Yüksek Seçim Kurulu’nun, milletvekili Genel Seçimleri nedeniyle verdiği kararları çok eleştirildi.
Seçilen milletvekillerinin tutukluluklarının mahkemeler tarafından kaldırılmaması nedeniyle, Türkiye Cumhuriyetinde bir ilk olarak Meclis yemin töreni milletvekilleri tarafından boykot edildi.
Bütün bu nedenlerle yargısal faaliyetler büyük ölçüde eleştirildi ve hatta bu nedenle Anayasa değişikliğine gidilmesi önerileri gündeme getirildi. Yani yargının yapamadığını, yasamanın yapması istendi.
Ama kimse, tartışılan bu konuların kökenine inmedi. Bir torba yasa ile getirilen bir çok kanun değişikliği yanında, Hakim ve Savcılar Kanunu’nda yapılan değişiklik de dikkat çekmedi.
KİŞİSEL KUSUR VE HAKSIZ EYLEM
Kabul edilen son Torba Kanun ile, Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda değişiklik yapılarak, Hakim ve Savcıların işledikleri kişisel suçlar nedeniyle olsa dahi, haklarında tazminat davası açılamayacağı maddesi eklendi. Oysa demokratik hak ve özgürlüklerin hakim olduğu rejimlerde, herkes işlediği kişisel kusurdan sorumlu olmalıdır. Bir yargılama faaliyeti sırasında, hakim veya savcının işlediği kusurdan doğrudan sorumlu olmaması düşünülemez. Ama bu yoldaki yasa değişikliği dikkatlerden kaçtı.
KUSURU YAPAN YERİNE DEVLET TAZMİNAT ÖDÜYOR
Hakimler ve Savcılar Kanunun, kişisel suçlar bölümünün 93 maddesinde yapılan değişiklik ile “Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle, kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak olsa da hakim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz” yolunda değişiklik yapıldı.
Kişisel kusur, haksız eylem olsa bile, bu kusuru işleyen hakim veya savcı hakkında tazminat davası açılamayacak, Devlet aleyhine dava açılabilecektir. Ancak belli koşullarla devletin rücu hakkı olacaktır.
Bu durumda, tazminatı ödeyen, kusurlu hareket eden kişi değil, devlet olacaktır. Kusuru işleyen kişi yerine tazminatın devlet tarafından ödenmesi kabul edilemez.
Bu mantıkla hareket edilmesi halinde, müvekkilinin zararına sebebiyet veren Avukat, hastasının mağduriyetine neden olan doktor hakkında da tazminat davası açılamamalıdır. Bu yanlışlığın, vatandaşı olduğu kadar hakim ve savcıları da rahatsız edeceği ve yargılama faaliyetine gölge düşüreceği açıktır.
Bu konuda yapılan kanun değişikliğinin, bazı hakimler hakkında açılan tazminat davalarını izleyen günlerde yapılmış olması da düşündürücüdür. Bu şekildeki bir sorumsuzluk ayrıcalığına son verilmesi gerekir.
ANAYASA’DAN ÖNCE TORBADAN ÇIKAN YASALAR DÜZELTİLMELİDİR
Çeşitli Anayasa değişikliklerinin gündemde yer aldığı günümüzde, Anayasa’dan önce, torbadan çıkan yasaların değiştirilmesi gerekir.
Devletin temel düzenini belirleyen Anayasa’nın değiştirilebilmesi için, toplumsal olay ve çalkantıların son bulması, rahat ve düzenli bir ortamın sağlanması gereklidir. Yapay tartışma ve huzursuzluk ortamı bahane edilerek Anayasa’nın bir bütün olarak değiştirilmeye kalkışılması sorunları dönülemez bir noktaya getirecektir.
Dumanlı havadan yararlanmak isteyen bazı kişi ve gurupların, Anayasa’nın değiştirilemez nitelikteki maddelerinin dahi değiştirilmesine kalkışmaları Türkiye Cumhuriyetinin geleceğine yönelik bir tehdit oluşturmaktadır.
Uzun süren davalar, yargısız infaza dönen tutuklamalar, ülkenin temeli olan adalete güvensizlik yaratmaktadır. Bu güvenin sağlanması için, her türlü dokunulmazlık ve ayrıcalıkların kaldırılması özellikle yargısal işlev görenlerin, kişisel kusur ve haksız fillerine tanınan imtiyazın kaldırılması zorunludur.
Av.A.Erdem Akyüz