I. KAMU GÖREVLİSİ KAVRAMI

Öğretide kamu görevlisi kavramı geniş ve dar anlamda olmak üzere iki kategoride tanımlanmaktadır. Geniş anlamda kamu görevlisi kavramı, hukuki statülerine ve üstlendikleri vazifeye bakılmaksızın idari teşkilat içerisinde görevli herkesi kapsamaktadır. Dar manada kamu görevlisi kavramı ise, siyasi nitelikteki görevlilerle özel hukuka tabi kişileri kapsamamaktadır. İdare hukuku kapsamında dar anlamda kamu görevlisi olanlar incelenmektedir.[1]

Anayasa’nın 128’inci maddesinde yer alan, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” ifadeleriyle idare hukuku kaidelerine uygun olarak çalışacak görevlilerin memurlar ve diğer kamu görevlileri olduğu belirtilmiştir.

II. RÜCU KAVRAMI

Rücu kelimesi; bir işten vazgeçme, bir sözden cayma, dönme manalarına sahiptir.[2] Hukuk terminolojisi kapsamında rücu kavramı ise çoğunlukla borç ilişkileriyle alakalı olarak kullanım alanı bulur. Rücu kavramının hukuk düzeninde genel olarak iki farklı kullanımı vardır. Bunlardan birincisi, sözleşmeden vazgeçme manasındadır. İkincisi ise, bir borcun ödemesini yapan kişinin ödediği miktarı asıl borçludan talep etme hakkıdır.[3] Bu durum, borcu ödeyen kişinin zarara uğramasını ve asıl borçlunun sebepsiz zenginleşmesini önlemeye yöneliktir. Bu yönüyle rücu hakkının düzeltme ve denkleştirme fonksiyonuna sahip olduğunu ifade etmek mümkündür.[4]

Özel hukukta rücu ilişkisi, sözleşme veya haksız fiil gibi sebeplerden dolayı ortaya çıkabilir. Rücu alacağı ilişkisi, tazminat sorumluluğunu da içermektedir. Kamu hukukunda ise, idarenin kendi görevlisine rücu edebilmesi sadece kamu görevlisinin başka kişilere verdiği zararların tazmini maksadıyla idare tarafından ödenen tazminatın sorumlu kamu görevlisinden kusuru nispetinde talep edilmesi maksadıyla söz konusu olur.

Kamu hukukunda rücu, idarenin vazife verdiği kamu görevlisine kamu hizmeti gerçekleştirmesi maksadıyla sunduğu yetkilere uygun olarak, bu yetkilerin kullanılması neticesinde doğan zararları kendisine rücu etmesidir.[5] Kamu hukukunun rücu anlayışıyla özel hukukun anlayışı arasındaki temel fark, idarenin asıl borç ilişkisinin tamamıyla haricinde bir üçüncü kişi şeklinde kabul edilememesidir. İdare, tamamıyla kişisel kusur sonucunda ortaya çıkan tazminat davalarında dahi kişisel kusurlu kamu görevlisiyle arasındaki kamu hukukuna tabi ilişki nedeniyle soruna taraf olmaktadır.

İdarenin, zararın ortaya çıkmasına neden olan kamu görevlisine rücu etmesi bütünüyle Anayasa’nın 129’uncu maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13’üncü maddesi hükümlerine göre gerçekleşir. Bu açıdan idare hukuku kapsamında kamu görevlisine rücu tamamıyla yasal sınırlar içerisinde gerçekleşmesi de özel hukukun rücu anlayışından farklı yönünü ortaya koymaktadır.

İdarenin kamu görevlisine karşı rücu hakkını kullanabilmesi için, öncelikle idare bakımından bir kusur sorumluluğunun mevcut olması ve zarara yol açan bu hâle kamu görevlisinin kusurlu davranışının sebep olması gerekmektedir. Bu sebeple, idarenin kusursuz sorumluluğunun söz konusu olması hâlinde, rücu yoluna başvurulamaz.[6]

III. İDARE HUKUKUNDA RÜCU MÜESSESESİNİN İŞLEYİŞİ

Anayasa’nın 129’uncu maddesinin beşinci fıkrasında; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” şeklinde ifade edilen hüküm gereğince, kamu görevlisinin kişisel kusurunun ya da hizmet kusuruyla beraber kişisel kusurun mevcut olması durumunda idarenin kusurlu davranışta bulunan kamu görevlisine rücu hakkı mevcuttur.[7]

Anayasa’nın 40’ıncı maddesinde yer alan “Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” ifadeleri ile de idarenin rücu hakkının mevcudiyeti belirtilmiştir.

Konu hakkında cari olan bir diğer düzenleme olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13’üncü maddesinde, “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar... Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” şeklinde yer alan hüküm de idarenin rücu hakkını düzenlemektedir.

Anayasa ve 657 sayılı Kanunda mevcut olan bu düzenlemelerin işlediği sistem “güvence sistemi” kavramıyla isimlendirilmektedir. Güvence sistemi, fertlerin maruz kaldığı zararların tazmin edilmesinde kamu görevlisini ve zarara maruz kalan fertleri korumayı hedeflemektedir.

Zararın kamu görevlisine rücu edilebilmesinin temel şartı kamu görevlisinin kişisel kusurunun bulunmasıdır. Öğreti ve içtihatlarda, görev esnasında olmakla birlikte kabul edilmesi beklenemeyen derecede ağır nitelikte olan kusurlar “kişisel kusur” sayılır. Danıştay bir kararında, “...Öte yandan Anayasanın 129. maddesine ve 657 sayılı yasanın 13. maddesine göre idarenin, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan dolayı ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak sorumluluğu saptanan görevlilerden tahsil etmesi gerekmektedir. Olayda davacı hakkındaki suçlamaların ortaya çıkışı aşamasında ve sonraki aşamada görevlilerin „ağır kusurları‟ söz konusu olduğundan, hükmolunan tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan görevlilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa ve yasa hükmü gereği bulunmaktadır.” ifadeleriyle bu hususa ışık tutmuştur.[8]

Konu hakkında Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bir kararında şu ifadelere yer verilmiştir:

“...Diğer taraftan; Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zarar, kamu görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor, aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel bakımından "görev kusuru" olarak tanımlanan bu kusurun, idare yönünden nesnel nitelik taşıyan "hizmet kusuru" kapsamında idare hukuku esaslarına tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir. Nitekim, Anayasa'nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verildikten sonra, 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanununun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine işaret edilmiştir.... Buna göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, sorumlu personeline rücu edebilecektir. Buna karşılık, kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen; başka bir anlatımla, suç biçimine dönüşerek idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemlerinin, yukarıda belirtilen Anayasal korumanın dışında kaldığını ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat davası açılabilme olanağı bulunduğunu da belirtmek gerekir. Olayımızda, adli yargı yerinde, idarenin kamu görevlisine karşı, tazminatın konusunu oluşturan zararın kamu görevlisinin kasta varan şahsi kusurundan doğduğu iddiasıyla ve doğrudan doğruya kamu görevlisine karşı dava açıldığı; görülmektedir. Belirtilen duruma göre, şahsi kusuruna dayanılarak doğrudan doğruya kamu görevlisine karşı açılan tazminat davasının, özel hukuk hükümleri çerçevesinde görülmesi ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu açıktır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır...”[9]

İdarenin rücu yoluna başvurup başvurmama hususunda takdir yetkisinin mevcudiyeti hakkında öğretide görüş birliği yoktur. Ancak idarenin bu konuda takdir yetkisini haiz olmadığı görüşü ağır basmaktadır. Zira idarenin bu konuda takdir yetkisine sahip olması ve bu takdir yetkisi gereğince rücu hakkını kullanmaması durumunda kamusal zarar söz konusu olur.[10]

İdarenin rücu hakkını kullanıp kullanmama yönünde takdir yetkisinin bulunmadığına dair birçok Danıştay kararı vardır. Danıştay’ın konu hakkındaki bir kararında:

“Dava konusu olayda idarenin hizmet kusuru olarak nitelendirilen “haksız yere suç duyurusunda bulunma” işleminin, gerçekte bu konuda idare adına yetki kullanan kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından doğduğu tartışmasızdır. Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasanın gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir. Anayasanın sözü edilen maddesindeki “kendilerine rücu edilmek kaydıyla” ibaresi; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etme zorunluluğunu ifade etmekte olup; davacıların, bu anayasal zorunluluk nedeniyle dava dilekçelerinde ayrıca ve mutlaka rücu talebinde bulunmaları gerekmemektedir. Buna göre; dava konusu olayda, Vergi Usul Kanunu'nun 134 ve devamı maddelerinde yer alan vergi inceleme yetkisine sahip Gelirler Başkontrolörü Hasan Çağlar tarafından, anılan Yasanın 367. maddesine dayanılarak düzenlenen suç duyurusu raporunun eksik incelemeye dayalı olması nedeniyle davacı hakkında suç duyurusunda bulunulduğu anlaşıldığından; davalı idarenin, adı geçen kamu görevlisine, hizmeti kusurlu yürütmesi nedeniyle Anayasanın yukarıda yer verilen 129. maddesi hükmü uyarınca adli yargıda dava açmak suretiyle rücu etmesi gerektiği açıktır.” ifadelerine yer verilerek konu açıklanmıştır.[11]

Genellikle idarenin faaliyetlerinde kusurlu davranması basit kusur seviyesinde kâfi kabul edilirken, birtakım faaliyetlerinde ise ağır kusurun mevcudiyeti aranır. Ağır kusurun mevcudiyetini arayan faaliyetler, yürütülmesi meşakkatli faaliyet alanlarıdır. Bu alanlar Fransız Danıştayı tarafından kolluk faaliyetleri, kurtarma acil yardım, tıbbi hizmetler, hapishane idaresi, itfaiye, adalet hizmetleri, vergi idaresi alanları şeklinde belirtilmiştir.[12]

İdarenin rücu başvurusunda bulunmak hususunda takdir yetkisinin bulunmadığı meselesine yeni bir yaklaşım getiren bir husus da fertlerin idarenin rücu etmediği hâllerde rücu edilmesi talebinde bulunması ve bu yönde bir dava hakkını haiz olup olmadığıdır. Bu konu hakkında Danıştay’ın bir kararı son derece açıklayıcıdır. Şöyle ki:

“Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare bir zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından ödenmesi temel bir kuraldır. Kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı başvurdukları mahkeme veya makamlarca verilen kararlar uyarınca zararlarının ilgili kurumlarca karşılanması ve kurumların genel hükümlere göre sorumlu memurlara  rücu hakkı bulunması, ulusal yargı kararlarının uygulanması bakımından açık olarak düzenlenmiş bir konu olup; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nce verilen kararlar sonucunda Devletçe ödenen tazminatlardan dolayı sorumlu personele rücu edilmesi konusundaki tek açık düzenleme ise, kamu görevlisinin kişisel kusurunun belirgin bir biçimde ortaya çıktığı işkence ya da zalimane, gayrı insani veya haysiyet kırıcı muamele suçları nedeniyle hükmedilen tazminatlarda sorumlu personel rücu edilmesi konusuna ilişkin bulunmaktadır. Ancak, yukarıda anılan Anayasa hükmü, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi ile rücuyla ilgili genel kurallar göz önünde tutulduğunda, zarara uğradığı yargı kararıyla saptanan kişiye Devlet tarafından tazminat ödendikten sonra sorumlu personele rücu edilmesinin, Hukuk Devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır. Rücu kurumunun işletilmesi, kamu görevlisinin kişisel kusurunun doğurduğu zararların yine kendisi tarafından karşılanmasını ve yargı kararının uygulanmaması ya da etkisiz bırakılması gibi hukuka aykırı eylem ve işlemlerden titizlikle kaçınılmasını amaçlar. Rücu mekanizmasının işletilmesi, kamu kurumunun yetkileri arasında bulunmakla birlikte, idarenin bunu kendiliğinden yapmadığı durumlarda, yurttaşların bunu sağlamak amacıyla idareye başvurmalarına bir engel bulunmamaktadır. Kamu hizmeti görevlilerinin kişisel kusurundan kaynaklanan zararın karşılığı olarak ulusal ya da uluslararası bir Mahkemece hükmedilen tazminat devlet tarafından zarara uğrayan kişiye ödendikten sonra ilgili kamu kurumu tarafından sorumlu personele rücu edilmemesi, bu yükün toplum üzerinde bırakılması anlamına geleceğinden, her yurttaş ve özellikle kamu görevlilerinin kişisel kusuru nedeniyle zarara uğrayıp yargısal süreci başlatmış olan yurttaşlar, ilgili personele rücu edilmesini sağlamak amacıyla idareye başvurabilir ve bu başvurularının reddi üzerine de dava açma hakkını kullanabilirler. Kamu hizmeti görevlilerinin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ve kendi kusurlarından doğan zararı toplum ödemek zorunda değildir.”[13]

Rücu müessesesi hususunda idarenin takdir yetkisini haiz olmayışı, diğer bir ifadeyle rücu yoluna gitme zorunluluğu, uygulamada kesin bir şekilde kabul görmemektedir. Bu kesin kabul görmeme hâlinden dolayı Danıştay’ın bazı kararlarında bu meselenin üzerinde ciddi şekilde durulduğu görülmektedir. Konu ile alakalı bir Danıştay kararında yer alan değerlendirmeler şöyledir:

“Öte yandan, Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiş; 5442 sayılı Kanunun 6. maddesinde de Valilerin, İçişleri Bakanlığının inhası, Bakanlar Kurulunun kararı ve Cumhurbaşkanının tasdiki ile tayin olunacakları hükme bağlanmıştır. Bu hükümler karşısında, inha makamı olan İçişleri Bakanının harekete geçmemesi halinde Bakanlar Kurulu'nun kendiliğinden karar alamayacağı da dikkate alındığında, davacının Bitlis Valiliğine atanmasına ilişkin 24.7.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararı ile tekrar Merkez Valiliğine atanmasına ilişkin 29.10.1995 günlü Bakanlar Kurulu Kararında inhada bulunan İçişleri Bakanının kişisel kusuru bulunduğu açık olduğundan, hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, sorumluluğu saptanan ilgili kişi veya kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesi Anayasa hükmü gereği bulunmaktadır. Anayasanın sözü edilen maddesindeki (kendilerine rücu edilmek kaydıyla) ibaresi; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde, idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etme zorunluluğunu ifade etmekte ve bu Anayasal zorunluluk nedeniyle bu gibi hallerde davacıların, dava dilekçelerinde ayrıca ve mutlaka rücu talebinde bulunmaları gerekmemektedir.”[14]

Görüldüğü üzere, idare tarafından ödenen tazminatın kişisel kusuru bulunan kamu görevlisine rücu edilmesi işleminin, idarenin ihtiyari bir yetkisi olarak kabul edilmemekte; bilakis, Anayasa’nın 129’uncu maddesinin beşinci fıkrası gereği yerine getirilmesi zorunlu bir yetki olduğu vurgulanmaktadır. Bu yaklaşıma göre, bir kamu görevlisinin kişisel kusuru sebebiyle ortaya çıkan ve idarece tazmin edilen zararın kusurlu kamu görevlisine rücu edilmesi, Anayasal bir zorunluluktur. Bu durumda, idarenin, kişisel kusuru bulunan kamu görevlisine rücu etme görevini yerine getirmemesi hukuka aykırı bir tutum olacaktır. Böyle bir hâlin mevcudiyeti durumunda, kusurlu kamu görevlisine rücu edilmesi için idareye başvuru yapılması; bu başvurunun idare tarafından açık yahut zımni olarak reddedilmesi durumunda işbu ret kararını ihtiva eden idari işlemin idari yargıda dava konusu yapılabilmesinin önü açılmaktadır.

SONUÇ

Kamu görevlileri, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerini gerçekleştiren fertlerdir. Bu kamu hizmetlerinin gerçekleştirilmesi esnasında, kimi zaman birtakım kusurlu davranışlar vuku bulur ve bunun neticesinde zarara uğrayan kişiler tarafından idareye karşı tazminat talebiyle tam yargı davası açılabilir. İdarenin, idarenin sorumluluğu esası çerçevesinde tazmin etmekle yükümlü olduğu zararları giderdikten sonra, kusurlu kamu görevlisine kusuru oranında rücu etme hakkı ve yükümlülüğü vardır.

Kamu görevlilerinin vazifelerini ifa ederken muhatap oldukları rücu tehdidi, görevleriyle ilgili faaliyetlerini gerçekleştirirken daha özenli, temkinli ve dikkatli davranmalarını sağlamak amacını taşıması bakımından son derece faydalı olup, bu yönü itibariyle önleyici nitelik ve gücü haizdir.

İdare, her ne kadar kamu hizmetini yürütebilmek için kamu görevlilerine ihtiyaç duysa da kamu görevlilerinin görev başında kusurlu davranışlar sergilemesi sebebiyle ortaya çıkan zararları giderdikten sonra, kamu görevlisinin kusurunun ve kusur nispetinin tespiti ile birlikte rücu yoluna başvurmak durumunda kalacaktır. Zira, kamu görevlilerinin idare tarafından korunmaya ve gerekli özgür faaliyet alanı sağlama yönündeki taleplerine karşılık almaya dair beklentilerini temin etmek yükümlülüğünü sırtlanan idarenin, aynı zamanda en temel ve genel kabul gören amacı olan kamu yararını gözeterek toplumu oluşturan fertlerin menfaatleri ile idarenin ve kamu görevlilerinin menfaatleri arasında hakkaniyetli bir dengeyi sağlaması gerekmektedir. İşte, rücu müessesinin varlık sebeplerinden belki de en önemlisi bu hususların gerçekleşmesi yönündeki gayret ve beklentilerdir.

İdarenin ekonomik kaynaklarının “milli servet” niteliğinde oluşu, kamu görevlisine rücu etme yetkisinin varlık sebebini açıklamaktadır. Zira, kamu görevlisinin kişisel kusuru sebebiyle meydana gelen zararın idare tarafından tazmin edilmesini müteakip kamu görevlisine rücu edilmemesi durumunda, milli servet kapsamında yer alan kamu kaynaklarının tüm vatandaşlar aleyhine ve kamu yararı amacı taşımaksızın harcanması söz konusu olacaktır. Bu durum, devletin ve idare hukuku bağlamında idarenin hukuk düzeni kapsamındaki görevini ve varlık maksadını aşan bir ihlâl olarak karşımıza çıkacaktır.

Rücu müessesesini hak kavramının gereklerini benimseyerek faaliyete geçirmek son derece önemlidir. Böyle bir düzen ve anlayışın mevcut olması, idarenin ve kamu görevlilerinin görev ahlakı ve ciddiyetine müspet tesirde bulunacağı gibi, kamu hizmetlerinin varlık sebebi olan millet unsurunun da idareye ve kamu görevlilerine bakışını güven duygusunun kapsamı içerisine alacaktır. Böylece, idarenin iç ve dış tarafsızlık esaslarına uygun hareket ettiği düşüncesi toplum nezdinde güçlenecektir.

Rücu müessesesi, temel amacının dışına taşmaksızın adalet ve hakkaniyet çerçevesinde uygulanmalı ve idare hukukunun, hukuksuzluğa karşı sahip olduğu en etkili silahlarından biri olmalıdır. Zira, idarenin tazmin ettiği zararın kusurlu kamu görevlisine rücu edilmesi, idarenin mali kaynaklarının korunması yönünden kıymetli olsa da bu müessesenin asıl önemli etkisi idareye güven ve adaletin varlığına dair güven ve inancın toplumun kabul ve takdirine sunulmasının sağlanmasıdır.

KAYNAKÇA

AKYILMAZ, Bahtiyar / SEZGİNER, Murat / KAYA, Cemil: Türk İdare Hukuku, 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2011.

ANTALYA, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt I, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2012.

AYVERDİ, İlhan: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, Ankara, 2011.  

GÜNDAY, Metin: İdare Hukuku, 10. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2011.

KARSLI, Abdürrahim: Usul Hukuku Açısından Rücû Davaları, İstanbul, 1994.

MEMİŞ, Emin: Genel İdare Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2017.

SAĞLAM, Harun: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Doğan Tazminatlar Nedeniyle Kamu Görevlisine Rücu Edilmesi”, Akademik Teklif Dergisi, Sayı 1, Temmuz 2013, s. 144-155.  

SAĞLAM, Harun: Türk Hukukunda Kamu Görevlilerinin Kişisel Kusurlarından Kaynaklanan Zararlardan Dolayı İdarenin Sorumluluğu ve Kamu Görevlilerine Rücu Edilmesi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2010.

SARIDERE, İrem: Yargı Kararları Işığında İdarenin Rücu Davaları, Trabzon Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Trabzon, Ocak 2020.

YILDIRIM, Turan / YASİN, Melikşah / KARAN, Nur / ÖZDEMİR, H. Eyüp / ÜSTÜN, Gül / OKAY TEKİNSOY, Özge: İdare Hukuku, 2. Baskı, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2011.

GÜNDÜZ, Mustafa / GÜNEŞ, Mehmet: “Kamu Görevlisine Rücu Edilmesinde Hukuki Sorunlar ve İdari Yargı Kararları Işığında Güncel Bir Değerlendirme”, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, 2015 s. 7-19.

---------------------

[1] GÜNDAY, Metin: İdare Hukuku, 10. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 580; AKYILMAZ, Bahtiyar, SEZGİNER, Murat / KAYA, Cemil: Türk İdare Hukuku, 2. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 561-562; YILDIRIM, Turan / YASİN, Melikşah / KARAN, Nur / ÖZDEMİR, H. Eyüp / ÜSTÜN, Gül / OKAY TEKİNSOY, Özge: İdare Hukuku, 2. Baskı, On İki Levha Yayınları, İstanbul, 2011, s. 290.

[2] AYVERDİ, İlhan: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Lugatı, Ankara, 2011, s. 2641.  

[3] KARSLI, Abdürrahim: Usul Hukuku Açısından Rücû Davaları, İstanbul, 1994, s. 8.

[4] ANTALYA, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt I, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 784.

[5] SAĞLAM, Harun: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Doğan Tazminatlar Nedeniyle Kamu Görevlisine Rücu Edilmesi”, Akademik Teklif Dergisi, Sayı 1, Temmuz 2013, s. 145.  

[6] GÜNDÜZ, Mustafa / GÜNEŞ, Mehmet: “Kamu Görevlisine Rücu Edilmesinde Hukuki Sorunlar ve İdari Yargı Kararları Işığında Güncel Bir Değerlendirme”, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl 4, Sayı 7, 2015, s. 10.

[7] SAĞLAM, Harun: Türk Hukukunda Kamu Görevlilerinin Kişisel Kusurlarından Kaynaklanan Zararlardan Dolayı İdarenin Sorumluluğu ve Kamu Görevlilerine Rücu Edilmesi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2010, s. 45.

[8] Danıştay 10. D., T. 20.04.1989, E. 1988/1042, K. 1989/857.

[9] Yargıtay HGK., T. 30.04.2003, E. 2003/4-334, K. 2003/313.

[10] SARIDERE, İrem: Yargı Kararları Işığında İdarenin Rücu Davaları, Trabzon Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Trabzon, Ocak 2020, s. 89.

[11] Danıştay 10. D., T. 27.04.2009, E. 2009/144, K. 2009/3283.

[12] MEMİŞ, Emin: Genel İdare Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2017, s. 480.

[13] Danıştay 5. D., T. 3.6.2008, E. 2007/7369, K. 2008/3234.

[14] Danıştay 5.D., T. 10.11.1997, E. 1995/3611, K. 1997/2485.