Lizbon’da 1 Kasım 1755 tarihinde büyük bir deprem meydana gelir. Portekiz’in bir çok kıyı kentine zarar veren ve İspanya’nın ticaretini sarsan, Fas’ın birkaç kıyı şehrini de yerle bir eden bu depremde 50.000 ila 100.000 kişinin öldüğü hesaplanmıştır. Ardından da bir tsunami ve neredeyse tüm Lizbon’u yok eden bir yangın meydana gelir. Bu deprem ciddi bilimsel araştırmalara konu olur ve sismoloji biliminin doğuşunu sağlar. Bu felaketle ilgili Voltaire, “Poeme sur le desastre de Lisbonne” (Lizbon Felaketi Üzerine Şiir) adlı şirini yazmıştır. Bu deprem, fazlasıyla Katolik olan ve sömürgelerinde Hristiyanlığı yaymakla tanınan Portekiz’in başkenti Lizbon’da dini bir bayramın kutlanacağı gün meydana gelmiştir.

Deprem sadece şehirleri sarsmamış, bu denli dindar bir yeri yerle bir eden tanrısal öfkenin açıklanamaması filozoflar ve ilahiyatçılar arasında büyük tartışmalara neden olmuştur.

Voltaire, 1759’da yayınlanan Candide adlı eserinde; “Portekiz’in Lizbon şehrinin dörtte üçünü yerle bir eden bu depremden sonra ülkenin bilgelerinin toptan bir yıkılmayı önlemek için halka güzel bir auto-da-fe (Engizisyon tarafından verilen ateşte yakılma cezası) vermekten başka bir yol bulamadıklarını; Coimbie Üniversitesi’nin de, büyük bir törenle hafif ateşte birkaç kişinin yakılma gösterisinin depremleri engellemek için yanılmaz bir sır olduğuna karar verdiğini”! yazar.

“Vaftiz anasıyla evlendiğine kanaat getirilmiş bir Biskaylı ve piliç yerken yağını koparan (piliç yağını yemeyi reddeden) iki Portekizli yakalanmıştır. Bunlara tövbekarların günahlarından tövbe ettiklerini herkesin görmesini sağlayan “sanbenito” giydirilir ve başlarına kağıttan sivri külahlar takılır. İki “günahkarın”! üzerindeki Sanbenitoların ve külahların üzerine ters alevler ve kuyruksuz ve pençesiz çizilidir. Bunlardan ayrı olarak yakalanmış olan bilge filozof Pangloss’un üzerindeki sanbenito ve külahın üzerinde ise çizilen şeytanların kuyrukları ve pençeleri vardı ve alevler de ters değildir. Şeytanları kuyruklu olan adam asılır bilge filozof Pangloss yakılması gerekirken! adetten olmasa da asılır, diğer iki kişi ise kalabalığın ortasında ateşte yakılır.

Ancak tüm bunlar depremi engelle(ye)mez! ve aynı gün yer korkunç bir gürültü ile tekrar sarsılır.” (Büyük depremden sonra 20 Aralık 1755’te Lizbon’da büyük bir artçı deprem yaşanmıştır.)

Tarihi kaynaklara göre, Voltaire’in Candide eserinde bahsettiği zamanda olmasa da gerçekten Lizbon’da vuku bulan depremden sonra, 20 Haziran 1756’da bir auto-da-fe yapıldığı anlaşılmaktadır. (Voltaire, Candide, Alfa Yayınları, çeviren Ayşe Meral’in notlarından.)

Daha birkaç yüz yıl önce yaşanan bu depremler, sadece şehirleri yerle bir etmekle kalmamış, insanların akıllarını yakıp yıkmış olduklarını ortaya çıkaran bir etken de olmuştur. İnsanlığın depremle imtihanındaki vahşi yanılgısını gösteren bu örneğin günümüzle hiçbir ilgisi yok elbette. Voltaire’nin hicivle aktardığı Avrupa’da yaşanan bu vahşet sahnelerini ilginç bulduğum için aktardım.

24 Ocak 2020 Cuma akşamı Elazığ Sivrice merkezli deprem yaşandı.  Çok geniş bir alanda hissedilen bu depremi öğrenen her birimizin şahsi gündemi de ülke gündemi gibi tamamen değişti ve depreme odaklandı. 

Daha akşam üzeri, olmayacak şeylere kafa takıyor, incir çekirdeğinin içinde boğuluyor, dünyadaki en önemli mevzunun bizim canımızı sıkan şeyler olduğunu düşünüyorduk belki de. Ama yerin sarsılması ile birlikte her daim aklımıza düşerek bizi meşgul eden aslında boş olan bu gündemlerimiz de aklımızdan düşüverdi. Ne kadar boş şeyler için birbirimizi üzdüğümüzü, olmadık meseleleri pire iken deve yaptığımızı fark ediyoruz bu anlarda.

Ve ortada tek gerçek kalıyor; depremin uğultulu sarsıntısı içindeki ölümün soğuk nefesi…

Deprem öncesine dair yapılması gerekenler konusunda 99 Gölcük depreminden sonra yapılan Deprem Yönetmelikleri, Yapı mevzuatındaki değişiklikler sayesinde büyük mesafe almış olsak da, hala bir çok eksiğimiz olduğunu, özellikle planlama ve denetim hususundaki kalan açıklarımızı yeniden görmüş olduk.

Deprem sonrasında yapılması gerekenler konusunda resmi merciler ve görevliler başarılı bir sınav verdi. AFAD, JAK, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Şehircilik Bakanlığı, Emniyet birimleri gece gündüz, soğuk ayaz demeden özverili çalışmaları ile bir çok hayatı enkaz altından çıkardılar. Tüm  ilgilileri kurtardıkları canlar adına teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız canlar.

Ülkenin her yanındaki insanlarımızın, afetzedeler için kenetlenerek yardım seferberliği başlatması insanımızın güzel yüreğini bir kez daha gösterdi. AFAD, Kızılay, her partiye mensup Belediyeler ve bir çok sivil toplum kuruluşu afet sonrası için ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlar. Tüm kurumları, görevlileri, yetkilileri, maddi ve manevi destekleri için tüm insanlarımızı, yeniden hayata tutunmasına vesile oldukları afetzedeler ve şahsım adına saygı ile selamlıyorum. İyi ki milletimiz var, iyi ki milletimiz böylesi durumlarda bir…

Elbette bu kurumlarımızın deprem öncesi çalışmaları ve hazırlıkları sayesinde deprem sonrasında başarılı olundu. Bundan sonra belediyeler ve diğer idari kurumlarımızın da deprem öncesi yapması gerekenleri; amasız fakatsız, bilim insanlarının fikirlerini kulak ardı etmeden, ihmalleri sümen altı etmeden, kusurları hasır altı etmeden, nemelâzım demeden eksiksiz olarak yerine getirmesi gereklidir.

Topluca yaşanan felaketlerin iyi bir yanı da var aslında. Felaketler, insanlarımızın amasız fakatsız bir araya gelmesine, omuz omuza vermesine vesile oluyor diyebiliriz. Anadolu insanının içindeki erdemi, dayanışmayı, temiz yüreği ortaya çıkarıyor böyle felaketler. Depremin hemen öncesindeki tüm şahsi gündemler, kavgalar, hırıltılar, gürültüler zelzelenin şaşkınlığı ve ürperticiliği hararetiyle bir süreliğine de olsa buharlaşıveriyor. Ama kısa bir süreliğine tabii ki…

Birileri canını, en yakınını, evini barkını, işini gücünü kaybederken, bir başkalarının ise, onların bu felaketin kendi şehirlerinde olmamasına veya kendi başlarına felaket gelmemesine içten içe şükretmeleri ne acınası bir haldir.

Başkasının felaketinden şükür çıkarması, insanın zalim ve karanlığı (yeter ki kendine uğramasın) başkalarına reva gören bir yönü olduğunu ortaya koymuyor mu? Kendisini hep aydınlıkta gören ba(ğ)zılarının, başkaları için karanlığı reva görerek, aslında acınası ruh hallerini sergilediklerini üzülerek seyrediyorum. 

Felaket anlarında aniden gelişen ve her nasılsa dört dörtlük işleyen iş bölümü ve dayanışmamız ortaya çıkıverir. Ve her nedense biz, felaketi önlemede gerçekleştiremediğimiz bu iş bölümü ve dayanışmayı felaketten sonra ortaya koyabildiğimize hamd etmeyi, bunun üzerine kendi kendimize methiyeler düzmeyi pek severiz! Sanki ‘felaket ortamlarında menkıbeler aramaktan ve bulduğumuzda da o menkıbelere sarılmaktan veya tam tersi her yapılana bir kulp bularak felaket ortamında dahi kin ve nefreti beslemekten haz alıyormuşuz’ gibi düşünmeye başladığımı söyleyeceğim ama söylemeyeyim! Felaketin kimseyi ayırmadığını daha felaket anında dahi unutabiliyoruz ne yazık ki!

Felakete uğrayan her insanın aynen kendimiz gibi kanlı canlı bir insan olduğunu, hayalleri, idealleri olduğunu, sevdiğini, sevildiğini, yanan bir yüreği, aşık olan bir gönlü, ışıldayan gözleri, vücuduna kan ve sevgi pompalayan bir kalbi olduğunu, onun da eşi dostu, çoluğu çocuğu olduğunu unutuyoruz ve olur olmadık her şeyi afişe edebiliyoruz. Hissi bir toplumuz ve çabuk heyecana kapılıveriyoruz. Lakin felaket mağduru olan insanların da bu hissi toplumun bir parçası olduğunu unutuyoruz bazen. Kendi hislerimizi bir kenara bırakarak en azından böyle zamanlarda mağdurların hisleri ile oynanmaması gerektiğini öğrenmeliyiz.

Elazığ depremi ile yeniden “Kentsel dönüşümün önemini” konuşur olduk. Oysa kentsel dönüşümden önce zihinsel dönüşümümüzü tamamlamalıyız. Ülke olarak gelişimimizi tamamlamalı ve bunun için de binalarımızı yenileyeme girişmeden öncelikle topyekün zihinsel yapılarımızı yenilemeliyiz.

Her felaketten sonra; “Allah korusun” - “Allah daha büyük felaketlerden korusun” deriz demesine de niye Allah’ın bize verdiği aklı fikri kullanmadığımızı ve felaketlerde kendimizi koruyacak önlemleri niye almadığımızı sorgulamayı hemencecik unutuveririz. Allah demez mi; sen önce fiili duanı yap, deprem ülkesi olduğunuzu unutma, fay hatlarına yapı yapma, zemin etüdünü yap, binalarını taşıyıcı sistemlerini, statik hesaplarını doğru düzgün yaparak felaketlere dayanarak şekilde inşa et, sonrasını bana havale et… Sen önce kendini korumak için gerekenleri yap, Allah elbet koruyacaktır… İradeni kullan…

Temennim odur ki; yer homurdanarak sarsıldığında her nerede bulunuyorsak istifimizi bozmadan “Sübhanallah” diyeceğimiz, Allah’ın verdiği aklı, tekniği uygun kullanarak inşa ettiğimiz hiçbir yapımızın zarar görmediğini gördüğümüz için “Elhamdülillah” diyeceğimiz, deprem esnasında herkesin bilinçle ve doğru hareket ettiğini, enkaz altından (“gelen güzel haberler”!) sağ çıkarılan depremzedeleri gördüğümüz için değil, kuvvetli depremlerde bile bir Allah’ın kulunun dahi burnunun kanamadığını gördüğümüz için “Allahuekber” diyeceğimiz zamanları görürüz…

Depremde enkaz altında kalarak vefat eden insanlarımız için düzenlenen cenaze törenlerini izliyorum: Mevtâyı nasıl bilirdiniz?... Mevtâya hakkınızı helâl ediyor musunuz? Helâl ediniz… Helâl ediniz… Kalanlar, gidenlere hakkını helâl ediyor! Ya gidenler?!

Bu helâllik usulü, özellikle şehit cenazelerinde ve depremlerde vefat edenler için uygulandığında, ortada garip bir tezat olduğunu hissederek içim cız eder. Asıl helâlliği, kalanların alması gerektiğini, teneşirin üzerindeki tabutta son yolculuğuna giden mevtalardan helâllik alamamanın altında ezildiğimi düşünürüm.

Asıl felakete kurban gidenlerden; ihmallerden, plansızlıklardan, tamahkarlıklardan, uyanıklıklardan, ucuza kaçmalardan, onların hayatını hiçe saymalardan, gündelik basit hesaplardan, akılsızlıklardan dolayı helâllik almak gerekmez mi?

Kuruntularımızın, avuntularımızın boşluğunu; yerin, üstündeki herkesi kim olduğunu ayırt etmeksizin sarstığını, acizliğimizi gördük, kimseyi kimseden ayırt etmeden birbirimize sarıldık bir kere daha. Umarım bu seferki dersi tam anlamışızdır!

Sarsılıp duran zemin bize; toplumsal olarak, idari makamlar olarak, hırsları, öfkeleri, farklılıkları, didişmeleri bir kenara bırakmamız gerektiğini ve her daim yeni deprem sınavlarına hazır olmamız gerektiğini söylüyor.

Deprem yine gelecek ama ne zaman gelecek? Bunun hiçbir önemi yok. Yeryüzünün söylediklerine kulak verip, uyarılarını dikkate almanın, kendimize adam akıllı bir çekidüzen vermenin zamanı geçmedi henüz...

FARZ-I MUHAL PAŞA