etmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (başvurucuya diğer unsurlar yanında ayrıca etkin bir savunma hakkı tanındığından müdahalenin ölçülü görüldüğü kararlar için bkz. Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 75-95; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 74-89. Buna karşılık aynı koşulun yargılama sürecinde sağlanamaması nedeniyle müdahalenin ölçüsüz görüldüğü kararlar için bkz. Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 79-102; Arif Güven, §§ 57-72).

67. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda el koyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

68. Bunun yanında söz konusu tedbir gerek kapsamı gerekse de süresi itibarıyla orantılı olarak uygulanmalıdır. Kamu yararı amacı doğrultusunda mülkle ilgili olarak bu ve benzeri tedbirlerin uygulanmasının zarara yol açması ise kaçınılmazdır. Ancak bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerekmektedir. Buna göre kamu makamlarının kanuna dayalı olarak ve ilgili kamu yararı amacı doğrultusunda mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirler uygulaması ve bu tedbirlerin belirli bir süre devam etmesi ancak bireyin mülkiyet hakkının korunmasının gerekliliklerine uyulduğu takdirde ölçülü görülebilir (Hanife Ensaroğlu, § 67).

69. Suçla mücadele bağlamında ihtiyaç duyulan tedbirlerin alınması ve bu tedbirler kapsamında somut olayda olduğu gibi araçlar üzerinde belirli bir süreyle hukuki tasarruflarda bulunulmasının sınırlandırılması bakımından kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisi mevcut ise de bu tedbirlerin uygulanmasının mülk sahibine kaçınılmaz olandan aşırı bir külfet de yüklememesi gerekmektedir. Bu doğrultuda mülkiyet hakkına yönelik olarak uygulanan tedbir süreçlerinde kamu makamlarının makul derecede ivedilik ve özen koşullarına uygun hareket etmeleri beklenir. Diğer bir deyişle tedbiri uygulayan kamu makamlarının söz konusu tedbirin başvurucunun mülkiyet hakkına etkilerini de gözetmesi ve ölçüsüz bir müdahaleye yol açmaması gerekmektedir (Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., § 66).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

70. Somut olayda başvurucu şirketin ihraç etmek istediği tekstil ürünlerine kaçak olduğu şüphesiyle gümrük makamlarınca 15/7/1999 tarihinde el konulmuş ve başvurucu şirketin yetkilileri hakkında toplu kaçakçılık suçunu işledikleri iddiasıyla ceza davası açılmış, ağır ceza mahkemesi konu hakkında düzenlenen bilirkişi raporunu hükme esas alarak 29/11/2000 tarihinde sanıkların beraatine karar vermiştir. Bu hüküm Yargıtayca 23/12/2002 tarihinde onanarak kesinleştikten sonra, el konulan söz konusu tekstil ürünleri 10/3/2003 tarihinde Gümrük İdaresince başvurucu şirkete iade edilmiştir.

71. Başvuruya konu olayda el koyma tedbirinin uygulanmasının kaçak eşyanın piyasada dolaşımının ve kaçakçılıktan gelir elde edilmesinin önlenmesi ve muhtemel bir müsaderenin güvence altına alınmasını sağlama amacını gerçekleştirmeye elverişli olduğu kuşkusuzdur.

72. Gereklilik ölçütü yönünden ise öncelikle ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi için kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin artırılması gayesiyle kaçak eşyaya el konularak müsadere edilmesi bakımından kamu makamlarının belirli bir takdir yetkisinin olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte bu takdir yetkisi çerçevesinde yapılan müdahale yönünden kamu makamlarının Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının korunmasının gerektirdiği güvenceleri de sağlamaları zorunludur.

73. Somut olayda ise el koyma işleminin gümrük makamlarınca fiilî olarak yapılmış olduğu ve yapılan yargılama neticesinde ise ağır ceza mahkemesince söz konusu eşyanın kaçak olmadığı tespit edilmesine rağmen yaklaşık iki yıl bir ay boyunca fiilen el koyma işlemine devam edildiği görülmektedir. Buna göre ağır ceza mahkemesi gerekçeli kararındaki açık tespite rağmen eşyayı hemen iade etmemiş, bunun yerine hüküm kesinleştiğinde eşyanın iadesine karar vermiştir. Dolayısıyla müdahalenin gerekli olup olmadığı tartışmalıdır. Bununla birlikte müdahalenin niteliği gereği orantılılık ölçütü yönünden değerlendirme yapılması gerekmektedir.

74. Başvuruya konu olayda başvurucu şirkete ait ürünlerin kaçak eşya niteliğinde olmadığı, yapılan ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporu ve bu rapora dayalı ilk derece mahkemesinin kararı ile ortaya konulmuş, Yargıtay Dairesi de bu hükmü onamıştır. Nitekim bu yargılama neticesinde başvurucu şirketin yetkililerinin de beraatine karar verilmiştir.

75. Anayasa Mahkemesi daha önce kural olarak mülk sahibinin davranışları ile el koyma veya müsadere tedbirlerinin uygulanmasına yol açan kanuna aykırılık arasındaki ilişkinin tedbiri uygulayan kamu makamlarınca ortaya konulması gerektiğini belirtmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi aynı kararlarında böyle bir ilişki mevcut olmasa dahi kamu yararının gerektirdiği kimi durumlarda el koyma veya müsadere gibi tedbirlerin uygulanmasının öngörülebileceğini kabul etmiştir (Arif Güven, § 68; başvurucu mahkûm edilmemekle birlikte millî ekonominin korunması ve karayollarının güvenliği için aracın müsaderesinin etkin bir tazminat yolunun varlığı nedeniyle ölçülü görüldüğü karar için bkz. Bekir Yazıcı, §§ 66-80).

76. Diğer bir deyişle müsaderenin bir suç isnadına bağlı olarak uygulandığı durumlarda yöntemince yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde müsadere kararı verilebilmesi için davanın mahkûmiyet ile sonuçlanması gerekmekle birlikte mülkün kanun dışı yollarla ele geçirildiği veya kanuna aykırı faaliyetlerde kullanıldığı gibi kimi durumlarda mahkûmiyetten bağımsız olarak da el koyma veya müsadere tedbirleri uygulanabilir. Buna göre söz konusu tedbirler özellikle yolsuzluk, kara paranın önlenmesi, kaçakçılıkveyauyuşturucu madde ticareti gibi ciddi suçların önlenmesi kapsamında sadece suçtan elde edilen gelirler ve mal varlıklarının ait olduğu şüpheli veya sanıklar yönünden değil aynı zamanda bu gelirler ve mal varlıklarının devredildiği veya kazandırıldığı iyi niyetli olmayan üçüncü kişiler yönünden de uygulanabilir.

77. Ancak somut olayda ağır ceza mahkemesince başvurucuya ait eşyanın müsaderesine karar verilmediği gibi aksine bu eşyanın iadesi yönünde hüküm tesis edilmiştir. Ceza mahkemesince verilen beraat kararındaki gerekçe dikkate alındığında başvurucunun mülkiyet hakkına el koyma suretiyle yapılan müdahalenin ölçülü olabilmesi için, uğradığı zararlarının giderilmiş olması gerekmektedir. Zira yukarıda da değinildiği üzere müdahalenin ölçülü olabilmesi için iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (bkz. § 67). Bu ilke belirli durumlarda ceza yargılaması neticesinde beraate karar verilmesi durumunda da uygulanmalıdır. Nitekim Anayasa Mahkemesi Bekir Yazıcı kararında, gümrük makamlarının kusursuz sorumluluğuna yönelik konu hakkındaki Danıştay içtihadının varlığı nedeniyle böyle bir tazminat yolunun varlığını gözeterek müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyi ölçülü görmüştür (Bekir Yazıcı, §§ 66-80).

78. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin el koyma nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki başvurularda açık olarak belirttiği üzere her el koyma kaçınılmaz olarak zarara yol açar. Ancak bu kaçınılmaz olanın üzerinde bir zarara yol açılması durumunda mülkiyet hakkına yapılan müdahale başvurucuya aşırı bir külfet yükler.

79. Somut olayda ise başvurucunun eşyasına ilk olarak gümrük makamlarınca el konulmuş, ancak gümrük makamlarının ihbarı üzerine başlatılan ceza soruşturması ve yargılaması sonucunda bu eşyanın kaçak olmadığı açıkça anlaşılmıştır. Netice olarak bütün bu süreçte başvurucuya ait söz konusu eşyaya yaklaşık üç yıl sekiz ay boyunca gümrük fiilen el konulmuştur.

80. Başvurucu yargılama sonunda kendisine eşyası teslim edilmesine karşın haksız yere yapılan el koyma yüzünden uğradığı zararların giderilmediğinden yakınmış, ancak bu taleple açılan dava idare mahkemesince reddedilmiştir. Danıştay bozma kararına uyan idare mahkemesi, gümrük makamlarının yalnızca el konulan eşyanın muhafazası ile sorumlu olduğunu ve somut olayda da bu muhafaza işleminin özenle yerine getirilmiş olduğunun tespit edildiği gerekçesiyle hizmet kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiği sonucuna varmıştır. Bu gerekçe, başvurucunun talebiyle yapılan delil tespiti üzerine alınan bilirkişi raporunda da gümrük makamlarının eşyanın muhafazası ile ilgili bir kusurunun olmadığı yönündeki tespite dayandığından, muhafaza yönünden yapılan şikâyetler bakımından makul bir değerlendirme olarak görülebilir.

81. Bununla birlikte aynı bilirkişi raporunda el konulan tekstil ürünlerinin dört yıl içinde renk, biçim ve kumaş özelliğinin değişmesi nedeniyle kadın ve çocuk giysilerinin bir bölümünün moda dışı kalmalarından ötürü piyasa değerinin düştüğü ifade edilmiştir. Üstelik rapora göre ancak belli oranda indirim yapılarak bu ürünlerin satılabilmesi mümkün olup fiyat indirimi ve emtianın ütülenip temizlenmesi için gerekli değer kaybı ise 42.431 TL'dir.

82. Bu tespitlere göre başvurucu el koyma sonucu üç yıl sekiz ay gibi süreyle eşyasından yoksun kalmış, üstelik el koyma süresince bu eşyanın değeri önemli ölçüde de azalmıştır. Başvurucu ise gerek asliye ticaret mahkemesinde gerekse de görevsizlik kararı üzerine idare mahkemesinde açtığı davalarda, değer kaybı ve düzeltme ile elden geçirme masraflarına yol açıldığından da açık olarak yakınmıştır. Ancak idari yargı mercileri gümrük makamlarının sorumluluğunu yalnızca el konulan eşyanın muhafazası ile sınırlandırmıştır. Hâlbuki 1918 sayılı mülga Kanun'un 23. maddesine göre doğrudan gümrük makamlarınca söz konusu eşyaya el konulmuş ve yapılan ceza kovuşturması neticesinde el koyma işleminin haksız olduğu anlaşılmıştır. Dolayısıyla el koyma işlemi yönünden gümrük makamlarının hiçbir sorumluluğu olmadığının kabul edilmesi makul olmadığı gibi derece mahkemelerinin idarenin sorumluluğunu sadece muhafaza ile sınırlı tutmaları başvurucunun el koyma nedeniyle uğradığı zararların karşılanamamasına yol açmıştır. Derece mahkemeleri, olay tarihi itibarıyla yürürlükte olan kanun hükümleri çerçevesinde el koyma işlemini uygulayan gümrük makamlarının bu bakımdan sorumluluklarını irdelememiştir.

83. Üstelik başvurucu o zamanki adıyla Maliye ve Gümrük Bakanlığı aleyhine dava açarken tazminat talebini sadece gümrük makamlarının muhafaza sorumluluğu ile sınırlı da tutmamıştır. Başvurucunun belirtilen tarih itibarıyla adli makamların sorumluluğu yönünden 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerine göre dava açamadığı ve ayrıca genel hükümlere göre asliye ticaret mahkemesinde açılan davada verilen görevsizlik kararı üzerine davanın idari yargı yerinde görüldüğü de dikkate alınmalıdır.

84. Sonuç olarak başvurucunun ihraç etmek istediği tekstil ürünlerine kaçak eşya olduğu şüphesiyle Gümrük İdaresince el konulmuş ancak yapılan ceza soruşturması ve kovuşturması neticesinde bu ürünlerin kaçak olmadıkları tespit edilmiştir. Gümrük makamlarının belirtilen tespitleriyle bu eşyaya yaklaşık üç yıl sekiz ay boyunca fiilî olarak el konulmuş, başvurucu bu süre boyunca eşyasından yararlanamamış ve bu eşyanın geçen sürede değer kaybına uğradığı da tespit edilmiştir. Bu süreçte fiilen el koyma dışında daha hafif bir aracın da tercih edilmediği görülmektedir. Buna rağmen herhangi bir tazminat da ödenmediğine göre el koyma suretiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği açıktır. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge başvurucu aleyhine bozulmuş olup müdahale ölçüsüzdür.

85. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

86. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir...

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

87. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle devam eden ihlalin durdurulması, ihlale konu kararın veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018§ 55).

88. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemler, yargısal işlemler veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).

89. İhlalin idari eylem ve işlemden kaynaklandığı durumlarda 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesi her somut olayın koşullarını dikkate alarak yapılması gerekenlere hükmeder. İdari eylem ve işleme karşı başvurulacak kanun yolları varsa ve bu yollar tüketildikten sonra yapılan bireysel başvurunun incelenmesi sonucu ihlal tespiti yapılmışsa yeniden yargılama yoluyla ilgili mahkemenin tespit edilen ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırma imkânının bulunduğu durumlarda kararın bir örneğinin ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmedilebilir.

90. Buna göre Anayasa Mahkemesince ihlalin tespit edildiği hâllerde yargılamanın yenilenmesinin gerekliliği hususundaki takdir derece mahkemelerine değil ihlalin varlığını tespit eden Anayasa Mahkemesine bırakılmıştır. Derece mahkemeleri ise Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirttiği doğrultuda ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yapmakla yükümlüdür (Mehmet Doğan, § 59).

91. Başvurucuya ait eşyaya kaçak olmadığı hâlde gümrük makamlarınca el konulduğunun belirlenmesine rağmen tazminat ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari bir işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

92. Ancak somut olayda bu idari işlem nedeniyle uğranılan zararların giderimi için hukuki bir yol mevcut olup derece mahkemelerinin başvurucunun tazminat talebini reddetmesi nedeniyle ihlalin sonuçları giderilememiştir.

93. Bu durumda mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

94. Dosyadaki belgelerden tespit edilen makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinin şikâyeti yönünden yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına; ihlal kararının ilgili olduğu 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL tutarındaki yargılama giderinin ise başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 2. İdare Mahkemesine (E.2014/252, K.2014/712) GÖNDERİLMESİNE,

D. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti yönünden yapılan yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde BIRAKILMASINA; ihlal kararının ilgili olduğu 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL tutarındaki yargılama giderinin ise BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

A.A. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/31079)

 

Karar Tarihi: 10/6/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 18/8/2021-31572

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

GİZLİLİK TALEBİ KABUL

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Hicabi DURSUN

 

 

Celal Mümtaz AKINCI

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Olcay ÖZCAN

Başvurucular

:

1. A.A.

 

 

2. H.İ.

 

 

3. Z.E.

Başvurucular Vekili

:

Av. Serkan AKBAŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, ceza yargılaması sırasında banka hesaplarına konulan tedbirler ile güvence bedeli alınmak suretiyle uygulanan tedbirlerin uzun süredir kaldırılmaması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 26/7/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. İkinci Bölüm İkinci Komisyonun 15/4/2019 tarihli kararı ile başvurunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin kısmının başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkı dışındaki ihlal iddialarına ilişkin kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. Bireysel başvuru formunda başvurucular A.A., H.İ. ve Z.E. dışındaki kişilerin de başvurucu olarak belirtildikleri görülmüş ise de başvurucular A.A., H.İ. ve Z.E. dışında kalan başvurucuların şikâyetlerinin yalnızca yargılamanın makul sürede yapılmadığına yönelik olduğu ve makul sürede yargılanma hakkına yönelik şikâyetlerin Komisyon tarafından 15/4/2019 tarihli karar ile başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla A.A., H.İ. ve Z.E. dışında kalan başvurucuların güvence bedeli ile tedbir yönünden bir şikâyeti bulunmadığından inceleme yalnızca A.A., H.İ. ve Z.E. yönünden yapılmış ve karar başlığında bu başvurucuların kimlik bilgilerine yer verilmiştir.

8. İkinci Bölüm tarafından 13/1/2021 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden başvurunun Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

9. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

10. Başvuru formu ekinde yeterli bilgi ve belge bulunmadığından Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden inceleme yapılmış ve Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesine (Mahkeme) yazılan yazı ile bilgi ve belge temin edilmiştir.

11. 2009 yılı içinde Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı (Cumhuriyet Başsavcılığı) yurt dışında bulunan bahis şirketlerine erişerek futbol ve diğer spor müsabakalarına ait bahis ve şans oyunlarını yasa dışı oynatan ve Türkiye futbol liglerinde şike olaylarına karışan organize suç örgütlerinin tespitine yönelik olarak soruşturma başlatmıştır.

12. Bu kapsamda Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma neticesinde başvurucuların da aralarında bulunduğu şüpheliler 21/2/2010 tarihinde gözaltına alınmış, aynı tarihte başvurucular H.İ. ile Z.E. tutuklanmış ve diğer başvurucu A.A. serbest bırakılmıştır.

13. Cumhuriyet Başsavcılığının talebi üzerine başvurucular H.İ. ve A.A.nın banka hesaplarına 17/2/2010 tarihinde tedbir konulmuştur.

14. Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucuların suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, örgüt faaliyeti kapsamında 29/4/1959 tarihli ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun'a muhalefet etme suçlarını işledikleri gerekçesiyle 7/6/2010 tarihinde dava açılmıştır.

15. Mahkeme 9/7/2010 tarihli kararı ile örgütün faaliyeti çerçevesinde örgüt yönetici ve üyelerinin cebir ve tehdit uyguladıkları iddiaları karşısında yargılama yapma görevinin 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince özel yetkili Diyarbakır ağır ceza mahkemelerine ait olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Kararla birlikte başvurucular H.İ. ve Z.E. ayrı ayrı 10.000 TL nakdi güvence karşılığında tahliye edilmiş ve yurt dışına çıkış yasağına tabi tutulmak suretiyle adli kontrol altına alınmıştır. Başvurucular H.İ. ve Z.E. nakdi güvence bedellerini 9/7/2010 tarihinde yatırmış ve tahliye edilmiştir.

16. Yargılamaya Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi (5. Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından devam edilmiş, 5/4/2011 tarihli duruşmada başvurucuların savunmalarının alındığı ifade edilerek adli kontrol kapsamında konulan yurt dışına çıkış yasaklarının kaldırılmasına karar verilmiştir. 5. Ağır Ceza Mahkemesince yargılama sırasında ve farklı tarihlerde başvurucular ve diğer sanıklarca yapılan banka hesaplarındaki tedbirin kaldırılması -kovuşturma aşamasında açmış oldukları hesapların tedbir dışında bırakılmasına karar verilerek- talepleri reddedilmiştir.

17. 5. Ağır Ceza Mahkemesi 17/3/2014 tarihli kararı ile 21/2/2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun'un 1. maddesi ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici 14. maddenin birinci ve dördüncü fıkraları uyarınca Diyarbakır ağır ceza mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

18. UYAP'tan yapılan incelemeye ve Mahkemeye yazılan yazıdan temin edilen bilgi ve belgelere göre Mahkemece yargılamaya devam edildiği, başvurucuların banka hesaplarındaki tedbirin kaldırılmasına ilişkin taleplerin reddedildiği, başvurucular vekilinin 16/3/2017 tarihli duruşmada güvence bedeli olarak yatırılan nakdi kefaletlerin iadesini talep ettiği ancak Mahkemenin güvence bedeli yönünden olumlu ya da olumsuz bir karar vermediği, dolayısıyla yargılamanın devam ettiği, banka hesapları üzerine konulan tedbir kararlarının kaldırılmadığı ve adli kontrol kapsamında güvence olarak alınan bedellerin iade edilmediği anlaşılmıştır.

19. Başvurucular 26/7/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

20. 5271 sayılı Kanun’un "Adlî kontrol" kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

''(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.

 (2) Kanunda tutuklama yasağı öngörülen hallerde de, adlî kontrole ilişkin hükümler uygulanabilir.

 (3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:

a) Yurt dışına çıkamamak.

...

f) Şüphelinin parasal durumu göz önünde bulundurularak, miktarı ve bir defada veya birden çok taksitlerle ödeme süreleri, Cumhuriyet savcısının isteği üzerine hâkimce belirlenecek bir güvence miktarını yatırmak.

...

h) Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hâkim tarafından miktarı ve ödeme süresi belirlenecek parayı suç mağdurunun haklarını güvence altına almak üzere aynî veya kişisel güvenceye bağlamak.

...''

21. 5271 sayılı Kanun’un "Güvence" kenar başlıklı 113. maddesi şöyledir:

'' (1) Şüpheli veya sanık tarafından gösterilecek güvence, aşağıda yazılı hususların yerine getirilmesini sağlar:

a) Şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunması.

b) Aşağıda gösterilen sıraya göre ödemelerin yapılması:

1. Katılanın yaptığı masraflar, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme; şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorlarsa nafaka borçları.

2. Kamusal giderler.

3. Para cezaları.

 (2) Şüpheli veya sanığı güvence göstermeye zorunlu kılan kararda, güvencenin karşıladığı kısımlar ayrı ayrı gösterilir.''

22. 5271 sayılı Kanun’un "Güvencenin geri verilmesi" kenar başlıklı 115. maddesi şöyledir:

''(1) Hükümlü, 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendinde yazılı bütün yükümlülükleri yerine getirmiş ise güvencenin 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendini karşılayan ve aynı maddenin ikinci fıkrasına göre verilecek kararda belirtilen kısmı kendisine geri verilir.

 (2) Güvencenin, suç mağduruna veya nafaka alacaklısına verilmemiş olan ikinci kısmı, kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararları verildiğinde de şüpheli veya sanığa geri verilir. Aksi hâlde, geçerli mazereti dışında, güvence Devlet Hazinesine gelir yazılır.

 (3) Hükümlülük hâlinde güvence 113 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan hükümlere göre kullanılır, fazlası geri verilir. ''

23. 5271 sayılı Kanun’un "Taşınmazlara, hak ve alacaklara elkoyma" kenar başlıklı 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçun işlendiğine ve bu suçlardan elde edildiğine dair somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebebi bulunan hallerde, şüpheli veya sanığa ait;

...

c) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba,

...

Elkonulabilir. Somut olarak belirlenen Bu taşınmaz, hak, alacak ve diğer malvarlığı değerlerinin şüpheli veya sanıktan başka bir kişinin zilyetliğinde bulunması halinde dahi, elkoyma işlemi yapılabilir. (Ek cümle: 21/2/2014 – 6526/10 md.) Bu madde kapsamında elkoyma kararı alınabilmesi için ilgisine göre Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurulu, Mali Suçları Araştırma Kurulu, Hazine Müsteşarlığı ve Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumundan, suçtan elde edilen değere ilişkin rapor alınır. Bu rapor en geç üç ay içinde hazırlanır. Özel sebepler zorunlu kıldığında bu süre talep üzerine iki ay daha uzatılabilir.

 (2) Birinci fıkra hükmü;

a) Türk Ceza Kanununda tanımlanan;

...

10. (Mülga: 21/2/2014 – 6526/10 md.; Yeniden düzenleme: 24/11/2016-6763/25 md.) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç),

...

Hakkında uygulanır.

...

 (5) Banka veya diğer malî kurumlardaki her türlü hesaba elkonulması kararı, teknik iletişim araçlarıyla ilgili banka veya malî kuruma derhâl bildirilerek icra olunur. Söz konusu karar, ilgili banka veya malî kuruma ayrıca tebliğ edilir. Elkoyma kararı alındıktan sonra, hesaplar üzerinde yapılan bu kararı etkisiz kılmaya yönelik işlemler geçersizdir.

..."

24. 5271 sayılı Kanun’un "Elkonulan eşyanın iadesi" kenar başlıklı 131. maddesi şöyledir:

'' (1) Şüpheliye, sanığa veya üçüncü kişilere ait elkonulmuş eşyanın, soruşturma ve kovuşturma bakımından muhafazasına gerek kalmaması veya müsadereye tabi tutulmayacağının anlaşılması halinde, re'sen veya istem üzerine geri verilmesine Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından karar verilir. İstemin reddi kararlarına itiraz edilebilir.

 (2) 128 inci madde hükümlerine göre elkonulan eşya veya diğer malvarlığı değerleri, suçtan zarar gören mağdura ait olması ve bunlara delil olarak artık ihtiyaç bulunmaması halinde, sahibine iade edilir.''

25. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Eşya müsaderesi" kenar başlıklı 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

''İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.(Ek cümle: 24/11/2016-6763/11 md.) Eşyanın üzerinde iyiniyetli üçüncü kişiler lehine tesis edilmiş sınırlı ayni hakkın bulunması hâlinde müsadere kararı, bu hak saklı kalmak şartıyla verilir.''

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 10/6/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları

27. Başvurucular; tüccar olan başvurucuların işlerinin A.A. ve H.İ.nin banka hesapları üzerine konulan tedbirlerin uzun süreden beri kaldırılmaması nedeniyle olumsuz etkilendiğini, Z.E. ve H.İ. tarafından 2010 yılında yatırılan nakdi kefalet bedelinin zaman içinde değerini yitirdiği gibi ne zaman iade edileceğinin de belirsiz olduğunu iddia etmiştir.

B. Değerlendirme

28. Anayasa’nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

 “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

29. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucuların banka hesapları üzerine konulan tedbirlerin uzun süredir devam ettiğine, adli kontrol tedbiri kapsamında yatırdıkları paraların değer kaybına uğradığına ve uzun süredir iade edilmediğine yönelik şikâyetlerinin mülkiyet hakkını ilgilendirdiği anlaşıldığından başvurucuların bütün şikâyetlerinin mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

30. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Mülkün Varlığı

31. Anayasa'nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Somut olayda başvurucuların el konulan banka hesaplarında bulunan ve adli kontrol kapsamında güvence olarak yatırdıkları paraların mülk teşkil ettiği hususunda kuşku bulunmamaktadır.

b. Müdahalenin Varlığı ve Türü

32. Anayasa Mahkemesi daha önce müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yönündeki tedbirlerin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini kabul etmiş, mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açsa dahi niteliğini ve amacını gözeterek müdahaleleri mülkiyetin kamu yararına kullanılmasının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelemiştir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 57, 58; Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62).

33. Somut olayda da bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Dolayısıyla suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, örgüt faaliyeti kapsamında 7258 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarının işlendiği gerekçesiyle başvurucular A.A. ve H.İ.nin banka hesaplarına el konulmuş, tutuklanan başvurucular Z.E. ve H.İ.nin tahliyesine karar verilmiş, başvurucular Z.E. ve H.İ. adli kontrol hükümleri kapsamında güvence bedeli yatırmaları yönünde yükümlülüğe tabi tutulmuştur. Başvurucuların banka hesaplarına el konulması, güvence bedeli yatırmak yönünde yükümlülüğe tabi tutulması ve bu tedbirlerin uzun süredir devam etmesinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olup suçtan mülk edinilmemesini, yargılamanın düzenli şekilde yürütülmesini ve suç nedeniyle ortaya çıkabilecek giderlerin karşılanmasını amaçlayan müdahalenin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi uygun görülmüştür.

c. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Anayasa'nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa'ya uygun olabilmesi için müdahale kanuna dayanmalı, kamu yararı amacı taşımalı ve ayrıca ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılmalıdır (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

i. Kanunilik

36. Mülkiyet hakkına yönelik müdahalelerde ilk incelenmesi gereken ölçüt kanuna dayalı olma ölçütüdür. Bu ölçütün sağlanmadığı tespit edildiğinde diğer ölçütler bakımından inceleme yapılmaksızın mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varılacaktır. Müdahalenin kanuna dayalı olması, müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir kanun hükümlerinin bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44; Ford Motor Company, B. No: 2014/13518, 26/10/2017, § 49; Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55).

37. Somut olayda suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, örgüt faaliyeti kapsamında 7258 sayılı Kanun'a muhalefet etme suçlarının işlendiği iddiasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında 5271 sayılı Kanun'un 109., 113. ve 128. maddeleri uyarınca başvurucuların banka hesaplarına elkoyma tedbiri uygulanmış ve başvurucular adli kontrol hükümleri uyarınca güvence bedeli yatırma yükümlülüğüne tabi tutulmuştur. Bu kanun hükümlerinin belirli, öngörülebilir ve ulaşılabilir olduğunda bir tereddüt bulunmadığından müdahalenin kanuni bir dayanağı mevcuttur.

ii. Meşru Amaç

38. Anayasa'nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilmektedir. Kamu yararı kavramı, mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlandırılması imkânı vermekle bir sınırlandırma amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır. Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir kavram olup objektif bir tanıma elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi gerekir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

39. Müsadere veya müsadereyle suçta kullanılan, kullanılmak üzere hazırlanan veya suçtan meydana gelen eşyanın mahkûmiyete rağmen suçlunun elinde bırakılmamasıyla suçtan gelir elde edilmemesi, ayrıca suçla ilgili veya bizatihi suç teşkil eden eşyanın ülke ekonomisi, kamu düzeni ve güvenliği ile toplum ve çevre sağlığı bakımından arz ettiği tehlikelerin önlenmesi amaçlanmıştır. Böylece suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi ve suça konu tehlike arz eden mülkün kullanılması ile dolaşımının engellenmesi hedeflenmektedir (Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, § 69).

40. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerine göre suçlarla mücadele çerçevesinde elkoyma, müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi gibi tedbirlerin önemli ve gerekli birer araç olduğu kuşkusuzdur. Bu bağlamda suça konu mülkün kullanılmasının ve devrinin engellenmesi suretiyle suçtan gelir ya da mal varlığı elde edilmemesi veya başkalarına ait mal varlığı değerlerinin hukuka aykırı olarak elden çıkarılmasının engellenmesi amaçlanmaktadır. Ayrıca güvence bedeli de şüpheli veya sanığın bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır bulunması, katılanın yaptığı masrafların karşılanması, suçun neden olduğu zararların giderilmesi ve eski hâle getirme, şüpheli veya sanık nafaka borçlarını ödememeleri nedeniyle kovuşturuluyorlarsa nafaka borçlarının ödenmesi ile kamusal giderler ve para cezalarının yerine getirilmesi amacıyla alınmaktadır (bkz. § 21).

41. Bu kapsamda elkoyma tedbiri uygulanması ve güvence bedeli alınmasının suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması, yeni suçların işlenmesinin önüne geçilmesi, başkalarına ait olabileceği değerlendirilen mal varlığı değerlerinin hukuka aykırı olarak elden çıkarılarak telafisi imkânsız zararların meydana gelmemesi, yargılamanın düzenli şekilde yürütülmesi, yükümlülüklerin yerine getirilmesinin sağlanması ve ortaya çıkabilecek yargılama masraflarının karşılanmasına yönelik kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla müdahalenin kamu yararına dayalı, meşru bir amacının olduğu değerlendirilmiştir.

iii. Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

42. Son olarak kamu makamlarınca başvurucuların mülkiyet hakkına yapılan müdahaleyle gerçekleştirilmek istenen amaç ile bu amacın gerçekleştirilmesi için kullanılan araçlar arasında makul bir ölçülülük ilişkisinin olup olmadığı değerlendirilmelidir.

43. Ölçülülük ilkesi elverişlilikgereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2014/176, K.2015/53, 27/5/2015; E.2016/13, K.2016/127, 22/6/2016, § 18; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

44. Mülkiyet hakkına yapılan bir müdahalenin Anayasa'nın 13. ve 35. maddelerine göre ölçülü olabilmesi için her şeyden önce öngörülen kamu yararı amacını gerçekleştirmeye elverişli olması zorunludur. Diğer taraftan müdahalede bulunulurken ilgili kamu yararı amacını gerçekleştirmeye en uygun aracın seçilmesi gerekmektedir. Bu alanda hangi araçların tercih edileceği ise öncelikli olarak daha isabetli karar verebilecek konumda olan ilgili kamu makamlarının yetkisindedir. Bu nedenle hangi aracın tercih edileceğinin belirlenmesi hususunda idarelerin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır. Ne var ki seçilen aracın gerekliliğine ilişkin olarak idarelerin sahip olduğu takdir yetkisi sınırsız değildir. Tercih edilen aracın müdahaleyi ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağırlaştırması durumunda Anayasa Mahkemesince müdahalenin gerekli olmadığı sonucuna ulaşılması mümkündür. Ancak Anayasa Mahkemesinin bu kapsamda yapacağı denetim, seçilen aracın isabet derecesine yönelik olmayıp hak ve özgürlükler üzerinde oluşturduğu müdahalenin ağırlığına dönüktür (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Hamdi Akın İpek, B. No: 2015/17763, 24/5/2018, § 108; Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 67).

45. Orantılılık ilkesi gereği kişilerin mülkiyet hakkının sınırlandırılması hâlinde elde edilmek istenen kamu yararı ile bireyin hakları arasında adil bir dengenin kurulması gerekmektedir. Bu adil denge, başvurucunun şahsi olarak aşırı bir yüke katlandığının tespit edilmesi durumunda bozulmuş olacaktır. Müdahalenin orantılılığını değerlendirirken Anayasa Mahkemesi bir taraftan ulaşılmak istenen meşru amacın önemini, diğer taraftan da müdahalenin niteliğini, başvurucunun ve kamu otoritelerinin davranışlarını gözönünde bulundurarak başvurucuya yüklenen külfeti dikkate alacaktır (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 58, 60).

46. Anayasa'nın 35. maddesinde usule ilişkin açık bir güvenceden söz edilmemektedir. Bununla birlikte mülkiyet hakkının gerçek anlamda korunabilmesi bakımından bu madde, Anayasa Mahkemesinin çeşitli kararlarında da ifade edildiği üzere mülk sahibine müdahalenin kanun dışı veya keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesini kapsamaktadır. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (Züliye Öztürk, B. No: 2014/1734, 14/9/2017, § 36; Bekir Yazıcı, § 71).

47. Ayrıca mülkiyet hakkına müdahaleye yol açan tedbirlerin keyfî veya öngörülemez biçimde uygulanmaması gerekmektedir. Aksi takdirde mülkiyet hakkının etkin bir biçimde korunması mümkün olmaz. Bu sebeple kamu makamlarınca başvurucunun eylemi ile tedbire yol açan kanuna aykırılık arasında bağlantı olduğunu gösterir makul bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu bağlamda elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir (Bekir Yazıcı, §§ 31-80; Hanife Ensaroğlu, § 66; Hamdi Akın İpek, § 115).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

48. Somut olayda suç işlemek amacıyla çıkar amaçlı örgüt kurmak, kurulan örgüte üye olmak, örgüt faaliyeti kapsamında 7258 sayılı Kanun'a muhalefet etmek suçlarının işlendiği iddiasına ilişkin olarak yürütülen soruşturma kapsamında başvurucular A.A. ve H.İ.nin banka hesaplarına tedbir konulmuş ve başvurucular Z.E. ile H.İ. tutuklu yargılanmaktayken ayrı ayrı 10.000 TL nakdi güvence karşılığında tahliye edilmiştir.

49. Bu kapsamda, elkoyma tedbiri ile yapılan müdahalenin suçtan gelir veya mal varlığı elde edilmemesi yönündeki amacı gerçekleştirmek için elverişli bir araç olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ayrıca bu gelir ve mal varlığının elden çıkarılmasının engellenmesi için başvurucuların banka hesaplarına tedbir konulmasının gerekli olduğu da tartışmasızdır. Adli kontrol kapsamında kabul edilen güvence bedeli alınmasına ilişkin tedbirin de tutukluluğun yaratacağı ağır sonuçları ortadan kaldırması yanında mahkemece getirilen yükümlülüğe uyulmasını temin etmek, muhtemel bir mahkûmiyet kararının infaz edilmemesi riskini azaltmak ve varsa kamu zararının giderilmesini sağlamak gibi faydaları olacağı açıktır. Bu nedenle adli kontrol hükümleri kapsamında alınan güvence bedellerinin de bu amaçların gerçekleştirilmesi için elverişli ve gerekli olduğunda şüphe bulunmamaktadır.

50. 5237 sayılı Kanun'un eşya müsaderesi başlıklı 54. maddesinde; kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunacağı belirtilmiştir. Ayrıca 5271 sayılı Kanun'un güvencenin geri verilmesini düzenleyen 115. maddesinde de; suçtan hüküm giyen, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilen kişilere güvence bedelinin iade edilmesine ilişkin kuralların düzenlendiği görülmektedir. Buna göre suç soruşturması veya kovuşturması altında bulunan kişilerden alınan güvence bedelinin kovuşturmaya yer olmadığı kararı üzerine iade edilebileceği, iddianame düzenlenmiş olması hâlinde ise yargılama neticesinde mahkûmiyet veya beraat kararı verilmesine göre kısmen veya tamamen iade edilebileceği gibi karşıladığı giderlere mahsuben iade edilmeyebileceği sonucuna varılmaktadır. Dolayısıyla başvurucular 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesi ile 5271 sayılı Kanun'un 115. maddesinde yer verilen düzenlemelerin bir sonucu olarak tedbir konulan banka hesaplarında bulunan paraların yargılama sonunda müsadere edilmesine karar verilebileceğini, tutukluluk hâllerinin sonlandırılması için yatırdıkları güvence bedellerinin yargılama süresi boyunca iade edilmeyebileceğini, yargılama sonunda da bu bedellerin bazı giderlere mahsuben kısmen veya tamamen iade edilmeyebileceğini öngörebilecek durumdadır. Ancak tedbir niteliğindeki bu kararların on yılı aşkın süredir devam ettiği ve başvurucuların temel şikâyetlerinin de tedbir kararlarının uzun zamandır kaldırılmamasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda tedbir süresinin uzunluğu bağlamında müdahalenin orantılı olup olmadığı değerlendirilerek sonuca varılacaktır.

51. UYAP'tan yapılan inceleme neticesinde başvurucular hakkında açılan davanın devam ettiği, başvurucuların banka hesaplarına konulan tedbirlerin kaldırılmadığı ve adli kontrol kapsamında başvuruculardan alınan güvence bedellerinin iade edilmediği anlaşılmıştır.

52. Mahkeme, yargılama sırasında başvurucuların güvence bedelinin iadesine ilişkin talepleri hakkında bir karar vermemiş; tedbir kararlarının kaldırılması taleplerini ise hesaplarda bulunan paraların müsaderesinin istendiği gerekçesiyle reddetmiştir. Bu gerekçenin tedbir konulması aşaması açısından ilgili ve yeterli olduğu değerlendirilse de kişilerin mal varlığı değerleri üzerine konulan tedbirlerin ölçülü olduğundan söz edebilmek için uzayan süreç nedeniyle orantısız, dolayısıyla ölçüsüz hâle dönüşmemesi gerekir. Her olayın özelliğine göre bu sürenin makul olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiği de açıktır. Somut olayda tedbir kararlarının uzun süredir devam etmesinde başvuruculara atfedilebilecek bir kusurun bulunduğunun tespit edilememiş olması karşısında başvurucuların banka hesapları ile güvence olarak yatırdıkları bedeller üzerinde 2010 yılından bu yana devam eden tedbir kararlarının süresinin öngörülebilir ve makul olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Ayrıca başvuruculardan alınan güvence bedellerinin yargılama sonunda iade edilip edilmeyeceği belirsiz olduğundan başvurucuların değer kaybına ilişkin şikâyetlerinin bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir. Dolayısıyla uygulanan tedbir kararlarının uzun süredir devam etmesinin başvuruculara şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, bu sebeple müdahalenin kamu yararı ile başvurucuların mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi başvurucular aleyhine bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucular, ihlalin tespit edilmesini istemiş ve ayrı ayrı 20.000 TL maddi ve 40.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

58. İncelenen başvuruda banka hesaplarına konulan tedbirler ile güvence bedeli alınmak suretiyle uygulanan tedbirlerin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır. Dolayısıyla ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Somut olayda tedbirlerin uygulanmasının makul bir süreyi aşması nedeniyle verilen ihlal kararı tedbir süresinin makul olmadığını tespit etmekle birlikte tedbirlerin kaldırılması gerektiği anlamı taşımamaktadır.

59. Öte yandan somut olayda ihlalin tespit edilmesinin başvurucuların uğradıkları zararların giderilmesi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvuruculara net 10.000 TL manevi tazminatın müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

60. Anayasa Mahkemesinin maddi tazminata hükmedebilmesi için başvurucuların uğradıklarını iddia ettikleri maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Başvurucuların bu konuda herhangi bir belge sunmamış olması nedeniyle maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara müştereken ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Kamuya açık belgelerde başvurucuların kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,

B. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Başvuruculara net 10.000 TL manevi tazminatın MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Diyarbakır 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/235) GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 10/6/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BEDEL SEVEN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/215)

 

Karar Tarihi: 2/3/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 14/4/2023-32163

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Muammer TOPAL

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Mahmut ALTIN

Başvurucu

:

Bedel SEVEN

Vekili

:

Av. Mehmet Zeki ŞAYLIK

 

I. BAŞVURUNUN ÖZETİ

1. Başvuru, araca haksız el konulmasından dolayı mahrum kalınan gelirin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

2. A.K. ve M.F.P. tarafından suçta kullanıldığı iddiasıyla başvurucuya ait araca/kamyona 17/10/2003 tarihinde el konulmuştur. Ardından 11/12/2003 tarihli iddianameyle A.K. ve M.F.P.nin 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan cezalandırılmaları ve başvuruya ait aracın müsaderesine karar verilmesi istemiyle kamu/ceza davası açılmıştır. Ceza mahkemesinin sanıkların cezalandırılmalarına ve suçta kullanılan aracın müsaderesine dair 2/3/2007 tarihli kararı, Yargıtayca 12/4/2011 tarihinde bozulmuştur. Ceza mahkemesince bozma kararına uyularak 14/6/2011 tarihinde olağanüstü dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması sebebiyle sanıklar hakkındaki kamu davasının düşmesine, aracın başvurucuya iadesine karar verilmiştir. Ardından aracın başvuruya iadesi için 13/9/2011 tarihinde mal müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır.

3. Başvurucu 31/3/2015 tarihinde hukuk mahkemesinde Maliye Bakanlığı aleyhine açtığı haksız fiilden kaynaklı tazminat davasında, haksız olarak el konulan aracın iyi muhafaza edilemediğini iddia ederek elkoyma tarihinden itibaren mahrum kalınan gelirin ve araç bedelinin ödenmesini talep etmiştir. Çukurca Mal Müdürlüğünün 7/3/2016 tarihli müzekkere cevabında, aracın çalışır vaziyette ve sağlam olarak teslim alındığı, eski ceza infaz kurumu bahçesinde hurda ve kullanılmaz durumda olduğu belirtilmiştir. Hukuk mahkemesi 13/7/2016 tarihinde araç bedeli talebinin kısmen kabulüne, mahrum kalınan gelir talebinin ise reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, ceza dosyasındaki delillere göre araca haklı olarak el konulduğunu belirterek başvurucunun araçtan yoksun kaldığı süre için zarar talep edemeyeceğini ifade etmiştir. Başvuru konusu bu karar 11/11/2019 tarihinde Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir.

4. Başvurucu, nihai hükmü 25/11/2019 tarihinde öğrendikten sonra 24/12/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

5. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

II. DEĞERLENDİRME

6. Başvurucu, evvela aracın ceza dosyasında iddia edilen olayda iradesi ve bilgisi dışında kullanıldığını belirterek iyi niyetli üçüncü kişi olduğunu vurgulamıştır. Başvurucu özellikle ceza davasından haberdar edilmediğini ve ceza mahkemesinin aracın iade edilmesine ilişkin kararından sonra aracın iadesi için 13/9/2011 tarihinde mal müdürlüğüne müzekkere yazmasına rağmen kendisinin haberdar edilmediğini iddia etmiştir. Başvurucu; araca el konulduğu tarihten itibaren araçtan mahrum kaldığını, bu tarih kabul edilmese bile iade kararından itibaren mahrum kaldığı gelirin ödenmesi gerektiğini belirterek silahların eşitliği ve ayrımcılık yasağı ile mahkemeye erişim, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde; öncelikle Anayasa Mahkemesince yapılacak değerlendirmede, aracın bedeline karşılık tazminata hükmedilmiş olmasının başvurucunun mağdur sıfatının devam edip etmediği yönünden yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Ardından 2003 ile 2011 yılları arasında devam eden ceza yargılamasında aracın siciline şerh konulduğu ve araca fiilen de el konulduğu dikkate alındığında başvurucunun ceza davasından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu ifade edilmiştir. Ayrıca elkoyma tedbirinin kanuni dayanağı ile meşru bir amacının bulunduğu açıklandıktan sonra araç bedeline hükmedilmiş olmasının müdahalenin orantılılığına ilişkin olarak yapılacak değerlendirmede gözönünde bulundurulması gerektiği izah edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda belirttiği iddialarını yinelemiştir.

7. Başvuru, mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

8. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

9. El konulan araç, başvurucunun mülkiyetinde bulunduğundan mülkün varlığı noktasında tartışma yoktur. Ayrıca başvurucunun aracına el konulmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği de kuşkusuzdur. Öte yandan Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında da belirtildiği üzere müdahalenin amacı da gözetildiğinde mülkiyetin kamu yararına kullanımının düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekmektedir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Hanife Ensaroğlu, B. No: 2014/14195, 20/9/2017, § 52; Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti., B. No: 2015/947, 15/11/2018, § 52, Hikmet Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş., B. No: 2016/4557, 4/7/2019, § 54).

10. Somut olayda müdahalenin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunmadığı hususunda başvurucunun bir şikâyeti yoktur. Ayrıca müdahalenin kanunilik ilkesi yönünden sorunlu olduğu anlaşılmış ise de başvurunun bu yönleriyle resen incelenmesini gerektiren bir neden de tespit edilememiştir. Dolayısıyla ölçülülük unsuruyla sınırlı bir denetim yapılacaktır.

11. Anayasa Mahkemesi Hanife Ensaroğlu ve Onur Tur Uluslararası Nakliyat Ltd. Şti. ve Hikmet Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. kararlarında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu kararlarda, elkoyma veya müsadere gibi tedbirler yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için suça veya kabahate konu eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında uygun bir illiyet bağının olması ve iyi niyetli eşya malikine eşyasını -tehlikeli olmaması kaydıyla- geri kazanabilme olanağının tanınması veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ayrıca bu zararın kaçınılmaz olandan ağır veya aşırı sonuçlara da yol açmaması ya da oluşması durumunda böyle bir zararın kamu makamlarınca makul bir sürede, uygun bir yöntem ve vasıtalarla gideriminin sağlanması gerektiği dile getirilmiştir. Bu minvalde somut olayın özelliklerine göre fiilî elkoyma süresinin makul bir süreyi aşması durumunda oluşacak zarar yönünden bu sürenin uzamasına yol açan kamu makamlarının sorumlu olduğu ve el koymadan doğan zararların kamu makamlarınca karşılanması gerektiği ifade edilmiştir.

12. Başvurucu, ceza davasından haberdar edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkı ile silahların eşitliği ilkesinin ihlal edildiğini iddia etmiş ise de ceza davasındaki nihai kararı öğrendikten sonra süresinde bireysel başvuruda bulunmamıştır. Ayrıca elkoyma tarihinden iade karar tarihine kadarki elkoyma sürecine ilişkin olarak 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde öngörülen tazminat yoluna başvurulmadığı anlaşıldığından elkoyma tarihinden iade karar tarihine kadarki dönem bakımından olağan başvuru yolları tüketilmeden bireysel başvuru yapıldığı değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu hususlar inceleme kapsamı dışında tutularak başvuru, aracın iadesi kararından sonraki dönem yönünden değerlendirilmiştir.

13. Somut olayda ceza mahkemesinin 2011 yılında aracın iade edilmesine karar vermesine ve iadesi için mal müdürlüğüne müzekkere yazmasına rağmen -tazminat davası tarihine kadar- yaklaşık üç yıl fiilen devam eden elkoyma süresinin somut olayın koşullarında makul olmadığı anlaşılmıştır.

14. Bakanlık görüşünde başvurucunun aracın iade kararından haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu ifade edilmiş ise de başvurucu kendisinin haberdar edilmediğini iddia etmiştir. Bu durumda iade kararından sonra başvurucunun aracını teslim alması hususundaki iddiasının aksinin ortaya konulmadığına dikkat çekmek gerekir. Öte yandan kamu makamları tarafından el konulan ve kısa süre içinde sahibine iadesi gerektiği anlaşılan bir aracın iadesinin kamu makamlarının sorumluluğunda olduğuna, araç sahibine aracının nerede ve hangi amaçla tutulduğunu araştırıp iadesini talep etme yükümlülüğünün yüklenemeyeceğine işaret etmek gerekir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Gazi Muhammed, B. No: 2018/37732, 24/11/2021, § 59). Buna rağmen başvurucuya bu fiilî el koymadan kaynaklı mahrum kalınan geliri için herhangi bir tazminat ödenmemiştir. Yukarıda belirtilen ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde kamu makamlarınca yapılan elkoyma işleminden kaynaklanan söz konusu zararı içeren tazminat talebinin reddedilmesi başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemektedir. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile kamu yararı arasında olması gereken adil denge, başvurucu aleyhine bozulmuş olup müdahale ölçüsüzdür.

15. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

İrfan FİDAN bu görüşe katılmamıştır.

III. GİDERİM

16. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ile yargılamanın yenilenmesine ve miktar belirtmeksizin tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

17. Başvuruda tespit edilen mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

18. Öte yandan mülkiyet hakkı yönünden ihlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

IV. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE İrfan FİDAN'nın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/175, K.2016/331) GÖNDERİLMESİNE,

D. Tazminat talebinin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin bilgi için Yargıtay 4. Hukuk Dairesine GÖNDERİLMESİNE,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/3/2023 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, aracına haksız el konulmasından dolayı mahrum kalınan gelirin ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. A.K. ve M.F.P. tarafından kaçak 200 kg şeker, 328 litre benzin ile 60 karton V. ve 42 kartın B. marka sigaranın taşınmasında kullanıldığı iddia edilen 30 AC 731 plakalı Mitsubishi marka beyaz renkli 1994 model nakil vasıtası olan başvurucuya ait araca/kamyona 17/10/2003 tarihinde el konulmuştur.

3. A.K. ve M.F.P hakkında 11/12/2003 tarihli iddianameyle 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'na muhalefet suçundan cezalandırılmaları ve başvuruya ait aracın müsaderesine karar verilmesi istemiyle kamu davası açılmıştır.

4. M.F.P. hakkında yapılan yargılama sonunda şahsın kaçakçılık suçundan adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Bu karar 2007 yılında temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. Adli para cezası hapse çevrilerek infaz edilmiştir.

5. A.K. hakkında verilen mahkûmiyet kararının anılan şahıs tarafından temyizi üzerine ise Yargıtayca 12/4/2011 tarihinde bozulmuştur. Ceza Mahkemesince bozma kararına uyularak 14/6/2011 tarihinde olağanüstü dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması sebebiyle sanık hakkındaki kamu davasının düşmesine, aracın başvurucuya iadesine karar verilmiştir. Aracın başvuruya iadesi için 13/9/2011 tarihinde mal müdürlüğüne müzekkere yazılmıştır.

6. Çukurca Mal Müdürlüğünün 7/3/2016 tarihli müzekkere cevabında, aracın çalışır vaziyette ve sağlam olarak teslim alındığı, aracın eski cezaevi bahçesinde hurda ve kullanılmaz durumda olduğu belirtilmiştir.

7. Başvurucu 31/3/2015 tarihinde Maliye Bakanlığı aleyhine açtığı haksız fiilden kaynaklı tazminat davasında, haksız el konulan aracın iyi muhafaza edilemediğini iddia ederek el koyma tarihinden itibaren mahrum kalınan gelirin ve araç bedelinin ödenmesini talep etmiştir.

8. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesi 13/7/2016 tarihinde araç bedeli talebinin kısmen kabulüne, mahrum kalınan gelir talebinin ise reddine karar vermiştir. Başvuru konusu bu karar 11/11/2019 tarihinde Yargıtayca onanarak kesinleşmiştir.

9. Başvuru konusu olayda, aracın sahibi olan başvurucunun ceza yargılaması sürecinde araca el konulması kararına itiraz etmediği, yargılamaya malen sorumlu veya müdahil olarak da katılmadığı anlaşılmaktadır.

10. Kaçakçılık suçunda kullanıldığı için 2003 yılında el konulan araca ilişkin olarak, el koyma ve ceza davası sürecinden başvurucunun haberdar olmaması hayatın olağan akışına uygun olarak kabul edilemez. Ayrıca ceza davasında iade kararından sonra başvurucunun aracın iadesini istediği ve buna rağmen teslim edilmediği de ortaya konulamamıştır.

11. Öte yandan başvurucu fiili el koymadan kaynaklı mahrum kalınan geliri olduğunu ispat edememiş, kaçakçılık suçunda kullanılan aracın hangi amaçla ve ne şekilde kullanılacağını da ortaya koyamamıştır.

12. Başvurucu tarafından açılan tazminat davasında başvurucu; …araç bedeli 12.000,00 TL'nin el koyma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve yine miktar belirtmeksizin mahrum kalınan gelirin el koyma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.”

13. Ankara 24. Asliye Hukuk Mahkemesince; “Toplanan delillere göre, dava konusu aracın dava dışı şahıslar tarafından kaçak eşya taşımacılığında kullanıldığı sabittir. Aracın ilk verilen ceza mahkemesi kararında müsaderesi yönünde hüküm kurulmuş ise de daha sonra davanın zaman aşımı yönünden düşürülmesine karar verildiğinden araç iade edilmiştir. Ceza dosyası içeriğindeki delillere göre araca el konulması haklı ve emareye dayalıdır. Bu nedenle araca haklı olarak el konulması gözetilerek davacının aracından yoksun kaldığı süre için bir zarar talep edemeyeceği değerlendirilmiş ve bu konudaki istemi reddedilmiştir. Ancak aracın davacıya iadesine karar verildiğinden aracın daha önce de idareden talep edildiğine dair dosyaya bir kanıt sunulamadığından mahkememizce aracın ikinci el piyasa rayicindeki fiyatı dava tarihi itibariyle tespit ettirilmiştir. Hurda değeri de belirlenmiştir. Davacı aracını hurda olarak alıp değerlendirilebilir. Bulunduğu yer idare tarafından belirtilmiştir. İade almasında bir engel yoktur. Araç aradan geçen süre içerisinde hurda haline gelmiş olup, bu nedenle aracın dava tarihindeki piyasa rayiç değeri olan 10.000,00 TL'den hurda değeri olan 1.117,00 TL indirilerek araç değeri olarak 8.883,00 TL'nin davalıya ödenmesine dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” şeklinde hüküm kurulmuştur.

14. Başvuruya ait aracın kaçakçılık suçunda kullanıldığı ceza davasında sabit hale gelmiştir. Nitekim ceza davasında yargılanan sanıklardan biri hakkında verilen mahkûmiyet kararı kesinleşmiştir. Dolayısıyla el koyma işleminin yargılama sonuna kadar devam etmesinin hukuka aykırı olduğu söylenemez.

15. Öte yandan, başvurucu 2003 yılında el konulan ve trafik siciline de şerh konulan aracın kaçakçılık suçunda kullanıldığı iddiasıyla el konulduğundan haber olmadığının hayatın olağan akışına aykırı olacağı, başvurucunun ceza soruşturması ve kovuşturması sürecinde yargılamaya malen sorumlu veya feri müdahil olarak katılma talebinde bulunmadığı gibi, ceza davasında olağan kanun yollarına da başvurmadığı açıktır.

16. Diğer taraftan başvurucu, tazminat davasında netice olarak 12.000,00 TL tazminat talebinde bulunmuş, bu dava sonunda Mahkeme kısmen kabul kararı vererek 8.883,00 TL’nin dava tarihinden itibaren faiziyle tahsiline karar vermiştir.

17. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, el koyma işlemi ile başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu, kaçakçılık suçunda kullanılan araca ilişkin yapılan el koyma işleminin meşru amacının olduğu açıktır. Ayrıca başvurucuya, talep ettiği bedelin kısmen tazminat olarak ödenmesine karar verildiği, bu haliyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu söylenemez.

18. Açıklanan nedenlerle somut olay yönünden, başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediği kanaatine vardığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.

Üye

 İrfan FİDAN