Demokratik hukuk toplumlarının temeli seçme ve seçilme hakkına dayanır. Kimisi, “yönetim sisteminde seçimle değişikliğe gidilebilecek olsa idi, insanlara seçme ve seçilme hakkı tanınmazdı” dese de, temsili demokraside kamu kudretinin kullanıcısı olan devletin yönetim kadrosunun seçimle belirlenmesi esası kabul edilmiştir. Bugün kabul edilen anlamda millet ve onun kudretini kullanan devlet; yasama, yürütme ve idare ile yargı erkleri adı ile bilenen güçlerden oluşur. Bu erklerden bazılarına atama veya dar seçim usulü ile görevlendirmeler yapılsa da, asıl olan mümkün olduğu kadar seçim usulünün kullanılması suretiyle birey ve millet iradesinin devlete ve millet adına hareket eden her kademeye yansımasının sağlanmasıdır.

Bunun için, ilk aşamada seçme ve seçilme hakkının yaygın bir şekilde ve toplumu oluşturan tüm bireyleri kapsayacak şekilde güvenceye alınması ve bu hakkın kullanımının sözde bırakılmaması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nde, yasama organı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin, yani milletvekillerinin aday olarak belirlenmesinde “ön seçim” usulünün kullanılmaması ve %10’luk Ülke seçim barajı sert şekilde eleştirilmektedir. Ancak bugüne kadar seçilme hakkında, “temsili demokrasinin demokratikleştirilmesi” olarak adlandırılabilecek iyileştirilmeye gidilmediği görülmektedir.

Bugün açıklamada bulunacağımız konu seçilme değil seçme hakkıdır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1. Ek Protokolü’nün “Serbest seçim hakkı” başlıklı 3. maddesine göre, “Her sözleşmeci taraf, yasama organının seçilmesinde milletin kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlarda ve makul sürelerde gizli oyla serbest seçimleri yapmayı taahhüt eder”. Görüleceği üzere Sözleşme, herhangi bir tartışmaya yer bırakmaksızın seçme ve seçilme hakkının korunması ve kullandırılması konusunda üye devletlere net bir yükümlülük yüklemiştir. Buna göre üye devletler, demokratik hukuk toplumunun bir gereği olarak serbest seçim hakkının millet tarafından kullanılmasını sağlamasını taahhüt etmişlerdir.

1982 Anayasası’nın “Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakları” başlıklı 67. maddesinde de, bir siyasi hak olarak serbest seçim, yani seçme ve seçilme hakkının güvence altına alındığı görülmektedir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 12 Ağustos 2014 tarihli Firth ve Diğerleri – İngiltere kararında, cezaevlerinde bulunan hükümlülere oy kullandırmayan ve bu konuda yasal düzenleme yapmayan İngiltere’nin yukarıda belirttiğimiz 1. Ek Protokolün 3. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir.

Mahkeme kararında, cezaevlerinde bulunan tüm hükümlülerin “blanket ban: kategorik yasak” olarak adlandırılan mutlak yasak kapsamına alınmak suretiyle oy ve dolayısıyla serbest seçim hakkının engellenmesinin, serbest seçim hakkının korunması konusunda tereddütsüz bir hüküm taşıyan 1. Ek Protokolün 3. maddesinin ihlali saymıştır. Mahkemeye göre cezaevinde bulunan hükümlülerin, “sırf cezaevinde bulunan hükümlüler” sıfatını taşıdıklarından bahisle, suç ve cezaya göre de herhangi bir sınıflandırmaya gidilmeksizin siyasi haklarının engellenmesi yanlıştır. Aynı zamanda oy kullanma hakkı, demokratik hukuk toplumunda ifade ve kanaat hürriyetinin bir kullanım şeklini teşkil eder. Bu anlamda da oy kullanma hakkının kısıtlanmaması ve mümkün olduğu kadar bireyin kendisini seçme hakkını kullanmak suretiyle ifade etmesinin engellenmemesi gerekir.

Devlet; ceza infaz kurumlarında hükümlü olarak bulunanların yanında, cezaevinde bulunmasa da bir suç işlediği için hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı verilen, verilen mahkumiyet kararı hapis olmayıp para cezası olan, afla hapis cezasından kurtulan veya hapis cezasını koşullu salıverilme ile çeken veya hapis cezasının infazı bihakkın tamamlanan kişinin de oy kullanma hakkını kısıtlayabilir mi? Kanaatimizce, demokratik toplum düzeninin somut gereklerine ve “ölçülülük” ilkesine uygun düşmeyen, kişi hak ve hürriyetinin özüne dokunan, Anayasada sınırlama dayanağı olmayan ve bu dayanak bulunsa bile yasal düzenleme ile sınırlama konusu edilmeyen kişi hak ve hürriyetlerine yönelik sınırlamalar hukuka aykırıdır.

Seçme ve seçilme hakkının demokratik yaşamın dayanağı sayıldığı bir noktada, mümkün olduğu kadar toplumu oluşturan her bireyin seçme ve seçilme hakkını kullanabilmesi gerekir Hatta seçme hakkı, seçilme hakkından daha fazla koruma görür. Bazı suçları işleyenlerin seçilme hakkı olmadığı halde, aynı sınırlama seçme hakkının kullanılması yönünden kabul edilmez. Cezaevinde bulunan hükümlüler dışında, bir suçtan kesinleşmiş mahkumiyet kararı ile cezalandırılanların oy kullanma haklarının kısıtlanmasında haklı bir gerekçe olamaz. Belki bu noktada, kamu hizmetinden yasaklı olanların oy kullanmanın ötesinde seçmen olamayacakları ileri sürülebilir ki, bu konuda ayrıca tartışmaya açılabilir. Çünkü seçme hakkı, toplumu oluşturan her bireyin iradesinin ülkenin yönetim biçimine yansıyıp etki etmesini kapsar. Toplumda yaşayan her birey, yaşama hakkına son verilmesi hariç hangi kısıtlamaya tabi tutulursa tutulsun ülkenin yönetim şeklinden etkilenen konumundadır. Bireyin cezalandırılıp cezalandırılmaması, esas itibariyle onun toplum yaşamından ve yönetim biçiminden etkilenmesine engel olmaz. Bu sebeple, hakkında ceza tayini yoluna gidilse de her bireyin irade ve kararı ile siyasal yaşama dahil olup söz söyleyebilmesi gerekir.

Bununla birlikte her devlet, suça ve cezanın ağırlığına göre yapılacak düzenleme ve haklı gerekçe ile siyasi hakların kullanılmasına, dolayısıyla da seçme ve seçilme hakkına yönelik yasal düzenlemelere bağlı sınırlamalar getirebilir. Bu sınırlama, cezaevinde bulunan hükümlü hakkında olabileceği gibi, suçun niteliği ve cezanın ağırlığına bağlı olarak cezanın infazından sonrasını da kapsayabilir (22.05.2012 tarihli Scoppola - İtalya kararı). Önemli olan, kategorik, yani mutlak ve ayırım yapmaksızın keyfi ve kapsamlı yasaklar getirmek suretiyle kişi hak ve hürriyetlerinin özünün zedelenmemesidir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi oy kullanma meselesini, ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülere taşımış ve bu kişilerin mutlak yasakla oy kullanma haklarının engellenmesinin bir hak ihlali oluşturduğuna karar vermiştir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 06.10.2005 tarihli Hirst - Birleşik Krallık kararında, cezaevinde bulunan hükümlülerin siyasal yaşama katılıp oy kullanması konusunda Avrupa Konseyi’ne üye devletler arasında bir ortak uygulama ve standart olmamasına rağmen, hükümlülerin oy kullanma haklarını otomatik, mutlak ve geniş kapsamlı engelleyen sınırlamaların 1. Ek Protokolün 3. maddesini ihlal ettiğine karar vermiştir. Mahkeme, üye devletlerin keyfi olmayan takdir ve değerlendirmelerine bağlı olarak, “eşitlik” ilkesini gözeten, suçun niteliği veya cezanın ağırlığına bağlı yasakların öngörülebilmesinin mümkün olabileceğini ifade etmiştir. Kanaatimizce, ceza infaz kurumlarında bulunan tüm hükümlülere oy kullanma yasağı getiren kategorik, yani mutlak yasak yerine, suçun niteliği, cezanın ağırlığı ve hükümlünün mükerrer suç işleme özelliklerini dikkate alan yasal düzenleme yapılması suretiyle bir kısım hükümlülerin siyasi haklarının engellenmesi mümkün olabilecektir.

Sonuç olarak Mahkeme; hükümlülerin oy kullanma hakkına getirilen genel sınırlamanın, somut gerekçeye bağlı ayırım yapılmaksızın bir topluluğa veya sıfata, bu kişilerin işledikleri suçların ağırlığına ve şahsi hallerine bakılmaksızın, yalnızca mahkum olduklarından bahisle otomatik olarak uygulanmasını öngören kural ile serbest seçme hakkının bağdaşmayacağına ve bu genel sınırlamanın hak ihlaline yol açtığına karar vermiştir.

Türk Hukuku’nda, tutuklunun seçme hakkı korunmaktadır. Suçsuzluk/masumiyet karinesi altında yargılanan ve henüz “suçlu” olduğuna karar verilmeyen birey, seçme hakkı kapsamında oy kullanabilmektedir. Bu uygulama elbette isabetlidir. Aynı hakkın, suçsuzluk/masumiyet karinesi son bulan hükümlüler yönünden ne şekilde düzenlendiğini tespit etmek gerekirse, Anayasa m.67/5’in birinci cümlesine göre, “Silah altında bulunan er ve erbaşlar ile askeri öğrenciler, taksirli suçlardan hüküm giyenler hariç ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlüler oy kullanamazlar”.

298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 6. maddesinde, 18 yaşını dolduran her Türk vatandaşının seçme ve halk oylamasına katılma hakkına sahip olduğu; 7. maddesinde, yukarıda yer verdiğimiz Anayasa m.67/5’in tekrarlanmak suretiyle oy kullanamayacak olanların belirtildiği ve 8. maddesinde de, kısıtlı olanlar ile kamu hizmetinden yasaklı olanların seçmen olamayacaklarının ifade edildiği görülmektedir.

Kanaatimizce, silah altında bulunan erler, onbaşılar ve kıta çavuşları ile askeri öğrenciler ve ceza infaz kurumlarında hükümlü bulunup da suçun niteliği ve cezanın ağırlığına göre seçme hakkına kısıtlama getirilmemesi gerekenlerin oy kullanma hakları engellenmemelidir. İHAM, her ne kadar İngiltere yönünden bireysel karar verse de, aynı durumda olan Türkiye Cumhuriyeti’nin de, oy kullanma yasağı ile ilgili genel düzenleme yerine somut yasal düzenleme yapması isabetli olacaktır. Bundan başka, kamu hizmetinde bulunmanın ötesinde ve bizce üstünde bir hak olan seçme hakkının, kamu hizmetinden yasaklı olanlar hakkında herhangi bir somutlaştırma yapılmaksızın kısıtlanması da doğru değildir. Tüm bu sebeplerle; Türkiye Cumhuriyeti’nde seçme ve seçilme hakkı ile ilgili demokratikleşmeye uygun adımların atılması, Anayasa ve 298 sayılı Kanunda değişikliğe gidilmesi gerekmektedir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)