Bazı durumlarda avukatların ifade açıklamaları ile adil yargılanma hakkı arasında yakın bir ilişki ortaya çıkabilir. Bu nedenle bir ceza davasındaki müdafinin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda demokratik bir toplumda bu tür bir açıklamaya yapılacak müdahalelerin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilebilir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarında belirtildiği üzere hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı”, yargının olmazsa olmaz koşulu olan “savunma” ile birlikte anlam kazanır. Savunma “sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir.

Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı uyarınca herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir.

Avukatlar tarafından söylenen sözlerin ya da yazılı olarak yapılan beyanların bu söz ya da beyanların yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede avukatlar tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı dikkate alınarak ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir.

Meslek kuralları gereğince avukattan iddia ve savunma araçlarını kullanırken ölçülü olması ve mesleğe yaraşır biçimde hareket etmesi beklenir. Ancak bu beklenti avukatı kullanacağı her sözcüğü ölçüp tartmaya, fikir beyanında bulunmaktan kaçınmaya sevk edecek boyuta ulaşmamalıdır.

Avukatların savunma esnasındaki sözlerinden dolayı cezai takibata maruz kalmalarının müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği de gözönüne alınmalıdır. Bu kapsamda avukatların mesleklerinin icrası sırasındaki ifade özgürlükleri bağlamında ceza soruşturmalarına -verilen cezalar hafif olsa da- ancak istisnai durumlarda başvurulmalıdır.

İlgili Kararlar:

♦ (Keleş Öztürk, B. No: 2014/15001, 27/12/2017)
♦ (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19/2/2019)
♦ (Bayram Akın, B. No: 2015/19278, 7/3/2019)
♦ (Çelebi Kutlu, B. No: 2017/38612, 21/4/2021)
♦ (Samet Çelikçapa, B. No: 2018/14878, 26/5/2022)
♦ (Cengiz Şimşek, B. No: 2018/19950, 13/9/2022)
♦ (Nesrin Çetinkaya ve Serhat Çetinkaya, B. No: 2019/8563, 8/6/2023)

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KELEŞ ÖZTÜRK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2014/15001)

 

Karar Tarihi: 27/12/2017

R.G. Tarih ve Sayı: 9/2/2018-30327

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Osman Alifeyyaz PAKSÜT

 

 

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

M. Emin KUZ

Raportör

:

Recep KAPLAN

Başvurucu

:

Keleş ÖZTÜRK

Vekilleri

:

Av. Faruk Nafiz ERTEKİN

 

 

Av. İbrahim ERGÜN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir avukatın duruşma sırasında kullandığı sözlerinden dolayı adli para cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 8/9/2014 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü sunmuştur.

7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

9. Avukat olan başvurucu, olayların geçtiği tarihte İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen bir davada beş sanığın müdafiliğini yapmaktadır.

10. Anılan davanın 1/4/2009 tarihli duruşmasında başvurucu, sanık müdafii olarak duruşmaya katılmıştır. Duruşma tutanağına göre başvurucu, esas hakkında mütalaasını tamamladıktan sonra Cumhuriyet savcısına "Mütalaaya karşı savunmalarımızı hazırlamamız için süre talep ediyoruz, ancak mütalaayı kabul etmiyorum, Savcı Hukuk Fakültesini yeniden okusun, Hukuk Fakültesini okumadı, ya dosyayı okumadı ya da mahkemenin yaptığı işleri esas almıyor yada değer biçmiyor, daha önceki tahliye taleplerimizi de tekrar ediyoruz, müvekkilimin tahliyesini talep ediyorum, [S.Y.nin] beyanının değerlendirilmesi gerekir, kaldı ki [S.Y.] ile ilgili dosyada bu konuda yapılan işlem sorulabilir, mahkeme aşamasında yapılan işlemlerin hiç bir değeri yok ise o zaman bunların yapılmasının ne anlamı kalmaktadır? mahkemede yapılan işlemler nazara alınarak buna göre mahkemece değerlendirme yapılmasının ve karar verilmesini talep ediyorum." şeklinde sözler sarf etmiştir.

11. Mahkeme, başvurucunun Cumhuriyet savcısına yönelik sözleri nedeniyle görevli memura görevinden dolayı hakaret, terör örgütlerine hedef gösterme ve adil yargılamayı etkileme suçlarından gereğinin takdir ve ifası için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına bildirimde bulunulmasına karar vermiştir. 7/4/2009 tarihinde suç duyurusunda bulunulmuştur.

12. Duruşmanın yapıldığı gün, aynı davada başka sanıkların müdafiliğini yapan bazı avukatlar tarafından tutulan tutanakta başvurucunun "Savcı Hukuk Fakültesini yeniden okusun, Hukuk Fakültesini okumadı." şeklinde bir beyanda bulunmadığı, "..kendisinin İstanbul Hukuk Fakültesinden mezun olduğu, savcı beyin hangi fakülteden mezun olduğunu bilmediği..." şeklinde sözler söylediği belirtilmiştir. Başvurucu da duruşmanın ertesi günü aynı gerekçelerle tutanağa itiraz etmiştir.

13. Başvurucu hakkında kovuşturma yapılabilmesi için gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir.

14. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda başvurucunun "...Savcı Hukuk Fakültesini yeniden okusun, Hukuk Fakültesini okumadı..." şeklindeki sözleri ile kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakarette bulunduğunun sübuta erdiği kabul edilmiştir. Bu nedenle 7/5/2010 tarihinde başvurucunun 304 gün karşılığı adli para cezası (6.080 TL) ile cezalandırılmasına ancak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Karara yapılan itiraz reddedilmiştir.

15. Karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 22/7/2010 tarihli ve 6008 sayılı Kanun kapsamında başvurucu müdafileri tarafından hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının geri alınması talep edilmiş ve Mahkemece karar geri alınarak duruşma açılmıştır.

16. İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda başvurucunun Cumhuriyet savcısının şahsını hedef alan bir kısım sözler söylediği konusunda herhangi bir tereddüt ve çelişki olmadığı, iddia ve savunma arasındaki farklılığın sözlerin içeriği ile ilgili olduğu tespiti yapılmış; Cumhuriyet savcısının hukuk fakültesini okuyup okumadığı hususunun kişilerin yaptığı iş ve eylemler ile değil, kişilerin şahıslarının hedef alınması ile ilgili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Anılan gerekçelerle 20/12/2010 tarihinde başvurucunun -hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasının başvurucu ve müdafilerince kabul edilmemesi dikkate alınarak- 304 gün karşılığı adli para cezası (6.080 TL) ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararında suça konu sözlerin söylendiği iddia olunan duruşma sırasında ortamın gergin olduğu yönünde bir tespitte de bulunmuştur.

17. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar 10/6/2014 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, karardan para cezasının ödenmesine dair ödeme emrinin 14/8/2014 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine haberdar olduğunu belirtmiştir.

18. Başvurucu 8/9/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

19. Öte yandan başvurucunun 1/9/2014 tarihli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca itiraz yoluna başvurulmasına yönelik talebi, itirazı gerektiren maddi ve hukuki sebep bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat

20. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

...

(3) Hakaret suçunun;

 a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

...

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz."

21. 5237 sayılı Kanun'un "İddia ve savunma dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. Maddesi şöyledir:

"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

2. Yargıtay Kararları

22. Ceza yargılaması bakımından avukatların mesleklerinin icrası esnasındaki ifade özgürlüklerine ilişkin Yargıtayın değerlendirme ölçütlerini içeren Yargıtay Ceza Genel Kurulunun17/7/2007 tarihli ve E.2007/4-105, K.2007/174 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir (Anılan karara Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 10/7/2015 tarihli ve E.2015/11404, K.2015/4552 sayılı, Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 22/5/2015 tarihli ve E.2015/1806, K.2015/1677 sayılı, Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 13/1/2016 tarihli ve E.2016/111, K.2016/419 sayılı, Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 29/2/2016 tarihli ve E.2015/41941, K.2016/3581 sayılı, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 18/11/2016 tarihli ve E.2016/4626, K.2016/5870 sayılı kararlarında da atıf yapılmıştır.):

"Sanığın avukat olmasının ve belirtilen eylemin “avukatlık görevinin ifası” sırasında işlenmesinin savunma dokunulmazlığını gündeme getirdiği, ... savunma (veya iddia) amacıyla vaki olan yazı ve sözlerin” hakaret suçları açısından hukuka uygunluk nedenlerinden birisini teşkil eden “hakkın kullanılmasını” oluşturabileceği,

Böyle bir hakkın ihdas edilmesinin amacının, ceza yargılaması bakımından gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin yerine getirilmesi olduğu,

Bu şekilde, davada taraf olan; davalı, davacı, şahsi davacı, katılan, sanık ve savcının iddianın ve savunmanın gerektiği şekilde yapılabilmesi için belirli koşullar dahilinde bazı isnadlarda bulunabilecekleri, bunu yaparken de bazan muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri öngörülmekle, iddia ve savunmanın gerekliliği ile orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemlerin hukuka uygun sayılacağı,

Ancak;

Bu hakkın kullanımının bazı koşullara bağlı olduğu, bu koşulların;

a) Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı),

b) Eylemin, yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (Yer şartı),

c) Hak kullanılırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (Ölçülülük şartı), Şeklinde sıralanabileceği,"

B. Uluslararası Hukuk

1. Avukatların Rolü Üzerine Temel İlkeler

23. Avukatların Rolü Üzerine Temel İlkelerin (1990 yılında yapılan suçların önlenmesi ve suçlulara muamele üzerine Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilmiştir.) 20. maddesi şöyledir:

"Avukatlar, bir mahkeme, yargı yeri veya hukuki ya da idari bir otorite önünde mesleki faaliyetlerini yürütürken ya da konuya ilişkin iyiniyetle yaptıkları yazılı ya da sözlü talepleri için hukuki ve cezai bağışıklıktan yararlanmalıdırlar."

2. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında 21 Numaralı Tavsiye Kararı

24. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında 21 Numaralı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısımları şöyledir:

"Prensip I

Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlüğün Genel Prensipleri

1. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ışığında, avukatlık mesleğinin icrasındaki özgürlüğe, ayrımcılık yapılmadan ve otoriteler veya kamudan gelebilecek yersiz müdahaleler olmadan saygı gösterilmesi, korunması ve teşvik edilmesi için gereken tüm tedbirler alınmalıdır.

...

4. Mesleki standartlara uygun olarak hareket ettikleri durumlarda avukatlar, herhangi bir baskı ya da yaptırıma maruz kalmamalı veya veya bunlarla tehdit edilmemelidirler.

...

Prensip III

Avukatların Görevleri ve Rolleri

...

4. Avukatlar yargıya saygı göstermeli ve mahkemelere karşı olan görevlerini iç hukuktaki yasal ve diğer kurallar ve mesleki standartlarla uyumlu bir biçimde yerine getirmelidirler..."

3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

a. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

25. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme)10. maddesi şöyledir:

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ... başkalarının şöhret ve haklarının korunması, ... yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."

b. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

i. İfade Özgürlüğü

26. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre ifade özgürlüğü, demokratik toplumun temelini oluşturan ana unsurlardandır. AİHM, ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında ifade özgürlüğünün toplumun ilerlemesi ve bireyin gelişmesi için gerekli temel şartlardan birini teşkil ettiğini yinelemektedir. AİHM'e göre 10. maddenin 2. paragrafı saklı tutulmak üzere ifade özgürlüğü sadece toplum tarafından kabul gören, zararsız veya ilgisiz kabul edilen "bilgi" ve "fikirler" için değil incitici, şoke edici ya da endişelendirici bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. İfade özgürlüğü, yokluğu hâlinde "demokratik bir toplum"dan söz edemeyeceğimiz çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereğidir. AİHM, 10. maddede güvence altına alınan bu hakkın bazı istisnalara tabi olduğunu ancak bu istisnaların dar yorumlanması ve bu hakkın sınırlandırılmasının ikna edici olması gerektiğini vurgulamıştır (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Von Hannover/Almanya (No. 2), B. No: 40660/08 ve 60641/08, 7/2/2012, § 101).

ii. Yargı Erkinin Otoritesinin Korunması

27. Morice/Fransa (B. No: 29369/10, 23/4/2015) kararına konu olayda, Fransa ile Cibuti arasındaki iş birliği anlaşması kapsamında görevlendirilen bir yargıcın ölü bulunması üzerine açılan soruşturmalarda görevlendirilen soruşturmacı hâkimler M. ve L.L. daha sonra soruşturmadan alınmıştır. Bu olaylar üzerine ölen yargıcın eşinin vekili olan başvurucu ve bir meslektaşı Adalet Bakanına bir mektup yazarak soruşturmadan alınan hâkimlerin dürüstlük ve tarafsızlık ilkesinden tamamen uzak davrandıklarını belirtmiş ve adli soruşturmada ortaya çıkan birçok yetersizlikten dolayı soruşturmanın başka bir birim tarafından yürütülmesini talep etmişlerdir. Ertesi gün Le Monde gazetesinde başvurucunun Adalet Bakanına yaptığı şikayete dair bir haber yayımlanmıştır. Soruşturmadan alınan hâkimler, Le Monde'un yayın müdürüne, yazının yazarına ve başvurucuya kamu görevlisine hakaret suçlamasıyla ceza davası açmıştır. Başvurucu bu suçtan mahkûm edilmiş ve para cezasına çarptırılmıştır. AİHM, bu başvuruda başvurucunun eleştirilerinin medyanın yoğun ilgisini çeken bir davayla ve adalet sisteminin işleyişine ilişkin kamusal çıkarları ilgilendiren bir konuya ilişkin tartışmalarla ilgili olduğu, kullanılan bazı sözler kaba kabul edilebilirse de bunların yeterli bir olgusal temele sahip değer yargıları olduğu ve bu sözlerin mahkemelerin işlevine yönelik temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar olmadığı sonucuna ulaşmıştır (Morice/Fransa, § 174).

28. AİHM'e göre (Morice/Fransa, §§ 128-131) demokratik bir toplumun hayati mekanizmalarından olan yargı sisteminin işleyişine ilişkin konular kamusal menfaatlerin alanında kalır. Bu kapsamda yargının toplum içindeki özel rolü dikkate alınmalıdır. Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette hayati bir işlev gören yargı, görevlerini başarıyla yapabilmek için kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle bu güveni ciddi şekilde zarara uğratabilecek temelsiz saldırılara karşı -özellikle yargıçların kendilerini hedef alan eleştirilere karşı cevap vermelerine engel olan bir sağduyuya sahip olma yükümlülükleri gözönünde bulundurulduğunda- korumak gerekebilir. Yargı erkinin otoritesi özellikle, mahkemelerin hukuksal uyuşmazlıkların çözümü ve cezai konularda bir kişinin suçlu ya da masum olup olmadığının belirlenmesinde uygun mekanizmalar olmasını ve kamuoyunca da böyle kabul edilmesini, dahası kamuoyunun genel olarak mahkemelerin görevlerini yerine getirebilme konusundaki kapasitesine güvenmesini ve saygı duymasını da içerir. Buradaki güven, demokratik bir toplumda mahkemelerin cezai uyuşmazlıklar nazara alındığında sadece suçlanan kişide değil bir bütün olarak kamuoyunda uyandırdığı güvendir. Ancak -temelsiz ve ağır biçimde yaralayıcı saldırılar bir kenara bırakılırsa- yargı görevlileri de kabul edilebilir sınırlar içindeki eleştirilere -sadece teorik ve genel olanlar değil- konu olabilirler. Bu kişilerin görevlerini ifa ederken kendilerine yönelik kabul edilebilir eleştirinin sınırları sıradan bir vatandaşa kıyasla daha geniştir.

iii. Avukatların Mesleklerini İcrası Esnasındaki İfade Özgürlüğü

 29. AİHM; Nikula/Finlandiya (B. No: 31611/96, 21/6/2002) kararında, avukatların mesleklerini icrası esnasındaki ifade özgürlüklerine ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunmuştur. Nikula/Finlandiya kararına konu olayda başvurucu avukatın, savcı tarafından izlenen yönteme dönük eleştirilerinin hakaret suçunu oluşturduğu gerekçesiyle nihai olarak savcının zararlarını tazminine ve yargılama giderlerini ödemesine hükmedilmiştir. AİHM'e göre başvurucu, savcıyı hukuksuz bir davranışta bulunmakla itham etmiş olmasına rağmen bu eleştiri, savcı tarafından bilinçli olarak tercih edilen ve başvurucuya göre savcının resmî görevlerinin ihlalini teşkil eden bir manipülasyon rolü olarak görülen soruşturma stratejisine yöneliktir. AİHM, başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin bazılarının uygunsuz olduğu söylenebilirse de eleştirilerin savcının yargılama esnasındaki performansına yönelik olduğu, mesleki ya da diğer niteliklerine ilişkin olmadığı tespitini yapmıştır. AİHM'e göre savcı bu eleştirilere hoşgörü göstermelidir. AİHM ayrıca başvuru konusu olayda savcıya yönelik eleştirilerin savcı ya da hâkimlerin basın yoluyla eleştirildiği olaylardan farklı olarak mahkeme salonunda yapıldığını ve savcıyı kişisel olarak incitecek düzeye varmadığını da not etmiştir. AİHM, para cezası kaldırılmış olsa bile zararları ve yargılama giderlerini ödeme durumunda kalınmasının avukatların müvekkilerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği sonucuna varmıştır (Nikula/Finlandiya, §§ 51, 52, 54). AİHM bu kararda (bkz. §§ 45, 46, 49) avukatların mesleklerini icrası esnasındaki ifade özgürlüğü konusundaki ilkelerini şu şekilde açıklamıştır:

- Avukatların özel rolü kendilerine adaletin yönetiminde kamu ve mahkemeler arasında aracı olmak suretiyle merkezî bir pozisyon sağlamaktadır.

- Adaletin garantörü olan ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlette görevi hayati olan mahkemeler kamu güvenine ihtiyaç duymaktadır.

- Avukatların bu alandaki asli rolleri gözönünde bulundurulduğunda kendilerinden adaletin iyi yönetimine ve kamu güveninin sürdürülmesine katkıda bulunmalarını beklemek meşru bir beklentidir.

- Avukatlar adaletin yönetimi ile ilgili konularda yorumda bulunma hakkına sahip olsalar da eleştirileri belli sınırları aşmamalıdır. Bu çerçevede yapılacak değerlendirmelerde yargı kararlarından kaynaklanan sorular hakkında kamunun bilgi alma hakkı, adaletin iyi yönetiminin gereklilikleri ve hukuk profesyonellerinin onurlarının korunması gibi çeşitli menfaatler arasında bir dengeleme yapılması gerekir.

- Avukatın bir davanın mahkemede görülmesi esnasındaki ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler, bazı durumlarda avukatın temsil ettiği kişinin adil yargılanma hakkı ile ilgili hususları gündeme getirebilir. Silahların eşitliği ve yargılamanın adilliğiyle ilgili diğer saikler taraflar arasında argümanların özgür ve hatta şiddetli müzakeresini teşvik eder.

30. AİHM; Nikula/Finlandiya kararındaki değerlendirmelerine ilave olarak Morice/Fransa (Aynı kararda bkz. §§ 134-139) kararında, avukatların mesleklerini icrası sırasındaki ifade özgürlüklerine yönelik olarak şu değerlendirmeleri yapmıştır:

- Avukatlar, eleştirileri belli sınırları aşmamak kaydıyla adaletin yönetimi ile ilgili konularda yorumda bulunma hakkına sahiptirler. Bu sınırlar, yargıyı sadece yargısal tartışmanın medya tarafından takibinin sağlanması veya davayı ele alan yargıçla hesaplaşmak arzusu ya da stratejisiyle yapılmış olabilecek asılsız ve temelsiz saldırılardan korumak için gereklidir.

- Avukatlar güçlü bir olgusal temel olmaksızın yorum yapmalarına izin verilen alanı aşan söylemlerde bulunamazlar.

- Avukatlar tarafından söylenen sözler, bu sözlerin yanıltıcı veya ağır kişisel saldırı niteliğinde olup olmadığını ya da davadaki olaylarla yeterli ölçüde yakın birilişki içinde olup olmadıklarını belirleyebilmek bakımından söylendiği bağlam içinde değerlendirilmelidir.

- Avukatlar söz konusu olduğunda ifade özgürlüğü, adaletin dürüst yönetiminin etkili işleyişi bakımdan hayati bir öneme sahip olan hukuk mesleğinin bağımsızlığıyla ilişkili hâle gelir. Çok hafif bir ceza verilmiş olsa dahi savunma avukatının ifade özgürlüğünün kısıtlanması demokratik bir toplumda çok istisnai durumlarda gerekli olarak kabul edilebilir.

- Avukatın bir davanın mahkemede görülmesi esnasındaki ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler bazı durumlarda avukatın temsil ettiği kişinin adil yargılanma hakkı ile ilgili hususları gündeme getirebilir. Adillik ilkesi taraflar arasında argümanların özgür ve hatta şiddetli müzakeresini teşvik eder. Avukatlar müvekkillerinin menfaatlerini hararetli bir biçimde savunmak yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük bazen mahkemenin davranışlarına karşı çıkma ya da itiraz edip etmeme konusunda karar vermelerini gerektirir. Bu kapsamda aleyhteki sözlerin mahkeme dışında tekrar edilip edilmemesi de dikkate alınmalıdır. Öte yandan hedef alınan yargı görevlisinin kim olduğu (hâkim veya savcı) da önemlidir. Yargılamanın tarafı olan savcı, kullanılan bazı ifadeler uygunsuz olsa da mesleki ya da diğer niteliklerine ilişkin olmayan eleştirilere hoşgörü göstermelidir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

31. Mahkemenin 27/12/2017 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

32. Başvurucu; savunma tanıklarının dinlenmemesi, tutanaklar arasındaki çelişkilerin giderilmemesi, kanun hükümlerinin uygulanmaması ve esaslı iddiaların mahkeme kararlarında karşılanmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasındadır. Başvuru ayrıca, duruşma sırasındaki beyanları nedeniyle mahkûmiyetine karar verilmiş olması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

33. Bakanlık görüşünde, Yargıtayın hakaret suçu bakımından savunma sınırının aşılıp aşılmadığı konusunda kullandığı kriterlere ve konuyla ilgili bazı Yargıtay kararlarına yer verilmiştir. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin ve AİHM'in ifade özgürlüğüne ilişkin kararları hatırlatılmıştır. Bakanlık Nikula/Finlandiya kararına ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen Avukatların Rolüne Dair Temel İlkeler başlıklı belgeye atıfla başvurunun ifade özgürlüğü çerçevesinde incelenmesi gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.

34. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

B. Değerlendirme

35. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkı ile ilgili şikâyetleri ağırlıklı olarak delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasıyla ilgili olup bu hususlar kural olarak Anayasa Mahkemesinin ilgi alanı dışındadır. Bu nedenle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyetlerinin de bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesi kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

36. İddianın değerlendirilmesinde esas alınacak Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... başkalarının şöhret veya haklarının,... veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

37. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

38. Başvurucunun Cumhuriyet savcısına yönelik sözleri nedeniyle 6.080 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu Mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

39. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Yukarıda anılan müdahale Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

41. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin “kanunla sınırlama” ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

42. Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın "başkalarının şöhret veya haklarının korunması"na ve "yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi"ne yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

(1) Genel İlkeler

(a) İfade Özgürlüğü

43. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 26. maddesinin birinci fıkrasında koruma altına alınan ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel dayanaklarından ve demokratik toplumun gelişiminin ve her bireyin kendini gerçekleştirmesinin başlıca şartlarından birini oluşturduğunu her zaman vurgulamıştır. (İnternet ortamında ifade özgürlüğünün önemine ilişkin olarak bkz. Yaman Akdeniz ve diğerleri, B. No: 2014/3986, 2/4/2014, §§ 25, 26; sanatsal ifade özgürlüğünün önemi için bkz. Fatih Taş [GK], B. No: 2013/1461, 12/11/2014, §§ 66, 104; bir siyasetçinin basın açıklamasında ileri sürdüğü düşüncelere ilişkin olarak bkz. Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 74, 84).

44. Adaletin işleyişi de dâhil olmak üzere kamu menfaatlerine ilişkin tartışmalarla ilgili sınırlamalara çok istisnai koşullarda izin verilebilir. Bu konularda yapılacak değerlendirmelerde, kullanılan ifadelerde belli düzeyde abartıya kaçılmış olması makul görülebilir.

45. Mevcut başvurudaki gibi ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhret ve itibarlarının korunmasının çatışması hâlinde eğer şöhreti söz konusu olan kişi kamu görevlisi ise dengeleme sırasında bu kişinin üstlendiği kamu görevi gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte kamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir ki bu da ancak onları asılsız suçlamalara karşı korumakla sağlanabilir (Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 63).

46. Diğer taraftan "demokratik toplum düzeninin gerekleri" çerçevesinde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 51; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

47. Ayrıca temel hak ve özgürlüklere yönelik herhangi bir sınırlamanın -demokratik toplum düzeni için gerekli nitelikte olmakla birlikte- temel haklara en az müdahaleye olanak veren ölçülü bir sınırlama niteliğinde olup olmadığının da incelenmesi gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Kamuran Reşit Bekir [GK], B. No: 2013/3614, 8/4/2015, § 63; Bekir Coşkun, §§ 53, 54; ölçülülük ilkesine ilişkin açıklamalar için ayrıca bkz. Tansel Çölaşan, §§ 54, 55;Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72).

(b) Yargı Erkinin Otoritesinin Korunması

48. Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdırlar. Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ve ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir. Buna karşın kamu adına soruşturmaları yürüten Cumhuriyet savcılarının her türlü eleştirinin dışında olduğu da iddia edilemez (İlhan Cihaner (3), B. No: 2013/5298, 20/5/2015, §§ 26, 27).

 (c) Avukatların Rolü ve Mesleklerini İcra Ederken İfade Özgürlükleri

49. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir. Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

50. Avukatların savunma görevini üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları mesleğin özelliği sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen koşullarından biridir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009). Bu kapsamda avukatlar, belli sınırları aşmamak koşuluyla yargının işleyişine ilişkin eleştiride bulunma hakkına sahiptir. Bu sınırlar yargı sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla yüksek mahkeme üyeleri de dâhil diğer kamu görevlilerini korumak için gereklidir.

51. Avukatlar tarafından söylenen sözlerin ya da yazılı olarak yapılan beyanların bu söz ya da beyanların yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede avukatlar tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı dikkate alınarak ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir.

52. Bazı durumlarda avukatların ifade açıklamaları ile adil yargılanma hakkı arasında yakın bir ilişki ortaya çıkabilir. Bu nedenle somut başvurudaki gibi bir ceza davasındaki müdafinin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda demokratik bir toplumda bu tür bir açıklamaya yapılacak müdahalelerin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilebilir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarında belirtildiği üzere hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu olan “bağımsız yargı”, yargının olmazsa olmaz koşulu olan “savunma” ile birlikte anlam kazanır. Savunma “sav-savunma-karar” üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak avukatın etkin katılımıyla sağlanabilir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

53. Sözlerin muhatabı olan yargı görevlisinin hâkim veya savcı olup olmaması da değerlendirmede dikkate alınmalıdır. Adaletin kendisinin ve dağıtılmasının toplumdaki öneminin bir yansıması olarak hâkimlik mesleğinin yanı sıra Cumhuriyet savcılığa da toplum hayatında önemli bir görevi yerine getirmektedir. Ülkemizdeki yargı sisteminde hâkim ve savcıların mesleğe kabulleri, atamaları, terfileri, soruşturma ve disiplin işlemleri aynı Kurul (Hâkimler ve Savcılar Kurulu) tarafından yerine getirilmekte; özlük hakları yönünden de aralarında bir fark bulunmamaktadır. Kaldı ki Hâkimler ve Savcılar Kurulunun uygun bulmasıyla hâkimlerin savcı, savcıların hâkim olarak atanmaları mümkündür.

Ceza muhakemesi hukuku sistemimizde savcıların şüphelinin hem lehine hem de aleyhine olan delilleri toplamalarının zorunlu olması nedeniyle taşımaları gereken özellikler ve uymaları gereken meslek kuralları açısından hâkimler ile savcılar arasında önemli bir fark bulunmadığı söylenebilir. Bu nedenle Anayasa’da hâkimlik mesleğinin yanı sıra savcılık da özel bir statü olarak belirtilmiş ve Anayasa’nın 139. maddesinde “hâkimlik ve savcılık teminatı” birlikte düzenlenmiştir. Buna göre hâkimler gibi savcıların da azlolunması, kendileri istemedikçe Anayasa’da gösterilen yaştan önce emekliye ayrılması, bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınmaları yasaklanmıştır. Anayasa’nın 140. maddesinde ise “hâkimlik ve savcılık mesleği” hakkında bu güvenceler doğrultusunda düzenlemeler getirilmiştir (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 234).

Bununla birlikte hâkim ve savcıların yargılamanın farklı sujeleri olduğu gerçeği de hatırdan çıkarılmamalıdır. Kamu adına soruşturma yürüten ve kovuşturma aşamasında iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısının konumu, kovuşturmayı yürüten ve yargılama sonucunda hükmü veren hâkimden farklıdır. Özellikle iddianamenin kabulüyle başlayan kovuşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının “davanın tarafı olması” daha belirgin bir hâle gelmektedir. Bu kapsamda yargılamanın tarafı olan Cumhuriyet savcıları eleştiriler karşısında hâkimlere nazaran daha hoşgörülü olmalıdır.

(2) İlkelerin Olaya Uygulanması

54. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruya ilişkin kararını, olayın bütün şartlarını gözeterek ve ihtilaf konusu sözlerin söylendiği bağlamı dikkate alarak verecek; bu çerçevede başvuruya konu müdahalenin izlenen meşru amaçlarla orantılı olup olmadığını ve derece mahkemelerinin gerekçelerinin ilgili ve yeterli olup olmadığını belirleyecektir. Bu inceleme yapılırken derece mahkemelerinin maddi vakıalarla ilgili değerlendirmeleriyle kural olarak ilgilenilmeyecektir.

55. Başvuru konusu olayda avukat olan başvurucu, duruşma esnasında Cumhuriyet savcısına yönelik bazı sözleri nedeniyle adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Sözlerin içeriği konusunda bir ihtilaf söz konudur. Nitekim ilk derece mahkemesi, başvurucunun Cumhuriyet savcısının şahsını hedef alan bir kısım sözler söylediği konusunda herhangi bir tereddüt ve çelişki olmadığını ancak iddia ve savunma arasındaki farklılığın sözlerin içeriği ile ilgili olduğunu tespit etmiştir. İlk derece mahkemesi bu tespitle beraber başvurucunun "Cumhuriyet savcısının Hukuk Fakültesini okuyup okumadığı" hususunda çıkardığı polemiğin savcının yaptığı işi veya onun eylemlerini değil şahsını hedef aldığı sonucuna ulaşmış ve başvurucuyu mahkûm etmiştir. Mevcut başvuruda Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin olayın sübutuna ilişkin kabulünü değerlendirmek gereği duymamaktadır. Bu nedenle mevcut başvuruda yalnızca derece mahkemelerinin kabul ettiği şekliyle başvurucunun kullandığı sözlerin ifade özgürlüğü korumasında olup olmadığı değerlendirilecektir.

56. Somut olayda bir kamu görevlisi olan Cumhuriyet savcısının itibarının korunması söz konusudur. Adalet sisteminde görev alan Cumhuriyet savcılarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından söylenen sözlerin sadece duruşma esnasında sarf edildiği ve bu duruşmaya ilişkin davanın kamuoyunda bilinen bir dava olduğu konusunda herhangi bir bilgi de olmadığı dikkate alındığında anılan korumanın basın özgürlüğüne ya da kamusal menfaatlere ilişkin açık tartışmaya ilişkin menfaatlerle dengelenmesi gerekmez.

57. Başvurucunun cezalandırılmasına neden olan sözler, avukatlık mesleğinin icrası esnasında duruşma anında sarf edilmiştir. Somut olay bakımından savunma avukatlığı yapan başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler demokratik bir toplumda çok istisnai durumlarda gerekli olarak kabul edilebilir. Çünkü silahların eşitliği ilkesi ve yargılamanın adilliğine ilişkin mülahazalar, savların taraflar arasında serbest ve yerine göre hararetli bir biçimde müzakeresini gerektirir.

58. Başvuru konusu olaydaki sözlerin muhatabı davanın hâkimi değil iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısıdır. Hâkimlere nazaran Cumhuriyet savcılarından kendilerine yönelik eleştiriler karşısında daha hoşgörülü olmaları beklenir. Bu nedenle kovuşturma aşamasında yargılamanın taraflarından biri olan Cumhuriyet savcılarına yapılan eleştiriler hâkimlere yönelik eleştirilere kıyasla ifade özgürlüğü bağlamında daha yüksek bir korumadan yararlanır.

59. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından söylenen sözler, ilk derece mahkemesince de kabul edildiği üzere duruşma sırasında ortamın gergin olduğu bir anda ve Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasına karşı söylenmiştir. Bu tespitler çerçevesinde başvurucunun sözlerinin, kendi bakış açısına göre özensiz olduğunu değerlendirdiği mütalaaya ilişkin olduğu görülmektedir. Cumhuriyet savcısının hukuk fakültesini okuyup okumadığı hususundaki eleştiriler abartılı görülebilirse de bu konudaki eleştirilerin temel amacının Cumhuriyet savcısının mütalaada benimsediği yaklaşımı eleştirmek olduğu anlaşılmaktadır. Başvurucu, Cumhuriyet savcısının yargılama aşamasındaki bazı gelişmeleri dikkate almadığı yönündeki tespitlerinden hareketle Cumhuriyet savcısının davayla ilgili tutumuna karşı bir değer yargısı ifade etmiştir. Ancak ilk derece mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelerde olgusal bir temele sahip olmaması halinde aşırı olarak değerlendirilebilecek olan Cumhuriyet savcısının hukuk fakültesini okuyup okumadığı hususundaki eleştiriler, avukat tarafından söylenen sözlerin tamamı ve duruşma koşulları gözetilmeksizin değerlendirme konusu yapılmıştır.

60. Avukatların savunma esnasındaki sözlerinden dolayı cezai takibata maruz kalmalarının müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği de gözönüne alınmalıdır. Bu kapsamda avukatların mesleklerinin icrası sırasındaki ifade özgürlükleri bağlamında ceza soruşturmalarına -verilen cezalar hafif olsa da- ancak istisnai durumlarda başvurulmalıdır.

61. Bu sebeplerle Cumhuriyet savcısının başvurucunun duruşma esnasındaki sözlerinden kişisel olarak incindiği kabul edilecek olsa dahi başvuru konusu olay bağlamında başvurucu hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılarak cezaya hükmedilmesi suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninde gerekli bir müdahale olmadığı kanaatine varılmıştır.

62. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

63. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

64. Başvurucu, ihlalin tespiti ile birlikte cezanın infazının durdurulmasını ve yeniden yargılama yapılmasını istemiş; maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

65. Başvuruda, ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

66. Başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

67. Başvurucu tazminat talep etmişse de yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın yetkili yargı merciine gönderilmesine karar verilmesinin ihlal iddiası açısından yeterli bir tazmin oluşturduğu anlaşıldığından başvurucunun tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

68. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2010/328, K.2010/497) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat taleplerinin REDDİNE,

E. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 27/12/2017 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

KENAN GÜL BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/17892)

 

Karar Tarihi: 19/2/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 5/4/2019-30736

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Burhan ÜSTÜN

Üyeler

:

Serdar ÖZGÜLDÜR

 

 

Serruh KALELİ

 

 

Kadir ÖZKAYA

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör Yrd.

:

Derya ATAKUL

Başvurucu

:

Kenan GÜL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, avukat olan başvurucunun vekil sıfatıyla hareket ettiği davada dosyaya sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sözlerinden dolayı cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/11/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Arka Plan Bilgisi

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Avukat olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Bursa 1. Aile Mahkemesinde görülen velayet davasında davalı-karşı davacı vekilidir.

10. Başvurucunun müvekkili (müvekkil) yabancı uyruklu olup evlendikten sonra Türkiye'de yaşamaya başlamıştır. Müşterek iki çocuğu olan taraflar 2001 yılında Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz nedeniyle Kazakistan'a yerleşmiş, burada bir çocukları daha olmuştur.

11. Müşterek çocuklar, babaları tarafından 2011 yılında annelerinin muvafakati alınarak Türkiye'ye getirilmiş ancak daha sonra Kazakistan'a geri götürülmemişlerdir.

12. Şiddetli geçimsizlik üzerine taraflar Kazakistan hukukuna göre boşanmışlardır. Boşanma ilamının Türk hukuk sisteminde de geçerli olabilmesi için başvurucu tarafından müvekkili adına tanıma ve tenfiz davası açılmış, Bursa 5. Aile Mahkemesinin 1/3/2013 tarihli kararı ile Kazakistan'daki yerel mahkemece verilen karar kesin bir mahkeme hükmü olarak kabul edilmiştir.

B. Velayet Davasına İlişkin Süreç

13. Tanıma ve tenfiz kararı üzerine başvurucunun müvekkili aleyhine velayet davası açılmıştır. Başvurucu da cevap dilekçesi ile müvekkili adına karşı dava açmıştır. Bireysel başvuru formuna ek belgelerin incelenmesinden başvurucu ile Kazakistan'da yaşayan müvekkilinin elektronik posta (e-posta) aracılığı ile iletişim kurdukları, müvekkilin velayet davası ile ilgili talep ve başvurucuya yönelik talimatlarını bu şekilde ilettiği anlaşılmaktadır.

14. Müvekkilinin başvurucuya gönderdiği e-postalarda eski eşinin ve çocuklarının durumu hakkında bazı bilgi ve iddialar ile delillere yer verdiği görülmektedir. E-postalarda müvekkil, eski eşinin tasvip edilmeyen ahlaki vasıfları olduğunu ileri sürmektedir. Müvekkil; eski eşinin çalışmayı sevmediği için gayrimeşru işlerle uğraştığını, dolandırıcılık yaptığını, öz babasını bıçakladığı için hapse girdiğini, kendisini ve çocuklarını alacaklıların tehdit ve tacizine maruz bıraktığını, sonunda da Kazakistan'a kaçmak zorunda kaldıklarını iddia etmiştir. Müvekkil; boşanmaya karar verdiğini eski eşine söyledikten sonra eşinin yaz tatilinde çocukları geri getirmek şartıyla Türkiye'ye, dedelerinin yanına götürdüğünü ancak bir daha Kazakistan'a geri getirmediğini, sürekli yalan söylediğini ifade etmiştir. Müvekkil, babalarının çocuklarını Türkiye'de bırakarak Kazakistan'a döndüğünü ve 2011 yılından bu yana burada yaşadığını, Kazakistan'da kalabilmek için defalarca pasaportunu kaybettiğini söyleyerek Konsolosluğu ve polisi de kandırdığını, sahtekârlık yaptığını ileri sürmüştür. Müvekkil başvurucuya, e-postalarda yer alan iddialarını ve çocuklarının velayetini istemekteki haklılığını kanıtlamak için ilgili belgeleri göndereceğini belirtmiş ve cevap/karşı dava dilekçesini bu doğrultuda hazırlaması talimatını vermiştir.

15. Bu talimat üzerine başvurucu tarafından müvekkili adına 2/5/2013 tarihinde Mahkemeye sunulan beş sayfadan ibaret dilekçenin ilgili kısımları şöyledir:

"...

Davacı müvekkilemin, tarafıma göndermiş olduğu e-mail metni ekte sunulmuştur. (Ek-2). Davalı baba, dürüst olmayıp, yalancı ve dolandırıcı bir mizaçtadır. Çalışmayı sevmemektedir. Gayri meşru işlerle uğraşmaktadır.

Taraflar evlendikten sonra Bursa'da oturmaktayken davalının yaptığı ve ödemediği borçlarından dolayı hakkında çok sayıda icra takipleri yapılmış, alacaklılar kapıya dayanmış, davalı alacaklılardan kaçtığı için, çalan kapıyı davacı müvekkilem açmak zorunda kalmış, alacaklıların hakaretamiz ağır söz, tehdit, taciz ve davranışlarına müşterek çocuklarıyla birlikte muhatap olmuştur.

Sonuçta davalı baba, açıklanan şartlar altında Bursa'da güven altında olmadığından çareyi Kazakistan'a kaçmakta bulmuş, ancak, Kazakistan'da da aynı şekilde davranmayı sürdürmüş, aynı şeyleri yapmıştır. Davalı baba, davacı müvekkilem tarafından haklı eleştiriye karşı da her zaman bağırıp çağırmış, susturmuş, yıldırmış, çocukları dahil herkes üzerinde baskı ve korku oluşturmuştur.

Anlaşılacağı gibi, davalı baba, ahlaken dürüst olmayıp, davalı müvekkileme çok zarar verdiği gibi, müşterek çocuklarına da zarar vermiştir.

...

Davalı baba, davacı müvekkileme karşı bu güne kadar dürüst olmadığı gibi, hep yalan söyleyip, kandırdığı gibi, müşterek çocukları da kandırmaktadır.

Bu bağlamda, davalı baba, davacı müvekkilem tarafından kendisine karşı Kazakistan Almatı Mahkemesinde boşanma davası açtığında, müşterek çocukları, memleketi olan Bursa'ya gezmeye götürmek niyet ve sözüyle Bursa'ya getirmiş, ancak sözünde durmamış, bu güne kadar Kazakistan'a hiç getirmediği, davacı anneyle görüştürmediği gibi, telefonla veya internetle görüşmelerini de her fırsatta ya tamamen engellemiş ya da çok fazla kısıtlamıştır.

... O kadar ki davalı baba, Kazakistan'da birlikte yaşadıkları müşterek çocukları, davacı anneyi kandırıp Bursa'ya getirince, çocukları Kazakistan'a davacı annelerinin yanına götürmediği gibi, çok acı şekilde müşterek çocuklara davalı annelerinin öldüğünü söyleyebilmiştir.

Müşterek çocuklar, davacı anne, bir şekilde yolunu bulup kendilerine ulaşıncaya kadar arada geçen uzun zaman boyunca davacı annelerini öldü bilmişler, annelerinin ölümü yüzünden uzun zaman çok derin üzüntü duymuşlar, bu yüzden ruh sağlığı da olumsuz etkilenmiştir. Davalı baba, hayatta olan annelerini müşterek çocuklarına öldü diyebilecek kadar merhametsiz, duyarsız ve vurdumduymazdır.

Davalı babanın, yukarıda açıklandığı gibi, evine bakmadığı, müşterek çocuklarıyla yeterince ilgilenmediği, velayet görevini yerine getirmekten aciz olduğu, çocukları aşırı şekilde ihmal ettiği açıktır.

...

Bugün için davalı baba da Bursa'da oturmayıp, iş için gittiği Kazakistan'da Almatı'da oturmaktadır. Müşterek çocuklarını hiç düşünmeden, onları Bursa'da bırakmıştır. Müşterek çocuklara davalı baba, bizzat bakmadığı, ilgilenmediği gibi bakabilecek durumda da değildir. Kendi araştırmamıza göre müşterek çocuklardan [F.N.] ve [Y.], Bursa'da dede ve babaannesiyle kalmakta, [A.A.] ise, Mustafa Kemal Paşa ilçesinin bir köyünde halası ve eniştesiyle kalmaktadır.

Müşterek çocukların, yanlarında kaldıkları aileler tarafından yeterince bakılmadığı, ihmal edildiği, öksüz muamelesi gördükleri, yanlarında kaldıkları kişilerin hiçbir zaman kendi anneleri gibi olamayacakları, annelerinin yerini dolduramayacakları, anne sevgisi, şefkati ve sıcaklığından mahrum kalacakları ortadadır.

...

Ayrıca velayet verirken çocuğun bedeni, fikri ve ahlaki gelişimine zarar gelmemesi zorunludur. Bu yönden, müşterek çocukların velayetlerinin davacı anneye verilmesi usul ve yasaya uygun düşeceği gibi, Yüce Yargıtay'ın istikrar kazanmış yerleşik görüş ve kanaatine de uygun düşecektir. ...

Davalı babanın bu husustaki kötü niyeti, davacı anne ve müşterek çocukların velayet konusundaki ortak haklı çıkarları göz önünde bulundurularak, öncelikle, müşterek çocukların velayetleri dava sonuçlanıncaya kadar tedbiren davacı anneye bırakılmalı bu mümkün olmadığı takdirde müşterek çocuklar ile davacı anne arasında infazda güçlük çıkarmayacak biçimde kişisel ilişki kurulmalıdır.

..."

16. Bursa 1. Aile Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 12/2/2014 tarihinde çocukların velayetinin başvurucunun müvekkiline verilmesine karar verilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:

"Tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasındaki nikah aktinin Kazakistan Almatı Şehri Alatausky SemtiMahkemesi tarafından 19/07/2011 tarih ve 2-17755/11 dosya nolu kararı ile feshine karar verildiği, incelenen karar içeriğine göre velayetin düzenlenmediği, davalının yeniden mahkemeye müracaat ile çocukların ikamet yerinin belirlenmesini talep ettiği ve Kazakistan Almatı ili Reşit olmayan Çocukların İşleri Üzerine Kurulmuş İlçelerarası Mahkemesi tarafından 28/11/2011 tarih ve 3/487/2011 dava nolu kararı ile davalı annelerinin ikamet yerinde ikamet etmelerine karar verildiği, bu kararın davalı annenin Türkiye Mahkemelerine başvurarak yasal haklarını kullandığı gerekçesi ile dikkate alınmamasına karar verildiğinin dosya içerisindeki evraklardan anlaşıldığı, tarafların nikah aktinin feshine ilişkin kararın Bursa 5. Aile Mah.'nin 28/02/2013 tarihli, 2011/1716 E. 2013/167 K. sayılı ilamı iletenfizine karar verildiği, velayet hususundaki davanın atiye bırakıldığı,müşterek çocukların babaları tarafından annelerinin muvaffakati alınarak Türkiye'ye getirildiği ve bir daha geri götürülmediği, çocuklardan [F.N.] ve [Y.nin], Bursa'da dede ve babaanne ile birlikte kaldığı, diğer küçük [A.A.nın] ise Bursa ili Mustafakemalpaşa ilçesine bağlı bir köyde hala ve eniştesi ile birlikte kaldığı, davacı babanın yurtdışında iş yaptığı ve uzun süreli ülke dışında kaldığı, küçüklerin tüm bakım ve gözetiminin davacının ailesi tarafından yerine getirildiği, davacının çocuklar üzerindeki velayet hakkını fiilen kullanmayarak ailesinin bakım ve gözetimine terk ettiği, çocukların yaşları itibarı ile annelerine özlem duydukları ve bu hali ile hem anne hem de baba sevgi ve ilgisinden uzak yaşamak zorunda bırakıldıkları, davalının tespit edilen mali ve sosyal durumunda olumsuz hiçbir hususa rastlanmadığı, velayetinin annelerine verilmesi halinde küçüklerin ciddi zarar göreceklerine dair hiçbir delil sunulmadığı,anlaşılmakla küçüklerin fiziki ve psiko- sosyal gelişimlerini teminen velayetlerinin davalı/b.davacı anneye verilmesine karar vermek gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır."

17. Karar, Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 30/6/2014 tarihinde onanmıştır.

C. Ceza Yargılamasına İlişkin Süreç

18. Bursa 1. Aile Mahkemesinde yapılan yargılamanın karşı tarafı, başvurucunun 2/5/2013 tarihinde Mahkemeye sunduğu dilekçesinde kendisi hakkında yer alan ifadeler nedeniyle suç duyurusunda bulunmuş ve başvurucu hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır.

19. Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesi 9/9/2015 tarihinde başvurucunun hakaret suçundan 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Mahkeme kararının gerekçesi şöyledir:

"Sanık Av. Kenan Gül'ü [A.T.] vekili sıfatı ile mahkemeye sunduğu 25/04/2013 tarihli dilekçesinde katılana yönelik olarak 'davacı baba, dürüst olmayıp yalancı ve dolandırıcı mizaçtadır. Çalışmayı sevmemektedir. Gayri meşru işlerle uğraşmaktadır,.... Davacı baba ahlaken dürüst olmayıp, müvekkilime çok zarar verdiği gibi müşterek çocuklarına da kandırdığı' şeklinde ifadelere yer verdiği, sanık savunmasında dilekçesindeki bu ifadelerin iddia ve savunma kapsamında hukuka uygunluk sınırları içerisinde olduğunu savunmuş ise de, dilekçesinde yukarıda belirtilen şekildeki ifadelerin iddia ve savunma kapsamında olmadığı, Avukat olan hukukçu kimliği haiz sanığın bunu bilmesi gerektiği, ayrıca yine sanığın hukukçu kimliğinin bulunması nedeniyle dilekçesindeki katılana yönelik hakaretamiz ifadelerikastı olmaksızın kullanmasının mümkün olmadığı gibi her ne kadar müvekkilinin düşüncelerini dile getirdiğine, hakaret kastı ile hareket etmediği gerekçesiyle suç unsurlarının oluşmadığına ilişkin savunma yapmış olsa da sanığın bu gerekçesinin ceza hukuku bakımından geçerli savunma olarak kabul edilemeyeceği ve söylenen sözlerin içeriği katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte bulunması itibariyle atılı suçun unsurlarının oluştuğu, bu haliyle sanığın atılı hakaret suçunu işlediği tüm dosya kapsamından anlaşılmakla, sanığın eylemine uyan hakaret suçundan mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği yönünde oluşan vicdani kanı ile CMK 231/5 teki koşulların bulunması nedeniyle sanık hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilerek, aşağıdaki şekilde hüküm tesisi usul ve yasalara uygun bulunmuştur."

20. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesince 15/10/2015 tarihinde reddedilmiştir.

21. Ret kararı başvurucuya 27/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Mevzuat

22.26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir."

23. 5237 sayılı Kanun'un "İddia ve savunma dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. maddesi şöyledir:

"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

24. 5237 sayılı Kanun'un "Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası" kenar başlıklı 26. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez."

2. Yargıtay Kararları

25. Avukatların mesleklerinin icrası esnasındaki ifade özgürlüklerine ilişkin olarak Yargıtayın değerlendirme ölçütlerini içeren Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17/7/2007 tarihli ve E.2007/4-105, K.2007/174 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:

"Sanığın avukat olmasının ve belirtilen eylemin 'avukatlık görevinin ifası' sırasında işlenmesinin savunma dokunulmazlığını gündeme getirdiği, ... savunma (veya iddia) amacıyla vaki olan yazı ve sözlerin hakaret suçları açısından hukuka uygunluk nedenlerinden birisini teşkil eden 'hakkın kullanılmasını' oluşturabileceği,

Davada taraf olan; davalı, davacı, şahsi davacı, katılan, sanık ve savcının iddianın ve savunmanın gerektiği şekilde yapılabilmesi için belirli koşullar dahilinde bazı isnadlarda bulunabilecekleri, bunu yaparken de bazan muhataplarını küçük düşürücü ifadeler kullanabilecekleri öngörülmekle, iddia ve savunmanın gerekliliği ile orantılı olmak şartıyla bu şekilde ortaya çıkan eylemlerin hukuka uygun sayılacağı,

Ancak;

Bu hakkın kullanımının bazı koşullara bağlı olduğu, bu koşulların;

a) Eylemin iddia veya savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (Şekil şartı),

b) Eylemin, yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (Yer şartı),

c) Hak kullanılırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (Ölçülülük şartı), şeklinde sıralanabileceği,"

B. Uluslararası Hukuk

26. İlgili uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Keleş Öztürk (B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 25-30) kararına bakılabilir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Mahkemenin 19/2/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu; velayet davasında davalının vekili olarak görev yaptığını, bu tür davalarda davanın lehe sonuçlanabilmesi için karşı tarafın ekonomik ve sosyal durumunun yanı sıra tutum ve davranışlarının da velayet için uygun olmadığını kanıtlamanın oldukça önemli olduğunu belirtmiştir. Başvurucu; müvekkilinin talimatı doğrultusunda hareket ettiğini, müvekkilinin eski eşi hakkındaki beyanları ve kendisine ilettiği belgelere dayanarak dava dilekçesini hazırladığını iddia etmiştir. Başvurucu; dava dilekçesi ile karşı tarafa yönelik sarf ettiği sözlerde hakaret kastının olmadığını, amacının velayetin müvekkiline verilmesindeki haklılığı ispatlamak üzere etkin bir savunma yapmaktan ibaret olduğunu, bahse konu ifadeler nedeniyle bağlı olduğu Baro Başkanlığınca hakkında disiplin soruşturması açıldığını ve bu soruşturmanın devam ettiğini belirtmiştir. Başvurucu; anılan ifadelerden ötürü hakkında ayrıca kamu davası açıldığını, Mahkemece yapılan yargılama sonucunda hakaret suçundan cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüşünde, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade özgürlüğü bağlamında avukatların konumları ve savunma dokunulmazlığına yönelik bir dizi kararı zikredilmiş; başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında -demokratik bir toplumun gerekleri dikkate alınarak- adil bir dengenin kurulması gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde esas alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... başkalarının şöhret veya haklarının,... veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

31. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

32. Başvurucunun vekil sıfatıyla hareket ettiği dava dosyasına sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sarf ettiği sözleri nedeniyle 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

33. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

34. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

35. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

36.Başvurucunun adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iiiDemokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

37.Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

38. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde "demokratik toplum düzeninin gereklerineaykırı olmama" ve "ölçülülük ilkesine aykırı olmama" biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18).

39.İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veya ulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

40. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 61, 66).

41. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengenin kurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, §§ 59, 68).

42. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (c) İfade Özgürlüğünü İlgilendiren Yönüyle İddia ve Savunma Dokunulmazlığı

43. İddia ve savunma dokunulmazlığı, Anayasa'nın 36. maddesi çerçevesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkeler hem medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların hem de bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerlidir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21). Dolayısıyla bu hak ve ilkeler sadece ceza yargılamalarında değil hukuk davalarında da geçerlidir.

44. Anayasal güvenceye sahip iddia ve savunma dokunulmazlığı 5237 sayılı Kanun'da da yer almaktadır. Anılan Kanun'un 128. maddesinde yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurularda muhakeme süjelerinin kişilerle ilgili olumsuz beyanları -belli sınırlar içinde olmak kaydıyla- hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmüştür.

45. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir.

46. Kanun'un 128. maddesine göre isnat ve değerlendirmeler, gerçek ve somut vakıalara dayandığı ve uyuşmazlıkla bağlantılı olduğu müddetçe ölçülü kabul edilebilir. Bununla birlikte yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının hem Anayasa'nın 26. maddesi hem de 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları ve profesyonel olarak iddia ve savunma görevini icra eden avukatlar bu görev nedeniyle, herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar.

47. Anayasa Mahkemesine göre de iddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Anayasa Mahkemesi; bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerektiğini, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayandığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre bu serbestlik davanın aydınlığa kavuşmasına, diğer bir deyişle hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir (AYM, E.1963/163, K.1965/36, 8/6/1965; E.1979/38, K.1980/11, 29/1/1980).

 (d) Avukatların Rolü ve Mesleklerini İcra Ederken İfade Özgürlükleri

48. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir. Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler bulmak için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri önemlidir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009; Keleş Öztürk, § 49).

49. Avukatların savunma görevini üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları mesleğin özelliği sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen koşullarından biridir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009; Keleş Öztürk, § 50).

50. Avukatlar tarafından söylenen sözlerin ya da yazılı olarak yapılan beyanların bu söz ya da beyanların yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede avukatlar tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı dikkate alınarak ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir(Keleş Öztürk, § 51).

51. Bazı durumlarda avukatların ifade açıklamaları ile adil yargılanma hakkı arasında yakın bir ilişki ortaya çıkabilir. Bu nedenle somut başvurudaki gibi bir velayet davasındaki vekilin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda demokratik bir toplumda bu tür bir açıklamaya yapılacak müdahalelerin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilebilir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

 (e) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

52. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44).

53. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 37). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

 (f) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

54. Devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ile ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir.

55. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir:

i. İddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin varlığı

ii. İddia ve savunma dokunulmazlığının sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı

iii. İddia ve savunma dokunulmazlığının kamu görevlilerine karşı görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili konularda kullanılıp kullanılmadığı

iv. Hedef alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı

v. Sarf edilen ifadeler ve bunların hedef alınan kişinin yaşamına etkileri

56. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

57. Anayasa Mahkemesi, eldeki başvuruya ilişkin kararını olayın bütün şartlarını gözeterek ve başvuru konusu sözlerin söylendiği bağlamı dikkate alarak verecektir. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığını, bu çerçevede zorunlu bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını ve izlenen meşru amaçlarla orantılı olup olmadığını belirleyecektir.

58. Başvuru konusu olayda avukat olan başvurucu, müvekkili adına Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde yer alan davanın karşı tarafına yönelik bazı sözleri nedeniyle adli para ceza ile cezalandırılmıştır. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte aleyhine velayet davası açılan bir annenin vekilliğini yapmaktadır. Başvurucunun müvekkili yabancı uyruklu olup Kazakistan'da yaşamaktadır. Müvekkilin iddiasına göre eski eşi boşanmadan önce müşterek çocuklarını geri getirme şartıyla Türkiye'ye götürmüş ancak geri getirmemiştir.Nitekim velayet davasına bakan mahkemenin tespiti de çocukların Türkiye'deki akrabalarının yanında kaldıkları yönünde olmuştur.

59. Velayet davalarında genel olarak hangi ebeveynin çocuklara daha iyi bir yaşam sunacağı, çocukların eğitiminin hangi koşullarda daha iyi sağlanacağı, gerek maddi gerek psikolojik ihtiyaçlarının nasıl karşılanacağı gibi konular çocuğun velayetinin kime verileceğini büyük ölçüde belirlemektedir. Hâkim kanaatini tüm bu hususları bir arada değerlendirerek, her iki ebeveynin tutum ve davranışları ile maddi olanaklarını da dikkate alarak oluşturur. Bu itibarla velayet davalarında çocukların kendisi ile yaşamasının onlar için daha iyi olacağına tarafların hâkimi ikna etmeleri gerekir. Taraflar bir yandan kendi imkân ve olanaklarının daha iyi olduğunu ileri sürerlerken diğer yandan da karşı tarafın olumsuz yönlerine ilişkin iddialarını ispatlamaya çalışırlar.

60. Somut başvuruda da cevap-karşı dava dilekçesi bu minvalde hazırlanmış; başvurucu, evlilik birliği bozulmadan önce ve bozulduktan sonra meydana gelen olaylar ile eski eşin tutum ve davranışları hakkında müvekkilinden edindiği bilgiler ile tez ve antitezlerini ileri sürmüştür.

61. Dilekçede karşı taraf, çocukları geri götüreceğini söylediği hâlde tatil için Türkiye getirip bir daha Kazakistan'a götürmediği için "dürüst olmamakla", çocukları Türkiye'ye getirdikten sonra çocuklara annelerinin öldüğünü söylemesi nedeniyle "çocuklarını kandırmakla", gerek müvekkiline ve çocuklarına yönelik davranışları gerek iş ilişkisi kurduğu kişiler gerekse de resmî makamlar önündeki olumsuz tutum ve davranışları nedeniyle "yalancı ve dolandırıcı bir mizaçta olmakla, çalışmayı sevmemekle ve gayri meşru işlerle uğraşmakla" itham edilmekte; karşı tarafın çocuklarla birlikte yaşamaya uygun biri olmadığı anlatılmaktadır. Başvurucu söz konusu ifadeleri karşı tarafın hâl ve hareketlerini anlatmak için kullanmıştır.

62. Başvurucu, bu sözleri hâkimin kanaatinin oluşmasında tarafların gerek aile birliği bozulmadan önceki gerek bozulduktan sonraki tutum ve davranışlarının oldukça önemli olduğu velayet davasında Mahkemeye sunduğu dilekçe aracılığı ile davanın karşı tarafına yöneltmiştir. Başvurucu; dilekçede karşı tarafın velayet için neden uygun olmadığını, müvekkilinin imkân ve olanaklarını oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Nitekim Aile Mahkemesince yapılan yargılama sonunda karşı tarafın ülke dışında uzun süre kaldığı, çocuklar üzerindeki velayet hakkını fiilen kullanmayarak çocukları ailesinin bakım ve gözetimine terk ettiği, çocukların annelerine özlem duydukları, annenin mali ve sosyal durumunda olumsuz hiçbir hususa rastlanmadığı, velayetin annelerine verilmesi hâlinde küçüklerin ciddi zarar göreceklerine dair hiçbir delil sunulmadığı gerekçesiyle çocukların velayeti başvurucunun müvekkiline verilmiştir.

63. Avukatlık mesleğini yürüten kişilerin müvekkilinin menfaatlerini korumak için hukuk düzeninin öngördüğü tüm iddia ve savunma vasıtalarından yararlanabileceği açıktır. Avukatlık meslek kuralları gereğince avukattan söz konusu vasıtaları kullanırken ölçülü olması ve mesleğe yaraşır biçimde hareket etmesi beklenir. Ancak bu beklenti avukatı kullanacağı her sözcüğü ölçüp tartmaya, fikir beyanında bulunmaktan kaçınmaya sevk edecek boyuta ulaşmamalıdır.

64. Başvurucunun kullandığı ifadelerin vekilinin menfaatlerini korumak için ileri sürdüğü tezlerin bir parçası olduğu, dolayısıyla uyuşmazlıkla bağlantılı olduğu ve olayın bütünü ışığında objektif bakımdan savunulabilir bir amaca hizmet ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Anılan ifadelerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmemesi hâlinde savunma hak ve görevinin yerine getirilmesinin engelleneceği ortadadır.

65. Şikâyet konusu sözler nedeniyle başvurucu hakkında kamu davası açılmış, başvurucunun hakaret suçundan 1.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesi, savunma görevini yerine getiren avukat hakkında cezaya hükmetmesinin zorunlu bir sosyal ihtiyaçtan kaynaklandığını ortaya koyamamıştır. İlk derece mahkemesi bahse konu sözlerin hakaret niteliğinde olduğunu, iddia ve savunma kapsamında olmadığını, hukukçu kimliği olan başvurucunun bunu bilmesi gerektiğini, bu sözleri kastı olmaksızın kullanmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Mahkeme, bahse konu sözlerin hakaret olduğunu tespit etmekle yetinmiş; ne sözlerin kullanıldığı bağlamı ve amacını ne kime karşı yöneltildiğini ne de olayın bütününü dikkate almıştır.

66. Bundan başka hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağırlığını hafifletmediği vurgulanmalıdır. Başvurucu beş yıl denetimli serbestlik tedbiri altına alınmıştır ve bir avukat olan başvurucunun bu süre içinde cezasının infaz edilmesi riski her zaman vardır. Yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişi denetim süresini yeni bir mahkûmiyet almadan geçirse bile bu etki ileride düşünce açıklamaları veya müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabilir (savunma görevinin yerine getirilmesi üzerinde caydırıcı etki için Keleş Öztürk, § 60; toplantı hakkının kullanımına yönelik caydırıcı etki için Ömer Faruk Akyüz, B. No: 2015/9247, 4/4/2018, § 60; gazetecilerin ifade özgürlüğü alanındaki faaliyetleri üzerindeki caydırıcı etki için Orhan Pala, B. No: 2014/2983, 15/2/2017, § 24; Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 50 kararlarına bakılabilir.).

67. Sonuç olarak olaylara bir bütün olarak yaklaşan Anayasa Mahkemesi başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir ihtiyacı karşılamaması nedeniyle demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemeyeceği kanaatine ulaşmıştır.

68. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

69. Başvurucu; davalı-karşı davacı vekili olarak hareket ettiği velayet davasında Mahkemeye sunduğu cevap dilekçesinde davanın karşı tarafı hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle hakkında açılan ceza davasında delillerinin toplanmadığını, tanıklarının dinlenmediğini, suçun unsurları oluşmadığı hâlde hakkında verilen mahkûmiyet kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mevcut koşullarda başvurunun sonucu da değerlendirildiğinde başvurucunun bu şikâyetleri hakkında bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

70. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

71.Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir.

72. Başvurucu, yeniden yargılama ile birlikte tazminat talebinde bulunmuştur.

73. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun müvekkili adına verdiği cevap/karşı dava dilekçesi ile davanın karşı tarafına sarf ettiği sözlerden dolayı adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

74. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

75. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

76. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Bursa 1. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/66, K.2015/282) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harçtan oluşan yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/2/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

BAYRAM AKIN BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2015/19278)

 

Karar Tarihi: 7/3/2019

R.G. Tarih ve Sayı: 11/4/2019-30742

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Engin YILDIRIM

Üyeler

:

Recep KÖMÜRCÜ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

Raportör Yrd.

:

Derya ATAKUL

Başvurucu

:

Bayram AKIN

Vekili

:

Av. Abdulkerim YENİL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, avukat olan başvurucunun duruşma esnasında Cumhuriyet savcısına sarf ettiği sözlerden dolayı hapis cezası ile cezalandırılması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/12/2015 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

7. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Avukat olan başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Aksaray Ağır Ceza Mahkemesinde canavarca hisle adam öldürme suçunu işledikleri iddiasıyla yargılanan iki sanıktan birinin müdafiidir. Üzerine benzin dökerek yakmak suretiyle sanıkların kişiyi öldürdükleri iddia edilmektedir. Söz konusu olayın ardından sanıklardan biri gözaltına alınıp tutuklanırken başvurucunun müdafii olduğu sanık bir gün süreyle gözaltında tutulmuş, Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığınca ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Başvurucunun müdafii olduğu sanık, Savcılıkta alınan ifadesinde kişiyi diğer sanığın yakarak öldürdüğünü net bir şekilde gördüğünü iddia etmiş ve olayın nasıl gerçekleştiğini anlatmıştır.

10. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılamanın 6/8/2013 tarihli ikinci duruşmasında başvurucu, sanık müdafii olarak duruşmaya katılmıştır. Sanıkların ve müdafilerinin dinlendiği duruşmada ilk söz, tutuklu sanık ve müdafiine verilmiştir. Tutuklu sanık müdafii müvekkilinin suçsuz olduğunu, suçun başvurucunun müdafiliğini yaptığı sanık tarafından işlendiğini ileri sürmüştür. Bunun üzerine söz alan başvurucu, tutuklu olarak yargılanan sanığın gözaltında adli kolluğun ve doktorların da bulunduğu ortamda açıkça "Ben niye katil oldum?" diye bağırarak suçu kabullendiğini, müvekkilinin de cinayet ile ilgili gördüklerini anlatarak olayı aydınlattığını, dolayısıyla bu davada tanık olarak dinlenilmesi gerekirken sanık olarak yargılandığını iddia etmiş ve iddianameyi düzenleyen Cumhuriyet savcısına yönelik olarak "...Müvekkilimin bu davada diğer sanıkla birlikte aynı sevk maddeleri ile cezalandırılmasının istenilmesi davayı açan savcının olayı kavrayamaması ve işgüzarlığındandır..." sözlerini kullanmıştır. Başvurucunun yaptığı savunmanın ardından duruşmada iddia makamını temsil eden savcı söz alarak sanıklar hakkında iddianame düzenleyen Cumhuriyet savcısıyla ilgili olarak "İşgüzarlık yapmıştır." şeklindeki beyanı nedeniyle duruşma tutanağından bir suretin gereğinin yapılması amacıyla Aksaray Baro Başkanlığına ve Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

11. Duruşma tutanağında, iddia makamını temsil eden savcı tarafından şu ifadeler tutanağa geçirtilmiştir:

"Sanık E. K. müdafii Av. Bayram Akın'ın taleplerimizi yazdırdığımız esnada söylediği sözlerin tutanağa geçirilmesine, yine bu esnada tarafımıza hitaben 'bunun söylediklerini yazıyorsunuz da benim söylediklerimi neden yazmıyorsunuz' şeklinde ve ayrıca 'asacaksınız asmayı düşünmüyor musunuz?' şeklinde müdahalede bulunduğu, mahkeme başkanınca birden fazla kez uyarılmasına rağmen konuşmaya devam ettiği, bu nedenle duruşma düzenini bozması nedeniyle CMK'nın 203. maddesi uyarınca duruşma salonundan çıkarılması kamu adına talep ve mütalaa olunur dedi."

12. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi 6/8/2013 tarihli kararı ile duruşma tutanağının birer örneğini gereğinin takdir ve ifası için Aksaray Baro Başkanlığı ile Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir.

13. Aksaray Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucu hakkında kamu görevlisine hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılama esnasında yaptığı savunmada başvurucu; sanık müdafiliğini yaptığı duruşmada iddia makamını temsil eden savcının mütalaasını yazdırırken, müdafiliğini yaptığı sanık hakkındaki iddianameyi hazırlayan savcı için kendisinin (başvurucunun) kullandığı "işgüzar" kelimesi nedeniyle yargılanması için Baroya ve Savcılığa suç duyurusunda bulunulmasını talep ettiğini ifade etmiştir. Başvurucu; bu durumun ağırına gittiğini, "işgüzar" kelimesini iddianamenin üstünkörü çalışılarak hazırlanmış olduğunu belirtmek amacıyla kullandığını, bunun üzerine bir açıklama yapma talebiyle ayağa kalktığını, iddia makamının parmağını sallayarak kendisine "Daha fazla konuşma." dediğini, kendisinin de bu söz üzerine "Asar mısınız keser misiniz?" dediğini ileri sürmüştür. Başvurucu, savcının mütalaası üzerine söz almak istediğini ısrarla belirtmesine rağmen Ağır Ceza Mahkemesi Heyetince kendisine söz verilmediğini ve akabinde hakkında hakaret suçundan soruşturma açılmasına dair karar verildiğini ifade etmiştir.

14. Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 24/6/2015 tarihinde başvurucunun kamu görevlisine hakaret suçundan iki kez 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Mahkeme kararının gerekçesinde başvurucunun iddianameyi düzenleyen Cumhuriyet savcısına yönelik "...müvekkilimin bu davada diğer sanıkla birlikte aynı sevk maddeleri ile cezalandırılmasının istenilmesi davayı açan savcının olayı kavrayamaması veya işgüzarlığındandır..." ile aynı duruşmada iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısına hitaben "Asmayı da düşünüyor musunuz?" ve anılan savcıyı kastederek Mahkeme Heyetine hitaben "Beni çoluk çocukla uğraştırmayın." şeklindeki sözleri sabit görülerek bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, ölçülülük şartının oluşmaması sebebiyle iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında da değerlendirilmeyeceği, başvurucunun eylemleriyle ifade özgürlüğü ile iddia ve savunma dokunulmazlığı sınırlarını aştığı belirtilmiştir.

15. Başvurucunun anılan karara yaptığı itiraz, Niğde Ağır Ceza Mahkemesince 12/10/2015 tarihinde reddedilmiştir.

16. Ret kararı başvurucuya 5/11/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/12/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

17. Diğer taraftan Aksaray Ağır Ceza Mahkemesince 29/6/2016 tarihinde başvurucunun müdafiliğini yaptığı sanığın cezalandırılmasına yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle beraatine karar verilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

18. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı kararlar için Keleş Öztürk (B. No: 2014/15001, 27/12/2017, §§ 20-30) ve Bekir Coşkun ([GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 18, 19) kararlarına bakılabilir.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

19. Mahkemenin 7/3/2019 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucu, sanık müdafiliğini yaptığı bir duruşma esnasında hem iddianameyi düzenleyen hem de yargılamada iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı hakkındaki beyanları nedeniyle mahkûmiyetine karar verildiğini belirtmiştir. Başvurucu; iddianameyi düzenleyen savcının olayı kavrayamaması nedeniyle müvekkilinin tanık olarak dinlenmesi gereken davada sanık olarak yargılandığını, nitekim müvekkilinin yapılan yargılama sonunda beraat ettiğini, her iki savcıya yönelttiği sözlerin eleştirel nitelikte olduğunu ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığını belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

21. Bakanlık görüşünde; Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) ifade özgürlüğü bağlamında avukatların konumlarına ve savunma dokunulmazlığına yönelik bir dizi kararı zikredilmiş, başvurucunun ifade özgürlüğüyle müştekinin şeref ve itibar hakkı ile yargı makamlarının saygınlığının korunması arasında -demokratik bir toplumun gerekleri dikkate alınarak- adil bir dengenin kurulması gerektiği ifade edilmiştir.

2. Değerlendirme

22. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde esas alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ...başkalarının şöhret veya haklarının, ...veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir..."

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

23. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

24. Başvurucunun Cumhuriyet savcılarına yönelik sözleri nedeniyle iki kez 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale yapılmıştır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

25. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

26. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

27. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

 (2) Meşru Amaç

28. Başvurucunun hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına ve yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesine yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

 (3) Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (a) Genel İlkeler

 (i) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

29.Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (ii)Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

30. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı bir müdahale olması gerekir. Açıktır ki bu başlık altındaki değerlendirme, sınırlamanın amacı ile bu amacı gerçekleştirmek üzere başvurulan araç arasındaki ilişki üzerinde temellenen ölçülülük ilkesinden bağımsız yapılamaz. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde "demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olmama" ve "ölçülülük ilkesine aykırı olmama" biçiminde iki ayrı kritere yer verilmiş olmakla birlikte bu iki kriter bir bütünün parçaları olup aralarında sıkı bir ilişki vardır (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2018/69, K.2018/47, 31/5/2018, § 15; AYM, E.2017/130, K.2017/165, 29/11/2017, § 18).

31. İfade özgürlüğü üzerindeki sınırlamanın demokratik bir toplumda zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacın karşılanması amacına yönelik ve istisnai nitelikte olması gerekir. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Amaca ulaşmaya yardımcı olmayan veyaulaşılmak istenen amaca nazaran bariz bir biçimde ağır olan bir müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı söylenemeyecektir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

32. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017,§§ 58, 61, 66).

33. Orantılılık ise sınırlamayla ulaşılmak istenen amaç ile başvurulan sınırlama tedbiri arasında aşırı bir dengesizlik bulunmamasına işaret etmektedir. Diğer bir ifadeyle orantılılık, bireyin hakkı ile kamunun menfaatleri veya müdahalenin amacı başkalarının haklarını korumak ise diğer bireylerin hak ve menfaatleri arasında adil bir dengeninkurulmasına işaret etmektedir. Dengeleme sonucu müdahalede bulunulan hakkın sahibine terazinin diğer kefesinde bulunan kamu menfaati veya diğer bireylerin menfaatine nazaran açıkça orantısız bir külfet yüklendiğinin tespiti hâlinde orantılılık ilkesi yönünden bir sorunun varlığından söz edilebilir. Kamu gücünü kullanan organların düşüncelerin açıklanmasına ve yayılmasına müdahale ederken ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan daha ağır basan korunması gereken bir menfaatin ve kişiye yüklenen külfeti dengeleyici mekanizmaların varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 57; Tansel Çölaşan, §§ 46, 49, 50; Hakan Yiğit, §§ 59, 68).

34. Buna göre ifade özgürlüğüne yapılan bir müdahale, zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamıyorsa ya da zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılamakla birlikte orantılı değilse demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak değerlendirilemez.

 (iii) Avukatların Rolü ve Mesleklerini İcra Ederken İfade Özgürlükleri

35. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun genel gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğubelirtilmiştir. Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgulanmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

36. Avukatların savunma görevini üstlenmeleri ve adaletin gerçekleşmesine katkıları mesleğin özelliği sayılmakta ve kimi kısıtlamalara bağlı tutulmalarının haklı nedenlerini oluşturmaktadır. Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen koşullarından biridir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009). Bu kapsamda avukatlar, belli sınırları aşmamak koşuluyla yargının işleyişine ilişkin eleştiride bulunma hakkına sahiptir. Bu sınırlar yargı sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla Yüksek Mahkeme üyeleri de dâhil diğer kamu görevlilerini korumak için gereklidir.

37. Avukatlar tarafından söylenen sözlerin ya da yazılı olarak yapılan beyanların bu söz ya da beyanların yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Bu çerçevede avukatlar tarafından söylenen sözlerin yapılan konuşmanın tamamı dikkate alınarak ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir(Keleş Öztürk, § 51).

38. Bazı durumlarda avukatların ifade açıklamaları ile adil yargılanma hakkı arasında yakın bir ilişki ortaya çıkabilir. Bu nedenle somut başvurudaki gibi bir ceza davasındaki müdafinin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda demokratik bir toplumda bu tür bir açıklamaya yapılacak müdahalelerin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilebilir (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

 (iv) Yargı Erkinin Otoritesinin Korunması

39.Adalet sisteminin düzgün işlemesi için görev yapan kamu görevlileri olan hâkim ve savcılarla Yüksek Mahkeme üyeleri de diğer kamu görevlileri gibi kamunun güvenine sahip olmalıdır. Bu sebeple adalet sisteminde görev alan hâkimler ve savcılarla birlikte diğer yargı çalışanlarını asılsız suçlamalardan korumak devletin görevlerindendir. Demokratik bir toplumda bireylere, yargı sistemi ile ona dâhil olan kamu görevlilerini eleştirme ve onlar hakkında yorum yapma hakkı tanınmış olmakla birlikte bu eleştirilerin kişilerin şeref ve itibarlarının korunmasını isteme haklarını ihlal eder boyuta ulaşmaması gerekir. Buna karşın kamu adına soruşturmaları yürüten Cumhuriyet savcılarının her türlü eleştirinin dışında olduğu da iddia edilemez (İlhan Cihaner (3), B. No: 2013/5298, 20/5/2015, §§ 26, 27).

40. Anayasa Mahkemesi Keleş Öztürk kararında sözlerin muhatabı olan yargı görevlisinin hâkim veya savcı olup olmamasının da değerlendirmede dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Mahkeme, kamu adına soruşturma yürüten ve kovuşturma aşamasında iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısının konumunun kovuşturmayı yürüten ve yargılama sonucunda hükmü veren hâkimden farklı olduğunu bildirmiştir. Mahkeme; özellikle iddianamenin kabulüyle başlayan kovuşturma aşamasında Cumhuriyet savcısının davanın tarafı olmasının daha belirgin bir hâle geldiğini, bu kapsamda yargılamanın tarafı olan Cumhuriyet savcılarının eleştiriler karşısında hâkimlere nazaran daha hoşgörülü olmaları gerektiğini belirtmiştir (Keleş Öztürk, § 53).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

41. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruya ilişkin kararını, olayın bütün şartlarını gözeterek ve başvuru konusu sözlerin söylendiği bağlamı dikkate alarak verecek; bu çerçevede ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin izlenen meşru amaçlarla orantılı olup olmadığını, derece mahkemelerinin gerekçelerinin ilgili ve yeterli olup olmadığını belirleyecektir.

42. Başvuru konusu olayda avukat olan başvurucu, duruşma esnasında hem iddianameyi düzenleyen hem de duruşmada iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısına yönelik bazı sözleri nedeniyle hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Başvurucunun bu sözleri söylemediğine dair bir iddiası bulunmamaktadır. Dolayısıyla mevcut başvuruda Anayasa Mahkemesi, derece mahkemelerinin olayın sübutuna ilişkin kabulünü değerlendirmek gereği duymamaktadır.

43. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından söylenen sözler sadece duruşma esnasında sarf edilmiştir. Bahsi geçen duruşmaya ilişkin davanın kamuoyunda bilinen bir dava olduğu da ileri sürülmemiştir. Dolayısıyla Cumhuriyet savcısına asılsız suçlamalarakarşı sağlanan korumanın kamusal menfaatlere yönelik açık tartışmaya ilişkin menfaatlerle dengelenmesi gerekmez.

44. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte bir insanı canavarca hisle öldürmek suçundan yargılanan bir sanığın müdafiliğini yapmaktadır. Canavarca hisle öldürmek suçu kasten öldürme suçunun nitelikli hâli olarak düzenlenmiştir. Kişinin acıma hissi olmaksızın vahşi yöntemlerle gerçekleştirilen öldürme, canavarca hisle öldürme olarak kabul edilmiştir. Ceza hukukunun koruması altına alınan asli hukuksal değerlerden olan hayat hakkına yönelik müdahalenin canavarca bir hisle işlendiğine karar verilmesi hâlinde sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası öngörülmüştür. Bu suçun diğer suçlara nazaran en ağır cezayı gerektiren suç olarak düzenlenmesi öldürme fiilinin toplum bilinci ve ahlakının geniş tepkisini çeken, amacı itibarıyla tehlikeli ve vahşi, kötülük eğilimini sergileyen, psikolojik bir güdüyü ifade eden bir kavram olarak algılanması nedeniyledir. Dolayısıyla bir kişi hakkındacanavarca his ile insan öldürdüğünün iddia edilmesinin bireysel ve toplumsal ölçekte ağır sonuçları olacağı kabul edilmelidir.

45. Somut olayda bir insanı canavarca hisle öldürmek suçundan iki kişi hakkında ceza davası açılmıştır. Başvurucu, müdafii olduğu sanığın olayın tanığı olduğunu ancak Cumhuriyet savcısının elinde yeterli delil olmaksızın, tutuklu olarak yargılanan asıl fail ile birlikte müvekkiline de dava açtığını düşünmektedir. Başvurucunun müvekkilinin cinayet ile ilgili gördüklerini anlatarak olayı aydınlattığını, tutuklu sanığın gözaltında adli kolluğun ve doktorların da bulunduğu ortamda suçu açıkça kabullendiğini ortaya koyacak beyanlarda bulunduğunu da ileri sürerek müvekkili hakkında haksız yere dava açıldığını kanıtlamaya çalıştığı anlaşılmaktadır. Öte yandan hakkındaki ağır iddiaya rağmen başvurucunun müvekkili bir gün süreyle gözaltında tutulmuş, ifadesinin alınmasının ardından tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Bundan soruşturma makamlarının başvurucunun müvekkili hakkında kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunmadığı kanaatinde oldukları sonucu çıkarılabilir. Nitekim başvurucu da savunmasını müvekkiline dava açmak için hiçbir sebep bulunmadığı, müvekkilinin aslında tanık olması gerektiği tezi üzerine oturtmaya çalışmış ve müvekkil daha sonra beraat etmiştir.

46. Başvurucu, savunma esnasında iddianameyi düzenleyen savcıyı eleştirmiş ve yeterli delil olmaksızın çok ciddi bir ithamda bulunulmasını tenkit etmiş; savcıyı işgüzar olmakla itham etmiştir.

47. Başvurucunun oldukça haksız olduğunu düşündüğü iddianameye yönelik eleştirel sözleri üzerine duruşmada iddia makamını temsil eden Cumhuriyet savcısı söz almış ve anılan beyanı nedeniyle başvurucu hakkında işlem yapılması için Baro Başkanlığına ve Cumhuriyet Başsavcılığına ihbarda bulunulmasını talep etmiştir. Bir avukatın savunmasını yaptığı esnada onun hakkında suç duyurusunda bulunulmasının savunma hakkını önemli ölçüde etkileyeceği muhakkaktır. Nitekim başvurucu, savcının bu müdahalesine karşılık vermiş ve yargılamanın iki süjesi arasında duruşma sırasında sözlü bir karşılaşma meydana gelmiştir. Başvurucu, kendisini kastederek "Asmayı da düşünüyor musunuz?" diyerek suç duyurusunun haksızlığına dikkat çekmiştir. Başvurucu ile duruşma savcısı arasında devam eden tartışma sırasında başvurucu, Mahkeme Heyetine hitaben "Beni çoluk çocukla uğraştırmayın." diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Başvurucu, bu sözleri duruşma sırasında ortamın gergin olduğu bir anda ve Cumhuriyet savcısı ile girdiği polemik sonucunda söylemiştir.

48. Başvurucunun iddianameyi hazırlayan savcıya yönelik eleştirisinin oldukça sert olduğu, avukatlık mesleğinin etik kurallarına ve saygınlığına zarar verdiği kabul edilse bile bu sözler savcının dava açarken uyguladığı yönteme ilişkindir. Savcının ne özel hayatının ne mesleki veya diğer niteliklerinin hedef alındığı söylenebilir. Başvurucunun duruşma savcısına yönelik sözleri ise savcı ile aralarında yaşanan ve bir ölçüde savcının neden olduğu polemiğin bir sonucudur. Savunma avukatına ancak çok istisnai hâllerde müdahale edilebilir ve başvurucunun savunma kurgusuna açıkça müdahale eden, onunla duruşma sırasında sözlü tartışmaya giren savcının kendisine yöneltilecek sözleri daha fazla hoşgörü ile karşılaması beklenir.

49. İlk derece mahkemesi savcılara yönelttiği ifadelerden dolayı başvurucunun iki kez 11 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Ancak ilk derece mahkemesi savunma görevini yerine getiren avukat hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmetmesinin acil bir ihtiyaçtan kaynaklandığını ortaya koyamamıştır. Bundan başka hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağırlığını hafifletmediği vurgulanmalıdır. Başvurucu beş yıl denetimli serbestlik tedbiri altına alınmıştır ve bir avukat olan başvurucunun bu süre içinde cezasının infaz edilmesi riski her zaman vardır. Yaptırıma maruz kalma endişesinin kişiler üzerinde kesintiye uğratıcı bir etkisi vardır ve sonunda kişi denetim süresini yeni bir mahkûmiyet almadan geçirse bile bu etki, ileride düşünce açıklamaları veya müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabilir (Keleş Öztürk, § 60).

50. Sonuç olarak olaylara bir bütün olarak yaklaşan Anayasa Mahkemesi başvurucunun ifadelerinin kamuoyu önünde değil sadece duruşma salonunda söylenmiş olduğunu da gözetmiş ve başvurucu hakkında hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedilmesi suretiyle ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı kanaatine varmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları

52. Başvurucu; sanık müdafiliğini yaptığı bir davada duruşma esnasında Cumhuriyet savcıları hakkında kullandığı ifadeler nedeniyle cezalandırılmasının savunma dokunulmazlığı hakkını, itiraz merci tarafından ilk derece mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın esastan incelenmemesinin de adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mevcut koşullarda, başvurunun sonucu da değerlendirildiğinde başvurucunun bu şikâyetleri hakkında bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

54.Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 57-60) kararında, Anayasa Mahkemesince bir temel hakkın ihlal edildiği sonucuna varıldığında ihlalin ve sonuçlarının nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi hususunda genel ilkelere yer verilmiştir.

55. Başvurucu, ihlalin tespiti ile birlikte 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

56. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun duruşma esnasında Cumhuriyet savcısına sarf ettiği sözlerden dolayı hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

57. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Buna göre yapılacak yeniden yargılama ise 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda derece mahkemelerince yapılması gereken iş, öncelikle ihlale yol açan mahkeme kararının ortadan kaldırılması ve nihayet ihlal sonucuna uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

58. Diğer taraftan somut olay bağlamında yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi ihlale yol açan yargılama sürecine muhatap olan başvurucunun bu sürede uğradığı bütün zararları gidermemektedir. Üstelik ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmekle birlikte başvurucunun muhatap olduğu yargısal süreç devam etmektedir. Dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için ifade özgürlüğünün ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle ve yeniden yargılama suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

59. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Aksaray Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/206, K.2015/368) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 9.150 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 226,90 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.701,90 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 7/3/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ÇELEBİ KUTLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2017/38612)

 

Karar Tarihi: 21/4/2021

R.G. Tarih ve Sayı: 23/6/2021-31520

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Denizhan HOROZGİL

Başvurucu

:

Çelebi KUTLU

Vekili

:

Av. Mehmet DURSUN

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, başvurucunun yazdığı dilekçede yer alan sözleri ve bazı beyanları nedeniyle tazminat ödemeye mahkûm edilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/12/2017 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu 1953 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte İstanbul'da ikamet etmektedir.

9. S.S. İ. Yapı Kooperatifi, Konyaaltı Boğaçayı mevkiinde satın alınan arazi üzerine bina yaparak ortaklarına daire verme amacıyla 1987 yılında kurulmuştur. Başvurucu da bahse konu kooperatifin bir üyesidir.

10. Başvurucu ve aynı Kooperatifte üye olan G.B., M.Ö ve M.Ç. 24/1/2013 tarihinde Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) bir şikâyet dilekçesi sunmuştur. Şikâyetçilere göre bahse konu Kooperatifin yöneticileri zimmet, görevi kötüye kullanma ve 24/4/1969 tarihli ve 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na muhalefet suçlarını işlemiştir. Şikâyet dilekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Aradan 25 yıl geçmesine karşın, hiçbir gelişme kaydedilmemiş, sonuç elde edilememiştir.

Kooperatif Yönetimi, bugüne kadar, bürokratik engelleri gerekçe göstererek üyeleri oyalamış, göstermelik adımlar atarak umutlarını canlı tutmuş ve son iki yıla kadar üyelerinden aidat toplayarak haksız çıkar elde etmişlerdir.

...

Kooperatif Yönetimi, aşağıda saydığımız eylemleri ile, üyeleri zarara uğratmış, kendileri de haksız kazanç elde etmişlerdir:

1- Yaklaşık 25 yıldır, her bir ortaktan, üyeliğe girişte değişik miktarlarda katılım payı ve ayda ortalama 100 TL aidat toplanmıştır. Bu pay ve aidatların nerelere harcandığı belli değildir. Kooperatif yönetiminde yeterince şeffaflık olmadığından, üye olarak aidatların nerelere harcandığını takip etmemiz mümkün olmamaktadır.

Kooperatif Bilançolarında yer alan harcama kalemlerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, harcamalara ilişkin belgelerin mevcut olup olmadığı ve içeriklerini araştırmamız ve bilgi sahibi olabilmemiz mümkün değildir.

Ancak Bilançoları incelediğimizde dahi, bazı usulsüzlükleri, en azından yüzeysel olarak görmemiz mümkün olmuştur. 2004, 2008, 2009 ve 2010 yılı Kooperatif Denetim Kurulu Raporlarında; plan proje ve yapı ruhsatı konularında kooperatifin yaptığı herhangi bir işlem bulanmadığı bildirilmesine karşın; aynı tarihli Kooperatif Bilançolarında, sırasıyla 16.240 TL., 55.000 TL., 155.480 TL., 80.775 TL. Plan Proje bedeli olarak gider kalemlerine işlenmiştir.

Yapılmayan plan ve proje bedeli olarak alınan bu meblağların akıbeti belirsizdir...

2- 300 ortak ile başlayan kooperatifin ortak sayısının 100'e indirilmesi amaçlanmış; bu amaçla, aidatlarını ödemeyen ortaklar ihraç edilmiş, kooperatif hisselerini devretmek isteyen ortakların hisseleri, tespit edilen bedelleri ödenerek, kooperatif adına satın alınmıştır. Ancak kooperatif adına, üyelerinin menfaati gereği satın alındığı iddia edilen üyelik haklarının akıbeti belli değildir. Kooperatifin mevcut üyelerine kazandırdığı iddia edilen katkı, ortada yoktur.

3- Ortak sayısını 100'e indirmeyi amaçlamış olmasına rağmen, üye sayısının her yıl değişmesi. bazı yıllar, hisse satışları nedeniyle azalması gerekirken artması, çıkan veya çıkarılanların üyelik haklarının bedel mukabili satılıp satılmadığını akla getirmektedir.

4- Kooperatif Yönetiminin Faaliyet Raporlannda belirttiği üye sayısı ile, üye İmza Çizelgesinde yer alan üye sayıları, hiçbir dönemde birbirini tutmamıştır.

5- Genel Kurullarda, vekaletle kullanılan oylara ilişkin, gerçekten oy kullanan kişilere, adına oy kullanılan üyeler tarafından vekaletname verilip verilmediği belli değildir. Çünkü, bir iki istisna dışında, yazılı vekaletname bulunmamaktadır. Bu hususta da usulsüzlük yapıldığını düşünüyoruz. Nitekim kooperatif yönetimi 25 yıldır aşağı yukarı aynı kişilerden oluşmaktadır.

Nitekim Koop. K.m:49'a göre; Ana sözleşmede açıklama bulunduğu takdirde, bir ortak yazı ile izin vermek suretiyle Genel Kurul toplantısında oyunu ancak başka bir ortağa kullandırabilir.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla; 2010 yılı Genel Kurul toplantısında, [A.E.A.][Ç.K.] adlı üyeye oy kullanması içın vekalet göndermesine rağmen, o kişi adına oyu, [V.C.] kullanmıştır. [V.C.], Kooperatif Yönetim Kurulu Başkanı [Y.C.nin] kardeşidir.

Yine 2011 yılı Genel Kurul toplantısında, [M.Ş.Y.][A.T.] adlı üyeye oy kullanması için vekalet göndermesine rağmen, o kişi adına oyu, [M.U.] kullanmıştır. Genel Kurulda bu durumun farkına varılıp, kullanılan oy iptal ettirilmiştir. Tespit edilemeyen daha birçok usulsüzlüğün yapıldığını düşünüyoruz.

6- Koop. K. m:98 atfı ile T.Ticaret K. m:332 (Yeni 393) gereği yasal engel bulunmasına rağmen, 2007-2010 arası kooperatif Denetleme Kurulu üyeliği yapmış [F.V.Y.], 25 yıldır kooperatifin müdürü olan [M.Y.nin] damadıdır.

Yine, Kooperatif Müdürü [M.Y.] ile, Yönetim Kurulu Başkanı [Y.C.] bacanaktır. Ayrıca, müdür [M.Y.nin] oğlu [B.Y.], eşi [A.Y.], kızı [B.Y.] de, kooperatıf üyesidir. Bu yakın akrabalık bağları Genel Kurula bildirilmemiş, tarafımızca daha sonra öğrenilmiştir. Kooperatifin Yönetim Kurulunun kendi içinde ve Denetleme Kurulunda yakın akrabaların bulunması, sağlıklı idare edilmediğini, yolsuzluk ve usulsüzlüklerin üzerinin kapatılması amacı güdüldüğünü, kooperatif işini geçim kaynağı olarak kullandıklarını ortaya koymaktadır. 25 yıldır somut bir adım atılmaması da, kooperatifi aile şirketi haline getiren bu kişilerin amaçlarının, üyelerin aidatlarını geçim kaynağı olarak kullanmak olduğunu ortaya koymaktadır.

...

8- Kooperatifler Kanunu 24. Maddeye göre; 'Yönetim Kurulunun gelir gider farklarının dağıtım şekli hakkındaki tekliflerini ihtiva eden yıllık çalışma raporu ile bilanço ve denetçilerin 66 ncı madde hükümlerine uygun olarak tanzim edecekleri rapor genel kurulun yıllık toplantısından en az 15 gün öncesinden itibaren bir yıl süre ile Kooperatif merkezinde ve varsa şubelerinde ortakların tetkikine amade tutulur.

Talep eden ortaklara bilanço ve gelir gider farkı hesaplarının birer suretinin verilmesi mecburidir.'

Ancak kooperatif yönetimi. bu hükmün gereğini yerine getirmemiş rapor ve bilançoları üyelerin incelemesine sunmak bir yana, üyelerden gizlemek için ellerinden geleni yapmışlardır.

9- 2010 ve 2011 Genel Kurul Toplantılarında, Hesap Tetkik Komisyonu kurularak, kooperatifin hesaplarının, gelir ve harcamalarının incelenmesi ve kooperatifin şeffaf hale getirilmesi istenmesine rağmen, yukarıda belirtildiği üzere, akraba şirketi gibi hareket ederek akraba ve çevresinin desteği ile, bu husustaki talepler reddedilmiştir.

10- [İ.] Yapı Kooperatifinin müdürü [M.Y.], aynı zamanda. bir başka ([İ.] Evler Yapı) kooperatifin de Yönetim Kurulu Başkanlığını yapmaktadır. Yani, kooperatif yöneticileri, kooperatifçilik işini meslek haline getirmiş, üyeleri üzerinden haksız kazanç temin etmektedirler.

11- Kooperatif adına satın alınan arazi üzerinde portakal ağaçları bulunmakta olup, bu ağaçlardan elde edilen ürünün ne yapıldığı, değerlendirilip değerlendirilmediği, elde edilen gelir varsa miktarı belli değildir. Yönetimin Faaliyet Raporlarında da, bu hususta hiçbir açıklama yer almamaktadır.

SONUÇ : Belirttiğimiz ve resen göz önünde bulundurulacak nedenlerle, kooperatifi ve üyelerini zarara uğratan, usulsüz işlemler yapan ve haksız menfaat temin eden şüpheli kooperatif yetkilileri hakkında gerekli kovuşturma yapılarak, kamu davası açılmasına karar verilmesini, saygılarımızla arz ve talep ederiz."

11. Bahse konu şikâyet üzerine ilgili Kooperatif yetkilileri hakkında Başsavcılıkça soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılık 4/2/2013 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü Kooperatifler Dairesi Başkanlığına müzekkere yazarak müştekilerin şikâyetine konu iddialarla ilgili olarak İ. Yapı Kooperatifinin tüm defter, belge ve kayıtlarının incelenmesini, rapor tanzim edilmesini istemiştir. Bunun üzerine Antalya Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü 17/9/2013 tarihinde bir inceleme raporu düzenlemiştir. Başsavcılık ayrıca 26/6/2013 tarihinde Kooperatife ait defter ve belgeleri bir bilirkişiye teslim ederek bilirkişiden rapor hazırlamasını istemiştir.

12. Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve bilirkişi ayrı ayrı raporlarını dosyaya sunmuştur. Raporların incelenmesi neticesinde müştekilerin bazı iddiaları hakkında teknik bazı incelemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Raporlara göre müştekilerin bahse konu iddiaların bir kısmının doğru olduğu, bir kısmının doğru olmakla birlikte bunun 1163 sayılı Kanun'a aykırılık teşkil etmediği, bir kısmının ise incelenen defter ve belgelere göre doğru olmadığı belirtilmiş; sonuç olarak şikâyet dilekçesinde, işlendiği iddia edilen suçların unsurlarının somut olayda oluşmadığı yönünde kanaat bildirilmiştir.

13. Başsavcılık 6/11/2013 tarihinde, inceleme ve bilirkişi raporuna göre şüphelilerin atılı suçları işlediklerine dair müştekilerin soyut iddiaları dışında delil bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir.

14. Müştekiler bilirkişi raporlarında yer aldığını düşündükleri eksiklikleri ayrı ayrı belirterek 4/12/2013 tarihinde karara itiraz etmiş ancak bu itirazları Manavgat 2. Ağır Ceza Mahkemesince 27/1/2014 tarihinde reddedilmiştir.

15. Bunun üzerine müştekilerin şikâyet ettikleri Kooperatif yetkililerinin bir kısmı 14/7/2015 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu müştekiler aleyhine Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) manevi tazminat davası açmıştır.

16. Davacılar dava dilekçesinde özetle başvurucunun da aralarında bulunduğu davalıların kendilerine ağır suçlamalarda ve gerçekle ilgisi olmayan olayları öne sürerek şikâyetçi olduklarını belirtmiştir. Davacılar söz konusu şikâyetler nedeniyle Başsavcılıkça soruşturma yapıldığını ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini, bu karara yapılan itirazın da kesin olarak reddedildiğini ifade etmiştir. Davacılar ayrıca kendilerinin öğretmenlik, memurluk ve esnaflık gibi onurlu mesleklerle uğraştıklarını, davalıların resmî makamları aldatarak soyut iddialarda bulunduklarını ve son derece ağır bu suçlamalar nedeniyle büyük üzüntü duyduklarını belirtmiştir.

17. Davalılar ise cevap dilekçesinde özetle şikâyete konu olayda Başsavcılıkça kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini ve davacılar hakkındaki şikâyet dilekçesinin Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde hak arama özgürlüğünün kullanımı olduğunu ifade etmiştir. Davalılar; hukuk toplumunda yaşama hakkına sahip olan herkesin devletten suç işlenmesinin önlenmesi ve suçluların cezalandırılmasını talep hakkına sahip olduğunu, kişiler hakkında açılan ceza davası sonucunda beraat kararı verilmesi olgusunun yargı görevinin yasalara göre takdir hakkı kullanılmak suretiyle yerine getirilmesi ile ilgili olduğunu ve bunun çatışan hakların sınırının belirlenmesinde davacı lehine değerlendirilecek bir delil olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir. Davalılar son olarak Kooperatif Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri ile Genel Kurul Toplantısı'na katılan hükûmet komiseri hakkında ayrıca suç duyurusunda bulunduklarını ve davacılar hakkında çeşitli mahkemelerde kamu davaları açıldığını, açılan bir kamu davasında ise mahkûmiyet kararı verildiğini, bunun da şikâyet haklarını somut emarelere dayandırdıklarının açık göstergesi olduğunu vurgulamıştır.

18. Yargılama sonucunda Mahkeme 15/3/2017 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında yapılan değerlendirmelerin ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Davalıların Cumhuriyet Başsavcılığına verdikleri şikayet dilekçelerinde davacıların plan ve proje bedeli olarak aldıkları meblağları karşılıksız ve haksız olarak isnat ettiklerini ve haksız kazanç elde ettiklerini, kooperatif aidatlarını geçim kaynağı olarak kullandıklarını, üyelerden topladıkları aidatları masraf kalemleri icat ederek kullandıkları ve haksız çıkar sağladıklarını, üyeler üzerinden haksız kazanç temin ettiklerini, kooperatif adına satın alınan arazı üzerindeki portakal ağaçlarının ürünlerinin ne yapıldığı ve ne şekilde değerlendirildiğinin belli olmadığını iddia ettikleri ve belirtildiği şekilde beyanda bulundukları, ayrıca dinlenen yeminli tanık beyanları ile kooperatifin yapılan genel kurul toplantılarında davalı Çelebi Kutlu'nun (başvurucu) davacı [M.Y.] ve diğer kooperatif üyelerine yönelik olarak 'planlama aşamasında para yediniz, burayı geçim kaynağı yaptınız, sahtekarlık yaptınız, kreşlerinizi ve iş yerlerinizi buranın parasıyla kurdunuz' dediğinin, diğer davalıların [M.Y.] ve ailesiyle diğer yöneticilere 'sizin yüzünüzden kooperatif geride kaldı, parayı yediniz, nereye gitti bu paralar, burayı geçim kaynağı yaptınız' dediğinin, davalı Çelebi Kutlu ve [M.Ö.nün] 'kooperatif arsasının bahçesindeki portakalları sattınız, buradan gelir elde ettiniz, plan proje masrafı olarak bütçede toplanan paraları yediniz bu paralar nereye gitti' dediklerinin ispatlandığı, şikayet dilekçesindeki belirtilen cümlelerin şikayet amacını aştığı ve şikayet hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olduğu, şikayet dilekçesindeki beyanlar ile davalıların davacılar hakkındaki Kooperatif Genel Kurulunda suç isnadı niteliğindeki hakaret içeren sözlerinin davacıları küçük düşürücü, şeref ve haysiyetini zedeleyici nitelikte olduğu, bu sözlerin ve şikayet dilekçesinde yazılı beyanların davacıların kişilik haklarına haksız saldırı oluşturduğu, davacıların davalıların bu sözlerinden dolayı manevi zarar gördüklerinin kabul edilmesi gerektiği, davacıların davalıların hakaret niteliğindeki ve küçük düşürücü sözlerinden dolayı duydukları üzüntü ve acı ile bozulmuş olan ruhi huzurunun imkan dairesinde yeniden elde edilmesini sağlamak için tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın olay tarihi itibariyle satın alma değeri, davalıların söz ve beyanlarındaki suç isnadı kastının derecesi ve ağırlığı, davacıların duyduğu acı ve üzüntünün yoğunluğu gözetilerek her bir davacı için 3.000 TL manevi tazminata hükmedilmesinin çekilen sıkıntıyı hafifletebilecek düzeyde adalete ve hakkaniyete uygun olacağı, tüm dosya kapsamı ile belirlendiğinden davacıların manevi tazminat talebinin kabulüne, her bir davacı için 3.000 TL olmak üzere toplam 15.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle (müştereken ve müteselsilen) davalılardan alınarak davacılara ödenmesine, davacıların fazlaya ilişkin taleplerinin reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılarak aşağıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur."

19. Davalıların istinaf talebini inceleyen Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi (BAM) 20/9/2017 tarihinde istinaf başvurularının esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. BAM kararının ilgili kısmı şu şekildedir:

"...Müşteki davalıların şikayet dilekçelerinde özellikle zimmet ve haksız çıkar elde etmek gibi yüz kızartıcı isnatlarda bulunmak suretiyle şikayet hakkının korunmasına ilişkin yasal korumanın sınırlarını tecavüz ettikleri, anılan isnatlar yönünden daha dikkatli ve özenli davranılması gerektiğine ilişkin yerleşik yargısal uygulamalara aykırı hareket ettikleri, yani somut olay bakımından şikayetin amacını aştığı, dolayısıyla şikayetin, hakkın kötüye kullanılması niteliğine büründüğü, davalıların şikayetlerini haklı gösterecek emareleri ortaya koyamadıkları anlaşılmaktadır. Şikayet dilekçesi içeriğinde sarf edilen bu sözlerin davacıları küçük düşürücü nitelikte bulunduğu, şeref ve haysiyetlerini zedelediği, dolayısıyla kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu açıktır. Bu itibarla ilk derece mahkemesince şikayet hakkının kötüye kullanıldığından bahisle manevi tazminata hükmedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.

Öte yandan, her ne kadar davalılar vekilince, davacılar hakkında Antalya 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 ve Antalya 27. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/392 Esas sayılı dosyalarında görülen kamu davalarının açıldığı, 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 Esas sayılı dosyasının yargılaması sonucunda davacıların mahkumiyetlerine karar verildiği, bu durumun dahi davalıların şikayet haklarını somut emarelere dayandırdıklarının açık göstergesi olduğu ileri sürülmüş ise de; 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2015/810 Esas sayılı dosyasındaki yargılama konusunun kooperatif genel kurul toplantısının zamanında yapılmaması, suç tarihinin ise 1/8/2015 tarihi olduğu; 27. Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/392 Esas sayılı dosyasındaki yargılama konusunun da kooperatife ait taşınmazın gerçek değerinin altında bir bedelle satılması suretiyle kooperatifin zarar görmesine sebep olma olduğu ve suç tarihinin 10/6/2015 tarihi olarak belirlendiği anlaşılmaktadır. Oysa eldeki davaya konu edilen ve haksız olduğu ileri sürülen şikayet ise 24/1/2012 tarihinde yapılmış ve davacıların bu tarihten önceki eylemleri şikayet konusu edilmiştir. Dolayısıyla şikayet tarihinden yaklaşık üç yıl sonraki eylemler sebebiyle davacılar hakkında kamu davası açılması ve/veya mahkumiyet kararı verilmiş olması bu dava yönünden davalıların şikayet haklarını usule uygun olarak kullandıklarını göstermez... İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik istinaf isteminin reddine karar verilmelidir. "

20. BAM kararı başvurucuya 2/11/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/12/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

21. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” kenar başlıklı 49. maddesi şöyledir:

 “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

22. 6098 sayılı Kanun’un “Kişilik hakkının zedelenmesi” kenar başlıklı 58. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.”

23. Yargıtayın haksız şikâyet nedeniyle manevi tazminat istemlerine ilişkin verdiği kararlarda vurgulanan temel ilkeler şunlardır (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/13345, K.2019/699, 14/2/2019; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/8975, K.2018/7434, 29/11/2018; Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E.2016/3988, K.2018/1033, 19/2/2018):

 “Şikâyet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın 36. maddesinde; 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir.

Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasa'nın 'Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği' başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunacağı açıklanmış, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise saldırının yaptırımı düzenlenmiştir.

Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

24. Mahkemenin 21/4/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

25. Başvurucu, hak arama özgürlüğü kapsamında bir ihbar ve şikâyette bulunması nedeniyle manevi tazminat ödemeye mahkûm edildiğini iddia etmiştir. Başvurucu; Kooperatif Yönetim ve Denetim Kurulu üyeleri hakkında başkaca şikâyetlerde de bulunduklarını ve bunun üzerine bu kişiler hakkında birden çok ceza davası açıldığını, bu davalardan birinde de yöneticiler hakkında görevi ihmal ve kötüye kullanma suçlarından mahkûmiyet kararı verildiğini, bu tür olayların yaşandığı bir kooperatife üye olması nedeniyle şikâyet hakkını kullanmasının oldukça normal görülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Başvurucu, bu durumların yargılama mercilerince dikkate alınmadığını ve bu nedenle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

26. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

27. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine yönelik şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

28. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

29. Başvurucu, yazdığı dilekçede yer alan sözleri ve bazı beyanları nedeniyle Mahkemece tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale söz konusudur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

30. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

31. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

32. 6098 sayılı Kanun'un 49. ve 58. maddelerinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

33. Müdahalenin başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

 (1) Genel İlkeler

 (a) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğünün Önemi

34. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu daha önce pek çok kararında açıklamıştır (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

 (b) Müdahalenin Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygun Olması

35. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

36. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Meşru amaçların bir olayda varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 58, 61, 66).

(c) İfade Özgürlüğünü İlgilendiren Yönüyle İddia ve Savunma Dokunulmazlığı

37. İddia ve savunma dokunulmazlığı, Anayasa'nın 36. maddesi çerçevesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkeler hem medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların hem de bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerlidir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).

38. Anayasal güvenceye sahip iddia ve savunma dokunulmazlığı 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nda da yer almaktadır. Anılan Kanun'un 128. maddesinde yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurularda muhakeme süjelerinin kişilerle ilgili olumsuz beyanları -belli sınırlar içinde olmak kaydıyla- hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmüştür (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19/2/2019, § 44; Şeyma Fenercioğlu, B. No: 2015/12747, 7/11/2019, § 39).

39. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir (Kenan Gül, § 45; Şeyma Fenercioğlu, § 40).

40. 5237 sayılı Kanun'un 128. maddesine göre isnat ve değerlendirmeler, gerçek ve somut vakıalara dayandığı ve uyuşmazlıkla bağlantılı olduğu müddetçe ölçülü kabul edilebilir. Bununla birlikte yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının hem Anayasa'nın 26. maddesi hem de 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları ve profesyonel olarak iddia ve savunma görevini icra eden avukatlar bu görev nedeniyle herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdır (Kenan Gül, § 46; Şeyma Fenercioğlu, § 41).

41. Anayasa Mahkemesine göre de iddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Anayasa Mahkemesi; bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan serbestçe yapmaları gerektiğini, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayandığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre bu serbestlik davanın aydınlığa kavuşmasına, diğer bir deyişle hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir (AYM, E.1963/163, K.1965/36, 8/6/1965; E.1979/38, K.1980/11, 29/1/1980; Kenan Gül, § 47).

 (d) Başkalarının Şöhret veya Haklarının Korunması

42. Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44; Kenan Gül, § 52).

43. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 37). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

 (e) Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

44. Devletin bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile diğer tarafın Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ile ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir (Kenan Gül, §§ 54, 55; Şeyma Fenercioğlu, §§ 45, 46):

i. İddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin varlığı

ii. İddia ve savunma dokunulmazlığının sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı

iii. Hedef alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı

45. Anayasa Mahkemesi başvurunun koşullarına göre bazıları yukarıda sayılan kriterlerin gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğini denetler (Nilgün Halloran, § 41; Ergün Poyraz (2) [GK], B. No: 2013/8503, 27/10/2015, § 56; Kadir Sağdıç, §§ 58-66; İlhan Cihaner (2), §§ 66-73).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Başvuru konusu olayda başvurucu ile birlikte bir kısım Kooperatif üyesi, Kooperatif yöneticilerinin kooperatifle ilgili çeşitli suçlar işlediğinden bahisle şikâyetçi olmuş, şüpheliler hakkında soruşturma yürütülmüş ve bu soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Bunun üzerine ilgili Kooperatif yöneticilerinin açtığı manevi tazminat davası sonucunda Mahkemece, şikâyet dilekçesinde yer alan ve Genel Kurul toplantılarında dile getirilen bazı ifadeler nedeniyle aralarında başvurucunun da bulunduğu davalı Kooperatif üyelerinin davacılara toplam 15.000 TL manevi tazminat ödemesine karar verilmiştir.

47. Eldeki başvuruda başvurucunun da içinde bulunduğu davalılar, aynı zamanda şikâyette bulundukları Kooperatifin birer üyesidir. Şikâyet olunanlar ise aynı Kooperatifin yöneticisidir. Diğer bir ifadeyle şikâyetçiler konu hakkında menfaatlerinin doğrudan ihlal edildiğini iddia eden veya edilme potansiyeli olan kişiler olup şikâyet edileneler ise -şikâyetin haklı olduğunun anlaşılması hâlinde- doğrudan sorumluluklarına başvurulabilecek kişilerdir. Bunun yanında davalılar, başvuruya konu şikâyetten önceki bir tarihte davacıların şeref ve itibarın korunması hakkına haksız müdahale teşkil edebilecek herhangi bir şikâyette de bulunmamıştır. Aksine davalılar, başvuruya konu şikâyet sonrası Kooperatif yöneticileri hakkında bir dizi şikâyette bulunmuş; bu şikâyetler üzerine kamu davaları açılmış hatta mahkûmiyet kararları verilmiştir.

48. Başvuruya konu şikâyet dilekçesinde ve Genel Kurul toplantılarında kullanılan ifadelere bakıldığında Kooperatif yönetiminin bazı eylemleri veya ihmallerinin konu alındığı ve ifadelerin bazı maddi olgulara dayandığı anlaşılmaktadır. Bahse konu şikâyet dilekçesinde somut örnek olay ve rakamlar üzerinden Kooperatif yönetiminin birtakım usulsüzlükler yaptığı iddia edilmiş, genel kurul toplantılarında da benzer şikâyetlerin tekrarlandığı Mahkemece kabul edilmiştir (bkz. §§ 10, 18). Başsavcılık, şikâyet dilekçesinde yer alan olgular hakkında iki ayrı uzman incelemesi yaptırmış; bunun sonucunda kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Karara dayanak alınan raporlar incelendiğinde ise daha ileri ve teknik bir inceleme sonucunda şikâyet dilekçesinde yer alan iddiaların bir kısmının doğru olduğu, bir kısmının ise doğru olmakla birlikte bunların 1163 sayılı Kanun'a aykırılık teşkil etmediği, diğer bir kısmının ise incelenen defter ve belgelere göre doğru olmadığı kanaatine varıldığı görülmüştür (bkz. § 12).

49. Somut olayda başvurucu tarafından kullanılan ifadelerin veya yöneltilen suçlamaların muhatabına rahatsızlık veren saldırgan ifadeler olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte başvurucu ve diğer arkadaşları, Cumhuriyet savcılığına verdiği dilekçede esas itibarıyla Kooperatif yönetimince plan ve proje bedeli olarak üyelerden alınan paraların akıbeti ve Kooperatife ait gelirlerin harcamalarına ilişkin kayıtların doğruluğu hakkında şüpheleri bulunduğunu ifade etmiştir. Başvurucu, Kooperatif yöneticileri ile girdiği tartışma sırasında söylediği "para yendiğine", "sahtekarlık yapıldığına" ve Kooperatifin paralarını kendi menfaatlerine kullandıklarına dair sözler ve isnatları ile asıl olarak yöneticilerin toplanan aidatların harcanmasına ilişkin olarak kendilerinde oluşan tereddütleri gideremediğini ima etmektedir. Başvuru konusu sözlerin Kooperatif üyesi olan başvurucu ve diğer davalıların 25 yıl gibi uzun bir süre geçmesine karşın Kooperatif amacının henüz gerçekleşmemiş olmasına yönelik kızgınlıklarının ve sorgulamalarının birer ifadesi olarak anlaşılması gerekir. Yeni kurulmuş bir kooperatife nazaran 25 yıldır amacı henüz gerçekleşmemiş bir kooperatif hakkında yapılacak açıklamaların veya getirilecek eleştirilerin görece daha sert olması anlaşılabilir. Üstelik eldeki olayda başvurucu, dilekçedeki sert sözleri somut bir isim belirtmeksizin genel olarak Kooperatif yöneticilerine yöneltmekte ve Kooperatifin başarısızlığı sebebiyle belirli kişileri değil yönetimi suçlamaktadır (bkz. § 10).

50. Bu çerçevede söz konusu ifadelerde iddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin veya hedef alınan kişilere yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunmadığı ya da uyuşmazlığın çözümüne katkısının olmadığı da söylenemez. Nitekim kişilerin kamu makamlarına şikâyet dilekçesi vermesi, bu dilekçe sonucu şikâyet edilenlerin ceza almalarını şart olarak gerektirmez. Bu kapsamda şikâyet dilekçesi sonucu kamu davası açılmasının ya da mahkûmiyet kararı verilmesinin aranması hak arama özgürlüğünü son derece daraltır. Bu hususun iddia ve savunma dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü ile şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge sağlanırken dikkatle gözönünde bulundurulması gerekir.

51. Yukarıdaki açıklamalar ışığında derece mahkemelerinin somut olayın kendine özgü şartlarını gözönüne alarak başvurucunun şikâyetini sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla yapıp yapmadığını yeterince değerlendirmedikleri kanaatine ulaşılmıştır. Mahkemeler, başvurucunun ifade özgürlüğü ile davacıların şeref ve itibarın korunması hakları arasında adil bir denge kuramamıştır.

52. Olaylara bir bütün olarak yaklaşıldığında başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahale zorunlu bir ihtiyacı karşılamadığı için demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun bir müdahale olarak kabul edilemez.

53. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

54. 30/11/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

 “(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

55. Başvurucu, yeniden yargılama yapılması ya da tazminat verilmesi talebinde bulunmuştur.

56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

57. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

58. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı veya mahkemenin ihlali gideremediği durumlarda Anayasa Mahkemesi 6216 sayılı Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir kararın kendisine ulaştığı mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir (Mehmet Doğan, §§ 58, 59; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), §§ 57-59, 66, 67).

59. İncelenen başvuruda başvurucunun bazı ifadeleri nedeniyle Mahkeme tarafından başvurucunun manevi tazminat ödemesine karar verilmesinin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun düşmediği ve bu nedenle başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna varılmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

60. Bu durumda ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş, yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

61. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Antalya 1. Asliye Hukuk Mahkemesine (E.2015/257, K.2017/61) GÖNDERİLMESİNE,

D. 257,50 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.857,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 21/4/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

SAMET ÇELİKÇAPA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/14878)

 

Karar Tarihi: 26/5/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 27/7/2022-31905

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Hicabi DURSUN

 

 

Recai AKYEL

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

İrfan FİDAN

Raportör

:

Ali Erdem ŞAHİN

Başvurucu

:

Samet ÇELİKÇAPA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kamu görevlisi olan başvurucunun idareye vermiş olduğu dilekçede kullandığı ifadeler nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 10/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1987 doğumlu olup başvuruya konu olayların yaşandığı tarihte Şanlıurfa'nın Viranşehir İlçe Emniyet Müdürlüğünde komiser yardımcısı olarak görev yapmaktadır.

A. Disiplin Soruşturması Süreci

6. Başvurucu 13/2/2015 tarihinde iki ay süreyle Şanlıurfa'nın Hilvan İlçe Emniyet Müdürlüğünde geçici olarak görevlendirilmiştir. Başvurucu anılan görevlendirmenin sonlandırılmasının ardından geçici görevlendirme nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazmini için Valilik makamına dilekçeyle başvurmuştur. Başvurucunun alt başlıklar hâlinde mağduriyetlerine yer verdiği dilekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Geçici görevli atama neticesinde,...Hilvan Emniyet Müdürlüğüne hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır.

...

Söz konusu,... idari işlemin Danıştay kararlarınca açıkça hukuka aykırı olması nedeniyle şahsımın ve ailemin uğramış olduğu manevi zararı bir nebze hafifletebilecek manevi tazminat talep etmekteyim.

...

Yukarıda açıklamış olduğum sebeplerden dolayı, şahsımın görevinden alınarak bir başka göreve geçici görevlendirilmem için yeterli nedenlerin bulunmadığı, hizmet gereği ve kamu yararının söz konusu olmadığı, dolayısıyla işlemin tesisinde objektif sınırlar içerisinde kalınmadığı, kamu yararı - birey yararı dengesinin korunamadığı ve dava konusu geçici görevlendirme işleminde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçelerinden hareketle,... şahsımın zararının tazmin edilebilmesi amacıyla,..., tazminatın tarafıma verilmesi hususunu..."

7. Anılan dilekçede idareye karşı kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan ve somut olaylar gerekçe gösterilmeksizin kullanılan "Hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır." ifadesinin başvurucunun amir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirmesi niteliğinde olduğu iddiasıyla başvurucu hakkında idare tarafından disiplin soruşturması başlatılmıştır.

8. Disiplin soruşturması sürecinde başvurucunun ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu ifadesinde; dilekçesinin nitelik olarak şikâyet dilekçesi olmadığını ve müracaat dilekçesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini, isnat edilen fiilin kanunilik, maddi ve manevi unsurlar açısından ele alındığında mevzuatta yer verilen suçlara uymadığını, dilekçeyi zarar tazmini istemiyle idari yargıda dava açabilmenin ön koşulunu yerine getirebilmek adına verdiğini, kullandığı ifadelerin tazminat talebinin maksadını açıklamaktan ibaret olduğunu belirtmiştir.

9. Soruşturma raporunda öncelikle başvurucunun vermiş olduğu dilekçenin müracaat kapsamında olduğu, ilgili dilekçeye cevap verildiği ve bu nedenle bir hak kaybından söz edilemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte dilekçe hakkının kullanılırken yönetmelikle belirlenen usullere bağlı kalınması gerektiği ve bu bağlamda başvurucunun ilgili ifadeleri kullanmasını meşru gösterebilecek herhangi bir yargı kararı bulunmadığından kullanılan ifadelerin yersiz eleştiri niteliğinde olduğu değerlendirilmiştir. Nihayetinde başvurucunun görev içinde ya da dışında amir veya üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek yahut yazı yazmak fiilini işlediği sonucuna ulaşıldığından 24/4/1979 tarihli Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) 7. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin (3) alt bendi uyarınca kademe ilerlemesinin yirmi dört ay süreyle durdurulması teklif edilmiştir.

10. Soruşturma sonucunda başvurucunun Şanlıurfa Valiliği İl Polis Disiplin Kurulunun 20/1/2016 tarihli kararıyla Tüzük'ün 15. maddesi uyarınca teklif edilen yirmi dört ay uzun süreli durdurma cezası yerine on ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.

B. Başvurucunun Disiplin Cezasına İlişkin İşleme Karşı Açtığı İptal Davası Süreci

11. Başvurucu, hakkında tesis edilen disiplin cezasının iptali istemiyle Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

"Uyuşmazlıkta; yukarıda davacı ifadeleri ile bir kısmı aynen aktarılan dilekçenin, davacının Hilvan İlçesine geçici görevlendirilmesi nedeniyle uğradığı iddia edilen maddi ve manevi zararların tazmini istemiyle yapılmış bir başvuru olduğu değerlendirilse de; davacının başvurusunun müracaat, dilekçe hakkı kapsamında değerlendirilmesi ile davacının bu hakkını kullanırken kullandığı cümlelerin eleştiri mahiyetinde kalıp kalmadığının değerlendirilmesinin birbirinden bağımsız olduğu, disiplin hukuku bakımından eleştiri niteliğindeki cümleler bir yaptırıma tabi tutulmuş ise söyleyeni açısından sorumluluk doğurabileceğinin tabii olduğu gibi davacının salt idareye başvurusundan dolayı cezalandırılmadığı ve mevzuata göre haklı ya da haksız eleştiri ayrımı yapılmaksızın eleştirici nitelikte yazı yazmanın cezai müeyyideye tabi tutulduğu görüldüğünden davacının başvurusunda geçen '...hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır...' cümlesi ile yapılan görevlendirme emrinin davacının şahsi düşüncelerine göre yanlış olduğunun ifade ve beyan edildiği, dolayısıyla kullanılan bu ibareler ile amirin yaptığı işlemlerin eleştirildiği ve davacı tarafından kullanılan bu ibarelerin Mahkemede açılmış bir davada kullanılmadığı, bu ibarelerin Valiliğe verilen dilekçede kullanıldığı, bir nevi Valiliğe verilen dilekçe ile amirin iş ve işlemlerinin Valiliğe eleştirildiği ve davacının görevi ile bu görevdeki disiplinin önemi dikkate alındığında amirlerin iş ve işlemlerine karşı kullanılan kelimelerin dikkatle seçilmesi gerektiği ve davacı tarafından kullanılan bu ibarelerin eleştiri mahiyetinde olduğu açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır."

12. Başvurucu, ret kararına karşı istinaf talebinde bulunmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi 3. İdari Dava Dairesi (Daire) istinafa konu kararın usul ve hukuka uygun olduğunu belirterek istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar verilmiştir. Söz konusu Daire kararı başvurucuya 24/4/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

13. Tüzük'ün “Uzun süreli durdurma” kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Uzun süreli durdurma cezasını gerektiren eylem, işlem, tutum ve davranışlar şunlardır:

D) 24 ay süreli durdurma;

3) Görev için de ya da dışında amir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek ya da yazı yazmak."

14. Anılan Tüzük'ün “Bir alt ceza verilmesi" kenar başlıklı 15. maddesi ise şöyledir:

"Kararın verildiği güne kadar geçmiş hizmetleri olumlu olan, iyi veya çok iyi derecede performans değerlendirme puanı ile ödül veya başarı belgesi alan memurlara, işledikleri fiilin özelliği, biçimi, işlendiği yer ve zaman göz önünde bulundurularak bu Tüzükte gösterilen cezanın bir derece aşağısı uygulanabilir."

B. Uluslararası Hukuk

15. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 10. ve 11. maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir (İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, §§ 52-54; Vogt/Almanya [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, §§ 51-53; Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22954/93, 2/9/1998, §§ 53, 54; Otto/Almanya (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005).

16. AİHM, kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta; somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir (Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, §§ 48, 49).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 26/5/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

18. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeyemeyecek durumda olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.

19. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. İfade Özgürlüğünün İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

20. Başvurucu; göreve ve emre karşı gelmediğini, dilekçenin zarar tazmini istemiyle ve idari yargıda dava açabilmenin ön koşulunu yerine getirebilmek adına verildiğini, kullandığı ifadelerin tazminat talebinin maksadını açıklamaktan ibaret olduğunu belirterek dilekçe hakkı ve ifade özgürlüğünün, cezaya konu edilen ifadelerin birçok kişi tarafından dava dilekçelerinde kullanılmasına rağmen sadece kendisi hakkında soruşturma açıldığını belirterek eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

21. Bakanlık görüşünde; mevcut başvuruda başvurucunun ifade özgürlüğü hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı ve somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınmasının faydalı olacağı belirtilmiştir.

2. Değerlendirme

22. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun iddialarının bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

23. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

...

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir.”

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı

25. Başvurucunun idareye verdiği dilekçede kullandığı ifadeler nedeniyle kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasının başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale olduğu değerlendirilmiştir.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

26. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler,... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar,... demokratik toplum düzeninin... gereklerine... aykırı olamaz."

27. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

iii. Kanunilik

28. Başvurucu; disiplin cezasının Tüzük'e dayanılarak verildiğini ancak Tüzük'ün dayandığı ilgili kanun hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiğini, fakat bu hususun derece mahkemelerince gözetilmediğini ve bu anlamda müdahalenin dayanaksız olduğunu belirterek suçların ve cezaların kanuniliği ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

29. Başvuru konusu müdahalenin dayanağı Tüzük, 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanunu'nun 83. maddesine istinaden çıkarılmıştır. Anılan Kanun maddesi şöyledir:

"Madde 83- Gerek inzibat komisyonları tarafından ve gerek salahiyet dairesinde re'sen verilecek inzibat cezalarını icap ettiren fiil ve hareketlerin ne olduğunu ve cezaların derece ve miktarı, polis mesleğinin haiz olduğu hususiyet ve ehemmiyet gözetilerek tanzim edilecek nizamnamede tayin olunur. Memuriyette ihraç cezası müstesnadır."

30. Anayasa Mahkemesi yukarıda yer verilen kuralın Anayasa'nın 38. ve 128. maddelerine aykırılığı iddiasıyla iptaline karar verilmesi itirazını incelemiştir. Anayasa Mahkemesi inceleme sonucunda "suçta ve cezada kanunilik" ilkesinin daha esnek uygulandığı idari suçlar yönünden dahi suç ve cezalara ilişkin düzenlemelerin yalnızca kanun metninde yer almasının yeterli olmadığını, kanunda hangi fiile hangi hukuksal yaptırımın bağlandığının bireyler tarafından bilinmesi ve eylemlerin sonuçlarının öngörülebilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Buna göre belirtilen şartları taşımayan söz konusu kuralı Anayasa'nın 38. ve 128. maddelerine aykırı bularak iptal etmiş ancak söz konusu iptal kararının yürürlüğe girmesini Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak bir yıl süreyle ertelemiştir (AYM, E.2015/85, K.2016/3, 13/1/2016). Bahse konu karar 29/1/2016 tarihli ve 29608 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmış ve bir yıl sonra yani 29/1/2017 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

31. Somut olayda disiplin cezasının verildiği 20/1/2016 tarihi itibarıyla anılan Kanun maddesinin ve dolayısıyla müdahalenin dayanağı olan Tüzük hükmünün yürürlükte olduğu anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi İsmail Karaca (B. No: 2017/26460, 21/4/2021) kararında, aynı şartlarda gerçekleşen başka bir müdahale hakkında kanunilik yönünden ihlal kararı vermiştir. Başvuru konusu olay yönünden de İsmail Karaca kararından ayrılmayı gerektirecek herhangi bir durum bulunmadığından müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı değerlendirilmiştir (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. İsmail Karaca,§ § 60-67).

32. Bununla birlikte her ne kadar somut olaya konu müdahalenin dayanağı olmasa da kanun koyucunun yukarıda belirtilen iptal kararı (bkz. § 30) neticesinde yapmış olduğu yasal düzenleme kapsamında "görev için de ya da dışında amir ya da üstlerinin eylem ya da işlemlerini eleştirici nitelikte söz söylemek ya da yazı yazmak" fiili için disiplin cezasını öngördüğü kısmı, Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiştir (AYM, E.2021/22, K.2022/6, 26/1/2022, §§ 26, 27). Dolayısıyla bu bağlamda da müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı açıktır. Öte yandan somut olayın koşulları dikkate alındığında müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının belirlenmesine de ihtiyaç olduğu değerlendirilmiştir.

iv. Meşru Amaç

33. Somut olayda ceza uygulanmasının amacı kamu hizmetlerinin verildiği alanlarda çalışma düzeni ve disiplinin sağlanmasıdır. Bu amaç da geniş anlamda kamu düzeninin korunması meşru amacı kapsamında yer alır. Dolayısıyla başvurucunun kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kararın Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan sebeplerden kamu düzeninin korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

v. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

34. İfade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007; Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72). Derece mahkemeleri, bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir denge sağlamalıdır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 58, 61, 66). Derece mahkemeleri söz konusu dengelemeyi yaparken ve ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığını değerlendirirken belirli bir takdir yetkisine sahiptir (Kemal Kılıçdaroğlu, B. No: 2014/1577, 25/10/2017, § 57). Bununla birlikte kamu gücünü kullanan organlar, değerlendirmelerinde ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu gözönünde bulundurmak zorundadır (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

35. Somut olayda komiser yardımcısı olan başvurucu, idareye verdiği tazminat istemli dilekçesinde kullanmış olduğu "Hiçbir ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği bulunmamasına rağmen görevlendirmem yapılmıştır." ifadesi nedeniyle disiplin cezası ile cezalandırılmıştır (bkz. §§ 6-10). Mahkeme, başvuru konusu ifadenin açılmış bir davadan ziyade idareye verilen bir dilekçeye konu edildiğini ve başvurucunun görevi itibarıyla disiplinin önemli olduğunu belirterek ifadenin amirlerin yapmış olduğu işlemin eleştirilmesi anlamına geldiğini değerlendirmek suretiyle davanın reddine karar vermiştir (bkz. § 11).

36. Anayasa Mahkemesinin çok sayıda kararında altını çizdiği gibi kamu görevlisi olmak, sağladığı birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı ve diğer kişilerin tabi olmadığı sınırlamalara tabi olmayı da gerektirmektedir. Kişi kamu görevine kendi isteği ile girmekle bu statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı kabul etmiş sayılır, kamu hizmetinin kendine has özellikleri bu avantaj ve sınırlamaları zorunlu kılmaktadır (İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, § 38; Cem Özaydın, B. No: 2017/26800, 13/1/2022, § 36; Elif Güneysu, B. No: 2017/31733, 7/10/2021, § 42). Bu sebeplerle kamu görevlilerinin ifade özgürlüğüne yapılan müdahalelerde Anayasa Mahkemesi kamu görevlisinin bu yönünü görmezden gelemez.

37. Anayasa’nın 26. maddesinin asıl işlevi herkesin ifade özgürlüğünü korumaktır. Polis memurlarının da dâhil olduğu kamu görevlileri toplumun diğer bütün bireyleri gibi ifade özgürlüğünden yararlanır. Bununla beraber Anayasa’nın 12. maddesinin “Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.” biçimindeki ikinci fıkrası, kişilerin temel hak ve hürriyetleri kullanırken sahip oldukları ödev ve sorumluluklara gönderme yapar (Engin Kabadaş, B. No: 2014/18587, 6/7/2017, § 36; Hulusi Özkan, B. No: 2015/18638, 15/11/2018, § 35).

38. Bu itibarla yapılacak değerlendirmede somut olayın kendi şartları içinde başvurucunun hangi saik ile beyanda bulunduğu, beyanın hukuki ve fiilî esası, beyan tarzı, beyanın muhtemel yorumları, kamu kurumuna etkileri ve başvurucunun maruz kaldığı yaptırım gözönünde bulundurulmalıdır (Adem Talas [GK], B. No: 2014/12143, 16/11/2017, § 47). Ayrıca başvurucunun kamu görevinin niteliği ve bağlı bulunduğu kurumun kamu düzeni ve iç güvenlikle doğrudan ilgili özel konumu, emniyet teşkilatının iç düzeni ve hiyerarşik yapısını düzenleyen özel kurallarının varlığı da unutulmamalıdır. Anayasa Mahkemesi, belirli kategorilere mensup kamu görevlilerinin ifade özgürlüğüne yapılan müdahale ile onların ifadeyi kullanma biçimlerinin kurumsal disiplinle uyumlu, sırrı ifşa etmeyen nitelikte ve dengeli olmasının sağlanması için mesleki hiyerarşi kurallarına uyma yükümlülükleri arasında bir denge sağlanıp sağlanmadığını olayların bütünselliği içinde gözetecektir (Engin Kabadaş, § 37; Adem Talas, § 47; Hulusi Özkan, § 36).

39. Kamu hizmetlerinin yürütülmesindeki esas unsur hizmetin düzenli ve sürekli olarak sunulması olup bu bağlamda kurum içi disiplinin hayati bir öneme sahip olduğu tartışmasızdır. Konu güvenlik veya savunma hizmetleri gibi tam kamusal hizmetlerin sunumu olduğunda ise disipline ilişkin hükümlerin -özellikle hiyerarşiyi zedeleyecek açıklamalar bağlamında- daha katı uygulandığı bilinmektedir (benzer değerlendirmeler için bkz. Hulusi Özkan, § 41). Bu kapsamda hiyerarşi ve disiplin içinde bulunan personellerin bağlı bulundukları makamlara sundukları dilekçelerde belli usullere uygunluğun aranmasının ve bunların dayandırıldığı disiplin yaptırımlarının bulunmasının demokratik toplum düzeninde gerekli olmadığı söylenemez. Ancak dilekçedeki üslubun kurum içi disipline zarar verip vermediği değerlendirilirken de hassas davranılması ve personelin dilekçe hakkının orantısız bir biçimde kısıtlanmasına imkân verilmemesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte askerî personel için bkz. Barış Koç, B. No: 2016/11722, 15/9/2020, § 53). O hâlde uyuşmazlığın çözümünde öncelikle başvurucunun hangi saik ile beyanda bulunduğu ve beyanının niteliğinin incelenmesi gerekmektedir.

40. Başvurucu dilekçesinde, geçici görevlendirme işleminden dolayı uğradığı zararları açıklamış ve görevlendirmesinin hukuka aykırılığını "ihtiyaç, kamu yararı ve hizmet gereği" gibi unsurlar üzerinden ele almıştır. Başvurucu anılan ifadeleri kullanma maksadının ise tazminat talebini gerekçelendirmekten ibaret olduğunu belirtmiştir (bkz. §§ 8, 20). Gerçekten de başvurucu, kullandığı ifadelerle tazminat istemine bir gerekçe oluşturmuş ancak ifadelerinin idari bir işlemle ilgili olması nedeniyle asli amacı olmasa dahi sonuç itibarıyla amirlerinin işlemini hukuka aykırılık üzerinden eleştirir bir pozisyona düşmüştür. Ancak bahse konu nitelemenin tek başına ilgili eylemi bir disiplin cezasına bağlaması da mümkün değildir (bkz. § 38). Aksi takdirde verilen dilekçe üzerine otomatik olarak bir disiplin cezasının uygulanması gündeme gelir ve bu durum hak arama özgürlüğü üzerinde daraltıcı bir etki oluşturur (bazı farklılıklarla birlikte kamu makamlarına verilen şikâyet dilekçeleri için bkz. Çelebi Kutlu, B. No: 2017/38612, 21/4/2021, § 50).

41. Kamu görevlisinin yaptığı herhangi bir açıklamanın idare üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesinde zaman faktörü önemli bir etkendir. Zira görev esnasında yapılacak bir ifade açıklamasının, başta görevin icrasını imkânsızlaştırma riski olmak üzere birtakım olumsuz sonuçlara yol açması olası iken görev tamamlandıktan sonra böyle bir tehlikenin varlığından söz edilemez. Somut olayda ise idareye müracaatın geçici görevlendirmenin ifasından sonra gerçekleştirildiği gözönüne alındığında, kullanılan ifadelerin idarenin süreklilik fonksiyonunu olumsuz yönde etkilediğini söylemek mümkün değildir.

42. Başvuruda, değerlendirilmesi gereken bir diğer husus ise ifade açıklamasının hangi mecrada yapıldığı meselesidir. Zira ifade açıklamasının yapıldığı mecranın özelliğine göre idarenin işleyişi üzerinde farklı düzeyde -ihmal edilebilecek bir ölçekten, çarpan etkisi yoluyla önemli sonuçlar doğurabilecek bir ölçeğe kadar- etkiler ortaya çıkabilmektedir. Somut olayda başvurucu, Valiliğe hitaben yazdığı dilekçe ile cezaya konu ifadeleri kullanmıştır. Bunun haricinde başvurucunun ilgili ifadeleri farklı alanlarda da tekrarladığına ilişkin herhangi bir bilgi veya belgeye başvuru dosyasında rastlanmamıştır. Buna göre başvurucunun ifade açıklamasını müracaat dilekçesiyle sınırlı tutarak yalnızca ilgili idari birime yönelttiği görülmekte olup bunun ötesinde görüşlerini çalıştığı kurumda bilinir kılmaya çalıştığı, bir başka deyişle alenileştirme amacıyla sarf ettiği söylenemez.

43. Bununla birlikte aleniyet değerlendirmesinde idarenin soruşturmaya özgülediği gizlilik tedbirlerinin incelenmesinde de fayda bulunmaktadır. Soruşturmaya ilişkin belgelerin incelenmesinden idarenin başvurucuyla yapılan yazışmaları "gizli" ibaresiyle, geriye kalan çok sayıda evrakı ise herhangi bir ibare olmaksızın düzenlediği ve soruşturmayı bir bütün hâlinde gizlemeye gerek duymadığı görülmektedir. Bu durum ise kullanılan ifadelerin kurum içi disipline yönelik ciddi bir tehdit unsuru olarak değerlendirmediğine karine teşkil etmektedir.

44. Sonuç olarak Mahkeme başvurucunun ifade özgürlüğü karşısında mesleki hiyerarşi kurallarına uyma yükümlülüklerinin yerine getirilmesindeki üstün yararı gösterebilmiş değildir. Mahkemece başvuruya konu şikâyete olayın bütünselliği içinde bakılmamış; somut olayın kendi şartlarının neler olduğu, kullanılan ifadelerin niteliği, başvurucunun beyan tarzı, beyanın muhtemel sonuçları ve varsa kamu hizmetine veya kamu kurumunun disiplinine etkileri gözönünde bulundurulmamıştır (bkz. § 38). Başvurucunun sözlerinin olayın bağlamından ve somut ifade açıklamasının bütünlüğünden kopartılarak ele alınması suretiyle ortaya konan gerekçenin ilgili ve yeterli kabul edilmesi mümkün değildir. Ayrıca yukarıdaki hususlar dikkate alındığında başvurucunun kullandığı ifadeler nedeniyle kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılmasının demokratik toplumda gerekli olduğu da değerlendirilmemiştir.

45. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

46. Başvurucu, yargılamanın yenilenmesi ile birlikte 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

47. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

48. Öte yandan ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya -taleple bağlı olarak- net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesine (E.2016/389, K.2017/825) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/5/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

CENGİZ ŞİMŞEK BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/19950)

 

Karar Tarihi: 13/9/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 3/1/2023 - 32062

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Tahir Hami TOPAÇ

Başvurucu

:

Cengiz ŞİMŞEK

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir hukuk muhakemesinde davalı sıfatı bulunan başvurucunun mahkemeye sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sarf ettiği sözler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 20/6/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

4. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

5. Başvurucu 1975 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir.

6. Başvurucu, tarafı olduğu icra ve dava dosyalarında kendisini temsil etmek üzere avukatlık yapan Ç.D.A. ve Ü.A.yı (müştekiler) 30/4/2015 tarihli vekâlet ile vekil tayin etmiş ve taraflar arasında avukatlık ücret sözleşmesi imzalanmıştır.

7. Başvurucunun 5/11/2015 tarihli azilname ile vekâlet ilişkisini sonlandırması üzerine müştekiler 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesinin ikinci fıkrası ile avukatlık ücret sözleşmesine dayanarak başvurucu hakkında icra takibi başlatmış, başvurucunun icra takibine itiraz etmesi üzerine de İstanbul 5. Tüketici Mahkemesi nezdinde itirazın iptali istemiyle dava açmıştır.

8. İstanbul 5. Tüketici Mahkemesinin E.2016/67 sayılı dosyasında görülen davada başvurucu, Mahkemeye davalı sıfatıyla 7/3/2016 tarihli bir cevap dilekçesi sunmuştur. Cevap dilekçesinde yer alan ''...hali hazırda sunmadığı hizmetlerin karşılığını tarafımı kendisinin azletmeye yönelterek kolay yoldan kazanmanın derdine düşmüş davacı taraf, bir avukatlık hizmeti sunmaktan çok adeta bir dolandırıcılık faaliyeti yürütmektedir...'' şeklindeki ifadeler nedeniyle müştekiler, başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) şikâyette bulunmuştur.

9. Başsavcılık tarafından yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen 19/7/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması talep edilmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular ve değerlendirmeler şöyledir:

"Yukarıda açık kimlik bilgileri yazılı bulunan müştekiler ve şüpheli arasında İstanbul 5. Tüketici Mahkemesinin 2016/67 esas sayılı dosyasında vekalet ücretinden kaynaklanan dava olduğu, şüphelinin davaya sunmuş olduğu 07/03/2016 tarihli cevap dilekçesinde müştekileri kast ederek 'kolay yoldan para kazanmanın derdine düşmüş davacı taraf bir avukatlık hizmeti sunmaktan çok adeta dolandırcılık faaliyeti yürütmektedir' demek suretiyle müştekilerin şeref ve saygınlıklarını rencide edebilecek şekilde hakaret ettiği, tüm soruşturma evrakı kapsamı ile anlaşılmıştır"

10. İstanbul 13. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) tarafından yapılan yargılama sırasında başvurucu; müştekileri davalarını takip etmek üzere vekil olarak tayin ettiğini ancak müştekilerin vekâlet ilişkisine konu takip ve davalarla yeteri kadar ilgilenmemeleri nedeniyle zarara uğradığını, dosyalarını incelemek istediğinde müştekilerin ancak azilname gönderilmesi durumunda bunun mümkün olabileceğini söylediklerini, bunun üzerine müştekileri azletmek zorunda kaldığını, azil üzerine de icraya verildiğini, bu anlaşmazlık nedeniyle görülen hukuk davasında başka bir avukat tarafından yazılan cevap dilekçesini okumadan Mahkemeye sunduğunu, cevap dilekçesinde yer alan ifadelerin savunma sınırları içinde kaldığını belirtmiştir. Buna karşılık Mahkeme, hakaret suçunun kamu görevlisi olan müştekilere karşı görevlerinden dolayı işlendiğini belirterek başvurucunun 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Mahkemenin gerekçesi şu şekildedir:

"Dosya kapsamına göre; katılanların Avukat oldukları, sanık ile aralarında vekalet ilişkisi bulunduğu ve sanığın katılanları azlettiği, katılanların vekalet ücretine ilişkin icra takibinde bulundukları, sanığın itiraz etmesi üzerine icra takibinin durduğu ve katılanlar tarafından İstanbul 5. Tüketici Mahkemesine itirazın iptali davası açıldığı ve 2016/67 Esasında yargılamanın yapıldığı, sanığın davalı sıfatıyla İstanbul 5.Tüketici Mahkemesine vermiş olduğu 07.03.2016 tarihli dilekçesinde katılanlara yönelik '..hali hazırda sunmadığı hizmetlerin karşılığını tarafımı kendisinin azletmeye yönelterek kolay yoldan kazanmanın derdine düşmüş davacı taraf, bir avukatlık hizmeti sunmaktan çok adeta bir dolandırıcılık faaliyeti yürütmektedir...' şeklinde yaptıkları görevlerinden kaynaklıhakarette bulunduğu, sanığın eyleminin TCK nun 125/1, 125/3-a,125/4, 43/1-2. maddelerinde düzenlenen kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunu oluşturduğu [anlaşılmıştır.]"

11. Başvurucunun anılan karara itirazı İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile reddedilmiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

12. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı 125. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...

...

 (3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

...

İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

 (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.

..."

13. 5237 sayılı Kanun'un "İddia ve savunma dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

V. İNCELEME VE GEREKÇE

14. Anayasa Mahkemesinin13/9/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

15. Başvurucu; şikâyete konu sözlerinin yanlış değerlendirildiğini, eleştiri sınırları içinde bir benzetme yaptığını, hakaret kastının bulunmadığını, Mahkemenin eksik araştırmayla hakkında hüküm kurduğunu, bu kapsamda verilen karar nedeniyle ifade özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık görüşünde; başvurucunun yargılama esnasında ilgili mahkemeye sunduğu dilekçenin eleştiri sınırlarını aşacak nitelikte olup olmadığının dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanında başvuru formunda yer alan şikâyetlerine benzer beyanda bulunmuştur.

B. Değerlendirme

16. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması,... başkalarının şöhret veya haklarının,... korunması ... amaçlarıyla sınırlanabilir…"

17. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi uygun görülmüştür.

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

18. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

19. Başvurucunun davalı sıfatıyla hareket ettiği davanın dosyasına sunduğu dilekçede davanın karşı tarafına yönelik sarf ettiği sözleri nedeniyle hakaret suçundan 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve HAGB'ye karar verilmiştir. Söz konusu mahkeme kararı ile başvurucunun ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

20. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 26. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

21. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanunlar tarafından öngörülme, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilen nedenlere dayanma ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluk koşullarını sağlayıp sağlamadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

22. 5237 sayılı Kanun'un 125. maddesinin kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

23. Başvurucunun cezalandırılmasına ilişkin kararın başkalarının şöhret veya haklarının korunmasına yönelik önlemlerin bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk

24. Temel hak ve özgürlüklere yönelik bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşılaması ve orantılı olması gerekir (Bekir Coşkun [GK], B. No: 2014/12151, 4/6/2015 §§ 53-55; Mehmet Ali Aydın [GK], B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 70-72; AYM, E.2007/4, K.2007/81, 18/10/2007). Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, § 51).

 (1) Demokratik Toplumda İfade Özgürlüğü ve İfade Özgürlüğünü İlgilendiren Yönüyle İddia ve Savunma Dokunulmazlığı

25. Başvurucu, bir dava dilekçesinde iddialarını dile getirirken seçtiği kelimelerin müştekiye hakaret oluşturduğu gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Hiç şüphesiz ifade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Anayasa Mahkemesi, ifade özgürlüğünün demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemde olduğunu daha önce pek çok kararında açıklamıştır (Bekir Coşkun, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, §§ 35-38).

26. Önemine karşın ifade özgürlüğü mutlak olmayan, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlamalara tabi bir haktır. Nitekim ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden ve bu bağlamda ifade özgürlüğünü kullananların uyması gereken görev ve sorumluluklardan biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44; Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19/2/2019, § 52).

27. Anayasa Mahkemesinin bir görevi de bireylerin fikirlerini ifade özgürlüğü yoluyla ifade etme hakları ile Anayasa'nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen meşru amaçlar arasında adil bir dengenin sağlanıp sağlanamadığını denetlemektir. Bir olayda meşru amaçların varlığının hakkı ortadan kaldırmadığı vurgulanmalıdır. Önemli olan bu meşru amaçla hak arasında olayın şartları içinde bir denge kurmaktır (Bekir Coşkun, §§ 44, 47, 48; Hakan Yiğit, B. No: 2015/3378, 5/7/2017, §§ 58, 61, 66).

28. Üçüncü kişilerin şeref ve itibara müdahalesi, birçok ihtimalin yanında adli makamlara verilen dilekçeler veya mahkemeler önünde sarf edilen sözlerle de olabilir. Bir kişi adli makamlara verilen dilekçelerde ve bir yargılama çerçevesinde eleştirilmiş olsa dahi o kişinin şeref ve itibarı manevi bütünlüğünün bir parçası olarak değerlendirilmelidir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 37). Devlet, bireyin şeref ve itibarına keyfî olarak müdahale etmemek ve üçüncü kişilerin saldırılarını önlemekle yükümlüdür (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184, 16/7/2014, § 41; Adnan Oktar (3), B. No: 2013/1123, 2/10/2013, § 33; Bekir Coşkun, § 45; Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017, § 44).

29. Anayasa'da ifade özgürlüğü özel olarak korunmuşken yargı mercileri önünde dile getirilen açıklamalar iddia ve savunma dokunulmazlığı başlığı altında, Anayasa'nın 36. maddesi çerçevesinde daha özel bir güvenceye bağlanmıştır. Yargı mercileri önünde iddia ve savunma çerçevesinde yapılan düşünce açıklamalarında bu yönün gözetilmesi gerekir.Anayasa'nın anılan 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38). Adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkeler hem medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların hem de bir suç isnadının esasının karara bağlanması esnasında geçerlidir (Adnan Oktar, B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).

30. Anayasal güvenceye sahip iddia ve savunma dokunulmazlığı 5237 sayılı Kanun'da da yer almaktadır. Anılan Kanun'un 128. maddesinde yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı ya da sözlü başvurularda muhakeme süjelerinin kişilerle ilgili olumsuz beyanları -belli sınırlar içinde olmak kaydıyla- hukuka uygunluk nedeni olarak öngörülmüştür. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir (Kenan Gül, §§ 44, 45; Şeyma Fenercioğlu, B. No: 2015/12747, 7/11/2019, §§ 39, 40).

31. 5237 sayılı Kanun'un 128. maddesine göre isnat ve değerlendirmeler, gerçek ve somut vakıalara dayandığı ve uyuşmazlıkla bağlantılı olduğu müddetçe ölçülü kabul edilebilir. Bununla birlikte yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının hem Anayasa'nın 26. maddesi hem de 36. maddesinde güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları ve profesyonel olarak iddia ve savunma görevini icra eden avukatlar bu görev nedeniyle herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdır (Kenan Gül, § 46; Şeyma Fenercioğlu, § 41).

32. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Anayasa Mahkemesi bir norm denetimi kararında bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını kaygıya kapılmadan, serbestçe ifade etmeleri gerektiğini, iddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesine dayandığını belirtmiştir. Söz konusu serbestlik davanın aydınlatılmasını, diğer bir deyişle hakkın meydana çıkmasını sağlama amacına hizmet etmelidir (AYM, E.1963/163, K.1965/36, 8/6/1965; E.1979/38, K.1980/11, 29/1/1980; Kenan Gül, § 47).

 (2)Çatışan Haklar Arasında Dengeleme

33. Devletin başvurucunun Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ile bağlantılı olarak ifade özgürlüğü ile bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir. Çatışan haklar arasında dengeleme yapılabilmesi için mevcut olaya uygulanabilecek olan kriterlerden bazıları şöyledir (Kenan Gül, §§ 54, 55; Şeyma Fenercioğlu, §§ 45, 46):

i. İddia ve savunma dokunulmazlığının kullanılmasını haklı gösterecek emarelerin varlığı

ii. İddia ve savunma dokunulmazlığının kamu görevlilerine karşı görevlerinin yerine getirilmesiyle ilgili konularda kullanılıp kullanılmadığı

iii. İddia ve savunma dokunulmazlığının sırf üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla kullanılıp kullanılmadığı

iv. Hedef alınan kişiye yönelik isnatların taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla -oldukça zayıf veya dolaylı da olsa- ilgisinin bulunup bulunmadığı ve uyuşmazlığın çözümüne katkısının olup olmadığı

 (3) İlkelerin Olaya Uygulanması

34. Somut olayda başvurucu, davalı sıfatıyla hareket ettiği dava dosyasına bir dilekçe sunmuş; dilekçesinde yer alan davanın karşı tarafına yönelik ''...hali hazırda sunmadığı hizmetlerin karşılığını tarafımı kendisinin azletmeye yönelterek kolay yoldan kazanmanın derdine düşmüş davacı taraf, bir avukatlık hizmeti sunmaktan çok adeta bir dolandırıcılık faaliyeti yürütmektedir...'' şeklindeki sözleri nedeniyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılmasına ve hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir.

35. İlk olarak Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Atilla Yazar ve diğerleri (B. No: 2016/1635, 5/7/2022) kararında HAGB kurumunu kapsamlı olarak incelemiş ve HAGB kurumunun uygulanmasından kaynaklanan müdahalelerin kanunilik ölçütünü sağlamadığı (Atilla Yazar ve diğerleri, §§ 100-173) kanaatine ulaşılmıştır. Eldeki başvuruda da anılan karardan ayrılmayı gerektirecek bir yön bulunmamaktadır. Öte yandan somut başvurunun esasına ilişkin değerlendirmeler yapılmasının uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

36. Eldeki başvuruda dikkat edilmesi gereken ilk husus, avukat olan müştekilerin şikâyete konu olay öncesinde başvurucunun vekili olmaları ve başvurucuya vekâleten yargısal faaliyetlerde görev yapmalarıdır. Başvurucu, bu yargısal faaliyetlerde müştekilerin ihmalkâr davranışları nedeniyle menfaatlerinin doğrudan ihlal edildiğini düşünerek vekâlet ilişkisini sonlandırmış; bunun üzerine müştekilerin avukatlık ücretini tahsil etmek amacıyla başlattıkları hukuki süreçte şikâyete konu sözleri sarf etmiştir. Avukatların mesleklerinin icrası bakımından kamu görevlisi olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin gördükleri işlev nedeniyle daha fazla eleştiriye katlanmak durumunda oldukları ve bu kişilere yönelik eleştiri sınırlarının çok daha geniş olduğu mevcut olayın çözümlenmesinde dikkate alınmalıdır (hedef alınan kişinin kamusal yetki kullanan bir görevli olması nedeniyle yapılan değerlendirmelerin bulunduğu kararlar için bkz. Ali Suat Ertosun (7), B. No: 2014/1416, 15/10/2015, § 36; Zübeyde Füsun Üstel ve diğerleri [GK], B. No: 2018/17635, 26/7/2019, §§ 128, 129; Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, §§ 60-66).

37. Somut olayda başvurucunun kullandığı ifadelerin muhataplarına rahatsızlık veren incitici ifadeler olduğu kabul edilebilir. Bununla birlikte başvurucu, dilekçesinde sarf ettiği sözler ile esasında müştekilerin kendisi hakkında yürüttüğü icra takibinin haksız olduğunu ifade etmekte ve görevlerini tam olarak yapmayan müştekilerin kendilerini azlettirdikten sonra hak etmedikleri bir ücreti kendisinden tahsil etmeye çalıştıklarını ima etmektedir. Bunun yanı sıra başvurucunun savunması da dikkate alındığında kullanılan sözlerin müştekilere bir sıfat yükleme niteliğinde olmayıp benzetme yoluyla müştekilerin azil sonrası davranışlarını eleştirmeye yönelik bir değer yargısı olduğu anlaşılmıştır. Üstelik başvurucunun ifadeleri bir bütün olarak taraflar arasındaki uyuşmazlık konusuyla da doğrudan ilgilidir.

38. Adaletin düzgün işlemesi ve yargı erkinin otoritesinin tesisi maksadıyla tüm yargılama süjelerinden saygı çerçevesinde hareket etmesi ve ölçülü davranışlar sergilemesi beklenir. Öte yandan başvuru konusu sözlerin, müştekiler tarafından özenli bir şekilde temsil edilmediğini düşünen ve bu nedenle vekâlet ilişkisine son veren başvurucunun avukatlık ücretinin tahsil edilmesine yönelik başlatılan hukuki sürece kızgınlığının ve sorgulamalarının birer ifadesi olarak anlaşılması gerekir. Yine şikâyete konu sözler yalnızca dava dilekçesinde yer bulmuş olup Mahkeme dışına çıkmamıştır. Dolayısıyla anılan sözlerin uyuşmazlığın çözümünün ötesinde dava dışı bir amaçla ya da sırf müştekilere zarar verme maksadıyla kullanıldığı söylenemez (Kenan Gül, § 64). Bu ifadelerin adil yargılanma hakkının da bir parçası olduğundan daha yoğun bir koruma alanına sahip olduğu kabul edilmeli ve bir ceza ile sınırlandırılmasının sadece istisnai durumlarda gerekli olabileceği hatırda tutulmalıdır.

39. Yukarıdaki tespitlere karşın ilk derece mahkemesi; başvurucunun müştekiler hakkında kullandığı ifadelerin bağlamı, açıklandığı yer, savunma dokunulmazlığı kapsamında kalıp kalmadığı ve uyuşmazlıkla bağlantılı olup olmadığı da dâhil olmak üzere hiçbir hususu tartışmadan, sadece ifadelerin hakaret suçunu oluşturduğunu belirterek başvurucuyu mahkûm etmiştir. Mahkeme, şikâyete konu ifadelerin dile getirilme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını gözetmeksizin bu sonuca ulaşmış (benzer değerlendirmeler için bkz. Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, § 45) ve başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibarın korunması hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamıştır. Bu sebeple Mahkemenin başvurucunun mahkûmiyeti bakımından ileri sürdüğü gerekçeler, başvurucunun ifade özgürlüğü hakkına yapılan müdahale için ilgili ve yeterli kabul edilemez.

40. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Kenan YAŞAR bu görüşe katılmamıştır.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

41. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.

42. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

43. Öte yandan mahkemelerin HAGB kararı vermeden önce yapması gerekenler şunlardır:

i. Başta gerekçeli karar hakkı olmak üzere adil yargılanma hakkının tüm güvencelerinin sağlandığı bir yargılama yapılmalıdır (Atilla Yazar ve diğerleri, §§ 124-142).

ii. Sanığa HAGB’yi kabul edip etmediği sorulmadan önce hüküm kurulmalı ve sanık kurulan hükmün sonucundan tefhim veya tebliğ yoluyla haberdar edilmelidir (Atilla Yazar ve diğerleri, §§ 159-164). Huzurda bulunmayan sanığa aynı tebligat evrakıyla, kurulan hükmün sonucunun bildirilmesi ve HAGB’yi kabul edip etmediğinin sorulması mümkündür (Atilla Yazar ve diğerleri, § 198).

iii. Kanun yolu incelemesi yapan mercinin şablon gerekçelerle ve yalnızca HAGB kurumunun şeklî koşulları yönünden bir inceleme yapmayarak usul ve esasa ilişkin tüm hukuka aykırılık iddialarını incelemesi, bunlara makul bir gerekçe ile cevap vermesi ve çatışan tüm menfaatleri dengelemesi gerekmektedir (Atilla Yazar ve diğerleri, §§ 143-158).

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE Kenan YAŞAR'ın karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İstanbul 13. Asliye Ceza Mahkemesine (E.2017/361, K.2018/103) GÖNDERİLMESİNE,

D. 294,70 TL harcın başvurucuya ÖDENMESİNE,

E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 13/9/2022 tarihinde karar verildi.

 

 

 

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu tarafı olduğu icra ve dava dosyalarında kendisini temsil etmek üzere avukatlık yapan Ç.D.A. ve Ü.A.'yı (müştekiler) 30/4/2015 tarihli vekalet ile vekil olarak tayin etmiş ve taraflar arasında avukatlık ücret sözleşmesi imzalanmıştır.

2. Başvurucunun 5/11/2015 tarihli azilnamesi ile vekalet ilişkisini sonlandırması üzerine müştekiler Avukatlık Kanunu'nun 174. maddesinin 2. fıkrası ile avukatlık ücret sözleşmesine dayanarak başvurucu hakkında icra takibi başlatmışlar, başvurucunun icra takibine itiraz etmesi üzerine de İstanbul 5. Tüketici Mahkemesi nezdinde itirazın iptali istemiyle dava açmışlardır.

3. Başvurucu Tüketici Mahkemesi’nde görülen davada davalı sıfatıyla vermiş cevap dilekçesinde müştekilere yönelik "...hali hazırda sunmadığı hizmetlerin karşılığını tarafımı kendisinin azletmeye yönelterek kolay yoldan kazanmanın derdine düşmüş davacı taraf bir avukatlık hizmeti sunmaktan çok adeta bir dolandırıcılık faaliyeti yürütmektedir..." şeklindeki ifadeler kullanmıştır.

4. Müştekilerin bu ifadelere yönelik şikayeti üzerine başvurucu hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 125. maddesi gereğince kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret suçundan 1 yıl 2 ay 17 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hakkındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ("HAGB") karar vermiştir.

5. Başvurucu, bu kapsamda verilen karar nedeniyle ifade özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının ve hak arama özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürerek bireysel başvuruda bulunmuştur.

6. 13.9.2022 tarihinde başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE dair verilen Bölüm kararına katılmıyorum.

7. Türk Ceza Kanunu'nun 125. Maddesi “Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ... veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...” şeklindedir.

8. Başvurucu mahkemeye vermiş olduğu dilekçede Avukat olan müştekiler için “…adeta bir dolandırıcılık faaliyeti yürütmektedir...” şeklinde sözler sarf etmiştir.

9. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında “beni dolandırdın, dolandırıcı” şeklindeki sözler kişinin haysiyet ve saygınlığını toplum nezdinde zedelediğinden hakaret sayılmaktadır.

10. Başvurucunun ifadesindeki “adeta” sözcüğü hakaret içeren sözün anlamını değiştirmemektedir. İfade özgürlüğü, mutlak bir hak olmayıp Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlamalara tabidir. Nitekim ifade özgürlüğünün sınırlandırılma nedenlerinden biri de başkalarının şöhret veya haklarının korunmasıdır. Bireyin şeref ve itibarı, kişisel kimliğinin ve manevi bütünlüğünün bir parçasını oluşturur ve Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının korumasından faydalanır (İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, § 44; Kenan Gül, § 52).

11. Başvurucunun savunmasını yaparken iddia ve beyanlarını dile getirmede bu tarz bir söz kullanma zorunluluğu yoktur. Savunma hakkı ve ifade özgürlüğü sınırları aşıldığına dair mahkeme kararının HAGB ile sonuçlanması ve HAGB kararının etkileri itibariyle infazı mümkün hapis cezası ya da para cezasına kıyasla daha hafif bir önlem olduğu göz önüne alındığında çatışan haklar açısından adil bir dengenin kurulmadığı söylenemez.

12. Nitekim Anayasa Mahkemesi, ilk derece mahkemeleri tarafından hükmolunan manevi tazminat, adli para cezası, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının mağdurun şeref ve itibarının korunmasını isteme hakkı ile ifade özgürlüğü arasında kurulması gereken dengeyi başvurucu aleyhine bozmadığı gerekçesiyle düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü ihlâl etmediğine karar vermiştir (Nilgün Halloran, B. No: 2012/1184).

13. Açıklanan gerekçelerle mahkeme kararında çatışan iki anayasal hak arasında adil bir denge kurulmuş iken bunun aksine “başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” tespitine dair çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Üye

 Kenan YAŞAR

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

NESRİN ÇETİNKAYA VE SERHAT ÇETİNKAYA BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/8563)

 

Karar Tarihi: 8/6/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 2/11/2023 - 32357

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Ekin ÇANKAL

Başvurucular

:

1. Nesrin ÇETİNKAYA

Vekili

:

Av. Serhat ÇETİNKAYA

 

 

2. Serhat ÇETİNKAYA

Vekili

:

Av. Nesrin ÇETİNKAYA

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir doktor hakkında Türk Tabipleri Birliğine sundukları şikâyet dilekçesinde kullandıkları ifadeler nedeniyle avukat olan başvuruculara Türkiye Barolar Birliğince uyarma disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 15/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

3. Komisyonca 2019/8557 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu bakımından hukuki irtibat nedeniyle eldeki 2019/8563 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, her iki başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar vermiştir.

4. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:

6. Eskişehir Barosuna kayıtlı avukat başvurucular, polislerce darbedildiğini iddia ettikleri müvekkilleri hakkında sağlık raporu düzenleyen doktorun gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiğini ileri sürmüştür. Bu sebeple başvurucular, doktorun görevini kötüye kullandığı iddiasıyla vekil sıfatıyla Türk Tabipleri Birliğine (TTB) 18/7/2013 tarihli şikâyet dilekçesi sunmuştur. Başvurucular, müvekkilleri muayene için beklerken şüpheli polis memurlarından birinin doktorla odasında özel görüştüğünü ve doktorun onaylayan ifadelerle polis memuruna cevap verdiğini iddia etmiştir. Buna ilaveten bahsi geçen doktorun muayenenin başında müvekkillerine hitaben "Ne o lan! Hem içip içip azıyorsunuz hem de devletin polisine kafa tutuyorsunuz?" ifadesini kullandığını belirten başvurucular, doktorun taraflı yaklaştığını gören müvekkillerinin muayene olmayı kabul etmemesi üzerine doktorun muayene raporunda gerçeğe aykırı tespitlerde bulunduğunu savunmuştur.

7. Söz konusu dilekçede başvurucular; Gezi parkı olayları sırasında Eskişehir'de düzenlenen eylemlerde hayatını kaybeden A.İ.K.nın hastaneye götürüldüğünde de kendisiyle aynı doktorun ilgilendiğini, A.İ.K.nın ölmesinde ağır ihmali olduğu ve anılan eylemler süresince nöbetçi olduğu zamanlar hastaneye getirilen diğer eylemcilere de müdahale etmekten kaçındığı yönünde basında ve sosyal medyada aynı doktor hakkında pek çok iddia bulunduğunu vurgulamıştır. Son olarak şikâyet dilekçesinde başvurucular, doktor hakkında "Örnek gösterilen olayda gerçekleştiği şekliyle aynen bizim olayımızda da cereyan eden, polisin adeta usul edindiği taktiği ile mesleğini sübjektif nedenlerle peşkeş çeken bir doktorun arasındaki polis doktor işbirliği bir tesadüf olamaz ve değildir de." şeklindeki ifadeleri sarf etmiştir.

8. Başvurucuların TTB'ye şikâyet ettiği doktor ise hakkında kullanılan ifadeler sebebiyle başvurucular aleyhine Eskişehir Barosuna şikâyette bulunmuştur. Doktorun 7/11/2013 tarihli şikâyet dilekçesinde "gerektiğinde mesleğini başka amaçlar uğruna alet edebileceğini, ... sübjektif nedenlerle peşkeş çektiğini" iddia eden başvurucuların bunu her türlü şüpheden arındırılmış, kesinlik arz eden delillerle ispat etmek zorunda olduklarını ifade etmiştir. Bunun üzerine yürütülen disiplin soruşturması neticesinde Eskişehir Barosu Disiplin Kurulu 21/5/2015 tarihli ve E.2014/23, K.2015/7 sayılı kararında başvuruculara uyarma disiplin cezası vermiştir. Başvurucular karara itiraz etmiştir. Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu (TBB Disiplin Kurulu) uyarma cezasına temel oluşturan ifadelerin iddia ve savunma hakkı kapsamında olduğunu değerlendirmiş, Eskişehir Barosu Disiplin Kurulu kararını kaldırarak disiplin cezası verilmesine yer olmadığına 14/11/2015 tarihinde karar vermiştir.

9. Bunun ardından Bakanlık 18/1/2016 tarihli makam oluru ile "mesleğini sübjektif nedenlerle peşkeş çeken bir doktorun" şeklindeki ifadeyle ulaşılmak istenen amaca başka ifadeler kullanılmak suretiyle ulaşılması mümkün olduğu için mezkûr ifadenin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34., 134. ve TBB Meslek Kurallarının 5. ve 6. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle başvurucular aleyhine disiplin cezası verilmesine yer olmadığına dair kararı bir daha görüşülmek üzere geri göndermiştir. TBB Disiplin Kurulu 14/2/2016 tarihinde, Eskişehir Barosu Disiplin Kurulunun 21/5/2015 tarihli kararını onamıştır.

10. Başvurucular, haklarında verilen uyarma cezasının onanmasına dair 14/2/2016 tarihli kararın iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesine başvurmuştur. Ankara İdare Mahkemesi, her iki başvurucu yönünden verdiği iki ayrı kararda davaları reddetmiştir. Mahkeme iki karardaki ortak gerekçesinde, başvurucuların ihtilaf konusu ifadelerle ulaşmak istedikleri amaca başka ifadeler kullanarak ulaşmalarının mümkün olması karşısında iddia ve savunmanın dokunulmazlığı hakkının sınırlarının aşıldığını değerlendirmiştir.

11. Başvurucuların ilk derece mahkemesi kararları için istinaf kanun yoluna başvurmaları üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi, kararların kanuna uygun olduğunu gerekçe göstererek istinaf taleplerinin reddine 27/12/2018 tarihinde kesin olarak karar vermiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

12. 1136 sayılı Kanun'un "Avukatın Hak ve Ödevleri" başlıklı 34. maddesi şöyledir:

"Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler."

13. 1136 sayılı Kanun'un "Disiplin cezalarının uygulanacağı haller" kenar başlıklı 134. maddesi şöyledir:

"Avukatlık onuruna, düzen ve gelenekleri ile meslek kurallarına uymayan eylem ve davranışlarda bulunanlarla, meslekî çalışmada görevlerini yapmayan veya görevinin gerektirdiği dürüstlüğe uygun şekilde davranmayanlar hakkında bu Kanunda yazılı disiplin cezaları uygulanır."

14. 1136 sayılı Kanun'un "Disiplin cezaları" kenar başlıklı 135. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Uyarma; avukatın mesleğinin icrasında daha dikkatli davranması gerektiğinin kendisine bildirilmesidir.

..."

15. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "İddia ve savunma dokunulmazlığı" kenar başlıklı 128. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."

16. Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarının ilgili kısmı şöyledir:

"5. Avukat, yazarken de konuşurken de düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalıdır. Mesleki çalışmasında avukat, hukukla ve yasalarla ilgisiz açıklamalardan kaçınmalıdır.

6. Avukat, iddia ve savunmanın hukuki yönü ile ilgilidir. Taraflar arasında anlaşmazlığın doğurduğu düşmanlıkların dışında kalmalıdır."

B. Uluslararası Hukuk

1. Birleşmiş Milletler Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeler Bildirgesi

17. Suçun önlenmesi ve suçluların rehabilitasyonu ile ilgili olarak 1990 yılında sekizincisi düzenlenen Birleşmiş Milletler Kongresi'nde kabul edilen Birleşmiş Milletler Avukatların Rolüne İlişkin Temel İlkeler Bildirgesi'nin (Havana Kuralları) 20. paragrafı şöyledir:

"Avukatlar, bir adliyede, bir mahkemede veya hukuki ya da idari bir otorite huzurunda mesleki faaliyetlerini yürütürken mesleki faaliyetleri ile bağlantılı olarak, iyiniyetle yaptıkları yazılı ya da sözlü savunmaları için hukuki ve cezai bağışıklıktan yararlanmalıdırlar."

2. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında 9 Numaralı Tavsiye Kararı

18. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlükler Hakkında 9 Numaralı Tavsiye Kararı'nın ilgili kısmı şöyledir:

"Prensip I

Avukatlık Mesleğinin İcrasındaki Özgürlüğün Genel Prensipleri

1. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ışığında, avukatlık mesleğinin icrasındaki özgürlüğe, ayrımcılık yapılmadan ve otoriteler veya kamudan gelebilecek yersiz müdahaleler olmadan saygı gösterilmesi, korunması ve teşvik edilmesi için gereken tüm tedbirler alınmalıdır.

...

4. Mesleki standartlara uygun olarak hareket ettikleri durumlarda avukatlar, herhangi bir baskı ya da yaptırıma maruz kalmamalı veya bunlarla tehdit edilmemelidirler.

...

Prensip III

Avukatların Görevleri ve Rolleri

...

4. Avukatlar yargıya saygı göstermeli ve mahkemelere karşı görevlerini iç hukuktaki yasal ve diğer kurallar ve mesleki standartlarla uyumlu bir biçimde yerine getirmelidirler..."

...

Prensip VI

Disiplin Soruşturması

1. Barolar veya avukatların oluşturdukları diğer birlikler tarafından hazırlanmış davranış kurallarında yer alan mesleki standartlara uygun davranmayan avukatlar hakkında disiplin soruşturması da dahil olmak üzere gerektiği gibi önlemler alınmalıdır.

...

3. Disiplin soruşturması, avukatların söz konusu işlemlere katılmaları ve karara karşı yargısal denetimlere başvurmaları da dahil olmak üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde düzenlenen hükümlere uygun icra edilmelidir.

4. Avukatlar tarafından işlenen disiplin suçları hakkında karar verilirken orantılılık ilkesine saygı gösterilmelidir."

3. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

19. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10. maddesi şöyledir:

"1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, Devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.

2. Görev ve sorumluluklar da yükleyen bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ... başkalarının şöhret ve haklarının korunması, ... yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir."

20. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nikula/Finlandiya (B. No: 31611/96, 21/6/2002) kararında, bir avukatın mesleğini icra ederken sahip olduğu ifade özgürlüğü ve bunun sınırları hakkında önemli değerlendirmeler ortaya koymuştur. Avukat olan başvurucu, müvekkilinin sanık olarak yargılandığı bir ceza davasında savcıyı kararları sebebiyle eleştirmiş; bu eleştirilerinin hakaret boyutuna ulaştığı kabul edilerek ceza mahkûmiyeti almıştır. AİHM, avukatların özel statülerinin onlara yargının idaresinde, kamu ile mahkemeler arasında merkezî bir rol sunduğunu vurgulayarak bu rolün baro üyelerinin davranışlarına getirilen kısıtlamaları açıklar nitelikte olduğunu ifade etmiştir. AİHM; bununla birlikte AİHS’in 10. maddesinin sadece fikirlerin özünü ya da ifade edilen bilgileri korumadığının, bunların sunuluş biçimlerini de koruduğunun altını çizmiştir. AİHM’e göre avukatlar, yargının idaresiyle ilgili kamusal alanda yorum yapabilirlerse de eleştirileri bazı sınırları aşmamalıdır. Somut olay özelinde avukat başvurucunun savcının işlemlerine karşı getirdiği eleştiride kullandığı bazı kelimeler yakışıksız olsa da eleştirilerin tamamıyla müvekkilinin sanık olarak yargılandığı davada savcının görevi ile sınırlı olduğuna dikkat çekmiştir. Bu bağlamda AİHM, savcının savunma avukatı olan başvurucunun getirdiği eleştirileri büyük ölçüde tolere etmesi gerektiğini belirterek başvurucunun bu eleştirilerinin mahkeme salonuyla sınırlı kaldığını ve içerik olarak kişisel hakaret boyutuna ulaşmadığını vurgulamıştır. Somut olay yönünden AİHM, para cezası kaldırılmış olsa bile yargılama giderlerini ödemek durumunda kalmalarının da avukatların müvekkillerinin çıkarlarını hararetle savunma görevi üzerinde caydırıcı etki oluşturabileceği sonucuna varmıştır.

21. Avukatın ifade özgürlüğünün sınırlarıyla ilgili önemli ilke kararlarından olan Morice/Fransa (B. No: 29369/10, 23/4/2015) kararında ise AİHM, avukatın mesleğinin icrası sırasında sarf ettiği sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında olup olmadığı değerlendirilirken bunların yanıltıcı veya ağır kişisel saldırı niteliği taşıyıp taşımadığının ya da yargılamadaki olaylarla yeterli ölçüde yakın bir ilişkisi bulunup bulunmadığının önemini vurgulamış; ifadelerin kullanıldıkları bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmiştir. AİHM'e göre çok hafif bir ceza verilmiş olsa dahi savunma avukatının ifade özgürlüğünün kısıtlanması demokratik bir toplumda çok istisnai durumlarda gerekli kabul edilebilir.

22. Steur/Hollanda (B. No: 39657/98, 28/1/2004) kararında avukat başvurucu, suç işlediğini itiraf edip altına imza atması yönünde polis memurunun müvekkiline baskı yaptığını ileri sürdüğü için mesleki ilkeleri ihlal ettiğinin kabul edildiği somut olaya ilişkin değerlendirmesinde, ihtilafın odağındaki kararın kanuni dayanağı olup başkalarının itibarını korumak şeklinde meşru bir amaç taşıdığını kabul etmiş; demokratik bir toplumda bunun gerekli olup olmadığı sorusuna odaklanmıştır. Avukat başvurucunun müvekkili hakkında sosyal güvenlik dolandırıcılığından ceza soruşturması yürütülürken suçu işlediği yönündeki ikrarı yetkililerce elde edilmiş, yetkililer kendisine fazla ödenen miktarın tazmini için açtıkları hukuk davasında da bu ikrara delil olarak dayanmıştır. Başvurucu ise söz konusu hukuk yargılamasında polislerin baskısı yüzünden müvekkilinin suçu ikrar ettiğini ileri sürmüştür.

23. AİHM, baro üyelerinin icra ettikleri mesleğin kendine has bir doğası olduğunu belirtmiş; mahkemede görevli kişiler olarak hareket ederken avukatların sağduyulu, dürüst ve ağır başlı davranmaları için birtakım sınırlandırmalara maruz kaldıklarını vurgulamıştır. AİHM, avukat başvurucunun sözlerinin dürüst bilinen polis memurunun itibarını sarsacak düzeyde olduğunu değerlendirmiş fakat görevini ifa ederken kamu görevlilerinin özel şahıslarla olan ilişkilerinde kendilerine yöneltilen eleştirilerin kabul edilirlik düzeyinin çok daha geniş olabileceğinin altını çizmiştir. Elbette bu yaklaşım, saldırgan ve hakaret içerikli sözlü saldırılara karşı kamu görevlilerinin korunmasız olduğu anlamına gelmemektedir. Fakat somut olay özelinde AİHM, ihtilafın odağındaki ifadelerin polisin soruşturma görevlisi olarak eylemleriyle sınırlı eleştiriler olduğunu belirtmiştir. Üstelik eleştiriler mahkeme salonu ile sınırlı kalmış ve kişisel bir hakaret boyutuna varmamıştır. AİHM; yerel disiplin otoritesinin ihtilaflı ifadelerin gerçek olup olmadığını araştırma girişiminde bulunmadığını, avukatın ihtilaflı beyanları iyi niyetle sarf edip etmediğini de incelemediğini belirtmiştir. Somut olayda ifadeleri sebebiyle avukata herhangi bir disiplin cezası verilmemişse de AİHM, avukatın herhangi bir olgusal dayanağı olmaksızın bir üçüncü kişi hakkında olumsuz görüş bildirerek kusurlu olduğunun ve mesleki ilkeleri ihlal ettiğinin kabul edilmesinin avukatın mesleğini icra ederken caydırıcı etki yaratacağını belirterek avukatın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

24. Ayhan Erdoğan/Türkiye (B. No: 39656/03, 13/1/2009) kararında avukat başvurucunun, müvekkili adına dava dilekçesinde ileri sürdüğü iddialar sebebiyle Refah Partisi üyesi olan Ümraniye Belediye Başkanı kendisine hakaret ettiği iddiasıyla başvurucu aleyhine manevi tazminat davası açmıştır. Yargılama sonucunda avukat başvurucunun dilekçesinde kullandığı "yobaz" sözcüğünün “dinî inançları diğer kimselere rahatsızlık verecek boyutta olan”, “tahrikçi, kaba ve yapmacık” kişi anlamına geldiği değerlendirilmiş ve avukat aleyhine manevi tazminata hükmedilmiştir. AİHM, dava konusu dilekçede kullanılan özellikle yerel mahkemenin üzerinde durduğu dil ve ifadelerin kışkırtıcı, kaba ve rencide edici nitelikte olduğunu kabul etmiştir. Öte yandan AİHM'e göre bu ifadeler, adli takibat sırasında hukuki temsilci sıfatıyla hareket eden başvurucu tarafından bu takibatla ilişkili özel bağlamda ortaya konmuş değer yargılarıdır. AİHM bu kapsamda ihtilaflı ifadelerin keyfî bir kişisel saldırı olarak yorumlanamayacağını değerlendirmiştir. Üstelik kabul edilebilir eleştirinin sınırlarının siyasetçiler söz konusu olduğunda çok daha geniş olduğunu vurgulamıştır. Bu eleştiriler, bir avukatın müvekkilinin haklarını kuvvetle savunduğu dilekçede yer almış; mahkeme salonu ile sınırlı kalmıştır. Dolayısıyla sözlerin muhatabının şeref ve itibarının sarsılması ihtimalinin çok düşük olduğu değerlendirilmiştir. AİHM, ulusal mahkemelerin davayı incelerken bu sözcüklerin yalnızca sözlükte geçen tanımlarını gözönüne aldıklarını, kullanıldıkları bağlamı ve ifade ediliş biçimlerini hesaba katmadıklarını ifade etmiştir. Sonuç olarak avukat olan başvurucunun ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduğunu göstermeye yetecek gerekçelerin somut olayda mevcut olmadığı kanaatine vararak avukatın ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

25. Rogalski/Polonya (B. No: 5420/16, 23/3/2023) kararında ise avukat olan başvurucu, müvekkili şirketin aleyhine üçüncü kişilerin sahte evrak düzenlemesi üzerine şikâyette bulunmuş; ilgili soruşturmada savcı, soruşturmaya devam edilmemesi yönünde karar vermiştir. Bunun üzerine başvurucu böyle irrasyonel bir karar verebilmesi için savcının ancak rüşvet almış olabileceğini iddia etmiştir. Bu iddiası sebebiyle avukata disiplin cezası verilmiştir. Varşova Merkez İlçe Savcılığı da başvurucu avukatın savcının rüşvet aldığı iddiasına dair herhangi bir delil sunmadığı ya da somut bir fiilî durumu ileri sürmediği için soruşturma başlatmayı reddetmiştir. Ayrıca Varşova Bölge Savcılığı konuyla ilgili Varşova Bölgesel Baro Konseyinin Başkanı'nı, başvurucunun savcıyla ilgili suç duyurusunun avukatlık mesleğinin etik kurallarını ihlal edip etmediğinin incelenmesi amacıyla bilgilendirmiştir. Varşova Barolar Birliği ise başvurucunun mesleğini icra ederken ölçülü hareket etmeyerek herhangi bir makul şüphe olmaksızın suç duyurusunda bulunduğu için avukatlık etik ilkelerini ihlal ettiği kanaatine varmıştır. Sonuç olarak başvurucu disiplin para cezası almış, bir yıl profesyonel eğiticilik yapmaktan men edilmiştir.

26. Somut olayda AİHM, avukatın herhangi bir somut olgu ileri sürmeksizin, itidalli, ölçülü ve ihtiyatlı hareket etmeyerek müvekkilinin ceza soruşturmasında görev alan savcı hakkında suç işlediği iddiasıyla şikâyet dilekçesi sunması sebebiyle disiplin cezası almasının 10. madde kapsamında ifade özgürlüğüne müdahale teşkil ettiğini, iç hukukta bu müdahalenin yasal dayanağının düzenlendiğini ve meşru bir amacının da bulunduğunu değerlendirerek müdahalenin demokratik bir toplumda gerekliliğini tartışmıştır. AİHM önceki kararlarda olduğu üzere kamu görevlisinin kendi yetkilerini kullanırken özel kişilerin kendilerine yönelttikleri eleştirilere hoşgörü eşiklerinin çok daha yüksek olması gerektiğinin altını çizmiştir. Olayda savcının şahsiyetine yöneltilen bir saldırı olmadığı gibi savcının aleyhine olan iddialar kamusal alanda da ileri sürülmemiştir. AİHM'e göre söz konusu iddialar resmî bir ihbar şeklinde yetkili üst kamu otoritesine sunulduğunda ancak çok istisnai hâllerde ihbarda bulunan aleyhine yürütülen ceza ya da disiplin soruşturması 10. madde kapsamında meşru görülebilir. Her ne kadar olayda disiplin cezası veren otoritenin gözünde avukat başvurucu, herhangi bir makul suç şüphesi olmadan şikâyette bulunarak adaletin iyi yönetimine zarar vermişse de AİHM, başvurucunun kötü niyetli hareket ettiğine dair herhangi bir delil bulunmadığını ya da disiplin soruşturmasına başvurulmasını meşru kılacak herhangi bir istisnai durumun mevcut olmadığını değerlendirmiştir. Üstelik AİHM, herhangi bir bireyin yetkili kamu otoritesine bir kamu görevlisinin hukuka aykırı ya da çarpık icraatlarını bildirebilmesinin hukukun üstünlüğü ilkelerinden biri olduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak AİHM, avukat başvurucuya uygulanan disiplin cezasının ölçülü olmadığı ve 10. maddeyi ihlal ettiği kanaatine varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

27. Anayasa Mahkemesinin 8/6/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucular; müvekkillerinin polislerce darbedilmesi üzerine polisler hakkında şikâyette bulunduklarını, müvekkillerinin muayene olması için götürüldüğü acil serviste doktorun polislerden yana tavır alarak müvekkillerine hitaben sarf ettiği sözlerle tarafsızlığını yitirdiğini, bu sebeple ilgili doktoru da TTB'ye şikâyet ettiklerini ifade etmiştir. Başvurucular şikâyet dilekçesinde doktor hakkında kullandıkları ifadelerin amacı aştığı gerekçesiyle doktorun hem Eskişehir Barosuna hem de Bakanlığa şikâyetçi olduğunu belirterek Bakanlığın TBB Disiplin Kurulu tarafından verilen karara müdahale etmesinin adil yargılanma haklarını, doktor hakkındaki şikâyet dilekçesinde kullandıkları ifadeler sebebiyle uyarma cezası almalarının savunma dokunulmazlığı kapsamında avukatın ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini iddia etmiştir.

29. Bakanlık görüşünde, ifade özgürlüğü ile şeref ve itibar hakkı arasında adil bir denge kurulup kurulmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

B. Değerlendirme

30. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Eldeki başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi, başvurucuların şikâyetlerinin bir bütün olarak Anayasa'nın 26. maddesinde düzenlenen ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerektiğini değerlendirmiştir.

31. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar...

Bu hürriyetlerin kullanılması, ... başkalarının şöhret veya haklarının,... veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir..."

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

32. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

a. Müdahalenin Varlığı

33. Başvurucuların vekil sıfatıyla, müvekkillerini muayene eden doktor hakkında meslek odasına sundukları şikâyet dilekçesinde sarf ettikleri sözler sebebiyle disiplin cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir. Söz konusu disiplin cezası ile başvurucuların ifade özgürlüğüne müdahalede bulunulmuştur.

b. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

34. Mezkûr müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde sıralanan ilkelere uygun olmadıkça Anayasa'nın 26. maddesinin ihlaline sebebiyet verecektir. Anayasa'nın 13. maddesinin ilgili kısmı şu şekilde düzenlenmiştir:

"Temel hak ve hürriyetler, ... yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, ... demokratik toplum düzeninin ... gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

35. Şu hâlde, müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen ve eldeki başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanma, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

i. Kanunilik

36. Müdahaleye dayanak olan 1136 sayılı Kanun'un 136. maddesinin birinci fıkrasının kanunla sınırlama ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.

ii. Meşru Amaç

37. Müdahalenin avukatlık mesleğinin etik ilkelerinin korunmasına yönelik önlemlere ilaveten başkasının şeref ve itibarının korunmasına yönelik önlemlerin de bir parçası olduğu ve meşru bir amaç taşıdığı değerlendirilmiştir.

iii. Demokratik Toplum Düzeninin Gereklerine Uygunluk ve Ölçülülük

 (1) Genel İlkeler

 (a) İfade Özgürlüğü

38. Anayasa Mahkemesi ifade özgürlüğü bağlamında demokratik toplum düzeninin gerekleri ifadesinden ne anlaşılması gerektiğini daha önce pek çok kez açıklamıştır. İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanmaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve gerçekleştirme konusunda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir (Bekir Coşkun [GK]B. No: 2014/12151, 4/6/2015, §§ 33-35; Mehmet Ali Aydın [GK]B. No: 2013/9343, 4/6/2015, §§ 42, 43; Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, 7/7/2015, §§ 35-38).

39. Diğer taraftan demokratik toplum düzeninin gerekleri çerçevesinde temel hak ve özgürlükleri sınırlayan tedbir, bir toplumsal ihtiyacı karşılamalı ve başvurulabilecek en son çare niteliğinde olmalıdır (Bekir Coşkun, § 51; Mehmet Ali Aydın, § 68; Tansel Çölaşan, § 51).

 (b) Avukatların Rolü ve Mesleklerini İcra Ederken İfade Özgürlükleri

40. Şüphesiz ki avukatlık mesleğini icra edenler yönünden ifade özgürlüğü kavramı daha nitelikli bir bağlamda ele alınmalıdır. 1136 sayılı Kanun'un gerekçesinde avukatlık mesleğinin nitelikleri ve önemi, bir kamu hizmeti olduğu, avukatın yargılama süreci içinde adaletin tesis edilmesinde görev aldığı, kamu yararını koruduğu belirtilmiştir. Kanun'un 1. ve 2. maddelerinde avukatlığın kamusal yönü ağır basan bir meslek olduğu vurgusu yapılmıştır. Bilgi ve deneyimlerini öncelikle adalet hizmetine vererek adalete ve hakkaniyete uygun çözümler için hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasında yargı organlarıyla yetkili kurul ve kurumlara yardımı görev bilen avukatın hukuk devletinin yargı düzeni içindeki yeri özellik taşımaktadır (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

41. Avrupa Konseyinin Avukatlık Mesleğinin Özgürce Yürütülmesine İlişkin Tavsiye Kararı ile Avrupa Baroları ve Hukuk Birlikleri Konseyinin Hukuk Mesleği Temel İlkelerinin bağlayıcı nitelikte olmasa da yol gösterici ilkeler olarak somut olay ve buna benzer uyuşmazlıkların değerlendirilmesine ışık tutacağı unutulmamalıdır. Avukatlık mesleğinin etik ilkeleri denildiğinde mesleği icra edenlere uygulanan genel davranış standartları akla gelmelidir. Avukatlık mesleğini seçenlerin mesleğe uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık ünvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmenin başta gelen şartlarındandır (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

42. Avukatlar tarafından sarf edilen sözlerin ya da yazılı beyanların kullanıldıkları bağlam içinde konuşmanın tamamı dikkate alınarak olayın bütünselliği içinde değerlendirilmesi gerekir (Keleş Öztürk, B. No: 2014/15001, 27/12/2017, § 51). Zira bazı durumlarda avukatların ifade açıklamalarına müdahale ile adil yargılanma hakkı arasında yakın bir ilişki ortaya çıkabilir. Bu nedenle somut başvurudaki gibi bir ceza davasındaki müdafinin ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda demokratik bir toplumda bu tür bir açıklamaya yapılacak müdahalelerin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilmelidir. Anayasa Mahkemesi içtihatlarında belirtildiği üzere hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı olan bağımsız yargı, yargının olmazsa olmaz şartı olan savunma ile birlikte anlam kazanır. Savunma, sav-savunma-karar üçgeninden oluşan yargının vazgeçilmez ögesidir. Adil bir yargılamanın varlığı avukatın etkin katılımıyla mümkündür (AYM, E.2007/16, K.2009/147, 15/10/2009).

43. Bütün bu açıklananlar ışığında başvurucu avukatların ifade özgürlüklerine yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğu değerlendirilirken başvurucuların ifade özgürlüğü ile şikâyetçi doktorun şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge kurulması (bu konuda genel ilkeler için bkz. İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, 30/6/2014, §§ 65-73) gereklidir. Bu bağlamda müdahaleye maruz kalan ifadenin avukat tarafından dile getirildiği (Keleş Öztürk, § 57), hedef alınan kişinin yargılama sürecindeki konumu (Keleş Öztürk, § 58; Kenan Gül (2), B. No: 2018/24311, 15/6/2021, § 43), sözlerin muhatabının kendisine yöneltilen sözlere cevap verme olanağının bulunup bulunmadığı (Temel Coşkun, B. No: 2017/1632, 29/1/2020, § 33; Şaban Sevinç (2), B. No: 2016/36777, 26/5/2021, § 42; Nihat Zeybekci, B. No: 2015/5633, 8/5/2019, § 39), ifadelerin hedef alınan kişinin hayatı üzerindeki etkisi, disiplin cezasına konu edilen ifadelerin kullanıldığı bağlamından koparılıp koparılmadığı (Keleş Öztürk, § 59; Kenan Gül (2), § 44), avukat başvurucunun yaptırıma maruz kalma endişesinin kendisine caydırıcı etki yaratıp yaratmayacağı (Keleş Öztürk, § 60), ihtilaflı ifadelerin maddi vakıaların açıklanması veya değer yargısı olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği (Durmuş Fikri Sağlar (2) [GK], B. No: 2017/29735, 17/3/2021, § 50; Deniz Karadeniz ve diğerleri [GK], B. No: 2014/18001, 6/2/2020, §§ 48,49) üzerinde durulması gereken önemli noktalardır.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

44. Anayasa Mahkemesi eldeki başvuruya ilişkin kararını olayın şartlarını gözeterek ve ihtilaflı ifadelerin sarf edildiği bağlamı dikkate alarak verecektir. Bu çerçevede başvuruya konu müdahalenin izlenen meşru amaçlarla orantılı olup olmadığını ve derece mahkemelerinin gerekçelerinin ilgili ve yeterli olup olmadığını belirleyecektir. Bu incelemeyi yaparken derece mahkemelerinin maddi vakıalarla ilgili değerlendirmeleriyle kural olarak ilgilenmeyecektir.

45. Somut olayda başvurucuların avukatlık mesleğini icra ederken ihtilaf konusu ifadeleri kullandıkları hususunda şüphe bulunmamaktadır. Başvurucular bu sözleri müvekkillerini darbeden polislerden yana tavır alarak gerçeğe aykırı rapor tesis ettiğini iddia ettikleri doktor aleyhine TTB'ye sundukları şikâyet dilekçesinde sarf etmiştir. Bu kapsamda polisler ve doktor aleyhine yürütülen bir ceza soruşturması bulunduğu anlaşılmaktadır. Bir yanda müvekkillerinin menfaati için savunma görevini icra eden avukat başvurucular diğer yanda ise ihtilaflı sözlerin muhatabı olan ve görevini icra ederken sergilediği tutumu sebebiyle meslek odasına şikâyet edilen doktor bulunmaktadır. Doktor, hakkında kaleme alınan şikâyet dilekçesinde mesleğini subjektif nedenlerle peşkeş çektiği iddiasıyla amacın aşıldığından yakınmıştır.

46. Mesleğini peşkeş çekme ifadesi, yaranma amacıyla uygunsuz verilen şey anlamına gelmektedir. İfadenin toplumun dil algısında olumsuz bir mana oluşturduğu şüphesizdir. Bununla birlikte ihtilaflı ifadeler şüphesiz ki salt sözlük anlamları ya da toplumda uyandırdığı his dikkate alınarak değerlendirilmemelidir. Başvurucular müştekiye yönelik isnatlarından dolayı değil dilekçelerinde tahkir içeren sözler kullandıkları gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Ancak bir açıklamanın tamamen değer yargısından oluşması durumunda bile müdahalenin orantılılığı ihtilaflı açıklamanın somut unsurlarla yeterince desteklenip desteklenmemesine göre tespit edilmelidir. Çünkü somut unsurlarla desteklenmiyorsa değer yargısı ölçüsüz olabilir (Cem Mermut, B. No: 2013/7861, 16/4/2015, § 48).

47. Başvurucular müvekkillerinin kendileriyle paylaştığı bilgileri temel alarak meslek odasına sundukları şikâyet dilekçesinde doktorun sosyal medyada görece adı bilinen bir şahsiyet olduğunu ve görevini ihmal ettiğine yönelik başkaca iddiaların da bulunduğunu belirtmiştir. Şikâyet dilekçesi bir bütün olarak ele alındığında doktor hakkında asıl anlatılmak istenenin doktorun kendi mesleğinin etik ilkelerine uygun davranmadığının, müvekkillerine tarafsız yaklaşmadığının, düzenlediği raporun gerçeği yansıtmadığının ve polislerle dayanışma içinde olduğunun kabulü gerekmektedir. Bununla ilgili olarak anılan kişinin polislerden yana tutum sergilediği, darp izlerini kayıt altına almadığı, üstelik müvekkillerine karşı polislerden yana tavır sergilediğini açıkça ortaya koyacak sözler sarf ettiği ifade edilmiştir. Şu hâlde başvurucuların ifadelerinin şikâyetçi doktorun mesleğini icra ederken takındığı tutum, davranış ve söylediği sözlerin sert eleştirisi için özel bir bağlamda ve bir kısım olguyla desteklenen bir değer yargısı teşkil ettiğini kabul etmek gerekir. Buna rağmen eldeki başvuruda şikâyetçi doktorun başvurucuların şikâyetine konu sözleri sarf etmediğine ilişkin bir beyanı olmadığı gibi başvurucuların değer yargısı taşıyan başvuruya konu sözlerinin olgusal temeli bulunduğu yönündeki savunmalarının dikkate alınmadığı görülmüştür.

48. Şüphesiz kikamu görevlilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirebilmeleri için kamu güvenine sahip olmaları gerekir. Bu nedenle bir kamu görevlisinin görevini yapmasına engel olacak saldırılardan, asılsız suçlamalardan korunmasını sağlamak devletin görevlerindendir(Kadir Sağdıç [GK], B. No: 2013/6617, 8/4/2015, § 63; Keleş Öztürk, § 45). Bununla birlikte görevini ifa ederken kamu görevlilerinin özel şahıslarla olan ilişkilerinde kendilerine yöneltilen eleştirilerin kabul edilirlik düzeyinin sade vatandaşlara göre çok daha geniş olduğunun altı çizilmelidir (Önder Balıkçı, B. No: 2014/6009, 15/2/2017,§ 42; Mustafa Nihat Behramoğlu ve Güneş Basım Yayım Organizasyon ve Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2015/11961, 11/6/2018, § 54).

49. Somut olayda ihtilafın odağındaki ifadelerin müşteki doktorun soruşturma sürecinde görevini icra ederken sergilediği eylemleriyle sınırlı eleştiriler olduğunu kabul etmek gerekir. Bu bağlamda başvuruya konu ifadelerin meslek odasına sunulan bir şikâyet dilekçesinde kullanıldığı unutulmamalıdır. Diğer bir söylemle görevini kötüye kullandığı iddia edilen doktor kamuya ifşa edilerek hedef gösterilmemiş, mensubu olduğu meslek odasına bir dilekçe ile şikâyet edilmiştir. Kaldı ki başvurucular şikâyet dilekçesini müvekkilleri namına sunmuş olup bunun savunma avukatlığı görevlerinin icrasının bir parçası olduğunun da altı çizilmelidir. Gerçekten de başvurucuların kullandıkları ifadeler müvekkilinin menfaatlerini korumak için ileri sürdükleri tezlerin bir parçasıdır. Nitekim bu ihtilaflı sözlerin uyuşmazlıkla bağlantılı olduğunu ve olayın bütünü ışığında objektif bakımdan savunulabilir bir amaca hizmet ettiğini kabul etmemek için bir neden bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesi ihtilaflı ifadelerin keyfî bir kişisel saldırı olarak yorumlanamayacağı kanaatine ulaşmıştır. Adaletin işleyişi de dâhil olmak üzere kamu menfaatlerine ilişkin tartışmalarda ancak çok istisnai koşullar mevcutsa sınırlamalara izin verilebileceği hatırda tutulduğunda başvurucu avukatların kullandığı ifadelerde belli düzeyde abartıya kaçmış olmaları makul görülmelidir (Keleş Öztürk, § 44).

50. Öte yandan her ne kadar somut olayda başvuruculara en hafif disiplin cezası verilmişse de savunma hakkı kapsamında kaleme alınan bir şikâyet dilekçesinde, yargılamadaki olaylarla yakın ilgisi olan ifadeler yerine başka ifadeler kullanılmasının daha uygun olacağı biçiminde bir gerekçeyle verilen disiplin cezasının müvekkillerinin çıkarlarını savunan başvurucular üzerinde caydırıcı etki doğuracağı açıktır.

51. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru incelemesinde bireylerin anayasal hakları ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin dava konusu olguları değerlendirmesine ve hukuku yorumlamasına müdahalede bulunmaz (Haci Boğatekin (2), B. No: 2014/12162, 21/11/2017, § 49). Bununla birlikte Anayasa Mahkemesinin birçok kez yinelediği gibi ifadelerin kullanıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi ve bütünden cımbızlanarak ferdî olarak incelenmemesi (diğerleri arasından bkz. Keleş Öztürk, § 51) gerektiği hâlde eldeki başvuruya konu sözler derece mahkemeleri tarafından bağlamı içinde incelenmemiş, birkaç sayfalık şikâyet dilekçesinden "peşkeş çekmek" ifadesi ele alınarak ifadenin tahkir edici nitelikte olduğu kabul edilmiş, başvurucuların ifade özgürlüğü ile avukatlık mesleğinin etik ilkelerinin korunması ve doktorun şeref ve itibarının korunması hakkı arasında adil denge kurulmaksızın disiplin cezasını onayan TBB Disiplin Kurulunun gerekçesi tekrar edilmekle yetinilmiştir. Açıktır ki gerekçeli kararda ulaşılan sonucun gerekçesi mevcut değildir. Başvurucuların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin ilgili ve yeterli bir gerekçe ile hukuki zemine oturtulduğunun değerlendirilemeyeceği kabul edilmiştir.

52. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

53. Başvurucular; her bir başvuru yönünden ihlalin tespiti, yeniden yargılama ve 100.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

54. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği mahkemece yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019,§§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

55. Eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin sonuçlarının bütünüyle ortadan kaldırılabilmesi için başvuruculara manevi zararları karşılığında net 18.000 TL manevi tazminatın ayrı ayrı ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. İfade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ifade özgürlüğünün ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 8. İdare Mahkemesine (E.2016/3370, K.2018/578; E.2016/3371, K.2018/577) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvuruculara net 18.000 TL manevi tazminatın AYRI AYRI ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

E. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvuruculara AYRI AYRI ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 8/6/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.