Fiyatların genel düzeyinin sürekli artması şeklinde tanımlanan enflasyon pandemi döneminden bu yana hepimizin cebini yakan bir afete dönüştü. Yavaş yavaş başlayan yükselme eğiliminin bir müddet sonra duracağı veya inişe geçeceği beklentisi neredeyse kayboldu. Enflasyonun yıkıcı etkisini hissetmeyen kalmadı. Ekonomistler durumun vehametini anlatmak için orta sınıfın yok olduğunu söylemeye başladı. Bu yazının yazıldığı sırada Türk-İş verilerine göre “dört kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarı 15.048 TL” olarak açıklanıyordu. Net asgari ücretin 17.002 TL olduğunu hatırladığımızda durumun vehametini anlatmak için başka bir şey söylemek kelime israfından başka bir şey değil.

Enflasyonun hukuku da yakından ilgilendirdiğinde şüphe yok. Enflasyonun ekonomik ihtilafların büyümesine neden olmanın yanında toplumda genel bir güvensizlik ve ahlaksızlığın da fitilini ateşlediğine itiraz eden çıkmayacaktır. Fiyatların gerçekliği, güvenilirliği, ürünlerin kalitesi, hizmetlerin niteliği gibi birçok olgu doğrudan enflasyonla ilgili konular.

Emeğin ucuzlaması, emek karşılığı ödenen ücretin alım gücünün günden güne azalması sosyal adaleti ilgilendiren bir konudur.

İşveren açısından da durum parlak değil. Ülkemizde işverene genel olarak olumsuz bakış açısının hakim olduğunu söylemek mümkün. Ancak birkaç yıl içerisinde asgari ücretin sürekli arttırılması sorunları çözmediği gibi işveren yükünü de ağır şekilde arttırdı. Emtia fiyatlarının olağanüstü yükselişine ek olarak işçi maliyetlerinin artması da sürdürülebilirlik sorununu ortaya çıkardı. İhracat yapan şirketler döviz geliri elde ettiği için belki daha az etkilendi ama esnaflar açısından işçi istihdamı iyice zorlaştı. Bu tip olumsuz tabloların kayıt dışı istihdamı veya asgari ücret altında adam çalıştırmayı arttırdığından kuşku duymamak gerekir. Bu olumsuz tablonun ucuz iş gücü olarak değerlendirilen mültecilerin istihdamı ile kapatılmaya çalışılması daha büyük sosyal yaralara neden olacaktır.

Yüksek enflasyonla doğrudan ya da dolaylı ilişkili olan hukuki uyuşmazlıklar muhakkak çok çeşitlidir. Gözlemlediğimiz kadarıyla kira ihtilafları ilk sıralarda yer almaktadır. Kira fiyatlarının astronomik rakamlara çıkması hemen her şehrin sorunu haline dönüştü. İhtiyaç nedeniyle tahliye davalarında patlama yaşandı. Kira tespit ve uyarlama davaları ile kiralayan kazancını arttırmaya çalışırken kiracılar yüksek kiralar nedeniyle sesimizi duyun diye feryat eder hale geldi.

İşçi çıkarmaktan kaynaklanan işe iade davaları asgari ücret artışı ve durgun ekonomi nedeniyle artış eğilimine girecektir. Eksik ücret ödemeden kaynaklanan işçi alacağı davaları her dönem var olsa da işverenin fazla mesai ödemekten imtina etmesine yol açacak ekonomik şartlar hali hazırda mevcuttur. İşverenin en iyi niyetlisi fazla mesai yaptırmayarak giderini azaltmaktadır. Ancak bu durum işçinin gelirini azaltan bir faktör olduğu için doğrudan enflasyonla ilişkilidir.

Alacaklarda yaşanan olağanüstü değer kaybı da enflasyonun tahrip ettiği bir diğer haktır. Henüz iki yıl önce hükmedilen tazminat tutarı değer kaybı yönünden herhangi bir endekse bağlı olmadığı için adeta pula dönüşmüştür. Yasal faiz oranları hiçbir derde deva olmamaktadır. Kamulaştırmasız el atma davalarındaki tazminat tutarları el atma anında ödenmediği için günden güne değer kaybetmekte ve vatandaşı mağdur etmektedir.

Bankalarca uygulanan mevduat faiz oranları artış eğilimindedir. Bu tip faizden sorumlu olan borçluların yükü birkaç yılda birkaç kat artmaktadır.

Banka kredi borçlarından doğan icra takiplerinde büyük artış yaşanması olasıdır. Kredi kart kullanım tutarlarında önceki yıllara nazaran çok ciddi artış olduğu açıklanmaktadır. Şirketlerin ödeme dengesinin bozulmasından kaynaklanan konkordato ve iflas davaları risk faktörü olarak ortaya çıkmıştır.

Bozulan ekonomi hileli işlemlerin yapılmasına da neden olabilmektedir. Muvazaalı işlemler bu tip zeminlerde gelişen duygulardan ilham almaktadır.

Yüksek enflasyon nedeniyle bozulan ekonomi aile huzurunu da tehdit edecek mahiyettedir.

Enflasyonun ahlaki erozyona neden olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Fiyatların güvenilirliği diye bir olgu yok olmuştur. Satıcıya güven duygusu sarsılmıştır. Ürünlerde kalite sorunları ortaya çıkmaya başlamıştır. Yün, ipek, pamuk gibi doğal ürünlerin fiyatı olağanüstü artmış, ürünlerde bunların yerine kimyasal içerikli ürünler kullanılmaya başlanmıştır. Ayakta kalmaya çalışan firmalar belki de zorunlu olarak kalite kısıtlamasına gitmeye başlamıştır. Tüketici ihtilaflarının artması sürpriz olmayacaktır.

Su dalgalarının oluşturduğu titreşim misali merkezden kenara doğru yayılan dalgalar kabın içerisindeki her zerreyi etkilemektedir. Bundan kaçış yoktur. Yüksek enflasyon toplumsal çürümenin ve felaketin önemli nedenlerinden birisidir. Hukuk da bu dalgalardan nasibini almıştır ve ne yazık ki almaya devam edecektir.

Enflasyonun neden olduğu tahribat kısa sürede oluşmakta iken tamir etmek ve tahribini gidermek uzun yıllar alabilmektedir. Bu süre ne kadar uzarsa dalgaların yıkıcı etkisi hepimizi etkileyecek, ahlakı, güveni, huzuru bozacak ve bunun doğal sonucu olarak da sosyal adaleti bozacak ve pozitif haklara erişimi iyice zorlaştıracaktır.