Bilindiği üzere HMK.m.114/1-h hükmüne göre davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması, dava şartıdır. Bu maddeye ilişkin HMK’nın “Dava Şartlarının İncelenmesi” başlıklı 115.maddesinde ise; (1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” düzenlemesine yer verilmiştir. HMK.m.114 gerekçesinde de belirtildiği üzere burada sözü edilen hukuki yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukuki koruma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hali hazırda hukuken korunmaya değer bir yararın bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hali hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse, onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Yani dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devlet’in mahkemelerini gereksiz yere meşgul edemez (YHGK 12.2.2014 T. E.2013/14-385 K.2014/100). Ayrıca davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır. İdeal veya ekonomik yarar, tek başına yeterli değildir (Prof.Dr.Baki KURU, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Cilt-I, Ankara 2020, s.387 ; İstanbul BAM Üyesi İsmail ERCAN, Medeni Usul Hukuku, 6.Baskı, Ankara 2021, s.451).

Burada hukuki yarar, dava açıldığı anda var olmalıdır. İlerdeki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle örneğin muaccel olmayan, vadesi gelmemiş alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan usulden reddedilir (Prof.Dr.Baki KURU, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Cilt-I, Ankara 2020, s.388). Yine görülmekte olan veya ileride açılacak olan bir davada iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlarda dava açmakta hukuki yarar yoktur (Y.15.HD. 15.02.2013 T. 412/807) (Prof.Dr.Ejder YILMAZ, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt-II, Ankara 2017, s.1731). Yani dava açmaktaki hukuksal yararın, davanın açıldığı sırada doğmuş, güncel, meşru ve kişisel bir yarar olması gerekir. Bu nedenle gelecekteki müstakbel veya olası (muhtemel, belirsiz) bir yarar, kabule şayan bir dava açmaya olanak vermez (İstanbul BAM Üyesi İsmail ERCAN, Medeni Usul Hukuku, 6.Baskı, Ankara 2021, s.452). Örneğin uygulamada TTK.m.553 kapsamında açılan sorumluluk davalarında da doğması muhakkak olsa bile beklenebilen, varsayılan zararlar ile sonuç zararları, sorumluluk iddiasında dikkate alınmaz (Doç.Dr. Necla Akdağ Güney, Anonim Şirket Yönetim Kurulu, s.293 ; Dr.Yılmaz YÖRDEM, Farklılaştırılmış Teselsül Karinesi, 2.Baskı, Ankara 2022, s.198). Zira riskler gerçekleşmeden ve zarar doğmadan dava açılması, hukuki yarar yokluğu nedeniyle mümkün değildir. Doktrinde bu durum, “zamansız dava” "erken dava" ya da "mevsimsiz dava" olarak da adlandırılmaktadır. Bu husus Yargı kararlarına da konu olmuş ve TTK hükümlerine göre açılan bir sorumluluk davasında, henüz davalı yöneticilerin sorumluluklarını gerektirir bir zarar gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın reddine karar veren yerel mahkeme kararı onanmıştır (Y.11.HD. 26.5.2015 T. 2014/10622 E. – 2015/7115 K.). Yargıtay başka bir kararında ise yasal işlemler tüketilmeden açılan tazminat isteminde, davanın “zamansız” olduğunu vurgulayarak sorumluluk şartları oluşmadığından davanın mevsimsiz olması nedeniyle reddi gerektiğini belirtmiştir (Y.11.HD. 8.5.2005 T. 2004/2650 E. 2005/932 K.). Yine TTK’ya göre sorumluluk davası açma hakkı, sadece dolayısıyla zarar gören pay sahiplerine aittir. Dolayısıyla zarar görmeyen pay sahiplerinin böyle bir dava açma hakkı yoktur. (Prof.Dr.Güzin ÜÇIŞIK-Dr.Aydın ÇELİK, Anonim Ortaklıklar Hukuku, Cilt-II, Ankara 2022, s.338). İşte mahkemeler bu kapsamda, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasından kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (m.115/1). Dava şartları, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre belirlenir. Mahkeme, davanın başında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırmak ve gözetmekle yükümlüdür (m.137/1) (Prof.Dr.Baki KURU, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Cilt-I, Ankara 2020, s.394).

Hukuki yarar kavramına belirsiz alacak davaları nezdinde bakıldığında ise karşımıza 6100 sayılı HMK’nın “Belirsiz alacak ve tespit davası” başlıklı 107’nci maddesi çıkmaktadır. Madde metninde; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir. Bu kapsamda dava dilekçesi veya davacının açıklamaları sonucunda, davacının alacağının miktar veya değerini tam ve eksiksiz belirleyebilecek durumda olduğuna kanaat getirilebiliyorsa, davacının belirsiz alacak davası açamayacağı sonucuna varılarak davanın hukuki yarar şartı yokluğundan usulden reddine karar verilir. Zira alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına kanun izin vermemiştir (Y.4.HD. 5.7.2014 T. 10133/4553 ; Y.21.HD. 10.9.2018 T. 18209/6113 ; Prof.Dr.Addurrahim KARSLI, Medeni Muhakeme Hukuku, 5.Baskı, İstanbul 2020, s.334 ; Prof.Dr. Ejder YILMAZ, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt-II, 3.Baskı, Ankara 2017, s.1594 ; Prof.Dr. Murat ATALI – Prof.Dr. İbrahim ERMENEK – Prof.Dr. Ersin ERDOĞAN, Medeni Usul Hukuku, 4.Baskı, Ankara 2021, s.342 ; E.Ticaret Mahkemesi Başkanı Harun BULUT, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt-II, Ankara 2022, s.880). Burada belirsiz alacak davasının açılabilmesi için, alacağın miktarının, davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak tespit edilebilmesi, objektifleştirilmiş dikkat ve özen çerçevesinde, davacı alacaklıdan beklenememelidir (Y.22.HD. 07.05.2015 T.11568/16824). Aksine bir anlayış, diğer davalara nazaran, belirsiz alacak davasının medeni usul hukuku ve borçlar hukuku bakımından sağlamış olduğu ciddi ve önemli avantajlar gözetildiğinde kanun koyucunun son derece istisnai hallerde işlerlik kazanmasına olanak tanıdığı bu kurumun, amaç dışı kullanımına, yani kötüye kullanılmasına sebebiyet verir ki; bunun kabulü, mümkün değildir. Zira dava hakkının kullanımı bağlamında da, diğer usuli yetkilerin kullanımında olduğu gibi, doğruluk ve güven kuralı, yani dürüstlük ilkesi geçerlidir (HMK.m.29/1 ; TMK.m.2). Dava konusu kılınmak istenen alacağın miktarının, davanın açıldığı andaki miktar ya da değeri, tam ve kesin olarak biliniyor ya da belirlenmesi için varlığı gereken tüm unsurlar, doğruluk ve güven kuralı uyarınca, gereken dikkat ve özenin gösterilmesi halinde bilinebilecek durumdaysa, alacağın belirlenebilir olmadığından ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına işlerlik kazandırılmasından söz edilemez (Prof.Dr.Süha TANRIVER, Medeni Usul Hukuku, Cilt-1, 4.Baskı, Ankara 2021, s.640).

Dolayısıyla davacı, dava açılmadan önce, talebini tam ve kesin olarak belirleyebilmek için, varlığı gereken bilgi ve belgelere, herhangi bir zorlukla karşılaşmadan, kolaylıkla ulaşabiliyor yahut karşı taraf, bu tür bilgi ve belgeleri paylaşmaktan kaçınmıyorsa, alacağın belirsizliğinden ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına işlerlik kazandırılmasından söz edilemez. Salt alacak tutarı konusunda taraflar arasında bir çekişmenin veya tartışmanın varlığı halinde de, son derece istisnai hallerde uygulama alanı bulması gereken bir dava türü konumunda bulunan belirsiz alacak davasının açılmasına olanak verilecek olursa; hemen hemen tüm eda davaları bağlamında bu yola başvurunun hukuken caiz olduğu yönünde bir genellemeye ulaşılması gerekir ki; anılan dava türünün ihdasında, kanun koyucunun güttüğü amaç gözetildiğinde bunun kabulü mümkün değildir (Y.22.HD. 20.10.2014 T. 20845/28186 ; Y.22.HD. 18.10.2018 T. 2017/15496 E. 2018/22519 K. ; Prof.Dr.Süha TANRIVER, Medeni Usul Hukuku, Cilt-1, 4.Baskı, Ankara 2021, s.642 ; E.Ticaret Mahkemesi Başkanı Harun BULUT, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt-II, Ankara 2022, s.879 ; İstanbul BAM Üyesi İsmail ERCAN, Medeni Usul Hukuku, 6.Baskı, Ankara 2021, s.475 ; Prof.Dr. Murat ATALI – Prof.Dr. İbrahim ERMENEK – Prof.Dr. Ersin ERDOĞAN, Medeni Usul Hukuku, 4.Baskı, Ankara 2021, s.337).

Yine davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde elindeki delillerle mümkün değilse, bu durumda da belirsiz alacak davası açılamaz. Zira bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir (E.Ticaret Mahkemesi Başkanı Harun BULUT, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Cilt-II, Ankara 2022, s.879). Yargılama sırasında bilirkişiye müracaat edilmesi ihtiyacı da tek başına alacağın belirsiz olduğu anlamına gelmez (YHGK. 18.4.2018 T. 2015/2278 E. 2018/785 K. ; Prof.Dr. Murat ATALI – Prof.Dr. İbrahim ERMENEK – Prof.Dr. Ersin ERDOĞAN, Medeni Usul Hukuku, 4.Baskı, Ankara 2021, s.337).

Tüm bu hususlarla birlikte belirsiz alacak davası açılması ile alacağın yalnız belirsiz alacak davası dilekçesinde belirtilen (ve harcı ödenen) kesimi için zamanaşımı kesilir ; alacağın dava dışı kalan (belirsiz olan) kesimi hakkında zamanaşımı kesilmez. Zira TBK.m.154/2 hükmüne göre; “alacaklı dava yoluyla mahkemeye başvurmuşsa” alacaklının dava konusu yaptığı alacak kesimi için zamanaşımı kesilir ; alacaklının dava konusu yapmadığı alacak kesimi için zamanaşımı kesilmez (Aynı görüşte: Prof.Dr.Ahmet KILIÇOĞLU, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 20.Baskı, Ankara 2016, s.915-916 ; Prof.Dr.Baki KURU, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, s.434).

SONUÇ OLARAK; davacı hakkına kavuşmak için, hali hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse, onun hukuki yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Yani dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devlet’in mahkemelerini gereksiz yere meşgul edemez. Ayrıca davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır. İdeal veya ekonomik yarar, tek başına yeterli değildir. Burada hukuki yarar, dava açıldığı anda var olmalıdır. İlerdeki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle örneğin muaccel olmayan, vadesi gelmemiş alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan usulden reddedilir. Yine görülmekte olan veya ileride açılacak olan bir davada iddia ve savunma olarak ileri sürülebilecek hususlarda dava açmakta hukuki yarar yoktur. Yani dava açmaktaki hukuksal yararın, davanın açıldığı sırada doğmuş, güncel, meşru ve kişisel bir yarar olması gerekir. Bu nedenle gelecekteki müstakbel veya olası (muhtemel, belirsiz) bir yarar, kabule şayan bir dava açmaya olanak vermez. Tüm bu hususlarla birlikte bir davada dava dilekçesi veya davacının açıklamaları sonucunda, davacının alacağının miktar veya değerini tam ve eksiksiz belirleyebilecek durumda olduğuna kanaat getirilebiliyorsa, davacının belirsiz alacak davası açamayacağı sonucuna varılarak davanın hukuki yarar şartı yokluğundan usulden reddine karar verilebilir. Zira alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına kanun izin vermemiştir. Burada belirsiz alacak davasının açılabilmesi için, alacağın miktarının, davanın açıldığı tarihte tam ve kesin olarak tespit edilebilmesi, objektifleştirilmiş dikkat ve özen çerçevesinde, davacı alacaklıdan beklenememelidir. Aksine bir anlayış, diğer davalara nazaran, belirsiz alacak davasının medeni usul hukuku ve borçlar hukuku bakımından sağlamış olduğu ciddi ve önemli avantajlar gözetildiğinde kanun koyucunun son derece istisnai hallerde işlerlik kazanmasına olanak tanıdığı bu kurumun, amaç dışı kullanımına, yani kötüye kullanılmasına sebebiyet verir ki; bunun kabulü, mümkün değildir. Zira dava hakkının kullanımı bağlamında da, diğer usuli yetkilerin kullanımında olduğu gibi, doğruluk ve güven kuralı, yani dürüstlük ilkesi geçerlidir.