I. Genel Olarak Tam Yargı Davaları

''Tam yargı'' kavramı ve bunun Fransızca karşılığı olan ''de plein contentieux'' terimidavanın konusunu değil, hâkimin yetkilerine işaret etmektedir. Başka bir deyişle, ''tam yargı'' terimiyle hâkimin bu davaların konusunu teşkil eden uyuşmazlıklar ve tarafların talep sonuçlarını karara bağlamak konusunda ''tam bir yetki sahibi olması'' kast edilmektedir (Patrice Chrétien / Nicolas Chifflot / Maxime Tourbe: Droit administratif, 14. édition, Sirey, Paris, 2014, s. 519 (Doğrudan Alıntı - Aktaran: Gürsel Kaplan, İdari Yargılama Hukuku, Ekin Yayınevi, Bursa, s. 194,)). Tam yargı davalarında, hâkim; işlemi yeniden bir işlem tesis edilmesi için bozmaz, bilâkis tam yargı davalarında mahkeme tarafından verilen karar sonrası idarenin aksine bir karar almasının veya îcra etmesinin mümkünâtı yoktur(Guyomar/Seiller, s. 119-120; Marsye Degurgue, Procedure Administrative Contentieuse, Montcherestien, 2003, s. 147-148 (Doğrudan Alıntı - Aktaran: Kaplan Gürsel, a.g.e. s. 194)). Tam yargı davaları kendi içinde subjektif tam yargı davaları ve objektif tam yargı davaları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Subjektif tam yargı davaları; davacının öznel ve subjektif bir hakkını istediği davalardır. Sözleşmeden kaynaklı tam yargı davaları ile genel olarak iderenin eylem ve işlemlerinden dolayı uğranılan zararların karşılanması amacıyla açılan davalar subjektif tam yargı davaları olarak nitelendirilebilir. Bu davaların kapsamına kamu gücünün işlemi veya eyleminden kaynaklanan zararlara ilişkin olarak açılan tam yargı davaları girmektedir. Objektif nitelikteki tam yargı davalarına ise grup dava adı verilmektedir. Bu davaların kapsamı çok geniştir, bu davalar heterojendir ve iptal davasıyla yakın olarak nitelendirilen davalardır. Bu davalara, vergi uyuşmazlıkları ile ilgili olarak açılan davalar örnek olarak verilebilir. (Görüşün Kaynağı ve Detaylar için Kaplan, Gürsel, a.g.e Bursa, s. 195)

II. Geçici Ödeme Müessesesinin Tanımı veHukukî Niteliği

Türk Borçlar Kanunu'nda yapılan 2011 revizyonu ile getirilmiş olan Geçici Ödeme Müessesesi; yargılama sonunda mahsup edilmek üzere, nihai karardan önce, hâkimin takdir yetkisi doğrultusunda davalı tarafın davacıya yapılmasına karar verdiği ödemeyi ifade etmektedir. Geçici ödeme müessesesi başka hukuk davaları bakımından başka bir hukuk sisteminde mevcut değildir. Borçlar Kanunu tasarısı sırasında ortaya atılmıştır. (Gamze Kurt: Türk Borçlar Kanunu madde 76 Kapsamında Geçici Ödemeler, Dokuz Eylül Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, s. 1). Başka bir deyişle geçici ödeme; alacaklıya ödeme yapılması için nihai kararın verilmeden önce, ara bir dönemde ödeme yapılmasını talep etme hakkı veren bir hukukî imkandır (Özgün Law, Hukuk Bülteni, Sayı 70, Ekim 2023. s. 13.). İsviçre Sorumluluk Hukuku Ön Tasarısının 53. maddesinde geçici ödeme düzenlenmiştir fakat bu tasarı Kanunlaşamamıştır. (Gökhan Antalya: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, ''Geçici Ödeme'' s. 187).Bunun yanında idarî yargı bakımından ise Fransız hukukunda geçici (ön) ödeme müessesesi 2001'denitibaren uygulanmaktadır.

Geçici ödeme; menfaatler dengesini süratli ve dengeli bir şekilde sağlayabilme potansiyeline sahip olan bir kurumdur (Kurt, Gamze, a.g.e s. 1). Geçici ödeme hakkı adil bir yargılamanın yapılması ve alacaklının alacağının korunması amacıyla ortaya çıkmıştır (Bülten, s. 13)

Geçici ödemeye ilişkin Borçlar Kanunu'nun 76. Maddesi şöyledir:

(1) Zarar gören, iddiasının haklılığını gösteren inandırıcı kanıtlar sunduğu ve ekonomik durumu da gerektirdiği takdirde hâkim, istem üzerine davalının zarar görene geçici ödeme yapmasına karar verebilir.

(2) Davalının yaptığı geçici ödemeler, hükmedilen tazminata mahsup edilir; tazminata hükmedilmezse hâkim, davacının aldığı geçici ödemeleri, yasal faizi ile birlikte geri vermesine karar verir.

Kanun'un gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Bu yeni düzenlemeyle, meselâ, hiçbir sosyal güvenceden yararlanamayacak durumda bulunmakla birlikte, somut olayda uğradığı zararın giderilmesi için âcilen parasal bir desteğe ihtiyaç duyan ve tazminat yükümlüsünün, uğradığı zarardan sorumluluğunu hâkime sunduğu inandırıcı kanıtlarla ortaya koyan zarar görenlerin korunması amaçlanmıştır...''

Doktrinde geçici ödemenin hukukî niteliğine ilişkin olarak birtakım görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Bu görüşlerde yer alan temel fikir ayrılığı geçici ödeme müessesesinin bir maddi hukuk müessesesi mi yoksa bir usûl hukuku müessesesi mi olduğu yönünde toplanmaktadır. Buradaki görüş farklılıkları, kanun yolu bakımından önem taşımaktadır. Eğer ki maddi hukuka ilişkin bir müessese olduğu sonucuna varılır ise geçici ödeme ara kararına karşı herhangi bir kanun yoluna başvurulması mümkün değil iken, usûl hukuku müessesesi olduğu sonucuna varıldığı takdirde verilen karara karşı istinaf kanun yoluna başvurulabileceği ileri sürülmektedir. (Detaylar için Kurt, Gamze a.g.e. s. 15 vd. ve Özgün Law, Hukuk Bülteni, Sayı 70, Ekim 2023)

Tarafıma göre geçici ödeme müessesesi, bir maddi hukuk müessesesidir ve mahkeme tarafından verilen karar ancak esas hükümle beraber istinaf edilebilir. Buna karşın usûl hukuku müessesesi olarak kabul edilse dahi sadece istinaf edilebilme bakımından bir fark olacaktır. Nitekim Yargıtay 10. Hukuk Dairesi tarafından; bir iş kazası sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemini konu alan davalara ilişkin olarak farklı Bölge Adliye Mahkemeleri arasında bu müesseseye ilişkin olarak verilen kararların istinaf kanun yoluna başvurulup başvurulmayacağı ile ilgili olarak bir görüş ayrılığı çıkması üzerine, Bölge Adliye Mahkemeleri Kararları Arasındaki Uyuşmazlığın Giderilmesi İstemine İlişkin olarak verilen bir Kararda, geçici ödeme kararının bir ara karar niteliğinde olduğunu ve ancak asıl karar ile birlikte kanun yoluna gidilebileceğini hükme bağlamıştır ( Yargıtay 10. H.D E: 2021/9901 ve K:2021/14123 sayılı kararı)

Geçici ödeme müessesesi bir usûl hukuku kuramı olarak kabul edilse dahi, ancak 2577 sayılı Kanun'un 31. Maddesinde bir atıf söz konusu olduğu takdirde uygulanacağına ilişkin görüşü kabul etmek mümkün değildir. Prof. Dr. Gürsel Kaplan bu konuya ilişkin olarak şöyle demiştir: ''HMK’ya atıf yapılan hâller yukarıdaki (İYUK m. 31'de sayılan durumlarla sınırlı olduğu için bunların dışında kalan durumlarda bu kanun hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı kabul edilmektedir. Bu husus Danıştayın 05.02.1954 tarih ve E:1952/154 K:1954/33 sayılı içtihadı birleştirme kararı ile Danıştay İdarî Dava Daireleri Kurulunun 14.10.2020 tarih ve E. 2020/1094, K.2020/1856 sayılı kararında açık bir şekilde ifade edilmiştir. Fakat İdarî Dava Daireleri Kurulunun 08.12.2021 tarih ve E.2021/2374, K.2021/2894 sayılı kararında ise İYUK’ta hüküm bulunmayan hâllerde HMK hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanabileceğinin kabul edilmesi gerektiği ifade edilmektedir. Kanaatimizce bu yaklaşım yerindedir. Çünkü İYUK’ta birçok konuda boşluk ve eksiklik bulunmaktadır. Bu eksiklikleri giderecek esaslı ve kapsamlı bir yasal düzenleme yapılmadığı sürece ihtiyaç duyulan hâllerde genel ve köklü bir yargılama usûlü kanunu olan HMK hükümlerinden yararlanılmasında bir sakınca yoktur. Çünkü HMK, ceza yargılaması dışında kalan bütün yargılama faaliyetlerine uygulanmaya elverişli hükümler içermektedir. (Doğrudan Alıntı - Prof. Dr. Gürsel Kaplan, İdari Yargılama Hukuku, Ekin Yayınevi, 9. Baskı, Bursa, s. 9) Aksi durumda İYUK m. 31 haricinde herhangi bir atfın söz konusu olmadığı bir usûl kurumunun idarî yargıda uygulanmaması gerekirdi. Hâlbuki Türk idari yargı uygulamasında ''derdestlik'' ve ''kesin hüküm'' gibi müesseselere ilişkin olarak herhangi bir atıf olmamasına rağmen bu kurumlar kesintisiz ve aralıksız olarak uygulanmaktadır. Şu husus unutulmamalıdır ki, derdestlik veya kesin hükme ilişkin ilk kez uygulama yapıldığında da bu görüşü kabul etmeyen düşünceler muhakkak ki olmuştur. Ancak şu anda bu konu hakkında hiç kimse tartışmamaktadır bile. Bu durumda, bir hâkimin veya bir hukukçunun ''İYUK m. 31'de atıf yapılmayan hiçbir müessese idare mahkemelerinin yaptığı yargılamalarda uygulanamaz'' şeklindeki düşünceye katılmayabileceğini kabul etmek gerekmektedir.

Sonuç olarak, geçici ödeme kurumu bir usûl hukuku kavramı da olsa maddi hukuk kavramı da olsa Türk Borçlar Kanunu'nun 55. Maddesinin 2. Fıkrası gereğince, içtihatlarla hayat bulmuş olan tam yargı davalarında uygulanmasında herhangi bir beis bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır

III. Geçici Ödemelerin İdare Mahkemelerinde Açılan Tam Yargı Davalarında Uygulanıp Uygulanamayacağı Hususu:

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55. Maddesi şöyledir:

(1) Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.

(2) ''(a) Bu Kanun hükümleri, (b) her türlü idari eylem ve işlemler ile (c) idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.''

Bu hüküm ile Borçlar Kanunu'nda yer alan ilkelerin her türlü idari eylem ve işlemler sebebiyle açılan davalarda uygulanmasının yolu açılmıştır.

İlgili hüküm detaylı analiz edildiğinde; idarenin her türlü eylem ve işlemi sebebiyle uğranılan zararlar ile vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin davalarda Türk Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanabileceği sonucuna ulaşılmaktadır.

Gerçekten de tazminat konusunda neredeyse hiçbir kanun maddesi bulunmayan ve tedvin edilmemiş bir hukuk dalı olarak nitelendirilen idare hukukundan kaynaklı olarak idare mahkemelerine açılan tazminat davalarında Türk Borçlar Kanunu'ndaki 55. Maddenin 2. Fıkrası esas alınarak bu Kanunda yer alan hükümlerin uygun olduğu ölçüde kıyasen uygulanmasında bir mahzur bulunmamaktadır.

Borçlar Kanunu'nda yer alan hükümlerin, uygun düştüğü ölçüde idare mahkemelerinde açılmış bir tam yargı davasında uygulanmaması için hiçbir sebep yoktur. Bilâkis enflasyonun yüksek olduğu koşullarda yasal faiz ile zararın karşılanması kuvvet muhtemel olduğu için bu maddenin uygulanması elzemdir.

Nitekim; açık bir Kanun hükmü olmamasına rağmen ve 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un 1. Maddesinde yer alan %9 yasal faize ilişkin hüküm, hiçbir Kanun'da ''İdare Mahkemeleri tarafından bakılmakta olan tam yargı davalarında en fazla yasal faize hükmedilir'' şeklinde bir hüküm yer almamasına karşın; nasıl ki davacılar tarafından yasal faizi aşan talepler istenildiği takdirde bile günümüzde uygulanmakta olan %9 yasal faize hükmediliyor ise ve bu faizi aşan tazminat talepleri, yürürlükte olan mevzuatımızda açık bir şekilde emredici bir Kanun hükmü olmamasına rağmen, reddediliyor ve  idarî hâkimler tarafından emredici bir kanun hükmü varmışçasına %9 faiz uygulanıyor ise; 6098 sayılı Kanun'un 76. Maddesinde yer alan ''Geçici Ödeme Müessesesi'' de idare mahkemelerinde açılan tam yargı davalarında uygulanabilecektir.

Unutulmamalıdır ki idare hukuku içtihadî bir hukuk dalıdır. Bugün idarî yargıyla ilgili fikir sahibi olan herkesin bildiği ''iptal davalarında verilen kararların işlemin tesis edildiği tarihe doğru geçmişe yürüyeceğine ilişkin'' ilke dahi içtihat ile ortaya çıkmıştır. Bunun yanında 2004 yılında Fransız Danıştayı tarafından; sosyal güvenlik sistemi ile ilgili olarak verilen bir iptal kararının geçmişe yönelik olarak uygulanması ülkenin sosyal güvenlik sistemini felç edeceği gerekçesiyle ileriye yönelik olarak uygulanması gerektiği yönünde bir karar dahi verilmiştir. Dolayısıyla içtihadî bir hukuk dalına ilişkin olarak aynı mahkeme tarafından dahi farklı durumlarda farklı kararlar verilmesi çok olağandır.

Tam yargı davalarındaki sorumluluk ilkeleri; Fransa'da verilen Blanco,Cames, Regnault - Desroziers, Colas ve Couitêas gibi kararlar ile ortaya çıkmıştır. Ülkemizde de Danıştayın 1934, 1940 ve 1947 yıllarında verdiği kararlar ile ortaya bir içtihatlar külliyatı çıkmış ve sosyal risk ilkesinin uygulandığı bazı durumlarda illiyet bağı olmasa dahi idarenin sorumlu olacağına ilişkin bir aşamaya bile evrilmiştir (İdarenin sorumluluğu ile ilgili Detaylar için: Dr. Müzeyyen Eroğlu Durkal: İdarenin Sorumluluğunun Ortaya Çikişi Ve Temeli, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. Xxiii, Y. 2019, Sa. 1 159.).

Başka bir deyişle, ülkemizde Danıştay tarafından; ''sosyal risk'' ilkesi esas alınarak, ''idarenin eylem ya da işlemi ile ortaya çıkan zarar arasında herhangi bir illiyet bağı olmasa dahi'' idarenin sorumlu olacağına ve ortaya çıkan zararları karşılayacağına ilişkin içtihatlar geliştirilmiştir. Doktrinde Gözler ve Kaplan tarafından; illiyet bağı olmasa dahi sorumluluğun söz konusu olması gerektiğine ilişkin bu görüşü eleştiren bir görüşe göre, kusurlu sorumluluk da söz konusu olsa kusursuz sorumluluk da söz konusu olsa nedensellik bağı olmadan sorumluluğa hükmedilmemesi gerekir. Buna karşın Danıştay; sosyal risk söz konusu olduğunda, nedensellik bağı olmasa dahi idarenin sorumlu olabileceğine hükmetmiştir.

Gerçekten de, idarenin önleme imkânı bulunmayan bir terör olayı hasebiyle dahi, kişilerin zarara uğraması ve ortaya çıkan zararların tazmini istemiyle dava açması durumunda; nedensellik bağı olmasa bile zararların karşılaması gerektiği yönünde ufuk açıcı içtihatların olduğu ülkemizde; 55. Maddenin 2. fıkrasındaki hüküm göz önünde bulundurulmak suretiyle, geçici ödeme müessesesinin uygulanmasına yönelik bir görüşün benimsenmesinin hukukî açıdan yadırganacak bir tarafı olmadığı kanısına varılmıştır. Bilâkis bu görüş, içtihatlar ile geliştirilmiş olan hukuk dalı olan idare hukukunun zenginliğine bir katkı olacaktır. Ayrıca kanun koyucu tarafından; tıpkı kamulaştırmasız el atma davalarında olduğu gibi, normalde idare mahkemesi tarafından bakılması gereken bir tam yargı davasının bir kanun değişikliği ile adli yargının görevli kılınmasının önünde hiçbir engel yoktur. Bu durumda vatandaşların davalarını adli yargıda açtıklarında geçici ödeme müessesesinin uygulanacağı kabul edilirken, idarî yargıda açılan davalarda geçici ödeme müessesesinin uygulanmayacağını kabul etmek Anayasamızın 10. Maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. (Sosyal Risk ilkesinin Uygulandığı Olaylarda Nedensellik Bağı aranmamasına ilişkin görüşe Aksi görüş için Kemal Gözler ve Gürsel Kaplan: İdare Hukuku Dersleri, s. 721, Ekin Yayınevi, Bursa, 2018, s. 721. Kutu 13.8) - [İlgili Danıştay Kararlarını ve görüşleri Aktaran: Kemal Gözler ve Gürsel Kaplan: İdare Hukuku Dersleri, s. 721, 2018 baskı: Danıştay Onuncu Dairesi, 13 Ekim 1993 Tarih ve E.1992/3372, K.1993/3777 Sayılı Karar, Danıştay Dergisi, Sayı 89, (Nakleden: Gözübüyük ve Tan, op. cit., c.L s.758); Aynı gerekçe şu kararlarda da bulunmaktadır: Damştay Onuncu Dairesi, 9 Ekim 1995 Tarih ve E.1994/1682, K.1995/4256 Sayılı Karar (Nakleden: Gözübüyük ve Tan, op. cit., c.I, s.760-761); Danıştay Onuncu Dairesi, 13 Ekim 1995 Tarih ve E.1994/4934, K.1995/5487, Danıştay Dergisi, Sayı 91, s.1174 (Nakleden: Gözübüyük ve Tan, op. cit., c.L s.760-761).]

1790'lı yılların başından itibaren sorumluluk hukukuyla ilgili olarak verilen kararların tarîhsel bir akış içerisinde ilerlediğini gördüğümüz ve günümüzde de kararlarla hayatta kalan idare hukukuna ilişkin olarak açılacak olan tam yargı davalarında; geçici ödeme müessesesinin uygulanmaması için herhangi bir engel olmadığına ilişkin görüşler ve bu hususu engelleyen herhangi bir Kanun maddesi bulunmadığını da göz önünde bulundurarak, söz konusu davalarda geçici ödeme müessesesinin uygulanmasının mümkün olduğu sonucuna varılmıştır (Doç. Dr. Emel BADUR:"Geçici Ödemeler", Terazi Aylık Hukuk Dergisi, 11 (114) pp. 14-25 E. (2016)).

IV.Geçici Ödeme Müessesesinin Uygulanma şartları:

Geçici ödemenin yapılabilmesi için;

(1) Haklılığı gösteren inandırıcı kanıtların bulunması,

(2) Zarar görenin ekonomik durumunun geçici ödemeyi gerektirecek nitelikte olması,

(3) Hakimin takdir hakkını kullanması,

(4) Davaya konu istemin, Borçlar Kanunu'nun 55. Maddesinin 2. Fıkrasında yer alan idarenin eylemleri sebebiyle ortaya çıkan bir zarara veya vücut bütünlüğünün kısmen ya da tamamen yitirilmesine ilişkin bir istemin söz konusu olması,

şartlarının beraber gerçekleşmesi gerekmektedir.

V. Sonuç ve Değerlendirme:

Mahkemelerin üzerindeki iş yükünün çokluğu sebebiyle açılan davalarda verilecek olan hükümlerin anlamsız hale gelmemesi amacıyla getirilmiş olan geçici ödeme müessesesinin idarenin kusurlu olduğu ileri sürülerek açılan tam yargı davalarında uygulanmaması için hiçbir sebep bulunmamaktadır. Bilâkis 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 55. Maddesinin 2. Fıkrasında ''Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır.'' hükmünde Türk Borçlar Kanunu'nda yer alan hükümlerin idare aleyhine açılan tazminat davalarında da uygulanacağı yazmaktadır. Dolayısıyla, Borçlar Kanunu'nun 76. Maddesinde yer alan geçici ödeme müessesesinin idari yargıda uygulanması gerekmektedir. Hatta bu müessesenin uygulanması, uzun süreler yargılamalar sebebiyle toplumun yargıya olan güveninin sarsılmasını engelleyebilecek yegane enstrümanlardan biridir.

Reşit KULAK

Hukukçu