Bilindiği üzere 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun “Nüfus Davaları” başlıklı 36.maddesinde; “(1) Mahkeme kararı ile yapılan kayıt düzeltmelerinde aşağıdaki usullere uyulur: a) Nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmi dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır. Kayıt düzeltme davaları (...)(*) nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu kapsamda nüfus kayıtlarına ilişkin her türlü düzeltme ve tespit davalarında görevli mahkeme 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasasının 36.maddesinin 1/a bendine göre Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu kapsamında da görev kamu düzeni ile ilgili olup hakim tarafından yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınmalıdır (Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Üyesi Hüseyin Güngör BABACAN – Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Kasım USLU, Nüfus Davaları, Ankara 2013, s.12-17).
Her ne kadar HMK’nın 382/2-b hükmünde, adın ve soyadın değişikliği davalarının çekişmesiz yargı işi olduğu ifade edilmiş ise de Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun yukarıda bahsi geçen düzenlemesi, HMK’ya göre daha özel bir düzenleme sayıldığından bu davalarda görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemeleri olduğu hususunda bir duraksamaya yer yoktur (Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Üyesi Hüseyin Güngör BABACAN – Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Kasım USLU, Nüfus Davaları, s.12-17). Bu değerlendirmeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 03.11.2010 Tarihli 2010/18-563/554 sayılı kararı gereği soyadı değişikliği davaları için de söylenebilir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu kararında Nüfuz Hizmetleri Kanunu’nun 36.maddesinin herhangi bir ayrım yapılmadan kayıt düzeltme davalarını düzenleme altına aldığından ad ve soyadı değişikliği davalarının da nüfus davalarının bir türü olduğunu vurgulamıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.2.2018 Tarihli 2017/18-1919 Esas 2018/318 Karar sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır; “…Nüfus kayıtlarına dair her türlü düzeltme ve tespit davalarında görevli mahkeme anılan 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36.maddesinin 1/a bendine göre ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDİR. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 gün ve 2010/18-563 E., 2010/554 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesinde herhangi bir ayrım yapılmadan kayıt düzeltme davaları düzenlenmiş olup, madde uyarınca ad ve soyadı değişikliği davaları da nüfus davalarının bir türüdür. Buna göre isim değişikliğine dair davalar 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesinde düzenlenen nüfus davalarından olup, anılan madde uyarınca uyuşmazlığın çözümünde asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.12.2013 gün ve 2013/18-464 E., 2013/1698 K.; Hukuk Genel Kurulu'nun 30.09.2015 gün ve 2014/18-210 E., 2015/2028 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar kabul görmüştür.”
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.09.2015 Tarihli 2014/18-210 Esas 2015/2028 Karar sayılı kararı da yukarıdaki açıklamalarımız ile aynı yöndedir; “…Nüfus kayıtlarına ilişkin her türlü düzeltme ve tespit davalarında görevli mahkeme anılan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesinin 1/a bendine göre asliye hukuk mahkemesidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 03.11.2010 gün ve 2010/18-563 E. 2010/554 K. sayılı ilamında da belirtildiği üzere Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36. maddesi herhangi bir ayrım yapılmadan kayıt düzeltme davalarını düzenleme altına almakta olup madde uyarınca, ad ve soyadı değişikliği davaları da nüfus davalarının bir türüdür. Buna göre soyadı değişikliğine ilşkin davalar 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 36.maddesinde düzenlenen nüfus davalarından olup, anılan madde uyarınca uyuşmazlığın çözümünde ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ GÖREVLİDİR. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25.12.2013 gün ve 2013/18-464 E. 2013/1698 K. sayılı kararında da, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra da “ad ve soyadı değiştirilmesi” davalarında görev hususu önsorun olarak tartışılmış, asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğu benimsenmiştir. Bu durumda mahkemece, talebin ismin düzeltilmesi değil, davacının isminin tanındığı biçimde değiştirilmesi istemine ilişkin ise 6100 sayılı HMK.'nın 382/II-a-2 maddesi kapsamında kalan bu uyuşmazlığın sulh hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği şeklindeki gerekçesinde isabet bulunmamaktadır. O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Bu çerçevede Yargıtay uygulamasında nüfus kaydındaki adın değiştirilmesi davalarının, adı değiştirilmesi istenen kişinin yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hususunda yerleşik uygulama vardır diyebiliriz; Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 20.2.2014 Tarihli 2014/1591 Esas 2014/2198 Karar sayılı ilamı; “…Dava, davacının nüfus kaydındaki adının değiştirilmesi istemine ilişkindir. Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNDE açılacağı hükme bağlanmıştır. Davacının talebinin çekişmesiz yargı kapsamında olmadığı, adı geçen Kanun uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesinde görüleceği Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 25/12/2013 gün ve 2013/18-464 esas 2013/1698 karar sayılı ilamıyla da belirlenmiş olup, uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.” (Benzer yönde Yargıtay 18.HD. 10.05.2012 T. 2012/3787 E. 5334 K.).
Kural olarak adın değişikliği davalarının istemde bulunan kişi tarafından bizzat açılması gerekir. Nitekim bu hak, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Ancak istemde bulunan kişinin 18 yaşını doldurmamış olması halinde bu dava veli tarafından açılabilmektedir. Nitekim Türk Medeni Kanunu’nun 336.maddesi kapsamında 18 yaşından küçük çocuklar için anne babalar, velayet hakkını eşit biçimde kullanmak zorundadır. Yasaya göre eşlerden herhangi birisine öncelik veya üstünlük tanınmadan, evlilik devam ettiği sürece ana ve babanın velayeti birlikte kullanacağı öngörülmüş ve TMK’nın 342.maddesinde de anne ve babanın çocuğu velayetleri çerçevesinde temsil edecekleri ilkesi yine ayırım yapılmadan getirilmiştir. Emredici nitelikteki bu yasa kuralı evlilik birliği içerisinde velayetin kullanılması kapsamında ana ve baba tarafından çocuk adına açılacak tüm davalar yönünden de geçerlidir (Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Üyesi Hüseyin Güngör BABACAN – Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Kasım USLU, Nüfus Davaları, s.26-35). Bu kapsamda velayet altındaki bir çocuk için açılan nüfus davası, evlilik birliğinin devamı sırasında eşlerden birisi tarafından küçüğe velayeten açılmış ise diğer eşin davaya katılması veya icazet vermesi ile bu eksiklik giderilmiş olur. Bu eksikliğin giderilmesi usulü için bir şekli zorunluluğu da yoktur. Yargıtay uygulamasında da aynı görüş mevcuttur. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.11.2005 Tarihli 2005/18-656 Esas 625 Karar sayılı kararında; “...4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 336' ncı maddesinde "evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar " hükmü öngörülmüş olup; aynı Kanunun 342'nci maddesinde ise, "ana ve babanın velayetleri çerçevesinde çocuklarının yasal temsilcisi oldukları " hükme bağlanmıştır. Bu açık hükümler karşısında, evlilik birliği içinde velayetin kullanılması kapsamında tüm davaların ana ve baba tarafından birlikte açılması; bunlardan biri tarafından açılmış bulunan davaya, diğer eşin katılımının veya rızasının sağlanması gerektiğinde kuşku ve duraksama bulunmamaktadır. Somut olayda baba …, nüfus kaydının düzeltilmesini talep ettiği …’e velayeten görülmekte olan davayı açmış; 17.05.2004 tarihli duruşmada hazır bulunan anne …, "… benim kızımdır, ben de doğum tarihinin düzeltilmesini istiyorum" şeklindeki beyanıyla olumlu iradesini ortaya koymuştur. Bu olgular birlikte değerlendirildiğinde; baba tarafından küçüğe velayeten açılmış bulunan davaya, yargılama sırasında diğer eşin icazetini bildirdiği; eş söyleyişle, velayetin birlikte kullanılması koşulunun gerçekleştiği açıktır.” şeklinde hüküm tesis edilmiştir (Benzer yönde Y.18.HD. 2008/11866 E. 2009/1805 K.).
Tüm bu hususlarla birlikte Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36/1.maddesinde; “Kayıt düzeltme davaları nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu kapsamda nüfus davalarında nüfus müdürü veya görevlendireceği bir yetkili temsilcisinin bulunması zorunlu olup mahkemenin oluşumuna ilişkin ve kamu düzenini ilgilendiren bu yasa hükmü dikkate alınmadan nüfus idaresi temsilcisinin yokluğunda yargılama yapılarak hüküm kurulması hukuken mümkün değildir (Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Üyesi Hüseyin Güngör BABACAN – Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Kasım USLU, Nüfus Davaları, s.51). Yasa metninden açıkça anlaşılacağı üzere, davaya nüfus müdürünün veya görevlendireceği bir memurun katılması gerekmekle beraber, hangisinin katılacağı konusunda bir zorunluluk bulunmadığı gibi bu konudaki takdir hakkı Nüfus Müdürlüğüne bırakılmıştır. Nüfus müdürü yargılamaya bizzat kendisi katılabileceği gibi yerine bir çalışanını da görevlendirebilir (Y.18.HD. 2009/1155 E. 4722 K.). Özetle bu davanın davalısı, ilgili nüfus müdürlüğüdür.
İspat hususuna bakıldığında ise Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36.maddesi kapsamında açılacak davalar, genel olarak her türlü kanıtla ispatlanabilir. Bu kanıtlar tanık, sağlık kurulu raporu, hastane kayıtları, DNA testi, okul belgeleri, askerlik ve evlilik kayıtları, bilirkişi incelemesi vs. şeklinde olabilir. Özellikle bu hususlarda tanık dinlenmesinde hiçbir tereddüt yoktur (Yargıtay İBK 14.06.1965 T. 3/3 Sayılı Kararı). Yine ilkokul, tapu, seçim, banka vb kayıtlar da bu davalarda delil olabilir (Y.18.HD. 13.07.2010 T. 2010/6385 E. 10787 K. ; Y.18. HD. 13.07.2010 T. 2010/6385 E. 10787 K.). Nüfus kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davalar, kamu düzeni ile yakından ilgili bulunduğundan, hâkim, istemle bağlı kalmayarak kendiliğinden de yapacağı araştırma ile elde edeceği bulgulara göre ve diğer kayıtlarla çelişki meydana getirmeyecek şekilde karar verebilir. Eş söylemle hâkim yazılı yargılama usulü dışında kendiliğinden delil toplayabilir. Bu durum, kayıtların doğru ve düzgün tutulmasının kamu düzeni ile ilgili olmasından kaynaklanmaktadır (Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Üyesi Hüseyin Güngör BABACAN – Yargıtay 18.Hukuk Dairesi Tetkik Hakimi Kasım USLU, Nüfus Davaları, Ankara 2013, s.83).
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde haklı nedene dayanılarak adın değiştirilmesi ve düzeltilmesi istemi Türk Medeni Kanunu’nun 27.maddesi hükmüne göre hakimden istenebilecektir. Nitekim TMK’nın “Adın Değiştirilmesi” başlıklı 27.maddesinde; “Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hakimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilan olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Madde metninde geçen haklı nedenin varlığı, her somut olayın özelliğine göre dava görülürken hâkim tarafından kendiliğinden değerlendirilecektir. Eş söylemle hangi hallerin haklı sebep teşkil ettiği konusu her bir davadaki özel koşullara göre mahkemece belirlenecektir. Bu belirleme yapılırken objektif koşullardan çok değiştirme isteminde bulunanın mahkemeye sunacağı özel nedenlerin dikkate alınması gerekir. Bu özel ve kişiye özgü nedenler; istemde bulunanın kişiliği sosyal statüsü, aile ilişkileri de göz önünde bulundurularak hakim tarafından değerlendirilmelidir. Nitekim ad ve soyadı kişiliğin ayrılmaz bir öğesidir. Kişi bununla anılır ve tanımlanır. Ad ve soyadı niteliği gereği onu taşıyan kişi tarafından benimsendiğinde anlam taşır. Adını benimsemeyen kişiliği ile özdeşleşmeyen kimsenin adını değiştirmek istemesi en doğal hakkıdır. Böyle bir durumda, ad değiştirme istemlerini içeren davalarda davacının tercih ve arzusunun ön planda tutulması ve öncelikle dikkate alınması gerekir. Bu hususlar Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 08.02.2018 Tarihli 2017/6911 Esas, 2018/1819 Karar Sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
Uygulamada kişinin, düzeltilmesini istediği ad ile etrafında tanınıyor olması, aynı adı taşıyan kardeşinin bulunması, adın telafuzunun zor olması, cinsiyetinin karıştırılmasına neden olması, adın toplumda alay veya gülünç konusu olacak unsurlar içermesi vb. sebepler ile kişiyi o adı ve soyadı kullanmakta rahatsız edici nedenlerin varlığı haklı neden kabul edilmektedir. Buna karşılık aynı ad ve soyadında birçok akrabasının bulunması, sabıka kaydının bulunması, resmi makamlarca aranan akrabaları nedeniyle zabıtaca sık sık rahatsızlığa maruz kalınması, gayrimeşru yaşadığı eşin soyadıyla benzerlik istenmesi, ünlü ve siyasi kişilere hayranlık gibi nedenler ise haklı neden olarak kabul edilmemektedir (Y.18 HD. 2010/9083 E 14080 K. ; Y.18.HD. 2010/5683 E. 8834 K ; Y.18.HD. 2009/14650 E. 2010/4217 K. ; Y.18.HD. 2010/1532 E. 3572 K. ; Y.18.HD. 2009/13117 E. 2010/3303 K. ; Y.18.HD. 2009/1332 E. 1800 K. ; Y.18.HD. 2008/10965 E. 2009/991 K. ; Y.18.HD. 2008/5052 E. 7410 K. ; Y.18. HD. 2005/2602 E. 3635 K. ; Y.18.HD. 2008/1779 E. 3007 K.).
Adın değiştirilmesi davalarında haklı neden kavramına dair Yargıtay uygulamasından başkaca örnekler ise şu şekildedir. Yargıtay 18.Hukuk Dairesi’nin 06.03.2012 Tarihli 2011/11361 Esas 2012/2297 Karar sayılı kararı; “…Davacı dava dilekçesinde, adının kayden "ABDULKADİR" olmasına karşın "KADİR" adı ile tanındığını bildirerek adının "Kadir" olarak değiştirilmesini istemiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Yasası'nın 27.maddesi hükmüne göre adın ve soyadın düzeltilmesi haklı nedenlere dayanılarak hakimden istenebilir. Somut olayda davacı yanın dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar, dosyada toplanan kanıtlar ve ÖZELLİKLE TANIK ANLATIMLARI ile kolluk araştırması anılan yasa maddesi hükmüne göre haklı neden sayılarak davanın kabulü ile davacının adının istem gibi düzeltilmesine hükmedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.” (Benzer yönde kararlar Y.18. HD. 26.09.2011 T. 2011/10877 E 8556 K. ; Y.18. HD. 28.04.2011 T. 2011/3049 E. 5810 K.).
Yargıtay 18.Hukuk Dairesi’nin 05.07.2011 Tarihli 2011/6254 Esas 8238 Karar sayılı kararı; “…Davacılar vekili dava dilekçesinde, davacıların oğlunun adının tüm çevresi tarafından "Ozan Botan" olarak bilindiğini belirterek küçüğün "Ozan" olan adının "Ozan Botan" olarak değiştirilmesini istemiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Yasasının 27.maddesi hükmüne göre adın ve soyadın düzeltilmesi haklı nedenlere dayanılarak hakimden istenebilir. Somut olayda davacı yanın dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar dosyada toplanan bilgi ve belgeler ile tanık anlatımları, anılan yasa maddesi hükmüne göre haklı neden sayılarak DAVANIN KABULÜ ile davacıların oğlunun adının istem gibi düzeltilmesine hükmedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.”
Yargıtay 18.Hukuk Dairesi’nin 03.05.2012 Tarihli 2012/2238 Esas 4978 Karar sayılı kararı; “…Davacılar dava dilekçesinde, kızlarının adının nüfus kaydında "Fatma" olarak geçmesine rağmen çevrede "Gizem" adı ile tanındığını, çevrede bilinen adı ile nüfusta yazılı adının farklı olmasının karışıklığa neden olduğunu bildirerek, kızları Fatma'nın adının "Gizem" olarak değiştirilmesini istemişler, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. 4721 sayılı Türk Medeni Yasası'nın 27. maddesi hükmüne göre adın ve soyadın düzeltilmesi haklı nedenlere dayanılarak hakimden istenebilir. Somut olayda davacı yanın dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar dosyada toplanan kanıtlar ve özellikle tanık anlatımları, anılan yasa maddesi hükmüne göre haklı neden sayılarak davanın kabulü ile davacıların kızları Fatma'nın adının istem gibi değiştirilmesine hükmedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.”
Yargıtay 18.Hukuk Dairesi’nin 02.02.2012 Tarihli 2011/10516 Esas 2012/928 Karar sayılı kararı; “…Davacı dava dilekçesinde, çevresinde ve ailesinde "Ozan" adı ile bilindiğini, bu durumun yanlışlıklara neden olduğunu belirterek Oman olan adının başına "Ozan" isminin eklenmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.4721 sayılı Türk Medeni Yasası'nın 27.maddesi hükmüne göre adın ve soyadın düzeltilmesi haklı nedenlere dayanılarak hakimden istenebilir. Somut olayda davacı yanın dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar dosyada toplanan kanıtlar ve ÖZELLİKLE TANIK ANLATIMLARI, anılan yasa maddesi hükmüne göre haklı neden sayılarak davanın kabulü ile davacının adının istem gibi düzeltilmesine hükmedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.”
SONUÇ VE İSTEM: Nüfus kayıtlarına ilişkin her türlü düzeltme ve tespit davalarında görevli mahkeme 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Yasasının 36.maddesinin 1/a bendine göre Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Kural olarak adın değişikliği davalarının istemde bulunan kişi tarafından bizzat açılması gerekir. Nitekim bu hak, şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Ancak istemde bulunan kişinin 18 yaşını doldurmamış olması halinde bu dava veli tarafından da açılabilmektedir. Tüm bu hususlarla birlikte Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36/1.maddesinde; “Kayıt düzeltme davaları nüfus müdürü veya görevlendireceği nüfus memuru huzuru ile görülür ve karara bağlanır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu kapsamda nüfus davalarında nüfus müdürü veya görevlendireceği bir yetkili temsilcisinin bulunması zorunlu olup mahkemenin oluşumuna ilişkin ve kamu düzenini ilgilendiren bu yasa hükmü dikkate alınmadan nüfus idaresi temsilcisinin yokluğunda yargılama yapılarak hüküm kurulması hukuken mümkün değildir. İspat hususuna bakıldığında ise Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36.maddesi kapsamında açılacak davalar, genel olarak her türlü kanıtla ispatlanabilir. Bu kanıtlar tanık, sağlık kurulu raporu, hastane kayıtları, DNA testi, okul belgeleri, askerlik ve evlilik kayıtları, bilirkişi incelemesi vs. şeklinde olabilir. Özellikle bu hususlarda tanık dinlenmesinde hiçbir tereddüt yoktur. Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde haklı nedene dayanılarak adın değiştirilmesi ve düzeltilmesi istemi Türk Medeni Kanunu’nun 27.maddesi hükmüne göre hakimden istenebilecektir.