Son dönemde “Emeklilikte Yaşa Takılanlar” olarak isimlendirilen vatandaşlarımız için yapılan düzenleme ile birlikte hizmet tespit davalarının açılmasında sayıca bir artış yaşanmaktadır.

Bu yazımızı, ne yazık ki çeşitli sebeplerden dolayı zamanında haklarını aramayan vatandaşlarımızın daha da fazla mağdur olmaması ve meslektaşlarımızın bilgi notu olarak kullanması  amacıyla kaleme almış bulunmaktayız.

Kural olarak bir davanın açılması için kanunda öngörülen bir zamanaşımı veya hak düşürücü süre bulunmaktadır. Bazı istisnalar halinde kanunda öngörülen süreler geçmiş olsa dahi dava açılması mümkündür.

Konuyla ilgili yasal mevzuata baktığımızda 5510 sayılı Kanunun 86. maddesinin 6. fıkrası aynen; Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şeklindedir.

Bahsi geçen düzenlemeden de açıkça anlaşılacağı üzere işçinin, hizmetinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde iş mahkemesine başvurması gerekmektedir. Burada ayrıca dikkat edilmesi gereken husus sürenin başlangıç anıdır. Örneğin işçi, işyerinden 10.05.2018 tarihinde ayrılmış ise davanın açılması gereken son tarih 10.05.2023 olmayacak; hizmetin geçtiği yılın sonu olan 31.12.2018 tarihi dikkate alınarak hesaplama yapılması sonucunda 31.12.2023 tarihi, davanın açılması gereken son gün olacaktır.

Bazı durumlarda ise hak düşürücü süre dikkate alınmamaktadır.

1-İşveren Tarafından Verilmesi Gereken Belgelerin Kuruma Verilmiş Olması

İşveren tarafından Kuruma (yani SGK’na) verilmesi gereken belgelerden; işe giriş bildirgesi ile aylık prim ve hizmet belgesinin/muhtasar ve prim hizmet beyannamesinin işverence Kuruma verilmiş olması halinde hak düşürücü süre işlemez.

Uygulamada karşılaşılan başka bir durum ise işveren tarafından söz konusu belgelerin çalışmanın başladığı tarihten ileri bir tarihte verilmesi yani sonradan bildirilmesidir. Geç bildirim olarak isimlendirebileceğimiz bu durumda ise geç bildirimden sonra kesintisiz bir çalışmanın varlığı halinde hak düşürücü süre, kesintisiz çalışmanın sona erdiği tarihte başlayacaktır.

Örneğin işçinin 01.01.1990 tarihinde işe başladığını ancak işveren tarafından Kuruma çalışmanın 01.01.2000 yılında bildirildiğini varsayalım. Eğer bildirimden sonra işçi, kesintisiz bir şekilde 01.01.2020 tarihine kadar çalışmış ise hizmetin geçtiği yılın sonu olan 31.12.2020 tarihinden itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre içerisinde “çalışmanın 01.01.1990 başladığı iddiasıyla” hizmet tespit davasını açması mümkündür.

2-Çalışmanın Kurum Denetim Personelleri Tarafından Tespit Edilmiş Olması

Yine maddeden de açıkça anlaşılacağı üzere çalışmanın Kurum denetim personelleri tarafından işyerinde işçinin çalışmasının olduğu tespit edilmesi halinde hak düşürücü süre dikkate alınmayacaktır. Nitekim Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir.

Örneğin 10.10.2020 tarihli teftiş raporuna göre işçinin çalışmasına ilişkin belgelerin işveren tarafından kuruma verilmediği ancak işçinin çalışmasının 10.10.2010 yılında başladığı tespit edilmiş ise 10.10.2010-10.10.2020 tarihleri arasındaki çalışmalar yönünden hak düşürücü süre söz konusu olmayacaktır.

3-Birden Fazla İşe Giriş Bildirgesinin Verilmesi veya Kesintili Prim Ödenmiş Olması Durumu

İşveren tarafından birden fazla işe giriş bildiriminin yapılmasında işçinin bildirgelerde imzasının bulunup bulunmadığı önem arz etmektedir. Şöyle ki;

İşveren tarafından işe giriş bildirgesinin verilmesi halinde zaten hak düşürücü süre işlemeyecektir. Ancak birden fazla işe giriş bildirgesinin verilmiş olması durumunda şayet işçinin bu bildirgelerde imzası varsa ve imzaya itiraz edilmez ise bu durumda işçinin çalışmasının kesintili olduğu karine olarak kabul edilir ve her bir hizmet dönemi açısından hak düşürücü sürenin geçip geçmediğinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira işçinin, işyerinden ayrıldıktan sonra aynı işyerinde tekrar işe başlaması hak düşürücü sürenin işlemesini engellememektedir.

4-İşçi Tarafından Açılan İşçilik Alacakları Davasının Etkisi

İşçi tarafından işveren aleyhine ikame edilen işçilik alacakları davasında, resmi kayıtlara göre bildirilen işe başlangıç tarihinden evvelki veya işten çıkış tarihinden sonraki bir tarihi kapsayacak şekilde taleplerin ileri sürülmesi ve Mahkemece hükme bağlanmasında bir engel bulunmamaktadır. Ancak böyle bir durumda alacak davasının sonucunun hizmet tespitine yönelik taleplere etkisinin ne olacağı tartışma konusu olmaktadır.

Doktrinde de çoğunluk görüş, işçilik alacakları davasında Kurumun taraf olmaması nedeniyle kesin hüküm olsa bile Kurum yönünden hizmet tespiti açısından bir bağlayıcılığı olmayacağıdır. Biz de, işçilik alacakları için ikame edilen davada, SGK kayıtlarına göre hizmetin olduğu belirtilen dönem dışı tarihlerde de çalışma olduğuna dair tespit ve bu dönemlere ilişkin işçilik alacakları yönünden tahsiline yönelik bir karar verilmesi durumunda bu hükmün, hizmet tespit davasında ancak kuvvetli delil olacağını, ayrıca işçilik alacakları için açılan davanın, hizmet tespit davası bakımından hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacağı kanaatindeyiz.